ZEBAİH KİTABI
METİN
Hayvan kesme konusunun ziraat ortakçılığı ile ilgisi, ikisinin gelecek-te biten bitki ve elde edilecek
etten yararlanmak için, bunlar telef etmektir.
Zebiha, zıbıh gibi, boğazlanmaya
elverişli hayvana verilen isimdir. Ama zel'in üstün hareketiyle
Zebh, boyundaki şah damarları kesmek
de-mektir.
Kesmeye elverişli hayvanı
kesmeden yemek haramdır. O zaman
ba-lık ve çekirge boğazlamanın
tarifinden çıkmaktadır. Bunların
kesilmeden yenilmeleri de helâldir. Yüksek bir yerden düşerek
veya boynuzlanarak ölen ve
ister ihtiyarî, ister, zarurî olsun şer'i bir kesimle kesilmeyen hayvanın
etinin yenilmesi bu hükme dahildir, yani haramdır.
Zarurî kesim, hayvanın herhangi bir yerinden vurmak, yaralamak
ve kanını akıtmaktır. İhtiyarî kesim
ise, göğüsle boynun birleştiği veya bo-yunla başın
birleştiği yerler arasından kesmektir. Kesilecek
damarlar ise, sağlam görüşe göre ya ortadan, ya en üstten veya en alttan nefes
bo-rusunun tamamı
yemek ve kanın akış yerleri olan şah damarlarıdır.
Öyleyse hayvan bu sayılan dört şeyden üçünün kesilmesiyle hela! olur. Zira çoğunluğun
kesilmesi,
hepsinin kesilmesi hükmündedir. Bun-lardan herbirisinin çoğunu kesmek yeterli olur mu? Bunda
görüş ayrılığı vardır.
Bezzâziye, nefes ve yemek borusunun
hepsinin kesilmesini, şah damarlarının
ise çoğunun kesilmesini doğru
görmüştür.
İleride geleceği gibi kesilmiş hayvanda kalacak bir miktar hayat kal-mış olması kesilmesi için
yeterlidir. Kesim, damarları kesip kant
akıtabi-lecek herşeyle helâldir. Musannif burada «damarlar»
ile galib ihtimalle yukardaki
dört şeyi kasdetmiştir. Velev bu
kesim ateş ve kamışla olsun. Bıçak
gibi keskin beyaz bir taşla da kesilmesi caizdir. Ancak
diş ve tır-nak gibi şeylerle hayvanın
kesilmesi. Ama eğer bunlar çıkartılmış ise, biz Hanefîlere göre bunlarla kesim kerahetle helâldir.
Çünkü onlarla kes-mekte, kör bir bıçakla kesmekte olduğu gibi,
hayvana eza verme vardır.
Hayvanı yatırmadan önce bıçağı keskinletmek mendubtur. Yatırdık-tan sonra ise ayağından
tutup
kesilecek yere sürümek gibi, bıçağın bileylenmesi mekruhtur. Hayvanı boynun
arkasından kesmek
de mekruh-tur. Eğer damarlar kesilinceye kadar hayat kalırsa hayvanı boynun
ar-kasından kesmek
de mekruhtur. Yok eğer enseden
kesmekle damarları kesinceye kadar
hayvan ölürse, o hayvan
helâl olmaz. Çünkü kesimsiz ölmüştür.
Bıçağı boyun kemiği içindeki iliğe
ulaştırmak da mekruhtur. Hayva-nın vücudu soğumadan ve
hareketten kesilmeden başını koparmak gibi faydasız yere hayvana eza verecek şeyler de
mekruhtur. Kıbleye döndürmeyi
terketmek de sünnete aykırı olduğu
için mekruhtur.
Hayvanı kesenin müslüman olması, eğer
hayvan av hayvanı ise ha-remin dışında olması
ve ihramlı
olmaması şarttır. Avın haremde kesilmiş olması, avcı
ihramlı olmasa bile, av hayvanını mutlaka
helâl etmez.
Etin helâl olması için kesenin kitabı olması da şarttır. Bu
kitabı is-ter harbî, ister zımmî olsun.
Ancak kestiği zaman Mesih'i
ismini zikret-tiği duyulursa, o zaman kestiği helâl olmaz.
İZAH
«Hayvan boğazlama bahsinin muzaraa ile ilgisi ilh...»
Hidâye şerhle-rinde de bu şekildedir.
Sadiye'nin hâşîlerinde: «Uygun olan, hayvan boğazlama ile
müsâkât arasındaki münasebetin beyan
edilmesiydi. Çünkü musannif hayvan
boğazlamayı musakâttan sonra zikretmiştir.
Münasebetin
beyanında da şöyle demesi
uygun olurdu: Her ikisinde de halen
yeni-lerek yararlanılmayan
şeylerde, gelecekte yenilerek yararlanmak üzere ıslâhat etmek vardır.»
denilmiştir.
Ben derim ki: Sâdiye'nin, haşiyelerinde olana şu şekilde cevap
veri-lebilir: Yukarda da "geçtiği
gibi
müsâkât ile muzaraa; şartlar, hükümler ve imamlar arasındaki
ihtilaflar bakımından birdirler. Birçok
kitaplarda da ikisi bir isim altında zikredilmektedirler.
Kuhistanî, Netif isimle
kitaptan müsâkâtın da muzaraadan olduğunu nakletmiştir. Fakihler ise
ikisini ayrı ayrı zikretmekle kolaylık göstermiş-lerdir.
«Kalen onları itlaf etmektir
ilh...» Zira muzaraa tohumu yere atıp yerde istihlâk etmektir. Hayvan
boğazlamada ise kesmek ve hayvanın
ruhunu çıkarmak vardır. Şu kadar var
ki, bu tohumu yerde
istihlâk et-mek ve hayvanın ruhunu çıkarmak, hakikatte ıslâh demektir. O zaman
geçen tarife aykırı
olmaz.
«Hayvan boğazlama, zıbın gibi, boğazlanmaya elverişli hayvana ve-rilen isimdir ilh...» Burada
kesilmeye elverişli hayvana
zebiha denilmesi, gelecekte kesildiği
içindir. Zebiha ile zıbının ikisi de
bir manayadır. «Ona fidye olarak büyük
bir kurbanlık verdik.» (Saffet: 107) âyetindeki
«zebh-de bu
manâya gelmektedir.
«Zel'in üstün harekesi ile zebh, boyundaki
şah damarları kesmektir ilh...» İleride de geleceği gibi,
musannifin bu sözünde, galip
kılma anlamı vardır. Yani musannif
burada damarları zikrederek hem
şah damarlarını hem de nefes ve yemek
borularını kasdetmiştir.
«Kesmeye elverişli ilh...» Yani şer'an
kesmeye
elverişli. Zira balık-la çekirgenin kesilmeleri de
mümkündür. T. Eğer onların da
şah damar-ları olsaydı.
Şah damarları olmadığına göre onlarda asla
mümkün değil-dir.
«Bu hükme delildir ilh...» Yani
yüksek bir yerden düşerek veya boy-nuzlanarak ölen hayvan da
haram olan kısma dahil olmaktadır. İleride açıklanacağı üzere hastalanarak ölen hayvanla,
kurdun
karnını deştiği hayvan da haram olan kısma dahildirler.
«Zaruri kesim ilh...» Yani evcil olmayan
bir av hayvanının kesimi gibi. Metin
ve şerhte bunun
açıklaması gelecektir.
«Vurmak ve kanını akıtmak ilh...» T. Diyor ki: «Eğer musannif bura-da yalnız «yaralama» deseydi,
nitekim başkaları öyle
demiştir, daha uy-gun olurdu.»
«Göğüsle boyunun birleştiği ilh...» Boyun aslında nefes borusudur. Kamus'ta da olduğu gibi. Yani
gırtlaktan göğsün başlangıcına
kadar. Tuhfe, Kâfi ve diğerlerinin
sözleri ise, cüz'i'bir alaka ile
gırtlak'ın boyun için kullanılmasına
da delâlet etmektedir. O zaman metnin anlamı, yani boyunun
aslı ile göğüsün başladığı yer
arasından kesmektir. Kuhistanî'de olduğu gibi. Musannifin sözü ise
gelecek her iki rivayete de
muhtemel bulunmaktadır."
«Ya ortadan, ya en üstten veya
en alttan ilh...» Bu ifade İmam Muhammed'in Câmiü's-Sağîr'deki
ifadesidir. Ancak ifade Camiü's-Sağîr'de
vav iledir. Sarih burada «ev» ile
zikretmiştir. Bununla da
Câmiüs-Sâğîr' deki vav'ın «ev» anlamına geldiğine işaret
etmiştir. Zira kesimin yukarda
ortada,
yukarda veya en aşağıda
vukuu şart değildir. Belki bunların
bi-risinde kesimi şarttır.
Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Câmiü's-Sâğîr'de «Kesimin boğazın or-tasında
veya en üstünde veya
en altında olmasında bir beis yoktur.
Bun-da asıl da, Peygamber
(s.a.v.)'in, «Kesme göğsün
başlangıcı ile çene ara-sındadır» hadisidir. Zira damarların
toplandığı yer burasıdır. Burayı
kes-mekle de bilfiil kan en iyi şekilde akıtılır. Öyleyse,
bunların her birisi için eşit bir
hüküm vardır.»
denilmiştir.
Mebsut adlı eserin ifadesi ise, «Kesim
yeri göğsün başlangıcı ile çene altındadır.»
şeklindedir.
Nihâyed'e denilmiştir ki: «Zahir
itibariyle aralarında ihtilaf vardır.
Zira Mebsut'un ifadesine göre
kesim eğer gırtlaktan önce olursa helâl olur. Çünkü gırtlak göğüs başlangıcı
ile çene arasındadır.
Câmiü's-Sağîr'in rivayeti ise, helâl olmamasını
gerektirir. Çünkü kesim eğer gırtlak-tan önce olursa,
boğaz kesim mahalli olmaz. O zaman Câmi'in rivayeti, Mebsut'un
mutlak rivayetinin kayıtlısıdır.»
Zahîre'de de şöyle belirtilmiştir: «Eğer kesim gırtlaktan yukarı
vaki olursa helâl olmaz. Çünkü kesim
yeri gırtlaktır. Şu kadar var ki, İmam Rustuğfeni'nin rivayeti
buna muhaliftir. Zira o, «Bu avamın
kavlidir. Mu-teber değildir. Çünkü gırtlak düğümü ister baş tarafında
kalsın, ister göğüs tarafında
kalsın, helâldir. Çünkü biz Hanefîlere göre muteber olan şah damarlarının
çoğunluğunun
kesilmesidir ki bu da kesilmiştir.» «Be-nim şeyhim de bu rivayetle
fetva vererek derdi ki:
«Rustuğfeni sözde ve amelde mutemed
bir imamdır. Eğer biz kıyamet günü
amel için onun
ri-vayetini tutmuş olsak, dünyada
tuttuğumuz gibi yine tutarız.»
İnâye'de şöyle denilmiştir: «Hadis, Rustuğfeni'nin rivayetinin zahir bir delilidir. Mebsut'un rivayeti
de buna müsaittir. Zahîre'de
olan ise hadisin zahirine muhaliftir.»
Ben derim ki: Belki Çâmi'in rivayeti
de yine Rustuğfeni'nin rivayetine
müsaittir. Mebsut'un
rivayetine de muhalif değildir. Çünkü yukarıda Kuhistani'den nakledildiği gibi gırtlak boyuna
da
ıtlak olunur.
İtkanî, Gâyetü'l-Beyân'da bu
rivayete muhalefet edeni şiddetle ayıplayarak şöyle demiştir:
«Muhammed'in Câmi's-Sağîr'deki «En üstün-den» görülmüyor mu? Hayvan yukardan
kesildiği
takdirde gırtlak düğü-mü altta
kalır. Hem de ne Allah'ın kelâmında ne de Rasulullah'ın
kelâ-mında
gırtlak düğümünden hiç söz edilmemiştir. Belki- kesim, göğsün baş-langıcı
ile çenenin altıdır. Bu
da hadisle sabittir. Bu kesim de hasıl ol-muştur. Bahusus İmama göre dörtte üçü kesildiği
takdirde
kâfidir. Ne-fes borusunun kesimini
terketmek de caizdir. Yukarıdan kesildiği
takdirde zaten
terkedilmiş olur. Düğüm haliyle
aşağıda kalmaktadır.»
İtkanî'de olanın misli Bezzazi'yen
naklen Minâh'ta da mevcuttur. Bununla
Dürer, Mülteka, Ayni ve
diğerleri de kafi olarak hükmetmişler-dir. Şu kadar var ki, Nikâye, Mevâhib ve Islâh'ta da gırtlak
düğümünün baş tarafında kalması
kesin olarak söylenmiştir. Zeylâî
de bu görüşe meylederek;
«Rustuğfeni'nin dediği müslükdür.»
demiştir. «Çünkü Rustuğfeni'nin
dediğine göre nefes ve yemek
borusunun kesilmesi mevcut değildir.
Hanefi uleması da herne kadar ekseriyetin
kesilmesini şart
kılmışlarsa da yine bütün
hanefî ulemasına göre yemek ve nefes borusu-nun birisinin kesilmesi
lazımdır. Gırtlak düğümünden
birşey baş tarafın-da kalmadığı
takdirde nefes borusu ile yemek
borusundan birisinin ke-silmesi
hası! olmaz. O zaman da fukahanın icmaı ile o hayvanın eti
yenilmez.»
Zeylâi'nin rnuhaşşileri Şilbi ve Hamevi Zeylaî'nin
sözünü reddetmiş-lerdir.
Makdisi diyor ki: «Zeylaî'nin, «Onlardan hiçbirisinin kesilmesi hasıl olmaz» sözü
men edilir. Belki
bu vaki olana muhalefettir. Zira
onların iki-sinin kesilmesinden murad, hayvanın başından ayrılması
veya göğsün başlangıcındaki ittisalinden ayrılmasıdır.»
Remlî de şöyle demektedir: «Yukarıdan
kesildiği takdirde yemek borusunun kesilmemesi
lazım
gelmez. Zira dilin kökünün kesilmesi ve oradan inilerek yemek borusunun kesilmesi mümkündür, o
zaman do kesilmesi lazım gelen dört şeyden üçü kesilmiş olur.»
Ben derim ki: Bu makamın yazısı
şöyledir: Eğer düğümün üzerinden kesilmekle kesilecek
şeylerden üç tanesi kesilirse,
hak o zaman Hidâye sarihlerinin İmam Rustuğfenî'ye teban
söyledikleridir. Yok eğer kesilmesi gerekenlerden üç tanesi kesilmiyorsa,
mezhep ehlinin ittifakı ile
helâllik şartı bulunmaz. Bu da
ya müşahede veya bilirkişilerden sorularak anlaşılır. Sen bu
makalemi ganimet bil ve cidali
terket.
«Sahih kavle göre ilh...» Zira lügat kitaplarının ve tıp kitaplarının çoğunda böyledir.
«Şah damarları ilh...» Bunlar boynun ön kısmında bulunan iki
da-mardır. Yemek borusu ile nefes
borusu bunların arasındadır.
Kuhistanî.
«Ekseri kesilmesi hepsinin kesilmesi hükmündedir
ilh...» Bunu Rasulullah'ın; «Sen evdacı
dilediğinle kes» hadisi de ifade etmektedir. Bu-rada evdac kelimesi
cem ismidir. Cemin en azı da
üçtür. Yani üç şey .kesildiği zaman
helâl olur.
«Bunlardan herbirisinin çoğunu
kesmek yeterli olur mu? ilh...» Bu,
İmam Muhammed'in sözüdür.
Yani İmam Muhammed'e göre yukarıda adı geçen dört şeyin hepsinin ayrı ayrı çoğunu kesmek kâfi
gelir. Birinci kavil ise, imamın kavlidir. İmam Yusuf'a göre ise, nefes borusu, yemek borusu ve şah
damarlarından da birisinin kesilmesi şarttır.
İmam Yusuf'un bu kavil Ebû Hanife'nin
görüşüdür.İmamın kavlidir. Ebû Yusuf'-tan üçüncü bir rivayet
daha rivayet edilmiştir. Bu rivayet
de
şudur: «Ne-fes borusu ile iki, şah damarının kesilmesi şarttır..» Bu
rivayeti
İtkanî ve diğerleri
zikretmiştir..
«Bezzaziye sahih görmüştür ilh...» İfadesi
şöyledir: «Çoğunlukta en sağlam cevap,
İmam
Muhammed'den yapılan rivayete
göre şudur: Ne-fes borusu, sah damarlarından herbirisinin de
çoğu kesildiği takdirde hayvanının eti yenir. Eğer böyle kesilmezse,
eti yenilmez.»
«İleride geleceği gibi ilh...» Yani musannifin «bir koyun kesse» sö-zünden hemen önce gelecektir.
Minah'ta Cevahir ve Yenabî'den naklen şöyle denilmektedir: «Koyun
hastalansa koyunda ancak
kesilmiş hayvanın yaşayabileceği kadar bir hayat varsa, İmameyne göre o koyun kesilmekle helâl
olmaz. Ama muh-tar kavil odur
ki, canlı olduğu halde kesilen her hayvan yenilir. Fetva da bu muhtar
kavle göre verilir. Zira Allahu Tealâ, tafsilat vermeden» «...ca-nı çıkmadan
kestikleriniz hariç.»
(Maide: 3) buyurmuştur.»
«Damarlar ile galib ihtimalle yukardaki dört şeyi irade etmiştir
ilh...» Sarih bu sözüyle işaret
etmektedir ki, musannifin «damarlar»dan kastı, özellikle damarlar değildir. Burada çoğul ifadesini
kullanması da birden fazlayı
göstermektedir. Belki burada muradı, tağliben kesilecek dört şey-dir.
Yani kesilen hayvan bu dört şeyi kesecek herhangi bir aletle kesilir-se,
helâl olur. Gizli değildir ki,
aletin kesicilikle vasıflandırılması, kesile-cek
hayvanın helâl olması için kesilecek dört şeyin de
kesilmesinin şart olduğunu ifade
etmez. Eğer böyle olsaydı, yukardaki
ifadeye ters dü-şerdi.
«Bu kesim ateş ilh...» Dürrü Münteka'da şöyle denilmektedir: «Hay-van
ateşle kesilirse helâl olur
mu? Bu hususta iki kavil vardır. Bunlardan en eşbehi helâl
olmasıdır. Nitekim Zahidî'den naklen
Kuhistanî'de de böyledir.»
Ben derim ki: Şu kadar var ki, fukaha cinayet bahsinde bir adamı ateşle öldürmenin kasdi öldürme
olduğunu sarahatle zikretmişlerdir. O halde ateşle kesilen hayvan hayvandan
kan akarsa helâl olur.
Şu kadar var ki Minâh'ta Kifaye'den naklen, «Ateşle kesilen helâldir. Eğer kan donarsa,
helâl
değildir.» denilmiştir.
Hıfzedilerek araları telif edilsin.
«Kerahetle ilh...» Yani kesilmiş tırnak veya çıkartılmış dişle hayvan kesmek mekruhtur. Ama
kesilmiş tırnak veya çıkartılmış
dişle kesilmiş hayvanın etini yemede
bir beis yoktur, İnaye ve
İhtiyar'da olduğu gibi.
Şurunbulâliye.
«Mendubtur ilh...» Zira hadiste
bıçağın keskinletilmesi emredilmiş-tir. Zira keskin
bıçakla kesilirken
hayvan ne irade edildiğini bilir. Zira haberde hayvanların
anlayışlarının olmadığı, ancak dört
şeyi
yani Yara-tıcıyı, besleyeni, ölümü ve çiftleşmeyi bildiği varid
olmuştur. Şurunbulâ-liye, Mebsut'tan.
«Hayat kalırsa ilh...» Fakih Ebû
Bekr el-Ameş diyor ki: «Bu doğru olur, eğer hayvan damarları
kesilmezden önce kesilmiş hayvanın
kesim-den sonra yaşadığından fazla
yaşarsa. Ancak böyle
olursa damarların kesilmesiyle hayvan helâl olur. O zaman ölüm
damarların kesilmesine isnad
edilir. Yoksa helâl olmaz.
Çünkü ölüm onun geçmiş fiiline izafe edilir.» İtkani.
Şu kadarı var ki ben İtkanî'nin
haşişinde şunu gördüm: «Hakim Şehid, «İtkanî'nin dediği
eğer iki
defa keserse sahih olur. Eğer bir defa ke-serse, o zaman bu açıklamaya ihtiyaç yoktur. Nitekim
bizim de diyet bah-sinde eğer bir vuruşla iki yeri yaralarsa,
bir ırş verir, ama iki yeri iki
vu-ruşla
yaralarsa iki ırş verir dediğimiz
gibi.» demiştir.
Ben derim ki: Düşünene açık olan da ancak budur. Bundan dolayı sarihlerin çoğunluğu bu
açıklamayı zikretmemişlerdir.
«Bıçağı boyun kemiği içindeki iliğe
ulaştırmak da mekruhtur ilh...» «Uygun olan bıçağın iliğe
ulaştırılması» denilmesiydi.
H.
Bazı âlimler tarafından mekruh
olanın hayvanı kesilecek yeri iyice ortaya çıksın diye başın arkaya
doğru bükülmesi olduğu, diğer bazı
âlim-ler tarafından da kesilen hayvanın
hareketten kesilmeden
boynun kırıl-ması olduğu söylenmiştir.
Velhasıl bunların hepsi hayvana
azab verdik-leri için
mekruhturlar.
«Mekruhtur ilh...» Bu ifade
kerahet anlamını ifade etmekte en top-layıcı bir küllî kaidedir.
«Sünnete aykırı olduğu için ilh...»
Yani müekked sünnete. Zira halk öyle
tevarüs etmiştir. O zaman
özürsüz olarak kıbleye döndürmeyi ter-ketmek mekruhtur. İtkani.
«Eğer hayvan av hayvanı ise ilh...» Musannifin bu sözü «İhramlı olmaması»
sözünün kaydıdır. Yani
av hayvanını kesmek için kesen ada-mın
müslüman olması şart olduğu gibi ihramda olmaması da
şarttır. «Ha-
remin dışında» sözüyle de koyunun ve benzeri şeylerin kesilmesinden
kaçınmıştır. O zaman
koyunun kesilmesi,ister İhramlı olsun, ister olmasın
velev haremde de olsa, helâldir.
«Avın haremde kesilmesi av hayvanını
mutlaka helâl etmez, ilh...»
Kesen adam ister ihramda olsun, ister olmasın farketmez. Nasıl ki,
ihramlı bir kimsenin av
hayvanını ister haremde ister harem dışında kesil-mesi ona
helâl kılmaz.
Musannifin «haremde» diye kaydetmesi ifade ediyor ki, ihramda
olmayan bir kimse harimen av
hayvanını haremden çıkarsa, ve kesse, he-lâl olur.
T. diyor ki: «Üstün görüş bunun aksinedir.»
Ben derim ki: T.nin dediğini
İtkanî'nin mutlak ifadesi destekler.
Zira İtkanî, «Haremin avı ne ihramlı
olan kimseye, ne de ihramlı
olmayan kim-seye kesilmekle helâl
olmaz.» demiştir. Yine bunu
Hidâye'nin. «Kesmek meşru bir fiildir. Haremin avını
kesmek ise haram olan birşeydir.
O za-man bu
kesim olmaz.» görüşü de teyid
etmektedir.
«Kitabî ister harbî, ister zımmî olsun ilh...» Yine o zımmî Arap da
olsa. zorla ele geçiren de olsa
hüküm böyledir. Zira şart milletin mevcut olmasıdır. Yine yıldıza
tapanlar (sabiîler) de kitabîler
gibidir. Çünkü onlar da İsa
aleyhisselamı ikrar etmektedirler. Kuhistanî.
Bedâyiu's-Sanâyî' adlı eserde şöyle
denilmektedir: «Sahillerin kitabı Zebur'dur. Umulur ki onlar
birkaç fırkadadırlar.»
Sarih cizye konusunda şunu zikretti:
«Samirîler de Yahudilere dahil-dirler. Çünkü onlar da Musa
aleyhisselâmın şeriatı ile amel etmektedir-ler.»
Frenkler ve Ermeniler de
hıristiyanlara dahildirler. Sayıhanî.
Hamideye'de şöyle denilmiştir: «Yahudilikte İsraili olması şart mı-dır?
Hıristiyanlıkta da Mesih'in
Allah olmadığına itikad etmek şart mı-dır? Hidâye ve
diğer kitapların mutlak ifadeleri bunun şart
olmamasını gerektirir. Dedem de İsrailli
olma hakkında bununla fetva vermiştir.
Mustasfa adlı
eserde Hıristiyan kadınlarla evlenmenin helâl olması
için hıristiyan kadının Mesih'e Allah olarak
inanmaması şart kılınmıştır. Mebsut'ta ise «Eğer İsa ve Üzeyr'in Allah
olduğuna inanan bir kitap
ehlinin kestiğinin yenilmemesi ve kadınlarıyla evlenilmemesi vacibtir.» denilmiş-tir. Şu kadar var ki
Şemsü'l-Eimme'nin Mebsut'unda;
«Hıristiyanın kes-tiği mutlaka
helâldir. İster Allah üçün
üçüncüsüdür desin, ister demesin.» denilmiştir. Delillerin gereği de,
nitekim Timurtaşi'nin
fetvalarında zikret-tiği gibi, Hıristiyanların kestiğinin yenilmesinin caiz olmasıdır. Uygun olan, ne
Hıristiyanların kestiği yenilmeli, ne de onlarla evlenilmelidir. Ancak za-ruret hali müstesna. Nitekim
Kemal İbnü'l-Hümam da böyle tahkik et-miştir.»
Miraç'da da şöyle denilmektedir: «Zikredilenlerin
hıristiyanlarda şart kılınması rivayetlerin
umumuna aykırıdır.»
«Kestiği zaman Mesih'in ismini zikrettiği duyulursa, o zaman kestiği helâl olmaz ilh...» Öyleyse
keserken onun Allah'ı zikrettiği duyulsa, şu kadarı var ki, o zikirle Mesih'i kasdetse fakihler o etin
yenileceğini söy-lemiştir.
Ancak ifade olarak «Ben üçün üçüncüsü
olan Allah'ın ismiyle keserim»
sözleriyle keserse, o zaman helâl olmaz. Hindiye.
Bu ifade ediyor ki, hıristiyan bir hayvanı
kesip getirirse helâl olur. İnâye.
Huzurda yalnız Allah'ın
ismini zikrederek kestiği yenilirse.
METİN
Eğer besmeleyi biliyorlar ve kesime kudretleri
varsa, akıl hastasının, kadının, çocuğun, sünnetsizin
ve dilsizin kestikleri helâldir.
Kitabîden başka olan putperest,
mecusî, mürted, cinnî ve babası sünnî olan bir cebriye mezhebine
mensup kimselerin kestikleri helâl de-ğildir. Eğer cebriye
olanı babası da cebriyeden ise onun
kestiği helâldir. Çünkü babası sünnî olan cebriye inançlı kimse de mürted gibidir. Ama bunun
aksine bir yahudi ve mecusî hıristiyan olsa, onun
kestiği helâl olur. Çünkü o bize göre intikal ettiği
din üzere karar kılmaktadır. İntikal ettiği din de kesim
anında muteberdir. Hatta bir yahudi
mecusîliğe geçse onun kestiği helâl olmaz.
Bir müşrikle bir kitabîden
doğan çocuk kitabî gibidir. Onun da kes-tiği helâldir. Zira
kitabîlik şirkten
hafiftir.
Kasden besmeleyi terkedenin
kestiği de helâl değildir. İmam Şafiî buna muhalefet etmiştir. Ama
eğer besmeleyi unutarak terkederse,
onun kestiği helâldir. İmam Mâlik de buna muhalefet etmiştir.
Kesen kimse keserken Allah'ın
ismi ile birlikte başkasının ismini
de. de zikrederse, bakılır:
Eğer
atfetmezse, meselâ «Allah'ın adıyla Ey Alllahım,
falancadan veya benden kabul buyur» demesi gibi
kestiği helâl-dir fakat
mekruhtur. «Allah'ın adıyla, Muhammed Allah'ın
elçisidir» dese atıf
bulunmadığından yine helâldir. Çünkü Muhammedün demekle bir başlangıç olur. Şu kadar var
ki,
şekil bakımından bir vasi
bulunduğu için mekruh olur". Ama dal'ın esresi veya üstünü ile
okursa,
meselâ, «Bismillahi Muhammeden.» veya «Muhammeden»
şeklinde okursa haram olur. Dürer.
Bazı âlimler tarafından böyle
söylenen kimsenin kestiğinin haramlığı
onun Arap dilinin dilbilgisi
kurallarını bilmesiyle
sınırlandırılmıştır.
Burada en üstün olan görüş,
iraba itibar edilmemesidir. Ama
atıfla mutlaka yaparsa haramdır. Yani
«Bismillahi ve Muhammedin»
derse, haram olur. Bunun anlamı «Allah'ın
ve Muhammed'in adıyla
kesiyorum» şeklinde olur, ki bu
konuda örf yoktur. Zeylaî.
Nitekim musannif bunu «Eğer
atıf yaparsa, haram olur.» kavliyle ifa-de etmektedir. Mesela:
«Allah'ın ismiyle
ve falanın ismiyle» veya «fala-nın ismiyle»
derse, haram olur. Çünkü Allah'tan
başkasının adına kesil-miş olur. Zira Peygamber (s.a.v.), «İki yer
vardır ki ben orada zikredilmem.
Bir akarına, bir de kesim anında» buyurmuştur.
Kesen kimse okuduğu bir şeyi
şekil ve anlam bakımından besmele-den ayırsa, meselâ, hayvanı
yere yatırmazdan önce dua etmesi veya
bes-mele çekmeden önce dua etmesi veya kestikten sonra
dua etmesinde bir sakınca yoktur.
Çünkü beraberlik yoktur.
Besmelede şart olan duaya
katılmayan halis zikirdir. Öyleyse
bes-mele yerine «sen beni
mağfiret
et.» dese, helâl olmaz. Çünkü bu dua ve istektir. Ama bunun
aksine hayvanı keserken
«elhamdülillah)» veya «sübhanallâh» dese ve bununla
besmeleyi kasdetse, kestiği hayvan helâl
olur. Keserken aksırsa ve elhamdülillah dese, sağlam olan görüşe göre eğer
besmele çekmemişse,
kestiği helâl olmaz. Çünkü elhamdülillah demekle besmeleyi kasdetmemiştir. Ama hutbe bunun
aksinedir. Yeni Cuma hut-besine
başlamazdan önce hapşırsa ve elhamdülillah dese, sonra tekrar
elhamdülillah demeyerek hutbeye devam etse, onun elhamdülillah demesi yeterli olur.
Ben derim ki: Uygun olan, hutbeye başlarken hapşırdığı için elham-dülillah demesinin yeterli
olmasını elhamdülillah derken hutbe niyetiyle demesine
hamletmektir. Eğer hutbeye niyet etmezse,
o zaman hutbede-ki zikrullahın
yerine geçmez. Eğer böyle hamledilmezse
sarihin bu sözü ile
musannifin Cuma bahsindeki sözü
arasında uyum olmaz.
Hayvanı kesen kimsenin vav'sız
olarak «Bismillahi Allahu
ekber» de-mesi müstahabtır. Vav'lı olarak
«Bismillahi vallahu ekber» demesi mek-ruhtur. Çünkü vav'la kullanmak besmelenin fevrî oluşunu
engeller. Bu görüşü Zeylaî, Halevanî'ye isnad etmiştir.
Zeylaî bundan önce de şöyle
demiştir: «Dillerde dolaşan, Peygam-ber (s.a.v.)'den nakledilen vav
ile
söylenmesidir. Yani «Bismillah! vallahu ekber» denilmesidir.»
Bir kimse hayvanı keserken besmele çekse fakat hayvanı
kesmeye niyet etmese, sahihtir. Ama
bunun aksine, besmele çektiğinde kastı yap-tığı için başlangıcına teberrük ise, veya besmele ile
başka birşeyi niyet etmiş olsa, o zaman sahih değildir. Helâl de olmaz. Müezzine uymayı kastederek
«Allahu ekber» diyen
kimsenin namaza başlamış sayılmaması
gibi. Çünkü onun niyeti namaz değil
müezzine uymaktır. Bezzâziye.
Yani Bezzâziye'de şöyle
denilmiştir: «Kesen kimsenin kesim
ava at-ma, köpeği gönderme, veya
yabanı eşeğe tuzağı koyma sırasında bes-mele
çekmesi şarttır. Eğer ava atma veya köpeği salma
veya tuzağı koy-ma anında
isteğinden vazgeçmemişse hüküm böyledir. Nitekim ileride gelecektir.»
Muteber olan kesimin meclis değişmeden hemen besmelenin arka-sına
yapılmasıdır. Hatta iki
koyunu birisini diğerinin üzerine koyarak ya-tırmış olsa, ikisini
bir kesim ve bir besmele ile kesmiş
olsa, ikisi de helâl olur. Ama
bunun aksine, iki koyunu yatırsa ama
bir besmele çekerek iki-sini
peşpeşe kesmiş olsa, ikincisi-
helâl olmaz. Çünkü burada fiil çoğal-maktadır, bu sebeple
besmelenin de çoğalması gerekir. Bunu Zeylaî av bahsinde
zikretmiştir. Adam besmeleyi çekse,
sonra birşey yemek veya içmekle
meşgul olsa, sonra da hayvanı
kesse bakılır: Eğer araya uzun bir
zaman girmiş fevrî oluşu
kesmişse, o zaman haram olur. Eğer uzun bir zaman geçmemişse, haram
olmaz. Burada uzun sürenin
sınırı, bakan kimsenin çok geçtiğini söylemesidir.
Bir kimse önce besmele çekse,
sonra bıçağını bilese, fevrî oluş ke-silir. Bezzâziye.
Devenin göğsün bitim yerinden
(nahr) kesilmesi menbubtur. Diğer hayvanlar
gibi boğazlamak ise
mekruhtur. Koyun ve sığırın
hükmü ise bunun aksinedir. Öyleyse onların boğazlanması mendubtur.
Deve gibi di-ğer hayvanları da
göğsün bittiği yerden kesmek mekruhtur. Çünkü sün-neti
terketmektir. İmam Malik bunu men etmiştir.
Canlı yakalanan avın da kesilmesi
gerekir. Zira zaruri kesim ancak
ihtiyarî kesimden aciz
olunduğunda yapılır. Sığır ve koyun
gibi hayvan-lardan vahşileşenlerin yaralanmaları da yeterlidir.
O zaman o da av gibi uzaktan
atılarak yaralanır. Veya kesimi
güç olan, mesela kuyuya düşen bir
hayvanın kuyudan canlı olarak çıkarılması mümkün değilse, o zaman nereden mümkünse
oradan
yaralanması yeterlidir. Veya
insandan nefret eden ve insana saldıran hayvanın
da kesimi güç
olduğundan yaralanması yeterlidir.
Hatta hayvanın saldırdığı kimse, onu kesmek
kastıyla
öldürürse, o hayvan helâl olur.
Nihaye'de şöyle denilmektedir: «Bir sığır doğum yapamasa, onu sa-hibi elini uzatarak içerde
yavruyu kesmiş olsa, o yavru helâl olur. Eğer elini uzattığında kesim
yeri dışında bir yeri
yaralamışsa, bakılır: Eğer kes-meye kudreti yoksa helâldir. Yok
eğer kesim yerinden kesmeye
kudreti olduğu halde başka
yerinden kesmişse, o zaman helâl olmaz.»
Ben derim ki: Musannif şunu nakletmiştir: Kesimin özürlerindendir ki,
bir kimse avına canlı olarak
ulaşsa veya öküzünün kan akıtması halinde
bir rivayete göre helâl olur:
Nesefî'nin manzumesinde şöyle
birşey vardır: «Cenin hükmüyle
tektir. O annesinin kesilmesiyle
kesilmiş olmaz.» Musannıf burada «muhakkak» kelimesini
düşürmüştür.
İmameyn demiştir ki : «Annenin karnından çıkan.ceninin eğer bütün azaları
tamamsa yenilir. Zira
Peygamber (s.a.v.): «Ceninin kesimi anne-sinin
kesimidir.» buyurmuştur. Ebû Hanîfe
ise, bu
hadisin son bölümünü benzetmeye hamlederek, «yani o da annesi gibi kesilecektir» demiştir. Zekât
(kesim) kelimesinin «zekâte» şeklinde
okunması da bunu gösterir. Annenin
kesimi karnındaki
cenini yok etmek demek değildir.
Çünkü ceni-nin ölümü kesin olarak bilinmemektedir.
İZAH
«Akıl hastasının ilh...» Hidâye'de de böyledir.
Burada akıl hastasın-dan, aklı zayıf olan kimsedir.
Nitekim, Nihaye'den naklen İnaye'de de böy-ledir. Zira akıl hastasının ne kastı, ne de niyeti olur. Zira
besmele nasla şarttır. Besmele de
kasıtla olur. Kastın sıhhati de bizim zikrettiğimizle yani
besmeleyi, .kesmeyi bildiği gibi kesmenin
usullerini de bilmektedir.
Bundan dolayı Cevhere'de şöyle
denilmiştir: «Bilmeyen akıl hastası-nın, çocuğun ve aklı başında
olmayan sarhoşun kestikleri yenilmez.» Şurunbulâliye.
Şu kadar var ki Tebyîn'de, «Allanın
adı ile keserken niyeti kesmek olmasa
da sahihtir.» denilmiştir.
Tebyin'deki bu ifade, tevile ihtiyaç ol-madığını ifade
etmektedir. Bu şekilde denilmiştir.
Zeylaî'nin bundan sonraki sözünden dolayı bunda bir görüş vardır:/
«Zira niyetsib olarak kesen
kimsenin halinin zahiri delâlet ediyor ki, ke-silen hayvan üzerine okumuş olduğu besmele ile kesimi
kasdetmiştir.»
Zira daimi delinin kastı
yoktur. Düşün.
«Besmeleyi biliyorlar ilh...» Hidâye'de;
«Besmeleyi Ve kesimin usullerini bilse» ifadesi de ilave
edilmiştir. O zaman besmeleyi ve
.taksim usullerini bilmenin ikisi de geçen ve gereken matufların
hepsinin kaydı-dır. Çünkü kayıtlarda
iştirak asıldır. Nitekim bu takarrür etmiştir. Kuhistanî.
Burada «Bilmek» fiilindeki zakir kesene
gider. Zannedildiği gibi ço-cuğa gitmez. Bunun anlamında
âlimler ihtilaf etmiştir.
İnaye'de şöyle de-nilmiştir: «Bazı âlimler tarafından besmelenin
lafzını
bilmesi şeklinde an-laşılmıştır. Bazı âlimler tarafından da
besmele ile kesimin helâl olduğunu
bilmesi denilmiştir. Kesimin usullerini de bilmesi, yani şah damarlarının
ve gırtlağın kesimin
şartlarından olduğunu bilmesidir.»
Ebussuud, Menahi-i Şurunbulâliye'den şunu nakletmiştir: «Amel et-meye layık olan birinci
görüştür. Zira besmele şarttır.
Öyleyse onun öğ-renilmesi değil meydana gelmesi şarttır. O zaman
kesilen hayvanın helâl o!uşu çocuğun ancak kesilen hayvanın
besmele ile helalliğini bilmesine
bağlı olmaz. Yani bunu ister
bilsin, ister bilmesin zikretmesi yeterlidir.» Yazılı olarak görmezden
önce de kanaatim bu şekilde idi. Bunu Hakâik ve Bezzâziye'de olan
da destekler.
Hakâik ve Bezzâziye'de olan şudur: «Eğer
besmeleyi hatırladığı hal-de şart
olduğunu bilmediği için
telaffuzunu terkederse, o adam
unutan gibidir.»
«Sünnetsizin ilh...» Bunu
musannif İbni Abbas'tan rivayet edilen «Sünnet olmayan kimsenin kestiği
mekruhtur.» sözünden kaçınmak içirt zikretmiştir. İtkanî.
«Ve dilsizin ilh...» Dilsiz, ister müslüman olsun, ister kitabî
olsun, fark etmez. Çünkü onun
besmelenin telaffuzundan aciz
olması kesiminin sıhhatine engel değildir. Namazının sıhhatine
engel olmadığı gibi.
«Kitabî olmayan kimselerin kestikleri helâl değildir ilh...» Bunun gi-bi dürzilerin
kestikleri de
yenilmez. Nitekim Şâfiîlerden Hısmî bunu açık-ça
söylemiştir. Hatta o: «Onların
kestiklerinin
kursağından yapılan yağsız
peynir bile helâl değildir.»
demiştir. Bizim kaidelerimiz de buna
uygundur. Zira dürzîlerin indirilmiş bir kitabı olmadığı gibi gönderilen
bir peygam-bere de
inanmazlar. Kitabi ise
peygambere inanan ve indirilen bir kitabı
ikrar edendir. Remlî.
Ben derim ki: Dürzîlerin beldelerinde çokça hıristiyan vardır.
O za-man onların memleketinden yağlı
peynir ve yağsız peynir gelmiş olsa, dürzinin kestiğinin kursağı ile yapıldığı bilinmedikçe,
onun
helâl olmadı-ğına hükmedilmez.
Çünkü bu peynir veya yağsız peynir kursağın gayrı ile de yapılmış
olabilir, hayvanı bir
hıristiyan da kesmiş olabilir. Düşün.
Av kitabının sonunda musannif
zikredecektir ki, kesenin kesmeye
ehil olduğunu bilmek şart
değildir. Bunun açıklaması orada gelecektir.
«Cinnî ilh...» Zira Mültekit
adlı eserde şöyle denilmiştir: «Rasulullah (s.a.v.) cinlerin kestiğinin
yenilmesini nehyetmiştir.»
Eşbah.
Açık olan odur ki, eğer insan şekline girmeden kesmişse helâl
ol-maz. Eğer insan şeklin girerek
kesmişse,dış görünüşü, dikkate alına-rak yenilebilir. T.
«Cebrî ilh...» Açık olan odur ki, Eşbah sahibi bunu
Kınye adlı eser-den nakletmiştir.
Kınye'nin
ifadesi, bazı meşayihin ismini yazdıktan son-ra, aynen şöyledir: «Ebû Ali'den şu rivayet edilmiştir:
Cebriye inancında olanın babası da cebriye inancında olursa, kestikleri
helâl olur. Çünkü o zaman
onlar zimmet ehli gibidirler.
Eğer onun babası adalet ehlinden ise, kestiği helâl
değildir. Çünkü o
zaman o mürted menzilesindedir.»
Kınye sahibinin burada Ebû Ali'den
maksadı, Mutezile'nin reisi Ebu Ali el-Cubbâî'dir. Cebriye'den
maksadı da ehli sünnet ve cemaattir. Çün-kü Mutezile, ehli sünnete bu adı vermektedir. Nitekim
bunu Mutezileden olan Beyhâki-i Çeşmî'nin tefsirinden sözleri de açıklamaktadır. Adalet ehlinden
maksatları da kendileridirler. Nitekim bu, kelam ilminden
bilin-mektedir. Eşbah sahibi mücbre'yi
değiştirerek cebriye yapmıştır. Minah.
Ben derim ki: Yine Eşbah sahibi adalet ehlini de değiştirerek
sünnî yapmıştır. Zira mutezile
kendilerine ehli sünnet dememektedirler, «ehli adi» demektedirler. Zira onlar birşeyin en iyisini
yapmak Allahu Tealâya vacibtir derler. Yine onlara göre Allahu
Teâlâ şerri yaratmaz. Çünkü on-lara
göre bunun aksi, yani Cenab-ı Allah'ın
şerri yaratması zulümdür. Cenab-ı
Allah kendisine layık
olmayan herşeyden münezzehtir.
Şu kadar var ki Eşbah sahibinin
mücbire terimini cebriye
ile değiş-tirmesinde bir zaruret yoktur.
Zira Seyyid Şerifin Tarifat adlı eserinde cebr şöyle tarif edilir: «Cebr,
kulun fiilini Allah'a isnad
etmektir.»
Cebriye iki kısımdır, biri cebrî mutavassıta ki kula
yapmış olduğu fiilde kesbi isbat
eder, Eş'ariler
gibi. Bir de hâlis cebriye vardır ki, bu kulun fiilinde kula kesbi
isbat etmez. Cehmiye gibi.
Cebriye kelimesi her iki
sınıf için de kullanılır. Şu kadar var ki hâlis cebriler, «Kul cansızlar gibidir
ve Allahu Teâlâ birşey olmazdan önce onu bilmez ve Allah'ın ilmi hadistir ama bir yerde değildir,
ilim ve kudret gibi başkasının
da vasfı olan şeylerle Allah vasıflandırılamaz, cennet ve ce-hennem
de fani olacaklardır.» derler. Onlar rüyeti inkârda ve Allah'ın ke-lâm sıfatının mahlûk sayılmasında
mutezileye uyarlar. Mevâkıf
adlı eser-de de böyledir.
Velhasıl, eğer cehriye'den
ehli sünnet vel cemaat ve onun babasının
ehli adiden olması halinde
onun kestiğinin yenilmemesi, kastedilirse, Kın-ye
adlı eserde olduğu gibi, o zaman bu ayrıntı
mutezilenin fasit akaidi ve ehli
sünnet vel cemaatin tekfiri üzerine
tahriç edilmiş olmaktadır. Çünkü
mutezile, ehli sünnetin Allahu Teâlâ'ya sıfat isnad etmekle kâfir
olduğunu söylerler. Zira mutezile
der ki: Hıristiyanlar iki
kadimi kabul etmeleri yüzünden kâfir
sayıldılar. Birden fazla kadimi kabul
etmek nasıl olur?
Bu görüşün reddi Kelâm ilminde
açıklanmaktadır.
Eğer cebriyeden maksat cehmiler
ise, cehmilerin kestiği eğer babası
sünnî ise helâl değildir. Çünkü
bu takdirde mürted sayılır. O zaman bu furû meselesi ehli
nevanın kâfir olması üzerine bina edilir.
Halbuki fakihlerin çoğu ve
kelâmcılara göre tercih edilen bunun aksinedir. Ehli heva fâsıktırlar,
asidirler, sapıktırlar, ama onların arkasında namaz
kılı-nır, öldüklerinde namazları kılınır, onlar
müslümanlarla birlikte bizden miras alırlar.
İbnü'l-Hümâm Hidâye şerhinde şöyle der: «Evet, mezheb ehlinin ifadelerinde heva ehlinin çoğunun
kâfir olduğuna dair sözler
vardır. Şu ka-darı var ki, o sözler
müctehid olan fakihlerin sözlerinden
değildir. Belki başkasının sözüdür. Fakih olmayanın
sözüne de itibar edilmez. Müctehidlerden
nakledilen de ehli nevanın kâfir
olmamasıdır.»
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi bu füru meselesi
mu-tezilenin akaidi üzerine bina
edilmiştir. Şüphesiz o da
bâtıldır. Eğer bizim akaidimiz üzerine bina edilmiş olsa, Eşbah sahibi de
bunu mutezilenin sûru meselesi
üzerine kıyas etmiş olsa, zira onlar zira onlar bize farzetmişlerdir,
Eşbah sahibi de onlar gibi farzetmiş olsa, ki bu da onun «ba-bası sünnî
olursa» sözünden
anlaşılmaktadır, o zaman bu füru meselesi tercih edilen görüşün
aksi üzerine bina edilmektedir. Ki
bunun zikri uy-gun olmadığı
gibi buna itimad da edilemez. Cebriye'nin kestiği helâl ol-maz dememiz
nasıl uygun olur? Zira bununla beraber biz, teslise inanan
hıristiyanların ve yahudilerin
kestiklerine
de helâl diyoruz. Zira onun sünnî babasının mezhebinden cebrîye mezhebine intikal etmesi de onu
İslâm'dan çıkarmaz. Zira o, gönderilen peygamberi ve indirilen
kitabı tasdik etmektedir. O babasının
mezhebinden cebriyyeye
herne kadar ha-ta da olsa Kur'an'dan bir delille geçmiştir. Nasıl
olurda
hiçbir delili olma-dığı halde
teslise kai! olan hıristiyandan
daha aşağı olur? Belki o hıristiyan
teslisinde kendi inandığı Rasule ve Kitaba muhaliftir. Zira Allahu Teâlâ:
«Ey Muhammedi Senden
önce gönderdiğimiz her peygambere:
«Benden başka tanrı yoktur.
Bana kulluk edin.» diye
vahyetmişizdir.» (Enbiya : 25)
ve «Oysa onlar doğruya yönelerek dini
yalnız Allah'a has kılarak O'na
kulluk etmekle emrolunmuşlardı.» {Beyyine:
5) buyurmuştur.
«Mürted gibidir ilh...» Bu
helâl olmamasının illetidir.
«Bunun aksine bir yahudi ilh...» Bu sarihin «mürted gibidir»
sözüne bağlıdır. Yani yahudinin kestiği
yenilir. Sarihin «intikal ettiği din üzere karar
kılmaktadır.» sözü de yahudi ile
mürted arasındaki
fark! ifade et-mektedir. Zira
müslüman hangi dine intikal ederse etsin, İslâm'dan başka hiçbir şey
üzerine karar kılmaz.
«Kesim sırasında inandığı din muteberdir ilh...» Yani eskiden üzerin-de olduğu din değil, sonradan
intikal ettiği din muteberdir.
Bu da külli bir kaidedir.
«Kitabîlik Allah'a şirk koşmaktan
daha hafiftir ilh...» Zira nikâh bah-sinde geçti ki, çocuk anne ve
babasından zarar bakımından hangisi da-ha hafif ise ona tabi olur. Şüphesiz bir kitaba inanan,
herne kadar ki-tap neshedilmiş olsa da, putlara tapan bir müşrikten
karar bakımından daha hafiftir.
Zira şüphesiz putperestin
mücadelede sığınacağı bir delil yoktur. Ama bu kitaba inanan
bunun
aksinedir. Zira o kitap neshedilmeden önce o hak dine sahipti.
«Kasden besmeleyi terkedenin
kestiği de helâl değildir ilh...» Yani ister müslüman, ister
kâfir olsun,
besmeleyi kasten terkeden
kimsenin kestiği helâl değildir. Çünkü besmelenin kesim sırasında
okunması hu-susunda Kur'an'ın
nassı olduğu gibi, Şafiîlerden kabul edenlerle birlikte icma da
vardır. İhtilaf ancak besmeleyi
unutan hakkındadır. Bundan do-layı da besmele çekme konusunda
ictihad edilemez. Eğer hâkim, bes-melesiz kesilen hayvanın etinin satılmasına hükmetse, onun
hükmü nafiz değildir. Rasulullah'ın
(s.a.v.) «Müslüman Allah'ın ismi ile keser. İster zik-retsin ister
zikretmesin.» sözü ise, unutkanlık hali üzerine hamledilir. Çünkü
Peygamber'in bu hadisi ile Adiy
bin Hâtem'in «Birisi avın
başında kendi köpeği ile başka bir köpek daha bulursa?» sorusuna
Rasulullah, «Onu yeme. Zira sen ancak kendi köpeğine besmele çekmişsindir. Seninkinden
başkasına değil.» buyurmuştur,
hadisi arasındaki çelişkiyi gi-dermek gerekir. Bu da yukarıdaki
açıklama yönünde mümkün olur. Görü-lüyor ki Rasulullah burada haramlığı besmelenin terki ile
açıklamıştır. Bu konunun tamamı
Hidâye ve şerhlerindedir.
Doğan kuşunu gönderdiği, okunu attığı veya kurşunu attığı zaman besmeleyi
terketmesi de bu hilaf
üzerinedir. Hidâye.
«Şafiî buna muhalefet etmiştir
ilh...» Metnin bazı nüshalarında, «İmam Şafiî kabul ettiği
icmaa da
muhaliftir.» sözü de vardır. Nitekim
bunu Zeylaî genişletmiştir.
«Besmeleyi unutarak terkederse
ilh...» Biz Hakâik ve Bezzâziye'den naklen zikrettik
ki besmelenin
kesimin şartlarından olduğunu
bilmediği için terkeden de unutan gibidir. O zaman Bezzâziye ve
diğer kitaplarda olan mesele, sununla, karışık hale gelir. Mesela bir kimse
besmele çeke-rek bir
hayvanı kesse, sonra ikinci bir hayvan kesse ve bir
besmelenin ikisi için yeterli
olduğunu zannetse,
helâl olmaz.
Ben derim ki: Şart olduğunu
bilmeyen kimse ile az-çok bilen kimse arasında
fark vardır. Birincisi
özürlüdür, ikincisi değildir.
Çünkü ikincisi şart olduğunun aslını biliyor. Burada şart
da fevrî
olmuştur. Nitekim ile-ride gelecektir.
Yukarıdaki meselede birinciyi
kesmekle ikincideki fevrî oluş kesil-miştir. Halbuki şart olduğunu da
biliyordu. Şu kadar var ki Bedâyî'de
zik-redilmiştir ki: «O kimsenin
ikincisine'de yeterli olacağını
zannetmesi unutkanlık gibi özür
kabul edilmez. Çünkü o şer'i hükümlerin bilinmemesi babındandır.
Şer'i hükmü de bilmemek özür değildir. Ama unutmak bunun aksinedir.
Şöyle ki, birisi yemek
yemenin orucu bozmayacağını
zanne-derek yese, bunun zannı özür sayılmaz.» Düşünülsün.
«imam Mâlik de buna muhalefet etmiştir ilh...» Bizim kitaplarımızın çoğu
böyledir. Ancak Mâliki
mezhebinin meşhur kitaplarında
zikredilen şudur: Av
köpeğini veya doğan kuşunu avın
peşine
gönderdiğinde ve ke-sim sırasında
besmele çekilmelidir. Eğer kasten
terkederse. Mâliki
mez-hebinin meşhur görüşü üzere
onun eti yenilmez. Eğer unutarak terkeder-se,
yenilir.
Gurerü'l-Efkâr.
«Filancadan ilh...» Ben derim ki, eğer burada atıf da yapmış olsa, 'yani «Bismillah! ve Allahümme
takabbel mln filanın» yani «Allah'ın adıy-la. Ey Allah'ım filancadan kabul et» dese, uygun olan
kesime bir zarar vermemesidir. Zira Gayetü'l-Beyân'da şöyle denilmektedir: «Kesen
kim-se
«Bismillah! sallallahü ala
Muhammedin" yani «Allah'ın adıyla. Muhammed'e salât
olsun» demiş
olsa, helâl olur. Uygun olan böyle dememe-sidir. Eğer vav ile
demiş olsa, yenilmesi helâldir.»
Ama dal'ın esresi ve üstünü ile okursa, mesela
«Bismillah! ve Muhammedin» veya
«Muhammeden»
şeklinde okursa haram olur ilh...» Bu hükmü Gayetü'l-Beyân ve fetâvâ ve Ravza'dan nakletmiştir.
Zira üstün veya esre okunursa nahv kaidelerine göre Allah
lafzının ya lafzından ve-ya mahallinden
bedel olmuş olur. O zaman haram olur.
«Bazı âlimler tarafından böyle
söyleyen kimsenin kestiğinin haramlığı onun nahiv bilmesi ile
sınırlandırılmıştır ilh...» Yani bunu atıfsız olarak ve nahvi
de bildiği halde esre veya üstün ile okursa
haram olur. Nihâye'de şöyle denilmektedir: «Eğer atıf yapmadan okursa bakılır:
Eğer ötre ile
okumuşsa, helâldir. Eğer esre ile okumuşsa
helâl değildir. Nevâzil'de de durum böyledir.»
Bazı âlimler de, «Böyle söyleyen kimsenin kestiğinin haramlığı onun nahiv bilmesi ile kayıtlıdır.»
demişlerdir. Bazı âlimler de, «Atıfsız
olarak okuması halinde İmam Muhammed'den rivayet edilene
kıyas edilir ki, İmam Muhammed,
namazda nahiv kaidelerinde hata yapmayı namazı müfsid olarak
kabul etmez. O zaman böyle bir
hata ile kesilen hayvan da haram değildir. Zahîre'de de
böyledir.»
demişlerdir.
Timurtaşî şöyle der: «Eğer vav'sız olarak okursa, bütün şekillerde
he-lâl olur. Çünkü o vaslettiği
şekilde atıf yoluyla
zikredilmemiştir. O zaman o vaslettiğinde bidatçı olmuş olmaktadır. Şu kadar
var ki bu mekruhtur. Zira şeklen
de olsa, bir vasıl mevcuttur. Eğer
vav ile vaslederse, yani
«Bismillah] ve Muhammedi'n» derse,
eğer dal'ın esresi ile okursa; kestiği hayvan helâl olmaz.
Çünkü o adam o zaman hem Allah'ın, hem de Peygamber'in ismi ile kesmiş
olmaktadır. Eğer
vaslettiğinde ötre ile «Muhammedün»
şeklinde okursa, kestiği helâl olur. Çünkü ötre ile
okuduğun-da sözün başlangıcı olmaktadır.
Eğer üstün ile okursa, bunda âlimler ih-tilaf etmiştir.»
Timurtaşî'nin bu zikrettiği
Miraç ve Kifâye'de de mevcuttur.
Bedâyî'de de Timurtaşî'nin dediği ile tesbit yapılmıştır.
«Burada en uygun olanı iraba itibar edilmemesidir
ilh...» Zeylaî'nin ifadesi şöyledir:
«En uygun
olanı iraba itibar edilmemesidir. Atıfla
okun-duğu takdirde mutlaka haramdır.
Çünkü insanların
konuşması bunun üze-rine cari
değildir.»
Şeyh Şilbî haşiyesinde şöyle
demektedir: «Benim vakıf olduğum
bü-tün nüshalarda böyledir. Bu da
açık değildir. Zira bizim buradaki sözümüz/ atfın bulunmadığındadır. Öyleyse açık olan odur ki,
atıfsız olarak okursa mutlaka haram değildir. Ebussuud.
T. de ânifen Nihaye'den geçenle bunu teyid etmektedir. Biz de Bedâyî'nin
bunu tesbit ettiğini
zikrettik.
«Musannif bunu «Eğer atıf yaparsa haram
olur» sözüyle ifade etmek-tedir ilh...»
Zira bu sözün açık
anlam^ esre ve diğer hallerle
birlikte atıf yaparsa, haramdır. Zira musannif bunu mutlak ifade
etmiştir. Hidâye'nin sözü gibi de dal'ın esresiyle «Muhammedin Rasulullahi»
dememiştir. Bu
görüşünde Zeylaî'nin sözünün ifade ettiği olursa, o zaman musannifin sözü açık anlamı üzerine
hamledilmesi gerekir. Bunu şu teyid eder ki İbni Melek
atıf şeklinde şöyle demiştir: «Bazı âlimler
tarafından, «Atıf şeklinde ötre ile«Muhammedün» şeklinde okursa, helâl olur.» denilmiş-tir.»
Şu kadar var ki, zikrettiğimiz
Zeylaî'nin sözünün tamamı -ki Zeylaî bunu hiçkimseye isnad
etmemiştir- en kapsamlı olandır. Fakat Zeylaî'nin bu ifadesi açık olana binaen affedilmeme şeklinde
farzedilirse, o zaman Şilbî'den nakledilen iddia tercih edilir.
Allah daha iyisini bilir.
«Eğer atıf yaparsa haram olur ilh...»
Doğru olan da ancak budur. İbni Seleme diyor ki: «Hayvan
murdar olmaz. Zira eğer hayvan murdar olmuş olsa, onu zikreden kâfir
olur.» Haniye.
Ben derim ki: Hayvanın murdar sayılmasından kişinin kâfir olması lazım
geldiğini reddederiz.
Çünkü küfür bâtınî birşeydir. Küfürle hüküm vermek de çetin bir şeydir.
6 zaman ikisinin arası
ayırdedilir. Makdisî'nin şerhinde de böyledir. Şurunbulâliye.
«Veya falanın ismiyle ilh...» Bazı nüshalarda da «veya ve falanın
is-miyle» şeklinde yazılıdır. Bu
daha açıktır. O zaman bundan maksat, atıf halinde, yani ismin falan kelimesine
izafe edilmesinde,
isim kelimesinin tekrar edilip edilmemesi arasında fark
yoktur.
«Çünkü Allah'dan başkasının adına kesilmiştir ilh...»
Hidâye'de de böyledir. Zira Allah'ın
ismini
zikretmek ancak ortaksız olarak sırf Allah'ın ismini zikretmekle olur.
«iki yer vardır ki ben orada zikredilmem ilh...» Burada şu
anlaşılır ki, bu iki şeyde Peygamber'in
ismini anmak haram kılınmaktadır. Çünkü kesilen hayvanın
üzerine Peygamber'in ismini
zikretmek
o hayvanın eti-ni-haram kıldığı
gibi. hayvan da murdar ölmüş olur. Nitekim bununla il-gili ayrıntı
geçti.
Aksırma sırasında Peygamber'in ismi zikredilse, hüküm yine
böyle midir? Veya aksırma sırasında
Peygamber'in isminin zikredilmesi
birin-cinin hilafına mıdır? Araştırılsın. T.
«Şekil ve anlam bakımından besmeleden ayırsa ilh...» Yani besmele ile
başkasının arasını ayırsa.
Musannifin «Şekil ve anlam
bakımından» sözleri ise, bana açık
olduğuna göre, ya şeklen veya
manen ayırsa şeklinde anlaşılmalıdır. Musannifin «yatırmazdan önce» sözü de besmele ile
dua
arasındaki şekil ve mana bakımından ayırmanın örneğidir. Yine
musannifin «kesimden sonra dua
etse» sözü de bunun örneğidir.
Musan-nifin «Besmeleden önce dua etse» sözü de yalnız manen
ayırmanın ör-neğidir. Zira hayvanı
yatırsa, sonra dua etse, duayı besmele ve kesim
takip etse, o
zaman şeklen fasıla yapılmış
olmaz. Belki manen yapılmış
olur. Zira gerekli olan, besmelenin
ayrılmasıdır. Bu da hasıl olmuştur. Ama besmeleden sonra, kesimden önce dua ederse,
mesela,
«Bismillahi Allahümme takabbel minnî av ağfirli» yani «Allah'ın
adıyla. Allah'ım ben-den duamı
kabul et yahut beni bağışla» dese,
o zaman mecruh olur. Çün-kü besmeleyi
ayırarak söylememiştir.
Nitekim bunu Şurunbulali de
Zahi-re ve diğer kitaplardan
nakletmiştir.
«Sakınca yoktur ilh...» Yani mekruh
değildir. Zira Peygamber (s.a. v.) dan
rivayet edilmiştir ki.
Peygamber hayvanı kestikten
sonra «Ya rabbi Sen bunu Muhammed'in
ümmetinden senin
vahdaniyetine ve benim de
tebligatıma şehâdet edenler için kabul et.» diye dua etmiştir. Peygamber
(s.a.v.) bir hayvanı kesmek
istediğinde şöyle derdi: «Ya Rabbi bu
sen-dendir. Senin içindir.
Namazım, ibadetlerim hayatım ve ölümüm Alemle-rin Rabbi olan Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı
yoktur, böyle emrolundum ve ben müslümanlardanım. Allah'ın
adıyla. Allah en büyüktür.» Son-ra
da keserdi. Hz. Ali'den de bu şekilde rivayet
edilmiştir. Zeylaî ve diğer kitaplar.
«Besmelede şart olan, hâlis zikirdir ilh...» Yani hâlis
zikir, Allahu ekber Allahu ecel, Allahu
azam
gibi herhangi bir ismi bir
sıfatla zikretmek veya Allah,
Rahman gibi sıfatsız olarak yalnız ismi
zikretmektir. Ayrıca tehlil (La ilahe illallah)
ve teşbih (Sübhanallah) da hâlis
zikirdir. Bunlar,!
zikrederse, ister besmeleyi zikretsin, ister zikretmesin, ister bunu Arapça söylesin,
ister Arapça
söylemesin -velev ki Arapça söylemeye gücü yetse bile- kâfidir. Bu besmelenin bizzat kesen
kimseden olması da şart-tır. Başkasından değil. Hindiye.
Besmele çekmenin diğer şartları da aşağıda belirtilecektir. Uygun
olan, 'şartlar çoğaltmamaktır.
Ayrıca bu besmele ile başka
bir yaratığı tazim kasdedilmemelidir.
Zira ileride "geleceği gibi eğer
hayvan Emirin gelişi veya benzeri birşey için kesilirse, haram
olur. Keserken üzerine besmele
çekilse bile. hüküm değişmez.
«Besmeleyi irade ederse ilh...» Musannif bununla kaydetmiştir. Zi-ra
Gayetü'l-Beyân'da -şöyle
birşey yardır: «Kesen kimse
hayvanı keserken<ELHAMD?œLILAH?» veya
«Sübhanallah» dese, ama
bununla besmeleyi kas-etmese,
onun eti yenilmez.»
Şeyhülislam şerhinde şöyle demektedir: «Zira bu ifadeler, besmele çekme konusunda açık
değildirler. Tesmiye babında
açık olan ancak» «Bismillah» şeklindeki
besmeledir. O zaman bunlar
kinaye olurlar. Kinaye de açık olanın yerine ancak niyetle geçer. Talâkın kinayelerinde olduğu gibi.»
«Çünkü besmeleyi kasdetmemiştir ilh...» Sarih bu
sözüyle aksırdığı için «Elhamdülillah» demiş
olduğunu anlatmak istiyor. Eğer bu söylediği «Elhamdülillah»la kesimi kasdetseydi,
helâl olurdu.
Niyeti olmasa da hüküm yine böyledir. Şurunbulaliye.
Ben derim ki: Son sözde bir
görüş vardır. Zira anifen bildin ki, el-hamdülillah denilmesi besmeleden
kinayedir. Ama «Bismillah!» denilmesi«Elhamdülillah» denmesinin
aksinedir. Zira bismillah dediği
zaman hiçbir niyeti olmasa da sagittir
ve kestiği hayvan helaldir. Nitekim ileride ge-lecektir. Zira
bismillah kinaye değil açık
bir ifadedir. Açık ifadelerde deniyete
gerek yoktur.
«Hutbe niyetiyle demesine
hamletmektir ilh...» Yani o elhamdülillah ile hutbeye elhamdülillah
demeye niyet etmiştir. Bunda da
bir görüş var-dır. Görüş şudur: O zaman kesimle
hutbe arasında
bir fark olmaz. Zira .sen bildin ki, kesimde eğer elhamdülillah
dese, yine hutbede olduğu gibi
onunla kesime niyet etmesi gerekir.
Hâniye'nin metni şöyledir:
«Eğer aksırsa ve «Elhamdülillah» dese, bundan aksırma için
hamde
niyet etmişse, kestiği helâl olmaz. Ama min-berin üzerinde aksırır ve «Elhamdülillah» derse
bunun
aksinedir. Zira Ebû Hanife'den nakledilen iki rivayetten
birisinde hutbesi caizdir. Çünkü Cuma
hutbesinde emredilmiş olan
mutlaka Allah'ın zikridir.
Kesimde ise Alla-tıu Teâlânın isminin
hayvan
üzerine zikredilmesi şarttır.»
Bu metnin benzeri Zahire ve
Mirac'ta da mevcuttur. Cuma konusunda geçen
ifade Hâniye'nin «İki
rivayetten birisinde» sözünde andığı diğer rivayet
üzerine hamledilmesi halinde uzlaşma sağlanır.
Sağlam olan da budur. Musannifin
Cuma bahsindeki ifadesi şöyledir:
«Eğer aksırdığı için Allaha
hamdederse, bunun hamdi
mezhebin görüşü üzerine hutbedeki
hamdin yerine geçmez.»
«Bismillah! Allahu ekber demesi müstahabtır ilh...» Yani bismillah
kelimesindeki ha'yı telaffuz
etmesidir. Eğer telaffuz etmez
«Bismillah» derse, eğer bununla kasdı Allah'ı zikri ise, kestiği
helâl
olur. Eğer kasdı,; .Allah'ın
zikri değil, kasdı ha harfinin telaffuzunu terk ise, kestiği helâl : olmaz.
İtkanî, Hülasa'dan.
«Çünkü vav'la söylemesi besmelenin fevri oluşunu keser ilh...» İt-kanî, «Bunda bir görüş vardır.»
demektedir. Görüşün şekli,
yakında fevrî oluşun kesilmesi
bahsinde gelecektir. Bu sözden açık
olan şudur ki, fev-rî oluşu keser
sözünden maksat, fevrî oluşun tam
olmasını keser demek-tir.
Yoksa, kesilenin murdar olması ve faslın da mekruh değildir. Haram olması lazım gelir. Şu kadar
var ki bunda da bir görüş vardır. Şöyle ki, eğer besmeleyi kastederek yalnız Allahu ekber dese
yeterli olur. Düşü-nülsün.
«Zeylaî bundan önce de ilh...» Zeylaî'nin ifadesi aynen şöyledir: «Ke-sim sırasında dillerde dolaşan
ancak «Bismillah! vallahu
ekberdir.» Bu da Peygamber (s.a.v.)
dan nakledilmiştir. Ali ve İbn
Abbas'tan da bunun benzeri rivayet
edilmiştir. İbn Abbas bunu «Bağlı halde keserken üzerine
Allah'ın adını anın.» (Hac: 36) âyetinin tefsirinde söylemiştir.»
Zahîre'de Bakkal'dan naklen; «Bismillah!
vallahu ekber» demek müstahabtır.»
denilmiştir.
Cevhere'de de; «Eğer
bismillahirrahmanirrahim derse, güzel olur.» denilmiştir.
«Keserken besmele çekse ilh...»
Yani bismillah dese. Nitekim Hâniye'de de böyle tabir edilmiştir.
Zira yukarıda geçtiği gibi niyet kinayede
gereklidir.
«Sahihtir ilh...» Yani umum
fakihlere göre doğru olan do ancak bu-dur. Haniye.
«Allahu ekber dese ilh...» Bu görüş musannifin yukarıdaki «bunun aksine» sözü ile bağlantılıdır.
«Kesen kimsenin ilh...» Musannif burada «kesen kimse» ile hayvanı helâl yapan adamı kastetmiştir
ki, bu söz ağ atana, köpeği veya
doğanı ava göndereni de kapsamına alır.
H.
Musannif bu sözüyle kesen kimse yerine bir başkasının besmele çekmesinden kaçınmıştır.
O
zaman kesen değil, yanındaki
bir başkası besmele çekse,
onun kestiği helâl olmaz. Nitekim biz
bunu yukarıda zik-rettik.
Musannif burada kesen adamla hayvanı
helâl kılanı kasdetmiştir ki, bu birlikte kesen iki adamı da
içine alır. O zaman kesen iki
kişiden birisi bismillah dese diğeri kasdi
olarak terketse, o hayvanın
etini yemek helâl olur. Nitekim Tatarhaniyede
de böyledir. Musannif bunu kurban bahsinin
sonunda bilmece olarak soracak ve cevabını da şiir şeklinde söy-leyecektir.
«Kesim sırasında ilh...» Hidâye'de şöyle denilmiştir:
«Sonra besmele ihtiyari kesimde kesim
sırasında şarttır. O besmele de kesilen
hayvanın üzerine zikredilmelidir. Avda ise, gönderdiği
veya
attığı zaman av âleti üzerine
zikredilmelidir. Hatta bir koyunu yatırsa, üzerine bismillah dese,
aynı
besmele ile başka bir koyunu kesse, caiz olmaz. Eğer bir ava ok atsa atarken besmele çekse, o ok
hedef aldığına değil başka birisine isabet etse, helâl olur.
Köpeği veya av kuşunu salmak da
böyledir. Bir koyunu yatırsa, üzerine besmele çekse, sonra bıçağı atsa, başka bir bıçakla kesse,
yine helâl olur. Fakat okun üzerine besmele çekse, sonra başka bir ok atsa, isabet
ettiği hayvan
yenilmez.»
«Talebinden vazgeçmemişse ilh...» Bu görüş, üç meselenin de kaydı-dır. H.
Eğer denilse ki, fakihler demişlerdir ki, yaban eşeğini avlamak için
bir tuzak kursa, sonra eşeği
orada ölü olarak bulsa, helâl olmaz. Buna cevaben derim ki, Bezzazî,
«İki söz arasında uygunluk
şöyle sağlanır: Fakihlerin helâl olmaz sözü,
tuzağı kuranın avdan vazgeçmesine
hamledilir. Eğer
ona hamledilmezse, o zaman tuzağı kurma sırasındaki besmeledeki besmelenin
ne faydası kalır.»
Minah.
Ben derim ki: Ferâiz konusundan hemen önce, müteferrik meseleler bahsinde Zeylaî'nin
zikrettiğine aykırı olur. Zeylaî'nin zikrettiği şudur: «Aynı saatta gittiğinde o yaban eşeğini ölü
olarak
bulsa, yine onun eti yenilmez.
Çünkü şart onu bir insanın ya yaralaması,
ya da kesmesidir Yaralayıp
kesmeden o boynuzlanarak veya yüksek bir yerden düşerce ölene benzer. Sarih
bunun üzerinde
orada kesin olarak durmuştur.
Ancak şöyle denilebilinir: Zeylaî'nin sözü Kenz'in ve diğerlerinin
sözlerine aykırıdır. Zira Kenz sahibi
şöyle demektedir: Eğer ikinci günü
gitse, onu yaralanmış ve
ölmüş olarak bulsa, yine eti yenilmez.» İşte Kenz'in b sözü Bezzâziye'nin uygun bulunmasını
destekler, herne kadar Zeylaî,
Kenz sahibinin ikinci gün ile takyid etmesini ihtirazi bir kayıt
değil
ittifakı bir kayıt olarak vaki olduğunu söylese de sonuç değişmez. Umulur ki Zeylaî'nin «hela!
değildir» sözünden maksadı, eğer ihtiyarî
kesime gücü varken kesmemişse,
helâl olmamasıdır.
Yoksa, bir insanın zaruri kesim-de bilfiil yaralaması şart değildir. Düşünülsün.
«İlende gelecektir ilh...» Yani kitabın sonunda müteferrik meseleler bahsinde gelecektir. Sen orada
gelecek olanın bu bahse olan aykı-rılığını
anladın.
«Meclis değişmeden ilh...» Yani hakikaten veya hükmen, uzun
bir fasıla gibi, meclis değişmeden.
Nitekim bu ileride gelecektir.
Zeylaî şöyle demektedir: «Bir kimse hayvanın üzerine
besmele çek-se, sonra az bir konuşmak, su
içmek, ekmek yemek, bıçağı bilemek gibi şeylerle meşgul olsa ve sonra kesse, helâl olur. Ama eğer
meşgul oldu-ğu iş çok olursa,
helâl olmaz. Çünkü kesmeyi besmeleye bitişik olarak
yapmak
mümkün değildir. Ancak çok büyük
zorlukla mümkün olur. Bu-rada meclis bitişmenin yerine
geçmektedir. Az bir iş bitişmeyi kesmez. Çok iş ise, onu keser.»
«Fiil çoğaltmaktadır ilh...» Hükmen de olsa, meclis değişmiş olur.
«Bıçağını bilese, fevri oluş
kesilir ilh...» Bu görüş bizim ânifen Zeylaî'den naklen zikrettiğimize
aykırıdır. Bıçak bilemeyi .uzun bir süre ile kaydetmek
mümkündür. Zeylaî'nin yukarıdaki sözlerinin
akışı da bunu gösterir. Yine
Zeylaî'nin Cevhere'deki «Bıçağını az
bir süre bilemiş olsa, yeterlidir.»
sözü de bunu gösterir.
Şu kadar var ki, Tatarhâniye'de
şöyle denilmiştir: «Zaferanî'nin kur-ban bahsinde şöyle
denilmektedir: «Eğer bıçağını bilerse ister bileme süresi az, ister çok olsun, besmele ile kesim
arası kesilmiş olur.»
«Devenin göğsün bitim yerinden
kesilmesi mahbubtur ilh...» Musan-nif devenin göğsün bitim
yerinden kesilmesini mahbub olarak vasıflan-dırması Hidaye'nin «müstahab» demesine
uymasından dolayıdır. Kenz'de
de «sünnettir» denilmiştir. Umulurki Hidâye sahibinin burada
«müstahab» tan maksadı bir terim olan müstahab değildir. Hidâye sahibinin burada-ki maksadının
terim anlamında müstahab
olmadığını, «Müstahab sayıl-masına
gelince, tevarüs eden sünnet(c)
uygunluğundandır, sözü de
ifade etmektedir. O -zaman Kenz sahibi ile Hidâye sahibi arasında bir
muha-lefet yoktur. Şurunbulaliye.
Ben derim ki: Yine Hidâye sahibinin müstahabtan maksadının
ıstılahi müstahab olmadığını onun
«deveyi göğsün bitim yerinden
kesmeyi ter-ketmek mekruhtur.» sözü de
desteklemektedir.
«Göğsün bitim yerinden (nahr) kesmek ilh...»
Yani nahr, damarları boyunun alt
tarafından göğsün
bitim yerinden kesmektir. Zebh ise, Da-marları boynun üst tarafından, çenenin altından kesmektir.
Zeylaî.
Biliniz ki, deve kuşu ve ördek de deve
gibi kesilir. Burada külli kaide şudur: Eti helâl olan
hayvanlardan boynu uzun olanların hepsi, boğazın alt tarafından kesilir. Ebussuud
İbyarî'nin Kenz
şerhinden.
Muzmarat'ta şöyle denilmektedir: «Sünnet,
devenin ayakta kesilme-sidir. Koyun ve sığır ise
yatırılarak kesilir.»
Kuhistanî.
«Mekruhtur ilh...» Uygun olan buradaki kerahetin tenzihi kerâhat
olmasıdır. Ebussuud, Deyrî'den.
«İmam Malik bunu men
etmiştir...» İmam Malik'in mebebinde meş-hur olan zaruretten boyun alt
tarafından kesilirse onun
yenilmesinde bir sakınca yoktur. Eğer
zaruretten dolayı böyle kesilmiş
değilse hayvanın deve gibi kesilmesi mekruhtur. Ebussuud, Deyri'den.
«Sığır ve koyun gibi hayvanlardan vahşileşenlerin yaralanmaları yeterlidir ilh...» Hidaye'de şöyle
denilmektedir: «Koyun ve sığır gibi ehli hayvanlardan vahşîleşenlerin yaralanmalarının yeterli
olduğu mutlak zikredilmiştir.»
İmam Muhammed'den şu rivayet
edilmiştir: «Koyun eğer sahrada
vahşileşirse, o zaman onu kesimi yaralamakladır. Ama eğer şehirde vahşileşirse, onu yaralamakla
helâl olmaz. Çünkü koyun kendi nefsini savunamaz, onu şehirde yakalamak mümkündür. O zaman
onu yakala-makta bir acizlik olmadığı için yaralamak yeterli değildir. Ama sığır ile deveye
gelince,
onlar ister şehirde, ister sahrada vahşileşsinler, aynıdır. Çünkü onlar kendilerini savunurlar.
Onların yakalanması mümkün değil-dir.
Herne kadar şehirde de vahşîleşseler.»
Bu ayrıntı da Cevhere ve
Dürer'de de açıklanmıştır. Bu ayrıntı
zaruri kesimin açıklamasının
gereğidir.
«Vahşileşen ilh...» Yani vahşi olsa, insanlardan kaçsa
ve kesimi mümkün olmasa. Vahşileşen
hayvanı yaralamak
için atılan ok eğer boy-nuzuna veya
tırnağına isabet ederse, bakılır:
Eğer oradan
kan çıkarırsa, helâl olur. Yok eğer kan çıkarmazsa helâl olmaz. İtkanî.
«Kesimi güç olan ilh...» Bu cümle bir öncekinden daha kapsamlıdır.
Şurunbulâliye'de
Münyetü'l-Müftî'den naklen
şöyle denilmiştir: «Bir deve veya sığır şehirde kaçarsa, eğer sahibi
onun ancak çok bir cemaatla tutulabileceğini, aksi halde
tutulamayacağını bilirse, onu vurabilir.»
O zaman, teazzur değil, belki taassur şarttır.
«Kuyuya düşen ilh....»
Düşse ve yaralamakla da öleceği bilinse veya
öleceğini bilmek güç olsa, zira
halin zahiri ölümün yaralanmadan oldu-ğunu gösterir, helâl olur. Eğer yaralama ile ölmeyeceğini
bilse, onun eti yenilmez. Tavuk da bunun gibi, bir ağaca asılı kalsa, onun orada ölme-sinden
korkutsa, onun kesimi de
yaralamaktır. Zeylaî.
«Kesmek kastıyla öldürürse
ilh...» Yani, yaraladığı zaman besmele
çekerse. Ama ona saldıran
hayvanı yaraladığı zaman onun kesimini
kasdetmezse, besmele de çekmese
belki nefsini
savunmak için yaralasa, onun haramlığında
şüphe yoktur.
«Hayvan helâl olur ilh...» Yani onu yakalamaya kadir olmazsa.
Kıy-metine de zamin olur. İtkanî.
«Nihâye'de ilh...» Bu ifade ediyor ki, fakihlerin «Yavrunun çoğunlu-ğu çıkarsa, onun diri olduğuna
itibar edilir.» sözleri insanlara aittir. Zira eğer yavrunun anne
karnında hayatta olduğuna itibar
edilmezse onun kesiminede itibar edilmez. Yazılsın. Rahmet.
«Yavruyu kesmiş olsa ilh...» Yani onun hayatta
olduğunu anladık-tan sonra elini
uzatıp kesse.
«Bir rivayete göre helâl olur ilh...» Uygun olan, sarihin «bir
görüşte» demesiydi. Zira musannif
bunu
Kınye'den bazı meşayihe isnadla nakletmlştir. Diğer bazı âlimler de «O helâl olmaz. Ancak,
izerde
damarları keserse helâl olur.» T. Bunu ifade etmiştir.
«Nefesi'nin manzumesinde şöyle
birşey vardır ilh...» Beytin
manası şudur: «Anne karnındaki cenin
kendi başına kesilirse helâldir,
kesilmezse, helâl olmaz. Kesildikten sonra anne
karnından ölü
olarak çıkarsa, an-nesine tabî olmaz.» O zaman beytin ikinci bölümü birinci bölümü tefsir
etmektedir.
«Zekâte şeklinde okunması ilh...» O zaman bu hami üzerinde
kar-şılık yoktur. Çünkü bu teşbihtir.
Eğer ötre ile okunmuş olsa,
yine teş-bihtir. Zira teşbihte ötre
ile okunması birincisinden daha
kuvvetlidir. Ni-tekim İlm-i Beyân'da
bu bilinmiştir. Bazı âlimler tarafından, «Hadiste ev-vela ceninin
kesilmesinin zikredilmesi teşbihe delâlet eder.»
denilmiştir.
«Annenin kesimi cenini yok etmek demek değildir ilh...» Sarihin bu sözü sorulacak,
şu sorunun
cevabıdır: Eğer cenin annesinin
kesimi ile helâl olmazsa, hayvan hâmile iken kesimi hela! olmaz.
Çünkü hayvanı telef etmiş
olunmaktadır.
Bu sorunun cevabı şudur: Annenin
kesiminde yavruyu yok etmek yoktur. Çünkü onun ölümü kesin
olarak bilinmemektedir.
Şu kadar var ki Kifâye'de şöyle denilmektedir: «Eğer hayvanın do-ğumu yakınsa kesilmesi
mekruhtur.»
Bu füru meselesi, Ebû
Hanîfe'nin görüşüne göredir. Cenin
annesi-nin kesiminden sonra, canlı
çıkar, fakat onu kesmeye vakit
bulamadan ölürse onun eti yenir. Bu mesele
de İmameyn'in görüşü
üzerine ayrıntı yapılır.
METİN
Azı dişi olan ve bununla avlanan
hayvan helâl değildir. Bu tariften deve çıkmaktadır. Çünkü devenin
de azı dişi vardır fakat bu
dişiyle avlanmaz. Tırnaklarıyla avlanan
kuşlar da helâl değildir. Güvercin
gibi tır-nağı olduğu halde dununla avlanmayan kuşlar bu tariften çıkmaktadır-
Bu dişi ve tırnağıyla avlanan
hayvanlar da yırtıcı hayvanlardır. Yır-tıcı hayvanlar, yırtıcı
kapıcı ve
adeten öldürücü hayvanlardır.
Yerde gezen haşarat da helâl değildir. Bunların bir tanesine haşere denir. Ehlî eşeklerin eti de helâl
değildir. Ama vahşi eşek bunun aksi-nedir. Zira vahşi eşeğin eti de
sütü de helâldir. Annesi eşek
olan katır da helâl değildir. Eğer annesi inek olursa,
fakihlerin ittifakıyla eti helâl-dir. Eğer annesi at
olursa, o annesi gibidir. At da helâl değildir. İmameyne ve şafiî'ye göre atın eti helâldir.
Bazı âlimler tarafından, «Ebû Hanife'nin ölümünden üç gün önce atın eti haramdır sözünden rücu
ettiği söylenmiştir. Fetva da bu görüş üze-rinedir. İmâdiye.
Atin sütünü içmekte en kapsamlı
görüş üzere bir sakınca
yoktur.
Sırtlan ve tilki de haramdır.
Çünkü onların da azı dişleri vardır.
Diğer üç imama göre ise, bunlar
helâldirler. Kaplumbağa da helâl değildir. İster kara kaplumbağası, ister deniz kaplumbağası olsun.
Leş yiyen alaca karga da helâl değildir. Çünkü o
da pis olanlara da-hil edilmiştir. Bunu musannif
söylemiştir. Sonra da musannif; «Habis: selim tabiatların
habis gördüğü şeydir.» demiştir.
Kerkenez kuşu da helâl değildir. Fil ve kertenkele de haramdır. Ker-tenkelenin yenildiği rivayeti
ise
bunun islamın başlangıcında
olduğuna hamledilir. Arap tavşanı (yaban faresi) gelincik, akbaba ve
akbabaya ben-zeyen ve yeşile meyyal beyaz bir kuş olan beğas gibi kuşların hepsi ha-ramdır.
Bunların hepsi hayvanların
yırtıcılarındandır. Bazı âlimler
tarafından yarasanın da haram olduğu
söylenmiştir. Çünkü onun da azı dişi vardır.
Balık dışındaki su hayvanları da helâl değildir. Bu balık
ister bir âfetle ölsün, ister pis bir suda
yetişsin ister yaralı
olarak suyun yüzünde dolaşsın yine helâldir. Vehbaniye. Fakat kendi kendine
ölerek su yüzün-de ters dönmüş dolaşmayan balık helâl değildir. Ama balığın sırtı üstte ise, o
zaman yenilir. Ters dönmüş bir balığın
karnından çıkan başka bir balık nasıl yenilirse. Suyun
sıcak
veya soğuğuyla ölen balıklar veya suyun içinde bağlı olarak ölen balıklar
veya suya atılan birşey
sebebiyle ölen balıkların ölümü
bir âfetledir, bunların hepsi helâldir. Geriş -ki siyah bir balıktır- ve
yılan balığı da helâldirler. Musannifin bunları ismen
zikretme-sinin sebebi, bunların helâlliğinde
gizlilik ve İmam Muhammed'in
ihtila-fı olmasıdır.
Çekirge de helâldir. Herne kadar kendi
başına da ölse. Ama balık bunun
aksinedir. Balık kendi
başına ölürse helâl değildir. Ancak
bir âfetle ölürse helâldir.
Bütün balık türleri kesimsiz
olarak helâldir. Zira Peygamber (s.a.v.); «İki ölmüş bize helâl kılındı:
Balık ve çekirge. Bize kan da helâl kılındı:
Kara ciğer ve dalak» buyurmuştur.
Ekin kargaşası, tavşan ve saksağan -ki bu bazan leş, bazan hubu-bat yiyen
karga türüdür- esah
olan kavle göre kesimle helâldirler.
Eti yenilmeyen bir hayvan kesilmekle eti, yağı ve derisi temiz olur. Taharet bahsinde bunun aksinin
tercihi geçmiştir. Ancak insanla
domuz, kesilmekle temiz olmazlar. Nitekim yukarıda geçti.
İZAH
«Azı dişi olan ilh...» En uygun olanı bu meselelerin avcılık kitabında zikredilmesiydi. Çünkü bu
meseleler o kitabın meselelerindendir. Ancak at, katır ve eşeğin burada zikredilmesi uygundur.
İtkanî.
Azı dişi ile avlanan hayvanların haram olmasının delili
da Peygam-ber
(s.a.v.) in azı dişi olan yırtıcı
hayvanlarla pençeli kuşların etinin yenil-mesini
yasaklamasıdır. Bu hadisi Müslim, Ebû Dâvud ve
bir
topluluk ri-vayet etmişlerdir. Özellikleri
belirtilen hayvanların etlerinin haram olma-sındaki
sır da,
şer'an bu hayvanların
tabiatınnı zemmedilmesidir. O za-man, bunların etinc^n yiyen kimsenin
tabiatında bir kötülüğün doğmasından
korkulduğu için haram kılınmıştır. Bu haram kılınma da
insanoğlu-na helâl olan
şeylerin de insanoğluna ikram için
helâl kılındığı gibi. T. Hamevî'den.
Kifâye adlı eserde şöyle denilmektedir: «Bunların haram olmasındaki hikmet,
bunların başka
hayvanlara eziyet vermesidir. Bu da bazan azı dişi
ile, bazan da pençe ve pislikle olur. Bu pislik de
bazan yaratılıştan olur. Haşarat gibi.
Bazen de sonradan âriz olur. Pislik yiyen
hayvanlar-daki gibi.»
«Tırnaklarıyla avlanan ilh...» Bu yürüyen ve uçan yırtıcı hayvanların
tırnağıdır. Kâmus'ta olduğu
gibi. Kuhistanî.
«Yırtıcı hayvanlar ilh...» Bu hayvanlar
da yerden kapan ve parçala-yan ödeten öldürücü ve
yaralayıcı hayvanlardır. O zaman bu, yırtıcı hay-van ve
kuşların hepsini kapsamına alır.
«Tekine haşere denir ilh...»Fare, kertenkele, ipek böceği, kirpi, yı-lan kurbağa, pire, bit, sinek, arı,
maymun, sivri sinek, bunların hepsi haşeredir.
Bazı âlimlerin, «Haşerât yaban
faresi ve benzerleri gibi yerde
gezen-lerdir» sözlerindeki «gezenler»
kelimesi akrep gibi zehirli hayvanları
da içine alır. Kuhistanî.
«Ehli eşekler ilh...» Bu ehli eşekler vahşileşseler
bile yine haramdır. Ama vahşi eşek bunun
aksinedir. Vahşi eşek ehilleştirilerek üzerine pa-lan vurulsa yine de helâldir.
Kuhistanî.
«Annesi gibidir ilh...» Yani annesi at olan katırın hükmü
at hakkında gelecek imamlar arasındaki
ihtilaf üzeredir. Eti helâl
olan bir hayvanla eti haram olan bir
hayvandan doğan yavrunun etinin
haramlığı veya he-lâlliği hususunda annesine itibar edilir. T. Bu
konudaki sözün tamamı ba-bın
sonunda gelecektir.
«At ilh...» İbn-i Kemal Paşa da,
«Azı dişi olan hayvanların
etleri he-lâl değildir.» sözü üzerine
atfederek, «Helâl değildir.» demiştir. İbn-i Ke-mal Paşa'nın
dediğinin benzeri İhtiyarî'de mevcuttur.
Kudurî ve Hidâye'nin ifadesi ise şöyledir: «Ebû Hânife'ye göre, at
etinin yenilmesi mekruhtur.»
Tahrimen mekruh olan birşey! helâl değildir denilebilir. Şurunbulâliye.
Şurunbulâli'nin bu sözü ifade
ediyor ki, at etinin haram olması
etinin pis olmasından değildir.
Bundan ötürü de Gâyetü'l-Beyân'da
Zahiri riva-yetteki «atın artığı
temizdir» sözüne yapılan itiraza
şöyle cevap verilmek-tedir:
«At etinin haram kılınması necis oluşundan dolayı değil, kendisiy-le
düşman korkutulduğu için hürmetendir.
O zaman ihtiram için etinin haram kılınması
artığının necis
olmasını gerektirmez. İnsanlarda olduğu gibi.»
«Fetva da bu görüş üzerinedir ilh...»
O zaman at etinin keraheti ten-zihidir. Zahiri rivayet de ancak
budur. Nitekim Beyhâkî'nin Kifâye
adlı eserinde de böyledir.
Fahrü'l-İslâm ve diğerlerinin
zikrettikleri üzere sağ-lam olan da ancak budur. At etinin
mekruh oluşu, Hülâsa, Hidâye, Muhît,
Muğnî, Kadıhân, İmâdî ve diğer eserlerden
nakledilmiştir. Metinler de bunun üzerinedir.
Ebussuud ifade ediyor ki, birinci görüş
üzerine tenzihen mekruhtur.
Ebû Hanîfe ile İmameyn
arasında bir ihtilaf yoktur. Zira imameyn herne kadar at etinin helâl olduğuna hükmediyorlarsa da
şu kadar var ki, ten-zihen
mekruh olduğunu da söylemektedirler. Nitekim
Burhan adlı eser-den
naklen Şurunbulâliye'de de bu ifade ile açıklanmıştır.
T. diyor ki: «İmamlar arasındaki
ihtilaf, yerin üzerinde yaşayan
atlar hakkındadır. Deniz atlarına
gelince, bütün imamların
ittifakıyla onun eti yenilmez.»
«Atın sütünü içmekte en kapsamlı
görüş üzere bir sakınca yoktur
ilh...» Gâyetü'l-Beyân'da
Kâdıhan'dan şu nakledilmektedir: «Umum meşayih at etinin Ebû Hanife'ye
göre tahrimen mekruh
olduğunu söylemek-tedirler. Ancak
şu kadar var ki, insanın aklını bile izale etse, yine de at eti yiyen
kimseye had vurulmaz. Beng denilen bitkinin tohumu gibi ki aklı izale
etse de yiyene had vurulmaz.»
Hidâye adlı eserde şöyle denilmektedir: «Atın
sütüne gelince, bazı âlimler tarafından, onun
içilmesinde bir sakınca yoktur
denilmiştir. Zira atın sütünün içilmesinde cihad âleti zayıflatılmış
olmaz. Hadler kitabında da atın sütüne mubah denilmiştir. Hadler kitabında şöyle denilmiştir:
«Beng gibi, kısrak sütü gibi
mubah olan birşeyden olan sarhoşluk,
haddi gerektirmez.»
Musannif Minah'ında, «Ben diyorum kî, atın sütünün mubah olması-nın delili açıktır. Nitekim bunun
şekli gizli değildir.» demiştir.
Bezzâziye'de; «Atın sütünün
mubah olmasını Vancanî de tercih et-miştir.» denilmiştir. O zaman
sarihin «en kapsamlı görüş üzere» sözü musannifin sözünden alınmıştır.
Bu ihtilafların hepsi de at
etinin tahrimen mekruh olması
hükmü üzerine bina edilir.»
«Sırtlan ilh...» Sırtlanın
yaratılışı çok acayiptir ki, o
kadınlar gibi ha-yız görür, bir sene erkek
doğursa, diğer sene dişi doğurur.
Ebussuud, İbyarî'den nakletmiştir.
«Çünkü onların da azı dişi
vardır ilh...» Yani onlar o dişleriyle
av kaparlar. O zaman onların ikisi de
geçen hadisin kapsamına girerler. Nitekim Hidâye'de olduğu gibi. Sırtlan ile tilkinin helâl olduğunu
gösteren rivayet ise, İslâmın başlangıç zamanına ve onların haram
kılınmazdan ön-ceki
durumlarına hamledilir. Zira
fıkıhta asıl kaide şudur: İki rivayet çe-liştiği zaman, haramlığa delâlet
eden mübahlığa delâlet edene tercih edilir. Nitekim sarih de
kertenkele konusunda bunu
zikredecektir.
«Alaca karga ilh...» Yani siyah ile beyazdan alaca. Kuhistanî.
İnâye'de şöyle denilmektedir: «Karga; alaca,
siyah
olmak üzere üç türdür. Bunların bir
türü yerden
da ne toplar, leş yemez. Bunun
etinin ye-nilmesi mekruh değildir. Bir türü de yalnız
leş yer ki buna
musannif ala-ca karga demiştir. Bunun eti mekruh değildir. Bir türü de vardır ki, bazen done yer,
bazan da leş yer.» Bu tür Kitap'ta zikredilmemiştir. Bu Ebû Hanife'ye göre mekruh değildir. Ebû
Yûsuf'a göre mekruhtur.
Bu son tür ise saksağandır. Nitekim Minah'ta olduğu gibi.
«Habis ilh...»
Miracü'd-Dirâye'de şöyle denilmektedir: «Âlimler habis olan şeylerin
nass' ile haram
olduğunda icma etmişlerdir.» Nass da şu ayettir: «...murdar şeyleri
haram kılar.» (A'raf: 157)
Müslüman arapların temiz
gördükleri şeyler helâldir. Zira
Allahu Teâlâ; «temiz şeyleri he-lâl
kılar»
(A'raf: 157) buyurmuştur.
Müslüman arapların habis gördüğü şeyler
ise nass ile haramdır.
Temizliklerine itibar edilen Araplarda
Hicaz bölgesinin şehir halkıdırlar. Zira Kitap ilk
olarak onlara
nazil olmuş ve ilkin onlar
muhatab alınmıştır. Çöl halkının ise temizliğine itibar edilmez. Zira
onlar
zaruret ve açlıktan her buldukları
şeyi yemektedirler. Müslü-man şehirlerinde Hicaz halkının
bilmediği birşey bulunursa, o da Hicaz' daki en
yakın şeye benzetilir. Eğer Hicaz topraklarında
bulunan birşeye benzerse, o zaman
o mubahtır. Çünkü Allahu Teâlâ'nın «Bana emrolunanda
yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum.» âyetinin hükmüne dahildir.
Ayrıca
Rasulullah
"(s.a.v.)'m, «Allah'ın
sustuğu yani kendisinden söz etmediği
şey Allah'ın affettiği şeydir.»
hadisine
dahildir.
«İslâm başlangıcında olduğuna hamledilir ilh...» Yani, «O peygam-ber, onlara uygun olanı emreder
ve fenalıktan men eder, temiz
şeyleri helâl, murdar şeyleri haram
kılar...» (A'raf: 157) âyetinin
nüzulünden ön-ceye hamledilir. Çünkü, iki rivayet çeliştiği zaman haramlığa delâlet eden,
mübahlığa delâlet edene tercih edilir.
«Arap tavşanı ilh...» Bu fareye
benzer bir hayvandır. Şu kadarı var ki bunun kulak ve kuyruğu
fareden daha uzundur. Arka ayakları
da ön ayaklarından uzundur.
«Akbaba ilh...» Bu alaca bir kuştur ki, kerkenez kuşuna benzer. Bu-na kemik yiyen
denilir.
Gurrerü'I-Efkâr.
«Bunların hepsi hayvanların yırtıcılarındandır ilh...»
Musannifin bun-lardan maksadı kuşu da
kapsamına alır. Kamus'ta şöyle denilmektedir: «Hayvan suda da yaşasa dört
ayağı olana denilir.
İdrak etmeyen her can-lı da hayvandır.»
«Bazı âlimler tarafından
yarasanın da haram olduğu söylenmiştir ilh...» Yani yarasa kuşu da helâl
değildir. Bu sözü söyleyen
Kadıhan'dır.
İtkanî diyor ki: «Kadıhân'ın sözünde bir
görüş vardır. Zira her azı dişi olan,
azı dişi ile av
yapmadıkça nehyedilmemiştir.»
BİR TAMAMLAMA: Gurerü'l-Efkâr'da şöyle denilmektedir: «Biz
Hanefîlere göre kırlangıç ve baykuş
yenilir. Güçkan ile Çavuş kuşunun eti ise mekruhtur. Yarasa kuşunda ise ihtilaf
vardır. Kumruya
benzer bir kuş olan Debsi, Üveyik, Saksağan,
Leylek, Angıt kuşlarının yenilmesi de
herne kadar
bunlar aslında helâl olsalar bile, iyi değildir. Çünkü halkın arasında,
bunların elini yiyene
bir âfet
isabet edeceği yaygındır. O zaman uygun olan bunların etini
yemekten kaçınmaktır. İmam Şafiî,
kırlangıç, papağan ve tavus
kuşunu haram saymıştır.»
Samur, sincap, karsak, sansarın
da etleri yenilmez. Nitekim Kuhistanî'de
de böyledir. Sinek ve arı
gibi kanı olmayan hayvanların
etinin yenilmesi de mekruhtur. Ancak çekirge bunların
dışındadır. Arı
henüz can-lanmadan, kurtçuk şeklinde iken yenilmesinde bir sakınca yoktur. Zira canı olmayan
ölmüş denilmez. Haniye ve diğer kitaplar.
T. diyor ki: «Bundan bilinir ki, peyniri, sirkeyi veya göknar meyvesini, eğer canlı ise içindeki
kurtla
birlikte yemek caiz değildir.»
«Pis bir suda yetişsin ilh...» Öyleyse pis bir suda yetişen
balığı ye-mekte bir sakınca
yoktur. Çünkü
balığın helâl oluşu nasla sabittir. Onun pislik yemesi helâl oluşuna engel değildir. Musannif bu
sözüyle pislik yiyen deve, sığır ve tavuğa işaret etmiştir.
Bunlar Ebû Hanîfe'nin durak-sadığı
meselelerdendir. Ki Ebû Hanîfe
pislik yiyen hayvanlar hakkında, «Bunlar ne zaman yenilir
bilmiyorum» demiştir.
Tecnîs adlı eserde şöyle
denilmektedir: «Necaset yiyen
deve, sığır ve tavuk hakkında şöyle
denilmektedir: Tavuk üç gün
hapsedilir, koyun dört gün, deve ile sığır da on gün hapsedilerek
kesilir ve etleri yenilir. Açık olan üzerine tercih edilen de ancak budur.»
Serahsî diyor ki: «En sağlam
görüş, kaç gün bekletileceği günlerle tekdir edilmemelidir.» Yukarıda
adı geçen hayvanlar, o pis koku onlardan gidinceye kadar hapsedilmelidir.
Mülteka'da da şöyle denilmektedir: «Pislik yediği
için pislik kokan hayvan mekruhtur ki, onun ne eti
yenilir, ne sütü içilir, ne de onunla ça-lışılır. Bu
halde iken onu satmak, hibe etmek de mekruhtur.»
Bakkali de pislik yiyen böyle
hayvanların terinin de necis olduğunu zikretmiştir.
Muhît'in muhtasarında şöyle denilmiştir:
«Serbest dolaşan tavuk,, herne
kadar necaset de yemiş
olsa, mekruh değildir.»
Yani yediği o necasetten dolayı kokmadığı takdirde. Zira yukarda
geçtiği gibi serbest dolaşan tavuk
hem temiz, nemde pis şeyleri yer. Onun eti de bozulmaz. Yine de onu birkaç gün hapsetmek
temizliktir. Vehbaniye üzerine Şurunbulâliye.
Şurunbulâliye'nin Vehbaniye üzerindeki bu ifadesiyle Dürer hâşiye-sindeki «Pis
suda yetişen
balıkla, pislik yiyen hayvan
arasında fark var-dır.» sözüne cevap
verilir. Cevap şöyle verilir: Balık
kokmadığına hamle-dilir. Pislik yiyen
hayvandan da kokmuş hayvan
kastedilir. Düşün.
«Yaralı olarak suyun yüzünde dolaşsın ilh...» Bu ifade Vehbaniye ve şerhinde
mevcut değildir.
Ancak Allâme Abdülbir şöyle demiştir: «Balığın mübahlığında asıl şudur: Bir âfetle ölen
balığın eti
yenilir. Âfetsiz, kendi kendine ölen ise yenilmez.» T.
Evet, bu mesele, Eşbah'ta da açık olarak
zikredilmiştir. Uygun olan da bunu Eşbah'a isnad etmektir.
«Kendi kendine ölerek su
yüzünde ters dönmüş dolaşmayan balık ilh...»
Yani kimse vurmadan ölen.
«Ters dönmüş bir balığın
karnından çıkan başka bir balık nasıl ye-nilirse ilh...» Çünkü o yerin
darlığından dolayı ölmüştür. Nitekim metin-de geleceği gibi balığın
içinden çıkan balık sağlamsa
yenilir.
İmam Muhammed'den şu rivayet edilmiştir: «Köpeğin karnından sağ-lam
bir balık çıkarsa, onun
yenilmesinde bir sakınca
yoktur.» İmam Muhammed'in bu sözünden maksadı eğer o balık
bozulmamışsa yenilmesidir.
T. diyor ki: «Balığın karnında bir çekirge bulunmuş
olsa veya bir çe-kirgenin karnında diğer bir
çekirge çıksa, helâldir.» Mekkî Bahr-ı Zahir'den.
«Suyun sıcak ve soğuğuyla
ölen balıklar ilh...» Bunların helâl olma-sı da meşayihin umumunun
sözüdür. En açığı da budur.
Tecnîs. Fetva da bu görüşle verilir.
Minyetü'l-Müftî'den Şurunbulâliye.
«Suyun içinde bağlı olarak ölen
balıklar ilh...» Çünkü o da bir âfetle- ölmüştür. İtkanî. Ağdan
kurtulamayarak ölen balıkların
hükmü de böy-ledir. Kifâye.
«Suya atılan birşey sebebiyle
ölen balıklar ilh...» Yani balığın ölü-münün o.atılan şeyden
dolayı
olduğu bilinirse. Balığın ölmesi
için suya atılan birşey! yiyerek ölen balık da helâldir. T.
«Bir âfetledir ilh...» Yani bu
zikredilenlerin hepsinin ölümü âfetledir^ Zaten balığın helâlliğinde asıl
da ancak budur. Nitekim
yukarıda geçti.
Kifâye'de olduğu gibi, bundan
şu bilinir ki, eğer adam bir havuzun içine balıkları toplasa,
onu
toplayan adam avsız olarak onu yakalamaya
kadir ise, balıklar orada öldükleri takdirde helâldirler.
Çünkü yerin darlı-ğı onların ölümünün sebebidir. Eğer o havuzdan avsız tutmuyorsa, kendi kendine
ölmesi hâlinde helâl değildir, eti yenilmez. Yine donmuş suyun içinde bulunan balık da helâldir.
Gurerü'l-Efkâr'da şöyle denilmektedir: «Başı sudan
dışarı olan ölü bir balık bulunsa, eti yenilir. Ama
eğer başı suyun içinde, yarısı veya bi-raz azı suyun dışında ise yenilmez.
Ama başı suyun içinde
değilse, yeni-lir.»
«Siyah bir balıktır ilh...» Aynî
de böyle demiştir. Vanî ise şöyle
de-mektedir: «Geriş kalkan gibi
yuvarlak bir balık türüdür.» Ebussuud.
«Gizlilik ilh...» Yani bunların balık olup olmadığında gizlilik vardır. İbni Kemal.
«İmam Muhammed'in ihtilafı,
ilh...» Muğrib'te bunların haram olduğu İmam Muhammed'den
nakledilmiştir. Dürer'de de «Bu rivayet
zayıftır.» denilmiştir.» Çünkü «Bize iki ölmüş helâl kılındı.»
hadisine ters düşmekte-dir. Bu
hadis, meşhur hadistir ve icma ile de desteklenmiştir. O zaman:
«leş, kan... size haram kılındı.»
(Maide: 3) âyetindeki «leş» kelimesi ba-lığın dışındakiler olarak
tahsis edilir. Dahası da var ki, balığın helâl ol-ması «Her birinden taze balık eti
yersiniz.» (Fâtır: 12}
âyetinin mutlak ifadesi ile de sabittir.
Kifâye.
Balık türlerinin dışında kalan su insanı ve su domuzu habistirler. Bunlar haramlık hükmünün içinde
kalmaktadırlar. «Denizin suyu
temiz, ölüsü helâldir.» hadisindeki ölüden maksat da balıktır. Nasıl
ki: «Deniz avı... helâl kılındı.» (Mâide: 96) âyetinde de avdan maksadın balık ol-duğu icma ile
sabittir. Bu izahla deliller arasındaki çelişki yok olmak-tadır. O zaman
balık dışındaki denizde ölmüş
veya suda avlanacak hay-vanların
helâlliği delile muhtaçtır. Denizde veya
suda ölüp ters dönmüş
balığın haramlığı ise, Ebû Davud'un rivayet ettiği, «Suda ölen ve ters dö-nen balığı yemeyin.»
hadisi
ile sabittir İtkanî. Özetle.
«Ekin kargası ilh...» Siyah küçük bir kargadır ki, ayakları ve gagası kırmızıdır. Remlî.
Kuhistanî şöyle demektedir: «Bundan maksat,
hububattan başkasın» yemeyen kargadır. İster alaca
ister siyah olsun. Bu konunun tamamı Zahire'dedir.»
«Saksağan ilh...» Bu güvercin
gibi bir kuştur. Siyah ve beyaz alacalı ve kuyruğu uzundur. Bu bir tür
kargadır ki, bununla teşahüm ederler. Bu kuş öttüğü zaman ayn ile kaf sesine benzer bir ses
çıkarır. T. Mekki'den.
«Sağlam olan görüşe göre kesimle helâldir
ilh...» Uygun olan, sari-hin «sağlam
görüş üzere»
demesiydi. Bu da Ebû Hanife'nin görüşüdür. Ebû Yûsuf da «Saksağanın yenilmesi mekruhtur.»
demiştir. T.
«Kesimle ilh...» Bu görüş, sarihin «helâldir» sözü ile
bağlıdır.
«Eti yenilmeyen bir hayvan kesilmekle
ilh...» Yani kesilmişi yenilme-yen. Zira Dürer'de şöyle
denilmektedir: «Avlanmakla aynı necis olmayan bir hayvanın eti temiz olur. Çünkü av hükmen
kesimdir.»
«Eti, yağı ve derisi temiz olur ilh...» Hatta böyle eti
yenilmeyen ke-silmiş bir hayvanın
eti az bir suya
düşmüş olsa, o suyu ifsad etmez. Ama eti yenilmeyen bir hayvanın kesildikten sonra yemenin
dışında onun eti, yağı ve derisinden intifa edilir, mi? Bazı âlimler tarafından yemeye
kı-yas edilerek
onlardan yararlanmakda caiz
değildir denilmiştir. 'Bazı âlim-ler tarafından da «Onun et yağları
zeytin yağı ile karıştırılır, zeytin
yağı ondan çok olursa, yenilmez, fakat yemenin dışında ondan
yararlanılır» denilmiştir. Hidâye.
«Taharet bahsinde bunun aksinin
tercihi geçmiştir ilh...» Bunun aksi şudur: Eti yenilmeyen
bir
hayvanın eti kesimle temizlenmez. Fakat ke-simle derisi temiz
olur. H.
Ben derim ki: Musannifin bu her
iki görüşü de doğrulanmış görüşler-dir. Hidaye'de açıklama
yapılmaksızın bu iki görüşün de doğru olduğu kesin olarak ifade
edilmiştir. Kenz adlı eserde bu
konuda şöyle demiştir: «Evet, ayrıntı vermek,
fetva verilecek görüş için daha sağlamdır.»
Cevhere'de de şöyle denilmektedir: «Eti
yenilmeyen bir hayvanın eti-nin temizlenmesini gerektiren
yalnız kesim midir, yoksa besmele ile bir-likte kesim midir olduğu hususunda
ihtilaf edilmiştir.
Üstün olan ikinci-sidir. Yok
eğer ikincisi olmazsa, mecusînin kestiği bir hayvanın da
temiz olması
gerekir.»
Şu kadar var ki. Bahir sahibi
taharet kitabında mecusînin ve kasden besmeleyi terkeden kimsenin
kesmesinin temizliği gerektirdiğini sağlam görüş üzere zikretmiştir. Bahir sahibinin
zikrettiğini
Nihâye'nin bunun tersini kıyl
sözü olarak vasıflandırması da teyid
eder.
«Ancak insanla domuz ilh...» Bu metinin lazımından istisna
edilmiş-tir. Zira metinden insan kesilse,
insanın azalarının kullanılmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır. O
zaman insan herne kadar kesimle
temizlense bile insanın şerefinden dolayı onun kesilmiş parçalarını kullanmak caiz olmaz.
Domuz ise necaseti üzere kaldığı için kullanılmaz. Çünkü onun bütün parçaları necistir. T.
«Nitekim yukarıda geçti ilh...»
Yani taharet konusunda geçti.
METİN
Bir kimse hasta bir koyunu
kesse, kestiğinde hayvan hareket etse veya kan çıksa, helâl
olur. Fakat
eğer kesim sırasında hayatta
olduğu bilinmiyorsa, hareket etmemesi
ve kan akmaması hâlinde
helâl olmaz, Eğer hayatta
olduğu biliniyorsa, hareket etmese de, kan akmasa da mut-lak olarak
helâldir. Bu hüküm boğulan, yüksek bir yerden düşerek ölen, boynuzlanarak
ve kurt tarafından
karnı yarılarak ölen hayvanlar
için de geçerlidir. O zaman bu hayvanların kesimi bunları
helâl kılar.
Herne ka-dar bunların hayatları
çok hafifde olsa. Fetva da bu görüş
üzerinedir. Zira Allahu Teâlâ,
«Ancak canları çıkmadan
kestiklerimiz müstesna.» (Mâide: 3) buyurmuştur. Kesim
hususunda
ayrıntı da verilmemiştir. Bu mesele av bahsinde gelecektir.
Bir kimse bir koyun kesse,
kestiği sırada hayatta olduğu
bilinmese, hayvan hareket etmese ve kan
da akmasa, eğer ağzı açılırsa yenilmez. Eğer ağzını yumarsa yenilir. Eğer gözü
açılırsa yenilmez,
yumulursa ye-nilir. Eğer ayağı
uzanırsa yenilmez, ama toplanırsa yenilir. Eğer tüyleri yatarsa
yenilmez, fakat diklenirse yenilir. Çünkü hayvan ölümle gevşer. O zaman ağzın ve gözün açılması,
ayağın uzanması ve tüylerin
yatması ölüm alâmetidir. Çünkü bunlar
gevşemedir. Bunların
karşılıkları ise ha-rekettir. Onlar da hayatta delildirler. Bunlar eğer hayatı bilinmezse delildir. Eğer
az da olsa hayatı, bilinirse, her hal ile mutlaka
yenilir. Zeylaî.*
Balığın içinden bir balık çıksa, eğer
çıkan balık sağlam ise her ikisi
de helâldir. Çünkü yutulan balık
bir sebeble ölmüştür ki, bu da
balığın karnının darlığıdır. Eğer yutulan sağlam değilse, yutan
helâldir, fakat yu-tulan değil. Balığın dübüründen çıkan balık
nasıl helâl değilse. Çünkü o onun
dışkısı olmuştur. Cevhere.
Musannif metnin ifadesini,
senin işittiğin şekilde değiştirmiştir.
Balığın karnından bir inci çıksa, o inciye sahip olur ve inci ona he-lâldir. Fakat bir yüzük veya
sikkeli bir altın çıkarsa, helâl
değildir. Çünkü o buluntudur.
Bir emîrin gelişi veya büyüklerden
birisi için kesilen hayvan haram-dır.
Çünkü Allah'tan başkası için
helâl kılınmıştır. Kesilirken üstüne Allah'ın isminin zikredilmiş olması hükmü değiştirmez.
Bir hayvanı misafir için kesmiş
olsa, haram olmaz. Çünkü İbrahim Halilullahı'n sünnetidir. Hem de
misafire ikram etmek, Allah'a
ikramdır.
Bir emir için kesilenle misafir için kesilen arasındaki fark nedir? Fark şudur: Eğer kestiğini
yemesi
için misafirine ikram ederse, o Allah için ke-silmiş olur. Kesimin menfaati de misafirin veya düğün
yemeğinin veya kâr içindir.
Eğer kestiğini yemesi için ona takdim etmiyor,
onun gelişi için
kesmekle birlikte başkasına
veriyorsa, o zaman bu kesim Allah'dan başkasını tazim için olur ki
kesilen haram olur. Bu şekilde hayvan
kesen kimse kâfir olur mu? Bu hususta iki
görüş vardır.
Bezzâziye ve Şerh-i Vehbâniye.
Ben derim ki: Minye'nin av konusunda şöyle denilmiştir:
«Böyle kesmek mekruhtur, kesen kimse
kâfir olmaz. Çünkü biz bu
kesimle in-sana kulluk anlamında yaklaşıyor diye müslüman bakında
suizan etme-yiz. Bunun benzeri Vehbâniye şerhinde Zahire'den naklen mevcuttur.»
Bu ifade Vehbâniye'de şiir şeklinde
şöyle söylenmiştir: «Başkası
için hayvanı kesen hakkında
fakihlerin cumhuru kâfir olur
dediler. Âlimlerden Fadlî ve
İsmail de kâfir olmaz dediler.»
Canlı hayvanlardan ayrılan bir
parça da haramdır. Bu hayvan ha-kikaten ve hükmen canlı olmalıdır.
Çünkü burada hayat kelimesi mutlak-tır.
Birşey mutlak zikredildiği zaman,
prensip olarak o şeyin
tam olduğu kabul edilir.
Nitekim Tenvirü'I-Besâir'd de bu
tesbit edilmiştir.
Ben derim ki:Şu kadar var ki, metnin açık anlamından anlaşılan
ge-nelliktir. İstisna buna delildir.
Canlıdan ayrılan parça, onun ölüsü gibidir. Kesilmiş kulak ve
düş-müş diş gibi. Ancak ayrılan parça
herne kadar çok da olsa sahibi hak-kında temizdir. Eşbah,
taharet bahsinde. Tercih edilen görüş de
ancak budur. Nitekim Tenvîrü'l-Besâir'de de böyledir.
Ancak kesilmiş bir hayvandan, ölümünden önce koparılmış parça bundan müstesnadır. Onun
yenilmesi helâldir. Eğer eti yenilen bir hay-vanın parçası ise. Zira onda kalan
hayatta
asla itibar
edilmez. Şu kadar var ki, canı tam çıkmazdan önce bir parçasını
kesip yemek mekruhtur.
Nitekim
geçti. Biz bunu taharet bahsinde
yazdık.
Vehbâniye'de de şöyle denilmiştir: «İmameyn, annesi at olan katırın etine helâldir dediler. Fakat
kerahetle zikredilir. Eğer bir köpek bir keçi-nin üzerine
çıkarsa, o keçi başı köpek başı gibi
olan bir
yavru getirse, bakılır: Eğer et yiyorsa, onun tamamı köpektir.
Eğer saman yiyorsa, o zaman onun
başı kesilir, vücudu yenilir. Eğer hem et, hem de saman
yiyorsa, ona vurulur. Çıkan sese bakılır.
Eğer hem köpek gibi havlıyor, hem keçi gibi meliyorsa, o zaman kesilir,
eğer işkembesi varsa
keçidir yoksa köpektir, gömülür.»
Vehbâniye'nin Muayet'inde de
şöyle denilmiştir:'«Hangi koyundur
ki, kesmeden helâl olur. Duha
yaptığı halde akıtacak kanı
olmayan kimdir?»
İZAH
«Hareket etse ilh...» Yani ayağını
uzatmak gözünü açmak gibi ölü-müne delâlet eden hareketlerin
dışında hareketler ederse, helâldir.
«Kan çıksa ilh...» Yani hasta değil, tam sağlam bir koyundan çıkan kan gibi kan çıkarsa.
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «Tahavî şerhinde şöyle birşey vardır: «Kanın
çıkması onun hayatta
olduğunu göstermez. Ancak Ebû
Hanife'ye göre canlı bir hayvandan çıkan kan gibi kan fışkırırsa,
helâl olur. Zahiri rivayette böyledir.»
«Helal olur ilh...» Çünkü hayat
alâmeti vardır.
«Mutlaka helâldir ilh...» Musannifin bu görüşünü bundan sonra ge-len ifadesi açıklamaktadır.
Minah'ta şöyle denilmiştir: «Zira
asıl bir şeyin olduğu üzere baki kalmasıdır. O zaman şüphe ile
hayatın sona ermesine hükmedilemez.»
«Hayatları çok hafif de olsa ilh...»
Hayatın hafif olması şöyledir: Yani kesimden sonra
kesilmiş
hayvanda kalan hayat kadar
onda hayat kalmış olsa. Nitekim
Bezzâziye'de de böyledir.
Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Kurt bir koyunun şah damarla-rını koparsa, canlı bile olsa,
kesim yeri bulunmadığından o koyun kesil-mez. Ama eğer başını
koparmış olsa, eğer koyun
hayatta ise, o zaman göğsün bitim yeri ile gırtlak düğümü
arasından kesilir.»
«Fetva da bu görüş üzerinedir ilh...»
İmameyn buna muhalefet et-miştir.
«Açıklamada da verilmemiştir ilh...» Yani hafif hayatla kâmil hayat arasında
bir açıklama
yapılmamıştır.
«Hayvan hareket etmese ilh,,.» Yani kesimden sonra,
kesilen bir hay-vanın yapacağı hareketler gibi
hareketler yapmasa. Yoksa, gözünü yum-ması,
ayaklarını toplaması harekettir.
«Her hâl ile mutlaka yenilir
ilh...» İster yukarıda sayılan alâmetler bulunsun, ister bulunmasın.
Kesim sırasında hayatta
olduğunun bilinme-si yeterlidir.
«Onun dışkısı olmuştur ilh...» Eğer onun dışkı olmadan çıktığı farzedilse,
yine helâldir. Çünkü
haramlığın mercii onun dışkı haline gelme-sidir, dübürden çıkmış
değildir. İşte bundan dolay? bir
hayvanın tersinde çıkan arpa danesi, eğer kuru şekilde çıkarsa, helâldir.
Düşün. Rahmeti.
Ben derim ki: Mirac-ı Dirâye'de
şöyle denilmektedir: «Eğer kusun
kur-sağında bir balık bulunmuş
olsa, yenilir. İmam Şafiî'ye göre ise yenilmez. Çünkü o kuşun dışkısı gibidir. Kuşun dışkısı ise İmam
Şafiî'ye göre necistir. Biz diyoruz ki, ancak bozulmamışsa ona dışkı denilir. İmam Şafiî'nin ashabı,
kamı yarılmadan pişirilen
balıkların yenilmeyeceğini söylemişler-dir. Çünkü onlara göre balığın
dışkısı necistir. Diğer imamlara göre ise, o balıkların
yenilmesi helâldir.»
«Değiştirmiştir ilh...» Yani
musannifin Minah'ta zikrettiği ifade, Fevâid'in ifadesinin değişmiş
şeklidir. Fevâid'in ifadesi ise şöyledir:
«Eğer balık sağlam ise helâldir, eğer sağlam
değilse,
haramdır.»
Musannıf diyor ki: Fevâid'in
ifadesinin matlubu ifade hususunda ku-surlu olduğu gizli değildir. İşte
bundan dolayı ben, Fevâid'in
ifadesini se-nin de işittiğin şekilde değiştirdim.
Şu kadar var ki haşiyeyi
yapan Fevâid'in diğer bir nüshasında; «Eğer
balık sağlamsa helaldir. Eğer
sağlam değilse, haramdır.» denildiğini zikretmiştir.
«İnciye sahip olur ve inci ona helâldir
ilh...» Yani. eğer inci kabının içinde ise Balıkçı balığı satsa,
onu atan müşteri onun içindeki
inciye de malik olur. Eğer İnci kabının içinde değilse, o inci
balıkçınındır ve bulun-tu sayılır. Zira açık olan odur ki, o inci o
balığa insanlar vasıtasıyla
gir-miştir.
Velvaliciye. Özetle.
«O buluntudur ilh...» O zaman,
ilân ettikten sonra eğer muhtaç ise, kendisine sarfeder.
Zengin ise
değil. Minah.
Eşbah'ın «Zengin olsa da hüküm
böyledir.» sözü, kalem koymasıdır.
Nitekim bu açıktır.
«Misafir için kesmiş olsa haram olmaz ilh...» Bezzazı
diyor ki: «Misa-fir için kesilenin «insana ikram
için kesilmiş ve Allah'dan başkası için helâl kılınmıştır.» gerekçesiyle helâl olmadığını söyleyen
kimse Kuran'a, hadise ve akla muhalefet etmiş olur. Zira şüphe yoktur ki, kasabın
kesimi de kâr
içindir. Eğer kasab onun necis olduğunu bilse, kesmez. O zaman böyle söyleyen
cahilin kasabın
kestiğini, ziyafet, düğün ve akika için kesilenleri de yememesi
lazım gelir.
«Fark şudur ilh...» Yani bir
mahluku tazmin sebebiyle Allah'dan başkasını tazim için kesilenle diğeri
arasındaki fark şudur: Binaenaleyh, bir temelin atılışında veya
bir hastalığın zahir olmasında, bir
hastalıktan şifa bulmakta kesilen hayvanın helâlliğinde şüphe
yoktur. Zira bu ke-simden kasıt
tasadduktur. Hamevî.
Bunun gibi, denizden selâmete
çıkmak için adanan kurbanın kesimi de
helâldir. O zaman bu adak
kurbanı yalnız fakirlere tasadduk
edilme-lidir. Nitekim Şilbî'nin fetâvasında da böyledir.
«Kestiğini yemesi için ona takdim
etmiyor ilh...» İşte bu görüş far-kın rücu
edeceği yerdir. Yoksa o
koyunu yalnız başkasına vermek
fark değildir. Zira kesen kimse
bazan onu yerinde bırakır veya
hepsini bazısını alabilir. Sen anla.
Bilinsin ki, kastın rücu edeceği yer kesim anındaki kasıttır. D hayvanı misafir için kesse, ve onun
gayrını misafire takdir etmiş olsa, misafir için kestiğinin helâl olmaması lazım gelmez.
Çünkü o
kestiği zaman ona tazimi kasdetmemis, belki ona yedirerek ikramı kasdetmiştir.
Her ne kadar
ondan başkasına ikram etmiş olsa da hüküm
Bundan şu da açığa çıkmaktadır ki, eğer emir birisine misafir
olsa da emirin gelişi için bir koyun
kesse, eğer kastı emire tazim ise, hay-van helâl değildir. O etten emire yedirse bile. Eğer kastı
ondan emire ik-ram ise, o hayvan
helâldir. Herne kadar onu değil başka bir eti yedirse bile.
«Kâfir olur mu ilh...» Yani
kendi ile Allah'ı arasında kâfir
olur mu? Zira bir müslümanın sözünü veya
işini en güzel bir şekilde yorumlamak
mümkün olduğu takdirde veya onun söz veya fiilinin küfre
mucib olması hususunda âlimler arasında ihtilaf varsa, o müslümanın küfrüne fetva verilmez.
«İnsana tekarrüb ediyor ilh...»
Yani ibadet veçhiyle. Zira ibadet vechiyle
birisine tazim yapılsa,
insanı o kâfir yapar. Bu da müslümanın ha-linden uzaktır.
Açık olan odur ki, adamın 'bir emire veya
büyüğe kurban kesmesiyle ondan dünya işlerini
kasdetmiştir veya sevgiyi açığa
vurmak-la onun
yanında hüsnü kabulü kasdetmektedir. Ki bu da, bir hayvanını
ke-simi ile fedakârlıktır. Bu her iki
hal de küfür değildir. Şu kadar var ki, o hayvanın o emîr için kesilmesinde
emîr için bir tazim vardır.
O zaman hükmen üzerine çekilen besmele
yalnız Allah için olmamaktadır. Nasıl ki, Allah'ın ismi ve
falanın ismi ile diyerek kestiği
de haramdır. Haram ile küfür arasında mülazemet yoktur. Yani bir
kimsenin haram işlemesi onun kâfir olmasını gerektirmez.
Nitekim biz bunu Makdisi'den naklen
zikrettik.
«Fadlî ve İsmail ilh...» Yani
imam Fadlî ile İmam İsmail bunun küfür olmadığını söylediler. İsmail ile
Fadlî'den maksat, İmam Fadlî ve İmam İsmail Zahid'dir,
«Canlı mahlûktan ayrılan bir parça ilh...» Balık ile çekirge dışındaki
canlıdan. Burada ayrılmadan
murad da, etinden ayrılmadır. Etinden ay-rıldığı halde derisi ile bağlı kalmış olsa, hüküm
değişmez,
yine haramdır. Ama
derisi kopsa da eti ile bağlı kalsa, bunun hilafınadır.
Ki, o yenilir. Nitekim
Tahavi şerhinden naklen Birî
şerhinde de böyledir.
Musannif burada canlıyı mutlak zikretmiştir. O zaman, ava
da şa-mil gelmektedir.
Sarih av kitabında Mülteka'dan
naklen şunu zikretmektedir: «Avcı
ava birşey atsa, ondan bir parça
kesse ama ayırmasa, eğer tekrar bitiş-meyi ihtimal ederse, o aza yenilir. Yoksa, yenilmez.]»
«Hakikaten ve hükmen ilh...» Bu
canlıyla ilgilidir. O zaman
bu kayıt kesimden sonraki
canlılıktan
kaçınmak içindir. Zira kesimden sonra he-nüz canlı iken
ondan ayrılan parça leş değildir.
Herne
kadar onda hayat da olmuş olsa. Zira
ondaki hayat hükmen hayattır. H.
Bu kayıtla Hidâye'nin av
bahsinde geçen, «hükmen değil, sureten canlıdan kopan» kavlinden
kaçınılmıştır. Yani canlıdan ayrılan
parçada kesilen hayvanın hayatı gibi bir hayat kalmış olsa, o
zaman o hayvanın hepsi
yenilir.
İnâye'de şöyle denilmektedir: «Eğer ayrıldıktan sonra hayvanın ya-şaması mümkün ise o hayvan
yenilmez. Bununla bilinir ki, eğer yemek yoluyla ondan ayrılmış olsa, o baş hakikaten ve hükmen
canlı olan bir-şeyden kopmuş değildir. Belki yalnız hakikaten canlı
olandan ayrılmıştır. Zira o baş
ondan ayrıldığı zaman hükmen ölüdür. Bu bahsin tamamı Allah dilerse av bahsinde gelecektir.»
«Umumiliktir ilh...» Yani
canlıyı hakikaten ve hükmen canlı
olanda umumileştirmektir. Bir de yalnız
hükmen canlı olanda umumileştirmektir. O zaman ifade eder ki, kesilen bir hayvandan ruh
tamamen çekilmeden ayrılan bir
parça ölmüştür. Şu kadar var ki, kesilmişten
ayrılan parça, gelecek
istisna ile umumî hükümden çıkarılmaktadır. O zaman her iki şe-kil arasında da hükümde bir
aykırılık yoktur. Bunun amacı şudur: İstisna birincisinin üzerine, yani hakikaten ve hükmen canlı
olursa münkatidir. İkincisinin
üzerine, yalnız hükmen canlının üzerine olursa da muttasıl-dır. H.
«Düşmüş diş ilh...» Taharet bahsinde geçti, ki mezhebin zahiri,
düşen dişin pis değil, temiz
olmasıdır. H.
«Herne kadar çok da olsa ilh...» Yani bir dirhem ağırlığından
fazla da olsa. Öyleyse bir kimse
kendisinden ayrılan kulak veya ağzından dü-şen dişle, üzerinde olduğu halde namaz kılmış olsa,
namazı sahihtir. Ama muttasıl olan bunun hilafınadır. Bu geçenlerin
hepsinde ayrılandan mak-sat,
kendisinde hayat bulunan parçadır. Nitekim
bu açıktır.
«Nitekim geçti ilh...» Yani musannifin kesilen hayvanın vücudu so-ğumadan önce başını kesmek
ve
derisini yüzmek kavlinde geçti. H.
«Taharet bahsinde yazdık ilh...» Yani teyemmümden hemen
önce. sarihin orada yazdığı
şudur:
Şüphenin gaib olmasına itibar
edilmez. Çün-kü fakihler koyunun
doğurduğu bir kurdun helâl
-olduğuna, anasına itibar
ederek açıkça hükmetmişlerdir. H.
«Annesi at olan katır ilh...» Öyleyse annesi eşek olursa müctehidlerin ittifakı ile onun eti
yenilmez.
«Kerahetle zikredilir ilh...»Yani imameyne göre. Bu da Zahîre'de
nakledilen iki görüşten birisidir.Tarsusî, buradaki keraheti, kerâhet-i tenzîhe anlamıştır.
Nazım (Vehbaniye sahibi) onunla niza ederek
«İmam Muhammed'in bütün mekruhların haram
olduğuna dair nassı vardır.»
demiştir. İmamey-ne göre mekruh helâle daha yakındır. İbni Şıhne
de
şu meseleye kıyas ederek birincisini
tercih etmiştir. Meselâ bir koyunun üzerine bir kurt çıksa, o
koyundan -bir kurt yavrusu doğmuş olsa, kerahetsiz helâldir.
İbni Şıhne şöyle demiştir: «Şu
kadar var ki, Bezzâziye sahibi demiş-tir ki: «Katır yenilmez.»
Açıklama da yapmamıştır. Aşağıda
gelecek ben-zetme de haramlığı gerektirir. Çünkü katır
attan
eşeğe daha çok benzer.»
Ben derim ki: Açık olan birinci görüştür. Zira yukarıda da geçtiği gibi atın yenilmesi imameyne göre
tenzihen mekruhtur. O zaman
atın yavrusunun hükmü de at gibi
olur. Benzerliğe de itibar yoktur.
Düşünül-sün.
«Yiyorsa ilh...» Bu söz Vehbâniye'nin «bakılır» sözünün açıklaması-dır.
«Başı kesilir ilh...» Yani başı kesilip atılır, geri kalan kısmı yenilir.
«Ondan çıkan ses haber verir ilh...» Vurunca eğer köpek gibi hav-larsa, yenilmez. Eğer keçi gibi
melerse, başı kesilip atılır, geri kalan kıs-mı
yenilir.
«Keçidir ilh...» Yani onun
başından başka diğer azalan yenilir.
«Eğer açık olmazsa ilh...» Yani onun bağırsakları çıkar
da işkem-besi çıkmazsa, o köpektir.
Onun
eti gömülür.
Vehbâniye sahibinin sözünün açık anlamı,
bu işlerin hepsinde sa-yılan
tertib üzerine itibar edilir.
Koyundan doğan köpeğin yemek
alame-ti ortaya çıkarsa, mutlaka onun
sesine itibar edilmez.
Seslenme alameti ortaya
çıktıktan sonra onun karnında olana mutlaka itibar edilmez. Bina-enaleyh
o doğan yavru et yer, keçi
gibi melerse, veya kesildiğinde
iş-kembesi çıkarsa, yine yenilmez.
Çünkü
yeme alâmeti açıktır. Eğer saman yiyorsa, köpek gibi havlasa veya
kesildiğinde işkembe çıkmazsa
bile yi-ne eti yenilir.
Düşünülsün.
«Kesilmediği halde helâl olan hangi koyundur ilh...» O koyun şehir
veya köy dışında kaçmış,
yakalanıp kesilmesi
mümkün olmayan koyun-dur ki,
yaralamakla helâl olur. Bu konu
zebâihten
hemen önce geçmişti.
«Duha yaptığı halde akacak kanı
olmayan kimdir ilh...» Bu sorunun
cevabı şudur: Kişi evinde
kuşluk vaktine kadar ikâmet eder, kan akıt-madan
duna (kuşluk) yapmış olur. Burada duhadan
maksat kesmek de-ğil, kuşluk vaktidir.
BİR TAMAMLAMA: Eti yenilen hayvanların kesildikten sonra
yenil-mesi haram olan organları yedi
tane olup şunlardır: Akan kan, tenasül uzvu, yumurtaları,
hayvanın ferci, bezesi, mesanesi
ve ince
bağırsakları. Bedâyî. Bu
konunun tamamı Allah dilerse kitabın sonunda gelecektir.