MUKAYESELİ İBADETLER İLMİHALİ29

(İSLÂM FIKHINDA İBADETLER)29

11. BÖLÜM NAMAZIN TOPLUMA YANSIMASI29

-CEMAAT HALİNDE NAMAZ (SALÂTU’L-CEMÂAT)-29

53. Cemaatin Mana Ve Önemi:29

Tanımı:29

Çeşitleri:29

Beş Vakit Namaz Cemaati:29

Cuma Namazı Cemaati:29

Hutbe Cemaati:30

Cemaatle Namaz Kılmanın Hükmü:30

Farz Namazlar: 30

Beş Vakit Namaz:30

Cuma Namazı:30

Cenaze Namazı:30

Vacip Namazlar:31

Vitir Namazı:31

Bayram Namazları:31

Adak Namazı:31

Tavaf Namazı:31

Nafile Namazlar:31

Cemaate Gitmemeyi Mubah Kılan Özürler: 31

Çeşitli Hastalık Ve Sakatlıklar:31

Kötü Hava Şartları:31

Çeşitli Mazeretler:32

54. Cemaate İmam Olmak (İmamet):32

İmamda Bulunması Gerekli Özellikler: 32

Bulunması Zarurî Özellikler:32

İslâm:32

Akıl Ve Bulûğ:32

Erkek Olmak:32

Kıraat:32

Özürlerden Selâmet:32

Adalet:32

Tercih Sebebi Olan Özellikler:33

İmameti Mekruh Kimseler:33

Başarılı İmam Olmak:33

55. Cemaatle Namazın Sahih Olma Şartları:33

1- İmam İçin Gerekli Şartlar:33

İslâm:33

Bulûğ: 34

Farz Namazlarda:34

Nafile Namazlarda:34

Erkek Olmak: 34

Akıllı Olmak:34

Başka Birine Uymamak: 34

Mesbûka Uymak:34

Kalabalık Cemaatte Cemaate Uymak:34

Cemaatten Üstün Veya Ona Denk Olmak:35

Namaz Türü Açısından: 35

Farz Namazlarda:35

Nafile Namazlarda:35

Namazın Şartları Açısından: 35

Hadesten ve Necasetten Temizlik:35

Setr-i Av ret: 36

Namaz İşlemleri Açısından:36

Bedenî Hareketler:36

Kıraatin Yapılması:36

I. Kur’ân Okumasını Bilmek: 36

II. Dil Hatası Bulunmamak: 36

Fizik Açısından:36

Adaletli ve Dindar Olmak: 37

2- Muktedî için Gerekli Şartlar:37

Namaz İşlemlerinde İmama Tâbi Olmak (Mütâbeat):37

İşlemlerin Yapılması:37

Ahenk Yönünden:37

I. İmamın Hareketlerini Aynen Ve Birlikte Yapmak:37

II. İşlemleri Hemen İmamdan Sonra Yapmak:37

III. İmamdan Önce Hareket Etmemek:37

Fiilî Ve Zikrî Konular:38

İşlemlerin Terki:38

İmamın Kıraati:38

İmamın İlâve İşlemleri:38

İmamın Rekât İlâvesi: 38

İmamın Terki: 39

İmamın Önünde Durmamak: 39

Kadınlarla Aynı Safta Olmamak:39

İmamın Hareketlerini Takip Etmek (Mekân Birliği): 39

Camilerde Mekân Birliği:39

Küçük Camiler:39

Büyük Camiler:40

Cami Dışında Mekân Birliği:40

Cami Avlusu Ve Çevresi:40

Kırlar Ve Açık Alanlar:40

İmamın Namazının Uyanın Mezhebinde Sahih Olması (Mezhep Birliği): 40

3- İmam ve Muktedî için Gerekli Ortak Şartlar:41

İmamın İmamete, Muktedînin İktidaya Niyeti (Niyet Birliği): 41

İmamet Niyeti:41

İktida Niyeti:41

Kılınan Namazların Aynı Olması (Namaz Birliği): 41

Farzların Aynı Olması:41

Farz Dışındaki Namazlarda Birlik:42

56. İstihlâf:42

1- Tanımı Ve Uygulaması:42

2- Sebepleri: 42

Farz Kıraati Yapamamak: 42

Sebku’l-Hades: 42

Rükû Ve Secdeyi Yapamamak:43

Mal Veya Can Emniyetinin Bulunmaması:43

Şiddetli Hastalık:43

3- Hükmü:43

4- Sahih Olma Şartları: 43

İmamla İlgili Şart: İstihlaftan Önce Camiden Çıkmamak:43

Halîfeyle İlgili Şartlar:44

İmamlık Yapmaya Ehliyetli Olmak:44

Çocuğun İstihlafı:44

Kadının İstihlâfı:44

Ümmi’ye, Setr-i Avreti Sağlayamayana Ve İmayla Namaz Kılana Uymak:44

Mesbûkun İstihlâfı:44

Lâhıkın İstihlâfı:44

Yolcu İmamın Mukîmi İstihlâfı:45

Namaza Devam Edebilecek Durumda Olmak: 45

Hadesle İlgili Şartlar:45

I. Hadesin Meydana Gelmesi:45

II. Hades’ten Sonrası:45

İmamla İlgili Şartlar:45

Halîfenin Bir Tane Olması: 45

Cemaatle İlgili Şart:46

57. Safların Ve Cemaatin Düzeni: 46

1- Safların Düzeni:46

İmamın Duruşu:46

Cemaatin Duruşu:46

2- Cemaatin Dikkat Edeceği Noktalar:47

58. Cemaate Katılma Yönünden Namaz Kılanlar:47

1- Bütünüyle Veya Kısmen İktidaya Göre Değerlendirme:47

Namazın Bütününde İktida: Müdrik: 47

Namaz Konusundaki Müdrikler:47

Cemaat Faziletine Yetişenler (Müdrik bi’l-Cema’at):47

Rekâte Yetişenler (Müdrik Bi’r-Rek’at): 47

Namaza Yetişenler (Mudrik bi’s-Salât): 48

Müdrikin Namazı Kılması:48

Namazın Bir Kısmında İktida:48

Başlamazdan Önce Rekât Kaçırıp Kalanında İktida: Mesbûk. 48

Başladıktan Sonra Ktsmen Kaçırıp Kalanında İhtida: Lâhik 50

Tanımı:50

Namazını Kılması:50

2- Fatihaya Göre Değerlendirme:52

Mesbûk:52

Tanımı:52

Namazı Kılması:52

Muvafık: 52

59. Namazını Kılanın Cemaatle Yeniden Namaz Kılması: 52

1- Münferid:53

2- Cemaat:53

60. Namazı Kesmek (Kat’u’s-Salât): 53

1- Hüküm ve Sebepler:53

Haram Kesme:53

Mubah Kesme:53

Müstehap Kesme:53

Farz Namazların Kesilmesi:53

Nafile Namazların Kesilmesi:53

Vacip Kesme:54

2- Kesmenin Şekli:54

61. Cami Ve Mescid Kavramları:54

1- Tanımı:54

2- Kısımları:54

3- Camideki Davranış Kaideleri:54

Camiye Giriş Ve Çıkış:54

Mekruh Hareketler: 55

4- Camiye Devam Etmek ve Cami Yaptırmak:55

Camiye Devam Etmek:55

Cami Yaptırmak:55

12. BÖLÜM NAMAZ VAKTİNİN DÜZENLENMESİNDEKİ DEĞİŞMELER.. 55

62. Namazın Vaktinden Sonraya Kalması (Kaza Namazlarının Kılınması Salâtu’1-Kadâ)55

1- Vaktinde Kılınması Yönünden Namazlar:55

2- Kazaya Kalan Namazların Hükmü:56

Farz Namazlar: 56

Vacip Namazlar:56

Nafile Namazlar: 56

Beş Vakit Namazın Sünnetleri:56

Cuma Namazının Sünnetleri:56

3- Namazın Vaktinden Sonraya Kalmasını Mubah Kılan Özürler:56

Namazı Büsbütün Düşüren Özürler:56

Âdet Ve Lohusalık Hali:56

Aklî Dengenin Bozulması:56

Delilik: 56

Baygınlık: 57

Sarhoşluk: 57

İrtidat: 57

Ölüm:57

Namazın Kazaya Kalmasını Mubah Kılan Özürler:57

4- Kaza Namazlarının Kılınması:58

Şartları: 58

Farz Olma Şartları:58

Sahih Olma Şartları:58

Vakti: 58

Kaza Namazının Kılınabileceği Vakitler:58

Kaza Namazının Ertelenmesi:59

Kaza Borcu Olanın Nafile Namaz Kılması: 59

Şekli:59

Namaz Açısından: 59

Mükellef Açısından:60

Tertip Sahipleri:60

I. Tanımı:60

II. Kaza Namazını Kılması:60

A. Mükellefin Tertibi Gözetmesi:60

B. Tertibin Düşmesi:61

Tertip Sahibi Olmayanlar:61

Çeşitli Konular:61

63. İki Namazı Aynı Vakitte Kılmak (el-Cem’u Beyne’s-Salâteyn):62

1- Temel Kavramlar:62

2- Cem’in Sebepleri, Şekilleri Ve Özel Şartları:62

Yolculuk:62

İttifakla Kabul Edilen Birleştirmeler:62

Arafat’ta Vakfe Günü Öğle İle İkindinin Birleştirilmesi;62

Müzdelife’de Vakfe Gecesi Akşam Ve Yatsının Birleştirilmesi:63

İhtilâftı Olarak Kabul Edilen Birleştirmeler:63

Kötü Hava Şartları:64

Yağmurlu, Karlı Ve Soğuk Havalar:64

Çamurlu Yol: 65

Şiddetli Rüzgâr Ve Fırtına: 65

Karanlık Ve Çamur: 65

Hastalık Ve Özür:65

Hastalık:65

Bayılma, Başdönmesi Ve Eziyet Endişesi: 66

Emzikli Kadın: 66

Güvenliğin Tehlikede Olması:66

Can, Mal Ve Namus Güvenliği: 66

İş Ve Geçim Güvenliği: 66

Vakitle İlgili Özellik Ve Durumlar:66

Vakti Bilememek: 66

Ortak Vakitli Namazlar: 66

İhtiyaç:67

3- Cem’in Genel Şartları: 67

Cem’u Takdîm’in Şartları:67

Tertibe Uymak:67

Niyet:67

Vaktin Yakın Olması:68

Ara Vermemek:68

Birincinin Sahih Olması:68

Özrün Sürmesi:68

Cem’u Te’hîrin Şartları:68

Niyet:69

Özrün Sürmesi:69

13. BÖLÜM COĞRAFÎ KONUMUN NAMAZA TESİRİ69

64. Vaktin Düzenlenmesine Tesir Eden Konum:69

1- Ülkeler Ve Kıtalararası Yolculuklarda Namaz: 69

2- Anormal Bölgelerde Namaz: 70

Anormal Bölge Kavramı:70

İbadet Vakitlerinin Düzenlenmesi:71

Kısa Süreli Anormal Bölgelerde:71

Namazın Düşmesi: 71

Namazın Kılınması:71

I. Kaza Olarak: 71

II. Eda Olarak:71

Uzun Süreli Anormal Bölgelerde: 72

3- Dünya Sisteminin Dışında Namaz:74

65. Kıble Tayinine Tesir Eden Konum: Kabe’de Namaz:75

1- İçinde-Üstünde Ayırımı Yapılmaması:75

2- İçinde-Üstünde Ayırımı Yapılması:75

Yanında Ve İçinde Kılma:75

Namaz Ayrımı Yapılmaması:75

Hükmün Namaza Göre Değişmesi:75

Namazlar Arasında Ayırım Yapılmaması:75

Farz-Nafile Ayırımı Yapılması:75

Üstünde Kılma:75

Namazlar Arasında Ayrım Yapılmaması:75

Kerahatle Sahih Olması:75

Şartlara Göre Sahih Olması:75

Farz, Nafile Ayrımı Yapılması:76

14. BÖLÜM NAMAZIN SAHÎH OLMA ŞARTLARI76

66. Namazın Sahîh Olma Şartları:76

1- Genel Sıhhat Şartları:76

Teklifin Genel Şartları:76

İslâm:76

Akıl:77

Davetin Ulaşması:77

Âdet Ve Lohusalıktan Temizlik:77

Namazın Dışındaki Farzları:77

Temizlik:77

Vaktin Girmesi:77

Setr-i Avret:77

İstikbal-i Kıble:77

Niyet:77

Namazla İlgili Şartlar:77

Temel Namaz Bilgisi:77

Namazı Bozucu Hallerin Terki:78

2- Özel Sıhhat Şartları:78

Mükelleflerle İlgili Şartlar:78

Namazla İlgili Şartlar:78

4. KISIM NAMAZ SUÇ VE CEZALARI (NAMAZ CEZA HUKUKU)78

15. BÖLÜM NAMAZ CEZA HUKUKUNUN İLKELERİ78

67. Genel Açıklama:78

68. Namazda Çifte Ceza Sistemi:78

69. Namaz Suçlarında İştirak, Tekerrür Ve Birleşme:79

1- Namaz Suçlarında iştirak:79

Gerekli Şartları Taşıyan Yerde Cuma Namazının Kılınmayışı: 79

Bayram Namazlarının Kılınmayışı:79

Camilerde Cemaat Ve Ezanın Terkedilmesi:79

Namazın Son Vaktine Kadar Geciktirilmesi:80

Ezan Ve Namazlarda Kunût Duası:80

Namaz Suçlarında Tekerrür Ve Birleşme:80

70. Namaz Suçlarında Pişmanlık, Ölüm Ve Mücbir Sebepler:80

16. BÖLÜM NAMAZ SUÇ VE CEZALARI80

71. Namazın İnkârı:80

72. Namazdan Kaçınma:80

Vakit Namazından Kaçınma:81

Mazeret Dolayısıyla Kaçınma: 81

Tembellik Dolayısıyla Kaçınma:81

Mürted Olarak Öldürülür:81

Had Cezasıyla Öldürülür:81

Dayak Cezası Uygulanır:81

Günahkârdır:82

Kaza Namazından Kaçınma:82

73. Namazın Geciktirilmesi:82

74. Temizlikte Usulsüzlük:82

76. Namazda Usulsüzlük:83

Namazı Bozan Hal Ve Hareketler (Genel Haller):83

Farzların Özelliğini Yitirmesi:83

Şartlarla İlgili Olanlar:83

Abdestin Bozulması: 83

Necaset Bulunması: 83

Setr-i Avretin Bulunmaması:83

I. Avret Yerinin Açılması: 83

II. Çıplak Kılanların Namazı:84

Kıbleden Dönmek: 84

Vaktin Özelliğini Kaybetmesi: 84

Rükünlerle İlgili Olanlar:84

Eksiklik Ve Yanılmalar:84

I. Genel Olarak:84

II. Özel Olarak:85

A. Niyet:85

B. Îftitah Tekbîri:85

C. Kıraatin Özelliğini Yitirmesi:85

Rükünlerdeki İlâveler: 86

Namaza Aykırı Davranışlar:87

Amel-i Kesir ve Amel-i Kaili: 87

Amel-i Kesîr:87

Amel-i Kalîl:87

Cemaat Düzeni Ve Uyumunun Sağlanamaması:88

Saf Düzeninin Sağlanamaması:88

I. Muhâzâtu’n-Nîsâ:88

A. Tanımı:88

B. Hükmü Ve Şartları: 88

C. Namazı Bozulanlar:88

II. İmamın Önünde Saf Tutmak Veya Namaza Durmak:88

İşlemleri İmamdan Önce Yapmak: 88

I. Rükün İşlemi İmamdan Önce Yapmak:89

II. Mesbûkun Yanlış Selâmı: 89

İmamın Namazının Bozulması (Muhdes İmam):89

Cemaatle Namazın Sahih Olma Şartlarının Bulunmaması:89

İstihlâfın Yanlış Uygulanması:  89

Ses Ve Konuşmalar:89

Namazla İlgili Olanlar:89

I. Namazı Düzeltmek İçin Konuşmak: 89

II. Feth (Îmama Hatırlatma) Yapmak: 90

A. Uyduğu Îmama Feth Yapmak:90

B. Uyduğu İmamdan Başkasına Feth Yapmak:91

III. Namazda Olduğunu Veya Başka Maksadını Bildirmek İçin Âyetle Konuşmak Ve Cevap Vermek: 91

Tablo 44: Namazda Ayetle Konuşmak. 92

Namazla İlgili Olmayanlar:92

I. Namaza Ait Olmayan Sözler: 92

A. Konuşma İşlemi:92

B. Mükellef:92

II. Yanlışlıkla Konuşma:93

III. Ses Ve İniltiler:93

A. Tenahnuh (Boğazı Hırıldatmak): 93

B. Teevvuh -Enîn- Teeffuf Ve Ağlama: 93

C. Üfleme: 94

IV. Selâm Vermek Ve Almak: 94

A. Selâm Vermek:94

B. Selâm Almak:94

V. Aksırma Vb. İle Aksırana Dua Etmek:94

A. Aksırma-Esneme-Öksürme Ve Geğirme: 94

B. Aksırana Dua Etmek: 94

VI. Gülmek Ve Kahkaha: 94

Çeşitli Hal Ve Durumlar:95

İbadet Ehliyetinin Kaybolması;95

I. İrtidat: 95

II. Aklî Dengenin Bozulması:95

Sıkışık Olduğu Halde Namaz Kılmak: 95

Sebku’l-Hades Sonrasında Çözüm Yolunun Yanlış Uygulanması:95

Kumandayla Namaz Kılmak:96

Namaz Kılanın Önünden Geçilmesi: 96

Dayanarak Namaz Kılmak: 96

Namazı Tamamlamadan Selâm Vermek:96

Tertip Sahibinin Kaza Namazını Hatırlaması: 96

Kasru’s-Salât’ın Yanlış Uygulanması: 96

Yemek Ve İçmek: 97

Namazdaki Mekruh Hal ve Hareketler: 97

Başlangıçtaki Mekruhlar;97

Namazın Farzlarıyla İlgili Mekruhlar:97

Cemaat Düzeniyle İlgili Mekruhlar:97

Kılık-Kıyafetle İlgili Mekruhlar:98

Namaz Kılınacak Yerle İlgili Mekruhlar:98

Kıraatteki Mekruh Davranışlar:98

Rükû Ve Secdedeki Mekruhlar:99

Rükûdaki Mekruhlar:99

Secdedeki Mekruhlar:99

Ortak Mekruhlar:99

Diğer Mekruh Hal Ve Hareketler:99

Çeşitli Sesler:99

Kılık Kıyafetle İlgili Mekruhlar:99

Çeşitli Meşguliyetler:100

Namaz Düzeninin Sağlanamaması:100

5. KISIM NAMAZIN ÇEŞİTLERİ100

77. Genel Açıklama. 100

1- İşlemler Yönünden Namazlar: 100

2- Hüküm Yönünden Namazlar:102

17. BÖLÜM FARZ NAMAZLAR.. 103

BİRİNCİ AYIRIM BEŞ VAKİT NAMAZ VE KAZASI103

78. Beş Vakit Namaz (es-Salavâtu’1-Hams):103

Vakit Yönünden:103

Kıraat Yönünden:103

Rekât Sayısı Yönünden:103

İKİNCİ AYIRIM CUMA NAMAZI104

79. Cuma Ve Cuma Namazı Kavramları:104

1- Tanımı:104

2- Tarihçesi: 104

3- Mânâ Ve Önemi: 105

4- Tarihimizde Cuma: 105

80. Cuma Mükellefliği:106

1- Hükmü Ve Delili: 106

2- Farz Olmasının Şartları: 107

Genel Şartlar:107

Özel Şartlar:107

Erkek Olmak: 107

Hür Olmak: 107

Şehir Veya Şehir Hükmündeki Yerde Oturmak: 107

Mukim Olmak: 108

Mazeretli Olmamak:108

Ağır Hastalık Veya Hastalığın Artma Korkusu: 108

Gözleri Görmemek: 109

Kötürüm Olmak:109

Bitkin Hale Getiren İhtiyarlık:109

Kötü Hava Şartları:109

Mal, Can Ve Namus Korkusu:109

Haksız Yere Hapsedilme Ve Zulme Maruz Kalma: 109

Masum İmamın Bulunması:109

3- Cumaya Katılma ve Alış-Verişi Kesme: 109

Cumaya Katılma:109

Alış-Verişi Kesme:109

4- Cuma Mükelleflerinin Veya Diğerlerinin Öğleyi Kılması: 110

Cumaya Mazeretsiz Gitmeyenler:110

Cumayla Mükellef Olmayanlar:110

Cumayı Kaçıranların Öğleyi Cemaatle Kılması:110

5- Cuma Günü Yolculuk: 110

81. Cuma Namazının Kılınması:111

1- Vakti: 111

Başlangıcı:111

Sonu:111

Rükünleri: 111

Miktarı: 111

Cumanın Farzından Önceki Namazlar:112

Tahiyyetu’l-Mescid:112

Cumanın İlk Sünneti:112

Cumanın Farzı:112

Cumanın Son Sünneti:112

Zuhr-i Âhir:112

Kılınmasına Taraftar Olanlar:113

Zuhr-i Ahir Kılınmamalıdır Görüşündekiler:113

Kılınmasını Mekruh Görenler:113

Kılınmasını Günah Sayanlar:113

4- Şekli114

Genel Olarak: 114

Özel Olarak:114

Kıraat:114

İstihlâf: 114

5- Sahih Olmasının Şartları:114

Hutbe:114

Hutbe Kavramı:114

Tanımı:114

Hükmü Ve Delili: 114

Kısımları:115

I. Birinci Hutbe:115

II. İkinci Hutbe:115

Hutbenin Okunması:115

Hutbenin Rükünleri: 115

I. Zikir:115

A. Mutlak Zîkîr:115

B. Hamd:115

II. Salât:115

III. Takva Öğütleme:115

IV. Âyet Okumak:115

V. Mü’minlere Duâ:116

VI. Tahzîr Ve Tebşir (Mev’ıza, Sakındırma Ve Özendirme):116

Hutbenin Şartları: 116

I. Hutbenin Kendisiyle İlgili Şartlar:116

A. Vakit İçinde Okumak:116

B. Namazdan Önce Okumak:116

C. Niyet:116

D. Cemaat:116

E. Namazla Hutbenin Kesintisiz Olması:117

F. Arapça Olması:117

G. Cuma Kılmanın Sahih Olduğu Yerde Okunmak:117

H. Hutbe Olarak Adlandırılabilmek:117

II. Hatîple İlgili Şartlar:117

A. Temizliği Ve Setr-i Avreti Sağlamış Olmak:117

B. Ayakta Okumak:117

C. Cuma Mükellefi Olmak:117

D. İki Hutbe Arasında Oturmak:117

E. Sesini Duyurmak:118

F. İmametinin Sahih Olması:118

Hutbenin Sünnetleri: 118

I. Hutbenin Kendisiyle İlgili Sünnetler:118

A. Kısa Olması:118

B. Birinciye Tesmiye İle Başlamak:118

C. Hamd, Şehâdet, Salavât Ve Öğütleri Sesli Okumak:118

D. Birincide Ayet Okumak-.118

E. İkinciye Hamd, Sena Ve Mü’minlere Dua İle Başlamak:118

F. Anlaşılır Olması:119

II. Hatiple İlgili Sünnetler:119

A. Abdestli Olmak, Necasetten Taharet:119

B. Başlamadan Önce Minbere Oturmak:119

C. Selâm Vermek:119

D. Ayakta Okumak:119

E. Cemaate Dönmek:119

F. Özel Yerinde Bulunmak:119

G. Kılıçla Hutbe Okumak:119

H. İki Hutbe Okumak:120

İ. İki Hutbe Arasında Oturmak:120

J. Minberde Okumak:120

K. Yazılı Okumak:120

III. Cemaatle İlgili Sünnetler:120

A. Hutbe Okunurken Susmak:120

B. Ezan Okumak:120

Hutbenin Mekruhları: 120

I. Genel Olarak: Sünnetlerin Terki120

II. Özel Olarak:120

A. Terkiye:120

B. Hutbe Okunurken Konuşmak: 121

C. Namaz Kılmak: 122

D. Safları Yarmak (İhtirâku’s-Sufûf): 122

Hz. Peygamberin Hutbede Takip Ettiği Yol: 122

Cami:123

Tek Cami Ve İlk Kılınan Cuma: 123

Herkese Açık Olması (İzni Amm): 124

Bina:124

Cemaat: 124

Şart Olması:124

Sayısı: 124

Belli Sayıların Benimsenmesi:124

I. Ara Sayılar:124

A. İki Kişi:125

B. Üç Kişi125

C. Dört Kişi:125

D. Yedi Kişi:125

E. Dokuz Kişi:125

F. Oniki Kişi:125

G. Onüç Kişi:125

H. Kırkbir Kişi:125

II. Onluk Sayılar:125

A. Yirmi Kişi:125

B. Otuz Kişi:125

C. Kırk Kişi:125

D. Elli Kişi:125

E. Seksen Kişi:126

Sayısı Çok Cemaatin Benimsenmesi:126

Mükelleflerin Meydana Getirmesi: 126

Yerli Halktan Olması: 126

İktida Niyeti: 126

Namazda Hazır Bulunmak:126

Namazın Sonuna Kadar Bulunmak: 126

Birinci Secde Sonuna Kadar Bulunmak: 126

Tekbiri İmamla Birlikte Almak: 127

Maliki Ve Hanefi Mezheplerine Mensup Olmak: 127

Yerleşim Merkezi: 127

Şart Olması:127

Şehrin Tanımı:127

Şehir Hükmündeki Yerin Tanımı:127

Cami Dışında -Açık Alanda- Cuma Kılmak: 128

Vaktinde Kılmak: 128

İmam:129

Devlet Başkanı ve Vekili (Resmî Vazifeli): 129

Cuma Mükelleflerinden Olması:129

Vaktinde Kılmak: 129

İmam:130

Devlet Başkanı Ve Vekili (Resmî Vazifeli): 130

Cuma Mükelleflerinden Olması:130

Hutbe Ve Namazın İkisini de İfa Etmek:130

İmamet Niyeti: 131

6- Namaza Sonradan Yetişme: 131

İkinci Rekâtte Yetişme:131

Son Oturuşta Yetişme:131

Teşehhüdde Yetişme:131

Teşehhüdden Sonra Yetişme:132

7- Namazın Bozulması: 132

Bozan Haller:132

Genel Haller:132

Özel Haller:132

Cuma Vaktinin Çıkması: 132

Cemaatin Birinci Rekâtın Secdesinden Önce Dağılması: 132

Bozulan Namazın Hükmü: 133

Genel Hallerde:133

Vaktin Çıkmasında:133

8- Cumanın Mendupları: 133

Cumaya Hazırlık:133

Vücut Temizliği:133

Organların Düzgünleştirilmesi Ve Koku Sürünmek:133

Gusül: 133

Ezandan Sonra Ahş-Verişi Bırakmak: 133

Kehf Sûresini Okumak:133

Salavât Okumak:133

Camiye Erken Gitmek:133

Ağırbaşlı Yürümek:133

Güzel Giyinmek:134

9- Cuma Günüyle İlgili Mekruhlar: 134

ÜÇÜNCÜ AYIRIM CENAZE NAMAZI134

18. BÖLÜM VACİP NAMAZLAR.. 134

82. Vitir Namazı:134

1- Tanımı ve Hükmü: 134

2- Vitir Mükellefleri: 134

3- Kılınması:134

Vakti: 134

Miktarı: 135

Kıraat Şekli:135

Genel Olarak: 135

Özel Olarak: Kunût Duası: 135

Hükmü:135

I. Vitir Ve Sabah Namazlarında:135

II. Felâket Zamanlarında: 135

Yeri Ve Zamanı:135

Miktarı:136

Sözleri: 136

Binekte ve Ulaşım Aracında Kılınması: 136

83. Bayram Namazları:137

1- Hükmü, Mükellefi Ve Delili: 138

2- Şartları: 138

Genel Olarak:138

Özel Olarak:138

Yolcu Olmamak: 138

Cemaatle Kılmak: 138

Cami Veya Mescîdde Kılmak: 139

3- Kılınması:139

Vakti: 139

Şekli:139

Kılınış Şekli:139

Birinci Rekâtın Kılınışı:139

İkinci Rekâtın Kılınışı:139

Bayram Namazının Tekbirleri:140

Tekbirlerin Sayısı:140

Tekbir Alırken Ellerin Kaldırılması:140

Çeşitli Hükümler: 140

Bayram Namazında İmamet:140

Bayram Namazında Mesbûk Olmak:,140

Bayram Namazına Yetişememek: 140

Bozulması: 141

Bozan Haller:141

Genel Haller:141

Özel Haller:141

Hükmü:141

4- Bayramlardaki Sünnetler: 142

Bayram Gecesi Ve Günleri;142

Bayram Namazı:143

5- Bayramdaki Mekruhlar:143

84. Adak Namazı:143

85. Bozulan Nafile Namazın Kazası:143

1- Hükmü: 143

2- Miktarı Ve Şekli:144

Nafilenin Namaza Aykırı Davranışlarla Bozulması Durumunda: 144

Nafilenin Kıraatin Terkedilmesiyle Bozulması Durumunda: 144

86. Tavaf Namazı:145

1- Tanımı Ve Hükmü: 145

2- Kılınması:145

Vakti Ve Yeri:146

Şekli:146

19. BÖLÜM NAFİLE NAMAZLAR.. 146

87. Nafile Namazın Niteliği;146

1- Nafile Namaz Kavramı:146

2- Nafile Namazların Kılınması;146

Yeri: 146

Genel Olarak:146

Özel Olarak: Cemaatle Namazdan Sonra Nafilenin Kılınacağı Yer: 147

Vakti:147

Şekli:147

Miktarı:147

Genel Olarak:147

Efdal Miktar: 147

Mekruh Miktar: 147

3- Farz Namazlar İle Nafile Namazlar Arasındaki Farklar: 148

Vakit Ve Miktar Yönünden:148

Fiilî Rükünler Yönünden:148

Sözlü Rükünler Yönünden:148

Niyet:148

Kıraat:148

Şekil Ve Düzen Yönünden:148

Cemaat:148

Tertibi Gözetmek:148

4- Farzlar İle Nafileler Arasını Ayırmak: 148

88. Nafile Namazların Çeşitleri:149

1- Farzlara Bağlı Nafile Namazlar (es-Sunenu’r-Râtibe, Revâtib): 149

Birinci Tür Nafileler:149

Kabliyye Olan Nafile Namazlar:149

Sabah Namazının Sünneti (Sunnetu’l-Fecr, Rek’ateyi’l-Fecr):149

Öğlenin İlk Sünneti (Sunnetu’z-Zuhr):150

Cumanın İlk Sünneti:150

İkindinin Sünneti (Sünnetu’l-Asr):150

Ba’diyye Olan Nafile Namazlar:150

Öğlenin Son Sünneti:150

Cumanın Son Sünneti (Sünnet u’l-Cum’a):150

İkindinin Sünneti:150

Akşamın Sünneti (Sünnetu’l-Magrib):150

Yatsının Son Sünneti (Rek’atün Ba’de’l-İşâ):150

Vitir Namazı (Salâtu’l-Vitr):150

İkinci Tür Nafileler:151

Kabliyye Olanlar:151

Sabah Namazının Sünneti:151

Öğle Namazındaki Nafile Namaz:151

Cuma Namazındaki Nafile Namaz:151

İkindinin Sünneti (Sunnetu’l-Asr):152

Akşam Namazındaki Sünnet:152

Yatsının İlk Sünneti:152

Ba’diyye Olanlar:152

Öğle Namazındaki Sünnet:152

Cuma Namazındaki Nafile:152

Akşam Namazındaki Nafile (Evvâbîn Namazı):152

Yatsı Namazındaki Nafile:152

Şef Namazı (Salâtu’ş-Şef):152

Vitir Namazı:152

2- Farzlara Bağlı Olmayan Nafile Namazlar: (en-Nevâfilu’l-Mutlaka)153

Belli Vakti Olan Nafile Namazlar:153

Günlük Nafile Namazlar (en-Nevâfilu’l-Yevmiyye):153

Kuşluk Namazı (Salâtu’d-Duhâ): 153

I. Hükmü:153

II. Vakti:154

III. Miktarı:154

Teheccüd Namazı (Salâtu’t-Teheccüd): 154

Yıllık Nafile Namazlar (en-Nevâfilu’s-Seneviyye):154

Teravih Namazı (Salâtu’t-Terâvîh, Kıyâmu Ramadân):154

I. Tanımı Ve Özellikleri:154

II. Hükmü: 154

III. Vakti: 154

A. Başlangıcı:154

B. Sonu:155

IV. Miktarı: 155

V. Kılınma Şekli Ve Yeri: 155

A. Şeklî:155

B. Yeri:155

VI. Sünnetleri Ve Mendubları: 155

A. Sünnetleri:155

B. Mendubları: 156

Kandil Namazları (Salâtu’r-Regâib):156

I. Regâib Gecesi Namazı: 156

II. Miraç Gecesi Namazı: 156

III. Berat Gecesi Namazı: 156

IV. Kadir Gecesi Namazı: 156

Çeşitli Sebeplere Bağh Olarak Kılınan Nafile Namazlar (en-Nevâfılu’1-Murtebita bi-Esbâbihâ):157

İbadet Ve İbadet Yeri İle İlgili Olarak Kılınanlar (el-İkbâl Alellah):157

Tahıyyetu’l-Mescid: 157

I. Genel Olarak:157

A. Hükmü:157

B. Miktarı:157

C. Şartları:157

II. Özel Olarak: Mescid-i Haramda Tahıyyetu’l-Mescid. 157

Abdest Ve Gusülden Sonraki Namaz (Rek’ata’l-Vudû ve’l-Gusl): 158

Tesbih Namazı (Salâtu’t-Tesbîh): 158

Gök Olayları Dolayısıyla Kılınanlar (el-İ’câb bi-Ayâtillâh, Salâtu’l-Ayât):159

Küsûf (Güneş Tutulması) Namazı (Salâtu’l-Kusûf):159

I. Tanımı Ve Hükmü: 159

II. Kılınması:159

A. Vakti: 159

B. Miktarı: 159

C. Şeklî: 159

D. Yeri: 160

E. Sünnetleri: 160

III. Küsûf Hutbesi: 160

Hüsûf (Ay Tutulması) Namazı (Salâtu’l-Husûf): 160

I. Tanımı Ve Hükmü:161

II. Kılınması:161

A. Vakti:161

B. Şekli:161

İhtiyaç Dolayısıyla Kılınanlar (et-Tama’ fi Fadlillâh):161

Normal- Zamanlardakiler:161

I. İstihare Namazı (Salâtul-İstihare): 161

II. Hacet Namazı (Salâtu’l-Hacet): 161

Olağanüstü Haller dekiler:162

I. İstiskâ (Yağmur Duası) Namazı (Salâtu’l-İstiskâ):162

A. Tanımı Ve Hükmü: 162

B. Kılınması:162

C. Müstehapları: 163

II. Felâket Zamanlarındaki Namaz (Salâtu’n-Nâzile): 163

A. Tanımı Ve Hükmü:163

B. Kılınması:163

Günahtan Pişmanlık İçin Kılınanlar:164

Tevbe Namazı (Salâtu’t-Tevbe): 164

Katl Namazı: 164

Başlangıçla İlgili Namazlar:164

Evden Çıkışta Kılınan Namaz:164

Yolculuk Namazı: 164

6. KISIM MÜSLÜMANLARIN HASTA VE CENAZEYE KARŞI VAZİFELERİ164

20. BÖLÜM HASTALIK VE ÖLÜM... 164

89. Hastaya Karşı Vazifelerimiz:164

1- Hastalık ve Tedavi: 164

İlaçla Tedavi:165

Okuyup Yazmak Yoluyla Tedavi (Rukye):165

2- Hasta Ziyareti: 165

Hükmü:165

Âdabı:165

90. Ölüm Karşısında Müslüman: 166

1- Ölüm Telakkisi:166

Dünyaya Dalanlar:166

Ölüm Korkusu Galip Gelenler:166

Allah’a Şevkle Bağlananlar:166

İşi Allah’a Bırakanlar:166

2- Ölümü Hatırlamak Ve Hazırlanmak:166

91. Hastaya Ölüm Döşeğindeki Vazifeler: 166

1- Kıbleye Çevirmek (Tevcih):166

2- Telkin:166

3- Kur’ân Okumak:167

4- Ruhun Teslim Edilmesi:167

21. BÖLÜM ÖLÜMDEN SONRA YAPILACAK İŞLER.. 167

92. Ölüm Haberi-Tekfin Ve Musallaya Taşıma:167

1- Ölüm Haberi:167

Ölümün Duyurulması: 167

İşitenlerin Sabırla Allah’a Sığınmaları: 167

Ölüye Ağlamak: 168

2- Ölünün Yıkanması (Gasl):168

TanımıVe Hükmü: 168

Şartları: 168

Müslüman Olmak: 168

Canlı Doğup Sonra Ölmek:168

Bebeğin Yıkanması:168

Düşüğün Yıkanması:168

Cesedden Bir Miktar Bulunması:169

Şehid Olmak:169

Suyun Bulunması:169

Âdil Olmak:169

Yıkayıcılar: 169

Karı-Kocanın Birbirini Yıkaması:169

Karşı Cinslerin Birbirini Yıkaması:169

Normal Şartlarda:169

Zaruret Durumlarında:170

I. Kadının Erkeği Yıkaması:170

II. Erkeğin Kadını Yıkaması:170

III. Mahremin Yakınını Yıkaması: 170

Hunsanın (Erdişinin) Durumu: 170

Şekli: 170

Mendupları: 171

3- Kefenleme (Tekfin):171

Hükmü: 171

Kefen Sayısı: 171

Erkekler İçin:171

Kadınlar İçin:172

Düşük, Ölü Doğan Çocuk ve Organları Eksik Ölüler İçin:172

Kâfir İçin:172

Şehid İçin:172

Kefen Çeşitleri: 172

Yeterlilik Açısından:172

Kefen-i Sünnet:172

Kefen-i Kifayet:172

Kefen-i Zaruret:173

Hüküm Açısından:173

Vacip Kefen:173

Sünnet Kefen:173

Kefenin Vasıfları: 173

Kefen Masrafları: 173

Malı Bulunanlar:173

Malı Bulunmayanlar:173

Kadının Kefen Masrafları:174

Kefenleme İşlemi: 174

Genel Olarak:174

Erkeğin Kefenlenmesi:174

Kadının Kefenlenmesi:174

İhramlının Kefenlenmesi: 174

4- Musallaya Taşıma:175

93. Cenaze Namazı:175

1- Tanımı:175

2- Tarihçesi: 175

3- Hükmü: 175

4- Cenaze Namazı Kılınanlar Ve Kılınmayanlar:175

Çocuklar: 175

Müslümanların Çocukları:175

Esir Çocuklar:176

İntihar Edenler: 176

Şehidler: 176

Had Cezasıyla Öldürülenler: 176

Bid’at Ehli: 176

Mürtedler: 176

Müslüman Olmayanlar: 176

Devlete Başkaldıranlar: 177

Münafıklar: 177

Vücudunun Çoğunluğu Bulunmayanlar: 177

Ana-Babasını Öldürenler: 177

Büyük Günah İşleyenler: 177

5- Namazın Kılınması Ve Bozulması:177

Kılınması:177

Şartları: 177

Namazla İlgili Şartlar:177

Cenazeyle İlgili Şartlar:178

I. Müslüman Olmak:178

II. Hazır Olmak (Gıyabî Cenaze Namazı): 178

III. Temizlenmek:178

IV. Cemaatin Önünde Bulunmak:178

V. Binekte Olmamak:178

VI. Şehid Olmamak:178

V. Yıkanabilmesi İçin Gerekli Organların Bulunması:178

Rükünleri:178

Niyet: 178

Tekbirler: 179

Kıyam: 179

Ölüye Dua: 179

Salavât Okumak: 179

Fatiha Okumak: 179

Selâm: 180

Yeri:180

Cami İçinde Namaz: 180

I. Mekruh Olması:180

II. Caiz Olması:180

Kabirde Cenaze Namazı: 181

Vakti: 181

Şekli:181

Genel Olarak: 181

Özel Olarak:181

I. İmamet:181

A. İmamete Ehîl Olanlar: 181

B. İmamın Duruşu: 182

II. Tekbirlerdeki Eksiklik Ve Fazlalık: 182

III. Namaza Sonradan Yetişme: 182

Bozulması: 183

6- Binden Fazla Cenaze Bulunması: 183

7- Cenaze Namazının Tekrarlanması: 183

8- Kabre Namaz: 184

9- Namazdan Sonra Tezkiye, Şahitlik Ve Konuşma Yapmak: 184

10- Sünnetleri: 184

Namazla İlgili Sünnetler:184

Sena Okumak:184

Salavât Okumak:184

Dua:185

Kıraat:185

Elleri Kaldırmak. 185

Dua Ve Hamd:185

Selâm:185

Cemaatle İlgili Sünnetler:185

Cemaatle Kılmak:185

Namaza Duruş:185

Safların Düzeni:185

Namazı Tamamlamadan Kaldırmamak:185

Tekrarı:185

11- Mekruhları: 186

Tekfinden Önce Namaz:186

Üç Mekruh Vakitte Kılmak:186

94. Musalladan Kabre. 186

1- Cenazelerin Kabre  Taşınması:186

Hükmü: 186

2- Şekli:186

İnsanların Taşıması: 186

Belli Bir Şekil Benimseyenler:186

I. Dörtlü Taşıma:186

II. Dörtlü Veya Üçlü Taşıyabilme:186

III. İkili Taşıma:187

Belli Bir Şekil Benimsemeyenler:187

Araçlarda Taşıma: 187

2- Cenazeyi Uğurlama (Teşyi’):187

Hükmü: 187

Erkekler İçin:187

Kadınlar İçin:187

Şekli: 187

Ayağa Kalkmak: 188

Kalkılmaz Görüşü:188

Kalkılabilir Görüşü:188

Serbest Olması Görüşü:188

Tabut Yere Konmazdan Önce Oturmak: 188

Mekruh Olması:188

Caiz Olması:188

95. Defin Ve Telkin. 188

1- Kabrin Hazırlanması: 188

Derinlik:188

Uzunluk Ve Genişlik;189

2- Defin:189

Hükmü: 189

Vakti: 189

Şekli: 189

Ölüyü Defnetmek Üzere Başka Yere Nakletmek: 190

Aynı Kabre Birden Fazla Kişinin Defni: 190

Hükmü:190

Uygulanması:190

Kabri Açmak (Nebş): 190

3- Telkin:191

Birinci Telkin: 191

Mahiyeti:191

Hükmü:191

İkinci Telkin: 191

Mahiyeti:191

Hükmü:191

96. Ziyafet Ve Taziyet191

1- Ölünün Ailesine Ziyafet: 191

Ölü Ailesinin Hazırlaması:191

Akraba Ve Komşuların Hazırlaması:191

2- Taziyet: 192

Hükmü:192

Şekli:192

Süresi:192

Ayni Yerde Bulunanlar İçin:192

Başka Yerde Bulunanlar İçin:192

Taziye Yapılacaklar:192

Sayısı:192

22. BÖLÜM ÖLÜ İÇİN YAPILAN İBADET VE DİĞER İŞLEMLER.. 192

97. Yas (İhdad): 192

1- Hükmü:192

2- Yas Tutanlar:193

3- Yas Sebebi: 193

4- Yasın Tutulması:193

98. Ölü İçin Yapılan İbadetler, Hayırlar Ve Dualar: 193

1- Kendi Yaptıkları Ve Sebep Oldukları:193

2- Başkalarının Ölü Adına Yaptıkları:193

Borçtan Kurtulması Yönünden:193

Sevabının Ulaşması Yönünden:193

Dua, Sadaka Ve İbadetler:194

Dua Ve İstiğfar:194

Sadaka:194

Oruç Ve Hac:194

Namaz:194

Kur’ân-ı Kerîm Okumak: 194

Muayyen Günler Ve Geceler: 194

Mevlid: 195

Kabir Ziyareti:195

23. BÖLÜM MEZARLIKLAR VE DÜZENİ195

99. Kabir, Türbe Ve Mezarlık:195

1- Kabir Ve Türbe Kavramları:195

2- Kabrin Şekli Ve Yapımı:196

Kabrin Dış Şekli:196

Tacsîs Ve Taksîs: 196

Tesnîm Ve Tesviye (Terbi’, Tastîh): 196

Kabrin Başına Taş, Ağaç Vb. Koymak: 196

Yazı: 197

Kabir Üzerine Bina Yapmak: 197

Toprak Ayrımı Yapanlar:197

I. Hayır Veya Vakıf Olmayan Topraklar:197

II. Hayır Ve Vakıf Toprakları:197

Topraklar Arasında Ayrım Yapmayanlar:197

Kabrin Yapımıyla İlgili İlkeler:197

Tevhidi Korumak Bakımından:197

İsraf Bakımından:197

100. Kabir Ve Türbe Ziyareti: 199

1- Tarihçesi:199

2- Ziyaret Maksadı:199

Ölüye Faydalı Olmak İçin:200

Diriye Faydalı Olmak İçin:200

Ölenin Ruhundan Yardım İstemek İçin:200

3- Hükmü: 200

Vakit:200

Uzaklık:200

Mükellefler:200

4- Ziyaret Âdabı:201

Kabir Üstünde Oturmak, Uyumak ve Boşaltım: 201

Kabirler Üstünde Yürümek: 201

İplik Bağlamak: 201

Kabirlerde Kurban Kesmek ve Mum Yakmak: 201

Kabirlerde Mescid Ve Namaz: 201

101. Tevessül:202

1- Tevessül Kavramı Ve Başkalarından Yardım isteme:202

Şefaat:202

Tevessül:202

2- Tevessül Çeşitleri:202

Amelle Tevessül:202

Şahısla Tevessül:202

Şefaat Mânâsında Tevessül:202

Dua Manâlı Tevessül:203

3- Ölüyle Dua Manâlı Tevessül:203

Caiz Görenler:203

Caiz Görmeyenler:204

Sonuç:205

2. KİTAP ORUÇ VE İTİRAF. 206

1. KISIM ORUÇ.. 206

1. BÖLÜM ORUÇ VE HUKUK.. 206

1. Orucun Hukuk Açısından İncelenmesi206

1- Oruç Hukukunun Konusu Ve Sistemi:206

2- Oruç Hukukunun Diğer Hukuk Kollarıyla İlişkileri:206

3- Oruç Hukukunun Kaynakları, Uygulanması Ve Yorumu:206

2. Oruç Kavramı:206

1- Orucun Tanımı:206

2- Orucun Temeli: 207

Oruçların Sebebi:207

Farz Oruçlar:207

Vacip Oruçlar:207

Nafile Oruçlar:207

Hükmü Ve Delili:207

3- Orucun Amaçları Ve Fonksiyonları: 207

4- Orucun Tarihçesi: 208

2. BÖLÜM ORUCUN UNSURLARI209

3. Orucun Tarafları:209

1- Oruç Mükellefi:209

Oruç Mükellefi (Orucun Farz) Olma Şartları: 209

Teklifin Genel Şartları:209

İslam:209

Akıl:210

Buluğ:210

Oruçla İlgili Şartlar:210

Hissen Ve Şer’an Kudret:210

İkamet:210

Oruç Mükellefliğinin Düşmesi:210

Orucu Düşüren Özürler:210

Orucun Terkini (Büsbütün Düşmesi):210

I. Kazaya Vakit Ve İmkân Bulamamak: 210

II. Ölüm:211

III. Aklî Dengenin Bozulması: 211

Geçici Düşme (Oruç Bozma Ve Tutmama Özürleri):211

I. Oruç Tutmamayı Vacip Kılan Özürler:212

A. Yok Olma Korkusu: 212

B. Âdet Görme Ve Lohusalık: 212

C. İkrah Hali: 212

II. Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Özürler:212

A. Hastalık: 212

B. Yolculuk: 213

C. Hamile Ve Emzikli Olmak: 213

D.  Şiddetli Açlık Ve Susuzluk: 214

E. Düşkün İhtiyarlık: 214

F. Ziyafet:214

G. Düşmanla Savaş:214

H. Ağır İşçilik:214

Özürlerin Kalkması: 215

2- Oruç Hukukunda Ehliyet Ve Temsil:215

3- Oruç Hukukunda Sorumluluk:215

Oruç Sorumlusu:215

Genel Olarak: 215

Oruç Fidyesi: 215

Tanımı:215

Miktarı Ve Ödenmesi:215

Oruç Borcunun İntikali Veya Oruç Borcuna Halefiyet:216

Genel Olarak:216

Iskat-ı Savm.. 216

4. Oruç İşlemleri216

1- Orucun Rükünleri: 216

Genel Rükünler:216

İmsak:216

Tutulan Günler (Oruçların Vakti Ve Süresi):217

Farz Oruçlar:217

I. Ramazan Orucu:217

A. Vakti:217

B. Ramazan’ın Başlangıç Ve Sonunun Tespiti: 218

II. Ramazan Orucunun Kazası:220

III. Keffaret Oruçları:220

Vacip Oruçlar:220

I. Adak Orucu:220

II. Bozulan Nafile Orucun Kazası:220

III. İ’tikâf Orucu:220

Özel Rükün; Tutulan Günler (Nafile Oruçların Rüknü)220

2- Oruçluya Müstehab Olan Hal Ve Hareketler: 221

Sahur Ve İftardaki Müstehablar:221

Diğer Müstehab Davranışlar;221

3. BÖLÜM ORUCUN GEÇERLİLİĞİ221

5. Orucun Sahih Olma Şartları:221

1- Niyet: 221

Şart Olması:221

Yapılması:222

Niyetin Vakti:222

Niyetin Şekli:222

Diğer Oruçlarda Niyet:222

Niyetin Vakti:222

Niyetin Şekli:222

2- Adetli Ve Lohusa Olmamak:223

3- Vaktin Müsait Olması:223

4. BÖLÜM ORUCUN ÇEŞİTLERİ223

6. Memurun Bih (Buyruk) Oruçlar223

1- Farz Oruçlar:223

Ramazan Orucu: 223

Ramazan Orucunun Kazası:224

Sayısı:224

Vakti:224

Ramazan Günleri:224

Bayram Günleri:224

Muayyen Adak Orucu Günleri:224

Geciktirilmesi: 224

Sıraya Uyulması: 224

Keffaret Oruçları:225

Oruç Keffaretinin Orucu:225

Niteliği:  225

I. İki Ay Oruç:225

II. Altmış Fakiri Doyurmak:225

Sebebin Tekrarı: 226

Zıhar Keffaretinin Orucu:226

Halk (Hacda Tıraş) Keffareti Orucu:227

Katl Keffareti Orucu:227

Yemin Keffareti Orucu:227

Temettü Ve Kıran Orucu:227

İhramlayken Avlanma Cezasının Orucu:227

2- Vacip Oruçlar227

Adak Orucu: 227

Bozulan Nafile Orucun Kazası: 228

İ’tikâf Orucu: 228

Oruca Yemin Orucu:228

3- Nafile Oruçlar:230

Günlere Göre Tutulan Nafile Oruçlar:230

Aşure Orucu: 230

Eyyam-ı Bîd Orucu: 230

Arefe Orucu: 230

Hacda Bulunmayanlar İçin:230

Hacdakiler İçin:230

Pazartesi-Perşembe Oruçları: 231

Savmı Davudi: 231

Aylara Göre Tutulan Nafile Oruçlar:231

Şevval Orucu: 231

Üç Aylar Orucu: 231

Haram Aylar Orucu: 231

7. Menhiyyun Anh (Mekruh) Oruçlar:232

1- Tenzihen Mekruh Oruçlar:232

Günler Açısından Mekruh Oruçlar:232

Aşure Orucu: 232

Nevruz Ve Mehrican Oruçları: 232

Cuma Ve Cumartesi Oruçları: 232

Şaban’ın İkinci Yarısında Oruç Tutmak: 232

Ramazan’ı Karşılama Orucu: 232

Vücuda Zararı Açısından Mekruh Oruçlar:232

Savmı Dehri: 232

Savmı Visal: 233

Savmı Samt: 233

Yolcunun Tuttuğu Oruç: 233

Hac Mevsiminde Arefe Ve Terviye Orucu: 233

2- Tahrimen Mekruh Oruçlar:233

Bayram Günleri Oruç Tutmak: 233

Kadının Kocasından İzinsiz Nafile Oruç Tutması: 234

Yevmi Şek Orucu: 234

5. BÖLÜM ORUÇ SUÇ VE CEZALARI234

(ORUÇ CEZA HUKUKU)234

BİRİNCİ AYIRIM ORUÇ CEZA HUKUKUNUN İLKELERİ234

8. Genel Açıklama. 234

9. Oruçta Çifte Ceza Sistemi:234

10. Oruç Suçlarında İştirak, Tekerrür Ve Birleşme:235

1- Oruç Suçlarında İştirak:235

2- Oruç Suçlarında Tekerrür Ve Birleşme:235

3- Oruç Suçlarında Pişmanlık, Ölüm Ve Mücbir Sebepler:235

İKİNCİ AYIRIM ORUÇ SUÇ VE CEZALARI235

11. Orucun İnkârı:235

12. Oruçtan Kaçınma: 235

13. Oruçta Usulsüzlük:236

ÜÇÜNCÜ AYRIM ORUCU BOZAN VE BOZMAYAN HAL VE HAREKETLER.. 236

(MUFTIRATU’S-SAVM):236

14. Orucun Bozulma Esasları (Oruca Aykırı Davranışlar):236

1- Yeme-İçmeyle İlgili Aykırılıklar:236

Çeşitli Hal Ve Şekillerde Yeme-İçme. 236

Bilerek Yeme-İçme: 236

Unutarak Yeme-İçme: 236

Uykuda Yeme-İçme: 236

Hatayla Yeme-İçme: 236

İkrah Halinde Yeme-İçme: 237

Çeşitli Salgı Ve Maddeleri Yutmak:237

Ağızdan Çıkan Maddeleri Yutmak:237

Ağız Suyunu Yutmak;237

Tükürüğünü Emmek:237

Dişten Kan Akması:237

Balgam Yutmak: 237

Dişler Arasındaki Yemek Artıklarını Yutmak: 237

Ağıza Gelen Maddeleri Yutmak:238

Kusmuğu Yutmak:238

I. Kendiliğinden Gelen Kusmuk:238

A. Ağız Dolusu Olmayan Kusmuk:238

B. Ağız Dolusu Kusmuk:238

II. Kasıtlı Getirilen Kusmuk: 238

A. Ağız Dolusu Kusmuk: 238

B. Ağız Dolusu Olmayan Kusmuk:238

Gözyaşı Ve Ter Yutmak:239

Abdest Suyunu Yutmak: 239

Kaçınılamayan Ve Gıda-İlaç Niteliğinde Olmayan Maddeleri Yutmak:239

2- Cinsî Konulardaki Aykırılıklar:239

Cinsî Birleşmenin Hazırlayıcıları Ve İhtilâm:239

Öpmek-Okşamak Ve Oynamak:239

Cildi Tutmak Ve Dokunmak:239

El Vb. İle Dokunmak:239

Cinsî Organla Dokunmak: 240

Bakmak Ve Düşünmek:240

İhtilam (Rüyada Boşalma): 240

Cinsî Arzunun Giderilmesi:240

Cinsi Arzunun Tam Giderilmesi:240

Kasıtlı Birleşme: 240

Unutarak Birleşme: 240

Hata Ve İkrah Yoluyla Birleşme: 241

Kadının Birleşmeye Teşviki: 241

Cinsî Arzunun Eksik Giderilmesi: 241

Mastürbasyon (Elle Boşalma): 241

Hayvanla Birleşme: 241

Sevicilik (Müsahaka): 241

Küçükle Birleşme:241

Homoseksüellik:241

3- İğne Yaptırmak (Enjeksiyon):241

Hukukçuların Görüşleri: 241

Fetvalarda Durum:242

Sonuç:242

4- Diğer Haller:242

5- Oruçluya Mekruh Olup Olmayan Davranışlar: 242

Mekruh Davranışlar:242

Mekruh Olmayan Davranışlar:243

15. Bozulan Oruç İçin Yapılacak İşlemler (Oruç Bozmanın Cezası)243

1- Giriş: 243

Bütün Oruçların Cezası:243

Bazı Oruçlar İçin Gerekli Ceza:243

Ramazan Orucu:243

Ramazan Dışındaki Oruçlar:243

2- Bozulan Gün İçin Yapılacak İşlemler:244

Ramazan Orucunu Bozmak: 244

Ramazan Dışındaki Oruçları Bozmak:244

3- Sonrası İçin Yapılacak İşlemler:244

Keffareti Gerektiren Haller:244

Keffaret Gereken Oruç Türleri: 244

Keffaret İçin Gerekli Şartlar:244

Mükellefle İlgili Şartlar:245

I. Akıl Ve Buluğ:245

II. Geceden -İmsake Kadar- Niyet Etmek: 245

III. Mazereti Bulunmamak:245

A. Yolculuk: 245

B. İkrah:245

C. Delilik Ve Baygınlık:245

D. Kasıt Ve İstek:245

İftar Şekliyle İlgili Şart: İftarın Tam Olması:246

I. Yeme-İçmenin Sureten Ve Manen Birlikte Gerçekleşmesi:246

A. Sureten -Şeklen- İftar:246

B. Manen İftar:246

II. Cinsî Arzunun Tam Giderilmesi:246

Keffareti Gerektiren Hal Ve Hareketler:246

Gıda Ve Haç Kullanmak:246

I. Hükmü: 246

II. Şartları:246

III. Örnekler:247

Cinsî Arzunun Giderilmesi:247

I. Tam Giderme:247

A. Hükmü:247

B. Şartları:247

C. Keffaret Ödeyecek Mükellef: 249

II. Eksik Giderme: 249

Keffaretin Düşmesi: 250

Kazayı Gerektiren Hal Ve Hareketler:250

Kazası Gerekli Oruç Türleri:250

Ramazan Orucu:250

Adak Orucu:250

Bozulan Nafile Oruç: 250

Kazayı Gerektiren Haller:250

Gıda Ve İlaç Niteliğinde Olmayan Maddeleri Kullanmak:250

Gıda Ve İlaçları Dinimizce Geçerli Özre Dayanarak Kullanmak:251

İğne Yaptırmak:251

Cinsî Arzunun Eksik Giderilmesi:251

I. Ölüyle Birleşme: 251

II. Hayvanla Birleşme: 251

III. Mastürbasyon (Elle Boşalma): 251

IV. Sevicilik:251

V. Küçük Ve Deliyle Birleşme: 251

VI. Homoseksüellik:252

Kazayı Gerektiren Diğer Haller:252

2. KISIM İ’TİKÂF. 252

1. BÖLÜM İ’TİKAF KAVRAMI252

16. İtikâfin Tanımı: 252

17. İtikâfm Çeşitleri: 252

1- Vacip i’tikaf:252

Adak İ’tikafi: 252

Başlanan Sünnet İ’tikafi Tamamlamak: 253

2- Sünnet İtikaf: 253

Ramazan İ’tikafı:253

Ramazan Dışındaki İ’tikâflar:253

2. BÖLÜM İ’TİKAFIN YAPILMASI VE BOZULMASI254

18. İ’tikafın Yapılması:254

1- Rükünleri:254

2- Şekli Ve Süresi:254

Şekli:254

Süresi:254

Genel Olarak:254

Asgarî Planda:254

Azamî Planda:254

Özel Olarak:  İ’tikafa Giriş Ve Çıkış. 254

İ’tikafa Giriş:254

İ’tikaftan Çıkış:255

3- Mekruhları Ve Adabı: 255

Mekruhları;255

Adabı:255

4- Sahih Olma Şartları: 255

Mu’tekifle İlgili Şartlar:255

Genel Şartlar:255

İslâm:255

Akıl:255

Kadının Kocasından İzin Alması:255

Niyet:256

Özel Şartlar:256

Cünüplükten Temizlik:256

Hayız Ve Nifastan Temizlik:256

Oruçlu Olmak:256

Mu’tekefun Fih’le İlgili Şart: Mescid: 256

19. İ’tikâfın Bozulması:257

1- İ’tikafı Bozan Hal Ve Hareketler: 257

Cinsî Konulardaki Bozucular:257

Birleşme Yapmak: 257

Öpmek Ve Okşamak:258

Bakma-Düşünme Ve Rüyada Boşalma:258

Mescidden Çıkmak:258

İrtidat:259

Aklî Dengenin Bozulması:259

Delilik:259

Baygınlık:259

19:1.4.3 Sarhoşluk:259

Âdet Görme Ve Lohusalık:259

İ’tikaftan Çıkmaya Niyet: 259

Gündüzün Kasıtlı Yemek-İçmek: 260

Büyük Günah İşlemek: 260

2- Bozulan Tuhafın Hükmü: 260

Vacip İ’tikaflar:260

İrtidatla İ’tikafın Bozulması:260

Diğer Bozucu Haller:260

Sünnet İ’tikaflar: 260


MUKAYESELİ İBADETLER İLMİHALİ

(İSLÂM FIKHINDA İBADETLER)

 

Vecdi Akyüz, 1955’te Kırklareli’nin Üsküp beldesinde doğdu. İlkokulu aynı yerde bitirdi. İmam-Hatip Okulu’nun orta kısmını Tekirdağ, lise kısmını İstanbul-Fatih İmam-Hatip Lisesi’nde 1974’te tamamladı. Aynı yıl İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne girdi, 1978’de mezun oldu.

1979 yılında Kastamonu’nun Azdavay ilçesinde müftü olarak görev yaptı. 1979-84 arasında Tekirdağ, 1984-85 arasında ise İstanbul-Eminönü müftülüklerinde murakıp olarak çalıştı. 1985’te Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi’nde Öğ­retim görevlisi oldu. 1989’da “doktor”, 1992’de “doçent” unvanını aldı. Halen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Eserleri:

1) Telif: Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991, Dergâh Ya­yınları; Mukayeseli İbadetler ilmihali (İslâm Fıkhında İbadetler), İstanbul 1995, İz Yayıncılık.

2) Tercüme: Siyaset/İbn Teymiye, İstanbul 1985, Dergâh Yayınları; Bir İslâm Kurumu Olarak Hisbe/İbn Teymiye, İstanbul 1989, İn­san Yayınları; İslâm Hukuk Felsefesi/Muhammed Tahir b. Aşur (Mehmet Erdoğan’la birlikte), İstanbul 1989, İklim Yayınları (2. basımı iz Yayıncılık tarafın­dan yapılacaktır); İslâm Siyasî Düşüncesinde Muhalefet/Nevin Abdulhâlık Mustafa, İstanbul 1990, İz Yayıncılık; Fârâbî’den Abduh’a Siyasî Düşün­ce/Huriye Tevfik Mücahid, İstanbul 1995, İz Yayıncılık; Ayet ve Hadislerle İslâmî Hayat/İzzeddin Belik, (ortak çeviri) İstanbul 1992, İklim Yayınları.

3) Edisyon: Bütün Yönleriyle Âsr-ı Saadette İslâm, İstanbul 1994, Beyan Yayın­ları.                                                                                                        

 

11. BÖLÜM NAMAZIN TOPLUMA YANSIMASI

-CEMAAT HALİNDE NAMAZ (SALÂTU’L-CEMÂAT)-

 

53. Cemaatin Mana Ve Önemi:

 

Tanımı:

 

Sözlükte cemaat “topluluk, birarada bulunma” mânâsına ge­lir. Hukuk dilinde “Bir imamın önderliğinde toplu halde namaz kılan kimselere” verilen addır.

İmama uymaya İktida, İttiba; uyanlara Muktedî, Me’mum veya Mu’temm; imama Mukteda Bih, onun bu vazifesine İmamet adı verilir. Bütün bunlara Cemaatin Unsurları diyebiliriz. İmamlık yapmaya İ’timâm, tek başına namaz kılmaya İnfirâd adı verilir.

        

Cemaatin Unsurları

--------------------------------------

Muktedi- İktida- İmam

Muttebi- İttiba’- Mukteda Bih

Mu’temm

Me’mum

Şema 22: Cemaatin Unsurları

 

Çeşitleri:

 

Topluluğun teşekkülü ve bazı özelliklere göre cemaat üç çeşittir.

 

Beş Vakit Namaz Cemaati:

 

Beş vakit namaz için, imam dışında en az bir tek kişi cemaat olmak için yeterlidir. Bu sebeple, iki kişiden biri ehil olunca, nere­de olursa olunsun, namaz cemaatle kılınmalıdır. Hanefî ve Caferi Mezheblerine göre bir tek mümeyyiz çocuk veya kadınla da cemaat teşekkül eder; Maliki ve Hanbelî Mezhebler ile Zeydiye’nin Hâdeviye koluna göre, bir mümeyyiz çocuk, Zeydiye’ye göre ise bir kadın cemaatin teşekkülü için yeterli değildir[1].

 

Cuma Namazı Cemaati:

 

Cuma namazı kılmak için imam dışında Hanefî Mezhebine göre, en az üç, Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, kırk, Malikî Mezhebine göre, oniki, Caferî Mezhebine göre dört mükellef erkeğin bulunması şarttır.

 

Hutbe Cemaati:

 

Gerek cuma günü okunacak hutbe ve gerekse bayram hutbesi için bir tek mükellef erkeğin bulunması yeterlidir.

İşte cemaat için, yukarıda belirtilen şekilde yeterli sayıda mükellefin bulunması gerekir. Bu sayı cemaatin en azı içindir. Cemaatin sayısı ne kadar çok olursa fazileti de ona göre olur. Esa­sen ibadetlere kollektif şuur hâkim olmalıdır.

                                Cemaat

--------------------------------------------------------

Namaz Cemaati                        Hutbe Cemaati

-----------------------------------

a) Beş Vakit Namaz Cemaati

b) Cuma Namazı Cemaati

c) Diğer Namaz Cemaatleri

Şema 23: Cemaat

 

Cemaatle Namaz Kılmanın Hükmü:

 

Farz Namazlar: [2]

 

Beş Vakit Namaz:

 

Beş vakit namaz yalnız başına kılınabileceği gibi, cemaatle de kılınabilir:

(a) Kâsânî çoğunluğun cemaatin vacip olduğu görüşünü sa­vunduğunu belirtir. Hanefî mezhebine göre cemaatle namaz kılmak sağlam, hür, akıllı ve baliğ erkekler için sünneti aynı müekkededir. Ama’yı götürecek biri bulunmayınca cemaate gitmesi gerekmez; götürecek biri bulununca -hacda olduğu gibi- Ebu Hanife ve Ebu Yusufa göre yine gerekmez, eş-Şeybanî’ye göre gitmesi gerekir. Kadınların cemaate gitmesi mekruhtur, bununla birlikte yaşlılar gidebilir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, beş vakit namazı cemaatle kılmak farzı kifayedir. Aynı vakte ait kaza, cemaatle kılınması menduptür. Vakit içinde iade edilen her namazda; yağmur sebebiyle tak­dimle cemedilen namazda cemaat, ikincide farz olur, birincinin münferîd kılınması halinde namaz sahihtir. İki kişiden başka katılacak kimsenin bulunmaması halinde ikisine cemaatle kılmak farz olur.

(e) Mâliki Mezhebine göre, her namaz kılan ve her mescid ve cami için sünnet-i müekkededir.

(d) Hanbelî Mezhebi, Ebu Sevr ve Davud ez-Zahirî’ye göre, namazları cemaatle kılmak farz, yalnız başına kılmak haramdır. Hatta Hanbelî Mezhebine göre, beş vakit namazdan birini cemaatle kılmak farzı ayn’dır. Kaza   namazlarının cemaatle   kılınması Hanbelî Mezhebine göre, sünnettir.

(e) Caferî Mezhebine göre, camide namaz kılmak müstehaptır, hatta mazeretsiz olarak -özellikle de camiye komşu olan için- camiye gitmemek mekruhtur. Aynı şekilde, Hz. Ali’nin ve Hz. Hüse­yin’in mesnedinde (türbesinde) de namaz kılmak müstehaptır.

Bü­tün  farz namazların cemaatle kılınması  kuvvetli   müstehaplardandır; bu, sabah, akşam ve yatsı için, daha da kuvvetlidir.

 

Cuma Namazı:

 

(a) ÜM’e göre, cuma namazını cemaatle kılmak, sahih olma­sının şartı olduğundan farzdır.  Bu  sebeple cemaatle kılınmayan cuma namazı sahih olmaz.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cuma namazının ilk rekâtinde ce­maat farzı ayn, ikincisinde sünnettir. Bu ebeple, ilk rekâti imamla kılıp, ikincide ondan ayrılarak  cuma namazının kılınması sahihtir.

(c) Caferî mezhebine göre belli şartlarla cuma namazının ce­maatle kılınması vaciptir.

Cuma namazının kaçırılması halinde öğle namazının cema­atle kılınması menduptur.

 

Cenaze Namazı:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, cenaze namazını cemaatle kılmak sünneti kifaye-i müekkededir, yalnız başına da olsa cenaze namazı kılınabilir.

(b) Malikî Mezhebine göre, cenaze namazının cemaatle kılınması menduptur.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, cenaze namazını cemaatle kılmak sünnettir.

 

Vacip Namazlar:

 

Vitir Namazı:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, Ramazan ayı dışındaki vitir na­mazı yalnız başına kılınır. Bu ayda ise, teravih namazından sonra cemaatle  kılınması caizdir.  Ramazan  dışında vitir namazını ce­maatle kılmak mekruhtur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, vitir namazını Ramazan’da cemaat­le kılmak menduptur.

 

Bayram Namazları:

 

Bayram namazlarının sahih olması için Hanefî Mezhebine göre, cemaatle kılınması şarttır; Şafiî Mezhebine göre, menduptur; Malikî Mezhebine göre, sünnet oluşunun gerçekleşmesi için şarttır, cemaatsiz kılınınca sünnet sevabı alınmaz; Hanbelî Mezhebine göre, sünnettir; Caferi Mezhebine göre, bayram namazlarının ce­maatle kılınmasında beis yoktur.

 

Adak Namazı:

 

Adak namazları normal olarak yalnız başına kılınır. Fakat cemaatle kılmak adanmışsa, Şafiî Mezhebine göre, buna uymak farzı ayın, cemaat adanmamışsa cemaatle kılınması mubahtır. [3]

 

Tavaf Namazı:

 

Tavaftan sonra kılınan iki rekâtlik namaz, yalnız başına kılınır.

 

Nafile Namazlar:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, teravih namazı dışındaki bütün nafile namazları  cemaatle kılmak mekruhtur, teravih namazının cemaatle kılınması ise sünneti kifaye-i müekkededir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, küsuf, istiska ve teravih namaz­larının cemaatle kılınması menduptur.

(c) Malikî Mezhebine göre, küsuf ve istiska namazlarında sünnet oluşun gerçekleşmesi için cemaatle kılınması şart, teravih namazındaysa müstehaptır. Bunlar dışındaki nafileler ise, mescidde ve kalabalık cemaatle veya insanların tereddüt ettiği yerde kılınması mekruhtur, azlık olarak veya evde ve bu yerler dışında caizdir.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, istiska ve teravih namazının ce­maatle kılınması sünnet, teheccüd ve revatip nafile namazlarda mubahtır.

 

Cemaate Gitmemeyi Mubah Kılan Özürler: [4]

 

Cemaatle namaz, namaz kılmaya müsait bir yer ve kıldırmaya ehil bir imam olunca her yerde kılınır. Mutlaka cami veya mescidde kılınması gerekmez. Bunun için cami dışında, ev veya müsait olan her yerde cemaatle namaz kılınabilir.

Cemaatle namaz kılmak çok önemlidir. Esasen dinimizin emirlerinde de kollektif şuur yatmaktadır. Cemaatle kılman na­maz yalnız başına kılınan namazdan yirmiyedi derece faziletlidir. Bu sebeple, ancak aşağıdaki özürler, cemaate gitmemeyi mubah kılar. [5]

 

Çeşitli Hastalık Ve Sakatlıklar:

 

(a) Hastalık,

(b) Götürecek biri bulunmazsa körlük,

(c) Ayağın kesik olması, topal veya kötürüm olmak.

(d) Düşkün ve ihtiyar olmak.

 

Kötü Hava Şartları:

 

Yağmur ve çamurun şiddetli olması; sıcak ve soğuğun şiddetli olması; şiddetli karanlık gibi kötü hava şartlarında cema­ate katılmak gerekmez.

 

Çeşitli Mazeretler:

 

Mal ve can güvenliğinin bulunmaması, saldırıya uğrama korkusu; yolculuk ve yolculuğa hazırlanmak; yanından ayrılmamak gereken hastanın yanında hastabakıcı olmak; yemek sofrasının hazır olması; abdestin sıkışmış olması; borçlu fakirin hapse düşme korkusu; ilim tahsili gibi mazeretler cemaate katılmamayı mubah kılar.

Cemaate devam etmek istediği halde, makbul bir mazeret do­layısıyla düzenli bir şekilde devam etmekten mahrum kalan mü­kellef niyetinin karşılığını görür.

 

54. Cemaate İmam Olmak (İmamet):

 

İmamda Bulunması Gerekli Özellikler: [6]

 

Cemaatle namaz kılmak için, bir imamın bulunması şarttır. Bunun için, imam olacak kimselerin, bazı özelliklere sahip olması gerekir:

 

Bulunması Zarurî Özellikler:

 

İslâm:

 

İmam olacak kimsenin inanç, ibadet, ahlâk ve diğer tavır ve hareketleri ile sağlam bir müslüman olması gerekir. Fâsıklara ve bid’at ehline uymak tahrimen mekruhtur. Fakat bu kişilerin inancı küfrü gerektiriyorsa onlara,   müslüman  olmayanlara  uyulmadığı gibi uyulmaz.

 

Akıl Ve Bulûğ:

 

Akıllı olmayanın veya ergenlik çağma ulaşmayanların imamlık yapmaları sahih değildir. Bu gibi kimselere uyanların namazı da sahih olmaz. Çünkü onlara uyanların namazları farz, çocuklarınkiyse nafiledir. Halbuki, ilerde ele alınacağı gibi, farz kılan nafile kılana uyamaz.

Caferi Mezhebine göre, muktedî erişkin biri olduğu takdirde, imamın da erişkin olması gerekir. Hatta erişkin olmayanın -kendi gibi erişkin olmayanın -kendi gibi erişkin olmayana biîe-imameti şüphelidir, hatta caiz olmayışı daha kesin bir durumdur.

 

Erkek Olmak:

 

İmam olmanın şartlarından biri de erkek olmaktır. Kadınların erkeklere imameti caiz değildir. Fakat kadının kadına imameti, mekruh olarak caizdir. Bu takdirde, imam olan kadın, cemaatin önüne geçmeyip ilk safın ortasında durur.

Caferi Mezhebine göre, cemaat erkekse, imamın da erkek ol­ması gerekir. Hatta ihtiyat, mutlaka böyle olmasıdır.

 

Kıraat:

 

Namaz sahih olacak kadar Kur’ân-ı Kerîm ezberlemiş olmak imamet için şarttır.

 

Özürlerden Selâmet:

 

İmam olacak kimsenin vücudunda, imam olmaya engel bir özrü olmaması şarttır.. Cumhura göre körlerin imameti caizdir, an­cak daha ehil varken, bu gibi kimseleri imamete geçirmek mekruh­tur; Enes b. Mâlik ve İbn Abbas’a göre ise körler imam olmaz.

 

Adalet:

 

Caferi Mezhebine göre, imamda mutlaka aranan özellikler­den biri de adalettir. Fâsık veya durumu bilinmeyen kişinin ar­kasında namaz kılmak caiz değildir. Adalet; takvaya sarılmaya, büyük günahları, hatta kuvvetli görüşte büyük günahlardan sayılan ısrar şöyle dursun, küçük günahları bile dine aldırışsız olduğunu gösteren işleri yapmaya ve işlemeye engel olan karakter bü­tünlüğüdür. Ayrıca ihtiyat, -kuvvetli görüşte şart koşulmayan-şahsiyet bütünlüğüne aykırı işlerin yapılmayışını da gözönüne al­maktır.

 

Tercih Sebebi Olan Özellikler:

 

Aşağıdaki özellikler ise, imam olacak kimse için tercih sebe­bi olan özelliklerdir:

(a) İmam olacak kimsenin öncelikle fakih olması, özellikle namaz ve diğer konularda bilgili olması, namazın sahih olma ve bozulmasına ait bilgileri iyi bilmesi,

(b) Kur’ân okumayı iyi bilmesi ve ezberinin kuvvetli olması,

(c) Takva sahibi olmak, yani helal ve haram ile ilgili konu­ları sağlam bir şekilde bilmesi ve uygulaması,

(d) Yaşlı olmak,

(e) Ahlâk ve huy güzelliği herkesin  sevgisini kazanmış ol­mak,

(f) Yaratılış güzelliği, yani gerek soy, gerekse yaratılış yö­nünden temizlik ve giyim güzelliğine sahip olmak,

(g) Ses güzelliğine sahip olmak,

(k) Ev sahibi olmak.

Resmen vazifeli biri olunca tu tercih sebepleri dikkate alınmaz. Çünkü imamet, zaten onun vazifesidir. Yalnız şuna da dikkat etmek gerekir: İmamlığa tayin edilecek kimsede bu özellik­lerin bulunmasına son derece önem verilmelidir. Çünkü bunlar, mesleğe ehil olmanın temel şartıdır. Ayrıca resmen vazifeli imam­lar da, çeşitli yollarla bu özelliklere sahip olmaya çalışmalıdırlar.

 

İmameti Mekruh Kimseler:

 

(a) Fasıkların, yani dinî konularda kayıtsız kalanların imameti tahrimen mekruhtur. Muhammed eş-Şeybaniye,  Hanbelî ve Malikî Mezheblerine göre, fasıklaraı, imameti caiz değildir. [7]

(b) Bid’at inanç ve hareketlere uyanlar, yani ehl-i sünnet inancına muhalif -küfrü gerektiren inanç değil- olanların imameti mekruhtur; Ebu Hanife’ye göre küfrü gerektirince mekruhtur.

(c) Sefih, yani iş ve tasarruflarında iyi ile kötüyü birbirinden ayıramayanların imameti mekruhtur.

(d) Bir kimsenin kendisini haklı yere sevmeyen bir cemaate imameti mekruhtur. Fakat cemaatin tutumu haksız olur ve imamete bu kimseden daha layık biri bulunmazsa cemaatin bu tutumu dik­kate alınmaz.

(e) Kadının kadınlara imameti mekruhtur.

(f) Namazları -cemaatin rızası dışında- uzatanların ima­meti. [8]

(g) Malikî Mezhebine göre, abdestlinin teyemmümlüye; ayağını yıkayanın meshedene uyması mekruhtur; Hanefî ve Han­belî Mezheblerine göre, sahih bir; Şafiî Mezhebine göre, iadeyi ge­rektirmeyince sahihtir. [9]

Âmânın imametinde bir beis yoktur, fakat görür kimselerin imameti efdaldir.

 

Başarılı İmam Olmak:

 

(a) İmam, cemaati namazdan veya kendisinden uzak­laştıracak davranışlardan sakınmalıdır. Namazı çok ağır veya acele kıldırmak, tesbihleri uzatmak, temizliğe dikkat etmemek gibi durumlar buna örnektir.  Özetle, imamın kendisini cemaate sev­dirmesi gerekir.  Çünkü gaye, cemaati azaltmak değil, çoğaltmak ve toplamaktır.

(b) İmam kendisine kolay gelen ve bildiği âyet ve sûreleri okumalıdır. Çünkü bilmediği takdirde feth (hatırlatma) yapılması gerekir, bu ise sık sık tekrarlandığında cemaatin güvenini sarsar. Feth, hukukçuların   çoğunluğuna  göre caizdir. [10] Feth, imamın okumakta olduğu âyette yanılarak veya hatırlamayarak devamını getirememesi halinde, cemaatten birinin hatırlatması demektir. Böyle bir durum  ortaya çıkınca, imam, cemaatin hatırlatmasını beklemeden namaz sahih  olacak kadar okuduysa hemen  rükûa eğilmeli veya başka bir bildiği yeri okumalıdır. Cemaate bu du­rumda düşen, acele etmeden hareket edip karışıklığa sebep olma­maktır,                                                                      

 

55. Cemaatle Namazın Sahih Olma Şartları:

 

1- İmam İçin Gerekli Şartlar:

 

İmam için namaza başlarken bulunması gerekli özellikler yanında, namazın devamında ve cemaatle kılınmasının sahih ol­masında bir takım şartlar da vardır:

 

İslâm:

 

İmamlık yapacak kimsenin müslüman olması gerekir. Müs­lüman olmayanların imamlığı sahih değildir. Çünkü namazın sa­hih olma şartlarından biri de, müslüman olmaktır. Bu gibi hal­lerde, imamın müslüman olmadığı anlaşılırsa, namaz iade edilir.

 

Bulûğ: [11]

 

Farz Namazlarda:

 

(a) ÜM’e göre, farz namazlarda baliğ olanın mümeyyiz çocuğa uyması sahih değildir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cuma namazı dışında, baliğ olma­yana uyabilir.

 

Nafile Namazlarda:

 

(a) ÜM’e göre baliğ, mümeyyiz çocuğa nafile namazda uyabi­lir.

(b) Hanefi Mezhebine göre, nafile namazlarda da, farzlarda olduğu gibi bu durum sahih değildir; ancak Muhammed b. Mukatil er-Razfye göre teravih kılınabilir.

Dm’e göre çocuk, kendi gibi çocuklara imam olabilir.

 

Erkek Olmak: [12]

 

(a) Cumhur’a (ÜM’e) göre imam olabilmenin şartlarından biri de erkek olmaktır. Kadın ve hünsalar (erdişi), erkeklere imam olamaz. Fakat, aynı hizada durmak şartıyla, kadının kadınlara imameti mekruh olarak sahihtir, bu durumda imam olan kadının ileri geçmesi de ayrıca mekruhtur. Hünsa, kadınlara, bu esasa göre imam olabilir. Kadınlar, -imamete niyet ettiyse- erkeğe uyabilir, Züfer’e göre imamete niyet şart değildir.

(b) Maliki Mezhebine göre, kadın ve hünsalann imameti, ne kendilerine, ne de erkeklere hiçbir namazda sahih değildir.

(c) Ebu Sevr ve Taberî’ye göre, kadının imameti erkekler için de, kadınlar için de sahihtir.

 

Akıllı Olmak:

 

İmamlık yapacak kimsenin akıllı olması gerekir, akıllı ol­mayanların imameti sahih değildir. Bazan iyileşen, bazan aklî dengesi bozulanların düzgün halde kıldırdığı namazı sahih, öbür­leri fasiddir.

 

Başka Birine Uymamak: [13]

 

İmamın kıldırdığı namazın sahih olması için, başka bir imama uymamış olması gerekir. Çünkü o, yalnız kendi cemaatine ve başka birine uymadan imamlık yapar:

 

Mesbûka Uymak:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, mesbûka uymak caiz değildir. İkindi namazına üçüncü rekâtte yetişen bir muktedîyi örnek alalım: Dördüncü rekâti de imamla kıldıktan sonra, kılamadığı iki rekât için ayağa kalktığında başka bir bu muktedîye uyarsa, ona sonradan uyan bu mükellefin namazı sahih değildir. Çünkü, uymuş olduğu kimse de, daha önce başkasına uymuştur. Aynı şekilde, iki mesbûk da birbirine uyamaz.

(b) Şafiî Mezhebine göre, muktedîye, iktidası devam ettiği müddetçe uyulmaz. Fakat imam selâm verdikten sonra veya imama iktidadan ayrılmaya niyet ettikten -bu mezhebe göre iktidadan ayrılmaya niyet caizdir- sonra, ona iktida sahihtir. Bu durum, yalnızca cuma dışındaki namazlar için sözkonusudur.

(c) Malikî Mezhebine göre, imamla birlikte bir rekât kılmış kimseye iktida edenin namazı bâtıldır. Fakat imamla birlikte bir rekât kılmamış mesbûka iktida edilebilir. Çünkü bu durumda o, halen münferîddir.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, muktedîye iktidası devam ettiği müddetçe uymak sahih olmaz. Fakat -cuma namazı dışında- imam selâm verir ve namaz kılan mesbûk olursa, başka bir mesbûk ona uyabilir.

 

Kalabalık Cemaatte Cemaate Uymak:

 

Cemaatin kalabalık  olduğu namazlarda, en sondaki safta cemaate katılan, fakat imamın hareketlerini takip edemeyen kimse bu imama uyup namaz kılanlardan birine uyabilir mi?

Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, aynı imama uyan iki mesbûk, iktida niyeti olmaksızın, birbirini örnek alarak, namaz­larının  kalan  kısmını  tamamlayabilirler.

 

Cemaatten Üstün Veya Ona Denk Olmak:

 

İmamlık yapacak kimsenin  namazla ilgili  durumlarda  ce­maatten üstün veya ona denk durumda olması gerekir:

 

Namaz Türü Açısından: [14]

 

Farz Namazlarda:

 

(a) ÜM’e ve Zeydiye’nin Hâdeviye koluna göre, farz kılan, nafile kılan imama uyamaz.

(b) Şafiî Mezhebine ve İshâk’a göre, farz kılan muktedî, nafile kılan imama uyabilir ve bu namaz muktedî için kerahetle sahih olur.

 

Nafile Namazlarda:

 

Bütün mezheblere göre, nafile kılan muktedî, farz kılan imama uyabilir. Nitekim, vakit namazını kılan biri, daha sonra bir imama uyarak onunla birlikte namaz kılabilir; Malik’e göre uyamaz.

 

Namazın Şartları Açısından: [15]

 

Hadesten ve Necasetten Temizlik:

 

(a) ÜM’e göre, temizlenmekten âciz olana, temizliği yapan kimse uyamaz; Malikî Mezhebine göre bu, kerahatle caizdir.

(b) Ebu Hanife ve Ebu Yusufa göre, abdest alan teyemmüm edene, ayakta ima eden oturarak ima edene uyabilir, eş-Şeybânî’ye göre uyamaz.

(c) Hadesli veya necasetli kimsenin imameti konusu ihtilaf­lıdır:

(1) Hanefî Mezhebine göre, muhdes, cünüp ve üzerinde necaset bulunan kimselerin imameti sahih değildir, fakat ona uyanların namazları -eğer durumu bilmiyorlarsa-sahihtir, durumu âdil şahit veya âdil imamın haber vermesiyle öğrenirlerse namazları bâtıl olur, yeniden kılmaları gerekir; imam âdil olmazsa, ihtiyaten iade etmek müstehaptır.

(2) Şafiî Mezhebine göre, muktedî başlangıçta imamın muhdes olduğunu bilir veya öğrenirse, namazı sahîh olmaz, fakat bunu namaz kılarken öğrenirse, iktidadan ayrılmaya niyet etmek vacip olur. Bu durumda, namazını yalnızca kılar ve sahih olur. Uyduğu imamın muhdes olduğunu namaz bit­tikten sonra öğrenen muktedînin namazı sahihtir, cemaat se­vabını kazanır, fakat imamın namazı bütün bu durumlarda bâtıldır, iade etmesi gerekir. Üzerinde görülmeyen necaset bu­lunan imama -bunu bilerek uymak- sahih değildir. Bu durum, cuma namazında olur ve gerekli sayı kendisiyle tamam­lanırsa, hepsinin namazı bâtıl olur. Görünen necaset olunca, iktida kesinlikle sahih olmaz.

(3) Maliki Mezhebine göre,  muhdesin imameti, -bunu kasıtlı yapıyorsa- bâtıldır, bu durumda cemaatinki de bâtıl olur. Fakat hadeste kasıt bulunmazsa, meselâ hadesli olduğunu unutarak  namaza  başlarsa, ona uyanlar  namaz işlemlerinden birini -bu durumu öğrendikten veya zannı ga­libine göre karar verdikten sonra- yaparsa namazları  bâtıl olur. Aynı şekilde muktedîler hadesi bilip, imam bilmezse, ona uyanların namazı bâtıl olur. İmamın namazı ise, bu du­rumların bütününde bâtıldır. İmama necaset bulaşması ha­linde de, hüküm bu şekildedir, imam bu durumu namaz bittik­ten sonra öğrenirse namaz sahihtir.

(4) Hanbelî Mezhebine göre, hadesli ve necasetli kimse­nin namazı, -bu  hali biliyorsa- sahih değildir. Fakat ne imam, ne  de cemaat namaz bitene kadar biliniyorlarsa, ce­maatin namazı sahih olur, imamınki olmaz. [16]

(5) Caferi Mezhebine göre, imamın fâsık veya muhdes olduğu namazdan sonra ortaya çıkarsa, cemaatın namazı sa­hih olur.

(d) İmam olacak kimsenin daha önce ele alınan özürlerden salim olması gerekir. [17]

(1) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, özürleri aynı olanların imameti birbirine sahihtir, fakat ayrı olanlar birbi­rine imam olamazlar.

(2) Şafiî Mezhebine göre,  imamda bulunan özürle  na­mazın iadesi vacip olmazsa, muktedî sağlam olsa bile, ima­meti sahihtir.

(3) Malikî Mezhebine göre, imam hakkında mafuv olan (affedilen) özürlerden salim olması şart koşulmaz,  imameti mekruh olmakla birlikte namazı sahih olur.

Ayağını yıkayan meste veya yarasız sargıya meshedene uyabilir.

(4) Caferi Mezhebine göre, özür sahiplerine iktida şüphelidir. Hattâ ihtiyaten onlara uyulmamalıdır. Ama özür sahibinin kendisine denk veya daha kötü durumdakine ima­meti, msl., oturanın yatana imamlığı kabul  edilebilir.   Otu­ranın oturana, teyemmümlü ve sargılı olanın kendileri gibi­lere imamlığında beis yoktur.

 

Setr-i Av ret: [18]

 

Setr-i avret yapan, yapmayana Hanefî ve Hanbelî Mezhebleri­ne göre, uyamazken, Şafiî ve Malikî Mezheblerine göre, uyabilir, ancak Malikî Mezhebine göre, bu mekruhtur. Setr-i avreti sağlayamayanlar sağlayana uyabilir: Bu durumda namaz, Hanefî Mezhebine göre, oturarak ima ile kılınır; Bişr ve eş-Şafîî’ye göre ayakta rükû ve secdeyle kılınır.

 

Namaz İşlemleri Açısından:

 

Bedenî Hareketler:

 

(a) Rükûa gücü yeten, yetmeyene, yani imayla kılana uyamaz, Züfer’e göre uyabilir[19].

(b) Hanefî Mezhebine göre, kıyama gücü yeten, gücü yetmeye­ne rükû ve secdeye göre uyar: Bu ikisine gücü yeterse ayakta olan, oturarak kılana uyabilir; gücü yetmiyorsa uyamaz. Muhammed eş-Şeybanî’ye  göre hiçbir şekilde  uyamaz. [20] İmam ve muktedî ikisi birlikte, rükû ve secde yapamazlarsa, namazları ima ile olur ve bu durumda iktida da sahihtir.

Şafiî Mezhebine göre, ayakta kılan kıyam ve ka’deden âciz olan, oturarak kılana uyabilir. [21]

Malikî Mezhebine göre, ayakta kılan, oturarak kılana -namaz nafile bile olsa- uyamaz. Fakat, nafile namazda muktedî, isteğiyle oturursa namazı  sahih olur. Yapamadıkları bedenî işlemleri eşit olanlar birbirine uyabilir. İma ile kılanlar birbirine uyamaz. [22]

Zeydiye’nin Hâdeviye koluna göre, yolcu, mukime ilk iki rekâtte uyamaz.

 

Kıraatin Yapılması:

 

I. Kur’ân Okumasını Bilmek: [23]

 

Kur’ân okumasını bilen biri, yine bilenlere imam olabilir. Fakat ümmî (okuma bilmeyen), bilen birine imam olamaz, ancak kendi gibilere imam olabilir. Maliki Mezhebine göre, bu son du­rumda, okuma bilen biri bulunursa, Fatiha’yı okuyamayanlar bir­birine uyabilir, öncelikle iyi okuyan imamete geçmelidir; okuyan biri bulunmayınca ümmîler birbirine imam olabilir.

 

II. Dil Hatası Bulunmamak: [24]

 

İmametin sahih olması için, imamın, Maliki Mezhebi dışındaki ÜM’e göre, harfleri gereği gibi çıkarması ve telaffuz et­mesi gerekir. Dilinde bu şekilde arıza bulunan kimselerin imameti konusu ihtilaflıdır: [25]

(a) ÜM’e göre, dilinde arıza olanın gücü yettiğince bunu dü­zeltmeye çalışması gerekir. Bundan sonra da aynı şekilde devam ederse, sadece kendi gibileri için imameti sahihtir. Maliki Mezhe­bine göre, dil arızası olanın,   bunu düzeltmeye çalışması şart değildir.

(b) Dilinde arızası olan bunu düzeltmeye çalışmaz, ihmal ederse;

(1) Hanefî, Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, imameti bir yana, kendi başına kıldığı namazı bile bâtıl olur; şu ka­dar var ki, Hanefî Mezhebine göre,  Fatiha dışında sağlam bildiği ve okuduğu yer olan kimse, bunu okursa namazı bâtıl olmaz.

(2) Maliki Mezhebine göre, imameti mutlak olarak sa­hihtir.

 

Fizik Açısından:

 

ÜM’e göre, rükûdaymışçasına kambur olana, sağlamlar uyamaz bu gibilere ancak kendi durumunda olanlar uyabilir; Şafiî Mezhebine göre, bu durum, imametin sahih olmasına tesir etmez.

 

Adaletli ve Dindar Olmak: [26]

 

(a) Hanefî  ve Şafiî  Mezheblerine göre, fasığın (günahkâr kişinin) imameti, mekruh olarak sahihtir.

(b) Maliki Mezhebine göre, sadece namazla ilgili fısktan do­layı fasik imama uyulmaz. Namazla ilgili fısk ise, şart ve farzları önemsememek, meselâ  abdestsiz  namaz kıldırmak, Fatiha’yı  terketmek gibi işlemlerle olur.

(c) Hanbelî  Mezhebine  göre,  fâsığın  (büyük günah  işleyen veya küçük günahlarda ısrar ve devam edenin) imameti, -bu kendi gibi birine de olsa, fışkı gizli de olsa- sahih değildir, böyle birinin arkasında namaz kılan muktedî, bu durumu, namaz bittikten sonra öğrenirse,-cuma  ve bayram dışındakileri- iade etmesi gerekir. Cuma ve bayram namazlarında da, başka imam bulunmazsa, bu gibilerin  arkasında zarurî  olarak kılınır. Sarhoşun   arkasında kılmak da uygun değildir.

 

Cemaatte Namazın Sahih Olma Şartları

 

İmam İçin

I

Muktedi İçin

Ortak Şartlar

Gerekli Şartlar

Gerekli Şartar

 

1. İslam

1. İmama Tabi Olmak

1. İmamete ve

2. Buluğ

2. İmamın Önüne

Iktidaya Niyet

3. Erkek Olmak

Geçmemek

2. Farzların Aynı

4. Akıllı Olmak

3. Kadınlarla Aynı Safta

Olması

5. Başka Birine

Olmamak

 

Uymamak

4. İmamın Hareketlerini

 

6. Cemaatten

Takip etmek

 

Üstün veya

5. İmamın Namazının

 

Ona Denk

Uyanın Mezhebinde

 

Olmak

Sahih Olması

 

Şema 24: Cemaatle Namazın Sahih Olma Şartları

 

2- Muktedî için Gerekli Şartlar:

 

Namaz İşlemlerinde İmama Tâbi Olmak (Mütâbeat):

 

Muktedînin   imamla   namaz   kılarken,   onun   hareketlerine çeşitli yönlerden uyması gerekir,  ancak muktedî bazan ona uymaz. [27]

 

İşlemlerin Yapılması:

 

Ahenk Yönünden:

 

I. İmamın Hareketlerini Aynen Ve Birlikte Yapmak:

 

Muktedî tekbirinde, rükûunda, secdesinde, selâmında mutla­ka imaftn ile birlikte, aynı anda ve aynı şekilde hareket edecektir; imam tekbir alırken, muktedî secde yapmayacaktır.

 

II. İşlemleri Hemen İmamdan Sonra Yapmak:

 

Muktedî namaz işlemlerini imamdan ne çok önce, ne de çok sonra yapar. İmam tekbir alırken uzun süre beklemeyip o da ala­caktır.

 

III. İmamdan Önce Hareket Etmemek:

 

Az önce de belirtildiği gibi, muktedî, imamdan önce hareket etmeyip, önce onun hareket etmesini bekleyecektir. İmam ikinci rükne geçmeden önce, o andaki rükne yetişecektir. İmamdan önce iftitah tekbiri alınınca namaz bâtıl olur.

Şu halde, muktedî, namaz işlemlerinde imamla aynı anda ve şekilde hareket edecek, önce imamın işlemi yapmasını bekleyecek ve ondan hemen sonra namaz işlemlerini yapacaktır. Rükû işleminde bu açıklamayı uygulayalım: İmam rükûa gidince, muk­tedî de hemen ondan sonra rukûa gidecek ve ondan önce rükûdan kalkmayarak imamın kalkmasını bekleyecektir. Bu üç durumda, imama uymak, yapılan işlemin farz, vacip ve sünnet olmasına göre aynı hükrnü taşır. Yine rükûu örnek alırsak, rükû yapmaya­nın veya imamdan önce rükû yapan kimsenin namazı bâtıl olur sonucuna varırız. Vacip bir işlemi, meselâ vitir namazında Kunût’u terkederse günahkâr olur, Sünnet bir işlemi, meselâ rükû ve secdedeki tekbirleri terkedecek olursa, namaz bozulmayıp hoş karşılanmayan bir davranışta bulunmuş olur.

 

Fiilî Ve Zikrî Konular:

 

Cemaat imama,

a. Kıyam, rükû, sücud gibi fiilî rükünler,

b. Subhaneke, Teşbihler ve Tahiyyat gibi zikrî hususlarda uyar.

 

İşlemlerin Terki:

 

İmamın Kıraati:                     

 

Kavlî rükün olan kıraatte imama uyma veya uymama konu­sunda, hukukçular arasında görüş ayrılığı vardır. [28]

(a) Ebu Hanife ile Ebu Yusuf’a göre, kıraatte imama uyulmaz, susulur, onun açık kıraati dinlenir. Çünkü, cemaate o riyaset et­mektedir ve onun kıraaati, cemaatin de kıraati demektir. Bu sebep­le, kıraatin  açık yapıldığı  namazlarda,  cemaatın kıraat yapması tahrimen, gizli yapılan namazlardaysa tenzihen mekruhtur.

(b) Muhammed eş-Şeybâni’ye göre, gizli okunan namazlarda kıraat caizdir; Malik’e göre müstahsendir; açık kıraatli namazlar­da ise cemaat kıraatte bulunmaz.

(c) Ahmed b. Hanbel’e göre, gizli okunan namazlarda mukte­dî de gizli kıraatte bulunur. Bundan başka, imamın açıktan okuduğunu cemaatten herhangi biri işitmezse, kendisinin kıraatte bulunması vaciptir; fakat işitirse kıraatte bulunması caiz olmaz.

(d) eş-Şafiî’ye göre, gizli kıraatli namazlarda muktedî, Fatiha’dan başka âyetler de okur, açık kıraatli namazlarda ise yalnız Fatiha’yı gizlice okuması  gerekir; bu son durum rekâtın kaçırılacağından korkulunca terkedilir.

(e) Caferi Mezhebine göre, kuvvetli görüşte, muktedînin, gizli kıraatli namazların ilk iki rekâtında kıraati terketmesi vaciptir. Az da olsa imamın sesini duyunca açık kıraatlerde de böyledir; duymazsa, okuması caiz, hatta müsteh’ap olur. Kıraatin bir kısmını duyup, bir kısmını duymazsa ihtiyat kıraati terk etmesidir. [29]

 

İmamın İlâve İşlemleri:

 

(a) İmamın kasıtlı olarak namaza bir secde ilave etmesi ha­linde, muktedî ona uymaz.

(b) Bayram namazlarının tekbirlerinde fazla olarak yapılanlara muktedî uymaz.

(c) Cenaze namazının tekbirlerinde fazla olarak yapılan işlem bulunursa muktedî bunlara uymaz.

 

İmamın Rekât İlâvesi: [30]

 

Dört rekâtli namazlarda son ka’deden sonra, imamın unuta­rak fazla bir rekâti, yani beşinciyi kıldırmaya kalkması halinde muktedî ona uymaz. Bu durumda muktedî, imamı Subhanellah di­yerek uyarır. Beşinci rekâte kalkıldığında, şu şekilde hareket edi­lir:

(a) Eğer imam dördüncü rekâtten sonra ka’de yapmışsa, ce­maat oturarak bekler; imam derhal dönüp, teşehhüdü iade etmeden selâm verirse, cemaat de onunla birlikte selâm verir, sehiv secdesi yaparlar. Fakat beşinci rekât için de secde yaparsa, cemaat bir müddet bekledikten sonra kendi başına selâm  verip namazdan çıkar.

(b) İmam, dördüncü rekâtten sonra ka’de yapmamışsa, cemaat yine bekler, eğer imam derhal kadeye dönüp, daha sonra selâm ve­rirse, cemaat de birlikte selâm verir. Fakat imam, beşinci rekât için secde yaparsa, hepsinin namazı bâtıl olur, cemaatın tek başına teşehhüd ve selâmı fayda vermez.

İmam son oturuşu yapmadan fazla bir rekâte kalkarak secde yaparlarsa, hepsinin namazı bâtıl olur.

 

İmamın Terki: [31]

 

İmamın terkettiği aşağıdaki hallerde de, cemaat, bu işlemleri terketmeyip yaparlar ve ona uymazlar:

(a) İftitah tekbirinde elleri kaldırmak,

(b) Rükû ve secde tekbirlerini almak,

(c) Rükû ve secde tekbirlerini yapmak,

(d) Tahiyyatı unutmak,

(e) Teşrik tekbirini almak.

Aşağıdaki terk durumlarında ise, muktedînin imama uyması gerekir:

(a) Bayram namazının tekbirlerinin terk edilmesi,

(b) Birinci ka’denin terk edilmesi,

(c) Tilavet secdesinin terkedilmesi,

(d) Sehiv secdesinin yapılmaması.

İmam selâm verince muktedî de teşehhüdü bitirmemişse se­lâm verir, salât ile duayı bitirmek için selâmı geciktirmez, teşehhüdü bitirmeden de selâm verilebilir.

 

İmamın Önünde Durmamak: [32]

 

(a) ÜM’e göre, muktedînin kıldığı namazın sahîh olması için, imamın önüne geçmemesi şarttır: Hanefî ve Hanbeîî Mezheblerine göre, imamın önüne geçilerek namaz, yalnızca Kabe’de alınır; Şafiî Mezhebine göre, aynı yönde olurlarsa muktedînin ilerde olması sahih olmaz. Kadınlar arasında kılınan namazda imam olan kadın, öne geçmeyip ilk safta bulunur.

(b) Maliki Mezhebine göre, cemaatin -hatta bütününün- imamdan ileride namaza durması mekruh ise de, namazı bozmaz.

İmamla ona uyanlar aynı hizada dururlarsa, bu durumda ÜM’e göre namaz sahihtir, Şafiî Mezhebine göre, bu davranış mekruhtur. [33]

Hanbelî Mezhebine, göre, iktidanın sahih olma şartlarından biri de, muktedînin tek kişi olması halinde, imamın sağında dur­masıdır, solunda veya arkasında durursa erkek muktedînin na­mazı bozulur, arkasına durduğunda kadınınki bozulmaz. Çünkü onun meşru yeri, esasen burasıdır. Kadın muktedî, imamın sağına veya soluna durursa, namazı bozulur. Bu durumda, namazın bo­zulması için, imamla birlikte tam bir rekât bulunmak gerekir, aksi halde namaz bozulmaz. [34]

 

Kadınlarla Aynı Safta Olmamak:

 

Hanefî Mezhebine göre, namazı bozan hallerden biri olarak ele alacağımız Muhâzâtu’n-Nisa, şartları gerçekleştiğinde, bazı er­kek mükelleflerin namazını bozarken, ÜM’e göre bu durum na­mazı hiçbir şekilde bozmaz. [35]

 

İmamın Hareketlerini Takip Etmek (Mekân Birliği): [36]

 

Muktedînin namazın sahîh olması için, -görerek veya işiterek, hatta mübelliğ (duyurucu) vasıtasıyla da olsa- imamın ha­reketlerini takip etmesi gerekir. Yani imamla ona uyanların yer­leri, hakikaten veya hükmen bir olmalıdır. Herhangi bir sebeple bu hareketleri takip edemeyen mükelleflerin namazı sahih değildir. Konuyu biraz daha açalım: Muktedînin, imamın hareketlerini Me­kân Birliği’nin sağlanmasıyla takip edebileceğini ifade edebiliriz. Buna dayanarak, mekân birliğinin sağlanmaması halinde, muk­tedînin. namazının sahih olmaması gerekecektir. Bir kimsenin mescid veya camiye yakın evinde imama uyması sahih değildir. Çünkü arada mekân birliğini önleyen bir uzaklık vardır. Şu halde mekân birliğinin sağlandığı ve sağlanmadığı halleri iyi bilmek gerekir.

 

Camilerde Mekân Birliği:

 

Küçük Camiler:

 

(a) ÜM’e göre, imamla muktedî arasında küçük camide bulu­nan yol, duvar gibi hiçbir engelin bulunmaması halinde, mekân birliği sağlanmış olur. İmamla muktedînin birbirinden uzak iki yerde bulunması mekân birliğini önler.

(b) Caferi Mezhebine göre, erkek cemaatte, imam ile cemaat, yahut cemaatin birbirleriyle  arasında görmeyi engelleyen  bir şey olmamalıdır.  Kadın, erkeğe iktida etmişse, kadın ile imam ya da erkek cemaat arasında engel bulunmasında beis yoktur. Kadın ce­maatin birbirleriyle ya da kadın cemaat ile kadın imam arasında engel bulunmasında işkâl (tartışma, tereddüt) sözkonusudur.

(c) Şafiî Mezhebine göre, imamla muktedî mescid ve camide olduklarında -aralarında mesafe de olsa- mekân birliği var kabul edilir. Bu durumda imamın hareketlerini takip ve tespit, görerek veya işiterek mümkün olmasa bile, -aynı yerde bulundukları için-cemaatin hareketinden de gerçekleşebilir. Yalnızca ikisi arasında, kilitli veya çivilenmiş kapı gibi engel  bulunması ve muktedînin imama ulaşmasını önlemesi halinde iktida sahîh olmaz.

 

Büyük Camiler:

 

(a) Geniş yerlerde, meselâ büyük camilerde muktedî imamın hareketlerini duyarak, mübelliği (kalabalık cemaatte imamın ha­reketlerini cemaate duyurmak için tekbirleri alan kimse) duyarak veya imamı görerek ya da imama uyanları görerek takip edebili­yorsa namaz sahihtir. Çünkü zaten bu durumda mekan birliği vardır. Fakat bu durumda imamın hareketlerini takip edemeyen muktedînin namazı sahih değildir. Mekan birliği bu durumda vardır, fakat görerek veya duyarak imamın hareketleri takip edil­mez. Bu sebeple böyle hallerde namaz sahih olmaz.

(b) Hiçbir aralık bulunmadan imamın sesini işitmek ve onu görmek veya bu şekilde olanlarla birarada bulunmak iktida için yeterlidir. Çünkü, bu durumda, mekân birliği sağlanmış olur.

Şafiî Mezhebine göre, imam camide, muktedî cami dışında olunca, aralarındaki mesafe insan kulacıyla üçyüz kulaç kadarsa birlik vardır. Yalnızca engel olmaması gerekir. Bu durumda, imama ulaşması, arkasını kıbleye dönmeden olabilmelidir.

(c) Hanefî Mezhebine göre, geniş ve büyük camilerde imamla muktedî arasında, bir araba geçecek kadarlık boşluk bulunursa, namaz sahih olmaz, fakat bu kadar boşluk bulunmazsa sahih olur. Küçük camilerin ise, her yerinde imama uyulabilir.

 

Cami Dışında Mekân Birliği:

 

Cami Avlusu Ve Çevresi:            

 

(a) Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, aralarından bir yol geçmeyen, yalnızca duvar gibi engel olan yerlerde, muktedî imamın hareketlerini takip edebiliyorsa, mekân birliği var kabul edilir. Aradan yol geçen yerler arasında mekân birliği bulunmadığı gibi, arada bir duvar olup muktedî imamın hareketlerini takip edemiyorsa, bu durumda da mekân birliği yok sayılır.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, imamla muktedî cami içinde olunca, iftitah tekbirini duyabiliyorsa, -aralarında engel bile olsa-iktida sahihtir. Her ikisi cami dışında veya imam içeride, muktedî dışarıda olunca, muktedî, imamı veya onun arkasındakileri görebiliyorsa, iktida sahih olur.

 

Kırlar Ve Açık Alanlar:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, kırda kılınan namazda, imamla muktedî, arasında iki saf tutacak kadar bir boşluk varsa namaz sahih olmaz, daha az boşlukta sahih olur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, açık alanda kılınan namazda arada üçyüz kulaçtan fazla aralıkta -aradan bir yol veya nehir geçse bile- mekân birliği vardır.

(c) Malikî Mezhebine göre, imamla muktedî arasında mekân birliğinin bulunmaması, iktidanın sahih olmasını    önlejnez. İmamla muktedî arasında nehir, duvar veya yol bile olsa muktedî imamın hareketlerini takip ve tespit edebiliyorsa -hatta bu tespit imamı duyanla bile olsa- namaz sahihtir. Fakat cuma namazı için -camiye komşu evde bile olmaz- mutlaka camide bulunması gere­kir. [37]

 

İmamın Namazının Uyanın Mezhebinde Sahih Olması (Mezhep Birliği): [38]

 

Mezhep ayrılığı, imamete ve iktidaya engel değildir. Yani bir Şafiî imama, bir Hanefi; bir Hanefî imama, bir Şafiî uyabilir:

(a) Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, bu durumda, namazın sahih olması için, uyduğu imamın kıldırdığı namazın, kendi mez­hebinde sahih olması gerekir. Çünkü bu durumda, başka mezhebe uyan kimse, yine kendi mezhebinin hükümlerini uygular:

(1) Hanefi bir mükellefin Şafiî  bir imam arkasında namaz kıldığını  düşünelim: İmam namazda Hanefi Mezhebine aykırı bir hal ve hareketle karşılaşırsa, meselâ imamın herhangi bir yerinden namazı bozacak şekilde kan akarsa ve abdesti yenilememişse, muktedînin namazı bozulur.

(2) Hanefî bir imam arkasında namaz kılan Şafiî bir kimseyi  düşünelim:  Hanefi imam, kadına  dokunmuşsa,  bu durum Şafiî Mezhebinde abdesti bozar ve Hanefî bir imama uyan Şafiînin namazı bozulur.

(b) Malikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, namazın sahih ol­ması için  şart olan durumlarda, yalnız imamın  mezhebine göre hareket edilir, muktedîninkine bakılmaz. Meselâ  başının  ta­mamını meshetmeyen Hanefî ve şafiî bir imama, bu iki mezhebe mensup kimseler uyabilir. İktidanın  sahih olma şartlarıyla ilgili durumlarda iktida ise, muktedînin mezhebine göre düzenlenir. Me­selâ farz kılan malikî ve hanbelî birinin, nafile kılan şafiîye uy­ması halinde namaz  bâtıldır, çünkü imamla muktedînin namaz­larının aynı olması şarttır.

(c) Caferi Mezhebine göre de, namazla ilgili meselelerde ictihad veya takîid yönünden imam ile muktedî farklı görüşte olduk­larında, -mutkedî imamın namazının sıhhatine inandığı takdirde işlemde birlikleri olmasa bile-   iktida sahîh olur. İmamın na­mazının bâtıl olduğuna inandığı halde iktida sahîh olmaz.

 

3- İmam ve Muktedî için Gerekli Ortak Şartlar:   

 

İmamın İmamete, Muktedînin İktidaya Niyeti (Niyet Birliği): [39]

 

İmamet Niyeti:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, imamete niyet etmek, cemaat ar­kasındaki kadın muktedînin namazının sahih olması için şarttır. Aksi halde, imam arkasında namaz kılan kadınların namazı, sa­hih olmaz. Bu sebeple imam,   arkasında  kadınların da namaz kılacağını düşünerek, kadın ve erkeklere imam olacağına dair ni­yet etmelidir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, sahih olması cemaate bağlı, meselâ cuma ve yağmur dolayısıyla cemedilen namazlarda imamete niyet etmek şarttır.

(c) Malikî Mezhebine göre, cuma, geceleyin yağmur do­layısıyla cemedilen namaz, havf namazı, özür dolayısıyla imamete geçirilen kimsenin namazında imamete  niyeti şarttır.  Cuma na­mazında bu niyet olmazsa bütününün, ikincide her ikisinde ayrıntı vardır; havf namazında birinci grubun  namazı bâtıl,  ikincininki sahihtir;  istihlaf halindeyse, muktedînin namazı bâtıl, imamınki sahihtir.

(d) Caferi Mezhebine göre, cuma, bayram ve iade edilen bazı namazlarda, imamın -kendisi için sevabın husulü niyete bağlıysa da- cemaate ve imamate niyeti şart değildir. Namaz başında niyeti varsa,  imam,  bütün  namaz   durumlarında ihtiyarî  olarak bile imamlıktan  münferidliğe  geçebilir.

 

İktida Niyeti:

 

ÜM’e göre, bütün namazlarda, muktedînin imama uymaya niyet etmesi gerekir; Hanefî Mezhebine göre, cuma ve bayram na­mazı dışındakilerde iktidaya niyet edilir, bu iki namazdaysa iktida niyetine ihtiyaç yoktur:

(a) ÜM’e göre, iktida niyeti namazın başında yapılır. Bu se­beple, kendi başına namaz kılmaya başlayan mükellef, daha sonra cemaatle namaz kılınmaya başlanınca, selâm vermeden imama uyamaz. Aynı şekilde, cemaatle namaza başlayan kimse, bir müd­det sonra yalnız başına namazı kılamaz. Bu durum, Hanefî Mezhe­bine göre yalnızca zaruret halinde, son ka’dede teşehhüdden sonra selâm verilir,  mazeretsiz olarak ayrılma halinde  namaz günahla birlikte sahih olur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, namaz başında iktidaya niyet şart değildir. Cemaatle kılınması şart olan namazlar dışında, iktidaya -mekruh  olmakla  birlikte- namaz esnasında da niyet edilebilir. Aynı şekilde muktedî, -özürsüz bile olsa- cemaatle kılınması şart olan namazlar dışında iktidadan ayrılmaya niyet edebilir. Cema­atle kılınması şart olan cuma namazındaysa, birinci rekâtte ikti­dadan ayrılmaya niyet sahih değildir, diğerleriyle cemi takdim yapılan namazlarda iktida niyetine son vermek caiz değildir.

(c) Caferi Mezhebine göre, muktedînin iktidara niyeti şarttır. Şayet niyet etmezse, söz ve fiillerle ona uysa bile, namazı sahih ol­maz. Uyulan imamın isim, sıfat, zihni veya dış işaretle belirlen­mesi gerekir. Münferid, ihtiyatlı   görüşte, namaz sırasında imamlığa geçmeye niyet edemez.

 

Kılınan Namazların Aynı Olması (Namaz Birliği): [40]

 

Farzların Aynı Olması:

 

(a) Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, imametin sahih ol­ması için, imamla muktedînin kıldıkları farz namazların aynı olması gerekir. Yani, her ikisinin de kıldıkları namaz, gerek va­kit içinde kılman, gerek kazaya kalan bir namaz olsun, aynı ol­malıdır, aksi halde muktedînin namazı sahih olmaz.

Örnekler:

(1) İmam öğle namazının farzını  kılarken, ikindiyi kılacak muktedî ona uyamaz.

(2) İmam kazaya kalan öğleyi kıldırırken, muktedî gü­nün öğle namazını kılmak için ona uyamaz.

(3) Çarşamba günü kazaya kalan öğle namazını kıldıran  imama, muktedî perşembe  gününün kazaya kalan öğle namazı için uyamaz. Böyle bir durumda imamın namazı salıihtir. Muktedî ise, bir nakle göre kendi namazına başlamış, diğerine göre başlamamıştır.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, bu örneklerdeki du­rumlarda iktida sahihtir. Hanbelî Mezhebine göre, birinci örnek­teki durum sahih değildir. Şafiî Mezhebine göre, imamla muktedînin namazının şekil ve düzen yönünden bir olması şarttır. Meselâ öğle kılan cenaze namazı kılana, sabah namazını kılan küsuf namazı kılana uyamaz.

Hanefî Mezhebine göre, vakit çıktıktan sonra yolcunun mu­kim imama uyması sahih değildir; ÜM’e göre vakit içinde de dışında da sahihtir. [41]

 

Farz Dışındaki Namazlarda Birlik:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, adadıkları namaz, ayrı ayrı olan­lar bir birine uyamaz, ikisinin de adadıkları namaz aynı olursa, uyabilirler.

Aynı şekilde, namaz kılmayı adayan kimse ile yemin eden birbirine uyamaz. Fakat, namaz kılmaya yemin eden adayana; yemin eden yemin edene uyabilir.

(b) ÜM’e  göre,   ayrı  ayrı  nafile  kılmayı  adayanlar,  yemin edenler ve adayanın yemin edene iktidası sahihtir.  Bu durumda adak ve yeminlerin aynı olması gerekmez.

 

56. İstihlâf:

 

1- Tanımı Ve Uygulaması:

 

Sayılacak sebepler gerçekleşince imamın namaza devam edememe durumu ortaya çıkar. İşte bu durumda, imamın veya -konuşmadan ve kıbleden dönmeden- cemaatin namazı tamamla­mak için ön saftakilerden ehliyetli birini imamete geçirmesine, ya da doğrudan muktedîlerden birinin imamete geçmesine îstihlaf, geçen kimseye Halife adı verilir.

İstihlâfın uygulanması şu şekilde olur: Meselâ abdesti bozu­lan imam, derhal burnu kanıyormuş gibi elini burnuna koyarak kanını dindirme rolü yapar, yerinden ayrılır ve kendisine yakın olanlardan imamlığa ehliyetli birini tutup çekerek veya işaret ederek yerine geçirir. Bu sırada, asla konuşulmaz, konuşulursa hepsi­nin namazı bozulur.

 

2- Sebepleri: [42]

 

Farz Kıraati Yapamamak: [43]

 

(a) Ebu Hanife’ye göre farz olan kıraat miktarını yerine ge­tirmekten âciz olduğunda imam istihlâfı uygulayabilir.

(b) Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre, bu durumda istihlâf uygu­lanmaz.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, Fatiha gibi farz veya rükû ve secde tesbihleri gibi vacip sözlü rükünlerden âciz kalma halinde, is­tihlâf uygulanabilir.

 

Sebku’l-Hades: [44]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, sebebi ne olursa olsun, kasıtlı ol­maksızın namazda sebku’l-hadesle karşılaşma halinde istihlâf ca­izdir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, ister kasıtlı, ister elde olmayarak abdesti bozacak bir durumun meydana gelmesi halinde istihlâfın sebebi gerçekleşmiş olur. Hz. Ali, Hz. Ömer, Alkame, Ata, el-Hasanu’1-Basrî, Nehaî, Sevrî ve Evzâî de bu görüştedir.

(c) eş-Şafîî’ye göre sebku’l-hadesten sonra istihlâf uygulan­maz, cemaat namazın kalan kısmını tek başına tamamlar.

(d) Ahmed b. Hanbeî’den bir rivayete göre, cemaatin namazı bozulur.

 

Rükû Ve Secdeyi Yapamamak:

 

Büyük veya küçük abdestin sıkıştırmasından dolayı, rükû ve secdeleri yapamama halinde, imam namazı oturarak tamamlama­sı mümkünse başkasını istihlâf edemez. Bu durumda, cemaat, ayakta durur ve imama uymaya devam eder. Fakat, oturarak da tamamlayamazsa, istihlâfı uygular.

 

Mal Veya Can Emniyetinin Bulunmaması:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, imam, namazdayken bir zarar dokunacağından veya malının çalınacağından korktuğunda istih­lâf sahih olmaz, namazı keser, cemaat de yeniden niyetlenerek namazı kılar.

(b) Malikî Mezhebine göre, ister kendine, ister başkasına ait mal ve can emniyetinin bulunmaması halinde, namazı kesmek vacip, istihlaf caizdir.

 

Şiddetli Hastalık:

 

Hanbelî Mezhebine göre, namazı tamamlamaya engel şiddetli hastalık halinde istihlaf uygulanır.

 

3- Hükmü:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, sebebi gerçekleşince istihlafı uy­gulamak, geniş vakitte caiz ve efdal, dar vakitte vaciptir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cuma dışındaki namazlarda halife­nin imamete ehil olması şartıyla menduptur. Cuma namazında ise, birinci rekâtte iken istihlaf vacip, bir rekât tam olarak kılındıktan sonra ise istihlaf mendup olur, cemaat de iktidadan ayrılmaya ni­yet eder ve namazı münferîd olarak kılar. Cuma namazı ise birinci rekâtte iken istihlaf vacip, bir rekât tam olarak kılındıktan sonra ise istihlaf mendup olur, cemaat de iktidadan ayrılmaya niyet eder ve namazı münferîd olarak kılar. Cuma namazmdaki istihlaf için, iki şartın gerçekleşmesi gerekir:

(1) Halifenin istihlaftan önce imama iktida etmiş olma­sı (Bu durum diğer namazlarda sahihtir.)

(2) Rükû gibi kısa bir rüknü yapacak kadarlık bir süre­den az zaman içerisinde olması.

(c) Malikî Mezhebine göre, istihlaf menduptur,  sebebi ger­çekleştiğinde istihlafı uygulamamak mekruhtur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, sebebi gerçekleşince istihlaf caiz­dir.

 

 

 

İmam

Muktedi

Münferid

Özel

İstihlaf

 

    +

   -

    +

Genel

Bina

    +

   +

    +

 

İstinaf

    +

   +

    +

Tablo 36: İstihlaf

 

4- Sahih Olma Şartları: [45]

 

(a) Şafiî Mezhebine  göre,  cuma  dışındaki  namazlarda  şart aranmaz. Cuma namazındaysa, birinci rekâtten sonra cemaat iktidaya niyeti bozup, kalanı yalnızca kılabilir.

(b) ÜM’e göre istihlaf için bazı şartlar bulunmaktadır.

 

İmamla İlgili Şart: İstihlaftan Önce Camiden Çıkmamak:

 

(a) Hanefi Mezhebine göre, istihlafı uygulamazdan önce imamın cami veya mescidden çıkmamış  olması gerekir. Çıkması halinde ne kendisinin, ne de cemaatin halife tayin etmesi sahihtir.

(b) Böyle bir durumda meselâ cami dışında bitişik saflar bu­lunduğu takdirde, eş-Şeybani’ye göre henüz bu safları geçmeden namaz bozulmazken, Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre bozulur. Bu saftakilerden birini halife tayin etmek, eş-Şeybani’ye göre sahih­ken, Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre sahih değildir.

İstihlâfın uygulanmasıyla, birinci imam bu fonksiyonunu yi­tirir, ikinci imam (halife) onun yerine geçer ve birincisi artık muktedî olur. Böylece, birinci imam, ya istihlaf ile veya camiden çıkmakla imamlık fonksiyonunu yitirmiş olur. [46]

 

Halîfeyle İlgili Şartlar:

 

İmamlık Yapmaya Ehliyetli Olmak:

 

(a) Hanbelî Mezhebine göre, halîfede sadece bu şart aranır.

(b) Hanefî Mezhebine  göre,  istihlaf uygulanırken,  imamlık yapacak olan halîfenin imamete ehil olması gerekir. [47]

 

Çocuğun İstihlafı:

 

Çocuğun istihlafı halinde, hem imamın, hem de cemaatin namazı bozulur. Çünkü Hanefî Mezhebine göre, baliğ birinin farz namazda çocuğa iktidası caiz değildir. Aynı şekilde, Hanefî Mez­hebine göre, farz kılan, nafile kılana uyamaz; eş-Şafiî’ye göre uya­bilir.

 

Kadının İstihlâfı:

 

Kadının istihlâfı halinde bütün cemaatin namazı bozulur. Züfer’e göre, halîfe ve kadınların namazı sahih, erkeklerinki fasiddir.   

 

Ümmi’ye, Setr-i Avreti Sağlayamayana Ve İmayla Namaz Kılana Uymak:

 

Bunların istihlâfı halinde de, bütün cemaatin namazı bozulur. Fakat Züfer’e göre, imam ilk iki rekâtte kıraat yaptıysa, son iki re­kâtte ümmî birinin istihlâfı halinde namaz bozulmaz. Çünkü bu rekâtlerde kari (okuyabilen) ile ümmî eşit haldedir. Ancak, Ebu Hanife’ye göre, teşehhüdden sonra bile istihlaf edilemez.

 

Mesbûkun İstihlâfı:

 

Mesbûkun. istihlâfı caizdir, ancak müstehap olan müdrikin istihlafıdır. Çünkü müdrik, namazın kalan kısmını tamamlamaya ve normal seyrinde bitirmeye, böylece cemaat arasındaki karışıklığı önlemeye daha ehildir. Böyle bir durumda, imamın, müdriki istihlâfı müstehaptır, mesbûk da halîfe olmaya ve öne geçmeye çalışmamalıdır. Fakat, buna rağmen halîfe olunca, imamın bıraktığı yerden itibaren namazı tamamlar. Selâm verme sırasında müdrik birini istihlaf eder. İkinci halife cemaate selâm verdirir, birinci halife de kaçırdığı rekâtleri kendi başına tamam­lar.

 

         1              2          3            4

----------------------------------------------

Abdest Alır- İmam- Müdrik- Mesbuk

İşaretler

Şema 25: Mesbûkun İstihlâfı

 

İkinci imamın namazı, son rekâtte teşehhüd miktarı oturduk­tan sonra kahkaha, kasıtlı hades, konuşma veya camiden çıkmayla bozulursa, kendinin ve ona uyan mesbûkların namazı bozulur, müdriklerin namazı ise bozulmaz.

Birinci imamın arkasındaki cemaatin bütünü mesbûk olursa ve  bu  durumda  namazın  tamamlanacak kısmı varsa,  içlerinden biri istihlaf edilir. Halîfe selâma kadarlık kısmı tamamlar, selâm vermeden hem kendi, hem de ona uyan mesbûklar ayağa kalkarak birinci imamda yetişemedikleri kısmı teker teker tamamlar. Çünkü, bu durumda münferîd olmak, mecburi hale gelmiştir.

Sebku’l-Hades’e uğramayıp son rekâtte teşehhüd miktarı otur­duktan sonra kahkaha ile gülse, kasıtlı muhdes olsa, Ebu Hanife’ye göre mesbûkun namazı bozulur, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre bo­zulmaz; konuşsa veya camiden çıksa namaz bozulmaz. [48]

 

Lâhıkın İstihlâfı:

 

Bir rekât kıldırdıktan sonra sebku’l-hadese uğrayan imamın, bu rekâtte uyuyan veya abdest almaya giden birini istihlaf etmesi caizdir. Fakat imamın böyle birini istihlaf etmesi, lâhıkın da halî­fe olarak öne geçmesi doğru değildir. Çünkü lâhıkın, önce kaçırdığını tamamlaması gerekir. Böyle bir durumda lâhık, cema­ate kendisini beklemelerini hatırlatır. Sonra namazın kalan kısmını kıldırır. Önce kaçırdığını kaza etmeyip kalan kısmı tamamlar ve selâm verdirdikten sonra kaçırdığını kaza eder; Züfer’e göre bu caiz değildir.

Bütün bu durumlarda müdrik birinci, ikinci... imamla hare­ket eder. Namazdan ayrılan birinci, ikinci... imam ve mesbûk yetiştiğinde namazı kıldırmakta olan imama uyar, namaz bittikten sonra kılamadığını kaza etmeye kalkar. Birinci imamdan sonraki halîfeler, yani ikinci, üçüncü... imamlar, birinci yerine geçer ve namazı buna göre tamamlar.

Bu gibi hallerde, genel kaide şudur: İmamın iktida etmesi sa­hih olan kimse, halife olmaya da ehildir. Fakat imamın iktida et­mesi sahih olmayan kimse ise halife olamaz. Meselâ teyemmümlü imamın abdesti bozulduğunda abdestli birini istihlaf etmesi caizdir. Çünkü teyemmümlü abdestliye iktida edebilir. Hatta istihîaftan sonra birinci imam su bulursa, sadece kendinin namazı bozulur. Birinci imam halifenin su bulması halinde, hepsinin namazı bozu­lur.

 

Yolcu İmamın Mukîmi İstihlâfı:

 

Arkasında kendine iktida eden yolcu ve mukimler bulunan yolcu imam sebku’l-hadese uğrayınca mukim birini istihlaf etmesi caizdir. Fakat hem imam, hem mukim için bu doğru bir davranış değildir. Böyle bir durumda, namazın kalan kısmını tamamlar, ikinci rekâtte teşehhüd miktarı oturur, geri çekilerek yolcu birini istihlaf eder.  İkinci halîfe yolculara selâm verdirir, mukimler ile birinci halife yalnız başına diğer rekâtleri tamamlar.

 

Namaza Devam Edebilecek Durumda Olmak: [49]

 

Hanefî Mezhebine göre, imamın kıldırdığı rekâtlerden sonra, halifenin namaza devam edebilecek durumda olması, yani bina ale’s-salât şartlarını taşıması gerekir. Bu da aşağıdaki gibi ger­çekleşir:

 

Hadesle İlgili Şartlar:

 

I. Hadesin Meydana Gelmesi:

 

(a) Hadesin kendi isteği dışında olması. Şafiî Mezhebine göre, bu şart değildir, kasıtlı olunca da istihlaf uygulanabilir.

(b) Kendi bedeninden çıkması,

(c) Guslü gerektirmeyen bir hades olması,

(d) Nadiren değil, her zaman olabilmesi.

 

II. Hades’ten Sonrası:

 

(a) İmamın hadesli olarak bir rükün yapmaması ve yürümemesi,

(b) Kasıtlı olarak namaza aykırı bir davranışta bulunmaması,

 

İmamla İlgili Şartlar:

 

(a) İstihlaf için bir rükün yapacak kadar bir zaman namaza ara vermemesi,

(b) Namaza başlamadan önce abdestsiz olduğunu ortaya çıkmaması,

(c) Tertip sahibiyse kazaya kalan namazını hatırlamaması.

 

Halîfenin Bir Tane Olması: [50]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, imam, halîfe seçmez ve cemaat de seçmeyerek namazı tek başına kılarsa, hepsinin namazı bâtıl olur. İmam,  bir halife,  cemaat de bir halife  seçerse, namaz  imamın seçtiği halifenin  arkasında sahih olur, diğerlerininki olmaz. Ne imam, ne de cemaat halife seçmeyip, muktedîlerden biri ken­diliğinden imamete geçerse, bu durumda namaz sahih olur.  

(b) Şafiî Mezhebine göre, imam birini halîfe seçerken, cemaat de başka birini seçerse, ikisinin de arkasında namaz kılmak sahih olur; aynı şekilde imam, halîfe” seçerken, cemaatten birinin ken­diliğinden öne geçmesi halinde, ikisinin arkasında da namaz sa­hih olur. Fakat ilk durumda imamlığa lâyık olan, cemaatin seçtiğidir, ancak imam maaşlı ve vazifeli olursa onun seçtiği daha lâyık   sayılır.

(c) Malikî Mezhebine göre de, durum Şafiî Mezhebinde olduğu gibidir, farklı olarak imam halîfe seçince,   cemaatın başkasına uyması haram olur.  Bu  durum cuma  namazında olursa,  imamın seçtiği halîfenin arkasında kılınan namaz sahih olur; imam halîfe seçmezse muktedîlerin seçtiği ve öne ilk geçen halîfenin arkasındakilerin  namazı sahihtir;  imam seçmez ve cemaat namazı tek başına tamamlarsa hepsininki bâtıl olur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, imam, halîfe seçmezse, cemaat tek başına kılabileceği gibi, halîfe seçerek de kılabilir. Hem imam, hem cemaat birer halîfe seçtiğinde, imamın halîfesinin arkasında kılman namaz sahih olur.

 

Cemaatle İlgili Şart:

 

İstihlafın uygulanması sırasında, cemaatın bulundukları yerden ayrılmamaları ve yerlerini değiştirmemeleri gerekir.

 

57. Safların Ve Cemaatin Düzeni: [51]

 

1- Safların Düzeni:

 

Cemaatle namaz toplu halde kılınacağından, cemaate katılanlar sırayla ve düzenli bir şekilde yerini alır ve namaza du­rurlar. Namaz kılanların meydana getirdikleri düzenli her sıraya Saf denir. Safların düzenli olmasına çok dikkat edilmelidir. Özel­likle imam, safların düzenli tutulması için cemaatı sık sık uyar­malıdır. Bu düzen aşağıdaki gibi sağlanır:

 

İmamın Duruşu:

 

(a) İmam cemaatin orta yerinde ve önünde durur. Biraz sağda veya solda durmasıyla sünnet terkedilmiş olur. Zaten camilerde imamın sünnet üzere duruşunu sağlayan mihrap vardır.

İmam selâm verdiğinde,, farzdan sonra sünnet yoksa, ister sağına veya isterse soluna- dönerek kıbleyi bu iki tarafından birine alır; isterse tam cemaate karşı da dönebilir, fakat karşısında na­maz kılan biri varsa cemaate karşı dönmez; zira namaz kılanın karşısına  oturmak  mekruhtur; farz  namazdan sonra  kılınacak sünnet varsa, bu namazı, bulunduğu yerden sağa veya sola, ileriye veya geriye çekilerek kılar. Cemaat de namazdan sonra dağılır.

(b) Kadınlara imam olan bir kadın, onlardan önde bulunma­yıp, aralarında ve aynı hizada durur, ileride durması mekruhtur. [52]

(c) (1) Ebu Hanife, Züfer ve Sevrî’ye göre, imamın kaamet bitmezden önce “Kad Kameti’s-salâh” denince tekbir alması uy­gundur.

(2) Malik ve eş-Şafiî’ye göre, kaametin bitmesi ve safların düzgünce tutulmasından sonra imam tekbir alır. [53]

(d) Cumhur’a göre, imam  Fatihayı bitirince  âmin  derken, Malik’e göre diyemez. [54]

(e) Caferi Mezhebine göre, imamın durduğu yer, cemaatinkinden sadece, biraz yüksek olmalıdır. Cemaat, imamın yerinden daha yüksekte durabilir. [55]

 

Cemaatin Duruşu:

 

(a) Kalabalık, cemaatte önde erkekler, sonra erkek çocuklar, daha sonra kadınlar saf tutar. Bu durum iki erkek ve daha fazla­sında da uygulanır. Cemaat imamın arkasında düzgünce saf mey­dana getirir. Saflar arasında boşluk bırakmak mekruhtur.

(b) Cumhur’a göre, imamdan başka cemaat olarak bir tek er­kek varsa, imamın  sağına ve biraz gerisine durur,  Ebu Yusufa göre   aynı   hizada   dururlar.   Bir  kadm,   bir  erkek  varsa,   erkek imamın sağma, kadın arkasına durur. Bu gibi durumlarda, daha sonra gelenler de, safların düzgün tutulması için imamla namaza başlayanların bir sağına, bir soluna yerleşerek saf tutarlar.

Caferi Mezhebine göre, muktedî, imamdan veya kendinden önceki saftan çok uzakta olmamalıdır. Muktedî, imamdan önde olmamalıdır. İhtiyat, biraz gerisinde durmasıdır. [56]

(c) Muktedîler -imam dışında- iki kişi olursa, Malik ve eş-Şafiî’ye göre, arkasına dururlar. Ebu Hanife’ye göre, imam, ikisi arasına durur. İmam dışında üç kişi olunca imam ortalarına, on­lar da arkasına durur. [57]

(d) Cemaatten birinin saf arkasında yalnızca durarak imama uyması  halinde, -önceki saflara girecek yer  olmaması dışında- Cumhur’a göre namazı sahihtir, fakat bu davranış mekruhtur; Ahmed b. Hanbel ve Ebu Sevr’e göre namaz fasiddir. [58]

(e) İmamı rükûda bulan kimse,  ona uymak için ilk saflara gideceği takdirde, rekâtı kaçıracağından korkarsa, son safa dura­rak imama uyar, saflardan   birine   katılmaksızın   kendi   başına yalnızca bir yerde durup   uyamaz;   ancak  rekâti  kaçıracağından korkarsa, yalnız başına ve saflardan ayrı olarak da imama uyabi­lir.

(f) Cemaatle kılınan namaz bittikten ve müezzin “Allahumme Ente’s-Selâm...” dedikten sonra sünneti veya duayı başka bir yerde tamamlamak gerekir; aynı   yerde de tamamlanabilir. Farzdan sonra   safları   bozmak, -sonradan   gelenlerin hala farz kılınıyor sanmamaları için- müstehaptır.

 

2- Cemaatin Dikkat Edeceği Noktalar:

 

(a) Cemaate yetişmek için koşmak mekruhtur. Çünkü ibadete ağırbaşlı olarak gidilir.

(b) Namazda imamın gerisine durmak ve iktidaya niyet et­mek gerekir.

(c) İmamın sesi yetersiz kalınca veya duyulamaz olunca, tek­bir ve teşbihler müezzinler veya ehil kimseler tarafından yüksek sesle tekrarlanmalıdır. Buna Tebliğ ve İ’lam denir. [59]

(d) Müezzinin  bulunması veya mükellefin kendisinin onun okuyacaklarını  tekrarlaması  gerekir.

(e) Cemaat imamın  kıraatini  içinden  tekrarlamaz; tekbir, tesbih ve tahiyyatı içinden okur, diğer durumlarda   susar ve imamın kıraatini dinler.

(f) Cemaat safları sık ve düzgün tutmalı, imam bunu sağlamak için cemaati uyarmalı ve eğitmelidir.

(g) Cemaatten birinin saf ortasında yer varken tek başına saf tutması mekruhtur, ancak sıkışıklık olursa arka safta durabilir.

(h) Kaamet getirilirken “Hayye Ale’s-Salah”  denince  ayağa kalkılır.

 

58. Cemaate Katılma Yönünden Namaz Kılanlar:

 

1- Bütünüyle Veya Kısmen İktidaya Göre Değerlendirme:

 

Şafiî Mezhebi dışında kalan Üm, muktedîyi namaza bütü­nünde veya bir kısmında imama uyarak kılmasına göre değerlendirir:

 

Musalli       Cemaat                                            Muktedi

-----------   -----------  ---------------------------------------------------------

Münferid     İmam    Bütününde Muktedi: Müdrik  Kısmen Muktedi

                                                                                   1- Lâhık

                                                                                   2- Mesbuk

Şema 26: Cemaate Katılma Yönünden Namaz Kılanlar

 

Namazın Bütününde İktida: Müdrik: [60]

 

Namaz Konusundaki Müdrikler:

 

Namaz konusundaki müdrikler namaza başından yetişenler üç çeşittir:

 

Cemaat Faziletine Yetişenler (Müdrik bi’l-Cema’at):

 

(a) ÜM’e göre, cemaate yetişme, -selâmdan önce oldukça- na­mazın herhangi bir kısmında imamla birlikte hareket edince ger­çekleşir;  ancak, Şafiî Mezhebi, cuma namazını bundan  istisna eder, çünkü onlara göre cumaya yetişme tam bir rekât yetişince gerçekleşir.

(b) Maliki Mezhebine göre, cemaate yetişme ve Hz. Peygamber’in belirttiği fazileti elde etme, imamla -rükûdan önce yetişip iki secde yaparak-  tam bir rekât kılmakla gerçekleşir.  Namaza bu şekilde yetişmekle, hem cemaat fazileti elde edilir, hem de iktida hükümleri uygulanır: Bu namazda, başkasına imam olunmaz, başka bir cemaatle iade edilmez, selâmdan önce veya sonraki sehiv secdelerini  yapmak,   imama ve   solundakilere   selâm vermek vb. imama, rükûdan kalkıştan sonra veya rükûa yetişip bir mazeret -meselâ kalabalık- dolayısıyla secdeye imkân bulamayınca cemaat sevabı elde edilmediği gibi, iktida hükümleri de uygulanmaz: Başkasına  bu  namazda imam olunabilir, başka cemaatle iadesi müstehaptır, imama ve solundakilere selâm  verilmez... Bununla birlikte, imama teşehhüdde yetişince de, ecir ve sevaptan mahrum kalınmaz.

 

Rekâte Yetişenler (Müdrik Bi’r-Rek’at): [61]

 

(a) Cumhur’a göre, imama, başını rükûdan kaldırmazdan önce yetişerek birlikte rükû yapan kimse, bu rekâte yetişmiş olur, sonradan kaza etmesi gerekmez:

(1) Malik ve eş-Şafîî’ye göre, muhtar (yeğlenmiş) olan, iki tekbir almaktır, ancak iftitah tekbirine niyet edince bir tekbir de yeterli olur.

(2) Hanefî Mezheblerine göre, -iftitaha niyet etmese de- bir tekbir yeterlidir.

(3) Bir gruba göre, iki tekbir almak şarttır.

(4) Caferî Mezhebine göre, imama rükûdayken yetişeceğini düşünüp rükû eder ve fakat yetişemezse, ya da yetişip yetişmemekte şüphelenirse, ferdî olarak namazının sahih olması uzak değildir, ihtiyat namazı tamamlamak ve yeniden kılmaktır.

(b) Ebu Hureyre’ye nispet edilen görüşe göre, imama, kıyamdayken yetişmek şart olup, rükûda yetişince bu rekât kaza edilir.

(c) eş-Şa’bî’ye göre, imam başını kaldırıp bir kısım, cemaat kaldırmadan son safa ulaşınca -müslümanlar  birbirinin imamı olduğundan- bu rekâte yetişilmiş olur.

                           

Namaz konusundaki Müdrikler

-----------------------------------------------------------------------

Müdrik Bi’l-Cema’at  Müdrik Bi’r-Rek’at  Müdrik Bi’s-Salat

Şema 27: Namaz Konusundaki Müdrikler

 

Namaza Yetişenler (Mudrik bi’s-Salât): [62]

 

Cemaatle kılınan namaza başından itibaren veya birinci rekâtin rükûundan önce bütün rekâtlerde aralıksız olarak yetişen mükellefe Müdrik bi’s-Salât adı verilir.

 

Müdrikin Namazı Kılması:

 

Müdrik, namazını, tamamen imama uyulması gereken yer­lerde uyarak; uyulmaması gereken yerlerde uymayarak kılar.

 

Namazın Bir Kısmında İktida:

 

Başlamazdan Önce Rekât Kaçırıp Kalanında İktida: Mesbûk

 

İmama, birinci rekâtin rükûundan sonra, bitene kadar her­hangi bir yerinde uyan kimseye Mesbûk adı verilir

(a) Hanefî Mezhebine göre, mesbûk, şu esaslar çerçevesinde namazını kılar:

(1) Başlangıçta İmama Uyması: İmama kıraatin gizli yapıldığı namazda yetişen kimse, tekbirden sonra senayı (subhaneke) okur, açık yapılan kıraatteyse -sahih görüşe göre- okumaz. İmama rükûda veya secde yapmadan yetişince, -rükû veya secdenin bir kısmına yetişecekse- senayı okur, yetişmezse okumaz; ka’de yaparken  yetişince  sena okunmayıp  doğrudan oturulur.

(2) Kılamadıklarını Kazaya Kalkması: Mesbûk kılamadığı  rekâtleri  kaza  etmeye, imamın  selâmından  sonra kalkar, daha önce kalkması şu haller dışında mekruhtur:

(2.a) İmamın selâmını bekleyince mesh süresinin dol­ması,

(2:b) Özür sahibi olup vaktin çıkma korkusu,    

(2.c) Cuma namazında ikindi vaktinin girmesi,

(2.d) Sabah namazında güneşin doğması, bayram na­mazında ikindi vaktinin girmesi,

(2,e) Sebku’l-hades endişesi,

(2.f) Cemaatin önünden geçme korkusu. Bütün bu du­rumlarda bile, imam teşehhüd miktarı oturduktan sonra kalkılır, daha önce kalkınca mesbûkun namazı bozulur. İmamın selâmını beklerken susmak ve kelime-i şehadeti tek­rarlamak uygundur, salavât ve dualar da okunabilir. Mesbûk ayağa kalkması sahih olacak yerde kıyam yapıp, daha imamı selâm vermeden namazını bitirerek selâmda ona uysa, na­mazı bozulmaz.

(3) Kılamadıklarını Kazası:

(3.a) Münferîd Gibi Olduğu Yerler: Mesbûk kılamadığı rekâtlerde normal olarak münferîd gibidir, yani tek başına nasıl kılıyorsa, kalan kısmı da öylece tamamlar. Namazın başı kıraate göre, sonu da teşehhüde göre düzenlenir:

(a) Dört Rekâtli Namazlarda Durum:                

I. Dört rekâtli namazlarda ikinci rekâtte imama yetişen kimse, kalan üç rekâtı imamla birlikte kılar, selâmdan sonra kılamadığı ilk rekâti kıraat yaparak kılar.

II. İmama üçüncü  rekâtte yetişen kimse, kılamadığı iki rekâti selâmdan sonra yine kıraati Fa­tiha ve zamm-ı sûre ile yaparak tamamlar.

III. İmama dördüncü rekâtte rükûdan önce yetişen mükellef,  bir  rekâti  imamla,  kalan  üç  rekâti  yalnız başına kılar: İkinci rekâtte oturur, üçüncü rekâtte de ikincide olduğu gibi kıraat yapar, fakat oturmaz, böylece namaz normal hale gelir,  dördüncüde sadece Fatihayı okuyarak  ka’deyi   de  yapmak  suretiyle   namazını  ta­mamlamış  olur.

(b) Üç Rekâtli Namazlarda Durum:

I. Akşam namazına ikinci rekâtte yetişen kimse, kılamadığı ilk rekâti, selâmdan sonra kıraat yaparak tamamlar, bu rekâtte oturur ve sonra selâm verir.

II. Üçüncü rekâtte imama uyan kimse ise, selâm­dan sonra kalkar ve kılamadığı iki rekâti tam kıraat ile ve ikisinde de oturarak tamamlar. Bununla birlikte, ikincide unutarak oturmazsa, bu yanılmadan dolayı se­hiv secdesi gerekmez.

(c) İki Rekâtli Namazlarda Durum: İmama sabah namazında ikinci rekâtte veya birinci rekâtin rükûundan

sonra uyan kimse, bu rekâti onunla tamamlar, kılamadığı iki rekâti tam kıraat ile kılar, ikincide oturur ve sonra se­lâm verir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Rekatlere

Göre Yetişme

Kılınan Namazın Rekat Sayısı

Kaçıncı Rekâtte Yetiştiği

Cemaatle Kılınan Namazda

Yetişemediğini Kılması

Yetişemediği Rekatler

Kılacağı Rekatler

Kaza Edec Rekatler

Kıraati

Son Rekatten Önce

4

2

1

3

1

Fatiha ZS.

3

2

2

2

İkisinde de F.ZS.

4

3

1

3

İlk İkisinde

F. ve ZS. Üçüncüde F.

3

2

1

2

1

F.ZS.

3

2

1

2

İkisinde de F.ZS.

2

2

1

1

1

F. ZS.

Son Rekat­ten Sonra

Bütün Namazı Münferid Gibi Hareket Ederek

Yeniden Başlamışcasına Kılar

Tablo 37: Mesbûkun Namazı Kılması

 

(3.b) Münferidden Ayrıldığı Yerler:

I. İmameti ve İktidası: Mesbûk kaza edeceği rekâtlerde başkasına, başkası da ona uyamaz: Mesbûk, mesbûka    iktida ederse muktedînin namazı bozulur, imamınki bozulmaz, mesbûk başkasına uyunca sadece kendisinin namazı bozulur. Kılınacak rekât sayısı için aynı durumdaki bir başkasına bakarak namaz kılınabilîr.

II. Yeni Namaz İçin Tekbir Almak: Mesbûk yeni bir namaza başlamak niyetiyle tekbir alıp, bununla ön­ceki namazı kesebilir.

III. İmamın Sehiv Secdesi Yapması: Mesbûk teşehhüd miktarı oturduktan sonra, kılamadığı rekâtleri tamamlamaya kalktığında, imamın sehiv secdesi yaptığını görürse, iki durum ortaya çıkar:

(1)  Kılmaya kalktığı rekât için secde yaptıysa, sehiv secdesini namaz sonunda yapar,

(2) Kalktığı rekât için secde yapmadıysa, he­men ona uyar,  sonra diğerlerini kılar,  sehiv secde­sine dönmeyince bu secde namaz sonunda kaza edi­lir. İlk durumda, imama uyarak secdeye dönülürse, namaz bozulur.

IV. İmamın Tilavet Secdesi Yapması:  Mesbûk kılamadıklarını  kazaya kalkar  ve bu sırada henüz kaza için kalktığı rekâtin secdesini yapmadan imam ti­lavet secdesi yaparsa, imama mütabeat etmesi vaciptir; kaza için kalktığı rekâtin secdesini yaparsa, mesbûkun namazı -mütabeata dönsün dönmesin- bozulur. İmam tilâvet secdesi yapmayınca, her ikisinin de namazı sahih­tir. Namazın rüknü olan secdeler için de, tilâvet secdesinin bu hükümleri uygulanır.

V. İmamın Sehven Beşinci Rekâte Kalkması: Böyle bir durumda eğer imam dördüncü rekâtte oturmuşsa ve mesbûk da beşinci rekâtte ona uymuşsa, namazı   bu  kıyamla  bozulur,   imam   dördüncü  rekâtte oturmamışsa -beşinci rekâtte secdeye gitmedikçe- mes­bûkun namazı ona uymasıyla bozulmaz.

(b) Mâlikî Mezhebine göre, cemaatle kılınan namaza girmez­den önce, muktedî bir veya daha fazla rekât kaçırdıysa mesbûk adını alır: Mesbûk, imamın selâmından sonra kaçırdıklarını kaza etmeye kalkar, ancak buradaki “kaza” ifadesi sözlü işlemler için kullanılır,  fiili  işlemlerde  mesbûk banidir, yani namaza kaldığı yerden devam etmektedir: Kaçırdığını namazın başlangıcı kılması, “kaza” demektir ve bu durumda kıraat de ona göre düzen­lenerek Fatiha ve sûre veya kaçırdığına göre -gizli veya açık- sa­dece Fatiha okunur; yetiştiğini namazın başlangıcı, yetişemediğini namazın sonu kabul etmek “bina” demektir. Bu son durum, şöyle açıklanır: Muktedî, imama yatsının son rekâtinde yetişip üç rekât kaçırmış olursa, imam selâm verince kalkar, bu kıldığı ilk rekâtte Fatiha ve sûreyi açıktan okur, sonra oturur ve teşehhüdden sonra kalkar, yine Fatiha ve sûreyi açıktan okuyarak bir rekât daha kılar, teşehhüd için oturmaz, son rekât için kalktığında yalnızca Fatihayı içinden okur, teşehhüd yaparak selâm verir. Kaza edilecek sözlü işlemlerden biri de kunûttur: Sabah namazına ikinci rekâtte yetişince, imama uyularak kunût okunur, selâmdan sonra ilk re­kâtin kazasına kalkılır, kunût okunmaz. Burada kaza edilen sözlü işlemler, kunût ve kıraattir. İmamın sehiv secdesi yapması gerekir ve bu, selâmdan önce olursa, kazaya kalkmazdan önce imamla secde edilir, selâmdan sonraki sehiv secdesi olunca, kaçırılanlar kaza edildikten sonra yapılır. Mesbûk, imamla iki rekât kılarsa veya bir rekâtten daha az rekât kıldıysa kazaya tekbirle kalkar, aksi halde kıyam halinde tekbir almayıp susarak kalkar.

 

                                            Musalli/Namaz Kılanlar

-----------------------------------------------------------------------------------------

Münferid                                                              Cemaat

-----------------------------------------------------------------------------------------

İmam                                                                   Muktedi

-----------------------------------------------------------------------------------------

Namazın Bütününde veya Kısmen                          Ağırlık Fatihada Olarak

İktidaya Göre Değerlendirme (ÜM)                        Değerlendirme (Şafiî Mezhebi)

-------------------------------------------------------         1. Mesbûk

Bütününde Muktedi:               Kısmen Muktedi       2. Muva                  

Müdrik

--------------------------------------------------------                     

Başlamazdan Sonra Rekâtı    Başlamazdan Önce Rekâtı                                      

Kaçırıp Kalanında İktida:       Kaçırıp Kalanında İktida:

1. Sırf Lahık                            Mesbûk

2. Mesbûk Lahık

Şema 28: Musalli: Namaz Kılanlar

 

(c) Hanbelî Mezhebine göre, cemaatle kılınan namaza, bir veya daha fazla rekât kaçırdıktan sonra başlayınca, imam namazı bitirdikten  sonra kaçırılanlar eda edilir;  teşehhüd  dışında kaza edilenler namazın başlangıcı, imamla kılınan ise namazın sonu kabul edilir: Kazada istiftah duası ve taavvuz, duruma göre Fatiha ve sûre okunur, cuma dışındaki namazlarda, namaz açık kıraatliyse açık veya gizli okuma konusunda mükellef seçme hakkına sahiptir, cumada ise açıktan okuyamaz. Mesbûk, kazaya, imam ikinci selâmı vermeden kalkar. Ayrılmayı mubah kılan bir özür bulunmadan ikinci selâmında kalkılırsa, sonrasını kaza et­meye kalkmak gerekir (yani selâm beklenir, sonra yeniden kalkılır), aksi halde namaz nafileye dönüşerek farzın iadesi gere­kir. Teşehhüdde ise, şöylece hareket edilir: Meselâ dört rekâtli na­mazda veya akşam namazında imama yetişen mesbûk, bir rekât kaza ettikten sonra teşehhüd yapar. İmamın son teşehhüdünde, mesbûkun teverruk şeklinde oturması uygundur. Mesbûk sehven imamıyla birlikte selâm verirse, namaz sonunda sehiv secdesi yapması gerekir. Aynı şekilde, -imamla secde etse de- hem imamla birlikte kılman, hem de yalnız başına kaza edilen kısımdaki se­hivler için ayrı ayrı secde yapılır. İmam secdeyi gerektiren bir halle karşılaşıp secde yapmazsa, mesbûk bu secdeyi yapar. Mesbûk, imam birinci selâmı vermeden iftitah tekbiri alınca, cemaate yetişmiş olur. Mesbûk, rükûda -itmi’nan olmasa da- imama yetişince, rekâte yetişmiş olur, bu durumda itmi’nanı kendisi uygular, sonra imama katılır.

 

Başladıktan Sonra Ktsmen Kaçırıp Kalanında İhtida: Lâhik [63]

 

Tanımı:

 

Lâhık kavramı, sadece Hanefî Mezhebi tarafından kullanılır, Malikî ve Hanbelî Mezhebleri onu mesbûk içinde ele alır.

Namaza imamla başlayıp herhangi bir sebep veya gecikmeyle -meselâ uyku, gaflet, cemaatın çokluğundan dolayı bir sıkıntı veya sebku’l-hadesle karşılaşmakla- namazın bir kısmını veya ta­mamını kılamayan kimse Lâhık adını alır.

 

Namazını Kılması:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, lâhıklar, sırf lâhık ve mesbûk lâhık olmak üzere iki çeşittir:

(1) Sırf Lâhık: Lâhık, müdrik muktedî gibidir: İmama mütabeatı sona ermez, bu sebeple, onun arkasında ve kaçırdığı rekâtleri veya rükünleri kaza ederken kıraat yapmaz, kaza sırasında kendi sehivi için secde yapmaz, yolcuysa ikamete niyetiyle namazı dört rekâte dönüşmez. İmamın sehiv secdesi yapması halinde, kaçırdıklarını kaza ettikten sonra onu yapar. Sırf lâhık, namazını bu esaslar çerçevesinde iki şekilde kılar:

(l.a) Kaçırdıklarını Hemen Kaza Etmek: Sırf lâhık mümkünse kaçırdıklarını -rükün veya rekât olsa da- hemen kaza eder ve sonra imama uyarak onunla selâm verir; bu du­rumda, ona uyamayınca, namaza devam eder, kıraat yapmaz. Meselâ birinci rekâtın kıyamında uyuyup, imamın secdeye gittiği anda uyanan muktedî, hemen rükûa gider, sonra secde yaparak imama yetişir. Züfer’e göre, önce, kaçanı kaza etmek şarttır, aksi halde -tertip şart olduğundan- namaz bozulur.

(l.b) İmama Mütabeat: İmamına yetişemeyeceğini tah­min ettiği takdirde lâhık, hemen imamla birlikte hareket eder; namazdan çıkınca, kendi başına kaçan rekâtleri ve rü­künleri kaza eder. Meselâ dördüncü rekâtteyken burnu kana­yan muktedî, namaza aykırı bir harekette bulunmaksızın hemen abdest alır, mümkün olan işlemde imama uyar, imam selâm vermişse, kendi başına dördüncü rekâti hiçbir kıraat yapmaksızın -imamın arkasında kılıyormuş gibi- tamamlar. İmam sehiv secdesi yaparsa, lâhık, henüz namazını tamamlamamışsa, onunla birlikte bu secdeyi yapmaz, önce na­mazını bitirir, sonra bu secdeyi yapar.

Şüphesiz bu gibi durumları -özel olarak, öğrenen pekaz kimse dışında- bilmek hayli güçtür. Bu sebeple, lâhıklarm noksan kalan namazlarına -mesbûk gibi hareket ederek- ye­niden başlaması en uygun çözüm yoludur. İmama -namazdan ayrılarak- yeniden uymaya yetişemeyen lâhık, -mesbûk gibi hareket ederek- namaza yeniden başlaması en uygun çözüm yoludur. İmama -namazdan ayrılarak- yeniden uymaya, yetişemeyen lâhık -iktida ortadan kalktığı için- namazını baştan itibaren yeniden kılar.

(2) Mesbûk Lâhık: Lâhık bazan mesbûk da olabilir: Meselâ namazın ikinci rekâtinde imama yetişip, sonra imam ar-kasındayken bir veya daha fazla rekât kaçıran lâhık, Mesbûk Lâhık adım alır. Mesbûk lâhıklar, önce imamla birlikteyken kaçırdıklarını kıraatsiz olarak kaza edip, sonra baştan yetişemediklerini kıraatle kaza eder. İmam sehiv secdesi yapar­sa, ona uymayıp, kaçırdıklarını kaza ettikten sonra yerine geti­rir. Mesbûk lâhık, önce namaz başında yetişemediklerini kaza ederse, namazı günahla birlikte sahih olur.

(b) Malikî Mezhebine göre, muktedînin kalabalık, abdesti bozmayan dalgınlık ve uyku gibi bir özür sebebiyle, başladıktan sonra namazı kısmen kaçırması üç şekilde olur:

(1) Rükû Veya Rükûdan Kalkışın Kaçması:

(l.a) Birinci Rekâtte Kaçırma: Muktedî, imamla birlik­teyken rükû veya ondan kalkması birinci rekâtte olursa, imama mütabeat edilerek bu rekât kaçmış olur, selâmdan so’nra bu rekât kaza edilir.

(l.b) Diğer Rekâtlerde Kaçırması: Rükû veya ondan kalkışın kaçırılması birinci dışındaki rekâtlerde olur ve riikû veya kalkışı yapılınca imamla -bir secde de olsa- secde yapılabileceği zannedilirse, rükû veya kalkış yapılır, bu zan uygulamaya konmazsa öncekiler hükümsüz bırakılarak imama mütabeat edilir; imamın secdesine yetişeceğini tah­min etmezse, bu rekât iptal edilerek, selâm verilir ve sonra kaza edilir. Emredilene muhalefet eder ve kaçırdığını yapar­sa, imamın, secdesine yetişince, namaz sahih olur, bu rekâte de yetişmiş olur, aksi halde namaz bâtıl olur.

(2) Bir Veya İki Secdeyi Kaçırmak: Muktedî imama sonra­ki  rekâtin   rükûundan  başını  kaldırmazdan  önce  yetişeceğini tahmin ederse, kaçırdığını yapar ve imama katılarak bu rekâte yetişmiş sayılır, fakat yetişebileceğini tahmin etmeyince, bu re­kât iptal edilerek imama mütabeat edilir, kaçan rekât selâmdan sonra kaza edilir, bu iptal edilen rekâtin bir fazlalık olması do­layısıyla sehiv secdesi yapmak gerekmez.

(3) Bir Veya Daha Fazla Rekâti Kaçırması: Muktedî bir veya daha fazla rekât kaçırınca, bu kaçırdığım, mesbûkun kunût ve kıraate göre kaçırdığını kaza ediş gibi kaza eder ve fiili işlemlerde  “bânî”  olur.  Muktedî,  bazan  namaza başlamazdan önce bir kısmı kaçırıp, başladıktan sonra da kalabalık vb. bir sebepten bir veya daha fazla rekâti kaçırabilir (yani mesbûk lâhık olabilir): Meselâ dört rekâtli bir namazda imama ikinci rekâtte yetişip, ikinci ve üçüncü rekâtler onunla kılınır ve dör­düncü de kaçırılabilir, böylece biri başlamazdan önceye, öteki de sonraya ait olmak üzere iki rekât kaçırılmış olur. Bu durumda, son kaçan rekât, -namaz  açık kıraatli de olsa-  Fatiha gizlice okunarak kılınır, sonra  ilk kaçan  için- namazın  açık kıraatli olup olmamasına göre- Fatiha ve sûre okunur ve selâm verilir.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, namaza başında imamla başlayıp, gaflet, abdesti bozmayan uyku gibi bir özür sebebiyle bir rükün geri kalanın, bu özür kalkınca, rükûa yetişememesiniden do­layı sonraki rekâtin kaçmasından korkmazsa, hemen kaza etmesi gerekir, böylece bu rekâte yetişilmiş olur, sonraki rekâtin kaç­masından korkunca imama uyulur ve bu rekât lağvedilerek se­lâmdan sonra -özelliğiyle- kaza edilir. Benzer özürler dolayısıyla, imamdan bir veya daha fazla rekât geri kalınınca, imama mutabeat edilir, geri kalan kısım -özelliğiyle selâmdan sonra kaza edi­lir: “Özelliğiyle kaza etmek” kaçırdığı birinci rekâtse, yapılması istenenleri aynen uygulayarak yerine getirmek demektir. İmama yetişip birinci rükûu onunla yaptıktan sonra kalkarsa, ikinci sec­dede imama uyulur, böylece namaz birinci rükû ile ikinci secdeden ibaret olur, kaçırılan da selâmdan sonra özelliğine göre kaza edi­lir.

Burada, İbn Rüşd’ün, unutarak rükûda imama uyamamanın ne gibi sonuçlar doğurduğuyla ilgili açıklamasını sunmak yerinde olur:

(1) Bir grup hukukçuya göre, imamın rükûnu kaçırınca, rekât kaçmış olur ve kazası gerekir.

(2) Bir gruba göre, imam ikinci rekâte kalkmazdan önce rükûu  tamamlamak  mümkünse, rekât yetişilmiş ve  kılınmış kabul edilir.

(3) Bir gruba göre, imamın ikinci rekâtte  eğilmesinden sonra başını kaldırmadan yetişince, rekât onunla kılınmış ka­bul edilir.

 

2- Fatihaya Göre Değerlendirme:

 

Şafiî Mezhebi, muktedîleri, imamla birlikteyken Fatiha’yı okuyacak kadar zaman bulup bulmamasına göre değerlendirir. [64]

 

Mesbûk:

 

Tanımı:

 

-Birinci rekâte yetişse de- normal bir okuyuşla Fatihayı oku­yacak kadar bir süre imama yetişemeyen muktedî Mesbûk adını alır.

 

Namazı Kılması:

 

Mesbûk namazını hale göre kılar:

I. İmama rükûdayken veya kıyamdayken yetişip sadece iftitah tekbiri alarak yetişme halinde, onunla birlikte hareket etmek gerekir, Fatiha düşer, rükûda yakınen imamla birlikte bulunursa bu rekâte yetişilmiş, aksi halde yetişilmemiş olurdu.

II. İmama kıyamdayken ve fakat muktedî fa­tihayı kısmen okuyacak şekilde rükûa yakınken yetişince, imamın rükûundan önce, Fatiha mümkün mertebe okunur, kalanı düşer, bu durumda istiftah duası ve taavvuzun terki menduptur, bunlarla ilgilenilirse kıyamdayken bu zaman ölçüsünde Fatiha okunur; imama rükûdayken yakınen yetişilirse, bu rekât onunla kılınmış  olur,  namaz  sahihtir,  ayrılmaya niyet gerekmez,  ancak vacip olan kıraate devam edilir de imam secdeye eğilecek olursa, ayrılmaya niyet vacip olur, niyet edilmezse -imamdan iki fiilî rükün geri kalındığından- namaz bâtıl olur.

 

Muvafık: [65]

 

İftitah tekbirinden sonra, rükûdan önce imama Fatiha okuya­cak kadar bir zaman içinde yetişen muktedî Muvafık adını alır. Muvafık, tam manâsıyla imama mütabeat ederek kılar.

Hem mesbûkun, hem de muvafıkın tanımında görüldüğü gibi, esas olan imama ihramdan sonra ve fakat rükûdan önce Fatiha okuyacak kadarlık süre için yetişmektir. Mesbûk ve muvafıktan her biri, imamla birlikteki rekâtlerin bir kısmını kaçırmak mâ­nâsında, -yani diğer mezheplerdeki gibi- mesbûk olabilir: Bu du­rumda, muktedînin namazının başlangıcı, imamla yetişmiş olduğu kısım hükmünü alır: İmama ikinci rekâtte yetişir, sonra kaçırdığını kılmaya kalkınca, bu rekât, birinci rekât kabul edilir. İmama yetiştiği rekâtte kunût okunsa bile, kendi kılacağı ikinci rekâtte de kunût okumak mesnundur. İmamın, adına Fatiha’yı okumadığı mesbûkun, Fatiha’dan sonra bir sûre okuması mesnun­dur.

Bu açıklamalardan sonra, namazın sonunda muktedînin kaçırdığını yapmasının kaza mı, yoksa eda mı olacağı konusunun tartışmasını yapalım. [66]

(1) Bir gruba -meselâ sahabeden Hz. Ali ile İbn Ömer, Ebu Hanife ile Ebu Yusuf’a- göre, imamın selâmından sonra, kaçırılan işlemin yapılması  kazadır, yetiştiği kısım namazın başlangıcı değildir, bu, namazın sonu olup, başlangıç kaza ettiğidir.

(2) Bir gruba -meselâ sahabeden İbn Mes’ud ile yapılan bir nakilde eş-Şeybanî ve Bişr b. Gıyas el-Merîsî, Ebu Tahir ed-Debbas ile eş-Şafiî’ye- göre, bu durumda yapılan işlem eda olup, yetişilen de namazın  başlangıcıdır.

(3) Üçüncü gruba -meselâ Malik’e- göre, sözlü işlemler, kaza, fiilî işlemler eda edilmiş olur.

Bu bilgi ışığında, akşam namazından bir rekâte yetişen muk­tedî, ilk görüşe göre, imam selâm verdikten sonra, iki rekâti Fatiha ve zamm-ı sûre okuyarak ve aralarında oturmayarak kaza eder; ikinci görüşe göre, kalktığında ilk rekâtte Fatiha ve zamm-ı sûreyi okur, oturur, sonra yeniden kalkar ve sadece Fatiha’yî okur; üçüncü görüşe göre, her iki rekâtte Fatiha ve zamm-ı sûre okunur, ikisinde de oturulur.

 

59. Namazını Kılanın Cemaatle Yeniden Namaz Kılması: [67]

 

Camiye girip, namazını münferîd veya muktedî olarak kılmış olan kimsenin, teşekkül eden bir cemaatle namaz kılması ihtilaflıdır:

 

1- Münferid:

 

Ebu Hanife’ye göre ikindi ve akşam; Malik’e göre akşam; Ev-zaî’ye göre akşam ve sabah; Ebu Sevr’e göre ikindi ve sabah dışındaki namazlar; eş-Şafiî’ye göre bütün namazları yeniden kılabilir.

 

2- Cemaat:  

 

Ebu Hanife ve Malik gibi hukukçuların çoğunluğuna göre, namazı cemaatle kılan kimse, ikinci bir cemaatle yeniden namaz kılamaz; Ahmed b. Hanbel’e ve Zahirî Mezhebine göre, namaz ye­niden   kılınabilir.

 

60. Namazı Kesmek (Kat’u’s-Salât): [68]

 

1- Hüküm ve Sebepler:

 

Haram Kesme:

 

Başlanan bir namazı özürsüz yere kesmek haramdır, çünkü herhangi bir zaruret olmaksızın amelin iptal edilmesi doğru olmaz.

 

Mubah Kesme:

 

Bir dirhem malın kaybolması korkusu ve hayvanın kaçması dolayısıyla başlanan namazın kesilmesi mubahtır.

 

Müstehap Kesme:

 

Farz Namazların Kesilmesi:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, farz namaza başlanır ve birinci rekât için secde edilmezden önce kaamet getirilirse namaz kesilir ve imama uyulur; birinci rekât için secde edildiği, dört rekâtli o-lunca ikiye tamamlanır ve üçüncü için secde etmedikçe imama uyulur, üçüncü için secde edilirse başlanan namaz tamamlanır ve ikindi  dışındakilerde   nafile   niyetiyle  imama  uyulur;  bazılarınca Ramazan dışında nafile için de uyulmaz.

Dört rekâtli olmayan namazlarda ikinci için secde yapılmadıysa, namaz kesilir ve imama uyulur, fakat secde yapıldıysa., imama uymayıp başlanan namaz tamamlanır. Bazı hukukçulara göre, dört rekâtli namazda üçüncü rekâtte olup secde edilmediyse namaz kesilir, mükellef ister dönüp oturur ve selâm verir veya isterse ayakta tekbir alarak imamın namazına katılır; ancak esah olan ayakta ve bir selâmla namazı kesip imama uy­maktır.

(b) Bazı hukukçulara  göre,   başlanan  namazı  cemaat  için kesmek vaciptir.

(c) Caferi Mezhebine göre, tek başına farz namaz kılınırken, cemaatle namaza başlanırsa, hemen nafileye de geçip iki rekâta tamamlanması müstehaptır.

 

Nafile Namazların Kesilmesi:

 

Nafile namaza başlayan, onu ancak iki rekâte tamamlayınca keser, kaamet ve hutbe dolayısıyla cuma ve öğleyi kesmez, dörde tamamlar, ancak İbnu’l-Humam’a göre bunlar da iki rekâtte kesi­lir. Bu durumda namaz, bazılarınca iki, bazılarınca dört rekât ola­rak kaza edilir. Üçüncü rekâte kalkılır ve onun. için secde yapılırsa, dördüncü rekât tamamlanır ve selâm verilir, secde yapılmadıysa bazılarınca kıraat hafif tutularak dörde tamamlanır, bazılarınca -meselâ Halebî ve İbn Âbidin- ka’de yapılır ve selâm verilir.                                                      

Kılınan öğle veya cuma namazının sünnetiyse, farzdan sonra bu namaz dört rekât olarak tamamlanır, sonra diğer sünnetler kılınır. Kılınan sünnet, ikindi veya yatsı namazının sünnetiyse, farzdan sonra kılınmaz, bununla birlikte sonuncu sünnet namaz istenirse  kılınabilir.

Öğle namazında da hemen imama uyulur, selâmdan sonra önce ük, sonra son sünnet kılınır, bununla birlikte önce son, sonra ilk sünnet de kılınabilir.

Caferi Mezhebine göre, nafile kılarken cemaatle namaza başlanırsa ve yetişilmesinde korkulursa, namazın kesilmesi müs­tehaptır.

 

Vacip Kesme:

 

Nefsi kurtarmak (meselâ boğulanı veya yananı kurtarmak) ve nafile kılarken cenaze namazının kaçma korkusu bulununca, başlanan namazın kesilmesi vaciptir.

Ebeveyninden biri çağırdığında farz namazda ancak yardım isteyince cevap verilir (İbn Abidin, bu hükmün herkes için geçerli olduğunu belirtir), nafilede ise namazda olduğunu bilirlerse, cevap vermez, bilmezse ayaktayken cevap verir.

 

2- Kesmenin Şekli:

 

Namazı kesme, bir selâm vererek olur, bazılarınca oturulur ve selâm verilir.

Bir namazdan öbürüne geçiş için de, bu şekilde hareket edilir; Fahru’l-İslâm Pezdevî’ye göre, ayakta tekbir alınır ve imamın na­mazına niyet edilerek birinci kesilir, bu durumda elleri kaldırmak için mükellef seçimlidir.

 

61. Cami Ve Mescid Kavramları:

 

1- Tanımı:

 

Sözlükte, “secde edilen yer” mânâsına gelen mescid, “Müslümanların toplu ibadet yaptıkları ibadet yerlerine verilen isim”dir. Türkçemizde mescid, genellikle küçük ibadet yerlerine denilmekte, büyük yerlere ise cami denmektedir. Mescid ve cami­ler, Allah’a ibadet için yapıldıklarından Beytullah (Allah’ın evi) olarak da isimlendirilir.

Camilerin etrafı ile iç kısımları aynı hükümdedir. Bunlarda da, şartlar gerçekleştikçe imama uyulabilir. Kendi evinde mükelle­fin mescid edindiği yer onun hükümlerini taşımaz.

 

2- Kısımları:

 

Camiler giriş, şadırvan (abdest alınan yer), minare, son ce­maat mahalli (bazı camilerde şadırvan ve tuvalet bu kısımda veya bahçenin uygun bir yerindedir) ve musalla taşının oluşturduğu dış kısım ve mahfil, mihrab (imamın durduğu yer), minber (hutbe okunan yer), kürsü (vaaz edilen yer) ve namaz alanından oluşan iç kısım olmak üzere iki ana kısımdır.

 

                   Mihrap

--------------------------------------------

Kürsü  Namaz Alanı  Minber

Mahfil                     Mahfil

                                     Minare

                                     Musalla Taşı

                      Cami

                      Girişi

                      Şadırvan

                      Giriş                                  

Şema 29: Cami ve Kısımları

 

3- Camideki Davranış Kaideleri:

 

Cami ve mescidler, Allah evi olduklarından, orada gelişigüzel hareket edilemez, uyulması gereken çeşitli kaideler vardır:

 

Camiye Giriş Ve Çıkış:

 

(a) Camiye abdestli olarak girilir. Laubali bir eda ile, temiz­liği bozacak pislik ve çöplerle girilmez, tertemiz bir şekilde girilir. Zarurî bir durum olmadıkça camiler yol olarak kullanılmaz.

(b) Camiye girerken önce sağ ayakla girilir ve çıkışta da sol ayakla çıkılır. Girmeden önce evden veya bulunduğu yerden ca­miye yönelirken, Allahummec’al Fi Kalbî Nûran, Vefi Lisanı Nû­ran, Vefi Sem’î Nûran, Vefi Basari Nûran, Vefi Vechî Nûran, Vec’al Min Halfi Nûran,  Ve Min Emamî Nûran. Allahumme A’tıni Nûran  (Allah’ım,  kalbime, dilime, kulağıma, gözüme ve  yüzüme nur ver.  Önümü ve arkamı nurlandır), girerken “Allahümmeftah Lena Ebvâbe Rahmetik” (Allah’ım, bize rahmet kapılarını aç) diye dua edilir.

(c) Camiye girince, önce, öndeki saflar, sonra  sıra ile diğerleri doldurulur, içeride sessizce dua ve zikir yaparak namaz vaktinin girmesi beklenir. Vaazlar ve hutbeler, gürültüsüz ve başka işlerle meşgul olmaksızın ve düşünmeksizin sakin bir şekilde dinlenir. Böyle ce hem kendi, hem de başkaları anlatılanlardan fayda­lanmış  olur.

(d) Camilere erken gelinmeli ve fakat geç çıkılmaya çalışılmalıdır.

 

Mekruh Hareketler: [69]

 

(a) Camilerin kıble yönündeki  duvarlarını cemaatin  dikka­tini çekecek şekilde süslemek mekruhtur, diğer duvarlar ve kubbe nakış ve yaldızlar, çeşitli yazılarla süslenebilir.

(b) Düzenli olarak vazifelisi bulunan camilerde, ezan ve kaametle ikinci cemaatin namaz kılması mekruhtur. Ezan ve kaamet okunmaksızın, mihrap dışında namaz kılınabilir.

(c) Namaz kılanın önünden geçmek günahtır, ancak ön saf­larda yer varken arkada duranın önünden geçilebilir.

(d) Camide, i’tikaf yapmayanların yemek yemesi ve uyuması mekruhtur, mu’tekifler bunları yapabilir.

(e) Camilerde yüksek sesle konuşmak, gürültü yapmak ve lü­zumsuz yere konuşmak mekruhtur.

(f) Camilere hoş olmayan soğan-sarmısak gibi kokularla gi­rilmesi mekruhtur.  Necis olan maddeleri camiye  sokmak,  içinde tükürmek tahrimen mekruhtur.

(g) Camilerde alış-veriş yapmak mekruhtur.

(h) Camilerde dilencilik yapmak haramdır, bu gibilere para vermek ise mekruhtur.

(i) Çalınma korkusu olmayan camilerin kapısını namazdan sonra kapamak mekruhtur.

(j) Zaruret olmaksızın camileri yol edinmek tahrimen mek­ruhtur.

 

4- Camiye Devam Etmek ve Cami Yaptırmak:

 

Camiye Devam Etmek:

 

Camilerde ibadette bulunmak ve cemaatle namaz kılmak için devam etmenin büyük sevabı vardır. Herkesin kendi mahallesi ve yakınındaki camiye devam etmesi, diğerlerinde namaz kılmasın­dan efdaldir. Ancak, imamı salih ve fakih olan camilerde namaz kılmanın daha faziletli olacağı şüphesizdir.

Camilerde yapılan vaaz ve diğer derslerden istifade etmek için de devam edilmeli, mümkün olduğu kadar erken gelmeye çalışılmalıdır.

 

Cami Yaptırmak:

 

Cami yaptırmanın ye yapılan camiye yardım etmenin sevabı çok büyüktür. Bu, imanın olgunlaşma ve billurlaşmasının en güzel örneğidir. Kur’ân-ı Kerîm’de, bu konuda,

“Allah’ın mescidlerini sadece Allah’a ve ahirete inanan, namaz kılan, zekât veren ve an­cak Allah’tan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda bulunanlardan olabilirler” [70] buyurulmuştur. Hadislerde de, cami yaptırmak, cennette bir köşk yaptırmaya benzetilir. İnsanlar ölünce eserleri onlar için birer sadaka-i cariyedir. Camiye adam kazandırmak da, yaptırmak kadar önemlidir.

 

12. BÖLÜM NAMAZ VAKTİNİN DÜZENLENMESİNDEKİ DEĞİŞMELER

 

62. Namazın Vaktinden Sonraya Kalması (Kaza Namazlarının Kılınması Salâtu’1-Kadâ)

 

1- Vaktinde Kılınması Yönünden Namazlar:

 

Kendi özel vaktinde kılınan namaza Vaktiyye , Edaiyye veya esSalâtu’l-Hâdıra; bu vakitte kılınmayan, namaza da Fâite (ç. Fe-vâit), adı verilir. Son çeşit namazlara dilimizde Kaza Namazı denmektedir.

Hanefî Mezhebine göre, namaz vaktinin sonunda henüz vakit çıkmadan tekbir alınca, Şafiî Mezhebine göre, bir rekât kılınca namaz vaktiyye olur. [71]

 

                                Vaktine Göre Namazlar

----------------------------------------------------------------------------

Vaktiyye                                                                  Fâite

(es-Salâtü’l-Hâdıra)                                               (Fevâit/Kaza)

Edâiyye

Şema 30: Vaktine Göre Namazlar

 

2- Kazaya Kalan Namazların Hükmü:

 

Farz Namazlar: [72]

 

Ne sebeple olursa olsun vaktinde kılınmamış veya kılındığı halde geçersiz kalmış olan farz namazlardan yalnızca beş vakit namazın kazası farzdır. Beş vakit dışındaki cuma ve cenaze na­mazları kaza edilmez.

 

Vacip Namazlar:

 

Vacip namazların bir kısmının kazası vaciptir. Bunun için­dir ki vitir, adak ve başlanmış olan nafile namazı yarım bırakınca kaza edilmeleri gerekir. Vacip namazlardan bayram ve tavaf namazının kazası gerekmez.

 

Nafile Namazlar: [73]

 

Beş Vakit Namazın Sünnetleri:

 

(a) Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, vaktinde kılınmayan sabah namazı, o gün öğleye kadar sünnetiyle kaza edi­lir.  Bu vakitten  sonra,   sabah  namazının  sünneti  de  artık kaza edilmez. Sabah namazının bu şekilde  kaza   edilebilen sünneti dışında, hiçbir vakit namazın sünneti vakti çıktıktan sonra kaza edilmez. eş-Şeybanî’ye göre, sabah namazının farzıyla kılınmamış sünneti, aynı gün zeval vaktine kadar yalnızca da kaza edilebilir.

Öğle namazının ilk sünneti cemaatle kılınan farza yetişmek için kılınmazsa veya kesilerek yarım bırakılırsa, farzdan sonra ve son sünnetten önce kılınır, bununla birlikte son sünnetten sonra da kılınabilir.

(b) Caferi Mezhebine göre, beş vakit namazın sünnetlerinin kazası müstehaptır. Kaza etme imkânı   olmayanların gücü yettiğince sadaka vermesi de müstehaptır. Bu sadakanın miktarı, her iki rekat için bir mudd’dur (832 gr). Buna imkânı yoksa, her dört rekât için bir mudd, buna da imkân bulamazsa gece namazı için bir mudd, gündüz namazı için bir mudd sadaka verilir.

 

Cuma Namazının Sünnetleri:

 

Cuma namazının dört rekâtlik ilk sünneti de, öğle na­mazının ilk sünneti gibi, farzdan sonra kaza edilir.

Hanefî Mezhebine göre, bunlar dışındaki sünnetler ve nafile­ler, başlanıp yarım bırakılmadıkça kaza edilmez. Başlanıp yarım bırakılan nafile namazlar, daha sonra kaza edilir.

Şafiî Mezhebine göre, belli vakti olan nafile namazları, vakti çıktıktan sonra kaza etmek menduptur. Bunlar dışındaki nafileler kaza edilinmez.

Hanbelî Mezhebine göre, beş vakit namazın sünnetleri ile vi­tir dışında hiçbir nafile namaz kaza edilmez.                         

 

3- Namazın Vaktinden Sonraya Kalmasını Mubah Kılan Özürler:

 

Namazı Büsbütün Düşüren Özürler:

 

Aşağıdaki özürler,  namazın hem vaktinden sonraya kalma­sını, hem de büsbütün borçtan düşmesini mubah kılar:

 

Âdet Ve Lohusalık Hali:

 

Âdet gören veya lohusa olan kadınlara namaz kılmak farz olmadığı gibi, namaz kılmaları da sahih değildir.

 

Aklî Dengenin Bozulması:

 

Delilik: [74]

 

(a) Hanefi Mezhebine göre, cinnet getiren veya bayılan kim­seden, iki şartla namaz düşer:

(1) Cinnet veya baygınlığın altı namaz vakti devam et­mesi. Beş ve daha az sürerse kaza etmek farz olur.

(2) Bu haldeyken ayılmamak. Bir namaz vakti ayılma halinde, namaz kaza edilir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, kendi kusuru olmaksızın meydana gelen cinnet, baygınlık ve sarhoşluk hali, tam bir namaz vakti sü­rerse namaz düşer, aksi halde kazası gerekir. Namazın ilk vak­tinde  onu kılacak kadarlık  süreden  sonra meydana gelen özür, düşürme sebebi olmaz.

 

Baygınlık: [75]

 

(a) Bir grup hukukçuya göre, baygınlık halinde, namaz düşer:

(1) Bunlar içinde  yer alan Hanefî  Mezhebine göre, baygınlık bir gün bir geceden az sürerse kaza gerekir, daha fazla sürerse gerekmez: Azlık çokluk Ebu Hanife ve Ebu Yu­suf’a göre saate -zamana-, eş-Şeybanî’ye göre -ki evlâ olan da budur- geçen namazların vakitlerine bakarak düzenlenir. İlk görüş, Hz. Ali ve Hz. Ömer’den nakledilir.

(2) eş-Şafiî’ye göre, baygınlık, tam bir namaz vaktini kaplayınca namaz düşer ve kazası gerekmez.

(b) Bir grup hukukçuya -meselâ Bişr’e- göre, yukarıda delilik  belirtildiği gibi namazı kaza etmek gerekir

(c) Caferi Mezhebine göre, mükellefin fiiliyle meydana gelen bayılmada, ihtiyaten namazın kaza edilmesi uygundur.

 

Sarhoşluk: [76]

 

(a) Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, haram bir maddeyi veya tedavi maksadıyla uyuşturucu bir ilacı kullanmakla sarhoş olunursa, namaz kaza edilir.

(b) Malikî, Mezhebine göre, helal bir madde ile sarhoş olunca, namaz düşer, kazası gerekmez.

(e) Hanbelî Mezhebine göre, sebebi ne olursa olsun sarhoşluk, namazı düşürmez.

 

İrtidat: [77]

 

(a) Hanefî ve  Malikî Mezheblerine göre,  tekrar müslüman olan mürtede -kazaya kalan namazlardan ürkmemesi ve yeniden dine dönmesi için- kazaya kalan namazlarını kılmak farz değildir.

(b) Şafiî Mezhebine ve başka bazı hukukçulara göre, mürtedle-rin kazaya kalan namazları kılması farzdır.

Bu özürlerin kalkması halinde nasıl hareket edilecektir?[78]

(a) Hanefî ve Şafiî  Mezheblerine  göre, namazı büsbütün düşüren özürler, vaktin sonunda sadece iftitah tekbiri almaya bile yetmeyen süre içinde kalkarsa, bu vakit içindeki namazı kaza et­mek gerekmez. Fakat, iftitah tekbiri alacak kadarlık bir süre var­ken kalkarsa kaza edilir.

(b) Malikî Mezhebine göre, özrün kalkması ve devamı, üç şekilde olur:

(1) İhtiyarî ve Zarurî Bütün Vakti Kaplamak: Bu durum­da, namaz düşer ve kaza gerekmez.

(2) Özrün Vakit İçinde Meydana Gelmesi: Özür vakit içinde  meydana  gelir ve vakit sonunda  iki  namaz kılacak kadarlık  bir  zaman  kalırsa,   ikisi   düşer;   sonuncu   namazı veya bir rekâtini kılacak kadarlık bir  süre kalırsa,  ikinci düşer, birinci namaz özrün kalkmasından sonra kaza edilir; iki namazı kılacak zaman, öğle ve ikindiye oranla yolculuk­ta üç, yolculuk dışında beş rekât, akşam ve yatsıya oranla her iki durumda dört rekât kılacak kadarlık zamandır; özür bu süreden az bir zaman kalınca kalkarsa, sadece ikinci namaz kılınır,  diğerleri düşer.

(3) Özrün Vaktin Sonunda Kalkması: Bu durumda ön­ceki namazlar düşer, bu vakte ait namaz ikinci durumdaki gibi kılınır.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, özür, namazın ilk vaktinde tekbir alacak kadarlık bir zaman içinde  başlar veya son vaktinde bu şekilde kalkarsa, ilk durumda özrün hemen kalkmasından sonra, ikinci durumda vakit içinde namaz kaza edilir.

(d) Caferi Mezhebine göre, namazın vaktinde kaza edilme­yişini gerektiren delilik,  çocukluk, kendi fiiliyle    olmayan baygınlık, âdet ve lohusalık gibi özürler kalktığında, temizlikle birlikte bir rekât yetişilse bile eda gerekli olur.

 

Ölüm:

 

Bütün hayat faaliyetleri durduğu için, ölümden sonra namaz kılmak fiilen mümkün değildir.

 

Namazın Kazaya Kalmasını Mubah Kılan Özürler:

 

Aşağıdaki özürler de, namazın vaktinden sonraya kalmasını mubah kılar, fakat namazın borçtan düşmesini sağlamaz.

(1) Uyku (ittifakla),

(2) Baygınlık ve cinnet,

(3) Unutmak ve vaktin girdiğinden gafil  olmak (ittifakla). Şafiî  Mezhebine   göre,  bu  durumların  kendi  kusuru  olmaksızın meydana gelmesi gerekir[79].

(4) Hastalık,

(5) Kasıtlı Terk. [80]

(a) Cumhur’a göre  bu kimse  günahkârdır ve  namazı kaza etmesi farzdır.

(b) Davud ez-Zâhirî, İbn Hazm ve bunların görüşündeki Şafiî hukukçular ile İbn Teymiye, Şevkânî ve Sıddık Hasan Han’a, zeydîlerden el-Kâsım ve en-Nâsır’a göre, günahkârdır, fakat namazı kaza etmesi gerekmez.

(6) Herhangi bir tehlike ile karşılaşacağını tahmin etmek,

(7) Bunlar derecesinde başka kuvvetli özürler. Ağır ve zarurî işçilik, belki buna örnek olarak verilebilir.

İbn Teymiye, Şevkânî ve Sıddık Hasan Han, uyku, unutma, savaş gibi özürler dolayısıyla kılınamayan namazların sonradan kılınmasını kaza değil, edâ olarak adlandırırlar.

Namazı bile bile, basit bahanelerle ve hiç bir özrü yokken vak­tinden sonraya bırakmak büyük günahtır. Bunun için, daha sonra mükellef, hem tevbe etmeli, hem de hemen namazı kaza etmelidir.

 

4- Kaza Namazlarının Kılınması:

 

Şartları: [81]

 

Farz Olma Şartları:

 

Kazanın farz olması için şunlar aranır:

(1) Vücub ehliyetinin bulunması,

(2) Namazın vaktinden sonraya kalması,

(3) Kaza vaktinde meşru cinsinde bulunması,

(4) Kazanın güçlük ve meşakkat vermeyecek vasıfta olması. Çocuk, deli ve kâfir, ilk şart dolayısıyla; beş vakitten fazla baygın duran ile hasta olan, dördüncü şart dolayısıyla vaktinden sonraya kalan  namazları  kaza  etmezler  (eş-Şeybanî’den,  kısa  süren  de­liliğin baygınlık gibi olacağı nakledilir). Teşrik tekbirleri üçüncü, vakti çıkmayan namazlar ise ikinci şart dolayısıyla kaza edilmez.

Edanın önceliği, kazanın farz olma şartı değildir.

 

Sahih Olma Şartları:

 

Edanın sahih olma şartları, vakit dışında kaza için de aynen geçerlidir.

Kazayı bilmek, tertibin vacib olma şartı olduğu gibi, kaçma (kazaya kalma) sırasında farz olduğunu bilmek de, kazanın şartıdır. Bu sebeple harbî, müslüman olup dâru’l-harb’de kalır ve namazın farz olduğunu bilmezse ve namaz kılmayarak bunu son­radan öğrenirse Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre kaza etmesi gerekmez, Züfer’e göre gerekir; dar-ı harbde de bu adama bi­risi namazı öğretir veya haber verir de kılmazsa, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî ile bir nakilde Ebu Hanife’ye göre namazları kaza etmesi gerekir, el-Hasen b. Ziyad’ın nakline göre, iki erkek veya bir er­kek, iki kadın haber vermedikçe kaza gerekmez. Müslüman ülkede müslümanlığı kabul eden zimmî ise, namazı kaza eder, eî-Hasen b. Ziyad’a göre kaza etmesi gerekmez.

 

Vakti: [82]

 

Kaza Namazının Kılınabileceği Vakitler:

 

Namaz hangi sebeple kazaya kalmış olursa olsun, geciktir­meden hemen kaza etmeye çalışmak gerekir:

(a) Hanefî Mezhebine göre, kazaya kalan namazlar için belli bir   vakit   yoktur,   mekruh   vakitler   dışında   istenildiği   zaman kılınabilir, ancak asıl olan hatırlanınca kılınmasıdır.

(b) Şafiî  Mezhebine   göre,  bütün   vakitlerde  kaza   namazı kılınabilir, ancak mekruh  vakti  sırf bunun  için  seçmek ve özel olarak o vakitte kaza namazı kılmak doğru değildir. Cuma günü hatip hutbe okurken kaza namazı kılmak caiz olmaz.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, hiçbir ayırım yapmaksızın bütün vakitlerde kaza namazı kılınır.

(d) Caferi Mezhebine göre, kaza namazının hemen kılınması gerekmez. Teklifin yerine getirilmesinde hoşgörü ve gevşekliğe yol açmadığı sürece geniş vakitli borçtur.

 

Kaza Namazının Ertelenmesi:

 

Namazı her ne şekilde olursa olsun mazeret kalkınca kaza etmek gerekir:

(a) ÜM’e göre, -geciktirme mazeretli olsun veya olmasın- vak­tinde kılınmayan namazları ilk fırsatta kaza etmek gerekir.

(b) Şafiî Mezhebine  göre,  mazeretsiz olarak kazaya kalan namazları derhal kaza etmek gereklidir; ilim tahsili, geçim için rızık temini, uyku, yemek vb. mazeretlere bağlı olarak kazaya kalmışsa, hemen kaza etmek gerekmez. Birinci durumda da, şu se­beplerle hemen kaza etmek gerekmeyip, daha sonra ilk fırsatta kaza edilir:         

(1) Namazı cuma hutbesi okunurken hatırlamak,

(2) Vakit daralıp ancak bu vakte ait namazı kılacak ka­dar vaktin kalması,

(3) Vaktin farz  namazına  başladıktan  sonra,  kazaya kalan namazı hatırlamak; çünkü başlanan  namazı bozmak caiz değildir.

 

Kaza Borcu Olanın Nafile Namaz Kılması: [83]

 

Kazaya kalan namazı olan mükellef nafile namaz kılabilir mi?

(a) Hanefî Mezhebine göre, kaza namazlarını kılmak, nafile kılmaktan efdaldir, ancak beş vakit namazdan önce ve sonra kılınan sünnet namazlarla, kuşluk, teravih, teşbih, tahiyyetul-mescid namazlarını kılmak gerekir. Çünkü beş vakit namazın sünnetleri, farz namazların eksikliklerini telafi ederler ve vakti çıktıktan sonra bir daha kılınmazlar, halbuki kaza namazları için belli bir vakit yoktur. Bunlar dışında kalan mutlak nafile namazları  da kılmak mümkündür, ancak bunlar yerine  kazayı kılmak efdaldir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, üzerinde acele kılması vacip olan kaza namazı bulunan bir insanın, -bu namazları kılıp borcundan kurtuluncaya kadar- revatibden olsun veya olmasın mutlak surette nafile kılması haramdır. Cenaze namazını kılması ve farz olma­yan tavafı yapması da haramdır.

(c) Malikî Mezhebine göre, üzerinde kaza namazı olan kim­senin, sabah namazının sünneti, vitir, bayram ve tahiyyetu’1-mescid namazı dışında nafile namaz kılması haramdır. Bu durumda nafile  kılmakla  sevap,  kaza  namazını  geciktirmekle günah  ka­zanılmış olur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, üzerinde kaza namazı olan kim­senin vitir ve revatib dışında nafile namaz kılması haramdır, fa­kat kaza namazları çoksa, vitir ile -sabah sünneti dışında- revatibi de kılmayarak, kaza namazlarını kılmak efdaldir.

 

Konu

Hanefi

Şafiî

Malikî

Hanbelî

Beş    Vakit Namazın Sünnetleri

Sabah Namazı nın

Sün­neti

Kaza efdal, Nafile

Haram

Kılabilir

Kılabilir

 

Diğer

 

Haram

Haram

Kılabilir

Kulluk N.

 

 

Haram

Haram

Haram

Tesbih N.

 

Haram

Haram

Haram

Tahiyyetü’l-Mescid

 

Haram

Kılabilir

Haram

Mutlak    Nafile    Na­mazlar

Kaza efdai, Kalınabilir

Haram

Haram

Haram

Vitir

Vacip

Haram

Kılabilir

Kılabilir

Bayram

Vacip

Haram

Kılabilir

Haram

Tablo 38: Kaza Namazı Borcu Olanın Nafile Namaz Kılması

 

Şekli:

 

Namaz Açısından: [84]

 

(a) Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, kaza namazları, vaktinde nasıl kılmıyorsa, kazada da aynen öyle kılınır, ancak eda vaktindeki özür kalkınca kaza vakti esastır. Meselâ yolculukta kazaya kalan namaz iki rekat, kıraati açık veya gizli yapılan na­maz kaza edilirken de buna göre kaza edilir.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, esas olan vakittir: Ka­zaya  kalan   namaz  gece  kılınırsa  kıraati   açık,   gündüz kılınırsa gizli yapılır. Yolculukta kazaya kalan namaz, yine yolculukta kaza edilirse iki, fakat kendi yerinde kaza edilirse dört rekât ola­rak  kılınır.

(c) eş-Şafiî’ye göre, namaz, her zaman dön iekât olarak kaza edilir, iki rekâtliler ise aynen kaza edilir.

(d) Caferi Mezhebine göre, kısa veya tam kılma seçeneği olan Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebî’de kazaya kalan namazların ka­zası buralarda kılınırsa da seçimlidir.  Başka yerde kaza edilirse, ihtiyaten kısa kılınırlar.

 

Mükellef Açısından:

 

Kaza namazlarının mükellef açısından kılınması tertib sa­hibi olup olmamaya göre değişiktir;

 

Tertip Sahipleri:

 

I. Tanımı:

 

Muntazaman namaz kılıp, kazaya kalan namaz sayısı arka arkaya, yani günlük olarak veya bütün hayatı boyunca toplam ola­rak altıyı bulmayan kimselere Tertip Sahibi (Sahibu’t-Tertib veya Ehlu’t-Tertib) adı verilir. Arka arkaya veya toplam olarak altı va­kit namazı kazaya kalan kimseler tertip sahibi olma özelliğini kaybederler. Aynı şekilde üzerinde çok sayıda kaza namazı olan kimsenin bunları beşten aşağıya indirmesi tertip sahibi olmayı gerektirmez, tamamını kılmak gerekir.

 

II. Kaza Namazını Kılması:

 

A. Mükellefin Tertibi Gözetmesi:

 

(a) Hanefî Mezhebi, ve Zeyd b. Ali Sevrî’ye göre, tertip sahibi kimseler, gerek vakit namazı ile kaza namazı -hatta Ebu Hanife’ye göre kazaya kalan vitir namazı-, yani kazayı ilk vakit na­mazından, önce kılarak, gerekse kaza namazlarının kendi arasındaki sırayı gözeterek namazlarını kılar. Edaiyye ile kaza namazı arasındaki sırayı gözetmek, vaktin darlığı ve kazanın çokluğu ile unutma halinde düşer: Meselâ günün öğle namazını kılacak kimse, dünden kazaya kalan ikindi veya bir başka na­mazı hatırlayınca, kıldığı öğle fasid olur, önce kazaya kalan na­mazı kılar, sonra günün öğle namazını yeniden kılar. Yine aynı şekilde öğle namazı kılan kimse, kazaya  kalan dört namaz hatırlarsa, bunlar  arasında da sıra  gözetir: önce  onları  sırayla kılar, sonra öğle namazını yerine getirir.

Tertibe riayet etmemek, kılınan vakit namazlarının sahih olmasında tesir eder: Meselâ tertip sahibi olan bir mükellef, her nasılsa uykuya dalıp günün sabah namazını kılamamış olsa, bu sabah namazını günün öğle namazından önce kaza etmelidir. Bunu hatırladığı halde, kaza etmeyip, öğle namazını kılsa, bu namaz eş-Şeybanî’ye göre fasiddir; Ebu Yusuf’a göre farz olmaktan çıkar, na­file olur; Ebu Hanife’ye göre geçici olarak sahih” olmaz: Bundan sonra sabah namazını kaza etmeden beş vakit namazını kılacak olursa, bu altı vaktin hepsi de sahih olur, fakat böyle beş vakit na­mazını daha kılmadan sabah namazını kaza ederse, arada kılmış olduğu namazları fasid olup, yeniden kılınması gerekir. Ebu Hanife’nin bu görüşü, “Biri beşini sahih kılıp, biri beşini fasid kılan mesele” olarak bilinir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, kaza namazlarıyla vakit namazları arasında tertip şart değildir, iki şartla Sünnettir:

(1) Vakit namazının vaktinin çıkmasından korkmak,

(2) Vakit  namazına   başlamadan  kazayı   hatırlamak. Kaza namazları arasındaki tertibe gelince, -az veya çok ol­sun- bu sünnettir, tertibi bozarak namazlarını kaza eden sün­nete muhalefet etmiş olur, hatta bu şekilde kılınan kaza na­mazların iadesi evlâdır.

(c) Maliki Mezhebine göre, tertibe gücü yetmek ve öncekini hatırlamak şartıyla, kaza namazları arasında tertibe riayet etmek gerekir. Sayısı az -ki bu sayı beşten fazla olmayacak- kaza namaz­larıyla vakit namazları arasındaki tertip, vakit namazın bir rekâti tam olarak kılınmamışsa -ister münferid, ister imam olsun, imam olunca ona uyanlar da- namazı keser, fakat muktedî olan biri kaza için  namazı kesmez. Kazayı bir rekât  kıldıktan sonra hatırlayanın, bir rekât ilave ile selâm verip, kaza kılması menduptur. Kılınan rekâtler birden fazla olunca, namaz tamamlanır. Na­file namazlar ise, -vaktin çıkması endişesi dışında- kesilmez.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, -az olsun, çok olsun- kaza namaz­ları arasında tertibe riayet şarttır, ancak unutma bu tertibi düşürür, hatta unutarak ikinci namaza bu şekilde başlayıp bitirirse kıldığı sahihtir, fakat bu namazı bitirmeden hatırlarsa namazı bâtıl olur, önce ilk kazayı kılar.

(e) Caferî Mezhebine göre, kazaya kalan namazların sayısı arttığında, namazın kazaya kalma, takdim ve tehiri keyfiyeti bi­lindiği   takdirde, önceki namaz  sonrakinden önce kaza edilir. Edasında şer’an tertip gözetilen aynı günün öğle-ikindi ve akşam-yatsı namazlarında da sırayı gözetmek daha kuvvetlidir. Belli bir namazın birkaçının kazaya kaldığı bilinip, sayısı bilinmediği takdirde daha kuvvetli olan, belli miktarda yetinmenin caiz oluşudur; ama, ihtiyat olan, bittiğine inanıncaya kadar namazların kılınmasıdır. Kaza namazının vakit namazından önce kılınması gerekmez. Her ne kadar ihtiyat olan, özellikle günün kaza na­mazının vakit namazından önce kılınmasıysa da, kaza borcu olan vakit namazını kılabilir.

(f) Zeydiye’den Hâdî’ye göre de kaza namazları arasında ter­tip şart değildir.

 

B. Tertibin Düşmesi:

 

Tertip sahibinin bu sırayı gözetmesi aşağıdaki üç halde düşer:

a) Kaza Namazların Altıyı Bulması:

(a) Hanefî Mezhebine göre, kazaya kalan namazların ha­kikaten veya hükmen altıyı bulması halinde tertip düşer, bu top­lama sadece farz namazlar girer:

(1) Hakikaten olması arka arkaya altı namazın kazaya kalıp, yedincinin vaktinin girmesiyle olur; eş-Şeybani’den beş namaz olduğu da nakledilir.

(2) Hükmen altı olması ise, şu şekilde gerçekleşir: Beş vakit kazaya kalan  namazı olduğunu hatırladığı halde,  bu andan   itibaren   onları   kılmadan   beşinci   farz   namazı   da kılarsa,  kazaya kalan  namaz  sayısı hükmen  altıyı bulmuş olur. Çünkü kıldığı vakit namazları da, vakit namazı değil, nafile sayıldığından bu toplama ilave edilir.

(b) Züfer’e göre, bir aya kadar tertip düşmez, bir aydan sonra düşer.

(c) Bişr b. Gıyas el-Merîsfye göre kaza namazlarının çokluğuyla tertip düşmez, hatta hatırında olduğu halde kazaya kalan namazını kılmayanın bütün namazları fasid olur.

Bu iki durumda artık tertip sahibi olma özelliği de kaybe­dilmiş olur, aşağıda sayacağımız iki halde ise bu özellik kaybe­dilmiş olmaz.

b) Vaktin Darlığı:

Vaktin, sadece içindeki namazı kılmaya yeterli olması ha­linde, önce vakit namazı kılınır, sonra kaza namazı, yerine getiri­lir, ancak ikindinin son vaktinde kazaya kalan öğle hatırlanınca, önce ikindi, sonra öğle kılınır. İkindinin mekruh vakti girince, bazılarınca tertip düşmez, Ebu Ca’fer el-Hinduvanî’ye göre düşer.

c) Unutma:

Eda vaktinde kazaya kalan namazı olduğunu unutma halin­de, kaza namazını hatıra geldiğinde kılmak gerekir.

 

Tertip Sahibi Olmayanlar:

 

Tertip sahibi olmayanlar, kaza namazlarının kendi içinde ve kaza namazlarıyla vakit namazları arasında sıra gözetmeksizin bu  namazlarını kılabilirler.

 

Çeşitli Konular:

 

(1) Kazaya kalan  namazların  sayısı  kesin  olarak bilinme­yince, önce kesine yakın  tahminle,  bu  da imkansızsa tamamını kıldığına inanıncaya kadar kılınmasına  devam edilir.

(2) Kaza namazlarının evde kılınması evlâdır, çünkü camide kılınması bir günahın teşhiri  demektir, bu ise iyi bir davranış değildir.

(3) Vakitleri aynı olan kaza namazları, cemaatle de kılınabilir, fakat hem imamın, hem de cemaatin namazının aynı vakte ait olması gerekir.

(4) Kaza namazlarını kılarken, cemaatle vakit namazına başlansa, kaza bitirilmedikçe cemaatle kılınan namaza uyulmaz.

(5) Günlük namazlardan birini vaktinde kılmadığı halde, bunun bir türlü hangi namaz olduğunu kesinlikle tahmin edeme­yen, bir günlük namazını yeniden kılar. Bu şekilde, kazaya kalan namaz,  kesinlikle  kılınmış  olur,   diğerleri nafile sayılır. İki, üç veya daha fazla günlerde  de  birer vakit namazı kazaya kalmış olduğu halde,   bunu  kesinlikle tahmin edemeyen kimse de  bu şekilde hareket eder. [85]

 

                                      Namazla İlgili Tertipler

------------------------------------------------------------------------------------

İşlemlerdeki Tertip                             Eda ve Kaza Arasındaki Tertip

(Farzlar için, Tertibü’l-Erkân)

----------------------------------    ----------------------------------

Vaktiyye Arasındaki Tertip             Vaktiyye ve Kaza ile İlgili Tertip

-----------------------------------------     ------------------------------

Vaktiyye ile Kaza Arasında Tertip    Kazalar Arasında Tertip

Şema 31: Namazla İlgili Tertipler

(6) Vakit namazını kılıp kılmadığında şüphe eden kimse, bu namazın vakti henüz çıkmamişsa onu yeniden kılar; vakti çıktıktan  sonra  meydana gelen  şüphe için hiçbir şey gerekmez.

Çünkü farzın sebebi olan vakit çıkmıştır; bir müslümanın namazı vaktinde kılması, o namazı kıldığına hükmedilmesini sağlar.

(7) Caferi Mezhebine göre, imam ister vakit, ister kaza na­mazı kılsın, kaza namazını cemaatle kılmak caiz, hatta müstehaptır. İmam ile cemaatin namazının aynı nitelikte olması gerekmez.

 

63. İki Namazı Aynı Vakitte Kılmak (el-Cem’u Beyne’s-Salâteyn):

 

1- Temel Kavramlar:

 

İki namazı birleştirip aynı vakitte kılmakla ilgili olarak Tefrik, Sûrî Cem ve el-Cem’u beyne’s-Salâteyn (Cem) kavramlarını iyi anlamak gerekir.

Bilindiği gibi, aslında her namaz için belli bir vakit vardır. Normal şartlarda namazlar bu vakitlerde kılınır. Namazları bu özel vakitlerinde kılmaya Tefrik veya Tevkît denir.

Öğle veya akşam namazını son vaktine geciktirmek, ikindi veya yatsı namazını ilk vaktinde eda etmek suretiyle ezan ve kaa-met okuyacak aralıkla kılmaya Sûrî Cem (el-Cem’u’s-Sûrî, Şeklen Birleştirme) denir. Bu çeşit birleştirme, ittifakla sabittir. Fakat uy­gulanışında bir takım güçlüklerle karşılaşılabilir.

Bazı sebeplerle iki namazı geciktirerek veya öne alarak aynı vakitte birleştirmek suretiyle kılmaya el-Cem’u beyne’s-Salâteyn (Cem) denir. Namazların bu şekilde kılınması, yalnızca öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazları arasında olur; sabah namazı için böyle bir uygulama sozkonusu değildir.

İki namazı aynı vakitte kılma şekillerinden sonraki namazı öne alarak birincinin vaktinde kılmaya, yani ikindiyi öğle, yatsıyı akşam vaktinde kılmaya Cem’u’t-Takdîm (Öne Alarak Birleştirme), önceki namazı sonraki vakte geciktirerek ikincinin vaktinde kılmaya, yani öğleyi ikindi, akşamı yatsı vaktinde kılmaya, Cem’u’t-Te’hîr (Sonraya Bırakarak Birleştirme) adı veri­lir.

 

2- Cem’in Sebepleri, Şekilleri Ve Özel Şartları:

 

Arafat’ta vakfe günü öğle ile ikindiyi, Müzdelife’de vakfe ge­cesi akşam ile yatsıyı birleştirme konusunda hukukçular icma etmiştir. Cumhur çeşitli sebeplere bağlı olarak bu ikisi dışında da iki namazın bir arada kılınabileceğine cevaz vermiş, Hanefî Mezhebi ise kesinlikle izin vermemiştir. [86] Ayrıca bilginler, özürsüz olarak cem’in caiz olmadığa hususunda da icma etmiştir. [87]

Şimdi hangi sebeplerle, hangi şekil ve şartlarla yapılabile­ceğine de değinerek iki namazın birleştirilmesi (cem) meselesini ayrıntılı bir şekilde inceleyelim.

 

Yolculuk:

 

Hac mevsiminde Arafat’ta ve Müzdelife’de iki namazın birleştirilmesi konusu ittifakla, diğer yolculuklarda ise ihtilaflı olarak benimsenmiştir:

 

İttifakla Kabul Edilen Birleştirmeler:

 

Hukukçular, Arafat’ta vakfe günü öğle ile ikindinin, Müzde­life’de vakfe gecesi akşam ile yatsının birleştirilmesi konusunda ittifak etmiştir.

 

Arafat’ta Vakfe Günü Öğle İle İkindinin Birleştirilmesi;

 

a) Hanefî Mezhebine, el-Hasenu’l-Basri ve en-Nehai’ye göre, iki namazı birleştirmek sadece hac mevsiminde ve belirtilen iki yerde caizdir. Arafat’ta vakfe yapılan gün, öğle ile ikindinin cem’u takdim şeklinde kılınması vakfenin sünnetlerindendir. Bu na­mazları birlikte ve öğle namazı vaktinde kılmak için, üç şart vardır:

(a) Arefe günü olması.

(b) İhramlı olmak.

(c) Cemaat halinde kılmak.

Bu namazdan önce, hac işlemleri hakkında bir hutbe okunur -hutbe okunmasa da olur- ve namaz bir ezan, iki kaametle kılınır, iki namaz arasında, kendi sünnetleri bile olsa nafile namaz kılınmaz. Öğle namazını kendi başına kılan, ikindiyi, kendi özel vaktinde kılar. Bu, Ebu Hanife ile Züfer’in görüşüdür. Ebu Yusuf ve eş-Şeybânî’ye göre, öğleyi yalnız kılan, ikindiyi birleştirerek, ce­maatle kılabilir. Öğle ezanından sonra, önce öğle, hemen ardından da ikindi namazı kılınır. [88]

b) Şafiî Mezhebine göre, Arafat’ta vakfe yapılırken namazlar her iki şekilde de kılınabilir; ancak cem’u takdim   şeklinde kılınması efdaldir.

c) Maliki Mezhebine göre, Arafat’ta vakfe günü öğle ile ikin­diyi cem’u takdim şeklinde kılmak sünnettir.

d) Hanbelî  Mezhebine göre, Arafat’ta vakfe günü öğle ile ikindi birleştirilebilir.

Mekkeliler’in Arafat’ta cem ve kasr (kısaltma) yollarından hangisini seçeceği konusunda üç görüş vardır: [89]

a) Şafiîler arasındaki meşhur görüşe ve İbn Akîl gibi bazı hanbelîlere göre, kısa bir yolculuk yaptıkları için, ne kasr, ne cem yaparlar.

b) Ebû Hanîfe, bazı hanbelîler ile bazı şafıîlere göre, cem ya­pabilirler, kasr yapamazlar.

c) Malik, İshak, Tavus, İbn Uyeyne, bazı hanbelîler ve Ebu’l-Hattâb gibi bazı şafıîlere göre hem cem, hem de kasr yapabilirler.

 

Müzdelife’de Vakfe Gecesi Akşam Ve Yatsının Birleştirilmesi:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, Müzdelife’de vakfe yapılırken akşam ve yatsı namazlarının birlikte kılınması, cem’u   te’hîr şeklinde olur ve bu, vakfenin vaciplerindendir.  Akşam ve yatsı namazlarını bu şekilde kılmak için iki şart sözkonusudur:

(a) Müzdelife’de olmak,

(b) İhramlı olmak.

Bu namazlar, bir ezan ve kaametle cemaatsiz olarak kılınır, ikisi arasında nafile kılınmaz.

b) Şafiî Mezhebine göre, Müzdelife’de vakfe gecesi, namazlar her iki şekilde de kıhnabilirse de, cem’u te’hîr şeklinde kılmak ef­daldir.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, Müzdelife’de vakfe gecesi akşam ile yatsı birleştirilebilir.

 

İhtilâftı Olarak Kabul Edilen Birleştirmeler:

 

a) Hanefî Mezhebine, Hasan ve İbn Şîrîn ile İbnu’l-Kâsım’ın Mâlik’ten rivayetine ve tercihine göre, namaz vakitleri tevatürle sabit olup, haber-i vâhid’le terki caiz olmadığından, yalnızca Ara­fat’ta vakfe günü öğle ile ikindi, Müzdelife’de vakfe gecesi akşam ile yatsı namazları birleştirilebilir. Diğer yolculuklarda, sadece sûrî cem yapılabilir. Ebu Hanife, Arafat ve Müzdelife’deki cem duramlarını hac işlemlerinden kabul etmiş ve bunun, cem sebebi olduğunu belirtmiştir. [90]

Hattâbî’ye göre, cem ile ilgili hadislerin sûrî cem’e yorulma­sı, doğru değildir. Sûrî cem, her namazı vaktinde kılmaktan daha fazla güçlük doğurur. Çünkü, namazın ilk ve son vakitleri, halk bir yana, ilgili kişilerce bile kolaylıkla bilinemez.

Hattâbî’nin bu görüşüne karşı, sûri cem’in, namazı başka şekilde kılmaktan daha kolay olduğu ileri sürülmüştür. [91]

b) Cumhur’a göre, yolculukta iki namazın birleştirilmesi ca­izdir. Bu görüş, Saîd b. Zeyd, Sa’d b. Ebi Vakkâs, Usâme, Muaz b. Cebel, Ebu Musa el-Eş’arî, İbn Abbas ve İbn Ömer’den rivayet edilmiştir. Tavus, Mücahid, İkrime, Malik, Sevrî, eş-Şafiî, İshak, Ebû Sevr ve İbnu’l-Munzir de bu görüşü benimsemiştir:

(1) İbn Abbas, İbn Ömer ve sahabeden bir gruba, birer riva­yette Malik, eş-Şafiî ve Ahmed’e, Zeydîlerin Hâdeviye koluna göre, yolcunun cem türlerinin her ikisini de uygulaması caizdir.Malik, eş-Şafiî ve Ahmed, haçtaki cem durumlarının sebebi­ni, yolculuk olarak değerlendirmişlerdir.

Hanefî dışındaki ÜM’e göre, ittifakla sabit olan Arafat’ta ve Müzdelife’de namazları cem etmenin sebebi, hac işlemleriyle meşgul olmaları dolayısıyla, hacıların cem’e ihtiyaç duymala­rıdır. Bu sebep, benzer meşguliyet sözkonusu olduğundan, her yolculuk için geçerlidir. Dinimizde, özellikle hac işlemlerinin ruhsat için tesirli olduğu sözkonusu değildir. Halbuki mubah yolculuklar, meşakkat durumlarında, kasr ve iftar (oruç tutmayış) gibi kolaylıklar sağlamaktadır. [92]

Nehaî, Evzâî, diğer nakilde Malik, Ahmed ve İbn Hazm’in tercihine göre, yolcu sadece te’hir şeklinde namazı cem eder. Sa-n’ânî de bu görüşü yeğler[93]. Diğer hukukçulara göre, her iki cem türü de caizdir.

Şafiî Mezhebine göre, yolculukta cem’u takdîm şeklinde namazın sahîh olması için, yolculuğun ikinci namaz için iftitah tekbiri alana kadar devam etmesi gerekir. Cem’u te’hir şeklinde kılabilmek içinse, yolculuk her iki namaz bitene kadar sürme­lidir.

(2) Malikî Mezhebine göre, yolculuk halinde namazın kasr şeklinde kılınması şart değildir;  ancak, karada olması ve haram veya mekruh gayeli olmaması şarttır. Yolculukta namaz­ların cem şeklinde kılınmamasi mekruhtur.

(3) Hanbelî Mezhebi içinde, iki görüş vardır:

(a) Hırakî’nin belirttiğine göre, cem, ancak birinci na­mazın vaktinde seyrüsefer halindeyken caizdir. Birinci namaz ikincinin vaktine ertelenir, sonra ikisi birleştirilir. Es­rem, bunu Ahmed b. Hanbel’den nakleder. Aynı görüş Sa’d b. Ebî Vakkas, İbn Ömer ve İkrime’den de rivayet edilir.

(b) Ahmed’den nakledilen ikinci görüşe göre, ikinci namazın birinci namaz vaktinde kılınması caizdir. İbn Kudâme, bunun sahîh ve hanbelîlerin çoğunluğunca benimsenen görüş olduğunu belirtir. Buna göre, ister konaklasın, ister seyrüsefer halinde olsun, isterse kasr’i engellemeyen bir yerde ikamet edilsin, iki namaz   birleştirilir. Bu, aynı za­manda Atâ, Medine ulemasının çoğunluğu, eş-Şafiî, İshak ve İbnu’l-Munzir’in de görüşüdür. [94]

Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, cem, sadece kasr’ı mubah kılan yolculukta caizdir; Malik ve bir kavlinde eş-Şafiî’ye göre, mubah gayeli olduktan sonra, kısa yolculukta da cem caizdir; çünkü Mekkeliler, kısa yolculuk olmasına rağmen Arafat ve Müzdelife’de cem yaparlardı. [95]

c) Bazı hukukçulara göre, yolculukta cem, sadece bir özür do­layısıyla caizdir. Nitekim, İbn Teymiye ve İbnu’l-Kayyım’ın açıklamalarına göre, “Hz. Peygamber, her yolculuğunda  düzenli bir biçimde namazları cem etmezdi.  Bu, hem yolculuk sırasında, hem de konakladığında yaptığı uygulamadır. Fakat ciddi yolculuk­ta bir durum bulunması ve namazdan sonra yola devam etmesi ha­linde, msl. Tebuk gazvesinde cem ederdi. Konaklaması halinde, namazları cem ettiği nakledilmemiştir.” İbn Teymiye’nin belirt­tiğine göre, yolculuğu sürdürenler hem kasr, hem cem yapabilir; birkaç gün bir yerde konaklayanlar ise, yolculuğun sünneti olduğu için kasr yapabilirlerse  de  ihtiyacı olmadığından cem yapamaz­lar. [96]

d) Malik’in meşhur görüşüne göre, ciddi yolculuk (veya bizzat seyrüsefer) yapana cem caizdir.

e) Evzai’ye göre, sadece mazereti olana cem yapmak caizdir.

Yolcuya cem ve tevkiften hangisinin efdal olduğu ihtilaf­lıdır: [97]

(a) Şafiî Mezhebine göre, cem’in terki, yani tevkît efdaldir.

(b) Malik’e göre, cem’in terki, yani tevkît mekruhtur.

(c) Hanbelî Mezhebi içinde iki görüş vardır:  Birinciye göre, daha kolay ve hafif olduğu için cem, tefrîk’ten efdaldir. İkinciye göre, ihtilafın dışında bıraktığından ve Resulullah’ın cem’i sürekli uygulamayışından dolayı tefrik efdaldir.

Yolculuk dışındaki diğer hallerde cem yapmanın hükmü tartışılmıştır: [98]

a) Hz.Ali, İbn Şirin, Îbnu’l-Munzir, Kaffal, bir grup ashabu’l-hadis, İmamiye, el-Hadi, bir kavillerinde en-Nasır ile Mansur Billah’a göre, alışkanlık haline getirmemek şartıyla cem, mutlak ola­rak caizdir.

c) Cumhur’a göre, mazeretsiz olarak cem caiz değildir.

Şimdi bu mazeretleri teker teker ele alalım.

 

Kötü Hava Şartları:

 

Yağmurlu, Karlı Ve Soğuk Havalar:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, yağmurlu, karlı ve soğuk havalar­da iki namaz birleştirilmez, ancak sûrî cem yapılabilir.

b) Şafiî Mezhebine göre, elbiseyi ıslatacak derecedeki yağmur, karlı ve  soğuk hava sebebiyle,  namazlar yalnızca cem’u takdim şeklinde   birleştirilebilir. [99] Mukimlerin yağmurlu havada iki na­mazı birleştirmeleri için özel bazı şartlar vardır:

1) Yağmur vb.’nin her iki namazın iftitah tekbirinde ve bi­rinin selâmında devam etmesi gerekir. Namaz arasındaki ke­sintiler bir zarar vermez.

2) Tertibe uyulur.

3) İki namaz arasında ara verilmez.

4) Birlikte kılmaya niyet edilir.

5) İkincisi cemaatle kılınır.

6) İmamın imamete ve cemaate niyet etmesi gerekir.

7) Uzak bir cami ve mescidde olmalıdır.

c) İbn Ömer, Ebân b. Osman, fukaha-i seb’a, Malik, Evzaî, İshak ve Ahmed’e göre, yağmur dolayısıyla cem, yalnızca akşam ve yatsı namazları için her iki şekilde de caizdir. Bu görüş, Mer-van ve Ömer b. Abdülaziz’den rivayet edilir. [100]

Hanbelîlere göre, yağmurun elbiseyi ıslatacak derecede olma­sı gerekir; çiğ ve elbiseyi ıslatmayan hafif yağmur cem’i mubah kılmaz. Kar ve soğuk da, yağmur gibidir. [101] Cem şekillerinden kolayı seçilir. Münferid için veya yağmurun ıslatmasını engel­leyecek gölgelik vb. bulunduğunda, cem’in caiz oluşu ihtilaflıdır. Bir görüşte cem caizdir; çünkü, özür bulununca meşakkat bulunup bulunmaması farketmez, genel ihtiyaç bulununca hüküm ihtiyacı olmayanlar için de geçerli olur. İkinci görüşe göre ise, meşakkat dolayısıyla tanınan bir hak olduğu için cem caiz değildir. [102]

 

Çamurlu Yol: [103]

 

a) Hanefî Mezhebi, eş-Şafiî ve Ebu Sevr ile bazı hanbelî hu­kukçulara göre, çamurun  meşakkati yağmurdan  az  olduğu için, namazların cem’ini mubah kılmaz. Sûrî cem yapılabilir.

b) Malik ve içlerinde İbn Kudâme’nin de yer aldığı hanbelî hukukçuların çoğunluğuna göre, cıvık çamur, ayakkabı ve elbise­ler konusunda meşakkate yol açtığı için, cem hususunda bir özür­dür. Zaten çamur, cuma ve cemaatin terki konusunda da bir özür­dür, hatta kayganlığı dolayısıyla ıslaklıktan da zararlıdır.

Ahmed b. Hanbel’e göre, yolculuktayken çamur dolayısıyla binek hayvanından inemeyen, ima ile namaz kılar, secdede rükûdan daha fazla eğilir.

 

Şiddetli Rüzgâr Ve Fırtına: [104]

 

a) Hanefî ve Şafiî Mezhepleri ile bazı hanbelî hukukçulara göre, fırtına, iki namazı birleştirmek için sebep değildir. Sûrî cem yapılabilir.

b) Ömer b. Abdilaziz ve bazı hanbelî hukukçulara göre, soğuk ve karanlık bir gecedeki fırtına, cem’i mubah kılar. Çünkü bu, cuma ve cemaatin terki için de bir özürdür.

 

Karanlık Ve Çamur: [105]

 

a) Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, karanlık, iki namazı birleştirmek için sebep değildir, sûrî cem yapılabilir.

b) Maliki Mezhebine göre, mukimler, yağmurlu ve karanlık bir havada şiddetli çamur dolayısıyla camide akşam ve yatsı na­mazlarını cem’u takdim şeklinde kılabilir.

 

Hastalık Ve Özür:

 

Hastalık:

 

a) Hanefî ve  Şafiî Mezheplerine göre, hastalık,  cem sebebi değildir; çünkü, kesin vakit hadisleri, muhtemel bir durum yüzün den terkedilmez. Sûrî cem yapılabilir. [106]

b) Maliki ve Hanbelî Mezhepleri ile Hasan, Ata ve İshak’a göre, hastalık cem sebebidir:

1) Maliki Mezhebine göre, hasta olup kendisine bir namaz için ayakta durmak ve abdest almak ağır gelen kimseler, sûrî cem yaparlar. Yani, ilk namazı ihtiyarî vaktin sonunda, ikinci­yi de ihtiyarî vaktin başında eda ederler. Her namaz, vaktinde kılınmış olacağından, bu esasen bir cem değildir. [107]

2) Hanbelî Mezhebine göre, cem’i mubah kılan hastalık, her namazı vaktinde kılma halinde, meşakkat ve zaafa sebep olan, başka bir deyişle cem’i terkedince güçlükle karşılaşmaya yol açan hastalıktır. İstihâda kanı görmek, idrarını tutamamak, ne abdest alabilecek, ne de teyemmüm yapabilecek vaziyette bu­lunmak, her namaz için abdest almaktan âciz ve mazur olmak da cem sebebidir. Hastalar, takdîm veya te’hîri seçmekte serbest­tir, durum eşit olunca te’hîr evlâdır. [108]

c) Caferî Mezhebine göre, istihâda kanı gören kadınların cem yapma ruhsatı vardır. Eğer cem yapmazsa, her namaz için guslet­mesi, kan kesilmediği takdirde abdest ve gusülden hemen sonra namazı kılması gerekir. [109]

d) Kadı Hüseyn, Hattâbî ve Şafiî hukukçulardan Mütevellî’ye göre, hastalık cem’in sebebidir. Nevevî de bu görüşün güçlü bir deli­le dayandığını belirtir. [110]

 

Bayılma, Başdönmesi Ve Eziyet Endişesi: [111]

 

a) Cumhur’a göre, bayılma ve başdönmesi, cem için  sebep değildir.

b) Malikî Mezhebine göre, sağlam kimseler de, ikincinin vakti girdiğinde namazı gereği gibi kılmaktan alıkoyacak bayılma nöbeti, başdönmesi, eziyet ve kahırdan korkarsa, cem’u takdim şeklinde namazları birleştirebilir. Fakat, takdim etme du­rumunda, korktuğu başına gelmezse, namazı yeniden kılar. Bu ko­nuda, naklî delile değil, aklî delile dayanırlar.

 

Emzikli Kadın: [112]

 

a) Cumhur’a göre, emzikli  kadınlar,  cem  yapamazlar,   na­mazlarını ancak sûrî cem şeklinde kılabilirler.

b) Hanbeîî  Mezhebine  göre,  her  namaz  vaktinde  çamaşır yıkaması meşakkatli olan emzikli kadına da her iki şekilde cem ruhsatı vardır.

 

Güvenliğin Tehlikede Olması:

 

Can, Mal Ve Namus Güvenliği: [113]

 

a) Cumhur’a göre, can, mal ve namus güvenliğinden endişe durumunda, namazlar ancak sûrî cem’le kılınabilir.

b) Hanbelî Mezhebine göre can, mal ve namus güvenliği ko­nusunda endişesi olanlar, namazlarını her iki şekilde de cem ede­rek kılabilirler.

 

İş Ve Geçim Güvenliği: [114]

 

a) Cumhur’a göre, iş güvenliğinin tehlikeye girmesi, ancak sûrî cem için özür olabilir.

b) Hanbelî  Mezhebine göre, cem’i terkedince, rızık ve maişetini sağlamakta bir zararla karşılaşacağından endişe eden­ler, namazlarını her iki şekilde cem ederek kılabilirler.

İbn Teymiye bu konuda şunları belirtir:

“Cem konusunda en geniş mezhep, Ahmed’in mezhebidir. Aşçı, fırıncı gibi malının bo­zulması endişesi bulunan meşguliyet sahiplerine de cem izni vermiştir. Nitekim, Nesaî’de bu konuda merfû bir hadis de vardır.” [115]

 

Vakitle İlgili Özellik Ve Durumlar:

 

Vakti Bilememek: [116]

 

a) Cumhur’a göre, vakti bilememek, gerçek cem’in değil, sûrî cem’in sebebi olabilir.

b) Hanbelî Mezhebine göre, namaz vaktini bilmekten âciz ka­lanlar (msl. körler veya yer altında bulunanlar), namazlarını her iki şekilde cem ederek kılabilirler.

Kısa veya uzun süreli anormal bölgelerde de namazların kılınma şekillerinden biri olarak cem beyne’s-salâteyn çözümü be­nimsenmiştir.

 

Ortak Vakitli Namazlar: [117]

 

a) Cumhur’a göre, namazların ortak vaktinin bulunuşu, cem için sebep değildir.

b) İmamiye/Caferiye Mezhebine göre, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarının müşterek vakti bulunmaktadır:

1) Öğle ile İkindinin Ortak Vakti:  Öğlenin özel vakti ze­valden sonra, ikindinin özel vakti gündüz sonunda kılacak kadarlık   zaman   geçince   veya   kalınca   gerçekleşir.   Bu   ikisi arasındaki vakit, ortaktır ve bu ortak vakitte, öğle ile ikindi bir arada kılınabilir.  Ancak,  vakit sadece ikindiyi kılacak kadar darahrsa, önce ikindi, sonra öğle namazı kılınır.

2) Akşam ile Yatsının Ortak Vakti: Akşamın özel vakti, gurûbtan kılınacak kadar zaman geçince, yatsının özel vakti de gece yarısına yatsıyı kılacak kadar zaman kalınca gerçekleşir. Bu ikisi arasındaki vakit, ortaktır ve bu vakitte ikisi birlikte kılınabilir.

Bu bakış açısıyla Caferî Mezhebi, iki namazı birleştirmeyi sürekli bir şekilde tanımış olmaktadır.

 

İhtiyaç:

 

a) Cumhur’a göre, hadarda (mukimken) gerçek cem caiz leğildir, sûrî cem yapılabilir. [118]

San’ânî’nin belirttiğine göre, cem’u takdîm’de büyük bir güç­lük vardır. Namazı bu şekilde kılanlar, onu âdeta vakti girmeden kılmış olurlar. Bu çeşit, takdim edilen namazlar mantık, meftıum, umûm veya husus delâletlerinden birine dayanmaz. [119]

b) Nevevî’nin Müslim şerhinde [120] belirttiğine göre, imamlardan   bir   grup,   alışkanlık  edinmemek  kaydıyla  hadarda cem’in  cevazına  izin  vermiştir.   İbn   Şîrîn,  Rebîa,  Malikîlerden Eşheb, Hattâbî’nin belirttiğine göre şafiîlerden el-Kaffâlu’1-Kebîr, Ebu İshak el-Mervezî, bir grup hadisçi ve İbn Şubrume ile İbnu’l-Munzir bu görüştedir. [121]

Hanbelî Mezhebine göre de, hac sırasındaki cem’in sebebi, madem ki dua ve hutbe için vakit ayırmaktır, öyleyse her ihtiyaç durumunda cem meşru olur; ancak, bunu alışkanlık haline getir­memelidir[122]. Fakat hanbelî İbn Kudâme, yolculuk, yağmur, hastalık ve fırtına dışındaki sebeplerin cem için özür olmayacağını be­lirtir. [123]

San’ânî’nin belirttiğine göre, İbn Abbas’tan rivayet edilen cem’le ilgili hadis [124] bu konuda delil olamaz. Çünkü, takdim veya te’hîr türlerinden biri için belirli değildir. Sahabe ve tâbi’înden nakledilen eserler de delil olamaz; çünkü bu, içtihada açık bir konu değildir. [125]

c) Bazılarına göre, hadarda, sûrî cem yapılabilir. Kurtubî, bunu müstahsen (iyi; görüp tercih etmiş, malikî İbn Mâceşûn, hanefî Tahâvî ve İbn Seyyidinnâs da bu görüşü benimsemiştir. [126]

Bütün bu açıklamalardan ortaya çıkan sonuç şudur: Cem ko­nusunda DM’in en genişi Hanbelî Mezhebidir, en darı ise Hanefî Mezhebidir. Bu ikisi arasında yer alan Malikî Mezhebi birincisine, Şafiî Mezhebi ikincisine yakındır. [127]

Mezheplerin sûrî veya gerçek cem konusundaki görüşleri, farz namazı vaktinde kılma hususunda bazı sıkıntılı ve zorlu du­rumlarla karşılaşan ve bu yüzden namazını vaktinde kılma im­kânını kaybeden müslümanlar için zaman zaman uygulama im­kânı verir. Sözgelimi ameliyattaki doktor, nöbetteki asker, bekçi ve polis, mesai saatindeki işçi ve memur, çok önemli bir toplantıdaki ilim adamı gibi çalışma ve nöbet saatleri iki namaz vaktini kapla­yan müslümanlar, önce sûrî cem, sonra da gerçek cem imkânını gözönüne alarak namazlarını gönül huzuru içinde kılabilirler.

 

3- Cem’in Genel Şartları: [128]

 

Cem’i benimseyen görüşler, namazların bu şekilde kılınması için, yukarıda açıklanan özel şartlar yanında, bazı genel şartları da benimsemişlerdir:

 

Cem’u Takdîm’in Şartları:

 

Tertibe Uymak:

 

a) Şafiî Mezhebine göre, iki namaz birleştirilirken, ikisi arasındaki sıraya aynen uyulur, bu vaciptir; uyulmazsa, vakte ait namaz sahih olurken, diğeri  ancak unutma ve bilgisizlik durum­larında nafile yerine geçer.

b) Maliki Mezhebine göre, iki namazı birleştirirken, unutma olmadıkça tertibe riayet edilir.

c) Hanbelî Mezhebine göre, cem durumunda, namazlar arasındaki tertibe uyulur. Tertibe uyulmazsa, uyulmadığı namaz ânında  hatırlanırsa, kılınan  namaz  bâtıl olur; fakat, kıldıktan sonra hatırlanırsa, namaz sahih olur.

 

Niyet:

 

a) Şafîî Mezhebine göre, cem durumunda, birinci namazda her ikisini aynı vakitte kılmaya niyet edilir.

b) Hanbelî Mezhebi içinde iki görüş vardır. Cem’u takdim du­rumunda, birlikte kılmaya niyet, bir görüşte  şartken, diğerinde değildir. Cem’u takdîm’de niyet, bir görüşte iftitah tekbiri sırasında yapılırken, bir görüşe göre tekbirden selâma kadar yapılabilir.

İbn Teymiye’nin belirttiğine göre, Ahmed b. Hanbel, cem için niyeti şart koşmamıştır.

 

Vaktin Yakın Olması:

 

a) Cumhur’a göre, vaktin yakınlığı şartı aranmaz.

b) Şafiî Mezhebine göre, cem’u takdîm şeklinde namaz kılabilmek için, birinci namaz vaktinin ikinciye yakın olması ge­rekir.

 

Ara Vermemek:

 

a) Şafiî Mezhebine göre, iki namaz arasında, iki hafif rekâtten fazla ara vermemek şarttır. Namazlara, ancak ezan, kaamet ve temizlik için ara verilebilir. Şunu da bilmek gerekir: Şafiî Mezhe­bine göre, teyemmümle iki namazı birleştirmek caiz değildir.

b) Hanbelî Mezhebine göre, iki namaz arasında,  ancak ka­amet getirecek veya abdest alacak kadar ara verip daha fazla ara vermemek gerekir. Msl.  arada nafile namaz kılınırsa, namazların cem edilerek kılınması bâtıl olur.

 

Birincinin Sahih Olması:

 

Şafiî Mezhebine göre, iki namaz birleştirilirken, birinci na­mazın herhangi bir şekilde sahih olma şartını kaybetmemesi gere­kir.

 

Özrün Sürmesi:

 

Hanbelî Mezhebine göre, her iki namazın başında ve birinci selâmında, yukarıdaki özürlerden birinin bulunması ve ikinciyi bitirene kadar devam etmesi gerekir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türü

Şartlar

Hanefi

Şafiî

Malikî

Hanbelî

Cem’u

Takdim

Mükellef İlgili Ş.

Arefe Günü

Şart

Şart

Şart

Şart

İhramlı

Şart

Şart

Şart

Şart

Namazla    

İlgili

Şart

Birinci

Namazla

İlgili

Cem Niyeti

-----

Şart

------

Şart

Vaktinin 2.ye Yakınlığı

 

Şart

------

 

Sahih Oluşu

...

Şart

...

...

Ortak Şart

Cemaatle

Şart

_

__

Tertib

Şart

Şart

Şart

Şart

Aralıksız

__

Şart

_

Şart

Cem’u Tehir

Özür/ Sebep

Yolculuğun Sürmesi

Şart

_

Özrün Sürmesi

-

-

...

Şart

Mükellef

Müzdelife’de Olmak

Şart

Şart

Şart

Şart

İhramlı Olmak

Şart

Şart

Şart

Şart

lamaz

Birincide Te’hire Niyet

-

Şart

...

Şart

Tablo 40: el-Cem’u Beyne’s-Salâteyn’in Şartları

 

Cem’u Te’hîrin Şartları:

 

Niyet:

 

a) Şafiî Mezhebine göre, iki  namazı cem’u te’hîr şeklinde birleştirmek için, birincide te’hîre niyet etmek gerekir.

b) Hanbelî Mezhebine göre de, cem’u te’hîr durumunda, birinci namazda cem etmeye niyetlenmek gerekir. Niyet, birinci namazın başından kılacak kadarlık zaman kalıncaya dek yapılabilir; tekbir alacak veya bir rekat kılacak kadarlık bir zaman kalınca dahi yapılabileceğini savunanlar da vardır.

 

Özrün Sürmesi:

 

Hanbelî Mezhebine göre, namazları birlikte kılmayı mubah kılan özrün, birinci namazda cem etmeye niyetten ikinci namazın vakti girene kadar devam etmesi gerekir.

İki namazın birleştirilmesi durumunda ezan ve kaamet şöyle yapılır:

a) Eski görüşünde eş-Şafıi, bir rivayette Ahmed b.Hanbel, İbn Hazin, İbn Maceşun ve Zeydiye’nin Hadeviye koluna göre, iki na­maza bir ezan, her namaza ayrı kaamet gerekir.

b) Yeni görüşünde eş-Şafii,  Sevri ve bir rivayette Ahmed b.Hanbel’e göre, sadece iki kaamet getirilir.

 

13. BÖLÜM COĞRAFÎ KONUMUN NAMAZA TESİRİ

 

64. Vaktin Düzenlenmesine Tesir Eden Konum:

 

1- Ülkeler Ve Kıtalararası Yolculuklarda Namaz: [129]

 

Bilindiği gibi, günümüzde yolculuklar, sadece yakın yerlere veya aynı ülkede olmamakta, uçak vb. hızlı ulaşım araçları ile ül­keler, hatta kıtalar arasında cereyan etmektedir. İşte bu gibi, git­tikçe hızı artan hava yolculukları, karar verilmesi asla mümkün olmayacak meseleler ortaya çıkarmaktadır. Meselâ:

(a) Güneşin doğmasından biraz sonra hareket edip, yolda gi­derken, güneşin şarkta battığını görerek, bir müddet sonra güneşin henüz doğmadığı bir ülkeye ulaşmak mümkündür; yahut hareket eğer güneşin batmasından sonra olursa yolda giderken,  güneşin batıdan doğduğunu görmek mümkündür.

(b) Bunun aksine, bir ülke saat 06.00’da terkedilir ve yalnız üç saat sonra varılan yerde mahallî saat 09.00 olacağına, 12.00 olabilir.

(c) Uçakla bir müslüman Sumatra’dan Sibirya’ya mütevecci­hen, düz hat boyunca hareket etse ve geri dönse, bu halde oruçlu olsa, acaba hangi saatte iftar etmelidir?

Görüldüğü gibi bu şekildeki hızlı yolculuklarda hareket edi­len ülkenin saatine göre mi, varacağı ülkenin saatine göre mi, yoksa uçaktan güneş batarken görülen ülkenin saatine göre mi namazını kılacak ve orucunu bozacaktır? Mevsimlere göre bunlar arasındaki fark muazzam olacaktır. Keza sesten hızlı giden uçak­larda, eğer uçağın hızı arzın rotasyon hızına eşitse, güneşin battığını hiç görmeyecek şekilde doğudan batıya gidebilir, veyahutta batıdan doğuya gitmek suretiyle, yirmidört saatte güneşin birçok kere battığı görülebilir. Hatta sunî bir peykte (sputnik) seyahat eden biri, yirmidört saatte onaltı kere güneşin doğuşunu ve onaltı kere de batışını görebilir.

Bu gibi çağdaş insanın karşılaştığı problemler, -bunlar ülke­mizde daha çok işçilerimizi, işadamlarımızı ve mütedeyyin elçilik mensuplarını ilgilendirir- Tirmizî ve İbn Hanbel [130] tarafından ri­vayet edilen ve Hz. Peygamber’in (sav) ashabı zamanına ait şu ri­vayete müsteniden, hallolunabilecek gibi gözükmektedir; Ramazan, Suriye’de Medine’ye nazaran bir günlük bir gecikmeyle başlamıştı. Medine’ye gelen Suriyeliler sadece yirmisekiz günlük bir oruçtan sonra bayram yapmak mecburiyetinde kaldılar; fakat sonra bir gün daha oruç tuttular. Bunun hukukî açıklaması şudur: İbadetimiz için seyahat esnasında kendisinden hareket edilen ülkenin ve ye­rin saati; gidilecek yere varıldıktan sonra da o ülke ve yerin saati esas alınır. Niyet edilmiş oruç, ancak hareket edilmiş olan ülkenin saatine göre bozulabilir. Aklı selim de, bu gibi ülkeler ve kıtalararası yolculuklarda, güneşin hareketine değil, terkedilen memleketin saatine uyulmasını gerektirir.

Burada, aynı konuyu ilgilendiren başka problemden; Asya ile Amerika arasındaki tarih çizgisinden (date line) çıkan problemden sözetmek yerinde olacaktır. Arzın yuvarlaklığı dolayısıyla günün başlaması gereken yerde, keyfî bir çizgi çizilmiştir. Bu farazi çizgi, Asya ile Amerika arasından geçiyor; siyasî mülahazalar, bazı noktalarda bu çizgiyi saptırmıştır, Japonya, Avustralya, Endonezya’dan Amerika’ya veya Amerika’dan aksi istikamete vapurla ya da uçakla yolculuk yapan müslümanlar için bu çizginin önemi vardır. Amerika’ya giderken, bu hayalî çizgiyi geçer geçmez yir­midört saatlik bir fark meydana gelecektir: Meselâ Japonya’dan Amerika’ya uçakla cumartesi günü hareket eden biri, Amerika’ya vardığında, günlerden henüz daha cuma olduğunu; Amerika’dan uçakla Japonya’ya cuma günü hareket eden biri de, buraya vardığında, farkında olmadan birkaç saatlik yolculuk sonunda yirmidört saat kaybetmiş olduğunu ve burada günlerden hâlâ cu­martesi olduğunu görür. Cuma namazı için bu tabiatıyla işi karıştırır. Bu problemin çözümü de, yukarıda belirtilen şekilde olur. Meselâ bir kimse öğleden önce karaya inecek olsa terkedilen memleketin değil, varılan memleketin vaktine göre cuma nama­zının kılınması icabeder.

Şu halde ülkeler ve kıtalar arasında ya da saatlerinde farklılık bulunan ülkelerin kendi içinde yapılan hızlı yolculuk­larda, yolculuk sırasında kendisinden hareket edilmiş olan ülke ve yerin; gidilecek yere ve ülkeye ulaşıldığında da o yerin zaman ve takvimini kullanmak gerekir. Yani, gerek namaz ve gerekse oruç için, yolculuk sırasında üzerinden aşılan ülke ve yerin durmadan değişen mahallî saatlerine göre değil de, yolculuğun başlangıç ye­rinin zamanına göre hareket edilir. Fakat, gidilecek yere ulaştıktan sonra, artık orasının saat ve takvim düzeni esas alınır.

Yine, meselâ eğer bir sputnik içinde dünyanın çevresinde se­yahat edilecek olursa, normal olarak bir çevre uçuşu doksan daki­ka olacaktır. Güneşin görünüşü kuzeyden güneye, güneyden kuze­ye, doğudan batıya ve batıdan doğuya uçağın uçuşuna göre değişecektir. Güneşin doğup batması, her yirmidört saatte bir değilse, her birbuçuk saatte bir defa olacaktır. Biz dünyalı seyyah­lar için yapma peykelerinki değil, dünya güneşinin doğup batma­sına dayalı dünya saati tatbik edilmelidir.

 

2- Anormal Bölgelerde Namaz: [131]

 

Anormal Bölge Kavramı:

 

Namaz vakitleri bölümünde ele aldığımız hüküm ve bilgiler, coğrafî koşumuna göre bir yerde vaktin düzenlenmesi açısından normal kabul edilen bölgeler için geçerlidir ve güneşin günlük ha­reketlerine göre düzenlenir. Normal bölgelerle, yani ekvator ve sıcak ülkelerle, kutuplara daha yakın bölgeler arasında güneşin doğuş ve batış saatlerinde farklılıklar vardır. Ekvatorda güneş da­ima sabahın altısına doğru doğar ve bütün mevsimlerde akşamın altısına doğru da batar. Gerçek tan iıe güneşin doğuşu arasında, tıpkı güneşin batışı ile akşam tanının kaybolması arasında olduğu gibi, yaklaşık doksan dakikalık bir ara vardır. Buna göre, bu yer­lerde, yaklaşık onüçbuçuk saat kadar oruç tutulur. Ekvator’dan pek uzaklarda, incelemekte olduğumuz bölgelerde, güneşin hareketleri­ni esas almak, pratik olmaktan ziyade, mahzurludur. Kutuplara doğru gidildikçe, güneşin doğuş ve batış vakitler indeki kayma fazlalaşır. Bu uzunluk da, enleme tâbi olarak değişir; tam kutup nok­tasında güneş, el-Bîrunî’nin [132] mütalaa etmiş olduğu gibi, gece ile gündüzün eşit olduğu senede, bir tek gün (ekinoksitidal noktası) hariç, doksan derece kuzey enlem dairesi ile doksan derece güney enlem dairesinde, güneş devamlı olarak altı ay doğmaz ve yine ekinoks günü hariç, güneş devamlı olarak ufkun üzerinde altı ay kalır, hatta daha aşağıda İngilizce Nautical Alma ac’ın bize gösterdiği gibi:

72 derece kuzeyde 9 Mayıs’tan 4 Ağustos’a,

70 derece kuzeyde 17 Mayıs’tan 27 Temmuz’a,

68 derece kuzeyde 17 Mayıs’tan 17 Temmuz’a,

66 derece kuzeyde 13 Haziran’dan 29 Haziran’a, kadar güneş devamlı ufkun üzerinde kalıp ne gündüzün ve ne de geceleyin ba­tar. Buna tekabül eden bir devrede de Norveç, Finlandiya ve Kanada’da uzun bir gece hüküm sürer. 66 derece kuzey enlem dairesinde, 30 Haziran’da güneş gece yarısı 03.00’te doğar ve 23.46’da batar; 2 Temmuz’da 03.00’te doğar ve 23.32’de batar. Bu, güneşin batık kaldığı birkaç dakika içinde, bütün gece namazlarının, yani akşam, yatsı ve sabah namazlarının eda edilmesi gerekir demek­tir.

Günümüzde -aşağıda belirtileceği gibi- normal bölgelerin had sınırı olarak kırkbeşinci paraleller alınmış bulunmaktadır, Bun­ların ötesi, yani kırkbeş ile doksan derece arasındaki kuzey ve gü­ney enlem dairesine giren yerler, Anormal Bölgeler olarak kabul edilmektedir.

Bu açıklamalar ışığında, normal bölgeleri, Kısa Süreli Anormal Bölge ve Uzun Süreli Anormal Bölge şeklinde iki çeşit olarak ele almak uygundur. Kısa Süreli Anormal Bölge, yılın bir mevsiminde, en kısa gecelerde, daha akşam şafağı kaybolmadan fecrin doğduğu yerlerdir; Uzun Süreli Anormal Bölge terimi de, güneşin devamlı olarak altı ay batık ve doğmuş vaziyette durduğu kutuplar için kullanılır.

Belirtilen enlem daireleri üzerindeki taksim, arzı, nazarî olarak iki eşit parçaya böler, fakat hakikatte iskân edilebilen dün­yanın dörtte üçü bu normal bölge içinde bulunuyor.

Zira bütün Afrika’yı ve Hindistan’ı, Okyanus’u ve hemen he­men bütün Çin’i ve Kuzey ve Güney Amerika’yı (Kanada ile Arjan­tin’in ve Şili’nin uçları hariç) ve Avustralya’yı (Okyanusya) içine almaktadır. Bilhassa şunu da belirtmek, yerinde olur: Bu taksim çizgisi, müslümanların bir senelik alışkanlıklarına dokunmadan geçer: Arabistan, Suriye, Türkiye, Mısır, İspanya, İtalya, İran, Gü­ney Fransa, Türkistan, Hind-Pakistan, hatta Uzakdoğu ve kalaba­lık Malaya ve Endonezya gibi, Hz. Peygamber ve ashabı za­manında müslümanlığı kabul etmiş ülkeler asırlardan beri alıştıkları şekilde dinî ibadet ve adetlerine devam edeceklerdir. Avrupa’da kendini normal bölge saatine uydurma (tavizat), Bordeaux-Bükr eş-Sivastopol çizgisinin kuzeyini; Kuzey Amerika’da Hali-faks-Portland çizgisinin üst tarafını ve güney yarımkürede yalnız Arjantin ve Şili’nin güney kısımları ve Yeni Zelanda’nın güne­yinde bazı adaları ilgilendirmektedir. İngiltere’de, Fransa’da, Al­manya’da, Hollanda’da, İskandinavya’da, Finlandiya’da, Kazan’da, Kanada’da vb.’de bulunan müslüman cemaatleri İslâm huku­kunun  bu  açıklamasından faydalanacaklardır.

Kutuplarda namazın nasıl kılınacağı konusu, İslâm’a hücum için, birçok defa sözkonusu edilmektedir. Oysa, oturmaya ve hayatı normal olarak sürdürmeye elverişli olmaması açısından bu mesele pratik bir önem kazanmamaktadır. Kaldı ki İslâm hukuku, bu gibi anormal bölgelerde namazın nasıl kılınacağı konusunu, bu bölüm­de genişçe ele alındığı gibi gayet açık bir şekilde düzenlemiş bu­lunmaktadır.

 

İbadet Vakitlerinin Düzenlenmesi:

 

Kısa Süreli Anormal Bölgelerde:

 

Kırkbeşinci enlemin kuzeyinde kalan bölgelerin müslümanlar tarafından fethi ve bu bölgelerde ibadetin, müslümanların me­selesi haline gelmesi, müctehid imamlar devrinden sonra olmuştur. Bu sebeple fukahanın meseleyi ele almaları hicrî asır do­laylarında başlamıştır. O yüzden Hanefî fukahasmdan Burhaneddin el-Kebir Ebu Muhammed Abdülaziz b. Ömer el-Mervezî, böyle yerlerde alâmetler bulunmazsa dahi namazın kılınması gerek­tiğini, es-Sadru’ul-Kebîr Burhanu’l-Eimme ise vakit bulunmadığı için buna bağlı mükellefetin de bulunmadığını belirtmiş ve daha sonra gelenler de bu iki görüşten birini tutagelmişlerdir. Konu daha sonra Kazan’h Şihâbuddîn el-Mercânî tarafından genişçe ele alınmıştır. [133]

 

Namazın Düşmesi: [134]

 

eş-Şeyhu’1-Kebîr Seyfuddin Yusuf el-Bakkalî’nin fetvasına, Zahîru’din el-Mergınanî ve ez-Zeyla’î’ye göre, vakit, namazın şartı olduğu gibi, farz olmasının da sebebidir. Bu, herhangi bir yerde namaz vakitlerinden gerçekleşmeyen olursa, o vakte ait namaz bu bölgedekilere farz olmaz. Öyleyse, kısa süreli anormal bölgelerdekiler de, yatsı ve vitir namazlarını kılmazlar. Nitekim, abdest or­ganlarından birini kaybeden kimse için de, bu organların yıkama mükellefiyeti kalmaz.

Doğrudan bir açıklama yapmamakla birlikte, kitaplarında bu görüşü nakledip başka bir görüş bildirmeyen Şurunbilalî,  Molla Husrev [135] ve Hafızuddin en-Nesefî’nin [136] de bu görüşe katıldığı ifade edilir.

 

Namazın Kılınması:

 

I. Kaza Olarak: [137]

 

Şemsu’l-Eimme el-Hulvanî’nin fetvasına göre, kısa süreli anormal bölgelerdekiler de beş vakit namazla mükellef olduk­larından, yatsı namazını kaza olarak kılmaları gerekir.

Bazı nakillere göre, el-Bakkalî’nin fetvası, el-Hulvanî’ye ulaşınca, kendisi bir adamını göndererek, “beş vakit namazdan bi­rini düşüren tekfir olunmaz mı?” diye sordurmuş, el-Bakkalî’de abdest organlarını hatırlatarak, buna dayanıp fetva verdiğini bil­dirmiş, el-Hulvanî de onun fetvasını güzel bularak muvafakat ettiğini açıklamıştır.

Bazılarına göre, her gün, bir önceki yatsı namazının kaza­sına niyet edilerek namaz kılınır,

 

II. Eda Olarak:

 

a)  Şafağın Kaybolmasına Göre Düzenleyerek:

aa) Kırmızı Şafağın Kayholmasına Göre Düzenlenmesi: Bir kısım hukukçulara göre, akşam vaktinin çıkması ve yatsı vaktinin girmesini belirleyen şafak, beyaz şafak değil, kırmızı şafaktır; yani, güneşin batışının hemen arkasından batı ufkunda görülen kırmızılıktır; bu ise, beyaz şafağın aksine, o mıntıkalarda da kaybolmaktadır; şu halde buna göre yatsı kılınabilir.

Şafağın kırmızılık olduğunu ileri süren hukukçular çoğunluktadır. Hanefîlerden Ebû Yusuf ve eş-Şeybânî de bunlar arasında yer almaktadır. Nitekim, Serahsî de beyaz şafağın bazı yerlerde geç kaybolduğunu, bu sebeple yatsı vaktini beklemekte güçlük çekildiğini, dolayısıyla kırmızı şafağın esas alınması­nın uygun olacağını belirtmiştir.

b) Akşam ve Yatsıyı Birleştirerek: [138]

Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ile merkezi Suudi Arabis­tan’da bulunan Râbıtatu’l-Âlemı’l-İslâmî, ortaklaşa olarak, 23-27 Haziran 1980 tarihinde, kısmen din âlimi, kısmen kozmografya ve takvim mütehassısı olmak üzere kırkın üzerinde delegenin katıldığı ve çok sayıda Türk ve Marok müslümanın içinde yaşayıp yatsı ve imsak vakitlerinin girdiğini gösteren atmosfer alâmetinin hiç meydana gelmediği yerlerden -güzel bir tesadüf eseri toplantı tarihinde vakit bu şekildeydi- biri olan Brüksel’de ilgili konunun tartışıldığı bir toplantı düzenledi: Bu toplantının aldığı kararlardan birine göre, “şafağın kaybolmadığı veya beklenilmeyecek kadar geç kaybolduğu yerlerdeki müslümanlar akşam ve yatsı namazını, isterlerse el-Cem’u beyne’s-Salateyn (iki namazı birleştirme) esas­ları çerçevesinde kılabilirler.”

c) Vakit Takdir Ederek:

(a) En Yakın Normal Bölgeye Göre Düzenlenmesi:

İbn Âbidîn’in naklinde Şafiî Mezhebine, [139] Muhanımed Zihni Efendi, [140] Kemaluddin b. Humâm, [141] ve İbn Emirihac, [142] Muhammed Hamidullah, [143] ve Mahmud Şeltut, [144] ile adı geçen toplantının kararlarından birine göre kısa süreli anormal bölge­lerde yatsı namazı, en yakın bölgeye göre düzenlenerek kılınır.

(b) Mekke Arzına Göre Düzenlenmesi:

Yukarıdaki sözü geçen Brüksel toplantısının başka bir ka­rarma göre, iki namazı aynı vakitte kılmak istemeyenler Mekke arzına, yani akşam ile yatsı arasının en kısa olduğu devresine uyup, yatsı namazını buna göre kılabilirler. Bu du­rumda, güneş battıktan sonra akşam namazı kılınır, sonra gu­ruba, Mekke arzmdaki akşam ile yatsı arasındaki süre eklene­rek bulunan saatte de yatsı namazı kılınır.

Günümüzde Radyo-TV aracılığıyla en yakın normal bölge­lerle ilgili yerlerin ezanları rahatlıkla duyulabilmektedir.

Namaz dışındaki oruç, zekât, fitre, hac vb. ibadetlerle alım-satım, iddet vb. işler takdir esasına göre hareket edilerek en yakın normal bölgeye bakarak düzenlenir.

 

Uzun Süreli Anormal Bölgelerde: [145]

 

Konuyla ilgili görüşlerini açıklayan bütün hukukçulara göre, gerek ibadetler ve gerekse diğer dinî işlemler için takdir esasına göre hareket edilir. Burada hemen belirtmeliyiz ki, yarın insanoğlu hayat bulunan bir gezegende yaşamaya başlarsa, herhalde yine takdir esasına göre hareket edilecektir.

Hz. Peygamberin hayatında böyle bir mesele ortaya konmuş değildi. Halife Osman zamanında, hemen hemen kırkbeşinci para­lele kadar fetihler yapılmıştı. Abdurrahman el-Gâfıkî za­manındaki Endülüs müslümanları, kırkbeşinci paralelin ötesinde uzun zaman kalmışlardı. Hicretin beşinci asrında Rusya’da Volga nehri üzerinde’ müslümanlığı kabul eden Bulgar Türkleri’nin de bu konuda herhangi bir vesika bırakmış oldukları zannedilmemektedir; hiç değilse ünlü seyyah İbn Fadlan’ın kendi seyahat hikâyesi, bu kavmin ihtidası dolayısıyla da olsa bu meseleden bah s etmemek­tedir. Miladi 19. asır Kuzey Rusya müslümanları, bu meseleden ilk bahsetmiş , olanlardır. [146] Belirtildiği gibi, bu bölgelerde insanlar uzun zamandan beri geçmekteydiler, şimdi daha da fazla uğrak yeri oldu, hatta bu bölgelerde insanlar iskân etmeğe başladılar. Me­selâ çok iyi bilindiği gibi, Sovyet kamplarında birçok müslüman işçi vardır.

Anormal bölgelerde güneşin hareketi ne namaz, ne de oruç için bir ölçü olarak alınamaz. Bugün için, İslâm hukukçuları, na­maz ve oruç için bu bölgelerde güneşin hareketine değil, saatin ha­reketine uyulmasına hükmetmişlerdir. Mesele, normal bölge ile anormal bölgeyi birbirinden ayıran sabit bir çizginin tayinine kalmaktadır. Anormal bölgede uyulacak olan saatin hareketine ölçü ne olmalıdır? Çeşitli müslüman ülkelerin ulema meclisleri (msl. Haydarabad Eyâleti Ulema Meclisi) tarafından tasvip edilmiş olan kesin hal şekli şöyledir:

(a) Kur’ân-ı Kerîm’de, “Hiç şüphe yok ki, her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” [147] “Allah hiç kimseye  gücünün yeteceğinden fazlasını teklif etmez.” [148] buyurulmaktadır. Hz. Peygamber de, çok daha açık bir şekilde ve genel bir tarzda, valilerine, “Kolaylaştırınız, zorluk çıkarmayınız, (din yolunda) kimseyi ürkütmeyiniz” diyerek, yukarıdaki asıl prensipleri sadece teyit etmiştir.

(b) Bu umumî emirlerden başka, Hz. Peygamber (sav) [149] bir kudsî  hadiste   anormal   uzun   günlerle   ilgili   bir   soruya, cevap aradığımız konuyla da ilgili olarak hayranlık verici bir çözüm şeklibulmaktadır: 

“Hz. Peygamber, âhir zamanda insanlar için ilahî bir imtihan olmak üzere Deccal’in zuhur edeceğini bildirdi. Deccal  dünyada ancak kırk gün kalacak ve fakat bunun birinci günü bir yıl, ikinci günü bir ay, üçüncü günü de bir hafta kadar uzun olacak; geri kalan günler de normal günler gibi olacaktır” dedi. Bunun üzerine, sahabeden biri kalkıp, Hz. Peygamber’e,

“Bir yıl kadar uzun olan günde sadece beş kere namaz yeterli olacak mı?” diye sordu. Hz. Peygamber, bu sahâbîye,

“Hayır hesaplamak (takdir etmek) lâzımdır” diye cevap verdi.

Kıyametle ilgili bu rivayette, kutup bölgelerinden ve altmışbeşinci paralellerin üstünde kalan yerlerden bahsedilmekte­dir. Bu hadiste anlatılan birinci gün, güney doksan derece parale­lindeki, yani kutuplardaki şartlara; ikinci gün, kuzey yarıkürenin altmışsekiz derece paralelinin biraz güneyindeki ahvale benzemek­tedir. Hz. Peygamber, görüldüğü gibi, gayet açıktır: Bu gibi yerler için güneşin değil, fakat saatin hareketini takip etmek lâzım gel­mektedir.

İşte Hz. Peygamber’in bu emirlerine istinatla, İslâm ulema meclisleri, böyle durumlarda güneşin değil de, saatin hareketini takip etmeyi ve yükü hafifletmek için de kırkbeş derece paralel ile kutuplar arasındaki yerler için kırkbeş derece paralelindeki za­manı takip etmeyi emretmektedir.

Bu hal tarzı, çeşitli meselelere tatbik edilebilir: Meselâ 66. pa­ralellerde güneş yılı onaltı gün eksiktir. Şu halde, burada, Haziran ayında cuma gününün tespiti karmaşık bir hal alacaktır. Filha­kika eğer güneşin hareketi takip edilecek olursa ve meselâ 12 Hazi­ran bir cuma günü olacak olursa, normal bölgelerin 19 ve 26 Haziran’ları ancak onaltı günlük bir gecikmeyle geleceklerdir. Rama­zan ile bayramlar için aynı mesele bulunacaktır. Sadece üç günün bulunduğu kutuplarda (gün dönümlerine tekabül eden iki gün, bir uzun gece ve bir de uzun gün olmak üzere) cuma günü, görünüşe göre her üç senede bir gelecektir! Finlandiya’da ve Norveç’te pek çok müslüman vardır; Kanada’daki müslümanların sayısı az değildir, günden güne artmaktadır. Fakat, kışın, güneş bir hafta müddetle doğmadığı zaman, bunlar da bir hafta sürekli bir şekilde uyuyor değildirler; aynı şekilde baştan başa güneşli geçen bir haf­tada da devamlı şekilde çalışmakta değildirler; aksine saat 09.00’u gösterdiğinde işlerine gitmekte, saat 18.00’i gösterdiğinde işlerinden çıkmakta ve eve gidip yemek yedikten sonra da gündüzmüş, geceymiş düşünmeden yatıp uyumaktadırlar. Gerçekten de meselâ yazın 168 saatlik uzun günde yedi kere yatmakta, yedi kere kalkmaktadırlar; aynı şekilde 168 saatlik uzun kış gecesinde de aynı şekilde hareket etmekte ve bu zaman zarfında birer kere değil, fakat yedi kere öğle ve yedi kere de akşam yemeği yemektedirler. Keza onlara Haziran aylıkları da 23 gün üzerinden değil, 30 gün üzerinden ödenmektedir. Haklar ile vazifeler, karşılıklı münasebe­ti olan şeyler gibidir. Buna binaen, eğer uzun gün esnasında birçok defa yemek yeniyor ve birçok defa da uyunuyorsa, bu gün, Ramazan’a rastladığında, bu aynı uzun günde de birçok defa oruç tutmak gerekli olacaktır. Hiç şüphesiz, namazın asıl sebebi vakit değil, ilahî hitaptır. Bu sebeple, bütün müslümanlar beş vakit namazla mükelleftirler. [150]

 

 

Kuzey Yarıkürede Gün

Tarih

Güney Yarıkürede Gün

Doğusu

Batışı

Doğuşu

Batışı

07.39

16.28

1 Ocak

04.17

19.50

07.38

1&3S

8 Ocak

04.23

19.49

07.36

1G43

15 Ocak

0431

19.46

07.31

16J32

22 Ocak

04.41

19.43

07.22

17.06

1 Şubat

04.52

19.31

07.13

17.16

8 Şubat

05.05

19.22

07.03

17.95

15 Şubat

05.16

19.13

O6.52

17.36

22 Şubat

0526

19.10

06.39

17.47

1 Mart

0537

18.47

06.26

17.56

8 Mart

05.46

18.35

06.13

18.06

15 Mart

0555

18.22

06.00

18.15

22 Mart

06.04

18.10

05.42

18.27

1 Nisan

06.18

17.50

05.29

18.31

8 Nisan

06.26

17.36

05.16

18.45

15 Nisan

06.34

17,26

05.04

18.54

22 Nisan

06.44

17.13

04.50

19.05

1 Mayıs

06.54

16.59

04.40

19.14

8 Mayıs

07.02

16.49

04.31

13.22

15 Mayıs

07.10

16.42

04.24

19.29

22 Mayıs

07.18

16.35

04.17

19.50

1 Haziran

07.28

16.28

04.14

19.44

8 Haziran

07.32

16.24

04.12

19,48

15 Haziran

07.37

16.24

04.13

19.50

22 Haziran

07.39

16.25

04.17

19.50

1 Temmuz

07.39

16.29

04.21

19.48

8 Temmuz

07.37

16.33

04.27

19.44

15 Temmuz

07.33

16.39

04.34

19.38

22 Temmuz

07.28

16.45

04.46

19.27

1 Ağustos

07.17

16.56

04.53

19.18

8 Ağustos

07.08

17.03

05.01

19.07

15 Ağustos

06.58

17.12

05.09

18.56

22 Ağustos

06.46

17.21

05.21

18.38

1 Eylül

06.39

17.31

05.30

18.25

8 Eylül

06.16

17.40

05.38

18.12

15 Eylül

06.03

17.49

05.46

17.58

22 Eylül

05.49

17.57

05.57

17.41

1 Ekim

 

0534

18.07

06.06

17.28

8 Ekim

 

05.21

18.16

06.15

17.16

15 Ekim

 

05.06

18.26

06.24

17.04

22 Ekim

 

04.54

18.35

06.38

16.49

1 Kasım

 

0439

18.48

06.48

16.39

8 Kasım

 

04.30

18.58

06.57

16.32

15 Kasım

 

04.52

13.07

07.07

16.25

22 Kasım

 

04.15

19.18

07.18

16.20

1 Aralık

04.08

19.28

07.25

16.18

8 Aralık

04.07

19.37

07.31

16.19

15 Aralık

04.07

19.43

07.36

16.22

22 Aralık

04.10

19.47

Tablo 41: Anormal Bölgeler için Daimi Evkat Cetveli

 

Bu namaz vakitlerini gösterir cetvel, Avrupa’da Bordeaux-Bükreş, Kuzey Amerika’da Portland-Halifaks normal bölge had sınırlarına göre düzenlenmiştir. Bu bölgelerin kuzeylerindeki bü­tün ülkeler de bu cetveli uygulayacaktır. Aynı cetvel, Güney Ame­rika’da, Arjantin ve Şili’nin en uzak güney uçları için de tatbik edilebilir.

Verilen saatler mahallî vakte göre düzenlenmiştir. Bu vakitleri, biraz açıklamak yerinde olur:

(1) Cetvelde,  güneşin yalnız  doğuş ve batış  saatleri veril­miştir. Öğle vakti, mevsime göre, 12.00’den biraz önceye alınarak 12.30’a kadar gidebilir. İkindi ile yatsı namazının vakti,  normal bölgelerde öğrendiğimiz hükümlere göre hesaplanır, yani ikindi, öğle vaktinden üç saat; yatsı, akşam namazı vaktinden birbuçuk saat geçtikten sonra başlar.

(2) Mahallî vakitle mülkî vakit (memleket saati) arasında, geniş bir fark vardır. Filvaki, Ekvator’da her onbeş mil veya buna yakın   bir   miktar,   bir   dakika  fark  meydana   getirir;   kutuplara yaklaştıkça aynı vakit farkı için mesafe daha yakındır.  Birleşik Amerika, Kanada, Sovyet Rusya gibi geniş memleketlerde doğu hu­dutlarında güneşin  doğuşu, batı sınırındaki güneşin doğuşundan sekiz-on saat daha erkendir. Bu cetvel, mahallî saate göre düzen­lendiğinden,   bir   memlekette   kullanılmakta   olan   mülkî   vakte (memleket  saat  ayarına)  uydurulması  pek öyle  güç  bir  mesele değildir. Meselâ Fransa’daki saat hakikî mahallî saatten bir saat ileridedir;  saat  12.00’yi çalarken, hakikî mahallî saat 11.00’dir. Oruç bakımından imsak ve iftarda olduğu gibi, günlük namazlarda da bu vakıanın dikkate alınması gerekir.

Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı Brüksel Toplantısı karar­ları doğrultusunda anormal bölgelerin namaz ve diğer ibadetlerini gösterir takvimleri hazırlamaktadır. Bu yüzden, Diyanet’in tak­vimleri daha gerçekçi ve tutarlıdır.

 

3- Dünya Sisteminin Dışında Namaz:

 

Yarın insanoğlu hayat bulunan bir başka gezegende yaşamaya başlarsa veya herhangi bir sebeble dünya gezegeni dışında bulunursa, herhalde yine takdir esasına göre hareket edile­cektir. Böylece yirmidört saatlik gün esasına göre takvim yapıp, beş vakit namaz kılınacaktır.

 

65. Kıble Tayinine Tesir Eden Konum: Kabe’de Namaz:

 

1- İçinde-Üstünde Ayırımı Yapılmaması:

 

Hanbelî Mezhebine göre, Kabe’nin içinde de, üstünde de farz namaz kılmak sahih değildir, ancak Kabe’nin nihayetinde durul­duğu ve arkada Kabe’den birşey kalmadığı veya Kabe’nin dışında durup üstüne secde ettiğinde sahih olur. Nafile ile adak namaz­larını içinde kılmak sahihtir, eğer Kabe’nin nihayetinde secde edi­lirse, namaz sahih olmaz. Çünkü bu durumda kıbleye yönelme şartı gerçekleşmemiş olur. [151]

 

2- İçinde-Üstünde Ayırımı Yapılması:

 

Bazı mezhepler ve hukukçular Kâ’be’de namaz kılma mesele­sini, iç inde-üs tün de ayırımı yaparak ele alır:

 

Yanında Ve İçinde Kılma:

 

Namaz Ayrımı Yapılmaması:

 

Bir grup hukukçuya göre, Kabe’nin içinde hiçbir namaz ke­sinlikle sahih değildir. [152]

 

Hükmün Namaza Göre Değişmesi:

 

Namazlar Arasında Ayırım Yapılmaması:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, Kabe’nin yanında ve içinde bulu­nanlara farz olsun nafile olsun her çeşit namazı kılmak sahihtir. [153] Bu durumda, esas olan, binanın kendisi değil, yeri ve yönü olduğundan, mükellefler Kabe’nin herhangi bir tarafına yönelip  namazlarını kılabilirler. Hatta cemaatle  namaz kılınmak is­tense, imamla cemaatin bir tarafta bulunması gerek, imam Kabe’­nin bir yönüne, cemaat de diğer yönlerine durabilirler. Fakat, bu şekilde cemaatle kılınan namazda imamın bulunduğu tarafta olan cemaatin, ondan daha önde bulunmaması gerekir, diğer cemaatin ise imamdan ileride durması, ona uymalarına engel değildir, yalnızca imamla yüzyüze gelmemeleri yeterlidir. [154]

(b) Şafiî Mezhebine göre, farz olsun nafile olsun her çeşit na­mazı, Kâ’be’nin içinde kılmak sahihtir. Kapısı  açıkken kapıya doğru kılındığında namaz sahih olmaz. [155]

 

Farz-Nafile Ayırımı Yapılması:

 

Maliki Mezhebine göre, Kabe’nin içinde farz namaz kılmak sahihtir, fakat bu kerahat-i şedide ile mekruhtur. Bu şekilde namaz kılan kimsenin, onu vakit içinde iade etmesi menduptur. Nafile namazlardan müekked olmayanların kılınması mendup, müekkedler ise mekruhtur, ancak iadesi gerekmez. [156]

 

Üstünde Kılma:

 

Kabe’nin üstünde namaz kılmayı, bazıları namazlar arasında ayırım yapmadan, bazıları da ayırım yaparak ele alır:

 

Namazlar Arasında Ayrım Yapılmaması:

 

Kerahatle Sahih Olması:

 

Hanefî Mezhebine göre, Kabe’nin üstünde namaz kılmak sa­hihtir, ancak bu ta’zimi terk mânâsı taşıdığından mekruhtur.

 

Şartlara Göre Sahih Olması:

 

a) Şafiî Mezhebine göre, Kabe’nin üstünde namaz kılmanın sahih olması için, namaz kılanın önünde Kabe’den   insan kulaçıyla 2/3 kulaç yüksekliğin bulunması gerekir.

b) eş-Şafiî’ye göre, önünde sütre veya iktida ettiği biri olursa Kabe’nin üstünde namaz sahih olur.

 

Farz, Nafile Ayrımı Yapılması:

 

Maliki Mezhebine göre, Kabe’nin üstünde kılınan farz namaz bâtıldır; müekked olmayan nafile sahih, müekked olan ise ihtilaf­lıdır.

Kısaca, Kabe’nin içinde namaz kılmak, ÜM’e göre -hüküm yönünden küçük ayrılıklar varsa da- mutlak olarak sahihtir, Han­belî Mezhebine göre, farz namaz sahih değilken, nafile sahihtir, üçüncü gruba göre hiçbir namaz sahih değildir; Kabe’nin üstünde namaz kılmak ise, Hanefî Mezhebine göre, bütün namazlar için kerahetle sahihtir, Şafiî ve Hanbelî Mezhebierine göre, hiçbiri sahih değildir, Maliki Mezhebine göre, farz namaz bâtıldır, müekked ol­mayan sahihtir, müekked olanlar ise ihtilaflıdır.

 

 

 

 

 

 

 

Namaz ve Kabe

Hanefi

Şafiî

Maliki

Hanbelî

Kabe’nin içinde

Farz

S

S

S

..

Nafile

Müekked

S

S

Mekruh

S

Gayr-i Müekked

S

S

Mendup

S

Kabe’nin Üstünde

Farz

S (Mekruh)

 

.

 

Nafile

Müekked

S

 

S

 

Gayr-i Müekked

S

 

İhtilaflı

 

Tablo 42: Kabe’de Namaz

 

Kabe’nin coğrafî konumunun arz yuvarlağında mukabili, yahut Samoa Adaları civarındadır. Bu mevkide bulunur­ken, -meselâ vapurla geçerken- her dört yön, Kabe’ye eşit uzaklıkta olduğundan, tıpkı Kabe’de namaz kılan veya kıldıran bir şahıs gibi, hangi istikamete yönelip namaz kıbnsa sahih olur. [157]

Yarın insan aya veya başka bir gezegene inerse, yeryüzü kâbesinin onun namazı için kıble olması imkânsızdır. Belki orada, dünyaya bakan kısmında ve bize de gözüken bir ay kâbesinin inşası gerekecektir. [158]Gerçekten de bu görüş Bakara: 2/215 âyetinin ışığında haklılık kazanmaktadır.

 

14. BÖLÜM NAMAZIN SAHÎH OLMA ŞARTLARI

 

66. Namazın Sahîh Olma Şartları:

 

Kılınan namazın sahîh (geçerli) olmasıyla ilgili şartları, ge­nel ve özel şartlar şeklinde ikiye ayırabiliriz. [159]

 

1- Genel Sıhhat Şartları:

 

Namazın sahîh olmasıyla ilgili genel şartlar da, teklifin ge nel şartlarının dışındaki şartlar ve namazla ilgili şartlar şeklinde üç grupta ele alınabilir:

 

Teklifin Genel Şartları:

 

İslâm:

 

a) ÜM’e göre, namaz mükellefinin müslüman olması, na­mazın vucûb (farz oluş) şartlarındandır. Şafiî Mezhebine göre, na­maz kâfire farz değildir, kıldığı da sahih olmaz; mürtede ise na­maz farzdır, çünkü ilk hali itibariyle müslümandır.

b) Malikî Mezhebine göre, namaz mükellefinin  müslüman olması, namazın sıhhat şartlarındandır. Kâfirler namazla mükel­leftir, ancak kıldıkları namaz sahih değildir.

 

Akıl:

 

a) Hanefî ve Şafiî Mezhebine göre, akıllı olmak, namazın vu­cûb şartlarındandır.

b) Malikî Mezhebine göre, akıllı olmak, namazın hem vucûb, hem de sıhhat şartlarındandır. Uyku ve gafletin bulunmayışı da böyledir.

c) Hanbelî Mezhebine göre, akıl ve temyiz, namazın sıhhat şartlarındandır.

 

Davetin Ulaşması:

 

a) Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, Resulullah’ın davetinin ulaşması, namazın vucûb şartlarındandır.

b) Malikî Mezhebine göre, namazın hem vucûb, hem de sıhhat şartlarından birisi de, Resulullah’ın davetinin ulaşmasıdır. Bu da­vetin  ulaşmadığı kişiye  namaz  farz  olmaz,  kıldığı  takdirde  na­mazı sahîh olmaz.

 

Âdet Ve Lohusalıktan Temizlik:

 

a) Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, âdet ve lohusalıktan te­mizlik, kadın mükelleflere namazın farz olma şartlarındandır.

b) Malikî Mezhebine göre, âdet ve lohusalıktan temizlik, na­mazın hem vucûb, hem de sıhhat şartlarındandır.

 

Namazın Dışındaki Farzları:

 

Temizlik:

 

a) ÜM’e göre, bedenin hadesten ve necasetten, namaz kılınacak elbisenin ve yerin de maddî pisliklerden temizliği, na­mazın sıhhat şartlarmdandır.

b) Malikî Mezhebine göre, hadesten ve necasetten taharet, na­mazın sıhhat şartlarmdandır. Namazın hem vucûb, hem de sıhhat şartlarından birisi ise, mükellefin fâkıdu’t-tahûreyn olması, yani hem suyla, hem de teyemmümle temizlenme imkânından yoksun olmayışıdır.

 

Vaktin Girmesi:

 

a) Hanefî Mezhebine  göre, vaktin  girmesi, bizzat namazın değil, edanın sıhhat şartlarmdandır.

b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, namaz vaktinin girdiğinin  bilinmesi, namazın sıhhat şartlarındandır.   Şafiî Mez­hebine göre, bu, ya bizzat veya güvenilir birinden öğrenilir, ya ictihad edilir, yahut da ictihad eden birini taklid ederek öğrenilir. Göz­leri görenler bu  sıraya uymak zorundadır, körler için başkasını taklid caizdir.

c) Malikî Mezhebine göre, namaz vaktinin girmesi, namazın hem vucûb, hem de sıhhat şartlarındandır.

 

Setr-i Avret:

 

DM’e göre de, setr-i avret, namazın sıhhat şartlarındandır.

 

İstikbal-i Kıble:

 

DM’e göre de, istikbal-i kıble, namazın sıhhat şartların­dandır.

 

Niyet:

 

a) Hanefî  ve Hanbelî  Mezheplerine göre, niyet, namazın sıhhat şartlarındandır. Hanefî Mezhebine göre, namaz, niyetle, âdet ve alışkanlıklardan ve bizzat namazlar birbirinden ayırdedilir.

b) Şafiî ve Malikî Mezheplerine göre, niyet, namazın rükün­lerinden birisidir.

 

Namazla İlgili Şartlar:

 

Temel Namaz Bilgisi:

 

Şafiî Mezhebine göre, mükellefin, namaz konusunda bilgili olması, namazın sıhhat şartlarındandır. Mükellef, halktan biriyse, farzın sünnet olduğunu sanmayacak, ilmî tahsili olan biriyse, farz ile sünneti ayırdedecek derecede bilgi sahibi olması gerekir.

 

Namazı Bozucu Hallerin Terki:

 

Şafiî Mezhebine göre, namazın sıhhat şartlarından birisi de, namaz bitinceye kadar, namaza aykırı hallerin terkedilmesidir.. Bu, aslında, diğer mezheplerin de zımnen benimsediği ve ilgili ko­nularda açıkladığı bir geçerlilik şartıdır.

Bu şartlar, bütün namaz mükellefleri için namazın geçerlilik şartlarındandır.

 

2- Özel Sıhhat Şartları:

 

Mükelleflerle İlgili Şartlar:

 

Namaz mükelleflerinin kıldığı namazların sahih olması için, çeşitli hallerde namazın kılınmasıyla ilgili şartlara da uy­maları gerekir. Yolculukta, hastalıkta, korku halinde, kazanın kılınışında, cemaat namazında, namazların birleştirilmesinde ele alınan bu şartlar, namazın sahih olmasını sağlar.

 

Namazla İlgili Şartlar:

 

Yukarıda ele alınan namazın sıhhat şartları, her çeşit na­mazda geçerlidir. Bu şartlara ek olarak, cuma, cenaze, vitir, bay­ram namazları için de ilgili konular ele alınarak bazı özel sıhhat şartları aranır.

 

4. KISIM NAMAZ SUÇ VE CEZALARI (NAMAZ CEZA HUKUKU)

 

15. BÖLÜM NAMAZ CEZA HUKUKUNUN İLKELERİ

 

67. Genel Açıklama:

 

Namaz ceza hukuku, genel ceza hukukundan bağımsız bir şekilde pek ele alınmamıştır. Genel fıkıh kitapları, namaz suç ve cezalarından özellikle iki tanesini incelemişlerdir. Bunlardan biri, namazı ihmal edenin (târiku’s-salât), diğeri ise dinden çıkan kişinin (mürted) iman ve ceza açısından sorumluluğu meselesidir. Sözkonusu iki konuyu müstakil bir inceleme konusu yapan yegâne müstakil hukukçu, “Ahkâmu Târiki’s-Salât” adındaki eseriyle, İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye’dir. İbnu’l-Kayyim, bu eserinde, genel­likle Ahmed b. Hanbel’in görüşleri doğrultusunda açıklamalarda bulunmuştur.

Namaz, Allah haklarından biri olduğu için, İslâm devletinde kamu haklarından biri olarak düşünülmüş ve usûle uygun olarak kılınması bazı kamu görevlilerinin yetkileri içerisinde ele alınmıştır. Kamu hukukunun bütün konularını ele alan el-Ahkâmu’s-Sultâniyye kitapları, Vilâyetu’l-Hisbe bölümlerinde, namaz ceza hukukunun teorik ve pratik yönleri üzerinde durmuşlardır. Kamu hukuku edebiyatının başka bir dalı olan Hisbe [160] kitapları da, konuyu muhtesibin görevleri çerçevesinde ele almıştır.

Namaz cezasını doğuran olaylar; namazın inkârı, namazın kılınmaması veya geciktirilmesi gerekli şartları taşıyan bölgede cuma namazı kılmamak, cemaatle namaz, ezan ve temizlik konu­sundaki gevşekliklerdir. Bu bölümde, namaz ceza hukukunun ilke­leri ele alınacağı için, namaz suçları ve cezaları bundan sonraki bölüme bırakılmıştır.

 

68. Namazda Çifte Ceza Sistemi:

 

Hemen her emir ve yasakta olduğu gibi, namaz konusunda da çifte ceza sistemi yeğlenmiştir. Bunlar, uhrevî ve dünyevî müeyyi­delerden oluşmaktadır.

Uhrevî müeyyideler, müjdeleme (va’d, tergîb) ve korkutma (va’îd, terhîb) şeklindeki iki unsurdan meydana gelmiştir. Namaz kılanlara uhrevî mükâfat, kılmayanlara da ceza vaadedilmiştir.

Dünyevî müeyyideler ise, namaz mükellefi olanları namaz borcunu usûlüne göre yapmaya yönelten maddî ve zora dayalı yaptırımlardır. Bu yaptırımları, bundan sonraki namaz suç ve ce­zaları bölümünde inceleyeceğiz. Burada şunu belirtmek gerekir: Namaz suçlarına karşı hemen ceza yoluna başvurmak doğru değildir. Öncelikle, insanları din ve ibadetler konusunda doğru ve sağlam biçimde bilgilendirmek ve zaman içinde eğitmek gerekir.

Müslümanlar, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma pren­sipleri çerçevesinde birbirlerini bilgilendirir ve eğitirler, doğruyu bulup, yanlışı bırakırlar. Yapılacak bu ferdî işin yanısıra, çeşitli özel kuruluşlarda da bu faaliyeti yürütebilirler.

Klasik dönemde, bazı kamu kuruluşları namaz suç ve ceza­ları konusunda görev yapmışlardır. Bunlar, Hisbe ve Dîvanu’l-Mezâlim’dir.

Muhtesib, şüphe veya zan dolayısıyla namaz mükellefini ce­zalandırmaz. Böyle yaptığı takdirde, hisbe hükümlerini aşmış ve hakkında kötü düşünmeye yol açmış olur. Ancak, şüphe do­layısıyla, öğüt verebilir, haklarına riayetsizlikten dolayı Allah’ın kendisine azab edeceğini mükellefe belirtebilir. [161]

Dîvanu’l-Mezâlim’in görevlerinden birisi de, cuma, bayram, hac ve cihad gibi açık ibadetlerde kusur ve şartların ihlalini gözet­mek ve düzeltilmesini sağlamaktır. [162]

 

69. Namaz Suçlarında İştirak, Tekerrür Ve Birleşme:

 

1- Namaz Suçlarında iştirak:

 

Namaz suçlarında iştirak, beş şekilde meydana gelmektedir:

 

Gerekli Şartları Taşıyan Yerde Cuma Namazının Kılınmayışı: [163]

 

Meskûn bir bölgede cuma namazının terkedilmesi halinde müşterek bir suç işlenmiş olur. Bu bölge sakinleri, -kırk kişi veya daha fazla sayıda olmaları gibi- cumanın kılınabileceğinde ittifak edilmiş bir sayıda olursa, muhtesib onları cuma namazı kılmaktan sorumlu tutar, cuma kılmalarını emreder ve karşı çıkanları te’dîb eder. Cuma kılmalarında ihtilaf edilmiş bir sayıda olurlarsa, dört durum ortaya çıkar:

(a)  Muhtesib   ile   bölge   sâkinlerinin   bu   sayıyla   cuma kılınacağında görüş birliği etmesi halinde, muhtesib onlara cuma kılmalarını emreder, bölge sakinleri de muhtesibin emrini derhal uygulamaya çalışırlar. Muhtesib   onları te’dîb ederken, cuma kılabileceklerinde icmâ edilen sayıdaki kişilerin cumayı terketmelerindeki te’dîbinden daha yumuşak olur.

(b) Muhtesib ile bölge sâkinlerinin, cuma kılamayacak sayıda olduklarında görüş birliği etmeleri halinde, onlara cuma kılmalarını emretmesi caiz değildir.

(c) Muhtesib cuma kılamayacakları,  bölge sakinleri ise kılacakları sayıda oldukları görüşündeyse, bu konuda onlara mu­halefet etmesi caiz değildir, görüşüne uygun olmadığından cuma kılmayı onlara emredemez.   Kendilerine farz gördüklerinden  on­ları alıkoyması ve engellemesi caiz değildir.

(d) Muhtesib cuma kılacak, bölge sakinleri kılınmayacak sayıda olduğu görüşündeyse -böyle bir durumu sürdürmek zamanla ve sayının artış ya da çoğalışına rağmen- cumanın ortadan kalk­ması sonucunu ortaya doğuracağından muhtesibin bu durumu göze alarak onlara  cuma   kılmalarını   emredip  emredemediği   noktasında Şafiî hukukçuların iki görüşü vardır:

(1) Ebu Saîd el-Istahrî’ye göre, yeni nesillerin cumanın terkedildiği üzere büyüyüp, cuma mükellefliğinin sayının noksanlığıyla düştüğü gibi, artışıyla da düştüğünü sanmaması için, kamu yararını dikkate alarak bölge sakinlerine cuma kılmalarını emretmesi caizdir. Ahmed b. Hanbel’in zahir görüşü de bu doğrultudadır. Nitekim Ziyad b. Ebîhi, Basra ve Küfe cami­lerinde kılınan namazlar için buna benzer bir uygulama yapmıştır. Basralılar cami zemininde namaz kılıp secdeden kalktıklarında ahnlarındaki toprağı siliyorlardı. Bunun üzeri­ne Ziyad, ulu caminin zeminine çakıl dökülmesini emretti ve şunları  söyledi: 

“Zaman  uzayıp,  yeni  nesiller büyüdüklerinde

secdeden sonra alnın silineceğini namazın sünneti sanma­larından emin değilim,” Aynı gerekçeyle Ahmed b. Hanbel de, namaz imamının adaletli (karakterli) olmasını şart koşmasına rağmen,

“Cuma, iyi ve kötünün arkasında kılınır” demiştir.

(2) İkinci görüşe göre, onlara cuma kılmayı emretmeye yeltenmez. Çünkü, muhtesibin, insanları kendi inancına yö­neltme ve -yeterli sayıda olmayışın cumanın sahih olmasını en­gellediği inancındakileri- içtihada açık bir konuda dinle ilgili olarak kendi görüşünü benimsemekle sorumlu tutma hakkı yok­tur. Mervezî’nin rivayetine göre, Ahmed b. Hanbel, “İnsanları kendi görüşüne doğru yönlendirme!” demiştir.

 

Bayram Namazlarının Kılınmayışı:

 

Bayram namazı kılınması için gerekli şartları taşıyan bir bölge sakinlerine muhtesibin bayram namazı kılmayı emretmesi­nin vacip ya da caiz haklarından oluşu, -bayram namazının sünnet ya da farz-ı kifâye oluşu konusundaki ihtilafa bağlı olarak- şafiî hukukçular arasında tartışmalıdır.

Sünnet olduğu kabul edilirse, muhtesibin onlara bayram na­mazını kılmayı emretmesi mendup olur; farz-ı kifâye olduğu kabul edilirse zorunlu olur; Hanbelî Mezhebi bu ikinci görüştedir. [164]

 

Camilerde Cemaat Ve Ezanın Terkedilmesi:

 

Cami ve ezan, Hz. Peygamber’in (sav) dâru’l-İslâm ile dâru’ş-şirk’i ayırdığı, İslâm’ın sembollerinden ve ibadet alâmetlerinden-dir. Bir bölge veya semt halkı, camilerde cemaatle namaz kılmayı ortadan kaldırmakta ve namaz vakitlerinde ezan okumayı terketmekte görüş birliği etmeleri halinde, muhtesibin onlara camilerde ezan okumayı ve cemaatle namaz kılmayı emretme hakkı vardır. Ancak, şafiî hukukçular, bu hakkın, terketmekle günahkâr olacağı bir görev mi, yoksa yapmakla sevap kazanacağı müstehab bir iş mi olduğunda ve devlet başkanının bu bölge sakinlerine savaş aç­masının gerekip gerekmediğinde ihtilaf etmişlerdir. Hanbelî Mez­hebine göre, cemaatle namaz vacip olduğu için, muhtesibin onlara cemaat ve ezanı emretmesi vaciptir. [165]

 

Namazın Son Vaktine Kadar Geciktirilmesi:

 

Bir bölgede oturanlar, namazlarını son vaktine kadar gecik­tirmekte görüş birliği eder ve muhtesib de erken kılınmasının fazi­letli olduğu görüşünü benimserse, onlara namazı erken kılmayı emredip emre demeyeceği ihtilaflıdır. Çünkü, insanları bu şekilde bırakmak, yeni yetişen nesillerin namazın vaktinin bu olduğuna inanmalarına yol açar. Bu yüzden Hanbelî Mezhebi emredebileceği görüşündedir. [166]

 

Ezan Ve Namazlarda Kunût Duası:

 

Ezan ve namazlarda kunût duası okunması meselesinde, namaz mükellefi muhtesibten farklı bir görüşü benimsiyorsa, yapılan içtihada açık bir konu olduğu takdirde, muhtesibin -aksini benimsemiş olsa da- emretme veya yasaklama yoluyla müdahale hakkı yoktur. [167]

 

Namaz Suçlarında Tekerrür Ve Birleşme:

 

Namaz mükelleflerinin cemaatle namaz kılmayı, ezan ve kaameti terketmeleri halinde, bunu âdet ve alışkanlık haline ge­tirmedikleri takdirde, muhtesibin onlara müdahale hakkı yoktur. Çünkü bunlar, bazı mazeretlerle düşen mendûb işlerdir. Ancak, şüpheli bir durum olur veya bunu alışkanlık haline getirir ve başkalarına da kötü örnek olacağından endişe edilirse, muhtesib duruma müdahale eder. İbadetin aldırış etmediği sünnetlerini terk­ten alıkoymakta kamu yararına uygun hareket edilir ve cemaati terketmekle ilgili tehdit, durumun gereklerine göre olur. Hanbelî Mezhebinin kıyas usûlüne göre, cemaatle namaz farz-ı ayın olduğu için, cumanın terkinde olduğu gibi, muhtesibin müdahale etmesi gerekir. [168]

 

70. Namaz Suçlarında Pişmanlık, Ölüm Ve Mücbir Sebepler:

 

Namaz suçlarından birini işleyenler pişmanlık duyabilirler. Bu takdirde tevbe edip, kazaya kalan namazlarını bir an önce kılmak suretiyle Allah’tan af dilemelidirler. Yüce Allah’ın engin affının ona da nasip olacağı umulur. Namazı bozan hal ve hareket­lerde bulunanlar ise, namazı yeniden kılarlar.

Namaz suçlarından birini işleyen mükellefin ölümü halinde, bu suçla ilgili dünyevî cezalar da düşer, uhrevî sorumluluklar ise devam eder.

Ağır hastalık, can ve mal konusundaki korku, belki deprem, sel, yangın, uyuyup kalmak, baygınlık, delirmek, âdet görmek ve lohusa olmak gibi mücbir sebeplerle namaz, vaktinde kılınmayabilir, ancak gerekli hallerde namazı kaza borcu devam eder.

 

16. BÖLÜM NAMAZ SUÇ VE CEZALARI

 

71. Namazın İnkârı:

 

Namaz, zarurat-ı diniyedendir. Farz olduğunu inkâr ederek veya hafife alarak namazı terkedenler icmâ ile kâfir olur, İslâm’ın hâkim olduğu devlette kendisine mürtedle ilgili hükümler uygu­lanır. Yüce Allah

“Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlenceye alırlar. Bu, onların akletmeyen bir topluluk olması yüzündendir.” [169] buyurur. Bu bakımdan, namazı ve diğer ibadetleri gericilik alâmeti sayanların veya namaz kılanları alaya alanların yanıldıklarını belirtmek ve konunun önemiyle ilgili olarak onları bilgilendirmek gerekir.

 

72. Namazdan Kaçınma:

 

Vakit Namazından Kaçınma:

 

Vakti çıkıncaya kadar farz namazı terketmek, ya unutmak ve hastalık gibi bir mazeretle, ya da tembellik dolayısıyla olur:

 

Mazeret Dolayısıyla Kaçınma: [170]

 

Vakti çıkıncaya kadar farz namazı kılmayan kişiye bunun sebebi sorulduğunda, uykudan dolayı terkettiğini söylerse, hatırladığında namazı kaza etmesi emredilir. Çünkü, Hz. Peygam­ber (sav), unutmak ya da uyumak dolayısıyla namazı kaçıranın, bunu hatırlayınca kılması gerektiğini, başka bir keffareti olma­dığını belirtmiştir. [171]

Hastalık dolayısıyla terkeden, gücü yettiği şekle göre otura­rak ya da yatarak kılar.

 

Tembellik Dolayısıyla Kaçınma:

 

Namazın farz olduğunu kabul etmekle birlikte tembellik, dünya meşgalesi, nefsî arzular veya şeytanın vesvesesi yüzünden namaz kılmayanların durumu ve uygulanacak müeyyide konu­sunda hukukçular ihtilaf etmişlerdir. [172]

 

Mürted Olarak Öldürülür:

 

Meşhur kavlinde Ahmed b. Hanbel ve hadiscilerden bir gruba (İshak b. Râheveyh, Abdullah b. Mübarek, Ebu Eyyub es-Sahtiyânî, Tayâlisî, Ebu Bekr b. Ebî Şeybe Züheyr b. Harb, Munzirî ve Şevkânî’ye) göre, namazı terkeden kâfir olur ve mürted olarak öldürülür.

İbn Hazm’ın belirttiğine göre, sahabeden ve onlardan sonra­kilerden bir grup, bütün vakti çıkıncaya kadar kasıtlı olarak na­mazı terkedenin kâfir olduğu görüşündedir. Bu görüşü benimseyen sahabe; Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mes’ud, İbn Abbas, Muaz b. Cebel, Câbir b. Abdullah, Ebu’d-Derdâ ve Ebu Hureyre’dir. Daha sonrakilerden de Ahmed b. Hanbel, İshak, İbnu’1-Mubârek, Nehaî, el-Hakem b. Uteybe, Ebu Eyyub es-Sahtiyanî, Ebu Davud et-Tayâlisî, Ebu Bekr b. Ebî Şeybe, Zuheyr b. Harb ve başkalarıdır.

Bu gruptaki hukukçular; Kur’ân’ın namazı terketmeyi kâfir­lerin özelliği saymasına [173] ve tevbe edip namaz kılan müşriklerin öldürülmeyeceklerine [174] dair âyete ve Hz. Peygamber’in namazı terketmenin küfür olacağına dair hadislerine dayanırlar.

Namazı terkedenler, öldürülmeden önce İslâm’a dönmeye da­vet edilir, namaz kılması istenir, kabul etmezlerse öldürülürler.

 

Had Cezasıyla Öldürülür:

 

Bazı hukukçulara göre, bu gibi mükellefler dinden çıkmazlar, bunun için hapsedilmeleri yeterli olmaz, kılmamakta ısrar eder­lerse öldürülürler:

(a) Malik’e göre, tevbe edip namaz kılmaya başlamazsa, haksız yere adam öldüren gibi, had cezası uygulanarak öldürülür.

(b) eş-Şafiî’ye göre, namazı terketmekle kişi kâfir olmaz, an­cak tevbe etmeye ve kılmaya davet edilir: Tevbe eder ve kalacağını söylerse, bırakılır ve namazı kılması emredilir.  Evinde kılacağını söylerse, sorumluluk kendi emanetine bırakılır, insanların huzu­runda kılmaya mecbur edilmez. Tevbe etmekten kaçınır ve kılacağına söz vermezse, bir görüşe göre derhal, ikinci görüşe göre üç gün sonra had cezası uygulanarak öldürülür.

Şafiî’lerin çoğuna ve Ahmed b. Hanbel’e göre, kılıçla boynuna vurularak bir defada hızlıca öldürülür. Ebu’l-Abbas b. Sureyc’e göre, ölünceye kadar sopayla vurarak dayak atılır, zamanın uzamasıyla tevbe imkânı sağlayarak kılıçla öldürmede ağır davranılır.

 

Dayak Cezası Uygulanır:

 

Üçüncü gruptaki hukukçulara (Hanefî ve Zahirî Mezhepleri­ne) göre, namaz kılmayan mükellef fâsıktır (günahkârdır), ama dinden çıkmaz ve kendisine ölüm cezası uygulanmaz, ancak da­yak ve hapis türündeki ta’zîr cezaları uygulanabilir. Ebu Hanife’ye göre, namaz kılmayana her namaz vakti dayak atılarak kılmaya, mecbur edilir.

 

Günahkârdır:

 

İbn Hazm ve onun görüşüne katılan bazı zahirî hukukçulara göre, namazı kasıtlı olarak kılmayanlar günahkârdır, ama kaza etmeleri gerekmez. [175]

İkinci ve üçüncü gruptaki hukukçular; Allah’ın şirk dışındaki bütün günahları affedeceğine dair âyete [176] dayanmışlar, namazı terkedenin kâfir olacağını belirten hadisleri ise, farziyetini inkâr ederek ve terkini helal sayarak kılmayanlar aleyhinde yorumlamışlardır.

 

Kaza Namazından Kaçınma:

 

Kaza namazlarını (es-Salavâtu’1-Fevâit) kılmaktan kaçınan­ların öldürülmesinin vacip oluşu ihtilaflıdır. [177]

(a) Bazı şafiî hukukçulara ve Hanbelî Mezhebine göre, tıpkı vakit namazlarındaki gibi, öldürülür, öldürüldükten sonra cenaze namazı  kılınır, müslüman mezarlığına gömülür, malı mirasçı­larının olur.

(b) Bazı şafiî hukukçulara göre ise, borç zimmetinde olduğu için öldürülmez.

Klasik dönemdeki bazı hukukçuların namazı terkedenle ilgi­li hükümleri çok serttir, günümüzdeki insanları dine ve namaza yaklaştırmaz. Çeşitli sebeplerle, doğru ve sağlam dinî bilgi edinme imkân ve araçlarından yoksun bırakılmış insanlara, sözkonusu bu sert hükümler geçerli kılınamaz. Öncelikle yapılması gereken iş, her türlü imkân ye araçla, insanlara doğru ve sağlam dinî bilgi sunmak, genel olarak dinî ve bu arada ibadetleri sevdirici ve onla­ra yaklaştırıcı yolları izleyerek dindar insanların sayısını çoğaltmak ve problemlerine kendi şahsiyet bütünlükleri içinde çö­züm bulmalarını sağlamaktır. Bilgilendirme görevini gereği gibi yaparak böyle bir toplum ortaya çıktıktan sonradır ki, selâm ver­memek, davetine gitmemek, kızını vermemek, işe almamak gibi ortama ve mükellefe uygun ve etkili sosyal boykot yollarına başvurulabilir.

Namazdan gerekli şartları taşıyan mükellefin kendisi so­rumlu olmakla birlikte, her aile reisinin genel sorumluluğu yanında, ibadetler konusunda bilgilendirme ve eğitme sorumluluğu da vardır. Nitekim Yüce Allah, “Ehline (aile üyelerine, sorumlu­luğun altındakilere) namaz kılmalarını emret, kendin de onda de­vamlı ol” [178] buyurmakta, Hz. Peygamber (sav) de yedi yaşına geldiklerinde çocuklara namaz kılmalarını emretmek gerektiğini, on yaşına gelince kılmadıkları takdirde hafifçe dövülebileceklerini belirtmiştir. Ama hiç şüphe yok ki, kişinin kendi hareket ve davranış tarzı, aile üyeleri için en iyi modeldir.

 

73. Namazın Geciktirilmesi:

 

Muhtesib, namazı vakti çıkıncaya kadar geciktiren mükelle­fe, bunu hatırlatır ve namazı kılmasını emreder. Bu konuda, mü­kellefin verdiği cevabı dikkate alır. Unuttuğundan dolayı terkettiğini söylerse, hatırladıktan sonra kılmasını emreder, ama te’dîb etmez. Aldırışsızlığı dolayısıyla terkettiğini söylerse, onu te’dîb eder ve zorla yapmasını sağlar. Vakit devam ederken -hukukçuların geciktirmenin- fazileti konusundaki ihtilafları do­layısıyla- muhtesibin müdahale hakkı yoktur. [179]

 

74. Temizlikte Usulsüzlük:

 

Namaz mükellefi, temizliği, necaseti sıvı maddelerle gider­mek, temiz maddelerle değişikliğe; uğramış suyla abdest almak, başın çok azını meshetmekle yetinmek ve bir dirhem miktarındaki necaseti hoşgörmek gibi muhtesibin görüşünden farklı, ama geçerli bir biçimde yaparsa, emretmek ya da yasaklamak suretiyle muhte­sibin hiçbir şeye müdahale hakkı yoktur.

Su bulunmadığı takdirde, hurma sırasıyla abdest almaları halinde, her durumda -su bulunsa da, bulunmasada- mubah görül­mesine yol açacağından muhtesib namaz mükelleflerine müdahale eder; ayrıca bu davranış, içip sarhoş olma yolunu da açabilir. Bu­runla birlikte, içtihada açık bir konu olduğu için, müdahaleye hakkı olmadığı ihtimali de vardır. [180]

Vücut, elbise ve namaz yerini gereği gibi temizlemeyen mü­kellefi muhtesib uyarır. [181]

 

75. Namazın Meşru Şeklinin Değiştirilmesi:

 

İbadetleri kasten meşru şekillerine uygun olarak yapmayan ve Hz. Peygamber’den nakledilen niteliklerini değiştirenleri muh­tesib bu kötülüklerden ahkoyar. Kıraatin gizli yapıldığı namazlar­da (salâtu’l-isrâr) açıktan yapanı, açık yapıldığı namazlarda (salâtu’1-cehr) gizli yapanı, namaza veya ezana Hz. Peygamber’den nakledilmeyen sözler ekleyeni, yaptığı işi mezhep imamlarından biri benimsemediği takdirde muhtesibin alıkoyma ve te’dîb hakkı vardır. [182]

 

76. Namazda Usulsüzlük:

 

Namazı Bozan Hal Ve Hareketler (Genel Haller):

 

Namazı bozan hal ve hareketlere hukuk dilinde Mufsidatu’s-Salât veya Mubtılatu’s-Salât adı verilmektedir. Hukukçular, şart ve rükünlerine uygun olarak kılınmış namaz için “sahihtir,” şart ve rükünleri bulunmayan, ya da şart ve rükünlere uygun olarak başlayıp namaza aykırı bazı davranışların bozduğu ve ortadan kaldırdığı namaz için “fâsiddir, bâtıldır” ifadelerini kullanırlar:

 

Farzların Özelliğini Yitirmesi:

 

Şartlarla İlgili Olanlar:

 

Abdestin Bozulması: [183]

 

ÜM’e göre namazı kılarken henüz selâm vermeden, Hanefî Mezhebine göre, son ka’dede teşehhüd miktarı oturmadan önce ab­destin bozulması namazı bozar:

(a) Özürlünün özrü dışında bir sebeple abdestinin bozulması veya özrünün sona ermesi. [184]

(b) Teyemmüm   etmiş   bir   mükellefin   namazdayken   suyu görmesi veya kullanma imkânı. [185]

(1) Hanefî Mezhebine göre, son ka’dede teşehhüd miktarı oturmazdan önce bu durumun meydana gelmesi namazı bozar, teşehhüd miktarı oturduktan sonra veya selâm verip sehiv secde­si  yaparken suyun bulunması  halinde, teyemmümlünün   na­mazı, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre tamdır, Ebu Hanife’ye göre fasiddir.

(2) Şafiî Mezhebine göre teyemmümle namaz kılan mükel­lef su bulunca -kazayla telafi edilmeyen türden olmayınca- na­maz bozulmaz.

(3) Maliki  Mezhebine  göre,  teyemmümlü  mükellefin  su bulması namazı hiçbir şekilde bozmaz. Fakat yanında su bulun­duğunu unutarak teyemmüm edip  namaz  kılmaya  başlayan kimsenin -suyu kullanıp abdest aldıktan sonra bir rekât kılacak kadar vakit varsa- namazı bozulur.

(4) Hanbelî Mezhebine göre, su, namaz kılarken bulunur ve kullanma imkânı da varsa namaz bozulur.

(c) Mest üzerine yapılan mesh müddetinin namazdayken bit­mesi halinde, Hanefî Mezhebine göre, namaz bozulur. Yalnız bu du­rumun son ka’dede teşehhüd miktarı oturmazdan önce meydana gelmesi gerekir.

Caferi Mezhebine göre, küçük veya büyük hades, sağlam mü­kellefler için namazın neresinde olursa olsun -hatta kuvvetli görüşte selâmın son harfini söylerken bile- ve kasten ya da unuta­rak da olsa namazı bozar. [186]

 

Necaset Bulunması: [187]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre,  namazdayken namaza engel  bir pisliğin elbiseye, ya da namaz kılınan yere düşmesi ve bunun bir rükün yerine getirecek kadar durması namazı bozar.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, necaset hemen gide­rilmezse namaz bozulur.

 

Setr-i Avretin Bulunmaması:

 

I. Avret Yerinin Açılması: [188]

 

(1) Namazdayken unutarak veya dış tesirlerle de olsa, bir rüknü yerine getirecek kadar zaman örtülmesi gereken organlar­dan birinin dörtte birinin açılması halinde, Hanefî Mezhebine göre, namaz bozulur. Kendi isteğiyle açılan yer, bundan az da olsa na­maz bozulur.

(2) Şafiî Mezhebi ve Züfer’e göre, örtmeye gücü yettiği halde, avret yerinin açılmasıyla namaz bozulur.

(3) Maliki Mezhebine göre, avret yerinin açılmasıyla namaz bozulur.

(4) Hanbelî Mezhebine göre, kasıtlı olarak açmak namazı bo­zar, rüzgârın açmasıyla olunca hemen örtülür, namaz bozulmaz.

 

II. Çıplak Kılanların Namazı:

 

Çıplak  olarak  namaz  kılmaya  başlayan  kimsenin   namazı, aşağıdaki şekilde bozulur: [189]

(1) Hanefî   Mezhebine   göre,   çıplak,   yani   setr-i   avreti sağlayamayan mükellef, bunu sağlayacak kadar örtü ve elbise bu­lursa namazı bozulur. Bütünü necasetli elbise bulunması halinde, namaz bozulmaz. Fakat, dörtte biri temiz necasetli elbise ve örtü bu­lununca, namaz bozulur ve bununla örtünüp namazı kılmak gere­kir.

(2) Maliki Mezhebine göre, çıplak olarak namaz kılan mükel­lef, örtünecek bir madde bulunca, bu çıkacağı saf ile gireceği saf­lardan başka namaz saflarından iki saf uzaklıkta olursa örtecek maddeyi alır ve örtünür. Alıp örtünmezse  namazını vakit içinde yeniden kılar. Fakat iki saftan daha uzakta olursa, elbiseyi almaya gitmez, namazı vakit içinde yeniden kılar.

 

Kıbleden Dönmek: [190]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, zaruret olmadıkça, namazda -az da olsa-  göğsü kıbleden  çevirmek namazı bozar.  Daha önce  ele alındığı gibi, sebku’l-hades ve havf namazında kıbleden dönülebi­lir. Yalnız bu durumun bir rüknü yerine getirecek kadar sürmeme­si gerekir. Zarurî olarak göğsü kıbleden çevirmek namazı bozmaz.

(b) Şafiî Mezhebine göre, unutarak veya farz olduğunu bilme­yerek yapma  dışında göğsünü kıbleden  çevirmek namazı bozar; hemen kıbleye dönülürse bozulmaz.

(c) Maliki Mezhebine göre, iki ayak kıbleden dönünce namazbozulur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, bütün vücuduyla kıbleden dön­medikçe namaz bozulmaz.

(e) Caferi Mezhebine göre, istikbal-i kıbleyi bozacak şekilde sağa, sola veya arkaya kasten dönmek namazı bozar.

 

Vaktin Özelliğini Kaybetmesi: [191]

 

(a) Sabah namazını kılarken güneşin doğması halinde, Ha­nefî Mezhebine göre, namaz bozulurken, eş-Şafiî’ye göre bozulmaz; Ebu Yusufa göre namaz bozulmaz, fakat güneşin yükselmesi bek­lenir ve sonra namaz kılınır.

(b) Bayram  namazında, zeval vaktinin girmesiyle namaz, Hanefî Mezhebine göre bozulur,

(c) Cuma namazı kılan cemaate vaktin sona ermesi halinde namaz bozulur.

 

Rükünlerle İlgili Olanlar:

 

Eksiklik Ve Yanılmalar:

 

I. Genel Olarak:

 

(a) Uyuyarak kılınan rüknü iade etmemekle, namaz bozu­lur. [192]

(b) Fiilî bir rüknü yapma konusunda başkasının emrine uy­mak, meselâ başkasının ön saf boş, oraya git demesine uyarak iler­lemekle namaz bozulur. Fakat bir müddet bekledikten sonra ken­diliğinden gitme halinde namaz bozulmaz. [193]

(c) Şafiî Mezhebine göre, rükûdan kalkışı, yani kavmeyi üç defa teşbihten sonra Fatiha okuyacak, iki secde arasında oturmayı normal zikirden sonra teşehhüdde vacip olan miktarca uzatmak namazı bozar. Son rekâtteki oturmada,  rükûdan kalkışta tesbih namazlarındaki iki secde arasındaki oturuşu  uzatmak namazı bozmaz. [194]

(d) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, fiilî veya başka bir rüknü, kasıtlı olarak diğerinden önce yapmakla   namaz bozulmaz. [195]

(e) Malik-î Mezhebine göre, namazın rükünlerinden  birini unutarak terketme halinde, namazın bozulması ve sahîh olması şu şekilde gerçekleşir:

(1) Namazın tamamlandığını kabul ederek selâm verir ve hemen rüknü terkettiğini anlarsa, eksikliğin bulunduğu rekâti hükümsüz bırakır ve ondan sonrakilere devam eder.

(2) Selâm vermez veya yanlışlıkla selâm verirse, terkedilen rükün son rekâtte olunca, eksik rükün yapılır ve namaz ta­mamlanır. Fakat bu durum son rekâtte olmazsa, eksikten sonra gelen   rekât   için   rükû   yapmadıysa,   eksiği   tamamlar,   rükû yaptıysa eksik rekâti hükümsüz bırakır ve eksik rüknü de yap­maz. [196]

(f) Caferî Mezhebine göre, rükûa kasten veya unutarak ilave­de bulunulması -cemaat namazında mütâbeat dışında- namazı bo­zar. İtmi’nanı kasten terketmekle de namaz bozulur; unutarak terkedilirse, ihtiyat yeniden kılmaktır. Namaz fiillerini,  namaz de­nilmeyecek şekilde   aralıklarda  kasten  veya  unutarak yapmakla namaz bozulur. [197]

 

II. Özel Olarak:

 

A. Niyet:

 

(a) Şafiî  Mezhebine  göre,   niyetle  ilgili  çeşitli   durumlarda namaz bozulur: [198]

(1) Niyette veya namazın sahih olma şartlarından birinde, bir rüknü eda edecek kadar şüphe içinde kalınırsa, namaz bozu­lur.

(2) Namazı kesme konusunda, tereddütlü bir şekilde bir müddet durmakla namaz bozulur.

(3) Namazı kesmeyi herhangi bir şarta bağlamak, meselâ “Filanca gelince namazımı keserim” demekle namaz bozulur.

(4) Cemaatle namaz kılınacağını gören münferidin niyet edip başladıktan sonra, başka bir namaza niyet etmesiyle namaz bozulur. Fakat farz bir namaza başladıktan sonra nafileye niyet etmekle namaz bozulmaz.

(b) Maliki Mezhebine göre, niyetten dönmekle namaz bozu­lur. [199]

(c) Hanbelî Mezhebine göre, niyeti bozmak, bozma konusun­daki tereddüt, -fiilen bozmasa da- bozmaya   azmetmek, niyette şüphelenmek namazı bozar. [200]

 

B. Îftitah Tekbîri:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, iftitah tekbirindeki “Allah” keli­mesinin elifini uzatarak soru haline getirmek namazı bozar.[201]

(b) Şafiî Mezhebine göre, ikinci defa niyetle iftitah tekbiri al­mak namazı bozar[202]. Hanefi Mezhebine göre, başka bir namaz için ikinci defa tekbir alınca birinci namaz bozulur, fakat aynı namaz için ikinci defa iftitah tekbiri alınca bu namaz bozulmaz, kılmaya devam edilir[203].

(c) Hanbelî Mezhebine göre, iftitah tekbirinde şüphelenmek namazı bozar[204].

(d) Caferi Mezhebine göre, kasten veya unutarak tekbir al­mamak veya ona ilâvede bulunmak namazı bozar[205].

 

C. Kıraatin Özelliğini Yitirmesi:

 

a) Kıraat Sayılmayan Okuyuşlar:

(a) Namazda kıraati, Kur’ân-ı Kerîm’in yüzünden yap­mak, Ebu Hanife’ye göre namazı bozarken, Ebu Yusuf, eş-Şeybanî ve eş-Şafiî’ye göre bozmaz, ancak ilk ikisine göre bu mekruhtur. [206]                                                                

(b) Hanbelî Mezhebine göre, namazı bozacak şekilde İahn ve tegannî namazı bozar. [207]

b) Mevrud ve Menkul Zikir okumamak: [208]

(a) Hanefî Mezhebine göre, âyet ve hadislerde bulunan dua­ları okumak, namazı bozmaz. Fakat insan sözüne benzer duaları okumak namazı bozar. Bu konuda ölçü şudur: Namazda insan sözüne benzer duadaki isteklerin kullardan istenmesi imkânsız olur ve sadece Allah’tan istenirse, meselâ “rızık, mal ve bereket” istenirse namaz bozulmaz. Fakat kullardan istenmesi imkânsız olmayan bir dua, meselâ “Allah’ım bana şu kızı nasip et, bana şu meyveyi ver” gibi dualar namazı bozar.

(b) Şafiî Mezhebine göre, haram, imkânsız ve şarta bağlı konulardaki dualar namazı bozar. Bunun dışında, muhatabı Al­lah ve Hz. Peygamber olmak şartıyla, her türlü dünya ve âhiret hakkındaki dualar, namazda okunabilir.

(c) Malikî Mezhebine göre, dünya ve âhiret hayır ve iyiliği konusundaki dualar namazı bozmaz.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, mevrud ve âhirete ait olmayan bütün dualar namazı bozar.

c) Kıraati Başkasının Yaptırması:

(a) Hanefî Mezhebine göre, yanlış kıraat yaptığında başkasının doğruyu hatırlatması halinde, ona göre kıraat yap­mak namazı bozar. Meselâ muktedî veya münferîd âyeti (unut­tuklarında, başkası onlara doğruyu gösterir ve buna göre kıraate devam ederse, namaz bozulur, fakat kendisi doğruyu hatırlarsa namaz bozulmaz.  Aynı şekilde kıraatte başkasının emrine uy­mak da namazı bozar. [209]

(b) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, namazdayken bilmediği bir yeri öğrenen kimse -bilen birine uymadıkça- na­mazı bozulur; Şafiî Mezhebine ve Züfer’e göre bozulmaz, öğrendiğini okuyarak kalan rekâtleri tamamlar; Malikî Mezhe­bine göre, bilene uyuyorsa bu kıraat ona yeterlidir, fakat mukte­dî olmayan bir kimse  namaz kılarken  Fatiha’yı öğrenirse na­mazı bozulmaz, kalan rekâtleri tamamlar. [210]

(c) Namaza başlarken kâri (Kur’an okuyan) olanın bildiğini unutarak ümmî olması  halinde,  Ebu  Hanife’ye  göre namaz bozulurken, Ebu Yusuf, eş-Şeybanî ve Züfer’e göre bozul­maz. [211]

d) Kıraat Hataları (Zelletu’l-Kâri): [212]

Namaz kılan kimsenin aşağıda sayılacak şekilde yanlış okuma yapmasına Zelletu’l-Kâri denmektedir. Namaz kılarken kıraat hatalarının namazı bozması konusunda, Hanefî hukukçu­ların genel görüşü, “mânâyı bozan   hatalar, namazı da bozar”şeklindedir. Bunun için, hem Kur’ân-i Kerîm okumayı, hiç değilse ibadetimizi tam olarak yerine getirecek kadarını öğrenmek, hem de yanılmaları önlemek için gereken çalışmayı yapmak gerekir. Âyeti yanlış okumak suretiyle meydana gelen hataların namazı bozması iki yolla olur:

İ) Kasıtlı Değiştirme: [213]

(a) Hanefî Mezhebine göre, âyetin bir kelimesi kasıtlı olarak değiştirilir ve bu değişiklikle mânâ da bozulursa, namaz bozulur.

(b) Maliki Mezhebine göre, az da olsa değiştirmede kasıt olun­ca namaz bozulur.

İİ) Yanılarak Değiştirme:

İİ.İ) Mütekaddimûnun Görüşü:

Mütekaddimûn olarak adlandırılan Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre, konuyu ittifak ve ihtilaf açısından ele almak gerekir:

1-  İttifak Noktası:

Benzeri Kur’ân-ı Kerîm’de bulunmaz ve mânâ aslından uzak bir şekilde değişecek olursa, -meselâ “Hâze’l-Gubâr” yerine “Hâze’l-Gurâb” okunursa- veya Kur’ân-ı Kerîm’de benzeri bulunur ve mâ­nâsız olursa -meselâ “Yevm, Tuble’s-Serâir” yerine “Yevme Tub-le’s-Serâil” okumakla- namaz ittifakla bozulur. Aynı şekilde değişme, itikadı küfrü gerektirecek şekildeyse -benzeri bulunsa da-namaz bozulur, ancak tam vakıfla aynlmayıp değişiklik olmaya­cak şekilde cümleler arasında olursa namaz bozulmaz.

2- İhtilaf Noktası:

Kur’an-ı Kerim’de benzeri bulunur ve mânâ fahiş bir şekilde bozulmazsa, Ebu Hanife ve eş-Şeybanî’ye göre namaz bozulur, ihti­yatlı olan da budur: Ebu Yusufa göre umumî (herkesin karşılaştığı) bir bela olması dolayısıyla namaz bozulmaz.

Kur’an-ı Kerim’de benzeri bulunmaz ve mânâsı değişmezse -meselâ “Kavvâmin” yerine “Kayyâmîn” okumakla- Ebu Hanife ve eş-Şeybanî’ye göre -mânâ değişmediğinden- namaz bozulmaz, Ebu Yusufa göre benzeri bulunmadığından bozulur.

Dikkat edileceği üzere, Ebu Hanife ve eş-Şeybanî’ye göre, yanılarak yapılan değişiklikle mânâ bozulmuyorsa -Kur’an-ı Ke­rim’de benzeri bulunmayan bir değişiklik de olsa- namaz bozul­maz, mânâ bozuluyorsa -bu değişikliğin Kur’ân-ı Kerîm’de benzeri olsa bile- namaz bozulur; Ebu Yusuf’un görüşüne göre Kur’ân-ı Ke­rîm’de benzeri bulunuyorsa, mânâ büyük oranda değişse bile na­maz bozulmaz, benzeri yoksa -mânâ az bozulsa da- namaz bozulur. Birincisi, ihtiyata uygun olan görüştür, fakat yanılma insanların sık sık karşılaştığı ve  önleyemediği  bir konu  olduğu için,  ikinci görüş fetva verilen görüş olmuştur.

İİ.İİ) Müteahhirûnun  Görüşü:

Muhammed b. Mukatil er-Râzî, Muhammed b. Selâm, İsmail ez-Zâhidî, Ebu Bekr b. Said el-Belhî, el-Hinduvanî, İbnu’1-Fadl ve el-Hulvani’ye göre genel kaide şudur:

“Hata i’rabta (harekede) olursa -itikadı küfrü gerektirse de- namaz kesinlikle bozulmaz, çünkü in­sanların çoğu özel bir eğitim görmeden bu inceliği bilemez; hatanın harfler arasında değişiklik şeklinde olması konusunda ise, çeşitli konularda ihtilaf etmektedirler: Kadıhan, mütekaddimûnun görüşünü ihtiyat, müteahhirûnunkini “vus’at (genişlik)” olarak ni­telendirmektedir. el-Halebî de hem ihtiyat oluşu, hem de belli kai­desi bulunması dolayısıyla, mütekaddimûnun görüşünün uygu­lanması gerektiğini ifade eder. Şafiî Mezhebine göre, Fatiha Sûresi dışındaki sûre ve âyetlerde yapılan hata namazı bozmaz, çünkü on­lara göre Fatiha’yı okumadan namaz sahih olmaz.

 

Rükünlerdeki İlâveler: [214]

 

(a) ÜM’e göre, namaza yine namaz işlemi olan bir rükün ila­vesi, meselâ rükû veya secdeyi fazla olarak yapmak, kasıtlı olunca namazı bozar. Fakat unutarak bir rüknü fazla olarak yapmak, me­selâ Fatiha’yı tekrarlamak namazı bozmaz, ancak namaz sonunda sehiv secdesi yapılır.

(b) Malikî Mezhebine göre, rükün fazlalığı çok olunca unuta­rak bile olsa, namazı bozar. Bu konuda ölçü şudur: Farz namazlar ile rekât sayısı belli nafile namazlarda, dört rekâtli namazı sekiz, iki ve üç rekâtli namazı dört olarak kılmak, çok ilave sayılır. Re­kât  sayısı  sınırlı  olmayan nafile namazlardaki ilaveler namazı bozmaz.

(c) Caferi Mezhebine göre, dört rekâtli olmayan namazların sayısında şüphelenmek namazı bozar. Rükündeki bir ilâve veya bir noksan mutlak olarak, diğer işlemlerde tersten olursa namazı bo­zar. İsteyerek farz namazı kesmek caiz değildir; ihtiyaten, nafileyi kesmek de böyledir, kuvvetli olan kesilebileceğidir.

 

Namaza Aykırı Davranışlar:

 

Amel-i Kesir ve Amel-i Kaili: [215]

 

Amel-i Kesîr:

 

Namaz kılan mükellefin elbisesi ya da başka bir yeriyle veya işle uğraşırken dışardan bakanların namazda olamaz diye kesinlikle hüküm verdikleri davranışlara Amel-i Kesîr, bu türde olma­yan ve şüphe uyandıran ufak çaptaki meşguliyetlere Amel-i Kalîl adı verilmektedir. [216] Âmel-i Kesîr sayılan meşguliyetler, namaz kılan biri için namaz işlemlerinden olamaz. Bu sebeple, amel-i ke­sîr sayılan her türlü hareket ve davranış namazı bozar:

(a) Paltoyu   veya   pantolonu   namaz   kılarken   amel-i   kesir sayılacak şekilde düzeltmeye çalışmak.

(b) Hiçbir özrü yokken, en az üç adım yürümek. Bu yürüyüş, birisinin çarpması sonucunda da olsa namaz bozulur.

(c) Namazda vücudu bir veya arka arkaya iki defa, ya da ayrı rekâtlerde birer ikişer kere kaşımak namazı bozmazsa da, bir rekâtte üç defa arka arkaya kaşınmak namazı bozar. El kaldırmadan yapılan kaşımalar, bir tek defa yapılmış kabul edilir. Şafiî Mezhebine göre, eli üç defa yukarı kaldırıp indirmek veya sağa sola götürüp getirmek namazı bozar.

(d) Amel-i  kesîr  şeklinde  başındakini  çıkarıp  giymek; ta­rakla başını taramak,

(e)  Namaz kılarken başka birine elle vurmak.

Şafiî Mezhebine göre, amel-i kesîr ardarda üç adım atmak veya yerinden sıçramak gibi hal ve hareketlerdir. Bunlar bir maze­retle yapılınca da namazı bozar.

Caferî Mezhebine göre, namaz ismini ortadan kaldırtacak her türlü mubah fiilin kasten veya unutarak yapılması, namazı bozar.

Amel-i kesîre örnek olmak üzere, namazda yürümenin hük­münü inceleyelim: [217]

a) Bazı hanefi hukukçulara göre, yürümek az veya çok olsa da istihsanen namaz bozulmaz.

b) es-Soğdi’nin hocasından naklettiğine göre, hacı, savaşan ve yolculuğu ibadet olan yolcunun kıbleye doğru yürümesi caizdir.

c) Bazılarına göre, safları veya secde yerini aşmayınca, na­maz bozulmaz, aşınca bozulur.

d) Bazılarına göre, ardarda değil, adım adım yürümekle na­maz bozulmaz.

e) Bazılarınca, iki saf geçince bozulur; msl. ön safta boşluk görür ve üçüncüden birinciye geçerse bozulur, ikincide bozulmaz.

f) Bazılarınca, yürüme çok olunca namazı bozar.

g) Bazıları ise, özürlü veya özürsüz yürümeye göre hüküm ve­rir; özürsüz yere aralıksızca çok yürüyünce namaz bozulur, aralıklı ve fakat çok, ya da aralıklı veya aralıksız az olur ve kıbleden dönülürse yine namaz bozulur, dönülmezse bozulmaz, mekruh olur.

Yürüme özür sebebiyle olur ve bu sebku’l-hades halinde temizlik için veya salâtu’l-havfte meydana gelirse, -az veya çok olsun- na­maz bozulur; kıbleden dönmezse ve yürüme az olursa namaz bozul­maz ve mekruh olmaz, çok ve aralıksız olursa bozulur, aralıklı olursa bozulduğu veya mekruh olduğu görüşleri bulunmaktadır. Kısaca, çok yürümek, özür sebebiyle ve aralıklı olunca namazı mutlak olarak bozmaz ve bu mekruh olmaz.

 

Amel-i Kalîl:

 

(a) ÜM’e göre, amel-i kalîl namazı bozmaz, fakat bu mekruh­tur.

(b) Maliki Mezhebine  göre, namazdan ayrılma şeklindeki amel-i kalîl, kasıtlı olunca namazı bozar; kaşınmak, işaret gibi ufak çaptaki hareketler namazı bozmaz.

 

Cemaat Düzeni Ve Uyumunun Sağlanamaması:

 

Cemaat düzeni ve uyumunun sağlanamaması; muhâzâtu’n-nisâ (farz namazda kadınla aynı safta olmak), işlemleri imamdan önce yapmak, imamın namazının bozulması ve cemaatle namazın sahîh olma şartlarının bulunmamasıyla gerçekleşir:

 

Saf Düzeninin Sağlanamaması:

 

I. Muhâzâtu’n-Nîsâ:                                                               

 

A. Tanımı:

 

Kadın ve müştehât adı verilen yetişkin kız çocuğu ile erkeğin, aşağıda sayılacak şartlar altında, aynı safta veya kadının erkeğin önünde cemaatle aynı, namazı kılmasına hukuk dilinde Muhâzâ-tu’n-Nisa denir.

 

B. Hükmü Ve Şartları: [218]

 

(a) ÜM’e göre, muhâzâtu’n-nisa halinde, namaz hiçbir şekilde bozulmaz.

(b) Hanefî Mezhebine göre, bu halde, belli şartlar altında na­maz bozulur:

(1) Kadın ile erkeğin aynı namazda ve aynı imama uy­ması. Mesbûkun namazı böyle bir durumda bozulmaz.

(2) Namaz kılanların her ikisinin de akıllı ve baliğ ol­ması.

(3) Kadının topuklarının safta aynı hizada olması,

(4) Namazın rükün ve secdeli olup, cenaze namazı veya ti­lâvet secdesi olmaması,

(5) İkisinin  de  aynı imama uymuş  olması veya kadının uyduğu erkekle aynı safta olması,

(6) Arada engel olmayıp  yerlerinin bir olması. Kadınla erkeğin biri yüksekte, öbürü başka yerde veya  aralarında bir kişi duracak kadar boşluk veya direğin bulunması halinde na­maz bozulmaz.

(7) İmamın kadınlara da imamete niyet etmiş olması,

(8) Yönlerin  bir  olması, Kabe’de  kılınan  namazda  ayrı yönlerdeyken namaz bozulmaz.

(9) Namaz kılan kadın ve erkeğin aynı hizada dur­masının, bir rüknü yerine getirecek kadar sürmesi; Ebu Yusuf’a göre rüknün bilfiil yerine getirilmesi gerekir.

 

C. Namazı Bozulanlar:

 

(a) İmama uyan kadınlar, erkeklerin safı önünde ayrıca bir saf tutarsa veya imamın yanında ve hizasında bir kadın bulunur­sa, bütün erkeklerin namazı bozulur.

(b) Erkeklerin arasında üç kadın bulunsa, bunların hem sağ ve sol yanlarındaki birer, hem de arkada bulunan her saftaki üç erkeğin namazı bozulur.

(c) Erkekler arasındaki kadınlar, iki kişi olunca, yan­larındaki birer erkek ile arkalarındaki iki erkeğin namazı bozu­lur, daha arkadakilerin namazı bozulmaz.

(d) Erkekler arasındaki kadın bir tane olunca, sadece sağ ve sol yanındaki ile arkasındaki birer erkeğin namazı bozulur.

 

İmam

Namazı Bozulan

Erkek

Kadın

Şema 32: Muhazatun-Nisa

 

II. İmamın Önünde Saf Tutmak Veya Namaza Durmak:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, muktedînin ayaklarının imamın önüne  geçmesi halinde, namaz bozulur. Aynı  hizada  veya biri aşağıda veya yukarıda olduğunda, namaz bozulmaz.

(b) Malik’e göre, cemaatin imamdan ileri durması mekruh ise de, namazı bozmaz.

 

İşlemleri İmamdan Önce Yapmak: [219]

 

I. Rükün İşlemi İmamdan Önce Yapmak:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, rükün olan namaz işlemini -ister unutarak, ister kasıtlı- imamdan önce yapan kimse,  bu  rüknü onunla birlikte veya sonra iade etmeyip, namaz sonunda selâm ve­rirse namazı bozulur. Fakat imamla birlikte veya ondan sonra he­men iade ederek selâm verirse namaz bozulmaz.

(b) Şafiî Mezhebine göre, muktedînin imamı özürsüz olarak iki fiilî rükün geçmesi halinde, namaz bozulur. Aynı şekilde, özür­süz olarak iki fiilî rükün geri kalmakla da, namaz bozulur.

(c) Malikî ve Hanbelî Mezheplerine göre, imamı kasıtlı ola­rak bir rükün, meselâ rükû ederek ondan önce kalkıp, geçen muk­tedînin namazı bozulur. Unutarak imamı geçme halinde,  hemen onun yaptığı işleme dönülür, namaz bozulmaz.

İftitah tekbirini imamdan sonra almak, -birlikte almak yeter­liyse de- Malik ve eş-Şafiî’ye göre müstahsendir (iyidir); Ebu Hanife’ye göre tekbir birlikte alınır, fakat imamdan önce alınmaz. [220]

Hanbelî Mezhebine göre, muktedînin kasıtlı olarak imamdan önce selâm vermesiyle namaz bozulur. Unutarak ondan önce selâm verme halinde imamın selâmından sonra yeniden selâm verilmez­se namaz fasid olur. [221]

 

II. Mesbûkun Yanlış Selâmı: [222]

 

Mesbûkun son rekâtte teşehhüd miktarı oturduktan sonra, imamın selâmını beklemeden kalkması halinde ve bir secde yaptığında, imam sehiv secdesi yapar ve mesbûk da ona sehiv sec­desinde uyarsa namazı bozulur. Çünkü ayağa kalkan mesbûk, artık münferîd olmuştur, yeniden imama uyması sözkonusu değildir.

 

İmamın Namazının Bozulması (Muhdes İmam):

 

(a) Cünüp  olarak namaz kıldırdığını  sonradan öğrenen ce­maatin namazı sahih midir? [223]

eş-Şafiî’ye göre sahihtir; Ebu Hanife’ye göre fâsiddir; Malik’e göre, imam bu durumu biliyorsa namaz fâsiddir, unutarak kıldırdıysa namaz sahihtir.

(b) Her nasılsa abdestsiz  olarak  namaz  kıldırdığını -imam daha sonra, yani cemaat dağıldıktan sonra anlayacak olsa, cemaa­te bunu imkânları ölçüsünde duyurur. Muktedî de uyduğu imamın namazı abdestsiz olarak kıldırdığını daha sonra öğrenince -fasid olduğundan- namazını yeniden kılar. eş-Şafiî’ye göre, bu durumu bilerek,   imama iktida sahih değildir, fakat  bilmeyerek kılınca namaz sahih olur, iade edilmez. [224]

 

Cemaatle Namazın Sahih Olma Şartlarının Bulunmaması:

 

Cemaatle namaz kılmak için -daha önce alındığı gibi- bazı şartların gerçekleşmesi gerekir. Bu şartların bulunmaması halin­de kılman namaz sahih olmaz.

 

İstihlâfın Yanlış Uygulanması:  [225]

 

Daha önce ele alındığı gibi istihlâfın yanlış uygulanması ha­linde namaz bozulur, yeniden kılınır.

 

Ses Ve Konuşmalar:

 

Namazla ilgili olsun olmasın bazı ses ve konuşmalar namazı bozar:

 

Namazla İlgili Olanlar:

 

I. Namazı Düzeltmek İçin Konuşmak: [226]

 

(a) ÜM’e göre, imam bir şey unuttuğunda, ona uyanlardan bi­rinin “sen şunu unuttun” demesi namazı bozar.

(b) Maliki Mezhebine göre,  namazı düzeltmek için imamın veya   muktedînin   konuşması   namazı   bozmaz.   Muktedînin   na­mazının bozulmaması için iki şart vardır:

(a) Örfe göre ve namaza aykırı olacak şekilde konuşulanın çok olmaması,

(b) İmamın Subhanellah demekle hatasını düzeltme kasdedildiğini anlamaması. Meselâ dört rekâtli bir namazda, imam beşinci rekâte kalktığında, bu şartlar gerçekleşince muktedî onu uyarabilir.

İmamın konuşmasının namazı bozmaması için üç şart vardır:

(a) Muktedîyle ilgili ilk iki şartın bulunması,

(b) Kendine namaz hakkında bir şüphenin doğmaması. Na­maz hakkında bir şüphe doğarsa, doğruya yakın tahminiyle hare­ket ederek -cemaate sormadan- namazı tamamlar.

 

II. Feth (Îmama Hatırlatma) Yapmak: [227]

 

A. Uyduğu Îmama Feth Yapmak:

 

Cemaatle namaz kılınırken imamın kıraatte duraklayarak veya tereddütle takılması halinde ona uyanlardan birinin doğruyu hatırlatmasına Feth veya el-Feth Ale’l-İmam adı verilir:

(a) Hanefî Mezhebine göre, duraklayarak veya tereddütle âyeti unutan ve okuyamayan imama muktedîlerden   birinin hatırlatması ve doğruyu göstermesinde bir sakınca yoktur. Böyle bir durumda, muktedî, tilavete değil, doğruyu göstermeye niyet eder. Çünkü imamın  arkasında,  kıraat yapmak tahrimen  mekruhtur. Aynı  şekilde   muktedînin feth konusunda acele etmesi kadar, imamın da muktedîye bu fırsatı tanıması mekruhtur.  Ona düşen, bilinen başka bir yeri veya sûreyi okumak, ya da farz ve vacip kıraat miktarını tamamladıysa rükûa gitmektir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, kıraatte imamın susması halinde, muktedî feth yapabilir. İmam tereddütlü olduğu takdirde, muktedî feth yapamaz. Yaptığı takdirde, ilk kıraati ile olan bağlantı kesil­miş olur, kıraate yeniden başlar. İmamına feth yapan muktedînin bundan sadece kıraat veya fethle birlikte kıraat niyeti taşıması ge­rekir.  Sadece feth  niyeti veya hiçbir niyet taşınmaması halinde namaz bozulur.

(c) Malikî Mezhebine göre, imama feth yapmak namazı boz­maz. Feth, imam kıraatte duraklayınca ve tereddüt edince yapılır. Bunların tersi durumlarda feth yapmak mekruhtur. Vacibi tamam­lamak, meselâ Fatiha’yı okumak gerekirse feth yapmak vacip, Fatiha’dan başka âyetleri düzeltmek için sünnet, sûreyi tamamlamak içinse menduptur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, imam kıraati yapamayınca veya şaşırınca, muktedînin feth yapması caizdir.  

Kıraati yapamadığında veya -namazın sahih olması kendisine bağlı olduğundan- Fatiha’yı yanlış okuyunca feth yapmak vaciptir.

Bazı hanefî hukukçulara göre, imamın başka bir âyete geç­mesi halinde namazı bozulur. Aynı şekilde bu durumda imara da feth yapanın kıraatine uyarsa, onun ve dolayısıyla cemaatin na­mazı bozulur. Fakat fetva verilen görüş ikincisidir. [228] Feth gerek-meksizin bir defa feth yaparak namaz bozulmaz, ancak mekruhtur. Fakat fethin tekrarı -amel-i kesîre gireceğinden- namazı bozar. [229]

 

 

Hüküm ve

Haller

Hanefî

Şafiî

Maliki

Hanbelî

 

Duraklama

Gerekir

 

Gerekir

Gerekir

Genel

Tereddüt

Gerekir

 

Gerekir

 

Haller

Susma

-

Gerekir

 

 

 

Şaşırma ve Yanılma

-

 

 

Gerekir

 

Doğruyu Gösterme Ni­yeti

Şart

Bozar

-

-

Şartlar

Tilavet

Mekruh

Şart

 

 

 

Tilavet   ve   Doğruyu Gösterme Niyeti

 

Şart

-

 

 

Genel

Caiz

Caiz

Caiz

Caiz

Gerektiren Hal Dışın­da Feth

-

-

Mekruh

 

Hüküm

Vacibi Tamamlamada

 

 

Vacib

Vacib

 

Zamm-ı Sureyi Düzelt­mek

-

-

Sünnet

-     -

 

Zanım-ı    Sureyi    Ta­mamlamak

-

   

Mendup

 

Tablo 43: Feth ve Hükümler

 

B. Uyduğu İmamdan Başkasına Feth Yapmak:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, uyduğu imamdan başkasına feth yapmak, namazı bozar. Fakat bu feth, doğruyu göstermek değil, kendi kıraati için olursa, namaz bozulmaz, ancak bu mekruhtur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, bu durumda ilk kıraatiyle olan bağlantı kesileceğinden, fethte zikir niyeti de taşıyorsa, kıraate ye­niden başlar, aksi halde namazı bozulur.

(c) Maliki Mezhebine göre, uyduğu imamdan başkasına feth yapmak, namazı bozar.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, bu durumda namaz bozulmaz, ancak bu davranış mekruhtur.

 

III. Namazda Olduğunu Veya Başka Maksadını Bildirmek İçin Âyetle Konuşmak Ve Cevap Vermek: [230]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, namaz kılan mükellef, teşbih veya tehlil, Allah adı anıldığında sena, meselâ Celle Celâluhu, Peygam­berimizin adı anıldığında salât, okuyan başka birinin kıraati biti­rince sadakallahu’1-azîm vb. şekildeki konuşmalarla, herhangi bir iş için cevap gayesi taşındığında veya hiçbir gaye taşınmadığında, namaz bozulur. Fakat sadece sena, zikir ve tilâvet gayesi ile namaz bozulmaz. Aynı şekilde, herhangi bir maksadını ifade etmek için âyetle cevap vermek de namazı bozar. Fakat okunan âyetlerle böyle bir cevap maksadı değil de, sadece tilâvet maksadı taşınırsa namaz bozulmaz.  Bunlara benzer şekildeki cevaplar da, sadece zikir ve sena gayesi taşımayıp, c’evap maksadı taşıyınca namaz bozulur:

(1) Kötü haberi duyunca, “La Havle Vela Kuvvete İlla Billâh,”

(2) Hoşuna giden bir şeyi görünce, “Subhânellah,”

(3) Korkulu bir şeyle karşılaşınca, “Bismillah” veya dua ve beddua etmek,

(4) Herhangi bir işi yapmasını önlemek için, teşbih ve tehlili yüksek sesle yapmak. Ebu Yusuf’a göre bu durumlarda -sena olduklarından- namaz bozulmaz.

Bütün bu durumlarda namazda olduğunu bildirmek, imamın namazdaki hatasını uyarmak için okumak veya kıraati açıktan yapmak namazı bozmaz. Namaz kılan birinin okuduğu âyette cen­net veya cehennemle ilgili durumlar geçtiğinde, biraz durarak cenneti isteme, cehennemden korunma için Allah’a dua etmek, münferîd için nafile namazlarda güzel bir davranıştır, İmamın farz namazlardaki böyle bir davranışı namazı bozmaz, ancak mekruhtur, bu durumda muktedî okunanı dinler ve susar.

(b) Şafiî Mezhebine göre, namazdayken başka birine herhangi bir işi anlatmak için âyetle konuşmak veya hiçbir gaye taşımaksızın konuşmak, namazı bozar. Fakat okunan âyette, bu durumu anlatmak gayesiyle birlikte, tilavet gayesi de taşınınca, namaz bozulmaz. İçeriye girmek için izin isteyen birine veya na­mazda şaşıran imama subhânellah, korkulu bir işle karşılaşınca Allah demekle, -bu maksadını anlatmak gayesiyle birlikte- zikir gayesi taşındığında namaz bozulmaz, aksi halde bozulur. Bir âyet duyunca da, Lâ Havle Velâ Kuvvete İllâ Billâh demek namazı boz­maz. Çünkü bunlar, Allah’tan başkasına sena yoktur. Fakat bunlar, ilk kıraatle olan bağlantıyı kestiğinden kıraat yeniden yapılır. Hz. Peygamber’in ismi anıldığında açık ismini söyleyerek salavât ge­tirmek namazı bozmaz, fakat ilk kıraatle olan bağlantıyı keser. Sallallahu Aleyhi ve Sellem şeklinde zamirli olarak salât okunur­sa namaz bozulmaz, bağlantı kesilmez.

(c) Malikî Mezhebine göre, yerinde olmak şartıyla herhangi bir maksadı anlatmak için âyetle cevap vermek namazı bozmaz. Fatiha’yı bitirdikten  sonra herhangi bir şahsın içeri girmek için izin istemesine âyet okuyarak cevap vermek buna örnektir. Fakat yerinde olmayan okuyuş, meselâ içeriye  girmek için izin isteme rükû ve secdede veya Fatiha bitmezden önce yukardaki gibi cevap vermek namazı bozar. Subhanellah, tehlil vb. ile -neresinde olursa olsun- namaz bozulmaz.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, herhangi bir maksadı anlatmak için teşbih, tehlil ve zikir namazı bozmaz. Hoşuna giden bir şeyi görünce Subhanellah, musibete uğrayınca  Lâ Havle...,  acıyla karşılanınca  Bismillah vb. zikir sözlerini söylemek namazı boz­maz, fakat mekruhtur. Hz. Peygamber anıldığında salât okumak, nafile  namazlarda müstehaptır, fakat farz namazlarda bu okun­maz, okununca namaz bozulmaz. Herhangi bir maksadı anlatmak için  âyetle  konuşmak namazı   bozmaz. Fakat   insan   sözünden farksız şekilde, meselâ adı İbrahim olan birine “Ya İbrahim” de­mek namazı, bozar.

 

Hal ve Durum

Şartı

Hanefî

Şafiî

Malikî

Hanbelî

 

Cevap Gayesi

Bozar

Bozar

 

 

Cevap Olarak Ay el Okumak

Tilavet Maksadı

Bozmaz

Bozmaz

 

 

 

Cevap ve Tilavet Gayesi

Bozar

Bozmaz

-

-

 

Namazda    Oldu­ğunu Bildirmek

Bozmaz

-

-

-.

 

Genel Olarak

 

 

Bozmaz

Bozmaz

 

Cevap Gayesi

Bozar

 

 

 

Tesbih-Tehlil

Gayesiz

Bozar

.       -

 

\

 

Zikir-Tilavet

Bozmaz

 

 

 

 

Namazda    Olduğunu Bildirmek

Bozmaz

-

 

-

 

Genel

 

Bozmaz

Bozmaz

Bozmaz

 

Zikir ve Sena

Bozmaz    .

 

 

 

 

Cevap Gayesi

Bozar

 

 

 

Sena

Gayeniz

Bozar

 

 

 

 

Namazda    Olduğunu Bildirmek

Bozmaz

-

 

.’

 

Genel

-

Bozmaz

Bozmaz

Bozmaz

 

Zikir ve Salat

Bozmaz

 

 

 

 

Cevap Gayesi

Bozar

 

 

 

Salat

Gayesiz

Bozar

 

 

 

 

Namazda    Oldu­ğunu Bildirmek

Bozmaz

-

-

-

 

Genel

 

Bozmaz

Bozmaz

Bozmaz

Tablo 44: Namazda Ayetle Konuşmak

 

Namazla İlgili Olmayanlar:

 

I. Namaza Ait Olmayan Sözler: [231]

 

Namaza ait olmayan  bir söz ve kelimeyi işiteceği  derecede söylemek onu bozar:

 

A. Konuşma İşlemi:

 

(a) ÜM’e göre, namazı bozan konuşmanın ölçüsü, kelimenin bazı harflerden meydana gelmesidir. Bunun da en azı -mânâsı ol­masa da- iki harf veya mânâsı olan bir harftir.

(b) Maliki Mezhebine göre, namazı bozan söz ve konuşma, mânâsı olan bir veya daha fazla kelimedir.

(c) Caferi Mezhebine göre, iki harfle bile olsa, kasden konuşmak namazı bozar. Bir söz, anlatmak kastıyla söylenmez ve bir harf olursa, kuvvetli görüşte namazı bozmaz.

 

B. Mükellef:

 

a) Unutma:

(a) Hanefî ve Hanbelî Mezhebleri ile Zeydiye’nin Hâdeviye koluna   göre,    namaza   ait   olmayan   sözler,   unutarak   bile konuşulsa, namazı bozar.

(b) Şafiî Mezhebine göre, örfen az olarak nitelendirilen ve altı kelimeden meydana gelen konuşmalar namazı bozmaz. Çok olan konuşma konusunda, eş-Şafiî’den her iki görüş de nakle­dilmiştir. [232]

(c) Malikî Mezhebine göre, örf bakımından az olarak nite­lendirilen namazla ilgisi olmayan sözler, onu bozar. Bu konuda, belli bir ölçü yoktur.

b) Bilgisizlik:

(a) ÜM’e göre, her ne sebeple olursa olsun, namazı bozduğunu bilmeyerek konuşmak namazı bozar.

(b) Şafiî Mezhebine göre, korku, malî yetersizlik veya bakmakla mükellef olduklarının geçim sıkıntısına düşecekleri endişesi ile uzakta bulunan bilginlerin yanına gidememek, ya da müslümanlığı yakın zamanda kabul etmek şartıyla namazı bozmaz.                                            

c) İkrah:

Namazdayken  ikrah (zorlama ve  baskı) ile  konuşan kimse­nin namazı DM’e göre de bozulur.

d) Uykuda Konuşma:   

(a) ÜM’e göre, abdesti bozmayacak şekildeki uyku halinde konuşma, namazı bozar.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, bu durumdaki konuşma na­mazı bozmaz.

Evzafye göre, bir nefsi (canı) kurtarmak veya büyük bir iş için konuşmak namazı bozmaz; Malik’e göre namazı düzeltmek için kasıtlı konuşmak namazı bozmaz; eş-Şafiî’ye göre unutma dışında her konuşma namazı bozar; Ebu Hanife’ye göre bütün konuşmalar namazı bozar. [233]

 

II. Yanlışlıkla Konuşma:

 

(a) ÜM’e göre, âyet okuyacağı yerde, yanlışlıkla insan sözü söyleyen mükellefin namazı bozulur.

(b) Hanefî Mezhebine göre, bu durumda -söz nasıl olursa ol­sun- namaz bozulur.

(c) Caferi Mezhebine göre,  Fatiha’dan sonra kasten “âmin” demek namazı bozar. Unutarak veya elde olmadan âmin denilme­sinde bir sakınca yoktur.

 

III. Ses Ve İniltiler:

 

A. Tenahnuh (Boğazı Hırıldatmak): [234]

 

(a) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, ihtiyaç olmaksızın, boğazı    iki    harf  çıkaracak şekilde,  meselâ   

“ehh” diyerek hırıldatmak namazı bozar. Fakat kendini zorlamadan tabiî olarak veya sesi güzelleştirmek, ya da namazda olduğunu bildirmek veya imamın kıraat hatasını düzeltmek için yapılan tenahnuh namazı bozmaz.  Bazı hanefî hukukçulara göre,  özürsüz olan hırıldatma namazı bozar.

(b) Şafiî Mezhebine göre, yapmamak elde olmayan ve az olan tenahnuh namazı bozmaz. Hastalık dolayısıyla çok olarak yapılan tenahnuhlar da namazı bozmaz.

(c) Malikî Mezhebine göre, tenahnuh -çok ve eğlence için ol­madıkça- hiçbir şekilde namazı bozmaz.

 

B. Teevvuh -Enîn- Teeffuf Ve Ağlama: [235]

 

(a) Hanefî ve Hanbelî  Mezheblerine göre, Allah  Teâlâ’nm korkusundan veya cennet-cehennemi hatırlamak için, ya da ken­dini zaptedemeyecek derecede şiddetli bir hastalık dolayısıyla yapılanlar dışında, her türlü sesle ağlama, ah, uh, of, tuh, vah gibi sesler çıkarma namazı bozar.

(b) Şafiî Mezhebine göre, bu gibi hallerde, iki ve daha fazla harf çıktığında, üç durum ortaya çıkar:

a) Önlenmesi imkânsız ve söylenen az olduğunda namaz bozulmaz. Fakat söylenen çok olursa -âhiret korkusunda, bile olsa- namazı bozar.                                

b) Ödenmesi ve yapılmaması mümkün olduğunda bu tür hallerin azı da, çoğu da -âhiret korkusundan bile olsa- namazı bozar.

c) Söylenenin örfen çok sayılması halinde -azı da, çoğu da-namazı bozar. Devamlı bir hastalık dolayısıyla olan ses ve iniltilerse namazı bozmaz.

(c) Maliki Mezhebine göre, bu gibi haller bir acı ve ağrı do­layısıyla veya Allah korkusundan dolayı az olarak meydana gel­diklerinde, namazı bozmazlar. Unutarak olduklarında, yine çok olursa namazı bozar.  Kasıtlı olarak yapıldıklarında, -namazı dü­zeltme gayesi taşımıyorsa- namazı bozar.

(d) Caferi Mezhebine göre, dünyevî bir kayıp dolayısıyla yük­sek sesle ağlamak namazı bozar. Uhrevî bir iş veya dünyevî bir işi Allah’tan istemek dolayısıyla ağlamak bozmaz. Bozucu nitelikteki ağlama elde olmadan   gerçekleşirse, ihtiyat  namaza yeniden başlamaktır, hatta bunun vacip oluşu kuvvetlidir.

 

C. Üfleme: [236]

 

(a) Hanbelî Mezhebine göre, herhangi bir şeye üflemek na­mazı bozar.

(b) Bir grup hukukçuya göre, namazı bozmaz, ancak mekruh­tur.

(c) Hanefî Mezhebinin de içinde bulunduğu bir grup hukuk­çuya göre, üfleme  sesinin duyulup  duyulmamasına göre hüküm değişir- Duyulmayan  namazı  bozmaz  ancak mekruhtur; duyulan Ebu Hanife ve eş-Şeybanî’ye göre bozar, Ebu Yusuf’a göre bozmaz.

 

IV. Selâm Vermek Ve Almak: [237]

 

A. Selâm Vermek:

 

Selâm vermek,  bütün mezhep ve hukukçulara göre, namazı bozar.

 

B. Selâm Almak:

 

(a) Said b. el-Museyyeb, el-Hasenu’1-Basrî ve Katade’ye göre namazdayken  selâm alınabilir.

(b) eş-Şafiî’ye göre, işaretle bile olsa selâm alınmaz.

(c) Bunlar dışındaki hukukçulara göre selâmı işaretle veya sözle almak ayrı ayrı hüküm taşır:

(1) Verilen selâmı, namaz kılarken  sözle  almak, DM’e göre namazı bozar.

(2) Selâm  verilen kimsenin,  namaz  kılarken  bu   selâmı işaretle alması, DM’e göre namazı bozmaz: Hanefî Mezhebine göre, işaretle  bile olsa, selâmı almak doğru  değilken, Maliki Mezhebine göre, verilen selâmı işaretle almak gerekir.

(3) Caferi Mezhebine göre, selâmı almakta bir sakınca yok­tur, hatta vaciptir. Bırakılır ve kıraat vb. ile meşgul olunursa, alınacak kadarlık süre susmak bir yana, namazı bozmaz, ama vacibi  terk  günahı vardır. Selâmı  veren  duymayacak kadar uzakta olursa, zahir olan duyurmanın gerekmediğidir; onun se­lâmını namazdayken almak gerekmez.

 

V. Aksırma Vb. İle Aksırana Dua Etmek:

 

A. Aksırma-Esneme-Öksürme Ve Geğirme: [238]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, bu gibi hallerde tabiî olarak çıkarılacak  sesler dışında harf çıkarmamaya çalışma   halinde namaz bozulmaz, aksi halde bozulur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, istemeden gelir ve durdurma imkânı bulunmazsa azı bağışlanır, namazı bozmaz; fakat geri çevirmek ve önlemek mümkün olduğu takdirde namaz bozulur.

(c) Malikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, yukarıda sayılan durumlar, zarurî bazı harflerle birlikte bile sesli olarak yapılsalar da namazı bozmazlar.

 

B. Aksırana Dua Etmek: [239]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, aksıran birine dışından söyleye­rek “Yerhamukellah, Yerhamhullah” şeklinde dua etmek namazı bozar.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, “Yerhamukellah” de­mek bozar, “Yerhamhullah, Yerhamnallah” demek bozmaz.

(c) Maliki Mezhebine göre, aksırana dille (sesli) dua edilmesi namazı bozar.

 

VI. Gülmek Ve Kahkaha: [240]

 

(a) Hanefî Mezhebine  göre,  son  ka’dede  teşehhüd  miktarı oturmazdan önce, yanındakiler işitecek kadar gülmek hem abdesti, hem namazı bozar.

(b) Şafiî Mezhebine   göre, selâm  vermeden önce namazda yanındakiler işitecek kadar iki ve daha fazla harf veya mânâsı olan tek harf ifade edecek şekilde isteğiyle gülmekle namaz bozu­lur; elinde olmayarak gülmekle -çok olmadıkça- namaz bozulmaz.

(c) Maliki  ve Hanbelî Mezheplerine göre, namaz  kılanın kendinin veya yanındakilerin duyacağı kadar sesle gülmesi na­mazı bozar.

(d) Caferi Mezhebine göre, elde olmadan bile kahkaha namazı bozar; unutarak gülmekte ve kasten de olsa tebessümde bir sakınca yoktur.

 

Bozucu Hal

Hanefi

Şafiî

Malikî

Hanbelî

Genel

Bozar

 

Bozar

Bozar

Şartı

İki Harf veya Ma­nalı Bir Harf Ol­mak

 

Bozar

 

 

 

İstekli

-

Bozar

-

-

Tablo 45: Namazda Gülme

 

Çeşitli Hal Ve Durumlar:

 

İbadet Ehliyetinin Kaybolması;

 

I. İrtidat: [241]

 

Namaz kılarken dinden çıkmak Şafiî Mezhebine göre, na­mazı bozar.

 

II. Aklî Dengenin Bozulması:

 

Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, namaz kılarken aklî den­genin bozulmasıyla, namaz da bozulur. Böyle bir durumla, imamın karşılaşması halinde, Hanefî Mezhebine göre, cemaat namazı ye­niden kılar, eş-Şafiî’ye göre tek başına tamamlanır. [242]

 

Sıkışık Olduğu Halde Namaz Kılmak: [243]

 

(a) Hukukçuların çoğunluğuna göre, küçük veya büyük abdes­ti sıkışık olduğu halde namaz kılma halinde namaz bozulmaz, fa­kat bu şekilde namaz kılmak mekruhtur.

(b) Bir grup hukukçuya ve -bir naklinde- Malik’e göre, bu du­rumda namaz bozulur.

 

Sebku’l-Hades Sonrasında Çözüm Yolunun Yanlış Uygulanması:

 

Namazda kasıtlı olarak abdesti bozmakla namaz bozulur. Fa­kat elinde olmayan bir sebeple abdesti bozulan, yani sebku’l-hadese uğrayan mükellef, aykırı bir davranışta bulunmadan hemen abdest alır ve yarıda kalan namazını tamamlayabilir mi? [244]

(a) Cumhur’a göre, burun kanaması dışında namaz kılarken sebku’l-hadese uğramak halinde, bina ale’s-salât (namaza kaldığı yerden devam) uygulanmaz.

(b) eş-Şafifye göre, hiçbir durumda bu çözüm yolu uygulan­maz.

(c) Hanefî Mezhebine göre, sebku’l-hades halinde sebep ne olursa olsun, bina ale’s-salat uygulanır, hatta bu konuda sahabe icmâı   nakledilir: [245]

(1) Sebku’l-Hades’le karşılaşan mükellefin avret yeri açılırsa, namazı bozulur. Meselâ bu şekildeki bir kadının, abdest için kolunu sıvaması namazını bozar.

(2) Abdest almaya giderken veya dönerken kıraat yapmak veya iki saf ötede bulunmasıyla namaz bozulur.

(3) Abdest  almaya gidince  zaruret  olmaksızın  bir  rükün eda edecek kadar beklemek ve gecikmekle namaz bozulur.

(4) Namaz kılarken abdest bozuldu diye camiden çıkmakla namaz bozulur, böyle bir durumda istihlâf uygulanmaz. Namaz cami veya mescidde değil de kırda veya açık alanda kılmıyorsa, cemaatle veya münferiden kılmaya göre çözüm bulunur:

(4.a) Cemaatle kılman namazda sağ, sol veya arkaya abdest almaya gidilirse safların bittiği yer; ön tarafa gidildiğinde sütre veya bina varsa buraya kadar olan yer, bunlar yoksa, secde yeri, cami hükmünü alır,

(4.b) Yalnız başına kılan mükellefin ön taraf dışındaki yönlere veya ön tarafta sütre olmaksızın gitmesi halinde secde yeri kadarlık, sütre olduğu halde ön tarafa yürüdüğünde sütreye kadar olan yer cami hükmünü alır.

(5) Abdestsiz olduğu, mesh süresinin bittiği, kaza namazı olduğu veya necaset bulaştığını zannederek namaz kılarken bu­lunduğu yerden ayrılmakla -dışarıya çıkmasa bile- namaz bozu­lur.

 

Kumandayla Namaz Kılmak:

 

Hanefî Mezhebine göre, başkasının kumandasında onun yat-kalk demesine göre namaz kılınmaz, bu şekilde kılman namaz fasiddir. [246]

 

Namaz Kılanın Önünden Geçilmesi: [247]

 

(a) Cumhur’a göre, namaz kılanın önünden geçmek, namazı bozmaz, ancak bu mekruhtur. Aynı görüş Hz. Ali ve Ubeyy b. Kâ’b’dan da nakledilir.

(b) Zahirî Mezhebine göre, kadın, eşek ve siyah köpeğin geç­mesi halinde namaz bozulur.

 

Dayanarak Namaz Kılmak: [248]

 

Hanbelî Mezhebine göre, dayandığı şey alınınca düşecek şekilde dayanarak kılmakla namaz bozulur.

 

Namazı Tamamlamadan Selâm Vermek:

 

DM’e  göre,  namaz  tamamlanmadan  önce  kasıtlı  selâm ver­mek namazı bozar. Unutarak selâm verme halinde, konuşmadıkça ve amel-i kesîr yapmadıkça namaz bozulmaz, kalan kısma devam edilerek namaz  tamamlanır.

Bilindiği gibi, teşehhüdden sonra selâm vermek, Hanefî Mez­hebine göre, vaciptir. Bu sebeple, son rekâtte teşehhüd miktarı otur­duktan sonra, namazı bozan bir durumla karşılaşınca, namazın bo­zulması ve devamı değişik hükümler alır: [249]                               

(a) Ses ve konuşmayla cami ve mescidden çıkma durumunda, münferidin veya  imamın  ve  ona  bağlı  olarak müdrik, lâhık ve mesbûkların hiçbirinin namazı bozulmaz.

(b) Münferidin kasıtlı gülmesi ve abdestini bozması halinde namazı bozulmaz.

(c) Teşehhüd miktarı oturduktan sonra imamın gülmesi veya abdestinin kasıtlı olarak bozulması halinde, imamın namazı tamdır, mesbûkların namazı da Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre tamdır, Ebu Hanife’ye göre bunların namazı bozulur.

 

Tertip Sahibinin Kaza Namazını Hatırlaması: [250]

 

(a) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, tertip sahibi olan bir mükellef, kazaya kalan namazını hatırlayınca kıldığı namaz bo­zulur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, kazaya kalan namazı hatırlamak, hiçbir şekilde namazı bozmaz.

(c) Maliki Mezhebine göre, çok sayıdaki kaza namazı hatırlanınca,  namaz kesilmez, tamamlanır. Fakat dört kaza  na­mazını,  bir rekâti  secdesiyle  tamamlamazdan  önce  nıünferid  ve imam  olarak hatırlarsa, namazı  kesmesi vaciptir. Muktedî ise, imamı kesince, namazı keser, aksi halde kesmez, kestiği takdirde vakit içinde  yeniden kılar. Kaza  namazını  bir  rekât  kıldıktan sonra hatırlarsa, namazı keser ve selâm verir, kıldığı nafile olur. Fakat üç rekâtli farz  namazlarda iki,  dört rekâtlilerde üç rekât kıldıktan sonra namaz kesilmeyip tamamlanır.

 

Kasru’s-Salât’ın Yanlış Uygulanması: [251]

 

Yolculukta kılınan dört  rekâtîi namazlarda, mükelleflerin ikinci rekâtte oturmadan üçüncüye kalkmaları halinde, -ikinci rekâtteki ka’de farz ka’deye  dönüştüğünden- Hanefî Mezhebine göre, namaz bozulur; diğer mezheplere göre ise bozulmaz.

 

Yemek Ve İçmek: [252]

 

(a) Hanefi Mezhebine göre, az veya çok, unutarak veya bilerek yemek içmek -yenilen  susam  tanesi kadar,  içilen bir  damla  da olsa-  namazı  bozar.   Fakat namazdan önce yenen bir  maddeden dişler  arasında kalan  mercimek tanesi  kadar kırıntıları yemek namazı bozmaz. Ancak bu durumdaki kırıntı veya maddeyi üç defa arka arkaya çiğnedikten sonra yutmak namazı bozar. Aynı şekilde ağızda çözülen ve eriyen şeker vb. tatlı maddenin bu eriyikleri yu­tulur ve bu da mideye giderse namaz bozulur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, kasıtlı olarak, haramlığını bile bile mideye ulaşan her yiyecek ve içecek namazı bozar. Unutarak, veya namazı bozduğunu bilmeyerek yeme-içme, çok olunca namazı bo­zar. Ağza alıp yutmadan  çiğnemek, amel-i kesîr olunca namazı bozmaktadır.

Dişler arasındaki artıklar -ayırmak ve temizlemek güç olduğunda- tükürükle birlikte mideye giderse namazı bozmaz. Ağızda eriyip mideye giden şeker vb. maddelerin eriyikleri namazı bozar.

(c)  Maliki  Mezhebine  göre,  kasıtlı  olarak  çok  miktardaki yeme ve içme, namazı bozar. Çok olmanın ölçüsü, bir çiğnemliktir. Bir tanecik kadar olan ve az kabul edilen dişler arasındaki yemek artıkları, -çiğnenerek yutulsa bile- namazı bozmaz. Unutarak yeme ve içme namazı bozmaz, namaz sonunda secde yapılır. Fakat yeme ve   içme birlikte  yapılır  veya önce biri, selâm verirken biri yapılırsa namaz bozulur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, çok olan yeme içme namazı bo­zar. Az olanıysa, kasıtlı olarak yapılınca bozar. Dişler arasındaki artıklar  çiğnenmeden  ve   tükürüksüz  olarak  yutulursa,   namazı bozmaz. Az ve çoğun ölçüsü örfle bilinir.

(e) Caferi Mezhebine göre, ihtiyaten azında bile, yemek-içmek namazı bozar.

Namazı bozan hal ve hareketlerden sonra namaz hemen kesi­lir, sebku’l-hades sonrasında namazın kılınması için geçerli özel çözüm yolu dışında, yeniden kılınır.

Bozulan namazlar, şu üç halde nafile yerine geçer:       

(1) Kaza namazının hatırlanması,

(2) Güneşin doğması,

(3) Cuma namazı kılarken ikindi vaktinin girmesi.

 

Namazdaki Mekruh Hal ve Hareketler: [253]  

 

Namazda yapılması istenen farz, vacip ve sünnetler yanında, yapılmaması istenen mekruh hal ve hareketler de vardır. Daha önce ele alındığı gibi, farzlardan birini yapmamakla namaz bâtıl olur, mutlaka iadesi gerekir. Vaciplerin bile bile yapılmaması, tah­rimen mekruh hükmünü alır ve bu durumda namazın iadesi uygun düşer, fakat yeniden kılınması şart değildir; vacibin unutarak terkiyse, sehiv secdesini gerektirir. Sünnetlerden birini terketmek ise, tenzihen mekruh olur ve sevaptan mahrumiyeti gerektirir. Bu genel kaideyi, yani vaciplerin bile  bile terkedilmesinin tahrimen  mekruh; sünnetlerin terkininse tenzihen mekruh olduğunu belirttikten sonra, namaz içinde yapılması mekruh olan hal ve hareketleri in­celeyelim:

 

Başlangıçtaki Mekruhlar;

 

Namazın Farzlarıyla İlgili Mekruhlar:

 

(a) Namaza hazırlıktaki abdest, gusül ve teyemmüm, ezan ve kaametle ilgili mekruhlar özel bölümlerde incelendi.

(b) Namazı mekruh vakitlerde kılmak,

(c) İkindi namazını çok geçe bırakmak (tahrimen mekruh),

(d) Namazın sahih olmasına engel olmayacak kadar az olan bir necasetin bedende, elbisede veya namaz kılacak yerde bulun­ması,

 

Cemaat Düzeniyle İlgili Mekruhlar:

 

Bu konuyla ilgili mekruhlar cemaatle namaz bölümünde ele alınmıştır:

(a) ÜM’e göre,  boşluk bulunan saf arasında namaz kılmak mekruhtur.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, boşluk bulunan saf arasında tek başına kılmakla namaz bozulur, başkalarıyla mekruhtur.

 

Kılık-Kıyafetle İlgili Mekruhlar:

 

(a) Kılıksız kıyafetsiz bir halde, başkasının yanına çıkılmayacak kıyafetle namaza başlamak ve kılmak,

(b) Üzerinde canlı resmi bulunan elbiseyle namaz kılmak,

(c) Kolu sıvanmış halde namaza durmak; bu durumda kadınlarda namaz bâtıl olur.

(d) Başı mendille örtünce ortasını açık bırakmak,

 

Namaz Kılınacak Yerle İlgili Mekruhlar:

 

(a) Hamamda, gübrelikte ve yol üzerinde namaz kılmak: [254]

(1) Hanefî ve  Şafiî Mezheblerine göre, yol üzerinde, ha­mam içinde, gübrelikte, pisliğe yakın yerlerde, sahibinin izni ve rızası olmayan bir yerde namaz kılmak mekruhtur.

(2) Maliki Mezhebine göre, necasetten emin olunca mekruh değildir,  emin olmayınca namaz bâtıl olur, şüpheli olunca na­maz vakit içinde iade edilir.

(3) Hanbelî Mezhebine göre, bu gibi yerlerde özürsüz olarak namaz kılmak haramdır, kılınan namaz bâtıldır. Yalnızca me­zarda cenaze namazı kılınabilir.

(b) Resim bulunan yerde namaz kılmak: [255]

(1) Hanefî Mezhebine göre,  namaz kılınacak yerin kıble tarafında,  yan taraflarında, üst taraflarında canlı resmi bulu­nursa, burada namaz kılmak mekruhtur. Yerdeki resim, ayakta duran insanların göremeyeceği kadar küçük veya başı ve bedeni yarım olursa; cansız resimleri veya tabiî manzaralar zihni meşgul etmedikçe mekruh   olmaz.   Resimli paralar da  zihni meşgul etmedikçe onlarla namaz kılmak mekruh değildir.

(2) Şafiî ve Maliki Mezheblerine göre, namaz kılanın önünde zihni meşgul eden resim bulunması mekruhtur;  zihni meşgul etmezse mekruh değildir.

(3) Hanbelî Mezhebine göre, namaz kılanın önünde resim bulunması mekruhtur.

(c) Kor halindeki ateşe, sobaya, mangala, ocağa karşı namaz kılmak Hanefî Mezhebine göre, mekruhtur; namaz kılanın önünde mum, kandil, lamba ve ampul gibi aydınlatıcı araçların bulunma­sında kerahat yoktur. Şafiî Mezhebine göre, ilk durumlarda da na­maz kılmak mekruh değildir.

(d) Camide ön safta yer varken, arka tarafta namaza durarak saflarda boşluk bırakmak, ÜM’e göre mekruhtur; Hanbelî Mezhebi­ne göre, tek başına durmakla namaz bâtıl, başkalarıyla birlikte durmakla mekruhtur.

(e) Önünden insan geçmesi   muhtemel olan yerde namaz kılarken süre kullanmamak mekruhtur.

(f) İnsan yüzüne karşı namaza durmak mekruhtur. Önüne dönmüş birine karşı namaza durmak mekruh değildir.

(g) Mezar üstünde ve yanında namaz kılmak: [256]

(1) Hanefî Mezhebine göre, namaz kılanın önünde kabrin bulunması  mekruhtur;  ancak peygamber kabirlerinin üstünde namaz kılmak mekruh değildir.

(2) Şafiî Mezhebine   göre,   kabirlerin   yanında   namaz kılmak mekruhtur; peygamber ve şehit kabirlerindeyse mekruh değildir.

(3) Malikî Mezhebine göre, necasetten emin olmayınca ka­birler yanında namaz kılmak mekruhtur, emin olunca mekruh değildir.

(4) Hanbelî Mezhebine göre,

(h) Kilise vb.’de namaz kılmak: [257]

(1) Bir grup hukukçuya göre, kilise vb.’de namaz kılmak mekruhtur.

(2) Bir grup  hukukçuya  göre, bu  gibi  yerlerde  namaz kılmak mekruh  değildir.

(3) İbn Abbas’a göre, resim bulunup bulunmamasına göre mekruh veya caiz hükmünü alır.

Böylece namaz kılınacak yerleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz: [258]

(a) Bir grup hukukçuya göre, necaset olmayan her yerde na­maz  kılınabilir.

(b) Bir grup hukukçuya göre, gübrelik ve çöplük, mezar, yol, hamam, deve yatakları ve beytullalı üstünde namaz kılınmaz.

(c) Bir grup hukukçuya göre, sadece kabirler üstünde namaz kılınmaz.

(d) Bir grup hukukçu, mezara hamamı da ilave eder.

 

Kıraatteki Mekruh Davranışlar:

 

(a) Kıraati rükûda tamamlamak, kıraati  bitirmeden rükûa eğilmek: DM’e göre de, zamm-i sûreyi rükûda tamamlamak mek­ruhtur. Fatiha’yı rükûda tamamlamak, ÜM’e göre namazı bozar, Hanefî Mezhebine göre, tahrimen mekruhtur. [259]

(b) İkinci rekâtte ilk rekâttekinden daha uzun kıraat yapmak,

(c) İkinci rekâtte ilk rekâtte okuduğu sûrenin veya âyetin üs­tündeki ve öncesindeki sûre ve âyetleri okumak. Kıraatte sırayı ta­kip etmek gerekir. Aynı rekâtte de durum bu şekildedir.

(d) Farzlarda aynı rekâtte bir sûreyi iki defa okumak. Uzun sûrelerin tekrar okunması mekruh değildir.

(e) İki rekâtte okuduğu iki sûre arasını bir sûreyle ayırmak

(f) Bir rekâtte okuyacağı iki sûrenin arasını bir veya daha fazla sûre atlayarak okumak. Önce Kevser, sonra Nasr sûresini okumak bunun örneğidir.

(g) Bile bile âyet atlamak,

(h) Ezberinde başka bir sûre varken bir sûreyi bile bile iki re­kâtte tekrarlamak;

(i) Her namazda aynı sûreyi okumak,

(j) Taavvuz, tesmiye ve te’mîni (âmin) açıktan ve yanındakileri rahatsız edecek şekilde okumak,

(k) Namazı bozmayacak derecede lahn ve teganni ve nağme yapmak.

 

Rükû Ve Secdedeki Mekruhlar:

 

Rükûdaki Mekruhlar:

 

(a) Rükûda başını dosdoğru uzatmayarak yukarıya veya aşağıya doğru tutmak,

(b) Rükûun sünnetlerini terketmek.

 

Secdedeki Mekruhlar:

 

(a) Yalnız alnı yere koyup burnu koymamak,

(b) Canlı bir resmin üzerine secde etmek. Tabiî manzaralar ile seçilemeyecek kadar küçük veya başı kesilmiş, ya da bir şeyle örtülmüş olan resimler üstüne secde etmek mekruh değildir.

(c) Gereği yokken secde yerindeki taşları, çöpleri temizlemek veya secde yerini düzeltmek,

(d) Secdeye giderken elleri dizlerden önce yere koymak; sec­deden kalkarken dizlerini ellerden önce kaldırmak,

(e) Secde yaparken elleri dizlere koymamak.

 

Ortak Mekruhlar:

 

(a) Rükû ve secdeyi teşbihleri terkederek veya üçten az okuya­rak yapmak; ya da düzensiz yapmak: [260]

(1) Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, bir rükünden diğer rükne  intikal için meşru zikir sözlerini yerli yerinde  okuma­mak ve söylememek mekruhtur. Bu hallerde zikir sözünü rük­nün başlangıcı ve bitimi arasını doldurarak yapmak esastır.

(2) Malikî Mezhebine göre, zikirleri yerli yerinde okuma­mak evlâ olana aykırıdır, çünkü bu zikirler menduptur.

(3) Hanbelî Mezhebine göre, bu zikirleri kasıtlı olarak yerli yerinde okumamak namazı bozar; unutma halindeyse se­hiv secdesi gerekir.

(b) Secde ve rükûa giderken elbiseyi çekmek veya kaldırmak,

(c) Rükû veya secde ederken iftitah tekbiri alır gibi elleri kaldırmak, Hanefî Mezhebine göre, mekruh; Şafiî Mezhebine göre, sünnettir.

 

Diğer Mekruh Hal Ve Hareketler:

 

Çeşitli Sesler:

 

(a) Parmak çıtlatmak ve parmakları birbirine geçirmek,

(b) Esnemek, gerinmek, gereksiz yere öksürmek.

(c) Televizyon ve müzik yayını varken namaz kılmak.

 

Kılık Kıyafetle İlgili Mekruhlar:

 

(a) Namaz kılarken beden veya elbiseyle oynamak veya rüzgârlanmak,

(b) Özrü yokken bağdaş kurarak veya çömelerek, ya da otura­rak namaz  kılmak,

(c) Palto veya ceketin giyilmeden sırtta-omuzlarda durması,

(d) Erkeklerin yüzlerini örtmesi.

 

Çeşitli Meşguliyetler:

 

(a) Namazda elini yanına koymak,

(b) Namaz anında gözleri yummak veya yukarıya çevirmek, çevreye dikmek,                                            

(c) Namazdayken kaşınmak, teri  silmek. Kaşınma ve  teri silme zarureti varsa, bu davranış mekruh olmaz.

(d) Namazda çevresine bakarken boynun kıbleden dönmesi,

(e) Farz namazı kılarken herhangi bir cisme dayanmak,

(f) Namaz kılarken verilen selâmı el, göz, kaş veya baş işaretiyle almak. Fakat önünden geçen birini önlemek için işaret yapılabilir.

(g) Amel-i kalîl denen şekilde meşguliyet içinde olmak.

 

Namaz Düzeninin Sağlanamaması:

 

(a) Kayamda sağ eli sol el üstüne; rükûda elleri dizlerin üstü­ne; otururken de uyluk üzerine koymamak. Hanefî mezhebine göre mekruhtur. Caferî Mezhebine göre, kuvvetli görüşte ellerden bîrini kasten diğerinin üstüne koymak (tekbir) namazı bozar, zaruretten konuşsa bir sakınca yoktur. [261]

(b) Namazı alelacele yasak savar gibi kılmak,

(c) İmamın cemaatle kılınan namazı gereğinden çok uzatması.

Aşağıdaki haller ise mekruh değildir:

(a) Gereksiz yapılması mekruh olan davranışları zaruret ha­linde yapmak,

(b) Bele bağlanmış olan bir şeyin namaz kılarken çözülmesi ve avret yerinin açılması halinde hemencecik bağlamak,

(c) Mushaf a, kılıca, yanan muma, kandile karşı namaz kılmak,

(d) Üzerinde canlı resmi olan bir yaygının resimsiz yerinde namaz  kılmak,

(e) Resimli paralarla namaz kılmak, tabiî manzara veya başı ve bedeni yarım canlı resmi üzerinde namaz kılmak,

(f) Namaz kılarken yılan, akrep gibi zehirleyici hayvanları tehlike halinde öldürmek. Bu hayvanları öldürürken amel-i kesir veya göğsün kıbleden çevrilmesi halinde namaz bozulur.

(g) Rükû veya secdede yapışan elbiseyi hareketlendirmek; alna yapışan toprak ve çöpleri silkelemek.

 

5. KISIM NAMAZIN ÇEŞİTLERİ

 

77. Genel Açıklama

 

Namazın çeşitlerini, işlemleri ve taşıdığı hüküm yönlerinden olmak üzere iki açıdan ele almak gerekir:

 

                               Namaz

-----------------------------------------------------

İşlemleri Yönünden         Hüküm Yönünden

Şema 33: Namazın Çeşitleri

 

1- İşlemler Yönünden Namazlar: [262]

 

İşlemleri yönünden namaz çeşitlerini mezheplerin açıklamalarına göre ele almak uygun olur:

(a) Hanefî ve  Şafiî Mezheplerine göre,  namazlar işlem yö­nünden iki çeşittir:

(1) Rükû ve Secdeli Namazlar:

(l.a) Beş Vakit Namaz,   

(l.b) Diğer Namaz Çeşitleri,

(2) Rükû ve Secdesiz Namaz: Cenaze Namazı.

(b) Maliki Mezhebine göre, işlemler yönünden namazlar iki çeşittir:

(1) Rükû, Secde, Kıraat, Tahrime ve Selamlı Namazlar:

(l.a) Beş Vakit Namaz,

(l.b) Nafile Namaz ve Sünnet Namaz,

(l.c) Ragîbe (Sabah Namazının Sünneti),

(2) Bunlarsız Namazlar:

(2.a) Tilavet Secdesi (Bunda sadece secde bulunmakta­dır),

(2,b) Cenaze Namazı (Sadece tekbir ve selâm var).

(c) Hanbelî Mezhebine göre, namazlar, işlemleri yönünden üç çeşittir:

(1) Rükû, Secde, Tahrime ve Selamlı Namaz:

(l.a) Beş Vakit Namaz,

(l.b) Sünnet Namaz,

(2) Tekbir, Selâm ve Kıraatli Namaz (Bunda rükû ve secde yoktur); Cenaze Namazı

(3) Sadece Secdeli Namaz: Tilâvet Secdesi.

Bu açıklamalardan, bazı özellikler ortaya çıkmaktadır:

(3.a) Hanefî Mezhebine göre, namazlar, hüküm yönün­den farz, vacip ve nafile çeşitlerine ayrılırken, ÜM vacip na­maz çeşidini kabul etmez.

(3.b) Maliki ve Hanbelî Mezheplerine göre, tilâvet secde­si bir tür namazdır.

(3.c) DM’e göre de, cenaze namazı rükû ve secdesiz bir namazdır.

 

                            Hanefi ve Şafii M.

---------------------------------------------------------------------------

Rükû ve Secdeli N.                       Rükû’ ve Secdesiz N.

1. Beş Vakit N.                              1. Cenaze N.

2. Vacib ve Nafile N.

Hanefî ve Şafiî M.

 

                                              Malikî M.

------------------------------------------------------------------------------------------

Rükû-Secde-Kıraat-Tahrime ve         Bunlardan Biri Bulunan N.

Selamlı N.                                           1. Tilâvet Secdesi (secdesi var)

1. Beş Vakit N.                                    2. Cenaze N. (Tekbir ve selâm var)

2. Nafile ve Sünnetler

3. Ragîbe (Sabah N.’nın Sünneti)

 

                                                    Hanbelî M.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------

Rükû-Secde-Ihram ve Selamlı  N.  Tekbir-Selam ve Kıraatlı N.    Sadece Secdeli N.

1. Beş Vakit N.                                 1. Cenaze N.                            1. Tilâvet Secdesi

2. Sünnet N.

Açıklama:

1. DM’ye göre de Cenaze N., rükû ve secdesiz bir namazdır.

2. Malikî ve Hanbelî Mezheplerine göre, Tilâvet secdesi bir çeşit namazdır.

Şema 34: İşlemler Yönünden Namazlar

 

Caferi Mezhebine göre, namazlar iki çeşittir:

1) Farz Namazlar,

2) Mendûb Namazlar. Farz namazlar altı çeşittir:

a) Günlük beş vakit namaz ve kazası,

b) Cuma namazı,

c) Büyük oğulun babasının beş vakit kaza borcu,

d) Âyât namazı (küsûf, husuf ve felâket zamanlarında kılman   namaz),   

e) Tavaf namazı,

f) Adak namazı,

g) İstîcâr (kiralama) namazı. Mendup namazlar ise birkaç çeşittir:

a) Günlük nafile namazlar:

1) Öğleden önce sekiz rekât,

2) İkindiden önce sekiz rekât,

3) Akşamdan sonra dört rekât,

4) Yatsıdan sonra iki rekat (vetire de denir).

5) Sabah namazından önce iki rekat

6) Onbir rekat gece nafilesi (sekiz rekatı gece namazı, iki rekat şeg namazı, bir rekat vitir namazı).  Gece nafilesi­nin vakti, gece yarısından, fecr-i sadığın doğuşuna kadardır. Seher, en faziletli vakittir. Yolculukta, öğle ve ikindi nafilele­ri düşer, diğerleri aynen kalır. Gafile namazı da, mendubtur; akşam  namazı  ile  batı  şafağının  düşmesi  arasında kılınır, iki rekattır, revâtibten değildir. [263]

 

2- Hüküm Yönünden Namazlar:

 

Cenaze namazı dışında bütün namazlar şekil yönünden birbi­rine benzemektedir. Uzunluk ve kısalık yönlerinden farklı olan namazlar hüküm yönünden farz, vacip ve nafile olmak üzere üç çeşittir.

Birinci sınıflama, konuyu tam manâsıyla kuşatmadığından, ikinci sınıflamayı esas  alarak namazın çeşitlerini inceleyelim.

 

                                                   Namazın Çeşitleri

-----------------------------------------------------------------------------------------------------

Farz Namazlar                              Vacip Namazlar:                        Nafile Namazlar

1. Farz-ı Ayın:                               1. Vitir N.                                

a- Beş Vakit Na­maz ve Kazası      2. Bayram N.

b- Cuma Namazı                            3. Adak N.

2. Farz-ı Kifaye                              4. Bozulan Nafile­nin Kazası

a- Cenaze Namazı                      5. Tavaf N.

 

Farzlara Bağlı Nafile Namazlar (Revâtib)

Müekked Sünnetler

1. Beş Vakit N.ın Sünnetleri

a- Sabah N.nın S.

b- Öğlenin Sünneti.

c- Akşamın Sün.

d- Yatsının Son Sün.

2. Cumanın ilk ve Son Sünnetleri

Gayr-i Müekked Sünnetler

1. İkindinin Sün eti

2. Yatsının İlk Sünneti

Farzlara Bağlı Olmayan Nafile (Regaib)

Belli Vakti Olan N.

Günlük Nafileler

1. Kuşluk N.

2. Teheccüd N.

Yıllık N. Teravih N. Kandil N.

a- Regaib N.

b- Miraç N.

c- Berat N.

d- Kadir N.

Çeşitli Sebeplere Bağlı Olarak Kılınanlar

İbadet ve İbadet Yeriyle ilgili N.

1. Tahiyyetu’l-Mescid

2. Abdes ve Gusülden sonra kılınan N.

3. Teşbih N.

Gök Olayları Dolayısıyla Kılınan N. (Salâtu’l-Ayât)

1. Husuf N.

2. Küsuf N.

İhtiyaç Dolayısıyla Kılınan N.

1. Normal Za­manlarda­kiler:

a- İstihâre N.

b- Hâcet N.

2. Olağanüstü Hallerdekiler:

a- Felaket Za­manındaki N.

b- İstiskâ N.

Günahtan Pişmanlık için Kılanan Namazlar

1. Tevbe N.

2. Katil N.

Başlangıçla İlgili N.

1. Evden Çıkışta Kılınan N.

2. Yolculuk N.

Şema 35: Namazın Çeşitleri

 

17. BÖLÜM FARZ NAMAZLAR

 

BİRİNCİ AYIRIM BEŞ VAKİT NAMAZ VE KAZASI

 

78. Beş Vakit Namaz (es-Salavâtu’1-Hams):

 

Bir gün içinde kıldığımız beş vakit namaz şunlardır:

(1) Sabah Namazı (Salâtu’1-Fecr),

(2) Öğle Namazı (Salâtu’z-Zuhr),

(3) İkindi Namazı (Salâtu’1-Asr),

(4) Akşam Namazı (Salâtu’l-Magrib),

(5) Yatsı Namazı (Salâtu’1-İşa).

Vacip ve sünnet çeşitleriyle birlikte toplam kırk rekât kılınan beş vakit namaz, vakit, kıraat ve rekât sayısı yönünden ele alınarak üç grupta incelenir:

 

Beş Vakit Namaz (es-Salavâtu’1-Ham s)

Vakit Yönünden

1. Gündüz Kılınanlar (Nehariyye):

a- Öğle Namazı

b- İkindi Namazı

2. Gece Kılınanlar (Leyliyye):

a- Sabah Namazı

b- Akşam Namazı

c- Yatsı Namazı

Kıraat Yönünden

1. Gizli Kıraatli N. (Sırriyye): Salâtü’s-Sir

2. Açık Kıraatli N. (Cehriyye): Salâtu’1-Cehr

Rek’at Sayısı Yön.

1. İki Rek’atli N. (Sunâiyye):

a- Sabah N.

2. Üç Rek’atli N. (Sulâsiyye):

a- Akşam N.

3. Dört Rek’atli N. (Rubâiyye):

a- Öğle N.

b- İkindi N.

c- Yatsı N.

Şema 36: Vakit, Kıraat ve Rekât Sayısı Yönünden Beş Vakit Namaz

 

Vakit Yönünden:

 

Vakit yönünden namazlar iki gruptur:

(1) Gündüz Kılınanlar (Nehariyye):

(l.a) Öğle Namazı,

(l.b) İkindi Namazı,

(2) Gece Kılınanlar (Leyliyye):

(2.a) Sabah Namazı,

(2.b) Akşam Namazı,

(2.c) Yatsı Namazı.

 

Kıraat Yönünden:

 

Kıraati yönünden namazlar, yine iki gruptur:

(1) Gizli Kıraatli Namazlar (Salâtu s-Sır): Gündüz Kılınanlar,

(2) Açık Kıraatli Namazlar (Salâtu’1-Cehr): Gece Kılınanlar

 

Rekât Sayısı Yönünden:

 

Rekât sayısı yönünden namazlar, Üç çeşittir:

(1) İki Rekâtli Namazlar (Sunâiyye):

(a) Sabah Namazı,

(2) Üç Rekâtli Namazlar (Sulâsiyye):

(a) Akşam Namazı

(3) Dört Rekâtli Namazlar (Rubâiyye):

(3.a) Öğle Namazı,

(3.b) İkindi Namazı,

(3.c) Yatsı Namazı.

 

Namaz Adı

Vakit Y.

Kıraat Y.

 

Sabah N.

Leyliyye

Cehriyye

 

Öğle N.

Nehâriyye

Sırriyye

 

İkindi N.

Nehariyye

Sırriyye

 

Akşam N.

Leyliyye

Cehriyye

 

Yatsı N.

Leyliyye

Cehriyye

Rubâiyye

Tablo 46: Beş Vakit Namaz (es-Salavâtu’1-Hams)

 

Beş vakit namazın bu  şekilde  incelenmesi  sonucunda bazı ipuçları elde etmiş oluruz:

(a) İlke olarak, gündüz kılınan namazlarda kıraat gizli, gece kılınanlarda ise açıktan yapılır.

(b) Namazın rekât sayısına göre sınıflanması, en çok yolcu­lukta namaz ve eksik veya fazla yapıldığında sehiv secdesinin hü­kümleri konusunda bizi alâkadar edecektir.

(c) İslâm, zamana hâkim olma ve ona mührünü vurma konu­sunda hayli titizdir: Beş vakit namaz bir güne, cuma namazı hafta­ya, bayram namazları yılın iki dilimine, oruç bütün bir yıla, hac ise bütün bir ömre hakim olmanın sembolüdür. Böylelikle upuzun zaman çizgisindeki bir ömür, zamanın en küçük biriminden başlayarak sonuna kadar kontrol altında akışını sürdürecektir.

(d) Beş vakit namaz, bir insanın günlük hayatının akışı içe­risinde önemli bir yer tutar, ona bir disiplin ruhu aşılar: Uykuya Yaratıcısını hatırladıktan sonra yatan müslüman, sabah kalkınca O’nu yine unutmayacak ve yeni bir güne böylece başlamış olacak­tır. Öğleye kadar çalışmasını sürdürecek, kendisine bu imkânı ve­ren, onu sonsuz ve karşılıksız nimetlerle kuşatıp donatan Yüce Al­lah’ını kesin olarak hatırlayacaktır. Öğle sonrasındaki çalışması, bu hatırlayıştan sonra devam edecek olan müslüman, pek tabiîdir ki, mesai bitiminde de, tabiatı, yeryüzünü, gökyüzünü, kısacası bü­tün kâinatı emrine veren, ona eşyayı kullanma imkân ve kabiliye­tini bağışlayan Rabbını anacak, bütün bu nimetlerine şükran ifa­desini belirtecektir. Mesai bitip dinlenme vakti başlayınca, eğlence ve sefahate dalmayacak, gündüzün sürdürdüğü Yaratıcısını anma bilincini diri tutarak zamana hakim olma olayını uyku öncesine kadar en samimi duygularla tamamlayacaktır.

Günde beş vakit namaz kılmak farz olduğu gibi, vaktinde kılamadığımız namazları daha sonra kaza etmek de farzdır. Ka­zaya kalan namazların nasıl kılınacağı konusu daha önce ele alınmıştı.

 

İKİNCİ AYIRIM CUMA NAMAZI

 

79. Cuma Ve Cuma Namazı Kavramları:

 

1- Tanımı:

 

Türkçemizde cuma denince, hem cuma günü, hem de cuma namazı anlaşılır. Arapça’da bu kelime, “cum’a, cumu’a, cume’a” şeklinde de söylenebilir, ancak yaygın olan şekli cumu’a olanıdır. Cuma namazı, cuma günü öğle vaktinde ve cemaatle iki rekât ola­rak, şartlarını taşıyan her mükellefin kılması farz olan özel bir namazdır.

 

2- Tarihçesi: [264]

 

Cahiliye devrinde cuma gününe “arûbe” denirdi. Sonradan toplamak veya içinde toplanılan mânâsında “cum’a” denmiştir. Bu ismin takılmasını Ka’b. b. Lüey veya Kusay zamanına kadar götü­renler vardır. Rivayete göre bu iki zat, halkı arûbe gününde, toplar, Harem’e saygı göstermelerini söyler, öğüt verir ve yakında içlerin­den bir peygamber geleceğini bildirirlerdi.

Daha kuvvetli olan iki rivayete göre, Hz. Âdem’in ya­ratılmasının bugün toparlanması veya halkın namaz için toplan­maları sebebiyle bu isim takılmıştır.

Taberanî’nin bir rivayetine göre, cuma namazı, hicretten önce farz kılınmış olmakla beraber, müşriklerin baskısı yüzünden, Mekke’de kılınmamıştır. Sahabeden bir kısmı hicret edince, Hz. Peygamber, onların da arzularını gözonüne alarak, kılmalarını emretmiş, Bahreyn’in Cuvâsâ adlı yerleşim merkezinde Abdulkays Mescidinde Es’ad b. Zurâre tarafından ilk cuma kıldırılmıştır.

Kendisi hicret sırasında Küba’ya gelince burada pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kalmış, en yakınlarıyla bera­ber bizzat çalışarak Küba Mescidini yapmıştır. Aynı zamanda, bu mescid, ilk mesciddir. Sonra cuma günü yola çıkmışlar, cuma na­mazı vaktinde Medine’ye bağlı olan Salim b. Avf yurduna gelmişler ve Rânûna vadisindeki namazgahta ilk cumayı kaldırmışlardır.

Bu uygulamaya bakarak, cuma namazının, hicretin ilk yılında farz kılındığı ifade edilmiştir.

 

3- Mânâ Ve Önemi: [265]

 

Hicretin birinci asrından bu yana, İslâm aleminde büyük bir ihtimamla toplu halde eda edilegelen cuma namazının ve Allah’ın müstesna nimetlerinin gerçekleştiği cuma gününün, İslâm’da çok önemli bir yeri vardır. Hayatı boyunca Hz. Peygamber (sav), Medi­ne’de bu namazı bizzat kıldırmış, sonra Raşid Halifeler devlet başkanlığı yanında, imamlığı da yürütmüşlerdir. Daha sonraki devirlerde de, cuma imamlığı, ya halifenin, yahut da onun izin verdiği önemli kişilerin vazifesi olarak telakki edilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in bu ibadetle ilgili âyetleri içine alan altmış ikinci sûresine Cum’a isminin verilmiş olması, İslâm’ın cumaya verdiği önemin kuvvetli bir işaretidir.

Müslümanların dinî hayatında olduğu gibi, siyasî ve içtimaî hayatında da büyük tesiri bulunan bu günün ve içinde yer alan ibadetin, bütün bunlar yanında, bazı özellikleri de bulunmaktadır:

(a) Cuma günü, farz ve nafile cinsinden çeşitli ibadetlere tah­sis edilmiş bir gündür. Bu gün, yıl içindeki Ramazan ayı, ömür içindeki hac gibi hafta içinde bir ibadet günüdür. Bunun değerlen­dirilmesi, haftanın değerlendirilmesi demektir.

(b) Cuma, aynı zamanda bir bayram günüdür. Bayram günle­rinde kurban ve sadaka vardır. Cumaya erken gitmek de, bu günün -kurban ve sadakası olarak kabul edilmiştir.

(c) Müslümanların hac için yaptıkları arefe toplantısı dışındaki en büyük ve en mukaddes toplantılarına vesile olan, peşipeşine üç defa terkedenin kalbi mühürlenen cuma namazı, bu güne mahsus bir ibadettir.

(d) Cumaya giden kimsenin her adımına, bir yıllık nafile namaz ve oruç sevabı vardır.

(e) Her cuma, sonraki cumaya kadar günahlara keffaret vesilesidir.

(f) Cuma günü içinde duaların kabul edildiği bir zaman (şâatu’l-icâbe) vardır. Bu zamanın, Hz. Peygamber devrinden sonra da devam edip etmediği, ediyor diyenlere göre günün belli bir za­manında olup olmadığı hususlarında çeşitli görüşler vardır. Cuma gününün belli bir zamanındadır diyenler, bu konudaki hadislerin delâlet ye işaretlerinden faydalanarak, çeşitli sonuçlara varmışlar ve böylece onbir tahmin ortaya çıkmıştır. Bunların içinde en kuv­vetli olanları, “imamın minbere çıkmasından namazın kılınmasına kadar” ile “ikindi   namazından sonra” şeklindeki görüşlerdir.

(g) Cuma günü, Kehf sûresini okuyana, uhrevî mükâfat vadedilmiştir.

(h) Cuma  günü  fukaraya  yapılan  yardım, diğer günlerde yapılandan daha ecirli ve sevaplıdır.

(i) Ahmed b. Hanbel’e göre, cuma günü -yalnızca cumayı seçe­rek- oruç tutmak mekruhken, Ebu Hanife ve Malik’e göre mekruh değildir.

(j) Hz. Peygamber (sav), cuma  gününün  sabah  namazında Dehr ve Secde sûrelerini okurdu. Çünkü bu iki sûre, Hz. Adem’in yaratılması, kıyamet günü, ölümden  sonra  dirilme ve haşr gibi olmuş, ye olacak hadiseleri içine almaktadır.

(k) Her zamankinden fazla cuma günü ve gecesi Hz.  Peygambere (sav) salât-u selâm müstehap kılınmıştır.

(l) Allah Teâlâ cennette, cuma günleri şerefine, sevgili kullarının, kendisini ziyaretlerine fırsat bahşetmek için tecelli edecek­tir. Nakillere göre, bu tecellide, O’na en  yakın  olan, cumada imama en yakın olandır; bu tecelliye önce mazhar olanlar da cumaya önce gidenlerdir.

(m) Burûc sûresinde geçen, “Yıldızlarla dolu semaya, geleceğivaadedilen güne,  şahitlik edene ve kendisi için şahitlik edilene yemin olsun” [266]âyetindeki vaadedilen gün, “kıyamet günü,” şahitlik eden “cuma günü,” şahitlik edilen de “arefe günü” olarak tefsir edilmiştir.                                                    

(n) Allah Teâlâ aylar içinde Ramazan’ı, geceler içinde Kadir Gecesini, yeryüzünde Mekke’yi, insanlar içinde  Hz.  Muhammed Mustafa’yı seçtiği gibi, günler içinden de cumayı seçmiştir.

 

4- Tarihimizde Cuma: [267]

 

İslâm ve müslüman Türkler’în tarihinde, dinî bayrapı gün­leri gibi; cumanın da müstesna bir yeri vardır. Fetihleri yeya cülûsları takiben hükümdar adına hutbe okunması ve para basılması, saltanat ve hakimiyetin birer sembolü olarak telakki edilmiştir.

Osmanlılarda, “cuma selâmlığı” adıyla anılan bu güne mah­sus husûsî bir merasim vardır. II. Abdulhamit devrine kadar at ve bu devirden sonra araba ile bir camiye gelen padişah, burada maiyetiyle beraber cuma namazını kılar, sonra da halkın şikayet ve arzularına muhatap olurdu. Saraydan çıkarken, camiye girerken ve camiden çıkarken padişah alkışlanırdı. O zaman alkışlamak, el çırpmak şeklinde olmayıp alkışçıların yüksek sesle şunları söylemesınden ibaretti:

“Uğurun hayrola; yaşın uzun ola, yolun açık ola, saltanatına mağrur olma, padişahım senden büyük Allah var.”

İdmanlılar zamanında cumanın, ibadet ve o güne riayet için tatil günü olarak kabul edilmesi tanzimattan sonra başlamıştır. Ondan evvel, cuma günleri memurların cuma namazını kılabilmeleri için dairelerin uygun yerlerine mescid yapılmış ve minber konmuştur. Böyle bir yeri olmayan dairelerde çalışan memurlar da, yakın camilerde eumayı eda ederlerdi.

1924 tarihinde çıkarılan hafta tatili kanunu cumayı musevî, hıristiyan ve müslüman bütün vatandaşlar için tatil olarak kabul etti.

1935’te çıkarılan bir kanunla da hafta tatili cumartesi günü saat 13.00’ten başlamak üzere 36 saate çıkarılmış ve cumanın tatil günü olması terkedilmiştir. Son zamanlarda yapılan bir değişiklikle de hafta tatilinizin cuma günü  mesai bitiminden sonra başlaması kararlaştırılmıştır.

Hırıstiyanlarda pazarın, yahudilerde cumartesinin tatil olması o güne mahsus dini merasim ve vecibelerin bir neticesidir. Türkiye’de yaşayanYahudilerin çoğu, resmen tatil olmadığı halde, işyerlerini tatil ederlerdi. Müslümanlarda istirahat ve yemekten fedakârlık ederek Cuma namazını kılmak için camilere koşarlar.  Elimizde bir istatistik netice bulunmamakla beraber diyebiliriz ki Türkiye’de cuma günü camilerin topladığı cemaat ölçüsünde genç ve yetişkin insanları toplayabilen hadiseler çok nadirdir. Millî birlik ve bera­berlik, halk eğitim: kalkınma seferberliği, salgın hastalıklar ve kötü alışkanlıklarla mücadele gibi çok önemli konularda, bu toplanmadan ve gönüllü dinleyişten, masrafsız olarak, azami istifa­deyi sağlamak mümkündür. Ancak bunun için idarecilerle hatip­lere önemli vazifeler düşmektedir:

İdareciler, her sınıf halkın bu ibadeti rahatça ve huzur içinde eda edebilmeleri için cuma günü hiç değilse öğle tatilini biraz uza­tacak tedbirleri almalıdır.

Hatipler de Hz. Peygamber’in sünnetlerinden ayrılmayarak hutbeyi ölçülü tutmalı, halkı bizar etmemelidir.

Hele zuhri âhiri kılmadan veya imamla beraber dua etmeden camiden çıkan müslümanı kınamanın İslâm’da yeri olmasa ge­rektir.

 

80. Cuma Mükellefliği:

 

1- Hükmü Ve Delili: [268]

 

(a) Cumhur’a göre, cuma namazı, farzı ayındır, inkâr eden dinden çıkar. Cumanın farz olduğu kitap, sünnet ve icmâı ümmet ile sabittir:                                                   

(1) “Ey İnananlar! Cuma günü namaz için ezan okunduğunda Allah’ı anmaya koşun; alım satımı bırakın; bilseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. [269]

(2) Birçok hadisde cumanın farz olduğu ifade edildiği gibi, Hz. Peygamber’in tatbikatında, onun farz olarak uygulandığını görmekteyiz.

(3) Cumanın farz kılındığı günden beri büyük bir titizlikle kılınması icmâ meydana getirmiştir.

Bu görüşteki hukukçular, farz olma şekli konusunda görüş ayrılığı  içindedir:

(1) Hanefî Mezhebi içinde cumanın farz olma keyfiyeti, -cuma başlıbaşına bir namaz kabul edilerek- değişik görüşlerle açıklanır:

(l.a) Ebu Hanife ve Ebu Yusufa göre, -mazeretli veya ma­zeretsiz- herkes hakkında farz  olan  aslında cuma namazıdır; ancak sağlıklı, mukim ve hür olan mazeretsiz kimse mutlaka cumayı kılmakla, mazeretli ise ruhsatı kullanmakla, yani cu­mayı kılarak da borcunu ödeyebilir.

(l.b) eş-Şeybanî’den, biri yukarıdaki gibi olmak üzere iki görüş nakledilir; ikinci görüşünde eş-Şeybanî’ye göre, mazeretli kimseye ikisinden biri farzdır, hangisini kılarsa kendisine o farz olur ve buna bağlı olarak borç düşer.

(l.c) Züfer’e göre, vaktin farzı cumadır, öğle namazı onun bedelidir.

(2) eş-Şafiî’ye göre, cuma eksik bir öğle namazıdır.

Bu görüş, ayrılığının uygulandığı nokta, cuma namazının tahrimesiyle öğle namazına devam edilip edilmemesidir: Cuma namazı kılınırken öğlenin vakti çıkınca, Hanefî Mezhebine göre, öğle yeni baştan kılınır; eş-Şafiî’ye göre öğle namazı olarak dört rekâte tamamlamaya devam edilir.

(b) Bir grup hukukçuya göre, cuma namazı farzı kifâyedir; bu görüş, bazı şafiî hukukçulara göre nisbet edilir.

(c) Malik’den nakledilen şâzz bir görüşe göre, cuma namazı sünnettir.

(d) Caferî Mezhebine göre, masum imam (devlet başkanı) bu­lunduğu takdirde, farzı ayındır.

 

2- Farz Olmasının Şartları: [270]

 

Cuma namazıyla alakalı iki çeşit şarttan bahsedilir: Vücûb şartları ve sıhhat şartları; yani cumanın bir kimseye farz olması için aranan şartlar ve kılınan bir cuma namazının muteber ola­bilmesi için aranan şartlar.

Bu iki çeşit şart, diğerinden tamamen ayrı değildir. Bazı hu­suslar yalnız bir nevi şart içine girerken, bazıları her iki nevi içinde de yer almaktadır.

Bu şartların bir kısmı, Kitap ve sünnette açıklanmış olmayıp, çeşitli delâlet yolları ile müctehidler tarafından tespit edilmiş ve bu sebeple de herhangi bir hususun şart olup olmadığı mevzuunda görüş ve ictihad farkları meydana gelmiştir:

 

Genel Şartlar:

 

Cuma namazının farz olması için, beş vakit namazla ilgili şartlar, aynen geçerli kılınır.

 

Özel Şartlar:

 

İbn Rüşd, namazın genel şartlarına ek olarak erkek ve sağlıklı olmanın ittifak, yolculuk ve hürriyetin ihtilaf edilen şart olduğunu belirtir: [271]

 

Erkek Olmak: [272]

 

DM’e ve Caferi Mezhebine göre, cumanın farz olması için er­kek olmak şarttır:

(a) Hanefî Mezhebine göre, -kendisi hakkında cemaat meşru olmadığından- kadınlar için efdal olan, öğle   namazını evde kılmaktır.

(b) Şafiî Mezhebine göre, müştehat (şehvet duyabilen) olunca, cuma veya diğer namazlara kadının katılması mekruhtur; müştehat olmayan yaşlı kadınların süslenerek gitmesi de mekruh­tur. Yaşlı ve eski elbiseler içinde cumaya katılan kadınlara, bu mekruh değildir. Bütün bunlar için, velisinin izin vermesi ve cu­maya ğiitmesi fitneye sebep olmaması şartları aranır. Bu şartlar gerçekleşmeden katılması haramdır.

(c) Maliki Mezhebine göre, yaşlı ve erkeklerin ilgi duymadığı kadınlar cumaya katılabilir, aksi halde katılmaları mekruhtur. Genç olur ve yol ve/veya camide fitneye sebep olacağından korkulursa haramdır.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, güzel olmayan kadınların cu­maya katılması mubah, güzellerin katılması ise mekruhtur.

 

Hür Olmak: [273]

 

(a) Cumhur’a göre, cumanın farz olması için, hür olmak şarttır. Bu sebeple, kölelere cuma farz değildir; ancak katılmaları müstehâptır, kölelerin kıldığı cuma namazı öğle yerine geçer.

(b) Zahirî Mezhebine göre, kölelere de cuma namazı farzdır. Evzâî’ye; göre, mükâteb kölelere cuma farzdır. Bu ilk iki şartın aranması konusunda DM ve Caferi Mezhebi, ittifak halindedir.

 

Şehir Veya Şehir Hükmündeki Yerde Oturmak: [274]

 

Cuma’nm hem farz, hem de sahih olması için cuma kılınan yerde, yani şehir veya şehir hükmündeki yerde oturmak şarttır:

(a) Hanefî Mezhebinin müfta bih görüşüne göre, cuma kılman yere bitişik olan üç mil veya 5040 m. uzaldıktakilere de cuma na­mazı farzdır. Bazı hanefî hukukçular, şehir hükmündeki yeri, dörtyüz zira (arşın) olarak takdir eder.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cuma kılınan yer ve ezanın duyula­cağı yerde  oturanlara, cuma namazı farzdır. Şehir  hükmündeki yerde oturanların sayısı, kırk olunca, cumayı kendileri kılar. Cu­manın farz olması için bir yeri  vatan edinmek şart değildir. Yalnız, cumanın in’ikadı için kırk kişi gerekir.

(c) Malikî Mezhebine göre, devamlı olarak oturulan şehir, köy vb. yerleşim merkezlerinin ve 3.3 mil (bir mil, üç km.’dir) çevrelerindekilere cuma namazı farzdır. Bu uzaklık, oturulan taraftaki camilerin minaresinden  itibaren,   böyle bir cami yoksa cuma kılınan camiden  itibaren ölçülür. Cumanın  farz  olması için  de­vamlı oturma niyeti, hem farz, hem sahih olma şartıdır. Cuma kılınacak yerleşim merkezinin şehir olması şart değildir. Göçebe hayatı yaşayanlara,  cuma farz olmadığı gibi, kıldıkları da sahih olmaz.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, en az kırk kişinin devamlı ika­met ettiği yer ve bir fersah civarında oturanlara,  cuma namazı farzdır.  Göçebeler veya kırktan az kişinin oturduğu yerdekilere, cuma farz değildir.

Cuma Namazının Şartları

Farz Olmasının Şartları

Genel Şartlar      Özel Şartlar                                                        Sahih Olmasının Şartları

1. İslam               1. Erkek                                                              1. Hutbe

2. Akıl                 2. Hürriyet                                                          2. Cami

3. Bulûğ               3. Şehir veya o hüküm­deki yerde oturmak        a- Tek Cami

                        4. Mukim Olmak                                               b- Herkese Açık

                             5. Mazeretli Olmamak                                       3. Cemaat

                             a- Ağır Hastalık veya Hastalığın Artması         a- Sayı

                             b- Gözleri Görmemek                                        b- Mükellefler

                             c- Kötürümlük                                                    c- Birinci Secde Sonuna Kadar

                             d- Bitkin İhtiyarlık                                              4. Yerleşim Merkezi

                             e- Kötü Hava Şartları                                          5. Vakit

                             f- Mal, Can ve Namus Korkusu                          6. İmam (Resmî Vazifeli)

                             g- Haksız Yere Hapis ve Zulüm Korkusu

Şema 37: Cuma Namazının Şartları

 

Mukim Olmak: [275]

 

(a) Cumhur’a göre, cumanın farz olması için, yolcu olmayıp mukim olmak (istîtân) şarttır:

(1) Şafiî Mezhebine göre, cuma günü fecirden sonra yola çıkan kimse, cumaya kadar gitmek istediği yere ulaşınca, cuma kendisine farz olur. Fecirden önce yola çıkınca farz olmaz. Bu konuda, yolun uzaklığı önemli değildir. Bu esasa bağlı olarak, cuma günü fecirden önce işyerine çalışmaya kendi yerlerinden gelen ezan sesini duymayınca cumaya mükellef olmazlar.

(2) Hanbelî  Mezhebine göre, bu konuda muteber olan uzaklık, yolcuyla cuma kılınan yer arasında bir fersah olma­sıdır.

(3) Caferi Mezhebine göre, yolcuların cumayı kılması caiz­dir ve sahihtir, kıldığı öğle yerine geçer. Sırf   yolcuların kılmasıyla cuma in’ikad etmez. Yolcular, gerekli sayıyı tamam­layıcı olmaz. Cuma kılınan yer ile ikamet edilen yerin arası, iki fersahtan (11.25 km) uzaksa, cuma farz olmaz.

(4) Bazı hukukçular, cuma kılınan yer ile cuma mükellefi arasındaki uzaklığı, belli ölçülere göre belirlemiştir:   Bu uzaklık, Atâ’ye göre on mil, Zührî’ye göre altı mil, Rebîa’ya göre dört, Malik’e göre üç mildir.

(5) Zeydiye’den Zeyd b. Ali, Bakır, Müeyyid Billah’a göre, şehir dışında bulunanlara, cuma namazına gitme mecburiyeti yoktur.

(6) Abdullah b. Amr, Ebû Hureyre, Enes b. Mâlik, el-Husenu’1-Basrî, Ata, Nâfi, İkrime, Hakem, Evzâî ve Yahya’ya göre, şehirden  gündüzün  sonu ve  gecenin evvelinde  ailesine  dönüş imkânı verecek kadar uzaklıkta bulunanlara cumaya katılmak farzdır.

(b) Zahirî Mezhebine Zührî ile Nehai’ye göre, cumanın farz olması  için,  mukim olma şartı aranmaz.   Böylelikle yolcular da cumayla mükellef olur.

(c) Zeydiye’den el-Hâdî’ye göre, ezaiiı duyacağından, konak­layan yolcuya da cuma namazı farzdır.

 

Mazeretli Olmamak:

 

Ağır Hastalık Veya Hastalığın Artma Korkusu: [276]

 

(a) Hanefî Mezhebine  göre,  sağlığı yerinde  olanlara,  cuma namazı farzdır;  ağır hastalar, hastalanma korkusu olanlar veya hastalığının iyileşmesinden gerçekten endişeli olmak gibi, mazere­ti olanlara, cuma namazı farz değildir. Fakat basit rahatsızlıklar bahane edilip cumaya gitmemek borcu düşürmez. Unutmamak ge­rekir ki,   ibadetlerimizi, asla aldatılamayacak olan Allah’a yapıyoruz. Hastalık veya artma korkusu, güvenilir doktor veya tec­rübe ile bilinir.

(b) ÜM’e göre hasta kimse ister  binek; ister birinin taşımasıyla gittiğinde, hastalığının  artması veya geç  iyileşmesi gibi bir zararla karşılaşırsa, cuma kendisine farz değildir.  Gide­cek halde olur veya ödeyebileceği ücretle gitme imkânı olursa, cu­mayla  mükellef olur.   Kalkamayacak  durumda  olan  bir  kimse, -kendisini taşıyacak birini bulsa da- zarar görünce, cumayla mü­kellef olmaz.

 

Gözleri Görmemek: [277]

 

(a) Hanefî Mezhebi içinde, bu konuda iki görüş bulunmaktadır:

(1) Ebu Hanife’ye göre, körlere cuma namazı farz değildir.

(2) Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre, götürecek kimse olma­yınca, gözleri görmeyenlere Cuma namazı farz  değildir; ken­diliğinden veya ücretle götürecek biri olunca farzdır.

Hanefî Mezhebi içinde benimsenen her iki görüşe uyulabilirse de, ihtiyata uygun olan ikinci görüştür.

(b) Şafiî ve Maliki Mezheplerine göre de, kendiliğinden veya ücretle götürecek biri olunca, körlere cuma namazı farzdır.

Hanefî Mezhebi içinde benimsenen her iki görüşe uyulabilirse de ihtiyata uygun olan ikinci görüştür.

 

Kötürüm Olmak:

 

Kötürüm olanlara, -götürecek biri de olsa- cuma namazı farz değildir.

 

Bitkin Hale Getiren İhtiyarlık:

 

Gidişe veya camide durmaya müsaade etmeyecek derecedeki ihtiyarlıkta da, cuma namazı farz değildir.

 

Kötü Hava Şartları:

 

Tehlikeli sıcak-soğuk, yağmur-çamur, rüzgâr ve fırtına gibi kötü hava şartlarıyla karşı karşıya olunca, cuma mükellefliği düşer.

 

Mal, Can Ve Namus Korkusu:

 

Cumaya gidince can, mal ve namus emniyeti ortadan kal­karsa mükelleflik de düşer,

 

Haksız Yere Hapsedilme Ve Zulme Maruz Kalma: [278]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, haksız yere yakalanıp hapsedil­mekten korkan kimseye, cuma farz değildir.

(b) Şafiî ve Maliki Mezheplerine göre, haksız yere zalimin zulmünden veya tecavüzünden korkana, cuma   namazı farz değildir. Haklı yere böyle bir durum sözkonusu olursa mükelleflik düşmez.

 

Masum İmamın Bulunması:

 

(a) Cumhur’a göre, cuma namazı, yukarıdaki şartları taşıyan herkes tarafından, kılma hürriyeti ve imkânı bulunduğu takdirde, mutlaka kılınır.

(b) Caferi Mezhebine göre, hâkim (yönetim başındaki) masum imamın  bulunması halinde,  cuma  namazı  farzı  ayındır.   Masum imam bulunmadığı takdirde (gaybeti halinde), cuma ya da öğlenin kılınması seçeneklidir; efdal olan cumanın, ihtiyat öğlenin,  daha da ihtiyatlısı hem cumanın, hem öğlenin kılınmasıdır. [279]

Cumayla mükellef olmayıp ona katılanlardan çocuğunki na­file olarak sahih olur, delininki sahih olmaz, diğerlerinin namaz­ları ise öğle yerine geçer.

 

3- Cumaya Katılma ve Alış-Verişi Kesme: [280]

 

Cumaya Katılma:

 

(a) ÜM’e göre, mükellefin İç ezanın okunduğu sırada cumaya katılmaya çalışması gerekir.

(b) Hanefî Mezhebine göre, zevalden sonraki cuma ezam oku­nunca cumaya katılmak gereklidir.

 

Alış-Verişi Kesme:

 

(a) Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, -her ne kadar sahihse de- cuma ezanı sırasında alış-veriş haramdır.

(1) Hanefî Mezhebi ile Dahhâk, el-Hasenu’1-Basrî ve Atâ’ya göre, bu ezandan dış ezan ve namazın sonuna kadarlık vakti kastedilir.

(2) Şafiî Mezhebi-ise, bu ezandan, iç ezanını anlamaktadır; eş-Şafiî’ye göre, yasak, hutbe ezanından namaza kadar devam eder.

(b) Maliki Mezhebine göre, iç ezan sırasında alış-veriş yapılırsa bu alış-veriş fasid olur ve feshedilir. Bununla birlikte, satılan mal tüketilmişse, meselâ yenmiş veya kesilmişse, malın tu­tarı değişmişse akid geçerli olur, mebiin (satılan malın) akid gü­nündeki değil, kabz (alınma) günündeki kıymeti ödenir.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, iç ezan sırasında alış-veriş ke­sinlikle in’ikad etmez.

(d) eş-Şafiî’ye göre, cuma sırasında alış-veriş yapmak caizdir. Akidlerden sadece alım-satım akdi mi, yoksa diğerleri de mi yasaktır?

(a) Malik’ten, sadece alım-satım akdinin yasak olduğu, âzâd, boşanma, nikah vb.nin geçerli olduğu nakledilir.

(b) Malik’ten  nakledilen  bir başka görüşe göre, -illet (gereken) namazdan alıkoyma olduğundan- diğerleri de yasaktır, İbnu’l-Arabî, bu görüşün sahih olduğunu bildirir.

 

4- Cuma Mükelleflerinin Veya Diğerlerinin Öğleyi Kılması: [281]

 

Cumaya Mazeretsiz Gitmeyenler:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, gitmeye engel bir mazereti ol­madığı halde, cumaya katılmayan kimsenin imamın   cumayı kıldırmasından önce kıldığı öğle namazının sahih olması mevkuf­tur:

(1) Kıldığı öğle namazından sonra cumaya gitmezse,  na­maz sahihtir.

(2) Namazdan sonra cumaya gittiğinde, imam namazı bitirmemişse,  kıldığı   öğle   evinden  çıkınca  bâtıl   olur, nafileye dönüşür, bu durumda imamın namazına katılması vacip olur. İmamın kıldırdığı cuma namazına  yetişemezse, kıldığı öğle namazını, yeniden kılar.

(3)  Namazdan sonra cumaya gittiğinde, imam namazı bitirmişse, kıldığı öğle bâtıl olmaz.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, mazeretsiz olarak cu­maya  katılmayan cuma  mükelleflerinin,   günün  öğle namazını, imamın  cuma namazını   bitirmek  için   selâm  vermesinden önce kılmaları sahih değildir.

(c) Maliki Mezhebine göre, cumayla mükellef olup, namaza mazeretsiz katılmayan kimse, cumaya gidince bir    rekât yetişeceğini tahmin ettiği halde, öğle namazını kılarsa, bu namaz esas görüşte  bâtıl olur,  mutlaka yeniden kılınması gerekir. Cu­maya gidip bir rekât yetişemeyeceğini tahmin ederse, kıldığı öğle namazı sahihtir.

(d) Züfer’e göre, cumayla mükellef olduğu halde, evinde öğle namazı kılmak caiz değildir.

 

Cumayla Mükellef Olmayanlar:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, mazeretli olarak cumaya katılmayanların, öğleyi cumadan sonraya bırakması   sünnettir. Bundan önce öğle kılmak, -özrünün kalkacağını ümit etsin veya etmesin- tenzihen mekruhtur.

(b) ÜM’e göre, özrünün kalkacağını ümit eden mazeret sahi­binin, öğleyi cumadan sonraya bırakması, kalkmasını ümit etme­yince ilk vaktinde kılması menduptur.

 

Cumayı Kaçıranların Öğleyi Cemaatle Kılması:

 

Cumayı mazeretli veya mazeretsiz kılmayanların, öğleyi ce­maatle kılması caizdir:

(a) Hanefî Mezhebine göre,  cumayı kılamayanların,  şehirde iseler öğleyi cemaatle kılması mekruhtur. Şehirde oturmayanlar ise, -kendileri için cuma namazının diğerlerinden bir farkı olma­dığından- öğleyi cemaatle kılabilirler.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cumayı kılamayanların, öğle na­mazını cemaatle kılması sünnettir. Mazeretli olduğunda, özrü, yol­culuk gibi  açıksa açık, şiddetli  açlıksa gizli cemaatle kılınması sünnet olur. Cumayı mazeretsiz olarak kılmayanın, öğleyi imamın selâmından hemen sonra kılması vaciptir.

(c) Malikî Mezhebine göre, cumaya katılmaya engel mazereti dolayısıyla katılmayanların öğle  namazını gizli cemaatle kılması menduptur, cumadan sonraya geciktirmek de menduptur. Cumayı mazeretsiz veya katılmaya engel olmayan bir mazeretle terkedenlere, cemaatle öğle namazı kılmak mekruhtur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, cuma namazını, mazeretsiz kaçıranların veya  kendisine farz olmadığından dolayı katılma­yanların, -fitne korkusu olmayınca- öğleyi açık cemaatle kılması efdaldir, aksi halde namaz gizli cemaatle kılınır.

 

5- Cuma Günü Yolculuk: [282]

 

Cuma günü yolculuğa çıkmak, doğru değildir:

(a) Hanefî Mezhebine göre, vakit girmezden önce yola çıkmak caizdir. Birinci  ezandan  sonra, cuma namazı kılınıncaya kadar şehirden çıkmak, sahih görüşte mekruhtur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, kendisine cuma farz olan kimsenin cuma  günü  fecirden sonra  yolculuğa çıkması  haramdır; ancak yolda cuma kılabileceğini tahmin ederse veya yolculuk, savaş, vakti daralmış olup kaçmasından korkulan hac gibi vacip bir yol­culuk, ya da kafileden ayrılmayla zarar göreceğini tahmin edip za­rurî  yolculuk yapmakta, haramlık  sözkonusu değildir. Fecirden önce yola çıkmak mekruh olmaz. (Bu görüş, eş-Şafii’den, zeval son­rası  için  nakledilmiştir, zeval öncesi   için   yasak  veya serbest görüşlerinin ikisi de nakledilir.)

(c) Malikî Mezhebine göre, yolda cuma namazına yetişemeyecek kimsenin cuma günü fecirden sonra yola çıkması mekruh, yetişebilirse  ve  fecirden  önce  yolculuk  caizdir.   Zevalden  sonra, zaruretsiz olarak -ezandan önce bile olsa- yola çıkmak haramdır.

Yolda cuma kılabileceğini tahmin edince, her iki durumda da yolculuk caizdir.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, kendisine cuma farz olan bir kimsenin, -bir zararla karşılaşmadıkça- zevalden sonra yola çıkması haramdır. Zevalden önce yola çıkmak mekruhtur. Bu son şekildeki yolculuk da, yolda namaz kılmayınca haram veya mek­ruh olabilir.

 

81. Cuma Namazının Kılınması:

 

1- Vakti: [283]

 

Başlangıcı:

 

(a) ÜM’e ve Caferi Mezhebine göre, öğle namazının başlama vakti, cuma namazının da başlama vaktidir.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, cuma namazının başlama vakti, güneşin yükselmesinden itibaren, bayram   namazının başlama vaktidir, ancak efdal olan, zevalden sonra kılmaktır; zeval vak­tinde ise, cuma namazı kılınmaz.

 

Sonu:

 

(a) ÜM’e göre, cuma namazının vakti, öğle namazının vak­tiyle birlikte sona erer:

(1) Hanefî Mezhebine göre, namazın bütünüyle bitirilme­sinden önce vaktin çıkmasıyla, cuma namazı bâtıl olur.

(2) Şafiî Mezhebine  göre,  ancak kılınacak kadarlık  bir zaman  kaldığında namaza başlayıp,  uzaması sebebiyle vaktin çıkması halinde namaz bozulmaz, öğle niyeti yapmaksızın cuma tamamlanır. Namazın  kalan  kısmında   kıraat gizli yapılır. Böyle bir durumda namazın kesilip, öğleye başlanması ha­ramdır. Vakit daraldığı halde, cumayı kılabileceklerini zanne­derek namaza başlar ve fakat tamamlamaz dan önce vakit çıkarsa namaz bozulur, öğleye de dönüşmez.

(3) Hanbelî Mezhebine göre, cumaya son  vaktinde başlanınca, namaz yine cuma olarak tamamlanır.

(b) Malikî Mezhebine göre, cuma namazının vakti, güneş ba­tana kadar devam eder. Bu durumda, namaza hutbe ve bir rekât kılınacak  kadarlık  bir  zaman kalınca  başlanmaz. Öğle kılınır, başlanırsa namaz yine de sahih olur. Tamamen kılacağına inana­rak cumaya başlanır ve fakat tamamlanmazdan önce güneş ba­tarsa, bu, secdelerle birlikte bir rekât tamamlanmasından sonra olunca, namaz, cuma namazı, bundan önce öğle olarak tamam­lanır.

(c) Caferî Mezhebine göre, cumanın vakti insanların gölgesi iki ayak oluncaya kadar sürer.

 

Rükünleri: [284]

 

Cuma namazının rükünlerinin, hutbe ve iki rekât namaz olduğu, Cumhur’un görüşüdür; ancak hutbe konusunda küçük bir görüş ayrılığı bulunmaktadır: Cumhur’a göre, hutbe, namazın hem şartı, hem rüknüdür; bir grup hukukçuya ve İbnu’l-Mâcişûn’a göre hutbe cuma namazının farzı değildir,

 

Miktarı: [285]

 

İslâm dünyasında bugün cuma namazı kılmak üzere camiye giden müslümanların, iki rekâtten onaltı rekâte kadar namaz kıldıkları görülmektedir. Bazı ülkelerde, cuma namazından sonra, cemaat halinde öğle namazının iade edildiğine rastlanmaktadır. Hz. Peygamber devrinden itibaren kılınmakta olan bir namazın aslında kaç rekât olduğunun meçhul olmaması gerekir; nitekim meçhul de değildir.

 

Cumanın Farzından Önceki Namazlar:

 

Tahiyyetu’l-Mescid:

 

(a) el-Hasenu’1-Basrî, Mekhul, eş-Şafiî, İshak b. Raheveyh ve Ebu Sevr’e göre, katip, hutbe okurken dahi, camiye gelen kimsenin kısaca iki rekât namaz kılması sünnettir.

(b) Ebu Hanife, Malik, Sevrî ve Zeydiye’nin Hâdeviye koluna göre ise bu sırada namaz kılmak mekruhtur.

İki tarafın delillerini inceledikten sonra, Şevkâni, bu iki rekat namazın, hatip hutbedeyken dahi kılınmasının sünnet olduğu görüşünü tercih etmiştir.

Henüz hatip, hutbede değilken bu iki rekâtı kılmanın sünnet olduğu ittifakla kabul edilmiştir.

Cumanın İlk Sünneti:

 

Cuma namazının farzından önce ve tahiyyetu’l-mescidden başka, sünnet olarak kılınacak bir namazın bulunup bulunmadığı konusunda ihtilaf vardır:

(a) Hanefî, Maliki ve Şafiî Mezheplerine göre, cumadan önce namaz vardır, ancak bunun zevalden sonra kılınması gerekir:

(1) Hanefî Mezhebine göre, bu namaz, dört rekât olarak kılınır.

(2) İkinci gruptaki hukukçulara göre, dört rekât kılınacağı rivayeti sağlam değildir, sadece namaz  kılmak teşvik edilmiştir.

Delilleri bakımından bu son görüş, daha kuvvetli görün­mektedir.

(b) İbnu’l-Kayyım başta olmak üzere, bazı müctehidlere göre, cumanın  farzından  önce  namaz yoktur. Çünkü  Hz. Peygamber, mescide  gelince,  doğru  minbere  çıkar ve ezanı  dinler, hutbeye başlardı; farzdan önce, böyle bir namaz kıldığı vaki değildir.

 

Cumanın Farzı:

 

Cumanın farzı iki rekât olup, cemaatle kılınır; bu konuda ih­tilaf yoktur.

 

Cumanın Son Sünneti:

 

Hz. Peygamber’in, cumanın farzından sonra kaç rekât na­maz kıldığı ve kaç rekât namaz kılınmasını istediği konusunda, çeşitli rivayetler vardır ve bu rivayetlerde geçen rekât sayısı iki, dört ve altıdır:

(a) Hanefî Mezhebi içinde, bu konuda, iki görüş bulunmakta­dır:

(1) Ebu Hanife’ye göre, cumanın son sünneti dört rekâttır.

(2) Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre, cumanın son sünneti, altı rekâttir; bu altırekâtin dördü bir selâm, diğer ikisi de bir se­lâmla kılınır.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cumanın son sünneti, dört rekât olup iki selâm da kılınır.

(c) Maliki Mezhebine göre, cumanın son sünneti dört rekâttir.

(d) Hanbelî Mezhebi ise rivayetlerin hepsini değerlendirerek iki, dört veya altı rekât kılınabildiği gibi, hiç kılınmasa da olur görüşündedir.

(e) Bazı muhakkik âlimler (meselâ İbnu’l-Kayyim ve Şevkani), bu konudaki çeşitli rivayetleri tetkik ettikten sonra, şu neticeye  varmışlardır: Camide  kalınırsa dört, evde  kılınırsa iki rekâttir.

(f) Hz. Ali, Ebu Musa el-Eş’arî, Atâ, Mücahid, Humeyd b. Abdirrahman ve Sevrî’ye göre, cumanın son sünneti altı rekâttır.

 

Zuhr-i Âhir:

 

Yukarıda belirtilen namazlardan başka, cumanın son sünne­tinden sonra bazı kimselerin zuhr-i âhir adıyla dört, vaktin sünneti adıyla da iki rekât daha namaz kıldıkları görülmektedir. Belirti­len namazlar dışında, vaktin sünneti diye bir namaz yoktur.

Zuhr-i âhirden maksat, cuma kılınmış olduğu halde, -şayet sahih olmamışsa- mükelleflere farz olan ve cuma sahih olmadığı için üzerlerinden düşmemiş kabul edilen o günkü öğle namazıdır. “Şayet cuma sahih olmamışsa” ifadesi, cumanın sahih olmasının şartları üzerinde, müctehidlerin ihtilaf etmiş olmalarına dayan­maktadır.

Şartlarındaki ihtilaf dolayısıyla cumanın sahih olmaması ih­timaline dayanarak zuhr-i âhiri kılmanın hükmü nedir? Yani bu namazı kılmak farz mı, sünnet mi, mekruh mu, bid’at ve memnu mudur? Bu konudaki görüşler, iki grupta toplanır:

 

Kılınmasına Taraftar Olanlar:

 

Bunlar da, kılınmasında birleşmekle birlikte, farz mı, sünnet mi, ihtiyat mı olduğu konusunda farklı kanaatler ileri sürmüşlerdir. Hepsinin hareket noktası, bir şehir ve büyük köyde, birden fazla camide cumanın sahih olmaması ihtimalidir:

(a) eş-Şafiî, “bir şehirde, iki veya daha fazla yerde cuma kıhnmışsa, önce kılanların cuması sahihtir, sonra kılanların cu­ması bâtıldır ve öğleyi yeniden kılmaları farzdır” görüşünü be­lirtmiştir. Ona göre hangisinin önce kılındığı belli değilse, hepsi­nin öğleyi yeniden kılmaları gerekir.

eş-Şafiî’den sonra gelen ve ona tâbi olan şafiî müctehid ve fakihlerin, yukarıdaki hükmün, ihtiyaç olmadığı halde, cumanın birden fazla camide kılınmış olmasına ait olduğunu, şayet cami­nin mükelleflere göre küçük olması gibi bir mazeret varsa, birden fazla camide kılınabileceğini, böyle olunca da öğle namazını kılmanın farz olmayacağını, ancak sünnet olabileceğini ifade etmişlerdir.

Hanbelî Mezhebinin görüşü de Şafiî Mezhebindeki gibidir.

Bugün hemen her şehir ve büyük köydeki -cumayı kılsın kılmasın- namazla mükellef olanları bir cami almayacağına göre kılınan cuma namazı, Şafiî Mezhebine göre, de sahihtir ve öğleyi kılmak farz değildir.

(b) Hanefî hukukçulardan bazılarına göre, birden fazla ca­mide veya köyde kılınan cumanın sahih olmasında şüphe bulun­duğu  için, ihtiyaten, cumadan sonra, herkesin  kendi başına  şu niyetle bir namaz kılması iyi olur: “Vaktine yetiştiğim halde henüz eda etmediğim veya henüz üzerimden düşmeyen son farzı yahut son öğleyi (zuhr-i âhiri) kılmaya niyet ettim” İşte bu namaz, zuhr-i âhir denen namazdır, dört rekâttir, birinci oturuşta tahiyyat okunur, dört rekâtte de Fatiha’dan sonra zamm-ı sûre okunur.

(c) Caferî Mezhebine göre, masum imamın bulunmaması ha­linde, hem cumanın, hem de öğlenin kılınması en ihtiyatlı  dav­ranıştır.

Şüphe varsa bu namaz kılmak vacip, yoksa menduptur.

Zuhr-i âhiri savunanları delilleri, şüphe ve ihtiyattır. Aslında şafiî hukukçular ihtiyaç sebebiyle birkaç camide kılınan cumanın sahih olduğunu kabul etmektedirler. Hanefî Mezhebinde sahih ve tercihe şayan görülen mütalaa da birkaç camide kılınan cumanın sahih olduğudur; hatta bu mezhep, ihtiyacı da şart koşmamıştır. İşte buna rağmen, madem ki “sahih olmaz” diye de bir görüş bulunmak­tadır ve madem ki bu görüşe göre cumanın sahih olması şüphelidir, şu halde ihtiyaten öğle namazı kılınmalıdır ki, borçlu kalınmasın denilmektedir.

 

Zuhr-i Ahir Kılınmamalıdır Görüşündekiler:

 

Kılınmasını Mekruh Görenler:

 

Bu gruptaki hukukçular şüphenin ibadeti ifsad edeceğinden hareket ederek, zuhr-i âhiri kılmak mekruh olur görüşündedir. Bunlara göre, cuma gibi mübarek ve çok sevaplı bir ibadeti eda edenler, Kbu namaz, şu ihtilaf sebebiyle belki sahih olmamıştır” şüphesiyle, son öğle namazını da kılarlarsa, cuma namazlarını if­sad ve iptal etmiş olurlar. Ayrıca, bunu gören halk, cuma na­mazının farz olmadığını, öğlenin farz olduğunu, yahut da bir vakitte ikisinin de farz olduğunu zanneder. İşte bu sebeple, zuhr-i âhir kılmak mekruhtur.

Bu görüşü, İbn Nuceym (ö. 970/1563) el-Bahru’r-Raik’ta ileri sürmüş, Alauddin el-Haskefi (ö. 1088/1677)’de ed-Durru1-Muhtar’ da benimseyerek nakletmiştir. Bu görüşü benimseyerek nakledenler arasında, M. Zihni Efendi [286] ile Şam allâmesi Cemaluddin el-Kasımî [287] de bulunmaktadır. İbn Abidin de, el-Makdisi’ye uyarak şöyle demiştir:

“Eğer bu namazı kılmak, böyle bir yanlış anlamaya ve fesada sebeb olursa açıkça kılınmamalıdır; havas (bilenler) bunu evinde kılmalıdır.” [288]

 

Kılınmasını Günah Sayanlar:

 

İkinci gruptaki hukukçular, bid’at esasından yürüyerek, zuhr-i âhirin kılınmasını yasaklamış ve günah saymışlardır. Şevkanî, M. Şemsuddin el-Azim abadı, Cemaîuddin el-Kasımî, Mustafa el-Galâyinî, Ali eş-Şebramellisî, M. Reşid Rıza gibi zevatın içinde bu­lunduğu bu grubun delilini şöylece özetlemek mümkündür: “Bâtıl olduğunu bilerek, cuma namazı kılmak haramdır; cumanın sahih olduğuna   inanılıyorsa,   öğle   namazını   kılmaya ihtiyaç yoktur; böyle bir namaz sahabe, tâbiun ve müctehid imamlar devrinde kılınmamıştır;  dinde olmayan bir ibadeti âdet haline getirip ona yamamak bid’atfcir; bunu yapan günahkâr olur.”

Karşılıklı   olarak  görüşler   değerlendirilirse,   zuhr-i   âhirin kılınmasının gereksiz olduğu sonucuna varılır:

(a) Fıkhın  ibadetler,   muamelât ve  ukubâta  dair her bölü­münde, müctehidlerin sayısız ihtilafı, ictihad ve görüş farkı vardır. Müslümanlar -şayet bizzat ictihad edecek kadar âlim değilseler- bu ictihadlardan   birine  uymakla  mükelleftirler. İctihadlarına veya tâbi oldukları müctehide (mezhebe) göre, yaptıkları ibadet sahih ise, artık başka bir mezhebe göre sahih olmaması onları ilgilendirmez ve ibadetlerine zarar vermez. Üzerinde ihtilaf edilmiş binlerce me­selede bir müctehide tâbi olarak ibadet ederken, sadece cuma na­mazında ihtilafı gözönüne alarak ihtiyata riayet etmeye kalkışmak lüzumsuz bir davranıştır.

(b) Her bid’at, bir sünneti öldürür. Bu zuhr-i âhir sebebiyle, cumanın farzından sonra kılınacak namaz arttırıldığı için, halk cumanın son sünnetini de terketmeye başlamıştır. Halbuki farzdan sonra sadece iki veya dört rekât namazın sünnet olduğu anlatılsa ve tatbikat da buna göre olsa, bu sünneti yerine getireceklerin sayısı artacaktır.

(c) İhtiyata ancak faydalı olduğu zaman riayet edilir. Yola çıkacak adam, belki yolda yiyecek bulamam diye bir oturuşta ihti­yaten üç öğünlük yemek yese, ihtiyaten doktorun tavsiyesinden faz­la ilaç alınsa zararlı olur. Allah ve Rasulü müslümanları ne ile mükellef kılmışsa onları yerine getirmek, buna bir şey ilave et­mekten kaçınmak ihtiyatın ta kendisidir.

 

4- Şekli

 

Genel Olarak: [289]

 

Cuma  namazı  aynen  sabah  namazı  gibi  iki  rekât kılınır. Kıraat açıktan yapılır.

 

Özel Olarak:

 

Kıraat:

 

Cuma namazının kıraati açıktan yapılır. Hz. Peygamber ilk rekâtte Cum’a, ikincide Munafikun veya birincide A’lâ, ikincide Gaşiye sûrelerini okurdu.

Caferi Mezhebine göre, cuma namazının kıraatini açıktan yapmak, birinci rekâtte Cum’a, ikincide Munâfikûn sûresini oku­mak müstehaptır; cuma namazında iki kunût vardır, ilki birinci rekâtin rükûundan önce, öteki ikinci rekâtin rukûundan sonradır.

 

İstihlâf: [290]

 

İmamın abdesti, hutbeden sonra ve fakat namazdan önce bozu­lursa, hutbenin tamamını veya bir kısmını dinlemiş birini istihlâf etmesi caizdir; aksi halde caiz değildir, böyle biri istihlâf edil­mezse, cuma değil, öğleyi kıldırır. Cuma namazında böyle bir du­rum olunca kendiliğinden  imamete  geçilmez, ancak kadı veya onun seçtiği biri geçebilir.

Yolcu ve kölenin, cuma namazı için istihlâf edilmesi, Züfer’e göre caiz değildir.

 

5- Sahih Olmasının Şartları:

 

Cuma namazının sahih olma şartları; hutbe, cami, cemaat, şehir, vakit içinde ve imamla kılmaktır:

 

Hutbe:

 

Hutbe Kavramı:

 

Tanımı:

 

Cuma ve bayram namazlarında, cumada namazdan önce, bayramda namazdan sonra hatibin minbere çıkıp Cenab-ı Hakk’a zikir ile günün şartlarına uygun olarak bir konu hakkında dinî ve sosyal yönden aydınlatıcı bilgiler verdiği konuşmaya Hutbe denir.

 

Hükmü Ve Delili: [291]

 

Cumhur’a göre hutbe okumak farzdır; bir grup hukukçuya göre farz değildir.

Hutbe okumanın farz olduğu, Cum’a: 62/9 âyetindeki “zikrullah” tabirinin, hutbe olarak tefsir edilmesiyle ortaya çıkar.

 

Kısımları:

 

Cuma ve bayram namazlarında okunan hutbeler, iki kısımdan meydana gelir:

 

I. Birinci Hutbe:

 

Hatibin  minbere çıkarak aydınlatıcı  bilgiler verdiği  kısım. Birinci Hutbe adını alır.

 

II. İkinci Hutbe:

 

Müslümanlara dua yapılan hutbe kısmına da, İkinci Hutbe denmektedir.

Her iki hutbede de, Allah’ın varlığına ve birliğine; Hz. Muhammed’in peygamberliğine şehadet vardır.

 

Hutbenin Okunması:

 

Okunan  hutbenin,  bazı  rükünleri ve  sünnetleri  ile  geçerli olma şartları vardır:

 

Hutbenin Rükünleri: [292]

 

I. Zikir:

 

Bu konudaki görüşler, iki temel noktada toplanmaktadır:

 

A. Mutlak Zîkîr:

 

Hanefî Mezhebine göre, hutbenin tek rüknü vaçdır: Azı ve çoğu içine alan mutlak mânâda zikir. Sadece el-Hamdu Lillâh, Subhânellah, La İlahe İllallah demekle de rükün yerine gelmiş olur; ancak hutbede sadece bu kadarla yetinmek tenzihen mekruh­tur. Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre, zikrin, örfen hutbe denecek şekilde uzunca olması gerekir.

 

B. Hamd:

 

(a) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, hutbenin rükünlerin­den biri, Allah’ı hamd kökünden bir kelimeyle ve Allah adıyla zik­retmektir. Bu rükün, her iki hutbe için de geçerlidir.

(b) Caferi Mezhebine göre her iki hutbede de hamd’in (tahmîd) bulunması şarttır. İhtiyat, bundan sonra senanın da bulunmasıdır.

 

II. Salât:

 

(a) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, her iki hutbede de, Hz. Peygamber’e salât kökünden kelimelerle salavât okumak, bir rü­kündür. Salât okurken, zamir kullanılmaz; Hz. Peygamber’in her­hangi bir ismi okunabilir.

(b) Maliki Mezhebine göre salât okunmayan hutbeyi, yeniden okumak menduptur.

(c) Caferi Mezhebine göre, hamd-u senadan sonra, ihtiyaten birinci, kuvvetli olarak ikinci rekâtte, Hz. Peygamber’e ve ailesine salât-u selâm getirilir. Evlâ ihtiyat, bundan sonra, imamlara da sa­lât okumak.

 

III. Takva Öğütleme:

 

(a) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, her iki hutbede de -kullanılan kelimeler takva kökünden gelmese de takva öğütlemek rükündür. Sadece dünyanın aldatıcı olduğunu söyleyip, tâate teşvik etmeden hutbe okumak sahih olmaz.

(b) Caferi Mezhebine göre, ihtiyaten ikinci, kuvvetli olarak bi­rinci hutbede takva öğütlenmesi gerekir.

 

IV. Âyet Okumak:

 

(a) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, hutbelerden herhangi birinde, âyet okumak rükündür. Âyeti, birinci hutbede okumak uygun düşer. Okunan âyetin tam veya uzun bir âyetin bir kısmı ol­ması gerekir.

(b) Caferî Mezhebine göre, ihtiyaten birincide, kuvvetli olarak birincide, küçük bir sûre okunur.

 

V. Mü’minlere Duâ:

 

Şafiî Mezhebine göre, özellikle ikinci hutbede, bütün mü’minlere dua etmek hutbenin bir rüknüdür. Dua, dünyevî olabilirse de, uhrevî olması uygundur.

 

VI. Tahzîr Ve Tebşir (Mev’ıza, Sakındırma Ve Özendirme):

 

Maliki Mezhebine ve Sıddık Hasen Han’a göre, hutbenin bir rüknü vardır: Mü’niinlere müjdeli veya sakındırıcı bir söz söyle­mek.

Caferî Mezhebine göre, hatîb, hutbede müslünıanlann dinî ve dünyevî yararlan konusunda konuşmalıdır. Dinleyicilere, İslâm ülkelerinde, müslümanların gelecekleri ve diğer milletlerle ilişkileri, sömürgeci yabancı devletlerin müdahalesinden sakındırma çerçevesine giren siyasî ve iktisadî işler gibi, din ve dünyalanyla ilgili olarak meydana gelen olayları müslümanlara haber verir. [293]

 

Rükün

Hanefî

Şafiî

Malikî

Hanbelî

Mutlak Zikir

Rükün

 

 

 

Hamd

-

Rükün

 

 

Salât

-

Rükün

 

 

Takva Öğütleme

 

Rükün

 

 

Ayet Okumak

-

Rükün

 

 

Mü’minlere Dua

-

Rükün

 

 

Tahzir ve Tebşir

-

-

Rükün

-

Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, âyet dışındaki rükünler, her iki hutbe için de geçerlidir.

 

Hutbenin Şartları: [294]

 

I. Hutbenin Kendisiyle İlgili Şartlar:

 

A. Vakit İçinde Okumak:

 

DM’e göre de, hutbenin, namazdan önce okunması şarttır. Hutbe, vakit girmezden önce okunur, namaz vakit içinde kılınırsa, hutbe sahih olmaz.

Caferî Mezhebine göre, hutbelerin zevalden önce okunması ca­izdir, ihtiyat zeval sırasında okunmasıdır.

 

B. Namazdan Önce Okumak:

 

(a) ÜM’e göre, hutbenin sahih olması için, her iki kısmının da mutlaka namazdan önce okunması gerekir.

(b) Maliki Mezhebine göre, namazdan sonra hutbe okunursa, sadece namaz iade edilir, hutbeler sahihtir. Bu durumda, namaz ge­cikmesiz ve camiden çıkmazdan önce  kılınır. Namazın iadesi, çıkıştan sonra veya örfen uzun zaman geçtikten sonra olursa hutbe­lerin de iadesi gerekir.

(c) Caferi Mezhebine göre, hutbenin namazdan önce okunması gerekir. Namaza başlanırsa, bâtıl olur; namaz hutbelerden sonra kılınır. Zahir olan, bilmeden  veya unutarak olunca, iade  edil­meyişleridir. Hatta, kasıtsız ve   bilgisiz olarak  namaz önce kılınırsa, namazın iadesinin gerekmeyeceği de uzak değildir.

 

C. Niyet:

 

(a) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, hutbe, hutbe niye­tiyle okunur, böyle bir niyet olmadan hutbe sahih olmaz.

(b) Şafiî ve Maliki Mezheblerine göre, hutbenin sahih olması için, niyet şart değildir. Şafiî Mezhebi, hutbeden ayrılmamayı da şart koşar. Bu sebeple, hutbe okurken, hatip, aksırır ve el-Hamdu lillâh derse, hutbe bâtıl olur.

 

D. Cemaat:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, hutbeyi dinleyecek cemaatin, ken­disiyle cuma sahih olacak bir kişi olması gerekir.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, hutbeyi dinleyecekle­rin sayısı, kırk olmalıdır.

(c) Malikî Mezhebine göre, hutbeyi oniki kişinin  dinlemesi gerekir.

 

E. Namazla Hutbenin Kesintisiz Olması:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, hutbenin iadesi için, kesinti sebebininin yabancı   bir şey olması gerekir. Kaza namazının kılınması, nafile için tekbir almakla -iadesi evlâ ise de- hutbe bâtıl olmaz. Cuma namazı bozulur ve iade edilirse, hutbe bâtıl olmaz.

(b) Şafiî Mezhebine göre, hutbenin rükünlerinin ve rükünlerle namazın aralıksız yerine getirilmesi gerekir. Bu konudaki aranın ölçüsü, iki hafif rekâttir, Sebep vaaz olmayınca, bundan fazla ara vermekle hutbe bâtıl olur.

(c) Malikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, örfen az olan ara verme bağışlanır.

 

F. Arapça Olması:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, -cemaat Arap olsun veya olmasın-Arapça dışındaki dillerde hutbe okumak caizdir. Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre, iyi bilince, hutbenin Arapça okunması gerekir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, hüküm, cemaatin Arap olup olma­yışına göre  değişir: Arap cemaate okunan hutbenin rükünlerinin Arapça olması şarttır; öğrenme imkânı varken başka dilde oku­mak yeterli olmaz, imkân yoksa başka dilde de hutbe okunabilir. Yabancı olanların hutbenin rükünlerini mutlaka Arapça okuması gerekmez. Bu durumda âciz olmayınca, sadece âyet Arapça okunur; dua ve zikirden de âciz kalınca, âyet okuyacak kadar sessizce du­rulur, tercüme okunmaz. Hutbenin rükünleri dışındaki unsurlarını Arapça okumak şart değildir.

(c) Malikî Mezhebine göre, -cemaat Arapça bilmeyen yaban­cılar da olsa- hutbenin Arapça okunması şarttır. Hutbeyi okuyacak kadar Arapça bilen biri bulunmazsa, cuma mükellefliği düşer.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, gücü yeterse, hatibin Arapça hutbe okuması  şarttır.  Arapça’yı  iyi bilmeyince  -cemaat Arapça bilsin veya bilmesin- hatip başka dilde hutbe okur. Hutbenin rüknü olan âyetin ise, mutlaka Arapça okunması gerekir. Bundan âciz olunca, Arapça herhangi bir zikir okunur, bunu da okuyamayınca âyet okuyacak kadar susulur.

 

G. Cuma Kılmanın Sahih Olduğu Yerde Okunmak:

 

ÜM’e göre böyle bir şart aranmazken, Malikî Mezhebine göre, hutbenin cami içinde okunması şarttır.

 

H. Hutbe Olarak Adlandırılabilmek:

 

Malikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, hutbenin Araplarca hutbe olarak adlandırılabilmesi şarttır.

 

II. Hatîple İlgili Şartlar:

 

A. Temizliği Ve Setr-i Avreti Sağlamış Olmak:

 

Şafiî Mezhebine ve Ebu Yusuf’a göre, hatibin hadesten ve ne­casetten temizlenmesi ve setri avreti sağlamış olması gerekir.

 

B. Ayakta Okumak:

 

(a) Şafiî Mezhebine göre, gücü yetince, hutbeyi ayakta okumak şarttır; gücü yetmeyenler, oturarak hutbe okuyabilir.

(b) Malikî Mezhebine göre, hutbenin ayakta okunması şarttır; bazı malikî hukukçulara göre ise, hutbeyi ayakta okumak sünnet­tir.

(c) Caferî Mezhebine göre de, hatibin hutbe sırasında ayakta olması, tek imam ve hatibin bulunması gerekir.

 

C. Cuma Mükellefi Olmak:

 

Hanbelî Mezhebine göre, hatibin, cuma mükellefi olması ge­rekir. Yolcu -ikamete niyet etse bile- ve kölenin hutbe okuması sa­hih değildir.

 

D. İki Hutbe Arasında Oturmak:

 

Şafiî Mezhebine göre, iki hutbe arasında biraz oturmak şarttır:

(a) Hutbe  mazeret sebebiyle oturarak okunursa,  iki hutbe arasında biraz susulur,

(b) Mecburen ayakta ve oturamıyorsa, iki hutbe arasında yine susulur.

 

E. Sesini Duyurmak:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, duymaya engel bir durumu olma­yınca, hazır bulunanların hutbeyi duyması şarttır.

(b) Şafiî Mezhebine göre, hutbenin rükünlerini, kendileriyle cuma sahih olacak kırk kişinin duyacağı kadar yüksek sesle oku­mak şarttır; cemaatin fiilen duyması gerekmez, sadece duyabilme imkânı yeterlidir.

(c) Malikî Mezhebine göre, hutbenin sahih olma şartlarından biri  de,  yüksek  sesle okunmağıdır. Cemaatin  duyması ve  kulak vermesi, -her ne kadar kendileri için vacipse de- hutbenin sahih olması için gerekli değildir.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, hutbenin cuma sahih olacak sayıda kişinin duyacağı kadar yüksek sesle okunması şarttır. Bu sayıda kişi, herhangi bir sebeple hutbeyi duymazsa, -maksadı orta­dan kalkacağından- hutbe sahih olmaz..

(e) Caferi Mezhebine göre, kuvvetli olmasa bile, ihtiyat, hut­bede sahih olma şartı olan sayıya duyurulacak şekilde sesi yük­seltmektir. Zahir olan, sessiz okunmasının caiz olmayacağıdır. Ha­tibin hazır olanların duyacağı şekilde yükseltmesi gerekir, hatta bu ihtiyattır. Cemaat çoğaldığı takdirde, özellikle önemli, meselelerde öğüt ve tebliği duyurmak için hoparlörle hutbe okunmalıdır,

 

F. İmametinin Sahih Olması:

 

Şafiî Mezhebine göre, imamın erkek, imamlığının da sahih olması gerekir. İlim ehli olunca, imamın farz ve sünneti birbirin­den ayırması, böyle biri olmayınca hiç değilse farzı sünnet bilme­mesi gerekir.

 

Hutbenin Sünnetleri: [295]

 

I. Hutbenin Kendisiyle İlgili Sünnetler:

 

A. Kısa Olması:

 

(a) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, hutbenin kısa olma­sı sünnettir:

(1) Hanefî Mezhebine göre, tıvalı mufassal denen sûreler­den birisinden daha uzun olması mekruhtur.

(2) Hanbelî Mezhebine göre, birinci hutbe, ikinciden daha uzun olur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, hutbenin ne uzun, ne kısa olmayıp, orta seviyede olması sünnettir.

(c) Malikî  Mezhebine  göre,  hutbeleri kısa okumak  sünnet değil, menduptur. İkinci hutbe, birinciden kısa olur,

 

B. Birinciye Tesmiye İle Başlamak:

 

Hanefî Mezhebine göre, birinci hutbeye euzu-besmele çekerek başlamak sünnettir.

 

C. Hamd, Şehâdet, Salavât Ve Öğütleri Sesli Okumak:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, bunları ve verilen bilgileri sesli okumak sünnettir.

(b) Malikî Mezhebine göre, her iki hutbeye de hamd ve sena ile başlayıp, sonra salât okumak sünnettir.

 

D. Birincide Ayet Okumak-.

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, birinci hutbede âyet okumak sün­nettir.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, birinci hutbede âyetin okunması rükündür.

(c) Malikî Mezhebine  göre,  birinci hutbeyi  âyetle bitirmek sünnettir. İkinci hutbenin ise Yağfirullahu Lena ve Lekum (Allah bizi ve sizi bağışlasın) veya Uzkurullahe Yezkurkûm (Allah’ı anın ki o da sizi ansın) ile bitirilmesi sünnettir. Her iki hutbede de, takva emri ve bütün mü’minlere dua okunur, sahabe için rıza iste­nir.

 

E. İkinciye Hamd, Sena Ve Mü’minlere Dua İle Başlamak:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, devlet büyüklerinin zafer ve başarısı için dua. etmek, -halkın maslahatına olduğundan- mendup­tur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, devlet adamlarının salâhı ve halka yardım için dua etmek sünnettir. Salavâtlar ise çokça tekrarlanır.

(c) Malikî Mezhebine göre, düşmana karşı zafer ve İslâm’ın yüceltilmesi için devlet başkanına dua müstehap, adalet ve ihsan için dua caizdir.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, müslümanlara dua etmek sünnettir. Devlet başkanı, kendi soyu veya babasına dua etmek mubahtır.

Hutbede Raşid Halifeler ve Hz. Peygamber’in iki amcasının anılması, iyi karşılanmış bir âdettir. Daha sonra Emevîler, hutbede Hz. Ali ve bazı sahabeye sövüp sayardı. Ömer b. Abdilaziz bu çirkin âdeti kaldırarak, mezkur sahabeyi dua ve hoşnutluk ile andı.

Devlet başkanına dua konusunda haddi aşmamak, tabasbus (yağcılık, dalkavukluk) yapmamak, lâyık olmadığı vasıfları söy­lememek şartıyla dua etmenin uygun olacağı, onun iyiliğinin ida­resindeki müslümanların da iyiliği olacağı yukarıdaki görüşlerden  çıkarılabilir.

 

F. Anlaşılır Olması:

 

(a) Şafiî Mezhebine göre, hutbenin anlaşılır olması sünnettir.

(b) Malikî Mezhebine göre, cemaatin duyması için sesi yük­seltmek menduptur. İkinci hutbede ses birinciden daha az yükselti­lir.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, sesi mümkün olduğu kadar yük­seltmek sünnettir.

 

II. Hatiple İlgili Sünnetler:

 

A. Abdestli Olmak, Necasetten Taharet:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, hatibin abdestli olması ve necaset­ten temizlenmesi sünnettir. Buna aykırı hutbe okumak, kerahatle sahihtir. Cünüp kimse hutbe okuduysa, -ara uzamayınca- iade etmek menduptur.

(b) Şafiî Mezhebi ve Ebu Yusuf’a göre, hatibin hadesten ve ne­casetten temizlenmesi ve setri avreti sağlamış olması şarttır.

(e) Malikî Mezhebine göre, her iki hutbede de temizlik müstehaptır.

 

B. Başlamadan Önce Minbere Oturmak:

 

Hutbeye başlamazdan önce, hatibin minberde oturması stinnettir.

 

C. Selâm Vermek:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, hatibin hutbeye çıkınca cemaate selâm vermesi mekruhtur.

(b) ÜM’e ve Evzaî’ye göre, hatibin bu şekilde selâm vermesi sünnettir:

(1) Şafiî Mezhebine göre, özel yerinden çıkınca minberin yanındakilere,  kapıdan  girince  herkese   selâm verir.   Hutbeye çıkınca selâm vermek sünnettir, cemaatin bu selâmı alması va­ciptir.

(2) Malikî Mezhebine göre, hutbeye selâmla başlamak aslında sünnettir, fakat çıkarken selâm verilmesi menduptur. Selâmın minbere çıkışa geciktirilmesi mekruh olur, hatta bu du­rumda cemaatın verilen selâmı alması gerekmez.

(3) Hanbelî Mezhebine göre, hem cemaatin huzuruna, hem de minbere çıkınca selâm verilir.

 

D. Ayakta Okumak:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre hutbenin ayakta okunması sünnet­tir,  aykırı  davranmak hutbenin kerahetle sahih olmasına sebep olur.

(b) Şafiî ve Malikî Mezheplerine göre, hutbenin ayakta okun­ması şarttır.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, hutbenin ayakta okunması sün­nettir.

 

E. Cemaate Dönmek:

 

Hutbenin cemaate dönerek okunması, sünnet dav­ranışlardandır.

 

F. Özel Yerinde Bulunmak:

 

Hanefî Mezhebine göre, hatibin özel yerinde veya o tarafta oturması sünnettir.

 

G. Kılıçla Hutbe Okumak:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, hutbeyi, savaşla alınan yerlerde sol elindeki kılıca dayanarak okumak sünnettir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, sol elde kılıç veya değnek buluna­rak, sağ elle de minberi tutarak hutbeyi okumak sünnettir.

(c) Malikî ve Hanbelî Mezheplerine göre, her iki hutbede de değnek vb. ne dayanmak sünnettir.

 

H. İki Hutbe Okumak:

 

Hanefî Mezhebine göre, biri hutbenin sahih olma şartı olmak üzere, iki hutbe okunması sünnettir.

 

İ. İki Hutbe Arasında Oturmak:

 

(a) ÜM’e göre, iki hutbe arasında üç âyet (bazı maliki ve hanbelî hukukçulara  göre  İhlas sûresini) okuyacak  kadar oturmak sünnettir. Buna aykırı davranmaksa isâettir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, iki hutbe arasında oturmak sahih olma şartıdır.

 

J. Minberde Okumak:

 

(a) Şafiî ve  Hanbelî Mezheplerine  göre,  hutbeyi  minberde okumak sünnettir. Minber bulunmazsa yüksekçe bir yerde okunur. Minberin caminin sağ tarafında bulunması sünnettir.

(b) Malikî Mezhebine göre, hutbenin minberde okunması menduptur. İhtiyaç olmayınca en yüksek yerine  çıkmak  doğru değildir, evlâya aykırıdır. Hutbeyi cemaate nereden daha iyi duyuruyorsa o kadar yükseğe çıkarak okur.

 

K. Yazılı Okumak:

 

Hanbelî Mezhebine göre, hutbenin bir kâğıda yazılmış olarak okunması sünnettir.

Caferî Mezhebine göre, evlâ olan, masum imamların bazı hut­belerini seçip okumaktır.

 

III. Cemaatle İlgili Sünnetler:

 

A. Hutbe Okunurken Susmak:

 

Şafiî Mezhebine göre, duyan cemaatin, hutbe okunurken sus­ması sünnettir. Duymayanlar için, zikir yapmak mendup olur. Zikrinde efdali Kehf sûresini ve Hz. Peygamber’e salavât okumak­tır.

 

B. Ezan Okumak:

 

Şafiî Mezhebine göre, cemaatten birinin hatip huzurunda (minberin önünde) ezan okuması sünnettir. Minaredeki ezan ise cemaatin toplanması ona bağlı olunca sünnet olur.

 

Hutbenin Mekruhları: [296]

 

I. Genel Olarak: Sünnetlerin Terki

 

(a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, hutbenin sünnetle­rinden birinin terkedilmesi mekruhtur.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, terkedilen sünnetlerin bir kısmı mekruh, bir kısmı da evlâya aykırıdır:

(1) Şafiî Mezhebine göre, mekruh olanı, hutbe okunurken konuşması, iç ezanı topluca okumak; evlaya aykırı olanı ise, hutbe okunurken ihtiyaç duymaksızın gözleri yummaktır.

(2) Hanbelî Mezhebine göre, hatibin hutbe okurken cemaate sırtını dönmesi ve duada sesi yükseltmek, mekruh   dav­ranışlardandır.

 

II. Özel Olarak:

 

A. Terkiye:

 

Hutbeden önce Ahzab: 33/56 âyetini okunur, hayır ve hasenat sahiplerine, özellikle camiyi yaptırana ve müezzinlerin pîri Bilal-i Habeşi’ye dua edilir; bundan sora da bazı yerlerde “cuma günü hutbe okunurken arkadaşına sus diyecek olursan, boş bir söz söy­lemiş olursun” mânâsındaki hadisi okur ve

“Susunuz, sevap ka­zanırsınız” sözünü söyler. Bütün bunlara terkiye adı verilir:

a) Mekruh Olması:

(a) Hanefî Mezhebine göre, hatip özel yerinden minbere çıkıp, namaz bitince konuşmak, -bu ister zikir, ister salavât, is­terse dünyevî bir söz olsun- mekruhtur. Ebu  Yusuf  ve eş-Şeybanî’ye göre sadece hutbe okunurken konuşmak mekruh olup, diğer zamanlarda mekruh değildir; bununla birlikte namaz kılmak mekruhtur. Mekruh   olma konusundaki bu ihtilafa rağmen, Hanefî Mezhebine göre, terkiye bid’attir, yapılmayışı ih­tiyata uygundur.

(b) Malikî Mezhebine göre, -vakfeden vakfiyesinde şart koşmadıkça- terkiye bid’attir, mekruhtur.

b) Caiz Olması:

(a) Şafiî Mezhebine göre, terkiye, -her ne kadar Hz. Pey­gamber  devrinde  bulunmayıp  bid’at ise de- dinin karşı  koy­madığı bir bid’at-ı hasenedir.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, her iki hutbede de konuşmak caiz değildir. Önce veya sonrasında, hatip sustuğu ve hatibin  duaya başladığı zaman konuşmak mubahtır.

 

B. Hutbe Okunurken Konuşmak: [297]

 

(a) Cumhur’a göre, hutbe okunurken susmak vaciptir:

(1) Hanefî Mezhebine  göre, hutbe  okunurken  konuşmak tahrimen mekruhtur. Hz. Peygamber’in adı duyulunca, içinden salavât okunur. Kötü bir şeyi düzeltmek için el ve baş işareti yapılabilir. İmamın özel yerinden  çıkmasıyla, Ebu Hanife’ye göre hem konuşmak, hem de namaz kılmak; Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre sadece namaz kılmak mekruhtur. Zararın gide­rilmesini gerektiren bir halde, meselâ yılan ve akrep veya kö­rün düşmesi halinde konuşulabilir.  Kur’ân okumak, teşbih vb. dinlemeyi önleyen her türlü davranış mekruhtur.  Dinleyicinin uzakta bulunup hutbeyi dinlememesi halinde, Muhammed b. Se­leme el-Belhî ve Muhammed b. Fadl el-Buhârî’ye göre susmak, Kur’ân okumaktan  evlâdır;  Nusayr b. Yahya’ya göre, içinden Kur’ân okunabilir; el-Hakem b. Züheyr’in fıkıh kitaplarını ince­lediği   nakledilir.

Aksıran kimse, içinden el-Hamdu lillah diyebilir.

Bütün bunlar, hutbe bitene kadar mekruhtur. Aynı dav­ranışları hutbeye çıkıldığında ezan okunurken veya hutbe bi­tince kaamet getirilirken yapmak, Ebu Hanife’ye göre yine mekruhtur; Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre mekruh değildir.

(2) Sevrî  ve Evzaî’ye göre,  hutbe okunurken, sadece aksırana teşmit (dua) ile selâm almak caizdir. Bu görüş, eş-Şafîî ve Ebu Yusuf’tan da nakledilir.

(3) Bazı hukukçulara göre, sadece selâm alınabilir.

(4) Malikî Mezhebine göre, hutbe okunurken ve iki hutbe arasında imam minberde otururken konuşmak haramdır. Fakat imamın boş sözler konuşması halinde, yerilmesi-övülmesi caiz olmayan birini över veya yererse, konuşmak haram olmaz. Hut­beye başlamazdan önce minberde otururken veya ikinci hutbe sonunda duaya başlanırken konuşmak caizdir.  Konuşmak ha­ram olan hallerde yemek, işaret veya taş atmak da haramdır. İmam dua edince cemaat âmîn diyebilir, bu menduptur, yalnız yüksek sesle  âmîn demek de mekruhtur;  âminleri gereğinden fazla  demek haramdır. Sebepleri  bulununca taavvuz  (Allah’a sığınma duası), istiğfar ve salavât okumak menduptur.

(b) Şafiî ve  Hanbelî Mezhebi ile Atâ’ya göre hutbeyi işitip işitmemeye göre hüküm değişir:

(1) Şafiî Mezhebine göre, hatip -bilfiil duymasa bile- su­sunca duyacağı şekilde yakın olan kimsenin hutbenin rükünleri yerine getirilirken konuşması tenzihen mekruhtur (haram olduğu görüşünü benimseyenler de vardır). Rükünler dışındaki işlemler yapılırken, hutbeden öncesi ile iki hutbe arasında -imam özel yerinden çıksa da- konuşmak mekruh değildir. Su­sunca duyacağı şekilde hatipten uzak olan kimsenin konuşması da mekruh olmaz. Bu gibilerin, zikirle meşgul olması sünnettir. Konuşmanın mekruh olduğu kaidesinden şunlar istisna edilir:

(l.a) Aksırana teşmit (Çünkü bu menduptur),

(l.b) Hz.’Peygamber’in adı geçtiğinde aşırı gitmeksizin salavât okumak (bu da menduptur),

(l.c) Selâm almak (Her ne kadar hutbe dinleyene selâm vermek mekruhsa da, selâm alınması vaciptir),

(l.d) Hanefî Mezhebinin gorüşündeki zarurî durumlar.

(2) Hanbelî Mezhebine göre, cuma günü hutbeyi duyacak şekilde hatibe yakın olan kimsenin, hutbe sırasında her türlü konuşması haramdır. Yalnız hatibin kendisi, bir maslahat (faydalı iş) için başkasıyla konuşabildiği gibi, başkası da onunla konuşabilir. Hz. Peygamber’in adı geçtiğinde salavât okumak her ne kadar mübahsa da, gizlice okunması sünnettir. Dualara âmîn denebilir, aksırana gizlice teşmit yapılabilir. Hutbeyi duymayacak şekilde hatipten uzak olanlara konuşmak caizdir. Zikir ve kıraat, dinleyenleri rahatsız edecek şekilde ses yükseltilmez. Hutbelerden önce ve sonra, iki hutbe arasında hati­bin sustuğu, hutbeye başlarken dua ettiği sırada konuşmak haram değildir. Çünkü bu durumda, artık hutbenin rükünleriyle ilgilenmektedir. Başkasının konuştuğunu duyan kimsenin sözle susturulması, doğru olmayıp, el ağzına konarak susturulur. Za­rurî durumlarda ise konuşmak vaciptir.

(c) Şa’bî, Sa’id b. Cubeyr ve Nehaî’ye göre, âyet okunması dışında, hutbe okunurken konuşulabilir.

(d) Caferi Mezhebine göre, hutbenin dinlenmesi, ihtiyattır, hatta en uygun davranıştır. Hatta susmak ve -kuvvetli olan mekruh oluşu da- konuşmayı bırakmak ihtiyattır. Konuşmak, hutbenin, fay­dasını kaldırıyor ve dinlenmeyi engellerse, susmak gerekli olur.

 

C. Namaz Kılmak: [298]

 

(a) Hanefî Mezhebine ve Şurayh, İbn Şîrîn, Nehaî, Katâde, Sevrî ve Leys b. Sa’d e göre, hutbe okunurken namaz kılmak mek­ruhtur. Hutbe öncesinde, hatibin mihrapta namaz kılması da mek­ruhtur.

(b) Şafiî  ve Hanbelî Mezheblerine göre, camiye girince, imamın hutbe okuduğu görülürse iki hafif rekât namaz kılınır.

(c) Malikî Mezhebine göre, hatip minbere çıkınca, nafile na­maz kılmak haramdır.

“Hatibin çıkışı namazı, hutbesi konuşmayı haram  kılar.”

 

D. Safları Yarmak (İhtirâku’s-Sufûf): [299]

 

Tehattı’r-Rikâb  adı  verilen ve cumaya gelenlerin saflarını yararak sırtları üzerinden öne geçmek, uygun bir   davranış değildir:

(a) Hanefî Mezhebine göre, safların yarılması iki şartla caiz­dir:

(1) Kimseyi -ayağına,  eline, elbisesine basarak- rahatsız etmemek,

(2) Hatibin hutbeye çıkmasından önce geçmek. Bu iki du­rum dışında, safları yararak öne geçmek tahrimen mekruhtur. Zarurî durumlarda da, meselâ oturacak yer bulamayınca ön ta­rafa geçilebilir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cuma günü bu şekilde safları yar­mak mekruhtur. Tahattı’r-Rikab, ayağı kaldırıp omuz üstünden ile­riye yürümektir. Şunlar mekruh hükmünün dışında kalır:

(1) Öndekileri incitmeyecek kimse olması,

(2) Önde boşluğun bulunması,

(3) Ön  saflarda kendileriyle  cuma  in’ikad  etmeyenlerin bulunması,

(4) One geçenin imam olması.

(c) Maliki   Mezhebine   göre,   hatibin   minberde   bulunduğu sırada,  -öndeki boşluğu doldurmak için bile olsa- safları yarmak haramdır.  Oturanların içinden kimseyi rahatsız etmemek, öndeki boşluğu doldurmak için değil, başka bir sebeple safları yarmak ise mekruhtur; ön saftaki boşluğun doldurulması için caiz, başkasını rahatsız  edince haramdır, Saflar arasında  -hutbe  sırasında bile olsa- yürümek caiz olduğu gibi, hutbeden sonra, namazdan önce öne ilerlemek de caizdir.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, cuma günü, camiye girince imam ve müezzin dışındakilerin -öndeki boşluğu doldurma gayesi dışında- safları yarması mekruhtur. Tahattı’r-Rikab, Şafiî Mezhe­bindeki gibi tanımlanır.

 

Hz. Peygamberin Hutbede Takip Ettiği Yol: [300]

 

Hz. Peygamber (sav), hutbe irad okurken çok defa heyecanlı bir tavır takınır, gözlen kızarır, sesi yükselir ve bir orduyu uyarırmışcasına sert bir eda ile

“Sabah akşam başınıza gelivere­cek; -üç parmağını birleştirerek- ben kıyamete şu kadar yakın ola­rak gönderildim”  derdi. 

“Elma ba’du”  dedikten sonra, “Sözün  en hayırlısı, Allah’ın kitabıdır, yolun en hayırlısı Muhammed’in yoludur, işlerin en fenası uydurulup dine katılandır, her bid’at sapıklıktır” derdi. Yine,

“Ben her mü’mine kendisinden daha yakınımdır; kim vefat eder de geride bir mal bırakırsa bu ailesine aittir; her kim de borç ve bakıma muhtaç çocuk bırakırsa, bu bana aittir, benim borcumdur” buyururdu. Hutbesine Allah’a hamd u se­nada bulunarak, şehadet getirerek başlar ve yukarıdakilere benzer sözler söylerdi. Hutbeyi kısa tutar, namazı uzatır, Allah’ı çok anar ve kelimesi az, mânâsı geniş sözleri seçip söylerdi.

“Kişinin hutbe­sinin kısa, namazının uzun olması iyi anlayışının bir işaretidir” buyururdu.

Hutbede, ashabına İslâm’ın esaslarını öğretir, gerektiğinde onlara bazı şeyleri emreder, bazılarını da yapmayın derdi. Nite­kim, hutbe okurken camiye giren adama, iki rekât namaz kılmasını emretmiş, halkın omuzlarına basarak ilerleyen birine de,

“Böyle yapma, otur” demiştir.

Bir soru sorulduğunda veya başka bir sebeple, hutbesini keser, soruya cevap verir, sonra hutbesine devam eder, tamamlardı. Ge­rektiğinde minberden iner, sonra çıkıp hutbesini tamamlardı. Ni­tekim, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için inmiş, onları alıp tekrar minbere çıkmış ve hutbesini tamamlamıştır. Hutbede, icabında

“Ey filan gel, otur; ey filan namaz kıl” diye seslenir, gerekeni emre­derdi. İçlerinde ihtiyaç sahibi birini görürse, halkı yardıma çağırır, teşvik eder, Allah’ı andıkça şehadet parmağıyla işaret eder, ellerini kaldırıp yağmur duası yapardı.

Cuma günü -gerektiğinde biraz bekler, cemaat toplanınca mescide girer, onlara selâm verir, minbere çıkınca kıbleye dönüp dua etmez, yüzünü halka çevirip otururdu. Bilâl-i Habeşî ezana başlardı. Bitirince, Hz. Peygamber hemen kalkar ve hutbesini irad ederdi.                      

Minber yapılmadan önce savaşta bir yaya, cumada da bir değneğe dayanarak hitabederdi. Minber yapıldıktan sonra, bunları da terketmiş ve hiçbir zaman eline kılıç alarak hutbe okumamıştır.

Minber yapılmadan önce, mescide konan bir hurma kütüğüne yaslanarak hitabede bulunurdu. Minber yapılınca, bu kütüğü ter­ketmiş ve kütükten çıkan iniltiyi mescidde bulunanlar işitmiştir. Minberi, üç basamaklı idi. Mescidin batısına konmuştu. Minber ile batı duvarı arasında bir koyun geçecek kadar mesafe vardı.

Cumadan başka günlerde de Hz. Peygamber minbere çıkıp oturunca, yahut da cuma günü ayakta hutbe irad ederken sahabe ona doğru dönük vaziyette otururlardı. Kendileri ayakta birinci hutbeyi okur, sonra kısa bir müddet oturur, sonra kalkar ve ikinci hutbeyi okurlardı.

Hutbe bitince, Bilal-i Habeşî kaamet getirirdi. Daha önce de, cemaatin Resulullah’a yaklaşmalarını, sessizce hutbeyi dinlemele­rini  söylerdi.

 

Cami:

 

ÜM’e göre, cumanın cami içinde kılınması şart değilken, Maliki Mezhebine göre şarttır: [301]

 

Tek Cami Ve İlk Kılınan Cuma: [302]

 

(a) Hanefî Mezhebi içinde, bu konuda, birkaç görüş bulun­maktadır:

(1) Sahih görüşe göre, cuma kılınan yerlerin çokluğu -biri diğerinden önce kılsa bile- namazın  sahih  olmasına   engel değildir. Fakat herhangi bir yerde, cuma kılınan bir başka yer­deki cemaatin daha önce kıldığını kesin biliyorsa, zuhr-i âhir kılması vaciptir.  Efdal olan zuhr-i  âhiri  -halk farz  sanmasın diye- evde kılmaktır. Bu namaza, sünneti müekkede de denebi­lir. Başka camideki cemaatin kendilerinden  önce  kıldığında şüphelenince zuhr-i âhiri kılmak menduptur; bu namazın her rekâtinde kıraat yapılır. Evlâ olan, dört rekâtlik sünnetten sonra kılınmasıdır.

(2) Ebu Hanife’ye göre, bir şehirde, yalnız bir yerde Cuma kılınır.

(3) Ebu Yusuf’a göre, şehrin ortasından nehir geçer ve şehir ikiye bölünmüş olursa veya şehir büyük olursa iki yerde Cuma kılınabilir.

(4) eş-Şeybanî’ye göre, kayıtsız şartsız birden fazla camide cuma namazı kılınabilir. Bu görüş, Ebu Hanife’den de nakledi­lir. Büyük hanefî hukukçu Serahsî der ki:

“Ebu Hanife mezhe­binde muteber olan ictihad, cumanın bir şehirde birkaç yerde kılınabileceğidir.”

(b) Şafiî Mezhebine göre, ihtiyaç olmadan birkaç camide cuma kılınırsa ilk kılınan sahihtir. Bunun şartı da önce kılman diğerlerini iftitah tekbirinde geçtiğinin kesinlikle sabit olmasıdır. Tekbiri birlikte alırlar veya kimin önce aldığında şüphe ortaya çıkarsa, hepsinin namazı bâtıl olur. Mümkünse hep birlikte topla­narak cumayı yeniden, mümkün değilse öğle namazını kılarlar. İhtiyaç dolayısıyla,  cuma kılınan camiler çoğalırsa, hepsinin cumaları sahih olur, ancak bu durumda da cumadan sonra öğle kılmak menduptur. Bazı şafiî hukukçular, ihtiyaç da olsa birkaç yerde cuma kılmanın sahih olmayacağına hükmederken, bazıları aradan nehir geçerse sahih, diğer bazıları da birbirine yakın köy­lerin zamanla birleşerek bir büyük yer meydana getirmesi halinde sahihtir görüşündedir. Sahih olan, ihtiyaç halinde birkaç yerde cuma kılınabileceğidir. [303]

(c) Maliki Mezhebine göre, zaruret bulunmadıkça, cuma tek camide kılınır. Bununla birlikte, devletçe izin verilmişse birden fazla camide de  kılınabilir. Bu  gibi camiler için de, dört şart aranır:

(1) Cemaatin yeni camiye rağbet etmemesi,

(2) Caminin dar gelmemesi,

(3) Halkın bir camide toplanmasının fitne ve fesada sebep olmaması,

(4) Hakimin yeni camideki cumanın sahih olmadığına hükmetmemesi. Zaruretsiz olarak birden fazla camide namaz kılınınca, izin verilenlerin en eskisi dışındakiler sahih olmaz. Cuma kılınan caminin, ayrıca oturulan   yerde veya hemen yakınında olması gerekir. [304]

(d) Hanbelî Mezhebine göre, ihtiyaç dolayısıyla birkaç yerde cuma  kılınması  -veliyyu’1-emr  (devlet  başkanı  veya vekili)  izin versin veya vermesin- sahihtir, anak bu durumda cumadan sonra öğleyi kılmak evlâdır. Cumanın birkaç yerde kılınması ihtiyaç do­layısıyla olursa, veliyyulemrin bizzat bulunduğu veya izin verdiği camideki namaz sahihtir. Birden fazla camide cuma kılınmasına -ihtiyaç  olmaksızın-  izin verilmişse  veya   izin   verilmemişse   en önce kılınan sahih olur. Önce kılma iftitah tekbirine göre düzenle­nir. Hepsi birlikte aynı anda namazı kılınca ve bu kesinlikle bili­nince ki bâtıl olur. Mümkünse cuma yeniden kılınır, değilse öğle namazı  kılınır. Hangi caminin önce kıldığı bilinmeyince, her­hangi birinde kılınan cuma sahihtir, cumanın adesi gerekmez, ancak hepsinin öğleyi kılması gerekir. [305]

Cumanın bir merkezde yalnız bir tek camide kılınmasının şart olduğu daha ziyade Şafiî ve Hanbelî Mezhepleri tarafından ileri sürülmektedir. Bunlar da, zaruret bulunduğu, msl. bir cami bü­tün cemaati almadığı takdirde, cumanın birden fazla camide kılınabileceği ifade etmişlerdir. Cemaate göre caminin genişlediği düşünülürse, fiilen cumaya gelen cemaat değil, mükellef olan ce­maatin gözonüne alınacağı da unutulmamalıdır.  Bu takdirde, hemen bütün şehirlerde birden fazla camide cumanın sahih olacağı ortaya çıkmaktadır.

(e) Caferi Mezhebine göre, cuma kılınan iki yerin arası, üç milden az olmalıdır. İki yerin arası, üç mil ve daha fazla olunca, her ikisi de sahihtir. Yerleşim yeri büyük olunca, her üç milde bir cuma kılınması caiz olur.

 

Herkese Açık Olması (İzni Amm): [306]

 

Hanefî Mezhebine, Evzâî ve Huyeyb b. Ebî Sâbit’e göre, cuma namazı kılınacak yerin, devletçe izin verilerek herkese açık ol­ması gerekir. Devlet başkanı evinde cuma kıldırırsa, kapısını açık bırakarak girme izniyle namaz kerahetle sahihtir. Kaleler de bu hükümdedir.

 

Bina:

 

(a) Şafiî Mezhebine göre, cuma namazının, toplu halde yaşayan insanların bulunduğu yerde kılınması gerekir.  Bu yerin şehir, köy, mağara, kale olması sonucu değiştirmez. Şehir dışındaki açık alanda namaz  kılmak sahih  değildir. Bu konuda mutemed ölçü şudur: Namazın kasr (kısaltma) ile kılındığı yerde cuma sahih değildir,  kasru’s-salatın uygulanmadığı yerde  sahih­tir[307].

(b) Maliki Mezhebine göre, cuma namazı kılınacak caminin, bina olması şarttır.  Bu binanın, en az şehrin normal binalarına eşit olması gerekir. Meselâ pişmiş tuğla ile bina yapmak âdetse, pişmemiş kerpiçten yapılmış camide cuma kılınmaz. [308]

 

Cemaat: [309]

 

Şart Olması:

 

Bütün hukukçulara göre, cuma namazının cemaatle kılınması, sahih olma şartıdır.

Hanefî Mezhebine göre, cemaat, muktedî ve imam, cumanın in’ikad; Züfer’e göre hem in’ikad, hem beka şartıdır. Bu sebeple, bir rekâti secdesiyle tamamlayınca cemaatin çıkması halinde, namaz cuma olarak tamamlanır; Züfer’e göre teşehhüd miktarı oturmaz­dan önce cuma bozulur, öğle yeni baştan kılınır.

Yine hanefî hukukçular başka bir konuda daha ihtilaf halin­dedir: Ebu Hanife’ye göre cemaat imam hakkında tahrimen değil, edanın in’ikad şartıdır; Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre ise, tahrimenin in’ikad şartıdır. Bu görüş ayrılığına bağlı olarak, cemaat bir rekâti secdesiyle tamamlanmazdan önce, tahrimeden sonra namazdan ayrılacak olsa, Ebu Hanife’ye göre -Züfer’in görüşü gibi-namaz bozulur; Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre namaz bozulmayıp, cuma olarak tamamlanır.

 

Sayısı: [310]

 

Şevkanî’nin İbnu’l-Haceri’l-Askalani’nin Fethu’1-Bâri adlı eserinden nakline göre, cuma namazındaki cemaat sayısı (nisâbu’l-cum’a) hakkında -bir kişiden seksen kişiye kadar uza­nan- onbeş farklı ictihad bulunmaktadır:

 

Belli Sayıların Benimsenmesi:

 

I. Ara Sayılar:

 

A. İki Kişi:

 

en-Nehaî, Hasen b. Salih, Taberî, Zahirî Mezhebi ve Şevkani’ye göre, cuma için diğer namazlarda olduğu gibi, imamla birlikte iki kişi yeterlidir.

 

B. Üç Kişi

 

Ebu Yusuf, eş-Şeybanî, Evzaî, Hâdî ve Ebu Sevr’e göre, cuma kılabilmek için imamla birlikte üç kişi bulunması gerekir.

 

C. Dört Kişi:

 

Hanefî Mezhebi (Ebu Hanife), el-Mueyyed Billah, Sevrî, -bir başka nakilde- Evzaî ve Ebu Sevr ile Muzeni’ye ve Suyûti’ye göre, imamla birlikte dört kişi bulunması şarttır. Hanefî Mezhebine göre, hutbede bu sayının bulunması şart olmayıp, bunun için bir kişi de yeterlidir.

Caferi Mezhebine göre, imam dışında, dört kişi bulunması şarttır; bu sayı bulunmazsa cuma in’ikad etmez.

 

D. Yedi Kişi:

 

Cuma kılabilmek için gerekli sayının yedi olduğu İkrime’den nakledilir.

 

E. Dokuz Kişi:

 

Bu görüş de, Rebi’, eş-Şeybânî, Zührî ve Evzâî’den nakledil­mektedir.

 

F. Oniki Kişi:

 

Rebi’a, İshak b. Râheveyh, Zuhrî, Evzaî ve Maliki Mezhebine göre, cumanın sahih olması için, cemaatin oniki kişi olması gere­kir; imam bu sayıya girmez. Maliki Mezhebine göre, köyde kılınan ilk cuma namazında, -racih görüşe göre- bütün köylünün değil, oniki kişinin bulunması gerekir.

 

G. Onüç Kişi:

 

İshak b. Raheveyh’e göre, imamla birlikte onüç kişinin bu­lunması şarttır.

 

H. Kırkbir Kişi:

 

eş-Şafîî, Ömer b. Abdilaziz ve bir grup hukukçuya göre, cuma namazının sahih olması için, kırkbir kişinin kılması şarttır.

 

II. Onluk Sayılar:

 

A. Yirmi Kişi:

 

Cuma namazının yirmi kişiyle kılınacağı, Malik, Ömer b. Abdilaziz ve Ahmed b. Hanbel’den nakledilir.

 

B. Otuz Kişi:

 

Bu görüş de, aynı şekilde Malik’ten nakledilir.

 

C. Kırk Kişi:

 

Şafiî ve Hanbelî Mezhepleri ile -bir nakilde- Ömer b. Abdilaziz’e göre, imamla birlikte bile olsa, cuma namazının sahih olması için, kırk kişinin bulunması şarttır. Şafiî Mezhebine göre, sayı bundan az olursa telfiki, meselâ temizlik konusunda başka mezhep­lerin görüşünü uygulamak, bu sayıyı şart koşmayan mezhebi taklid etmek caizdir.

 

D. Elli Kişi:

 

Ahmed b. Hanbel, Mâzirî ve Ömer b. Abdilaziz’den, elli kişinin kılması görüşleri nakledilir.                                  

 

E. Seksen Kişi:

 

Mazirî’nin nakline göre, cuma namazının sahih olması için seksen kişi tarafından kılınması şarttır.

 

Sayısı Çok Cemaatin Benimsenmesi:

 

Belli  bir  sayıyla  kayıtlamadan  kalabalık  bir  cemaatin  bu­lunması,  İmam  Malik’ten  nakledilir.  İbnu’l-Haceri’l-Askalanî,  de­lil yönünden bu görüşü tercihe şayan olarak görür.

İbn Rüşd, Malik’ten bu görüşün açıklamasını nakleder: Cuma namazı kırktan aşağısında, fakat üç ve dörtten fazlasında sahihtir.

 

Mükelleflerin Meydana Getirmesi: [311]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre,  cuma namazının  sahih olması için, cemaatin, erkeklere beş vakit namazda imamlık yapabilecek şartları taşıması gerekir. Bu şartlar da erkeklik, akıl ve bulûğdur.

(b) Şafiî ve Caferî Mezheplerine göre, cemaatin cuma mükel­lefi, yani hür, mukim ve akıllı erkek olması şarttır.

(c) Malikî ve Hanbelî Mezheplerine göre, cumayı kılacak ce­maatin, cuma mükellefi olması gerekir.

 

Yerli Halktan Olması: [312]

 

Şafiî ve Malikî Mezheplerine göre, cumayı kılan cemaatin yerli halktan olması gerekir. Meselâ ticaret için bulunan veya dört gün kalmaya niyet edenlerin meydana getirdiği cemaatle kılınan namaz, cuma olarak sahih olmaz, en az kırk yerli cemaat bulun­malıdır.

 

İktida Niyeti: [313]

 

Şafiî Mezhebine göre, imamın imamete, cemaatin de iktidaya niyet etmesi cuma namazının sahih olması için şarttır. Niyet bu­lunmazsa, cuma namazı in’ikad etmez.

 

Namazda Hazır Bulunmak:

 

Namazın Sonuna Kadar Bulunmak: [314]

 

Şafiî, Malikî ve Hanbelî Mezhebi ile hanefî hukukçu Züfer’e göre, cuma namazının sahih olması için, namazın sonuna kadar cemaatle kılınması gerekir:

(a) Şafiî Mezhebine göre, cemaatin namaza kaza etmeyecek şekilde hutbenin başında namazın sonuna kadar devam etmesi ge­rekir. Bu da birinci rekâtin sonuna kadar bir özür sebebiyle na­mazın iadesinin gerekmemesiyle gerçekleşir. İkinci rekâtte cema­atin bulunması şart değildir. Bu sebeple, ikinci rekâtte imamdan ayrılmaya veya imam cemaatten ayrılmaya niyet eder ve namaz­larını kendi başlarına tamamlarlarsa, bütünü için cuma namazı sahihtir. İçlerinden birinin namazı imamın selâmından önce veya sonra bozulursa, hepsinin cuması bozulmuş olur. Çünkü gerekli sayı, namaz tamamlanana kadar şarttır. Bu durumda, vakit genişse cuma yeniden kılınır, mümkün değilse öğleyi kılmaları gerekir.

(b) Maliki Mezhebine göre, cemaatin, hutbenin başında na­mazın sonuna kadar bulunması gerekir. İçlerinden birinin namazı imamın selâmından sonra, kendi selâmından önce bozulursa hepsininki bozulmuş olur.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, kırk kişinin hutbe ve namaz so­nuna  kadar bulunması gerekir. Kırk kişinin   değişmeksizin bu­lunması gerekli değildir. Bu sebeple, meselâ kırk kişi bütün hutbe­ye, fakat namazın bir kısmına katılır, ayrılanlar kadar cemaat ge­lirse namaz sahihtir, bu durumda gerekli sayıda cemaat gelmeden ayrılmakla cuma namazı bâtıl olur, mümkünse cuma namazının iadesi gerekir. Son durum kırk kişiyi şart koşmayan  mükellef­lerde gerçekleşince, onların şart koştuğu sayıya kadar eksilince, bu mükelleflerin namazı bozulmayıp, imamın içlerinden birini istihlâf etmesi gerekir, kendi namazı ise bâtıl olur. Cemaat değil de, imam kırk sayısını aramadığında,  sayı yukarıdaki gibi kırkı ta­mamlamadan eksilirse hepsinin namazı bozulur.

 

Birinci Secde Sonuna Kadar Bulunmak: [315]

 

Hanefî Mezhebine (Ebu Hanife’ye) göre, cuma namazının sa­hih olması için, gerekli sayıdaki cemaatin, namazın birinci secde­sinin sonuna kadar hazır bulunması gerekir:

(a) Ebu Hanife’ye göre, imam hakkında cemaat, tahrimenin eda şartıdır.

(b) Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre, cemaat, tahrimenin in’ikad şartıdır.

Bu görüş ayrılığına bağlı olarak, cemaat bir rekât tamamla­madan kalkar giderse, ilk görüşe göre cuma namazı bozulur, öğle kılınır; ikinciye göre cuma namazına devam edilir.

 

Tekbiri İmamla Birlikte Almak: [316]

 

Şafiî Mezhebine göre, cumayı kılmak için gerekli, kırk kişinin, iftitah tekbirini, imamın tekbirinden hemen sonra, rükûdan kalkmadan Fatiha’yı okuyacak ve rükû yapacak kadar bek­lemeden alması gerekir.

 

Maliki Ve Hanefi Mezheplerine Mensup Olmak: [317]

 

Maliki Mezhebine göre, cuma için gerekli sayıdaki cemaatin, Maliki, veya Hanefî Mezhebine mensup olması gerekir. Kırk kişinin bulunmasını şart koşan Şafiî ve Hanbelî mezheplerine mensup olanlar Maliki ve Hanefî Mezhebini taklid ederse namaz sahih, aksi halde bâtıldır.

 

Yerleşim Merkezi: [318]

 

Şart Olması:

 

(a) Hanefî Mezhebine  göre,  cuma  namazı kılınacak yerin, şehir (mısr) veya şehir hükmünde olması gerekir. Şehre yakın yer­ler de ondan sayılır. Kâsânî, bunun hem sahih, hem farz olma şartı olduğunu belirtir.

(b) eş-Şafiî’ye göre, hür ve mukim kırk erkeğin oturduğu her yerleşim merkezindeki mükelleflere, cuma farzdır   ve bunlarla cuma kılınabilir.

(c) Malikî Mezhebine göre, cuma kılınacak yerleşim merke­zinin, şehir olması şart değildir. Önemli olan, oturulan yer ve bu­nun 3.3 mil çevresinde devamlı ikamettir.

 

Şehrin Tanımı:

 

Şehrin (mısr) tanımı hayli ihtilaflıdır:

(a) Ebu Hanife’ye göre, sokak ve caddeleri, çarşısı, meskûn yeri ve valisi olan yer şehir adını alır. Kâsâni’ye göre esah olan da budur.

(b) Ebu Yusuf’tan üç tanım nakledilir:

(1) Bir idareci (emir) ve hudud ile ahkâmı uygulayabilecek bir hakimin, kadı’nın) bulunduğu yer. Ebu Hanife’nin meşhur görüşü de budur.

(2) Yerleşim merkezinde oturanlar bir camide toplanır ve bu cami onları almazsa, devlet başkanı onlara bir cami daha ya­par ve kıldıracak imam tayin eder.

(3) Onbin ve daha fazla nüfuslu yer.

(c) Kerhî’ye göre, hudud (ceza) ve ahkâmın uygulandığı yer­dir.

(d) Bazı hanefî hukukçulara göre, her sanatkârın yıllık ka­zancını  başka bir sanata  muhtaç olmaksızın (yani    meslek değiştirmeksizin) sağlayarak yaşadığı yerdir.

(e) Abdullah b. el-Belhî’ye göre, en büyük camisi, cuma ile mükellef olanları  almayacak kadar  nüfusu  olan  yerdir. Hanefî hukukçuların çoğunluğunun fetva verdiği görüş de budur.

(f) Ebu’l-Kasım’ es-Saffar’a göre, düşmanın tecavüzüyle karşılaşınca müdafa ve püskürtmeye kudreti yeterli yerdir. Bu yerde oturulabilir, hakim tayin edilebilir.

(g) Sevrî’ye göre, insanların şehir kavramıyla  anladıkları yerdir.

Dikkat edilince, görüleceği gibi, son tanım dışındakiler, hepsi, hanefî hukukçuların tanımıdır.

 

Şehir Hükmündeki Yerin Tanımı:

 

Bir grup hukukçuya göre,  şehir dışında bulunanlara cuma farz değildir, bir gruba göre farzdır. [319]

Cuma namazının şehir dışındakilere de farz olduğunu be­nimseyenler arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır:

(a) Bir gruba göre, ezanın duyulduğu yer şehir hükmündedir:

(1) Malik’e göre, bu uzaklık üç mildir.

(2) Ebu Yusufa göre, ezanın  duyulabileceği  uzaklıktaki yerdir.

(3) eş-Şafiî’ye göre, bir köyde kırktan az mükellef bulunur ve ezanı duyarlarsa, şehre cuma kılmaya gitmeleri gerekir.

(b) Bir gruba göre, cuma kılınan yerle arası bir gün uzaklıktaki (mesiratü yevm) yerdir. İbn Rüşd, bunun şâzz bir görüş olduğunu belirtir.

(c) -Bir nakilde- Ebu Yusuf’a göre, şehir çevresine bitişik yer­lerdir.

(d) Bazılarına göre, şehir binalarının bittiği yere kadar olan yerdir.

(e) -Bir başka nakilde- Ebu Yusuf’a göre, bir mil veya üç fer­sah uzaklıktaki yerdir.

(f) Bazılarına göre, bir veya iki mil uzaklıktaki yerdir.

(g) Çeşitli hukukçulara göre, altı mil uzaklıktaki yerlerdir.

(h) el-Hasenu’1-Basrî’ye göre, dört fersah uzaklıktaki yerdir.

(i) Bazılarına göre, cuma için şehre gelerek hiçbir zorluğa katlanmadan ailesiyle burada geceleyebilecek yerdeki mükellefle­rin ikametgâhıdır. Kâsânî bunu “güzel” olarak değerlendirir.

İlk cuma ile ilgili hadisler, cumanın köylerde de kılınabile­ceğini göstermektedir. Nitekim, Diyanet İşleri Başkanlığı bu konudaki bir izin talebine, 06. 02. 1933 tarihinde şu cevabı vermiştir:

“Cuma namazı farz ve bunun farziyeti Kitap, Sünnet ve îcmâ ile sabittir. Bütün mezhep imamlannca kat’i olan cihet, onun farz ve şeriat-i İslâmiyeden olmasıdır. Cuma’nın sıhhat-i edası için serdedilen şerait-i sâirenin edillesi kat’i olmadığından, onlar müctehidler arasında muhtelefun fihtir. Mısır (şehir) ve izn-i hakim gibi şartların vücud ve adem-i vücudu, farz olan cumanın cevazına haiz-i tesir değildir. Binaenaleyh, ufak bir köyde bile bu farzı eda edecek cemaat bulunur ve müsaade için müracaat vukubulursa onlara izin verilmesi iktiza edeceği...” [320] Kâsânî, hac mevsiminde Mina ve Arafat’ta cuma kılınmasının da, aynı tartışma sebebiyle bu konu içinde ele alınması gerektiğini belirtir.

 

Cami Dışında -Açık Alanda- Cuma Kılmak: [321]

 

(a) Hanefî Mezhebi içinde, bu konuda birkaç görüş bulunmak­tadır:

(1) Müfta bin görüşe göre, devletin izni ve şehre bir fersah (1 km.) uzak olmaması veya açık alanın şehirle ilgili bulunma­sı   (meselâ   spor   tesisleri   ve   mezarlıklar)   şartlarıyla   şehir dışında açık alanda cuma kılınabilir.

(2) Ebu Yusuf’a göre, devlet başkanı bir veya iki mil şehir dışına çıkıp namaz vakti gelince cuma namazını kıldırabilir.

(3) Bazılarına göre, şehir binalarının bittiği yerden sonra­ki arazide cuma kılınmaz.

(4) Bazıları da, Mina’da cuma kılınabileceğini caiz görüp görmemesine bakarak, Ebu Yusuf ve Ebu Hanife’ye   göre kılınabilir, eş-Şeybanî’ye göre kılınamaz görüşünü belirtir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cuma namazının toplu haldeki bina­ların bulunduğu  yerde  kılınması gerekir. Bu yerin  şehir, köy, mağara, kale olması  sonucu  değiştirmez. Şehir dışındaki açık alanda namaz kılmak sahih değildir. Bu konuda itimad edilen ölçü şudur: Namazın  kasr (kısaltma)  ile  kılındığı yerde cuma sahih değil, kasru’s-salatın uygulanmadığı yer de sahihtir.

(c) Maliki Mezhebine göre de, şehir dışında ve çadırda cuma namazı   kılınmaz.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, örfen şehrin binalarına yakın olan yerde de, cuma namazı kılınabilir.

 

Vaktinde Kılmak: [322]

 

Vakit girmezden önce ve çıktıktan sonra cuma namazı kılmak sahih değildir:

(a) Hanefî Mezhebine göre, cuma namazını bütünüyle kılmadan -teşehhüd miktarı oturulsa bile- vakit çıkınca cuma na­mazı bozulur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, hem namazın, hem de hutbenin ke­sinlikle öğle vaktinde yerine getirilmiş olması gerekir.

(c) Maliki Mezhebine göre, cuma namazının vakti, güneş ba­tana kadar devam eder.  Bu duruma, namaza hutbe ve bir rekât olacak kadarlık bir zaman kalınca başlanmaz, öğle kılınır, taşlanırsa namaz yine de sahih olur. Tamamen kılacağına inanarak cumaya  başlanır ve fakat tamamlanmazdan  önce güneş batarsa, bu, secdeleriyle birlikte bir rekât tamamlanmasından sonra olunca namaz cuma, bundan önce öğle olarak tamamlanır.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, cumaya son vaktinde başlanınca, amaz yine cuma olarak tamamlanır.

(e) Caferî Mezhebine göre, cumaya başlandıktan sonra vakti ıkarsa, namazın bir rekâti kılınmışsa, sahih olur, aksi halde bâtıl lur. Cumanın vakti kaçırıhrsa, öğle kılınır, cumanın kazası yoktur.

 

İmam:

 

Devlet Başkanı ve Vekili (Resmî Vazifeli): [323]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, cuma namazını kıldıracak İmamın devlet başkanı  (veliyyulemr) veya onun vekâlet  verdiği kimse (naib) olması gerekir. Vekil, devlet başkanının izni olmasa bile yerine bir başkasını vekil tayin edebilir; bazı hukukçular bu konuda  devlet başkanının  izni  bulunmalıdır görüşünü  savunur.

Devletin izni, cami yapılırken ve ilk hutbe okunurken istenir.O zaman verilen izin bundan sonrası için de muteberdir. [324] Bu şart gerçekleşmeyince, cuma in’ikad   etmez, öğle kılınır. Devlet başkanı, kadın veya   çocuk yaşta biri   olursa, onların cuma’ kıldırması sahih değildir, başka ehil birini vekil tayin etmeleri gerekir. [325]

(b) ÜM’e göre, cuma namazı için izin almak şart değildir: [326]

(1) Şafiî hukukçulardan Gazzalî, bu konuda, “Sultanın hazır bulunması veya izni şart değildir; fakat izin almak daha iyidir”  demektedir.

(2) Hanbelî hukukçu İbn Kudâme ise, şu açıklamayı yapar: “Halife  veya  sultanın  (imamın, devlet başkanının)  izni  şart değildir.  Hz.  Osman evine kapanıp asiler evi sarınca,  Hz. Ali cumayı kıldırmış, sonradan Hz. Osman da bunu tasvib etmiştir. Ubeydullah b. Adi, bu hususu şikâyet edip  arkasında namaz kılmak zoruma gidiyor deyince, Hz. Osman şunları söylemiştir: Namaz insanların eda ettiği amellerin en iyilerindendir. Onu hakkıyla   kılıyorlarsa sen  de  onlarla birlikte kıl demiştir. Şam’da fitne  doksan sene sürmüş ve bu sırada cuma kılınmıştır.”

Açıklandığı gibi bazı müctehidler devlet başkanının bulun­masını, namazı onun veya temsilcisinin yahut da izin verdiği kimsenin kıldırmasını şart koşmuşlardır. Şart koşanların ileri sürdüğü deliller, incelenince bunların nassa dayanmadığı, sadece fitne ve kargaşayı önlemek gayesine bağlı bulunduğu görülmekte­dir.

Cuma namazında imamlık, şerefli vazife olduğundan, devlet başkanı veya onun temsilcisi varsa, bu şerefin ona ait olduğu kabul edilmiş, Hz. Peygamber ve halifelerinin bu namazı diğerleri gibi bizzat kıldırdıkları da gözönüne alınmıştır.

Bunlar bulunmadığı zaman, herkesin bu namazı kıldırmak isteyeceği, bunun da kargaşa ve kavgaya sebep olabileceği gözönüne alınarak, “kime izin verilirse cumayı o kıldırır” denmiştir. Fakat bu sözler devlet başkanı yahut da izni bulunmazsa cumanın sahih olmayacağını ifade etmez. Bu konuda, İbnu’l-Humam, şu görüşü belirtmektedir:

“Haklı bir sebebe dayanmadan veya zarar vermek için, sultan cumaya izin vermezse de cuma kılınabilir”. İbn Abidin ise, şu açıklamayı yapar:

“Vali vefat etse, yahut tehlike sebebiyle gelemese yahut da cuma kıldırmak hakkı olan kimse mevcut ol­masa, halk kendileri için bir hatip tayin eder...”

 

Cuma Mükelleflerinden Olması:

 

(a) ÜM’e göre, imamın, mukim olması şart değildir.

(c) Malikî Mezhebine göre de, şehir dışında ve çadırda cuma namazı kılınmaz.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, örfen şehrin binalarına yakın olan yerde de, cuma namazı kılınabilir.

 

Vaktinde Kılmak: [327]

 

Vakit girmezden önce ve çıktıktan sonra cuma namazı kılmak sahih değildir:

(a) Hanefî Mezhebine göre, cuma namazını bütünüyle kılmadan -teşehhüd miktarı oturulsa bile- vakit çıkınca cuma na­mazı bozulur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, hem namazın, hem de hutbenin ke­sinlikle öğle vaktinde yerine getirilmiş olması gerekir.

(c) Malikî Mezhebine göre, cuma namazının vakti, güneş ba­tana kadar devam eder. Bu duruma, namaza hutbe ve bir rekât kılacak  kadarlık bir zaman kalınca başlanmaz, öğle kılınır, başlanırsa namaz yine de sahih olur. Tamamen kılacağına inana­rak cumaya  başlanır ve fakat tamamlanmazdan  önce  güneş  ba­tarsa, bu, secdeleriyle birlikte bir rekât tamamlanmasından sonra olunca namaz cuma, bundan önce öğle olarak tamamlanır.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, cumaya son vaktinde başlanınca, namaz yine cuma olarak tamamlanır.

(e) Caferî Mezhebine göre, cumaya başlandıktan sonra vakti çıkarsa, namazın bir rekâti kılınmışsa, sahih olur, aksi halde bâtıl olur. Cumanın vakti kaçırılırsa, öğle kılınır, cumanın kazası yok­tur.

 

İmam:

 

Devlet Başkanı Ve Vekili (Resmî Vazifeli): [328]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, cuma namazını kıldıracak imamın devlet başkanı (veliyyulemr) veya onun vekâlet verdiği kimse (naib) olması gerekir. Vekil, devlet başkanının izni olmasa bile yerine bir başkasını vekil tayin edebilir; bazı hukukçular bu konuda devlet başkanının izni bulunmalıdır görüşünü savunur. Devletin izni, cami yapılırken ve ilk hutbe okunurken istenir. O zaman verilen izin bundan sonrası için de muteberdir. [329] Bu şart gerçekleşmeyince, cuma in’ikad etmez, öğle kılınır. Devlet başkanı, kadın veya çocuk yaşta biri olursa, onların  Cuma kıldırması sahih değildir, başka ehil birini vekil tayin etmeleri ge­rekir. [330]

(b) ÜM’e göre, cuma namazı için izin almak şart değildir: [331]

(1) Şafiî  hukukçulardan Gazzalî, bu konuda, “Sultanın hazır bulunması veya izni şart değildir; fakat izin almak daha iyidir” demektedir.

(2) Hanbelî hukukçu İbn Kudâme ise, şu açıklamayı yapar:

“Halife veya  sultanın (imamın, devlet  başkanının) izni şart değildir. Hz. Osman evine kapanıp asiler evi sarınca, Hz, Ali cumayı kıldırmış, sonradan Hz. Osman da bunu tasvib etmiştir. Ubeydullah b.  Adi,  bu hususu şikâyet edip  arkasında namaz kılmak zoruma gidiyor deyince, Hz. Osman şunları söylemiştir:

“Namaz insanların eda ettiği amellerin en iyilerindendir. Onu hakkıyla kılıyorlarsa sen de onlarla birlikte  kıl” demiştir. Şam’da fitne  doksan  sene  sürmüş ve bu sırada cuma kılınmıştır.

Açıklandığı gibi bazı müctehidler devlet başkanının bulun­masını, namazı onun veya temsilcisinin yahut da izin verdiği kimsenin kıldırmasını şart koşmuşlardır. Şart koşanların ileri sürdüğü deliller, incelenince bunların nassa dayanmadığı, sadece fitne ve kargaşayı önlemek gayesine bağlı bulunduğu görülmekte­dir.

Cuma namazında imamlık, şerefli vazife olduğundan, devlet başkam veya onun temsilcisi varsa, bu şerefin ona ait olduğu kabul edilmiş, Hz. Peygamber ve halifelerinin bu namazı diğerleri gibi bizzat kıldırdıkları da gözohüne alınmıştır.

Bunlar bulunmadığı zaman, herkesin bu namazı kıldırmak isteyeceği, bunun da kargaşa ve kavgaya sebep olabileceği gözönüne alınarak,

“Kime izin verilirse cumayı o kıldırır” denmiştir. Fakat bu sözler devlet başkanı yahut da izni bulunmazsa cumanın sahih olmayacağını ifade etmez. Bu konuda, İbnu’l-Humam, şu görüşü be­lirtmektedir:

“Haklı bir sebebe dayanmadan veya zarar vermek için, sultan cumaya izin vermezse de cuma kılınabilir”. İbn Abidin ise, şu açıklamayı yapar:

‘Vali vefat etse, yahut tehlike sebebiyle gelemese yahut da cuma kıldırmak hakkı olan kimse mevcut olmasa, halk kendileri için bir hatip tayin eder...”

 

Cuma Mükelleflerinden Olması:

 

(a) ÜM’e göre, imamın, mukim olması şart değildir.

(b) Maliki Mezhebine göre, imamın,  cuma  mükellefi olması şarttır. İmam, dört gün ikamete hutbe okumak için niyet etmemeli­dir. [332]

(c) Züfer’e göre, cuma kıldıracak imamın yolcu olmaması ge­rekir. Ona göre, köle ve hasta da imam olamaz. [333]

(d) Caferi Mezhebine göre, cuma imamında, beş vakit namaz imamındaki şartlar aranır. Başka namazlarda   çocuğun ve kadınların, kendileri gibilere imameti caizse de, cumada sahih olmaz.

 

Hutbe Ve Namazın İkisini de İfa Etmek:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, hutbeyi başkasının, namazı bir başkasının ifa etmesi caizdir.

(b) Maliki Mezhebine göre, cuma namazını kıldıran imamın, aynı zamanda hutbeyi de okumuş olması gerekir. Bu yüzden, cu­mayı, hutbeyi okumayan imam kıldırırsa, namaz sahih olmaz; an­cak istihlâfı gerektiren bir hal olunca, namazı başkası kıldırabilir, hatta bu durumda bile istihlâf özrünün, yatsı namazının ilk iki re-kâtindeki kıraat için yeterli zaman içinde kalkması beklendikten sonra, başkası kıldırabilir. [334]

(c) Caferi Mezhebine göre, hutbe ve cuma aynı imam ta­rafından yerine getirilmelidir.

 

İmamet Niyeti: [335]

 

Şafiî Mezhebine göre, cumayı kıldıracak imamın imamete, cemaatin de iktidaya niyet etmesi, cumanın sahih olması için şarttır.

Âyetlerde ve hadislerde cuma namazının şehirde kılınacağı, şu kadar cemaatle kılınacağı, ancak bir camide kılınabileceği, sul­tanın bulunması veya izin vermesi... gibi farz ve sahih olma şartlan zikredilmiş değildir. Bu şartlar, sözlerin delâletleri ve tat­bikattan, ictihad yoluyla çıkarılmış, üzerinde de ihtilâf edilmiştir. Şartlar üzerinde, lüzumundan fazla titizlik gösteren ve bu yüzden cuma gibi büyük bir ibadetin ifasını güçleştirenlere karşı olan islâm âlimleri vardır:

(a) İbn Rüşd, bu konudaki görüşünü şu şekilde açıklar:

“Bu mevzuda müctehidlerin ihtilaf etmelerinin sebebi, Hz. Peygamber cuma namazını daima cemaatle, camide ve şehirde kıldığı için bu vasıfların şart olma ihtimalidir. Cuma namazının daima  böyle kılınmış olduğunu görüp bunların şart olması gerektiğini kabul etmiş olanlar şart koşmuş, böyle görmeyenler de şart koşmamıştır. Ayrıca namaz çevresindeki bu davranış ve oluşların, namazla alâkasına da bakılmış, alakalı görenler şarttır demiş, görmeyenler şart olmadığı kanaatine varmışlardır. Bu sebeple, cemaatin şartı olduğunda ittifak etmişlerdir; çünkü cemaat, umumiyetle namaz­larda bulunan bir keyfiyettir. Malik, şehir ve sultanı şart koşr.ıamıştır; çünkü bunların namazla doğrudan bir alâkası yok­tur. Buna karşılık, namazla münasebetini gözönüne alarak, camiyi şart koşmuştur. İhtimalki bunların hepsi lüzumsuz derinleşme, ileri gitmedir; halbuki Allah’ın dini kolaylıktan ibarettir; birisi çıkıp pekâlâ şöyle diyebilir: Eğer bunlar cumanın muteber olması için şart olsaydı Rasulullah’ın susması ve bunları açıklamadan bırakması caiz olmazdı; çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur.

“İnsanlara gönderileni açıklayasın diye...,”

“İhtilafa düştükleri hususu onlara açıklaması için...” [336]

(b) Şah Veliyullah ise, şu görüşleri belirtmektedir:

“Cemaat ile bir nevi medeniyetin -cuma namazının farz ve sahih olması için- şart olmasını ümmet, âyet ve  hadislerin  lafız  ve  ifadelerinden değil, manevî yoldan  telakki  etmiş ve benimsemişlerdir. Çünkü Rasulullah   halifeleri  ve müctehid  imamlar cumayı şehirlerde kılıyorlar, kırlarda göçebe yaşayanları muaheze etmiyor,   sorumlu tutmuyorlardı. Asırlar ve devirler geçtikçe bunların şart olduğu ne­ticesine vardılar. Çünkü cumadan maksad, şehirde dini yaymak, merasimini açıkça ifa  eylemektir, bunun  için de  kılındığı yerin şehir olmasını,  medenî vasıtaların bulunmasını gözönüne  almak gerekmiştir. Bence en doğru olan köy demek mümkün olan en kü­çük yerin dahi cuma için kâfi geleceğidir... Kırk kişi şart  değildir, namazı kıldırmak önce uluîemre aittir, devlet başkanının bulun­ması şart değildir.” [337]

(c) Sıddık Hasan Han da cuma namazı için devlet  başkanı, şehir, belli sayı, cami ve tek yerde kılınma gibi  şartl&rın  ara­nacağına Kitap ve Sünnet’ten hiçbir delil yoktur görüşünü savunur.

Sonuç olarak şu söylenebilir: İttifak edilen şartlar dışında ka­lanlar üzerinde fazla durmamak ve bunlara riayet edeceğim diye cuma namazı gibi büyük bir ibadeti terk ve iptal etmemek gerekir[338].

 

6- Namaza Sonradan Yetişme: [339]

 

İkinci Rekâtte Yetişme:

 

Cuma namazına ikinci rekâtte kıyamdayken yetişen, cuma namazına yetişmiş olur; selâmdan sonra kılamadığı rekâti kendi başına tamamlar.

 

Son Oturuşta Yetişme:

 

Teşehhüdde Yetişme:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, cumaya -sehiv secdesinin teşehhüdünde bile olsa- neresinde yetişilirse yetişilsin, namaz cuma olarak tamamlanır. Bunun açıklaması şöyledir: Muktedî hakkında, namazın bütününde imamla ortak olma şart değildir:

(1) Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre, tahrimede ortaklık ye­terlidir.

(2) eş-Şeybanî’den nakledilen birinci  görüşte  birinci re­kâtte ortaklık şarttır;

(3) eş-Şeybanî’nin ikinci görüşü ve Züfer’e göre, namazın bir rüknünde ortaklık şartı aranır.

Bu görüş ayrılığına göre, inesbûk, namaza birinci veya ikinci rekâtte, ya da rükûda yetişirse cumaya yetişmiş olur; ikinci rekâtin secdesinde veya teşehhüdde katılınca, Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre yine yetişmiş olur, eş-Şeybanî’nin birinci görüşünde yetişmiş kabul edilmez, Züfer ve eş-Şeybanî’nin ikinci görüşünde yetişmiş olur. Selâmdan önce, teşehhüd mik­tarı oturduktan sonra veya selâmdan sonra sehiv secdesi yapıp tahiyyat namaza katılınca, Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre cu­maya yetişmiş olur; eş-Şeybanî ve Züfer’e göre yetişmiş olmaz, kılınacak namaz eş-Şeybanî’ye göre sırf öğle olmaz, dört rekâtte de kıraat yapılır, kade-i ûlâ, bir rivayette farzdır, diğer rivayette farz değildir.

(b) Şafiî ve Maliki Mezhepleri ile eş-Şeybanî’ye göre, cuma namazına sadece son oturuşta yetişince, namaz öğle olarak dört re­kât üzerinden tamamlanır; bu şekilde yetişmekle müdrik olunmaz.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, imamın arkasında,  secdeleriyle birlikte  bir rekât kılan kimse, namazı cuma, bu   kadarına yetişemeyen kimse -öğle vaktinde kılıyorsa- niyet etmek şartıyla öğle, niyet etmezse nafile olarak tamamlar. Son durumda, kendisi­ne öğle namazını kılmak vaciptir.                                        

 

Teşehhüdden Sonra Yetişme:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, cuma namazına teşehhüdden sonra yetişince namaz iki rekât olarak tamamlanır.

(b) ÜM, eş-Şeybanî ve Züfer’e göre, bu durumda namazı dört rekât olarak tamamlamak gereklidir.

 

7- Namazın Bozulması: [340]

 

Bozan Haller:

 

Genel Haller:

 

Namazı bozan genel haller cuma namazının bozulmasında da geçerliliğini aynen korur.

 

Özel Haller:

 

Cuma Vaktinin Çıkması: [341]

 

(a) Hanefi Mezhebine göre, -teşehhüd miktarı oturulsa bile- namaz  bütünüyle kılınmadan vakit çıkarsa,  namaz bozulur, öğle namazı kılınır. Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre, teşehhüdden sonra vaktin çıkmasıyla namaz bozulmaz, cuma olarak tamamlanır.

(b) Şafiî Mezhebine göre, hem hutbenin, hem namazın öğle vaktinde yerine  getirilmiş olması, cuma namazının   sahih olma şartıdır. Ancak kılınacak kadarlık bir zaman kaldığında namaza başlanırsa, bu uzama sebebiyle namaz bozulmaz, öğle niyeti yap­maksızın  cuma  tamamlanır,  kalan  kısımda  kıraat  gizli yapılır, böyle bir durumda namazı kesip öğleye başlamak haramdır. Vakit daraldığı halde cumayı kılabileceklerini zannederek   namaza başlar ve fakat tamamlamazdan önce vakit çıkarsa, namaz bozu­lur, öğleye de dönüşmez.

(c) Malikî Mezhebine göre, cuma namazının vakti, güneş ba­tana kadar devam eder. Bu durumda, namaza, hutbe ve bir rekât kılacak kadarlık bir zaman kalınca başlanmaz, öğle kılınır, başlanırsa namaz yine de sahihtir. Tamamen kılacağına inanarak cumaya başlanır ve fakat tamamlanmazdan önce güneş batarsa, bu, secdeleriyle  birlikte   bir  rekât  tamamlanmasından  sonra  olunca namaz cuma, bundan önce öğle olarak tamamlanır.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, cumaya son vaktinde başlanınca, namaz yine cuma olarak tamamlanır.

(e) Caferî Mezhebine göre, bir rekât kılınmadan vakit çıkmışsa, namaz bozulur, öğle kılmak ihtiyat bırakılmaz.    

 

Cemaatin Birinci Rekâtın Secdesinden Önce Dağılması: [342]

 

(a) ÜM ile Züfer’e göre, cuma namazının sahih olması için, cemaatin namazın  başından sonuna kadar hazır bulunması gere­kir.

(b) Hanefî Mezhebi içinde, bu konuda iki görüş bulunmakta­dır:

(1) Ebu Hanife’ye göre, -cemaat imam hakkında tahrimenin eda şartı olduğundan-  cemaatin  birinci secdeden   önce dağılması halinde namaz bozulur.

(2) Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre, -cemaat tahrimenin in’ikad şartı olduğundan- böyle bir durumda namaz bozulmaz. İlk görüşe göre, daha sonra öğle namazına, ikinciye göre cuma na­mazına devam edilir. Züfer’in görüşünü, üçüncü görüş olarak kabul etmeliyiz.

 

Bozulan Namazın Hükmü: [343]

 

Genel Hallerde:

 

Genel hallerden biriyle bozulan cuma namaza için de, yine diğer namazlar için uygulanan bina (namaza kaldığı yerden de­vam) veya istikbal (yeniden başlama) çözüm yollarından biri seçi­lir.

 

Vaktin Çıkmasında:

 

Vaktin çıkmasıyla bozulan namaz için ne yapılacağı, bu ha­lin namazı bozması açıklanırken ele alındı.

Cemaatin birinci rekâtin secdesinden önce dağılması da, aynı şekilde az önce ele alındı.

 

8- Cumanın Mendupları: [344]

 

Cumaya Hazırlık:

 

Cuma müslümanlar için bir bayram günüdür. Bunun için bir önceki günden hazırlık yapılmalıdır:

 

Vücut Temizliği:

 

Organların Düzgünleştirilmesi Ve Koku Sürünmek:

 

Cuma günü tırnakları kesmek, bıyıkları düzeltmek, etek ve koltuk tıraşı ile koku sürünmek menduptur.

 

Gusül: [345]

 

(a) ÜM’e göre, cuma günü gusletmek sünnettir. Bu hanefî hu­kukçulardan el-Hasen b. Ziyad’a göre cuma günü, Ebu Yusuf’a göre cuma namazına aittir.

(b) Maliki Mezhebine göre, cuma günü gusül yapmak, sünnet değil, menduptur.

(c) Zahirî Mezhebine göre, cuma günü gusül farzdır. Bu görüş, Malik’ten de nakledilir.

 

Ezandan Sonra Ahş-Verişi Bırakmak: [346]

 

Bu konu, Cuma Mükellefliği bölümünde ayrıca ele alınmıştır.

 

Kehf Sûresini Okumak:

 

Cuma günü ve gecesi Kehf sûresini okumak menduptur. Ca­milerde okunması başkasını şaşırtır veya sesin yükseltilmesi vb. şekilde mescidin hürmetini zedelerse doğru değildir.

 

Salavât Okumak:

 

Cuma günü bol bol salavât okumak ve bol bol dua etmek men­duptur.

 

Camiye Erken Gitmek:

 

Cuma günü, -imam dışındakilere- camiye erken gitmek men­duptur. Erken gitmek için, belli bir vakit yoktur. Ezandan önce de gidilebilir.

 

Ağırbaşlı Yürümek:

 

(a) ÜM’e göre, camiye bir saat varken veya daha önce ya da sonra gitmek menduptur.

(b) Malikî Mezhebine göre, cumaya zevalden az önce hacira denen vakitte gitmek mendup, tebrik denen bundan önceki vakitte gitmek mekruhtur.

 

Güzel Giyinmek:

 

(a) Hanefî  ve  Şafiî Mezheblerine  göre,   en  güzel  elbiseleri giymek menduptur, efdal olan beyaz renklilerdir.

(b) Malikî Mezhebine göre, cuma günü beyaz renkli elbise giymek menduptur. Cuma bayram gününe rastlarsa, -siyah renkli de olsa- yeniyi giymek, cumaya giderken beyaz renkliyi giymek mendup olur. Böylelikle, hem   bayramın, hem cumanın hakkı ödenmiş olur.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, cuma günü sadece beyaz renkli elbise giymek menduptur.

 

9- Cuma Günüyle İlgili Mekruhlar: [347]

 

(a) Şehirlerde cemaatle öğle namazı kılmak, hem mazeretli, hem mazeretsizler için mekruhtur.

(b) İç ezan okunduktan sonra alış-veriş yapmak Hanefî Mez­hebine göre, mekruhtur.

(c) Cuma günü ile ilgili diğer mekruhlar ilgili konular an­latılırken teker teker ele alınmıştır.

 

ÜÇÜNCÜ AYIRIM CENAZE NAMAZI

 

Cenaze namazı, müslümanların hasta ve cenazeye karşı vazi­feleri kısmında ele alınacaktır.

 

18. BÖLÜM VACİP NAMAZLAR

 

82. Vitir Namazı:

 

1- Tanımı ve Hükmü: [348]

 

Yatsı namazından sonra tek başına, üç rekâtli olarak özel şe­kilde kılınan, üçüncü rekâtinde kunût bulunan ve hem vaktinde, hem de kazaya kalınca kılınması vacip olan namaza Vitir Namazı adı verilir:

(a) Ebu  Hanife’den farz, vacip ve sünneti müekkede olduğu nakledilirse de sahih olan vacip olduğudur. Hanefî Mezhebinin be­nimsediği görüş de, vitir namazının vacip olmasıdır.

(b) Ebu Yusuf, eş-Şeybanî ve ÜM’e göre, vitir namazı, sünneti müekkededir.

 

2- Vitir Mükellefleri: [349]

 

Beş vakit namaz kılmakla mükellef olan herkes, vitir nama­zını  kılar.

 

3- Kılınması:

 

Vakti: [350]

 

(a) Ebu Hanife’ye göre, yatsı namazının vakti, vitir namazı­nın da vaktidir.

(b) Ebu Yusuf, eş-Şeybanî ve eş-Şafiî’ye göre, yatsı namazı kı­lındıktan sonraki yatsı vaktidir.

(c) Malikî Mezhebine göre, vitir namazının ihtiyarî vakti, yatsı namazı kılındıktan sonraki yatsı vaktidir. Şafiî Mezhebinin aksine, cem’u’t-takdîm  şeklinde kılınan yatsı namazında hüküm böyledir. Zarurî vakitse, fecrin doğmasından sabah namazının kı­lınmasına kadardır. Sabah namazını kılarken vitir kılmadığını hatırlayan imam veya münferidin, bu namazı kesip vitri kılması menduptur. Muktedî ise, ister keser, isterse sabah namazını tamam­lar; keserse vitri kıldıktan sonra sabah namazınımn sünneti de yeniden kılınır. Vaktinde kılınmayan vitir namazı kaza edilmez.

Vitir namazının, gecenin en son namazı olarak kılınması uygundur.

Bu vakitte kılınmayan vitir namazı kaza edilir mi?

(a) Hanefî Mezhebine göre, vitir namazının kazası da vacip­tir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, -vakti belli diğer nafilelerde olduğu gibi- vitir namazının da kaza edilmesi sünnettir.

Ebu Yusuf, eş-Şeybanî ve Sevrî’ye göre, fecirden sonra vitir kı­lınmaz; Malik, eş-Şafıî ve Ahmed b. Hanbel’e göre, sabah namazı kılınmadıkça da vitir kılınabilir; Tavus’a göre sabah namazı kılınsa da vitir kılınabilir; Ebu Sevr ve Evzaî’ye göre, güneş doğsa bile vitir kılınabilir; Said b. Cubeyr’e göre, sonraki gece de kılına­bilir.

 

Miktarı: [351]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, vitir namazı üç rekâttir.

(b) eş-Şafiî’ye ve Hanbelî Mezheplerine göre, vitir namazı, bir rekâtten onbir rekâte kadarki tek sayılı rakamlarca kılınabilir.

(c) Zührî’ye göre, Ramazan’da üç, diğer zamanlarda bir rekât­tir.

(d) Maliki Mezhebine göre, vitir namazı bir rekâttir. Bir rekât daha ilâve edilebilir; iki rekât ilâve edilmesi halinde namaz bozu­lur.

 

Kıraat Şekli:

 

Genel Olarak: [352]

 

(a) Bütün rekâtlerde kıraat yapmak farzdır.

(b) Birinci rekâtte A’lâ, ikincide Kâfinin, üçüncüde îhlâs ve Muavvizeteyn’i (Felak ve Nâs sûrelerini) okumak sünnettir.

(c) Maveraunnehr Mektebine mensup hanefî  hukukçulara göre, bütün namaz kılanların, kıraati içinden yapması uygundur. el-Cessâs’a göre, münferid, kıraat konusunda serbesttir, imam açık­tan okur.

 

Özel Olarak: Kunût Duası: [353]

 

Vitir namazında, üçüncü rekâtte zamm-ı sûreden sonra, iftitah tekbiri alır gibi, eller tam olarak salınmadan kunût tedbiri alı­nır ve kunût duaları okunur:

 

Hükmü:

 

I. Vitir Ve Sabah Namazlarında:

 

(a) Ebu Hanife’ye göre, kunût duası okumak vacip, Ebu Yusuf ve eş-Şeybani’ye göre sünnettir.

(b) Malik’e göre, sabah namazında kunût okumak müstehaptır, vitir namazındaysa okunmaz. [354]

(c) Şafiî’ye ve Hanbelî Mezheplerine göre, vitir ve sabah na­mazlarında kunût okumak sünnettir.

Sabah namazında imanı kunût okursa nasıl hareket edilir? [355]

(a) Sabah namazında imam kunût okursa, Ebu Hanife ve eş-Şeybanî’ye göre muktedî susar, Ebu Yusuf’a göre o da okur.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, bu durumda muktedî susar, duyu­yorsa duaya âmîn der, duymuyorsa o da okur. İmam ve münferidin kunûtu açıktan okuması sünnettir.

(c) Şafiî Mezhebine göre, kunûtu imamın açıktan, münferidin içinden okuması, muktedînin imamın kunûtuna   âmîn demesi sünnettir.

 

II. Felâket Zamanlarında: [356]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, felâket zamanlarında, sadece imam için ve yalnızca sabah namazında kunût okumak sünnettir; münferîd ise kunût okumaz. Bu  durumda kunût,  ikinci rekâtte kavme (rükû kalkışı) halinde okunur. Muktedî, kunûtun okunması sırasında susar, kıraatin açıktan yapılması halinde sadece âmîn der.

(b) Şafiî Mezhebine göre, felâket zamanlarında bütün namaz­larda kunût okunabilir. Namaz gizli kıraatli de   olsa, imam ve münferîd kunût kıraatini açıktan yapar, muktedîyse sadece ima­mın kunût duasına âmîn der. Bu kunût için, sehiv secdesi gerek­mez.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, taun dışındaki felaketlerde kunût okunabilir. Devlet başkanı veya naibi, bu durumlarda, cuma dışındaki bütün namazlarda kunût okuyabilir. Kunûtun sözleri, felâkete uygun olur. Devlet başkanı dışındaki mükellefler de, kunût okuya­bilir.

 

Yeri Ve Zamanı:

 

(a) Bir grup hukukçuya göre, her namazda kunût okunabilir.

(b) Hanefî Mezhebine göre, kunût duası, sadece vitir nama­zında vardır ve üçüncü rekâtte rükûdan önce okunur.

(c) eş-Şafiî’ye göre, sabah namazında, ikinci rekâtte rükûdan sonra, yani kavme halinde, Ramazan’ın son onbeş gününde vitir namazında rükûdan sonra, yani kavme halinde okunur.

(d) Bir grup hukukçuya göre sadece Ramazan’daki vitir na­mazlarında kunût okunur.

(e) Bir grup hukukçuya göre, kunût, Ramazan’ın ilk onbeş günündeki vitir namazlarında okunur.

(f) Hanbelî Mezhebine  göre, kunût,  vitirde  rükûdan  sonra okunur, önce okunması da caizdir. Felâketlerden sonra, cuma dı­şındaki farz namazlarda da okunabilir.

Kunût yerinde yapılmayınca nasıl hareket edilir? [357]

(a) Hanefî Mezhebine göre, kunût, okunmayıp daha sonra rükûda hatırlanırsa geri dönülmez, düşer. Bununla birlikte  dönüp okursa tekrar rükû yapmadan namazı tamamlar.

(b) Maliki Mezhebine göre de, rükûda hatırlandığında kunûtu okumak için geri dönülmez, dönülürse namaz bozulur.

 

Miktarı:

 

Kunûtun miktarı İnşikak sûresini okuyacak kadarlık za­mandır.

 

Sözleri: [358]

 

Kunût duasıyla ilgili olarak çok çeşitli rivayetler vardır. Ha­nefî Mezhebine göre, kunût duası olarak bilinen “Allahumme İnna Neste’inuke ve Allahumme İyyake Na’budu...” duaları okunur. Bunu bilmeyenler “Rabbena Âtinâ”yı okur, bunu da bilmeyenler üç defa” Allâhummeğfirli” diye dua eder.

Hanefî Mezhebine göre, kunût duasından sonra saîât okunur, mevrud salâtın okunması efdaldir. [359]

Cessâs’ın zikrettiğine göre, hanefî hukukçu Ebu’1-Leys es-Semarkandî de, salât okunmasını uygun görür. [360]

Şafiî Mezhebine göre, kunût duasındaki sözlerden birini unu­tan sehiv secdesi yapar. [361]

 

Binekte ve Ulaşım Aracında Kılınması: [362]

 

Cumhur’a göre, vitir namazı, binekte ve ulaşım aracında kılınabılirken, Hanefî Mezhebine göre, kılınmaz.

 

Konu

Hanefî

Şafii

Malikî

Hanbelî

Hükmü

Vacip

Sünnet-i

Müekkede

Sünnet-i Müekkede

Sünnet-i Müekkede

 

Vakti

Normal

Yatsı

Yatsı

Ihtiyarî yatsı, zarurî sabah namazı kılı-nıncaya dek

İhtiyarî yatsı, zarurî sabah namazı kılı-nıncaya  dek

 

 

Kaza

Vacip

Sünnet

Gerekmez

Sabah nama­zına dek

Miktarı   (rekat   sayısı)

3

1-11

1 veya 2

1-11

K

I

R A A T

Genel

Farz

Farz

Farz

Farz

 

Şekli

Ramazanda Cemaatle

imam için farz münferit eizli

Farz

Farz

Farz

 

 

Diğer zamanlar

Gizli

Farz

Farz

Farz (2. rekât kavmesi)

 

 

 

 

K

U

N

U

T

Vitir

Vacip

Sünnet

M üste hap

Sünnet

 

 

Sabah

İmam

Okuyabilir

Açıktan sün­net (2. rekât kavmesi)

Müstehap

Açıktan sünnet

 

 

 

Muktedî

Susar

içinden sünnet

Okuyabilir

Duyarsa susar, duymazsa okuyabilir

 

 

Felaket

imam

Sünnet

Açıktan  caiz

 

-

 

 

 

Muktedi

Zaman susar, amin der

Susar, amin der

-

-

 

 

Münferid

Okuma

Açıktan  caiz

 

 

 

 

Namaz türü

Sabah

Bütün

_

_

 

 

Yeri

2. rekât kavmesi

2. rekât kavmesi

2. rekât kavmesi

2. rekât kavmesi

 

 

Felaket türü

Genel

Genel

Genel

Taun   dışında

 

 

Kazası

Dönüş

Dönülmez, dönülürse rüku yapılmaz

-

Dönülmez

-

 

 

 

sonucu

 

 

Bozulur

 

Binekte ve ulaşım aracında

Kılınmaz

Caiz

Caiz

Caiz

Tablo 49: Vitir Namazı

 

83. Bayram Namazları:

 

Bilindiği gibi, iki dinî bayram vardır:

(a) ‘İdu’1-Fıtr,

(b) ‘İdu’l Edha.

Birincisi Şevval ayının birinci, ikincisi Zilhicce ayının onuncu günüdür. Kurban bayramı günün yevmu’n-nahr da denir. Yevmu’n-Nahr’dan sonraki üç güne de Eyyamu’t-Teşrîk adı verilir.

 

                                                     Eyyamu’l-îd (Bayram Günleri)

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Yevmu’l-Fıtr (Ramazan bayramı günü)        Yemvu’1-Edha (Kurban bayramı günleri)

                                                             Yevmu’n-Nahr (Kesim günü)    Eyyamu’t-Teşrik

Şema 38: Eyyamu’l-İd (Bayram Günleri)

 

1- Hükmü, Mükellefi Ve Delili: [363]

 

(a) Hanefî Mezhebine  göre,  bayram  namazlarının kılınması vaciptir.

(b) Şafiî Mezhebine ve Zeyd b. Ali’ye göre, bayram namazları sünneti aynı müekkededir. Namazla mükellef olan herkes kılabi­lir.   Haçta olmayanların  cemaatle,  hacıların  tek  başına  kılması sünnettir.

(c) Maliki Mezhebine göre,  bayram namazları sünneti  aynı müekkededir.  Cuma namazıyla mükellef olanlara, cemaatle bay­ram namazı kılmak gerekir. Meş’ar-i Haram’da vakfede olacakla­rından,  hacıların bayram namazı kılması gerekmez.  Hacılar  dı­şındaki Minalıların teker teker kılması gerekir.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, cuma farz olan mükelleflere, bayram namazı kılmak farz-ı kifaye, hutbe sünnettir.

(e) Caferî Mezhebine göre, imamın bulunması ve hâkimiye­tini kurmasıyla, farz olur. îmamın bulunmaması (gaybeti) halinde müstehaptır.

Böylece, bayram namazlarının hükmü konusunda, Şafiî ve Malikî Mezhebi birleşiyor sünnet-i ayn-ı müekkede diyor, Hanefi Mezhebi vacip, Hanbelî Mezhebi ise farz-ı kifaye hükmünü veriyor; kimlerin mükellef olduğu konusundaysa, ÜM birleşirken, Şafiî Mezhebi mükellefi iği daha yaygın tutarak her namaz mükellefinin bayram namazı kılabileceğini benimsiyor.

Bayram namazları hicretin birinci yılında meşru kılınmıştır.

Vacip olduğu, şu hadise dayanır: “Hz. Peygamber (sav), dine’ye hicret edince, onların iki gün bayram yaptıklarını gördü ve bu iki günün mânâsını sordu. Medineliler, cahiliye çağından beri bu günleri kutladıklarını söylediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav),

“Yüce Allah bu iki günü onlardan daha hayırlı ve manâlısıy­la değiştirdi: Bunlar Kurban ve Ramazan bayramlarıdır” buyurdu. [364]

Bayramın cuma gününe rastlaması halinde, bayram  nama­zını kılmakla cuma mükellefliği düşer mi? [365]

(a) Atâ, -bir rivayette- Abdullah İbnu’z-Zübeyr ve Hz. Ali’yle göre, cuma namazı bu durumda düşer, sadece ikindi namazı kılı­nır.

(b) -Bir rivayette- Hz. Osman ile Ömer b. Abdilaziz ve eş-Şafiî’ye göre, sadece köylülerden, yani cuma  kılınması  gerekmeyen yerleşim merkezinde oturanlardan bayram namazı düşer.

(c) Ebu Hanife ve Malik’e göre, kişi şartlarını taşıyınca her ikisiyle de mükelleftir, biri diğerinin yerine geçmez.

(d) Şevkânî’ye göre, mükellef serbesttir; ister kılar, isterse kılmaz.

 

2- Şartları: [366]                       

 

Genel Olarak:

 

Az önce de belirtildiği gibi, bayram namazıyla mükellef olmak için, ÜM’e göre cuma namazının şartlarını, Şafiî Mezhebine göre, namazla mükellef olma şartlarını taşımak gerekir. Cuma namazının sahih olma şartları da, hemen hemen aynen bayraizzn namazı için de geçerlidir. Bu sebeple, cuma namazı farz olan kimselere, bayram namazı kılmak vaciptir. Cuma ile bayram, hutbe ve cemaatlerinin hükmü konusunda farklılık vardır: Cuma için hutbe okumak şartken bayram için sünnettir. Bayram namazı hutbesi, namazdan önce okunmayıp namazdan sonra okunma konusunda da cuma hutbesinden ayrılır. Hutbe konuları yönünden Ramazan bayramında zekât ve fitre; kurban bayramında ise kurban ve teşrrik tekbirleri özel olarak işlenir. Cuma hutbesi ise, genel konulard an seçilir. Cemaat bayram namazında vaciptir, sayısı da imam dışında da bir mükellefin bulunmasıdır. Halbuki cuma namazı için dışında en az üç mükellefin bulunması gerekir.

 

Özel Olarak:

 

Yolcu Olmamak: [367]

 

ez-Zührî’ye göre, yolcular bayram namazı kılmakla mükellef değildir; eş-Şafiî ve el-Hasenu’1-Basri’ye göre, yolcular da bayram namazı kılabilir. Hatta eş-Şafiî’ye göre kadınlar evlerinde bayram namazı  kılabilirler.

 

Cemaatle Kılmak: [368]

 

(a) Hanefî ve  Hanbelî Mezheplerine göre,  cuma namazında olduğu gibi bayram namazında da cemaat şarttır

(b) Şafiî Mezhebine göre, hacı olmayanlar için, bayram na­mazını cemaatle kılmak sünnettir.

(c) Maliki Mezhebine göre, cemaatle kılınması sünnet olma­sının şartıdır.

(d) Caferi Mezhebine göre, bu asırda ihtiyat, tek tek kılınışı­dır. Cemaatle kılınmasında bir sakınca yoktur.

 

Cami Veya Mescîdde Kılmak: [369]

 

(a) ÜM’e göre, bayram namazını» şehir dışındaki namazgahta kılmak sünnettir:

(1) Hanefî Mezhebine göre, bayram namazının camide kı­lınması mekruhtur.

(2) Malikî Mezhebine göre, bayram namazını, şehir dı­şında kılmak menduptur. Mescid-i Haram dışındaki camilerde kılınması ise mekruhtur.

(3) Hanbelî Mezhebine göre, şehir dışındaki yerin, şehre yakın olması gerekir. Mescid-i Haram dışındaki camilerde kı­lınması mekruhtur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, bayram namazını, camide kılmak, şehir dışında kılmaktan efdaldir.

 

3- Kılınması:

 

Vakti: [370]

 

Bütün hukukçulara göre, bayram namazının vakti, güneşin doğmasından sonra zevale kadardır:

(a) Hanefî Mezhebine göre, bayram günlerinin ilkinde nama­zı kılmak gerekir. Bir özür sebebiyle  ikinci,  kurban   bayramı üçüncü gün öğleye kadar geciktirilebilir. Fakat özürsüz olarak bay­ram namazını birinci günden sonraya geciktirmek mekruhtur. Bu günler içinde kılınmayan bayram namazının kazası gerekmez.

Yukarıda belirtilen bayram günleri içinde güneş doğup mek­ruh vakit çıktıktan (işrakten) sonra zeval vaktine kadar olan za­man aralığında bayram namazı kıîınabilir. Bu vakittten sonra kı­lınmaz.

(b) Bayram olduğu zevalden sonra öğrenilirse Malik, eş-Şafiî ve Ebu Sevr’e göre, aynı gün bayram namazı kılınır; Evzaî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Raheveyh ve Hanefî Mezhebine göre, ertesi gün kılınır.

 

Şekli:

 

Kılınış Şekli:

 

Bayram namazı iki rekâttır ve cuma namazı gibi cemaatle kılınır. [371]

 

Birinci Rekâtın Kılınışı:

 

Niyet edip iftitah tekbiri alındıktan sonra, herkes içinden Subhaneke’yi okur. Daha sora imam, açıktan üç defa tekbir alır; cemaat de bu tekbirleri alacaktır. Birinci ve ikinci tekbirlerde eller yana salınır; üçüncüdeyse namazdaki gibi bağlanır. Bu tekbirlere zevâid tekbirleri adı verilir ve vaciptir. Fatiha ve zamm-ı sûre açık­tan okunarak, rükû ve secde yapılır. Böylece, bir rekât tamamlan­mış olur. Secdeden sonra ikinci rekâte kalkılır.

 

İkinci Rekâtın Kılınışı:

 

İkinci rekâte kalkınca, imam, açıktan Fatiha ve zamm-ı sû­reyi okur. Bundan sonra, rükûa eğilmeden üç defa ilk rekâtte ol­duğu gibi tekbir alınır. Tekbirler alınırken eller bağlanmaz, yana salınır. Üçüncü tekbirden sonra, dördüncü olarak rükû tekbiri alı­nır rükû ve secde yapılır. Tahiyyat, salavât ve dualar okunarak se­lâm verilir.

İlk rekâtte A’lâ, ikincide Gâşiye sûrelerini okumak mendup­tur.

 

         1                                              2

------------------------------------------------------------

İftitah Tekbiri                              Fatiha

Sübhâneke                                   Zammı Sure

Fatiha ve Zammı Sure                 Zevâid Tekbirleri

Rükû Tekbiri ve Rükû                 Zevâid Tekbirleri

Secde ve Kalkış                       Ka’de ve Selâm

Şema 39: Bayram Namazının Kılınma Formülü

 

Bayram Namazının Tekbirleri:

 

Tekbirlerin Sayısı:

 

Bayram namazındaki tekbirlerin  sayısı, hukukçular arasın­da ihtilaflıdır, bu konuda on görüş vardır: [372]

(a) Ebu Hanife’ye göre, birincide iftitah tekbirinden sonra kı­raatten önce üç, ikinci rekâtte kıraatten sonra dört tekbir bulun­maktadır.

(b) Malik’e göre, birinci rekâtte iftitah tekbiriyle birlikte kı­raatten önce yedi, ikincide secdeden kalkış tekbiriyle birlikte yine kıraatten önce altı tekbir vardır.

(c) eş-Şafiî’ye göre, birincide sekiz, ikincide secdeden kalkış tekbiriyle birlikte altı tekbir bulunmaktadır.

(d) İbn Abbas, el-Mugîre b. Şu’be, Enes b. Malik, Said b. el-Museyyeb ve en-Nehaî’ye göre her rekâtte dokuz tekbir vardır.

(e) Hanbelî Mezhebine göre, her iki rekâtte kıraatten önce ol­mak üzere birincide altı, ikincide beş tekbir bulunmaktadır.

(f) Caferi Mezhebine göre,  birinci rekâtte,  zamm-ı sûreden sonra beş tekbir ve her tekbirden sonra beş kunût vardır. İkinci re­kâtte ise, dört tekbir ve dört kunût vardır. Kunût olarak, her zikir ve dua okunabilir.  Bilinen kunûtların okunmasında sakınca yoktur, hatta iyidir.

 

Tekbir Alırken Ellerin Kaldırılması:

 

Tekbir alırken ellerin kaldırılması konusu da, hukukçular tarafından değişik şekillerde açıklanmıştır: [373]

(a) Hanefî Mezhebine göre, iftitah ve zevâid tekbirlerinde eller kaldırılır.

(b) Şafiî Mezhebine göre, her tekbirde eller kaldırılır.

(c) Ebu Yusuf’a göre, sadece iftitah tekbirinde ellerin kaldı­rılması  gerekir.

(d) Bir grup hukukçuya göre, mükellef serbesttir.

 

Çeşitli Hükümler: [374]

 

Bayram Namazında İmamet:

 

(a) İmam birinci rekâtte zâid tekbirleri unutarak Fatiha okurken veya bitirdikten sonra bu durumu hatırlasa, tekbirleri alır ve Fatiha’yı yeniden okur.. Fakat Fatiha’dan sonraki zamm-ı sûreyi veya bir kısmını okuduysa, tekbir ahr, kıraati yenilemez.

(b) Zaid tekbirlerin alınmadığı rükûda hatırlanırsa, eller kaldırılmadan imam rükûda tekbir alır. Rükûdan sonra alınma­dığı hatırlanırsa, tekbir alınmaz. Böylece, vacip tekbirleri terkettiğinden sehiv secdesi yapmak gerekir; ancak cemaat kalabalık ol­duğundan, karışıklığa meydan vermemek için secde yapılmayabilir.

(c) İkinci rekâtteki zevâid tekbirlerini kıraatten önce almak caizse de, evlâ olana aykırıdır.

 

Bayram Namazında Mesbûk Olmak:,

 

(a) İmam birinci rekâtin zevâid tekbirlerini aldıktan  sonra kıraatteyken cemaate yetişen mükellef, Subhâneke’yi okumayarak, üç tekbir alır ve hemen imamla birlikte hareket eder.

(b) İmama birinci rekâtın rükûunda yetişen mükellef,  -ona daha rükûdan kalkmadan yetişeceğini tahmin ederse- zevâid tek­birlerini ayakta alır ve sonra rükûa eğilir. Fakat tekbir alınca ye­tiş e meyeceğini anlarsa, ayakta iftitah tekbiri alır ve rükûa eğilir. Rükûda diğer tesbihleri okumayarak ellerini kaldırmadan zevâid tekbirlerini alır.  Aynı durumda, tekbirleri yetiştiremezse, artık imamla birlikte hareket ederek onları terk eder.

(c) İmama rükûdan sonra veya ikinci rekâtin kıyamında ye­tişen mükellef, selâmdan sonra ayağa kalkar ve birinci rekâti kı­lar. Fatiha ve zamm-ı sûreyi okuduktan sonra içinden zevâid tek­birlerini alarak namazı tamamlar.

 

Bayram Namazına Yetişememek: [375]

 

İmamla birlikte kılması  gerektiği  halde, bayram  namazını kaçıran mükellef, aşağıdaki gibi hareket eder:

(a) Hanefî Mezhebine ve Malik’e göre, bayram namazı, hiçbir şekilde kaza edilmez. Hanefî Mezhebine  göre, cemaate katılmak arzusuyla gelip namaza yetişemeyen mükellef, tek başına bayram namazı kılamaz; ancak   münferîd olarak kaza etmek isteyen kimse, kuşluk namazı yerine geçmek üzere dört rekât namaz kılar. Bu namazda, rekâtlere göre, sırayla A’lâ, Duhâ, İnşirah ve Tin sû­relerini okur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, bu durumda mükellef, bayram na­mazını münferîd olarak zevalden önce kılınca eda, zevalden sonra kaza olarak kılmış olur.

(c) Maliki Mezhebine göre, aynı gün zevale kadar kaza edilir,

zevalden sonra kaza edilmez.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, bayram namazlarının daha sonra istenildiği zaman kaza edilmesi sünnettir,

(e) Ahmed b. Hanbel ve Sevrî’ye göre, dört rekât olarak kılı­nır.

(f)  eş-Şafiî ve  Ebu  Sevr’e  göre,  imamla kılınıyormuş  gibi, kendini onun yerine koyarak kılmak sünnettir.

(g) Bir grup hukukçuya göre, iki rekât olarak kılınır, ancak kıraat açıktan yapılmayacağı gibi bayram tekbiri de alınmaz.

(h) Bir grup hukukçuya göre, bayram namazı, cami ve mescidde kılınınca iki, evde kılınca dört rekât olarak kılınır.

 

Bozulması: [376]

 

Bozan Haller:

 

Genel Haller:

 

Namazı bozan genel hal ve hareketler, bayram namazını da bozar.

 

Özel Haller:

 

Cuma namazını bozan hal ve hareketler, bayram namazını da bozar.

 

Hükmü:

 

(a) Genel hallerden biriyle bozulan bayram namazı, yeniden kılınır.

(b) Özel hallerden biri ve vaktin çıkmasıyla bozulan bayram namazı, az önce de belirtildiği gibi, Hanefî Mezhebine göre düşer, eş-Şafîî’ye göre tek başına kılınır.

 

 

Hanefi

Şafiî

Maliki

Hanbelî

kmü

Genel

Vacip

Sünnet-i Ayn-ı Müekkede

Sünnet-i Ayn-ı Müekkede

Farz-ı Kifaye

 

 

Hacı

 

münferid Olarak Sünnet

Gerekmez

-

Mükellefi

Cuma

Herkes

Cuma

Cuma

Cuma Gününe Rastlaması

Kılınır

Köylülerde n Düşer

Kılınır

Şartları-Kılınışı

Hutbe

Hükmü

Sünnet

Sünnet

Sünnet

Sünnet

 

 

Yeri

 

 

 

 

 

Cemaat

Hükmü

Şart, Vacip

Sünnet

Şart

Şart

 

 

Sayısı

Bir

...

 

Yolcu Olmamak

Caiz

Caiz

Caiz

Caiz

 

Kılınaca­ğı Yer

Namazgah

Sünnet

Mendup

Sünnet

 

 

Cami

Mekruh

Efdal

Mekruh

Mekruh

 

Vakti

İlk Gün

Gerekli

...

 

 

Erteleme

özürsüz Makruh

...

 

 

Zevalden Sonra Öğrenilmesi

Ertesi Gün

Aynı Gün

Aynı Gün

Ertesi Gün

Zevaid Tekbirleri

Sayısı

İlk Rekat

Sayı

3

6

8

6

 

 

 

Yeri

Iftitah/ Senadan

Sonra

Kıraatten Önce

 

Kıraatten Önce

 

 

İkinci Rekat

Sayı

4

5

5

5

 

 

 

Yeri

Kıraatten Sonra

Kıraatten Önce

Kıraatten Önce

 

Ellerin Kaldı­rılması

İftitah

Kaldırılır

Kaldırılır

Kaldırılır

Kaldırılır

 

 

Zevâid

Kaldırılır

Kaldırılır

 

 

 

Diğerleri

Kaldırılır

Kaldırılır

...

_

Ka

zası

 

Kazası

Gerekmez

_.

_

 

 

Zevale Kadar

Kuşluk Yerine 4 Rekat

Eda Edilir

Kaza Edilir

 

 

Zevalden Sonra

Kaza Edilir

Gerekmez

_

 

 

Serbest

...

Sünnet

Bozul

 

Genel Haller

Yeniden

Yeniden

Yeniden

Yeniden

ması

 

Vaktin Çıkması

Düşen

Münferiden Kılınır

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tablo 50: Bayram Namazı

 

4- Bayramlardaki Sünnetler: [377]

 

Bayram Gecesi Ve Günleri;

 

(a) Geceyi namaz, Kur’ân okumak vb. ibadetlerle geçirmek,

(b) Erken kalkmak ve gusül yapmak,

(c) Süslenmek ve koku sürünmek,

(d) Güzel ve temiz elbiseleri giymek,

(e) Ramazan bayramında  namaza gitmeden -önce hurma ve tatlı yemek, fitreyi ödemek; kurban bayramında hiçbir şey yemeyip namazdan sonra kurban etinden yemek,

(f) Vücut temizliğini yaptığı gibi, tırnakları kesmek, saçları düzeltmek,

(g) Sevinçli ve güleryüzlü olmak, fakirleri sevindirmek,

(h) İyi dileklerle bayramlaşmak, dargınlarla barışmak,

(i) Bayram namazına giderken, Ramazan bayramında, Ebu Henife’ye göre yolda tekbir getirilmez, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre tekbir getirilir; kurban bayramında, yolda tekbir getirilir. Bi­rincide gizli, ikincide açıktan tekbir getirilir.

 

Bayram Namazı:

 

(a) Camiye yürüyerek ve erken gitmek,

(b) Hutbe okumak. Bayram namazında günün mânâ ve önemi ile bu günde yerine getirilmesi gerekli vazifeler hakkında bilgi ve­rilir:

(1) Hutbenin Rükünleri: Bayram hutbesinin rükünleri, Cuma hutbesiyle aynıdır. Farklı olarak, bayram hutbesine tek­birler, cuma hutbesine hamd ile başlanır.

(2) Hutbenin Şartları: Bayram hutbesinin sahih olması için, en  az bir kişinin dinlemiş olması  şarttır. Hutbenin  na­mazdan sonra ve Arapça olması sahih olma şartlarından değil­dir.

(c) Namazdan sonra eve, camiye geldiği yoldan dönmeyerek, başka bir yoldan dönmek,

(d) Kurban bayramı namazını erken, Ramazan bayramı na­mazını geç kılmak müstehaptır. Bayram namazı cenaze namazına; cenaze namazı da bayram hutbesine, öncelikle yerine getirmek yö­nünden tercih edilir.

 

5- Bayramdaki Mekruhlar:

 

(a) Hutbeye başlamazdan önce oturmak,

(b) Namazdan önce veya sonra nafile namaz kılmak. Bu ko­nuda hukukçuların görüşleri, şöylece özetlenebilir. [378]

(1) Cumhur’a göre bayram namazından önce ve sonca na­file namaz kılınmaz.

(2) eş-Şafiî’ye  göre, bayram  namazından  önce  nafile  na­maz kılınabilir.

(3) Sevrî, Evzaî ve Ebu Hanife’ye göre, önce kılınabilir, fa­kat sonra kılınmaz.

(4) Hanefi Mezhebine göre, bayram namazından sonra ca­mide nafile namaz kılınmaz, evde kılınabilir.

(5) Şafiî Mezhebine göre, imamın  namazdan  önce  veya sonra nafile kılması mekruhtur; -hutbeyi duymuyorsa- muktedînin nafile kılması mekruh değildir.

(6) Malik’e göre, namazgahta nafile namaz kılınamazken, camide kılınabilir.

 

84. Adak Namazı:

 

Sevindirici bir olaydan veya atlatılan bir tehlikeden dolayı namaz kılmayı adayan kimsenin bu namazı, adadığı zaman ve rekât sayısına göre eda veya kaza etmesi vaciptir. Çünkü adağın hükmü budur. Adak namazı cemaatle kılınmaz, daha doğrusu hem imam, hem muktedînin namazı adak namazı olamaz.

 

85. Bozulan Nafile Namazın Kazası:

 

1- Hükmü: [379]

 

(a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, başlanan veya bozu­lan ibadeti tamamlamak vaciptir. Çünkü, nafile ibadete başlamak, onu adamak demektir. Bu sebeple, başlanan veya yarım bırakılan nafile  namazlar tamamlanır ve kaza edilir.  Nafile namazın kaza edilebilmesi için,  namaza sahih olma şartlarıyla başlamak gere­kir; sahih olarak başlanmayan nafile namazın kazası gerekmez. [380] Hanefî Mezhebine göre, bozulan nafilenin matlub bir nafile ve baş­langıcın sahih olması gerekir.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, bozulan veya yarım bırakılan nafile namazın kazası vacip değil, sünnettir.

Nafile ibadete başlayınca onu tamamlamak gerekir; eğer baş­lanıp bozulursa kazası vaciptir. Bu konuda genel kaide şudur:

“Hanefî Mezhebi ve Malik, sahabenin birçoğu -msl. Ebu Bekr ve İbn Abbas, tabiundan el-Hasenu’1-Basrî, Mekhûl ve Nehâî’ye göre adak dolayısıyla veya sahih olması konusunda başlangıcı sonuna bağlı olan ibadetlerin bozulması, tamamlanmasının ve kazasının da sebebidir. Bu durumda abdest, tilâvet secdesi, hasta ziyareti vb. bizzat maksud ibadet olmadıklarından, adamakla yapılması gerekli ol­mayan işler; sadaka, kıraat gibi sahih olması için başı sonuna bağlı olmayan işler; eş-Şeybânî’ye göre, i’tikâf da bu kaidenin dı­şında kalırken, namaz, oruç, hac, umre ve tavaf ile Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre, i’tikâf bu kaidenin uygulanacağı ibadetlerdir, eş-Şafiî ve Ahmed’e göre, sadece başlanıp bozulan hac ve umre kaza edilir.

İbn Âbidin bununla ilgili olarak şu dörtlüğü zikreder:

Mine’n-Nevafili Seb’un  Telzimu’ş-Şârî’

Ahzen Lizalike Mirama Kâlehu’ş-Şârî’

Savmun Salatun Tavâfun Haccuhu Rabi’

Ukûfuhu Umretun İhramuhu’s-Sabi’

“Nafilelerin, Şârî’in sözlerinden alınarak, yedisinin kazası başlayana gerekli olur: Oruç, namaz, tavaf, hac, i’tikâf, umre ve ih­ram.” [381]

Yine genel kaide olarak mükellefe iki sebep dolayısıyla iba­det vacip olur:

1. Söz: Adak yoluyla.

2. Fiil: Nafile ibadete başlan­ması yoluyla.

 

2- Miktarı Ve Şekli:

 

Sebeplerine göre bozulan veya yarım bırakılan nafile namaz­ların kaza edilecek miktarını ve şeklini inceleyelim:

 

Nafilenin Namaza Aykırı Davranışlarla Bozulması Durumunda: [382]

 

Genel kaide olarak, şunu bilmek gerekir: İftitah tekbiriyle başlanan bir nafile namaz, -daha fazlaya niyet edilse bile- iki rekât olarak kaza edilir. Ebu Yusuf’tan bu konuda üç nakil vardır:

(a) Dört rekât nafile kılmaya niyet eden, bunu bozunca iki re­kât olarak kaza eder,

(b) Niyet ettiği kadar kaza eder, çünkü başlamakla bu namazı kendine vacip kılmıştır,

(c) Dört rekât niyet ettiyse dört, daha fazlasında da dört rekât kaza edilir.

Bu durumu kavradıktan sonra, konuyu genişçe inceleyebili­riz:                                                                                    

(a) İki rekât nafile kılmaya niyet eden, ikinci rekâtte otur­duktan sonra üçüncü rekâte kalkarsa, son iki rekâtı de tamamlaması gerekir. Bu durumda, üçüncü rekâtte senayı okumak gerek­mez.

(b) İki rekât nafile kılan kimse, bu namazda ikinci rekâtten sonra sehiv secdesi yapar, iki rekât daha ilave edilmez.

(c) Dört rekât nafile kılan mükellef, birinci ka’deyi terkederse, eş-Şeybanî’ye göre namaz bozulur, Ebu Yusuf’a göre bozulmaz. Buna göre dört rekâtli nafile bir ka’dede kılınmaz. Altı rekâtlik nafileyi bir ka’dede kılmak, hukukçuların bir kısmına göre caiz, bir kısmına göre değildir.

(d) Öğle namazı kılana, -namazın başında veya sonunda- na­file kılacak mükellefin iktida etmesi halinde, bu nafile kesilecek olsa, sadece iki rekât kaza edilir.

 

Nafilenin Kıraatin Terkedilmesiyle Bozulması Durumunda: [383]

 

Bilindiği gibi, nafile namazlarla vitrin bütün rekâtlerinde, kıraat yapmak farzdır. Nafile namazlarda kıraatin terkedilmesi halinde, nasıl hareket edilecektir? Bu konuya Süte Aşeriye Mesaili (Onaltı Mesele) de denir.

Nafile namazlarda kıraatin terkedilmesi konusunda genel ölçü şudur:

(a) Ebu Yusuf’a göre, ilk iki rekâtteki kıraatin terkedilmesiy­le nafilenin bozulması halinde, -tahrime devam ettiğinden- ikinci iki rekâtte başlanabilir.

(b) eş-Şeybanî’ye göre, ilk iki rekât bozulunca, -tahrime devam etmeyeceğinden- ikinci iki rekâte başlanamaz.

(c) Ebu Hanife’ye göre, kıraat ilk iki rekâtin ikisinde de terkedilirse, -tahrime bâtıl olacağından- ikinci iki rekâte başlanamaz; fakat ilk iki rekâtin sadece birinde terkedilirse ikinci iki rekâte başlanabilir. [384]

Aşağıdaki ayrıntılar da, bu genel ölçüye göre değerlendirile­bilir:

(a) Dört rekâtli nafilenin bütün rekâtlerinde kıraati terkeden mükellef, namazı Ebu Hanife, eş-Şeybanî ve Züfer’e göre iki; Ebu Yusufa göre dört rekât kaza eder.

(b) Kıraatin ilk veya son iki rekâtın yalnız birinde terkedilmesi halinde, eş-Şeybani’ye göre yalnızca ilk iki rekat; Ebu Yusuf ve Ebu Hanife’ye göre dört rekâtin bütünü kaza edilir.

(c) Kıraati ilk iki rekâtte terkedip, ikinci iki rekâtte terketmeyen mükellef yalnızca iki rekât kaza eder.

(d) Dört rekâtli nafilede kıraat, yalnızca ilk iki rekâtin bi­rinde yapılırsa, eş-Şeybanî’ye göre namazı iki; Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre dört rekât olarak kaza etmek gerekir.

(e) Dört rekâtli nafilede kıraat, ikinci iki rekâtin yalnızca bi­rinde yapılırsa, namaz Ebu Yusuf’a göre dört, Ebu Hanife, eş-Şeybanî ve Züfer’e göre iki rekât kaza edilir.

(f) Kıraat yalnızca ilk veya son iki rekâtte yapılırsa, sadece ilk veya son iki rekât kaza edilir.

(g) Kıraat ilk iki rekâtin ikisinde ve son iki rekâtin yalnızca birinde yapılırsa, son iki rekât kaza edilir. Son iki rekâtte kıraat yapmayınca, ilk iki rekât kaza edilir.

Bütün bu hükümler, birinci ka’dede teşehhüd miktarı oturunca geçerlidir. Bu miktarda oturmayınca, eş-Şeybanfye göre namaz bo­zulur.

Kıraatin terki dolayısıyla bozulmasında kazanın rekat sayı­sı, şu şekilde özetlenir: Kıraat ya dört rekâtte yapılmış veya dör­dünde yapılmamıştır, ya da üçüncüde de yapılmamıştır; bu son halde dört şık ortaya çıkar. Bu terk hallerinde, namazın kaza edi­lecek rekat sayısı aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:

 

Terk/Kıraat

Rek’atlerde Kıraatin

Terki Veya Yapılması

Ebu

Hanife

Ebu Yusuf

eş-Şey-

bani, Züfer

 

1

2

3

4

 

 

 

1

Dört Kıraat

(Y) Yapma

Y

Y

Y

-

-

-

2

Dört

(T) Terk

T

T

T

2

4

2

3

T

T

T

Y

2

4

2

 

Terk

T

T

Y

T

2

4

2

 

 

T

Y

T

T

4

4

2

 

 

Y

T

T

T

4

4

2

4

İki

T

T

Y

Y

2

2

2

 

Terk

T

Y

T

Y

4

4

2

 

 

T

Y

Y

T

4

4

2

 

 

Y

T

T

Y

4

4

2

 

 

Y

T

Y

T

4

4

 

 

Y

Y

T

T

2

2

2

5

Bir

T

Y

Y

Y

2

2

2

 

Terk

Y

T

Y

Y

2

2

2

 

 

Y

Y

T

Y

2

2

2

 

 

Y

Y

Y

T

2

2

2

Tablo 51: Kıraatin Terkinde Nafilenin Kazası

 

86. Tavaf Namazı:

 

1- Tanımı Ve Hükmü: [385]

 

Hac konusunda ele alınacağı gibi, tavaf çeşitlerinin, hangisi olursa olsun, yedi şartı bittikten sonra kılınan namaza Tavaf Na­mazı (Rek’ateyi’t-Tavaf) denir:

Cumhur’a göre tavaf namazı sünnet;

Hanefî ve Maliki Mezheblerine göre, vaciptir.

 

2- Kılınması:

 

Vakti Ve Yeri:

 

Tavaf namazının efdal olan kılınma vakti, -kerahat vakti değilse- tavaf biter bitmez hemen kılmaktır. Kerahat vaktinde biten tavaf için namaz istenildiği zaman, hatta kendi memleketine dön­dükten sonra bile kalınabilir. Fakat tavaf namazını kendi memle­ketinde kılmak mekruhtur.

Tavaf namazının efdal olan kılınma yeri Makam-ı İbrahim­‘dir. Burada kılmak mümkün değilse, Kabe’nin içinde, Hacer-i Esved’in önünde, Mîzab’m (Altınoluk’un) altında, Mescid-i Haram’ın Hacer-i Esved’e yakın olan yerlerinde, Mekke Harem’inde kılınabilir; Harem’in dışında kılınması uygun değildir.

 

Şekli:

 

Tavaf namazı, aynen sabah namazının sünneti gibi kılınır. İlk rekâtte Kâfirûn, ikincide İhlâs sûreleri okunur.

           

Namaz Türü

Hanefî

Şafiî

Maliki

Hanbelî

Vitir

Vacib

Sünneti

Müekkede

Sünneti

Müekkede

Sünneti Müekkede

Bayram N.

Vacib

Sünneti Aynı Müekkede

Sünneti Aynı

Müekkede

Farzı Kifaye

Bozulan Nafile   Na­mazın Kazası

Vacîb

Sünnet

Farz

Sünnet

Adak N.

Vacib

Vacib

Vacib

Vacib

Tavaf N.

Vacib

Sünnet

Vacib

Sünnet

Tablo 52: Vacip Namazların Hükmü

 

19. BÖLÜM NAFİLE NAMAZLAR

 

87. Nafile Namazın Niteliği;

 

1- Nafile Namaz Kavramı:

 

Farz ve vacip namazlardan fazla olarak sevap kazanma iste­ğiyle kılınan namazlara Nafile Namaz denir. Bu çeşit namazlara Tatavvu (Salâtu’t-Tatavvu) veya Mendup Namazlar da denmekte­dir.

 

2- Nafile Namazların Kılınması;

 

Yeri: [386]

 

Genel Olarak:

 

(a) ÜM’e göre, teravih gibi, cemaatle kılınması meşru olanlar dışındaki nafileleri evde kılmak, camide kılmaktan efdaldir.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, revâtip nafileler ile vitir namazı ve cemaatle kılınması meşru olmayan namazları evde kılmak ef­daldir.

Birinci sefa (iki rekâte) başlamanın sahhati tahrime, ikinci­ye başlamanın geçerliliği ise tahrimenin devamıyla birlikte ona kalkışla olur: Ebu Hanife’ye göre, birinci şefta kıraatin terkedilmesiyle tahrime devam etmez, bu sebeple ikinci sefa başlamak sa­hih olmaz, bu ikincinin kazası gerekmeyip sadece birinci şef kaza edilir, ikincide kıraatin terkiyle tahrime değil, eda fasid olacağın­dan, iki rekâtte kıraatin terkedilmesi gibi sadece birinci şef kaza edilir; bu son durumda ikinciye başlamak da sahihtir. eş-Şeybanî ve Züfer’e göre, şeflardan birinde bir rekâtte -iki rekâtın terki gibi-tahrime ve edayı ifsad eder, ikinciye başlanması sahih olmaz, sa­dece birinci şefin kazası gerekir. Ebu Yusuf’a göre, bir veya iki re­kâtte terk sadece edayı bozar, tahrime bozulmayıp devam eder, bu durumda ikinci sefa başlamak da sahihtir. Kısacası, tahrime, kı­raatin terkiyle, Ebu Yusufa göre mutlak olarak bozulmaz, eş-Şey­banî ve Züfer’e göre mutlak olarak bozulur, Ebu Hanife’ye göre, iki rekâtte terkiyle bozulur. en-Nesefî görüşleri şu beyitlerde özetlemiş­tir:

Tahrimetu’n-Nefli La Tebka İza Terekte

Fiha’l-Kıraatu Aslen ‘Inde Nu’man

Ve’t-Terku Fi Rek’atin Kad Addehu Zufer

Ke’t-Terki Aslen ve Eydan Şeyh Şeyban

Ve kale Ya’kub Tebka Keyfemâ Terekte

Fiha’l-Kıraat Fahfezhu Bi-İtkan

“Terkettiğin takdirde, nafilenin tahrimesi kalmaz. Ebu Hanife’ye göre, ondaki kıraat aslîdir. eş-Şeybânî ve Züfer, bir rekâtte terkini, aslî terk gibi saymamıştır. Ebu Yusuf’a göre nasıl terkedilirse edilsin tahrime devam eder. Nafiledeki kıraate çok dikkat etmelisin.”

 

Özel Olarak: Cemaatle Namazdan Sonra Nafilenin Kılınacağı Yer: [387]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, cemaatle namaz kıldıran imamın farzı kıldığı yerde nafile kılması mekruhtur. Zira, sonradan gelen, durumu karıştırabilir. Muktedî ise, farzı kıldığı yerde de nafile kı­labilir, fakat muktedî için de müstehap olan, nafileyi başka yerde kılmaktır.

(b) Şafiî  Mezhebine göre, cemaatle  kılınan farzdan sonra, aynı  yerde nafile  kılınabilir. Bulunduğu yerden   ayrılmak müm­kün olmayınca, konuştuktan sonra nafileye başlamak sünnettir.

(c) Maliki Mezhebine göre, revâtip nafileleri camide kılmak efdaldir; farzın kılındığı veya başka yerde de kılınabilirler. Revatıp olmayan nafileleri evde kılmak efdaldir. Medine’de olanların, nafileleri  Mescid-i  Nebi’de  Hz. Peygamber’in  (sav) kıldığı yerde kılması menduptur, burası minberin yanındaki mihrabın önüdür.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, cemaatle kılınması meşru olma­yanlar dışındaki nafileleri evde kılmak efdaldir. Fakat camide kı­lınınca, mükellef dilediği yerde namaza durabilir.

 

Vakti:

 

Nafile namazların kılınmasının mekruh olacağı vakitler, namaz vakitleri incelenirken ele alınmıştı. Nafilelerin genel ola­rak vakti ile efdal olan vakitleri, her birini tek tek incelerken ele alınacaktır. Yalnız, burada, vakti çıktıktan sonra nafile namazla­rın kaza edilip edilmeyeceğini inceleyelim: Vakti çıktıktan sonra, hiçbir nafile namaz kaza edilmez. Yalnızca sabah namazının sünneti, farzıyla birlikte aynı gün zevale kadar kaza edilebilir; fakat bu sünnet, yalnız başına kazaya kalınca, Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre kaza edilmezken, eş-Şeybanî’ye göre kaza edilebilir. [388]

 

Şekli:

 

Tek tek incelerken görüleceği gibi, nafile namazların kı­lınma şekilleri miktar, kıraat vb. yönden birbirinden farklıdır.

Nafile namazlarda efdal olan, Hanefî Mezhebine göre, kıya­mın uzaması, eş-Şafiî’ye göre secdelerin uzamasıdır. [389]

 

Miktarı:

 

Genel Olarak:

 

Nafile namazların miktarları, az sonra ele alınacaktır. Cumhur’a göre, bir rekâtli nafile namaz yoktur. [390]

 

Efdal Miktar: [391]

 

(a) Hanefî Mezhebine  göre,  gündüz  nafilelerinin  dört,  gece nafilelerinin  iki rekât olarak kılınması efdaldir.

(b) eş-Şafiî’ye ve Maliki Mezheplerine göre, bütün  nafileler için efdal olan, ikişer ikişer kılmaktır.

(c) Ebu Hanife’ye göre, bütün nafile namazları, dörder rekât kılmak efdaldir.

 

Mekruh Miktar: [392]

 

Gündüz nafilelerinde, dört rekâtten fazla kılarak selâm ver­mek mekruhtur. Gece nafilelerindeyse dört, altı ve sekiz rekâtte bir selâm verilebilir. Sekiz rekâtten fazla kılarak selâm vermek, Ebu Hanife ve bazı hukukçulara göre mekruh ise de, Serahsî’ye göre ca­izdir, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre iki rekâtten fazla kılınmaz.

 

3- Farz Namazlar İle Nafile Namazlar Arasındaki Farklar: [393]

 

Vakit Ve Miktar Yönünden:

 

Nafile namazlar için belli bir vakit ve miktar yoktur, ancak nafilelerin bazı miktar ve vakitlerde kılınması mekruhtur. Farz namazların ise, mutlaka uyulması gereken belli miktar ve vakitle­ri vardır.

 

Fiilî Rükünler Yönünden:

 

(a) Nafile namazları, güç yetse bile, oturarak kılmak caizdir. Farz namazlar, ancak güç yetmemesi halinde oturarak kılınır.

(b) Ayakta başlanan farz namaz normal hallerde oturarak kı­lınmaz. Nafile namazlarda ise, Ebu Hanife’ye göre sonradan oturulabilirse de, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre oturulmaz.

(c) Oturarak başlanan nafile namazların bir kısmı oturarak, bir kısmı da ayakta tamamlanabilir.

(d) İnmeye güç yettiği halde, binekte nafile namaz kıhnabilir. Farz namazlar ise kılınmaz.

 

Sözlü Rükünler Yönünden:

 

Niyet:

 

Nafile namazlar mutlak, yani namaz ismi açıkça belirtme­den niyet ederek kıhnabilir. Fakat farzlarda niyeti açıkça yapmak gerekir.

 

Kıraat:

 

Kıraat, nafile namazların bütün rekâtlerinde farzdır. Çünkü, nafilelerin her iki rekâti, ayrı bir namaz kabul edilir. Farz namaz­larda, sadece iki rekâtte kıraat farzdır.

 

Şekil Ve Düzen Yönünden:

 

Cemaat:

 

Nafile namazlardan sadece teravihi cemaatle kılmak sünnet­tir. Oysa, farzları cemaatle kılmak, müekked sünnet, hatta bazı hukukçulara göre vaciptir.

 

Tertibi Gözetmek:

 

Kaza namazları ile farz namazlar arasında tertibe uymak ge­rekliyse de, nafileler ile kaza namazları arasında tertibe uymak şart değildir.

 

4- Farzlar İle Nafileler Arasını Ayırmak: [394]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, farzlarla nafile namazlar arası, Allahümme Ente’s-Selâm... denecek kadar ayrılır,  daha azı mek­ruhtur. Sünnetlerden sonra üç defa istiğfar etmek, Ayetu’l-Kursi ve Muavvizeteyn’i  (Felak ve  Nâs   Sûreleri’ni) okumak, otuzüç defa Subhanellah, el-Hamdu Lillah ve Allahu Ekber diye zikirde bulun­mak, yüz defa tehlil (La İlahe İllallahu Vahdehu La Şerike Leh...) okuyup “Subhane Rabbike Rabbi’l-’İzzeti Amma Yasifün...” la bi­tirmek müstehaptır.

(b) Şafiî Mezhebine göre de, Hanefî Mezhebinde olduğu gibi hareket edilir.  Yalnızca ortadaki âyet ve sûrelerle  sondaki âyet okunmaz.

(c) Maliki Mezhebine göre, farzlardan sonra kılınan revâtip, nafile namazlar için, Hanefî Mezhebi de olduğu için hareket edilir.

Yalnız, bu hareket tarzı, tehlîlin bitimine kadardır. Hanbelî Mezhe­bine göre farz namazlarla sünnetlerini, kıyam veya konuşma ile ayırmak sünnettir. Farz namazlar bittikten sonra, nafile namaz­lardan önce, bilinen şekildeki zikirler okunarak hareket edilir.

 

88. Nafile Namazların Çeşitleri:

 

Farz namazlara bağlı olup olmamalarını dikkate alarak, na­file namazları, iki bölümde incelemek mümkündür

 

1- Farzlara Bağlı Nafile Namazlar (es-Sunenu’r-Râtibe, Revâtib): [395]

 

Farzlara bağlı nafile namazlar da, esasen üç yönden ele alı­nabilir:

(1) Namaz Türü Yönünden:

(a) Beş Vakit Namazın Sünnetleri,

(b) Cuma Namazının Sünnetleri,

(2) Hüküm Yönünden:

(a) Müekked Sünnetler,

(b) Gayri Müeeked Sünnetler,

(3) Öncelik-Sonralık Yönünden:

(a) Kabliyye Sünnetler,

(b) Ba’diyye Sünnetler

 

                             Farzlara Bağlı Nafile Namazlar

---------------------------------------------------------------------------------------

Namaz Türü                        Hüküm Y.                     Öncelik-Sonralık Y.

A- Beş Vakit N. Sün.     A- Müekked Sün.               A- Kabliyye Sün.

B- Cuma N.’nın Sün.      B- Gayri Müekked Sün.     B- Ba’diyye Sün.

Şema 40: Farzlara Bağlı Nafile  Namazlar

 

Farzlara bağlı nafile namazlarla ilgili bu bakış açılarını, hukukçulara göre daha geniş tutarak incelemek düzenli bir bilgi kazandırır:

 

Birinci Tür Nafileler:

 

Farzlara bağlı ve daha kuvvetli olan bu tür nafile namazlara, Hanefî Mezhebi mesnûn, Şafiî Mezhebi müekked (vitre kadar revâ­tip), Maliki ve Hanbelî Mezhepleri revâtip adını verir:

 

Kabliyye Olan Nafile Namazlar:

 

Beş vakit namazlardan önce kılınan sünnet namazlara Kab­liyye, sonra kılınan namazlara da Ba’diyye adı verilir:

 

Sabah Namazının Sünneti (Sunnetu’l-Fecr, Rek’ateyi’l-Fecr):

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, sünnetlerin en kuvvetlisi olan sa­bah namazının sünneti, iki rekâttır. Özürsüz, yere oturarak veya binekte kılınmaz. Bu sünnetin vakti, sabah namazının vaktidir. Vakti çıktıktan sonra sadece bu güne ait olan sabah namazının sünneti zeval vaktine kadar farzıyla kaza edilir. Aynı gün, sadece farzı kilındiysa, bu namaz sonradan kaza edilmez. Sabah namazı­nın ilk vaktinde evde kılınması ile birinci rekâtte Kâfirun, ikinci rekâtte İhlâs sûrelerini okumak sünnettir. Farz için kaamete baş­landığında, -sadece bu namaz kılınmamışsa- kılınınca yetişme imkânı varsa kılınır, yetişme imkân ve ümidi yoksa kılınmaz ve daha sonra kaza edilmez.

(b) Şafiî Mezhebine göre, sabah namazının sünneti, vaktin ve cemaatin kaçırılma endişesi yoksa farzdan önce kılınır, böyle bir endişe varsa önce farz, sonra bu sünnet kılınır. Güneş doğduktan sonra da kaza edilebilir. Farzla bu sünnetin arasını uzatma, dün­yevî olmayan konuşmayla ayırmak sünnettir.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, sabah namazının sünneti, revatip nafilelerdendir. Vakti çıktıktan sonra kaza edilir.

Sabah namazının sünnetinin kıraati hukukçular arasında ih­tilaflıdır: [396]

eş-Şafiî’ye göre gizli, bir grup hukukçuya göre açık kıraat, di­ğer bir gruba göre her ikisi de müstehaptır.

Vakti çıktıktan sonra sabah namazının sünnetinin kaza edilmesi, aşağıdaki gibidir: [397]

(a) Atâ ve İbn Cureyc’e göre, sabah namazından sonra kaza edilir.

(b) Bir gruba göre, güneş doğduktan sonra kaza edilir. Bu görüştekilerin  bir kısmına göre,  kaza  vakti  güneşin  doğmasından zevale kadardır, bir kısmına göre bir sınırlama yoktur. Bu son görüştekilerin bazısı kazayı müstehap, bazısı da mükellefe bırakmış­tır.

 

Öğlenin İlk Sünneti (Sunnetu’z-Zuhr):

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, öğle namazından önce dört rekât namaz kılmak sünnettir. Bu sünnet, sabah namazının sünnetinden sonra, en kuvvetli sünnettir. Bu sebeple, farzdan önce kılınmazsa son sünnetten önce veya sonra kılınır.

(b) Şafiî Mezhebine  göre, öğle  namazından önce, iki rekât namaz kılmak müekked sünnettir.

(c) Maliki Mezhebine göre, öğle namazından önce, -bir sınırı olmamakla birlikte- dört rekat sünnet namaz revâtibtendir.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, öğle namazında  olduğu  gibi, cuma namazından önce de dört rekât sünnet kılınır.

 

Cumanın İlk Sünneti:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, öğle namazında olduğu gibi, cuma namazından önce de dört rekât sünnet kılınır.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cuma namazından önce, iki rekat namaz kılmak, müekked sünnettir.

 

İkindinin Sünneti (Sünnetu’l-Asr):

 

Malikî Mezhebine göre, ikindi namazından önce, -bir sınırı olmamakla birlikte- dört rekât namaz kılmak revâtiptendir.

 

Ba’diyye Olan Nafile Namazlar:

 

Öğlenin Son Sünneti:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, öğle namazından sonra iki rekât son sünnet kılınır.

(b) Şafiî Mezhebine göre, öğle namazından sonra, iki rekât namaz kılmak müekked sünnettir.                                              

(c) Malikî Mezhebine göre, öğle namazından sonra -bir sınırı olmamakla birlikte- dört rekât sünnet namaz revâtiptendir.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, öğleden sonraki iki rekâtlik na­maz revatip nafilelerdendir.

 

Cumanın Son Sünneti (Sünnet u’l-Cum’a):

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, cuma namazından sonra, dört re­kât sünnet kılınır.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cuma namazından sonra, iki rekât namaz kılmak müekked sünnettir.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, cuma namazından sonra, en az iki, en çok altı rekât kılınan namaz revatip sünnetlerdendir.

 

İkindinin Sünneti:

 

Malikî Mezhebine göre, ikindiden sonra, -bir sınırı olma­makla birlikte- dört rekât sünnet, revatip namazlardandır.

 

Akşamın Sünneti (Sünnetu’l-Magrib):

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, akşam namazından sonra, iki re­kât sünnet kılınır.

(b) Malikî Mezhebine göre, akşam namazından sonra, -bir sı­nırı olmamakla birlikte- altı rekât sünnet revâtiptendir.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, akşamdan sonra revâtip olarak kılınan namaz iki rekâttir.

 

Yatsının Son Sünneti (Rek’atün Ba’de’l-İşâ):

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, yatsı namazından sonra, iki rekât namaz kılmak sünnettir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, yatsı namazından sonra, iki rekât namaz kılmak nıüekked sünnettir.

(c) Maliki Mezhebine göre, yatsıdan sonra ona ait nafile na­maz yoktur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, yatsıdan sonra revâtip olarak kı­lınan namaz iki rekâttir.

 

Vitir Namazı (Salâtu’l-Vitr):

 

Şafiî Mezhebine göre, vitir namazı da müekked sünnetlerden­dir. En az bir, en çok onbir rekât kılınır; efdal olan, üç rekât kıl­mak ve her iki rekâtte bir selâm vermektir.

                           Farzlara Bağlı Nafile Namazlar

 

 

 

 

 

1

 

I

 

Hanefî

 

 

Şafiî

 

 

 

 

 

 

Mesnûn

Mendûp

Müekked

G. Müekked

1. Sabah/2

İkindi/4

Sabah/2

Öğle/2

2. Öğle/3

Yatsı/4

Öğle/2

Cuma/2

3.

 

Cuma/2

İkindi/4

4.

 

 

Akşam/2

1. Öğle/2

Akşam/6

Öğle/2

Öğle/2

2. Akşam/2

Yatsı/6

Cuma/2

Cuma/2

3.

 

Akşam/

Yatsı/2

4.

 

Yatsı/2

 

 

 

Vitir/1-11

 

 

           Maliki                               Hanbelî

-----------------------------------------------------------

Revâtip    G. Revâtip           Revâtip     G. Revâtip    (Kabiliye Farzdan Önceki)

Öğle/4      Sabah/2               Öğle/2        Öğle/4     

İkindi/4                                Sabah/2       İkindi/4

                                                      Cuma/4

                                                                       (Badiye Farzdan Sonraki)

Öğle/4

Yatsı/2

Öğle/2

Öğle/4

 İkindi/4

Şef/l-..

Akşam/2

Akşam/4

Akşam/6

Vitir/3

Yatsı/2

Yatsı/4

 

 

 

Cuma/2-6

Şema 41: Farzlara Bağlı Nafile Namazlar

 

İkinci Tür Nafileler:

 

Bu tür nafile namazlara Hanefî Mezhebi mendup, Şafiî Mez­hebi gayri müekked, Maliki ve Hanbelî Mezhebleri gayri revâtip adını vermektedir:

 

Kabliyye Olanlar:

 

Sabah Namazının Sünneti:

 

Maliki Mezhebine göre, sabah namazının sünneti gayri revâ­tip nafile namazlardandır. Zeval vaktine kadar kaza edilebilir. Farzdan önce kılınır, sonra kılınması mekruhtur. Her iki rekâtte de sadece Fatiha’yı okumak menduptur.

 

Öğle Namazındaki Nafile Namaz:

 

(a) Şafiî Mezhebine göre, müekked dışında iki rekât nafile kılmak, gayri müekked sünnettir.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, öğle namazından önce, dört rekâtlik gayri revâtipten nafile namaz vardır.

 

Cuma Namazındaki Nafile Namaz:

 

(a) Şafiî Mezhebine göre, müekked dışında cuma namazından önce iki rekât nafile kılmak, gayri müekked sünnettir.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, cuma namazından önce dört re­kât namaz kılmak sünnettir, ancak bu namaz gayri revâtiptendir.

 

İkindinin Sünneti (Sunnetu’l-Asr):

 

(a) Hanefi ve Şafiî Mezheplerine göre, ikindiden önce,  dört rekât olarak kılınan namaz, gayri müekked sünnet adını alır. İki rekât olarak da kılınabilir.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, ikindiden önce, dört rekâtlik gayri revâtip nafile sayılan namaz vardır.

 

Akşam Namazındaki Sünnet:

 

(a) Şafiî Mezhebine göre, akşam namazından önce, iki rekât namaz kılmak, gayri müekked sünnettir. Bu   namaz, ezandan sonra hafif olarak kılınır.

(b) Hanbelî Mezhebine göre de, bu şekilde iki rekât nafile kılmak mubahtır.

 

Yatsının İlk Sünneti:

 

Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, yatsıdan önce kılınan dört rekâtlik namaz gayri müekkeddir.

 

Ba’diyye Olanlar:

 

Öğle Namazındaki Sünnet:

 

(a) Şafiî Mezhebine göre, müekked dışında, öğle namazından sonra, iki rekât nafile kılmak gayri müekkeddir.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, öğle namazından sonra, dört re­kâtlik gayri revâtipten bir nafile namaz vardır.

 

Cuma Namazındaki Nafile:

 

Şafiî Mezhebine göre, cuma namazından önce, müekked dı­şında iki rekât nafile kılmak gayri müekked sünnettir.

 

Akşam Namazındaki Nafile (Evvâbîn Namazı):

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, akşam namazının sünneti, altı rekât olarak kılınabilir. Bu namaz, altı rekât birden kılınabileceği gibi, ikişer rekât da kılınabilir.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, akşam namazından sonra, dört rekâtlik gayri revâtip bir nafile namaz vardır.

 

Yatsı Namazındaki Nafile:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, yatsıdan sonra, altı rekât mendup namaz kılınabilir.                              

(b) Hanbelî Mezhebine göre, yatsıdan sonra, dört rekâtlik gayri revâtipten bir nafile namaz vardır.

 

Şef Namazı (Salâtu’ş-Şef):

 

Malikî Mezhebine göre, gayrı revâtip namazlardan biri de, en azı iki rekât, çoğu sınırsız olan ve yatsıdan sonra vitirden önce kı­lınması mendup olan Şef Namazıdır.

 

Vitir Namazı:

 

Malikî Mezhebine göre, vitir namazı da, gayri revâtip nafile namazlardan biridir. İlk iki rekâtten birincide A’lâ, ikincide Kâfirûn, üçüncüdeyse İhlâs ve el-Muavvizeteyn’i okumak menduptur.

 

Nam

az Türü

 

Namaz

Adı

Hanefî

Şafiî

Malikî

Hanbelî

Alt Tür

B

 

 

 

 

Sabah

2

2

 

 

2

 

İ

 

M

R

R

Öğle

4

2

4

2

Kab-

R

M

ü

e

e

Cuma

4

2

.

_

liy-

İ

e

e

v

v

İkindi

.

.

4

 

ye

N

s

k

â

A

Öğle

2

2

4

2

 

C

n

k

t

r.

Cuniü

4

2

_

 

Ba:-

İ

ü

e

i

i

İkindi

_

 

4

 

diy-

T

n

d

b

b

Aksam

2

2

6

2

ye

Ü

 

 

 

 

Yatsı

2

2

 

2

 

R

 

 

 

 

Vitir

 

1-11

 

 

 

 

 

G

G

G

Sabah

-

-

2

-

 

 

 

a

a

a

Öğle

_

2

_

4

Kab-

İ

 

V

v

V

Cuma

_

2

 

4

liy-

K

 

r

r

r

İkindi

4

 

_

4

ye

İ

M

i

i

i

Akşam

 

2

 

2

 

N

e

M

R

R

Yatsı

4

 

 

-

 

C

n

ü

e

e

Öğle

 

2

 

4

 

İ

d

e

V

V

Cuma

 

2

 

2

Ba-

 

Û

k

â

â

Akşam

6

 

 

4

diy-

T

b

k

t

t

Yatsı

6

2

 

4

ye

Ü

 

e

i

i

Şef

_

 

1-...

.

 

R

 

d

h

b

Vitir

 

 

3

 

 

 

H a n e f

i

Ş a

f

i

î

M a 1

i

k

î

h

a n b e 1 î

Mesnun     Mendûb

Gayri Müekked      Müekked

/

Gayri Revâtib          Revâtib

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tablo 53: Farzlara Bağlı Nafile Namazlar

 

2- Farzlara Bağlı Olmayan Nafile Namazlar: (en-Nevâfilu’l-Mutlaka)

 

Beş vakit ve cuma namazının sünnetleri dışında, sevap ka­zanmak için çeşitli zamanlarda ve çeşitli sebepler için kılınan ve Regâib [398] adını  alan farzlara bağlı  olmayan  nafile namazları  iki açıdan ele almak mümkündür:

(1) Belli vakti olması ve çeşitli sebeplere bağlı olarak kılın­ması açısından,

(2) Kılınma zamanı açısından.  Bu iki bakış açısından birin­cisini esas alacak, ikincisini şemada göstereceğiz :

 

Belli Vakti Olan Nafile Namazlar:

 

Farzlara bağlı olmayan nafile namazların bir kısmının belli vakti bulunmaktadır; bu yüzden, bu vakitlerde kılınırlar:

 

Günlük Nafile Namazlar (en-Nevâfilu’l-Yevmiyye):

 

Kuşluk Namazı (Salâtu’d-Duhâ): [399]

 

I. Hükmü:

 

Kuşluk namazı, ÜM’e göre sünnet, Malikî Mezhebine göre, menduptur.

 

II. Vakti:

 

Kuşluk namazının vakti, güneş doğup bir miktar yükseldik­ten sonra başlar, istiva vaktine kadar devam eder:

(a) ÜM’e göre, kılınması uygun olan vakit, gündüzün dörtte biri geçtikten sonraki zamandır:

(1) Hanefî Mezhebine göre, vakti çıkınca, kuşluk namazı kaza edilmez.

(2) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, vakti çıkan kuşluk namazının kaza edilmesi sünnettir.

(b) Malikî Mezhebine göre, kuşluk namazını, güneş doğduk­tan sonra, ikindi  ile  güneşin batması arasındaki  zaman kadar bekledikten sonra kılmak efdaldir; vakti çıkınca kaza edilmez.

 

III. Miktarı:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, en azı iki, en çoğu onaltı rekâttir. Onaltı  rekâtten. fazla kılınca,  hepsini bir  selâmda kılmaya  niyet edilmişse,  onaltısı kuşluk namazı  için,  fazlası  nafile olarak ge­çerli olur; ikişer veya dörder rekât olarak kılınırsa, onaltı rekâtten fazla kılınmasında kerahat sözkonusu olmaz.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, en çok sekiz rekât kılınabilir. Kasıtlı ve bilerek bundan fazla kılınca,  fazlası kuşluk için geçerli olmaz; bilmeyerek veya unutarak kılınca, fazlası na­file yerine geçer.

(c) Malfikî Mezhebine göre, kuşluk namazı sekiz rekatten faz­la  kıhnabilir.

 

Teheccüd Namazı (Salâtu’t-Teheccüd): [400]

 

Yatsı namazından sonra, daha uyumadan veya bir miktar uyuduktan sonra kılınacak nafile namaza Salâtu’l-Leyl veya Gece Namazı ya da Kıyâmu’l-Leyl adı verilir. Bir miktar uyuduktan sonra kalkıp kılınırsa bu namaz Teheccüd Namazı adını almakta­dır. Kılınması menduptur:

Teheccüd namazının en azı iki, en çoğu sekiz rekâttir. Gece namazlarının en faziletlisi olan bu namazı, her iki rekâtte bir se­lâm vererek kılmak efdaldir.

 

Yıllık Nafile Namazlar (en-Nevâfilu’s-Seneviyye):

 

Teravih Namazı (Salâtu’t-Terâvîh, Kıyâmu Ramadân):

 

I. Tanımı Ve Özellikleri:

 

Ramazan ayında yatsı namazından sonra, vitir namazından önce, tek başına veya cemaatle, orucun değil, Ramazan’ın sünneti olarak kılınan yirmi rekâtli namaza Teravih Namazı denmekte­dir. [401]

(a) Teravih  namazı,  Ramazan ayına mahsustur, başka za­manlarda kılınmaz.

(b) Teravih, orucun değil, Ramazan’ın sünnetidir. Bu sebeple, oruç  tutmayanlar da, teravih namazı kılabilir.   Ülkemizde, oruç tutmayanların teravih kılamayacakları şeklinde, yanlış bir görüş ve uygulama vardır.

 

II. Hükmü: [402]

 

(a) ÜM’e göre, teravih namazı, erkek ve kadınlar için sünneti aynı müekkededir. Hanefî Mezhebine göre, teravih sahabe sünneti­dir.

(b) Maliki Mezhebine göre, teravih, müekked menduptur.

 

III. Vakti: [403]

 

A. Başlangıcı:

 

(a) ÜM’e göre, teravih namazının vakti, yatsı namazının kı­lınmasından sonra başlar. Bazı hanefî hukukçulara göre, mutlaka yatsı ile vitir arasında kılınması gerekir.

(b) Malikî Mezhebine göre de, başlama vakti yukarıdaki gibi­dir. Fakat, akşam ve yatsı namazları, cem’ut-takdim şeklinde kı­lınınca, yatsı namazının gerçek vakti girene kadar beklenir, sonra teravih kılınır.

 

B. Sonu:

 

Teravih namazının vakti, fecrin doğusuyla sona erer.

ÜM’e göre, teravih namazını, vitirden önce veya sonra kıl­mak caizdir, ancak efdal olan önce kılmaktır; bazı hanefî hukuk­çulara göre mutlaka vitirden önce kılınır; Malikî Mezhebine göre, teravih, yatsıdan sonra, vitirden önce kılınır, vitirden sonraya bı­rakmak mekruhtur.

ÜM’e göre, vakti çıktıktan sonra teravih namazı kaza edil­mez, Şafiî Mezhebine göre, kaza edilebilir. [404]

 

IV. Miktarı: [405]

 

(a) Cumhur’a göre, teravih namazı, yirmi rekâttir.

(b) Ömer b. Abdilaziz, Mekke’deki müslümanların, her dört rekatten sonra bir tavaf yaptıklarını görmüş ve her tavafı dört rekât namaza denk tutmuştur. Böylece o, teravih namazını otuzaltı rekât kılmıştır.

(c) -Bir kavlinde- Malik’ten ikinci görüş, diğer kavlindeyse yirmialtı rekât olduğu nakledilmiştir.

 

V. Kılınma Şekli Ve Yeri: [406]

 

A. Şeklî:

 

(a) ÜM’e göre, teravih namazında her iki rekât, başlı başına bir namaz sayılır. Bu sebeple, her iki rekâte başlarken niyet edilir, senâ okunur.

(b) Malikî Mezhebine göre, iftitah tekbirinden sonra, kıraatten önce dua okumak mekruhtur.

Teravih namazlarında, teşehhüdden sonra, salavât ve dualar okunur. Yatsı namazında cemaati terkeden mükellef, teravih ve vi­tir namazlarında imama uyabilir. Bu durumda, önce yatsı nama­zını kılar, sonra imama uyar. Kılamadıklarını sonra kaza eder.

Güç yetince ayakta kılmak efdal, kılmamak evlâya aykırı­dır. Muktedînin, tekbiri, imamın rükûuna kadar bekletmesi mek­ruhtur.

 

B. Yeri:

 

(a) ÜM’e göre,  teravih  namazını,  -cemaatle kılınması meşru namazlarda olduğu gibi- camide kılmak efdaldir.

(b) Malikî  Mezhebine göre, âfâkî (Mekke dışından) olma, evinde huzur  içinde  kılma ile  camileri  zaafa  uğratmama şartla­rıyla evde kılmak menduptur.

 

VI. Sünnetleri Ve Mendubları: [407]

 

A. Sünnetleri:

 

(a) Cemaatle kılmak:

(1) Hanefî Mezhebine göre, teravih namazını cemaatle kılmak sünneti kifâyedir.

(2) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre cemaatle kılınması sünneti ayındır, evinde teravih kılan veya kılınan mükellefin imameti sünnettir.

(3) Malikî Mezhebine göre, teravih namazını cemaatle kılmak menduptur.

(b) Hatimle Kılmak:

(1) ÜM’e göre, her akşam bir cüz, her rekâtte bir sayfa okumak  üzere teravih namazını hatimle kılmak   sünnettir. Bu durumda, cemaate göre hareket edilir.  Ayrıca kıraat, namazı bo­zacak şekilde süratli yapılmaz.

(2) Malikî Mezhebine  göre, hatimle   teravih   kılmak men­duptur, -hafız olanlar için- terki evlâya aykırıdır.

(c) Camide kılmak.

(d) Teravih niyeti.

Bazı hanefî hukukçulara göre, teravih namazım kılmak için, mutlak namaz niyeti yeterli değildir.

(e) Sena, taavvuz ve tesmiye.

(f) Her rekâtte on âyet okumak.

En doğru hareket, cemaatin durumuna göre okumaktır. Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre, her iki rekâtte eşit miktarda, eş-Şeybanî’ye göre birincide ikinciden daha fazla okunur.

(g) Teravihi baştan sona bir imamla kılmak.

 

B. Mendubları: [408]

 

(a) İki rekâtte bir selâm vermek:                                      

(1) Hanefî Mezhebine göre, teravih, dörder dörder kılınabilir. Yirmi rekâtı birden kılmak mekruhtur.

(2) Şafiî Mezhebine göre,  teravih namazını, iki rekâtte  bir selâm vererek kılmak şarttır, bundan sonrasında selâm  vermek sahih  değildir.

(3) Malikî ve Hanbelî Mezheplerine göre, teravih namazının yirmi rekâtini birden kılmak mekruhtur.

(b) Her dört rekâtten sonra bir miktar oturmak. Hanbelî Mez­hebine göre, bu menduptur, terki mekruh değildir, bu sırada dua et­mek evlâya aykırıdır; Şafiî Mezhebine göre de, bu oturuş mendup­tur, -bu sırada okunacak- belli bir zikir yoktur; Hanefî Mezhebine göre, zikir veya tehlil okunur veya susulur.

Teravih namazının her dört rekâtı sonunda bir miktar otura­rak istirahat edildiği için bu dört rekâta Terviha denmiştir. Böylece bir teravih namazında beş terviha bulunmuş olur. Kelime manâsıy­la terviha, nefsi rahatlatmak demektir. Teravih de, tervihanm çok­luk  şeklidir.

 

Kandil Namazları (Salâtu’r-Regâib):

 

I. Regâib Gecesi Namazı: [409]

 

Receb ayının ilk cuma gecesine Regaib Gecesi adı verilmek­tedir. Bu geceyi ibadetle geçirmek sevaptır. Fakat, bu ve Berat Gece­sinde kılınacak namazın, mendub veya mesnun olacağı kuvvetli bir delile dayanmamaktadır, hatta İbnu’l-Cevzi ve başkaları bu ko­nudaki hadisleri mevzu kabul eder. Regaib Gecesinde toplanıp ce­maatle namaz kılmak bid’attir. Nevevî, bu ve Berat Gecesi Nama­zının bid’at olduğunu belirtir. Sahabe, tâbiun ve müctehid imamlar­dan böyle bir namaz nakledilmemiştir. H. 400 tarihlerinden sonra icad edilmişlerdir: Ebu Muhammed îzzüddin b. Abdisselâm el-Makdisi’nin belirttiğine göre, Beyt-i Makdis’te Regaib ve Berat Ge­cesi Namazı kılınmazdı, 448 yılında İbnu’1-Hayy adında Nablus’tan gelen biri tarafından icad edilmişlerdir; bu adamın sesi gü­zeldi, bu iki namazı kılmaya başlayınca ona büyük bir cemaat de uydu, böylece bu namazlar bir sünnet gibi yayıldı.

 

II. Miraç Gecesi Namazı: [410]

 

Üç aylardan Receb ayının yirmiyedinci gecesine Miraç Gece­si denir: Miraç Gecesinde oniki rekât namaz kılmak müstahsen görülmüştür. Her rekâtinde, Fatiha ile zamm-ı sûreyi okuyarak, iki rekâtte bir selâm vermeli, sonra yüz defa Subhanellahi Ve’l-Hamdu Lillahi Velâ İlahe İllallahu Ekber demeli, bundan sonra yüz defa is­tiğfar ederek, yüz defa da salât-u selâm okunmalıdır.

 

III. Berat Gecesi Namazı: [411]

 

Üç aylardan Şa’ban ayının onbeşinci gecesine Berat Gecesi adı verilir: Bu gecede, ibadet ve nafile namaz kılmakta bir sevap vardır, fakat bu geceye mahsus belli kalınma şekli olan mesnun bir namaz yoktur, bu konudaki rivayetler kuvvetli değildir, hatta İbnu’1-Cevzi’ye göre bunlar uydurmadır.

Berat Gecesi kılınan namaza Salâtu’l-Hayr da denmiştir. Bu namaz, birçok rivayete göre, yüz rekâttır. Her iki rekâtte bir selâm verilir ve her rekâtinde Fatiha’dan sonra, on veya yüz defa İhlâs sûresi okunur.

 

IV. Kadir Gecesi Namazı: [412]

 

Ramazan ayının yirmiyedinci gecesine rastladığı kuvvetle tercih edilen kadir gecesi mübarek bir gecedir. Bu geceyi ihya et­menin sevabı çoktur. Bu şerefli gecede, teravihten sonra bir müddet daha ibadette bulunulması, nafile namaz kılınması geceyi ihya demektir.

Kadir gecesi namazının en azı iki, ortası yüz, ençoğu da bin rekâttir. Bu namaz, iki rekât kılındığı takdirde, her rekâtinde ikiyüz âyet okunmalı; yüz rekâte kadar kılındığı takdirde her rekâ­tinde Fatiha’dan sonra Kadr Sûresi ile üç defa İhlâs Sûresi okunup her iki rekâtte bir selâm verilmelidir. Bu arada, Allahumme İnneke Afuvvun, Tuhibbu’l-Afve Fa’fu Annî (Allah’ım! Sen affedici­sin. Affetmeyi seversin. Beni de affet.) diye dua edilmelidir.

Kadir gecesindeki namazın, bu şekilde kılınacağı hakkın­daki rivayetler kuvvetli değildir. Hatta bu yüzden el-Halebî, böyle bir namazı zikre değer bulmaz. Asıl maksat, bu geceyi mümkün ol­duğu kadar ihya etmektir. Bu gecede diğer nafile namazlar gibi tatavvu kılınabilir.

İbn Abidin, Kandil -Regâib- Namazları ile ilgili olarak Nurud din el-Makdisi’nin Red’u’r-Râgıb An Salâti’r-Regâib adlı bir eserinin bulunduğunu belirtir.

 

Çeşitli Sebeplere Bağh Olarak Kılınan Nafile Namazlar (en-Nevâfılu’1-Murtebita bi-Esbâbihâ):

 

Farzlara bağlı olmayan nafile namazların bir kısmı da, çe­şitli sebeplere bağlı olarak kılınır:

 

İbadet Ve İbadet Yeri İle İlgili Olarak Kılınanlar (el-İkbâl Alellah):

 

Tahıyyetu’l-Mescid: [413]

 

Herhangi bir camiye sadece ziyaret veya ilmi faaliyet için gi­ren mükellefin kıldığı iki rekâtlik namaz, Tahıyyetu’l-Mescid adını alır. Bazı hukukçular, bu namazın adını Tahıyyetu Rabbi’l-Mescid olarak zikreder, doğru söyleyiş de bu olsa gerekir:

 

I. Genel Olarak:

 

A. Hükmü:

 

(a) ÜM’e göre, tahıyyetu’l-mescid sünnet, Malikî Mezhebine göre, mendup, Zahirî Mezhebine göre, vaciptir. Herhangi bir sebeple tahıyyetu’l-mescidi kılamayacak mükellefin, ÜM’e göre dört defa Subhanellahi Ve’1-Hamdu Lillahi Vela İlahe İllallahu Vallahu Ekber demesi menduptur, Hanbelî Mezhebine göre, mendup değildir.

Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, kılınmazdan önce otur­makla -bu mekruh ise de- borç düşmez; Şafiî Mezhebine göre, kasıtlı olarak ve bilmeyerek veya unutarak uzun süre oturunca düşer; Hanbelî Mezhebine göre, oturuşu uzun sürerse düşer.

Camiye girince, rükû ve secdeli namaz kılınması halinde, bu, tahıyyetu’l-mescid yerine geçer.

 

B. Miktarı:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, tahıyyetu’l-mescid, iki veya dört rekâttir; dört rekât kılınması efdaldir, daha fazla kılınmaz.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, normal olarak iki re­kât kılınırsa da, rekât sayısı arttırılabilir.

(c) Malikî Mezhebine  göre,  tahıyyetu’l-mescid,  iki rekâttir, daha fazla kılınmaz.

 

C. Şartları:

 

a) Vakit:

Tahıyyetu’l-mescidin kılınması için, camiye mekruh vakitler dışında girmek gerekir;” Şafiî Mezhebine göre, bu şart değildir, mekruh vakitlerde de kılınabilir.

b) Durma ve Bulunma Gayesi:

(a) ÜM’e göre, camide bulunmak ve beklemek şart değildir, bu namazı kılmak için sadece geçiş bile yeterlidir.

(b) Malikî Mezhebine göre, bu namazı kılmak için, bir süre durmak şarttır.

c) Abdestli Olmak:

(a) ÜM’e göre, tahıyyetu’l-mescid namazını kılmak için, camiye abdestli girmek gerekir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, abdestsiz olunca kısa zamanda abdest alınabilirse, namazın kılınması gerekir.

d) Cemaatle Namaz Kılınması:

(a) ÜM’e göre, camiye girildiğinde, içeride cemaatle namaz kılmıyorsa, tahıyyetu’l-mescid  kılınmaz.

(b) Maliki  Mezhebine göre, bu şart, düzenli olarak vazife yapan imamı olan cemaat için sözkonusudur.

e) Hutbe Okunması:

(a) Hanefî ve Maliki Mezheplerine göre, camiye, hatip hutbeye çıkınca girilirse,  tahıyyetu’l-mescid kılınmaz.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, bu durumda, otur­madan önce, iki hafif rekât olarak kılınır, daha fazla ve oturul­duktan sonra kılınmaz.

 

II. Özel Olarak: Mescid-i Haramda Tahıyyetu’l-Mescid

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, Mescid-i Haram’daki tahıyyyetu’l-mescid iki rekâttır, fakat buraya tavaf için giren kimse önce tavaf yapar, sonra tavaf namazını kılar, böylece bu ikisi onun yerine geçmiş olur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, Mescid-i Haram’a giren mükellefin tahıyyetu’1-beyt olarak tavaf,  tahıyyetu’l-mescid olarak iki rekât namaz kılması gerekir. Efdal olan, önce tavaf yapmaktır; ‘tavaftan sonra da tavaf namazı kılınır, böylece tahıyyetu’l-mescid de kılın­mış olur. Önce tahıyyetu’l-mescid, sonra tavaf namazı da kılınabilir, aksi caiz değildir. Mescid-i Haram’a tavaf gayesi taşımadan giren mükellefin, sadece tahıyyetu’l-mescid kılması gerekir.

(c) Maliki Mezhebine göre, Mescid-i Haram’a tavaf gayesiyle giren mükellefin, sadece tavaf yapması gerekir, tahıyyetu’l-mescid bunun içinde düşünülür. Tavaf gayesi taşımayan Mekkeli mükel­lefin tahıyyetu’l-mescid  kılması, afakinin (Mekkeli olmayanın) tavaf yapması gerekir.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, Mescid-i Haram’ın tahıyyesi, ta­vaftır.

 

Abdest Ve Gusülden Sonraki Namaz (Rek’ata’l-Vudû ve’l-Gusl): [414]

 

Abdest veya gusülden sonra, vakit müsaitse, yani mekruh va­kit içinde bulunulmuyorsa, -böyle bir temizliğe nail olmanın şük-ranesi olarak- daha ıslaklık kurumadan iki rekât namaz kılın­ması menduptur.

 

Tesbih Namazı (Salâtu’t-Tesbîh): [415]

 

Her rekâtında yetmişbeş defa Subhanellahi Ve’l-Hamdu Lillâhi ve la İlahe İllallahu Ekber şeklinde tesbih bulunan namaz Tes­bih  Namazı adını  alır.  Bu  namaz, her zaman kıhnabilir; günde, haftada -cuma günü-, ayda veya ömürde bir defa kılınmalıdır:

(a) Birinci rekâtte,  Subhâneke’den sonra, onbeş  defa teşbih okunur, tesmiye, Fatiha ve zamm-ı sûreden sonra on defa teşbih okunur, rükûa varılır, üç defa Subhane Rabbiye’l-Azim’den sonra on  defa tesbih  okunur,  rükûdan doğrularak tesmi’ ve tahmidden sonra on defa teşbih okunur, secdeye varıp üç defa Subhane Rabbiye’1-A’lâ  dedikten sonra on  defa tesbih okunur,  birinci secdeden kalkılır, iki secde arasında yine on defa tesbih okunur, ikinci sec­deye varılır, normal tesbihten sonra on defa yine tesbih okunur. Böylece bir rekâtte yetmişbeş teşbih okunmuş olur.

(b) Bundan sonraki rekâtlerde de, Subhaneke’yi okumadan, aynı şekilde hareket edilerek tesbih okunur ve namaz tamamlan­mış olur.

(c) Tesbih namazının gündüz kılındığında dört, gece kılındı­ğında ikişer rekât kılınması ahsendir; iki rekât kılınınca, tesbih sayısı yarıya inerek yüzelli olur.

(d) Tesbih namazında, sehiv secdesi yapılırken, anılan teşbih okunmaz.

 

 

Tesbihin  Okunduğu İşlemler

 

 

Kıvam

Rüku ve Kavme

Secde ve Arada Oturuş

 

Rekât

Sena

Tes­bih

Fa­tiha

Tes­bih

Rüku

Kav­me

I.

Secde

Otu­ruş

II. Secde

Tesbih Sayısı

 

 

 

 

 

Tesbih

 

1

Oku­nur

15

Oku -nur

10

10

10

10

10

10

75

2

 

15

---

10

10

10

10

10

10

75

3

 

15

---

10

10

10

10

10

10

75

4

 

 

---

10

10

10

10

10

10

75

Gn.

Toplam

-

60

---

40

40

40

40

40

40

300

Tablo 54: Tesbih Namazı

 

Gök Olayları Dolayısıyla Kılınanlar (el-İ’câb bi-Ayâtillâh, Salâtu’l-Ayât):

 

Küsûf (Güneş Tutulması) Namazı (Salâtu’l-Kusûf):

 

I. Tanımı Ve Hükmü: [416]

 

Güneş tutulması dolayısıyla, bu en büyük nimetlerden birini veren Allah’a (cc) bağlılığını göstermek için kılınan nafile nama­za, Küsûf Namazı adı verilir:

Küsûf namazının kılınması, sünneti müekkededir; hatta bazı hanefî hukukçular, vacip olduğu görüşündedir. Malik’e göre, cuma namazı gibi farz-ı ayındır, ondan zayıf bir nakilde farz-ı kifayedir.

Maliki Mezhebine göre, tutulma sona erip, sonra yeniden baş­larsa namazın tekrar edilmesi menduptur. [417]

 

II. Kılınması:

 

A. Vakti: [418]

 

(a) ÜM’e ve Caferi Mezhebine göre, küsuf namazının vakti, güneşin tutulmaya başladığı andan sonra ermesine kadar devam eder:

(1) Hanefî  ve Hanbelî Mezheplerine göre menhiyyun an vakitlerde namaz kılınmaz, sadece dua edilir.

(2) Şafiî Mezhebine göre, küsûf namazı, güneş tutulduğu anda kılınır. Vaktin menhuyyun anh olması dikkate alınmaz. Zira bu namaz vakte değil, sebebe bağlı bir namazdır.

(3) Caferi Mezhebine göre, tutulmanın bitmesinden sonraya ertelenirse, daha sonra eda veya kaza değil, mutlak kurbet niye­tiyle, kılınır.

(b) Malikî Mezhebine göre, küsûf namazının vakti, bayram namazının vaktidir. Yani, güneş  doğduktan sonra,  nafile  namaz kılınabilecek vakitten zevale kadardır.

 

B. Miktarı: [419]

 

(1) İki Rekât Olması:                    

Çoğunluğa göre, küsûf namazı iki rekâttır:

(a) Hanefi Mezhebi, Nehaî ve Sevrî’ye göre, diğer nafileler gibi, -rekatça ve rüku ile secde sayısınca- küsûf namazı, enaz iki selâmda dört rekât kılmak efdaldir.

(b) ÜM’e göre, her birinde ikişer kıyam, ikişer rükû ve ikişer secde bulunan iki rekâttir.

(c) Abdulmelik b. Cureyc ve onunla aynı görüşü paylaşanlara göre, her rekâtte dört rükû ile ikişer secdesi bulunan iki rekâttir. Hz. Ali ve İbn Abbas’ın da bu görüşte oldukları nakledilir.

(d) Katâde, Atâ ve İbn Munzir’e göre, her birinde üçer rükû ile ikişer secde bulunan iki rekâttir.

(e) Caferî Mezhebine göre, iki rekâttir. Her rekâtte, beş rükû vardır. Her rükûdan önce, Fatiha ve zamm-ı sûre okunur.

(2) Tutulma Olayına Göre Değişmesi;

(a) Sa’id b. Cubeyr, Taberî ve bazı şafiî hukukçulara göre, namazın vaktine bakılmaz, güneş açılıncaya kadar devam eder, güneşin açılması uzarsa rükûlar tekrar edilir, açılma çabuk olursa rükûlar azalır.

(b) Zahirî Mezhebine göre, güneş tutulma olayı, sabah ile öğle namazı arasında olursa iki, öğle ile güneş batımı arasında olursa öğle ve ikindi namazı gibi dört rekât kılınır.

 

C. Şeklî: [420]

 

(a) ÜM’e göre, küsûf namazı, iki rekât olarak kılınır. Namaz bittiği halde güneş tutulması henüz sona ermediyse, tutulmadan sona ermesine kadar dua edilir. Her rekâtte, kıyam ve rükû uzatı­lır. Aynı zamanda, her rekâtte, ikişer kıyam ve rükû bulunur. Bi­rinci kıyam ve rükû farz, ikincilerse menduptur. Bununla birlikte, küsûf namazı, iki rekâtli bir nafile gibi de kıhnabilir.

(b) Hanefi Mezhebine göre, küsûf namazı, nafile  namazlar veya cuma ve bayram namazı gibi kılınır. Her rekâtte, sadece birer kıyam ve rükû bulunur.

Cemaatle kılınınca Ebu Hanife, eş-Şeybanî, Malik ve eş-Şafiî’ye göre kıraat gizli, Ebu Yusuf, İshak b. Raheveyh ve Ahmed b. Hanbel’e göre açıktan, et-Taberi’ye ve Zeydiye’den Hâdi’ye göre her iki şekilde de yapılır. [421]

Güneş tutulması namaz kılarken sona erince, aşağıdaki gibi hareket edilir: [422]

(a) ÜM’e göre, namaz yukarıdaki şekle göre tamamlanır, gü­neş tutulmuş olarak batarsa, namaz kılınmaz.

(b) Maliki Mezhebine göre, bir rekât kıhnmamişsa, kalan re­kât diğer nafilelerde olduğu gibi, fazla rükû ve kıyamı eklemeksizin kılınır. Fakat, bir rekât kılınmışsa, bir kısım maliki hukukçu­lara göre ilaveli, bir kısmına göre ise ilâvesiz kılınır.

Namazdan sonra tutulma sona erene kadar dua edilir.

 

D. Yeri: [423]

 

Küsûf namazını,  bayram  namazının kılındığı yerde kılmak efdaldir.

 

E. Sünnetleri: [424]

 

(a) Kıraati uzatmak:

(1) ÜM’e  göre, kıraat uzatılır.  İlk rekâtte  birinci kıyamda Fatiha’dan sonra Bakara vb. bir sûre, ikinci kıyamda Âli İmran vb. bir sûre;  ikinci rekâtte birinci kıyamda Nisa vb., ikinci kı­yamda Maide vb. bir sûre okunur.

(2) Hanefî Mezhebine göre, -ezbere bilinirse- birinci rekâtte Bakara, ikincide Âli İmran sûreleri okunur.   Namazdan sonra duanın uzun tutulmasıyla da, sünnet yerine gelmiş olur. Namaz veya duadan biri kısa tutulunca, öbürü uzun tutulur.

(b) Rükû ve secdeyi uzatmak.

(1) Hanefî Mezhebine göre, rükû ve secde, belli bir ölçü ol­maksızın uzatılır.

(2) Şafiî Mezhebine göre, ilk rekâtteki birinci rükû, Bakara sûresinden yüz, ikinci rükû seksen âyet; ikinci rekâtteki birinci rükû yetmiş, ikincisi elli âyet miktarı uzatılır. Secde, birinci re­kâtte ilk rükû, ikincide ikinci rekâtteki ikinci rükû kadar uzatılır.

(3) Maliki Mezhebine göre, her rükû kıyamındaki sûre kadar, secdedeyse kendinden önceki rükû kadar uzatılır,  fakat birinci secde ikinciden biraz uzun yapılır.

(4) Hanbelî Mezhebine göre, her rükû belli bir ölçü fılmadan, fakat birinci rükûda yüz, ikincide yetmiş âyet miktarı Subhânellah denir.

(c) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, ikinci kıyam ve rü­kûda imama yetişmekle, bu rekât kılınmış olmaz. Malikî Mezhe­bine göre, her rekâtte, birinci rükû ve kıyam farz, ikinciler sünnet­tir. Bu sebeple, ikinci kıyam ve rükûa yetişmekle, bu rekât kılın­mış olur.

(d) ÜM’e göre, kıraatin gizli, Hanbelî Mezhebine göre, açık yapılması sünnettir.

(e) Cemaatle kılınması menduptur; eş-Şafiî ve Ahmed’e göre sünnet-i müekkededir:

(1) ÜM’e göre, imamda, cuma imamının şartları aranmaz.

(2) Hanefî Mezhebine göre, küsûf namazını kıldıracak imamda,Cuma imamının şartları aranır. Devlet başkanının izni olmazsa, evlerde tek başına kılınır.

(f) Camide kılınması, ÜM’e göre mendup; Malikî Mezhebine göre, cemaatle kılınınca mendup değildir, tek başınaysa istenen yerde kıhnabilir.

 

III. Küsûf Hutbesi: [425]

 

(a) ÜM’e göre, küsûf namazında hutbe yoktur.

(b) Şafiî Mezhebine ve bir nakilde Ahmed’e göre, -bayram namazında  olduğu  gibi- erkekler için namaz   sonrasında hutbe okumak sünnettir. Cuma hutbesinin şartlarından, sadece hatibin erkek, hutbenin Arapça ve cemaatin duyması şart koşulur.

 

Hüsûf (Ay Tutulması) Namazı (Salâtu’l-Husûf): [426]

 

I. Tanımı Ve Hükmü:

 

Ay tutulması dolayısıyla, yine bu en büyük nimetlerden birini veren Allah’a (cc) olan bağlılığını göstermek için kılınan namaza Hüsûf Namazı adı verilir:

(a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, hüsûf namazı men­duptur ve cemaatle değil, yalnız başına kılınır. Malikî Mezhebine göre,   tutulmasının   sona  ermesine,   ayın   batmasına  veya  fecrin doğmasına kadar tekrar edilmesi menduptur.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, hüsûf namazı sünneti müekkededir. Her iki mezhebe ve Davud ez-Zahirî’ye göre, cemaatle kılınır.

 

II. Kılınması:

 

A. Vakti:

 

Küsûf namazında olduğu gibi, hüsûf namazında da vakit, tu­tulmanın başlamasından sona ermesine kadar sürer:

(a) Şafiî Mezhebine göre, vakit güneşin tutulmuş olarak batmasıyla sona ererken, hüsûf namazında ay bu şekilde batsa bile güneş doğana kadar kıhnabilir.

(b) Malikî Mezhebine göre, hüsûf namazı, menhiyyun anh vakitlerde kılınmaz.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, ay tutulmuş olarak batarsa, hüsûf namazı yeniden kılınır.

 

B. Şekli:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, küsûf. namazı gibi kılınır, bu na­mazda cemaat meşru değildir, cami ve mescidlerde cemaatle kılınmayıp evlerde tek başına kılınır; hutbesi yoktur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, hüsûf namazı, küsûf namazı gibi ve cemaaatle kılınır. Farklı olarak, hüsûf namazında kıraaat  açık, küsûfta gizlidir.

(c) Maliki Mezhebine göre, hüsûf namazı, diğer nafileler gibi kılınır, kıraatin açık yapılması menduptur,  camide   kılınması mekruhtur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, hüsûf namazı, küsûf namazı gibi kılınır.

(e) Zahirî Mezhebine göre, ay, akşam ile yatsı arasında tutu­lursa, akşam gibi üç, yatsıdan sonraysa dört rekât kılınır.

 

İhtiyaç Dolayısıyla Kılınanlar (et-Tama’ fi Fadlillâh):

 

Normal- Zamanlardakiler:

 

I.İstihare Namazı (Salâtul-İstihare): [427]

 

Hakkındaki bir işin hayırlı olup olmadığına dair manevî bir işarete nail olmak isteyen kimse, yatacağı zaman iki rekât namaz kılar. İlk rekâtte Kâfirun, ikincide İhlâs sûrelerini okur. Namaz­dan sonra istihare duasını okuyarak, abdestli bir şekilde kıbleye dönerek yatar, rüyada beyaz veya yeşil görülmesi hayra, siyah veya kırmızı görülmesi de şerre delâlet eder.

İstihare namazının bu şekilde yedi gece kılınması ve kalbe ilk gelen manevî işarete bakılması hadisle bildirilmiştir.

İstihare namazını kılma imkânı bulunmazsa, sadece duasıyla yetinilir. Kendisi hayır olan bir konu hakkında yapılır.

 

II. Hacet Namazı (Salâtu’l-Hacet): [428]

 

Uhrevî veya meşru bir dünyevî ihtiyacın giderilmesi için yatsı namazından sonra iki, dört veya oniki rekât namaz kılınır; namazdan sonra Allah Teâlâ’ya senada, Hz. Peygambere (sav) salât-u selâmda bulunulur, bundan sonra ihtiyacın giderilmesi için Allah Teâlâ’ya dua edilir.

Hacet namazının birinci rekâtinde Fatiha’dan sonra üç defa Ayetul-Kursi, ikincide birer defa İhlas ve Muavvizeteyn’i (Felak ve Nâs) okumak sünnettir.

 

Olağanüstü Haller dekiler:

 

I. İstiskâ (Yağmur Duası) Namazı (Salâtu’l-İstiskâ):

 

A. Tanımı Ve Hükmü: [429]

 

Kuraklık zamanlarında ve yağmur ihtiyacının arttığı anlar­da, Allah Teâlâ’dan yağmur istemek için kılınan namaza İstiska Namazı veya Yağmur Duası Namazı denmektedir. Bu namaz ül­kemizin hemen her yerinde uygulanmaktadır:

(a) ÜM’e göre, istiska namazı, -cemaatle kılınınca ve erkek­ler için- sünneti müekkededir. Cemaatle kılamayan mükellefin, yalnız başına kılması menduptur. Yaşlı kadınlar ve mümeyyiz ço­cuklar için de, istiska namazı menduptur. Fitne endişesi olma­yınca, genç kadınlar için istiskaya çıkış mekruh, böyle bir endişe olunca haramdır.

(b) Hanefî Mezhebine göre, istiska namazı menduptur, yalnız başına da kılınabilir.

İstiska namazının tekrarında da hüküm aynıdır. Tekrarla­ma, Hanefî Mezhebine göre, aralıksız üç gün olabilir, üçten fazla tekrarlanmaz, tekrarlanması mekruhtur.

 

B. Kılınması:

 

a) Vakti: [430]

(a) Hanefî ve  Hanbelî Mezheplerine  göre,  istiska  namazı, nafile kılmak mubah olan vakitlerde kılınır.

(b) Şafiî Mezhebine göre, istiska namazı için, belli bir vakit yoktur, her zaman kılınabilir.

(c) Malikî Mezhebine göre, bayram namazının vakti, istiska namazının da vaktidir.

(d) İbn Hazm’e göre, istiska namazı için, kıra zeval vaktinde çıkılır.

b) Miktarı: [431]

(a) Cumhur’a göre, istiskada namaz kılınır ve bu namaz iki rekâttır,

(b) Ebu Hanife’ye göre, istiskada cemaatle namaz kılınmaz, tek başına istiska namazı kılınabilir.

(c) Zeydiye’den Hâdî’ye göre, iki selâmla, dört rekat olarak kılınır.

c) Şekli: [432]

(a) Hanefî Mezhebinde istiska namazı konusunda iki görüş bulunmaktadır:

(1) Ebu Hanife’ye göre, istiska, dua ve istiğfardır, cemaatle namaz kılınmaz, tek başına kılınır. İmam kıbleye dönmüş olarak ve ayakta dua eder, cemaat ise oturarak ve kıbleye dönmüş olarak duaya âmîn der, hutbe ulunmaz, elbise ters çevrilmez. Fakat, bu görüş, tercih edilen görüş değildir.

(2) Tercih edilen Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’nin görüşü ile ve Malikî Mezhebine göre, istiska için namaz kılınır: Kılınma şekli bayram namazı gibidir, fakat istiska namazında zevâid tekbirleri yoktur; aslında, cuma namazı gibi kılınır demek daha doğru olacaktır”. İmam bayramdaki gibi hutbe okur; yay, kılıç veya değneğe dayanarak ve yerde okumak Ebu Yusufa, minberde okumak eş-Şeybanî’ye göre sünnettir. Bu sırada, sadece imam tarafından biraz sonra ceket, hırka vb. elbiseler ters çevrilir. Namazda A’lâ ve Gâşiye sûrelerini okumak efdaldir. Ebu Yusufa göre tek, eş-Şeybanî’ye göre iki hutbe’okunur. Hutbeden sonra Ebu Hanife’nin görüşüne göre dua edilir.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, istiska namazı, devlet başkanı veya naibi, ya da toplumun liderinin imametiyle cemaatle birlikte kılınır: Kılınma şekli bayram namazı gibidir. Birinci rekâtte iftitah tekbiri dışında yedi tekbir alınır, ikinci rekâtte iftitah tekbiri dışında yedi tekbir alınır. Her tekbir alışta, eller omuzlara kadar kaldırılır, taavvuz ve sena okunur. Her tekbir arasını bir âyet miktarı uzatmak ve bu arada zikirde bulunmak müstehaptır. Bundan sonra, cehren kıraat yapılır. Fatiha’dan sonra birinci rekâtte Kaf ve A’lâ, ikinci rekâtte Kıyâme ve Gâşiye sûrelerini okumak müstehaptır. Namazdan sonra bayram namazmdaki gibi hutbe okumak menduptur, ancak Hanbelî Mezhebine göre, tek, Şafiî Mezhebine göre, iki hutbe okunur. Daha sonra gizli ve açık dua edilir.

Bununla birlikte, bu şekillerden her biriyle istiska namazı kılınabilir.

Görüşler içerisinde de geçtiği gibi, namazdan sonra hutbe okunması ihtilaflıdır: [433]

(a) Ebu Hanife’ye göre istiskada hutbe okunmaz.

(b) Cumhur’a göre, istiska namazında hutbe okunur:

(1) eş-Şafiî, Malik, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî’ye göre, hutbe, namazdan sonradır; el-Leys b. es-Sa’d’e göre, hutbe, namazdan önce okunur.

(2) Ebu Yusuf ve Hanbelî Mezhebine göre, tek; Şafiî Mezhebine ve eş-Şeybanî’ye göre iki hutbe okunur.

Hukukçuların çoğunluğuna göre, elbiseleri ters çevirmek, sadece imama aittir; Maliki Mezhebine göre, cemaatten erkekler de çevirebilir: Malik’e ve eş Şafiî’ye göre, çevirme işlemi hutbeden, Ebu Yusuf’a göre hutbeye başladıktan bir müddet sonra uygulanır.

 

C. Müstehapları: [434]

 

(a) Namazdan önce tevbe etmek, sadaka vermek, haksızlık­ları ve zulmü gidermek,

(b) ÜM’e göre, düşmanların anlaşmalarını ve barışmalarını sağlamak müstehaptır, Malikî Mezhebine göre, değildir.

(c) Hanefî ve, Şafiî Mezheblerine göre, üç gün aralıksız oruç tutup dördüncü gün yaya olarak istiska yerine gitmek müstehap, Malikî Mezhebine  göre,  dördüncü gün -evi  uzaktakiler  dışındaki mükelleflerin- kuşluk vakti istiskaya çıkması menduptur, evi uzakta olanlar ise namaza yetişme imkânı bulacak vakitte çıkar; Hanbelî   Mezhebine göre, imamın tayin edeceği günde çıkmak menduptur.

(d) ÜM’e göre, yırtık bir elbise içinde ve tevazu ve huşu ile çıkmak; Hanbelî Mezhebine göre, bayram günlerindeki gibi ve te­miz elbiselerle gitmek menduptur,

(e) Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, mükelleflerin yanla­rında çocuklar, yaşlı kadınlar ve erkekler ile hayvanları alarak istiska, yerine  gitmek, yavruları  annelerden  ayırmak menduptur; Malikî Mezhebine göre, mümeyyiz çocuklarla gitmek menduptur; Hanbelî  Mezhebine göre, mümeyyiz çocukların gitmesi sünnet, mümeyyiz olmayan çocuklarla hayvanların gitmesi mubahtır.

Hukukçuların çoğuna göre, gayri müslimlerin, yağmur du­asına katılması uygun değildir. Fakat, gitmek istediklerinde kendi başlarına yağmur duası yapabildikleri gibi, ibadethanelerinde de dua edebilirler; Malik’e göre istiskaya gitmek istediklerinde gayri müslimleri önlemek doğru değildir. [435]

Yağmurlar, lüzumundan çok yağmaya başlayınca, bunun ke­silmesi, zarar vermeyecek başka taraflara dönmesi için dua edil­mesinde bir beis yoktur.

 

II. Felâket Zamanlarındaki Namaz (Salâtu’n-Nâzile): [436]

 

A. Tanımı Ve Hükmü:

 

(a) Hanefî ve Malikî Mezhebleri ile Ahmed ve eş-Şafiî’ye göre deprem, yıldırım,  şiddetli karanlık ve  aydınlık,  rüzgâr ve veba, umumi hastalıklar vb. çok tehlikeli haller dolayısıyla, iki rekât namaz kılmak menduptur; Ahmed’e göre cemaatle kılınır, eş-Şafi­î’ye göre münferîd olarak kılınır.

(b) Şafiî Mezhebine ve Malik’e göre, böyle bir namaz yoktur.

(c) Hanbelî Mezhebine, İbn Abbas ve Ebu Hanife’ye göre sa­dece depremin devam etmesi halinde, küsûf namazı gibi, iki rekât namaz kılınır.

 

B. Kılınması:

 

a) Vakti:

Açıklanan hallerin meydana geldiği zamanda, anlatılan şe­kilde  namaz kılınır.

b) Yeri;

Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, felâket zamanlarında kılınacak namazı evda kılmak, cemaatle kılmaktan efdaldir.

c) Miktarı:

Benimseyen hukukçuların çoğunluğuna göre iki rekât, İbn Abbas ve Ebu Hanife’ye göre küsûf namazı gibi kılınır.

d) Şekli:

(a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, nafile namazlar gibi kılınır, hutbe ve cemaat şartı aranmaz.

(b) Hanbelî Mezhebine  göre, küsûf namazı  gibi, cemaatle kılınır.

 

 

Günahtan Pişmanlık İçin Kılınanlar:

 

Tevbe Namazı (Salâtu’t-Tevbe): [437]

 

Herhangi bir günah işledikten sonra, pişman olarak tevbe et­mek için, kıra çıkılır ve iki rekât namaz kılarak Allah Teâlâ’dan af ve mağfiret dilenir.

 

Katl Namazı: [438]

 

Kısasa veya idam cezasına mahkûm olan bir müslüman, bu cezanın uygulanmasından önce iki rekât nafile namaz kılarak tevbekâr olur. İstiğfar ederek hayır dualarda bulunur. Kendisi hak­kında ilâhî affın tecellisine sebep olacağı için bu namaz müstahsen görülmüştür.

İbn Âbidin’in belirttiğine göre, es-Serahsî, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr’de bunun müstehap olduğunu benimsemektedir.

 

Başlangıçla İlgili Namazlar:

 

Evden Çıkışta Kılınan Namaz:

 

Evden çıkışta da, her işe başlangıçta olduğu gibi, iki rekât namaz  kılınabilir.

 

Yolculuk Namazı: [439]

 

Yolculuğa çıkarken ve dönerken, iki rekât namaz  kılmak menduptur; giderken evde, dönerken camide kılınması efdaldir. Tavaf ve ihrama başlangıçta da, ikişer rekât namaz kılınır.

 

6. KISIM MÜSLÜMANLARIN HASTA VE CENAZEYE KARŞI VAZİFELERİ

 

20. BÖLÜM HASTALIK VE ÖLÜM

 

89. Hastaya Karşı Vazifelerimiz:

 

Her doğan ölmeye namzettir; aradaki fark, dünya misafir­hanesinde ikamet müddetinin azlık veya çokluğundadır. Bu değiş­mez ve istisna tanımaz kanun karşısında insanoğlu, anlayış ve inancına göre vaziyet almış, çeşitli davranışlarda bulunmuş ve âdetlere tâbi olmuştur. Başı bulutlara yükselen ehramlar, mezar­larda insan ölülerine ait kemiklerin yanında çıkan at, silah ve para kalıntıları, Ganj nehri kenarında denizleri tıkayan duman­lar ve ölü vücutların yanmasından çevreye dağılan kokular.., hep bu inanç ve adetlerin birer tezahürüdür.

Hak ve bâtıl bütün dinler, insanın menşe ve akıbeti üzerinde durmuş, hitabettikleri cemiyetin medenî ve fikrî seviyesine uygun açıklamalar yapmış, inançlar getirmişlerdir. Bilindiği üzere, İslâm imanının altı temelinden biri de, öldükten sonra dirilmeye ve âhirete inanmaktır. Buna göre, insanlar vefat edip defnedilince, önce kabirde sorguya çekilecek, dünya hayatındaki iman ve amel­lerine göre cevap verecek ve kıyametin kopmasına, yeniden dirili­şine kadar, berzah aleminde kalacak, burada da yaptıklarına göre muamele görecekledir. Berzah hayatı da cennetten bir köşede veya cehennemden bir çukurda geçecektir. Arkadan kıyamet, haşir, mu­hasebe, mizan, sırat, cennet, cehennem olayları gerçekleşecektir.

 

1- Hastalık ve Tedavi: [440]

 

Genellikle ölümden önce bir hastalık sözkonusudur. İslâm’ın titizlikle korunmasını istediği beş esastan birisi de hayat ve sıhhattir. Bu sebeple, İslâm’da intihar, büyük günahlar arasında yer almıştır. Sağlık şüphesiz nimetlerin en bulunmazı ve kaybedilme­mesi gerekenidir. Bunun için, hastalığa sebep olan her türlü davranıştan kaçınmak gerekir. Sıhhati korumak insanın vazifesi olduğu gibi, hastalandığı takdirde sabretmek, bunu hayırlı telakki etmek, Allah’a ve O’nun kullarına şikayetini edep içinde yapmak ve her imkâna başvurarak hastalığın tedavisine çalışmak da onun önem­li vazifeleri cümlesindendir: Hz. Peygamber, hastalıkların tedavi­sini emrettiği gibi, bizzat -günün şart ve imkânları içinde- tedavi olmuştur. Maddî tedavi ve ilaç ile birlikte, manevî tedaviye de müracaat etmiş, bunun için dua ve âyetler okumuş ve okuyanları tasvib etmiştir:

 

İlaçla Tedavi:

 

Hastalık insana zarar veren, sağlığını bozan bir haldir; bu halin giderilmesi, yeniden sıhhate kavuşmak için maddî manevî çarelere başvurmak da tedavidir. Hastalığın sebepleri daima maddî değildir; mikrobik hastalıklar yanında, ruhî, manevî sebep ve âmillere bağlı hastalıklar da vardır. Rasul-i Ekrem

“Göz değmesi gerçektir” [441] diyerek bir manevî faktöre işaret buyurmuştur. Hasta­lığın tedavisinin hükmünü, fıkıh bilginlerinin şu üçlü taksimin­den alabiliriz: Zararı gideren şeyler üçe ayrılır:

(a) Kesin Olanlar: Açlık için ekmek, susuzluk için su gibi,

(b) İhtimali (Maznun) Olanlar: Tıbbi tedavilerin bir kısmı gibi.

(c) Yüzde Elliden Az İhtimalli Olanlar: Okuyarak tedavi gibi.

Zararı gidereceği kesin olanı kullanmak farz, terketmek haramdır; ihtimali olanı yapmak iyidir, ancak terketmek haram değildir; üçüncü çeşidi yapmak ise tevekküle aykırı sayılmıştır.

Buna göre, tıbbî tedavi kesin ise farz, ihtimalîi ise mubah, hatta mendup olmaktadır.

“Tedavi olunuz, çünkü derdi yaratan Allah, devayı da yaratmıştır.” [442] hadisi bunu göstermektedir.

 

Okuyup Yazmak Yoluyla Tedavi (Rukye):

 

Az önce geçen üçlü taksimde, bu çeşit tedavinin mubah olduğu, fakat tevekküle aykırı telakki edildiği geçmiştir.

Okumak yoluyla tedavi, hem Hz. Peygamber, hem de ashab tarafından yapılmış, caiz ve müessir olduğu bu tatbikatja anlaşıl­mıştır. Buhârî’nin tıb bölümünde ve diğer bölümlerde verdiği hadisler, bu nevi tedavide daha ziyade Fatiha, İhlas, Felak, Nas süreleriyle bazı duaların okunduğunu ifade etmektedir. Bu sûreler ve dualar nazar değmesi gibi manevî sebepli hastalıklara okunduğu gibi, jalan ve akrep sokması kabilinden maddî sebepli hastalıklara da okunmuş ve netice alınmıştır.

Âyet ve duaların yazılarak taşınması konusunda iki görüş bulunmaktadır:

(a) Hz. Âişe, Malik, Ahmed b. Hanbel ve Şafiî   gibi hukukçuların bir çoğu bunun caiz olduğu görüşündedir.

(b) İbn  Abbas,  İbn  Mes’ud,   Hanefî  Mezhebi  ve  bazı  Şafiî hukukçular, âyet ve dualar yazarak nazarlık vb. taşınmasının caiz olmadığı görüşünü benimsemişlerdir.

Muskacılığın bir meslek haline gelmemesi, dinin ve dinî duyguların hasis menfaatlere âlet edilmemesi bakımından ikinci görüş dikkat çekicidir. Çocuklara ve okuma bilmeyenlere bilenler, bir menfaat beklemeden okumalıdır. Okuyacak bulunmazsa, yazma yoluna başvurulur.

Bazı âlimler tasa yazıp suyunu içirmek suretiyle yapılan tedaviyi de caiz görmüşlerdir.

Okuma ve yazma yoluyla yapılan tedavinin caiz olabilmesi için bazı şartlar vardır:

(a) Okunan ve yazılan âyet, hadis veya mânâsı anlaşılan dua olacaktır. Rasul-i Ekrem, okunan duaların anlaşılır olmasını, şifa dileyen ifadeler taşımasını istemiş; âyetlerin tahrif edilmesini, mânâsı olmayan bir takım  ifadelerin kullanılmasını  yasaklamış­tır.

(b) Mânâsı bilinmeyen bir takım isim, harf ve rakamlar kul­lanılmayacaktır. Nazarlık, boncuk vb. takılmasını,  Hz. Peygamber yasaklamış, bunu yapanları şiddetle kınamıştır.

(c) Tıbbî tedavide olduğu gibi, burada da şifa verenin yalnız Allah olduğuna inanılacaktır.

(d) Sevdirmek, nefret ettirmek gibi tedavi ile alâkası bulunmayan  maksatlarla yapılmayacaktır.

Cumhur, meşru ve şartlarına uygun olan okuma ve yazma yoluyla tedaviden (rukyeden) ücret almanın da caiz olduğu hükmünü benimsemiştir.

Tıbbî tedavi yanında, telkin ve dua ile tedavi usûlü, aradan ondört asır geçtikten sonra müspet ilmin de dikkatini çekmiş, Avrupa ve Amerika’da bu usulle tedavi yapan şifa yurtları açılmıştır.

 

2- Hasta Ziyareti: [443]

 

Hükmü:

 

(a) Zahirî  Mezhebine  göre,  ömürde  bir  defa hasta  ziyareti farzdır, sonra da sünnettir.

(b) Cumhur’a göre, hastayı ilk  ziyaret sünnet, sonrakiler nafile ibadettir.

 

Âdabı:

 

Hasta ziyaretinde Allah’tan şifa dilemek, sıhhat ve afiyet istemek, sabır ve tahammül öğütlemek, iyi olduğunu ve iyileşeceğini hastaya bildirmek, ısrar etmezse yanında çok kalmamak ziyaretin sünnet ve âdâbındandır. Hastayı ziyaret sırasında usandırmak ve onun moralini bozacak davranışlardan kaçınmak gerekir. Çünkü ziyaretin amacı, hastayı üzmek ve yıkmak değil, tersine moralini düzeltmek ve onu teselli etmektir. Gürültü ve gereksiz konuşmalar, hastayı soru yağmuruna tutmak bazılarını son derece rahatsız eder.

 

90. Ölüm Karşısında Müslüman: [444]

 

1- Ölüm Telakkisi:

 

İlahi takdir sonucu ölmek, asla kaçamayacağımız bir gerçektir. Gazali, ölüm karşısında insanları dört sınıfa ayırmıştır:

 

Dünyaya Dalanlar:

 

Dünyaya dalmış, hayatın geçici olduğunu unutmuş, hayatın gayesini dünyevî şevk ve menfaatlerden ibaret bilen insanlar, ölüm karşısında birinci grubu meydana getirir. Bunlara göre -zoraki hatırladıkları ve hatırlayınca hemen unutmaya çalıştıkları- ölüm, zevk ve safanm sona ermesi, korkulu akıbetin başa gelmesi demektir.

“De ki: Kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır; sonra gizli ve açık her şeyi bilene götürüleceksiniz de O size yaptıklarınızı birer birer haber verecektir.” [445] âyeti, bu sınıfın halini ifade etmektedir.

 

Ölüm Korkusu Galip Gelenler:

 

Korkusu galip olan, yaptıklarını bilen ve tevbe edip kulluk yoluna yönelmeye çalışanlar için de ölüm,   istenmeyen bir hadisedir; çünkü henüz tevbelerini tamamlamadan gelip insanı buluvermesi tehlikesi vardır. “Allah’a kavuşmak istemeyene Allah da kavuşmak istemez” hadisi bu sınıfı içine almaz. Çünkü bunlar, Allah’a kavuşmayı istemekte, fakat bu kavuşmaya lâyık olmak için  ölümün  gecikmesini  dilemektedirler.

 

Allah’a Şevkle Bağlananlar:

 

Allah’ı bilen ve O’na şevk ve aşkla bağlanmış olanlara göre ölüm, daima anılan ve beklenilen bir olaydır. Bunlar, sevgiliye bir an önce kavuşmak için can atar, ölümün bir türlü gelmeyişinden şikayet ederler.

 

İşi Allah’a Bırakanlar:

 

Üçüncü gruptakilerden mertebe ve irfanı daha yüce olanlar, işi Mevla’larına bırakanlardır. Bunlara göre en iyisi, sevgili Mevla’nın istediğidir. O neyi murad ederse, istemeye ve sevilmeye lâyık olan odur.

 

2- Ölümü Hatırlamak Ve Hazırlanmak:

 

Hz. Peygamber, ölümü unutmayı, Allah’ın razı olduğu iş ve davranışlarla ona hazırlanmayı, Allah’ın rahmetinden ümitli olmayı tavsiye etmiş, ıztırab ne kadar şiddetli olursa olsun ölümün temenni  edilmesini hoş karşılamamıştır.

 

91. Hastaya Ölüm Döşeğindeki Vazifeler: [446]

 

1- Kıbleye Çevirmek (Tevcih):

 

Ölmek üzere olan hastaya Muhtadar, ölüm alâmetleri görülmesine de iktidar denir. Böyle bir durumda bulunan hastaya, azıcık su verilir; güçlük yoksa kıbleye çevirilmesi sünnettir:

(a) Cumhur’a göre, bu, müslümanların yatarken aldıkları vaziyette olacaktır; yani sağ tarafına yatırılacak ve yüzü kıbleye gelecektir.

(b) eş-Şafiî’ye göre, ayaklar kıbleye gelecek şekilde sırtüstü yatırılacak ve baş biraz kaldırılacaktır.

(c) Caferî Mezhebine göre, ölmek üzere  olan  müslümanın kıbleye çevirilmesi farz-ı kifâyedir.

 

2- Telkin:

 

Ülkemizde, telkin denince anlaşılan, definden sonra kabrin başında malum şekilde yapılan telkindir.. Burada kasdedilen, o değil, ölmek üzere olan müslümanın yatağı başında yapılan telkindir. Tamamen komaya girmemiş, söyleneni anlayıp tekrar edebilecek olan hastanın yanında, münasip birisinin, zaman zaman “Lâ İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah” demesi sünnettir. Hastaya, tekrar etmesi için ısrar edilmez.

Caferi Mezhebine göre, kelime-i şehâdet, oniki imamı ikrar ve ferec sözleri denilen Lâ ilahe illlahu’l-Aliyyu’l-Azîm. Lâilâhe illallâhu’l-Halîmu’l-Kerîm. Subhâne Rabbi’l-Ardîne’s-seb, ve mâ fîhinne vemâ beynehunne, ve Rabi’l-Arşi’l-Azîm’i söyletmek müstehaptır.

 

3- Kur’ân Okumak:

 

(a) ÜM’e göre, halet-i ihtizarda (ölmek üzere) bulunan hastaya, Yasin Ra’d sûreleri, gizlice okunur.

(b) Maliki Mezhebine göre, bu şekildeki hastaya, Kur’ân okumak mekruhtur.

Muhtadar olan hastaya, özellikle Yasin sûresinin okunması faydalıdır ve Hz. Peygamber tarafından tavsiye edilmiştir.

Ölü ve kabir üzerine de bu sûrenin okunmasının caiz olup olmadığı tartışılmıştır. Şevkani,

“Birbirini takviye eden rivayetler, bunun da caiz ve faydalı olduğunu ifade etmektedir” demektedir.

 

4- Ruhun Teslim Edilmesi:

 

Ölüm sırasında, hısım ve akabaların hastanın yanıbaşında bulunmaları ve helalleşmeleri uygundur. Ölümden sonra çene ve gözler bağlanır, ölünün üzeri boylu boyunca bir örtüyle örtülür. Eller göğse konarak, ÜM’e göre şöyle dua edilir: “Bismillahi ve Ala Milleti Rasûlillahi. Allahumme Yessir Aleyhi Emrehu ve Sehhil Aleyhi Ma Badehu. Ve Es’id Bilikâike, Vec’al Mâ-harace İleyhi Hayran Mimmâ Harace Anhu” (Allah’ın adıyla, Rasulullah’ın dini üzere. Allah’ım! Onun işini kolaylaştır, sonrasını kolaylaştır. Sana kavuşmasını mutlu kıl. Kavuştuğunu bıraktığından iyi kıl.) Maliki Mezhebine göre, dua edilmez.

Ayakları uzatılır, yanında güzel kokulu maddeler bulundurulur, şişmemesi için karnının üstüne demir parçası ve ayna gibi bir madde konur. Öldükten sonra, yıkanıncaya kadar, ölünün yanında Kur’ân okumak mekruhtur; ancak başka bir yerde okunabilir.

Ölümden sonraki vazifeleri, acele yapmak sünnettir; bunlar Hz. Peygamber’in tavsiyesi ve Selef-i Salihin’in de tatbikatıdır.

 

21. BÖLÜM ÖLÜMDEN SONRA YAPILACAK İŞLER

 

92. Ölüm Haberi-Tekfin Ve Musallaya Taşıma:

 

1- Ölüm Haberi:

 

Ölümün Duyurulması: [447]

 

Cahiliye devrinde, önemli birisi .vefat edince, kabilelere bir haberci gönderilir, bu haberci “filan öldü, Arap mahvoldu” diye ba­ğırır, bunu işitenler de vaveyla kopararak ağlardı. Hz. Peygamber, bunu yasaklamış, usûlü dairesinde, sükûnet içinde ölüm haberinin eş, dost ve salih mü’minlere duyurulmasını tasvib buyurmuştur. Bizzat kendileri, Habeşistan Nacaşisinin vefatını, Mûte savaşında Zeyd, Ca’fer ve İbn Revâha’nın şehadetlerini haber vermiştir.

Ölüm olayı gerçekleştikten sonra, bunu, çevreye ve ölünün se­venlerine, ev sahiplerine yardım ve cenazenin çabuk kaldırılmasını, namazın kalabalık bir topluluk tarafından kılınmasını sağ­lamak ve insanlara ölümü hatırlatması açısından duyurulmasında bir sakınca yoktur: Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, aşırı olmadan müstehaptır; Malikî ve Hanbelî Mezheplerine göre, mubah­tır, ancak bu iki mezhebe göre duyurmanın yüksek sesle yapılması mekruhtur.

Ölümün duyurulması, cemaat camiden çıkarken yapılabileceği gibi, belediye hoparlörü veya dellal vasıtasıyla ilan etmek, ga­zetelerde sade ve kısa ifadelerle duyurmak da meşrudur. Cahiliye devrindeki gibi, kadınların gece-gündüz dolaşması, kaderi kınama vb. şeklinde duyurmak haramdır.

İslâm’ın esaslarını ve namaz vakitlerini ilan etmek için te­sis edilmiş bulunan minarelerin bu iş için kullanılması, üç beş kuruş almak için bazı müezzinlerin sala verip ölüm ilanı yapma­ları bid’attir.

 

İşitenlerin Sabırla Allah’a Sığınmaları: [448]

 

Peygamberimiz (sav), ölüm ve benzeri bir felâketle karşılaşan kimselerin sabretmelerini, dua ile Allah’a sığınmalarını tav­siye buyurmuştur.

Kur’an-ı Kerim’de felâkete uğrayınca sabreden ve “İnnâ lillâh” diyerek Allah’a sığınanları methetmiş, onları rahmet ve hida­yetle müjdelemiştir. [449]

 

Ölüye Ağlamak: [450]

 

Yakınlarını ve sevdiklerini bir anda kaybeden insanların acı çekmemeleri, bu acının göze hücum eden yaşlar, ruhlara hâkim olan hüzün ve kederler ile tezahür etmemesi mümkün değildir. Bu, tabiîdir, sevgi ve merhametin meyvasıdır. İslâm, bu nevi üzülmeyi ve ağlamayı yasaklamamıştır. Hz. Peygamber ve sahabe de, bu şe­kilde hareket etmişlerdir.

Ölünün yüzünün açılması ve öpülmesi de caizdir. Nitekim Hz. Ebu Bekir, Peygamber Efendimizin mübarek nâşını edep ve muhabbetle öpmüş ve ağlamıştır.

Ölüye ağlama konusunda şu görüşler belirtilmiştir:

(a) Hanefî ve Maliki Mezheblerine göre, ölü için yüksek sesle ve bağırarak ağlamak haramdır.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, ölüye ağlamak mubah­tır.

Bağırıp, çağırmadan, çığlık koparmadan gözyaşlarının ara­lıksızca dökülmesi mubahtır.

Çeşitli şekillerde ölünün güzellik ve iyiliklerini sayıp ağla­mak (buna nedb denir), yüzleri boyamak, el içiyle yanaklara vur­mak, yakaları yırtmak caiz değildir.

Yakınlarının ağlamasından dolayı ölü azaba uğramaz; an­cak ağlamalarını vasiyet ederse azabı artar. Ölümünden sonra ya­kınlarının ağlayacağını ve fakat vasiyet edince ağlamayacaklarını bilince, müteveffanın yakınlarına ağlamamalarını vasiyet etmesi vaciptir, vasiyet etmediği takdirde azabı artar.

 

2- Ölünün Yıkanması (Gasl):

 

Ölüyü bir an önce yıkayıp defnetmek gerekir; yıkanmasından gömülmesine kadar ölü için yapılan son hazırlıklara Teçhiz adı verilir; teçhiz farz-ı kifâyedir.

 

TanımıVe Hükmü: [451]

 

Ölünün yıkanmasına hukuk dilinde gaslu’l-meyyit veya tagsilu’l-meyyit adı verilir. Bir defa yıkamak farz-ı kifaye, ikinci defa yıkamak sünnettir; Maliki Mezhebi içindeki bir görüşe göre, sünnet-i kifâyedir. Ölü, akarsuda yıkanabilir, yağmur suyuyla yı­kanmaz; boğulanı temizlemek için suda hareket ettirmek yeterlidir.

 

Şartları: [452]

 

Müslüman Olmak: [453]

 

ÜM’e göre, kâfiri yıkamak farz değil, haramdır; Şafiî Mezhe­bine göre, taabbud değil, temizlik için olduğundan kâfirin yıkan­ması haram değildir.

Kendi dininden biri olmayınca yakını olan müslüman, Ha­nefî Mezhebine ve eş-Şafiî’ye göre kâfiri yıkayabilir; Malik’e göre, müslüman baba, kâfir oğlunu bile yıkayamaz.

Babası kâfir bir müslüman  öldüğünde, yıkanması  müslümanlara aittir.

 

Canlı Doğup Sonra Ölmek:

 

Ölünün yıkanması için canlı doğup sonra ölmesi gerekir:

 

Bebeğin Yıkanması:

 

Bebek doğduğunda, -canlılık işareti olarak- ses çıkarır, sonra ölürse Ebu Hanife’ye göre ismi konur, yıkanır, namazı kılınır ve miras hükümleri geçerli olur. Ses çıkarmazsa, Ebu Hanife ve eş-Şeybani’ye göre, bunlar yapılmaz ve miras hükümleri geçerli ol­maz; Ebu Yusufa göre yıkanır, ismi konur, namazı kılınmaz.

 

Düşüğün Yıkanması:

 

(a) Hanefi Mezhebine göre, -sesi duyulmak veya hareket et­mek suretiyle- canlı olarak dünyaya gelen düşük, -hamilelik müd­detine bakılmadan- yıkanır. Fakat ölü olarak doğduğunda, yaratı­lışı tamsa yıkanır, tam değilse yıkanmaz, ancak üzerine su dökü­lür ve bir beze sarılır, ismi konur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, doğum için normal süre -altı ay- ta­mamlanmadan dünyaya gelen düşükte canlılık işareti varsa yıka­nır, yoksa yaratılışının tam olup olmadığına göre hareket edilir: Tam olunca yıkanır, fakat namazı kılınmaz; tam olmayınca yı­kanmaz. Normal süre içerisinde veya sonrasında doğan çocuk, -ölü de doğsa- yıkanır ve ismi konur.

(c) Maliki Mezhebine göre, düşük, doğduktan sonra canlılık işareti görülürse yıkanır, görülmezse yıkanması mekruhtur.

(d) Hanbelî ve Caferi Mezheplerine ve eş-Şafiî’ye göre, ana rahminde dört ay duran düşük yıkanır, daha az duran yıkanmaz.

Böylece düşük, Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, ne za­man doğarsa doğsun; Şafiî Mezhebine göre, altı, Hanbelî Mezhebine göre, de dört ay sonra doğunca yıkanır.

 

Cesedden Bir Miktar Bulunması:

 

(a) Hanefî Mezhebine  ve Malik’e göre, ölünün yıkanması için, cesedin çoğu veya başıyla birlikte en az yarısının bulunması gerekir.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine ve İbn Hazm’e göre, -az da olsa- bir miktarın bulunması yeterlidir.

(c) Malikî Mezhebine göre, en az üçte ikisinin bulunması ge­rekir, azında yıkamak mekruhtur.

(d) Caferi Mezhebine göre, yıkamadan önce ölüden ayrılan parça bir kemiği içermezse, yıkanması gerekmez,  bir beze sarılır ve defnedilir. Kemik olur, göğsü içermezse, yıkanır ve bir beze sa­rılarak gömülür, mücerred  kemik  de  böyledir. Göğüs ya da bir kısmı olursa yıkanır, kefenlenir, namaz kılınır ve defnedilir.

 

Şehid Olmak:

 

Cumhur’a göre, şehidler yıkanmaz; el-Hasenu’1-Basrî ve Said b. el-Museyyeb’e göre yıkanır.

 

Suyun Bulunması:

 

Ölünün yıkanması için, suyun bulunması şarttır. Su bulun­mayınca veya yıkama imkânı olmayınca -meselâ boğularak ölenin dağılmasından korkulursa- teyemmüm ettirilir.

 

Âdil Olmak:

 

Devlete isyan edenlerin (meselâ bâgîlerin), yolkesicilerin öl­dürülmesi halinde, Hanefî Mezhebine göre, yıkanmaları gerekmez, namazları kılınmaz; eş-Şafiî’ye göre yıkanır ve namazları da kı­lınır; bazı hukukçulara göre yıkanır, namazı kılınmaz.

 

Yıkayıcılar: [454]

 

Karı-Kocanın Birbirini Yıkaması:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, ölümle karı-koca arasındaki ni­kah akdi hükümsüz kalacağından ve iddetin  bulunmamasından erkek karısını yıkayamaz; fakat -kocasıyla bain talakla boşanmadıysa- kadın kocasını yıkayabilir. Kocasının ölümünden  sonra irtidat eden kadın onu Züfer’e göre yıkayamaz; mecusi veya müslü­man olup öleni Ebu Yusuf’a göre müslüman hanımı yıkayabilir.

(b) Şafiî ve Malikî Mezheplerine göre, ric’i talakla bile olsa boşanmadıkça, karı-koca birbirini yıkayabilir, fakat   boşanmış olunca bu helal olmaz.

(c) Hanbelî Mezhebine  göre,  kadın -bâin talakla boşanmamışsa-  kocasını yıkayabilir.

 

Karşı Cinslerin Birbirini Yıkaması:

 

Normal Şartlarda:

 

Kaide olarak, erkeği erkek, kadını kadın yıkar. Karı-koca dışında, -az önce geçen hükümlere göre hareket edilmesi dikkate alınarak- kadınla erkeğin birbirlerini yıkaması helal değildir. Küçükleri, erkek veya kadınlar yıkayabilir.

 

Zaruret Durumlarında:

 

I. Kadının Erkeği Yıkaması:

 

(a) Bir grup hukukçuya göre, kadın, erkeği böyle bir durumda yıkayabilir.

(b) Hanefi Mezhebine göre, kadınlar arasında ölüp yıkanması için erkek veya karısı bulunmayan erkeği, önce -diğerleri ona öğreterek- eksik ehliyetli kadınlar yıkar, bu da yoksa kadınlardan biri gözlerini yumarak teyemmüm ettirir.

(c) ÜM’e göre, içlerinde karısı veya mahremi bulunmayan yabancı kadınlar arasında ölen erkeği, yabancı  kadınlardan biri eline bir engel, meselâ bez parçası alarak teyemmüm ettirir.

(d) el-Leys b. es-Sa’d’e, bu durumdaki ölü, yıkamadan defnedi­lir.

 

II. Erkeğin Kadını Yıkaması:

 

(a) Bir grup hukukçuya göre, erkek kadını yıkayabilir.

(b) Hanefî Mezhebine göre, erkekler arasında ölüp yıkamak için kadın bulunmayan kadını,  mahremi  teyemmüm ettirir, mah­remi yoksa yabancı biri eline bir bez parçası  alarak ve gözlerini yumarak teyemmüm ettirir.  Bu konuda,  koca da yabancı sayılır, ancak gözlerini yumması gerekmez.

(c) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, yabancı erkekler ara­sında ölüp yıkamak için yanında kocası veya mahremi bulunma­yan kadını, yabancı bir erkek eline bir bez parçası alarak ve gözle­rini yumarak teyemmüm ettirir.

(d) el-Leys b. es-Sa’d’e göre, yıkamadan defneder.

Hanefî Mezhebine  göre, bu hükümlere  aykırı olarak yıka­nırsa, yıkama işlemi günahla birlikte sahih olur.

 

III. Mahremin Yakınını Yıkaması: [455]

 

(a) Bir gruba göre, elbise üstünden yıkayabilir.

(b) Bir başka gruba göre, yıkayamaz, teyemmüm ettirir.

(c) Üçüncü gruba göre, kadın erkeği yıkar, erkek kadını yı­kayamaz.

 

Hunsanın (Erdişinin) Durumu: [456]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre mükellef veya mürahik olan hunsay-ı  müşkili hiç kimseyi yıkıyamaz, onu  da kimse yıkayamaz, elbisesi üzerinden teyemmüm ettirilir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, yanında mahremi bulunmayan hunsay-ı müşkil gözlerini yumarak ve ellerini  dokundurmadan ya­bancı erkek, gözlerini yumarak kadınlar yıkayabilir. Bu durumda, sadece bir defa yıkanır.   Çocuk yaştaki hunsalar,  diğer çocuklar gibi kabul edilir.                                                                     

(c) Maliki Mezhebine göre, hunsayı ancak cariye yıkayabilir.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, yedi ve daha fazla yaşında ölen hunsayı müşkili yıkayabilir. Böyle biri yoksa, dokunmaya engel bir bezle teyemmüm ettirilir. Teyemmüm için, erkek, kadından efdaldir.

Caferi Mezhebine göre, yıkayıcı ile ölü arasında cinsiyet ben­zerliği şarttır; ancak, üç yaşını geçmeyen çocuklarda bu şart aranmaz. Yıkayıcının müslüman ve mü’min olması gerekir. Ki­tabî bile olsa, aynı cinsten yıkayıcı olmazsa, kuvvetli görüşte yı­kama düşer. İhtiyat, yıkayıcının baliğ olmasıdır, mümeyyiz de olsa çocuğu yıkaması yeterli olmaz. [457]

 

Şekli: [458]

 

Ölünün yıkanıp kefenleneceği yer, kapalı olmalıdır ve bu iş­lemleri yapacaklardan başkası görmemelidir:

(a) Önce nasıl kolay geliyorsa o şekilde ve yönde ölü teneşir tahtası üzerine konur. Hanefî Mezhebine göre, dizinden göbeğine kadar bir örtüyle örtülmesi için elbisesi çıkarılır; eş-Şafiî’ye göre, elbiseyle yıkanır. Biri su döker, bir başkası da yıkama işlemini yapar. Yıkayacak olan, bir bez parçası alarak önce ön avret yerini yıkar.

(b) Daha sonra abdest aldırılır: Elleri bileklere kadar yıka­maya gerek olmayıp abdeste yüzü yıkayarak başlanır. Ağız ve burna su vermek zor olduğu için, parmağa sarılan bezle dudakların içi ve burun delikleri ile göbek çukuru silinir. Yüz ve elleriyle bir­likte kolları, başı meshedilerek ayakları da yıkanır. Hanefî Mez­hebine göre, ölü için saç, sakal, etek ve koltuk tıraşı yapılmaz, tır­nakları kesilmez; kesilmesi mekruhtur. eş-Şafiî’ye göre gerekliyse etek ve koltuk tıraşı yapılır, saç tıraş edilir; Malikî Mezhebine göre, hayattayken saçlarına yapılması haram olan ölümden sonra da ha­ramdır; caiz olan ölümden sonra mekruhtur; Hanbelî Mezhebine göre, ihramlı olmayanın bıyık ve tırnağı kesilir, koltuk tıraşı yapı­labilir, ancak bunlar kefene konur, saç ve etek tıraşı ise haramdır.

(c) Abdest aldırdıktan sonra, ölünün üzerine mümkünse ısı­tılmış su dökülür; eş-Şafiî’ye göre soğuk su kullanılır. Başı ve be­deni, sabun veya benzeri temizleyici maddelerle temizlenir.

(d) Baş ve beden temizlendikten sonra, ölü sol tarafına çevri­lerek bu tarafı da üç defa yıkanır. Dökülen sular, sırtının tahtaya gelen yerlerine kadar ulaştırılır. Aynı şekilde, sağ tarafına çevirilir ve temizlenir.

(e) Bundan sonra, oturtur gibi kaldırılarak yıkayan kendi­sine doğru yaslar, karnını yavaşça mesheder. Çıkan bir şey olursa, sadece o yıkanır. Hanefî Mezhebine göre, yeniden abdest aldırılmaz ve her yanı yıkanmaz; eş-Şafiî’ye göre, abdest aldırılır. Böylece, yı­kama işlemi  tamamlanmış olur.

Ölüyü yıkayan kimsenin, bu işlemi yaparken, baştan sona kadar, Gufrâneke Ya Rahman demesi sünnettir. Ayrıca, yıkama sırasında, meydana gelen hoşa gitmeyecek halleri söylemek ha­ramdır; hoşa gidecek durumlar söylenebilir. Ölünün avret yeri ör­tülür, yıkayan veya başkalarının avrete bakması ve dokunması haramdır. Bu sebeple, avret yeri bir bezle yıkanır; vücudun kalan kısmı bez olmadan da yıkanabilir.

Yıkandıktan sonra necaset çıkması halinde, nasıl hareket edilecektir?

(a) Hanefî Mezhebine göre, ölüyü yıkadıktan sonra necaset çıkması bir zarar vermez.  Fakat tekfinden önce -namazın sahih olma şartı olarak değil- temizlik için tekrar yıkanabilir; tekfinden sonra yıkanmaz. Necaset bulaşırsa, bu namaza engel olur.

(b) Şafiî ve Maliki Mezheplerine göre, yıkadıktan sonra be­dene veya kefene necaset bulaşırsa giderilir, fakat yıkama yeni­lenmez.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, kefene koymazdan önce necaset çıkarsa, bunun giderilmesi gerekir ve yıkanır, yedi defa tekrarlanır; yediden sonra da necaset çıkarsa sadece o giderilir. Tekfinden sonra yıkama tekrarlanmaz.

 

Mendupları: [459]

 

(a) Her azayı üç defa yıkamak sünnettir; üçten azı ve fazlası mekruhtur. Yıkama yetersiz kalırsa, üçten fazla da yıkanabilir. Bu durumda, yıkama sayısı, yine tek sayılarda bırakılır. Şişmiş ve dağılmak üzere olan, dokunulması mümkün olmayan ölü üzerine sadece su dökmekle yetinilir.

(b) Suya kâfur vb. güzel kokulu maddeler koymak,

(c) Hanefî Mezhebine göre, suyu ihtiyaca göre ısıtmak, soğuk suyla yıkamaktan efdaldir; Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, so­ğuk efdaldir; Maliki Mezhebine göre, ikisi de birdir.

(d) Yıkama bittikten  sonra,  secde organlarına güzel  koku sürmek,

(e) Ölünün yanında buhur bulundurmak, Hanefî Mezhebine göre menduptur; Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, ruhun çıkmasından  namaz  kılana  kadar  menduptur;  Maliki  Mezhebine  göre, hiçbir zaman mendup değildir.

(f) Yıkanacağı sırada avret yerindeki hariç bütün elbiselerini çıkarmak,

(g) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, yıkanmazdan önce ağız ve burnu yıkamadan abdest aldırmak; Şafiî ve Malikî Mezhep­lerine göre, bu ikisi, yıkamak menduptur,

(h) Güvenilir birinin yıkaması.

 

3- Kefenleme (Tekfin):

 

Hükmü: [460]

 

Yıkama işlemi tamamlandıktan sonra, temiz bir şekilde ku­rulama ve kefenleme yapılır. Kefenleme, farzı kifâyedir. Bu hü­küm, Hz. Peygamber’in uygulaması, icmâ ve akıl delilleriyle sabit­tir.

 

Kefen Sayısı: [461]

 

Erkekler İçin:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, kefenlerin sayısı, erkek ve müra­ilik çocuk için izar, rida (lifafe) ve gömlek (kamîs) olmak üzere en çok üçtür. Sarık (imame) kullanılmasını -zaruret olmayınca- bazı hukukçular mekruh görürken, bazıları müstahsen bulur. Erkek ve mürailik çocuğun tek bir elbiseyle kefenlenmesi mekruhtur. Müra­ilik olmayan çocuğun, izar ve rida ile kefenlenmesi hasendir; bu­nunla birlikte bir tek izarla da kefenlenebilir. Yensiz, yakasız, et­rafı dikişsiz olan gömlek boyun kökünden ayaklara kadar; bir don ve eteklik yerini tutan izar, baştan aşağıya kadar; lifafe ise, sargı yerinde olup, baştan aşağıya kadar uzun olur, baş ve ayak tarafları düğümlenir, bu sebeple izardan daha boylu olur.

(b) eş-Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre, erkek, üç elbiseyle ke­fenlenir.

(c) Şafiî Mezhebine göre, konuya, kefen masrafları açısından bakmak gerekir:

(1) Terekeden Kefenlemek: Terekenin bütününü borç kap­lamazsa ve bir elbiseyle kefenlemek için vasiyetli olmazsa, hem kadın, hem erkek için üç elbise kullanılır.

(2) Borçlu Veya Bir Elbiseyle Kefenlenmesi İçin Vasiyeti Olmak: Ölü borçlu olur veya bir elbiseyle kefeni en meşini vasiyet ederse, bir elbiseyle kefenlenir; başkası bağışta bulunursa, üç elbiseyle de kefenlenebilir.

(3) Devletçe Veya Vakıfça Kefenlenmek: Kefen masrafları, devlet veya vakıf tarafından karşılanan ölüler, sadece bir elbi­seyle kefenlenir, fazlası haramdır, ancak vakfeden fazla kefen kullanılacağını şart koşarsa bu şart uygulanır. Erkeğin üç elbi­sesine ek olarak, gömlek ve sarık kullanılabilir, ancak efdal olan üç elbise kullanmaktır, bu arttırma da mirasçılar arasında küçük veya mahcur bulunursa yine haramdır.

(d) Malik’e göre, belli bir sayı yoktur, ancak müstahsen olan tek sayılardır.

(e) Maliki Mezhebine göre, erkek ve kadın için, birden fazla kefen kullanılabilir. Erkeğin yenli gömlek, püsküllü sarık, iki lifafe olmak üzere beş elbiseyle kefenlenmesi efdaldir. Bu sayı arttırılmaz, ancak bağlamak için başkaları kullanılabilir.

(f) Hanbelî Mezhebine göre, erkek için kefen sayısı üç lifafedir.

 

Kadınlar İçin:

 

(a) Hanefî Mezhebine  göre, kadın,  erkeğinkilere ek olarak dir’ (göğüs örtüsü), humar (başörtüsü) olmak üzere en çok beş elbi­seyle kefenlenir, bu sünnettir; iki elbiseyle kefenlenmesi ise mek­ruhtur. Küçük kızlar, iki  elbiseyle kefenlenebilir. Mürahika, ka­dınlar gibi kefenlenir.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, kadınların mükem­mel kefeni izar, kamis, humar ve iki lifafe olmak üzere beş çeşittir.

(c) Maliki Mezhebine göre, kadınları izar, kamis, humar ve dört lifafeyle kefenlemek efdaldir. Bu sayı arttırılmaz, ancak bağ­lamak için  başkaları kullanılabilir.

 

Düşük, Ölü Doğan Çocuk ve Organları Eksik Ölüler İçin:

 

Hanefî Mezhebine göre, düşükler bir elbiseyle kefenlenir. Ölü olarak doğan çocuk, başı bulunmayan ölülerin, vücudunun bir ta­rafı veya uzunluğuna yarılmış yarısı, genişliğine yarısı kesik olunca kefenleme bir elbiseyle yapılır. Vücudun çoğunluğu bulu­nunca, kefenleme tam olarak uygulanır.

 

Kâfir İçin:

 

Hanefî Mezhebine göre, müslüman mahremi bulunan kâfir ölünce, yıkanması ve kefenlenmesi ona ait olur. Böyle bir kâfir ölü, bir elbiseyle kefenlenir.

 

Şehid İçin:

 

Hanefî ve Hanbelî Mezhebine göre, şehidler kefenlenmez, üzerindekilerle  gömülür.

 

Kefen Çeşitleri: [462]

 

Yeterlilik Açısından:

 

Hanefî Mezhebi kefenlere yeterlilik açısından bakar ve on­ları üç gruba ayırır:

 

Kefen-i Sünnet:    

 

Erkekler ve kadınlar için az önce belirtilen sayıda kefen kul­lanmak sünnettir. Bu çeşit kefenlere Kefen-i Sünnet

denir.

 

Kefen-i Kifayet:

 

Gömlek bulunmadan erkeklere göre izar ve lifafe, kadınlara göre bu ikisi ve başörtüsü ile yapılan kefenlemeye Kefen-i Kifayet adı verilir.

 

Kefen-i Zaruret:

 

Gerekli bezlerin bulunmaması halinde, ne kadar bulunursa o kadar bez kullanılır, çoğunlukla bu bir kat olur. Bu şekildeki ke­fene Kefen-i Zaruret denir. Örtecek bir şey bulunmayınca, öylece gömülür ve namazı kabirde kılınır.    

 

Hüküm Açısından:

 

Hanbelî Mezhebi kefenleri, vacip ve sünnet olmak üzere ikiye ayırır:

 

Vacip Kefen:

 

Bu çeşit kefen, bütün vücudu örten bir tek elbisedir. Elbisenin cuma ve bayramlarda giyilen veya vasiyet ettiği elbise olması ge­rekir, cuma ve bayramlardakinden iyisini vasiyet etse bile bunu kullanmak, bunlardan fazlasını ve sarık kullanmak mekruhtur.

 

Sünnet Kefen:

 

Erkeğe göre pamuktan üç lifafe, kadın ve hunsa için izar, humar, kamis ve iki lifafe olmak üzere beş elbise Sünnet Kefen adını alır. Erkek çocuk bir elbise, kız çocuk bir gömlek ve iki lifafe ile kefenlenir.

 

Kefenin Vasıfları: [463]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, efdal olan, beyaz elbiselerle kefenlenmektir. Kaide olarak, hayattayken giyilmesi caiz olan elbiseler, ölümden sonra kefen olarak kullanılabilir, hayattayken mubah olmayanların kefen olması mekruhtur. Kefenler mümkün olduğu kadar güzel ve ölünün haline uygun olmalıdır. Buna göre, meselâ erkeklerin kefenleri cuma veya bayram günleri, kadınların da ba­balarını ziyaret edecekleri günlerdeki elbiseleri kefen olarak kul­lanılabilir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, hayattayken giymesi caiz olan elbi­selerle kefenleme yapılır.  Bu sebeple, erkekler ve hunsalar ipek veya za’feranla boyalı elbiselerle ancak zaruret halinde kefenlenir, diğer hallerde mekruhtur. Çocuk, kadın ve delinin, bunlarla kefenlenmesi kerahatle caizdir. Efdal olan, yıkanmış ve beyaz kefen kullanmaktır. Beyaz olması şart değildir, yokluk halinde ne kadar bulunursa kullanılır.

(c) Maliki Mezhebine göre, kefenin beyaz olması menduptur. Za’feran ve versle boyalı elbiseler de kullanılabilir. Muasfar, yeşil veya za’feran ve vers dışındaki boyalı elbiselerle necis ve ipek elbi­seleri kullanmak mekruhtur, ancak zaruret halinde kullanılabilir­ler. Cuma günü giyilen elbiselerle kefenlemek gerekir. Kefenin tüt­sülenmesi ve her lifafeye, burun, ağız, göz, kulak vb. delik yerlere koku sürmek menduptur. Kadın saçlarını örmek ve arkaya atmak da menduptur.

Ölünün alnına veya sargısına veya kefenine ahdname, yani kendisinin iman üzerine, ahdi ezeli üzerine sabit bulunmuş oldu­ğuna dair bazı mukaddes kelimeler yazılması halinde, Allah Te-âlâ’nın mağfiretine nail olacağı umulur denmiştir. Fakat bu mü­barek kelimelerin, meselâ kelimei tevhidin kabir içinde kalıp, daha sonra çiğnenmesi veya cenazeden akacak sıvı maddeler içinde kalması mümkündür. Bu sebeple, mahzurlu olacağı gözö-nünde bulundurulmalıdır. Ölünün yıkanmasından sonra tekfinin­den evvel alnına mürekkeple değil, yalnız şehadet parmağıyla besmele, göğsüne de La İlahe İllallah yazılması daha uygun görül­müştür.

 

Kefen Masrafları: [464]

 

Malı Bulunanlar:

 

Ölünün kefen masrafı, öncelikle -varsa- kendi malından karşılanır; borç, vasiyet ve miras bundan sonragelir,ancak rehin bırakılan mal geri alınmaz.

 

Malı Bulunmayanlar:

 

Malı bulunmayan ölünün kefen masrafları, hayattayken na­fakasını karşılamakla mükellef olana aittir. Malı ve nafakasını karşılayacak biri bulunmayan ölünün kefen masrafları devletçe karşılanır.

 

Kadının Kefen Masrafları:

 

(a) eş-Şeybanî, Malikî ve Hanbelî Mezheplerine göre, kocanın, karısının kefen masraflarını karşılaması gerekmez.

(b) Ebu Yusuf’a göre, koca, karısının kefen masraflarını kar­şılamak zorundadır. Fetva verilen görüş de budur.

(c) eş-Şeybanî’den malı bulunmayan kadınların teçhiz ve tek­finlerinin, nafakalarını vermekle mükellef olanlara ait olduğu gö­rüşü de nakledilir.

(d) Caferi Mezhebine göre; zengin de olsa karının kefen ve teçhiz masrafları kocasına aittir. Biri bağışlarsa, kefen borcu koca­dan düşer. Koca zengin değilse, karının kefeni, terikesinden öde­nir.

Ölünün teçhiz ve tekfin masraflarını mirasçılardan biri kar­şılarsa, bunu mirastan alabilirken, mirasçı olmayanlar alamaz. Kabri açılan ölünün kefeni çalınırsa ve ceset daha henüz tazeyse ve dağılmamışsa yeniden kefenlenir, masraf ölünün malından, ama mirasçılar arasında bölündüyse mirasçılar veya vasiyet edilenler tarafından karşılanır; ceset dağılmışsa bir tek elbiseyle kefenlenir.

Kefen masrafları devletçe karşılanmayınca, müslümanlar bunu karşılamakla mükelleftir. Teçhiz, kabre nakil vb. masraflar kefen gibi kabul edilir ve onun hükümlerine göre hareket edilir.

Kefeni önceden hazırlamak caizdir. Rasulullah’ın hayatında bunu yapanlar olmuş ve tasvib edilmişlerdir.

 

Kefenleme İşlemi: [465]

 

Genel Olarak:

 

Erkeğin Kefenlenmesi:

 

(a) Hanefi Mezhebine göre, erkeğin kefenlenmesi şu şekilde­dir: Önce lifafe bir, üç veya beş kere güzel kokulu maddelerle tütsü­lenir. Sonra izar, uzunlamasına tabut içine yayılır. Cenaze teneşir tahtasından örtülü olarak alınarak tabuta konur. Gömlek giydiri­lir,  gömlek  olmayınca  pantolon  giydirilir,   kurulama  bezi   alınır. Başı ve sakalına güzel kokular sürülür.  Secde organları olan alın, burun, eller, dizler ve ayaklar için kâfur kullanılır; Züfer’den göz, burun ve ağız için de kullanılacağı nakledilir; kâfur kullanılmasa da olur, yerine za’feran ve vers (alaçehre, yemen za’feranı) dışın­daki kokulu maddeler kullanılabilir. Kefenleri pisletecek bir madde çıkmasından korkulursa, burun ve ağza da, hatta eş-Şafiî’ye göre  anüse de kokulu  madde sürülmesinde  bir  sakınca  yoktur. Bundan sonra, izar sol yanından (izar uzunsa, baş ve bütün cesedi örtülür), sonra sağ yanından sarılır. Sağ yanı, solun üstünde olur. İzardan sonra, lifafe  de bu şekilde sarılır.  Kefenlerin açılmasın­dan endişe duyulursa, -kabirde çözmek üzere- bağlanabilirler.

(b) Şafiî Mezhebine göre, önce lifafelerin en iyisi ve genişi se­rilir, üzerine güzel kokular sürülür, ikincisi ve üçüncüsü de güzel koku sürülerek üzerine konur. Ölü, sırtüstü bunlar üzerine konarak elleri sağ el sol üstünde  olacak şekilde göğsüne konur veya iki yana  salınır.  Aralarına  pamuk  konarak ve   anüse  koku  sürerek ayaklar bağlanır. Bunlar üzerine lifafeler birer birer serilir. Kefe­nin kalan kısımları ayaklara ve -açılma endişesi duyulunca- lifafeleri bağlamaya kullanılır, kabirde çözülür.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, erkek, şöyle kefenlenir: Lifafeler birbiri üzerine serilir, tütsülenir ve ölü onlar üzerine konur. En üst­teki lifafenin en iyisi sünnettir.  Aralardakilere koku  sürülebilir, apış  araya pamuk konur ve bağlanır.  Lifafelerin sırayla sağ üst yanı sol, sol üst yanı da sağına getirilir. Artan kısımları başa bağ­lanır, kabirde çözülür.

 

Kadının Kefenlenmesi:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, kadınlar, aynen erkekler gibi ke­fenlenir. Yalnız saçları iki bölük edilerek gömleğin üzerine ve göğsüne konur; arkaya salınmaz, eş-Şafiî’ye göre salınır. Başörtüile başı ve yüzü örtülür. Göğüs örtüsü, ikijıei kat kefenden sonra sarılabildiği gibi, lifafeden önce de sarılabilir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, kadınların kefenlenmesi de erkeklerinki gibi yapılır..

(c) Hanbelî Mezhebine göre, kadınların kefenlenmesi, erkeğinkine ek olarak başörtü baş üstüne, izar vücudun ortasına kona­rak, gömlek de giydirilerek yapılır.

 

İhramlının Kefenlenmesi: [466]

 

(a) Hanefî Mezhebine ve Malik’e göre, muhrim de, aynen di­ğer ölüler gibi kefenlenir.

(b) Şafiî Mezhebine, Atâ, Sevrî ve İshâk’a göre, muhrim ölüye, kefenine ve yıkama suyuna koku sürülmez, başı örtülmez. İhramlıyken giyemeyeceği elbiselerle kefenlenmez.

 

4- Musallaya Taşıma:

 

Cenazenin musallaya taşınması, musalladan kabre taşın­ması gibidir. Az sonra, bu konu, genişlemesine incelenecektir.

Yıkanırken yere dökülen su, hasıl olan çamur, su ısıtırken kullanılan yakacak artıklarıyla alakalı hiçbir sünnet yoktur.

 

93. Cenaze Namazı:

 

1- Tanımı:

 

Cenaze namazı, ölen bir müslüman için son vazife olarak özel şekilde kılınan ve farz-ı kifaye olan, rükû ve secdesiz bir na­mazdır.

 

2- Tarihçesi: [467]

 

Cahiliye devri Arapları’nda da ölü hakkında bir dua vardı: Yıkanıp kefenlendikten sonra bir yatak üzerine konur, velisi de başucunda durur, toplanan insanlar ölünün güzellik ve övülecek yönlerinden konu açarak konuşur, sonunda da “Allah rahmet eylesin” derlerdi. Hz. Hatice’nin vefatında, henüz cenaze namazı meşru kılınmadığından bu müstahsen usûle göre dua edilmişti. Sekran b. Avf için de bu şekilde hareket edildiği nakledilir.

Hz. Peygamber, Mescid-i Nebevî ve çevresindeki odalar inşa edildikten sonra, misafir bulunduğu Ebu Eyyub’un evinden Medine’ye gitmişti. Mescid-i Nebevi yapılırken ensardan Es’ad b. Zurâre vefat etti. Yine ensardan biri olan Bera b. Ma’rur da hicretten bir ay önce vefat etmişti. Peygamberimiz tarafından kılınan ilk cenaze namazı, bu iki zattan birinin ya na’şına veya kabrinedir. Bu ko­nuda, bazıları, kabre kılınan ilk namazın Bera, na’şa kılınan namazınsa Es’ad’a kılındığım belirtir. Böylece, cenaze namazının, hicretin birinci yılı içinde farz kılınmış olduğu ortaya çıkar.

Hz. Peygamber, vefat edince yıkanıp kefenlendikten sonra bir yatağa kondu. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, yanlarında muhacir ve ensardan odanın alacağı kadarıyla selâm vererek içeriye girdi ve ilk saf olarak kendisine dua ettiler, diğer saflar da onların du­asına âmin dedi. Herkes akın akın gelerek namazı kılar çıkardı. Erkekler, kadınlar ve hatta çocuklar namazı bu şekilde kıldılar. Vefat günü olan pazartesi zeval vaktinden salı günü zeval vaktine kadar namaz kılındı. Hz. Peygamber için kılınan cenaze namazı­nın, cemaatle değil, münferiden kılındığı icmâ ile sabittir.

 

3- Hükmü: [468]

 

Cenaze namazı, aslında farz-ı kifâyedir; cenazenin yanında bir tek kişi olunca ona farz-ı ayın olur. Bu konuda bütün mezhepler ittifak halindedir. Cenaze namazının farz-ı kifâye olduğu icmâ ile sabittir. Bu icmâın da dayanağı, Tevbe: 9/103 âyetidir. Cenaze na­mazının farz olduğunu inkâr eden kâfir olur.

Cenaze namazı her ne kadar farz-ı kifâye ise de, vakit na­mazı kılınırken cenaze başında saygı duruşuna benzer Şekilde bek­lemek bid’attir ve yanlıştır.

 

4- Cenaze Namazı Kılınanlar Ve Kılınmayanlar:

 

İbn Rüşd ilim ehlrnin ekserisinin, “La İlahe İllallah” diyen herkesin cenaze namazının kılınacağı görüşünde olduğunu nakle­der. [469] Hanefî Mezhebine göre de, asi, yolkesici vb. olmayan herkesin cenaze namazı kılınır. [470]

 

Çocuklar: [471]

 

Müslümanların Çocukları:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, doğumdan sonra sesi çıkan çocuğa adı verilir, yıkanır ve namazı kılınır; ses  çıkarmadıysa yıkanır,bir beze sarılır, fakat  namazı kılınmaz.  Çocuk  doğum  sırasında ölür ve vücudunun çoğunluğu çıkmış olursa namazı kılınır.

(b) eş-Şafiî ve Malik’e göre, çocuğun  sesi duyulmadıkça na­mazı kılınmaz.

(c) Ebu Hanife İbn Ebi Leyla ve Ahmed’e göre, ana rahminde dört ay duran çocuğun cenaze namazı kılınır.

 

Esir Çocuklar:

 

(a) Basralılar’ın naklinde Malik’e göre, harbîlerin çocuğu -ebeveyniyle esir edilsin veya edilmesin- İslâm’ı  düşünebilir hale gelinceye kadar namazı kılınmaz, ancak babası müslüman olunca kılınır.

(b) eş-Şafîî’de Malik’in görüşüne katılır, ancak sadece babası değil, ebeveyninden herhangi birisi müslüman olunca namazı kı­lınır.

(c) Ebu Hanife’ye göre, esir çocuklarının cenaze namazı kılınabilir.

(d) Evzaî’ye göre, müslümanlar tarafından satın alınınca namazı kılınır.

(e) Hanefî Mezhebine göre, ebeveyninden biriyle esir edilip ölen  çocuğun  namazı kılınmaz, ancak kendi  veya tebeveyninden biri müslüman olur, ya da onunla birlikte ebeveyninden biri esir edilmediyse namazı yine kılınır.

Müslümanlar tarafından mülk edilmezse ve ebeveyninden biri müslüman olmayıp, babasının yanında olursa onların hük­müne tâbi olacakları icmâ ile sabittir.

 

İntihar Edenler: [472]

 

(a) Bir grup hukukçuya göre, intihar edenin cenaze namazı kılınır.

(b) Bir gruba göre ise kılınmaz; Ebu Yusuf’a göre, intihar hata veya şiddetli bir ağrıdan dolayı olmadıkça cenaze  namazı kılın­maz.

 

Şehidler: [473]

 

(a) Malik, eş-Şafiî ve Ahmed’e göre, savaşta öldürülen şehidlerin cenaze namazı kılınmaz ve yıkanmazlar.

(b) Hanefî Mezhebine ve Zeydiye’ye göre, şehid yıkanmaz, fa­kat cenaze namazı kılınır.

 

Had Cezasıyla Öldürülenler: [474]

 

(a) Malik, had cezasıyla öldürülen müslümanların cenaze namazını devlet başkanının kıldırmasını mekruh görür.

(b) Cumhur’a göre, recin veya kısas yoluyla öldürülenlerin cenaze namazı kılınır.

 

Bid’at Ehli: [475]

 

(a) Bir grup hukukçuya (msl. Hanbelîlere) göre, bid’at ehlinin cenaze namazı kılınmaz.

(b) Malik, fazilet ehlinin bid’at ehline namaz kıldırmasını mekruh görür.

 

Mürtedler: [476]

 

İrtidat ettiğinden dolayı öldürülen bir şahsın namazı kılına­mayacağı gibi, cesedi ne İslâm kabristanına, ne de döndüğü millet makberesine defnedilir; boş bir yerde açılacak çukura gömülür.

 

Müslüman Olmayanlar: [477]

 

(a) Bir müslümanın nikâhında bulunan bir kitabiye (ehli ki­tap kadın) gebe olduğu halde vefat edince  namazı kılınmaz, bu icmâ ile sabittir. Kabrine gelince onun  için  ayrıca bir  makbere yapmak ihtiyattır. Bir görüşe göre, çocuğa tâbi olarak İslâm makbe­resine defnedilir. Başka bir görüşe göre ise, çocuk henüz ondan bir parça   olmadığından, anasına tâbi olmayıp kendi milletine ait makbereye gömülür.

(b) Müslümanlar ile müslüman olmayanların cenazeleri ka­rışık bir halde bulununca, aşağıdaki hükümler uygulanır:

(1) Müslümanlara mahsus bir alâmet varsa buna göre ha­reket edilir, bir alâmet bulunmadığı takdirde hepsi yıkanır ve müslümanlara niyet ederek hepsine namaz kılınır,

(2) Müslüman olmayanlar çok bulunursa, yalnız yıkanır­lar, hiçbirine namaz kılınmaz,

(3) Eşit oldukları takdirde, bir görüşte namazları kılınır, diğerine göre kılınmaz.

(c) Meçhul  bir kimse  İslâm yurdunda öldürülmüş bir halde bulununca şu hükümler uygulanır:

(1) Alâmeti varsa ona göre hareket edilir, yoksa sahih bir görüşe göre İslâm yurduna tebaiyetle yıkanıp namazı kılınır,

(2) Dar-ı harpte bulunan bir maktul de, İslâmiyetine dair, bir alamet bulunmayınca bulunduğu yere tebean gayrimüslimsayılır.

Gayri müslimlerin cenaze merasimlerine katılmakta bir sakınca yoktur. Özellikle devlet adamlarının ölümünde bu çeşit merasimler yapılmaktadır.

 

Devlete Başkaldıranlar: [478]

 

(a) Cumhur’a göre, müslüman olduğu bilinen hain, asi, eş­kıya vb. her çeşit ölünün namazı kılınır.

(b) Hanefî Mezhebine göre, devlete başkaldırıp savaşırken ölen âsiler (buğat, ehlul bağy), haksız olduğu halde kabilecilik gay­retiyle kavgaya karışıp ölenler, yol kesip, şehir basıp soygunculuk yapan eşkıya kavga ve savaştayken ölürse cenaze namazı kılın­maz.

(c) eş-Şafiî’ye göre, yol kesicilerin cenaze namazı kılınmaz.

 

Münafıklar: [479]

 

Münafıkların cenaze namazının kılmmayacağı icmâyla sa­bittir.

 

Vücudunun Çoğunluğu Bulunmayanlar: [480]

 

Hanefî Mezhebine göre, vücudunun çoğunluğu bulunmayanla­rın cenaze  namazı kılınmaz.

 

Ana-Babasını Öldürenler: [481]

 

Hanefî Mezhebine göre, ana veya babasından birini öldürdü­ğünden dolayı kısas cezası uygulananların cenaze namazı kılın­maz.

 

Büyük Günah İşleyenler: [482]

 

(a) Bir grup hukukçuya göre, büyük günah işleyenlerin cenaze namazı kılınmaz.

(b) Ehli sünnete göre, bu kimselerin cenaze namazı kılınır.

(c) Zeydiye’ye göre, fâsığın cenaze namazı kılınmaz.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, ganimet malını gizleyenin veya aşıranın da cenaze namazı kılınmaz.

 

5- Namazın Kılınması Ve Bozulması:

 

Kılınması:

 

Şartları: [483]

 

Namazla İlgili Şartlar:

 

Namazın genel şartları cenaze namazı için de aynen geçerli­dir, ileride açıklanacağı gibi, cenaze namazındaki farklılık, vakit şartında ortaya çıkar. Yalnızca Şa’bî bu namazda taharet şartını aramaz.

Caferi Mezhebine göre, ölüye namazda, hadesten ve necasetten taharet namazın diğer şartları aranmaz. Bozan hallerden sadece gülme ve konuşma dışındakiler terkedilmez. Ancak, ihtiyat, na­mazdaki bütün durumların gözetilmesidir.

Kaçırılmasından korkulunca, cenaze namazı için teyemmüm edilebilir mi?

(a) Hanefî Mezhebine, Sevrî ve el-Evzaî’ye göre, kaçırılma­sından korkunca, cenaze namazı için teyemmüm ederek namaz kılınabilir.

(b) Malik, eş-Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre, cenaze namazı teyemmümle  kılınmaz.

 

Cenazeyle İlgili Şartlar:

 

I. Müslüman Olmak:

 

Namazı kılınacak ölünün, müslüman olması şarttır; kâfire cenaze namazı kılmak haramdır.

 

II. Hazır Olmak (Gıyabî Cenaze Namazı): [484]

 

İbn Rüşd, ulemanın ekserisinin hazıra cenaze namazı kılı­nacağı görüşünde olduğunu belirtir:

(a) Hanefî ve Maliki Mezheplerine göre, bizzat namaz kılına­cak yerde bulunmayan ölüye namaz kılınmaz.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezhepleri ile İbn Hazm ve Şevkâni’ye göre, uzak veya yakın bir yerde bulunan cenazeye namaz kılınabilir; bu durumda kıbleye dönülür, saf bağlanır ve hazır cenazeye kı­lındığı gibi namaz kılınır:

(1) Şafiî Mezhebine göre, gıyabî olarak cenaze namazı kerahatsiz  kılınabilir.

(2) Hanbelî Mezhebine göre, ölümünden bir ay geçene ka­dar gıyabî namaz kılınabilir.

(c) İbn Teymiye’ye göre, bulunduğu yerde namazı kılınmamışsa,  gıyabî namaz kılınabilir.

Naklî delil, ikinci görüşü destekler; ancak ilk görüştekiler, Hz. Peygamber’in Habeşistan Necaşisi Ashame için kıldığı nama­zın kendisine ait bir özellik (hasâisten) olduğunu ileri sürer.

 

III. Temizlenmek:

 

Namazı kılınacak ölünün, gusül ve teyemmümden önce te­mizlenmesi  gerekir.

 

IV. Cemaatin Önünde Bulunmak:

 

(a) ÜM’e göre, ölünün, cemaatin önünde bulunması şarttır.

(b) Malikî Mezhebine göre, ölünün hazır olması şarttır; önde bulunması ise menduptur.

 

V. Binekte Olmamak:

 

(a) Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre, cenazenin, namaz ânında binekte, insanların omuz veya ellerinde bulunmaması şart­tır. (Hanefî hukukçuların belirttiğine göre, kıyas yoluyla, cemaat, namazı binek olarak kılabilir, istihsan yoluna göre kılamaz. [485]

(b) Şafiî ve Malikî Mezheplerine göre, binekte ve insanların ellerinde veya omuzlarındayken cenaze namazı kılınabilir.

 

VI. Şehid Olmamak:

 

(a) ÜM’e göre, şehid yıkanmaz ve cenaze namazı kılınmaz.

(b) Hanefi Mezhebine göre, yıkanmaz, fakat namazı kılınır.

 

V. Yıkanabilmesi İçin Gerekli Organların Bulunması:

 

Ölümden sonra yıkanabilmesi için bulunması şart olan or­ganlar, cenaze namazının kılınması için de şarttır.   Hatırlanırsa, Cumhur’a göre, çoğunluğu bulununca, namaz kılınır.

Cenaze namazında, cemaat şart değildir. Bu sebeple, yalnız bir müslüman erkek veya kadının kilmasıyla da bu fariza yerine getirilmiş olur. Kadınların cenaze namazını cemaatle de kılmaları caizdir, ancak tek tek kılmaları müstehaptır.

 

Rükünleri:

 

Niyet: [486]

 

Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre niyet cenaze namazının şartı, Şafiî, Malikî ve Caferi Mezheplerine göre, rüknüdür:

(a) Hanefî Mezhebine göre, cenaze  namazının kılınmasında mutlak olarak niyet yapılır. Bazı hukukçulara göre, erkek, kadın ve çocuk olduğunu belirtmek, hatta bilinmeyince imamın namazını kıldığı cenaze için niyet etmek gerekir. Bazılarına göre ise, ölüye duaya da niyet edilmesi gerekir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cenaze namazına, farz namaz eda­sına niyet şarttır. Ölünün cinsiyetini belirtmek gerekmez, ancak niyet eder, aksi çıkarsa namaz sahih olmaz.

(c) Malikî ve Hanbelî Mezheplerine göre, ölüye namaz kılma maksadını taşımak yeterlidir, cinsiyetini bilmek gerekmez, niyet eder, aksi çıkarsa namaz sahihtir.

(d) Caferi Mezhebine göre, kurbet niyeti yarılır, belirsizliği giderecek şekilde ölü belirtilir.

 

Tekbirler: [487]

 

(a) Cumhur’a göre, cenaze namazının ihram tekbiriyle bir­likte dört tekbiri bulunur. Her tekbir, bir rekât kabul edilir, bu se­beple tekbir sayısının beş olması -beş rekâtli namaz olmadığından- mümkün değildir.

(b) İbn Ebi Leyla, Cabir b. Zeyd -bir nakilde- Ebu Yusuf’a, Zeydiye’den Hâdeviye koluna ve Caferi Mezhebine göre cenaze nama­zında beş tekbir bulunur: İbn Ebi Leyla, birinci tekbirin iftitah, on­dan sonraki dört tekbirin de dört rekât için olacağını belirtir. Rafızîler Hz. Ali’nin ehli beyt cenazelerini beş, diğerlerini dört tekbirle kıldırdığını ileri sürerse de, -Kâsânî’nin   belirttiği  gibi- doğrusu hepsini dört tekbirle kıldırdığıdır.

(c) Caferi Mezhebine göre, birinci tekbirden sonra kelimei şehadet, ikinciden sonra Rasulullah’a salât, üçüncüden sonra mü’minlere dua, dördüncüden sonra ölüye dua okunur,  beşinciden sonra namazdan  ayrılınır.

ibn Rüşd, başlangıçta tekbir sayısında üçten yediye kadar sa­yılar ileri sürüldüğünü; Kâsânî ise Hz. Peygamber’in bu konudaki uygulamasının dört, beş, yedi, dokuz ve daha fazla olduğu rivayet­lerinin bulunduğunu, ancak son uygulamanın dört tekbir olduğunu belirtir.                                                                                          

İlk tekbirde ellerin kaldırılacağı icmâ ile sabittir. Bunun dı­şındaki tekbirlerde ellerin kaldırılması bazılarına göre (meselâ Şafiî Mezhebi, Ahmed ve Belh’li hanefî hukukçuların çoğunluğu bu görüştedir, Nusayr b. Yahya ise her iki görüşü de uygulamaktadır) gerekirken, diğerlerine göre gerekmez. Hadisler ve tatbikatın des­teklediği görüşe göre, eller ilk tekbirde kaldırılır. [488]

 

Kıyam: [489]

 

Cenaze namazının baştan sona kadar ayakta kılınması rü­kündür, ancak, bir mazeret sebebiyle, başka şekilde de kılınabilir.

 

Ölüye Dua: [490]

 

Ölüye dua etmek, ÜM’e göre cenaze namazının bir rüknüdür; Hanefî Mezhebine göre, sünnettir:

(a) Hanefî Mezhebine göre, dua, üçüncü tekbirden sonra oku­nur, belli sözleri yoktur, Matlub olan âhiretle ilgili olanıdır. Hz. Peygamber’den nakledilen duayı okumak ahsendir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, dua üçüncü tekbirden sonra okunur, ölü için hayır isteme sözlerini içine ahr.  Mü’minlere umumî  dua -çocuk olmayınca- yeterli olmaz. Duada matlub olan, mağfiret ve rahmet gibi uhrevî olmasıdır. Belli sözleri yoktur, ancak efdal olan seleften menkul duayı okumaksa da, bu dua zaruret halinde kısaltılabilir.

(c) Malikî Mezhebi içindeki mutemed görüşe göre, her tekbir­den  sonra dua okumak gerekir. Duanın en azı,   “Allahummeğfir Leh,” en güzeli de me’sur duayı okumaktır.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, dua, üçüncü tekbirden sonra oku­nur, dördüncüden sonra da okunabilir. Enazı, Malikî Mezhebinde olduğu gibidir, sünnet olanı me’sur duayı okumaktır.

 

Salavât Okumak: [491]

 

(a) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, ikinci tekbirden sonra salavât okumak rükündür.

(b) Hanefî Mezhebine göre, salât okumak rükün değil, mesnundur.

(c) Malikî Mezhebine göre, her tekbirden sonra ve fakat duaya başlamazdan önce salavât okunması menduptur.

 

Fatiha Okumak: [492]

 

(a) Hanefî Mezhebine Ve Zeyd b. Alî Sevrî’ye göre, Fatihayı ti­lâvet niyetiyle okumak tahrimen mekruhtur, ancak dua niyetiyle okunabilir.

(h) Şafiî ve Hanbelî Mezhebleri ile Davud ez-Zahirî’ye göre, Fatiha okumak cenaze namazının bir rüknüdür:

(1) Şafiî Mezhebine göre, Fatiha’yı birinci tekbirden ve se­nadan sonra okumak efdaldir. Herhangi bir tekbirden sonra da okunabilir; hangi tekbirden sonra başlanırsa başlansın mutlaka tamamlanır, tehiri ve kesilmesi caiz olmayıp, kesilirse namaz bozulur.

(2) Hanbelî Mezhebine göre, Fatiha’nın birinci tekbirden sonra okunması vaciptir.

(c) Malikî Mezhebine göre, cenaze namazında Fatiha okumak tenzihen mekruhtur.

Hadisler ikinci görüşü desteklemektedir. [493]

 

Selâm: [494]

 

ÜM’e göre, selâm, cenaze namazının rüknüdür; Hanefî Mez­hebine göre, ise rüknü değil, vacibidir:

(a) Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, her iki tarafa da selâm verilir.

(b) Malikî ve Hanbelî Mezheplerine göre, yalnızca sağ tarafa selâm vermek gerekir.

Selâmın açık mı, gizli mi verileceği de ihtilaflıdır.

 

Rükün

Hanefî

Şafiî

Malikî

Hanbelî

Niyet

Şart

Rükün

Rükün

Şart

Tekbirler

Rükün

Rükün

Rükün

Rükün

Kıyam

Rükün

Rükün

Rükün

Rükün

Ölüye Dua

Sünnet.

Rükû n

Rükün

Rükün

Selâm Vermek

Vacip

Rükün

Rükün

Rükün

İkinci    Tekbirden    Sonra Salavat Okumak

Sünnet

Rükün

Mendup

Rükün

Fatiha Okumak

Kıraat    ni­yetiyle   tali, dua da.

Rükû n

Tenz. Mek.

Rükün

Tablo 55: Cenaze Namazının Rükünleri

 

Yeri:

 

Cenaze namazı, aşağıda belirtilen yerler dışında kılınır,:

 

Cami İçinde Namaz: [495]

 

I. Mekruh Olması:

 

Hanefî ve Malik-î Mezheplerine göre, cami içinde cenaze na­mazı kılmak mekruhtur. İbn Rüşd, Malik’ten mekruh olduğu, fakat cenaze dışarıda, cemaat içerideyken namaz kılınabileceğini nak­leder.

İbn Abidin, meseleyi bütün ihtimalleriyle ele alarak, bu ko­nudaki hükmü şöyle açıklamıştır: Cenaze mescidde cemaat dışa­rıda, cemaat içerde cenaze dışarıda, yahut her ikisi de mescidde, cenaze içeride veya dışarıda olup cemaatin bir kısmı mescidde bir kısmı dışarıda olsa da namaz mekruhtur.

 

II. Caiz Olması:

 

İbn Rüşd’ün belirttiğine göre, ekseriyet, camide cenaze na­mazı kılınabileceği görüşündedir:

(a) Şafiî  Mezhebine göre, camide cenaze namazı  kılmak nıenduptur.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, caminin kirlenmesinden korkulmazsa camide kılınır, korkulursa hem namazın   kılınması, hem de cenazenin içeriye sokulması haramdır.

(c) İbn  Hazm ve  İbnu’l-Kayyım’a göre,  cami  içinde  cenaze namazı kılmak mekruh değildir:

(1) İbn Hazm’e göre, cenaze namazının camide kılınması efdaldir.

(2) İbnu’l-Kayyım’a göre, Hz. Peygamber’in devamlı sün­neti cenaze namazını mescid dışında kılmaktır; mazeret bulun­duğunda bazan mescidde de kılmıştır. Bu, caiz olmakla birlikte, efdal olan mescid dışında kılınmasıdır.

 

Kabirde Cenaze Namazı: [496]

 

İbn Rüşd’ün belirttiğine göre, kabirde cenaze namazı kılmayı ekseriyet caiz, hukukçuların bir kısmı (bir rivayette Ahmed, Atâ, Nehaî, Şafiî, İshak ve İbnu’l-Muhzir) ise mekruh görür.

 

Vakti: [497]

 

(a) Hanefî ve, Şafiî Mezheblerine göre, cenaze ne zaman ha olursa namazı kılınır, üç vakitte ise mekruhtur.

(b) Bir grup hukukçuya göre, doğuş, zeval ve batış vaktinde cenaze namazı kılınmaz.  

(c) Atâ ve en-Nehaî’ye göre, beş yasak vakitte cenaze namazı kılınmaz.

 

Şekli:

 

Genel Olarak: [498]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, namazı kıldıran, cenazenin göğsü hizasında durur ve Allah’a ibadet olarak cenaze namazına niyet eder. Eller kaldırılarak iftitah tekbiri alınır, sena okunur; Tahâvî sena bulunmadığını, ancak diğer namazlara benzetilerek okundu­ğunu  belirtir. Eller kaldırılmadan ikinci  defa tekbir alınır. Hz. Peygamber’e salavât okunur. Yine elleri kaldırmadan üçüncü defa tekbir alınır, cenaze ve bütün müslümanlar için dua edilir.  Dör­düncü defa eller kaldmlmaksızın tekbir alınır, sağ ve sola selâm verilir; selâmlar için ölüye selâma değil, yanındakiler için niyet edilir. İftitah tekbiri dışındaki bütün kıraatler gizli yapılır. (el-Hasen b. Ziyad’a göre, -dördüncü tekbirden sonra namaz biteceği için- selâm açıktan verilmez.  Bu son tekbirden sonra bazı hukukçular diğer namazların sonundaki duaların okunacağı görüşünü benim­semektedir.)

(b) Şafiî Mezhebine göre, imam veya münferîd, erkek ölünün baş, kadın ve hunsanın göbeğinden aşağısı hizasında durur; kal­biyle dört tekbirli cenaze namazını kılmaya niyet eder. İftitah tek­birini alır, muktedîyse iktidaya niyet edilir, Euzu-besmele çekilir, Fatiha okunur. İkinci defa tekbir alınır ve Hz. Peygamber’e salât okunur. Üçüncü tekbirden sonra, ölü için herhangi bir uhrevî dua okunur. Dördüncü defa tekbir alınır,  “Allahumme  Lâtuharrimnâ Ecran, Velâ Teftinna Ba’deh” diye dua ve Mü’min: 40/7 âyeti oku­nur, hem sağ ve hem de sola selâm verilerek namaz tamamlanır. Her tekbirden sonra eller kaldırılır.

(c) Maliki Mezhebine göre, erkekse orta, kadınsa omuzu hiza­sına durulur, hazır olanların cenaze namazına niyet edilir, eller kaldırılmaz, iftitah tekbiri alınır, dua edilir. İkinci defa eller kaldırılmadan tekbir alınır, dua edilir. Aynı şekilde üçüncü defa tek­bir alınır, dua edilir ve dördüncü tekbir alınır, dua edilir ve na­mazdan çıkış için yalnızca sağa selâm verilir. Bütün kıraat ve tek­birler açıktan alınabilir. Her duanın, hamd ve salâtla başlaması menduptur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, erkeğin göğsü, kadının ortası hi­zasında durulur, hazır olanların cenaze namazına niyet edilir: El­ler kaldırılarak iftitah tekbiri alınır, Euzu-besmele çekilir, Fatiha okunur. İkinci defa ve eller kaldırılarak tekbir alınır ve salavât okunur. Bu şekilde üçüncü tekbir alınır, ölüye dua edilir. Dördüncü tekbir alınır, kısa bir süre sessizce beklenir, yalnızca sağa selâm verilir, ikinci tarafa da selâm verilebilir.

 

Özel Olarak:

 

I. İmamet:

 

A. İmamete Ehîl Olanlar: [499]

 

İbn Rüşd’ün belirttiğine göre, ilim ehlinin ekserisi, devlet başkanı veya vekilinin daha lâyık olduğu görüşündedir: [500]

(a) Hanefî Mezhebine göre, hazır bulununca sırasıyla devlet başkanı, naibi, kadı, emniyet müdürü cenaze  namazını kıldırır. Bunlardan sonra, -ölünün velisinden efdalse- mahalle imamı, ölü­nün velisi (aşağı doğru oğul, torun; yukarı doğru baba ve dede, daha sonra kardeş, baba bir kardeş, kardeşin oğlu-yeğen-, yakınlara ön­celik tanıyarak), velisi yoksa kocası veya komşuları namazı kıldı­rırlar.   Herhangi  birinin  kendisini  yıkaması  veya  namazını  kıl­dırmasını vasiyet, hükümsüz kalır, uygulanmaz. Velilerin durum­ları eşit olunca, yaşlılar tercih edilir.

(b) Şafiî Mezhebine ve Ebu Yusuf’a göre, cenaze namazını kıl­dırmaya en layık olanlar baba, oğul, kardeş, baba bir kardeş, ye­ğen, baba bir kardeşin oğlu vb. miras sırasıyla sıralanır. Bunlar­dan biri bulunmazsa asabe, devlet başkanı, naibi ve zevilerhâm ge­lir. Eşit durumda olanların, yaşlı ve adaletli, bilgili, kıraati düz­gün, takva sahibi olanı sırasıyla tercih edilir. Öncelik hakkı bu­lunmayan birini vasiyet edince, bu vasiyet yerine getirilmez.

(c) Maliki Mezhebine göre, cenaze namazını kıldırmaya en lâyık olanlar -vasiyetin mûsâ lehe (kendisine vasiyet edilen) bere­ket ümidi olunca- vasiyet yapılan, devlet başkanı, hâkimlik ve hut­bede naibi, asabe (oğul, torun, baba, kardeş, yeğen, dede, amca, amcaoğlu) şeklinde sıralanır. Asabedekilerin durumu eşit olunca, bilgili olanı tercih edilir. Asabe veya seyyid bulunmayınca, yabancı­ların efdal olanının öncelik hakkı vardır.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, namaz kıldırmaya öncelik hakkı olanlar -adaletli biri olunca- vasiyet edilen, devlet başkanı, naibi, baba,  oğul,  miras  sırasına göre  akrabalar, zevilerhâm, koca şek­linde sıralanır. Akrabalığı eşit olanların imamete efdal olanı, bü­tün  yönlerde eşitlik olunca  kura ile  seçileni  tercih edilir. Veli başka  birini   yerine   geçirince,  yukarıdaki  sıraya göre öncelik hakkı olur.

(e) Caferi  Mezhebine  göre,  ölü,  belli  birinin  namazını kıl­dırma vasiyeti yaparsa, ihtiyat, velinin bu kişiye izin vermesi, va­siyet edilenin de veliden izin istemesidir.

 

B. İmamın Duruşu: [501]

 

(a) Bir grup hukukçuya göre, bütün cenazelerin orta hizasına durulur.

(b) Bir gruba (meselâ Şafiî Mezhebi, -bir nakilde- Ebu Hanife, son görüşünde Ebu Yusuf’a ve Tahâvî’ye) göre kadınların orta, er­keğin başı hizasında durulur.

(c) Maliki Mezhebine, -bir nâkilde- Ebu Hanife ve İbn Ebi Leyla ile Zeydiye’ye göre erkeğin orta, kadının göğsü hizasına du­rulur.

(d) Hanefî Mezhebi ve Maliki hukukçu İbnu’l-Kasım’a göre, bütün ölülerin göğsü hizasına durulur.

(e) Hanbelî Mezhebine göre, -Malikî Mezhebinin tam tersine- erkeğin göğsü, kadının orta hizasına durulmalıdır.

(f) Malik ve eş-Şafîî’ye göre, belli bir duruş şekli yoktur, iste­nilen şekilde durulabilir.

 

II. Tekbirlerdeki Eksiklik Ve Fazlalık: [502]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, imam, dörtten fazla tekbir alınca muktedî ona uymaz, selâm verene kadar bekler, böylece hepsinin namazı sahih olur. (Ebu Hanife’den başka bir nakle göre, beklemeyip, selâm verir.) İmam tekbirleri kasıtlı olarak eksik alırsa, hep­sinin namazı bâtıl olur. Unutarak tekbirlerden biri alınmazsa, bu, namazdaki bir rekâtin eksikliği gibi kabul edilir, eksik tekbir ta­mamlanır.

(b) Şafiî Mezhebine göre, imam, tekbirleri dörtten fazla alınca muktedî ona uymaz, kalbiyle ayrılmaya niyet eder ve ondan önceselâm verir veya birlikte selâm vermek için imamı bekler, efdal olanı da bu son şekildir. İmam fazla tekbirde ellerini ardarda üç defa kaldırırsa kendinin, muktedî de onu beklerse hepsinin na­mazı bozulur. Tekbirleri kasıtlı olarak eksik yapınca hepsinin namazı bozulmuş ölür. Unutarak alınmayan tekbir, daha sonra telafi edilir.

(c) Malikî Mezhebine göre, imam, tekbirleri kasıtlı veya unu­tarak arttırınca, muktedîlerin onu beklemesi  mekruhtur, hemen yalnız başına selâm verirler, böylelikle namaz sahih olur. İmam tekbirleri -bir mezhebe uyarak- dörtten eksik alınca, muktedîler ona uymaz, dörde tamamlar. Tekbirleri kasıtlı olarak eksik alırsa hep­sinin  namazı bozulur. Unutarak tekbir, eksik alınca, muktedîler subhanellah diyerek imamı uyarırlar, o da hemen onlara uyarak eksik tekbiri tamamlarsa namaz sahih olur, fakat hemen dönmez ve uyanmazsa muktedîler eksiği tamamlar, onlarınki sahih, ima­mın namazı ise bâtıl olur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, imam, tekbirleri arttırınca ye­dinciye kadar muktedîler ona uyar. Yediden fazlasındaysa imamı uyarırlar, ondan önce selâm veremezler, namaz sahih olur. Tekbir­leri kasıtlı olarak eksik alırsa, hepsinin namazı bozulur. Unutarak eksik alınınca, selâm vermeyip imamı uyarırlar, hemen eksiği tamamlayınca, hepsinin namazı sahih olur. Ara uzar veya imam namaza aykırı bir davranışta bulunursa imamın ve ayrılmaya ni­yet etmediyse muktedîlerin de namazı bozulur.

(e) Hanefî hukukçu Züfer’e göre, beşinci tekbirde imama uyu­lur.

 

III. Namaza Sonradan Yetişme: [503]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, imama, tekbirlerden herhangi bi­rini aldıktan sonra, sena, salavât veya duayı okurken yetişen muk­tedî, hemen tekbir almayıp, imamla birlikte tekbir almak için bek­ler, beklemeyip tekbir alırsa namazı bozulmaz, fakat bu tekbir alınmış sayılmaz, İmam selâm verdikten sonra muktedî -cenaze hemen kaldırılmaz s a- kaçırdığı tekbirleri hemen kaza eder, cenaze hemen kaldırılırsa selâm verir, kaçırdıklarını kaza etmez. Dör­düncü tekbirden sonra selâmdan önce yetişen kimse de -sahih ve fetva verilen görüşe (Ebu Yusuf’a) göre, bu şekilde hareket eder. Ebu Hanife ve eş-Şeybanî’ye göre namazı kaçırmış olur; ancak eş-Şeybanî’den tekbir alıp, diğerlerini kaza edeceği görüşü de nakledilir. Kâsânî ikinci görüşün sahih olduğunu belirtir. İmam yanında bulunurken iftitah tekbirini alan, müdrik olup, imamın diğer tekbiri almasını  beklemez;

(b) Şafiî Mezhebine göre, imama, ilk iki tekbirden sonra yeti­şen kimse, üçüncü tekbiri almasını beklemeden ona uyar, namaza münferiden başlamış gibi hareket ederek üçüncü tekbiri alana ka­dar Fatiha’yı okur,   yetiştiremediğini okumaz, ikinci tekbirden sonra salavâtı okur, yetiştiremediği düşer. İmam selâm verdikten sonra, kalan kısmı tamamlar.  Birinci tekbiri  aldıktan   hemen sonra, Fatihaya başlamadan imam üçüncü tekbiri alırsa, Fatiha’-nın okunması düşer.

(c) Malikî Mezhebine göre, muktedî geldiğinde imam duayı okuyorsa, tekbir almayıp, imamın tekbirini bekler, onunla birlikte tekbir alır, beklemeyip tekbir alırsa namazı sahihtir, ancak tekbir alınmış olmaz, imam selâm verince kaçırılan tekbirler kaza edi­lir. Cenaze hemen kalkmazsa, her tekbirden sonra duaları da kaza eder, hemen kalkarsa, peşipeşine tekbirleri alır duaları okumaz. Muktedî geldiğinde, imam ve ona uyanlar dördüncü tekbiri almış­larsa, -bu bir mekruh tekrar sayılacağından- imama uyulmaz.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, muktedî geldiğinde, imam ilk üç tekbiri almış, kıraat, salât veya duayı okuyorsa, imam beklenmez, hemen tekbir alır, imamın yaptığına uyar. Selâmdan sonra kaçır­dıklarını münferîd olarak normal şekilde kaza eder, ancak cenaze hemen kalkacaksa tekbirleri aralıksızca alır ve selâm verir. İmama  dördüncü  tekbirden  sonra uyulabildiği  gibi,  kaçırılanlar kaza edilmeksizin de selâm verilebilir.

(e) Ebu Yusuf’a göre, gelince,  hemen bir  tekbir  alır,  eğer imam ondan önce bir tekbir almışsa, namaz sonunda aldığı tekbiri kaza etmez, iki tekbir almışsa sadece bir tekbiri kaza eder.

 

Bozulması: [504]

 

Namazı bozan genel haller, cenaze namazını da bozar; ancak muhâzâtu’n-nisa ve gülmek cenaze namazını bozmaz.

Cenaze namazında kadınlar erkeklerin arkasında saf bağ­lar; ancak erkeğin yanında da durulabilir.

Kıble araştırılıp ona göre cenaze namazı kılındıktan sonra, hata edildiği anlaşılırsa, namaz iade edilir; fakat cemaatin abdestsiz olduğu anlaşılırsa, iade edilmez.

 

6- Binden Fazla Cenaze Bulunması: [505]

 

(a) Çoğunluğa göre, erkekler imam, kadınlar kıble tarafına konur: Hanefî Mezhebine göre, cemaate bir defa da namaz kılmak caizdir. Cenazeler birden fazla olunca, imanı, hepsine birden veya ayrı ayrı namaz kıldırmakta serbesttir. Ayrı ayrı namaz kıldı­rınca, efdal olanları önce kıldırmak evlâdır, bu sıraya uyulmamasında bir sakınca yoktur. Böyle bir durumda, cenazelerin sıralan­ması şu şekildedir:

(1) Cinsiyetleri aynı olunca, bir saf olarak dizilebileçekleri gibi, -hepsinin hizasında olmak için- cemaatin önüne birer birer konur; hepsinin  aynı hizaya  veya  sonrakinin  başı öncekinin omuzu hizasına koymak hasendir,

(2) Cinsiyetleri ayrı olunca, erkekler imama yakın, kadın­lar erkeklerin arasına, yani kıble tarafına konur (Bunun tersini benimseyenler de vardır). Erkek, çocuk, hunsa, kadın ve kız ço­cuktan meydana gelen  cenazeler, imama yakın olarak erkek, çocuk, hunsa, kadın ve kız çocuğu şeklinde sıralanırlar. Sonra gelen cenaze için, ayrıca namaz kılınır.

(b) İkinci gruba göre, kadınlar imam, erkekler kıble tarafınakonur.

(c) Üçüncü gruba göre, erkeklerin-cenaze namazı ayrı, kadınlarınki  ayrı  kılınır.

 

7- Cenaze Namazının Tekrarlanması: [506]

 

(a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, cenaze namazı bir defa kılınır, tekrarı mekruhtur, ancak cemaatle değil, tek basma kılınmışsa definden önce yeniden kılmak menduptur. Tahâvî, başkası kıldırınca, definden önce velinin kılabileceğini nakleder. Bir ölü yıkanmadan veya unutularak yalnız bir uzvu yıkanmadan kefene sarılacak olursa, kefen açılır, yıkanması tamamlanır, na­mazı kılınmışsa iade edilir. Kabre konup da üzerine henüz toprak atılmışsa da, bu şekilde hareket edilir. Toprak atılmış olursa, artık kabirden çıkarılması  haramdır, yıkanması düşer,   yalnız   kabri üzerine tekrar namaz kılınır. Kefensiz kabre konan için, artık ka­bir açılmaz.

(b) Şafiî Mezhebine göre, önceden cenaze namazı kılmayanla­rın tekrar namaz kılması, -definden sonra bile olsa- sünnettir.

(c) Hanbelî Mezhebine göre de, durum Şafiî Mezhebinde ol­duğu gibidir, ancak önceden kılanların yeniden kılması mekruh­tur.

 

8- Kabre Namaz: [507]

 

(a) eş-Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Davud ez-Zahirî’ye göre, ce­naze namazını kaçıranlar, kabre namaz kılabilirler. Bu görüştekiler, ne kadar süre geçince kılınabileceği konusunda, bir aya kadar ulaşan  çeşitli zamanlar  ileriye   sürmüşlerdir. Meselâ Ahmed b. Hanbel, bunu azami bir ay ile kayıtlamış, daha sonra kılınamaya­cağı görüşünü  benimsemiştir. Namazın daha önce  kılınması, bu hükme tesir etmemektedir.

(b) Hanefî Mezhebine göre, ya daha önce namazı kılınmamış olmak, ya da selahiyetsiz birisinin kıldırmış olması gibi bir maze­ret bulunmadıkça, defnedilmiş cenaze üzerine namaz kılınmaz. Ayrıca, çürümemiş olduğuna kanaat getirmek de şarttır.

(c) Malik’e göre, kabre namaz kılınmaz.

(d) Ebu Hanife’ye göre kabre namaz, sadece cenaze namazını başkası kıldırınca veli tarafından kalınabilir.

(e) Ebu Yusuf’a göre, üç güne kadar kabre namaz kıhnabilir, daha sonra kılınmaz.

(f) Caferî Mezhebine göre, unutarak ya da bir özür sebebiyle namazdan önce defnedilmemişse veya bozulduğu  anlaşılırsa, na­maz için kabirin açılması caiz değildir, kabrine namaz kılınır.

(g) Bazılarına göre, namaz kılınmamış bir yerdeki ölünün kabrine namaz kılınabilir.

 

9- Namazdan Sonra Tezkiye, Şahitlik Ve Konuşma Yapmak: [508]

 

Türkiye’deki âdete göre, cenaze namazı kılınınca, imam,

“Ey cemaat bu kişiyi nasıl bilirsiniz?” diye sorar; cemaat de

“İyi bilir­dik, Allah rahmet eylesin” derler. Büyük şehirlerde rastladığımız bir âdet daha bulunmaktadır: Namazdan sonra, imam, cenazenin başında nutuk çekiyor, onun iyiliklerinden bahsediyor, dua edip cemaatin tezkiyesini alıyor.

İslâm âlimleri, âyet ve hadislerin umumî hükümlerini gözönüne alarak şöyle demişlerdir: Ahlâksızlık, fısk ve bid’ati açık olan kimselerin kötülüklerini  söylemek, -eğer bunda bir faydavarsa- caizdir. Müslümanları uyarmak, yolundan yürümelerini önlemek, halinden ibret almalarını temin etmek niyetiyle, bazı ölü­lerin kötülüklerini anmak faydalı ve caizdir.

Hz. Peygamber’den, kâfir ölüleri hakkında, lanet vb.’nin caiz olduğu konusuyla ilgili bir hadis nakledilmektedir. Ancak, her ca­izin ulu orta kullanılmayacağı, müslümanın abes ile meşgul ol­mayacağı tabiîdir.

Bu açıklamalar ışığında, şu sonuçlara varılabilir:

(a) Ölü başında nutuk çekmek, hem cahiliye âdetidir, hem de ölünün teçhiz ve defninde acele davranma sünnetine aykırıdır.

(b) Müslümanların, bilmedikleri kişiler için, yalan yere iyi veya kötü diye şahitlik etmeleri, caiz değildir.

“Allah rahmet eyle­sin” denilir; bu bir duadır, şahitlik değildir. İyi bildiğimize iyi de­mek sünnettir, faydalıdır. Kötü bildiğimiz kişi hakkında susmak evlâ, fayda varsa durumunu anlamak caiz, bazan vazifedir.

 

10- Sünnetleri: [509]

 

ÜM’e göre, cenaze namazının birtakım sünnetleri varken, Maliki Mezhebine göre, cenaze namazının sünnetleri olmayıp, müstehapları vardır:

 

Namazla İlgili Sünnetler:

 

Sena Okumak:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, birinci tekbirden sonra sena (Subhâneke) okumak sünnettir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, Fatiha’dan önce sena okunur ve Fa­tiha bitince âmîn denir; sûre ve iftitah duasının okunmaması sün­nettir.

 

Salavât Okumak:

 

Hanefî Mezhebine göre, ikinci tekbirden sonra salavât oku­mak sünnet, Maliki Mezhebine göre, mendup, Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, rükündür.

 

Dua:

 

Üçüncü tekbirden sonra dua okumak, Hanefî Mezhebi için­deki bir görüşe göre sünnet, DM’e göre rükündür.

 

Kıraat:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, imamın alacağı tekbirler dışın­dakiler açıktan okunmaz.

(b) Şafiî Mezhebine göre, kıraat bütünüyle gizli yapılır, ancak imamın ve mübelliğin duyurması gerekirse, tekbir ve selâm sesliokunur.

(c) Malikî Mezhebi ve Hanbelî Mezheplerine göre, kıraat ve dua gizli okunur; Malikî Mezhebi, yalnızca tekbir ve selâmın sesli okunmasını uygun görür.

 

Elleri Kaldırmak

 

Şafiî Mezhebine göre, her tekbirde elleri kaldırmak sünnettir; Malikî Mezhebine göre, sadece birinci tekbirde ellerin kaldırılması mendup olur.

 

Dua Ve Hamd:

 

Hanefi Mezhebine göre, duaya hamd ve salâtla başlamak sünnettir. Şafiî Mezhebine göre, salâttan önce hamd, sonra ise mü’minlere me’sur dua okumak sünnettir, dördüncüden sonra da ön­ceden geçen şekilde dua okunur; Malikî Mezhebine göre, duaların hamd ve salavâtla başlaması menduptur.

 

Selâm:

 

Selâm, Hanefî Mezhebine göre, vacip, ÜM’e göre rükündür; Şafiî Mezhebine göre, ikinci selâm sünnettir.

 

Cemaatle İlgili Sünnetler:

 

Cemaatle Kılmak:

 

Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, cenaze namazının cema­atle kılınması sünnettir.

 

Namaza Duruş:

 

Hanefî Mezhebine göre, imamın cenazenin göğsü hizasına durması sünnettir; Şafiî Mezhebine göre, imam ve münferîd erke­ğin başı, kadının ve hunsamn orta hizasına durur; Malikî Mezhe­bine göre, imam ve münferîd, -ölünün başı sağda olarak- erkeğin orta, kadının omuz hizasına, muktedî ise imamın arkasında durur, Ravza-i Mutahhara’da ölünün başı sol tarafta olur. Hanbelî Mezhe­bine göre, erkeğin göğsü, kadının orta hizasına durulur.

 

Safların Düzeni:

 

(a) Hanefi ve Şafiî Mezheplerine göre, safların üç tane olması sünnettir:

(1) Hanefî Mezhebine göre, bu sayıdan fazla olarak tutulan saflar da tek sayılı olarak tutulur. Meselâ altı kişi cemaat olunca üç, iki ve birli olarak üç saf yapılır.

(2) Şafiî Mezhebine göre, mümkünse üç saf tutmak sünnet­tir, saflar imamla birlikte bile olsa enaz iki kişidir. Muktedî’nin bu durumda, imamla aynı hizada durması mekruh değildir.

(b) Hanbelî Mezhebine göre,  her safın -dört kişi olması dı­şında- en az üçer kişi olması gerekir, en arkada yalnız başına kıl­mak sahih değildir.

 

Namazı Tamamlamadan Kaldırmamak:

 

Şafiî Mezhebine göre, mesbûk, namazı tamamlamadan, cena­zeyi kaldırmamak sünnettir.

 

Tekrarı:

 

Şafiî Mezhebine göre, önceden namazı kılmayanların cenaze namazının tekrarı sünnet, kılanların tekrarı ve kefenlenmezden önce namaz mekruhtur.

 

11- Mekruhları: [510]

 

Tekfinden Önce Namaz:

 

Şafiî Mezhebine göre, kefenlemezden önce namaz kılmak mekruh olduğu gibi, önceden kılanların tekrarı da mekruhtur.

 

Üç Mekruh Vakitte Kılmak:

 

Mekruh üç vakitte cenaze namazı kılmak mekruhtur, ancak bu vakitlerde kılınan namaz sahihtir, iade edilmez.

 

94. Musalladan Kabre

 

İbn Kudame cenazeye katılma ve ittibanın (defnin) üç dere­cesi olduğunu, bunların birincisini, yapanın da vazifesini yapmış bulunacağını, ancak üçüncüsüne kadar devamın daha ecirli oldu­ğunu hadislere istinaden tesbit etmiştir:

(1) Namaz kılıp ayrılmak,  

(2) Defnedilinceye kadar hizmetlere katılmak,

(3) Definden sonra da kabrin başında bir müddet bekleyip dua ve istiğfarla meşgul olmak. [511]

 

1- Cenazelerin Kabre  Taşınması:

 

Hükmü: [512]

 

Dünyadan ayrılan bir müslümanın cenazesini kabre taşı­mak, yıkama, tekfin ve namaz gibi farz-i kifayedir.

 

2- Şekli:

 

İnsanların Taşıması: [513]

 

İnsanların cenazeyi kabre taşıması konusunda, bazı hukuk­çular belli şekilleri benimserken, bazıları da bir şekil sınırlaması yapmışlardır:

 

Belli Bir Şekil Benimseyenler:

 

I. Dörtlü Taşıma:

 

Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre, cenazeler, dört kişi ta­rafından taşınır:

(a) Hanefî Mezhebine göre, cenazeyi, on adımda bir yer değiş­tirerek dört kişinin taşıması sünnettir. Sünnet, tam manâsıyla şu şekilde uygulanır: Bu dört kişinin her biri, önce baş tarafından baş­layarak, tabutun sol baş tarafına geçip bu kol sağ omuza alınır. Bir müddet gittikten sonra, arka sol kola geçerek, bir müddet de bu şe­kilde taşınır. Daha sonra, tabutun sağ ucuna gidip sağ ön kolu omuzuna, en son olarak da sağ arka kol omuza alınır. Her kolun de­ğişmesinde, onar adım yürümek müstehaptır. Tabutun kolu, doğru­dan omuza alınmaz, alınması mekruhtur,  önce kol elle alınır, sonra omuza konur. Zaruret olmadıkça, cenazeyi iki  direk  ara­sında taşımak mekruhtur. Sütteki veya sütten ayrılan veya ona ya­kın olan çocukların cenazesi, nöbetleşerek eller üstünde taşınır, bi­nekte de taşınabilir. Çok hızlı olmadan, süratlice ve ölüyü sarsma­dan gitmek  menduptur.   Kadın  cenazenin,  bir örtüyle  örtülmesi menduptur. Kabre gömülürken de, kadın cenaze örtülür; açılma ih­timali bulununca örtülmesi farz olur.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, her biri tabutun bir kolunu tuta­rak, cenazeyi dört kişinin birer defa taşıması sünnettir: Taşıma usûlü, Hanefî Mezhebinde olduğu gibidir. Tabutun iki kolunu tuta­rak taşınmasıyla çocuğun tabutsuz taşınması mekruh değildir. Ka­dın cenazenin örtülmesi sünnettir.

 

II. Dörtlü Veya Üçlü Taşıyabilme:

 

Şafiî Mezhebine göre, taşımanın iki şekli vardır; ikisi de hasendir:

(1) Üçlü Taşıma: Bir kişi tabutun öndeki kolu omuzunun üs­tüne koyar, arkadakileriyse iki kişi omuzlar; bu şekil dörtlüden efdaldir,

(2) Dörtlü Taşıma: İkinci taşıma şekli,  dört kişi tarafından uygulanır; her biri bulunduğu yerdeki kolu alır ve öylece taşır. Ke­ramete (hürmete)  aykırı bir şekilde, meselâ büyüklerin  el  veya omuzlarda taşınmaması gerekir. Kadın cenazelerin örtülmesi sün­nettir, erkekler ise ipekle örtülmez.

 

III. İkili Taşıma:

 

eş-Şafiî’ye göre, cenazeyi biri önde, biri arkada olmak üzere, omuzlarına yükleyerek, iki kişinin taşıması sünnettir. Hanefî Mezhebine göre, bu tarzdaki taşıma mekruhtur.

 

Belli Bir Şekil Benimsemeyenler:

 

Malikî Mezhebine göre, cenazeyi taşımanın belli bir şekli yoktur; dört, üç ve iki kişiyle taşınması mekruh değildir. Belli bir yerden başlamak bid’attir. Küçüğün cenazesini eller üzerinde taşı­mak menduptur, ancak tabutta taşınması mekruhtur. Kadın cena­zenin üstünü örtmek mendup olur. Örtme için renksiz ipek kullanı­labilir.

 

Araçlarda Taşıma: [514]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, sütteki veya sütten ayrılan çocuk­larla buna yakın olanları taşıyanların binekte olması caizdir. Za­ruret olmadıkça cenazenin binekte taşınması mekruhtur.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, mezarlığın uzaklığı vb. bir ihti­yaç bulununca cenazeyi binek üzerinde taşımak mekruh değildir.

(c) Reşid Rıza da, ihtiyaç bulunca vasıta ile taşımanın caiz olduğunu belirtir. [515]

 

2- Cenazeyi Uğurlama (Teşyi’):

 

Cenazenin kabre kadar götürülmesine Teşyi denir:

 

Hükmü: [516]

 

Erkekler İçin:

 

ÜM’e göre, cenazeyi kabre kadar uğurlamak, erkekler için sünnet, Maliki Mezhebine göre, menduptur. Akrabadan veya kom­şulardan, ya da salâhı hal (iyi olarak) ile bilinmiş zatlardan olan birinin cenazesini takip etmek, nafile ibadetten efdaldir.

 

Kadınlar İçin:

 

(a) Hanefi Mezhebine göre, kadınların cenazeyi uğurlamalarıtahrimen mekruhtur.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, fitne korkusu olma­yınca mekruh, böyle bir korku olunca haramdır.

(c) Malikî Mezhebine göre, kadın yaşlı olursa, erkeklerin ve bineklerin arkasında yürüyerek caizdir. Genç olur  ve  fitneden korkulmaz ve ölen, baba, oğul, koca, kardeş gibi yakın olursa yaşlı­lar gibi yürür; fitne korkusu olunca caiz değildir.

 

Şekli: [517]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, cenazeyi uğurlayanlara, tabutun arkasında yürümek efdaldir; önden de yürümek caizdir, ancak ce­nazeden uzaklaşmak ve bütün insanların önüne geçmek mekruh­tur. Sağ veya soldan yürümek, evlâya aykırıdır. Cenazeyi uğurla­yanlar arasında kendilerine karışan veya ağlıyan kadınlar olunca, önden yürümek; yaya uğurlamak efdaldir, binekte de uğurlanabilir, ancak bu durumda, tabutun önüne geçmek mekruhtur. Tabuta yakın olmak menduptur. Yaya olarak uğurlayınca, orta yü­rüyüşle gidilmesi de menduptur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, cenaze, binekte de uğurlanabilir, an­cak mazeretsiz olunca bu mekruhtur; -ister binek, ister yaya- cena­zenin önünde gitmek, yakın olmak menduptur.

(c) Malikî Mezhebine göre, mazeretsiz olarak binek uğurlama mekruhtur; yaya uğurlayınca tabutun önünde, binekte arkadan yü­rümek menduptur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, mazeretsiz olarak binekte uğur­lama mekruhtur;  yaya olarak uğurlayınca  tabutun önünden,  bi­nekte ise arkadan yürümek, yakınında olmak menduptur.

Cenazeyi kabre kadar uğurlayıp, defnini beklemek efdaldir; Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, namazdan önce veya sonra dönüşte, kerahafc sozkonusu değildir; Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, namazdan önce dönmek mekruhtur, namazdan sonra ise ölü­nün yakınları izin vermeden, hatta Malikî Mezhebine göre, gidilen yol çok olunca dönmek menduptur.

Kısacası, cenazeyi kabre götürenlerin ölümü, âhireti ve Alla­h’ı düşünmeleri, sükûneti muhafaza etmeleri, dünyevî meseleleri konuşmamaları, gülmemeleri bu vazifenin âdabı cümlesindendir. Bu esnada bağırıp çağırmak, sesli olarak tebir getirmek ve zikir yapmak, çalgı ve çelenk bid’attir, mekruhtur, yasaklanmıştır.

Cenaze, müzik, fotoğraf taşıma ve ağlama gibi, münker sayı­lan davranışlarla uğurlanırsa, ÜM’e göre bu mümkün mertebe ön­lenmeye çalışılır, önîenemezse geri dönülmez; Hanbelî Mezhebine göre, bunu önleyemeyenin cenazeyi uğurlaması haramdır.

 

Ayağa Kalkmak: [518]

 

Kalkılmaz Görüşü:

 

ÜM’e göre, kalkılıp kalkılamayacağı konusundaki karşılıklı rivayetlerin değerlendirilmesiyle- otururken yanlarından cenaze geçenlerin ayağa kalkması önceleri mendupken, sonradan neshedilmiştir, kalkılması mekruhtur.

 

Kalkılabilir Görüşü:

 

Şafiî Mezhebinin muhtar görüşüne göre cenaze görünce ayağa kalkmak müstehaptır. Ahmed, İshak, İbn Hazm ve Ebu İshak eş-Şirazî’ye göre de ayağa kalkılır.

 

Serbest Olması Görüşü:

 

Bazı hukukçulara göre, kalkmak veya kalkmamak serbesttir. Hz. Peygamber’in oturması, sadece bunun caiz olduğunu bildirmek içindir.

Kalkmanın meşru olduğunu, fakat zarurî olmadığını söyle­mek mümkündür. Nitekim Kâsânî de, defne katılmak için kalkı­labileceğini, diğer durumlarda gerekmediğini belirtir.

 

Tabut Yere Konmazdan Önce Oturmak: [519]

 

Mekruh Olması:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, zaruret olmadıkça, tabutu yere koymadan oturmak tahrimen mekruhtur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, yere konuncaya kadar oturmamak sünnettir.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, uzakta olanlara caiz, yakındakilere ise mekruhtur.

(d) Bazı hukukçulara göre, defne kadar oturmak mekruhtur.

 

Caiz Olması:

 

Maliki Mezhebine göre, tabutu yere koymazdan önce oturmak, kerahatsiz olarak caizdir.

Tabutun defin için yere konması, yönünün kıbleye doğru ol­masıyla  gerçekleştirilir.

 

95. Defin Ve Telkin

 

1- Kabrin Hazırlanması: [520]

 

Derinlik:

 

Derinliğin enazı, kokuyu ve vahşi hayvanların açmasını ön­leyecek ölçüdedir:

(a) Hanefî Mezhebine göre, derinliğin, en az normal bir ada­mın yarı boyu olması sünnettir, bundan fazlası ise efdaldir,

(b) Şafiî Mezhebine göre, derinliğin, kollarını havaya kal­dırmış bir adam boyu olması sünnettir.

(c) Malikî Mezhebine göre, ihtiyaç olmaksızın yukarıdaki öl­çüden fazlası mekruhtur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, belli bir ölçü olmaksızın, kabrin derinleştirilmesi sünnettir.

 

Uzunluk Ve Genişlik;

 

Kabrin uzunluk ve genişlik olarak, en az ölü ve defni yapa­cakların sığacağı ölçüde olması gerekir.

Kabrin hazırlanmasında sünnet olan, Hanefî Mezhebine göre, lahd (ölünün sığacağı kadar çukur hazırlamak), Şafiî Mezhebine göre, toprağı nehir yatağı şeklinde hazırlamaktır. Kâsânî, Medineliler’in Bakî toprağının yumuşak olması sebebiyle ikinci şekli uy­guladıklarını, aynı gerekçeyle Buharahlar’ın da bu tarzı benimsediklerini belirtir.

 

2- Defin:

 

Hükmü: [521]

 

İmkân olunca, ölüyü defnetmek, farzı kifayedir, [522] bu bir çukur kazılarak gerçekleştirilir; imkân olmayınca, meselâ kıyıdan uzak geminin demirleyemeyeceği bir yerde ölen birinin kokusunun dağılmasından endişe edilirse, ağır bir maddeye bağlanır ve suya atılır. Zaruret olmayınca, ölüyü yere koyup, çukur kazmadan üs­tüne bina yapmak caiz değildir. Toprak sert olursa lahid, yani kab­rin altında kıble tarafından ölünün sığacağı kadar bir çukur kaz­mak, ÜM’e göre sünnet, Malikî Mezhebine göre, müstehaptır. Top­rak gevşek ve yumuşak olursa, nehir yatağı gibi, düz bir şekilde kazmak ve iki tarafını taşla örmek, Hanefî ve Hanbelî Mezheple­rine göre, mubah, Şafiî ve Malikî Mezheplerine göre, müstehap ve lahid yapmaktan efdaldir, kabre konunca çatı yapılır.

Kâsânî, ilk insan Hz. Adem’den beri, insanların ölülerini gömdüklerini, gömmeyenleri de hoş karşılamadıklarını, defnin farz olma delili olarak gösterir.

 

Vakti: [523]

 

Cumhur’a göre, gündüz gibi gece de defin caizdir. Hz. Peygamber’in, gece defnettiği olmuş, ayrıca Hz. Fatıma, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Hz. Âişe, İbn Mes’ud gibi sahabîler gece defnedilmişlerdir.

 

Şekli: [524]

 

(a) ÜM’e göre, cenazeyi.kıbleye gelecek şekilde kabre koymak vaciptir, Malikî Mezhebine göre, menduptur. Cenazenin kabre, sağ yanı üzere konması sünnettir. Kabre indirenlerin “Bismillah Alâ Milleti Rasulillah” (Allah’ın adıyla ve Rasulullah’ın dini üzere) demeleri de sünnettir. Cenaze belirtilen şekilde kabre konmadıysa bunları normal yapmak için, Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, toprak atılmadıysa -kerpiçleri kaldırarak bile olsa- kabir açılabilir, toprak atıldıysa açılmaz; Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, ölü kabre kıbleye dönük olarak konmadıysa, kabri açarak kıbleye döndürmek gerekir. Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, ihtiyaç olmaksızın ölüyü sanduka, yatak, yastık vb.’ne konması mekruhtur;

Maliki Mezhebine göre, bunun tabut ve sandıkla yapılması evlâya aykırıdır; Hanbelî Mezhebine göre ise, bu şekilde gömmek -ihtiyaç olsun olmasın- mekruhtur.

(b) eş-Şafiî’ye göre, cenazeyi seli şeklinde kabre indirmek sünnettir. Seli, ölüyü kıblenin sağına konarak, ayaklarının kabre uzunlamasına tutulup, önce ayakları, sonra başı yerleştirilerek in­dirmek demektir,

Kâsânî, Ebu Bekr Muhammed b. el-Fadl el-Buhârî’nin, topra­ğın yumuşaklığı sebebiyle, Buhara bölgesinde kabir için tuğla ve odun kullanmak ile çelik tabut kullanmanın sakıncası olmadığı görüşünü savunduğunu nakleder.

Defin sırasında, üçer defa toprak atılır ve iyice örtülür: Ha­nefî ve Şafiî Mezheblerine göre, birincide “Minha Halaknâkum,” ikincide “Ve Fina Nu’îdukum” (sizi oraya döndürüyoruz), üçün­cüde, Ve Minha Nuhricukum Târeten Uhrâ” (sizi ondan başka bir defa daha çıkaracağız) âyetleri okunur; Maliki ve Hanbelî Mezhep­lerine göre, bu durumda âyet vb. okunmaz.

ÜM’e göre, kabrin üzeri yerden bir karış yükseğe kadar top­rakla örtülür, deve hörgücü gibi yapılması menduptur; Şafiî Mezhe­bine göre, kabri toprak hizasına kadar yapmak efdaldir.

Hanefî Mezhebine göre, defin için kabre tek veya çift sayıda kişiler inebilirken, eş-Şafiî’ye göre tek sayıdaki rakamlara göre inilir. Kâfirin kabre inmesi mekruhtur, müslümanlar ise kâfirle­rin kabrine inebilir. Kâfirleri kabre indirmek, öncelikle mahrem­lerinin işidir, mahrem bulunmazsa diğerleri indirir.

 

Ölüyü Defnetmek Üzere Başka Yere Nakletmek: [525]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, ölüyü öldüğü yerde  defnetmek müstehaptır, kokmasından  endişe duyulunca,  defin   öncesinde başka yere defnedilmesinde bir sakınca yoktur, definden sonra çı­karılması ve nakli -toprak gasbedilmiş veya defin sonrasında şuf a hakkı olarak alınmış olmadıkça- haramdır.

(b) Şafiî Mezhebine göre, -bozulmasından emin olunsa bile- ölüyü definden önce,  öldüğü  yerden başka  yere   nakletmek -gelenekleri başka yere  nakil  olmadıkça- haramdır.  Mekke,  Me­dine, Beyt-i Makdis veya salih kişilerin makberesine yakın yerde ölenlerin, buralara nakledilmesi -kokmasından emin olunca- mesnundur, kokma endişesi olunca haramdır. Zaruret olmadıkça, definden sonra nakil de, haramdır. Bütün bunlar, ölüm yerinde yıkanması, tekfini ve namazın kılınması tamamlanınca geçerli olur, bundan öncesi ise mutlak olarak haramdır.

(c) Maliki Mezhebine göre, ölüyü -definden önce veya sonra- üç şartla nakil caizdir:

(1) Nakil sırasında dağılmaması,

(2) Naklinden dolayı saygısızlık sayılan  bir halin  mey­dana gelmemesi,

(3) Naklin ailesine yakınlık, ziyaretini  sağlama vb. bir mazeret dolayısıyla yapılması. Bunlar bulunmadan  nakil  ha­ramdır.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, ölünün -salih bir adamın yanma defnedilmesi, şerefli bir yere gömme vb. sahih gayeyle bir yere ta­şınmasında bir sakınca yoktur. Naklin definden önce veya sonra olmasında bir sakınca yokken, kokma endişesinin  bulunmaması şarttır.

 

Aynı Kabre Birden Fazla Kişinin Defni: [526]

 

Hükmü:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre,  -ihtiyaç olmadıkça-  aynı kabre birden fazla kişi defnetmek mekruhtur.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, -ölülerin çokluğu, bo­zulma korkusu gibi bir zaruret veya dirilerek meşakket vermesi gibi bir ihtiyaç olmadıkça- birden fazla kişiyi aynı kabre gömmek haramdır.

(c) Malikî  Mezhebine göre, -biraraya gömülmeleri değişik zamanlarda olsa bile- zaruret, meselâ mezarlığın darlığı halinde birden fazla kişi aynı kabre gömülebilir; zaruret olmayınca, aynı vakitlerde mekruh, değişik vakitlerde haramdır.

 

Uygulanması:

 

Aynı kabre birden fazla kişinin defnedilmesi halinde, fazi­letli olanlar, büyük küçüğe, erkek kadına tercih edilerek, kıble ta­rafından olur, -kefenle yetinmeyip- her birinin arası toprakla ayrı­lır:

(a) ÜM’e göre, ölü, çürüyüp toprak olunca kabrin açılması, ekilmesi, üstüne bina vb.’nin yapılması caizdir.

(b) Malikî Mezhebine göre, ölü çürür ve hissedilen -görülen- bir parçası kalmazsa, defin için açılması, üstünde yürünmesi caizdir; ekilmesi ve bina yapılması ise caiz değildir.

 

Kabri Açmak (Nebş): [527]

 

Ölünün kemiklerinin kaldığı tahmin edilince, kabrin açıl­ması haramdır, ancak şu durumlarda açılabilir:

(a) Tekfinin gasbedilen bir malla yapılıp, davacının değerini almamakta  direnmesi,

(b) Defnin gasbedilen araziye yapılıp sahibinin rıza göster­memesi,

(c) ÜM’e göre, -kasıtlı veya kasıtsız, kendinin veya başkası­nın, az veya çok, ölü değişsin veya değişmesin- ölüyle birlikte mal gömülmesi halinde kabir açılabilir; Maliki Mezhebine göre ise, bu konuda şu hükümler uygulanır:

(1) Defin sırasında mal unutarak gömülür ve bu başkasına ait olursa, -ölü değişmedikçe- kabrin açılıp, malın alınmasında bir sakınca yoktur, böyle yapılmadığı takdirde, mislî ve kayemî olunca terikeden tazmin edilir,

(2) Mal ölüye ait olur ve değer taşırsa, ölü bozulmamış ve mal telef olmamışsa, kabir mirasçılar tarafından   açılabilir, mal değersiz olur veya ölü bozulmuşsa kabir açılmaz.

(d) Caferi Mezhebine göre, unutarak bile olsa yıkamadan defnedildiyse veya yıkamanın bâtıl olduğu anlaşılırsa, ölüye saygısız­lık ve zorluk yoksa kabir açılabilir. Normal olarak, iyice çürümedikçe kabrin açılması haramdır. Aynen veya menfaaten gasbedilmiş bir yere bilemeden veya unutarak da olsa gömülmüşse, kabir açılabilir; ama, evlâ ve hatta ihtiyat, bedel karşılığında bile olsa toprak mâlikinin kabri bırakmasıdır. Bir hakkın ispatı cesedin gö­rülmesine bağlıysa, saygısızlık uyandıran bir yere ve  kâfirlerin kabristanına gömülmüşse, yahut yırtıcı hayvan veya selin götür­mesinden korkulursa da kabir açılabilir.

 

3- Telkin:

 

Birinci Telkin: [528]

 

Mahiyeti:

 

Hz. Peygamber, definden sonra kabrin başında bir müddet durur ve etrafındakilere şöyle derdi:

“Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyin ve sorguyu şaşırmadan cevaplandırmasını iste­yin; çünkü o, şu anda sorguya çekilmektedir.” Bu hadise ve sahabe tatbikatını gösteren âsâra bakarak, cenazeyi defnettikten sonra, bir müddet oradan ayrılmayıp dua ve istiğfar ile meşgul olmak sünnet­tir.

Kabir başında Yasin ile Bakara sûresinin başını ve sonunu okumanın faydasını ifade eden hadis ve eserler vardır.

 

Hükmü:

 

(a) eş-Şafiî ve eş-Şeybanî’ye göre, müstehaptır; Maliki hu­kukçu Kadı İyaz ve Karâfi de bu görüşü benimsemişlerdir.

(b) Ahmed b.  Hanbel,  önceleri menederken,  sonra bundan vazgeçmiş ve okumakta bir sakınca yoktur görüşünü savunmuştur.

(c) Ebu Hafife ve Malik’e göre, kabir başında Kur’ân okumak mekruhtur.

Asıl telkin budur; ancak sonraları buna az sonra ele alınacak ilaveler yapılmıştır.

 

İkinci Telkin: [529]

 

Mahiyeti:

 

Az önce ele alınan sünnet telkini terkedip, yerine “Ey filan oğlu veya kızı filan, dünyayı terkettiğin zaman ve durumu ha­tırla...” şeklindeki sözlerle, imamın telkin vermesi sünnet değil­dir. Bunu Rasulullah’m yaptığına veya yapın dediğine dair, sahih bir hadis yoktur. Birkaç sahabe ve tâbiunun telkin yaptığına ve bazı zayıf rivayetlere istinaden, yapılabileceğini benimseyenler de ol­muştur.

 

Hükmü:

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, ikinci telkin ne sünnettir, ne de mekruhtur, yapılması da emredilmez, bırakılması da tavsiye edil­mez.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, bu telkin müstehaptır.

(c) Maliki Mezhebine ve bazı hanbelî hukukçulara göre, bid’attir ve mekruhtur.

Sünnet ve fıkıh karşısında telkinin durumu bundan ibarettir; bir ülkedeki bütün müfti ve mürşidler ittifak edebilirse, bu bid’atin terki daha uygundur. İhtilaf ve tefrikaya sebep olacaksa, tasfiyesi­nin zamana bırakılması gerekir.

 

96. Ziyafet Ve Taziyet

 

1- Ölünün Ailesine Ziyafet: [530]

 

Ölü Ailesinin Hazırlaması:

 

Ölü ailesinin, yani mirasçıların taziyeye gelenlere, yemek ikram etmeleri, hem cahiliye devri âdetlerinden, hem de zamansız bir külfet olduğundan doğru değildir:

(a) Çoğunluk bunu mekruh saymıştır; fakat mirasçılar ara­sında henüz bulûğa ermemiş çocuk bulununca, bölüşülmeyen mi­rastan pay ayırıp ziyafet vermek haramdır.

(b) Bazı hukukçular, bunun kesinlikle haram olduğu görü­şündedir.

 

Akraba Ve Komşuların Hazırlaması:

 

Ölünün akraba, komşu ve arkadaşlarının, ölüm felâketi geçi­ren aileye bir günlük yemek hazırlayıp götürmesi müstehaptır.

Cahiliye devrinde olduğu gibi, cenaze evden çıkarken veya kabir yanında kurban kesmek mekruh bid’atlerdendir.

 

2- Taziyet: [531]

 

Hükmü:

 

Yakınını kaybeden ailenin fertlerini taziye etmek müstehap­tır; Hz. Peygamber, taziyede bulunmuş ve buna teşvik etmiştir.

 

Şekli:

 

(a) ÜM’e göre, taziye için belli bir cümle ve şekil yoktur, hale uygun bir şekilde yapılır.

(b) Hanefi Mezhebine göre, Hz. Peygamber’den nakledilen şe­kilde taziyede bulunmak müstehaptır.

(c) Sevrîye göre, definden sonra taziyede bulunulmaz. Taziye, ülkemizde “başın sağolsun, Allah geride kalanlaraömür versin” gibi sözlerle ifade edilmektedir. Kelimenin sözlük mânâsı “sabrettirmek, sabra teşvik etmektir.” Musibetzedeye sab­retmesini; Allah’ın sabrına karşı ecir vereceğini, hepimizin Alla­h’a ait olduğumuzu ve tekrar O’na döneceğimizi... söylemekle de, bu vazife yerine getirilmiş olur.

Kendisine taziyede bulunulan ölünün yakını da ona karşılık verir ve bilhassa İnnâ Lillâhi ve İnnâ İleyhi Râci’un (Biz, Allah’­tan geldik ve O’na döneceğiz) âyetini okur.

Ölünün yakınlarının -evde veya başka yerde- başsağlığına gelenleri kabul için beklemesi, Hanefî Mezhebine göre, evlâya ay­kırıdır; Maliki Mezhebine göre, mubahtır; Şafiî ve Hanbelî Mezhep­lerine göre, ise mekruhtur. Yol kenarında veya kilim sererek tazi­yeye gelenleri kabul bid’attir, yasaktır.

Taziyelerin; mezarlık veya Ölünün kapısı önünde yapmak mekruh ve bid’attir.

 

Süresi:

 

ÜM’e göre, yakınları çok acı ve üzüntü duymadıkça, Maliki Mezhebine göre, her durumda definden sonra taziyede bulunmak evlâdır:

 

Ayni Yerde Bulunanlar İçin:

 

Aynı yerde bulunanlar için taziye süresi, üç gündür; üç gün­den sonra -acıları yenileyeceği için- taziye yapılmaz.

 

Başka Yerde Bulunanlar İçin:

 

Başka yerde bulunanlar için, belli bir zaman yoktur; müsait bir zamanda taziyede bulunurlar.

 

Taziye Yapılacaklar:

 

Erkek-kadın, büyük-küçük herkese taziyede bulunmak müste­haptır,  ancak genç kadınla mümeyyiz olmayan çocuk bundan istisna  edilir:  Genç kadına,  sadece  mahremleri  taziyede  bulunur; mümeyyiz olmayan çocuğa ise taziyede bulunulmaz.

 

Sayısı:

 

ÜM’e göre bir defa taziyede bulunduktan sonra tekrarı mek­ruh, Malikî Mezhebine göre, mekruh değildir.

 

22. BÖLÜM ÖLÜ İÇİN YAPILAN İBADET VE DİĞER İŞLEMLER

 

97. Yas (İhdad): [532]

 

1- Hükmü:

 

Cahiliye devrinde kocası ölen kadın, bir yıl mağaramsı bir kulübeye kapatılır, kimseyle temas etmez, yıkanmaz, saçlarını ta­ramaz, tırnaklarını kesmez, perişan bir vaziyette bulunurdu. Ölüye bu şekilde yas tutmayı Peygamberimiz yasaklamış, sadece ölenin hatırasına hürmeten yakın akraba için üç gün, kocası ölen için dört ay on gün bir nevi yas tutmayı meşru kılmıştır. Bunlardan bi­rincisi kocanın iznine bağlı olarak caiz, ikincisi ise vaciptir.

 

2- Yas Tutanlar:

 

(a) Müslüman hür kadınların, vefat iddetinde yas tutmaları, -el-Hasenu’1-Basrî dışındakilere göre- icma ile vaciptir.

(b) Müslüman  olmayan  kadınlar   dışındakilerin yas  tutup tutmayacakları ihtilaflıdır:

(1) Malik’e göre, müslüman ve kitabî kadınların -büyük küçük- yas tutması gerekir. Kadın köle, efendisi ölünce yas tut­maz.

(2) Bir başka nakilde- Malik’e ve eş-Şafiî’ye göre, kitabî kadının yas tutması gerekmez.

(3) Ebu Hanife’ye göre, küçük müslüman kadın ile kitabî kadının yas tutması gerekmez.

(4) Bir gruba göre -bu Ebu Hanife’den de nakledilir-, evli kadın köle yas tutmaz.

 

3- Yas Sebebi: [533]

 

(a) Malik’e göre, yas sadece ölüm iddetinde tutulur.

(b) Ebu Hanife ve Sevrî’ye göre, bâin talâk iddetinde yas tut­mak vaciptir.

(c) eş-Şafîî, boşanan kadının yas tutmasını müstahsen (güzel) bulur, vacip bulmaz.

 

4- Yasın Tutulması:

 

(a) Erkekleri tahrik edici süslenme, makyaj,  saç yaptırma, esans sürünme vb. yasaktır.

(b) Renkli ve yeni elbise giyilmez; Malik, siyah renkli elbise giymeyi mekruh görmez.

(c) Zaruret halinde sürme çekilebilir: Bazı hukukçulara göre, bunun  süslenme şeklinde olmaması, bazılarına göre ise gece ol­ması gerekir.

 

98. Ölü İçin Yapılan İbadetler, Hayırlar Ve Dualar: [534]

 

1- Kendi Yaptıkları Ve Sebep Oldukları:

 

Kitap ve sünnet, müslümanları hayatta ve sağlığı yerindeyken ibadet ve hayır yapmaya teşvik etmiş, bunun hastalık halinde veya vasiyetle yapılan hayırdan daha üstün olduğunu bildirmiştir.

Hadislere göre amel defteri ölümle kapanır; ancak açılan çı­ğır, sebep olunan iyilik veya kötülük, devam eden hayırlar bu defte­rin işlemesini temin eder. Bu gibi hadislere dayanarak, insanın ölümünden sonra da işlediği veya sebep olduğu işlerinden dolayı, fayda veya zarar göreceği ittifakla kabul edilmiştir.

 

2- Başkalarının Ölü Adına Yaptıkları:

 

Borçtan Kurtulması Yönünden:

 

Âyetler insanların ancak kendisinin teiniz niyet’ve ihlasla yaptığı çalışma ve amelin kendisine faydası olduğunu, [535] hadisler ise ebeveyn için çocukların yaptığı ibadetlerin faydalı olduğunu be­lirtir:

Bir kimse, üzerinde namaz, oruç, zekât, adak, kul borcu gibi borçlar bulunarak âhirete intikal etmişse, geride kalanların -vasiyeti olsun olmasın- bunları eda etmeleriyle borçtan kurtulurmu?

Fukaha, bu bakımdan ibadetleri üçe ayırmıştır:

(1) Bedenî İbadetler: Birer bedenî ibadet olan namaz ve oruç, başkasının yapmasıyla düşmez, sorumluluk devam eder.

(2) Malî İbadetler: Zekât, adak vb. malî ibadet ve borçlar, baş­kalarının ödemesiyle ödenmiş olur, borç kalkar.

(3) Bedenî Malî İbadetler: Hac gibi, hem bedenî ve hem de malî ibadetleri, birisi ölü adına yaparsa, o borçtan kurtulmuş olur. Ancak mirasçılar, bunu yapmaya mecbur değildir; eş-Şafiî’ye göre vasiyet etmişse mecbur olurlar.

Ahmed b. Hanbel, Evzaî, Ebu Sevr, Nevevî gibi müctehidler ile muhaddislerin çoğuna göre, ölünün yakınlarının, onun borçlu ol­duğu oruç, hac gibi ibadetleri de kaza etmesi caiz ve sahihtir.

 

Sevabının Ulaşması Yönünden:

 

İslâm ulemasının cumhuru, sevabını ölüye bağışlamak niye­tiyle yapılan ibadetlerin sahih olduğuna ve başka âlemdekilerin bundan istifade edeceklerine hükmetmiştir:

 

Dua, Sadaka Ve İbadetler:

 

Dua Ve İstiğfar:

 

“Onlardan sonra gelenler şöyle derler: Rabbimiz bizi ve biz­den önce iman eden kardeşlerimizi yarlığa.” [536] gibi âyetler, diri ve ölü mü’minlere dua edildiğini, edilmesi gerektiğini ifade eden naslar ve cenaze namazı, dua ve istiğfarın ölülere fayda vereceğini ispatlamaktadır.

 

Sadaka:

 

Bazı sahabîler, ölmüş yakınları adına tasaddukta bulunmala­rının, onlara fayda verip vermeyeceğini sormuşlar ve müspet cevap almışlardır. Nakdî sadakanın, cenazenin defin ve teçhizi sıra­sında ve kabirde verilmesi mekruhtur.

 

Oruç Ve Hac:

 

Annesinin öldüğünü ve fakat oruç veya hac borcu bulundu­ğunu bildirerek, bunu ödeyip ödeyemeyeceğini soran sahabîye, Pey­gamberimiz,

“Allah’ın borcu ödenmeye daha lâyıktır” cevabını vermiştir.

 

Namaz:

 

Bir hadiste, ana-baba için namaz kılmanın, onlara itaat ve vefa olacağı ifade edilmiştir.

 

Kur’ân-ı Kerîm Okumak: [537]

 

Cumhur’a göre, sevabını ölüye bağışlamak için ibadet niye­tiyle okunan Kur’ân-ı Kerîm’den hasıl olan sevap, bağışlanan ölü­nün ruhuna ulaşır; diğer ibadetlerde olduğu gibi, bunun da şartı karşılığında  para   alınmamasıdır.

eş-Şafiî, farz ibadetlerle dua, istiğfar ve Kur’ân okumadan ha­sıl olan sevabın ulaşmayacağı görüşünü savunur. Diğer bazı müc-tehidler de ancak evladın veya yakın akrabanın oruç, namaz ve haccının ölünün ruhuna ulaşacağını ileri sürmüşlerdir. Mahmud Şeltut ise, yalnız evladın yapacaklarının ulaşacağını savunur.

En isabetlisi, borç ve mesuliyetlerin düşmesi sözkonusu olma­dan bağışlanan sevaptan, müslüman ölülerin istifade edecekleri hükmü olsa gerektir.

Bu arada, yeri gelmişken, ücretle Kur’ân okuma konusuna temas etmek isabetli olur: Ölüye faydası olan ibadetlerimizden biri de, az önce ifade edildiği gibi, Kur’ân okumaktır. Namaz, oruç, hac, zekât, sadaka, dua, sosyal hizmetler, hayırlar ve tesisler, ölü adına yapılacak en iyi hediyeler olduğu halde, bunlar zamanla unutul­muş, yerlerini hatim, devir ve mevlid almıştır. Evet, bir kimse hiç­bir maddî karşılık beklemeden ve almadan Kur’ân-ı Kerîm’i okur ve bunun sevabını ölüye bağışlarsa, Cumhur’a göre yaptığı iş sün­nete uygun ve faydalıdır. Fakat, pazarlıklı veya pazarlıksız men­faat karşılığında başkalarına Kur’ân okutmanın, aynı şekilde te­lakki edilmesine imkân yoktur.

 

Muayyen Günler Ve Geceler: [538]

 

Daha çok gezgin kitapçıların sattığı enam, dua ve bazı ilmi­hal kitaplarında, “üçüncü, kırkıncı ve elli ikinci geceler”den, bu gecelerde yapılacak dualardan bahsedilmektedir. Ayrıca, halk, muayyen günlerde bazı kabirlerin etrafında toplanmayı, orada yi­yip içmeyi, mesire ve dua yapmayı âdet haline getirmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde, böyle gün ve gecelerden, bu gecelerde yapılacak dualardan bahsedilmemektedir. Şu halde, bun­lar, sonradan uydurulmuş bid’atlerdir, yapılması fayda yerine zarar getirir, bid’atlerin yayılıp yaşamasını, sünnetlerin ölmesini sağlar.

Allah ve rasulünün tayin ettiği gün ve gecelerden başka bir gün ve geceyi, muayyen bir ibadet için tayin ve tahsis etmek bid’attir, yasaklanmıştır. Muayyen bir gün ve gece sözkonusu olmadan müslümanın, geçmişleri için yapacağı sünnete uygun -az önce ge­çen- pek çok ibadet ve hayırlar vardır.

Muayyen gün ve gecelerde ölü için evde veya kabir başında toplanmak, yemek, içmek, bu arada oturmak hadislerde ve fıkıh ki­taplarında yasaklanmıştır. Ölüm yıldönümü dinî merasimleri de, bu yasaklar içindedir.

 

Mevlid: [539]

 

Doğmak, doğum zamanı ve yeri mânâsına gelen mevîid ke­limesi, önceleri “Hz. Peygamber’in doğum gecesi için” kullanıl­mış, daha sonra O’nun doğumunu, vasıflarını ve hususiyetlerini iş­leyen manzumelere de “mevlid kasidesi” veya kısaca “mevlid” denmiştir.

Hz. Peygamber’in doğum gecesi merasim ve şenlik yapma âdeti, hicrî dördüncü asırda Fatımîlerle başlamıştır. Fatımîler, bunun yanında Hz. Alî, Fatma, Hasan, Hüseyin ve halifeleri için de mevlid merasimleri yaparlardı. Mevlid merasimi oradan Mağrib ülkelerine, Arabistan’a ve Osmanlılar’a da intikal etmiştir. III. Murad devrinde, 996 yılında bu merasim resmen teşrifata katılmış­tır.

Mevlid geceleri okunan Arapça, Türkçe ve Farsça birçok manzumeler vardır. Arapçada Bânet Suad, Bürde, Hemziyye dı­şında Cezerî, Heytemî, İbnu’l-Cevzî, Berzenci vb.’nin kaleme aldığı kasideler (mevlid) vardır.

îslâm Ansiklopedisi’nin “mevlid” maddesinde Türkçe onaltı kadar mevlid kasidesi ismen kaydedilmiştir. Bunların içinde, en meşhuru, Süleyman Çelebi’nin 812/1409 yılında yazdığı “Vesiletu’n-Necat” adh kasidesidir. Dili halk tarafından hayli değiştirilmiş olarak günümüzde okunan mevlid de budur.

Hz. Peygamber’in doğum gecesi için merasim yapmak ve bu arada mezkur kasideleri okumanın caiz olup olmadığı tartışılmış, bazıları bunun bid’at olduğunu, birçok münker fiilin işlenmesine sebep olduğunu ileri sürerek mekruh, hatta bazıları haram demiş­lerdir.

Suyutî (ö. 911/1505), Husnu’l-Mekâsıd Fi Ameli’l-Mevlid adlı eserinde mevlid çevresinde işlenen kötü fiiller önlenirse nıevlid caiz olur demiştir.

Bu münakaşada, sözkonusu olan, Hz. Peygamber’in doğum gecesi yapılan merasim, zikir ve okumadır.

Muayyen gecelerde ve yıldönümlerinde ölünün ruhu için mevlid okutmak yakın zamanlarda, özellikle ülkemizde âdet ol­muş bir bid’attir ve birçok mahzurlu tarafları vardır:

(a) Zaman geçtikçe bunun ölüler için yapılması gereken bir ibadet ve merasim olarak telakki edildiği görülmektedir.  İslâm’a -onda olmayan- bir ibadet ve merasim katmak, Hz. Peygamber’in şiddetle yasakladığı bid’attir.

(b) Bilhassa evlerde okunan mevlidler dolayısıyla, İslâm’ın yasakladığı bazı fiil ve davranışlar meydana gelmektedir.

(c) Mevlid arasında zikir, dua, Kur’ân okumak gibi ibadetler vardır; fakat bunları profesyonel kişiler para karşılığında yaptık­ları için, hem sevap hasıl olmaz, hem de alan ve veren günahkâr olur.

(d) Bu bid’at yaygın hale geldiği için, geçmişler adına yap­mamız sünnet olan ibadet ve hayırların yerini almış, onlara mani olmuş, onları unutturmuştur.

Gerek Hz. Peygamber’in doğum gecesi ve gerekse başka za­manlarda, her müslüman mevlid kasidelerinden birini alıp okuya­bilir. Bu okuyuştan, ilahî ve peygamberi aşk, feyiz ve bereket hasıl olur. Zaten bunları yazanlar da, “parayla ölülerin ruhuna okunsun” diye değil, herkes okusun, peygamberini tanısın, sevsin, O’na aşkla bağlansın diye yazmışlardır.

 

Kabir Ziyareti:

 

Kabir ziyaretinin hükmü ve âdabı az sonra mezarlıklar ve düzeninin incelenmesi sırasında ele alınacaktır.

 

23. BÖLÜM MEZARLIKLAR VE DÜZENİ

 

99. Kabir, Türbe Ve Mezarlık:

 

1- Kabir Ve Türbe Kavramları:

 

Ölünün gömülmesi için hazırlanan yere Mezar ve Kabir de­nir; birçok mezarın bulunduğu yere Mezarlık, Kabristan veya Makbere adı verilir. Büyük insanların, devlet bakanlarının, velilerin vb.’nin gömüldüğü âbide görünüşlü mezarlarsa Kümbet, Türbe, Ya­tır vb. adlarla anılır. Mezar için kullanılan diğer adlardan bazı­ları şunlardır:

(1) Mezar: Ziyaretgâh, ziyaret edilen yer,

(2) Makber, kabir, medfen: Ölü gömülen yer,

(3) Darîh: Yerdeki yarık, çukur, tuzak,

(4) Merkad: Uyuma yeri, istirahatgâh,

(5) Hazîre: Ağıl, alçak duvar, duvarla çevrili mescid, cami, medrese ve tekke civarındaki küçük mezarlık,

(6) Türbe, Kümbet: Mezar üzerine yapılan bina,

(7) Yatır: Ermiş kişinin mezarı,   

(8) Meşhed: Gömülecek yer.

Doğumla başlayan insan hayatının ölümle bitişi çok önemli beşerî bir hadisedir. Bu hadisenin, bir takım dinî geleneklerin or­taya çıkmasına sebep olmasını tabiî karşılamak gerekir. Vahye dayalı olmayan dinlerde bile, ölümden sonra ruhun yaşadığı inancı vardır. Beka fikri, insanlarda fıtrîdir. İnsanlar sadece öbür alemde ebedî olarak yaşamak inancıyla yetinmemişler, bu dün­yada da ölümden sonra kendilerine ait hatıra ve eserlerle, devamlı surette yaşamanın yollarını aramışlardır. Beka denilen ölümsüz (la-yemût) hayât, herkesin candan istediği biricik yaşama tarzıdır. Dünyada ebedî olarak yaşama imkânı elinden alınan insan, bu imkânsızlığı imkân haline getirmek için didinmiş durmuştur. Mı­sır firavunları, fani dünyada kendilerini ebedîleştirme hayali uğruna, biçare insanlara yapmadıkları işkence bırakmamışlardır. Ehramlar, her şeyden evvel birer zulüm ve işkence abidesidir. Dünyada oturacakları meskene sahip olmayan onbinlerce fakir ve yoksul insan, zalim hükümdarlarının ölümünden sonra ikame edecekleri piramitleri inşa etmek için, geceyi gündüze katarak ça­lışmışlardır. Irak, Suriye, Filistin, İran-Anadolu ve Avrupa’ya ha­kim olan hükümdarlar, onların komutanları, zenginler ve asilza­deler bu konuda firavunları örnek almışlar ve bir ölüyü memnun etmek vehmi uğruna, onbinlerce insana hayatı zehir etmişlerdir. Bu devletlerin ve medeniyetlerin yıkılış sebebi, belki de bu haksız­lıktır. İnsan bu nevi adaletsizliklere bakınca, ilk nazarda yadır­gadığı, Doğu ve Güney Doğu Asya milletlerinin ölünün cesedini ateşte yakma, geleneğinin akla ve tabiata o kadar çok aykırı olma­dığını daha iyi anlamaktadır.

İslâm nazarında, dünya hayatının sonu ve âhiret hayatının başlangıcı olan ölüm, çok mühim bir hadisedir. “Kabir, âhiret yol­cusunun konakladığı ilk duraktır” [540] Ölünün yüzü öbür âleme, ar­kası bu dünyaya dönüktür. O âlemde karşılaşacağı sıkıntılardan kurtulmak için, bu dünyadakileri, yardımına ve dualarına muhtaç olan ölümün, bu dünyadakilere ibret olmaktan başka yapacağı bir şey, temin edeceği bir fayda yoktur.

İslâm’dan önce cahiîiye Arapları baba ve atalarının hatıra­sına değer verir, kendileriyle övünür ve onlardan kalan gelenek ve göreneklere bağlı kalırlardı. Fakat ölülerin heykel ve resimlerini yapmak, mezarlarına görkemli türbeler inşa etmek, ölülerden yar­dım istemek, ruhlarından medet ummak onlarca bilinen hususlar­dan değildir. Âhiret fikrine ve inancına sahip olmayan cahiîiye Ar abının, ölülerin ruhundan istimdad etmemesi pek tabiî bir hadi­sedir. Arapların mezar ve ölü konusundaki sözkonusu basit ve tabiî gelenekleri, İslâm’da devam etmiştir. İslâm devletinin sınırları içinde veya sınır boylarında yaşayan yahudi ve hristiyanlarm ve­yahut hristiyanlaşmış bulunan Arapların, ölü ve mezar konusun­daki gelenekleri çok farklıydı. Masraflı, süslü ve görkemli mezar ve türbeler yapmak bunların gelenekleri arasındaydı. İslâm, bu nevi gelenekleri hoş karşılamamış, bu gibi ananeleri fıtrat dinine aykırı bulmuştur. Yahudi ve hristiyanlarm peygamberlerini putlaştırdıklarına ve mezarlarını mabed haline getirdiklerine şahit olan Habib-i Kibriya, aynı hususlara kendisinin de konu olabileceğin­den kaygılanmış ve bu konuda ümmetini uyararak gereken tedbir­leri alma ihtiyacını duymuştur.

 

2- Kabrin Şekli Ve Yapımı:

 

Kabrin Dış Şekli:

 

Kabrin dış şekli üzerinde titizlikle durulmuş, bununla ilgili bazı yasaklar konmuştur:

Mezarın kireçten yapılmasına Tacsîs veya Taksîs; deve hörgücü gibi yüksekçe olmasına Tensîm, zemin seviyesinde veya yere yakın olmasına Tesviye ve Tastîh denmektedir; bunların ilk üçü yasaklanmış, son ikisi ise emredilmiştir:

 

Tacsîs Ve Taksîs: [541]

 

(a) ÜM’e göre, kabri kireç veya çimento ile sıvamak mekruh­tur; -zînet durumu olmadığından- çamurla sıvanabilir.

(b) Maliki Mezhebine göre,  -hangi  maddeyle  olursa olsun- kabri sıvamak mekruhtur.

(c) Ebu Hanife’ye göre, kabri kireçlemek mekruh değildir.

 

Tesnîm Ve Tesviye (Terbi’, Tastîh): [542]

 

(a) ÜM’e göre, kabir toprağını bir karış yükseltip, deve hörgücü gibi yapmak menduptur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, kabrin toprak seviyesinde olması, tesnîmden efdaldir.

 

Kabrin Başına Taş, Ağaç Vb. Koymak: [543]        

 

(a) ÜM’e göre, kabir üstüne taş, ağaç vb.’nin konulması mek­ruhtur; iftihar ve övünme maksadıyla konması haramdır, kabrin işaretlenmesi için bir sakıncası yoktur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, kabri diğerlerinden  ayırmak için işaret konması sünnettir.

 

Yazı: [544]

 

(a) Hanefî  Mezhebine göre, -izinin  gitmesi korkusu olma­yınca- kabre yazı yazmak tahrimen mekruhtur.

(b) Şafiî Mezhebine göre, kabrin başına her çeşit yazının ya­zılması mekruhtur, ancak âlim ve salih kişilerin adını veya başka bir özelliğini yazmak menduptur.

(c) Maliki Mezhebine göre, kabre âyet yazmak haramdır, isim ve ölüm tarihinin yazılması ise mekruhtur.

(d) Hanbelî Mezhebine göre, kabirlere yazı yazmak mutlak olarak haramdır.

 

Kabir Üzerine Bina Yapmak: [545]

 

Toprak Ayrımı Yapanlar:

 

ÜM’e göre, kabrin bulunduğu toprağa göre hüküm değişir:

 

I. Hayır Veya Vakıf Olmayan Topraklar:

 

Kabrin üstüne -zînet ve övünmek maksadı olmaksızın- ev, kubbe, medrese, mescid, oturma bahçesi vb. yapmak mekruhtur; zî­net ve övünme gayesi olunca haramdır.

 

II. Hayır Ve Vakıf Toprakları:

 

Mülkiyeti kimseye ait olmayan ve gömme için kullanılagelen topraklar Musbele, maliklerinin, defin için vakfettikleri -genel adlandırmaya uygun olarak- Mevkûfe adını alır. Musbele ve mevkûfe topraklar üzerindeki kabirler üstüne bina yapmak, mutlak âîîâda haramdır.

 

Topraklar Arasında Ayrım Yapmayanlar:

 

Hanbelî Mezhebine göre, -toprak hangi türden olursa olsun- kabir üzerine bina yapmak, mutlak olarak mekruhtur; ancak musbelede kerahat daha şiddetlidir.

 

Kabrin Yapımıyla İlgili İlkeler:

 

Kabrin yapımı konusuna iki yönden bakmak gerekmektedir:

 

Tevhidi Korumak Bakımından:

 

Umumî kültürü ve dinî bilgisi zayıf kişilerin aklını çeler, mabedle mezarı birbirine karıştırmalarına, mezarda yatanın in­sanüstü bir varlık olduğuna inanmalarına sebep olur korkusuyla, kabirlerin mescid gibi yapılması ve mescid haline getirilmesi şid­detle yasak edilmiş ve kireç, mermer, taş vb. ile yapılması da aynı sebeple yasaklanmıştır.

 

İsraf Bakımından:

 

İslâm, birçok âyet ve hadiste israfı yasaklamıştır. İsraf, ma­lın lüzumsuz yere ve ölçüsüzce harcanması demektir. Aç, çıplak, ilaçsız, tahsilsiz, işsiz vb. muhtaç müslümanlara yardım etmek varken, binlerce mal ve para sarfederek heybetli, süslü ve masraflı kabirlerin yapılması israf sınırları içine girmektedir.

Müslümanlar kabirlerini yaptırırken daha önce geçen dış şe­kil ve bu iki esasla ilgili hükümleri gözönünde bulundurmalı, ifrat ve tefritten sakınmalıdır.

Kabir üzerinde bina yapmak, bu binaları mescid ve mabed ha­line getirmek, buralarda kurban kesmek ve mum yakmak, öbür din mensuplarında görülen ve İslâm cemiyetine geçmesi daima muhtemel olan hususlar olduğundan, Hz. Peygamber, mezarla il­gili konuların sade ve tabiî olmasına özel bir alâka göstermiştir, dikkati çekecek kadar yüksekçe mezarların tesviye edilmeleri için emir vermiştir. [546]

Vehhabîler bu hadise dayanarak mezarlar üzerine yapılan bü­tün türbeleri yıkmışlar ve Huddâmu’l-Me’âbid (Mabed Yıkanlar) adını almışlardır. Rasulullah, Hz. Ali’ye,

“Rastladığın resimlerin hepsini silecek, karşılaştığın yüksek mezarların tümünü yerle bir edeceksin” diye emir vermişti. Gariptir ki şiiler, Hz. Ali’nin kabri üzerinde büyük bir mabed inşa etmişlerdir.

Kabir ve mezar ziyaretleriyle ilgili olarak bir yığın bâtıl inanç ve hurafeler meydana geldiğinden, Hz. Peygamber, ilk za­manlarda kabir ziyaretlerinden mutlak surette ümmetini alıkoy­muştu. Fakat zamanla İslâm esaslarına bağlılık pekişip Allah’tan başkasına ibadet etmek prensibi müslümanlarm gönlüne yerle­şince, başlangıçta ortaya konan hükümler yumuşatılmış, kabir zi­yaretlerine izin verilmiş, hatta teşvik edilmiştir.

Kabir hakkındaki hükümlerin yumuşatılması, çok az sayıda bazı sahabenin mezarlar üzerine kubbe yapmalarına imkân vermiş oldu. Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in zevcesi Hz. Zeyneb’in kabri üze­rine kubbe kurdurtmuştu. [547]

Aynı şekilde Hz. Aişe, kardeşinin kabri üzerine bir kubbe kurdurtmuştu. Fakat sonradan İbn Ömer bunu kaldırtmıştı. Muhammed b. Hanefîye’nin İbn Abbas’ın kabri üzerine bir kubbe kur­duğu da rivayet edilmektedir. Hz. Ali’nin torunu Hasan b. Hasanvefat edince, hanımı Fatma, mezarı üzerine kubbe kurdurtmuştu. Fakat bir sene sonra bu kubbe kaldırılmıştır. Rivayete göre, Osman b. Maz’un vefat edince, Rasulullah mezarının başına bir adamın kaldıramayacağı büyüklükte bir taş diktirmişti. Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e ait naaşların bir hücre içerisinde bu­lunuşu da, kabir üzerine bina yapmayı ve kubbe kurmayı yasakla­yan hadislerin hükümlerinin mutlak olmadığını, bu hadislerin umumî olan hükümlerini takyid ve tahsis eden sahabeye ait bir takım tatbikatın bulunduğunu göstermektedir. Kehf sûresinin 31. âye­tinde zikri geçen ve birer veli olan ashab-ı kehf in mezarları üstüne türbe ve mescid yapılmış olması da, bu meselede dikkat edilmesi lâzım gelen bir noktadır. Bu gibi naslar İslâm’da türbe mimarîsi­nin vücud bulmasına ve kabir yapma işinin gelişmesine imkân vermiştir.

Kabir üzerine yapılan bina ve kubbelerle ilgili olmak üzere verilen örnekler, çok ender rastlanan istisnaî hallerdir. Sözkonusu kubbelerle ilgili rivayetlerin bazılarını da, ihtiyatla karşılamak gerekir. Genel olarak sahabe, tâbi’un ve etbeuttabi’în devresinde, mezarların sadece bir karış kadar yükseltilmesi uygun görülmüş, fazla yükseltilmesi veya kabir üzerine bina, kubbe ve mescid ya­pılması ve mezar için inşaat malzemesinin kullanılması hoş gö­rülmemiştir. Aşere-i Mübeşşere, Muhacir, Ensar için, Bedir, Uhud... gibi yerlerde şehid düşenlerin kabirleri üstüne türbe ve mescid yapmak düşünülmemiştir. En hayırlı çağda yaşamış olan ilk üç neslin bu gibi hususlara önem vermemeleri, oldukça açıktır ve manâlıdır.

Büyük müctehidlerin açıklamalarında ve mezhep imamları­nın eserlerinde, konuyla ilgili İslâmî görüş bir kere daha açık ve kesin şekilde ifade edilmiştir. İmam-ı Azam, mezar üzerine bina yapılmasını ve mezarların işaretlenmesini mekruh görmüştür. Di­ğer müctehid imamlar da, bu esaslara göre açıklama yapmışlardır.

Mezarlıkta esas olan sadelik, tabiîlik ve tevazudur. Süs ve gu­ruru gösteren bir manzaranın, kabristanda bulunmaması icabeder. Hz. Peygamber, kabristanın şehre benzetilmesini yasaklamıştır. Tuğla ve ağaç gibi ümran için kullanılan inşaat malzemesinin, kabir yapımında kullanılması bunun için mekruh sayılmıştır. Sa’d b. Ebi Vakkas, kabrinin, Hz. Peygamber’in kabri gibi, lahid biçiminde ve kerpiçten yapılmasını vasiyet etmişti. Lahid, defince kazmak, dibinin kıble yönüne girmek, bu oyuk kısmı kerpiçle ka­patmak şeklinde yapılan kabirdir. Fakat, toprağın elverişli olma­dığı yerlerde, kerpiç yerine mertek de kullanılabilir.

Kısaca, müslümanın kabri sade, tabiî ve mütevazı; mezar ya­pımında kullanılan malzeme  basit ve  ucuzdur.  İslâm kabristanısadeliği, tabiîliği, bakınııhlığı ve intizamıyla örnek durumunda­dır. İhtişam, debdebe, tantana, tezyinat ve azametten uzak olduğu kadar, bakımsızlık ve intizamsızlıktan da uzaktır. Camide saf oluşturarak Allah’ın huzuruna duran insanlar gibi, mezarlıkta ya­tan müslümanlar da, görünüş itibarıyla birbirine mutlak surette eşittir. Bu eşitliği bozan imtiyazlar, İslâm’da yoktur.

Eyyub Sultan, Mevlâna ve Hacı Bayram Velî gibi, bütün müslümanların kabulüne mazhar olmuş büyük mürşidler ile Osman Gazi, Orhan Gazi, Yavuz ve Fatih gibi hükümdarlar için yapılan türbeleri istisnaî olarak yasağın ve kerahatin dışında görmek ge­rekir: Fazilet ve adalet abidesi olan bu insanlar için sonradan ya­pılmış olan türbeler ahlâkın, fazilet ve adaletin yayılmasını, dinî ve millî şuurun canlı olarak ayakta tutulmasını ve yeni nesillere tanıtılmasını temin eder. Bundan dolayıdır ki, din ve millet düş­manları, İslâm memleketlerini işgal ettikleri zaman ilk iş olarak bu çeşit türbeleri tahrip ederler. Yunanlıların, Osman ve Orhan Gazi türbelerine karşı besledikleri kin ve gayzın ne şekilde tezahür ettiği, Bursa işgal edildiği zaman görülmüştür. En azından, “Düşmanın istemediğini istemek” kaidesi bu çeşit türbelerin meş­ruiyetini tespit etmeye yeter. Bu vatanın “manevî hakikat sahipleri olan büyük insanlara yapılan türbeleri çok değil, az görmek lâzım­dır. Bir memleketi maddeten ve manen fetheden ulema ve ümera için yapılan âbidelerin tenkit konusu edilmesi, kendisine bir bağ bağışlayan babasına evlâdının bir salkım üzümü esirgemesinden daha makul değildir. İslâm’ı ve İslâm tarihim hal diliyle yeni ne­sillere en veciz şekilde anlatarak dinî ve millî şuuru güçlendiren bu çeşit eserlere saygılı olmak, manevî değerlere bağlı olan herkes için bir borçtur.

Kime ait olursa olsun türbe, mezar ve mezar taşlarının birer kıymetli vesika durumunda olduğu konusunda şüphe yoktur. Tarih ve sanat bakımından, türbe ve mezarların taşıdığı önemi müdrik olanlar, bu çeşit ata yadigârı eserleri tahrip ve imha değil, ihya ederek muhafaza ederler. Yapılan eserleri yıkmak, kültür ve me­deniyet düşmanlığının ve en azından cehalet ve taassubun neticesi­dir. İslâm’ın gelişme ve ilerleme seyrini bilmeyen cahiller, bu ko­nuda talihsizlikle nitelenebilecek teşebbüslerde bulunmuşlardır. Bazı türbelerde, İslâm’ın hoş karşılamadığı bir takım hususların bulunması, bunları yıkma sebebi olamaz. Hz. Peygamber, Hz. Aişe’ye, “Araplar Kabe’yi tamir ederken hatalı temelle attılar, Hz. İbra­him’in temelleri üzerine kurmadılar. Eğer Arapların müslümanlığı yeni olmasaydı Kabe’yi yıkar ve Hz. İbrahim’in temelleri üze­rine kurardım.” buyurmuşlardı. Hz. Peygamber’in yapmadığı bu işin, O’ndan  sonra yapılmaya kalkışılması,  İslâm  cemiyeti  için,zarar olmuştur. Abdullah b. Zubeyr h. 64’te Kabe’yi Hz. Peygamber’in arzu ettiği şekilde inşa etmiş, h. 74’te Haccac, Kabe’yi yine eski haline getirmiştir. Bir takım sosyal menfaat ve maslahatları gözönünde tutarak, Kabe’nin hatalı inşaat şeklini değiştirmeyen Rasulullah’ın bu hakimane hareket tarzını, türbe ve mezar konusunda yol gösteren bir rehber saymak gerekmektedir.

Tarih boyunca, İslâm memleketlerinde, türbe ve mezar yapı­lırken daima İslâm’a uygun hareket edildiğini söylemek gülünç olur. Şiilerin tonlarca altın ve gümüş harcayarak Kerbelâ ve Necef’te inşa ettikleri muhteşem ve müzeyyem mescidlerin ve türbelerin, İslâm anlayışına ters düştüğü bir gerçektir. Birer âsâr-ı atîka olan bu gibi eserlerin muhafaza edilmesi lüzumu ve cevazı başka, yeni­lerinin yapılmasının caiz olmaması daha başkadır. Şehirlerde ge­cekondu semtlerinde tahtadan, tenekeden ve mukavvadan yapılan sağlığa aykırı köylerde, toprak ve kamıştan yapılan meskenlerde yolsuz, susuz ve ışıksız bir şekilde oturanların bulunduğu bir mem­lekette, mezarları için onbinlerce, yüzbinlerce, hatta milyonlarca paranın sarfedilmesini caiz görmek asla mümkün değildir. Bu çe­şit masraflı mezarlar ne yerin altındakilere, ne de üstündekilere huzur verir. Cemiyet için sadece bir sıkıntı kaynağı olur. Masraflı mezar yapan kişilere İslâm’ın mezar konusundaki talimatı benimsetildiği takdirde, önemli bir meselemiz halledilmiş olacaktır. Ölümden sonra iyi ve devamlı bir hatıra bırakarak yaşamanın ve hayırla yâdedilmenin yolu mezar yapmak değil, hayrat bırakmak ve cemiyet için faydalı olan müesseseler kurmaktır. Şu gökkubbede bakî kalan hoş sadalarını dinlediğimiz büyüklerin yolu budur.

Kabir ve türbelerin, mezarlıkların koruma ve bakımı için şu konulara dikkat etmek gerekir:

(a) Kabir ve  mezarlığı  güzelce  korumak,  temiz tutmak ve ağaçlarla donatmak gerekir; planlı yapılarak âhireti hatırlatan bir yer  niteliği kazandırılmalıdır.

(b) Mezarlık ne kadar eski olursa olsun korunmalıdır; bir za­ruret olmadıkça, kabirlerin başka yere nakledilmesi doğru değil­dir.

(c) Cenaze gömüldükten sonra açılmamalı ve cenaze çıkarıl­mamalıdır; kabirlerin üstünden geçilmemelidir.

(d) Mezarlıklarda uyumak, çevresini kirletmek, yeşil otlarını yolmak ve ağaçlarını kesmek mekruhtur; yer açmak gibi sebeplerle ağaç kesilebilir.

(e) Mezar başlarına ağaçlar, çiçekler dikilmelidir; çünkü Peygamberimiz,  

“Ağaçların kuruyana dek ölünün kabir azabını azaltacağını” ifade etmiştir; çiçek koymak yerine dikmek daha uy­gundur.

 

100. Kabir Ve Türbe Ziyareti: [548]

 

1- Tarihçesi:

 

Yeryüzünde kabirler yapıldığı günden beri buraları, değişik maksatlarla ziyaret edilmiştir. Genel olarak mezarlar, Allah’ın ih­san ve yardımının insanlara en yakın olduğu yerler olarak gö­rülmüştür. Başı darda kalan insanlar, dertlerine deva bulmak için buralara koşmuşlardır. Kâinatta yalnız ve âciz bir halde bulunduk­larına inanan kimseler, yalnızlık hissini gidermek ve manen güç­lenmek için atalarının bulunduğu mezarlardan meded ummuşlar­dır. Bilgisi artan insanlar ise kabirleri daha değişik maksatlarla ziyaret etmişlerdir. Kadirbilirlik, sadakat ve vefa mezar, ziyareti­nin önemli sebeplerindendir. Annesi için istiğfarda bulunması ya­saklanan Rasulullah’ın, onu ziyaret etmesi bu bakımdan önemli­dir.

Yeni gelişen İslâmî telakkilerin bozulmasından endişe ettiği için, İslâm’ın doğuşu sırasında Hz. Peygamber, müslümanları ka­bir ziyaretinden alıkoymuştur. Fakat, zamanla İslâm doktirini ve tevhid akidesi, açık ve kesin bir sistem halini alınca, endişe edilen mahzurlar ortadan kalktığı için kabir ziyaretine müsade edilmiş­tir. Kabir yapımı ve ziyaretiyle ilgili hükümlerdeki gelişme sey­rini, daima dikkate almak gerekmektedir. Kabir ziyaretine izin veren hadisin değişik rivayetlerinde, kabir ziyaretinin gayesi, “ilâne-i kulûb, terkîk-i kuîûb, tezhid-i kulûb ve tezkire,” yani kalp­leri yumuşatma, inceltme, dünyada soğutma ve ibret alma olarak gösterilmiştir. Bunların hepsi ölüye değil, diriye ait faydalardır.

 

2- Ziyaret Maksadı:

 

Kabir ve türbeler üç maksatla ziyaret edilir:

 

Ölüye Faydalı Olmak İçin:

 

Ölüye faydalı olmak için kabir ziyaret edilir, içindeki ölü için dua edilir ve Allah’tan af ve mağfiret niyazında bulunulur. Yapılan dua ve istiğfarın, ölüye faydalı olabileceği konusunda, bü­tün İslâm uleması ittifak halindedir. Bu maksatla, yalnız müslümanlara ait kabirler ziyaret edilir. Aslında, bu çeşit ziyaret ile ce­naze namazı sırasında ölüye dua etmek arasında bir fark yoktur.

 

Diriye Faydalı Olmak İçin:

 

Kabir ziyareti, kalpleri yumuşatır, rikkate getirir, dünyadan soğutur, âhirete ısındırır. Kabristanda ibret alan insan kin, hırs, tamah gibi huylarını keser veya tamamen terkeder. Âhirete faydası dokunacak iyi amellere ve ibadetlere yönelir. Bu gayeyle, müslüman olmayanların kabirlerini ziyaret etmek bile caizdir. Bu mak­sat için de, kabir ziyaretinin caiz ve hatta müstehap olduğu konu­sunda İslâm ulemasının ihtilafı yoktur. İbn Teymiye ve Vehhabîler bile, bu iki ziyaret şeklini tasvib etmişlerdir.

 

Ölenin Ruhundan Yardım İstemek İçin:

 

Bu maksatla, kabir ziyaret etmenin caiz olup olmaması çok şiddetli ihtilaflara ve oldukça çetin tartışmalara yol açmıştır. Adına tevessül denen bu şekildeki ziyareti, az sonra ayrı bir başlık altında ele alacağız.

 

3- Hükmü: [549]

 

Vakit:

 

(a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, özellikle perşembe, cuma ve cumartesi günleri, -ibret almak ve âhireti hatırlamak için- ziyaret etmek menduptur.

(b) Şafiî ve Malikî Mezheplerinin racih görüşüne göre, özel­likle  perşembe  günü ikindiden sonra, cumartesi  günü güneşin doğmasına kadar ziyaret menduptur.

 

Uzaklık:

 

(a) ÜM’e göre, ziyaret edilen makberenin uzaklığı ve yakın­lığı sonucu değiştirmez; hatta ölüleri, özellikle Hz. Peygamber ve salih kişilerin kabirlerini ziyaret için yola çıkmak menduptur.

(b) Hanbelî Mezhebine göre, makbereye, ancak yolculukla ulaşılınca ziyaret mendup değil, mubah olur.

 

Mükellefler:

 

Erkeklerin kabirleri ziyaret etmesinin mendup olduğu itti­fakla sabittir; ancak kadınların ziyareti ihtilaflıdır:

(a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, ziyaretleri fitne çı­karmayan, bu ziyaret kendilerini ağlama ve nedbe götürmeyen yaşlı kadınlara menduptur, ziyaretleri belirtilen sonucu doğuran ve fitnesinden endişe edilen kadınların ziyaretleri haramdır.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, fitne veya harama düşme korkusu olmayınca, kadınların ziyareti mekruh, böyle bir korku bulununca haram olur.

Ziyaret sırasında dua ve tazarru, ölülerden ibret almak, onun için Kur’ân okumakla vakit geçirilir. Ziyaretçi, kabri görünce, es-Selâmu Aleykum Ehle’d-Diyar, Mine’l-Mu’minine ve’l-Muslimîn. Ve înna İnşallahu Le Lahikan. Es’elullahe Lena ve Lekumu’l-Âfiyet [550] diyerek selâm verir ve ziyarete başlar. Ziyaret sırasında, sadece ağlamakta bir sakınca yoktur.

Ziyaretin, dinî, hükümlere uygun yapılması çevresinde dön­meyip, taşlarının, eşiğinin, ağacının öpülmemesi; ölüden bir şey is­tenmemesi gerekir.

Gayri müslimlerin ve din düşmanlarının kabrine, saygı gös­termek üzere gitmek caiz değildir. Ama,- sırf seyredip bakmak ve ibret için gidilmesinde bir sakınca yoktur.

 

Ziyaretçi ve Günü

Hanefi

Şafiî

Malikî

Hanbelî

Ziyaretçi

Erkek

Mendup

Mendup

Mendup

Mendup

 

Kadın

Fitneli ve gayrı  meş­ru davr.

Harabı

Haram

Haram

Haram

 

 

Fitnesiz ve  meşru dav­ranarak

Genç

Mendup

Mekruh

Mendup

Mekruh

 

 

 

Yaslı

Mendup

Mekruh

Mendup

Mekruh

Efdal Gün

Perşembe

Efdal

İkindi­den   Son­ra efdal

Efdal

-

 

Cuma

m Efdal

Efdal

Efdal

 

 

Cumartesi

Efdal

Güneş do­ğana   ka­dar efdal

Efdal

-

 

Her Gün

 

 

 

Eşit

Tablo 56: Kabir Ziyareti

 

4- Ziyaret Âdabı:

 

Kabir Üstünde Oturmak, Uyumak ve Boşaltım: [551]

 

(a) Hanefî Mezhebine göre, bunların ilk ikisi tenzihen, so­nuncusu her iki şekliyle tahrimen mekruhtur.

(b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, bu gibi işleri yapmak haramdır.

(c) Malikî Mezhebine göre, kabirler üstüne oturmak, uyumak vb. caiz; boşaltım ise haramdır.                                            

 

Kabirler Üstünde Yürümek: [552]

 

(a) ÜM’e göre, zaruret olmadıkça kabirlerin üstünde yürümek mekruhtur.

(b) Malikî Mezhebine göre, yol daha alçak olduğu halde, deve hörgücü gibi sırt şeklindeki kabrin üstünde yürümek mekruhtur, sırt şeklinde olmayan kabrin üstünde yürümek caizdir. Ölüden gö­rülebilecek bir parça kalmayınca, -mezar hörgüç gibi de olsa- yü­rümek yine caizdir.

 

İplik Bağlamak: [553]

 

Mezarlardan başka yollarda ulu ağaçlara iplikler bağlayıp kimi taşlara itibar edenler, İslâmî bir davranış içerisinde olamaz­lar.

 

Kabirlerde Kurban Kesmek ve Mum Yakmak: [554]

 

Kabirlerin yanında mum yakılması ve kurban kesilmesi, cahiliye devri âdetlerindendir. Halk, filan dedeye veya yatıra kurban adadım, “şu işim olursa ona kurban keseceğim” demektedir. Kur­ban bir ibadettir; ibadet sadece Allah’a yapılır, yatıra, evliyaya kur­ban kesilmez; bu hareket, şirk değilse bile büyük günahtır, sakın­mak gerekir.

 

Kabirlerde Mescid Ve Namaz: [555]

 

Kabule şayan olur niyetiyle, kabir yanında namaz kılmak, kabirlerin üstünde mescid yapmak ve kabir civarını mescid haline getirmek, cahiliye âdetlerinden olduğu ve tevhid inancını zedele­diği  için yasaklanmıştır.

 

101. Tevessül:

 

1- Tevessül Kavramı Ve BaşkalarındanYardım isteme:

 

Bir kimsenin diğerinden yardım istemesi vasıtalı ve vasıta­sız olmak üzere ikiye ayrılır: Vasıtasız olanı, çaresizlik ve sı­kışma halinde olursa, İstigâse, İstimdâd, İstiâze; normal durumda olursa İstiâne adını alır. Kulun gücü yeteceği işte ondan yardım ve imdat dilemek caizdir; bu durumda da asıl yardımın Allah’tan ol­duğunu, kulun vasıta bulunduğunu bilmek gerekir. Kulun gücü ve iradesi içinde olmayan şeyleri ondan istemek caiz değildir.

Allah’tan istenecek bir şeye kulu-aracı ve vasıta yapmak Şe­faat ve Tevessül kelimeleriyle ifade edilir:

 

Şefaat:

 

Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah’ın izni ve rızası olmadan hiçbir kimsenin, O’nun katında şefaat edemeyeceği ifade buyurulmuştur[556].

Sahih hadisler kıyamet günü, Şefi’u-1-Umem Efendimizin, Al­lah’ın izniyle şefaat edeceğini bildirmektedir.

Bu âyet ve hadisler karşısında ümmet, şefaati ittifakla kabul etmiş, ancak mefhumuna farklı görüşler getirmişlerdir:

Bilindiği üzere, halk arasında şefaat, araya ricacı koyarak bir kimsenin diğerine yapmayacağını yaptırmak, yapacağını yap­tırmamak isteği mânâsında kullanılır.

Allah’ın hüküm ve kararı, âdil ve kesindir. O’nun hakkında, bu mânâda bir şefaat düşünülemez. İşte selef, böyle düşünerek “şefaat haktır, Allah Teâlâ’nın, kıyamet gününde bazı kullarına tanıyacağı bir meziyettir, imtiyazdır; ancak mânâ ve mahiyetini biz bilemeyiz” demişlerdir.

Sonrakiler ise şefaate, “Allah katında yapılacak şefaat, Zat-ı Kerim’in kabul buyuracağı bir duadır” mânâsını vermiş, bu anla­yışı  benimsemişlerdir.

 

Tevessül:

 

Sözlükte tevessül, aracı mânâsında kullanılır. Hukuk deyimi olarak, “kabirde yatanı veya sağ bir insanı, çeşitli şekillerde aracı kılarak, Allah Teâlâ’dan bir şey dilemektir.”

Bilhassa İbn Teymiye’den beri bu mesele üzerinde şiddetli münakaşa ve ihtilaflar olmuş, üzerinde uzun boylu konuşulmuş ve yazılmıştır.

 

2- Tevessül Çeşitleri:

 

Amelle Tevessül:

 

Bir kimse, iyi bir amelini ortaya koyarak, bunu aracı kılarak Allah Teâlâ’dan dilekte bulunabilir:

“Ey İman edenler! Allah’tan sakının, O’na ulaşmaya yol (vesile) arayın, yolunda cihad edin ki kurtulasınız” [557] âyetinin, şahısla tevessül mânâsında ihtilaf edilmiş olmakla birlikte, amelle tevessül mânâ ve hükmünde ittifak edilmiştir.

Bu çeşit tevessülün, sünnette de delil ve örnekleri vardır: Pey­gamber Efendimiz’in anlattığına göre, üç kişinin sığındığı bir ma­ğaranın ağzını büyük bir kaya kapatmıştı. Her biri en iyi amelini vesile kılarak Allah’a dua etmeye karar verdiler. Birincisi ana ve babasına itaati, ikincisi Allah korkusu ve iffeti, üçüncüsü de kul hakkına riayetiyle alakalı seçkin amellerini vesile kılarak yal­varmışlar ve Allah tarafından kayanın, mağara kapısından çe­kilmesiyle  kurtulmuşlardır.

 

Şahısla Tevessül:

 

Şefaat Mânâsında Tevessül:

 

Şefaat mânâsında tevessülde, araya konan şahıs, isteyen adına dua eder, talepte bulunur:

(1) Hz. Ömer, Peygamberimizin  amcası Abbas iletevessül eder, 

“Ya  Rabbi;  kuraklık içinde kalınca Peygamberimizle sana tevessül ederdik, bize yağmur verirdin; şimdi de O’nun amcası ile tevessül ediyoruz, bizi suya kavuştur” derdi ve yağmur yağardı. Burada tevessül, Hz. Abbas’ın dua etmesi, onların da bu du­aya katılmaları şeklinde olmaktadır.

(2) Bir defasında, âmâ olan bir zat, Peygamberimize gelmiş ve

“Dua buyur da Allah sıhhat versin” demiştir, Allah Rasulü de ona şöyle demişti:

“İstersen dua edeyim, istersen sabret, bu senin için daha hayırlıdır” Adam

“Dua buyurmanızı tercih ediyorum” de­yince, Hz. Peygamber

“Git, güzelce abdest al ve şöyle dua et,” dedi:

“Allah’ım ben, rahmet peygamberi olan Muhammed Nebi ile sanateveccüh ediyor ve talepte bulunuyorum. Şu ihtiyacım görülsün diye Rabbıma seninle teveccüh ediyorum. Mevlam Hz. Peygamber’in şe­faatini kabul eyle.”

(3) Bir hadiste, şöyle buyurulmuştur:

“Bir adam namaz için yola çıkar ve şöyle der: Allah’ın saillerin (ve ihtiyaç talebinde bu­lunan niyaz sahiplerinin) hakkı için istekte bulunuyorum, şu yürüşümün hakkı için talebte bulunuyorum... Beni cehennemden kur­tarmanı ve günahlarımı affetmeni niyaz ediyorum.”

Bu gibi sağlam rivayetler sebebiyle, mezkur tevessül, ulema­nın ekseriyetince benimsenmiştir.

 

Dua Manâlı Tevessül:

 

Dua manâlı tevessül, vesile kılman şahsın, Allah katındaki değerine dayanarak tevessüldür. Eğer bu-şahıs Habib-i Hûda ise, ekseriyet bunu caiz görmüştür. Az önce geçen ikinci hadis, bunun da örneğidir. Hz. Peygamber ve yakınlarının hayattayken vasıta kılınmaları, Rasulullah’ın âhirette şefaat etmesi haktır, vâkidir.

Vesile kılınan Peygamberimiz’den başkası ise, bazı âlimler bunu da caiz görmüş, bazıları da caiz görmemişlerdir.

 

3- Ölüyle Dua Manâlı Tevessül:

 

Caiz Görenler:

 

(a) Tasavvuf erbabı, bu gibi hususlarda, hiçbir mahzur gör­memişler, hatta bunun lüzum ve faydasından bahsetmişlerdir. On­lara göre, resul ve velilerin kabirlerini ziyaret etmenin en önemli gayesi budur. En mühim ve en faydalı kabir ziyaret şekli de budur. Evliyaya dua ederek onlara faydalı olmak veya kabirlerinden ibret alarak istifade etmek, ekseriya türbe ve yatır ziyaretçilerinin ak­lından geçmez. Bütün türbelere, dergâhlara, âsitânelere, tekkelere, yatırlara ve tarikat ehline hâkim olan anlayış, düşünüş ve inanış budur. Tasavvuftan sağ ya da ölü şeyhlerin yeryüzündeki insanlar için, Allah katında şefaatçi ve yardımcı olacaklar inancı erken başlamıştır. Bütün tarikatlarca makbul bir veli sayılan Ma’ruf Kerhî (ö. h. 200), müridi Seriyyu’s-Sakatî’ye şöyle demiştir: “Allah’a bir ihtiyacın olursa, beni vasıta ve vesile kılarak iste. Allah’tan ha­cetini bana and içerek dile”, Bağdat sûfileri

“Maruf Kerhî’nin kab­rinin her derde deva olduğu tecrübeyle sabittir” diye itikad etmiş­lerdir. Sûfiler tıpkı diri mürşidler gibi ölü evliyanın ruhlarının sağ insanları terbiye ve irşad ettiklerine, bazı velilerin öldükten sonra da dünyada tasarrufta bulunduklarına, bu âlemdeki nizama ve hadiselere yön verdiklerine itikad ederler. Tasavvufun, bilhassa nakşibendîlerin bu konudaki inançlarını Reşahat’tan takip edelim:

“Şeyh Ebu’l-Hasan Harakâni’nin vefatı (ö. h. 425), Şeyh Bayezid Bistami’nin vefatından (ö. h. 234) bir müddet sonra vâki olup, Şeyh Bayezid’in ona terbiyetleri zahirî ve surî olmayıp, ruhanîdir” Ta­savvufta uveysiyet tarîki ve ruhanî nisbet denilen bu inanç, bütün tarikatlar tarafından kabul edilmiştir. Fakat

“Ölü aslandan, diri tilki daha iyidir” diyerek bu hususa fazla değer vermeyen muta­savvıflar da bulunmaktadır. Başı darda kalan bir müridin,

“Yetiş ya pir, destur ya pir” diyerek, uzaklarda bulunan şeyhinden yardım istemesi, mürşidine rabıta yaparak manevî himayesine sığınması da sözkonusu inançla ilgilidir. Denebilir ki, önemli ölçüde tasav­vuf bu inançtır. Şeyhlerin ölü olarak evliyanın ruhlarıyla irtibat ve münasebet kurmaları, tarikat silsilelerine verilen önemde de ken­disini göstermektedir. Tasavvufta ziyaret, şefaat ve vesile denince, akla gelen budur. Zahir ulemasının devamlı surette yadırgayacağı bir şekilde, mutasavvıfların türbelerine önem vermelerinin, hatta bu gibi yerlere bir çeşit kutsiyet izafe etmelerinin sebebi bu inançtır. Bundan dolayıdır ki, bu inançlarını tenkit edenlere, mutasavvıflar sert tepkiler göstermişlerdir. Şahısla tevessülde geçen hadislerdeki “vesile, tevessül, şefaat ve bihakkı’s-sâilin aleyk” ifadeleri, muta­savvıfların görüş ve hareket tarzlarının mesnedi olarak kullanıl­mıştır. Fakat bu hadisler, sağ insanların Allah katında vesile ve şefaatçi olabileceklerini göstermektedir. Hz. Peygamber’in kabri varken, sağ olan Hz. Abbas’ın vesile ve şefaatçi kılınması da dik­kat çekicidir. Mutasavvıflar, bu konuda ölüleri sağlara kıyas et­mişlerse de, bu kıyas eksiktir. Zaten, kıyas eksik olmasaydı, bu meselede ihtilaf bulunmazdı.

“Ey iman edenler! Allah’tan korku­nuz ve O’nun yanında vesile olacak şeyler arayınız” [558] âyeti de bu konuda sarih değildir. Sûfiler için, kıyasa esas alınan başka bir husus da, dua esnasında ameli vesile ve şefaatçi kılmanın cevazı­nın ittifakla sabit oluşudur. Yağmurlu bir havada mağaraya giren ve mağaranın ağzının yuvarlanan taş tarafından tıkanması sebe­biyle burada mahsur kalan üç kişi ihlasla yaptıkları iyi amelleri Allah katında vesile, vasıta ve şefaatçi kılmışlar ve bunun fayda­sını da görmüşlerdir. Mutasavvıflar, şahısla tevessülü amelle te­vessüle kıyas etmek istemişlerdir. Bu ve benzeri naslar, bu mese­lede, kesin bir hüküm ihtiva etmediğinden, Tekke ile Medrese ara­sındaki anlaşmazlık devam etmiştir.

(b) Fıkıhçılar, hadis âlimleri ile selefiyeciler, tasavvuffuri bu görüşünü hiçbir zaman kabul etmemiş, daima tenkit konusu yap­mıştır. Bunlardan bir kısmı, mutasavvıfları ağır ve sert, diğer kısmı yumuşak ve ölçülü bir biçimde tenkit etmişlerdir. Bu konudaaşırı ve sert hükümler vermekten kaçman Hanefi âlimlerinin gö­rüşü şöyledir:

“Bir adamın dua esnasında: Allah’ın resul, nebi ve velilerin hakkı için dileğimi kabul eyle, falan zatın hürmetine ha­cetimi yerine getir demesi mekruhtur, hoş bir şey değildir. Zira Hâlık üzerinde mahlukun hakkı yoktur”. İmam-ı Azam’dan sonra günümüze gelinceye kadar bütün Hanefî fıkıh âlimlerinin

“Bu me­selede kerahat vardır, bu husus mekruhtur” demeleri, iyi ve hoş bir şey değildir, yapılmaması lâzımdır, selef bunu yapmamıştır, bidat­tir” manasına gelmektedir. Hanefîler

“Kerahat ve mekruh deyim­lerini haram olduğuna İnandıkları, fakat kesin delil bulmadıkları meselelerde kullanırlar” görüşünde olanlar, Ebu Hanife’ye ait gö­rüşleri, sert tutumların delili olarak kullanmışlardır. Malikî, Şafiî ve Hanbelî fıkıh âlimleri de, bu konuda Hanefîler gibi düşünmüş­lerdir. Hatta hanbelîler, biraz ileri giderek, bu nevi hususların ha­ram olduğunu dahi ileri sürmüşlerdir. Fakat, umumiyetle fıkıhçı görüş, sûfilerin kabir ziyareti konusundaki kanaat ve tutumlarını küfür ve şirk olarak nitelemekten dikkatle kaçınmış, bu görüş ve tutum sahiplerini kâfir ve müşrik olmakla itham etmekten önemle sakınmıştır.

 

Caiz Görmeyenler:

 

Kabir ve türbe yapımı ve ziyareti konusunda mutasavvıfları sert tenkit edenlerin başında İbn Teymiye, talebeleri İbn Kesir ile Birgivî, Kadızadeler ve Vehhabîler gelmektedir. Bunlar, genellikle, tasavvufun bu konudaki görüşünü ve tutumunu bid’at, dalâlet, küfür ve şirk saymışlardır. İbn Teymiye’ye göre, kabir ziyaretlerinin bir kısmı şeriata uygun, bir kısmı da aykırıdır. Şer’i olmayan ziyaret­ler, sonradan  çıkmış  çirkin  bid’atlerdir. Bir müslümanın kabir­deki ölü için -kendisi için değil- dua etmesi ve kabristandan ibret alması, şer’i ziyaretin gayesidir. Bu maksatla kabir ziyaret etmek ve ölü için dua etmek müstehaptır. Ziyaret edilen kabirden ihtiyaçların görülmesi dileğinde bulunmak, ölünün bu konuda vasıta, ve­sile ve şefaatçi olacağına inanmak, kabul edilmesi daha çok muh­temeldir diye kabir yanında dua etmek bid’attır, şeriate zıttır, şirk cinsinden bir davranıştır. Sahabe bu şekilde ve bu maksatla ne Hz. Peygamber’in kabrini,  ne  de başka birini ziyaret etmiş  değildir. Yeryüzünde ilk defa şirk, salih insanların kabrini ziyaret etmek ve onların ruhlarından yardım istemek suretiyle ortaya çıkmıştır. Nuh (as) kavminin Vedd, Sua’, Yeûs, Yeûk ve Nesr adını verdik­leri putlar salih insanların heykelleriydi. [559] Putçuluğun, heykelci­liğin ve resimciliğin kökeni ölülerin ruhundan yardım istemektir.

İbn Teymiye’ye göre, ruhundan yardım ve medet taleb etmek mak­sadıyla, Hz. Peygamber’in kabrini ziyaret etmek dahi caiz değildir. Bu konuda, şöyle demektedir:

“Dört mezhep imamına göre, Hz. Pey­gamber’in kabrinin yanına ziyaret maksadıyla varan bir kimse, Rasulullah’a selâm verirken İmam-ı Azam’a göre yüzünü kıbleye çevirmesi, diğer üç imama göre kabre çevirmesi icabeder. Fakat zi­yaretçi Allah’a dua edip kendisi için bir şey isteyecekse, dört mez­hep imamına göre de hücreye değil, kıbleye yüz çevirmesi gerekir”. İmam   Malik,   Rasulullah’ın  kabrini   ziyaret  eder,   selâm   verir, sonra sırtım kabrin duvarına dayar ve kıbleye yönelerek kendisi için dua ederdi.  İbn Teymiye’ye göre Rasulullah’ın kabrini ziya­retle ilgili hadislerin hiçbiri sahih değildir, bir kısmı uydurma, bir kısmıysa zayıftır.  Onun için, bunların hiçbirine  güvenilmez. İbn Teymiye, Rasulullah’ın kabrini, Hz. Âişe’nin hücresinde bulundu­ğunu, hiçbir sahabenin kolay kolay buraya giremediğini, onun için sonradan ortaya çıkan şekliyle Ravza ziyaretinin ilk asırlarda bi­linmediğini ileriye sürmektedir. Ona göre, ihtiyaç arzetmek şefaat dilemek veya orada yapılan duanın daha faziletli olduğuna inan­mak maksadıyla, peygamberin kabrini ziyaret etmek bid’atçilerin ve  müşriklerin ziyaret şeklidir. [560] İbn Teymiye’nin görüşlerinin, cebren tatbikat sahasına konulmasından Vehhabîlik doğmuştur. Vehhabîliğin kurucusu, yardım ve şefaat istemek gayesiyle Rasu­lullah’ın kabrinin ziyaret edilmesinin, günah olduğunu söylüyor ve vefat ettikten  sonra  Hz.  Peygamber’in ruhunun kimseye faydası olmadığını anlatmak için,

“Şu elimdeki değneğin faydası var, fa­kat Rasulullah’ın faydası yoktur” diyordu. Vehhabîler tevhid inan­cına uymuyor diye, Hicaz’da inşa edilen türbe ve kabir üzerindeki mescidleri yıkmışlar, buralara gidip ölülerin  ruhundan yardım, şefaat ve meded talebeden kimselerin katledilmeleri gerektiğini, zira bunların müşrik olduklarını iddia ederek dediklerini kısmen gerçekleştirmişlerdir. Abduh ve Abduhcu cereyan, bu konuda geniş ölçüde İbn Teymiye ve Vehhabîleri takip etmiştir. Mutasavvıfların, Abduh’u neden mahkum ettiklerini anlamak için, bu gibi hususla­rın da gözönünde bulundurulması gerekir. İmamların kabirlerine, sûfilerin, evliyanın   mezarlarına verdikleri önemden daha çok ehemmiyet veren Şiîler ile Vehhabîler arasında şiddetli bir düş­manlık vardır.

 

Sonuç:

 

Başı oldukça kavgalı olup tevessül meselesinde titizlik göste­rilen nokta, tevhid inancının korunmasıdır. Bilindiği gibi, dua bir ibadettir ve ibadet, ancak Allah’a yapılır; yardım da -vasıtalı veya vasıtasız- yalnız Allah’tan gelir: “Ancak sana kulluk eder ve yal­nız Sen’den yardım dileriz.” [561] Tevessülü caiz görmeyenler, şirke sapılmasından korkmuşlar, caiz görenler ise tevessül edenin şirk koşmadığını söylemişlerdir.

Kabir ve kabir ziyareti konusunda bahsedildiği şekilde şiddet göstermenin, hele bunu kesin bir hüküm halinde ortaya koymanın haklı olduğunu söylemeye imkân yoktur. Kul ile Allah arasında bazı hallerde vesile ve vasıtalar koymanın caiz olduğunu gösteren sahih hadisler mevcuttur. [562]

İbn Teymiye, -biraz da muasırlarının davranışları sebebiyle- bu meselede ifrata düşmüştür. Tevhid inancını korumak gibi, iyi ve yüce bir niyeti vardır; bununla me’cur olabilir. Onun karşısındaki­ler de, zaman zaman sert ve insafsız davranmışlar, neticede İslâm­‘ın yasakladığı tefrika doğmuştur.

Bu konuda, mutasavvıfların ve tarikat ehlinin, şunu bilme­leri ve gereğine riayet etmeleri icabeder: Türbe ve kabir yapmak veya buralarda gömülü bulunan ölülerin ruhundan yardım istemek konusunda dayandıkları deliller, açık ve kesin olmaktan uzaktır. Kanaatlerini savunmak veya muhaliflerinin görüşlerini çürütmek için başvurdukları aklî ve naklî delillerin hepsi zannîdir. Zannî delillere dayanarak muhalifleri kâfir, bid’atçi ve sapık olmakla suçlamak, asla caiz değildir. Bu meselede, muhalifleri hoş görmek ve kanaatleriyle başbaşa bırakmak suretiyle, kendi telakkilerinin doğru olduğuna inanmak mutasavvıflar için zaruridir.

Uygulamada, her tevessül edenin şirk koştuğu iddia edilemez. Her üç çeşit tevessülü usulünce kullanan, istediğini Allah’tan iste­yen, yardımı ondan bekleyen; ancak kendi aczini, kusurunu, gü­nahını bildiği için bir Allah sevgilisini araya koyan, onun hatırı için isteyen kimseye

“Sen şirk koştun, haram işledin” denemez.

Bu bahiste kelâm, fıkıh ve hadis âlimleri, özellikle selefîye mezhebi mensupları, şu hususları gözönünde bulundurmak zorun­dadırlar: Mutasavvıfları tenkit etmek veya onlara karşı kendi gö­rüşlerini savunmak için istinad ettikleri aklî ve naklî deliller, ke­sin ve açık olma özelliğine sahip değildir.

“Mutasavvıflar arasında âdet olan türbe inşaı ve kabir ziyareti, Hz. Peygamber zamanında yoktur, bunlar sonradan çıkan bid’atlerdir” demek, “bu meseledesarih bir nas yoktur” mânâsına gelir. Bu meselede, hükmü açık ve kat’i bir ayet ve hadis olmayınca, delil diye ileri sürülen nasların zandan başka bir şey ifade etmeyeceği aşikârdır. Bu hususta, muta­savvıfları müşriklere kıyas etmek, en azından adalet, insaf ve hakkaniyet ölçülerine sığmaz. Sonradan ortaya çıkan bu meselenin hükmünü, kıyas yoluyla mutasavvıfların anladığı şekilde de, zahir ulemasının anladığı tarzda da anlamak mümkündür. O halde, bu gibi zannî delillere dayanarak mutasavvıflara bid’atçi, sapık ve müşrik demek nasıl caiz olur? Zahir ulemasının bu meselede yapa­cağı şey, mutasavvıfları hoş görmek ve kanaatleriyle başbaşa bı­rakmak suretiyle kendi görüşlerinin doğru olduğuna inanmaktır.

Şu çizgide birleşmek mümkündür: Ölüler ile tevessülün, lü­zum ve zaruretine dair bir nas yoktur. Bunu inkâr eden, ehli sünnet camiasından çıkmaz. Allah’a ortak koşmadan, O’nun sevdiği bili­nen veya zannedilen, ölü yahut diri bir kul vasıta kılınarak Alla­h’a dua etmek mânâsında bir tevessülü yasaklayan bir nas da yok­tur; şu halde bunu yapanlar da kınanamaz. Ancak, türbelerin etra­fında toplanan, dede ve tekkelere kurbanlar kesen, adaklar ada­yan, ellerini kaldırarak ölülerden medet, imdat, şifa... bekleyen kimselerin hatalı hareket ettikleri, imanlarını tehlikeye düşürdük­leri bir gerçektir; onlara yolun doğrusunu göstermek mürşidlerin görevidir.

Bugün, ne mutasavvıfların, ne de zahir ulemasının caiz gör­mesi mümkün olmayan kabir yapma ve mezar ziyaret etme şekil­leri de mevcuttur. Kabir ve ölü konusunda şeriata, tabiata ve akla zıt olan bir yığın zararlı gelenekler ortalığı istila etmiştir. İlk defa yapılacak şey, müteşerriler ile mutasavvıfların birbirlerinin kusur ve ayıplarını sergilemeleri değil, el ve işbirliğiyle bahis konusu çirkin bid’atleri ortadan kaldırmalarıdır. İslâm’ın itikad ve ibadet anlayışına uymayan hatalı inanç ve amelleri ortadan kaldırma­nın yolu, cebir ve şiddet değildir. Bilgisizlik sebebiyle, bu meselede yanlış bir yol tutanları bid’atçi, sapık ve kâfir diye itham ederek mahkum etmek, hatta hapis ve idam edilmelerinin caiz olduğuna fetva vermek, Vehhabîlerin başlangıçta başvurdukları fevkalade hatalı ve sakıncalı bir usûldür. İslâm’ın metodu bu değildir. Kabir ve ziyaret konusundaki hatalı inanç ve davranış şekillerini bir mücadele konusu olarak değil, bir irşad, telkin, terbiye ve talim konusu olarak görmek gerekir. Din eğitimini yaygınlaştırmak ve genel bilgi seviyesini yükseltmek, bu çeşit bâtıl itikatları ve hurafe­leri kaldırmanın en faydalı yoludur. Bu yolun netice vermesi, za­mana bağlıdır. Bu, çabuk ve kolay halledilecek bir konu değildir. Yanlış da olsa, belli bir manevî kaynaktan gıda alarak ruhlarını besleyenlerin bu kaynakla irtibatları kesilince,   mutlaka doğrumeşru ve sıhhatli başka bir kaynaktan beslenmelerinin sağlan­ması lâzımdır. Zararlı ve mahzurlu maddelerden gıda alan kimse­lerin, bu iş yasaklanmadan önce kendilerine faydalı ve sıhhî gıda maddeleri gösterilmez ve temin edilmezse, yasaklama işi başarılı olmaz, tersine lüzumsuz bir huzursuzluk meydana getirir. Başkala­rının düşünüş, inanış ve davranış biçimini kesin bir delile da­yanmadan ve kat’i bir zaruret bulunmadıkça tenkit konusu yap­maktan sakınmalıdır. Zaruret bulununca da usûlüne göre tenkit edilir. Bir kimsenin en aziz varlığı vicdanî kanaatlerini ve inanç­larını, -bunlar yanlış bile olsa- kolay mücadele konusu yapmama­lıdır. Bu hususta yapılacak hesap hatası, tehlikelere yol açar, fayda temin etmez, zarara sebep olur. Başkalarını hoş görmek dinî ah­kamı bütün teferruatıyla tebliğ etmeye teferruatıyla tebliğ etmek, başkalarını hoş görmeye engel olmamalıdır.

 

2. KİTAP ORUÇ VE İTİRAF

 

1. KISIM ORUÇ

 

1. BÖLÜM ORUÇ VE HUKUK

 

1. Orucun Hukuk Açısından İncelenmesi

 

1- Oruç Hukukunun Konusu Ve Sistemi:

 

Oruç, bedenî bir ibadettir. Oruç hukuku da, bu bedenî ibadetin hukuki çerçevesini inceler.

Oruç hukuku; oruç kavramı, orucun unsurları, orucun çeşitleri, oruç suç ve cezaları ile Ramazan’da yapılan bir ibadet türü olan i’tikâfı ele alır.

 

2- Oruç Hukukunun Diğer Hukuk Kollarıyla İlişkileri:

 

Hukuk bütünü içinde yer alan oruç hukuku, çeşitli hukuk dallarıyla ilişki kurar. Bu hukuk dalları, yine ibadet hukuku içinde yer alan teravih, adak, fitre; kamu hukuku eserleri el-Ahkâmu’s-Sultâniyye’lerin ceza ve hisbe bölümleri; ceza hukuku içinde yer alan keffaretlerdir.

 

3- Oruç Hukukunun Kaynakları, Uygulanması Ve Yorumu:

 

Şeklî hukuk kaynaklarından naslar (âyet ve hadisler); dok­trin kaynaklarını meydana getiren ve içtihadı hukuk olarak ad­landırılan icma, kıyas, ashabın ve hukukçuların görüşleri, oruç hukuku için de başlıca kaynaklardır.

Genel tefsirler ve hadis eserleri, ahkâm âyet ve hadisleri ile bunların tefsirleri ve şerhleri, genel fıkıh eserleri ve az da olsa oruçla ilgili eserler doktrin kaynakları arasında sayılabilir. Fıkıh ve hadis kitaplarının savm/sıyâm bölümleri bu açıdan önemlidir.

Oruçla ilgili herhangi bir kanunî çalışma bulunduğunu bil­miyoruz.

 

2. Oruç Kavramı:

 

1- Orucun Tanımı:

 

Oruç, aslında Farsça bir kelime olup, hukuk dilindeki karşılığı, sözlükte “tutmak, susmak, hareketsiz kalmak” manasına gelen Savm (ç. Siyam) kelimesidir. Hukuk deyimi olarak oruç, “İmsakten iftara kadar, başka bir deyişle fecri sadığın doğuşundan güneş batana kadar kişinin kendini özel şartlarla yemekten, iç­mekten ve cinsî birleşme yapmaktan alıkoyması” demektir. [563]

Modern bir hukukçunun tanımı bundan farklı olmalıdır:

“Oruç, Ramazan ayının her günü ekvator ve sıcak ülkelerde fecir­den guruba; yeryüzünün kırkbeşinci enlem dairesinden uzak bölge­lerinde, kirkbeşinci derecedekilerin tuttuğu zamana eşit bir zaman kadar, mükellefin kendini yemekten, içmekten ve cinsî birleşme yapmaktan  alıkoymasıdır.” [564]

Oruç kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de dokuz yerde geçmektedir. [565] Oruç tutmaya veya -dilimizde olduğu gibi, orucun başlama vaktine İmsak, oruç tutmamaya veya- dilimizde olduğu gibi- orucu bozma vaktine İftar denmektedir.

Kısacası, doktorun tavsiyesine göre veya mecbur oldukları için -disiplin veya başka bir sebeple- oruç tutanlar, bu pratiğe bağlı maddî faydalardan yararlanırlar. Fakat,, buna hiçbir ruhî niyeti katmayanlar, manevî mükafatından istifade edemezler. Müslü­manlar Allah’ın emirlerine uymak niyetiyle oruç tutarlar. Şu halde müslümanlar, takvayla hareket ederler ve bu yüzden mükâfat­lanırlar. Aynı zamanda, amellerinin fizikî ve maddî faydalarını da kaybetmezler.

 

2- Orucun Temeli: [566]

 

Oruçların Sebebi:

 

Farz Oruçlar:

 

(a) Ramazan orucunun sebebi, bu ayın gelmesi veya Ramazan günlerine yetişmektir. Ramazan ayı gelince   gerekli  şartları taşıyanlar oruç tutmakla mükelleftirler.

(b) Ramazan orucunun kazasının sebebi de, aynı şekilde Ra­mazan günlerine yetişmektir.

(c) Keffaret oruçlarının sebebi, isyan eseri olarak bir suçu işleyip affını sağlamak isteğidir.

 

Vacip Oruçlar:

 

(a) Adak orucunun ve oruca yemin etmek dolayısıyla tutula­cak orucun sebebi, yerine getirmeye dair Allah’a karşı verilen söz­dür.

(b) Bozulan nafile orucun kazasının sebebi ise, başlanmış bir ibadeti yarım bırakmayıp tamamlama gereğidir.

(c) İ’tikâf orucunun sebebi, bunun adak i’tikâfın sahih olma şartı özelliğini taşımasıdır.

 

Nafile Oruçlar:

 

Dinimizce nafile oruçların tutulmasını emreden bir delil yok­tur. Çünkü nafile ibadetler, sevap kazanma isteğiyle yapılır.

 

Hükmü Ve Delili:

 

Ramazan orucu, oruç tutmak için gerekli şartları taşıyanlara farz-ı ‘ayn’dır. Oruç, hicretten birbuçuk yıl sonra Şaban ayının onuncu günü farz kılındı. Farz olduğu Kitap, Sünnet ve İcmayla sa­bittir:

“Ey İman Edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye, size sayılı günlerde farz kılındı, içinizden hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar, bir fakiri doyuracak kadar fidye verir. Kim gönülden iyilik yaparsa, o iyilik kendisinedir. Oruç tutmanız -eğer bilseniz- sizin için daha hayırlıdır. Ramazan -ki onda Kur’an insanlara yol göstererek, yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak- indirildi. Sizden bu aya yetişen oruç tutsun.” [567]

“İslâm Dini, beş temel üzerine kurulmuştur:

1) Kelime-i şehâdet,

2) Namaz kılmak,

3) Zekat vermek,

4) Haccetmek,

5) Oruç tutmak.” [568]

Orucun farz kılınmasından beri emredildikleri gibi oruç tu­tan müslümanlar, bir icmaı ümmet meydana getirmişlerdir. [569]

 

3- Orucun Amaçları Ve Fonksiyonları: [570]

 

Oruç, herşeyden önce, Allah rızası için tutulur. Mutlak Hakîm olan Allah’ın kullarına emrettiklerinde, hiç şüphesiz gerek fert, gerekse toplumla ilgili birçok fayda vardır, ibadetler yerine ge­tirilirken katlanılan mahrumiyetler, Allah’a kullukta ruhî bir di­siplin içindir. Bu sebeple, oruç tutmak da fert ve toplum hayatıyla ilgili bazı faydalar ve bayatın çeşitli güçlüklerine karşı hazırlık sağlar:

(a) İbadetlerde de -diğer bütün hal ve hareketlerde olduğu gibi- niyet çok önemlidir: Kasıtlı olarak adam öldürmenin bütün mede­niyetler tarafından nefretle karşılandığını ve bütün dinlerin katili cehenneme mahkûm ettiğini,  suçsuz yere mağduren öldürülenin, şehidin cenneti kazanacağını herkes biliyor.  Yine herkes, meşru bir  sebepten dolayı  mütecavize  karşı  müdafanın  da  bir  vazife olduğunu biliyor. Bir mütecavizi öldüren kimse, dünyada ve cen­nette bütün mükâfatlara müstehak bir kahraman olarak itibar gö­rür. Bu iki adam öldürme hadisesi arasındaki fark, sadece niyette değil midir? Aynı şekilde, eğer doktorun tavsiyesine göre yemeden içmeden çekinilirse,  bu,  sırf Allah’ın emirlerine itaat veya  O’na ibadet için yemeyi içmeyi terketmiş gibi bir amel sayılmaz. Allah, bizim yaratıcımız, dinimizin koyucusudur. O, bizi öldükten sonra huzuruna kabul edecek, bizden bu dünyadaki yaptıklarımızdan he­sap soracaktır.

Bir kimse, Allah’ın emirlerinin bütün sırlarını anlamamış olsa dahi, O’na itaat ederse, afvına mazhar olur. Bir din ve bir va­hiy kanunuyla emredilen oruç ibadeti, kendisiyle ilahî afvı beraber sürükler. Bu dünyada ve ahirette hangi fayda Allah’ın ebedî afvını geçebilir? Maddî sebepler, gösteriş veya diğer benzeri duygular, ni­yetin saflığını giderir. Şu halde orucumuz, yalnızca ve ancak Allah rızası ve emirlerine uymak için yerine getirilmiş olmalıdır.

(b) Denemeler,  âmâ kimselerin çoğu kez gören kimselerin hafızasından daha iyi bir hafızaya sahip olduğunu ve bazı duygu­larının tam olarak görme duyusundan  istifade edenlerden  daha kuvvetli teşekkül ettiğini gösterir. Başka bir deyişle, eğer bazı kabi­liyetler kullanılmaksızın durursa, bunlar başka bir şekilde diğer kabiliyetleri   takviyeye   yardım   edebilir.   Bu,   ruh   ile   beden arasındaki ilgilerde de aynıdır: Budanan bir ağacın daha çok yaprak ve meyva vermesi gibi, beden zayıflatılırken ruh takviye edilmiş olur. Kötülük karşısında tahrik edilmiş olan nefis, oruç tu­tulduğu zaman şeytanın iğvalarma daha çok mukavemet eder. Diğer taraftan oruç, Allah’ı daha fazla düşünmeye, daha fazla iyi­lik yapmaya ve Mevlâya itaat hazzını tattırmaya sevkeder.

(c) Öğrenciler, eğitim döneminde  aylarca devamlı çalışırlar, sonra yaz tatiline girerler. İşçiler, altı gün çalışır, yedinci günü boş ve istirahatla geçirirler. İnsanlar bütün gün boyunca bedenî ve ruhî çabalarını harcarlar, gece uyuyup istirahatten sonra ertesi günü için kuvvetleri yenilenir.

(d) Vahşî hayvanlar dahi oruç tutarlar: Kar yağdığı zaman hiçbir yiyecek madde bulamazlar; bu halde inlerine çekilirler ve hiçbir gıda almadan aylarca uyurlar. Bu kış orucu sonunda ilkba­harın gelmesiyle canlanırlar, daha kuvvetli ve güzel olurlar. Msl. kuşlar yeni tüyler kazanırlar. Ağaçlar bakımından da durum aynıdır: Sonbaharın yapraklarını tamamen dökerler; kış boyunca uyurlar ve hiçbir gıda almazlar. İlkbahar gelince yeni bir canlılık kazanırlar,  yeni yapraklar, yeni çiçekler ve  meyvalar sağlarlar. Bunların hepsi oruçları sayesindedir.

Böylece soğuk iklim şartlarında oruç tutmanın, sağlık şartlarına aykırı olduğunu söylemenin bir safsata olduğu ortaya çıkar. Bütün hayvanî organlar gibi şüphesiz sindirim cihazı da dinlenmeye muhtaçtır. Oruç bu dinlenme için yegâne makul usûl­dür. Son zamanlarda bütün Avrupa ülkelerinde bilhassa mazinin rahatsızlıklarını fizikî kapasiteye göre kısa veya uzun vadeli oruç tutturma yoluyla tedavi eden bir tıp ekolü ortaya çıkmıştır.

Makineler ve âletler de istirahate muhtaçtır. Biz bu durumu otomobiller, lokomotifler, uçaklar vb. için de müşahade ediyoruz. Bu sebeple, midenin ve sindirim organlarının da istirahate ihtiyacı ol­duklarını söylemek akla uygun değil midir?

(e) Oruç tutmak alışkanlığı, askerî yönden de birçok faydalar sağlar: Askerler, kuşatma ve harbin diğer durumlarında yiyecek ve içecek maddelerinin mahrumiyetlerine katlanmak ve müdafaa vazifelerine devam etmek zorundadırlar. Bütün Ramazan ayında oruç tutmak alışkanlığına sahip ve geceleri teravih namazına kendini  alıştıranlar, elbette  bu  idmanları yapmamış  olan  askerden daha iyi bu felâketlere karşı koymaya kendini hazırlamıştır. Bu sebeple, askerlerini Ramazan’da oruç tutmaktan alıkoyan bir âmir veya kumandan en ahmak adam olacaktır. Bırakın askerleri biz­zat  siviller  bile  grev  durumlarında  bu  pratiğin  alışkanlığından faydalanabilirler. Çünkü devrimizde çoğu zaman yiyecek satıcılarının,  su  işçilerinin  ve  başka satıcılarının   grevleriolağandır.  Yirmidört  saat  sokağa  çıkma  yasağı ve ışık yakma yasağı hiç de istisna olaylardan değildir.

Napolyon’un gıptayla şu sözleri söylediği nakledilir:

“Şayet ordum Türkler’den kurulu olsaydı, kısa zamanda dünyayı fethe­derdim, zira onlar açlık ve susuzluğa tahammül göstermelerinden ayrı, her zamanki gibi de döğüşürler.”

(f) Sufiler, hayvani tabiatın galeyanının insan ruhunun ke­male ermesine engel olduğuna dikkati çekinişlerdir. Bedeni, ruha tabi kılmak için, bedenin kuvvetini kırmak ve ruhunkini çoğaltmak zarurîdir. Bu konuda hiçbir şey açlık, susuzluk, hayvanı arzulardan vazgeçmek, dilin ve kalbin ve diğer organların kon­trolü kadar tesirli değildir. Ferdî olarak kemale ermenin işaretlerinden biri de, hayvanı tabiatın akla ve ruha uymasıdır. İnsan tabiatı zaman zaman isyan eder, diğer zamanlardaki tutumu bir uyma halidir, bu itibarla bir kimsenin hayvanî arzularına gem vurmak için şartlarına riayet ederek oruç tutmak gibi bir ibadete ihtiyacı vardır. Bir kimse günah işlerse oruç tutarak keffaret ve ri­yazetle teselli vesilesi bulur ve ruhunu tasfiye eder. Ayrıca, yeme­mek içmemek meleklerin şanındandır. Bu rejimi kendi kendine yüklenmekle insan gittikçe kendini meleklere benzetir.  .

 

4- Orucun Tarihçesi: [571]

 

Cahiliye çağında Arap yarımadasında yahudiler ve hanifler oruç tutmaktaydılar. Araplar da bu orucu tutardı, bunun yanında onlar Recep ve Mudar aylarında oruç tutarlardı. Kureyşlilerin, işledikleri günaha keffaret olmak veya atlattıkları bir kıtlık tehli­kesine karşı şükran borcunu ödemek için oruç tuttukları da nakle­dilir.

Oruç âyeti inmezden önce Hz. Peygamber, yahudilerin aşura günü oruç tuttuklarını gören müslümanlara Muharrem’in doku­zuncu ve onuncu günleri oruç tutmalarını emretmiş ve kendisi de bizzat tutmuştur. Daha sonra gelen âyetlerle, oruç, Ramazan ayına mahsus kılınmıştır. Bu âyetin gelişi, hicretin ikinci yılının Şaban ayına rastlar.

İlk oruç âyeti inince müslümanlar oruca, yahudilerin yaptığı gibi, güneş battıktan sonra başlıyor ve ertesi gün, gün batana kadar yirmidört saat gece ve gündüz devam ediyorlardı. Daha sonra inen Bakara: 2/187 âyeti, orucu yalnız gündüze mahsus kılmıştır.

İslâmiyet oruçla ilgili bir takım yenilikler getirmiştir:

1) Mükellefler ve İstisnalar Açısından:

(a) Oruç, kendisine tâbi olanlardan belirli zümreye mahsus kılınmamıştır. Msl. Hindularda, Brehmen  olmayanlar için oruç zaruri değildir. Parsiler, Zerdüşler’de oruç yalnız önderlere ve din adamlarına farzdır, Yunanlılarda yalnız kadınlar oruç tutar.

(b) İslâm’dan başka umumiyetle bütün diğer dinlerde güneş yılı muteberdir, bu sebeple de oruç mevsiminin değişmesine imkân yoktur,  mevsimin sıcaklığı-soğukluğu,  günlerin uzunluğu-kısalığı sözkonusu değildir,   çeşitli  memleketlerde,  onların  vaziyetlerine göre, oruç, ya çok kolay, yahut çok güç olur. İslâm’da ise oruç kamerî takvim esaslarına göre tutulur. Böylece, mevsimler değiştiği gibi,  günler de  uzunluk-kısalık bakımından değişir. Her memle­kette, her yerde, her mevsime rastlar. Bunun için de, bazan güç, bazan da kolay olur. Böylelikle, insanlar arasında bir dereceye kadar eşitlik sağlanmış olur.

(c) Diğer dinler pek fazla istisna tanımazlarken,  İslâmiyet belli şartlarda orucu geçici olarak düşürür.

2) Vakit Açısından:

Haddizatında eski dinlerin ekserisinde oruç günleri, başlangıç ve bitiş itibarıyla kesin olarak tayin ve tespit edilmemiştir. Eski dinlerde oruç hakkında bağlayıcı ve disipline edilmiş kesin hükümlerin bulunmadığı da söylenebilir. Bu bakımdan, çoğu kere, oruç tutulacak günlerin tespiti ve oruç tutula­cak gün sayısı, fertlerin inisiyatifine bırakılmıştır. Bundan dolayı da, bazı eski dinlerde, bazı yiyecek maddelerini kısmen yeme, bazılarını da yememek şeklinde bir tespitin olmayışı, ferdin is­tediği gibi. davranmasına yol açmıştır. Eski dinlerin bazılarında oruç günlerinin bütün bir seneye dağıtıldığı görülmüştür, bu türlü bir tatbikatın istenilen nefis tezkiyesini sağlayamayacağı ise tabiî­dir. İslâm ise, gerek senenin belli zamanında ve gerekse günün belli anlarında tutulacak vakti belirlemiştir.

3) Yasaklar Açısından:

Oruçlu bulunulan ânın dışında yeme, içme ve birleşme müslümanlıkta serbesttir, diğer dinlerde ise bu konuyla ilgili çeşitli in­san tabiatına aykırı hükümler bulunmaktadır.

 

2. BÖLÜM ORUCUN UNSURLARI

 

3. Orucun Tarafları:

 

Orucun tarafları, oruç alacaklısı ve oruç mükellefidir. Halis Allah hakkı kabul edilen orucu farz kılma yetkisi Yüce Allah’ındır. [572]

 

1- Oruç Mükellefi:

 

Bu  konuyu, oruç mükellefi  olma şartları ve oruç mükellefliğinin düşmesi başlıkları altında inceleyebiliriz:

 

Oruç Mükellefi (Orucun Farz) Olma Şartları: [573]

 

Oruç   mükellefi olmak için,  teklifin genel şartlarının yanısıra, oruçla ilgili özel şartları da taşımak gerekir:

 

Teklifin Genel Şartları:

 

İslam:

 

(a) ÜM’e göre, oruç tutmak için,  müslüman olmak şarttır. Müslüman olmayanlara oruç farz olmadığı gibi, tuttukları oruçlar da sahih değildir. Çünkü oruç bazı özellikler taşır. Bu sebeple, on­ların tuttuğu oruç, İslâm   Dini’nin istediği manada bir oruç değildir. Ayrıca, kâfirler öncelikle imanla  mükelleftirler.  Oruç gibi,   dinin   imana göre ikinci plandaki konularından sorumlu değildirler.

(b) Maliki Mezhebine göre, orucun farz olması için müslüman olmak şart değildir.

Namaz kılmayanları kâfir kabul eden görüşe göre, böylelerinin oruç tutmaları da sahih değildir. Çoğunluğa göre ise, namazayrı, oruç ayrı bir ibadettir; ama, imanı tam ve olgun mü’min, bü­tün ibadetlerini gereği gibi yerine getirir.

Mürted, tevbe edip İslâm’a dönerse, irtidat günlerindeki oruç­tan sorumlu olmaz. Çünkü, doğduğu günden beri kâfirmiş gibi ka­bul edilir.

 

Akıl:

 

Orucun farz olmasının ikinci şartı, akıllı olmaktır. Çünkü, İslam Dini’nin bütün emirleri akıllılar içindir.

 

Buluğ:

 

Oruç, ergenlik çağına ulaşanlara farz olur. Mümeyyiz de olsa çocuklar oruç tutmakla mükellef değildir; ancak küçük yaşlardan itibaren oruç tutma alışkanlığı ve sevgisi onların gönüllerine yerleştirilmelidir. Zira, alışkanlık kazanmayanlar için oruç ileriki yıllarda ağır bir yük gibidir. Çocuklar oruç tutunca, bu oruç sahih olur.

 

Oruçla İlgili Şartlar:

 

Hissen Ve Şer’an Kudret:

 

(a) ÜM’e göre, hissen ve şer’an kudreti olmayanlara oruç farz değildir.:

(1) Şafiî Mezhebine göre âdet gören veya lohusa olan kadınlarla yaşlılara ve iyileşmesi umulmayan hastalara oruç farz  değildir.

(2) Malikî Mezhebine göre, oruç tutmaktan âciz kalanlara oruç tutmak farz değildir.

(3) Hanbelî  Mezhebine  göre, yaşlılarla  iyileşmesi  umul­mayan hastalara oruç farz değildir.

(b) Hanefî Mezhebine göre, orucun farz olması için hissen ve şer’an kudret sahibi olma şeklinde herhangi bir şart aranmaz. Bu­nun yerine, sıhhatli olma şeklindeki şart aranır. Çünkü oruç tut­mak sağlıklı insanlar için farzdır. Yalnız hastalık, imanlı,  müte­hassıs  ve   güvenilir   doktor  veya  mükellefin  kendisi   tarafından ciddî olarak  nitelendirilmelidir.

 

İkamet:

 

Hanefî ve Caferi Mezheplerine göre, orucun farz olması için, mukim olmak şarttır. Oruç, yolcu olmayıp mukim olanların tut­makla mükellef oldukları bir ibadettir.

 

Şartlar

Hanefî

Safîî

Malikî

 

İslam

Şart

Şart

 

 

Akıl

Şart

Şart

Şart

 

Büluâ

Şart

Şart

Şart

 

Ramazan’ın   Gelmesi

 

 

Şart

 

Hissen ve Şer’an Kudret

 

Şart

Şart

 

İkamet

Şart

 

 

 

Tablo 57: Orucun Farz Olma Şartları

 

Oruç Mükellefliğinin Düşmesi:

 

Oruç mükellefliği bazı özürlerle büsbütün, bazılarıyla geçici olarak düşer:

 

Orucu Düşüren Özürler:

 

Orucun Terkini (Büsbütün Düşmesi):

 

Oruç; kazaya vakit ve imkân bulamama, ölüm ve aklî denge­nin bozulması hallerinde büsbütün düşer.

 

I. Kazaya Vakit Ve İmkân Bulamamak: [574]

 

Aşağıda  incelenecek olan  yolculuk veya hastalık  sebebiyle Ramazan orucunu tutamamış olan kimse, bunu tamamen veya bir­kaç gün de olsa kaza edecek vakit bulamadan vefat edecek olsa, -eğer malı varsa- kazası gereken her gün için Hanefî Mezhebine göre, fidye verilmesini vasiyet etmesi lâzım gelir; eş-Şafiî’ye göre, vasiyet gerekmez. Bu fidye, malının üçte birinden fakirlere verilir. Ramazan orucunu kasıtlı olarak tutmayan kimseye de malı varsa vefatı halinde fidye verilmesini vasiyet etmek bir vecibe olur. Kaza edecek vakit bulamazsa bile, bu son durumdaki kişi için hüküm böyledir. Zira, kendisi için mümkün olan edayı terketmiştir. Vasi­yet bulunmadığı takdirde, fidyeyi mirasçılarının vermesigerek­mez, isterlerse kendi mallarından verebilirler. Mirasçılar veya başkaları, ölü adına orucu kaza edemezler. Çünkü, bedenî ibadet­lerde niyabet geçerli değildir; ancak tuttukları orucun sevabını on­lara  bağışlayabilirler.

eş-Şafiî’ye göre, böyle bir kimsenin terekesinin tamamından kazaya kalmış oruçlarının fidyesi verilir. Kendisi vasiyet etmiş olsun olmasın durum değişmez. Böyle bir kimse adına velisi oruç tutabilir. Tutulmayan oruçlardan dolayı fidye verilmesi, Ramazan orucuyla bunun kazasına ve adak oruçlarına mahsustur. Yemin vekati keffaretleri için lâzım gelen oruçları tutmaktan âciz kalan kimsenin daha hayattayken fidye vermesi caiz değildir. Fakat bu­nun için vasiyet etmesi caizdir.

 

II. Ölüm:

 

Ölüm  sonrasında fiilen  oruç  tutmak ve  mükelleflik  sözkonusu olmadığından oruç otomatikman düşmüş olur.

 

III. Aklî Dengenin Bozulması: [575]

 

a) Hanefî Mezhebine  göre,  Ramazan  ayında aklî  dengenin bozulması halinde, şu hükümler uygulanır:

(a) Bu durum, bütün Ramazan’ı veya son gün zevale kadarki zamanı içine alırsa geçen günler sonradan kaza edilmez.

(b) Aynı durum, belirli günlerde olup daha sonra düzelince, tutulamayan günler kaza edilir.

b) Şafiî Mezhebine göre,  bu duruma kişinin kendisi sebep olursa, kaza gerekir; fakat aklî dengenin bozulması kendiliğinden meydana gelecek olursa,  orucu bozduğu günün kazası gerekmez. Bu, ister bütün Ramazan, ister bir gün olsun hüküm aynıdır.

c) Malikî Mezhebine göre, cinnet, bütün bir gün sürerse kaza gerekir, yarım gün ve daha az olunca da kaza gerekir. Bir tam gün veya günün büyük bir kısmında -ister öncesinde kurtulsun, ister kurtulmasın-  delirdiğinde ona kaza gerekir.  Eğer günün yarısını veya yarısından azını delirir ve böyle geçirirse, her iki durumda da günün öncesinde kurtulmazsa,  ona.yine kaza gerekir.  Fakat böyle olmazsa, kaza gerekmez.

d) Hanbelî Mezhebine göre, cinnet, tam bir gün sürerse kaza gerekmez; fakat bir günden az olunca kaza gerekir. Bazı imamlar, oruçlarını daha sonra kaza ederler.

Ramazan’m başından sonuna kadar baygın bir halde bu­lunmuş olan kimse, daha sonra ayılmca, orucu kaza etmekle mü­kelleftir. Haddizatında, bu nadirdir; bu sebeple ruhsata tâbi olmaz.

e) Caferî Mezhebine göre, deli ve baygın, mazeretli zaman­larının orucunu kaza etmezler.

 

Geçici Düşme (Oruç Bozma Ve Tutmama Özürleri):

 

Özürsüz yere oruç bozmak günahtır ve cezası, kaza veya keffarettir. İslâm  Dini   -bir  kısmını  daha  önce  ele   aldığımız  gibi-çeşitli ibadet kolaylıklarını oruçta da geçerli kılmıştır.  Ramazanda başlanan bir orucu bozmayı veya hiç oruç tutmamayı vacip veya mubah kılan çeşitli özürleri inceleyelim:

 

                                                                         Oruç Mükellefleri

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------                        

Oruç Farz Olanlar                       Oruç veya İftar Caiz Olanlar     İftar Caiz Olanlar            İftar Farz Olanlar

1. Mukim, sağlam ve Kudretli   1. Hasta                                     1. Şiddetli Açlık veya      (Kalkması Umulma­yan

                                                     2. Yolcu                                   susuzlukla karşılaşanlar    Sebeple Oruç Ağır

                                                                                                      2. Savaştakiler                   Gelenler):

                                                                             3. Ağır İşte Çalışanlar      1. Hamile ve

                                                                             4. Ziyafet hali                    Emzikliler

                                                                             (Nafile Oruç İçin)             2. Mükreh

                                                                                                                                                 3. Yokolma haliyle

                                                                                                             kar­şılaşanlar

                                                                                                                                                 4. Adetli veya

                                                                                                                                                  Lohusalar

                                                                                                                                                  5. Yaşlılar

                                                                                                                                                  6. Müzmin Hasta

 

Oruç, Kaza, Fidye, İftar

Oruç veya İftar İşlemi Kazaİftar

Şema 42: Oruç Mükellefleri

 

I. Oruç Tutmamayı Vacip Kılan Özürler:

 

Aşağıda sayılacak özürler, orucun bozulmasını, ve tutulmamasını vacip kılar, bu durumda oruç tutulması haram olur:

 

A. Yok Olma Korkusu: [576]

 

Hastalık  veya   başka   bir   sebeple   kendisinin   veya   bir   or­ganının, ya da hayatını sürdürebilmesinin ortadan kalkma ve yokolma korkusu bulununca, oruç tutmak haram olur. Bu durumda orucun derhal bozulması vacip hale gelir. Bu oruç, daha sonra DM’in ortak görüşüyle kaza edilir. Çünkü kişi kendisini kendi eliyle tehlikeye atmayacaktır. [577]

 

B. Âdet Görme Ve Lohusalık: [578]

 

Aylık âdetini görmeye başlayan veya lohusa olan kadının oruç tutması haram olduğundan, derhal orucunu bozması gerekir. Çünkü, zaten tutacağı oruç bâtıl olacaktır. Daha sonra durumu düze­lince, ÜM’e göre orucunu kaza etmesi gerekir; ancak âdet günü zannederek orucunu bozan kadın keffaret öder. Şafiî Mezhebine göre, esasen kendisine oruç farz olmadığından kazası gerekmez.

Vücuda zarar vermediği takdirde kadınların aybaşı erteleme hapı kullanarak Ramazan orucu tutmalarında bir sakınca yoktur.

 

C. İkrah Hali: [579]

 

Ölüm veya yaralama, ya da başka bir şekildeki korkulu teh­ditle ve zorlamayla orucunu bozması istenen sağlıklı ve yolcu ol­mayan kimsenin bu durumda orucunu bozması, DM’in ortak görüşüyle vaciptir. Karşı konur, ölüm olayı meydana gelirse, oruçlu büyük sevap kazanmış olur. Fakat, hasta ve yolcular, bu durumda sevap kazanmış değil, günaha girmiş olur. Zira onlar, oruç tutup tutmamakta zaten serbesttir.

 

II. Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Özürler:

 

Bir takım özürler, orucun tamamen düşmesini değil de devam ettikleri sürece tutulmasını mubah kılar:

 

A. Hastalık: [580]

 

a) Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Hastalık:

(a) DM’e göre, orucun şartları bölümünde ele alındığı gibi, hastalanan veya iyileşmesinin gecikmesinden, ya da başka bir zarardan korkan kimse orucunu bozabilir. Hatta, tehlikeli olduğunu bile bile oruç tutmak mekruhtur. Hastalığın tehlikeli bir hal alacağı tecrübe, emare ve belirtilerle birlikte, güvenilir bir doktorun teşhisiyle bilinir. Sağlam bir kimse de oruç tutunca ağır  bir hastalığın veya  başlangıcının  gelmesinden  korkarsa,orucunu bozabilir ve tutmayabilir. Fakat, basit rahatsızlıkları bahane ederek oruç tutmamak asla doğru değildir. Bunun içindir ki, İslâm Diniyle alay e,den doktorun tavsiyesi veya küçüksünüz, öğrencisiniz gibi asılsız ve tutarsız aldatmaca ve gerekçelerle oruç bazı anlayışsızlara uyularak bozulmaz ve sonraya bırakılmaz.

(b) el-Esamm ve onun görüşün d ekil ere göre, bu ruhsat, oruç tutunca güçlük ve zorluğa düşecek hastalara mahsustur.

(c) Zahirî Mezhebine, Atâ ve İbn Sirin’e göre, oruç tutma­mayı mubah kılan hastalık için herhangi bir ölçü yoktur. En ba­sit rahatsızlıklar,  msl.  parmak ağrısı bile  oruç tutmamak için bir sebeptir.

b) Hastanın Oruç Tutması:

(a) Cumhur’a göre,  hastalar oruç tutarsa, bu, Ramazan orucu yerine geçer.

(b) Zahirî Mezhebine göre, -nassa aykırı olacağından- bu, Ramazan orucu için geçerli değildir.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, yukarıdaki gibi hastalık ma­zeretine dayanarak oruç tutmak mekruh, orucu bozmak sünnet­tir.

c) Hastalıkta Tutulmayan Orucun Durumu:

Hastalık halinde tutulmayan oruçlar, daha sonra kaza edilir mi?

(a) Hanefî Mezhebine göre, hastalık halinde tutulamayan oruçlar, daha sonra kaza edilir; iyileşme ümidi yoksa fidye öde­nir. İyileşme ümidi olan hastalar, fidye ödemezler. Aynı şekilde, önce iyileşmesi ümid edilmseyip  fidye verilen, fakat sonradan iyileşen mükelleflerin sonradan oruçlarını kaza etmesi gerekir.

(b) Şafiî Mezhebine göre, yaşlılık ve iyileşmesi ümid edil­meyen hastalıktan  dolayı oruç tutamayan kimseye, hem oruç farz değildir, hem de daha sonra bu orucu kaza etmek gerekmez. Fakat, iyileşmesi umulmayan   hastalıktan  kurtulma imkânı olunca, orucun kaza edilmesi gerekir.

(c) Hanbelî Mezhebine göre, yaşlılık veya iyileşme ümidi olmayan hastalık dolayısıyla oruç  tutmayanlara fidye gerekir. Fidye ödendikten sonra iyileşince orucun kazası gerekmez; ödenmeden iyileşince kaza gerekir.

 

B. Yolculuk: [581]

 

a) Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Yolculuk:

(a) DM’e göre, yolculukta oruç bozmanın ve tutmamanın mubah olması için iki şart vardır:

1) Yoculuk yapılan yerin kasru’s-salâta elverişli olması,

2) Yolculuğa fecri sadığın doğuşundan önce başlamak. Bu vakitten sonra başlanan yolculukta orucu tamamlamak gerekir. Şafiî Mezhebi  bunlara bir üçüncüsünü ekler: Yol­culuğa çıkan kimsenin devamlı seferî olmaması; devamlı seferî olanlara -güç gelmedikçe- oruç bozmak haramdır. Ahmed b. Hanbel ve İshak b.   Râheveyh,  oruca başladıktan sonra yokluğa başlayanın da orucunu bozabileceğini savunur.

(b) el-Esamm ve onun görüşündekilere göre, bu ruhsat, oruç tutunca güçlük ve zorluğa düşecek bütün yolculara mahsustur.

(c) Zahiri Mezhebine, Atâ ve İbn Sirin’e göre, oruç tutma­mayı mubah kılan yolculuk için herhangi bir ölçü yoktur. En ba­sit yolculuklar bile, oruç tutmamak için bir sebeptir,

(d) Sahabe’nin çoğunluğuna ve hukukçuların Cumhur’una göre, yolculuk -ister  Ramazan’dan önce, isterse   Ramazan’da başlasın- oruç bozmak için bir mazerettir. Fakat Hz. Ali ve İbn Abbas’a ve bazı hukukçulara göre, orucun bozulmasını ve tutulmamasını   mubah  kılması için  yolculuğa Ramazan’dan   önce başlamak gerekir.

b) Yolcunun Oruç Tutması:

(a) Cumhur’a göre, yolcu dilerse oruç tutar, dilerse tutmaz; tutarsa orucu Ramazan yerine geçer, tutmazsa bu orucu daha sonra kaza eder: İslâm Dini yolculara oruç tutup tutmamakta bağlayıcı bir hüküm getirmemiştir. Bununla birlikte, kendisine bir zarar vermiyorsa tutması tavsiye edilmiştir. Hanefî ve Şafiî Mezhepleri ile Hâdeviyye’ye göre, bu durumda oruç tutmak menduptur; Maliki Mezhebine göre güçlük yoksa oruç efdaldir; Hanbelî Mezhebine ve İshak b. Râheveyn’e göre, oruç tutmak her du­rumda mekruhtur, tutmamak sünnettir; Ömer b. Abdilaziz’e göre, kişiye kolay gelen efdaldir.

Yolcunun Ramazan’da başka bir vacip oruca niyeti, Ebu Hanife’ye göre bu vacip oruç için, Ebû Yusuf ile eş-Şeybanî’ye Ramazan için geçerlidir.                                                

(b) Zahirî Mezhebine göre, yolculuk halinde oruç tutmak -âyete aykırı olacağından- esasen caiz değildir, tutmamak vacip­tir. Tutulmayan günler daha sonra kaza edilir; bu sebeple, yolcu­ların Ramazan’da tuttukları oruç bunun için geçerli değildir.

(c) Hz. Ömer ve oğlu Abdullah ile Ebu Hureyre’ye göre de, yolcunun tuttuğu oruç -âyetle daha sonra  tutulması   emredildiğinden ve Ramazan’da tutulursa vaktinden önce tutulmuş olacağından- Ramazan orucu yerine geçmez.

(d) Caferi Mezhebine göre, yolcular; mendup oruç bile tuta­mazlar. Yolculuğa zevalden önce çıkılırsa, orucu bozmak gere­kir. Zevalden sonra çıkılırsa, oruç devam ettirmelidir. Kendi ye­rine veya on gün ikamet edeceği yere zevalden önce varırsa ve bir şey de yememişse oruç tutması gerekir, aksi halde ne oruç tu­tar, ne de tutması sahih olur.

 

C. Hamile Ve Emzikli Olmak: [582]

 

a) Hanefî Mezhebi, Ebu Ubeyd, Ebu Sevr, Hz. Ali ve el-Hasenu’1-Basri’ye göre, hamile veya emzikli kadınlar, ister kendilerine, ister çocuğa oruç tutmanın zararlı olacağından korkarlarsa orucu tutmayıp daha sonra kaza ederler, fidye ödemezler. Sütanneler de bu hükümdedir. Çünkü, her iki durumda da çocuğun bakımı ve sağlığını korumak farzdır.

b) Şafiî Mezhebine göre, hamile ve emzikli kadınların oruç bozması vaciptir. Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine, îbn Ömer ve Mücahid’e göre, yalnız çocuğun zarar göreceğinden korkulursa, daha sonra hem kaza, hem fidye gerekir; diğer durumlarda fidye gerek­mez (Her durumda fidye gerekeceği görüşü de bulunmaktadır).

c) Maliki Mezhebine göre, sadece sütanneye oruç tutmayınca fidye ve kaza birlikte gerekir; diğer durumlardaysa sadece kaza gerekir.

d) İbn Abbas, İbn Ömer ve Caferî Mezhebine göre, doğumu yakın hamile ve emzikli kadınlar, oruç tutmayabilirler, oruç ye­rine fidye öderler. Bu son görüş, peşpeşe hamile kadınlar açısından önemli ölçüde kolaylık sağlar.

e) İbn Ömer ve İbn Abbas’a göre, sadece fidye öderler, kaza etmezler.

f) Bir grup hukukçuya göre, hamile olanlar kaza eder, fidye ödemez; emzikli kadın, hem kaza eder, hem de fidye öder.

g) İbn Hazm’e göre, zarar görmesi halinde oruç tutmamaları vaciptir.

h) İshak b. Raheveyh’e göre, oruç tutmayıp, fakir doyururlar bilahare kaza etmek isterlerse edebilirler.

 

D.  Şiddetli Açlık Ve Susuzluk: [583]

 

Şiddetli ve tehlikeli bir şekilde acıkan veya susayan kimse, orucunu bozup daha sonra da kaza eder. Bu durum da, hastalıktaki belirtiler gibi bilinir.

 

E. Düşkün İhtiyarlık: [584]

 

a) ÜM’e ve Caferî Mezhebine göre, bütün bir ay boyunca oruç tutmaya gücü yetmeyecek şekilde ihtiyar ve düşkün olanlar, orucu bırakıp daha sonra imkân bulunca kaza ederler. Kazaya imkân bu­lunmayınca, her gün için bir fidye verirler. Hasta olup da iyileşme ümidi olmayan kimseler de bu hükümdedir.

b) Maliki Mezhebine göre, bu gibi kimselerin fidye ödemeleri mecburi değildir; ancak müstehaptır.

 

F. Ziyafet:

 

Ziyafet vermek veya davetli olmak, yalnızca nafile oruç tu­tanlar için bir özürdür. Gündüz ziyafete çağrılan bir kimse, gitme­yince ev sahibinin kötümser olacağını anlar veya tahmin ederse, nafile orucunu bozabilir; daha sonra bunu kaza eder. Farz veya va­cip oruçlar için ziyafet hali özür değildir.

 

G. Düşmanla Savaş:

 

Düşmanla savaş halinde de oruç tutulmaz; ancak, imkân olursa tutulması uygundur. Bu şekilde tutulmayan oruç daha sonra kaza edilir. Nitekim, Mekke’nin fethi sırasında bu şekilde hareket edilmiştir.

 

H. Ağır İşçilik:

 

Rızık temini için, yahut da esir veya hapiste bulunduk­larından ağır işlerde çalışmak mecburiyetinde kalan kimseler, oruç tutarsa bir kısmı hastalanır; oruç tuttukları takdirde hastala­nacakları bilinen kimselerin durumu aynen hastalar gibidir. Aynı durumda olan diğer işçiler ise hastalanmayabilirler; fakat bunlara da oruç tutmak çok zor gelir, büyük güçlük çekerler. İşte bu du­rumda olanlar hakkında iki görüş bulunmaktadır:

a) Oruç  Tutmakla Mükelleftirler:

Hanefî Mezhebinin de içinde bulunduğu hukukçuların Cumhur’u, böyle kimselerin oruç tutmakla mükellef olduğu görüşünü benimser; güçlük ve meşakkat oruç tutmamaları için ruhsat sebebi olamaz. Bu durumda olan mükellefler, bu görüşe göre, hastalana­caklarını tahmin etseler bile, hastalanmadan iftar edemezler.

Bu gruptaki hukukçuların bir kısmı, Bakara: 2/184 âyetindeki “...oruca dayanamayanlar bir düşkünü doyuracak kadar fidye ve­rir” kısmını mensuh kabul etmişlerdir; bir kısmı da “yutîkenuhu” kelimesine “gücü yetmeyen, dayanamayan” manası vermiştir.

b) Oruç Tutmayabilirler, Fidye Öderler:

İkinci gruptaki hukukçular, bu gibi kimselerin oruç tutmayıp her gün için bir fidye ödeyebileceği görüşünü benimser. Bu grubun dayanağı, İbn Abbas’ın âyeti anladığı manadır. O’na göre, âyet mensuh değildir; orucu tutmaya gücü yetmekle beraber çok zorluk çeken kimseler, ayetin kapsamına girer ve oruç yerine fidye öder­ler. Günümüzde bazı el-Ezher uleması, bu görüşü tercih etmişlerdir. [585]

 

Özürlerin Kalkması: [586]

 

Oruç bozmayı ve tutmamayı vacip veya mubah kılan özürlerin kalkması halinde, Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre, Ramazan ayına saygı ve hürmet olsun diye günün kalan kısmını oruçluymuş gibi yasak fiillerden sakınarak geçirmek gerekir; Maliki Mezhe­bine göre, sadece ikrah ortadan kalkınca günün kalan bölümünü oruçlu geçirmek vaciptir. Şafiî Mezhebine göre, bütün özürlerin kalkmasında bu şekilde davranmak sünnettir.

Yolcu ve hastalar ile âdet gören ve lohusa olan kadın için, kendilerini oruçlu göstermek gerekmez, ancak kendilerini tanımayanlara karşı yemeleri doğru değildir. Bu gibi durumlarda, gizlice yemek uygundur.

 

2- Oruç Hukukunda Ehliyet Ve Temsil:

 

Oruç hukukunda oruçla mükellef olmak için -biraz önce de ele alındığı gibi- kişinin ehliyet şartlarını taşıması gerekir.

Oruç sırf bedenî bir ibadet olduğu için, mükellef orucu bizzat kendisi tutar. Bu konuda, kanunî veya iradî temsil geçerli değildir.

 

3- Oruç Hukukunda Sorumluluk:

 

Oruç Sorumlusu:

 

Genel Olarak: [587]

 

Orucun tutulmasından, orucun farz olma şartlarını taşıyan her mükellef bizzat sorumludur. Orucun tutulması konusunda, üçüncü kişilerin sorumluluğu yoktur.

Bununla birlikte, hukukçular, oruç borcu olduğu halde vefat edenin yerine başkasının oruç tutup tutamayacağı konusunu tartışmıştır:

a) Bir grup hukukçuya göre, hiç kimse başkası için oruç tuta­maz.

b) Bir grup hukukçuya göre, velisi onun yerine oruç tutabilir. Bu gruptaki hukukçular velisi dışındakilerin oruç tutup tutamaya­caklarını tartışmıştır:

1) Bir gruba göre, yabancı biri, velinin emriyle tutabilir.

2) Öteki gruba göre, yabancı biri, velinin emri olmaksızın kendiliğinden de oruç tutabilir. Muhammed eş-Şeybânî’ye göre, miras alan, miras bırakanın yerine oruç tutabileceğini belirtir.

c) Şafiî Mezhebine göre, hasta olup ölene, oruç farz  ol­madığından onun adına velisi fidye verir.

d) Ebu Hanife’ye ve Mâlik’e göre, mükellefin gücü yeterse oruç tutar, yetmezse fidye öder.

e) Bir grup hukukçuya göre, velisi, onun adına adak oruç­larını tutabilir, farz orucu tutamaz.

f) Bir gruba göre, vasiyet edince oruç tutulur veya fidye ödenir.

 

Oruç Fidyesi: [588]

 

Tanımı:

 

Düşkün bir şekilde ihtiyar olan veya iyileşme ümidi olmayan hastalıktan dolayı oruç tutmayanların oruca bedel olmak üzere yaptıkları malî işleme Fidye (Fidyetu’s-Savm) denir. Fidye için, el-Bakara: 2/184 âyetiyle izin verilmiştir.

İbn Abbas’a göre, bu âyet mensuh değildir; İbn Mes’ud, Muaz b. Cebel ve İbn Ömer’e göre bu ayet mensuhtur. Bu konuda selef, ihtilaf etmiş ve şu görüşler açıklanmıştır:

1) Cumhur’a göre, duyurma, yaşlılık dolayısıyla oruç tutama­yan içindir, diğerleri hakkında mensuhtur.

2) Bir gruba  göre, doyurma mensuhtur,  yaşlının  doyurma şeklinde fidye ödemesi gerekmez.

3) İbn Abbas’a göre, yaşlı ve iyileşmesi umulmayan hastalarfidye öderler.

4) Malik’e göre, doyurma fidyesi müstehaptır. [589]

Fidye, sadece Ramazan orucu, bu orucun kazası ve adak oruç­larına mahsustur.

 

Miktarı Ve Ödenmesi:

 

Fidyenin miktarı, her gün için bir fakiri doyuracak olan iki öğün yiyecek miktarıdır. Yani, bir fakir sabahlı akşamlı yiyecek şekilde doyurulmak veya bu tutarda para, ya da mal vermek sure­tiyle yerine gelmiş olur. Tutulmayan günler için, sadece bir fakire fidye verilebileceği gibi, ayrı ayrı fakirlere veya bir aileye de verilebilir.                                   

Fidye vermeye de gücü yetmeyenler, son imkân ve tercih ola­rak Allah’tan (c.c.) af ve mağfiret diler.   

 

Oruç Borcunun İntikali Veya Oruç Borcuna Halefiyet:

 

Genel Olarak:

 

Oruç borcunun intikali veya oruç borcuna halef olma, oruç mükellefinin ölümü halinde ortaya çıkabilir. Fukahanın ittifakına göre, birer bedeni ibadet olan namaz ile oruç borcu, başkasına inti­kal etmez, başkasının bu ibadetleri yerine getirmesiyle bu borçlar düşmez, mükellefin şahsî sorumluluğu devam eder. Ölünün borçtan kurtulması açısından farklı bir içtihadı savunan Ahmed b. Hanbel, Evzaî, Ebu Sevr ve Nevevî gibi hukukçular ile muhaddislerin çoğuna göre, ölünün yakınlarının, onun borçlu olduğu oruç, hac gibi ibadetleri de kaza etmesi caiz ve sahihtir. [590]

Caferî Mezhebine göre, tıpkı namaz gibi; oruçta da ölünün tu­tamadığı oruçları mutlak olarak velinin kaza etmesi gerekir. Hatta, terkedilemeyecek ihtiyata göre, isyan olarak tutmadığı oruç­larda da hüküm böyledir, yalnız bu durumda veliye orucun vacip olmayışı uzak da değildir. Konuya, sevabın ölüye ulaşması açısından da yaklaşan İslâm bilginlerinin Cumhuru, sevabını ölüye bağışlamak niyetiyle yapılan ibadetlerin sahih olduğuna ve başka âlemdekilerin bundan istifade edeceklerine hükmetmiştir.

 

Iskat-ı Savm

 

Orucun ıskatı da, namazın ıskatı gibidir. Böyle bir kavramsözkonusu değildir.

 

4. Oruç İşlemleri

 

1- Orucun Rükünleri: [591]

 

Orucun rükünlerini, genel rükünler ve özel rükünler şeklinde iki grupta inceleyebiliriz:

 

                Orucun Rükünleri

------------------------------------------

Genel Rükünler          Özel Rükün:

1. İmsak                      Niyet

2. Tutulan Günler

Şema 43: Orucun Rükünleri

 

Genel Rükünler:

 

Bu başlık altında bütün oruç çeşitleriyle ilgili rükünleri ele almak uygun düşer:

 

İmsak:

 

a) Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre, orucun rüknü, sadece imsaktir. İmsak, muftırat denen orucu bozan hal ve hareketlerden mükellefin kendini  alıkoymasıdır. Bu da Bakara: 2/187 âyetinde belirtildiği  gibi,  yenen  içilen  maddelerden ve  cinsi  birleşmeden kaçınmakla olur.

b) Şafiî ve Maliki Mezheplerine göre, orucun üç rüknü vardır:

1) İmsak,

2) Niyet,

3) Saim, yani oruçlu kimse.

Hanefî ve Hanbelî Mezhepleri, bu son ikisini orucun dışında iki şart olarak ele alır.

 

Rükünler

 

Hanefî

Şafiî

 

 

Genel Rükünler

İmsak

Rükün

Rükün

 

 

 

Tutulan Günler

Rükün

Rükün

Şart

Rükün

 

Saim

Şart

Rükün

Rükün

Şart

 

Niyet

Şart

Rükün

 

Şart

Özel Rükün

Niyet

Rüku n

Rükün

Rükün

Rükün

Tablo 58: Oruçların Rükünleri

 

Tutulan Günler (Oruçların Vakti Ve Süresi):

 

Orucun  ikinci rüknü, tutulan günlerdir ki  bunu, oruçların vakti ve süresi olarak anlayabiliriz:

 

Farz Oruçlar:

 

I. Ramazan Orucu:

 

Ramazan orucunun vaktini, genel ve özel zaman dilimlerine göre inceleyebilmemiz, daha yararlı olur:

 

A. Vakti:

 

a) Genel Olarak:

Ramazan orucunun vakti, Ramazan ayıdır. Ramazan ayı sa­dece bu orucun vaktidir; ancak, yolcuların orucu, Ramazan orucunu tutup tutmamakta serbest olduklarından, niyet ettikleri türe göredir. Şu halde, Ramazan ayında, yolcular dışında kalanların tuttukları her türlü oruç, Ramazan orucu için geçerlidir.

Ramazan’ın başlangıç ve sonu kameri aylara mahsus olan hilali görmekle tespit edilir. Bu sebeple, Ramazan ayı, kameri tak­vime göre senenin bütün mevsimlerine rastlar. Çünkü, takvim üç yüz elli beş gündür. Kamerî yıllar bu şekilde ilerlerken otuz altı se­nede bir, yeni bir yıl kazanılır. Ramazan orucu, bu takvime göre bazan yirmi dokuz, bazan ve çok defa otuz gün devam eder.

Üzerinde yaşadığımız yeryuvarlağı her yerde aynı iklime sa­hip değildir. İnsan yazın aşırı kavurucu sıcaklarında olduğu ka­dar, kışın aşırı dondurucu soğuklarında da bunalır. Sıcak ve soğuk mevsimler ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Msl. kış Mekke’de sevimli bir devredir, fakat kutupların yakınlarında (Kanada ve Kuzey Avrupa’da) hiç de böyle değildir. Yaz, kutupların çok yakınlarında en güzel mevsimdir. Ama ekvatorda ve kumlu çöllerin civarında hiç de güzel değildir. İlkbahar ılımlı bir mevsim olabilir, fakat ekvator yakınlarında birçok ülke, msl. Hindistan’ın güneyi bunu bilmezler, çünkü orada ancak üç mevsim bulunur: Kış, yaz ve yağmur mevsimleri. Diğer yandan, Kuzey Amerika’nın ilk­baharı ile Güney Amerika’nın ilkbaharı aynı aylara rastlamaz. Şu halde, sabit bir mevsim, cihanşümul bir dinde bazılarına devamlı faydalar sağlarken, diğerlerine devamlı zorluklar verecek veya bazı bölgelerde oturanlar için bir bakımdan veya başka bir sebeple rahatsız edici olacaktır. Halbuki, oruç mevsimi muntazam bir şekilde değişirse, fayda ve zorluklara nöbetleşe sahip olunacak ve hiç kimse kanun koyucusuna özür beyan edemeyecektir. Bundan başka, bu daimî devir herkesi her mevsimde oruç tutmaya alıştıracaktır.  Dondurucu bir kış veya kavurucu bir yaz boyuncayemeden içmeden kendini tutma kabiliyeti ve alışkanlığı mü’minlere sıkıntı günlerinde tahammül gücü verecektir.

Ra-me-da kökünden gelen Ramazan kelimesi, sözlükte “çok ısıtmak, güneşin kumlan çok ısıtması, günün çok sıcak olması” manalarını ifade eder. Aynı zamanda, Allah Teala’nm isimlerin­den biri olan Ramazan, üç aylar denen Recep ve Şaban aylarından sonra, Şevval ayından önce gelen ve kendisinde oruç tutmak farz olan kamerî aylardan biridir. Ramazan’ın, sözlük manasıyla da yakından ilgisi vardır; oruç ve ibadet günahları yakıp yoketmektedir.

İslâm tarihi açısından, Ramazan’ın özel bir mana ve önemi vardır:

a) İslâm’ın üzerine kurulduğu beş temelden biri olan oruç bu ayda tutulmaktadır.

b) İslâm’ın esası olan Kur’an bu aydaki kadir gecesinde dün­yaya inmiştir. Ayrıca bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesi bu ayın  içindedir.

c) Hz. Peygamber’e  (s.a.v.) peygamberlik bu ay içinde gelmiştir.

d) Müslümanların ilk zafere ulaştığı   Bedir  savaşı  bu   ay içinde yapılmıştır.

e) Ummu’1-Kura (Şehirlerin Anası,  Başkent) olan Mekke bu ayda fethedilmiştir.

f) Ramazan’ın son on günü içinde Hz. Peygamber (s.a.s.) i’tikaf yapar, ailesine de yaptırırdı.

g) Ramazan ayı içinde sevaplar ve günahlar katlı olarak ar­tar. Ramazan ayı nasuh tevbesiyle, yani bir daha günah işlememek üzere yapılan tevbeyle, oruca hazırlıkla, ibadetle, Kur’an okumakla, hal ve imkânına göre sadaka   vermekle, Allah’ın  (c.c.) haram kıldıklarından kaçınmakla, gıybet ve koğuculuktan sakınarak karşılanır. Böylece insan, âdeta melekleşerek maddî varlığını ruhî varlığının emrine sokar.  Ramazan ayı içinde bu güzel hasletler daha da kuvvetlenerek içinde binbir hatıranın ve özlemlerin saklı olduğu zaman aralığını gelecek yıllarda da karşılamak için  can atar.

Öte yandan, biraz seyahat etmiş olanlar, mevsimlerin her yerde aynı zamanda bir olmadığını bilirler: Ocak ayında sıcaklığın Arjantin’de artı kırk derece iken, Fransa’nın bazı Bölge­lerinde eksi kırk derece olduğunu radyo haber veriyor. Mevsimler, ekvatorun iki tarafında birbirinden farklıdır: Kuzey Yarım Küre­sinde kış iken Güney Yarım Küresinde yazdır. Eğer, İslâmiyet oruç tutmayı farzedelim her senenin Ocak ayında emretseydi, bu durumda,  bazı müslümanlar daima kışın, diğerleri de  daima yazınoruç tutacaklardı. İslâmiyet oruç tutmayı kışın emretseydi, bazıları Ocak’ta, diğerleri Temmuz’da oruç tutacaklardı. Bu durum, de­vamlı bir güçlük ve eksikliği gösterecekti. Ocak ayında yirmi dokuz gün Paris’te oruç tutup birkaç saat uçak yolculuğundan sonra Güney Afrika’ya gelinse, büyük karışıklık içinde kalınır. Bu devre orada oruç mevsimi olmadığı için hiçbir cami, bayram şenliği hazırlığı yapmayacaktır. Aynı şekilde aşağıdaki durumda da msl. oruç ayının olmadığı Ocak’ta Güney Afrika’da bir ay geçirmek için Aralık ayının sonunda Paris terkedilse, oruç tutmaktan mü­kellef kendini tamamen çekebilir. Şubat’ta Paris’e dönse Paris’in bulunduğu Kuzey Yarım Küresinde Temmuz oruç mevsimi ol­madığı için Güney Afrika’da veya Güney Amerika’da orucun uygu­landığı Temmuz ayında sessizce orucu ihmal etmiş olacaktır.

Başka bir deyişle, hiçbir dünya toplumu, güneş yılına dayalı olarak inananları için güçlüklere sebep olmadan oruç tutamaz. Muhtelif mevsimlerde oruç tutmak fırsatı sağlamamış olmasına rağmen güneş yılına dayalı bir oruç, mahallî bir dine uygun düşse de, muhtelif mevsimlerdeki alışkanlığını veya faydalarını böylece kaybedecektir. Şu halde, kamerî bir takvim, cemiyetin yararına daha çok aklî ve uygun gibi geliyor. Aynı zamanda bu, cihanşümul bir toplum için uygun tek çözüm yolunu teşkil eder. [592]

b) Özel Olarak:

(a) Cumhur’a göre, Ramazan orucunun herhangi bir gününde orucun  vakti, “İmsakten iftara kadar, yani  fecri    sadığın doğuşundan güneş batana kadar olan vakittir.” [593]

(b) İbn Mes’ud ve Huzeyfe’ye göre, beyaz fecirden  sonraki kırmızı  fecirden itibaren orucun vakti başlar,   bitme vakti ilk görüşle aynıdır.

Bu özel vaktin anormal bölgelerde düzenlenmesi, daha önce anormal bölgelerde namazın kılınması bölümünde de ele alındığı gibi, en yakın normal bölgeye göre olur. [594]

Hızlı yolculuklarda da orucun vakti, üzerinden aşılan ülke­lere göre değil, yolculuğun başladığı ülkeye göre düzenlenir.

 

B. Ramazan’ın Başlangıç Ve Sonunun Tespiti: [595]

 

a) Ramazan’ın Başlangıcı:

Ramazan’ın başlangıcını tespit etmek için hilali gözleme, ÜM’e göre farz,  Hanbelî Mezhebine göre menduptur.  Çünkü Hz.Peygamber (s.a.s.),

“Ramazan hilalini görmekle oruç tutunuz; Şevval hil.alini görmekle de iftar ediniz. Hava kapalıysa Şaban ayını otuza tamamlayınız.” [596] buyurmuştur. Başlangıç, havanın kapalı veya açık olma durumuna göre iki şekilde tespit edilir:

(a) Gökyüzü açık ve berrak olunca, birçok kişi tarafından gö­rülerek. Bu kişilerin sayısı, devlet tarafından tespit edilir, kesin bir rakam yoktur.

(b) Gökyüzü açık olmayıp kapalı olduğu zaman akıllı, adil, baliğ ve müslüman olan bir kişinin hilâli görmesi ile Ramazan’ın başlangıcı sabit olur.

Cumhur’a göre, ayın görülmesi herhangi bir ülkede kesinleşince -ayın doğuş yeri ve zamanının farklı olması (ihtilâfu’l-metâlî) veya ülkelerin uzaklığı dikkate alınmadan- bu Rama­zan’ın başlangıcı için yeterlidir. Şafiî ve İmamiye Mezhepleri ile İkrime, Ebu Ubeyd, Salim ve İshak’a göre birbirine yakın bölgeler aynı ru’yete, uzak bölgeler kendi görüşlerine tabidir. [597]

b) Yevmi Şek: [598]

i) Tanımı:

Şaban ayının yirmi dokuzuncu günü güneş battıktan sonra havanın bulutlu olması veya ayın gözlendiği halde görülememesi gibi sebeplerle, bu ayın son gününün Ramazan’a mı, yoksa Şaban ayına mı ait olduğu konusunda şüphe uyandıran güne Yevmi Şek (Şüpheli Gün) adı verilmektedir. Çünkü, bu günün her ikisinden bi­rine ait olma ihtimali vardır.

ii) Orucu:

Yevmi Sekte tutulan oruçlar mekruh, sünnet ve bâtıl gibi çeşitli hükümler alır;

(1) Mekruh Oruç:

Tahrimen Mekruh Olanı; Bu günün Ramazan’a ait olduğunu kesinlikle kabul ve kastederek oruç tutmak tahrimen mekruhtur. Bununla birlikte, bu günün Ramazan olduğu anlaşılırsa, oruç Ra­mazan için geçerlidir; Ramazan değilse nafiledir.

Tenzihen Mekruh Olanı: Bu günde adak orucu tutmak veya farz ile vacibin, ya da nafile ile farzın ikisi arasında bir tercih yapmayarak “Ramazan ise ona, değilse vacip veya nafile oruca” şeklinde niyet ederek oruç tutmak tenzihen mekruhtur. Vacip bir oruç tutulunca o gün Ramazansa oruç Ramazan için, değilse tutu­lan için geçerlidir.                                                                     

(2) Mendup Oruç:

Gerek itiyat haline getirilen orucun bu güne rastlaması ge­rekse nafile oruç tutmaya niyet etmekte bir sakınca yoktur. Tutulan oruç nafile olarak sahihtir.

(3) Bâtıl Oruç:

Yevmi şekte, “Ramazan ise oruçluyum, değilse oruç tutma­yacağım” diyerek oruca başlayan kimsenin bu orucu, daha sonra o günün Ramazan olduğu tespit edilmezse bâtıl olur.

Şafiî Mezhebine göre, yevmi sekte oruç tutmak haramdır. Fa­kat, adak orucu, kaza orucu veya itiyat haline gelmiş oruçların bu günde tutulmasında haramlılk sözkonusu değildir. Ramazan’ı karşılamak için bir-iki gün önceden oruç tutmak da haramdır.

Malikî ve Hanbelî Mezheplerine göre de, bu günde itiyat ha­lindeki nafile oruç tutulabilir. Malikî Mezhebine göre, itiyat haline gelmeyen nafile oruçlar için de hüküm böyledir. Hanbelî Mezhe­bine göre, itiyat haline gelmeyen nafile orucu tutmak mekruhtur. Tereddütlü şekilde oruç tutulursa veya bu günde kaza, keffaret ya da adak orucu tutulduğunda, bu günün Ramazan olduğu anlaşılırsa, oruçlar ne Ramazan, ne diğerleri için geçerlidir; daha sonra hepsi kaza edilir.

 

Oruç Türü ve Niyet

Hanefî

Şafiî

Malikî

 

Ramazan Orucu

Tahrimen mekruh.   Ra­mazan      ise onun    yerine geçer

Haram,    Ra­mazan ise sa­hih

 

 

Kaza Orucu

 

Bu oruçlar tutulduğunda Ramazan olduğu hiçbiri geçerli

  dışındakiler Hanbelî m.ne  

edilir.

 

Adak Orucu

Tenzihen mekruh,   Ra­mazansa, onun    yerine

geçer

Sahih, Rama­zansa batıl

 

 

 

 

 

olmaz,   adak kaza    edilir. göre hepsi kaza

Keffaret Oruçları

Sahih, Ramazansa batıl

 

 

Nafile Oruçlar

İtiyat

Mendup,   Ra­mazansa onun    yerine geçer

Sahih

Mendup

Mendup,   Ra­mazansa batıl

 

İtiyat   olma-yan

 

Haram

Mendup

 

Tereddütlü

Tutulan Oruç­lar

Ramazan İftar

Ramazansa sahih, değilse batıl

 

 

 

 

Ramazan, vacib        veya nafîle

Tenzihen mekruh

Şaban’sa, na­file,    Rama­zansa batıl

Mekruh,   Ra­mazansa batıl

Batıl

Tablo 59: Yevm-i Şek’te Tutulan Oruçlar

 

Yevm-i Şek’te çevredekilere duyurmaksızın oruç tutmak, bu günde oruca nasıl niyet edileceğini bilenler için efdaldir. Fakat, bu bilgilere sahip olmayanlar hakkında Televvüm denen ihtiyata ri­ayet ederek zeval vaktine kadar muftırattan, sakınıp, Ramazan olduğu anlaşılmazsa yemeye başlamaları efdaldir.

c) Ramazan’ın Sonu:

Ramazan’ın sonu da, başlangıcında olduğu gibi, ayın göz­lenmesine göre hareket edilerek tespit edilir. Şevval ayının hilali görülünce, Ramazan’a son verilerek bayram yapılır. Ramazan’ın sonunun tespiti için gözlem, yirmidokuzuncu gece yapılır.

 

II. Ramazan Orucunun Kazası:

 

Kazaya kalan Ramazan oruçları, bu ay çıktıktan sonra iste­nildiği günlerde, gününe gün kaza edilir. Yalnız, oruç tutmak ya­sak olan günlerde kaza orucu tutulmamakla birlikte yevmi şek günü kaza orucu tutulabilir.

Ramazan ayında, geçen yılın Ramazan’ma ait kaza oruçlar tutulmaz.

 

III. Keffaret Oruçları:

 

a) Oruç  keffaretinin  orucu,  bu  ay çıktıktan  sonra, iki  ay aralıksız olarak tutulur. Kazaya kalan bir gün, bu sürenin sonunda yeniden getirilir.

b) Diğer keffaret oruçları  da,  Ramazan dışında istenildiği zaman tutulabilir.

 

Vacip Oruçlar:

 

I. Adak Orucu:

 

Vakti belli olmayan adak orucunun istenilen, belli olarak adanmış orucun da belirlenmiş bu zaman içinde tutulması gerekir.

 

II. Bozulan Nafile Orucun Kazası:

 

Bozulan nafile oruç, istenildiği zaman kaza edilir.

 

III. İ’tikâf Orucu:

 

İ’tikaf orucu, bu ibadetin yapıldığı zamanda tutulur.

 

Özel Rükün; Tutulan Günler (Nafile Oruçların Rüknü)

 

Nafile oruçların vakti, tutulduğu günün özelliğine veya tut­maya niyet edilen güne göre değişir. Örnek verelim: Arefe orucu, bu gün gelmeden tutulmaz; eyyamı bîd orucu ayın ortasındaki bu günlerde tutulur.

Nafile oruçların vakitlerini,  şema üzerinde  geniş olarak ele alalım: [599]

 

                                                   Nafile Oruçların Vakitleri

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Muraggabun Fih                          Menhiyyun Anh                               Meskutun Anh

(teşvik edilen vakitler)                 (yasaklanan vakitler)                        (susulan vakitler)

1. Muttefekun Aleyh olanlar:      1. Muttefekun Aleyh olanlar:            Muraggabun Fih ve

a- Aşure Günü                             a- Bayram Günleri                             Menhiyyun Anh

b- Davud Orucu                           2. Muhtelefun Fih olanlar:                Vakitler dışında

2. MuhtelefunFih olanlar:            a- Teşrik Günleri                               kalanlar için ayet ve

a- Arefe Günü                              b- Yevmi Şek                                    hadîslerde bir bilgi yoktur;

b- Şevval’den Altı                        c- Cuma, Cumartesi G.                     bunlar hakkındaki hükmü

Gün                                               d- Şaban’ın İkinci Yarısı                  hukukçular vermiştir.

c- Eyyamı Bid                               e- Savmı Dehri

                                                      f- Ramazan’dan Hemen

                                         Sonraki Altı Gün

                                                      g- Ramazan’ı Karşılama

                                                      h- Savmı Visal i-Arefe Günü

                                                      (Haçtakiler için)

Şema 44: Nafile Oruçların Vakitleri

Bu günlerde tutulan oruçlarla ilgili hükümler orucun çeşitleri incelenirken geniş olarak ele alınacaktır.

Kaide olarak şunu da bilmeliyiz: Deyn orucu olarak nitelen­dirilen ve belli bir günde tutulması şart olmayan oruçlar, bayram ve teşrik günleri ile yevmi sekte toplam altı gün içinde tutulmaz­lar. [600]

 

2- Oruçluya Müstehab Olan Hal Ve Hareketler: [601]

 

Sahur Ve İftardaki Müstehablar:

 

a) Sahura kalkıp yemek: Sahur yemeğini imsake yakın ve fakat imsakten önce yemek gerekir. Fecrin doğup doğmadığında şüphe edilecek zamana kadar yemeği geciktirmek mekruhtur, imsakten önce yenen yemeğe Sahur, bunun yenmesine Tesahhur adı verilir.

b) İftar vakti gelince, zihnini meşgul etmemesi için, namaz­dan önce orucu bozmak.

c) İftarda hurma, tatlı veya suyla oruç bozmak. Zeytinle oruç açmak, iştah kesici ve aç karnında sakıncalı olduğundan  doğrudeğildir.

d) İftar ederken aşağıdaki dua okunur:

Allahumme leke sumtu, ve ala-rızkıke eftartu, ve aleyhe ter vekkeltu, subhaneke ve bi-hamdik, fe-tekabbel minna, inneke en-te’s-semiu’l-alim. (Allah’ım, senin için oruç tuttum, senin rızkınla orucumu açtım, sana güvendim, bizden kabul et, sen duyarsın, bi­lirsin).

 

Diğer Müstehab Davranışlar;

 

a) Gereksiz konuşma ve çekişmelerden kaçınmak.

b) Akraba ve fakirleri her zamankinden fazla gözetmek, on­lara yardımda bulunmak.

c) İlmi çalışmalar yapmak, Kur’an okumak, hiç değilse oku­nan Kur’an’ları dinlemek, meal ve tercüme okumak,   mümkün olduğu kadar salavat ve dua okumak.

d) İ’tikafa girmek.

 

3. BÖLÜM ORUCUN GEÇERLİLİĞİ

 

5. Orucun Sahih Olma Şartları:

 

Tutulan orucun sahih olması için; usûlüne göre niyet etmek, adetli ve lohusa olmamak ve vaktin müsait olması gerekir:

 

1- Niyet: [602]

 

Şart Olması:

 

a) Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre, tutulan orucun sahih olması için niyet şarttır. Çünkü, oruç bir ibadettir; ibadetler ise ni­yetsiz yapılamaz. Niyet, “kalben ve zihnen, âdet olarak değil, ibadet olarak oruç tutma şuur ve bilincidir” Niyeti dille söylemek şart ol­mayıp sünnettir.

b) Şafiî Mezhebine göre, niyet, şart değil, rükündür.

c) Malikî Mezhebine göre, niyet, hem şart, hem rükündür.

d) Hanefî hukukçu Züfer’e göre, oruç tutmak isteyen -hasta ve yolcu dışındaki- kimseler için Ramazan orucunda  niyete  ihtiyaç yoktur.

 

Oruç Türü

Hanefî

Şafiî

Malikî

Hanbelî

Farz

Oruçlar

Ramazan

Orucu

Zevalden önce, mutlak Fecri sadığa kadar ve açıktan yapılır

 

Kaza Oruçlar

Fecri sadığa kadar ve açıktan.

 

Keffaret Oruçları

Fecri sadığa kadar ve açıktan

Vacip Oruçlar

Adak Orucu

Fecri sadık ve açık

Fecri sadığa kadar ve açık

 

Bozulan   Na­file    Orucun

Kazası

Fecri sadık ve açık

Zeval ve Ser­best

Fecri sadık ve açık

Bütün Gün ve açık

 

İ’tikaf

Adak    orucu gibi

Zeval ve ser­best

Fecri sadık ve açık

Nafile Oruçlar

Zevalden önce ve açık

Fecri    sadık

ve açık

Bütün     gün serbest

Not: Hanefî M.’ne göre muayyen olmayan adak ve oruçların zevalden önce ve mutlak olarak niyet yapılar.

Tablo 60: Oruçlarda Niyet

Yapılması:

 

Ramazan orucunun niyeti ile diğer oruçların niyeti arasında bazı farklılıklar bulunmaktadır:

a) Ramazan Orucuna Niyet:

 

Niyetin Vakti:

 

Ramazan orucunda niyetin vakti, Hanefî Mezhebine göre, her gün güneş battıktan sonra başlar ve ertesi günün yansından az ön­cesine -kaba kuşluk vaktine- kadar devam eder; Şafiî Mezhebine göre, imsak vaktine kadardır. Böylece, her Ramazan gecesinde ni­yetini yapanın orucunun tam olduğunda icma oluşmuştur,

 

Niyetin Şekli:

 

a) Ramazan orucunda niyet mutlak olarak, yani “Niyet ettim oruç tutmaya” diyerek yapılabildiği gibi, “Ramazan orucunu tut­maya” cümlesi ilave edilerek de yapılabilir; hatta böylesi daha iyi­dir.

b) Ebu Hanife’ye (Hanefî Mezhebine) göre, Ramazan’da yolcu dışındaki mükelleflerin her türlü oruca niyetleri, Ramazan orucu yerine geçer; ancak, yolcuların niyeti, hangi oruca niyet edildiyse onun yerine geçer. Çünkü, yolcu esasen orucunu tutup tutmamakta serbesttir, tuttuğu orucu açıkça tespit etmesi gerekir. Ebu Yusuf veeş-Şeybani’ye göre, yolcuların Razaman’daki niyetleri -oruç türü ne olursa olsun- Ramazan orucu yerine geçer.

c) Sahura kalkmak, niyet yerine geçer. Niyet ettikten sonra imsakten az önce niyetten vazgeçmekle niyet edilmiş olmaz. Çünkü henüz orucun vakti girmemiştir. Vakti girdikten sonra ise özürsüz olarak niyetten dönülmez. Bu her türlü oruç için böyledir.

Şafiî Mezhebine göre, fecir doğunca uyanan kimsenin ken­dini yemek içmekten alıkoyması niyet yerine geçer.

d) ÜM’e göre, eş-Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre, Ramazan’da nafile oruca niyet edenin orucu, Ramazan orucu yerine geçmez. [603] Ramazan orucunda her gün için ayrı ayrı niyet yapmak gereklidir; Malikî Mezhebine göre, aralıksız tutulan her gün için niyet etmek şart değildir.

 

Diğer Oruçlarda Niyet:

 

Niyetin Vakti:

 

a) Muayyen adak oruçları ile nafile  oruçların  niyet vakti,Ramazan orucu gibidir.

b) Kaza ve keffaret oruçları ile muayyen olmayan adak oruç­ları için niyetin vakti, imsake kadardır. Bu vakitten sonraki niyet sahih değildir. Tutulan oruç nafile yerine geçer.

 

Niyetin Şekli:

 

a) Muayyen adak ve nafile oruçlar için mutlak olarak niyet yapılabilir. Fakat orucun çeşidini belirterek niyet yapmak dahaiyidir.

b) Ramazan orucunun kazası, keffaret oruçları ve muayyen olmayan adak oruçları ile diğer oruçlar için, hangi orucun tutu­lacağı açıkça belirtilerek niyet yapılır.

 

 

 

 

 

Şafiî

Malikî

Hanbelî

Teklifin Genel

Şartları

 

Şart

Şart

Şart

Şart

 

 

 

 

Şart

Şart

 

Temyiz

-

Siirt

 

Şart  

Oruçla İlgili

Şartlar

Niyet

Adet  ve  Loğusa Olmak

Şart Şart

Rükün Şart

gart Şart

Şart

 

Ramazan’ın

-

Şart

 

Vaktin   Mü-sait olması

-

Şart

Şart

 

Tablo 61: Orucun Sahih Olma Şartları

 

2- Adetli Ve Lohusa Olmamak:

 

a) Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre, aylık âdetini gören veya lohusa olan kadınlara oruç farz olup, tutmaları sahih değildir. Bu durumda, kazaya kalan oruçlar gününe gün tutulur.

b) Şafiî ve Maliki Mezheplerine göre, âdet gören veya lohusa olan kadınların orucu sahih değildir.

 

3- Vaktin Müsait Olması:

 

a) Şafiî ve  Maliki Mezheplerine göre,  orucun sahih olması için vaktin oruç tutmaya elverişli olması gerekir:  

1) Şafiî Mezhebine göre, oruç tutmak haram olan Ramazan ve Kurban bayramı günlerinde ve -ilgili yerde açıklandığı gibi- yevmi sekte oruç tutmak sahih değildir. Çünkü bu günler oruç tutmaya elverişli değildir. Kaza orucuyla, yevmi seke rastlayan oruçlar bu gün tutulabilir.

2) Malikî Mezhebine göre, sadece bayram günleri oruç tut­mak sahih değildir.

b) Hanefî ve Hanbelî Mezhepleri de, bazı günlerde (msl. Ra­mazan ve  Kurban bayramı ile teşrik günlerinde) oruç tutulama­yacağım ifade etmişlerdir; ancak, orucun sahih olma şartlarından biri olarak vaktin müsait olmasını benimsememişlerdir.

Caferî Mezhebine göre, artma veya doğma ihtimali veya kor­kusu bulunan hastalık ile namazın kısa kılınabileceği uzaklığa yolculuk halinde -hatta kuvvetli oruç bile- sahih olmaz. Ayrıca, na­file orucun sahih olması için vacip türünden oruç borcu olma­malıdır. [604]

 

4. BÖLÜM ORUCUN ÇEŞİTLERİ

 

6. Memurun Bih (Buyruk) Oruçlar

 

Bu çeşit oruçlar hüküm, belli vakti olması ve aralık veya aralıksız tutulabilmesi yönlerinden ele alınabilir; ancak konunun kolayca anlaşılması için birinciyi tercih edecek, ötekileri şemaya bırakacağız:

 

1- Farz Oruçlar:

 

Ramazan Orucu: [605]

 

Her Ramazan ayında, gerekli şartları taşıyanlara oruç tut­mak farzı ayındır.

 

Ramazan Orucunun Kazası:

 

Sayısı:

 

Ramazan orucunu zamanında tutmak farz olduğu gibi, bu süre içerisinde herhangi bir sebeple tutulamayan veya orucun bo­zulduğu gün olursa, daha sonra gününe gün kaza edilmesi de farzdır,

 

Vakti:

 

Kaza orucu, oruç tutmak mubah olan günlerde tutulur. Aşağıdaki günlerde, kaza orucu tutulmaz: [606]

 

Ramazan Günleri:

 

Ramazan günlerinde, sadece Ramazan orucu tutulur. Bu gün­lerde tutulmaya niyet edilen kaza orucu sahih olmayıp Ramazan orucu tutulmuş olur. Hanefî Mezhebine göre durum böyleyken, ÜM’e göre Ramazan’da kaza orucuna niyetlenildiğinde oruç ne kaza, ne Ramazan yerine geçer, nafileye dönüşür. [607]

 

Bayram Günleri:

 

Sevinç ve ziyafet günleri olan bayram günlerinde oruç tutmak mekruhtur.

 

Muayyen Adak Orucu Günleri:

 

a) ÜM’e göre muayyen, yani günü belli adak orucu günlerinde kaza orucu tutulmaz; ancak, Hanbelî Mezhebine  göre, muayyen adak orucu günlerinde kaza orucu tutmakla da borç ödenmiş olur.

b) Hanefî Mezhebine göre muayyen adak orucu günlerinde kaza orucu tutulursa, adak orucu daha sonra kaza edilir.

 

Geciktirilmesi: [608]

 

a) Hanefî Mezhebine göre, oruç istenildiği zaman kaza edilir. Geciktirilmesinde bir günah yoktur. Kaza orucu olan mükellefin bunu bir an önce kaza etmesi müstehaptır.

b) ÜM’e göre, geçen yıldan kazası olan mükellefin, Ramazan günlerine kaza günleri kadar süre kalınca orucunu hemen tutması vacip olur; Şafiî Mezhebine göre, kasıtlı bozulan orucun kazası fevr­idir. Kazaya kalan oruçlar tutulmadan bir Ramazan geçerse hem kaza, hem de her gün için bir fidye gerekir; Şafiî Mezhebine göre, fidye her yıl  için  iki katına çıkar;  Maliki ve  Şafiî Mezheplerine göre, kaza orucu olan kimsenin nafile oruç tutması mekruhtur.

c) Caferi Mezhebine göre, Ramazan orucunun kazasını, ertesi Ramazan’a kadar geciktirmek caiz değildir. Bütün  Ramazan’da veya bazı günlerinde bir özür sebebiyle oruç tutulmaz ve bu özür de gelecek Ramazan’a kadar sürerse, bu sürekli bir hastalık olduğu takdirde kaza borcu düşer, her gün için buğday veya arpadan 750 gr. (bir müdd) fidye ödenir. Özür, hastalık dışında birşey -yolculuk vb.-olursa, kuvvetli olan sadece kaza gerekeceğidir. Ramazan’da oruç tutmayısın sebebi hastalık, ertelemenin sebebi ise başka bir özürolursa veya bunun tersi bir durum olursa da hüküm böyledir; ama özür özellikle yolculuk olduğunda, hem kaza ederek, hem de fidye ödeyerek ihtiyatı terketmemelidir. Ramazan ayını özür dolayısıyla oruç tutmadan geçirir, bu özür sürmezse ve başka bir özür de çıkmadan tembellik eder ertesi Ramazan’a kadar geciktirirse, her gün için bir fidye ödemesi gerekir; Ramazan orucunu kasıtlı terkte ise, her güne iki fidye ödenir.

 

Sıraya Uyulması: [609]

 

a) Cumhur’a göre, kaza oruçları toptan ve aralıksız tutulabi­leceği gibi, aralıklı olarak ayrı ayrı günlerde de tutulabilir.

b) Hz. Ali, Hz. Ömer ve Şa’bî’ye göre, hastalık ve yolculuk gibi mazeretlerle bozulan ve tutulmayan oruçlar, arka arkaya ve aralıksız kaza edilir.

c) Üçüncü gruba göre, kaza oruçlarını aralıklı tutmak gere­kir.

 

Keffaret Oruçları:

 

Herhangi bir suçu işleyen mükellefin ödemekle yükümlü olduğu cezaların maddî güce göre sıralanmasında oruç tutmak da yer almaktadır:

 

Keffaret Çeşidi

                    Ya

pılacak İşlem ve Sırası

 

 1

 

2

 

3

İbadetlerle

Oruç. K.

Köle Azadı

İki Ay Oruç

Altmış     Fakiri

İlgili K.

Halk K.

Üc Gün Oruç

 

 

 

Yemin K.

Köle Azadı

On   Fakiri   Giy­dirme  ve  doyurma

Üç Gün Oruç

Beşerî  İlişkiler­le İlgili

Zıhar K.

Köle Azadı

İki Ay Oruç

Altmış     Fakiri

 

Katl K.

Köle Azadı

İki Ay Oruç

 

Tablo 62: Keffaret Çeşitleri ve Ödenmesi

 

Oruç Keffaretinin Orucu:

 

Ramazan’da keffareti gerektiren bir halle karşılaşan mükel­lefin, Cumhur’a göre hem kaza, hem keffaret; Evza’i’ye göre sadece keffaret ödemesi gerekir: [610]

 

Niteliği:  [611]

 

Ramazan’da keffareti gerektiren bir halle karşılaşan mükel­lef, bunu üç dereceli olarak öder:

1) Köle azadı; bugünkü dünyada köle kavramı bulunmadığı için ikinci ceza uygulanır.

2) İki ay aralıksız oruç tutmak,

3) Altmış fakiri iki öğün üzerinden doyurmak.

 

I.İki Ay Oruç:

 

Bu ayların gün sayısı, kamerî takvime göre düzenlenir. He­sap sonucu, kamerî takvim sebebiyle bazan bir gün az çıkabilir. İki ay oruç tuttuktan sonra bir gün de olayın geçtiği gün için kaza orucu tutulur. Çünkü keffaret, oruç tutmamanın değil, başlanmış bir orucu bile bile bozmanın cezasıdır.

Oruç keffaretinin orucu tutulurken oruca hiç ara verilmez. Ne sebeple olursa olsun ara verilirse, tutulan nafile yerine geçer, kef­faret orucuna yeniden başlanır. Sadece aşağıdaki sebeplerle oruca ara verilebilir:

a) Ramazan’m girmesi,

b) Bayram ve hastalık günlerinin araya girmesi,

c) Kadınların aylık âdet günleri. Bu  durum icma ile iki ay orucun sürekliliğini kesmez.

Hanbelî Mezhebine göre, yolculuk gibi şer’î bir mazeretle ara verilirse, oruca yeniden başlanmaz.

Caferi Mezhebine göre, iki ay peşpeşe oruç tutmak, birinci ay sürekli tuttuktan sonra ikinci aydan bir gün tutmakla ger­çekleşebilir; Bundan sonrası, ayrı ayrı günlerde tutulabilir.

 

II. Altmış Fakiri Doyurmak:

 

Oruç tutmaya gücü yetmeyen mükellef, kendi ev halkı ve na­fakası kendisine ait olanlar dışında altmış fakiri doyurur. Bir fa­kiri doyuracak miktar, bir fidye miktarıdır. Bununla, fakir iki öğün doyurulur veya bunların karşılığı fitre miktarı olarak verilir.

Fakirler toptan doyurulabileceği gibi, ayrı ayrı da doyurulabilir.

ÜM’e ve Sevrî’ye göre bu üç cezanın ödenmesi sayılan sıraya göre yapılır. Maliki ve İmamiye (Caferi) Mezheplerine göre, mükel­lef serbesttir; fakat doyurma, azad ve oruç şeklindeki sıralamadanefdaldir; [612] Caferî Mezhebine göre, azad-oruç-doyurma sırası efdaldir, haram bir şeyle oruç bozulursa üçünü birden yapmak ihtiyattır.

Bütün bu ceza yollarından birini ödemeye imkânı olmayan kimse, ÜM’e göre, imkân bulduğu veya zengin olduğu zaman ödeme yapar; Hanbelî Mezhebi ve Evza’i’ye göre, ödemenin yapılması gerekli zamanda imkân bulunmazsa -ileride bulsa da-borç düşer.

 

Sebebin Tekrarı: [613]

 

a) Hanefî Mezhebine göre, aynı veya birkaç  Ramazan’da meydana gelen ve henüz ödenmemiş bir veya birkaç Ramazan keffareti için bir tek ödeme yapılır. Keffaret ödendikten sonra ayrı ayrı günlerde meydana gelen durumlar için yeniden ödeme yapılır; fakat aynı  gün  meydana gelen  durumlar için  -keffaret ödenmiş olsa bile- yeniden ödeme yapılmaz.

b) Şafiî ve Maliki Mezheplerine göre, keffareti gerektiren her hal ve hareket için ayrı ödeme yapılır. Aynı günde tekrar eden bir sebep için tek ödeme yeterlidir.

c) Hanbelî  Mezhebine  göre de, durum  Hanefî  Mezhebinde olduğu gibidir. Farklı olarak, aynı günde meydana   gelen   ve ödenmiş sebepten sonrası için ayrı ödeme yapılır.

d) Caferî Mezhebine göre sebebin tekranyla, keffaretin sayısı artmaz ama cinsî birleşmeden dolayı gerektiğinde her sebep için ayrı keffaret ödenmesi ihtiyattır.

 

Sebep

Hanefî

Safıî

Maliki

Hanbelî

Aynı

Tek ödeme.

Her Sebep İçin

Her Sebep İçin

 

Ramazan

Ödemeden  Sonrası

Ayrı Ödeme

Ayrı Ödeme

Tek Ödeme

 

Yeniden

 

 

 

Ayrı

Ödenmemişse

Her Ramazan

Her Ramazan

 

Ramazan

Tek Ödeme;

İçin Aynı

İçin Aynı

 

 

Ödenmişse 

Yeniden

 

Ramazandaki

Ramazandaki

 

 

 

Gibi Ödeme

Gibi Ödeme

 

 

 

Yapılır

Yapılır

 

Aynı Gün

Tek Ödeme

Tek Ödeme

Tek Ödeme

Ödeme

 

 

 

 

Yapıldıysa Yeniden

 

 

 

 

 

Tablo 63: Keffaret Sebebinin Tekrarı

 

Böylelikle, konuyu aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: [614]

a) Hukukçular, bir Ramazan’da keffareti gerektiren bir halle karşılaşıp, keffaret ödedikten sonra, yeniden  böyle bir halle karşılaşınca, mükellefin ayrıca ceza ödeyeceğinde ittifak etmişlerdir.

b) Keffareti gerektiren halle bir günde defalarca karşılaşınca, sadece bir keffaret ödeneceği konusunda da ittifak vardır.

c) Ramazan’ın bir gününde keffareti gerektiren halle karşılaşıp, henüz ödeme yapmadan bir başka gün yeniden böyle bir halle karşılaşınca:

1) Malik ve eş-Şafiî’ye göre, her gün için ayrı keffaret öde­nir.

2) Hanefî Mezhebine göre, ilki için ödeme yapılmadıysa, ikisi için birlikte keffaret ödenir.

 

Zıhar Keffaretinin Orucu:

 

Zıhar keffareti olarak tutulacak oruca ait hükümler, aynen oruç keffaretindeki gibidir. [615]

 

Halk (Hacda Tıraş) Keffareti Orucu:

 

Hac için ihrama giren kimse, herhangi bir özür sebebiyle saç­larını zamanından önce tıraş ettirirse, üç günlük oruç tutar. [616] Bu oruçta, üç günü de aralıksız tutmak şart değildir; ayrı ayrı gün­lerde de tutulabilir.

 

Katl Keffareti Orucu:

 

Bir müslümanı veya müslüman ülkede yaşayan gayri müslim vatandaşı kasıtlı olarak değil, hata sonucu öldüren kimse, önce köle azad eder, buna gücü yetmezse oruç keffaretinde olduğu gibi iki ay aralıksız oruç tutar. [617]

 

Yemin Keffareti Orucu:

 

Yeminine uymayan kimsenin, ceza olarak önce köle azadı, buna gücü yetmezse on fakiri giydirmek veya doyurmak, bunlara da gücü yetmezse üç gün aralıksız oruç tutması gerekir. [618]

Yemin keffareti orucuna, Hanefî Mezhebine göre, hiçbir şekilde ara verilmez; Şafiî Mezhebine göre, bu oruç ayrı ayrı gün­lerde de tutulabilir.

 

Temettü Ve Kıran Orucu:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, temettü ve kıran haccı yapanların tuttuğu -aralıklı ya da aralıksız- oruç da farzdır. [619]

b) Maliki Mezhebine göre, temettü ve kıran haccı yapanların kurban bulamayınca tuttukları oruç farzdır; bozulunca kazası gere­kir. [620]

Bu oruca Mut’a Orucu da denir.

 

İhramlayken Avlanma Cezasının Orucu:

 

Muhrimin avlanma sonucu ödeyeceği bedel için gerekli malîkaynak bulunmayınca, mükellef her sadaka tutarına eşit olacak şekilde, bedel ödemek yerine oruç tutar. Bu orucun tutulması farzdır.

 

2- Vacip Oruçlar

 

Adak Orucu: [621]

 

Sevindirici bir olayla karşılaşan veya önemli bir tehlikeyi at­latan kimsenin tutmayı adadığı oruç, Hanefî Mezhebine göre vacip, ÜM’e göre farz hükmünü taşır. Bu oruçların, gün belirtildiyse o günde, belirtilmediyse istenildiği gün tutulması gerekir:

a) Herhangi bir vakte kadar tutulacağı adanan orucun o vak­tin gelmesinden önce tutulması Ebu Hanife ve Ebu Yusuf a göre ca­izdir; eş-Şeybani’ye göre caiz değildir. Recep ayında tutulması ada­nan orucu, Rebiulevvel ayında tutmak bunun örneğidir.

b) “Bir sene oruç tutayım” şeklinde, mutlak olarak yapılan bir adaktan dolayı hilallere göre tam bir sene oruç tutmak gerekir. Aralıksız tutulacağı belirtilmemişse, çeşitli zamanlarda tutulabilir. Aralıksız tutulursa, otuz beş günün kazası gerekir. Bu otuzbeş gü­nün otuzu Ramazan’a, beşi de bayramlara aittir. Böyle bir adakta bulunan kadın, ayrıca âdet günlerine ait oruçları da kaza eder.

Bir sene aralıksız oruç tutulması adanmışsa, Ramazan gün­lerinin kazası gerekmez, zira seneler, hiçbir zaman Ramazan’sız olmaz.                                                                              

c) Belli bir ayda oruç tutacağını adayan kimse,  herhangi bir sebeple bu orucunu tutamazsa, Ramazan orucunda olduğu gibi, daha sonra bunu kaza eder.

d) Aralıklı tutulacağı adanan oruç, aralıksız olarak tutulabi­lir. Fakat aralıksız tutulacağı belirtilen oruç böylece tutulur. Ahmed b. Hanbel’e göre, mazeretsiz olarak bozulursa, gününe gün kaza edi­lir ve yemin keffareti ödenir. [622]

e) “Üzerime oruç vacip olsun” diye adakta bulunan kimseye, yalnız bir gün oruç tutmak gerekir. Miktarını   belirtmeksizin, “Birçok günler oruç tutayım” şeklinde adakta bulunan kimsenin, Ebu Hanife’ye göre on, Ebu Yusuf ve eş-Şeybani’ye göre yedi gün oruç tutması gerekir.

f) “Allah Teala için şu gün, msl. perşembe günü oruç tutayım” şeklinde yapılan adak, en yakın perşembe gününe ait kabul edilir. Bu sebeple, yalnız o gün oruç tutulur, her perşembe oruç tutmak ge­rekmez.

g) Oruç tutmak üzere yaptığı adaktan dolayı kendisine kaza gerekli mükellef, bu kazayı geciktirip, düşkün  bir şekilde yaşlanarak veya ağır işçilik sebebiyle tutamazsa, her gün için fidye öder. Fakirliğinden dolayı buna gücü yetmezse, Allah Teala’dan af ve mağfiret diler.

h) Adanan günlerden birinde oruç tutulmazsa, bu orucun ka­zası gerekir.

i) “Bir ay oruç tutayım” veya “İ’tikaf yapayım” şeklinde adakta bulunan kimse, henüz bir gün geçmeden vefat ederse yu­karıdaki hükümler aynen uygulanır. Fidye verilmesini vasiyet etmesi gerekir.

Fakat, hasta olduğu halde böyle bir adakta bulunan kimse, iyileşmeden vefat etse, kendisine herhangi bir şey gerekmez. Arada bir gün olsun iyileşirse, Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre bir aylık, Muhammed eş-Şeybani’ye göre yalnızca iyileştiği günler kadar fidye verilmesini vasiyet etmesi gerekir.

 

Bozulan Nafile Orucun Kazası: [623]

 

a) Hanefî Mezhebine göre, başlandıktan sonra nafile orucu bozmak tahrimen mekruhtur. Bozulunca, nafile orucun daha sonra kaza edilmesi vaciptir.

b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, bozulan ve yarım bırakılan nafile orucu kaza etmek sünnettir.

c) Malikî Mezhebine göre, nafile orucu tamamlamak ve kasıtlı olarak bozunca kaza etmek farzdır.

 

İ’tikâf Orucu: [624]

 

İ’tikaf yapmayı adayan mükellefin, bu ibadetini oruçlu ge­çirmesi -adak, i’tikafın sahih olma şartı olduğundan- uygundur. Bu oruç, Hanefî Mezhebine göre vacip; Malikî Mezhebine göre farz; Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre sünnettir.

 

Oruca Yemin Orucu:

 

Oruca yemin bir nevi adak kabul edildiğinden vacip hük­münü alır. Bu sebeple, tutulacak oruç da vacip olur.

 

Oruçlar

Hanefî

Şafiî

Maliki

Hanbelî

Memurun Bih Oruçlar

Farz Oruçlar

Ramazan O.

Farz

Farz

Farz

Farz

 

 

Ramazan O. Kazası

Farz

Farz

Fare

Farz

 

 

Keffaret O.

Farz

Farz

Farz

Farz

 

 

Temettü O.

Farz

Farz

Farz

Farz

 

 

Avlanma Cezasının O.

Farz

 

 

 

 

Vacip Oruçlar

Adak Orucu

Vacip

Farz

Farz

Farz

 

 

Bozulan Nafilenin Kazası

Vacip

Sünnet

Farz

Sünnet

 

 

İ’tikaf O.

Vacip

 

Farz

Sünnet

 

 

Oruca Yemin

Vacip

 

Farz

Farz

 

Nafile Oruçlar

Günler Açısından

Aşure Orucu

Sünnet

Mendup

Mendup

Mendup

 

 

 

Eyyamı Bid O.

Mendup

Mendup

Mendup

Mendup

 

 

 

Arefe O.

Bk. Tablo: 6£

 

 

 

Pazartesi Perşembe O.

Mendup

Mendup

Mendup

Mendup

 

 

Aylar Açısından

Şevval O.

Mendup

Mendup

Mendup

Mendup

 

 

 

Üç Aylar O.

Mendup

Mendup

Mendup

Mendup

 

 

 

Haram Aylar O.

Mendup

Mendup

Mendup

Mendup

Menhiyyun ‘Anh- Mekruh Oruçlar

Tenzihen Mekruh Oruçlar

Günler Açısından

Aşure O.

Mekruh

...

 

 

 

Nevruz-Mihrican O.

Mekruh

Mekruh

Mekruh

 

 

 

Cuma-Cumartesi O.

Mekruh

Mekruh

Mekruh

 

 

 

Şabanın İkinci Yarısında O.

Mekruh

Haram

Mekruh

Mskruh

 

 

 

Ramazanı Karşılama O.

Mekruh

Haram

 

Mekruh

 

 

Vücuda Zararı Açısından

Savmı Dehri

Mekruh

Mekruh

Haram

Mekruh

 

 

 

Savmi Visal

Mekruh

Haram

Mekruh

 

 

 

Savmı Samt

Mekruh

Mekruh

Mekruh

Mekruh

 

 

 

Yolcunun O.

Mekruh

Mekruh

...

Mekruh

 

 

 

Haçta Arefe ve Terviye O.

Bk. Tablo: 65

 

Tahrimen Mekruh Oruçlar

Bayram Günleri O.

Bk. Tablo: 66

 

 

Kadının izinsiz Nafile O.

Bk. Tablo: 67

 

 

Yevmi Şek O.

Bk. Tablo: 59

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tablo 64: Oruç Çeşitleri

 

3- Nafile Oruçlar:

 

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hadislerinde önemini ifadelen­dirdiği ve bizzat tutarak bizlere tavsiye ettiği sünnet, müstehap veya mendup da denen oruçları tutmak, bize hem sevap kazandırır, hem de sağlığımız için faydalı olur:

 

Günlere Göre Tutulan Nafile Oruçlar:

 

Aşure Orucu: [625]

 

Kamerî ayların ilki olan Muharrem’in onuncu gününü, bir gün öncesiyle, yani dokuzuncu ve onuncu günlerini veya bir gün sonrasıyla, yani onuncu ve onbirinci günlerini oruçlu geçirmek, Hanefî Mezhebine göre sünnet, ÜM’e göre menduptur. Efdal olan, dokuzuncu ve onuncu günleri birlikte tutmaktır.

 

Eyyam-ı Bîd Orucu: [626]

 

Her ay içinde üç gün oruç tutmak menduptur. Bunu eyyamı bîd denen, her ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinde yapmak müstehaptır. Malikî Mezhebine göre, bu orucu eyyamı bîde rastlat­mak mekruhtur.

 

Arefe Orucu: [627]

 

Hacda Bulunmayanlar İçin:

 

Haçta bulunmayanlara Kurban bayramının birgün öncesi olan Zilhicce’nin dokuzuncu günü oruç tutmak menduptur.

 

Hacdakiler İçin:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, hacca gidenlerin kendilerine bir zarar gelme endişesi olursa, arefe ve terviye günleri oruç tutmaları mekruhtur; zarar gelmezse müstehaptır.

b) Şafiî Mezhebine göre, haçta bulunanlar, Mekke’de ikamet eder ve oradan gündüzün Arafat’a çıkarlarsa, arefe günü oruç tut­maları caizdir.  Misafir, yani Mekke’de ikamet etmeyen hacılara oruç tutmak sünnettir.

c) Malikî Mezhebine göre, hacılara terviye ve arefe günleri oruç tutmak mekruhtur.

d) Hanbelî Mezhebine göre, vakfeyi gündüz yapmayıp gece ya­pan hacıların, arefe günü oruç tutmaları menduptur. Fakat, gündüz vakfe yapanlara oruç tutmak mekruhtur.

e) Yahya b. Saîd el-Ensarî’ye göre, hacıların arefe günü oruç tutması haramdır.

f) Şafiî’den bir nakile ve Hattâbî’ye göre, duadan alıkoymazsa oruç tutulmasında bir sakınca yoktur.

 

Hal ve Şartlar

Hanefi

Şafii.

Maliki

Hanbelî

Hacda Bulunmayanlar İçin

Mendup

Mendup

Mendup

Mendup

Hacda

Her Durumda

 

 

Mendup

 

Bulu-

Zararlı Olunca

Mekruh

 

 

 

nanlar

Mekke’de

Arafat’a Gündüz Çıkanlar

-

Evlaya aykırı

.      -

-

İçin

Oturanlar

Arafat’a Gece Çıkanlar

 

Caiz

 

-

 

Mekke’de Oturmayanlar

 

Mekruh

 

 

 

Vakfeyi Gece Yapınca

 

 

 

Mendup

 

Vakfeyi Gündüz Yapınca

 

 

 

Mekruh

Tablo 65: Arefe Günü Oruç Tutmak

 

Pazartesi-Perşembe Oruçları: [628]

 

Her haftanın pazartesi ve perşembe günlerini oruçlu geçir­mek, vücuda bir takım faydaları olduğundan menduptur.

 

Savmı Davudi: [629]

 

Davud Peygamberin (a.s.) tuttuğu şekilde, gücü olanların, günleri bir gün oruçlu, bir gün oruçsuz geçirmeleri menduptur. Bu oruç, nafile oruçların en fazileti isidir.

 

Aylara Göre Tutulan Nafile Oruçlar:

 

Şevval Orucu: [630]

 

Ramazan’dan ve bayramdan sonra Şevval ayı içinde altı gün oruç tutmak menduptur:

a) Hanefî Mezhebine göre, bu altı günü, bayram haftasından sonraki üç haftanın her birinde ikişer gün tutmak efdaldir.

b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, şu orucu, ara vermeden tutmak efdaldir.

c) Maliki Mezhebine göre, bu şartlarla Şevval orucu mekruhtur:

(a) Kendisine uyulan  -örnek alınan-  biri olmak veya bu orucu tutmasının gerekli olduğuna inanmak,

(b) Ramazan bayramından sonra tutmak,

(c) Aralıksız tutmak,

(d) Oruç tuttuğunu belli etmek. Bunlardan ikincisi dışındakiler olmayınca, oruç tutmak mekruh olmaz. Fakat, ikinci şart bulununca, oruç her durumda mekruhtur.

 

Üç Aylar Orucu: [631]

 

Ülkemizde üç aylar denen Recep, Şaban ve Ramazan ay­larının ilk ikisinde oruç tutmak menduptur. Bu oruçlar, ayların tamamında tutulabileceği gibi, perşembe, cuma ve cumartesi gün­leri tutulması efdaldir; Hanbelî Mezhebine göre, Recep ayında hiç ara vermeden oruç tutmak mekruhtur.

 

Haram Aylar Orucu: [632]

 

Haram Aylar (eşhuru hurum) denen Zilkade, Zilhicce ve Mu­harrem aylarında oruç tutmak menduptur. Hanefî Mezhebine göre, bunu, üç aylar orucunda olduğu gibi, perşembe, cuma ve cumartesi günleri tutmak efdaldir. Ayrıca, Zilhicce’nin ilk dokuz günü tutul­ması müstehaptır.

 

7. Menhiyyun Anh (Mekruh) Oruçlar:

 

1- Tenzihen Mekruh Oruçlar:

 

Tenzihen mekruh oruçların bir kısmı günler, bir kısmı da vücuda zararı açısından yasaklanmışlardır:

 

Günler Açısından Mekruh Oruçlar:

 

Aşure Orucu: [633]

 

Muharrem ayının yalnız onuncu günü oruç tutmak, Hanefî Mezhebine göre tenzihen mekruh, ÜM’e göre sadece mekruhtur. Çünkü, bu orucu, bir gün öncesi veya sonrasıyla tutmak sünnettir.

 

Nevruz Ve Mehrican Oruçları: [634]

 

İranlıların ilkbaharda bayram yaptığı ve yılbaşı olarak kut­ladığı 21 Mart gününe “nevruz günü” denir. ÜM’e göre, kasıtlı olarak bu günde ve yine İranlıların sonbaharda bayram günlerinden biri olan 16 Eylül Mehrican günü oruç tutmak mekruhtur. Çünkü, bu günlerde tutulan oruçla, bir nevi onlara tazim ediliyor demektir. Fakat, itiyat haline gelen oruçlar, bu güne rastlarsa veya birgün öncesi ve sonrasiyla oruç tutmak hiçbir şekilde mekruh olmaz.

Şafiî Mezhebine göre, bu günlerde oruç tutmak kesinlikle mekruh değildir.

 

Cuma Ve Cumartesi Oruçları: [635]

 

a) ÜM’e göre, yalnız cuma veya cumartesi günleri oruç tut­mak tenzihen mekruhtur.

b) Maliki Mezhebine göre yalnızca cuma günü oruç tutmak mekruh değildir.

 

Şaban’ın İkinci Yarısında Oruç Tutmak: [636]

 

a) DM’e göre, Ramazan’dan önceki ay olan Şaban ayının bü­tününü oruçlu geçirmeyen kimseye, yalnızca ikinci yarısında na­file oruç tutmak mekruhtur. Bütün ayı oruçlu geçiren veya itiyat orucu bu günlere rastlayan, ya da bu günlerde oruç tutmayı adayan kimsenin tutacağı oruç mekruh değildir.

b) Bir grup hukukçuya göre, Şaban ayının yalnızca ikinci yarısında oruç tutmak caizdir.

 

Ramazan’ı Karşılama Orucu: [637]

 

a) Cumhur’a göre, kesin olarak belli Ramazan’dan bir veya iki gün önce nafile oruç tutmak mekruhtur. Fakat adanan veya na­file olarak tutulan oruç bu günlere rastlarsa mekruh olmaz.

b) Şafiî Mezhebine göre, bu durumda oruç tutmak haramdır.

c) Maliki Mezhebine göre, bu günlerde oruç tutulması mekruh olmayıp caizdir.

 

Vücuda Zararı Açısından Mekruh Oruçlar:

 

Savmı Dehri: [638]

 

Savmu’1-Ebea de denilen bu oruç türünün hükmü hukukçular arasında ihtilaflıdır.

a) ÜM’e göre, senenin bütün günlerini oruç tutarak geçirmek, vücut için zararlı olduğundan mekruhtur; herhangi bir haktan alıkoymazsa müstehaptır.

b) Malikî Mezhebine ve İbn Huzeyme’ye göre, bu oruç ha­ramdır.

c) İbnu’l Münzir’e göre, bayram ve teşrik günleri de tutul­madığı takdirde, savmı dehrî caizdir.

“Ölüm orucu”, denilen, protesto türünü de bu çerçevede ele al­mak gerekir. Yemeyi-içmeyi terketmekten dolayı ölmek, Allah’a isyan ve günah bir iş kabul edilmiştir. [639] Ayrıca ölüm orucu, Al­lah’ın insanlara verdiği hayat emanetini tehlikeye atmak an­lamına gelir. Yüce Allah,

“Kendinizi ellerinizle tehlikeye at­mayın.” [640] buyurmak suretiyle, insanın hem maddî, hem de manevî varlığını her türlü tehlikeden korumasını em­retmiştir. Ciddî bir ölüm orucu, bir çeşit intihar gibi de düşünülebilir. İntihar, dinimizde asla kabul edilmemiştir.

 

Savmı Visal: [641]

 

a) Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre, gece ve gündüz hiç ara vermeksizin oruç tutmak mekruhtur.

b) Maliki Mezhebine göre, bu oruç haramdır.

c) İshak ve İbnu’l-Muhzir’e göre, bir güçlük yoksa, seher vak­tine kadar oruç tutulabilir.

 

Savmı Samt: [642]

 

Hiç konuşmadan ve ibadet sanarak oruç tutmaya çalışmak hem kişinin kendi bünyesine, hem de sosyal ilişkilerin aksa­masına zararlı olduğundan tenzihen mekruhtur.

 

Yolcunun Tuttuğu Oruç: [643]

 

Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, yolculuğa çıkan bir kim­senin, oruç kendisine güç geldiği halde oruç tutmaya zorlanması mekruhtur; Hanbelî Mezhebine göre, her durumda oruç tutması mekruhtur.

 

Hac Mevsiminde Arefe Ve Terviye Orucu: [644]

 

Nafile oruçlar incelenirken, az önce bu konu hakkında dabilgi verilmişti.

 

2- Tahrimen Mekruh Oruçlar:

 

Aşağıda sayılacağı gün ve şekillerde oruç tutmak tahrimen mekruhtur. Bu günlerde oruç tutulursa bu oruç günahla birlikte sa­hih olur:

 

Bayram Günleri Oruç Tutmak: [645]

 

a) Hanefî Mezhebine göre Ramazan bayramının birinci gü­nüyle Kurban bayramının dört günü oruç tutmak tahrimen mekruh­tur. Çünkü bu günler sevinç ve ziyafet günleridir.  Başlandıktan sonra sonra herhangi bir şekilde oruç bozulursa kaza edilmesi ge­rekmez. Yalnızca hac mevsiminde kıran ve temettü haccı yapanlar bayram günü oruç tutabilirler.

b) ÜM’e göre bu günlerde oruç tutmak haramdır. Bayramın bi­rinci günü oruç tutmak Malikî Mezhebine göre mekruhtur. Ayrıca Maliki ve Hanbelî Mezhebine göre temettü ve kıran haccı yapanlar kurban yerine oruç tutacaksa bu günlerde tutabilirler.

c) Zahiri Mezhebine göre teşrik günlerinde kesinlikle oruç tu­tulmaz. [646]

 

Hal ve Şart

Hanefi

Safıî

Maliki

Hanbelî

Normal Durumda

Bayram  ve Teşrik Günleri

Tahrimen Mekruh

Haranı

Haram

Haram

 

Kurban Bayramının 4. Günü

Tahrimen Mekruh

Haram

Mekruh

Haram

Temettü ve Kıran Haccı Yavanlar

Caiz

Haram

Caiz

Caiz

Tablo 60: Bayram Günlerinde Oruç

 

Kadının Kocasından İzinsiz Nafile Oruç Tutması: [647]

 

a) Hanefi Mezhebine göre kadının kocasından izinsiz nafile oruç tutması tahrimen mekruhtur. Çünkü kadının aile yuvası içinde yerine getirmesi gerekli vazifeler vardır. Farz ve vacip oruç­ların tutulmasında kocasından izin almasına gerek yoktur.

b) Şafiî ve Malikî Mezhebine göre kocasından izinsiz veya -açıkça  izni  olmadığında- razı olacağına dair  bilgisi   olmayınca kadının oruç tutması haramdır. Fakat kocasının bulunmaması, ihramlı veya i’tikafta bulunması gibi   kocanın eşine ihtiyaç duy­madığı zamanlarda kadın ondan izinsiz oruç tutabilir.

c) Hanbelî Mezhebine göre, -ihram, i’tikâr ve hastalık gibi- birleşmelerine engel bir hal olsa bile, kocası yanında bulunan kadının ondan izinsiz oruç tutması haramdır.

 

Hal ve Şart

Hanefi

Safü

Malikî

Hanbelî

Kocası   Yarandayken

Tahrimen Mekruh

 

 

Haram

Kocası   Ken­disine İhtiyaç  Duy­mayınca

İhramlı

Tahrimen Mekruh

Tutabilir

Tutabilir

Haram

 

İ’tikafta

Tahrimen Mekruh

Tutabilir

Tutabilir

Haram

Kocası   Yanında Değilken

Tahrimen Mekruh

Tutabilir

Tutabilir

Haram

Tablo 67: Kadının Kocasından İzinsiz Orucu

 

Yevmi Şek Orucu: [648]

 

Yevmi Şekte Ramazan niyetiyle oruç tutmak Hanefî Mezhe­bine göre tahrimen mekruh, ÜM’e göre mekruhtur. [649]

 

5. BÖLÜM ORUÇ SUÇ VE CEZALARI

(ORUÇ CEZA HUKUKU)

 

BİRİNCİ AYIRIM ORUÇ CEZA HUKUKUNUN İLKELERİ

 

8. Genel Açıklama

 

Oruç ceza hukuku, genel ceza hukundan bağımsız bir şekilde pek ele alınmamıştır. Genel fıkıh kitapları, oruç suç ve ceza­larından özellikle iki tanesini incelemişlerdir. Bunlardan biri, orucu ihmal edenin (târiku’s-savm), diğeri ise dinden çıkan (mürted) kişinin, iman ve ceza’açısından sorumluluğudur.

Oruç, saf Allah haklarından biri olduğu için, İslâm devle­tinde kamu haklarından biri olarak düşünülmüş ve usûlüne uygun olarak tutulması, kamu görevlilerinden, muhtesibın yetkileri içeri­sinde ele alınmıştır. Kamu hukuku kitaplarından el-Ahkâmu’s-Sultâniyye’lerin, Ahkâmul-Cerâim ve Ahkâmu’l Hisbe bölümlerinde, oruç ceza hukukunun teorik ve pratik bazı yönleri üzerinde du­rulmuştur. Kamu hukukunun başka bir dalı olan Hisbe kitapları da, konuyu muhtesibın görevleri çerçevesinde ele almışlardır.

Oruç cezasını doğuran başlıca olaylar; orucun inkârı, oruçtan kaçınma ve oruçta usulsüzlüktür.

 

9. Oruçta Çifte Ceza Sistemi:

 

Oruç konusunda, diğer emir ve yasaklardaki gibi, çifte cezasistemi  yeğlenmiştir. Bunlar, dünyevî ve uhrevî müeyyidelerden oluşmaktadır.

Uhrevî müeyyideler, müjdeleme ve sakındırma şeklindeki iki unsurdan meydana gelmiştir. Oruç tutanlara uhrevî mükâfat, tutmayanlara ceza vadedilmiştir, orucun farz olduğuna inanıp oruç tutmayanlar, büyük günahlardan birini işlemiş olur, Allah’ın bü­yük günah işleyenler hakkında belirttiği cezaya hak kazanır; bun­dan sadece nasûh (bir daha yapmamak üzere) tevbeyle temizlenilir. Dünyevî müeyyideler ise, oruç mükellefi olanları, oruç borcunu usûlüne göre yerine getirmeye yönelten maddî ve zora dayalı yaptırımlardır.  

Burada, şunu belirtmeliyiz: Oruçtan kaçınma ve inkâr suç­larında hemen maddî ceza yoluna başvurma doğru değildir. Önce­likle yapılacak iş, insanları din ve oruç konusunda doğru ve sağlam bir şekilde bilgilendirmek ve zaman içinde eğitmektir.

Müslümanlar, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma pren­sipleri çerçevesinde birbirlerini bilgilendirir ve eğitirler, doğruyu bulup yanlışı bırakırlar. Yapılacak bu ferdî işin yanısıra, klasik dönemdekine benzer tarzda özel kuruluşlarla da bu faaliyeti yürüte­bilirler.

Klasik dönemde, bir kamu kuruluşu olan Hisbe, oruç suç ve cezaları konusunda görev yapmıştır.

Muhtesib, birinin orucu tutmadığını zannederse, töhmet do­layısıyla onu sorumlu tutmaz, ama öğüt verebilir ve haklarını düşürmesinden ve farzlarını ihlalden dolayı Allah’ın azabından sakındırır. [650]

 

10. Oruç Suçlarında İştirak, Tekerrür Ve Birleşme:

 

1- Oruç Suçlarında İştirak:

 

Orucun inkârı suçunda birleşme halinde, bu kişiler mürted olduklarından, savaş yoluyla doğruya dönmeleri sağlanır.

Oruçtan kaçınma suçunda birleşme halinde ise, mükellefle­rin tevbe edip oruç tutması istenir.

 

2- Oruç Suçlarında Tekerrür Ve Birleşme:

 

Orucun inkârı ve oruçtan kaçınma suçlarının tekrarında da, ilk işlendiklerinde verilen ceza yeniden uygulanır.

Oruçta usulsüzlük suçlarında tekerrür ve birleşme konusu, suçlar ele alınırken işlenecektir.

 

3- Oruç Suçlarında Pişmanlık, Ölüm Ve Mücbir Sebepler:

 

Oruç suçlarından birini işleyenler pişmanlık duyabilirler. Bu takdirde, tevbe edip kazaya veya keffarete kalan oruçlarını bir an önce tutmak suretiyle, Allah’tan af dilemelidirler. Yüce Allah’ın engin affının onlara da nasip olacağı umulur.

Oruç suçlarından birini işleyen mükellefin ölümü halinde, bu suçla ilgili dünyevî cezalar da düşer, Yüce Allah katındaki uhrevî sorumluluk ise devam eder.

Ağır hastalık ve yaşlılık gibi mücbir sebeplerle oruç tutulma­yabilir; tutabilme imkânı olunca tutmaya çalışılır, yoksa fidye ödeme yoluna başvurulur.

 

İKİNCİ AYIRIM ORUÇ SUÇ VE CEZALARI

 

11. Orucun İnkârı:

 

Oruç, zarurat-i diniyyedendir. Farz olduğunu bilerek veya ha­fife alarak orucu terkedenler, icma ile kâfir olur, kendisine mürtedle ilgili hükümler uygulanır. Bu bakımdan, orucu gericilik alâmeti sayanların veya oruç tutanları alaya alanların yanıldıklarım belirtmek, bu konunun önemiyle ilgili olarak onları bilgilendirmek gerekir.

 

12. Oruçtan Kaçınma: [651]

 

Oruç tutmayan kişi, öldürülmez, Ramazan ayı boyunca ye-mek-içnıekten alıkonur, ta’zir cezası verilir. Oruç tutacağını söy­lerse, bırakılır ve tutması kendi sorumluluğuna bırakılır. Yeniden yerken görülürse, ta’zir cezası” uygulanır, öldürülmez.

Ahmed b. Hanbel’den, Meymuni’nin rivayetine göre, orucun farz olduğunu kabul edip tutmayanın tevbe etmesi istenir, tevbe et­mezse boynu vurulur. Ebu Talib ve Esrem’in rivayetlerine göre ise, orucu, namaz ve zekât gibi kabul etmemiştir.

Muhtesib, oruç tutmayan kişiyi Ramazan’da yerken görürse, hemen cezalandırma yoluna başvurmaz. Durumu net olmadığında, yeme sebebini sorar, çünkü, hasta veya yolcu olabilir. Şüphe işaretleri varsa, durumu sorar. Mazereti kabul edilebilir türdense, onu cezalandırmaz, kendisini töhmete düşürmemesi ve mazeretini başkalarından ayırdedemeyen bilgisizlerin örnek almaması için, gizlice yemesini emreder. Sözünden şüphe duyulursa, yemin etti­rilmez, çünkü oruç tutması kendi sorumluluğuna bırakılmıştır. Oruç tutmayan, herhangi bir mazeret söylemezse, durumunu hemen engeller ve onu te’dip eder.

 

13. Oruçta Usulsüzlük:

 

Oruçta usulsüzlük; orucu bozan ve bozmayan hal ve hareketler ile oruçluya mekruh olup olmayan hareketlerden ibarettir.Bunu ayrıca incelemekte yarar görüyoruz.

 

ÜÇÜNCÜ AYRIM ORUCU BOZAN VE BOZMAYAN HAL VE HAREKETLER

(MUFTIRATU’S-SAVM):

 

Orucu bozan hal ve hareketleri, oruca aykırı davranışlar ve bozulan oruç için yapılacak işlemler başlıkları altında inceleyebi­liriz:

 

14. Orucun Bozulma Esasları (Oruca Aykırı Davranışlar):

 

Oruca aykırı davranışların bir kısmı yeme-içmesiyle, bir kısmı cinsî konularla, bir kısmı da diğer işlerle ilgilidir:

 

1- Yeme-İçmeyle İlgili Aykırılıklar:

 

Yeme-içmeyle ilgili aykırılıklar; çeşitli madde ve salgıları yutma, kaçmılamayan ve gıda ilaç niteliği taşımayan maddeleri yutmaktan ibarettir.

 

Çeşitli Hal Ve Şekillerde Yeme-İçme

 

Bilerek Yeme-İçme: [652]

 

a) Hanefi ve Maliki Mezhepleri ile Sevrî ve onların görüşünde olan hukukçularla  İmamiye  (Caferi)  Mezhebine  göre, kasıtlı yeme-içmeyle oruç bozulur ve hem kaza, hem de keffaret ge­rekir.

b) Şafiî, Hanbelî ve Zahirî Mezheplerine göre, bu durumda oruç bozulur, fakat sadece kaza gerekir.

 

Unutarak Yeme-İçme: [653]

 

a) ÜM, Caferî Mezhebi, Zeydiye Mezhebi Ata ve Sevri’ye göre, unutarak yeme-içmeyle hiçbir oruç bozulmaz.

b) Maliki Mezhebine göre, unutarak yeme-içme halinde, -orucun rüknü olan imsak bulunmadığından- yalnız farz oruçlar bozulur ve kazası gerekir.

Unutarak yemeye başlayan veya yemekte olan bir oruçluya rastlandığında, orucunu tamamlamaya kudretli görülüyorsa, oruçlu olduğunu hatırlatmamak tahrimen mekruhtur. Fakat yaşlı ve güçsüz bir mükellefe oruçlu olduğunu hatırlatmamak mekruh değildir.

Oruçlu olduğu halde unutarak yemek yiyen birine oruçlusun denildiği halde hiç uyanmayarak yemesine devam ederse oruç bo­zulur, kaza gerekir.

 

Uykuda Yeme-İçme: [654]

 

Uyku halinde yeme-içmeyle oruç bozulur.

Uyuyan birinin boğazına su dökülünce, Hanefi Mezhebine göre bu mükellefin orucu bozulur.

Maliki Mezhebine göre, uyuyan birinin boğazına kasıtlı ola­rak su döküp, suyun mideye ulaşması halinde dökene keffaret, dö­külene kaza gerekir.

 

Hatayla Yeme-İçme: [655]

 

a) ÜM’e ve  Caferi Mezhebine göre, hatayla olan yeme-içme orucu bozar ve kaza gerekir. Bu sebeple bir kimse oruçlu olduğunu bildiği halde kasıtlı olmaksızın hatayla bir şey yese, içse, msl. abdest alırken içerisine su kaçsa veya ağzına kar veya yağmur dam­lacıkları düşüp içerisine gitse, oruç bozulup kazası gerekir. Fakat, oruçlu olduğu hatırında olmazsa, bunlardan dolayı oruç bozulmaz.

Ağzın çalkalanmasından sonra ağızda kalan yaşlığın tükü­rükle beraber yutulması orucu bozmaz. İçeriden burna gelen kanın yutulması halinde de oruç bozulmaz.

b) Şafiî Mezhebine göre, hata yoluyla yeme-içme de unutmagibidir, orucu bozmaz.

Güneş battı zannederek orucunu bozan veya fecir doğmadı zannederek sahur yapan kimseye gereken ceza konusunda, hukuk­çuların görüşleri değişiktir: [656]

a) DM’e ve Caferi Mezhebine göre, oruç sahih olmayıp kazasıgerekir.

b) Zahirî Mezhebine ve el-Hasenu’1-Basri’ye göre, oruç sahiholup kazası gerekmez.

c) Yalnızca Malik, güneş battı zannederek orucunu bozana hem kaza, hem de keffaret gerekeceği görüşündedir. [657]

 

İkrah Halinde Yeme-İçme: [658]

 

a) Hanefî ve Caferi Mezheplerine göre, ikrah halinde yeme içmeyle oruç bozulur ve kazası gerekir.

b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine ve Züfer’e göre, mükrehin (baskı altında olanın) orucu, unutarak yiyenin orucu gibi bozulmaz.

 

Çeşitli Salgı Ve Maddeleri Yutmak:

 

Çeşitli salgı ve maddeleri yutmak, ağızdan çıkan veya ağıza gelen maddeleri yutmakla olur:

 

Ağızdan Çıkan Maddeleri Yutmak:

 

Ağız Suyunu Yutmak;

 

Bir hastalık dolayısıyla ağızdan çıkıp, yine ağıza giren suyla oruç bozulmaz.

 

Tükürüğünü Emmek:

 

Konuşmadan veya başka sebeplerden dolayı tükürükleıslanmış dudakları emmek, -zaruret dolayısıyla- orucu bozmaz.

 

Dişten Kan Akması:

 

Dişler arasından veya çıkarılan dişten çıkan kanın orucu bo­zup bozmaması birkaç şekilde olur:

a) Az olup,  içeriye gitmeyen kan -kaçınılması mümkün ol­madığından- orucu bozmaz.

b) Çok olmakla birlikte, tükürükten az olan ve tadı bulunma­yan kan da orucu bozmaz.

c) Tükürükten fazla veya ona denk kan, içeriye giderse oruç bozulur.

 

Balgam Yutmak: [659]

 

a) Ebu Hanife, eş-Şeybanî ve Maliki Mezhebine göre, balgam yutmak orucu bozmaz.

b) Şafiî Mezhebine göre, balgamı dışarı çıkarıp atmak orucu bozmaz. Fakat, balgam ağızda bir müddet durduktan ve yerleştikten sonra yutulursa oruç bozulur.

c) Hanbelî Mezhebine göre, ağıza gelen balgamı yutmak orucu bozar ve kaza gerekir.

 

Dişler Arasındaki Yemek Artıklarını Yutmak: [660]

 

a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, dişler arasında kalan artıklar, az olunca orucu bozmaz, fakat çok olunca bozar. Azlık ve çokluğun ölçüsü nohut tanesine -Malikî Mezhebine göre örfe- göre  bilinir: Nohut tanesinden küçük olan artıklar, orucu bozmaz; fakat nohut tanesi kadar olanlar orucu bozar.

b) Şafiî Mezhebine göre,  dişlerden çıkarıp  atmak mümkün olduğu halde yemek artıklarını -az veya çok- yutmak orucu bozar ve kazayı gerektirir.

c) Hanefî hukukçu Züfer’e göre, dişler arasındaki az veya çok bütün artıkların yutulması orucu bozar.

 

Ağıza Gelen Maddeleri Yutmak:

 

Ağıza gelen kusmuk, gözyaşı, ter ve abdest suyunu yutmanın orucu bozup bozmadığı hukukçular arasında tartışmalıdır:

 

Kusmuğu Yutmak:

 

Kendiliğinden gelen kusmuk ile kasıtlı getirilen kusmuk ayrı ayrı hükümler alır:

 

I. Kendiliğinden Gelen Kusmuk:

 

A. Ağız Dolusu Olmayan Kusmuk:

 

a) Kendiliğinden gelen ve ağız dolusu olmayan kusmuk, yine kendiliğinden içeriye giderse, Cumhur’a göre orucu bozmaz, Maliki Mezhebine göre bozar. Fakat, içeriye kendiliğinden gitmeyip, oruçlu tarafından yutulursa, -imsak bulunmayacağından- Muhammed eş-Şeybani’ye göre orucu bozar; -az olduğundan ve abdesti  bozmayacağından- Ebu Yusuf’a göre bozmaz. [661]

b) Kendiliğinden gelen kusmuk yutulmayınca Cumhur’a göre orucu bozmaz, Rebia, İbn Abbas, el-Hasenu’1-Basrî, Malik ve Zeydiye’den Hâdi’ye göre bozar. [662]

 

B. Ağız Dolusu Kusmuk:

 

a) Kendiliğinden gelen kusmuk ağız dolusu olup, içeriye yine kendiliğinden giderse -abdesti de bozacağından- Ebu Yusufa göre orucu da bozar; Muhammed eş-Şeybani’ye göre -imsak kasıtlı ola­rak terkedilmediğinden-  orucu bozmaz. Fakat, içeriye  tamamen veya kısmen oruçlu tarafından gönderilirse, oruç her iki hukuk­çuya göre bozulur. [663]

b) Maliki  Mezhebine  göre,  kendiliğinden  gelen kusmuktan yutulmayınca oruç bozulmaz. [664]

 

II. Kasıtlı Getirilen Kusmuk: [665]

 

Kasıtlı getirilen kusmuk, Cumhur’a göre orucu bozar. Bu du­rumda, Ebu Sevr ve Evzaî’ye göre hem kaza, hem de keffaret gere­kirken; Şafiî, Maliki ve İmamiye Mezheplerine ve Ahmed b. Hanbel’e göre, yalnızca kaza gerekir. Tavus’a göre, kasıtlı getirilen kusmuk orucu bozmaz.

 

A. Ağız Dolusu Kusmuk: [666]

 

Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, kasıtlı getirilen kus­muk, ağız dolusu olunca orucu bozar. Çünkü bu hal, hem abdeste, hem de imsake aykırıdır.

 

B. Ağız Dolusu Olmayan Kusmuk:

 

Ağız dolusu olmayan kusmuk, içeriye kendiliğinden giderse, -imsake aykırı olacağından- Muhammed eş-Şeybani’ye ve Malikî Mezhebine göre orucu bozar; Ebu Yusufa göre bozmaz. Ağız dolusu olmayan kusmuk, içeriye oruçlu tarafından gönderilirse, Ebu Yu­suf ve eş-ŞeybaniJye göre oruç bozulur. [667]

Şafiî Mezhebine göre, oruçlu olduğunu bile bile kendini kus­maya zorlayarak kusanın -kusmuğu az da olsa- orucu bozulur. Kasıtlı ve bilerek geyiren oruçlunun midesindeki salgı boğaza ge­lecek olursa, oruç bozulur ve kaza gerekir. [668]

Hanbelî Mezhebine göre, ağıza gelen kusmuğu yutmak orucu bozar ve kaza gerekir. [669]

 

Gözyaşı Ve Ter Yutmak:

 

Gözyaşı ve yüz teri bir-iki damla olunca, -kaçınılması im­kânsız olduğundan- orucu bozmaz, tuzluluğu bütün ağız içinde his­sedilecek derecede çok olur ve oruç hatırdayken yutulursa oruç bozu­lur.

 

Abdest Suyunu Yutmak: [670]

 

Abdest alırken ağız ve burun temizliğini yapan kimse, ağız veya burunda kalan suyu yutmanın hükmü tartışılmıştır:

a) Hanefî Mezhebine göre, oruçlu olduğunu hatırlarsa oruç bo­zulur, hatırlamayınca bozulmaz.

b) İbn Ebi Leyla’ya göre, abdest, farz namaz için alınıyorsa, orucu bozmaz; nafile içinse bozar.

c) eş-Şafiî’ye göre, hiçbir durumda oruç bozulmaz.

d) Bazı hukukçulara göre, temizlik üçten fazla olarak yapılınca orucu bozar. Ahmed b. Hanbel’e göre, onun yeniden tutul­ması iyi olur.

 

Kaçınılamayan Ve Gıda-İlaç Niteliğinde Olmayan Maddeleri Yutmak:

 

Yenilmeyen ve kendisinden kaçınmak imkânsız olan mad­delerin içeriye gitmesi orucu bozmaz. Bu sebeple, ilaçların tadı, ha­vada dağılan duman, toprak vb.den kalkan toz, uçan sineğin boğaza gitmesi orucu bozmaz. [671] Şafiî Mezhebine göre, içeriye giden sineği, çıkarmak orucu bozar ve kaza gerekir. [672]

Renkli bir ip parçasını defalarca ağza alıp çıkarmak orucu bozmaz. Fakat, oruçlu olduğunu hatırlayan bir kimse ağzına aldığı bir ipin siyah, yeşil, sarı veya kırmızı rengiyle boyanmış olan tü­kürüğünü yutacak olsa orucu bozulur.

Şafiî Mezhebine göre, oruçlunun midesine ulaşan -az veya çok, büyük veya küçük- her şey şu şartlarla orucu bozar:

1) Yeni müslüman olduğu için orucu bozduğunu bilmemek,

2) Kasıtlı olmak; kendi isteği olmadan herhangi bir madde­nin girmesi halinde oruç bozulmaz.

3) Mideye ulaşmasının  ağız,  burun, kulak, kalbe ulaştıran .yara gibi şer’i yollar olması. [673]

 

2- Cinsî Konulardaki Aykırılıklar:

 

Cinsî konulardaki aykırılıklar; cinsî birleşmenin hazırlayıcıları ve cinsî arzunun giderilmesi başlıkları altında incelenebilir:

 

Cinsî Birleşmenin Hazırlayıcıları Ve İhtilâm:

 

Öpmek-Okşamak Ve Oynamak:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, yalnızca öpmek,  okşamak ve oy­namak orucu bozmaz; bir erkek eşini veya bir kadın kocasını öpüp erkekte atmık, kadında yaşlılık belirirse oruç bozulmuş olur, ka­zası  gerekir. [674]  Kadın bu öpme sonunda yaşlılık değil, bir lezzet duyacak olsa, Ebu Yusuf’a göre oruç bozulur; eş-Şeybani’ye göre bo­zulmaz. Okşama, el tutuşma, boyna sarılma da öpme hükmündedir.

b) Şafiî, Caferî ve Hanbelî Mezheplerine göre, öpme do­layısıyla boşalma olursa oruç bozulur, kaza gerekir. [675]

 

Cildi Tutmak Ve Dokunmak:

 

El Vb. İle Dokunmak:

 

Yalnızca elle tutmak ve dokunmakla oruç bozulmaz.

Eşini elbisesi üstünden tutarak boşalma yapan mükellef, cil­dinin sıcaklığını hissetmişse orucu bozıulur; hissetmemişse bozul­maz. Fakat, kadın eşini boşalma oluncaya kadar tutacak olsa, kocasının orucu bozulmaz.

Hanbelî ve Caferi Mezheplerine göre, boşalma olunca, oruç bo­zulur ve kaza gerekir. [676]

 

Cinsî Organla Dokunmak: [677]

 

a) Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre, cinsî organla, iki yoldan başka herhangi bir yere dokunma sonunda atmık gelmezse oruç  bozulmaz; atmık gelirse  bozulur, yalnız kaza gerekir. Elle atmık getirmek (mastürbasyon), hayvan ve ölüyle birleşme yapmak da bu hükümdedir.

b) Şafiî Mezhebine göre öpme, dokunma vb. dolayısıyla boşalma olunca oruç bozulur, sadece kaza gerekir.

 

Bakmak Ve Düşünmek:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, -kime  olursa  olsun-  bakma  ve düşünme sonunda boşalma olursa oruç bozulmaz. [678]

b) Maliki Mezhebine göre, bakmak ve düşünmekle orucun bo­zulup keffaretin gerekmesi için,

(a) Bunların aralıksız, uzunca ve devamlı olması,

(b) Bakışını uzatınca boşalma olması,

(c) Boşalmanın bu gibi durumlarda mükellefin âdeti ol­ması şartlarının gerçekleşmesi gerekir. [679] Fakat, sadece bakınca, boşalmayla oruç bozulmaz.

c) Şafiî, Mezhebine göre, bakma  ve düşünmeyle  boşalma olunca, bu, mükellefin âdetiyse oruç bozulur, değilse bozulmaz. [680]

d) Hanbelî Mezhebine göre, bakışın devamlı olmasından do­layı boşalma olursa oruç bozulur, kaza gerekir. [681]

 

İhtilam (Rüyada Boşalma): [682]

 

İhtilam ile oruç bozulmaz:

a) Cumhur’a göre, cünüp olarak oruç tutmak, orucun sahih olmasını -gusül güneş batana kadar geciktirilse bile- zedelemez.

b) Tavus, Urve b. ez-Zubeyr ve Nehaî’ye göre, kasıtlı olarak bu şekilde oruç tutulmaz. Nehâî’ye göre, bu şekilde oruç tamamlanır, daha sonra kaza edilir.

c) Ebu Hureyre’ye göre, cünup olarak oruç tutulmaz.

d) Caferî Mezhebine göre de kasten cünup olarak hem Rama­zan, hem de kaza orucu tutulamaz, hatta kaza orucu, kasten olmasa da cünup olarak sabahlamakla bozulur. Ramazan orucunda, cünüplük için fecirden önce gusül yapmanın unutulmasında da kuvvetli olan bozulacağıdır. Gusül veya teyemmüm imkânı olmayanlar ise oruç tutabilirler.

 

Cinsî Arzunun Giderilmesi:

 

Cinsî arzunun giderilmesini, arzunun tam ve eksik gideril­mesi başlıkları altında inceleyebiliriz:

 

Cinsi Arzunun Tam Giderilmesi:

 

Kasıtlı Birleşme: [683]

 

Erkek ve kadının,  önden veya  arkadan,  birleşme  yaparak cinsî arzunun tam giderilmesi orucu bozar:

a) Cumhur’a göre, kasıtlı birleşme halinde hem kaza, hem keffaret gerekir

b) Bir grup hukukçuya (bir kavlinde eş-Şafiî’ye) göre, sadece keffaret gerekir. Diğer gruba (Zeydiye’nin Hâdeviye koluna) göre sadece kaza gerekir.

 

Unutarak Birleşme: [684]

 

a) Hanefî ve Şafiî Mezheplerine  göre, unutarak  birleşme yapma halinde oruç bozulmaz, hiçbir ceza gerekmez. Zeydiye Mez­hebi de bu görüştedir.

Ramazan’da gündüz veya fecir doğarken unutarak birleşme halinde, oruçlu olduğunu hatırlayıp hemen geri çekilince, eş-Şeybânî’ye göre kaza gerekmez. Ebû Yusuf’tan bir rivayete göre fe­cirde olan için kaza gerekir. Kendini çektikten sonra, yeniden birleşilirse keffaret gerekir; Ebu Hanife’den bir rivayete göre, kef­faret gerekmez.

b) Malik’e göre farz orucu bozmaz ve hiçbir ceza gerekmez, nafile orucu bozar ve kazası gerekir.

c) Ahmed b. Hanbel’e ve Zahirî Mezhebine göre, bu durumda, hem kaza, hem keffaret gerekir.

d) Atâ ve es-Sevrî’ye göre, unutarak birleşme halinde oruç bo­zulur.

 

Hata Ve İkrah Yoluyla Birleşme: [685]

 

a) Hanefî Mezhebine, Sevrî ve Evzâî’ye göre, hata ve ikrah yo­luyla birleşme yapılması orucu bozar.

b) eş-Şafiî’ye göre, bu durumda oruç bozulmaz.

 

Kadının Birleşmeye Teşviki: [686]

 

a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, kadının birleşmeye teşviki halinde keffaret gerekir.

b) eş-Şafıî ve Davud ez-Zahirî’ye göre, bu durumda keffaret ge­rekmez.

 

Cinsî Arzunun Eksik Giderilmesi: [687]

 

Mastürbasyon (Elle Boşalma): [688]

 

a) DM’e göre, el ile boşalma (mastürbasyon) halinde, oruç bo­zulur ve yalnızca kaza gerekir; Hanbelî Mezhebine göre, başkasına yapılsa da hüküm böyledir.

b) İmamiye (Caferi) Mezhebine göre, oruç bozulur, hem kaza, hem de keffaret gerekir.

 

Hayvanla Birleşme: [689]

 

Hayvanla birleşme halinde Cumhur’a göre boşalma olmazsa oruç bozulmaz, boşalma olursa oruç bozulur ve yalnızca kaza gere­kir; ölüyle birleşme halinde de hüküm aynıdır; Caferî Mezhebine göre, boşalma olsun olmasın oruç bozulur.

 

Sevicilik (Müsahaka): [690]

 

Sevicilik de orucu bozar ve yalnızca kazayı gerektirir.

 

Küçükle Birleşme:

 

Küçüklerle birleşme yapılması halinde, oruç bozulur ve yalnızca kaza gerekir.

 

Homoseksüellik:

 

Homoseksüellik halinde, Cumhur’a göre, boşalma olunca, oruç bozulur ve sadece kaza gerekir; Caferî Mezhebine göre, boşalma olmasa da oruç bozulur.

 

3- İğne Yaptırmak (Enjeksiyon):

 

Oruçluyken iğne yaptırmanın orucu bozup bozmadığı konu­sunda görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bu olayla karşılaşan mükel­lefin orucu da, bu görüş ayrılığına göre bozulur veya bozulmaz:

 

Hukukçuların Görüşleri: [691]

 

a) Ebu Hanife’ye göre, vücudun neresinden olursa olsun konu­lan ilaç veya vücuda faydalı maddeler kalbe veya mideye ulaşırsaoruç bozulur. Bu rsasa göre, iğne yaptırmak da bunların benzeridir. Aynı özellikten dolayı, iğne ile de oruç bozulmuş olur, kazası gere­kir. Çünkü bu ilaç, diğer şartlar yanında kanın hareketiyle vücuda dağılacak ve orucu bozan bir nitelik kazanacaktır. Zira bu, oruçlu­nun kendi isteğiyle yapılmakta ve vücuda faydalı olmaktadır. Bu konuda önemli olan, içeriye giden maddedir, yol değildir.

b) Ebu Yusuf ve Muhammed eş-Şeybanî’ye göre vücuttaki tabiî delikler dışından vücuda giren maddeler orucu bozmaz. Çünkü oruç “Tabiî deliklerden bir maddeyi içeriye götürmeden gerçekleşen bir imsak”tir. Sonradan açılan delikle madde içeriye götürülürse oruç bozulmaz. Dolayısıyla, iğne yaptırmak orucu bozmaz.

c) ÜM’e ve İbn Teymiye’ye göre, iğne yaptırmak orucu boz­maz. [692]

 

Fetvalarda Durum:

 

İğne ile orucun bozulup bozulmayacağı konusunda, iki şekildefetva verilmiştir:

a) Osmanlılar devrinde Fetvahane-i Âliye [693] ile 1948’de top­lanan el-Ezher Üniversitesi Fetva Komisyonu [694] ve çağdaş hukukçu Mahmud   Şeltut [695]  tarafından verilen fetvalara göre,  iğne orucubozmaz.

b) Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere Heyetinin 9.11.1956 gün ve 630 sayılı kararı değişiktir: [696] Bu kararda, tabiî deliklerle ya­radan konan ilaçların mide ve kalbe ulaşması halinde orucu bo­zacağı dikkate alınarak, iğneyle orucun bozulması mide ve kalbe ulaşmasına göre düzenlenmiştir. İğne  içindeki maddenin  tesiri yalnız deri altında kalıp mide ve kalbe ulaşmamış olursa, orucu bozulmaz. Fakat maddenin mide ve kalbe ulaştığı anlaşılırsa ve bi­linirse oruç bozulur ve yalnız kazası gerekir.

 

Sonuç:

 

İğneyle orucun bozulup bozulmayacağı konusundaki görüşlerin bozar diyeni ihtiyata daha uygundur. Zarurî bir durum olmadıkça, iğneyi iftar sonrasına bırakmak en uygun yoldur. Fa­kat, zarurî durumlarda iğne yaptırılabilir. Bu durumda oruç, daha sonra -ibadeti sağlama bağlamak ve iç huzurunu sağlamak için- kaza edilirse ihtiyatlı davranılmış olur.

Pilotların ve nefes darlığı çekenlerin kullandığı yapay oksi­jen gıda ve ilaç niteliği taşımadığı ve bir nevi hava olduğu için orucu bozmaz.

 

4- Diğer Haller:

 

a) Burna akıtılan ilaç ve kulağa damlatılan yağ orucu bozar, kaza gerekir. Kulağa giren veya dökülen su orucu bozmaz.

b) Derinin küçük deliklerinden içeriye giren şeyler orucu bozmaz. Bu sebeple, vücuda sürülen yağ veya yıkanıp soğukluğu içeriye giden su orucu bozmaz. [697]

c) Göze dökülen ilaç ve sürme çekme orucu bozmaz.

d) Kan Aldırmak: [698]

1) Ahmed b. Hanbel, Davud ez-Zahirî, Evzaî ve İshak b. Raheveyh’e göre, kan aldırmak orucu bozar, yalnız kaza gerekir. Atâ’ya göre, bu durumda, hem kaza, hem de keffaret gerekir.

2) Malik, eş-Şafiî ve  Sevrî’ye göre, kan  aldırmak orucu bozmaz, fakat bu mekruhtur.

3) Hanefî Mezhebine göre, kan aldırmak, ne orucu bozar, ne de mekruhtur.

e) Caferi Mezhebine göre, Allah’a Hz. Peygambere, kuvvetli görüşte imamlara, ihtiyat görüşte peygamberlere ve vasilere iftira atmak da -dinî olsun, dünyevî olsun- orucu bozar ve ihtiyat görüşte keffareti gerektirir. Riya da orucu bozar ve kaza gerekir. [699]

 

5- Oruçluya Mekruh Olup Olmayan Davranışlar: [700]

 

Mekruh Davranışlar:

 

a) Hangi oruç çeşidinde olursa olsun, -zarurî haller dışında-mideye gitmeyecek şekilde yemek vb. tatmak.   -Kocası yemeğe düşkün ve titiz- kadınların zarurî halde yemeğin tadına bakması ile  aldatılma korkusu  bulunan  kimselerin alacağı malın tadına bakmasında bir sakınca yoktur; ancak tadılan madde mideye gi­dince oruç bozulur.

b) Özürsüz olarak herhangi bir şey çiğnemek, özürlü olarak çiğnenen maddelerde bir sakınca yoktur; ancak, çiğnenen madde­nin bir kısmı mideye gidince oruç bozulur. Bebeği olanlara yutma­mak şartıyla çiğnemelerinde bir sakınca yoktur.

c) Cinsî birleşme veya guslü gerektirmeyecek bir durumun or­taya çıkmayacağından emin  olmayan erkeğin   eşini   öpmesi   ve okşaması.

d) Oruçlunun kendini oruç  tutamayacak kadar zayıf düşürmesi. Msl. kan aldırmak, bu tür davranışlardandır.

e) Şeker özü bulunmayan sakızı çiğnemek. Bu hüküm tatsız, dağılmayan ve erimeyen sakızlar içindir. Tatlı, dağılan ve eriyen sakızlar orucu bozar. İbadete şüphe katmamak için sakızın mekruh olmayanını bile çiğnememek uygundur.

Şafiî Mezhebine göre, fazilet olduğuna inanarak iftarı gecik­tirmek mekruhtur.

f) Sürme çekmek, Ahmed b. Hanbel, Sevrî ve İbnu’l-Mübarek’e göre mekruhtur; eş-Şafiî’ye göre caizdir; İbn Şubrume ve İbn Ebî Leylâ’ya göre orucu bozar. [701]

 

Mekruh Olmayan Davranışlar:

 

a) Bıyıkları yağlamak, göze sürme çekmek, yüze krem vb. maddeler sürmek,

b) Kendini zayıf düşürmeyecek derecede, msl. kan aldırmak gibi bir davranışta bulunmak,

c) Misvak kullanmak; diş fırçası ile dişlerin temizlenmesi sırasında diş macununun tadını almamaya ve mideye inmemesine dikkat edilmelidir.

Ebu Yusuf’a göre, su ile ıslatılmış misvak; Şafiî Mezhebine göre, zevalden sonra misvakı kullanmak mekruhtur.

d) Ağzı çalkalamak ve burna su çekmek; aşırılık mekruhtur.

e) Gusül yapmak ve serinlemek için yıkanmak, Hanefî Mez­hebinin müfta bih görüşüne göre, mekruh değildir. Ebu Hanife’ye göre, harareti azaltmak için ağza ve burna su almak, soğuk suyla yıkanmak mekruhtur.

f) Cinsî birleşme veya guslü gerektirmeyecek bir durumun or­taya çıkmayacağından emin olarak erkeğin eşini   öpmesi ve okşaması mekruh değildir.

 

15. Bozulan Oruç İçin Yapılacak İşlemler (Oruç Bozmanın Cezası)

 

1- Giriş: [702]

 

Bütün Oruçların Cezası:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, başlanmış her türlü orucu özürsüz yere bozmak günahtır. Çünkü, ameli özürsüz yere iptal etmek ha­ramdır.

b) Şafiî Mezhebine göre, yalnızca nafile oruçların özürsüz bo­zulmasında günahkâr olunmaz.

 

Bazı Oruçlar İçin Gerekli Ceza:

 

Ramazan Orucu:

 

Ramazan orucunu bozan mükellefe, bozan hale göre kaza veya keffaret gerekir. Keffaret, sadece Ramazan orucuna mahsus bir ce­zadır.

 

Ramazan Dışındaki Oruçlar:

 

Ramazan dışındaki oruçlarda uygulanacak ceza, orucun kaza edilmesidir. Ramazan orucunun kazası da, bozulunca uygulanacak ceza yönünden bu gruba girer.

                                             

                                                Oruç Bozmanın Cezası

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bütün Oruçlar İçin Gerekli Ceza                          Bazı Oruçlar İçin Gerekli Ceza

1. Günaha Girmek                                     Ramazan Orucu     Ramazan Dışındaki Oruçlar İçin

                                                  1. Kaza                    1. Kaza

                                                                   2. Keffaret

Şema 46: Oruç Bozmanın Cezası

 

Bozulan  oruçlar  için  uygulanacak cezayı,  genel  olarak ele aldıktan sonra, bunları özel bir incelemeye tâbi tutalım:

 

2- Bozulan Gün İçin Yapılacak İşlemler:

 

Ramazan Orucunu Bozmak: [703]               

 

Ramazan’da oruçluyken bir mükellefin orucunu bozması ha­linde,  günün kalan kısmını, bu aya bir saygı ve hürmet olmaküzere oruçlu geçirmek gerekir. Ayrıca, oruçlu oldukları için çevre­sindekilerin düşünce ve inançlarına saygı duyması şarttır. Hal ve hareketin durumuna göre, daha sonra bu orucun kazası veya keffareti gerekir.

 

Ramazan Dışındaki Oruçları Bozmak:

 

a) Ramazan dışındaki keffaret oruçları, kaza oruçları, adak ve nafile oruçlar bozulunca, günün kalan kısmını oruçlu geçirmek şart değildir. Daha sonra, bu oruçlar, usulüne uygun olarak kaza edilir.

b) ÜM’e göre, yevmi sekte hilalin sabit olduğu öğrenilince, günün kalan kısmı oruçluymuş gibi geçirilir; Hanefî  Mezhebine göre, bu şart değildir.

c) Maliki Mezhebine göre, Ramazan dışındaki oruçların bo­zulması halinde, günün kalan kısmını oruçlu geçirmek,  duruma ve oruca göre değişir:

1) Muayyen adak orucu bozulunca, günün kalan kısmını oruçlu geçirmek gerekir.

2) Muayyen olmayan adak orucuyla diğer farz oruçlarda ise, durum değişiktir: Ramazan orucunun keffareti ve aralıksız bir ay oruç tutacağını adamak gibi, oruç aralıksız tutulan oruç­lardan  biriyse ve kasıtlı olarak onu  bozduysa, günün kalan kısmını oruçlu geçirmek ve oruca yeni baştan başlamak gerek­mez. Fakat sehven bozulduysa, oruçlunun ilk günüyse, günün kalanını oruçlu  geçirmek menduptur; ilk gün değilse, kalan kısmı oruçlu geçirmek gerekir.

3) Nafile oruçlar unutarak bozulunca -kazası  gerekme­yeceğinden- günün kalan kısmını oruçlu geçirmek gerekir; fa­kat, oruç kasıtlı olarak bozulursa, -kazası gerekeceğinden- kalan kısmı oruçlu geçirmek gerekmez.

 

3- Sonrası İçin Yapılacak İşlemler:

 

Orucun bozulmasından sonra yapılacak işlemler, keffareti veya kazayı gerektiren hale göre değişir:

 

Keffareti Gerektiren Haller:

 

Keffaret Gereken Oruç Türleri: [704]

 

a) Cumhur’a göre, Ramazan orucundan başka hiçbir orucun bozulmasından dolayı keffaret gerekmez. Çünkü, bu keffaretin vacip olması, yalnız eda edilen Ramazan orucunu bozmaya mahsus­tur.

b) Katâde’ye göre, Ramazan orucunun kazasında da keffaret gerekir.

c) Malikî hukukçulardan İbnu’l-Kasım ve Vehb’e göre, bütün oruçlar için, gerektiğinde keffaret ödenir.

d) Caferî Mezhebine göre, Ramazan orucunun kazasında daralmadığı  sürece zevalden  önce  orucu bozmak caizdir. Zevalden sonra ise haramdır, hatta keffaret gerekir. Bu keffaret, on fakiri bir fidye miktarınca doyurmaktır, bu mümkün olmazsa üç gün oruç tu­tar. Günün kalan kısmını oruçlu geçirmesi gerekmez.

Keffaret oruç tutmamanın değil, Ramazan orucunu bozmanın cezasıdır. Bu sebeple Ramazan’da asla niyet etmeyerek oruç tutma­mak durumunda yalnızca kaza gerekir. Fakat hanefî hukukçu Züfer’e göre oruç için sadece imsak yeterlidir, niyet şart değildir. Bu sebeple niyet bulunmasa da yalnız imsak ile oruç tutulmuş olur. Bu durumda kasıtlı olarak oruç bozulursa hem kaza, hem keffaret ge­rekir.

 

Keffaret İçin Gerekli Şartlar:

 

Keffaret için gerekli şartları, mükellefle ilgili şartlar ve iftar şekliyle ilgili şart şeklinde iki grupta ele alabiliriz.

 

Mükellefle İlgili Şartlar:

 

I. Akıl Ve Buluğ:

 

Bir mükellefe keffaret gerekmesi için, akıllı ve baliğ olması gerekir.

 

II. Geceden -İmsake Kadar- Niyet Etmek: [705]

 

a) Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, keffaret gerekmesi için, oruçlunun geceden ve  imsake kadar niyet etmiş olması gerekir. Çünkü, orucun sahih olması için niyet şart olduğu gibi, niyeti, ge­ceden yapılması Şafiî Mezhebine göre şarttır. Niyeti geceden yap­madan Ramazan’da orucunu bozan kimse, bu orucunu yalnız kaza eder.

b) Hanbelî Mezhebine göre keffaret için geceden niyetlenmek şart değildir.                                                                    

c) Ebu Yusuf ve eş-Şeybani’ye göre, niyet bulunmadan imsak veya zevalden sonra oruç bozulsa kaza edilir; fakat, zevalden önce bu  şekildeki  oruç  bozulsa,  hem kaza,  hem  de  keffaret gerekir. Çünkü zevalden önce oruca niyet edilebilir.

d) Züfer’e göre, geceden niyetlenmek şart değildir. Zira oruç, niyetsiz de tutulabilir.

 

III. Mazereti Bulunmamak:

 

A. Yolculuk: [706]

 

Bakara: 2/184-185 âyetine göre, esasen yolcular oruç tutup tut­mamakta serbesttir. Bu sebeple, yolculuk halinde orucun bozulması, sadece kazayı gerektirir. Fakat, orucu bozduktan sonra yolculuğa çıkmak keffareti düşürmez. Çünkü, yolculuğa çıktıktan sonra oruç bozmakla, orucu bozduktan sonra yola çıkmak birbirinden farklıdır.

Ramazan’da oruçlu olarak yolculuğa başlamış bir mükellef, unuttuğu bir şeyi almak üzere evine dönüp bir şeyler yedikten sonra tekrar yola çıksa keffaret gerekir. Çünkü; aile yanına dönmekle yolculuktan çıkmış, yemek yediği sırada mukim olmuştur. Fakat, yerleşim merkezinin son evlerini geçtikten sonra bir şey yiyip son­radan evine dönmesi halinde yine yemesi halinde, -tekrar yoluna devam etmese bile- keffaret gerekmez. Çünkü, yemesi ruhsat ha­linde olmuştur.

Ramazan günü zevalden önce memleketine dönen ve bir şey yememiş olduğu halde oruca niyet edip sonra bilerek bozan kimseye keffaret gerekmez.

 

B. İkrah:

 

ÜM’e göre, Râînazan günü orucu bozmak için ikrahı mülci ile karşılaşsa, mükellef için orucu bozması keffareti gerektirmez; Hanbelî Mezhebine göre bu.durumda da keffaret gerekir. [707]

 

C. Delilik Ve Baygınlık:

 

Zevalden önce ayılıp oruca niyet etmişken sonra orucunu bo­zan bir deliye keffaret gerekmez.

 

D. Kasıt Ve İstek:

 

ÜM’e göre, keffaretin gerekmesi için orucu bozma konusunda mükellefin kendi kasıt ve isteğinin bulunması şart koşulur; Hanbelî Mezhebine göre bu şart gerekmez. [708]

Unutarak bir şey yiyen veya fecir doğmuşken henüz doğmadı zannıyla veya uyku halinde oruca aykırı bir harekette bulunan kimse artık orucunun bozulmuş olduğunu sanarak tekrar kasten yese keffaret gerekmez.  Orucunun bu unutmayla bozulmayacağınıbildiği halde orucunu bozsa bile, durum Ebu Hanife’ye göre aynıdır. Çünkü bu hal, orucun bozulma şüphesini aksettirir.

Fecir doğduğu halde henüz doğmadı zannıyla sahur yapılsa veya güneş batmadığı halde battı zannıyla oruç bozulsa yalnız kazagerekir.

Ağız temizliği yaparken boğazına su kaçan veya bir kadına bakan kimse bununla orucun bozulduğunu sanarak Ramazan’da kasıtlı olarak orucunu bozsa, bununla orucun bozulduğunu bilmi­yorsa kaza, biliyorsa keffaret gerekir.

 

İftar Şekliyle İlgili Şart: İftarın Tam Olması:

 

I. Yeme-İçmenin Sureten Ve Manen Birlikte Gerçekleşmesi:

 

Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, Ramazan orucunun bo­zulmasından dolayı keffaret gerekmesi için, hem sureten, hem de manen iftar meydana gelmelidir. Bu da kasten ve tabiî olarak gıda ve ilaç almak, tat ve zevk almak için yenen-içilen maddeleri kul­lanmakla olur. [709]

 

A. Sureten -Şeklen- İftar:

 

Şeklen oruç bozma yukarıda sayılan üç özelliği (tegazzi, te­davi ve telezzüz; yani gıda, ilaç ve tat) taşıyan maddeleri ağızdan yutmak suretiyle olur.

 

B. Manen İftar:

 

Bu üç özelliği taşıyan maddelerin mideye ulaşması manen if­tar adını alır.

Yalnız sureten veya yalnız, manen oruç bozmak, sadece ka­zayı gerektirir. Bu sebeple, gıda sayılmayan, vücuda faydası olma­yan, yaratılış gereği sevilmeyen ve nefret edilen bir şeyin istekle yenmesi ve içilmesinden veya bir ilacın ağızdan başka bir taraftan içeriye atılmasından dolayı keffaret gerekmez.

 

II. Cinsî Arzunun Tam Giderilmesi:

 

Gerek ön, gerek arka yoldan biriyle, kadın ve erkeğin birleşme yapması keffareti gerektirir. Bu durumda, boşalma olması şart değildir. Ebu Hanife’ye göre, arka yoldan cinsî birleşme -haddi gerektirmeyeceğinden- keffareti de gerektirmez. [710]

Cinsî arzu; sevicilik, hayvanlarla birleşme, homoseksüellik, mastürbasyon gibi yanlış yol ve şekillerle eksik olarak giderilirse,yalnızca kaza gerekir. Fakat, Şafiî ve Malikî Mezheplerine göre, ölü ve hayvanla birleşme de keffareti gerektirir. [711] Hanbelî Mezhe­bine göre, sevicilik de keffareti gerektirir. [712]

Böylelikle, iftar şekliyle ilgili olarak şu ilkeyi benimseyebi­liriz: İftarın, her yönüyle -yeme içmede hem sureten, hem manen; cinsi arzunun giderilmesinin, -kadın ve erkeğin ön veya arka yol­dan birleşmesiyle- tam olması hem kaza, hem de keffareti; fakat eksik olursa yalnızca kazayı gerektirir.

 

Keffareti Gerektiren Hal Ve Hareketler:

 

Gıda Ve Haç Kullanmak:

 

Gıda, insanın yaratılışı itibarıyla yemeyi arzu ettiği ve yiye­bildiği, karnını doyurabileceği maddedir. Ağızdan alman ilaçlar da bu maddeler içine girer:

 

I. Hükmü: [713]

 

a) Hanefî Mezhebine göre,  şartları gerçekleşmiş bir şekilde yiyerek, içerek veya ilaç kullanarak gıda alınması,   hem   kaza, hem de keffareti gerektirir.

b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre -arzu ister tam, ister ek­sik giderilsin- yalnızca cinsi birleşmeden dolayı keffaret gerekir.

c) Malikî Mezhebine göre, kendi isteğiyle -az veya çok- kus­mak keffareti gerektirir. [714] Ayrıca kasıtla, sıvı maddeleri, buhur ve buhur kokusunun, ağız, kulak, göz ve burundan boğaza ulaşması, hem  kaza  ve   hem   de  keffareti  gerektirir;   sehven  olunca  kaza gerekir.

 

II. Şartları:

 

Mükellef ve iftar şekliyle ilgili şartlar, gıda ve ilaçları kul­lanmanın keffareti gerektirmesi için de aynen geçerlidir.

 

III. Örnekler:

 

a) Bile bile yemek, içmek, ilaç ve gıda kullanmak,

b) Ağıza giren yağmur ve kar taneciklerini bilerek ve isteye­rek yutmak,

c) Ağız dışından susam tanesi kadar bir yiyecek maddesini yutmak,

d) Sigara içmek, enfiye çekmek,

e) Eroin, esrar, afyon gibi uyuşturucu maddeleri kullanmak,

f) Az miktarda tuz yemek; çok miktarda tuz yemek yalnızca kazayı gerektirir. Çünkü, tuzun azı gıda için alınabilir, çoğu için böyle bir şey sözkonusu olmaz.

g) Çiğ et, içyağı, pastırma yemek,

h) Kötü veya şüpheli bir davranıştan sonra bunun orucu boz­madığını bildiği halde orucu bozmak; msl. gıybet eden kimsenin bu davranışının orucu bozmadığını bildiği halde yemesi içmesi; kan aldırdıktan sonra aynı şekilde orucu bozmak, eşini öptükten sonra bu şekilde yemek içmek keffareti gerektirir[715].

i) Zevk almak için eşinin tükürüğünü emmek.

 

Haller

Hanefi

Sara

Maliki

Hanbelî

Yeme-İçme

Gerektirir

 

Gerektirir

 

Cinsi

Ta/n  Giderme

Gerektirir

Gerektirir

Gerektirir

Gerektirir

Arzunun

Eksik

Sevicilik

 

 

 

Gerektirir

Gideril­mesi

Gider­me

Hayvanlarla Birleşme

 

Gerektirir

 

 

 

 

Ölüyle Birleşme

 

Gerektirir

 

 

Tablo 68: Keffareti Gerektiren Haller

 

Cinsî Arzunun Giderilmesi:

 

I. Tam Giderme:

 

A. Hükmü:

 

Cinsî arzunun tam giderilmesiyle orucu bozulan mükellefe keffaret gerekir.

 

B. Şartları:

 

a) Mükellefle İlgili Şartlar:

Bunları, genel ve özel şartlar şeklinde iki grupta toplayabili­riz:

i) Genel Şartlar:

Keffaret için gerekli mükellefle ilgili genel şartlar, cinsî ar­zunun giderilmesiyle keffaretin gerekmesi için de aynen geçerli­dir.

ii) Özel Şartlar:

ii.i) Orucun Sıhhatine İnanmak: [716]

a) Şafiî Mezhebine ve Ebu Hanife’ye göre, unutarak yiyip orucu bozuldu zannederek birleşme yapana yalnızca kaza gere­kir.

b) Hanbelî Mezhebine göre, bu durumda keffaret gerekir.

İİ.İİ) Haramhğını  Bilmek: [717]

Şafiî Mezhebine göre, cinsî birleşme yapana keffaretin ge­rekmesi için, bunun haram olduğunu bilmek şarttır.

ii.iii) Müstakillen Yapmak: [718]

Şafiî Mezhebine göre, fiiliyle beraber bir şey yiyip içecek olursa, yalnız kaza gerekir.

ii.iiii) Günahkâr Olmak: [719]

Şafiî Mezhebine göre, msl. çocuk ve yolcular oruç bozmakla günahkâr olmadıklarından, onlara keffaret değil, yalnızca kaza gerekir.

ii.iiiii) Hatalı Olmamak: [720]

a) Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, fecir doğmadı  veya akşam oldu zannıyla birleşme yapma halinde yalnızca kaza gere­kir.  Fakat, fecir doğduğu halde bunu bile bile  birleşmeye devam ederse, keffaret gerekir.

b) Hanbelî Mezhebine göre, bu durumda kaza değil, keffaret gerekir.

ii.iiiiii) Sünnet Kısmının Girmesi: [721]

Şafiî Mezhebine ve Ebu Hanife’ye göre, birleşme halinde kef­faretin gerekmesi için haşefenin girmesi gerekir.

ii.iiiiiii) Delirmemek: [722]

Şafiî Mezhebine göre, keffaretin gerekmesi için, birleşmeden sonra mükellefin aklî dengesini kaybetmemesi gerekir.

ii.iiiiiiii) Ramazan’ın Edası Olmak: [723]

Birleşmeyle orucun bozulması halinde keffaretin gerekmesi için, Cumhur’a göre, orucun Ramazan’ın edası olması gerekir; Katâde’ye göre, Ramazan orucunun kazasında, da keffaret gerekir; maliki hukukçulardan İbnu’l-Kasım ile Vehb’e göre, bütün oruçlar için gerektiğinde keffaret ödenir.

b) Birleşme Yapılanla İlgili Şartlar:

i) İnsan olmak: [724]

Hanefi Mezhebine göre, keffaretin gerekmesi için, birleşme yapılanın insan olması gerekir.

ii) Canlı olmak: [725]

Hanefî Mezhebine göre birleşme yapılanın canlı olması gere­kir.

iii) Şehvetli olmak: [726]

Hanefi Mezhebine göre, keffaret için, birleşme yapanın şehvetli olması gerekir.

iiii) Fercden -ön veya arkadan- olmak: [727]

Şafiî Mezhebine göre, birleşmenin ön veya arka yollardan bi­riyle olması gerekir.

 

Şartlar

Hanefî

Şafiî

Maliki

Hanbelî

Mükellefle İlgili Şartlar

Genel Şartlar

Akıl ve Buluğ

Şart

Ş

Ş

Ş

 

 

Geceden Niyet

 Ş

Ş

--

 

 

Mazareti Bulun­mamak   .

Yolcu

Ş

Ş

Ş

 

 

 

 

İkrah

Ş

Ş

Ş

 

 

 

Delilik, Baygınlık

S

 

 

 

 

Hata

Ş

Ş

 

 

 

Sonradan Delirmemek

Ş

Ş

 

 

 

Kasıt va İstek

Ş

Ş

Ş

 

 

Ramazan’ın Edası

Ş

Ş

Ş

 

Özel Şartlar

Haramlığını Bilmek

...

Ş

Ş

 

 

Müstakillen Yapmak

...

Ş

...

 

 

Günahkar Olmak

Ş

 

 

Hatalı Olmamak

Yedikten Sonra

...

Ş

Ş

...

 

 

 

Fecir Doğdu Zannı

Ş

--

 

 

Haşefenin Girmesi

Ş

Bir

leşme

 pılanla ilgili

Şartlar

İnsan Olmak

Ş

Ya

 

Canlı Olmak

Ş

 

 

 

Şehvetli Olmak

Ş

 

 

Pereden Olmak

Ş

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tablo 69: Birleşmede Keffaretin Gerekme Şartları

 

C. Keffaret Ödeyecek Mükellef: [728]

 

a) ÜM’e göre, cinsî birleşme halinde, her iki tarafa da keffa­ret ödemek gerekir.

b) Şafiî Mezhebine ve Evzaî’ye göre, bu durumda, yalnızca birleşme yapan keffaret öder.

Aslında eş-Şafiî’den bu konuda üç rivayet vardır:

1) Sadece erkek keffaret öder. Sahih olan da budur.

2) Her iki taraf da öder.

3) Kadının keffaretini de erkek öder.

 

II. Eksik Giderme: [729]

 

a) Hanefî Mezhebine  göre,  cinsî  arzunun eksik giderilmesi halinde yalnızca kaza gerekir.

b) Şafiî ve Malikî Mezheplerine göre, bu durumda, ölü ve hay­vanla birleşme yapıldığında da keffaret gerekir.

c) Malikî Mezhebine göre, cinsî birleşme dışındaki boşalma hallerinde sadece keffaret gerekir. Bu boşalma, bakma ve düşünmeyle olunca, orucun bozulup keffaret gerekmesi için,

(a) Bunların aralıksız, uzunca ve devamlı olması,

(b) Bakışını uzatınca boşalma olması,

(c) Boşalmanın  bu  gibi  durumlarda mükellefin  âdeti ol­ması şartlarının gerçekleşmesi gerekir. Fakat, sadece bakınca boşalma olursa, kaza gerekir. [730]

d) Hanbelî Mezhebine göre, sevicilik de keffareti gerektirir. Bu durumda, boşalma yapan keffaret öder. [731]

 

Keffaretin Düşmesi: [732]

 

Oruç keffaretinin nasıl ödeneceği konusu, keffaret oruçlarını incelerken ele alınmıştır. Keffareti gerektiren şekilde orucu bozu­lan mükellef, orucu bozduktan sonra oruç bozmanın vacip veya mu­bah olduğu bir hastalıkla karşılaşır, kadın aylık âdetini görmeye başlar veya lohusa olursa, ya da bayılırsa ÜM’e göre keffaret düşer, Hanbelî Mezhebine göre düşmez. Yalnız hastalığa mükellefin ken­disi sebep olmamalıdır. Bile bile oruç bozduktan sonra yolcu ol­makla keffaret düşmez. Çünkü, orucu bozduktan sonra yolcu ol­makla, yolcu olduktan sonra orucu bozmak başka başkadır; yola çıktıktan sonra oruç bozulabilir.

 

Kazayı Gerektiren Hal Ve Hareketler:

 

Kazayı gerektiren hal ve hareketleri kazası gerekli oruç tür­lerini belirttikten sonra ele almak uygundur:

 

Kazası Gerekli Oruç Türleri:

 

Ramazan Orucu:

 

Herhangi bir sebeple tutulamayan Ramazan orucunun kaza edilmesi de farzdır:

a) Yolculuk ve hastalık mazeretleriyle Ramazan orucunu tut­mamış olan mükellef, daha sonra bunları kazaya müsait vakit bu­lamadan vefat etse, ne kaza, ne de fidye gerekir. Fidye verilmesini vasiyet ederse, bu, malının üçte birinden ödenir.

b) Ramazan’ın başından sonuna kadar baygın halde bulunan kimse, daha sonra ayılınca  kazayla mükellef olur;  fakat  delilik Ramazan’ın sonuna kadar aralıksız sürerse kaza gerekmez. Ayık olunan günler için kaza gerekir.

Maliki Mezhebine göre, delilik de bayılma gibidir, bu du­rumda da kaza gerekir.

Maliki Mezhebine göre, bozulan her farz orucun kazası gere­kir. [733]

 

Adak Orucu:

 

Muayyen olmayan adak oruçları, Hanefî ve Malikî Mezheple­rine göre kaza edilir.

Muayyen adak oruçları, Hanefî Mezhebine göre kaza edilir; Malikî Mezhebine göre, muayyen adak oruçları hastalık, hastalık ihtimali, âdet ve lohusalık, bayılma ve delilik gibi hareketlerle bo­zulunca kazası gerekmez, fakat unutarak bozulunca kaza gerekir.

 

Bozulan Nafile Oruç: [734]

 

Bozulan ve yarım bırakılan nafile orucu kaza etmek konu­sunda, hukukçuların görüşleri değişiktir:

a) Hanefî Mezhebine göre, her ne sebeple olursa olsun bozulan nafile orucu kaza etmek vaciptir. Çünkü, başlanan bir ibadeti yarım bırakmamak gerekir, kaza orucuna fecrin doğuşundan sonra niyet etme halinde oruç kaza için değil, bir nafile olarak sa­hih olur.

b) Şafiî Mezhebine göre, bozulan nafile orucu mükellef ister kaza eder, ister etmez.

c) Maliki  Mezhebine  göre,  haram  bir kasıtla  nafile  orucu bozma halinde kazası farzdır. [735]

 

Kazayı Gerektiren Haller:

 

Gıda Ve İlaç Niteliğinde Olmayan Maddeleri Kul­lanmak:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, oruçlunun ne gıda, ne de deva ni­teliği  taşımayan  maddeleri yemesi, yalnız kazayı gerektirir;  Ma­likî Mezhebine göre, iftar mazeretsiz olunca keffaret gerekir.[736]

b) Ağza yağmur ve kar tanecikleri girince, kendi isteği olma­dan yutmak; kendi isteğiyle olunca keffaret gerektirir.

c) Ağız dolusu kusmak veya ağza gelen bu kusmuğu bile bile yutmak,

d) Dişler arasında kalan ve nohut tanesi kadar bir maddeyi yemek; daha küçükleri orucu bozmaz.

e) Ham ayva veya ceviz gibi henüz yenecek hale gelmemiş meyvaları yemek; pişirilerek veya başka bir işlem yapılarak ye­nirse keffaret gerekir.

 

Gıda Ve İlaçları Dinimizce Geçerli Özre Dayanarak Kullanmak:

 

Dinimizce geçerli özürler hastalık, yolculuk, ikrahı mülci, yanılma ve  yanlışlıktır.

Gıda ve ilaçları, bu özürlere dayanarak kullanmak, orucu bo­zup kazayı gerektirir. Unutarak bu maddeler kullanılmışsa, oruç hiçbir şekilde bozulmayıp ne kaza, ne keffaret gerekir:

a) Oruçlu olan kimse, ağır çalışmadan dolayı hasta olmaktan korkarsa, orucunu bozunca kaza etmesi gerekir. Yalnız, çalışmanın gerçekten çok ağır ve korkunun şiddetli olması gere­kir. Yoksa, basit durumlar için oruç bozulursa keffaret gerekir.

b) Yolculuğa oruçluyken başlayan kimsenin, yolculuğun başladığı yerden sonra orucunu bozması,

c) Uyuyan bir kimsenin ağzına başka biri tarafından oruç bo­zacak bir madde atılırsa ve oruçlu bunu yutarsa yalnız kaza gere­kir; Malikî Mezhebine göre atana keffaret, yutana kaza gerekir. [737]

d) Gargara yaparken ilaç veya suyun mideye gitmesi,

Başta veya karında bulunan bir yara üzerine sürülen ilaç, sa­dece yarada kalmayıp mideye veya kalbe giderek bütün vücuda dağıhrsa, oruç bozularak kaza gerekir. [738]

f) Gündüz niyet edilen orucu bozmak,

g) Unutarak veya oruca aykırı işlemi yaptıktan sonra bilerek yemek,

h) İmsak vakti girmedi düşüncesiyle yemek, içmek ve birleşme yapmak, yalnız kazayı gerektirir; ancak bu gibi vakit­lerde ihtiyatlı olmak gerekir.

i) Zorla oruç bozmak. Başkasının ciddî bir şekilde ölüm ve yaralama sonucunu doğuracak gibi bir tehditle oruçluyu zorlaması halinde bozulan oruç kaza edilir.

 

İğne Yaptırmak:

 

İğne yaptırmanın orucu bozup bozmayacağı, daha önce ele alınmıştı. Bu görüşlerden, orucu bozduğunu savunan görüş kabul edilirse, orucun yalnızca kazası gerekir.

 

Cinsî Arzunun Eksik Giderilmesi:

 

Cinsî arzunun tam olarak giderilmemesi, büyük ahlâksızlık ve cinsî  sapıklıklarla olur. Bu tür sapık hareketler,  ahlâksızlık örneği olma yanında, orucu da bozar ve yalnız kazayı gerektirir:

 

I. Ölüyle Birleşme: [739]

 

a) Hanefî Mezhebine göre, ölüyle birleşme halinde boşalma olunca yalnızca kaza gerekir.

b) Şafiî Mezhebine göre, ölüyle birleşme keffareti gerektirir.

 

II. Hayvanla Birleşme: [740]

 

Hanefî ve Şafiî Mezheplerine göre, hayvanla birleşme yap­manın hükmü, ölüyle birleşmede olduğu gibidir.

 

III. Mastürbasyon (Elle Boşalma): [741]

 

Hanefî Mezhebine göre, elle boşalma halinde, oruç bozulur ve kaza gerekir.

 

IV. Sevicilik:

 

a) Hanefî Mezhebine göre,  iki   kadının birbirini tatmine çalışması halinde, oruç bozulur ve kazası gerekir.

b) Hanbelî Mezhebine göre, bu durumda, boşalma olan tarafa keffaret gerekir.

 

V. Küçük Ve Deliyle Birleşme: [742]

 

Hanefî Mezhebine göre, küçük ve deliyle birleşme halinde, oruç bozulur ve yalnızca kaza gerekir.

Ramazan günü kendini bir çocuğa veya deliye teslim ederek birleşme yapan kadına keffaret gerekir.

 

VI. Homoseksüellik:

 

Böyle bir durumda boşalma olunca, oruç bozulur ve yalnızca kaza gerekir.

 

Kazayı Gerektiren Diğer Haller:

 

a) Ramazan oruçları dışındaki oruçları bozmak; bu gibi hal­lerde oruçlar gününe gün kaza edilir.

b) Bütün bir Ramazan’da veya Ramazan içinde birkaç gün, ya da bir gün niyet etmeyip oruç tutmamak, daha sonra gününe gün kaza etmeyi gerektirir. Günah bir iş yapıldığından, ayrıca tevbe etmek gerekir. Hanefî hukukçu Züfer’e göre, hasta ve yolcu olma­yanlar niyetsiz de olsalar oruç tutarmış gibi kabul edilir. [743]

c) Keffareti gerektiren halin kazayı mı, keffareti mi gerekti­receği konusunda görüş ayrılığı ve şüphe bulunması halinde oruç sadece kaza edilir.

d) Maliki Mezhebine göre, keffareti gerektiren şekilde bozu­lan her türlü oruç şartlarını taşımayınca kaza edilir. [744]

e) Unuturak yiyip daha sonra -bozuldu zannederek- bilerek orucu bozmak, yalnızca kazayı gerektirir. [745]

f) Akşamdan oruca niyet etmeden yatıp sabahleyin uyanan mükellef orucunu bozarsa, Ebu Hanife’ye göre keffaret gerekmeyip kaza gerekir; Züfer’e göre, keffaret gerekir; Ebu Yusuf ve eş-Şeybani’ye göre, zevalden önce olunca keffaret, sonra olunca kaza gerekir. [746]

 

2. KISIM İ’TİKÂF

 

1. BÖLÜM İ’TİKAF KAVRAMI

 

16. İtikâfin Tanımı: [747]

 

Sözlükte “devam etmek” manasına gelen i’tikâf, hukuk de­yimi olarak, “Bir mescid veya o hükümdeki yerde ibadet için özel şekilde beklemek ve bulunmak” demektir. İ’tikaf, “özel bir yerde ve zamanda, özel şartlarla ve terk ile yapılan işlem” şeklinde de tanımlanabilir. Bu ibadeti yapan kimseye Mu’tekif veya Akif, yapıldığı yere mu’tekef veya Mu’tekefuh Fih denir.

İ’tikaftaki özel işlemin ne olduğu, hukukçular arasında ihti­laflıdır:

a) Ebu Hanife, eş-Şafiî,  Sevrî ve  İbnu’l-Kasım’a göre, özel işlem; namaz, Allah’ı zikir ve Kur’an okumak gibi kurbet ve iyi amellerdir.

b) İbn Vehb’e göre, bütün kurbet ve âhiretle ilgili iyi ameller­dir.

İkinci görüşe göre mu’tekif cenaze namazı kılar, hasta ziya­reti ve ilim tahsili yapabilir. Birinci görüşe göre mu’tekif bu gibi işlemleri yapamaz.

İ’tikâf, önceki semavi dinlerde de bulunmaktadır. [748] Hz. Pey­gamber, hicretten sonra her sene i’tikafa girerdi. Gerçekten, in­sanın dünya işlerinden bir an için sıyrılıp Yaratıcısıyla karşı karşıya kalması, ona büyük bir heyecan, samimiyet ve ihlas aşılar.

 

17. İtikâfm Çeşitleri: [749]

 

Hüküm yönünden i’tikâflar, vacip ve sünnet i’tikâflar olmak üzere iki çeşittir:

 

1- Vacip i’tikaf:

 

Adak İ’tikafi: [750]

 

İ’tikâf yapmayı adayan kimseye, bu sözünü yerine getirmek vaciptir; ayrıca, Hanefî Mezhebine göre, i’tikâfm oruçlu geçirilmesi de vaciptir.

Muayyen olmayan adak i’tikafını, Ebu Hanife ve Malik’e göre, aralıksız yapmak şartken, eş-Şafîî’ye göre şart değildir. [751]

Bu arada, adak i’tikafıyla ilgili olarak aşağıdaki konuların bilinmesi faydalı olur: [752]

a) Bir ay i’tikaf adandığı halde, bundan yalnız gecelere veya gündüzlere niyet edilse, bu niyet sahih olmaz. Çünkü, ay, belli mik­tardaki gecelerle  gündüzlerin  toplamından ibaretir. Bu sebeple, böyle bir adamada bir ay geceli gündüzlü i’tikaf yapmak gerekir.

b) Yalnız gündüzleri i’tikaf yapmaya niyet edilmesi sahihtir. Bu durumda, her gün fecrin doğuşundan   önce   mescide girip güneşin batmasından sonra çıkılır; aralıksız yapılmaya niyet edilmemişse, mükellef bunu istenen günlerde yapar. Bir gün için i’­tikaf adandığı takdirde buna gece de girmez. Belli bir sayı ile i’ti­kaf yapacağı günleri tespit eden mükellef geceleri de i’tikaf yapar.

c) Belli  bir Ramazan ayını  i’tikafla geçirmek adansa, bu Ramazan’m  orucu  i’tikaf orucu  için  de  geçerli  olur. Bu adağa rağmen, belirtilen Ramazan ayında i’tikaf yapılmayıp başka bir zamanda oruçlu olarak aralıksız bir ay i’tikaf yapılması gerekir. İ’tikaf yapılmayıp diğer bir Ramazan girecek olsa,bu  Ramazan ayında yapılacak i’tikaf yeterli olmaz. Çünkü, bu takdirde, kazaya kalan i’tikafın orucu, mükellefin zimmetinde bir borç olmuştur; bu ikinci Ramazan orucuyla borç ödenmiş olmaz.

d) Belli bir ay belirtmeden bir ay i’tikaf adayan mükellef, Ramazan’da  bir  ay i’tikafta bulunmakla,  bu  adağını  yerine ge­tirmiş olamaz. Çünkü, bu i’tikaf için bir ay oruç tutmayı da adakla kendine  gerekli  kılmıştır; Ramazan  orucu ise, kendisine ayrıca farz olan bir ibadettir.

e) Adadığı i’tikafi yapmadan  vefat eden bir mükellef, her günü için bir fidye ödenmesini vasiyet etmesi gerekir. Çünkü, vacip olan bir i’tikaf, orucun alt dalıdır. Bu sebeple, oruçtaki fidye, bu adak borcunda  da geçerli olur.   Fakir mükellefler ise, Allah’tan (c.c.) af ve mağfiret diler.                                                   

 

Başlanan Sünnet İ’tikafi Tamamlamak: [753]

 

a) Hanefî Mezhebine (eş-Şeybani’ye) göre, başlanan sünnet i’­tikafi  tamamlamak  vaciptir; Ebu Hanife ve Ebu   Yusufa  göre başlanan i’tikâf) tamamlamak gerekmez.

b) Cumhur’a göre, Özürsüz yere kesilen i’tikafların kazası ge­rekir.

Caferi Mezhebine göre, ahid, yemin ve icare (kiralama) gibi sebeplerle de i’tikâf vacip olur. [754]

 

                                        İ’tikâfın Çeşitleri

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Vacip İ’tikâf                                                       Sünnet i’tikâf

1. Adak İ’tikâfı                                                    1. Ramazan l’ökâfı

2. Başlanan Nafile i’tikâft Tamamlamak           2. Ramazan Dışındaki İ’tikâflar

Şema 47: İtikâfın  Çeşitleri

 

2- Sünnet İtikaf: [755]

 

Ramazan İ’tikafı:

 

Ramazan’da bilhassa son on gün içinde yapılan i’tikaf, Ha­nefî Mezhebine göre, sünnet-i kifaye-i müekkede; Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre sünnet-i müekkede; Maliki Mezhebine göre müstehaptır.

 

Ramazan Dışındaki İ’tikâflar:

 

Hanefî ve Maliki Mezheplerine göre, Ramazan dışında yapılan i’tikâflar müstehap; Şafiî Mezhebine göre sünnet-i müekkededir.

 

Çeşitleri

Hanefî

Şafiî

Maliki

Hanbelî

Vacip İ’tikâf

Adak  İ’tikâfı

Vacip

Vacip

Vacip

Vacip

 

Sünneti Tamam

Vacip

 

 

 

Sünnet Vtikâf

Ramazan i’tikafi

Kifaî   Sün­net-i    Müekkede

Sünnet-i Müekkede

Müstehap

Sünnet-i Müekkede

Tablo 70: İ’tikâfın Çeşitleri

 

2. BÖLÜM İ’TİKAFIN YAPILMASI VE BOZULMASI

 

18. İ’tikafın Yapılması:

 

1- Rükünleri:

 

İ’tikafın ittifak edilen üç rüknü vardır:

a) Mescid,

b) Mu’tekif,

c) Bekleme.

Niyet Hanefî ve Hanbelî Mezhebine göre şart, Şafiî ve Maliki Mezhebine göre rükündür.

 

Rükün

Hanefî.

Safil

Maliki

Hanbelî

Mescid

Rükün

Rükün

Rükû n

Rükün

Mu’tekif

Rükün

Rükün

Rükün

Rükün

Bekleme

Rükün

Rükün

Rükün

Rükün

Nivet

Şart

Rükün

Rükün

Şart

Tablo 71: İ’tikafın Rükünleri

 

2- Şekli Ve Süresi:

 

Şekli:

 

İ’tikaf veya o hükümdeki yerde bir müddet durmak suretiyle yapılır. Bu duruş esnasında az önce belirtilen özel işlem yapılır, bo­zar davranışlardan sakınılır ve adabına uyulur.

 

Süresi:

 

Genel Olarak:

 

Asgarî Planda:

 

a) Hanefi ve Hanbelî Mezhebine göre i’tikafın en azı sınırsız bir zaman parçasıdır.

b) Şafiî   Mezhebine   göre   subhanellah   denilmesinden   biraz fazla bir zam i’tikafın en az süresidir.

c) Maliki Mezhebine göre i’tikafın en az süresi bir gün, bir gecedir.

d) Ebu Yusuf’a göre en az süre bir gündür.

 

Azamî Planda:

 

İ’tikafın çoğu için bir sınır yoktur; yalnız orucu şart koşanlara göre bütün zaman, şart koşmayanlara göre oruç tutula­mayan günler dışındaki zamandır. [756]

 

Özel Olarak: [757] İ’tikafa Giriş Ve Çıkış

 

İ’tikafa Giriş:

 

a) Ebu Hanife, Malik ve eş-Şafiî’ye göre bir ay i’tikaf yap­mayı adayan mu’tekif i’tikafa güneşin batmasından önce girer.

b) Sadece bir gün i’tikaf yapmayı adayan mükellef eş-Şafiî’ye göre i’tikafa fecir doğmazdan önce girer,  güneşin   batmasından sonra çıkar; Malik’e göre yukarıdaki gibi girer.

c) Züfer ve el-Leys b. eş-Sa’d’a göre her iki i’tikafa da fecrin doğuşundan önce girilir.

d) Ebu Sevr’e göre on gündüz i’tikaf yapmayı adayınca fecrin doğuşundan önce; on gece i’tikaf yapmayı adayınca güneşin bat­masından önce girilir.

e) el-Evza’i’ye göre i’tikafa giriş sabah namazından sonra olur.

 

İ’tikaftan Çıkış:

 

a) Malik’e göre bayram namazı için Ramazan’m son günü güneş battıktan sonra i’tikaftan çıkabilir; bayram   namazında çıkmak müstahsendir.

b) Ebu Hanife ve eş-Şafiî’ye göre i’tikaftan güneş battıktan sonra  çıkılır.

c) Sehnun ve İbnu’l-Macişun’a göre eve bayram namazından önce dönmek için i’tikaf bozulur, sonra çıkılır.

 

3- Mekruhları Ve Adabı: [758]

 

Mekruhları;

 

a) Allah’a yaklaşma inancıyla susmak. Bilindiği gibi; günah sözleri söylemeyip  susmak bir ibadettir.  Fakat Allah’a takarrubinancıyla susmak tahrimen mekruhtur; gerekmediğiiçin konuşmamakta bir sakınca yoktur.

b) Mescide satmak için ticaret malı getirmek. Gerekli eşya satın alınabilir, fakat ticaret eşyası mescide getirilmez; ticaret akdi caizdir.

 

Adabı:

 

a) Ramazan’ın son on gününde sünnet-i müekkede olan i’tikafı yapmak,

b) Gerektiğinde ve hayır söz konuşmak; kötü ve günah söz konuşmamak,

c) En büyük ve efdal camilerde i’tikafa girmek,

d) İ’tikaf müddetince ibadet edip Kur’an ve hadis okumak, ilim öğrenmek ve öğretmek; peygamberler tarihini okumak,

e) Temiz elbise giyinip güzel kokular sürünmek,

f) Niyeti diliyle de söylemek.

 

4- Sahih Olma Şartları: [759]

 

İ’tikafın sahih olma şartlarının bir kısmı i’tikaf yapan kişi, bir kısmı da i’tikâf yapılan yerle ilgilidir:

 

Mu’tekifle İlgili Şartlar:

 

Mu’tekifle ilgili sahih olma şartlarını, genel ve özel şartlar biçiminde iki grupta ele alabiliriz:

 

Genel Şartlar:

 

İslâm:

 

İ’tikafın sahih olması için, müslüman olmak şarttır.

 

Akıl:

 

İ’tikaf bir ibadet olduğundan,  sahih olması için mükellefin akıllı olması gerekir.

 

Kadının Kocasından İzin Alması:

 

a) Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre, kadın, kocası izin vermediği  takdirde, -vacip bile olsa-  kesinlikle  i’tikafa  giremez; eşine verdiği izinden koca dönemez.

b) Şafiî Mezhebine göre, kadın, kocasından izin almadan i’­tikafa girerse, bu sahihtir; ancak, kadın günahkârdır.

c) Malikî Mezhebi ile İbn Ömer ve İbn Abbas’a göre, ko­casının kendisine ihtiyacı varsa, kadının ondan izinsiz i’tikaf yapması caiz değildir; fakat, bozunca kazası yine kocanın iznine bağlıdır.

 

Niyet:

 

Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre, her ibadet için olduğu gibi, i’tikaf için de niyet şarttır; Şafiî ve Malîki

Mezheplerine göre, niyet rükündür.

 

Özel Şartlar:

 

Özel şartlar, vacip i’tikaflar için sözkonusudur, sünnet i’tikaflarda özel şart yoktur:

 

Cünüplükten Temizlik:

 

a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, cünüpken yapılan i’­tikaf, haram olarak sahih olur. Çünkü, cünüplükten temizlenmek, i’tikafın  helal   olması  için  şarttır.   Böyle  bir   durumda,  i’tikaftan hemen çıkılır, gusledilir ve aralıksız biçimde i’tikafa dönülür.

b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre, bütün i’tikaflar için, cünüplükten temiz olmak şarttır.

 

Hayız Ve Nifastan Temizlik:

 

a) Hanefi Mezhebine göre, vacip i’tikaf için hayız ve nifastan temizlenmek şarttır. Sünnet i’tikaf için, hayız ve  nifastan temiz­lenmek şart değildir. Fakat, i’tikafa temizlenmeden girmek, -sahih olmakla birlikte- haramdır.

b) Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre,  bütün i’tikaflar için, hayız ve nifastan temizlenmek şarttır.

c) Malikî Mezhebine göre, vacip i’tikaf için, hayız ve nifastan temizlenmek şarttır. Durumu düzelince, kadınlar,  vacip i’tikafı gününe gün kaza ederler;  sünnet i’tikafları  niyetlerine  göre kaç günse -bu halle karşılaştıkları gün dışında- ona göre tamamlama­ları gerekir.

 

Oruçlu Olmak:

 

a) Hanefî, Mezhebine ve Malik’e göre, vacip i’tikaflar için, oruçlu olmak şarttır; sünnet olanlar için şart değildir.

b) Şafiî Mezhebi, Hz. Ali ve İbn Mes’ud’a göre, vacip i’tikaflarda da oruç tutmak şart değildir;  Şafiî Mezhebine göre müstehaptır, Hz. Ali ve İbn Mes’ud’a göre mu’tekif seçimlidir.

c) Malikî Mezhebine göre, her çeşit i’tikafta oruçlu  olmak şarttır.

 

Mu’tekefun Fih’le İlgili Şart: Mescid: [760]

 

a) Hanefî Mezhebine göre, erkekler camide, kadınlar ise evde namaz kılmaya -alıştığı ve âdet haline getirdiği yerde i’tikafa gi­rerler; kadınların mescidlerde i’tikaf yapması tenzihen mekruhtur. İçinde cemaatle namaz kılman her mescidde i’tikaf yapılabilir; i’­tikafın büyük camilerde yapılması efdaldir. Mescidler efdal olma­larına göre, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve büyük mescidler şeklinde sıralanır.

b) Şafiî Mezhebine göre, i’tikaf mescidlerde yapılır. Gerek er­kekler, gerekse kadınlar mescid olduğu kabul edilen her yerde i’ti­kafa girebilir.

c) Malikî Mezhebine göre, mescid dışındaki yerlerle Ka’be’de ve velilerin  makamlarında i’tikaf yapmak sahih değildir. İ’tikaf yapılan mescidin, herkese açık ve cuma kılınabilen bir yer olması gerekir.

d) Hanbelî Mezhebine göre, kadın ve erkek için her mescidde i’tikaf sahihtir.  Fakat cemaatle  kılınması farz bir namazın bu­lunduğu zamanda yapmak istenince, i’tikafın -mu’tekiflerle bile olsa- cemaatin bulunduğu mescidde yapılması gerekir.

İ’tikafın hangi vasıftaki mescidlerde yapılabileceği az önce de görüldüğü gibi münakaşalıdır: [761]

a) Cumhur’a göre, her mescidde gerekli özelliği taşıyınca i’­tikaf yapılabilir.

b) İbn Abbas, İbn Mes’ud, Kerhî ile -bir naklinde- Malik’e göre, i’tikaf, cemaatin toplandığı, yani cuma   kılınan camide yapılır.

c) Huzeyfe ve Said b. el-Museyyeb’e göre, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa dışındaki   mescidlerde i’tikaf yapılmaz.

Belli bir mescidde i’tikaf yapmayı şart koşan mükellef, bu ibadetini, Cumhur’a göre bir başka mescidde yapabilir; İbn Lubabe’ye göre yapamaz. [762]

 

                                                        İ’tikafın Sahih Olma Şartları

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Mu’tekifle ilgili Şartlar                                                                    Mu’tekefun Finle ilgili Şart    

Genel Şartlar                   Özel Şartlar (Vacip İ’tikaflar İçin)           1. Mescid                          

1. İslâm                            1. Cünüplükten Temizlik

2. Akıl                              2. Hayız ve Nifastan Temizlik

3. Kadının Kocasından     3. Oruçlu Olmak

İzin Alması

4. Niyyet

Şema 48: İtikâfın Sahih Olma Şartları

 

Şartlar

Hanefi

Şafiî

Maliki

Hanbelf

İslâm

Şart

Şart

Şart

Şart

Temyiz

Şart

Şart

Şart

Şart

Mescidde Yapmak

Erkeğin Mescidde Yapması

Şart

...

Şart

Şart

 

Kadının Evinde Yapması

Ş. Bunun Dışında Mekruh

 

Batıl

 

 

Herkese Açık

Şart

 

Cuma Kılınan

 

Şart

 

Cemaatle Namaz Kılınan

Şart

—.

 

Niyet

Şart

Rükün

Rükün

Şart

Cünüplük, Adet ve Lohusalıktan Temizlik

Vacipte Şart

Şart

Vacipte Şart

Şart

Kadının Kocasından İzin Alması

Şart

İzinsiz Günahla Sahih

Şart

Şart

Oruçlu Olmak

Vacipte Şart

Şart

...

Tablo 72: İ’tikafın Şartları

 

19. İ’tikâfın Bozulması:

 

İ’tikâfın bozulmasını, i’tikâfı bozan hareketler ve bozulan i’tikâfın hükmü başlıkları altında ele alabiliriz:

 

1- İ’tikafı Bozan Hal Ve Hareketler: [763]

 

İ’tikâfı bozan muhtelif hal ve hareketleri, sırayla inceleyelim:

 

Cinsî Konulardaki Bozucular:

 

Birleşme Yapmak: [764]

 

Mu’tekifin cinsî birleşme yapması haramdır.

DM’e göre, kasıtlı olarak yapılan cinsî birleşme i’tikâfı bozar, Fakat, unutarak birleşme yapmak, ÜM’e göre yine i’tikâfı bo­zarken, Şafiî Mezhebine göre bozmaz.

Mu’tekif ıbirleşme yapınca, hangi cezanın uygulanacağı ihti­laflıdır:

a) Cumhura göre, hiçbir ceza uygulanmaz.

b) Bir gruba göre, bu durumda, mu’tekifin keffaret ödemesi gerekir.

c) el-Hasenul- Basri’ye  göre,  Ramazan  i’tikafında keffaret ödenir.

d) Mücahid’e göre, mu’tekif iki dinar sadaka verir.

e) Bir gruba göre, önce köle azadı, sonra bedene  (kurban) kesmek, en sonra da yirmi ölçek hurma tasadduk etmek gerekir.

f) Caferî Mezhebine göre, vacip i’tikâf cinsî birleşmeyle bozu­lursa, Ramazan orucu keffareti gerekir. Mendup i’tikâf için ihtiyat da böyledir.

 

Öpmek Ve Okşamak:

 

a) ÜM’e göre, öpmek ve okşamak, -boşalma olmadıkça- i’ti­kâfı bozmaz; ancak, bunlar haramdır.

b) Malikî Mezhebine  göre,  dudağı öpme i’tikâfı bozar; do­kunma ve okşama ise cinsî bir zevk kastedilince veya duyulunca i’tikâfı bozar.

 

Bakma-Düşünme Ve Rüyada Boşalma:

 

a) Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine göre, bunların hiçbiri i’ti­kâfı bozmaz.

b) Şafiî Mezhebine göre, bakma ve düşünmeyle boşalma ol­ması halinde, bu, mu’tekifin âdetiyse i’tikâf bozulur.

c) Malikî Mezhebine göre, bakma ve düşünme sonucu boşalma i’tikâfı bozar.

 

Mescidden Çıkmak:[765]

 

a) Hanefî Mezhebine göre, mescidden çıkmakla i’tikafın bo­zulması, i’tikâfın türüne göre hüküm alır:

1) Vacip İ’tikaflarda: Vacip itikaflarda ne zaman olursa ol­sun mescidden dışarı çıkmak i’tikafı bozar. Fakat bir özür sebe­biyle olan çıkış için, üç çözüm yolu vardır:

(a) Tabiî Özürler: İdrar ve büyük abdest için çıkmak veya ilıtilamdan dolayı gusül yapmak,  ya da abdest almak için dışarı çıkmak müddeti, ihtiyacın giderileceği kadarlık zamandır. Gereksiz olarak dışarıda  kalınırsa, i’tikaf bozu­lur.

(b) Dinî Özürler: Hanefî Mezhebine göre, cuma namazı için i’tikaftan çıkıp bu namaz kılındıktan sonra yine i’tikafa dönülür. Bu  durum, i’tikafı bozmaz. Şafiî Mezhebine  göre, cuma namazı için başka bir mescide gitmek i’tikafı bozar; i’­tikaf bir hafta devam edecekse, cuma namazı kılman mescidde yapılmalıdır. Cumaya çıkma vakti ve cumada bulunma süresini, hanefî hukukçular değişik açıklar:

(1) Ebu Hanife’ye göre, cuma için ezan vakti çıkılır ve farzdan önce ve sonra dörder -veya farzdan sonra altı-rekat sünnet kılacak kadar durulur.

(2) eş-Şeybani’ye göre, evinin uzaklığı esastır; bu se­beple, hutbe ve namaza yetişecek kadar zaman önce çıkar. Mescidde  cuma için,  aynen  Ebu  Hanife’nin  görüşündeki kadar durulur.

(c) Zarurî Özürler: Yıkılma tehlikesi olan bir mescidden çıkınca veya i’tikaf yapılan mescidden zorla çıkarılınca, ya da can ve mal emniyetsizliği gibi durumlar i’tikafı bozmaz.

2) Sünnet İ’tikaflarda: Sünnet i’tikaflarda her ne şekilde olursa  olsun   mescidden   çıkmak  i’tikafı   bozmaz.   Çünkü, i’tikafın bitiş zamanı muayyen değildir, fakat tekrar devam etmek sevap kazanmaya vesile olur. Hastayı ziyaret, cenaze ve cenaze namazı, şahitlikte bulunmak için dışarıya çıkılması da i’tikafı bozar. Hastalıktan dolayı bir miktar dışarı çıkmak da bozucu hallerdendir.  Fakat, i’tikaf adanırken, hastaları ziyaret ve. ce­naze  namazında bulunmak şart koşulursa,  bunlar için  dışarı çıkmak i’tikafı bozmaz. Mescidden özürsüz yere çıkış, çok kısa bile olsa, Ebu Hanife’ye göre i’tikafı bozarken; Ebu Yusuf ve eş-Şeybani’ye göre yarım günlük çıkış i’tikafı bozar. [766] Kadınların i’tikaf yaptığı odadan özürsüz yere evi içerisine çıkması, aynen yukarıdaki hükümler çerçevesinde i’tikafı bozar.

b) Şafiî Mezhebine göre, çeşitli hükümler vardır:

(a) Aralıksız yapılan i’tikafta, tabiî ve zarurî özürler do­layısıyla mescidden çıkmak, i’tikafı bozmaz. Özürsüz   olarakmu’tekifin mescidden çıkması, i’tikafı hükümsüz bırakır. Sayılan özürler bulunmadığı halde, mu’tekif kasıtlı olarak ve bilerek mescidden çıkacak olursa, i’tikaf bozulmuş olur. Unuta­rak, mükreh olarak veya şer’an makbul bir bilgisizlikle çıkmak i’tikafı bozmaz. Şer’an makbul özürlerle mescidden çıkmak, orucun devamını zedelemez. Bu sebeple, mescide dönüşte yeniden niyetlenmeye ihtiyaç yoktur. Mescid dışında ih­tiyaçtan fazla durulmuşsa, geçen zamanı kaza etmek gerekir.

(b) Mutlak adak veya aralıksız yapılması şart koşulmayan ve mendup i’tikaflarda, -özürsüz bile olsa- mescidden çıkmak caizdir. Fakat, bu çıkışla i’tikaf ibadeti kesilmiş olur; tekrar mescide dönülürken niyet yenilenir. Tabiî bir ihtiyacım gider­mek için mescidden çıkan mu’tekifin niyeti yenilemesine gerek yoktur.

c) Malikî Mezhebine göre temizlik, küçük boşaltım vb. zarurî ihtiyaçlar için mescidden çıkmak, i’tikafı bozmaz; fakat hasta zi­yareti, cuma namazı, şahitlik, cenazenin gömülmesi vb. zarurî ih­tiyaç olmadan mescidden çıkmak i’tikafı bozar. Hayız ve nifastan temizlik için mescidden çıkmak da i’tikafı bozmaz.

d) Hanbelî Mezhebine göre gusül, abdest gibi şer’î, boşaltım gibi tabiî ve zarurî ihtiyaç için mescidden çıkmak i’tikafı bozmaz; fakat, zarurî ihtiyacı olmaksızın ve kasıtlı olarak çıkmak i’tikafı bozar;  unutarak çıkmak i’tikafı bozmaz.  Getireni yoksa yemeğini temin etmek,  cuma ve cenaze namazı kılmak için mescidden çıkmak i’tikafı bozmaz.

Özürsüz yere mescidden çıkınca, i’tikaf ne zaman bozulur? [767]

a) eş-Şafiî’ye göre, mescidden çıkınca, i’tikaf hemen bozulur.

b) Ebu Yusuf ve eş-Şeybani’ye göre, yarım günlük çıkış, i’ti-kafı bozar.

c) Üçüncü gruba göre i’tikaf, bir gün süren çıkışla bozulur. Hastalık dolayısıyla ara verilen i’tikafa Ebu Hanife,  Malikve eş-Şafiî’ye göre kalınan yerden devam edilir, Sevrî’ye göre ye­niden başlanır. [768]

 

İrtidat:

 

İslâm Bini’nden çıkmakla i’tikaf bozulur:

a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, -dinden çıkan insanı, yeniden dine ısındırmak için- irditadla i’tikafın bozulması ha­linde kazası istenmez.

b) Şafiî Mezhebine göre, mürted olup, yeniden müslüman olan kimsenin i’tikafı, aralıksız yapılması vacip bir i’tikaf ise, bunu yeniden yapar, fakat aralıklı da yapılabilen i’tikaflar yeniden yapılmaz.

c) Hanbelî Mezhebine göre, irtidat eden kimse yeniden müs­lüman olunca, başladığı i’tikafını yeniden yapar.

 

Aklî Dengenin Bozulması:

 

Delilik:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, bir gün devam eden delilik i’tikafı bozar.

b) Şafiî Mezhebine göre, mu’tekifin kendi kusuruyla olan de­lilik i’tikafı bozar.

c) Malikî Mezhebine göre, orucu bozan delilik i’tikafı da bo­zar; fakat, i’tikafa kalınan günden devam edilir ve i’tikafın bo­zulduğu gün kaza edilir.

 

Baygınlık:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, bir gün devam eden baygınlık, i’tikafı bozar ve düzelince i’tikafa yeniden başlanır.

b) Malikî Mezhebine göre, orucu bozan baygınlık, i’tikafı da bozar; fakat, kalman günden i’tikafa  devam edilir,  bozulan gün kaza edilir.

c) Hanbelî Mezhebine göre, bayılmayla i’tikaf bozulmaz.

 

19:1.4.3 Sarhoşluk:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, geceleyin meydana gelen sarhoşluk i’tikafı bozmaz.

b) Şafiî  Mezhebine  göre,  kendi  kusuruyla  meydana  gelen sarhoşluk -gece de olsa- i’tikafı bozar.

c) Malikî Mezhebine göre, geceleyin müskirat (sarhoş edici nesne) kullanmak, -fecirden önce ayılınsa da- i’tikafı bozar ve bo­zulan i’tikafa yeniden başlanır.

d) Hanbelî Mezhebine göre, sarhoşluk, gece bile olsa i’tikafı bozar.

 

Âdet Görme Ve Lohusalık:

 

a) Hanefî Mezhebine göre, vacip i’tikaf için bu hallerden te­mizlenmek şart olduğu gibi, aynı zamanda onu bozar; ancak sünnet i’tikaf bu hallerle bozulmaz

b) Şafiî Mezhebine göre, onbeş günden az olan âdet i’tikafı bo­zar, fazla olanı bozmaz.

c) Malikî Mezhebine göre, âdet ve lohusalık i’tikafı bozar.

d) Hanbelî Mezhebine göre, âdet ve lohusalık i’tikafı bozar. Hali düzelince kadın kaldığı yerden i’tikafa devam eder.

Adet ve lohusalık dolayısıyla i’tikafa ara verilince, yeniden i’tikafa kalınan yerden devam edilir. [769]

 

İ’tikaftan Çıkmaya Niyet: [770]

 

Hanbelî Mezhebine göre, -fiilen çıkılmasa da- i’tikaftan çıkmaya niyet onu bozar.

 

Gündüzün Kasıtlı Yemek-İçmek: [771]

 

Malikî Mezhebine göre, gündüzün kasıtlı yemek ve içmek i’­tikafı bozar. Bu durumda, i’tikafa yeniden başlanır, fakat unutarak meydana gelen yiyip içme için sadece o gün kaza edilir ve i’tikafa devam edilir.

 

Büyük Günah İşlemek: [772]

 

Cumhur’a göre, büyük günah işlemek i’tikafı bozar.

Mu’tekif muhtaç olduğu şeyleri mescidde satın alabilir, mes­cidi işgal etmeyecek şeyleri oraya getirebilir, mescidde yer içer, mescidin içinde hazırlanmış uygun yer varsa orada abdest alıp gusül yapabilir, böyle yer yoksa dışarı çıkar, abdesti ve yıkanmayı bi­tirdikten sonra hemen mescide döner.

Mu’tekif -minarenin kapısı içeriden olmasa bile- ezan oku­mak için  minareye çıkabilir.

 

2- Bozulan Tuhafın Hükmü: [773]

 

Vacip İ’tikaflar:

 

İrtidatla İ’tikafın Bozulması:

 

a) Hanefî ve Malikî Mezheplerine göre, dinden çıkmak sure­tiyle bozulan i’tikafın kazası gerekmez. [774]

b) Şafiî Mezhebine göre, aralıksız yapılan i’tikaflar bozulunca yeniden yapılır.

c) Hanbelî Mezhebine göre, irtidatla bozulan i’tikafın müslü­man olunca kazası gerekir.

 

Diğer Bozucu Haller:

 

Diğer bozucu hallerle bozulan i’tikafta gün tayin edilmişse bıraktığı andan, gün tayin edilmemişse yeni baştan kaza gerekir. Msl. belli bir ay için yapılan bir i’tikaf sırasında bir gün oruç bo­zulsa veya mescidden dışarı çıkılsa, yalnız bir günlük i’tikaf için kaza gerekir. Fakat, belli olmayan aralıksız bir ay için adanmış bir i”tikaf sırasında, bu şekilde bir günlük oruç bozulsa veya mes­cidden çıkılsa, yeniden bir aylık i’tikafa başlamak gerekir.

 

Sünnet İ’tikaflar: [775]

 

Cumhur’a göre sünnet i’tikaflar özürsüz yere kesilince, Ha­nefî Mezhebine göre her durumda kaza edilir; Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre sünnet i’tikafın kazası gerekmez.

 

 

 

 

 



[1] Cezîrî, Fame, c. I, s. 405; Kâsânî, BS, c. I, s. 156; Şevkânî, es-Sumûtu'z-zehebiyye, s. 670.

[2] Şafiî, Umm, c. I, s. 154, 246; Ahmed Mesâil, s. 106 (378); İbn Rüşd, BM, c. I, s.110; Mergmânî, Hidâye, c. I, s. 55; İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 176-177; Cezîrî, Fame, c. I, s. 405-408; Kâsânî, BS, c. I, s. 155-156; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 52 (m. 18), 82.

[3] Cezirî, Fame, c. I, s. 408.

[4] Şafiî, Umm, c. I, s. 155-156; İbn Kudâme, age, c. I, s. 630-632.

[5] Şafiî, Umm, c. I, s. 161-163; Serahsî, age, c. I, s. 166; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 122-123; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 55-56; İbn Kudâme, age, c. II, s. 178-180; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 86-87.

[6] Şafiî. Umm, c. I, s. 156-158; Ahmed, Mesail, s. 112 (399); Kâsânî, BS, c. I, s. 157-158; Serahsî, age, c. I, s. 41-42; İbn Kudûmıı, age, e. II, s. 178-180, 205- 218-219.

[7] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 145; Cezîrî, Fame, c. I, s. 429.

[8] Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 56; Kâsânî, BS, c. I, s. 157.

[9] Cezîrî, Fame, c. I, s. 430; Kâsânî, BS, c. I, s. 142.

[10] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 115.

[11] Şafiî, Umm, c. I, s. 166, 168; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 113; Serahsî, age, c. I, s. 180; Kâsânî, BS, c. I, s. 143-144; Ahmed, Mesâil, a. 110 (394), 113 (403); İbn Kudâme, age, c. II, s. 228.

[12] Şeybânî, Asl, c. I, s. 266; Şafiî, Umm, c. I, s. 164; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 114; İbn Kudâme, age, c, II, s. 198-199, 202-205 Ahmed, age, s. 114 (408); Cezîrî, Fame, c. I, s. 409; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 56; Kâsânî, BS, c. I, s. 140.

[13] Cezîrî, Fame, c. I, s. 413.

[14] Cezîrî, Fame, c. I, s. 418; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 57-58; Kâsânî, BS, c. I, s. 143.

[15] Cezîrî, Fame, c. I, s. 418-419; Tahavî, Muhtasar, s. 31; Şafiî, Umm, c. I, s. 167; Nevevî, Mecmu, s. 155-156; Şevkânî, age, s. 68. Kâsânî, BS, c. I, s. 140, 142, Ahmed, Mesail, s. 109-110 (390-393); İbn Kudâme, age. c. I. s. 227; İbn Kudâme, age, c. II, s. 185-202, 228; Şevkânî, age, s. 68.

[16] Ahmed, Mesâil, s. J09, 110 (391-392); Cezîrî, Fame, c. I, s. 411-412; Şeybânî,Asl, c. I, s. 185;

[17] Cezîrî, Fame, c. I, s. 410-411; Kâsânî, BS, c. I, s. 139, 142; Humeynî, age, s. 86(3).

[18] Cezîrî, Fame, c. I, s. 418; Serahsî, age, c. I, s. 187; Kâsânî, BS, c. I, s,139, 141.

[19] Cezîrî, Fame, c. I, s. 418-419; Kâsânî, BS, c. I, s. 139.

[20] Şeybânî, Asl, c. I, s. 207-208; Bilmen, Büyük islâm İlmihali, s. 145; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 57-58.

[21] Şafiî, Umm, c. VII, s. 197; Cezîrî, Fame, c. I, s. 19.

[22] Cezîrî, Fame, c. I, s. 418.

[23] Şeybânî, Asl, c. I, s. 178-180; Şafiî, Umm, c. I, s. 167; Cezîrî, Fame, c. I, s. 410; Serahsî, age, c. I, s. 180-181; Kâsânî, BS, c. I, s. 139; İbn Kudâme, age, c. II, s.195.

[24] İbn Kudâme, age, c. II, s. 194-195; Cezîrî, Fame, c. I, s. 412.

[25] Cezîrî, Fame, c. I, s. 425.

[26] Ahmed, Mesail, s. 113 (404-406);   İbn Rüşd, Bm, c. I, s. 113; Cezîrî, Fame, c. I, s. 427; Serahsî, age, c. I, s. 40 ; Kâsânî, BS, c. I, s. 156; İbn Kudâme, age, c. II, s. 185-193; Humeynî, age, s. 86.

[27] Diğer mezhepler için bkz. Cezîrî, Fame, c. I, s. 420-425; Ahmed, age, s. .114 (410-411); İbn Kudâme, age, c. II, s. 225-228.

[28] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 149; İbn Rüşd, Bm, c. I, s. 121.

[29] Humeynî, age, s. 85.

[30] Bilmen, age, s. 149; Cezîrî, Fame, c. I, s. 420.

[31] Bilmen, age, s. 149.

[32] Bilmen, age, s. 147; Ceziri, Fame, c. I, s. 414; Kasani, BS, c. I, s. 145.

[33] Ceziri, Fame, c. I, s. 415.

[34] Cezîrî, Fame, c. I, s. 427.

[35] Cezîrî, Fame, c. I, s. 426-427.

[36] Bilmen, age, s. 146-147; Cezîrî, Fame, c. I, s. 416-417; Serahsî, age, c. I, s. 193, 210; İbn Kudâme, age, c. II, s. 207-209; Kâsânî, BS, c. I, a. 145-146; Humeynî, Zübdetu'l-Ahkâm, s. 83.

[37] Cezîrî, Fame, c. I, s. 416.

[38] Cezîrî, F Fame, c. I, s. 414; Humeynî, age, s. 87.

[39] Şafn, Umm, ç. I, s. 172-174; İbn Kudâme, age, c. II, s. 231-233; Cezîrî Fame c 1, s. 417-418; Humeynî, age, s. 82-83 (2, 4-5).

[40] Cezîrî, Fame, c. I, s. 426-128; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 58; Kâsânî, BS, c. I, s. 144.

[41] Cezîrî, Fame, c. I, s. 426.

[42] Cezîrî, Fame, c. I, s. 444-446; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 59-60.

[43] Krş. Kâsânî, BS, c. I, s. 226.

[44] Serahsî, age, 169; Şeybânî, Asl,  c. I, s. 164-165 Kâsânî, BS, c. I, s. 224; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 59; Ahmed, Mesâil, s. 110-111 (395-398); İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 102,

[45] Cezîrî, Fame, c. I, s. 448-450; Seybânî, Asl, c. I, s. 173, 180, 253; Serahsî, age, c. I, s. 178-182, 245; Kâsânî, BS, c. I, s. 226-232; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 60-61; İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 102-104.

[46] Kâsânî, BS, c. I, s. 232.

[47] Şeybânî, Asl, c. I, s.168; Serahsî, age, c. I, s. 172; c. II, s. 115-116; Kâsânî, BS, c. I, s. 227; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 61.

[48] Mergınânî, Hidâye, c. I, s.'60.

[49] Kâsânî, BS, c. I, s. 226.

[50] Ceziri, Fame, c. I, s. 445-446.

[51] Kâsânî, BS, c. I, s. 158-160.

[52] Kâsânî, BS, c. I, s. 158-160. Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 56.

[53] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 114.

[54] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 115.

[55] Humeynî, age, s. 84.

[56] Humeynî, age, s. 84.

[57] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 116.

[58] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 116-117.

[59] İbn Âbidin'in bu  konuda şu  risalesi vardır:  Tenbîhu Zevi'l-Efhâm ata Ahkâmi't-Tehliğ Halfe'l-İmam, Dımaşk 130. (17 s.).

[60] Şafiî, Umm c I  s. 177-179; Ceziri, Fame, c. I, s. 437-444; Şeybânî, el-Câmiu's-Sagir,  s. 89-91; Serahsı, age, c. I, s. 35; Kâsânî, BS, c. I, s. 247-248, Ahmed Mesail, s. 106-108 (380-388).

[61] Ahmed, age, s. 106 (379); İbn Rüşd, BM, c. I, s. 146; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 83 (5-7).

[62] Şeybânî, Asl, c. I, s. 231-234; Serahsî, age, c.I, s. 241.

[63] Şeybanî, Asl, c. I, s. 230-231; Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 185-186; Serahsî, age, c. I, s. 241; Kâsânî, BS, c. I, s. 247; Ceziri, Fame, c. I, s. 438-439.

[64] Şafiî, Umm, c. I, s. 177.

[65] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 147.

[66] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 148; Kâsânî, BS, c. I, s. 247.

[67] Şafiî, Umm, c. I, s. 174; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 111-112; İbn Kudâme, age, c. II, s.

[68] Şeybânî, Asl, c. I, s. 171-173; Serahsî, age, c. II, s. 3; Kâsânî, BS, c. I, s. 286-287; Mergınânî, Bidâye, c. I, s. 70-72; İbn Abidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, s. 742-747; Şafiî, Umm, c. I, s. 284; İbn Kudâme, age, c. I, s. 456; Humeynî, age, s. 86 (7).

[69] İbn Kudâme, age, c. II, s. 248.

[70] Tevbe: 9/18.

[71] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 179.

[72] Kâsânî, BS, c. I, s. 245.

[73] Kâsânî, BS, c. I, s. 287; Cezîrî, Fame, c. I, s. 371.

[74] Şafiî, Umm, c. 1, s. 70; Gezîrî, Fame, c. l, s. 388, 390; Mergınânî, Hidâye, c. I, s.78.

[75] İbn Rüşd, BM, c. L s. 144; Cezîrî, Fame, c. I, s. 388; Şeybânî, Asi, c. I, s. 209; Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 123; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 78; Kâsânî, BS, c. I, s. 108, 246; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 73.

[76] Şafiî, Umm, c. I, s. 69; Cezîrî, Fame, c. I, s. 388-389.

[77] Şafiî, Umm, c. I, s. 70, 257-261; İbn Rüşd, BM, c. II, s. 296; Cezîrî, Fame, c. I, s.388-390.

[78] Cezîrî, Fame c. I, s. 388-390; Humeynî, age, s. 73 (1).

[79] Cezîrî, Fame, c. I, s. 391.

[80] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 143; Şevkânî, ed-Derâri'l-Mudiyye, c. I, s. 179-181; Sıddık Hasan Han, er-Ravdatu'n-Nediyye, c. I, s. 131-132.

[81] Şeybânî, Asl, c. I, s. 264; Kâsânî, BS, c. I, s. 135, 246.

[82] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 144; Şafiî, Umm, c. I, s. 78; Kâsânî, ES, c. I, s. 246; Cezîrî, Fame, c. I, s. 396; Humeynî, age, s. 74 (7).

[83] İbn Âbidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, a. 493; Cezîrî, Fame, c. I, s. 491-492.

[84] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 144; Şeybânî, el-Câmiu's-Sagir, s. 106; Serahsî, age, c. I, s. 244- c II, s. 87-89; Tahâvî, Muhtasar, s. 29; Kâsânî, BS, c. I, s. 247; Nevevî, Mecmu, c. III, s. 75; İbn Kudâme, Mugnî, c. 1, s. 607-613; Şevkânî, es-Sumûtu'z-Zehebiyye, 75; Cezîrî, Fame, c. I, s. 492; Humeynî, age, s. 73 (3). 73-74 (5-6), 8.

[85] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 144.

[86] İbnu'l-Munzir, Kitabu'l-İcma, s.44; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 134.

[87] Şeltut-Sayis, Mukarenetu'l-Mezahib, s.42.

[88] Şeybânî, el-Câmiu'sSagir, s. 114; Tahâvî, Muhtasar, s.33-34; Serahsî, age c II s. 129-130; Kâsânî, BS, c. I, s. 126-127; Mergınânî, Hidâye, c. I, s.143-146; Cezîrî Fame, c. I, s. 487. Hanefi Mezhebinin görüşü, şu eserde ele alınıp genişçe işlenmiştir: Ekrem Doğanay, İki Mesele (Sabah Namazının Vakti-Namazların Birleştirilmesi) İstanbul 1983.

[89] İbn Teymiye, Mecmu'atu'r-Resail ve'l-Mesail, c. I-III, s. 250-251.

[90] İbn Teymiye, age, c. I-III, s. 252; San'ani, Subulu's-Selam, c. II, s. 449-451.

[91] Şeltut-Sayis, age, s.45.

[92] Şafiî, Umm, c. I, s. 77; c.VII, s. 205; Nevevi, Mecmu, c. IV, s. 253 vd.; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 136; San'ani, age, c. II, s. 449, 451; Şeltut-Sayis, age, s. 42; Cezîrî, Fame, c I, s. 485-487.

[93] Ahmed, Mesail, s. 116 (417); San'ani, age, c. II, s. 449, 451.

[94] İbn Kudâme, Mugni, c. II, s. 272-273; Cezîrî, Fame, c. I, s. 487-488.

[95] İbn Kudâme, age, c. II, s.273; Şeltut-Sayis, age, s.39.

[96] İbn Teymiye, age,  c. I-III, s. 252-253, 264-265; İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye, Zadu'l-Mead, çev. Şükrü Özen, İstanbul 1988, c. I, s.454-455; San'ani, age, c. II, s. 451.

[97] İbn Kudâme, age, c. II, s. 271; San'ani, age, c. II, s.451.

[98] Şevkani, Neylu'l-Evtar, c.III,s.245.

[99] Şafiî, Umm, c. I, s. 76; c. VII, s. 205; Şeltut-Sayis, age, s. 30.

[100] İbn Kudâme, age, c. II, s. 274-275.

[101] İbn Kudâme, age, c. II, s. 275-276; Şeltut-Sayis, age, s. 39.

[102] İbn Kudâme, age, c. 2, s. 275; Cezîrî, Fame, c. I, s. 487-488.

[103] Ahmed, Mesail, s. 117 (418); İbn Kudâme, age, c. II, s. 275.

[104] İbn Kudâme, age, c. II, s. 276 ; Cezîrî, Fame, c. I, s. 487-488.

[105] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 136; Şeltut-Sayis, age, s. 39; Cezîrî, Fame, c. I, s. 483-485.

[106] Şeybânî, Asl, c. I, s. 212.

[107] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 136; Cezîrî, Fame c. I, s. 483-485.

[108] İbn Kudâme, age, c. II, s. 276-277; Şeltut-Sayis, age, s. 39; Seyyid Sabık, Fıhhu's-Sünne, c. I. s. 246 ; Cezîrî, Fame, c. I, s. 487-488.

[109] Humeynî, age, s. 24 (1).

[110] Seyyid Sabık, age, c. I, s. 246.

[111] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 137; Şeltut-Sayis, age, s. 39, 43; Cezîrî, Fame, c. I, s. 484.

[112] Şeltut-Sayis, age, s. 39; Seyyid Sabık, age, c. I, s. 246; Cezîrî, Fame, c. I, s. 487-488.

[113] Cezîrî, Fame, c. I, s. 487-488.

[114] Şeltut-Sayis, age, s.39; Seyyid Sabık, age, c. I, s. 246; Cezîrî, Fame, c. I, s. 487-488.

[115] Seyyid Sabık, age, c. I, s. 246.

[116] Şeltut-Sayis, age, s. 39; Cezîrî, Fame, c. I, s. 487-488.

[117] Humeynî, age, s. 46-47; Şehhate, Fıkhu'l-îbâdât, s.21.

[118] San'ani, age, c. II, s. 451.

[119] San'ani, age, c. II, s. 452.

[120] c. II, s. 359.

[121] İbn Kudâme, age, c. II, s. 278; Begavi, Şerhu's-Sunne, c. IV, s. 199; Seyyid Sabık, age, c. I, s. 246.

[122] Şeltut-Sayis, age, s. 44.

İbn Teymiye'nin belirttiğine göre (İbn Teymiye, age, c. I-III, s. 246, 264-265, 272),  hastalık ve yağmur dolayısıyla hadarda cem'in meşru kılınmasının illeti, sefer, değil ihtiyaç olduğu için, kısa yolculuklarda da cem yapılabilir. Cem, bir ruhsattır; yağmur, sefer, hac işlemi vb. ile kayıtlanamaz.

[123] İbn Kudâme, age, c. II, s. 278 .

[124] Müslim, no: 705; Ebu Davud, no: 1211; Timizi, no: 187; Nesai, c. II, s. 451. Sıddık Hasan Han (er-Ravdatu'n-Nediyye, c. I, s.74), bu hadisin suri cemden söz ettiğini belirtir.

[125] San'ani, age, c. II, s. 451.

[126] San'ani, age, c. II, s. 451.

[127] Şeltut-Sayis, age, s. 40.

[128] İbn Kudâme, age, c. II, s. 279-281; İbn Teymiye, age, c. I-III, a. 255, 257-258; Cezîrî, Fame, c. I, s. 487-488, 495.

[129] M. Hamidullah, İslam'a Giriş, s. 340-342; M. Hamidullah, İslam Peygamberi, c. II, s. 97-98.

[130] Tirmizi, İbn Hanbel.

[131] Hamidullah, İslam'a Giriş, s. 103, 305-309, 339-340, 343-344; Haraidullah, İslam Peygamberi, c. II, s. 95-96  Krş. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 117.

[132] el-Cemâhir, s. 167'de.

[133] Mevlevi, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, s. 40-41; Kazan'lı Şihâbuddîn Hârun b.Bahâüddîn el-Mercânî- bütün görüşleri delilleriyle vererek tahlil etmiş, sonunda bir neticeye varmıştır. Kitabın adı Nâzâratu'l-Hak fî Fardıyyeli'l-Işâ ve-in lem Yegıbi'ş-Şafak'tır. 1870'te Kazan'da basılan bu eser, Hindistan'ın Pehüpol (Bhopal) eyaletinden Sıddık Hasan Han tarafından hicri 1291 yılında özetlenmiş ve bu özet, Stddık Hasan Han'ın Luklatu'l-Aclân (İstanbul 1296) adh eserinin içinde yer almıştır.

[134] Bilmen, Büyük islâm İlmihali, s. 117; İbn Âbidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, s. 374-375; Halebî, Multekâ, c. I, s. 71; Şurunbilali, Merakı'l-Felah, s. 28; Halebî, el-Halebiyyu'sSağîr, s. 115; Mevlevi, age, s. 40-41; el-Lubab, c. I, s. 54.

[135] Molla Hüsrev, Dureru'l-Hukkâm, c. I, s. 52.

[136] Halebî, el-Halebiyyu'l-Kebîr, s. 230; Nesefî, Kenzu'd-Dekaik, s. 9; Şurunbilâlî, age, s. 28.

[137] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 117; İbn Âbidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, s. 375; Halebî, el-Halebiyyu's-Sagîr, s. 115; Halebî, el-Halebiyyu'l-Kebir, s. 230.

[138] Karaman, İslam'ın Işığında Günün Meseleleri, (İstanbul 1988), c. I, s. 95-103.

[139] İbn Abidin, Raddu'l-Muhtar, c. î, s. 375, 878. Krş. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 117.

[140] Mehmed Zihni, Ni'met-i İslâm, c. II, s. 19.

[141] Halebî, el-Halebiyyu's-Sagir, s. 115; Halebî, el-Halebiyyu'l-Kebir, s. 230-232; Halebî, Multekâ, e. I, s. 71.

[142] İbn Âbidin, Raddul-Muhtar, c. I, s. 378.

[143] Hamidullah, İdama Giriş, s. 103, 305-309, 3:19-340, 343-344.

[144] Şeltût, Fetâvâ, s. 144-146.

[145] Bkz. İbn Âbidin, Raddu'l-Muhtar, c. 1, s. 375-378; Şurunbilâlî, Merakı’l-Fnlâh, s. 28; Nesil Dergisi, c. IV, sa. 45-46, s. 58 v.î bilhassa Hamidullah, İslam'a Giriş, s. 103, 305-309, 339-340, 343-344 ile Hamidullah, İslam Peygamberi, e. II, s. 95-96 ve Şeltût, Fetâvâ, s. 144-146; Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 117.

[146] Hamidullah, İslam  Peygamberi,  c. II, s. 96'da bir makalesine  atıfta bulunmaktadır: el-Muslimûn, Cenevre, c. V, s. 455-459.

[147] İnşirah: 94/5.

[148] Bakara: 2/286.

[149] Müslim, Fiten, 52, no: 110

[150] Bkz. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 117; Serahsî, Usûl, c. I, s 100-102.

[151] İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 70, 73; Cezîrî, Fame, c. I, s. 204; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 88-89.

[152] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 88-89.

[153] Hac: 22/26

[154] Serahsî, Mebsut, c. II, s. 79; Kâsânî, BS, c. I, s. 120-121; Cezîrî, Fame, c. I, s. 204; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 95; Mavsılî, İhtiyar, c. I, s. 90.

[155] Şafiî, Umm, c. I, s. 98; Cezirî, Fame, c. I, s. 204; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 88-89.

[156] Cezirî, Fame, c. I, s. 204; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 88-89.

[157] Hamidullah, İslâm'a Giriş, s. 296-297.

[158] Hamidullah, age, s. 342.

[159] Kâsânî, BS, c. I, s. 114 vd; İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 7-8; Cezirî, Fame, c. I, s. 177-179.

[160] Hisbe (İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma) konusunda bkz. İbn Teymiye, Bir İslâm, Kurumu Olarak Hisbe, çev, Vecdi Akyüz, İstanbul 1989; H. Karaman "İslâm'da İçtimaî Terbiye ve Kontrol" (îhtisâb Müessesesi), İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul 1988, 2. B., c. II, s. 688-714; Y. Z. Kavakçı, Hisbe Teşkilatı, Ankara 1975; Z. Kazıcı, Osmanlılarda îhtisâb Müessesesi, İstanbul 1987.

[161] Mâverdî, el-Ahkâmu's-Sultâniyye, 248-249; Ferrâ, el-Ahkâmu's-Sultâniyye, 292.

[162] Mâverdî, el-Ahkâmu's-Sultâniyye, 83; Ferrâ, el-Ahkâmu's-Sultâniyye, 78.

[163] Mâverdî, age, 243-244; Ferrâ, age, 287-288.

[164] Mâverdî, age, 244; Ferrâ, age, 288.

[165] Mâverdî, age, 244; Ferrâ, age, 288.

[166] Mâverdî, age, 245; Ferrâ, age, 288.

[167] Mâverdî, age, 245; Ferrâ, age, 288.

[168] Mâverdî, age, 245; Ferrâ, age, 288.

[169] Maide: 5/58.

[170] Mâverdî, age, 221-222; Ferrâ, age, 261.

[171] Buharı, Mevâkîtu's-Salât, 37, no: 597; Müslim, Mesâcid, 55 no:684; Ebu Davud,Salât, 2, no: 442.

[172] Şafiî, Umm, c. I, s. 255; Ahmed, Ahkâmu'n-Nisâ, Yay. Abdülkâdir Ahmed Atâ, Beyrut, 1986, s. 63-71; Nevevî, Mecmu, c. III, s. 15-17; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 71: İbn Kudâme, Mugnı, c. II, s. 442-447; Mâverdi, age, 222; Ferrâ, age, 261.

[173] Murselât: 77/48; Kalem: 68/42-43; Müddessir: 74/34-47.

[174] Nisa: 4/116

[175] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 143.

[176] Nisa: 4/116.

[177] Mâverdî, age, 222; Ferrâ, age, 261.

[178] Tâhâ: 20/132.

[179] Mâverdî, age, 244-245; Ferrâ, age, 288.

[180] Mâverdî, age, 245; Ferrâ, age 289

[181] Mâverdî' age, s, 247, Ferrâ, age, s. 292

[182] Mâverdî, age, 247; Ferrâ, age, 292

[183] Cezîrî, Fame, c. I, s. 307; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 62-63.

[184] Cezîrî, Fame, c. I, s. 295.

[185] Cezîrî, Fame, c. I, s. 295, 308-309.

[186] Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 62-63.

[187] Şeybânî, Asl, c. I, s. 191-193; Serahsî, age, s. 197; Mebsât, c. I, s. 195; 204-205; İbn Kudâme, Mugnl, c. II, s. 63-67, 77; Cezîrî, Fame, c. I, s. 292, 294.

[188] Serahsî, age, e. II, s. 196-197; Kâsânî, BS, c. I, s. 239; Cezîrî, Fame, c. I, s- 292, 295.

[189] Kâsânî, BS, c. I, s. 239; Cezîrî, Fame, ç. I, s. 309.

[190] Cezîrî, Fame, c. I, s. 306; Humeynî, age, s. 63.

[191] Kâsânî, BS, c. I, s. 127; Cezîrî, Fame, c. I, s. 295.

[192] Cezîrî, Fame, c. I, s. 296.

[193] Cezîrî, Fame, c. I, s. 302.

[194] Cezîrî, Fame, c. I, s. 293.

[195] Cezîrî, Fame, c. I, s. 293, 294.

[196] Cezîrî, Fame, c. I, s. 293.

[197] Humeynî, age, s. 57 (1), 58 (5), 61 (1).

[198] Cezîrî, Fame, c. I, s. 292.

[199] Cezîrî, Fame, c. I, s. 29.3.

[200] Cezîrî, Fame, c. I, s. 294.

[201] Cezîrî, Fame, c. I, s. 296.

[202] Cezîrî, Fame, c. I, s. 293.

[203] Halebî, Multeka, c. I, s. 121.

[204] Cezîrî, Fame, c. I, s. 294.

[205] Humeynî, age, s. 55(1).

[206] Şeybânî, Asi, c. I, s. 196-197; Serahsî, age, c. I, 201; Kasanı, BS, c. I, s. 236, Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 62; Halebî, Multeka, c. I, s. 120

[207] Cezîrî, Fame, c. I, s. 294.

[208] Kâsânî, BS, c. I, s. 237; Cezîrî, Fame, c. I, s. 300-301; Halebî, Multeka, c. I, s. 118.

[209] Cezîrî, Fame, c. I, s. 301-302.

[210] Kâsânî, BS, c. I, s. 238; Cezîrî, Fame, c. I, s. 310.

[211] Kâsânî, BS, c. I, s. 238.

[212] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 217-223; Halebî, el-Halebiyyu's-Sağîr, s. 216-225; el-Halebiyyu'l-Kebîr, s. 475-493; İbn Abidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, s. 659-663.

[213] Cezîrî, Fame, c. I, s. 293.

[214] Şeybânî, Asl, c. I, s. 228; Cezîrî, Fame, c. I, s. 306; Humeynî, age, s. 64.

[215] Serahsî, age, c. I, s. 194; Kâsânî, BS, c. I, s. 241-242; Cezîrî, Fame, c. I, s. 303-306; Humeynî, age, s. 63.

[216] Amel-i Kesîr için bundan başka tanımlar da yapılmıştır. Bkz. Kâsânî, BS, c. I, s. 241; Cezîrî, Fame, c. I, s. 305; Halebî, Multeka, c. I, s. 120.

[217] İbn Abidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, s. 656.

[218] Şeybânî, Asl, c. I, s. 205-206; Serahsî, age, s. 183-186; Kâsânî, BS, c. I, s. 239-240; Şafiî, Umm, c. I, s.170; Nevevî, Mecmu, c. IV, s. 193; Cezîrî, Fame, c. I, s. 296-297, 426-427; Mergınânî, Ihdâye, c. I, s. 57.

[219] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 120; Cezîrî Fame, c. I, s. 308.

[220] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 120.

[221] Cezîrî, Fame, c. I, s. 294.

[222] Cezîrî, Fame, c. I, s. 295.

[223] İbn Rüşd, BM, c. I, a. 122; İbn Kudâme, age, c. II, s. 99-101.

[224] Kâsânî, BS, c. I, s. 227; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 58.

[225] Cezîrî, Fame, c. I, s. 295, 448-150; Kâsânî, BS, c. I, s. 226-232; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 60-61.

[226] Cezîrî, Fame, c. I, s. 298.

[227] Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s. 93-94; Serahsî, age, c. I, s. 193; Kâsânî, BS, c. I, s. 236; İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 56-59; Cezîrî, Fame, c. I, s. 301-302; Halebî, Multeka, c. I, s. 119; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 62; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 115.

[228] Kasani, BS, c, I, S. 236. Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 62; Halebî, age, c. I, s. 119

[229] Kasani, BS, c, I, S. 236.

[230] Şeybânî, Asl, c. I, s. 195-196; Şeybânî, el-Câmiu's-Sagir, s. 93-94; Serahsî, age, c. I, s. 200; Kâsânî, BS, c. I, s. 235; İbn Kudâme, age, c. II, s. 57-58; Cezîrî, Fame, c. I, s. 302-304; Halebî, Multeka, c. I, s. 119.

[231] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 93; Şeybânî, Asi, c. I, s. 166; Serahsî, age, c. I, s. 170; Kâsânî, BS, c. I, s. 233; Şafiî, Umm, c. I, s. 123-126; Ahmed, Mesâil, s. 101 (360-364); İbn Kudâme, age, c. II, s. 61; Cezîrî, Fame, c. I, s. 297-298; Halebî, Multeka, c. I, s. 117; Şevkânî, es-Sumûtu'z-Zehebiyye, s. 60-61; Humeynî, age, s. 63.

[232] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 93; Kâsânî, BS, c. I, s. 233.

[233] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 93.

[234] Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s. 92; Kâsânî, BS, c. I, s. 234; Cezîrî, Fame, c. I, s, 299-300; İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 52; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 62; Halebî, age, c. I, s. 118.

[235] Şeybânî, age, s. 92-93; Kâsânî, BS, e. I, s. 2.35; Cezîrî, Fame, c. I, s. 299-300; İbn Kudâme, age, c. I, s. 52-54; Mergmânî, Hidaye, c. I, s. 61; Halebî, age, c. I, s. 118; Humeynî, age, s. 63.

[236] Ahmed, Mesâil, s. 100 (356); İbn Rüşd, BM, c. I, s. 142; Kâsânî, BS, c. I, s. 234; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 61; Halebî, age, c. I, s. 118; Cezîrî, Fame, c. I, s. 299-300.

[237] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 142-143; Kâsânî, BS, c. I, s. 237; Cezîrî, Fame, c. I, s. 305; Halebî, age, c. I, s. 120; Humeynî, age, s. 63.

[238] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 122; Cezîrî, Fame, c. I, s. 305.

[239] Cezîrî, Fame, c. I, s. 304; Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s, 93; Halebî, age, c. I, s. 119; Kâsânî, BS, ç. I, s. 235; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 62.

[240] İbn Rüşd, BM, c. İ, s. 142; İbnu'l-Munzir, Kitabu'l-İcma, s. 45; Şeybânî, Asl, c. I, s. 166-167; Serahsî, age, c. I, s. 171; Kâsânî, BS, c. I, s. 237; Ahmed, Mesâil, s. 99-100 (350-352); Cezîrî, Fame, c. I, s. 307-308; Humeynî, age, s. 63.

[241] Cezîıî, Fame, c. I, s. 292.

[242] Şeybânî, Asl, c. I, s. 166; Kâsânî, BS, c. I, s. 241.

[243] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 142.

[244] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 141; Kâsânî, BS, c. I, s. 220; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 59.

[245] Kâsânî, BS, c. I, s. 223; Cezîrî, Fame, c. I, s. 295; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 59.

 

[246] Cezîrî, Fame, c. I, s. 292.

[247] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 141; Serahsî, age, c. I, s. 190-192; Kâsânî, BS, c. I, s. 241.

[248] Cezîrî, Fame, c. I, s. 294.

[249] Kâsânî, BS, c. I, s. 237.

[250] Cezîrî, Fame, e. I, s. 309.

[251] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 130; Cezîrî, Fame, c. I, s. 471-473; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 70-71.

[252] Kâsânî, BS, c. I, s. 242; İbn Kudâme, age, c. II, s. 61-62; Cezîrî, Fame, c. I, s. 308-309; Halebî, Multeka, c. I, 3. 120; Humeynî, age, s. 63.

[253] Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s. 100; Kâsânî, BS, c. I, s. 215-220; İbn Kudâme, age, c. II, s. 7-14; Cezîrî, Fame, c. I, s. 274 vd.

[254] Şeybânî, Asl, c. I, s. 199; İbnu'l-Munzir, Kunbu'l-îcma, s. 43; İbn Kudâme, age, c. 2, s. 67-71.

[255] Şeybânî, Asl, c. I, s. 203-205; Kâsânî, BS, c. I, s. 115-116; Cezîrî, Fame, c. I, s.278.

[256] Şeybani, Asl, c. I, s. 199;Serahsi, age, c. I, s. 206; Ceziri, Fame, c. I, s. 279-280.

[257] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 92.

[258] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 92;Şeybani, Asl, c. I, s. 199; Şafii, Umm, c. I, s. 92; Serahsi, age, c. I, s. 206; İbn Kudame, age, c. II, s. 67-71.

[259] Ceziri, Fame, c. I, s. 227.

[260] Cezîrî, Fame, c. I, s. 277.

[261] Humeynî, age, s. 63.

[262] Cezirî, Fame, c. I, s. 176.

[263] Humeynî. Zubdetu’l-Ahkam, s. 45-46.

[264] Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 30-31; Y. V. Yavuz, Cuma Namazı, s. 14-24.

[265] Karaman, İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, s. 14, 23-27. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Suyuti, Risaletu Nuri’l-Cum’a fi Hasaisi’l-Cum’a, Resail, Beyrut 1970, c. I, s. 188-228.

[266] Burûc: 85/1-3

[267] Karaman, İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, s. 61-63.

[268] Şafiî, Umm, c. I, s. 188-190-208; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 122-123; Kâsânî, BS, c. I, s. 256-258; İbn Kudâme, age, c. II, s. 301-302; Şevkânî, es-Sumûtu'z-Zehebiyye, s. 76; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 87.

[269] Cum'a: 62/9

[270] Krş. Kâsânî, BS, c. I, s. 257-258.

[271] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 123.

[272] Şafiî; Umm, c. I, s. 192; Cezîrî, Fame, c. I, s. 384; Serahsî, Mebsût, c. II, s. 22; Kâsânî, BS, c. I, s. 258; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 83; Humeynî, age, s. 89 (1).

[273] Serahsî, age, e. II, s. 22, Kâsânî, BS, c. I, s. 258; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 83; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 123; Cezîrî, Fame, c. I, s. 380-384; Humeynî, age, s. 89

[274] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 129; Kâsânî, BS, c. I, s. 259; İbn Kudâme, age, c. II, s. 339-340; Cezîrî, Fame, c. I, s. 380-381, 383-387.

[275] Ahmed, Mesâil, s. 120-121 (434 435, 440), 124 (451), 25 (457); İbn Rüşd, BM, c. I, s. 123, 125; Kâaânî, BS, c. I, s. 258; Cezîrî, Fame, c. I, s. 382-583; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 83; İbn Kudâme, age, c. II, s. 329, 338, 340, 341, 359, 362; Şevkânî, es-Sumûtu'z-Zehebiyye, s. 76 (el-Buhru'z-Zehhâr'dan); Huraeynî, age, s. 89 (1); Y. V. Yavuz, Cuma Namazı, s. 82-84.

[276] Şeybânî, Asi, c. I, s. 323; Kâsânî, BS, c. I, s. 258; Y. V. Yavuz, Cuma Namazı, s. 99-101.

[277] Serahsî, age, c. II, s. 22, Kâsânî, BS, c. I, s. 259; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 83; İbn Kudâme, age, c. II, s. 341; Cezîrî, Fame, c. I, s. 378;

[278] Şeybânî, Asl, c. I, s. 350-354; Şafiî, Umm, c. I, s. 227.

[279] Humeyni, age, s. 87.

[280] Şafiî, Umm, c. L s. 195; Ahmed, Mesâil, s. 122-123, 445); İbn Rüşd, BM, c. I, s. 130; Kâsânî, BS, c. I, s. 270; İbn Kudâme, age, c. I, s. 297-298; Cezîrî, Fame, c. 1, s. 376-377; Sabunî, Tefsîru Âyâti'l-Ahkam, c. II, s. 582-583.

[281] Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s. 111; Serahsî, age, c. II, s. 36; Kâsânî, BS, c. I, s. 270; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 84; Cezîrî, Fame, c. I, s. 401-102; İbn Kudâme, age, c. II, s. 343-345.

[282] İbn Kudâme, age, c. II, s. 362-364; Cezîrî, Fame, c. II, s. 400-401; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 25.

[283] Şafiî, Umm, c. I, s. 194; Ahnıed, Mesâil, s. 125-126 (458-459); İbn Rüşd, BM, c. I, 8. 118, 123; Kâsânî, BS, c. I, s. 268-269; Cezîrî, Fame, c. I, s. 375-376; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 83; Cezîrî, Fame, c. I, s, 375-376; İbn Kudâme, age, c. II, s. 295; Humeynî, age, s. 89-90. Ahmed b. Hanbel'in bu görüşüne dayanılarak yapılmaya çalışılan bir dînî reform ve eleştirisi için bkz. Şeltût, Fetâvâ, s. 92-95.

[284] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 125-126; Sabunî, Tefsîru Ayâti'l-Ahkâm, c. II, s. 584.

[285] Ahmed, Mesâil, s, 121.(436-437), 122 (441), 123 (446); Şafiî, Umm, c. I, s. 197; İbn Kudâme,  age, c. II, 264-265; Serahsî, age, c. I, s. 157; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 51-61; Şevkânî, es-Sumutu'z-Zehebiyye, s. 78; Humeynî, age, s. 87.

[286] M. Zihni Efendi, Ni'met-i İslâm, İstanbul 1316, c. II, s. 534-535.

[287] Cemaluddin el-Kasımî, Islahul-Mesacid, Beyrut 1390, s. 50.

[288] İbn Abidin, Raddu’l-Muhtar, c. I, s. 596

[289] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 128; Kâsânî, BS, c. I, s. 265, 269; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s, 25; Humeynî, age, s. 87.

[290] Şeybânî, Asl, c. I, s. 315-317; Şafiî, Umm, c. I, s. 207; Serahsî, age, c. II, s. 26, 122. Nadir uygulama örnekleri için bkz. Kâsânî, BS, c. I, s. 265-266.

[291] Şeybânî, Asl, c. I, s. 314; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 125-126; Kâsânî, BS, c. I, s. 262; Humeynî, age, s. 87. Cuma hutbesine ve namazına istihlâf için bkz. İbn Kemal Paşa, Risale fi'l-istihlâf fi’l-Hutbe ve's-Salât fi'l-Cum'a, Resâil, İstanbul 1316, c. I, s. 113-116.

[292] Şafiî, Umm, c. I, s. 201; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 126; Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s. 111; Serahsî, age, c. II, s. 30; Kâsânî, BS, c. I, s. 262-263; İbn Kudâme, age, c. II, s- 304-305, 310; Cezîri, Fame, c. I, s. 389-391; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 83; Sabunî, Tefsîru Âyâti'l-Ahkâm, c. II, s. 584-585; Humeynî, age, s. 88 (1).

[293] Humeynî, age, s. 88 (2)

[294] Şafii, Umm, c. I, s. 199-200; Serahsi, age, c. I, s. 27; Kasani, BS, c. I, s. 262; Mergınani, Hidaye, c. I, s. 83; Ceziri, Fame, c. I, s. 391-394.

[295] Şeybânî, Asi, c. I, s. 314, Kâsânî, BS, c. I, s. 263; İbn Kudâme, age, c. II, s. 296, 302-304, 306-310; Cezîrî, Fame, c. I, s. 394-396; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, c. 50-51.

[296] Şafii, Umm, c. I, s. 202; Serahrî, age, e. II, s. 29; Kâsânî, BS, c. I, s. 263-266-Cezîrî, Fame, c. I, s. 396-399.

[297] Şeybânî, Asl, c. I, s. 318; Şafiî, Umm, c. I, s. 203-204; Ahmed, Mesâil, s. 123-124 (449-450); İbn Rüşd, BM, c. I, s. 126; Kâsânî, BS, c. I, s. 263; İbn Kudâme, age, c. II, s. 320-326; Cezîrî, Fame, c. I, s. 398-399; Mergınânî, Hidâye, c. I, c. 84-85; Humeynî, age, s. 89 (7).

[298] Şeybânî, Asl, c. I, s. 319; Serahsî, age, c. II, s. 29; Kâsânî, BS, c. I, s. 263; İbn Kudâme, age, c.  s. 319; Cezîrî, Fame, c. I, s. 398-399.

[299] Şafiî, Umm, c. I, s. 198; İbn Kudâme, age, c. II, s. 349-352; Cezirî, Fame, c. I, s. 399400.

[300] Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 44-46.

[301] Cezîrî, Fame, c. I, s. 381.

[302] Cezîrî, Fame, c. I, s. 383; Humeynî, age, s. 87; Krş. Kâsânî, BS, c. I, s. 260-261; Serahsî, age, c. II, s. 120; İbn Kudâme, age, c. II, s. 334-337, 3u konuda, İbn Kemalpaşa, bir risale yazmıştır: Risale fi Salâti'l-Gum'a fi Mevâdı Mute'addide fî Belde Vahide, Resâil, İstanbul 1316, c. II, s. 229-230.

[303] Şafiî, Umm, c. I, s. 139; Cezîrî, Fame, c. I, s. 385.

[304] Cezîrî, Fame, c. I, s. 381, 386.

[305] Cezîrî, Fame, c. I, s. 386; İbn Kudâme, age, c. II, s. 234.

[306] Kasam, BS, c. I, s. 269; Serahsî, age, c. II, s. 25, 120.

[307] İbn Kudârae, age, c. II, s. 332. Cezîrî, Fame, c. I, s. 383, 387.

[308] Cezîrî, Fame, c. I, s. 381.

[309] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 124; Kâsânî, BS, c. I, s. 266-267; Cezîrî, Fame, c. I, s. 387-389.

[310] Şafiî, Umm, c. I, s. 190; Ahmed, Mesâil, s. 121 (438), 124 ( 452), 126-127 (462-464); Serahsî, age, c. 24; Kâsânî, BS, c. I, s. 268; Şafiî, Umm, c. I, s. 190-192; İbn Kuşd, BM, c. I, s. 124; İbn Kudâme, age, c. II, s. 327- 328-329; Cezîrî, Fame, c. I, s 380, 381, 387-389; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 84; İbnu'l-Hacer, Fethu'l-Bârî, c. II, s. 423; Şevkanî, Neylu'l-Evtâr, c. III, s. 46-248; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri,  s. 39 ve Sabunî, Tefsîru Âyâti'l-Ahkâm, c. II, s. 585; Humeynî, age, s. 87.

[311] Kâsânî, BS, c. I, s. 268; Cezîrî, Fame, c. I, s. 388, 389; Humeynî, age, s. 89 (2-3).

[312] Kâsânî, BS, c. I, s. 268; Cezîrî, Fame, c. I, s. 387, 388.

[313] Cezîrî, Fame, c. I, s. 389.

[314] Kâsânî, BS, c. I, s. 266; İbn Kudâme, age, c. II, s. 332-334; Cezîrî, Fame, c. I, s. 388-389.

[315] Kâsânî, BS, c. I, s. 266-267; Cezîrî, Fame, c. I, s. 388^89; Mergınânî Hidâye c. I, s. 83.

[316] Cezîrî, Fame, c. I, s. 389.

[317] Cezîrî, Fame, c. I, s. 388.

[318] Şeybânî, Asl, c. I, s. 314; Şafiî, Umm, c. I, s. 190; İbn Rüşd, BM, c. 1, s- 125;331; Serahsî, age, c. II, s. 23; Kâsânî, BS, c. I, s. 259-260; İbn Kudâme, age, c. 11, s. 331; Cezîrî, Fame,  c. I, s. 379-380; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 40.

[319] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 129; İbn Kudâme, age, c. 2, s. 337-338.

[320] Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini, s.172.

[321] Kâsânî, BS, c. I, s. 260; Cezîrî, Fame, c. I, s. 380-387.

[322] İbn Kudâme, age, c. II, s. 356-358; Cezîrî, Fame, c. I, s. 379, 383.

[323] Ayrıntıları için bkz. Şafiî, Umm, c. I, s. 192; Kâsânî, BS, c. I, s. 261-262- İbn Kudâme, age, c. II, s. 330-331.

[324] Şeybânî, Asi, c. I, s. 326; Serahsî, age, c. II, s. 25, 121; Kâsânî, BS, c. I, s 261; Cezîrî, Fame, c. I, s. 388; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 83; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 41-43.

[325] Kâsânî, BS, c. I, s. 262.

[326] Şeybâni, Asl, c. I, s. 326; Şafii, Umm, c. I, s. 192; İbn Kudâme, age, c. II, s. 341.

[327] İbn Kudâme, age, c. II, s. 356-358; Cezîrî, Fame, c. I, s. 379, 383.

[328] Ayrıntıları için bkz. Şafiî, Umm, c. I, s. 192; Kâsânî, BS, c. I, s. 261-262; İbn Kudâme, age, c. II, s. 330-331.

[329] Şeybânî, Asl, c. I, s. 326; Serahsî, age, c. II, s. 25, 121; Kâsânî, BS, c. I, s. 261; Cezîrî, Fame, c. I, s. 388; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 83; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 41—43.

[330] Kâsânî, BS, c. I, s. 262.

[331] Şeybânî, Asl, c. I, s. 326; Şafiî, Umm, c. I, s. 192; İbn Kudâme, age, c. II, s.341.

[332] Cezîrî, Fame, c. I. s. 381, 388.

[333] Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 84.

[334] Cezîrî, Fame, c. I, a. 381.

[335] Cezîrî, Fame, c. I, s. 389.

[336] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 125; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 37-38.

[337] Şah Veliyyullah, Huccetullahi'l-Bâliğa, c. II, s. 478'den naklen  İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 38.

[338] Karaman, age, s. 39.

[339] Şeybânî, Asi, c. I, s. 328-329; Şafiî, Umm, e. I, s. 193, 205-207; Ahmed, Mesâil, s. 122 (443); Serahsî, age, c. II, s. 35, 118; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 149; Kâsânî, BS, c. I, a. 267; Cezîrî, Fame, c. I, s. 402-403; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 84.

[340] Kâsânî, BS, c. I, s. 269; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 83.

[341] Şeybânî, Asl, c. I, s. 325; Ahmed, Mesâil, s. 125 (454); İbn Rüşd, BM, c. I, s. 118; Serahsî, age, c. II, s. 33; Kâsânî, BS, c. I, s. 268-269; İbn Kudâme, age, c, II, s. 318-319; İbn Kudâme, age, c. II, s. 318-319; Cezîrî, Fame, c. I, s. 375-376, 379, 383; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 83.

[342] Şeybânî, Asl, c. I, s. 327; Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s. 110-111; Ahmed, Mesâil, s. 127 (464); Serahsî, age, c. II, s. 33; Kâsânî, BS,  c. I, s. 269; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 83; Cezîrî, Fame, c. I, s. 388-390.

 

[343] Kâsânî, BS, c. I, s. 269.

[344] İbn Kudâme, age, c. II, s. 299-302, 348-349, 352-36; Cezîrî, Fame, c. I, s. 403.

[345] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 129; Kâsânî, BS, c. I, s. 270; İbn Kudâme, age, c. II, s. 345-348; Cezîrî, Fame, c. I, s. 403.

[346] Cezîrî, Fame, c. I; s. 403.

[347] Kâsânî, BS, c.1,8.270.

[348] Şafii, Umm, c. I, s. 140; Kâsânî, BS, c. I, s. 270; İbn Kudâme, age, c. II, s. 159-161; Ceziri, Fame, c. I, s. 235; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 65.

[349] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 158; Kâsânî, BS, c. I, s. 271.

[350] Iün Rüşd, BM, c. I, s. 160-361; Kâsânî, BS, c. I, s. 272; Mergınânî, Hidâye, c. I, s.65; İbn Kudâme, age, c. II, s. 161-164; Cezîrî, Fame, c. I, s. 240.

[351] Şafiî, Umm, c. I, s. 140-141; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 158; Kasam, BS, c. I, s. 271; İbn Kudâme, age,  c. II, s.  150-151,  157-159; Cezîrî, Fame, c. I, s. 237, 239; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 66.

[352] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 160; Kâsânî, BS, c. I, s. 274; Cezîrî, Fame, c. I, s. 239.

[353] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 103; Kâsânî, BS, c. I, a. 273; İbn Kudâme, age, c. II, s. 151-154; Cezîrî, Fame, c. I, s. 237-238, 239; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 66.

[354] Cezîrî, Fame, c. I, s. 240.

[355] İbn Kudâme, age, c. II, s. 154-155; Cezîrî, Fame, c. I, s. 238, 239; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 66.

[356] İbn Kudâme, age, c. II, s. 155-156; Fame, c. I, s. 237, 238, 239.

[357] Kâsânî, BS, c. I, s. 274; Cezîrî, Fame, c. I, s. 236, 240.

[358] Krş. İbn Rüşd, BM, c. I, s. 103; Kâsânî, BS, c. I, s. 273; İbn Kudâme, age, c. II, s. 153-154; Cezîrî, Fame, c. I, s. 236-240.

[359] Cezîrî, Fame, c. I, s. 238.

[360] Kâsânî, BS, c. I, s. 274.

[361] Cezîrî, Fame, c. I, s. 239.

[362] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 161.

[363] Şafiî, Umm, c. I, s. 240; Serahsî, age, c. 2, s. 37; Kâsânî, BS, c. I, s. 275; İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 367-368; Cezîrî, Fame, c. I, s. 344-345; Humeynî, age, s. 75.

[364] Ebu Davud.

[365] Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s. 113; Şafiî, Umm, c. I, s. 239; Ahmed, Mesâil,  130 (482); İbn Rüşd, BM, c. I, s. 173; İbn Kudâme, age, c. II, s. 358-359; Şevkâni es-Sumûtu'z-Zehebiyye, s. 79-80.

[366] Şeybânî, Asl, c. I, s. 335; Şafiî, Umm, c. I, s 235, 238-239; Serahsî, age, c. II, İbn Rüşd, BM, c. I, s. 172-173; Kâsânî, BS, c. I, s. 276; Mergınânî, Hidâye, c s. 85;

[367] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 172-173.

[368] Cezîrî, Fame, c. I, s. 349; Humeynî, age, s. 75.

[369] Cezîrî, Fame, c. I, s. 351.

[370] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 173; İbn Kudâme, age, c. II, s. 382-383; Cezîrî, Fame, c. I, s. 245; Kâsânî, BS, c. I, s. 276; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 85-87; Humeynî, age, s. 75.

[371] Şeybânî, Asl, c. II, s. 336-337; Kâsânî, BS, c. I, s. 277; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 86; İbn Kudâme, age, c. II, s. 382-383; Cezîrî, Fame, c. I, s. 346-348.

[372] Şafiî, Umm, c. I, s. 236, 241; Ahmed, Mesâil, s. 127-128 (467-468); İbn Rüşd, BM, c. I s. 172; Serahsî, age, c. II, s. 38; Kâsânî, BS, c. I, s. 277; İbn Kudâme, age, c. II, s. 380-381; Humeynî, age, s. 76

[373] Şeybânî, Asl, c. I, s. 338; Şafiî, Umm, c. I, s. 237; Serahsî, age, c. II, s. 39; İbn Rüşd, BM, c. I, s- 172; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 86; İbn Kudâme, age, c. II, s. 380-381; Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, c. III, s. 368.

[374] Şeybani, Asl, c. I, s. 342-343; Şeybani, el- Camiu’l-Kebir, s. 11; Şafii, Umm, c. I, s. 237-238; Serahsi, age, c. II, s. 40, 123; İbn Kudame, age, c. II, s. 391; Cezîrî, Fame, c. I, s. 346.

[375] Şeybânî, Asl, c. I, s. 338; Ahmed, Mesâil, s. 129 (475), 130 (478); Serahsî, age, c. II, s. 39; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 173-174; Kâsânî, BS, c. I, s. 276; İbn Kudâme, age, c. II, s. 390; Cezîrî, Fame, c. I, s. 345, 349; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 86.

[376] Kâsânî, BS, c. I, s. 279.

[377] Şafiî, Umm, c. I, s. 231-235; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 171; Kâsânî, BS, c. I, s. 279-280; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 85-86; İbn Kudâme, age, c. II, s. 368-388.

[378] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 174; Kâsânî, BS, c. I, s. 297; Cezîrî, Fame, c. I, s. 352; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 85.

[379] Kâsânî, BS, c. I, s. 290; Cezîrî, Fame, c. I, s. 371; Mergınânî, Hidâye, c. I, s.68.

[380] Kâsânî, BS, c. I, s. 291.

[381] İbn Âbidin, Raddu'l-Muhtâr, c. I, s. 721-723.

[382] Kâsânî, BS, c. I, s. 291-293; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 68.

[383] Kâsânî, BS, c. I, s. 293-294; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 68-69; İbn Abidîn, age, c. I, s. 725-727.

[384] Burada sözü edilen birinci ve ikinci iki rekât tabiri, hukuk kitaplarında Şef kelimesiyle karşılanır.  Hanefî Mezhebine  göre, bu  tabirin  kullanılması, sadece nafile namazlar için sözkonusu iken, -ilerde ele  alınacağı gibi- Malikî Mezhebi'ne  göre, yatsı  namazından  sonra,  vitir  namazından önce kılman nafile namaz da bu adla anılır.

[385] Cezîrî, Fame, c. I, s. 656, 657, 678; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 275; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 141.

[386] İbn Kudâme, age, c. II, s. 141-142; Cezîrî, Fame, c. I, s. 327, 372.

[387] Kâsânî, BS, c. I, s. 285; Cezîrî, Fame, c. I, s. 331.

[388] Kâsânî, BS, c. I, s. 287.

[389] Kâsânî, BS, c. I, s. 295.

[390] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 164.

[391] Kâsânî, BS, c. I, s. 294; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 164; İbn Kudâme, age, c. 2, s. 123-125; Cezîrî, Fame, c. I, s. 328, 329; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 67.

[392] Kâsânî, BS, c. I, s. 295; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 67.

[393] Kâsânî, BS, c. I, s. 297-299; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 69.

[394] Ceziri, Fame, c. I, s. 327, 330-331.

[395] Kâsânî, BS, c. I, s. 284-288; İbn Kudâme, age, c. II, s. 125-131; Cezîrî, Fame, c. I, s. 326-329; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 66-67; Gazalî, îhyâu Ulâmi'd-Dîn, c. I, s. 193-195.

[396] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 162.

[397] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 164.

[398] İzzuddîn b. Abdisselâm'ın et-Tergîb an Salâti'r-Regâibi'l-Mevdûa adında matbu bir eseri yardır.

[399] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 204; Cezîrî, Fame, c. I, s. 332; İbn Kudâme, age, c. II, s. 131-132; c.I, s. 196-197.

[400] Bilmen, Büyük İslâm ilmihali, s. 204; İbn Kudâme, age, c, II, s. 135-140; Cezîrî, Fame, c. I, s. 335; İbn Abidîn, Raddu'l-Muhtar, c. I, s. 715-716.

[401] Suyûti’nin bu konuda, Mesâbîh fi Salâti't-Terâuîh (Lahor ty. Resâilü Isnâ Aşer) adlı bir eseri vardır.

[402] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 166; Serahsî, age, c. II, s. 145; Kâsânî, BS, c. I, s. 288; Cezîrî, Fame, c. I, s. 340; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 70.

[403] Serahsî, age, c. II, s. 148; Kâsânî, BS, c. I, s. 288; Cezîrî, Fame, d I, s. 342; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 70.

[404] Kâsânî, BS, c. I, s. 290; Cezîrî, Fame, c. I, s. 342.

[405] Serahsî, age, c. II, s. 144; Kâsânî, BS, c. I, s. 288; c. I, s. 166; Cezîrî, Fame, c. I, s. 342.

[406] Kâsânî, BS, c. I, s. 288; Cezîrî, Fame, c. I, s. 341-342.

[407] Serahsi, age, c. II, s. 144; Kâsânî, BS, c. I, s. 288-289; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 70; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 202; İbn Kudâme, age, c. II, s. 168-175.

[408] Cezîrî, Fame, c. I, s. 342-343.

[409] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 205; Gazali, İhya, c. I, s. 202-203; Halebî, el-Halebiyyu'l-Keblr, s. 432-434; İbn Abidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, s. 716-717, 742.

[410] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 205.

[411] Bilmen, age, s. 205; Gazali, îhya, c. I, s. 202; Halebî, el-Halebiyyu'l-Kebîr, s. 432-434.

[412] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 205-206; Halebî, el-Halebiyyu'l-Kebîr, s. 434.

[413] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 165; Bilmen, age, s. 203; İbn Kudâme, age, c. II, s. 135; Cezîrî, Fame, c. I, s. 332; Gazali, İhya, c. I, s. 205.

[414] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 204; Halebî, el-Halebiyyu'l-Kebîr, s. 37; Gazali, İhya, c. I, s. 205.

[415] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 206; Halebî, el-Halebiyyu'l-Kebîr, s. 431-432; Gazali, İhya, c. I, s. 207; İbn Kudâme, age, c. II, s. 132-133; Sabık, Fıkhu's-Sünne, c. I, s. 179.

[416] Şeybânî, Asl, c. I, s. 395; Şafiî, Umm, c. I, s. 242; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 166; Serahsî, age, c. II, s. 74; Kâsânî, BS, c. I, s. 280; İbn Kudâme, age, c. II, s. 426-427; Cezîrî, Fame, c. I, s. 363; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 88; A. Aydemir, "Hz. Peygamber Muhtelif Namazlarda Hangi Sûreleri Okurdu", s. 48.

[417] Cezîrî, Fame, c. I, s. 367.

[418] Şafiî, Umm, c. I, s. 243, 245; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 168; Kâsânî, BS, c. I, s. 282; Cezîrî, Fame, c. I, s. 366; A, Naim-K.Miras, Tecrîd-i  Sarih, c. III, s. 425; Humeynî, age, s. 64 (2).

[419] Şafiî, Umm, c. I, s. 245; Serahsî, age, c. II, s. 74; Cezîrî, Fame, c. I, s. 364; A. Naim-Kamil Miras, Tecrîd-i  Sarih Tercemesi  ve Şerhi, c. III, s. 424 vd; Humeynî, age, s. 64 (5).

[420] Şeybânî, Asl, c. I, s. 395-397; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 166; Kâsânî, BS, c. I, s. 280; İbn Kudâme, age, c. II, s. 420, 424, 426; Cezîrî, Fame, c. I, s. 364; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 88.

[421] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 167; Kâsânî, BS, c. I, s, 281; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 88.

[422] Cezîrî, Fame, c. I, s. 366.

[423] Kâsânî, BS, c. I, s. 282.

[424] Şafiî, Umm, c. I, s. 246; Serahsî, age, c. II, s. 75; Kâsânî, BS, c. I, s. 281; Cezîrî, Fame, c. I, s. 364-365; Murgınânî, Hidâye, c. I, s. 88.

[425] Şafiî, Umm, c. I, s. 245; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 168; Kâsânî, BS, c. I, s. 282; İbn Kudâme, age, c. II, s. 425; Cezîrî, Fame, c. I, s. 366.

[426] Şeybânî, Asi, c. I, s. 395; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 169; Serahsî, age, c. II, s. 75-76; Kâsânî, BS, c. I, s. 282; Cezîrî, Fame, c I, s. 367; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 88.

[427] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 207-208; Cezîrî, Fame, c. I, s. 335; Gazali, İhya, c. I, s. 206; İbn Kudâme, age, c. II, s. 133-134.

[428] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 207; Cezîrî, Fame, c. I, s. 335; İUD, c. I, s. 206-207; İbn Kudâme, age, c, II, s. 134; Sabık, Fıkhu's-Sünne, c. I, s. 180.

[429] Şeybânî, Asl, c. I, s. 398; Şafiî, Umm, c. I, s. 246-248; Serahsî, age, c. II, s. 76; İbn Kudâme, age, c. II, s. 430, 439-440; Cezîrî, Fame, c. I, s. 361-362.

[430] Şafiî, Umm, c. I, s. 249; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 171; Cezîrî, Fame, c. I; s. 361-362.

[431] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 170; Kâsânî, BS, c. I, s. 282; Cezîrî, Fame, c. I, s. 358-389; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 88.

[432] Şeybânî, Asi, c. I, s. 398; Şafiî, Umm, c. I, s. 249; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 170; Serahsî, age, c. II, s. 76; Kâsânî, BS, c. I, s. 282-283; Cezîrî, Fame, c. I, s. 358-361; Mergmânî, Hidâye, c. I, s. 88-89; Tahâvî, Muhtasar, s. 37-38.

[433] Şeybanî, Asl, c. I, s. 401-402; Şafiî, Umm, c. I, s. 250; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 170; Kâsânî, BS, c. I, s. 282; Tahâvî, Muhtasar, s. 37-38; İbn Kudâme, age, c. II, s. 433434.

[434] Şeybânî, Asl, c. I, 3. 400; Şafiî, Umm, c. I, s. 251-254; Kâsânî, BS, c. I, s. 284; İbn Kudâme, age, c. II, s. 434-440; Cezîrî, Fame, c. I, s. 362-363.

[435] Şeybânî, Asl, c. I, s. 400-401; Serahsî, age, c. II, s. 77; Kâsânî, BS, c. I, s. 284; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 89; İbn Kudâme, age, c. II, s. 441.

[436] Şeybânî, Asl, c. I, s. 395-396; Şafiî, Umm, c. I, s. 246; Ahmed, Mesâil, s. 133 (492); Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 211; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 169; İbn Kudâme, age, c. II, s. 429; Cezîrî, Fame, c. I, s. 367.

[437] İbn Kudâme, age, c. II, s. 134; Sabık, Fıkhu's-Sunne, c. I, s. 180; Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 207.

[438] Bilmen, age, s. 209; İbn Abidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, s. 730.

[439] Bilmen, age, s. 206; Halebî, el-Halebiyyu'l-Kebir, s. 434; Cezîrî, Fame, c. I, s. 334.

[440] Karaman, İslam'ın Işığında  Günün Meseleleri, s. 65-68; Karaman, Günlük Hayatımızda Haramlar-Helaller, s. 117-119.

[441] Müslim, No: 2188.

[442] Ahmed, Müsned, 1/3:37

[443] İbn Kudâme, Mugni,  c. 11, s. 449-450; Karaman, İslâm'ın  Işığında Günün Meseleleri, s. 71-73..

[444] Gazali, İhya, c. IV, s. 449-450; Karaman, age,   s. 68-71.

[445] Cum’a: 62/8.

[446] İbn Kudame, age, c. I, s. 450-452; Cezîrî, Fame, c. I, s. 500-501; Karaman, age, s. 73-75; Humeynî, Zubdelu'l-Ahkâm, s. 27.

[447] İbn Kudâme, age, c. II, s. 570-571; Cezîrî, Fame, c. I, s. 502; Şeltut, Fetâvâ, s. Kâsânî, BS, c. I, s. 299 İbn Âbidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, 8- 602; Karaman İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 76.

[448] Karaman, age, s. 76.

[449] Bakara: 2/156

[450] Kasam, BS, c. I, s. 310; İbn Kudâme, age, c. II, s. 547-548; Cezîrî, Fame, e. I, s.533-534; Karaman, age, s. 77-78; Tahâvî, Muhtasar, s. 42.

[451] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 179; Serahsî, age, c. II, s. 58; Kâsânî, BS, c. I, s. 299-300; Cezîrî, Fame, c. I, s. 502.

[452] Şeybânî, Ad, c. 1, s. 367-368, 369, 372; Şafiî, Ümm, c. I, s. 264-266, 268-269; Ahmed Mesâil, s. 136 (502), 141 (524-526); İbn Rüşd, BM, e. I, s. 180; Serahsî, age, c. U, s. 54, 57; Kâsânî, BS, c. I, s. 302-304; İbn Kudâme, age, c. II, s. 522-523; Cezîrî, Fame, c. I, s. 503-504; Humeynî, age, s. 27.

[453] Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s. 118; Şeybânî, Asl, c. I, s. 370; Serahsî, age, c. II, s.55; Kâsânî, BS, c. I, s. 303-304.

[454] Şeybânî, Asl, c. I, s. 386-389, 392, 394; Ahmed, Mesâil, s. 136 (503-506); Serahsî, age, c. II, s. 69-72; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 180-132; Kâsânî, BS, c. I, s. 304-306; Cezîrî, Fame, c. I, s. 504-506.

[455] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 181.

[456] Cezîrî, Fame, c. I, s. 505-506.

[457] Humeynî, age, s. 28 (4-7),

[458] Şeybânî, Asi, c. I, s. 373-376; Şafiî, Umm, c. I, s. 264-280-281; Ahmed, Mesâil, s. 134-135 (493-497; Serahsî, age, c. II, s. 58-60, 129; Kâsânî, BS, c. I, s. 300; Cezîrî, Fame, c. I, s. 510-513.

[459] Cezîrî, Fame, c. I, s. 506-509.

[460] Kâsânî, BS, c. I, s. 306; Cezîrî, Fame, c. I, s. 513.

[461] Şeybânî, Asi, c. I, s. 389-392; Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s. 117-118; Şafiî, Umm, c. I, s, 266-267, 281; Ahmed, Mesâil, s. 137-138 (507-512); Serahsî, age, c. II, s. 60; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 184; Kâsânî, BS, c. I, s. 306-307; İbn Kudâme, age, c. II, s. 520-522, 528; Cezîrî, Fame, c. I, s. 514, 515; Mergınânî, Hidâye, e. I, s. 91.

[462] Cezîrî, Fame, c. I, a. 515; Mergınânî, Hidaye, c. I, s. 91.

[463] Kâsânî, BS, c. I, s. 307; Cezîrî, Fame, c. I, s. 513-514.

[464] Kâsânî, BS, c. I, s. 308-309; Cezîrî, Fame, c. I, s. 513; Humeynî, age, s. 30 (3).

[465] Kâsânî, BS, c. I, s. 307-308; İbn Kudâme, age, c. II, s. 464, 472; Cezîrî, Fame, c. I, s. 514-516; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 91.

[466] Şeybânî, Asi, c. I, s. 165-366; Serahsî, age, c. I, s. 52; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 185; Kâsânî, BS, c. I, s. 308; İbn Kudâme, age, c. II, s. 537-539; Cezîrî, Fame, c. I, s. 514.

[467] Mevlevî, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, s. 98-100.

[468] Kâsânî, BS, c. I, s. 310-311; Cezîrî, Fame, c. I, s. 516.

[469] Ibıı Rüşd, BM, c. I, s. 190.

[470] Kâsânî, BS, c. I, s. 311.

[471] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 191-192; Kâsânî, BS, c. I, s. 311; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 92-93; Tahâvî, Muhtasar, s. 41.

[472] Şeybânî, el-Camiu's-Saglr, s. 116; Ahmed, Mesail, s. 142 (529); İbn Kudâme, age, c. II, s. 556-557-558; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 190.

[473] Şeybânî, Asl, c. I, s. 368; Ahmed, Mesâil, s. 140 (523); İbn Rüşd, BM, c. I, s. 191; Tahâvî, Muhtasar, c. I, s. 41; İbn Kudâme, age, c. II, s. 530-536; Şevkânî, es-Sumûtu'z-Zehebiyye, s. 95; Şevkânî, Neylu'1-Evtâr, c. IV, s. 78-82.

[474] Şeybânî, Asl, c. I, s. 364; Ahmed, Mesâil, s. 135 (501); Serahsî, age, c. II, s. 52; İbn Kudâme, age, c. II, s. 559; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 190-191.

[475] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 190-191; İbn Kudâme, age, c. II, s. 558.

[476] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 259.

[477] Şeybânî, Asl, c I, s. 368-369; Şafiî, Umm, c. I, s. 269; Serahsî, age, c. II, s. 54; İbn Kudâme, age, c. II, s. 536-537; Bilmen, age, s, 256-257.

[478] İbn Hazm, el-Muhalla, c. V, s. 169; İbn Kudâme, age, c. II, s. 535; Karaman, age, s. 83-84; Kasanı, BS, c. I, s. 312.

[479] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 191.

[480] Kâsânî, BS, c. I, s. 311.

[481] Karaman, age, s. 84.

[482] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 190-191; İbn Kudâme, age, c. II, s. 556; Şevkânî, es-Sumûtu'z-Zehebiyye, s. 95.

[483] Şeybânî, Asl, c. I, s, 381; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 194; Kâsânî, BS, c. I, s. 315; Cezîrî, Fame, c. I, s. 522; Humeynî, age, s. 32 (4).

[484] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 192; Kâsânî, BS, c. I, s. 192; İbn Kudâme, age, c. II, s. 512-513; Cezîrî, Fame, c. I, s. 522; Karaman, age, s. 85-86.

[485] Şeybânî, Asl, c. I, s. 385; Serahsî, age, c. II, s. 69; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 92.

[486] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 251-252; İbn Kudâme, age, c. II, s. 492; Cezîrî, Fame, c. I, s. 518; Humeynî, age, s. 32 (3).

[487] Şafiî, Umm, c. I, s. 270; Ahmed, Mesâil, s. 139 (518); Serahsî, age, c. II, s. 63-64; İbn Rüşd, BM, e. I, s. 186; Serahsî, age, c. II, s. 63; Kâsânî, BS, c. I, s. 312-313; İbn Kudâme, age, c. II, s. 490-491; Cezîrî, Fame, c. I, s. 519; Humeynî, age, s. 32.

[488] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 187; Kâsânî, BS, c. I, s. 314; Şevkanî, Neylu'l-Evtar, c. IV, s. 67; Karaman, age, s. 83.

[489] İbn Kudâme, age, c. II, s. 492; Cezîrî, Fame, c. 1, s. 519.

[490] İbn Kudâme, age, c. II, s. 487-489; Cezîrî, Fame, c. I, s. 519-520.

[491] İbn Kudâme, age, c. II, s. 486-487; Cezîrî, Fame, c. I, s. 571.

[492] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 187; Kâsânî, BS, c. I, s. 313; İbn Kudârae, age, c. II, s. 485-486; Karaman, age, s. 83.

[493] Şevkanî, Neylu'l-Evtâr; c. IV, s. 66 ve İbn Hazm, el-Muhalla, c. V, s. 129'dan naklen Karaman, age, s. 83.

[494] Ahmed, Mesâil, s. 140 (522); İbn Rüşd, BM, c. I, s. 188; İbn Kudâme, age, c. 2, s. 491-493; Cezîrî, Fame, c. I, s. 521.

[495] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 193; İbn Kudâme, age, c. II, s. 493-494, Serahsî, age, c. II, s. 68-69; Cezîrî, Fame, c. L s. 527; Karaman, age, s. 84-85; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 92.

[496] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 193; İbn Kudâme, age, c. II, s. 494.

[497] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 193; Kâsânî, BS, c. I, s. 316-317; Karaman, age, s. 82;Tahâvî, Muhtasar, s. 42.

[498] Şeybânî, Asl, c. I, s. 379-380; Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s. 115; Şafiî, Umm, c. I, s. 270, 275; Ahmed, Mesâil, s. 138-139 (513-517); Serahsî, age, c. II, s. 63-64-65; Kâsânî, BS, c. I, s. 312-314; Cezîrî, Fame, c. I, s. 517-518; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 92; Tahâvî, Muhtasar, s. 42.

[499] Şeybânî, Asl, c. I, s. 378; Serahsî, age, c. II, s. 62; Kâsânî, BS, c. I, s. 317-318; Cezîrî, Fame, c. I, s. 524; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 91; Tahâvî, Muhtasar, s. 41; Humeynî, age, s. 31.

[500] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 192.

[501] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 188; Kâsânî, BS, c. I, s. 312; Mergınânî, Hidâye, c. I, a. 92; Tahâvî, Muhtasar, s. 42; İbn Kudâme, age, c. II, s. 517-518.

[502] Kâsânî, BS, c. I, s. 313; Cezîrî, Fame, c. I, s. 525; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 92.

[503] Şeybânî, Asl, c. I, s. 381-382; Ahmed, Mesâil, s. 140 (519-520); Serahsî, age, c. II, s. 66; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 189-190; Kâsânî, BS, c. I, s. 314; İbn Kudâme, agef c. II, s. 494-496; Cezîrî, Fame, c. I, s. 526; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 92.

[504] Şeybânî, Asl, c. I, s. 386; Kâsânî, BS, c. I, s. 316.

[505] Şeybânî, Asl, c. I, s. 380-381; Şafiî, Umm, c. I, s. 275; Serahsî, age, c. II, s. 65; İbn Kudâme, age, c. II, s. 560-562; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 188-189; Kâsânî, BS, c. I, s. 315-316.

[506] Şeybânî, Asl, c. I, s. 382; Serahsî, age, c. II, s. 67, 73, 126; Kâsânî, BS, c. I, s. 311; Cezîrî, Fame, c. I, s. 527; Tahâvî, Muhtasar, s. 42.

[507] Şeybânî, Asl, c. I, s. 385-386; Ahmed, Mesâil, s. 140 (521); Serahsî, age, c. II, s. 69; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 190; Mergınânî, Hidâye, c. 1, s. 92; İbn Kudâme, age, c. II, s. 511, 519; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 86; Tahâvî, Muhtasar, s. 42; Humeynî, age, s. 32 (5).

[508] Karaman, İslâm'ın İşığında Günün Meseleleri, s. 86-89.

[509] İbn Kudâme, age, c. 2, s. 492-493; Cezîrî, Fame, c. I, s. 522-523.

[510] Şeybânî, Asl, c. I, s. 383-384; Serahsî, age, c. II, s. 68; Cezîrî, Fame, c. I, s. 523; Kâsânî, BS, c. I, s. 316-317.

[511] İbn Kudâme, age, c. II, s. 473-474.

[512] Cezîrî, Fame, c. I, s. 530.

[513] Şeybânî, Asl, c. I, s. 370-371; Şeybânî, el-Câmiu's-Sagîr, s. 117-118; Şafiî, Umm, c. I, s. 269; Serahsî, age, c. II, s. 56; Kâsânî, BS, c. I, s. 309-310; Cezîrî, Fame, c. I, s. 530-532; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 93.

[514] Kâsânî, BS, c. I, s. 309; Cezîrî, Fame, c. I, s. 530-532.

[515] Reşid Rıza, et-Fetava, c. II, s. 556'dan naklen Karaman age,  s. 92.

[516] Serahsî, age, c. II, s. 56; Kâsânî, BS, c. I, s. 310; Cezîrî, Fame, c. I, s. 532;Şeltut, Fetâvâ, s. 216.

[517] Ahmed, Mesâil, s. 142-144 (531-540); Kâsânî, BS, c. I, s. 309-310; Cezîrî, Fame, c. I, s. 532-533; Karaman, age, s. 90-91; FŞ, 215-216.

[518] Şafiî, Umm, c. I, s. 279; Kâsânî, BS, c. I, s. 310; Cezîrî; Fame, c. I, s. 533; Karaman, age, s. 91-92.

[519] Şeybânî, Asl, c. I, s. 371; Kâsânî, BS, c. I, s. 310; İbn Kudâme, age, c. II, s. 479-480; Cezîrî, Fame, c. I, s. 533; Karaman, age, s. 91.

[520] İbn Kudâme, age, c. II, s. 496-499; Cezîrî, Fame, c. I, s. 534; Kâsânî, BS, c. I, s. 318.

[521] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 194; Cezîrî, Fame, c. I, s. 534; Karaman, age, s. 92; Kâsânî, BS, c. I, s. 318.

[522] Maide: 5/31; Murselat: 77/26.

[523] Ahmed, Mesâil, s. 144 (541); İbn Kudâme, age, c. II, s. 554-556; Karaman, age, s. 92.

[524] Şafiî, Umm, c. I, s. 273, 276, 278, 283; Kâsânî, BS, c. I, s. 318-320; Cezîrî, Fame, c. I s. 535; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 93-94.

[525] Cezîrî, Fame, c. I, s. 538.

[526] Kâsânî, BS, c. I, s. 319 ; Cezîrî, Fame, c. I, s. 538.

[527] Cezîrî, Fame, c. I, s. 538-539.

[528] İbn Kudâme, age, c. II, s. 505-506; Karaman, age, s. 95.

[529] Cezîrî, Fame, c. I, s. 500-501; Karaman, age, s. 110-111.

[530] İbn Kudâme, age, c. 2, s. 550-551; Cezîrî, Fame, c. I, s. 539-540; Şeltut, Fetâvâ, s. 216-217; Karaman, age, s. 96-97.

[531] İbn Kudâme, age, c. II, s. 543-547; Cezîrî, Fame, c. I, s. 539; Karaman, age ,s. 96.

[532] İbn Rüşd, BM, c. II, s. 101-102; Şeltût, Fetâvâ, s. 217; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 95-96; Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, c. I, s. 331.

[533] İddet ve hükümleri için bkz. Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, c. I, s. 328-331.

[534] İbn Kudâme, ager  c. II, s. 566-570; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 104-109; Şeltût, Fetâvâ, s. 202-203.

[535] Bakara: 2/276; Şems: 91/9-10; Furkan: 25/70; Necm: 53/41.

[536] Haşr: 59/10

[537] Şeltût, Fetâvâ, s. 204-213; Karaman, age, s. 108-109, 113-116.

[538] Şeltut, Fetava, s. 217; Karaman, age, s, 119-120.

[539] Şeltut, Fetava, s. 193; Karaman, age, s. 120-122.

[540] Tirmizi, Zühd: 32.

[541] Şeybânî, Asi, c. I, s. 378; Kâsânî, BS, c. I, s. 320; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 194; İbnKudârae, age, c. II, s. 507; Cezîrî, Fame, c. I, s. 535; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 93.

[542] Serahsî, age, c. II, s. 62; Kâsânî, BS, c. I, s. 320; İbn Kudâme, age, c. II, s. 505;Cezîri, Fame, c. I, s. 535; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 94; Karaman, age,  s. 93; Tahâvî, Muhtasar, s. 42.

[543] İbn Kudâme, age, c. II, s. 504-505; Cezîrî, Fame, c. I, s. 535; Karaman, age, s.93.

[544] Kâsânî, BS, c. I, s. 320; Cezîrî, Fame, c. I, s. 535-536.

[545] Kâsânî, BS, c. I, s. 320; Cezîrî, Fame, c. I, s. 536; Uludağ, Nesil Dergisi, c. II, sa. 1, s. 28, 29-31.

Bu konuda Şevkânî'nin bir eseri vardır: Şevkânî, Muhamraed el-Yemânî (ö. 1250) Şerhu's-Sudâr fi Tahrîmi Refil-Kubûr, Beyrut 1970.

[546] Müslim, Cenalz: 31; Ebu Davud, Cenaiz: 68; Tirmizi, Cenaiz: 56; Nesai, Cenaiz:99; Ahmed, Musned: c. I, s. 150.

[547] Buradaki kubbe yapmak yerine  kubbe  kurmak  tabirinin kullanılması, o zaman kubbe kelimesinin şimdiki mânâda olmayışıdır.  İbn Esir, kubbeyi "çadır  kumaşından mamul küçük ve  yuvarlak bir odacıktan ibaret olup Arapların kullandıkları bir çeşittir" şeklinde tarif eder.

[548] Cezîrî, Fame, c. I, s. 549; Şeltût, Fetâvâ, s. 195, 219; S. Uludağ, "Mezar ve Türbe', Nesil Dergisi, c. II, sa. 1, s. 27- 28-29; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 111-112; Kâsânî, BS, c. I, s. 320.

[549] Kâsânî, BS, c. I, s. 320; İbn Kudâme, age, c. II, s. 565-566, 570; Cezîrî, Fame c I, s. 340; Şeltût, Fetâvâ, s. 220-223; Karaman, age,, s. 99.

[550] Müslim, Cenaiz: 35.

[551] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 194; Kâsânî, BS, c. I, s. 320; İbn Kudâme, age, c. II, s. 565; Cezîrî, Fame, c. I, s. 536.

[552] Kâsânî, BS, c. I, s. 320; İbn Kudâme, age, c. II, s. 565; Cezîrî, Fame, c. I, s. 536.

[553] Uludağ, "Kabir ve Türbe Ziyareti", Nesil Dergisi, c. II, sa. 2, s. 19.

[554] Uludağ, "Mezar ve Türbe", Nesil Dergisi, c. II, sa. 1, s. 27; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, s. 111-112.

[555] Kâsânî, BS, c. I, s. 320; Karaman, age, s. 111-112.

[556] Bakara: 2/255; Taha: 20/100; Enbiya: 21/28.

[557] Maide: 5/35.

[558] Maide: 5/35.

[559] Nuh: 71/23.

[560] Bu konuda İbnu'l-Kayyim "Kabir, ölüye dua etmek, kendisine Hak Teâlâ'dan af ve afiyet dilemek ve ibret almak için ziyaret edilir. Bid'atçiler, şeriatın bu konudaki hükümlerini ters çevirmişler, kabir ziyareti sırasında kendilerine dua etmişler, af ve afiyet talebinde bulunmuşlardır. Bazıları, kabir ziyaretini, hac yapma şekline sokmuşlar "menâsiku hacci'l-meşâhid (türbe haccının âdabı)" adıyla, bu konuda eser bile yazmışlardır." demektedir.

[561] Fatiha: 1/4.

[562] Şefaat manalı tevessülde geçen hadisler bunun örneğidir.

[563] Kâsânî, BS, c. II, s. 75

[564] Hamidullah, İslâm'a Giriş, s. 103

[565] M. Fuad Abdiilbaki, el-Mu'cemul-Müfehres li-Elfâzi'l-Kur'ani'l-Kerîm, s. 417.

[566] Serahsî, Mebsut, c. III, s. 54.

[567] Bakara: 2/183-185

[568] Buhari, İman: 2/1; Muslim, İman: 19/22; Tirmizî, îman: 3

[569] Kâsânî, BS, c. II, s. 77-90; Cezirî, Fame, c. I, s. 543-548; İbn Âbidin, Raddu'l-Muhtar, c. III, s. 332; Şeybânî.Asl, c. II, s. 183-184; Tahâvî, Muhtasar, s. 29, 261-262.

[570] Hamidullah, İslâm'a Giriş, s. 104-106; Hamidullah, Resulullah Muhammed, s. 253; Hamidullah, "Niçin Oruç Tutarız?", Nesil Dergisi, c. I, sa. 12, s. 28-33; Şah Veliyyullah Dehlevî, Huccetullahi'l-Bâliga, s. 440-443; Şehhâte, Fıkhu'l-İbâdet, s. 351-362. Orucun sosyal ve psikolojik etkileri konusunda bkz. Veysel Uysal, Psiko-Sosyal Açıdan Oruç, Ankara 1994.

[571] Ahmed b. Hanbel, Mesâil, s. 186, no: 696-698; c. II, s. 102; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 127; Serahsî, age, s. III, s. 89-90; Şeybânî, Asl, c. II, s. 197-200.

[572] Bakara: 2/183-185.

[573] Kâsânî, BS, c. II, s.77-90; Cezirî, Fame, c. I, s. 543-548.

[574] Kâsânî, BS, c. II, 8.102; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 128.

[575] Ahmed, Mesâil, s. 188-189, no: 706-708; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 98 (1); Kâsânî, BS, c. II, s. 89; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 128; Cessas, Ahkâmu'l-Kur'an, c. I, s. 204; Serahsî, age, c. III, s. 87-88; Şeybânî, Asl, c. II, s. 196, 200; Şeybânî, el-Camiu's-Sagîr, s. 138;  Krş. İbn Rüşd, BM, c. I, s. 208

[576] Ahmed, Mesâil, s. 192, no: 717; Kâsânî, BS, c. II, s. 94; Cezirî, Fame, c. I, s. 572

[577] Bakara: 2/195

[578] İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 142; Kâsânî, BS, c. II, s. 89, 94; Cezirî, Fame, c. I,s. 575; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 129; Şcybânî, Aslf c. II, s. 184-186.

[579] Kâsânî, BS, c. II, s. 96-97

[580] İbn Kudâme, age, c. III, s. 141, 147; İbn Rüşd, BM, c. T, s. 206; Cezirî, Fame, c. I,s. 572; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 126; Serahsî, age, c. III, s. 137; Şeybânî, el-Camiu's-Sagır, s. 141.

[581] Ahmed, Mesâil, s. 185-186, no: 694-695; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 205-206; Cezirî, Fame, c. I, s. 574; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 96, 97; İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 99, 149; Kâsânî, BS, c. II, s. 94-95; Serahsî, age, c. III, s. 142; Şeybânî, Asl, c. II, s. 175, 283.

[582] İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 139; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 209; Kâsânî, BS, c. II, s. 97; Ceziri, Fame, c. I, s. 573; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 127.

[583] Kâsânî, BS, c. II, s. 97; Cezirî, Fame, c. I. s. 576

[584] İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 141; Humeynî, age, s. 97; İbn Rüşd, BM, e. I, s. 210; Kâsânî, BS, c. II, s. 97; Mergmânî, Hidâye, c. I, s. 127; Ceziri, Fame, c. I, s. 576

[585] Seyyid es-Sâbık, Fıkhu's-Sünne, c. I, s. 439; Ahmed eş-Şerbasi, Yes'elûneh, c. II, s. 41; M. Mahmud Hicazı, et-Tefsiru'l-Vadıh.  Bakara:  2/184  ayetinin tefsiri.

[586] Bilmen, Büyük İslâm İlmilahi, s. 303; Cezirî, Fame, c. I, s. 577; İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 134-135; Şehhate, Fıkhu'l-İbâdât, s. 183-184

[587] Ahmed, Mesâil, s. 186, no: 696-698; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 209; Şeybânî, Asl, c. II, s. 198-199; Serahsî, Usûl, c. I, s. 51.

[588] İbn Kudâme, age, c. III, s. 141; Kâsânî, BS, c. II, s. 105.

[589] San'anî. Subulu's-Selâm, c. II, s. 664-665.

[590] İbn Âbidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, s. 541-542; Karaman, İslâm'ın  Işığında Günün Meseleleri, (2.B.) c. I, s. 70.

[591] Kâsânî, BS, c. II, s. 90; Cezirî, Fame, c. I, s. 543; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 216-218.

[592] Hamidullah,- "Niçin Oruç Tutarız?", Nesil Dergisi, c. I, sa. 11, s. 42-43.

[593] Bakara: 2/187.

[594] Şeltut, Fetâvâ, s. 144-146; Hamidullah, İslâm'a Giriş, s. 103.

[595] Geniş bilgi için bkz. İbn Rüşd, BM, c. I, s. 196-200; Kasani, BS, c. II, s. 80-83; Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 278-285; Cezirî, Fame, c. I, s. 548-553; İbn Kudâme, Mugni, c- III, s. 86-91; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 119-122.

[596] Buhârî, Savm: 119, no: 1909.

[597] Çeşitli örnekler için bkz. Şehhate, Fıkhu'l-İbâdât, s. 170-176.

[598] Ahmed, Mesâil, s. 180, no: 675; s. 188, no: 704, 705; Kâsânî, BSr c. II, s. 78-79; Cezirî, Fame, c. I, s. 553-554; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 119-120; Serahsî, age, c. III, s. 63; Şeybânî, el-Camiu's-Sagîr, s. 137.

[599] İbn Rüşd, BM, c. 1, s, 216; Kâsânî, BS, c. II, s. 77-79.

[600] Kâsânî, BS, c. II, s. 79-80.

[601] Kâsânî, BS, c. II, s. 105-108; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 129; Cezîrî, Fame, c. I, s. 577.

[602] İbn Rüşd, BM, c. I, s- 203-204; Kâsânî, BS, c. II, s. 83-87; Cezirî, Fame, c. I, s. 543-548; İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 91-98; İbnu'l-Munzir, Kitabu'l-İcma, s. 52; Mergınanî, Hidaye, c. I, s. 118; Serahsî, age, c. III, s. 59, 62, 81, 85; Şafiî, Umm, c. II, s. 95; Şeybânî, Asl, c. II, 184-185, 197, 283; Tahâvî, Muhtasar, s. 53.

[603] Ahmed, Mesâil, s. 188, no: 703; Şafiî, Umm, c. II, s. 95.

[604] Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 96.

[605] Kâsânî, BS, c. II, s. 75-77; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 195; Cezirî, Fame, c. I, s.558.

[606] Cezirî, Fame, c. I, s. 558; İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 150.

[607] ÜM'e göre, Ramazan gününde geçen yılın kazasına niyet edip oruç tutulunca, her ikisi de sahih olmaz; Hanefi Mezhebine göre, yolcu dışında herkesin niyeti Ramazan için geçerli olur (Bkz. Cezirî, Fame, c. I s. 578)

[608] İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 144; Kâsânî, BS, c, II, s. 104; Cezirî, Fame, c. Is.578; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 98-99; Serahsî, age, c. III, s. 77; Krş. İbn Rüşd, BM, c. I, s. 208.

[609] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 208

[610] Kâsânî, BS, c. II, s. 98

[611] Ahmed, Mesâil, s. 189-190, no: 709-710; Cezirî, Fame, c. I, s. 579; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 94 (2), 95 (4); İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 127; Serahsî, age, c. III, s. 71, 902; Şeybânî, Asl, c. II, s. 186-189.

[612] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 213; Cezirî, Fame, c. I, s. 579, Şehhate, Fıkhu'l-İbâdat, s.190

[613] Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 94 (2); İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 132-133; Kâsânî, BS, c. II, s. 101; Serahsî, Mebsut, c. III, s. 74; Şafiî, Umm, c. II, s. 99; Şeybânî, Asl, c. II, s. 177.

[614] İbn Kudâme, age, c. III, s. 132-133; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 214

[615] Mücadele: 58/3-4.

[616] Bakara: 2/196.

[617] Nisa: 4/92.

[618] Maide: 5/89.

[619] Kâsânî, BS, c. II, s. 75-77; Şeybânî, Asl, c. II, s. 188.

[620] Cezirî, Fame, c. I, s. 568.

[621] Şeybânî, Asl, c. II, s. 206 208, 257-260, 284-288; Şeybânî, el-Camiu'l-Kebîr, s. 14-15; Şeybânî, el-Camiu's-Sagir, s. 141-143.

[622] Ahmed, Mesâil, s. 193, 721.

[623] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 127; İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 143; Serahsî, age, c. III, s. 133-135; Cezirî, Fame, c. I, s. 558; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 127.

[624] Cezirî, Fame, c. I, s. 558.

[625] Cezirî, Fame,  c. I, s. 556; İbn Kudâme, age, c. III, s. 174; İbn Teymiye, Iktidâu'S'Sıratı'l-Müstakîm, s. 173.

[626] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 216; Kâsânî, BS, c. II, s. 79; Cezirî, Fame, c. I, s. 556; İbn Kudâme, age, c. III, s. 177.

[627] Kâsânî, BSr c. II, s. 79; Cezirî, Fame, c. I, s. 556; İbn Kudâme, age, c. III, s. 174, 176; San'anî, Subulu's-Selâm, c. II, s. 681.

[628] Kâsânî, BS, c. II, s. 79; Cezirî, Fame, c. I, s. 556.

[629] Kâsânî, BS, c. II, s. 79; Cezirî, Fame, c. I, s. 557.

[630] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 216; Cezirî, Fame, c. I, s. 557; İbn Kudâme, age, c. III, s. 172.

[631] Cezirî, Fame, c. I, s. 557; İbn Kudâme. age, c. III, s. 166-167.

[632] Cezirî, Fame, c. I, s. 557.

[633] Cezirî, Fame, c. I, s. 559.

[634] Cezirî, Fame, c. I, s. 558-559.

[635] İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 169-166; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 217-218; Kâsânî, BS, c. II, s. 79; Cezirî, Fame, c. I, s. 558.

[636] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 218; Ceziri, Fame, c. I, s. 559.

[637] Kâsânî, BS, c. II, s. 78; Cezirî, Fame, c. I, s. 558-559.

[638] Ahmed, Mesâil, s. 180, no: 674; Cezirî, Fame, c. I, s. 559; İbn Kudâme, age, c. III, s. 167.

[639] Damad, Mecmau'l-Enhur, c. II, s. 524.

[640] Bakara: 2/195

[641] Cezirî, Fame, c. I, s. 559.

[642] Kâsânî, BS, c. II, s. 79; Cezirî, Fame, c. I, s. 559.

[643] Cezirî, Fame, c. I, s. 559.

[644] Kâsânî, BS, c.I, s. 79; Cezirî, Fame, c. I, s. 556.

[645] Kâsânî, BS, c. II, s. 78; Cezirî, Fame, c. I, s. 555, 559.

[646] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 217.

[647] Cezirî, Fame, c. I, s. 55.

[648] Kâsânî, BS, c. II, s. 78; Cezirî, Fame, c. I, s. 559.

[649] Şafiî Mezhebine göre  zararlı   olacağından   korkulursa  

a) Hastanın,  

b) Yolcunun,

c) Gebe veya emzikli kadının,

d) Yaşlı kimselerin oruç tutması mekruhtur. Ölüm tehlikesine veya bir organın telef olmasına yol açacağından korkutursa bu kimselerin oruç tutması haram olur. Adak veya itiyar orucu rastlamayınca  yalnızca   pazar günü oruç tutmak cuma ve cumartesi günlerinde olduğu gibi mekruhtur. Kaza orucu bulunan kimsenin nafile oruç tutması da mekruhtur (Cezirî, Fame, c. I, 559).

Malikî Mezhebine göre mevlid günü oruç tutmak mekruhtur. Farz bir orucu kazaya kalanın nafile tutması, evsahibinden izinsiz misafirin oruç tutması mekruhtur. Yolcunun oruç tutması, tutmamasından efdaldir; fakat oruç tutmak zor gelirse tutmamak efdal olur (Cezirî, Fame, c. I, s. 559).

[650] Mâverdî, el-Ahkâmu's-Sultâniyye, s. 248, Ferrâ, el-Ahkâmu's-Sultâniyye, s. 292.

[651] Maverdî, age, s. 248-249; Ferrâ, age, s. 261-262, 292.

[652] Ahmed, Mesâil, s. 192, no: 719; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 91, 94; İbn Rüşd,BM, c. I, s. 211; Serahsî, Mebsût, c. III, s. 70, 73; Şafiî, Umm, c. II, s. 96, 100; Şehhate, Fıkhu'l-İbâdât, s. 189; Şeybânî, Asl, c. II, s. 177; Tahâvî, Muhtasar, s. 54.

[653] Kâsânî, BS, c. II, s. 90; Cezirî, Fame, c. I, s. 565-566; Merginânî, Hidâye, c. I, s.122.

[654] Kâsânî, BS, c. II, s. 90; Cezirî, Fame, c. I, s. 565-566; Merginânî, Hidâye, c. I, s.122.

[655] Cezirî, Fame, c. I, s. 565-569; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 95; Merginânî,Hidâye, c. I, s. 122.

[656] Ahmed, Mesâil, s. 192, no: 718; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 95; İbn Kudâme,Mugnî, c. III, s. 136; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 200; Kâsânî, BS, c. II, s. 100; Serahsî, Mebsût, c. III, s. 55; Şeybânî, Asl, c. II, s. 163, 181-182.

[657] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 215..

[658] Kâsânî, BS, c. II, s, 91; Cezirî, Fame, c. I, s. 568; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s.92; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 122; Serahsî, age, c. III, s. 98; Şeybânî, Asl, e. II, s. 182, 209.

[659] Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 291;Cezirî, Fame, c. I, s. 563, 567, 569.

[660] Bilmen, age  s.  290; Kâsânî, BS, c. II, s. 90; Cezirî, Fame, c I, s. 569; Merginani, Hidâye, c. I, s. Mavsilî, İhtiyar, c. I, 8. 175; Serahsî, age, c. III, s.93

[661] Cezirî, Fame, c. I, s. 569; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 124; Serahsî, age, c. III, s. 56; Şeybânî, Asl, c. II, s. 166, 264-265.

[662] İbn Rüşd, DM, c. I, s. 202; San'anî, Subul'us-Selâm, c. II, s. 661; Şeybânî, Asi, c. II, a. 166; 264-265.

[663] Kâsânî, BS, c. II, s. 92; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 123-124; Şeybânî, Asl, c. II, s.166, 264-265; Şeybânî, el-Camiu's-Sagîr, s, 140-141.

[664] Cezirî, Fame, c. I, s. 567

[665] Ahmed, Mesâil, s. 184, no: 688; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 93-94; İbnKudâme, Mugnî, c. III, s. 117; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 202; Kâsânî, BS, c. II, s. 92, 93; Şehhate, Fıkhu'l-İbâdât, s. 190; Şeybânî, el-Camiu's-Sagîr, s. 141.

[666] Kâsânî, BS, c. II, s. 93; Cezirî, Fame, c. I, s. 563; Merginânî, Hidâye, c. I, s.124; Serahsî, age, c. III, s. 56.

[667] Kâsânî, BS, c. II, s. 93; Ceziri, Fame, c. I, s. 563; Merginânî, Hidâye, c. I, s.124; Serahsî, age, c. III, s. 56; Şeybânî, Asi, c. II, s. 166, 264-265.

[668] Cezirî, Fame, c. I, s. 569.

[669] Cezirî, Fame, c. I, s. 567.

[670] Ahmed, Mesâil, s. 183, no: 684; Kâsânî, BS, c. II, a. 91; Serahsî, age, c. III, s. 66,Şeybânî, Asl, c. II, s. 203.

[671] Kâsânî, BS, c. II, s. 90; Cezirî, Fame, c. I, s. 566, 567, 568; İbn Kudâme, Mugnî,c. III, s.  106; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 123; Serahsî, age, c. III, s. 142; Şeybânî, Asl, c. II, s. 203, 282; c. III, s. 66.

[672] Cezirî, Fame, c. I, s. 569.

[673] Cezirî, Fame, c. I, s. 568.

[674] Kâsânî, BS, c. II, s. 93; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 12.3; Serahsî, age, c. III, s. 58,65; Şeybânî, Asl, c. II, s. 169, 172.

[675] Cezirî, Fame, c. I, s. 568; İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 11-113.

[676] Cezirî, Fame, c. I, s. 568; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 92; Şeybânî, el-Camiu's-Sagîr, s. 141.

[677] Cezirî, Fame, c. I, s. 568, 569.

[678] Kâsânî, BS, c. II, s. 91; Cezirî, Fame, c. I, s. 566; Merginânî, Hidâye, c. I, s.122.

[679] Kâsânî, BS, c. II, s. 91; Cezirî, Fame, c. I, s. 562, 567; Serahsî, age, c. III, s. 70;Şeybânî, Asl, c. II, s. 175; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 92; İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 111-113.

[680] Cezirî, Fame, c. I, s. 569.

[681] Cezirî, Fame, c. I, s. 568; İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 113.

[682] Ahmed, Mesâil, s. 179, no: 669; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 92; İbn Kudâme,Mugnî, c. III, s. 137; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 204; Kâsânî, BS, c. II, s. 92; Cezirî, Fame, c. I, s. 566, 568; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 122; Şeybânî, Asl, c. II, s. 164,173.

[683] Ahmed, age, s, 189-190, no: 709-711; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 210-211; Kâsânî, BS, c.II, s. 90, 98; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 122; Şafiî Umm, c. II, s. 100, 106; Şeybânî, Asl, c. II, a. 173, 292.

[684] Ahmed, Mesâil, s. 191, no: 712; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 212; Kâsânî, BS, c. II, s.90; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 122.

[685] İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 123; Kâsânî, BS, c. II, s. 90; Merginânî, Hidâye,c. I, s. 122; Şeybânî, Asl, c. II, s. 182.

[686] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 213.

[687] Ebu Hanife, arka yoldan birleşmeyi de eksik giderme içerisinde ele alır; haddi de gerektirmeyeceğinden bu  durumda sadece kaza   gerekir (Merginânî, Hidâye, c. I, s. 124; Kâsânî, BS, c. II, s. 98).

[688] Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, Kâsânî, BS, c. II, s. 94; Cezirî, Fame, c. I, s. 568; İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 113; Şehhate, Fıkhu'l-lbâdât, 190.

[689] Kâsânî, BS, c. II, s. 94; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 92; Merginânî, Hidâye,c. I; s. 124; Serahsî, age, c. III, s. 79.

[690] İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 124.

[691] Bilmen, Büyük islâm İlmihali, s. 293; Kâsânî, BS, c. II, s. 93; Mavsılî, İhtiyar,c. I, s. 132; Serahsî, Mebsut, e. III, s. 67-68.

[692] Cezirî, Fame, c. I, s. 563; Şehhate, age, s. 191

[693] Bilmen, age, s. 293.

[694] Karaman, "Oruç", Nesil  Dergisi, c. III, sa. 34, s, 23; Karaman, İslâm'ınIşığında Günün Meseleleri , (2.B.) c. I, s. 115.

[695] Şeltut, Fetâvâ, s, 136-137.

[696] Akseki, İslâm Dini, s. 208.

[697] Merginânî, Hidâye, c. I, s. 122.

[698] Ahmed, Mesâil, s. 181-183, no: 677-683; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 201-202; Kâsânî, BS, c. II, s. 91; Şeybânî, Asl, c. II, s. 166-167, 205.

[699] Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 93, 95.

[700] Bilmen, age, s. 287-288; Kâsânî, BS, c. II, s. 105-108; Cezirî, Fame, c. I, s. 569-570; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 125-126; Şeybânî, Asl, c. II, s. 210-211.

[701] San'anî, Subulu's-Selâm, c. 2, s. 659.

[702] Kâsânî, BS, c, II, s. 94.

[703] Ahmed, Mesâil, s. 184-185, no: 689-691; Cezirî, Fame, c. I, s. 572; Serahsî, age,c. III, s. 57; Şeybânî, Asl, c. II, s. 168-169.

[704] İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 125; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 99; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 215; Cezirî, Fame, c. I, s. 561, 562, 564; Merginânî, Hidâye, c. I, s-125; Şeybânî, Asl, c. II, s. 178.

[705] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 296; Cezirî, Fame, c. I, a. 561-562

[706] Şeybânî, Asl. c. II, s. 198.

[707] Cezirî, Fame, c. I, s. 561; Şeybânî, Asl, c. II, s. 182.

[708] Cezirî, Fame, c. I, s. 561, 562; Şeybânî, Asl, c. II, s. 175, 177.

[709] Cezirî, Fame, c. I, s. 563, 564; Serahsî, age, c. III, s. 138.

[710] Ahmed, Mesâil, s. 191, no: 714-715; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 124; Şeybânî,Asl, c. II, s. 181.

[711] Cezirî, Fame, c. I, a. 564; Merginânî, Hidâye, c. I s  124

[712] Cezirî, Fame, c. I, s. 562.

[713] Kâsânî; BS, c. II, s. 98; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 124; Serahsî age c III, s. 74.

[714] Cezirî, Fame, c. I, s. 563

[715] Kâsânî, BS, c. II, s. 100; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 130.

[716] Cezirî, Fame, c. I, s. 561, 562; Şeybânî, Asl, c. II, s. 181.

[717] Cezirî, Fame, c. I, s. 561.

[718] Cezîrî, Fame, c. I, s. 561.

[719] Cezîrî, Fame, c. I, s. 561.

[720] Cezirî, Fame, c. I, s. 562; İbn Kudâme, Mugni, c. III, s. 126.

[721] Cezirî, Fame, c. I, s. 561; Şeybânî, Asl, c. II, s. 125.

[722] Cezirî, Fame, c. I, s. 561; İbn Kudâme, Mugnî, c. III, s. 178.

[723] Cezirî, Fame,c. I, s. 561, 562; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 215; Mergınanî, Hidaye, c.I, s. 125; Şeybânî, Asl, c. II, s. 178.

[724] Cezirî, Fame, c. I, s. 560.

[725] Cezirî, Fame, c. I, s. 560

[726] Cezirî, Fame, c. I, s. 560.

[727] Cezirî, Fame, c. I, s. 560, 561, 562.

[728] Kâsânî, BS, c. II, s. 98; Cezirî, Fame, c. I, s. 561, 562; Merginânî, Hidâye, c. I,s. 124; Ncvevî, Mecmu, c. VI, s. 376; Şafiî, Umm, c. II, s. 100.

[729] Cezirî, Fame, c. I, s. 562, 564; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 124.

[730] Kâsânî, BS, c. II, s. 91; Cezirî, Fame, c. I, s. 562 567

[731] Cezirî, Fame, c. I, s. 562.

[732] Kâsânî, BS, c. II, s. 100-101; Cezirî, Fame, c. I, s. 562; Serahsî, age, c. III, s. 75;Şeybânî, Asl, c. II, s. 177-178.

[733] Cezirî, Fame, c. I, s. 568.

[734] Cezîrî, Fame, c. I, s. 568.

[735] Cezîrî, Fame, c. I, s. 568.

[736] Kâsânî, BS, c. II, s. 98; Serahsî, age, c. III, s. 93, 98, 138; Şeybânî, Asl, c. II, s.205, 210.

[737] Cezirî, Fame, c. I, s, 566.

[738] Cezirît Fame, c. I, s. 565; Serahsî, age, c. III, s. 67-68; Şeybânî, Asl, c. II, s. 182.

[739] Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 291; Cezirî, Fame, c. I, s. 566.

[740] Bilmen, age, s. 291; Ceziri, Fame, c. I, s. 566; Serahsî, age, c. III, s. 79.

[741] Bilmen, age, s, 291; Cezîrî, Fame, c. I, s. 566.

[742] Bilmen, age, s. 291; Cezîrî, Fame, c. I, s. 566.

[743] Merginânî, Hidâye, c. I, s. 129.

[744] Cezirî, Fame, c. I, s. 568.

[745] Merginânî, Hidâye, c. I, s. 130.

[746] Merginânî, Hidâye, c. I, s. 129; Tahâvî, Muhtasar, s. 57.

[747] Cezirî, Fame, c. I, s. 582; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 220; Serahsî, Mebsut, c. III, s.114-115.

[748] Hacc: 22/26.

[749] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 220; Kâsânî, BS, c. II, s. 108; Cezirî, Fame, c. I, s. 582.

[750] Krş. Kâsânî, BS, c. II, s. 109-112; İbn Kudame, Mugnî, c. III, s. 210, 213, 215, İbnRüşd, BM, c. I, s. 225; Serahsî, age, c. III, s. 116, 122, 123, 124.

[751] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 224.

[752] Kâsânî, BS, c. II, s. 117-118.

[753] Kâsânî, BS, c. II, s. 108; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 224-225; Bilmen, Büyük İslâmİlmihali, s. 328; İbn Abidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, s. 721-723.

[754] Humeynî, Zubdetu'l-Ahhâm, s. 99.

[755] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 221; Cezirî, Fame, c. I, s. 582.

[756] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 221

[757] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 22. Kâsânî, BS, c. II, s. 110

[758] Ceziri, Fame, c. al, s. 588-589; İbn Kudâme, age, c. III, s. 203-205, Mergınani,Hidaye, c. I, s. 133

[759] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 22. Kâsânî, BS, c, II,s. 108; Ceziri, Fame. c. I a 583-584-İbn Kudâme, age, c. III, s. 184-187; Serahsî, Mebsut, c.  III,  s. 115. Şeybânî Asl c. II, s. 268; Tahavî, Muhtasar, s. 57.

[760] Ahmed, Mesâil, s. 195, no: 729, 196, no: 7.32, 7.33; İbn Kudâme, age, c. III, s. 187-190; Kâsânî, BS, c. II, s. 113; Ceziri, Fame, c. 1, s. 583; Mergınani, Hidaye, c.I,  s. 132; Serahsî, age, c. III, s. 115, 119; Şeybânî, Asi, Tahâvî, Muhtasar, s. 58.

[761] Cessas, Ahkâmu'l-Kur'an, c. I, s. 285; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 220; Kâsânî, -BS, c-II,  s. 113; Serahsî, age, c. III, s. 115.

[762] İbn Rüşd.BM, c. I, s. 220

[763] Cezîrî, Fame, c. I, s. 585-588; İbn Kudâme, age, c. III, s. 191-195; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 224; Kâsânî, BS, c. II, s. 114-117; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 132-133; Serahsî, age, c. III, s. 123; Şeybânî,Asl, c. II, s. 280.

[764] Hanefî Mezhebinin görüşü için krş. Kâsânî, BS, c. II  s. 116; İbn Kudâme, age,c. III, s. 196, 197.

[765] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 223; İbn Kudâme, age, c. III, s. 196, 200, 210

[766] Kâsânî, BS, c. II, s. 115; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 133.

[767] İbn Rüşd, BM, C. I, s. 224; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 133.

[768] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 224.

[769] İbn Rüşd, BM, e. I, s. 224-225.

[770] Ceziri, Fame, c. I, s. 588.

[771] Ceziri, Fame, c. I, s. 587.

[772] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 225.

[773] Kâsânî, BS, c. II, s. 117; Ceziri, Fame, c. I, s 588

[774] Enfal: 8/38.

[775] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 328; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 224-225; Kâsânî, BS, c. II, s. 121.