AHLAK VE TASAVVUF KİTAPLARINDAKİ HADİSLERİN SIHHATİ2

YAYINCIDAN.. 2

TAKDİM... 3

I. MÜELLİFLER VE ESERE DAİR MÜLÂHAZALAR.. 3

A. İzmirli İsmail Hakkı Ve Şeyh Safvet3

B. Ahlâk Ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati4

C. Tartışma Metinlerinin Muhteva Özeti8

D. Tartışma Usulü Açısından Metinlerin Tahlili10

E. Hadis İlmi Açısından Metinlerin Tahlili11

F. Neşir Usûlü Hakkında Notlar14

II. AHLAK VE TASAVVUF KİTAPLARINDAKİ HADİSLERİN SIHHATİNE DAİR KARŞILIKLI15

YAZILAR.. 15

A. El-Îzah. 15

B. El-İstizah. 15

C. el-Îzâh ve't-Tafsîl16

D. El-Cerh Ve't-Ta'dîl 'Ale'l-İzâh Ve't-Tafsîl24

E. Eş-Şerh Ve't-Tahül 'Ale'l-Cerh Ve't-Ta'dîl33

1. Meşârık Sahibi Ve Buhârî Şârihi Sâğânî33

2. Hakîm-i Tirmizî34

3. İhyâü'l-'Ulûm Hadîsleri34

4. Abdal Hadîsleri35

5. Ebû Nua'ym-i İsbehânî Ve Mazınne Mes'elesi41

6- Ebû Tâlib-i Mekkî51

7- 'Avârifü'l-Ma'ârif51

8- Zühhâd Ve Sûfiyye Ve Mutasavvife. 52

9- Ebû ‘Abdurrahmân Es-Sülemî53

10- Kussâs. 55

11- Sûfiyye Şeyhi İbn Cehdam.. 55

12- Keşf’i Rical55

13- Tasavvuf Ve Ahlâk Kitaplarındaki Ahbâr Ve Ehâdîs. 56

14- Fezâ'il Ehâdîsi58

15- “En-Nâşü Niyâmün” Hadîsi59

16- Tasavvuf Kitabı Numuneleri59

III. TARTIŞMALARIN DAHA SONRAKİ SEYRİ61

Aa. Mustasvıfe Sözleri mi, Tasavvufun Zaferleri mi?. 61

1. 'Arz-ı Şükran. 64

2. Sâik-i Aslî64

Ab. Mustasvife Sözleri mı, Tasavvufun Zaferleri mi?. 65

3. İkâme-i Ma'zeret65

4. Muhayyel Da'vâ. 66

5- Yine O Muhayyel Da'vâ. 67

B. Tasavvuf Daima Muzafferdir69

C. Hakîkî Tasavvuf Mansûr, Mustasvife Tasavvufu Makhûrdur71

TAHKİKTE ESAS ALINAN BİBLİYOGRAFYA.. 73


 

AHLAK VE TASAVVUF KİTAPLARINDAKİ HADİSLERİN SIHHATİ

 

YAYINCIDAN

 

Övgülerin en iyisine lâyık olan Allah Teâiâ'ya nihayetsiz hamd, gönü!ler|n,:doktoru Yüce Peygamberimize, onun âl ve ashabına sonsuz salât ü selâm olsun.

Her yayınevinin, temelde bir kuruluş gayesi olduğu gibi, yayın çizgisini tespit ederken de mutlaka göz önünde bulundurduğu ilkeleri vardır. Esasen yayınevinin başarısı da kuruluş gayesine ve yayın ilkelerine ne kadar uyduğuna bakılarak anlaşılır.

Dârulhadis de, kuruluş gayesi olarak Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye döneminde hadis ilmi alanında hazırlanmış eserler, hadis ilmine hiz­meti dokunmuş ilim adamları ve bu gayeye yönelik tesis edilmiş kurumlar hakkında İnsanlığı aydınlatma ve geçmişten geleceğe pro­jeksiyonlar yapma düşüncesiyle yayın hayatına başlamıştır.

Geçmişinin temelleri üzerinde yükselmeyen bir kültürün, sağlam ve kalıcı bir gelecek inşa etmesi düşünülemez. Buradan hareketle, Cumhuriyet nesli olan bizlerin de Osmanlı Devleti'nîn maddî ve manevî alandaki kültürel mirasını keşfetmeden sağlıklı bir toplumsal kimliğe sahip olmamız imkânsızdır. Bizim için Osmanlı dönemi, maddî ve manevî mirası araştırılıp dersler çıkarılması açısından çok önemli sahneler, eserler ve ibret levhaları ihtiva etmektedir. Bu an­lamda sözü edilen dönem, araştırmacılar için aynı zamanda tüken­mez bir hazine niteliğindedir.

Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye dönemi târihî, içtimaî, hukukî, siyâsî alandakiler kadar bunların her birini yönlendiren dinî ilimler saha­sında da ciddî araştırmalarla keşfedilmeyi beklemektedir. Bu çerçeve­de dinî ilimlerin en önemlilerinden olan hadis ilimleri ve çalışmaları da üzerinde yeterince durulmayan bir alandır. Buna rağmen, ilim dünyasında büyük genellemeler şeklinde ortaya atılmış, söz konusu dönemde Anadolu'da hadis İlmine önem verilmediği, Osmanlı ulemâsı içerisinde hadis ilimlerİndeki başarısıyla öne çıkmış âlimin bulunmadığı gibi yaygın bir kanaat hâkimdir.

Dârulhadis olarak, bu kanaatin doğruluğunun ya da yanlışlığının tespiti için ciddi tetkiklerin yapılması gerektiğinden hareketle, Os­manlı Hadis Araştırmaları adı altında yürütülen bir proje çerçevesin­de bu alanda araştırmalar yapıp yayınlamayı plânladık. Esasen küçük bir beylikten başlayan Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin serüveni, üç büyük kıtada yaşayan yirmiyi aşkın farklı milleti, İlâhî kaynaklı üç büyük din başta olmak üzere farklı inanışları çok kültürlü bir ortam­da altı yüz yılı aşkın bir süre aynı potada eritmeyi başaran bir nok­taya ulaşmıştır. Saadet asrından sonra İslâm tarihinin en ihtişamlı safhası bu dönemde yaşanmıştır. Hiç şüphesiz bu gelişim ve kucak­laşmanın ardında dinî ilimlerin ve özellikle hadis ilimlerine verilen önemin katkısı büyüktür.

Tarihi ve kültürel mirasın reddi anlayışına dayalı bir anlayış dola­yısıyla, Doğu'da ve Batı'da geniş anlamda Osmanlı dönemi tetkikleri çok sınırlı düzeyde kalmıştır. Bazı Batı üniversitelerinin bünyesinde kurulan Osmanlı Araştırmaları kürsüleri de ancak siyasî târihe dair etütleri ile dikkat çekmektedir. Dolayısıyla, söz konusu dönemde ha­dis ilimlerinin durumu hakkında yapılacak her araştırma ve neşir ori­jinal olacaktır. Ne var ki bu araştırmaların önyargı ve aşırılıklardan uzak, mutedil bir tarzda Osmanlı ilmî mirasını gün yüzüne çıkarıcı bir nitelikte yürütülmesi zarureti vardır.

Bu çerçevede Osmanlı Hadis Araştırmaları adı altındaki projemiz ana hatlarıyla beş ayrı bölümde yürütülmektedir:

Osmanlı donemi muhaddisleri ve hadis ilimlerine dair eserleri.

Osmanlı dönemi dârûlhadisİeri ve müderrisleri.

Osmanlı döneminde camilerde hadis eğilimi ve Osmanlı vaizleri,

Osmanlı dönemi tekke ve zaviyelerde hadis eğitimi,

Osmanlı âlimlerince hazırlanmış eserlerin neşri ve Türkçe'ye kazandırılması.

Osmanlı Hadis Araştırmaları projesi dâhilinde, bu alanlarda ha­zırlanan eserler ve araştırma sonuçları belirli bir tertibe göre siz okuyucularımıza arz edilecektir. Bu çerçevedeki çalışmalar belirli bir düzen ile şu araştırma serileri içerisinde yayımlanacaktır:

Temel Kaynak Tetkikleri Serisi

Ulemâ-Devlet Ricali İlişkileri Serisi

Kırk Hadis Tetkikleri Serisi

Hadisleri Anlama Gayretleri Serisi

İlk Hadis Yorumculuğu Serisi

Hadis Çalışmalarına Dayalı Tetkikler Serisi

Dârulhadis yayınları arasında siz okuyucularımıza arz ettiğimiz Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati adlı bu çalışma, son dönem Osmanlı aydınlarının hadis tasavvuf ilişkilerine yaklaşımı konusunda önemli bilgiler içermektedir. Osmanlı Devletinin çöküşü yaşadığı bir dönemde son derece seviyeli bir tartışmayı gözler önüne seren eser günümüz ilmi münâkaşalarına da ışık tutacak niteliktedir.

İzmirli İsmail Hakkı ve Şeyh Safvet arasında beş yıla yakın süre devam eden bu münakaşalar, Dr. İbrahim Hatiboğlu'nun titiz bir ça­lışması ile ilim ehlinin isi ifadesine sunulmuştur.

Gayret bizden, başarıyı ihsan etmek Allah Teâlâ'dandır.

                                                                                                               Osmanlı Hadis Araştırmaları Projesi adına

                                                                                                                                              Dr. Selahattin Yıldırım

 

TAKDİM

 

İslâm dünyasının karşı karşıya bulunduğu en sancılı dönem XIX. yüzyıl sonu, ile XX. yüzyılın başlarıdır denilse yanlış bir hüküm ve­rilmiş olmfez1. Zira bu dönem değişim sürecinin yoğun biçimde yaşan­dığı, toplumun bütün kesimlerinde ve kurumlarında geleneksel anla­yışın terk edilip yeni Avrupa medeniyeti temelli bir yapılanmanın içselleştirilmeye çalışıldığı bir dönemdir. Bu bir anlamda toplumun, tarih boyu şekillenen İslâm medeniyetini terk edip yeni, farklı bir medeniyete adapte olma sürecine geçişi demekti. Bu bağlamda gele­neksel yapının en güçlü dayanakları olarak, dinin temel kaynaklarına ve bunlara dayalı tatbikata bakışta da köklü değişiklikler meydana geldi.

Avrupa aydınlanma hareketinin etkileri ile ilim anlayışlarının ge­çirdiği değişim sonucu, geleneksel düşüncenin hâkim olduğu dönem­lerdeki, her ilmin kendi bağlamında değerlendirmeye tâbi tutulması gerektiği anlayışı terk edildi. Bunun yerine gelişmeleri ve tarihî mira­sı bir açıdan değerlendirme ve çıkacak sonuçlara göre bir tasfiye süz­gecinden geçirme düşüncesi hâkim oldu. Son dönem Osmanlı aydın­larından birçoğu da bilinçli veya bilinçsiz bu anlayıştan etkilendi.

İzmirli İsmail Hakkı ve Şeyh Safvet arasında entelektüel seviyede cereyan eden ve Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati adıyla düşünce dünyasına arz ettiğimiz bu münakaşalar dizisi de, böyle bir zeminin üzerinde ortaya çıkıp gelişmiştir. Bu ortamda, Şeyh Safvet, içinde bulunduğu tasavvuf çevrelerinin birikimlerini benim­seyen ve bu kesimin önde gelen isimlerinden birisi olarak tasavvufa yönelik eleştirileri cevaplandırmaya çalışan bir konumdadır. İzmirli İsmail Hakkı ise. Doğu ve Bati'dakİ ilmî gelişmeleri takip eden, toplu­mun içinde bulunduğu sıkıntılı dönemi derinden hisseden ve buna bağlı olarak çözüm yolları arayan bir şahsiyet olarak tartışmalarda yer almaktadır.

İzmirli’nin de içinde bulunduğu dönemin müslüman aydınları/İslamcılar tarihî mirasın ve toplumdaki dinî uygulamaların ciddî bir tetkik/tasfiye süzgecinden geçirilmesi düşüncesindedir. İzmirli’nin Şeyh Safvet ile girdiği münâkaşa da bunun en temel unsurlarından birisi olan tasavvuf üzerine idi. Münakaşa görünüşle, her İki şahsın da memnuniyetle kabul edeceği hadis ilmi zemininde cereyan etti. Her iki âlim de hadis ilmi tenkit yöntemlerinin hakemliğine rıza göstere­ceğini ifade etmekle birlikle, Şeyh Safvet, öteden beri tasavvuf ve ha­dis ilimlerinin, rivayetleri değerlendirme ölçülerindeki farklılığı dola­yısıyla, İzmirli de genellemeci ve seçmeci yaklaşımı dolayısıyla, ger­çekte hadis ilminin hakemliğine tam olarak rıza göstermemiştir.

Değişim sürecini her alanda canlı biçimde yaşayan son dönem Os­manlı'da olduğu kadar Cumhuriyet döneminin ilk çeyreğindeki ilmî ve dinî gelişmelere de katkıları bulunan iki âlim arasında, özellikle baş­langıcı itibariyle, hayli seviyeli bir tarzda cereyan eden bu tartışma, ilmî derinliği itibariyle günümüz akademisyenlerine de örnek olaeak nitelikledir.

Son olarak, hadis ilminin hakemliğinde cereyan eden heyecanlı ve bir o kadar da seviyeli bir ilmî mübâhase ile sizleri yüz yüze bıra­kırken her iki müellifi de rahmetle anar, ayrıca eserin neşri öncesinde katkıda bulunan bütün hocalarıma ve dostlarıma şükranlarımı arz ederim.

Eserdeki güzellikler Yüce Allah'ın İhsanı, eksiklik ve yanlışlıklar ise bizim kusurumuzdur.

Dr. İbrahim Hatiboğlu

Çengelköy 3 Kasım 2000

Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati

 

I. MÜELLİFLER VE ESERE DAİR MÜLÂHAZALAR

 

A. İzmirli İsmail Hakkı Ve Şeyh Safvet

 

Ahlâk ve tasavvuf kitaplarındaki hadislerin sıhhati bağlamında görüşlerini incelediğimiz meşhur iki âlimden biri İzmirli İsmail Hakkı diğeri ise Şeyh Safvet'tir. Tanışmaya doğrudan katkısı bulunan Meşîhat Makâmı'na bağtı iki kurumun önemli birer üyesi olan İzmirli ve Şeyh Safvet, Osmanlı Devleti’nin son dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamış ve hayatlarının her iki safhasında dönemlerine damgalarını vurmuş kişilerdir. Bunlardan ilmî birikimi ve etkin anlatımı ile talebeleri ve tanıyanları nezdinde büyük bir itibar kaza­nan, bıraktığı çok sayıda eser ile bir neslin yetişmesine önemli kat­kılar sağlayan İzmirli,[1] çalışmalarını daha çok kelâm ve felsefe sahasında yoğunlaştırmakla birlikte, İslâmî ilimlerin her alanında eser vermiştir. Onun özellikle, İslâm düşüncesinin toplumsal prob­lemlere çözüm getiren bir hale gelebilmesi için Batı düşüncesinden de istifâde edilmesi gerektiği şeklindeki yaklaşımı ve yeni ilm-i kelâm alanında açtığı çığır İslâm düşüncesine ve kelâm ilmine büyük katkı sağlayacak önemi hâizdir.[2]

Ancak İzmirli İsmail Hakkı'nın üzerinde fazla durulmayan bir yönü, onun hadis ilimlerine vukufudur.[3] İzmirli dönemin önde gelen âlimlerinden Şâkir Efendi’nin Yavuz Selim Camii'ndeki hadis ders­lerine devam ederek hadis icazeti aldı. Kendisinin, hadis ile ilgili düşüncelerini ve birikimini yansıtan Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati adlı bu eser dışında, Dârü'l-Fünûn'da okut­tuğu ders notlarından meydana getirilerek litografya/taş baskı usûlü ile talebelerin istifadesi için çoğaltılan Târih-i Hadîs adlı[4] eseri ile Siyer-i Celile-i Nebeviyye de bulunmaktadır,[5] Bu son eser ilk bakışta siyer ve tarih alanında gibi görülebilirse de daha ziyâde mevzu hadislere, hadis ilimlerine ve özellikle rical ten­kidi ilmine dair çok önemli bilgiler içerir. Ayrıca İzmirli’nin Dârü'1-fünûn'da okuttuğu hadis metinlerinin bir kısmı da. Bin Bir Hadis adıyla istinsah edilip talebelere dağıtılmıştır. [6]

Çalışmamızda fikirlerine yer verilen diğer müellif ise ilmî, idarî ve içtimaî şahsiyeti ile dikkatleri üzerine çekmiş ve son dönem Osmanlı tasavvufi kurumlarında idari görevler üstlenmiş olan Şeyh Safvet Efendi'dir.[7] Şeyh Safvet aynı zamanda elli üç arkadaşı ile birlikte hilâfetin ilgâsı ve Osmanlı hanedanının Türkiye dışına çıkartılması için 3 Mart 1924'te TBMM'ne kanun teklifi vermiş ve teklifi veren kişi olarak mecliste önergeyi savunan bir konuşma da yapmıştır.[8]

Tartışma sırasında ortaya koyduğu birikiminden de görüleceği üzere, iyi bir medrese eğitimi alması dolayısıyla Şeyh Safvet de hadîs ilimlerindeki ilmî derinliğini düşüncelerine yansıtabilmiştir. Ne var ki bulunduğu İdarî görevleri ve meb'ûs olması dolayısıyla bildiğimiz kadarıyla hadis konusunda müstakil bir eser bırakmamıştır.

Gerek İzmirli gerekse Şeyh Safvet ile ilgili değerlendirmeler büyük ölçüde Osmanlı'nın son döneminde yazdıklarına ve yaptıklarına dayanmaktadır. Dolayısıyla burada son olarak, her iki âlimin de Cumhu­riyetin ilânı öncesi ve sonrasındaki düşünce çizgileri, fikri değişimleri üzerinde fazla araştırma yapılmamış olup bu konuda mukayeseli bir tetkike ihtiyaç bulunmaktadır.

 

B. Ahlâk Ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati

 

İslâm toplumunun, Batı karşısındaki ezilmişliğini yoğun biçimde hissettiği bir ortamda tasavvuf ve ahlâk kitaplarındaki hadislerin sıhhati etrafında alevlenen ve uzun süre gündemi işgal eden bu tartışma, dönemin temel yaklaşımlarının bir ürünüdür. Tartışmaları, büyük ölçüde dinî ve içtimaî alandaki ıslâhat hareketlerinin şekil­lendirdiği bu dönemde münâkaşalar temelde toplumda etkin iki kurum olan medrese-tekke etrafında şekillenmiştir. Bu süreçte, özel­likle Batıcı ve İslamcı aydınların öncülüğünde, geleneksel değerlere karşı bir arındırma düşüncesi şekillenmeye başlamış, böylece toplum­da fiilen etkin halde bulunan tekke/tasavvuf çevreleri ile karşı karşıya gelinmiştir. Şeyh Safvet ile İzmirli arasında cereyan eden münâkaşa da bu fikrî zemin üzerinde gelişmiştir. Tartışmaların ilk sıralarında yer alan tasavvuf alanındaki bu tenkitlere paralel olarak, İslâm toplumunu bid'atlerden, İslâmi literatürü mevzu rivayetlerden arındırma fikri de aynı tasfiye düşüncesinin bir sonucudur.

Münâkaşanın ortaya çıktığı dönemlerde benimsenen, İslâm toplu­munun mevcut hâli ile problemlere çözüm üretemeyeceği şeklindeki yaygın kabulün sonucu olarak, “mevcut” bütünü ile ciddi bir muha­sebeye tâbi tutulmuştur. Bu yaklaşıma göre İslâm toplumlarının mü­tevekkil, âtıl, bilim karşıtı geleneksel değerleri savunan bir kurumu olarak tasavvufun tasfiyesi en önemli meselelerden birisidir. Esasen bu tavır, sadece tasavvuf ile sınırlı kalmamış, tefsir, hadis, tarih gibi ilim dallarına ait literatürün de içinde bulunduğu bütün bir tarihî birikim aynı muameleyle yüz yüze gelmiştir.[9] Bu bakış açısına göre, toplumun içinde bulunduğu hâle düşmesine sebep olan elde mevcut bütün eser ve anlayışlar benzer bir tasfiye ameliyesinden geçiril­melidir. Ancak, bu tasfiyeci yaklaşıma rağmen, ıslâhat çabalarına delil teşkil eden birtakım zayıf rivayetler istidlal amacıyla kullanılabilmiştir. Yine delillerin tasfiyesi ve sağlamlarının bir araya getiril­mesi girişimleri zaman zaman sınır tanımaz bir hâle dönüşebilmiştir. Ayrıca günümüze kadar devam eden bu süreçte, tasavvufi tefsirlerin toplumda uydurmaların yaygınlaşmasında mühim bir rol oynadığı; rabıta, istimdat, vesile gibi kavramların İslâm inancının sınırlarını zorladığı; İslâmî ilimlerin diğer dalları gibi tasavvufun öğretilerinin de akla uygun olarak şekillenmediği tarzındaki tasavvufa yönelik eleştiriler söz konusudur ki bu yaklaşımların her birinin münâkaşanın seyrine büyük etkisi olmuştur.

Dönem hakkındaki bu değerlendirmelerin ardından esere dair hu­suslara geçebiliriz:

Muhtemelen Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye tarafından istinsah etti­rilen ve şimdiye kadar yayımlanmamış olan Ahlâk ve Tasavvuf Kitap­larındaki Hadislerin Sıhhati adlı bu eser, ahlâk ve tasavvuf kitap­larındaki hadisler üzerine, resmiyette iki kurumun esas itibariyle ise, İzmirli ile Şeyh Safvet’in arasında yazılı olarak cereyan eden tartış­maları ihtiva etmektedir.

Tartışmalar üzerine, Şeyh Safvet’in Tasavvufun Zaferleri yahut el-Burhân ve'd-Delîl 'alâ mâ Havâhü'ş-Şerh ve't-Tahlîl mine'l-ebâtîl adıyla, İzmirli İsmail Hakkı'nın Mustasvife Sözleri mi, Tasavvufun Zaferleri mi? Hakkın Zaferleri adıyla birer eseri yayımlanmıştır.[10] Bu sebeple yayıma hazırladığımız çalışma müstakil bir eser olarak fazla dikkat çekmemiştir. Halbuki İzmirli’nin kendisi tarafından hazırlanan Süleymânİye Kütüphanesi İzmirli İsmail Hakkı bölümü fihristinde de, İzmirli biyografilerinde de onun böyle bir eserine işaret edilmektedir. Yine yazma nüsha üzerindeki, eserin adını ve iki âlimin üyesi bulun­duğu kurumlara nisbetini gösteren kayıt da İzmirli’nin kendi el yazısıdır. Bu kayıtlar, Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Ehâdîs Hak­kında adlı müstakil bir eserin varlığını ortaya koymaktadır.

Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati adını taşıyan eserin tartışmaların ardından yayımlanan neşirler ile konu açısından ilgisi bulunmakla birlikte, ne İzmirli’nin metinleri ne de Şeyh Safvet’in cevapları yayımlanan kısımlarla benzerlik arz etmektedir. Muhteva tahlilinden ve hacimlerinden de anlaşılacağı üzere Ahlâk ve Tasavvuf' Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati adlı çalışma, başlangı­cından itibaren konu etrafında gelişen resmî yazışmaları ihtiva et­mektedir.[11] Neşredilen eserler ise cereyan eden bu tartışmaların son merhalesinde kişisel olarak birbirlerine yazdıkları cevaplardır. Ayrıca her iki eser gerek ihtiva ettiği fikirler gerekse üslup açısından önceki tartışmalardan hayli farklıdır.

Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati adlı bu ese­rin Süleymânîye Kütüphanesinde [12]yazma bir nüshası bulunmaktadır. Bazı çalışmalarda, eserin, İzmirli İsmail Hakkı bölümünde, muhtelif demirbaş numaralarında kayıtlı başka yazmalarına da işaret edilmesine rağmen[13] mevcut kayıtlara göre, ne bu demirbaş numaralarında ne de kütüphanenin İzmirli İs­mail Hakkı Bölümü'nde başka bir yazması tespit edilebilmiştir. Neşre esas aldığımız ve İzmirli’nin adına kayıtlı olan bu nüsha da muhte­melen Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye’nin resmî nüshası oiup, münâka­şanın kişisel zemine çekilmesinin ardından İzmirli'ye intikâl etmiştir.

Neşre esas aldığımız nüshanın, kütüphane kayıtlarında, müellif hattı olduğu kaydedilmekte ise de, nüsha, Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye bünyesindeki bir müstensih tarafından yazılmış ve İzmirli tarafından yeniden gözden geçirilerek bazı ilâvelerde bulunulmuş, bazı notlar eklenmiş ve zaman zaman müstensih hatalarına işaret edilmiş,[14] tebyîz edildikten sonra İzmirli tarafından mukabele edilmiştir. Eserin te'İif tarzından hareketle ortaya çıkabilecek bir soru da çalışmanın İzmirli'ye mi, Şeyh Safvet'e mi yoksa her ikisine mi nisbet edileceği meselesidir. Kütüphane kayıtlarında ve İzmirli'yle ilgili muhtelif biyografi ve yazılarda eser, İzmirli'ye ait bir çalışma olarak kaydedilmekle birlikte, Şeyh Safvet’in resmî nitelikli cevap talebelerini ve eleştirilerini içeren metinlerin de alıntılanmış olması dola­yısıyla, yazma nüshanın başında her iki müellifin çalıştığı kurumlar arasında cereyan eden münâkaşât-i Ümiyye kaydına yer verilmiştir. Biz de gerek bu kayıtları gerekse resmî kurumlar adına yazılmış kar­şılıklı metinleri esas alarak eseri sadece İzmirli'ye nisbet etmek yerine her iki müellife birlikte nisbet etmenin daha doğru olacağını dü­şündük.

Öte yandan Ahlâk ve Tasavi'uf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati adıyla yayımladığımız bu eserin önemi, sadece dönemin önde gelen iki âlimi arasında cereyan eden fikrî münâkaşanın bir kaydı olma­sından kaynaklanmamaktadır. Münâkaşanın tarafları, Meşihat Ma­kamı'na bağlı birer kurum olan Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye ve Tetkîk-i Mesâhif ve Mü'ellefât-ı Şer'iyye azaları ya da başkanları olarak müzakereleri sürdürmüşlerdir. Bu vesileyle yazılan cevapların tashi­hi, daha güçlü delillere yer verilmesi ve aşırılıklarının giderilmesi noktasında hey'etlerin her biri taraftan bulunduğu kişiye desteğini sürdürmüştür. Transkribe edilen metinlerde de görüleceği üzere, ken­di imzası ile yazdığı metinlerde bile İzmirli’nin zaman zaman bu kısım bazı rufekâ-i kiram tarafından ilâve olunmuştur” şeklindeki kayıtları bunların açık delilidir. En azından başlangıç itibariyle, aynı üst kuruma bağlı iki alt birim arasında gelişen bu münâkaşa bazı kimseleri rahatsız etmiş ve iki âlimi bir araya getirip bir noktada anlaşmaları noktasında harekete geçirmiş ise de girişimlerden, münâ­kaşanın sona erdirilmesi doğrultusunda bir netice alınmamış ve söz konusu dönem tespit edebildiğimiz kadarıyla Şeyh Safvet’in dört, İzmirli’nin de beş seri süren münâkaşalarına sahne olmuştur.[15] Dolayısıyla münâkaşa, aynı zamanda dönemin önde gelen ve iki kurumda yer alan ulemâsının fikirlerini de bir ölçüde yansıtmaktadır.

İzmirli ve Şeyh Safvet arasında cereyan eden karşılıklı açıklama ve cevap alış-verişinin ardından ilk defa hangisinin eserinin yayım­landığı meselesi de açıklığa kavuşturulması gereken bir husustur. Zira, aşağıda üzerinde durulacağı üzere, aynı matbaada yayımlanan eserlerin yayım yılı konusunda bazı kaynaklarda muğlak ya da tespi­timizin hilâfına fikirlere yer verilmiştir.

İzmirli İsmail Hakkı, tartışmalardan yedi-sekiz sene önce Siyer-i Celile-i Nebeviyye adıyla bir eser yayımlamıştı. [16]Burada ahlâk ve tasavvuf kitapları hak­kında benzer görüşler dile getirmesine rağmen hiçbir tepki almamış­ken, Ceride-i İlmiyye'de[17] Gazzâlî hakkında yazdığı uzunca bir makalenin bir yerinde düştüğü bir izah notu, ilk defa tartışmanın başlamasına vesile olmuş­tur.[18] Şeyh Safvet, reisi bulunduğu Tetkîk-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye Meclisi adına, dipnotta ifade edilen hususlarda açıklama istemiş [19]bu şekilde karşılıklı ilk adımlar atılmıştır.

İzmirli İsmail Hakkı resmî yollarla yapılan böyle bir talepten kısmen rahatsız olmakla birlikte, söz konusu notu yazan kişi olarak, üyesi bulunduğu Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye imzasıyla el-îzâh ve't-Tafsil adıyla açıklamalarını aynı resmî yollardan Şeyh Safvet'e ilet­miştir. Bu cevapta istediği açıklamaların bulunmadığını düşünen Şeyh Safvet de el-Cerh ve't-Ta'dît 'alâ'l-îzâh ve't-Tafsîl adıyla daha mufassal bir cevap yazarak yapılan izahları tenkit etmiş (15 Şaban 1338), böylece münâkaşada ikinci adımlar da atılmıştır.

Bu safhaya kadar münâkaşa fazla yaygınlaşmamış, iki âlimin üyesi oldukları hey'etler ve yakın çevresi arasında cereyan etmiştir. Ancak İzmirli’nin Şeyh Safvet'e yeni bir cevap yazma talebi, müza­kerelerin kurumlar arası boyutta ve dar çerçevede kalmasını zorlaştırmış ve ilgili kurumların izni ile, bu noktadan sonra her biri kendi adına münâkaşayı sürdürme karan almıştır. Bu gelişme ile durumun daha da büyüyeceğini anlayan bazı iyi niyetli arabulucuların meseleyi hakeme havale etme teşebbüslerinden de, Şeyh Safvet’in yüz yüze tartışmayı kabul etmemesi üzerine, bir sonuç çıkmamıştır. Bunun üzerine İzmirli eş-Şerk ve't-Tahlîl 'alâ'l-Cerh ve't-Ta'dil adıyla hayli mufassal ve müdellel bir cevap ve tenkit yazmıştır. Dârü'l-Hikmeü'l-İslâmİyye azalarının da muhtevasına ciddî katkılarda bulunduğu bu cevabın bir iki formasını Şeyh Şafvet'e gönderen İzmirli, Şeyh Saf-vet'den cevap olarak, yakında el-Burhân ve'd-Delil 'alâ mâ Havâhü'ş-Şerh ve't Tahlil mine'l-Ebâtü adlı eserinin[20] yayımlanacağına dair bir not almış, bunun üzerine es-Sârimü's-Selil alâ'l-Burhân ve'd-Delil adlı eserini hazırlamaya başlamıştır. Bu arada İzmirli, Şeyh Safvet’in eserinin yayımlanmasını beklerken bir yandan da daha sonra yayımlayacak olduğu Mustasvife Sözleri mi Tasavvufun Zaferleri mi: Hakkın Zaferleri adlı eserinin ilk iki formasını Mihrâb mecmuasında tefrika etmiştir.[21] İkinci tefrikadan önce Şeyh Safvet’in Tasavvufun Zaferleri: el-Burhân ve'd-Delîl 'alâ mâ havâhü'ş-Şerh ve't-Tahlü mine'l-ebâcü adlı eseri yayımlanınca[22], burada neşirdeki bazı hususlara cevaplar vermiş, ardından da Mustasvife Sözleri mi Tasavvufun Zaferleri mi: Hakkın Zaferleri adlı çalışmasını neşretmiştir. [23]

Bu neşirlerle birlikte münâkaşa son bulmamış, İzmirli “Hakîkî Ta­savvuf Mansûr, Mustasvife Tasavvufu Makhûrdur” adıyla,[24] Şeyh Safvet de “Tasavvuf Daima Muzafferdir” adıyla son birer makale daha kaleme almış, birbirleri hakkında en sert eleştirileri Mihrâb mecmua­sında yer alan bu kısa makalelerinde yapmışlardır.

Özetle münâkaşanın ilk adımı Ceride-i İlmiyye’nin dipnotundaki el-îzâh, ikinci adımı Meşihat Makâmı'na bağlı iki kurum arasında te'âtî edilen metinler (ki transkribe ettiğimiz asıl metin bu karşılıklı yazışmaları ihtiva etmektedir), üçüncü adımı münâkaşanın matbu kitaplar hâlinde yayımlandığı safha, dördüncü adımı ise neşirlere paralel olarak Mihrâb mecmuasında yayımlanan ve tartışmaya son noktayı koyan makalelerdir.

Burada, sözü edilen eserlerin baskı tarihleri ile ilgili muhtemel bir yanlış anlamayı da ortadan kaldırmak gerekir. İzmirli’nin neşredilen eseri Mustasvife Sözleri mi Tasavvufun Zaferleri mi: Hakkın Zaferleri’nin iç kapağında “Şehzâdebaşı 1341,” Şeyh Safvet’in Tasavvufun Zaferleri’nin iç kapağında “Şehzâdebaşı 1343” baskı yeri ve tarih­lerinin yer alması eserlerin yayım tarihi hususunda karışıklığa neden olmuştur.[25] Her ne kadar, hicrî ve rumî takvimlerin her ikisinin de kullanıldığı o dönemlerde, böyle bir problem yaşanmamış ise de, bu durum daha sonraları zihinlerde soru işaretlerinin doğmasına neden olmuştur. Her ikisinin de aynı matbaada tab'edilmiş olması dolayı­sıyla yanlış anlamaya imkân verse de, İzmirli’nin 1 Mart 1341 tari­hinde Mihrâb'ta yayımlanan makalesinde Şeyh Safvet’in eserlerinin yayımlanmış nüshasının sayfa numaralarını vererek, eleştiri ve değerlendirmelerde bulunması, onun önce yayımlandığını gösterir. Ayrıca münâkaşanın seyrini anlamayı kolaylaştıran aşağıdaki tablodan hareketle,[26] eser isimleri mukayeseli olarak tetkik edilirse çalış­maların yazılışı hususundaki öncelik ve sonralık açıkça ortaya çıka­caktır. Bu durumda yayımlanan eserler üzerindeki baskı tarihlerini ancak, birinin rûmî diğerinin hicrî tarihi kullandıklarını kabul ederek açıklamak mümkündür. Bu düşünceden hareketle, tabloda verilen diğer tarihlerle, yazdığ/ cevap ve tenkitlerde düştüğü tarih kayıtları incelenecek olursa, Şeyh Safvet’in büyük çoğunlukla hicrî tarihleri kullandığı görülür. İzmirli ise ya her iki takvimi birlikte ya da sürekli olarak rûmî tarihleri kullanmıştır. Eserlerin neşir tarihleri ister müellifler isterse yayıncının tercini ile yazılmış olsun, kanaatimizce böyle bir İzah meseleyi açıklamaya yeterlidir.

Münâkaşanın cevap-karşı cevap sırasına göre seyri şu şekildedir:

 

İzmirli İsmail Hakkı

Şeyh Safvet

1.

el-Izâh (dipnot metni. 15 Cemâziyelûla 1338 h.)

el-İstizâh (açıklama talebi, 23 Cemâziyelûlâ 1338 h.)

2.

el-İzâh ve't-Tafsil: (açıklama, 22 Mart 1336 r.)

el-Cerh ve't-Ta'dîl 'alâ'l-İzâh ve’t-Tafsil (açıklamanın tenkidi, 13 Şaban 1338 h.)

3.

eş-Şerh ve't-Tahiîl 'ale'l-Cerh ve't-Ta'dîl (tenkide cevap, 3 Nisan 1338 r.)

el-Burhân ve'd-Delil 'alâ mâ Havâhü's-Şerh ve't-Tahlil mine'l-ebâtîl (Tasavvufun Zaferleri, İstanbul 1343 h.)

4.

es-Sârimü's-selîl 'alâ'l-Mevsûmi bi'l-Burhân ve'd-delîl (Mustasvife Sözleri, İstanbul 1341r.)

“Tasavvuf Daima Muzafferdir” (Son birkaç mülahaza, i Şubat 1341 r.)

5.

“Hakîkî Tasavvuf Mansûr, Mustasvife Tasavvufu Makhûrdur” (Mülâhaza üzerine, 1 Mart 1341 r.)

 

 

C. Tartışma Metinlerinin Muhteva Özeti

 

İzmirli İsmail Hakkı, Cerîde-i İlmiyye'de tefrika ettiği “İslâm Âlim­leri ve Mütefekkirleri I: Hüccetü'l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed el-Gazzâlî” (sene 5, sayı 53, 15 Cemâziyelûlâ 1338, s. 1690) başlıklı ma­kalesinin dipnotundaki bir açıklamasında (el-Izâh ‘vr. 1’), ahlâk ve tasavvuf kitaplarında Hz. Peygamberin hadîsi olarak gösterilen sözlerin aslında onun sözleri değil, büyüklerin ve mutasavvıfların sözleri ol­duğunu ileri sürmüş ve Gazzâlî’nin bir eserinde zikrettiği “(İnsanlar uykudadır/gaflettedir; ancak ölünce uyanırlar) şeklindeki bir rivayeti örnek vermiştir.

Şeyh Safvet de bu açıklamaya katılmadığını ifade etmek üzere (el-İstızâh, ‘vr. 1’) yazdığı cevabında İzmirli’nin kaydettiği ahlâk ve ta­savvuf kitaplarındaki hadislere dair sözü edilen külli kaide şeklindeki hükme birkaç noktadan itiraz ederek açıklama istemiştir. Bu çerçe­vede, Meşhur hadis hafızlarından pek çoğunun sûfiyyenin ileri gelen­lerinden olduğu, onların eserlerindeki hadislerin de hadis olmadığını söylemenin yanlış olacağı, böyle kimselerin ne kasten ne cehlen Hz. Peygambere yalan İsnad etmelerinin söz konusu edilemeyeceği, veri­len örnekte görüldüğü üzere, bazı sözler sahâbî kavli gibi görünse de, bunların hükmen merfû olabileceğine işaret etmiştir.

Öte yandan tasavvuf kitaplarındaki hadislerden hareketle böyle bir hükme varılmışsa, tefsir ve siyer kitaplarında da böyle hadislerin bulunabileceği, ne var ki onlar için de benzer bir hükmün verilmesi­nin doğru olamayacağı savunulmuştur.

Yine burada Şeyh Safvet, tasavvuf kelimesi ile ifade edilen sûfiyye ve mutasavvife terimlerinin ayrılması gerektiğini, sûfiyyenin eserle­rindeki hadisler için böyle bir İthamın söz konusu edilemeyeceğini, mutasavvifenin eserlerinin de aynı şekilde böyle bir küllî kaide ile itham edilmesinin doğru olmayacağını savunmuştur. Şu halde ona göre tasavvuf kitaplarında zikredilip de hadîs-i Nebî olmayan riva­yetler ancak mutasavvifenin eserlerinin bir kısmı için geçerli olabilir.

Şeyh Safvet’in izah isteğinin ardından, İzmirli daha ayrıntılı yeni bir açıklama yazmış el-İzâh ve't-Tafsîl, ‘vr. 4’ ve bir sözün hadis olup olmadığının tespitinin ancak cerh ve ta'dîl İlmi ölçülerine göre yapı­labileceğini, ehâdîs-i sabiteyi ehâdîs-i mevzû'adan ancak hadis münekkidlerinin ayırabileceğini ifade etmiştir. Ona göre muhaddisler de tasavvuf kitaplarında pek çok uydurma rivayet olduğunu söylemiş­lerdir. Bu konuda onların görüşlerine müracaat edilmelidir.

Daha sonra İzmirli, mevzû'ât edebiyatından kaynaklarını sıralayıp bunlardan bir kısmında tasavvuf ehli aleyhinde söylenen sözlerden iktibaslarda bulunmuştur. Bu iktibaslarda gavs, abdal, nakîbler, kırk­lar, bazı mübarek gün ve geceler gibi konulara dair rivayetler, inutasavvife arasında meşhur bazı sözler ve tasavvuf ehlinin zühd, tasav­vuf ve tefsire dair eserleri aleyhindeki görüştere, ayrıca Gazzâiî, Ebû Nu'aym, Ebû Tâlib-i Mekkî, Sühreverdî, İbn Cehdam gibi önde gelen sûfîlerle ilgili eleştirilere yer vermiştir.

İzmirli'ye göre meşayih-i sûfiyyenin mevzu hadisleri bilerek kabul etmeleri söz konusu değildir. Ancak onlar müslümanlara hüsn-i zanda bulunmaları sebebiyle eserlerinde bu tür rivayetlere yer vermiş­lerdir. Bunun dışında onlar İlham, keşif ve rüya ile de birtakım ha­dislerin sahih olup olmadığını tespit ettiklerini ileri sürmüşler, onları sevenler de su sözleri hadis diye yaydıkları gibi, eserlerinde de bun­lara yer vermişlerdir. Hadis ehli ise hadislerin sıhhatini “keşf-i rical ile değir, hakd-i rical ile” tespii ederler. Ayrıca keşfen rivayetlerin sıh­hatini tespite çalışmak, Kitab ve Sünnet’in ihmâline sebep olur. İzmirli'ye göre, sûfiyyenin nakd-i ricali bilmemesi de bir kusur değil­dir, zira herkes her İlimde maharet sahibi olmak zorunda değildir. Bu bakımdan ona göre Gazzâlî’nin de bu konuda yanılması normaldir.

Bu cevapta İzmirli’nin açıklık getirdiği bir diğer nokta da tasavvuf kitaplarındaki hadislerin Peygamber sözü olmadığı şeklindeki mutlak ifadesidir. Ona göre elbette bu ifade, hadis kitaplarında zikredilmeyip de sadece tasavvuf kitaplarında yer alan rivayetler için geçerlidir. Bir rivayetin hadis olabilmesi için öncelikle temel hadis kitaplarında bu­lunması ve münekkidlerce de sıhhatinin tespiti gerekir. Bu çerçevede İzmirli’nin dikkat çektiği bir diğer husus hadis ehlinin amellerin fazi­letleri konusunda gösterdiği tesâhül yani gevşekliktir. Bu yaklaşım dolayısıyla siyer kitaplarında sahih ve sahih olmayan rivayetler yer almış, bu da tasavvuf kitaplarına yansımıştır.

Şeyh Safvet’in hükmen merfû hususunda dikkat çektiği inceliğe de bir başka ayrıntı hakkında açıklamada bulunarak cevap veren İzmirli, mevzû'ât edebiyatına has olarak kullanılan “mevkufun 'alâ fülânin” ifadesi ile “min kavli fülânin” ifadeleri arasındaki farka işa­ret etmiştir.

Sonuç olarak İzmirli bu risalede, bir rivayetin bir tasavvuf kitabın­da yer almakla hadîs-i Nebî olmayacağı, şahinliğin veya zayıflığın an­cak hadis münekkidlerince tespit edilebileceği, hadis ilmi açısından sözü edilen tasavvuf kitaplarının ölçü kabui edilemeyeceği, bu kitap­larda da sahîh hadis bulunmakla birlikte bunların hangisi olduğuna ancak Ehl-i hadîsin karar vereceği, sûfiyyenin bilerek hadîs uydurmamakla birlikte, hüsn-i zanları sebebiyle veya keşf, rüya, ilham gibi yollarla sıhhatini tespit ettiklerini söyledikleri uydurma rivayetleri hadis diye rivayet etmelerinin söz konusu olabileceği ancak bunların da hadis ehline göre makbul sayılmadığı gibi hususlara dikkat çek­miştir. Yine “İnsanlar gaflettedir” hadisinin Hz. Ali’nin kelâ­mından olduğu, Gazzâlî’nin çok büyük âlim olmasına rağmen hadiste mahir olmadığı, mevzu hadisleri ihtiva etmesi bakımından tefsir ve siyer kitapları ile ahlâk ve tasavvuf kitapları arasında bir fark bulun­madığı ve son olarak, ahlâk ve tasavvuf kitaplarının hadis ilmi açı­sından eleştirilmelerinin onların kıymetlerini azaltmayacağı gibi hu­suslara açıklık getirmiştir.

Bu iddiaları cevaplamak üzere kaleme aldığı el-Cerh ve't-Ta'dil 'alâ'l-îzâh ve't-Tafsîl “vr.7” adlı eserine, gönderilen açıklamalarda sözü edilen alıntıyı düzeltme isteğinin yerine getirilmediğine işaretle söze başlayan Şeyh Safvet, maksadını daha açık şekilde ortaya koy­mak için yazdığı bu cevapta öncelikle hadislerin sıhhatinin tespitinde, Ehl-i hadîsin sözüne güvenilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Esasen açıklama istemekten asıl maksadının ilk başta varılan “genel hük­mün” hangi kaynakçan alındığını öğrenmek olduğunu ancak İzmirli’nin bu hükmün kaynağını vermek yerine tek tek mutasavvıflar veya onların kitapları hakkındaki tenkitlere yer verdiğini, bu hükmün kay­nağını ise göstermediğini belirtmiş ve açık bir dille bu isteğini tekrar­lamıştır.

Ardından varılan bu genel hükmün yanlışlığından bahisle, gös­terilen bazı delillerin yanlış yorumlandığı, özellikle tasavvuf kitapla­rının bu yönünün öne çıkartıldığına işaret edilmiştir. Şeyh Safvet'e göre gerek eleştirilen şahıslar gerekse kitaplar hakkındaki bilgiler tek taraflı olarak ve ulemâ arasında ulaşılmış nihâî kararlar görülmek-sizin nakledilmiştir. Birçok kaynakta eleştirilen şahısların hadis İl­minde de mahir olduklarını beyân eden görüşler bulunduğu gibi, tasavvuf kitaplarındaki sahîh rivayetler de uydurmalarla kıyaslanma­yacak ölçüde çoktur. Dolayısıyla bu eserler böyle bir genel hükümle itham edilmeyi hak etmemektedir.

Abdal, evtâd hadisleri, mübarek gün ve gecelere ait rivayetler gibi, tasavvuf ehli arasında sıkça duyulan bazı konulara dair hadislerin mevzu olmasına gelince, bu konuda da ulemâ arasında farklı görüşler vardır. İzmirli bunlardan lehte olanlara da hiç işarette bulunmamıştır. Şeyh Safvet'e göre, bu hadislerin butlanı sabit olsa bile yine böyle bir “genel hüküm” vermek doğru değildir.

Münâkaşaya bu süreçten itibaren dahil olan bir diğer husus da, “mazınne” kelimesi etrafında cereyan etmiştir. İzmirli’nin uydurma hadislerin çokça bulunduğu kaynaklar anlamında kullandığı Dihlevî'ye ait “mazınnetü hâzihî'l-ehâdîs” ifadesini Şeyh Safvet. bu hadis­leri tespitte ölçü olacak-kaynaklar şekiinde anlamış ve bu terim mü­nâkaşa ile ilgili akılda kalan en dikkat çekici hususlardan olmaya devam etmiştir.

Şeyh Safvet, İzmirli’nin “hadislerin tasavvuf kitaplarında bulun­ması onun hadis olması için yeterfı değildir” sözüne “hadis olmaması için de yeterli değildir, “sahîh olması için yeterli değildir” ifadesine, “sahîh olmadığına da hükmoİunmaz” sözleri ile karşılık vermiştir. Yine sûfilerin keşf-i rical ile hadis rivayet ettikleri bilinmemekle birlikte Hz. Peygamberin ma'nevî rûhâniyetlerinden aldıklarını söyle­dikleri birtakım rivayetler var ise de tasavvuf kitaplarındaki hadis­lerin tamamının veya çoğunluğunun böyle olduğu söylenemez. Dola­yısıyla varılan genel hüküm bu açıdan da yanlıştır. Tasavvuf kitap­larında bulunan bazı mevzu hadisler, bu kitaplardaki rivayetlerin tamamının uydurma olmasını gerektirecekse aynı kaide bütün ilim dallarına ait eserler için de geçerli olmalıdır, ki böyle bir çıkarım yanlıştır.

Ayrıca Şeyh Safvet, sûfiyye ile mutasavvife kelimeleri arasında da fark olduğuna, hadis uyduranların belki bazı câhil mutasavvıflar ara­sından çıkabileceğine ve söz konusu hükmün de ancak bunlar için geçerli olabileceğine işaret etmektedir. Tartışmanın sonunda Şeyh Safvet de, hadisler hakkında hüküm verecek son merciin hadis imam­ları olduğuna dikkat çekip İzmirli'den, tekrar ulaştığı genel hükmün hadis ehlinin eserlerinden dayanağını sormuştur.

Münâkaşa bu noktadan sonra İzmirli’nin eş-Şerh ve't-Tahtîl 'alâ'l-Cerh ve't-Ta'dil ‘vr. 41’ adlı yazısı ile devam etmiş ve İzmirli bu açık­lamalarına Şeyh Safvet’in tasavvuf kitaplarında mevzu, hadisin varlığını, hadislerin sıhhatini tespitte hadis ehlinin sözlerinin hüccetliğini kabul ettiğini ve kendisinin de esas hedefinin zaten bu iki hususu ispatlamak olduğunu söyleyerek başlamıştır.

İzmirli'ye göre, Şeyh Safvet esas itibariyle bu iki hususu kabul etmekle birlikte, talî meselelere girerek birçok yerde hata ve karı­şıklıklara meydan vermiştir. İzmirli bunun ardından teker teker onun muhtelif meselelerde yanıldığını düşündüğü hususlara açıklık getir­miştir. Şeyh Safvet’in de belirttiği gibi, İzmirli iddialarını güçlendirecek tarzda, özellikle müteşeddid muhaddislerden bolca nakillerde bulunmaktadır.[27] Bu çerçevede Hakîm et-Tirmizî, Ebû Nu'aym, Ebû Tâlib el-Mekkî, Ebû 'Abdurrahmân es-Sülemî, İbn Cehdam, Haris el-Muhâsibî gibi mutasavvıflar, Ahmed b Hanbel’in Müsned'i gibi hadis kaynakları, İhyây-ı 'ulûmü'd-dîn, Hilyetü'l-evliyâ', 'Avârifu'l-ma'ârif gibi tasavvufi eserler, kussâs, vaizler ve iyi niyetli dindarların uydur­maları, “ (İnsanlar gaflet uykusundadır, ...) rivayeti ve abdal, fezâil hadisleri gibi konulara dair tenkîdî nitelikli hayli geniş alıntılarda bulunmaktadır.

Yine Şeyh Safvet’in sûfiyye ile mutasavvife arasında fark oldu­ğuna dair açıklamalarına binâ'en İzmirli de zühhâd, sûfiyye ve muta­savvife kavramları üzerinde durmuş ve bunlar arasında umûm husus ilişkisi olmakla birlikte her birinin diğeri yerine kullanılmasının mümkün olacağını savunmuş ve tasavvufi kaynaklardan örneklerle iddiasını güçlendirmeye çalışmıştır.

Tartışmalarda üzerine durulan bir diğer husus da tefsir ve te'vîl meselesi ve aralarındaki farktır. Şeyh Safvet’in Şevkânî'den yaptığı “Tefsîr-i sûfiyye tefsir değildir” şeklindeki alıntısı ile başlayan bu mü­nâkaşa da, İzmirli’nin geniş nakil ve açıklamaları ile farklı boyutlara ulaşmıştır ki Şeyh Safvet'e göre tartışmanın tefsir kitaplarını da içine alacak şekilde genişlemesi konu dışına çıkmaktır.

İzmirli'ye göre keşf-i rical ile hadislerin sıhhatinin isbâtı mümkün olmayacağı gibi, Şeyh Safvet’in ifade ettiği rûhâniyyet-i mukaddese-i Nebeviyye'den bizzat alarak da hadisin sıhhatinin tespiti imkânsızdır. Ayrıca böyle bir yola başvurmak Kitab ve Sünnet’in ihmâline yol açacaktır. Zira bunun İsbâtı mümkün değildir. Hatta bu sebeple zahir ve bâtın bütün ulemâ nezdinde ilhamın esbâb-ı ilimden sayılmadığı ifade edilmiştir. İzmirli burada tekrar, sözü edilen meşhur dipnottaki cümle ve kelimeleri teker teker tahlil etmiş ve her bir hususu mantık ve dil kuralları açısından inceleyip Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'eti’nin bunları anlayamadığını savunmuştur.

 

D. Tartışma Usulü Açısından Metinlerin Tahlili

 

İzmirli ilk olarak yazdığı dipnotta el-îzâh, ‘vr. 1’ hiçbir şahsî it­ham ve açıklamada bulunmamış, sadece tasavvuf kitaplarındaki ha­disler hakkında bir genel hüküm vermekle yetinmiştir. Şeyh Safvet de açıklama talebinde (el-İstızâh, ‘vr. 1’), açık olarak hiçbir şahsî it­hamda bulunmamakla birlikte ilmî açıdan yapılan genellemenin yanlışlıklarına dikkat çekmiş, bunun doğurabileceği muhtemel hataları sıralamakla yetinerek, gerekli düzeltmelerin yapılması, İstisnaların belirtilmesi ve genellemeden kaçınılması tavsiyesinde bulunmuştur. Ayrıca ona göre, Hz. Ali'den nakledilen örneğin, ortaya atılan iddiayı desteklemesi söz konusu değildir. Öte yandan yöntem olarak yazış­maların resmî yollardan ve kurum adına yapılması, ileri sürülen küllî kaide dolayısıyla duyulan rahatsızlığı ortaya koyması açısından dik­kat çekicidir.

Şeyh Safvet'e ait bu açıklamaların ardından münâkaşanın zemi­nini iyi tespit etmek amacıyla İzmirli öncelikle usûi birliği üzerinde durmuş (el-îzâh ve't-Tafsîl, ‘vr. 4’), ahlâk ve tasavvuf kitapları etra­fında, aralarında cereyan etmekte olan münâkaşanın cerh ve ta'dîl ilmi usulleri içerisinde, rical tenkidi esasına göre yapılması gerekti­ğine işaret etmiştir. Böylelikle, aynı zeminde aynı konu etrafında tartışılması durumunda ancak benzer sonuçlara ulaşmanın mümkün olacağına dikkat çekmiştir. Sözü edilen dipnottaki örneğe de itiraz edilmesi dolayısıyla burada İzmirli ulaştığı hükmün kaynağını ver­mek yerine, kendisinin o sonucu çıkarmasına neden olacak Örnekleri sıralamayı tercih etmiştir. Tartışmanın bütün seyri boyunca görüle­ceği üzere İzmirli, kendi dönemindeki benzeri aydınlar gibi, örnekler­den hareketle sonuca/genel hükme varmaya çalışmıştır.

Bu safhada henüz kırıcı, küçümseyici bir üslûp kullanmamış, düşüncelerini, muhatabı örneklerle susturmanın daha doğru olacağı kanaatiyle, ilmî bir üslûp ile yazmaya çalışmıştır. Ayrıca İzmirli eleş­tirdiği fikir, kişi ve eserler açısından da aynı titizlik ve hassasiyete özen gösteren bir tavır sergilemiştir. Hatta daha kolay anlaşılmayı sağlamak düşüncesiyle, varılan kanaatler bölüm sonunda maddeler hâlinde özetlenmiştir.

İzmirli’nin usûl birliği konusundaki değerlendirmelerine katılan Şeyh Safvet de (el-Cerh ve't-Ta'dil 'ale'l-îzâh ve't-Tafsil, ‘vr. 17’) onun, tartışmaların hadis ilmi ölçüleri etrafında yürütülmesi gerektiği şek­lindeki teklifini benimser. Ancak örneklerden hareketle genel hükme ulaşmanın yanlış olacağını söyleyip, İzmirli’nin teklif ettiği yaklaşımı yine kendisinin ihlâl ettiğini ileri sürmüştür. Ayrıca örnekten genel hükme ulaşmanın ve hükmün de kâide-i küllîyye şeklinde ifade edil­mesinin doğru olmayacağı kanaatini dile getirmiştir. Bundan başka o, örneklerin de iddiayı destekleyecek şekilde seçmeci ve titizlikten uzak bir tarzda verildiğini söyler.

Münâkaşanın önceki safhalarında olduğu gibi burada da popüler yaklaşımlardan uzak, ilmî bir yöntem izlenmiştir. Sözgelimi, Şeyh Safvet, kendisini savunmak amacıyla hadis usûlündeki ayrıntılı bazı konulara telmih ile işarette bulunarak geçmektedir. Böyle bir yöntem izlenmesinde, eleştiri ve cevapların hey'etler adına yapılmasının tesiri büyüktür. Bu safhada meselâ sık sık Arabça iktibaslar yapılmış ve bunların tercümesi veya açıklanması yoluna gidümeyip, buradan so­nuçlar çıkartılmıştır.

Şeyh Safvet, İzmirli’nin ileri sürdüğü delilleri geçersiz kılmaya çalışırken, mantıkî istidlallere de başvurmuş, kendi düşüncesini des­tekleyecek deliller sıralamak yerine ileri sürülen deliller üzerinde dur­mayı tercih etmiştir. Tasavvuf kitaplarındaki uydurmalarla ilgili genel kaideyi çürütürken de, ilgili bahiste görüleceği üzere, bu mantıkî açıklamaların tabii bir sonucu olarak, bu eserlerde yarıya varan oran­da mevzû'âtın olabileceğini kabul eden bir duruma gelmiştir (vr. 19).

Şeyh Safvet’in bu açıklamalarına eş-Şerh ve't-Tahlü 'alâ'l-Cerh ve't-Ta'dil ‘vr. 41’ adlı beyanâtı ile cevap veren İzmirli, münâkaşanın asıl sebebi olan iki noktada Şeyh Safvefin kendi düşüncelerini kabul ettiğini açıklamakla söze başlamış, ancak, talî konularda ise ken­disine haksız tenkitler yönelttiğini ileri sürmüştür.

Tartışmanın bu safhasında eleştiri üslûbu biraz daha sertleşmiş, açıkça kasıtlı çarpıtma (zühul) ve kusurları gizleme (tedlîs) ithamla­rından söz edilmeye başlanmıştır. Bu yaklaşımın tesiri ile, Şeyh Safvet’in son yazdığı risalesinde tetkik ve tahlilin olmadığı fakat hata ve karışıklığın yaygın olduğu ifade edilmiştir. Yine Şeyh Safvet siyak sibak İlişkisini kuramamakla, mantık ilminin kurallarını bilmemekle. Örnekleri anlayamamakla ve en temel kaynakları bile mütalaa etme­mekle itham edilmiştir. Bu safhada üslûbun sertleşmeye başlamasın­da kanaatimizce, cevapları şahıslar adına yazmaya başlamanın da etkisi olmuştur.

İzmirli öncelikle kendisine yöneltilen eleştirileri cevaplandırmaya çalışmış ardından, evvelki delilleri daha da arttırma yoluna gitmiştir. Ancak yine de ulaştığı genel hükme dayanak teşkil eden açık bir kaynak vermeyip, örneklerin kendisini bu kanaate ulaştırdığını belirt­miş, delilden genel hükme varma yaklaşımını sürdürmüştür. Yine bu safhada şahıslar, konular ve eserler hakkındaki eleştiriler belirgin ve keskin ifadelerle ortaya konulmuş, hatta tenkitler ahlâk ve tasavvuf ilminin sınırlarını aşacak tarzda genişlemiştir.

Açıklamalar sırasında istidlal amacıyla kullanılan örnekler doğru­dan ilgili konunun temel kaynakları arasından seçilmeye çalışılmış, özellikle müteşeddid ulemâ ile tasavvuf ehlinin aleyhte açıklamaları öne çıkarılmıştır. Seçilen ilgili rivayetlerin senedindeki uydurmacılık­la itham edilen hadis râvîleri üzerinde durulmaya ve sened açısından rivayetlerin zayıflığı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ancak burada dikkat çeken bir husus da, tartışmalar açısından önemli olmasına rağmen hadis usûlü kaynaklarına müracaat etmek yerine, mevzû'ât ve rical edebiyatına başvurulmasıdır.

Küçük bir dipnotla başlayan ve ikişer makalesi resmî yollarla alınıp-verilen karşılıklı makalelerin ardından her iki âlim de tartış­maya halâ son noktayı koymamış, neşredilen eserlerin ardından yaz­dıkları makalelerde de birbirlerinin tavırlarını kollamışlardır. Bu safhada İzmirli Mihrâb mecmuasında yayımladığı ve birkaç sayı devam eden tenkidinde kendi açısından tartışmanın seyrini özetleye­rek, üslubu oldukça sert bir cevap yazmıştır.

Burada İzlenen yöntem, tartışmanın o ana kadarki seyrine yakış­mayacak tarzda, ilmîlikten uzak ve avâmî bir nitelikte kaleme alın­mıştır. Bu çerçevede İzmirli Şeyh Safvet'i tasavvufi çevresini de kulla­narak tartışmayı halk arasında lehinde ve kendisini de tasavvuf düş­manı gibi göstermiş olmakla suçlamış, kendisinin de yirmi sene evvel Şâzeliyye tarikatından hilâfetnâme aldığına işaret etmiştir.[28] Burada kendi ilmî üslûbu hakkında da ayrıntılı bilgi veren İzmirli’nin bu yaklaşımı büyük ölçüde savunma niteliği taşımaktadır. Ayrıca cevap­larda ilmî delil ortaya koyma kaygısından çok ilmî anlamda yetersiz görmeye yönelik bir gayret dikkat çeker. Bu çerçevede Şeyh Safvet’in eksikliğine işaret ettiği, kaynak yetersizliği, Arabça açıklamalar, man­tıkî İstidlallerde bulunamama gibi hususlar üzerinde durmuştur.

Bu ithamlar karşısında Şeyh Safvet de benzer bir üslûpla son cevabına başlamış, tasavvufun ve buna bağlı olarak kendisinin geç­mişte olduğu gibi bundan sonra da galip olacağını savunmuştur. Şeyh Safvet, İzmirli’nin sert üslûbundan son derece rahatsız olduğu­nu, kendisinin böyle bir yola başvurmayacağını söyledikten sonra, aynı zamanda ilmî mesleğini açıklamakla İzmirli’nin kendisini övdü­ğünü, bu arada sürekli aynı şeyleri tekrar edip durduğunu, “ehâdîs” ile “ahdâs” kelimeleri arasındaki farkı ayıramayacak derecede Arabça bilgisinden yoksun olduğunu ayrıca kendisinin nezâketten çok uzak olduğunu ileri süren düşüncelere yer vermiş ve İzmirli'yi cevap ver­meye değer bulmadığı gerekçesiyle, bu makalenin son cevabı oldu­ğunu açıklamıştır.

İzmirli de cevap olarak Şeyh Safvet’in galibiyet iddiasına karşı çıkarak bunun kendi düşüncesi olduğunu söyledikten sonra tasavvuf, sufî, mutasavvife ve mustasvife kavramları arasındaki farka dikkat çekmiştir. Şeyh Safvet’in Sahîhayn hadislerinin sıhhatin zirvesinde olduğu konusunda ümmetin ittifak ettiği şeklindeki görüşünü de eleştiren İzmirli onu, Dârekutnî gibi hadis tenkidçilerinin görüşlerin­den haberdâr olmamakla suçlamış ve bunu hadis ilmindeki bilgisiz­liği ile açıklamıştır.[29]

 

E. Hadis İlmi Açısından Metinlerin Tahlili

 

Dönemin önde gelen iki âlimi arasında geçen bu tartışmada ilk açıklamalardan itibaren, daha çok felsefî ilimlerdeki ihtisasıyla öne çıkan İzmirli de, amelî ve fikrî tasavvuftaki ihtisasıyla dikkat çeken Şeyh Safvet de, aşağıda görüleceği üzere, hadis ilminin kaidelerini öne çıkaran ve tartışmayı o zeminde yürütmeye çalışan bir seyir ilemiştir.[30]

İlk olarak, İzmirli açıklayıcı nitelikli dipnotunda (el-îzâh, ‘vr.1’), doğrudan bir kâîde-i külliyye şeklinde hadislerin cerh ve ta'dîlinde, mutasavvife ile muhaddislerin farklı yöntemler izlediğini; mutasav­vıfların hadisleri değerlendirmede yeterli hassasiyeti göstermediğini ileri sürmüştür. Yine o, hadis ehlinin ahlâk ve tasavvuf kitaplarındaki hadisleri Peygamber sözü olarak değil, pek çoğunu büyüklerin ve mu­tasavvıfların sözü olarak görmektedir.

Şeyh Safvet (el-İstîzâh (vr. 1), İzmirli’nin bu iddialarının ardından ahlâk ve tasavvuf kitaplarındaki hadislere dair bu küllî kaidenin doğ­ru bir hüküm olmadığını, meşhur hadis hafızlarından pek çoğunun aynı zamanda sûfiyyenin ileri gelenlerinden olduğunu, onların eserle­rindeki hadislere de “hadis değil” denilmesinin yanlış olacağını savunmuştur. Şeyh Safvet’in burada işaret ettiği bir hadis usûlü pren­sibi de ehlinin hadisleri senedsiz olarak zikretmesinin muhaddislerce de caiz görüldüğü şeklindeki kaidedir. Bu kaide dolayısıyla birçok muhaddis sadece metinleri veya ilk râvîleri vererek hadisleri eserle­rine aldığı gibi, ehlinin bilmesine güvenerek zayıf râvîlerden aldığı rivayetleri de râvîleri zikretmek suretiyle eserlerine alabilmişlerdir. Rivayet ve râvîlerin tanındığı bir ilmî çevrede bu yaygın biçimde tatbik edilen bir uygulama olmuştur.

Şeyh Safvet'e göre, tasavvuf ve hadîs ilminde zirveye ulaşmış bu kimselerin ne kasten ne cehlen Hz. Peygambere yalan nisbet etmeleri­nin söz konusu edilemeyeceği açıktır, Kaldı ki tasavvuf ehlinin kitap­larında bazı sahâbîlerce rivayet edilen ve kendilerinin bilmesi müm­kün olmayan gaybî ve uhrevî konulara dair bazı sözler, sahâbî kavli gibi görünse de, hükmen merfûdurlar. Yine her ilim dalma ait eserler­de senedsiz ya da mevkuf hadislere yer verilmiştir, bunlardan hare­ketle o ilim dalının bütün kitaplarının böyle bir ithama maruz bırakılması doğru olmadığı gibi, tasavvuf kitapları için böyle bir hüküm ver­mek doğru da değildir.

Şeyh Safvet’in ısrarlı talebine rağmen İzmirli sözü edilen genelle­menin (tikelden tümele varışın) kaynağını söylemek yerine (el-îzâh ve't-Tafsîl, ‘vr. 3’), muhaddislere göre hadislerin sıhhatinin rical tenki­di ile sabit olduğu gerçeğine işaret ederek cevabına başlamıştır. Bura­dan hareketle hadis ehli nazarında muteber kabul ediidiğini söylediği, büyük ölçüde mevzu hadisleri ihtiva eden on altı kaynağın adını vermiştir. Daha sonra sözü edilen eserlerde Gazzâlî’nin eserinde mev­zu rivayetlerin bulunduğuna dair fikirlere yer vermiştir. İzmirli bu alıntılarda hadislerin sıhhatini tespitte kendisi araştırma yapmak yerine geçmişteki değerlendirmeleri almakla yetinmiştir.

İzmirli’nin fikirlerini bina ettiği önemli şahsiyetlerden birisi Şah Veliyyullâh Dihlevî olup, hadis kitaplarının dereceleri konusunda onun kanaatini zikretmiş, büyük ölçüde dördüncü tabaka eserlerin­den olan tasavvuf kitaplarında sahabe, tabiîn, hukemâ ve vaiz söz­lerinin, Hz. Peygamberin sözleri İle karıştığına dikkat çekmiştir.

Tasavvuf kitaplarındaki hadisler ya isnadı ile ya da isnadsız ola­rak geçmekte olup İzmirli'ye göre temel hadis kaynaklarında bulun­madığı sürece itimat edilemez. İsnad ile kaydedilen hadislerin sıhha­tine ise ‘şayet temel hadis kaynaklarında yok ise’ rical tenkidçilerinin hadisin ricali hakkındaki kanaatlerine göre hüküm verilir.[31] Ricalin herhangi biri hakkında ta'n vâki” olmuşsa itimat edilmez. Görüldüğü üzere İzmirli tamamen nakd-i ricâli değerlendirmede ölçü almak gerektiğini ileri sürmektedir. Ancak kendisi bunu uygularken seçmeci bir tavır sergiler.

İzmirli'ye göre mutasavvıflar hadis ricalinin tenkit ölçülerine uy­madıkları gibi, müşâhede-i ru'yet-i Nebî, keşf veya ilham vasıtasıyla ya da rüya yoluyla hadisin sıhhatini tespit ettiklerini ileri sürmüş­lerdir. Dolayısıyla sadece onların bir hadisi eserlerine almalarına dayanarak o hadisin sahihliğini savunmak doğru olmaz. Ayrıca İzmirli'ye göre muhaddisler ahkâma konularında gösterdikleri titizliği fezâil hadislerinde göstermemiştir.

Sahabe kavli ile merfû hadis arasındaki bağlantı konusundaki eleştirilen ise, ilgili bahiste açıklayacağımız üzere, sahabe keîâmı ile mevkuf rivayet arasındaki ince ayırıma[32] dikkat çekerek cevap ver­meye çalışmış ve Hz. Ali'ye nisbet edilen sözün onun kelâmı olduğu görüşünü savunmuştur.

Şeyh Safvet cevabının el-Cerh ve't-Ta'dîl 'alâ'l-İzâh ve't-Tafsîl (vr. 17) adıyla kaleme aldığı safhasında ise, İzmirli’nin tasavvuf kitapları hakkındaki rivayetlerin “belki pek çoğu kibar, mutasavvife sözüdür” ifadesini kullanacak boyutta olmadığını ileri sürerek cevabına başlar ve verilen delillerin de bunu ispatlamaktan uzaklığın: savunur. Daha sonra da özellikle ihya hadisleri üzerine yapılan değerlendirmelerin bu iddiayı te'yid etmediğini söyler. Aynı şekilde tenkit yöneltilen ha­disler hakkında da bunların bazıları zayıf olsa da diğer tarîklerden bunların şâhidlerinin bulunduğunu beyan eder. Böylece İzmirli'yi rivayetler konusunda da yeterince araştırma yapmadan bulduğu her değerlendirmeyi almakla itham eder.

Şeyh Safvet cevabında, İzmirli’nin tasavvuf ehlinin hadisleri nakd-i rical ile almak yerine rûhâniyyet-i Nebevi, ilham, keşf ve rüya yo­luyla aldıklarına dair iddiasına karşı çıkar ve rûhâniyyet-i Nebevî'den aldıkları görüşü dışındaki iddiaların doğru olmadığını ileri sürer.

Ne var ki Şeyh Safvet, İzmirli’nin hadise dair kaynaklarını tahlil ederek cevap vermek yerine yazılanlardan hareketle cevaplar verme yolunu tercih etmiştir. Ona ait metinlerin transkripsiyonu sırasındaki dipnotların İzmirii'ye nisbetle azlığı bu durumu açıkça ortaya koy­maktadır. Bunda aldığı kötü medrese eğitiminin kendisine sağladığı eksik bilgi birikimi yanında kaynaklara ulaşma konusunda muhatabı kadar imkâna sahip olmamasının etkisi olduğu açıktır. Şeyh Safvet’in kaynaklara sıkça başvurma konusundaki eksikliği karşısında İzmirli’nin çokça kaynağa başvurmasını ise, ileride görüleceği üzere, kıs­men fikrine delil toplama gayreti içerisinde olması ile açıklamak mümkündür.

Sonuç olarak Şeyh Safvet'e göre, tasavvuf kitaplarında geçmesiyle hadislerin Hz. Peygamber’in sözü olduğuna hükmedilemeyeceği tezi ne kadar doğru ise bunun tam tersi de o nisbette doğrudur ve tetkike göre sonuca ulaşılmalıdır. Bundan dolayıdır ki muhaddisierden hiç kimse böyle bir genel hüküm koyma yoluna gitmemişlerdir. Kaldı ki tasavvuf kitaplarında mevzu rivayetler bulunsa da bunlar hiçbir zaman ekseriyet konumuna gelemez.

Şeyh Safvet’in tasavvuf kitaplarındaki mevzu hadislerin hiçbir zaman ekseriyeti teşkil etmeyeceği şeklindeki sözlerinden hareketle İzmirli, bir sonraki yazısına, onların tasavvuf kitaplarında mevzu rivayetler bulunduğunu kabul ettiklerini açıklamakla başlamıştır (eş-Şerh ve't-Tahlil 'alâ'l-Cerh ve't-Ta'dil, ‘vr. 41’). Tasavvufa yönelik eleş­tirilerin temelinde müteşeddid râvîlerden yapılan nakillerin etkili ol­duğu iddiasına da aynı yaklaşımla cevap verip, bu kitaplardaki uy­durmanın varlığını kabul ettikten sonra, görüşüne başvurulanların müteşeddid olup olmamalarının sonucu etkilemeyeceğini söylemiştir.

İzmirli’nin Gazzâlî münasebetiyle üzerinde durduğu bir husus da rivayet ilimleriyle ve hadis ile meşgul olmayan kimselerin bu konuda görüş beyan etmelerinin yanlış olacağı hususudur. Kendisi de bu gruba dahil olduğu için nakillerinde gerekli titizliği göstermeye çalış­mıştır. Kendisinin ilmî üslûbunu açıklarken ifade ettiği “nakillerde asla tahrifte bulunmam. Yanlış anlayabilirim, hîn-i istinsahta yanlış da naklolunabilir. Fakat bile bile kalemimden tahrif sâdır olmaz” şek­lindeki cümlelerinden de anlaşılacağı üzere nakillerinde son derece ciddî davranmıştır. Ancak tahkik sırasında zaman zaman dipnotlarda İşaret ettiğimiz üzere, hadis ilmine vukûfiyetinin fazla derin olma­ması ya da hadis iimindeki bazı uygulamaların arka plânını dikkate almaması sebebiyle değerlendirmelerinde hataya düştüğü yerler ol­muştur. Sözgelimi, “erbabına ma'tûm olduğu üzere râvîsi zayıf olma­dıkça hadis münker olmaz” ifadesi hadis usulcülerinin yaptığı tanım­lardan birine işaret etmektedir, oysa yapılan daha başka tanımlar da vardır.

İzmirli’nin özellikle eleştirilerinin bu merhalesinde rical kitap­larından çokça istifade ettiği göze çarpmaktadır. Şeyh Safvet çok ısrar etmesine rağmen usûl-i hadîs kitaplarına dayalı deliller serdetmekten çok bu kaynaklara ve cerh ve ta'dil lafızlarına atıfta bulunmuştur. Hadis usûlü müelliflerinin rical ilmine veya fetâvâlarına sıkça başvurmasına rağmen ulûmü'l-hadîse dair eserlerine müracaat etmemesi muhtemelen ulaştığı genel hüküm şeklindeki sonuca buralardan delil bulamaması dolayısıyladır. Bu sebeple İzmirli usûl kitaplarından bir dayanak göstermek yerine örneklerin kendisini böyle bir küllî hükme götürdüğünü söylemekle yetinmiştir.

Ayrıca bu kısımda İzmirli’nin hadis ilmine vukûfiyeti açısından dikkat çeken bir diğer husus da Ebû Nu'aym ve Hilye'si hakkında yaptığı çok sayıdaki iktibas ile ilgilidir. Bu alıntılarda İzmirli Hilye'de adı geçen ve haklarında tenkid içeren sözler söylenmiş râvîlere işaret etmektedir. Oysa Ebû Nu'aym eserindeki rivayetleri senedli vermiştir. Bunun anlamı, dönemindeki pek çok âlim gibi, râvîlerin durumu hakkında derin bilgi sahibi olan diğer ilim ehli kişilere rivayetle ilgili hükmü kendilerinin vermeleri için malzeme sunmak istemesidir. İkin­ci olarak Ebû Nu'aym. senedli olarak kaydettiği bu rivayetlerin ardın­dan çoğu kere seneddeki râvîler hakkında ya sözü edilen rivayetin hemen altında ya da uydurmacı râvîlere dâir eserinde yapılan tenkitleri dile getirmiştir. Bunun da anlamı, yapılan tenkitleri zikret­mek şartı ile zayıf veya mevzu rivayetleri eserine almayı uygun görmüştür, demektir. Ayrıca, eserin ileriki bölümlerinde dipnotlarda zaman zaman işaret ettiğimiz üzere, şayet bazı tenkit edilen râvîler hakkındaki değerlendirmelere Hilye'de yer vermemişse bile Kitâbü'd-Du'afâ'sında bunlara işaret etmiştir. Oysa, rivayetlerin senedli olarak zikredilme gerekçelerinin açıkça bilinmek ve kaydedilmek şartıyla zikredildiği dönemlere dair bu tür uygulamalara işaret edilerek bu tenkitlerin yapılması daha ilmî ve titiz bir davranıştır.

İzmirli burada tenkidini biraz daha genişletip, hadis İmamlarının da gevşeklik göstererek kitaplarında mevzu hadislere yer verdiklerini belirtmiş ve bu durumda tasavvuf kitaplarında mevzu hadis bulun­masının gayet tabii ve normal olduğunu savunmuştur.[33] Bu çerçevede tenkit edilen râvînin Buhârî ve Müslim’in eserlerinde bile bulun­duğuna işaret eden İzmirli, hadislerin âyetler gibi sübût bakımından kat'î olmadığından söz etmiştir. Ona göre sahih hadislerin en çok bulunduğu Buhârî ve Müslim'de, kasen rivayetlerin en çok bulunduğu Tirmizî ve Ebû Dâvud'ta bidatçilerin ve kendilerine eleştiri yöneltilen kimselerin rivayeti, tenkit edilmiş (mat'ûn), delil almaya elverişli olmayan hadîsleri vardır. Bu çerçevede Sahihayn'de şâzz ve illetleri dolayısıyla  eleştirilen  hadislerin  sayısı  210'dur.  Bunların  seksen kadarı Buhârî'de, otuz ikisi her ikisinde, geriye kalanı Müslim'dedir. MüsljIn ricalinden zayıf olduğu açıklanan râvî yüz akmışı aşmak­ladır, sahîhayn'da Kaderi, Haricî. Naci, Şî'î gibi birçok bid'at ehli kimse vardır. İzmirli bu açıklamalara yer vermekle birlikte bu tür âîl Ve hadis uydurmacılığı ile ilişkileri üzerinde hiç durmamıştır,  bunların bir kısmı yalan uydurmayı küfür saydığı, bir  Şiiliğinin sadece Hz. Ali'yi sevmek anlamında olduğu, bir kısım uydurmaya karşı olduğu ve mezhebinin propagandasını yapmadığı, yine senedi munkatı bazı rivayetlerin ilgili eserlerin başka yerlerinde muttasıl  senedle  rivayet edildiği gibi  açıklamaları  söz konusudur.

Sonuçta, genel bir prensip olarak her iki âlim de Ehl-i hadisin tenkit yöntemlerini benimsediğini belirtmekle birlikte, delilleri kendi­lerini destekler tarzda sunmuşlardır. Ne var ki Şeyh Safvet açıklama ve eleştirilerinde geleneksel anlamdaki hadis ilmine dair birikiminden hareketle külli bir şekilde meselelere yaklaşırken, İzmirli muhtelif kaynaklardan topladığı delillerden hareketle küllî bir hükme varmıştır. Şu halde Şeyh Safvet’in külliden cüz'îye, İzmirli’nin cüz'îden külliye varan bir yöntem izlediğini söylemek mümkündür. Ancak, eleştirilen bazı rivayetlerde muhteva açısından tenkide konu olabilecek hususlar bulunmasına rağmen, her iki âlim de aklî istidlallerle değil klâsik hadis tenkidi yöntemleriyle râvî veya rivayet tenkidi usûlunü benimsemiştir. Bu çerçevede özellikle İzmirli, râvîler hak­andaki değerlendirmeleri, rivayetlerin birbirine nisbetle değerleri, ricâl âlimlerin rivayetler hakkındaki kanaatleri, hadis kitaplarının tabakaları gibi konulardan hareketle hükme varmaya çalışmıştır.

 

F. Neşir Usûlü Hakkında Notlar

 

Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati adıyla ya­baladığımız bu eserin hazırlanmasında Süleymâniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Bölümü'nde (db. 537) yer alan ve müellif tarafından mukâbele edilmiş nüsha esas alınmıştır.

İlk defa yayımlanacak olması dolayısıyla eser, aslına sâdık kalınarak ve olabildiğince titiz bir tarzda transkribe edilmek suretiyle neşre hazırlanmıştır, özellikle tarihî bilgi ve yaklaşımlar ihtiva eden bu tür eserlerin daha ilk baştan sadeleştirilerek yeni harflere aktarılması, müellifin ifade ve fikirlerine müdahale ile neticelenip, mukâyese etmeyi de imkânsızlaştıracağmdan biz böyle bir yola başvur­madık.

Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati adlı bu eser ve muhtevasında tartışılan konulara dair temel yaklaşım kendisini her iki müellifin fikrini yakın hissedenlerce de büyük ölçüde benim­senmiştir. Temelde tekke-medrese tartışmaları ve İslâm dünyasının modernleşmesi sürecine ışık tutan benzeri tartışmaların, yorum ihtiva etmeden özgün hâli ile gün yüzüne çıkartılması mütehassıs okuyucu­lara sağlayacağı bilgiler ve sunatağı materyaller dolayısıyla da fay­dadan halî değildir.

Neşr sırasında, yazma nüshanın varak numaralarına içerisinde yer verilmiştir. Yine metnin aslında ya da dipnotlarda geçen âyet ve hadislerin tahrîci yapılmış, konu ile ilgüi yönü­nün, dikkatlere sunulmasına özen gösterilmiştir. Hadislerin tahrîci (kaynaklarının tespiti) yapılırken zaman zaman alışılmışın dışına çıkılmış; kullanımı gittikçe yaygınlaşan CD'ler esas alınmıştır. Bu ter­cihimizin en önemli sebebi, eserin aslındaki birçok hadisin ve cerh ve ta'dîle dair iktibasların büyük çoğunluğuna ancak buralarda ulaşabil-memizdir. Kaldı ki muhtelif bölgelerdeki okuyucuların bu eserlerin büyük kısmına ulaşması daha da zordur. Ayrıca hızla gelişen bilgisa­yar imkânları sayesinde CD'den yapılacak tahric çalışmaları Concordanec'a dayalı tahrîc çalışmalarından daha hızlı, kapsamlı ve yaygın olarak sonuçlanabilmektedir. Bütün bunlara rağmen CD imkânlarına sahip olmayan okuyucular dikkate alınarak, eserin sonunda tahrîce esas olan çalışmalar ve bibliyografik künyeleri de verilmiştir.

Kaynakların tespiti sırasında, eserde geçen iktibasların hangi kay­naklarda yer aldığı, sözü edilen kaynaklarda bulunup bulunmadığı, nakil sırasında metne sâdık kalınıp kalınmadığı, naklin bağlama uy­gun biçimde yapılıp yapılmadığı gibi hususların cevabı verilmeye Çalışılmıştır. Şayet iktibas edilen metnin bütününden, daha farklı bir sonucun çıkması muhtemel ise, o kısımlar da dipnotta kaydedilmiştir. Ayrıca dipnotlarda muhtelif konulara dair tartışmanın sonraki merha­lelerini yansıtan Şeyh Safvet’in Tasavvufun Zaferleri ve İzmirli’nin Mustasvife Sözleri adlı eserlerindeki sayfa numaralarına da yer veril­miştir. Bu sayede tartışmanın seyrini takip etmek isteyen okuyucu­larımıza konulara ulaşma kolaylığı da sağlanmıştır.

Yine metne sâdık kalmanın bir gereği olarak, İzmirli’nin metni, tashihleri ve düştüğü notlar muhafaza edilmiş, sonunda köşeli parantez içerisinde ‘mlf.’ kaydı ile belirtilmek suretiyle dipnotlarda bunlara işaret edilmiştir. Müellife ait olan ve sonradan gerekli görü­lerek dipnotlarda verilen Arabça metinler de aslı ile yazılmış ancak, daha geniş kitlelerce de istifadeyi mümkün kılmak için bunların ter­cümeleri de parantez içinde verilmeye çalışılmıştır. Neşir sırasında müellifin tertibi korunmuş, ancak tartışmaların devamı niteliğindeki birkaç yazıya da eserin sonunda “Tartışmaların Daha Sonraki Seyri” başlığı altında yer verilmiştir. Bu kısım, yazma nüshada yer alma­makta ise de, tartışma sürecinin sonuna kadar takip edilmesini ko­laylaştırmak düşüncesiyle tarafımızdan eklenmiştir. Ayrıca hazır­ladığımız eserin sonuna, kendisinin tasavvufla ilgisini ortaya koyan otantik bir belge niteliğinde olması sebebiyle İzmirli İsmail Hakkı'nın Şâzelîyye tarikatından aldığı hilâfetnâme icazeti de ek olarak ve­rilmiştir.

Ahlâk ve Tasavvuf' Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati, özellikle başlangıç itibariyle ilim ehli kişilerin anlayacağı bir seviyede ve ilmî üslûpta yazılmıştır. Bu sebeple eseri yayına hazırlarken, başlangıçta bir tereddüt vâkî olmuşsa da, tahkik sırasında müellifin üslûbunun devam etmesinin daha doğru olacağı mülahazasıyla, gerekli görüîen yerlerde açıklayıcı iktibaslar sürdürülmüştür. Yine zaman zaman atıfça bulunulan kurumlar hakkında da açıklayıcı bilgilere yer veril­miştir.

Kitabın sonuna bir fihrist eklenerek içerisindeki hadislerin hangi sayfalarda geçtiğine işaret edilmiş ancak burada eserin neşrindeki sayfa numarası yerine, çalışmada ‘vr’ şeklinde gösterdiğimiz, yazma nüshadaki varak numarası verilmiştir. Yine hadislerin tahrîci yapılır­ken, farklı yaklaşımlar sergileyen âlimler varsa onlara da işaret edil­miş, bir iki kelime ile atıfta bulunulan rivayetlerin devamı zikredilmiş ve bunların çevirilerine yer verilmiş, yanlış anlaşılacak hususlar izah edilmiştir. Yazıldığı dönem dikkate alındığında eserde hayli sade bir dil kullanmakla birlikte günümüz okuyucularının anlaması bakı­mından Osmanlıca kelimeleri kısaca karşılıklarının verildiği bir “eser için sözlük” hazırlanmmıştır. Bu sözlükte hadis ıstılahlarına dair açıklamalara genelde yer verilmemiştir. Zira bunun hakkı ile yapıl­ması durumunda eserin hacminin genişlemesi söz konusu olacaktır. Dolayısıyla eser mütalaa edilirken, bilgi için özellikle Abdullah Aydınlı'nın Hadis Istılahları Sözlüğü[34], Talat Koçyiğit’in Hadis Istılahları[35], Müctebâ Uğur'un Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü[36] gibi konuyla ilgili çalışmalara müracaat edilmesi gerekli/yeterli olacaktır.

Çalışmada çok sayıda eser, şahıs ve kavramdan söz edilmesi dola­yısıyla, bunlara ulaşma kolaylığı sağlayacak tarzda geniş bir indeks hazırlanmıştır. Ayrıca/ İzmirli’nin hatırasına sâdık kalma düşün­cesiyle, eserin asıl metni için yeni bir fihrist hazırlamak yerine onun hazırladığı ayrıntılı fihrist esas alınmış, sadece neşir dolayısıyla bi­zim yaptığımız ilaveler fihriste eklenmiştir.

Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati adıyla yayımlanan bu eser dolayısıyla İzmirli İsmail Hakkı ve Şeyh Safvet Efendi'yi Rahmetle anar, farkına varmadan düşülen hatalar varsa onların ve kıymetli ilim ehlinin engin müsamahalarına sığınırım.

 

II. AHLAK VE TASAVVUF KİTAPLARINDAKİ HADİSLERİN SIHHATİNE DAİR KARŞILIKLI

YAZILAR

 

A. El-Îzah

 

İzmirli İsmail Hakkı, ‘vr. 1’

Şurası unutulmasın ki ahlâk ve tasavvuf kitaplarında ehâdîs-i Nebî olarak gösterilen akvâl muhaddisîn’indinde hadîs-i Nebî değil­dir. Belki pek çoğu kibar, mutasavvife sözleridir. Nitekim bundan ev­vel Gazzâli’nin hadîs-i Nebî olmak üzere zikrettiği[37] “….”[38] ‘insanlar gaflet uykusundadır, ancak öldüklerinde uyanırlar’ kavli de hadîs-i Nebî değil, belki Hazret-i Ali kerem Allâhü vechehûnun kavlidir.

İzmirli İsmail Hakkı Ceride-i 'İlmiyye[39]

Bâb-ı Fetva Meclis-i Tetkîk-i Mesâhif ve Müellefât-i Şer'iyye Aded 36.

 

B. El-İstizah

 

Şeyh Safvet, ‘vr. 1’

Cerîde-i 'İlmiyye’nin 15 Cemâziyel'ûlâ 38 târihiyle müverrah ve 53 adediyle murakkam nüshasının 1690. sahîfesinde Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye’nin,[40] “İslâm Âlimleri ve Müverrihleri” unvanlı makalesinin zeylinde felâsife ve mutasavvifenin te'yîd-i müdde'â hususunda ehâdîs ve âsâr-i za'îfeyi îrâd ettiklerinden bahsedilmiş ve bu münâsebetle “şurası unutulmasın ki tasavvuf ve ahlâk kitaplarında ehâdîs-i Nebî olarak gösterilen akvâl muhaddisîn ‘indinde hadîs-i Nebî değildir, belki pek çoğu kibar, mutasavvife sözleridir” denilmiş olmakla bir kâ'ide-i külliyye yahut ekseriyye şeklinde îrâd edilen hükm-i mezkûr meclis-i dâ'iyânemizce”[41] muhtâc-ı istizah görülmüştür, ‘vr. 2’ Ma'lûm-u sâmi'-i meşîhatpenâhîleri olduğu üzere, huffâz-ı hadîsten ve rivayet ve dirayet i'tibâriyle ehâdîs-i şerîfeye ait 'ulûm-u dîniyyede ma'rifet-i kâmile erbabından ve zabt u 'adalet ashabından pek çok e'âzim-i sûfiyye vardır ki bu zevât-ı kiramın tasavvuf ve ahlâka dair te'lîf buyurmuş oldukları eserlerindeki ehâdîs-i şerîfeye, ehâdîs-i Nebî değildir diye hükmetmek doğru olamaz.

Ezcümle Hâris-i Muhâsibî’nin Resâil-i sûfıyye'si, Ebû Tâlib-i Mekkî’nin Kûtü'l-kulûb'u, Hafız Ebû Nu'aym'ın Hilyetü'l-evtiyâ'sı, Şeyhülislâm Herevî’nin Menâzitü's-sâirîn'ı, İbn Kayyim el-Cevziyye”nin Şerhu Menâzili's-sâirin'i, Ebû'l-Ferec İbnü'l-Cevzî’nin Safvetü's-safve'si[42] âsâr-ı mezkûrenin en 'âlî numûnelerindendir. Bu eserlerde ehâdîs-i Nebî olarak rivayet edilen akvâlin hakîkat-i halde kelâm-ı kibar olduğu halde zevât-ı müşârun ileyhim tarafından Risâlet-penâh Efehdimiz'e isnad ile ehâdîs-i Nebeviyye olarak rivayet edilişi ancak cehlen veya kasten olabilir ki, her iki ihtimâlin müşârün iley­him hakkında makbul olamayacağı müsellemdir.

Gazzâlî hazretlerinin el-Munkız mine'd-dalâl nâm eserinde hadîs-i Nebî olarak îrâd eylediği “….”[43] ‘insanlar gaflet uykusundadır, ancak öldüklerinde uyanırlar’ kavl-i şerifinin hadîs-i Nebî olmayıp İmâm-i Ali hazretlerinin kavli olduğuna dair makâm-ı istiş-hâdda îrâd edilen İddia dahî müdde'ây-ı mezkûru te'yîd edecek kuv­veti hâiz değildir. Çünkü sahâbîye müntehi olan esânîdin metinleri, ezcümle hadîs-i şerîf-i mezkûrda olduğu üzere ahvâl-i uhreviyyeden ihbarı mütazammm bulunmak gibi, bazı şeraitin vücuduyla hükmen ehâdîs-i merfû'adan ma'dûd olan ehâdîs-i mevkûfedendir.[44] Şu halde tarîk-i diğerle vârid olan İsnadının İmâm Ali'de müntehî olması, Gazzâlî’nin merfû'an rivayetinin reddiyle hadîs-i Nebî olmayıp kelâm-i Ali olduğunu ‘vr. 3’ îcâb etmez.[45] Gazzâlî’nin rivayetinde senedin mah-zûf olduğuna gelince, 'ilm-i hadîse âşinâ olan erbâb-ı ma'rifet için râvîleri zikretmeyerek metn-i hadîsi rivayet caiz olup, Gazzâlî haz­retleri ise bâb-ı 'İlm u ma'rifetin ser-âmedânından olduğu malûmdur.

Tasavvuf ve ahlâk kitapları hakkındaki hükm-i mezkûr eğer ba'zı mutasavvifenin asarında görülen ehâdîs-i mevzû'adan neş'et ediyor ise, ba'zı tefsir ve siyer kitaplarında dahî bunların emsali mevcut olduğu halde ale'l-'ıtlâk, tefsir ve siyer kitaplarında ehâdîs-i Nebî olarak gösterilen akvâl ehâdîs-i Nebî değildir demek caiz olmayacağı gibi, 'ale'l-ıtlâk tasavvuf ve ahlâk kitaplarına dahî böyle bir hükmün teşmili caiz değildir.

Sûfiyye ile mutasavvife ta'birleri arasındaki farkın mülahazasıyla, yalnız mutasavvifenin âsârı hakkında verilmiş bir hüküm ise her ne kadar sûfiyye ve mutasavvife ta'birleri arasında ıstılâhan pek celî bir fark var ise de, tasavvuf ta'biri sûret-i mutlakada her iki tabaka rica­linin âsârı hakkında isti'mâl edilegeldiğinden beyne'1-enâm kütüb-i mu'tebere-i sûfiyyenin kıymet-i şer'iyyeleri muhafaza edilmek üzere, herhalde meselenin muhtâc-ı îzâh ve tafsil bulunduğu mutâla'asındayız. Ma'amâfih mutasavvifenin âsârı hakkında dahî sûret-i mutla­kada öyle bir hüküm vermek doğru değildir. Binâ'en'aleyh tasavvuf ve ahlâk kitaplarında ehâdîs-i Nebî olarak rivayet edilen akvâlin ehâ­dîs-i Nebî olmadığına dair eimme-i hadîs tarafından böyle bir kâ'ide-i külliyye yahut ekseriyye kabul edilmiş ise, meclis-i dâ'iyânemizi ten­vir için me'hazierine işaret edilmek ve şayet mutâla'a-i mezkûre böyle bir kaideye müstenid değil ise, ba'zı mutasavvifenin asarına hasr ile 'urefâyı sûfiyyenin şâ'ibe-i töhmetten müberrâ bulundukları efkâr-ı 'âmmece anlaşılmak ‘vr. 4’ üzere müstakillen diğer bir mütâla'a ile tafsîlât-ı lâzimeye himmet olunmak hususunda işbu mutâla'anâme-i dâ'iyânemizin Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye hey'et-i muhteremesine havale buyurulması babında emr u ferman hazret-i veliyyü'l-emrindir.

                                                                                           Tedkîk-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye Meclisi Safvet

                                                                                                        23 Cemâziyelûlâ 338/14 Şubat 36 Mühr-i resmî

 

C. el-Îzâh ve't-Tafsîl

 

İzmirli İsmail Hakkı, ‘vr. 4’

Tasavvuf ve ahlâk kitaplarında ehâdîs olarak zikrolunan akvâle dâir Ceride-i İlmiyye'nin 53. nüshasının 1690. sahîfesindeki beyanât hakkında Tetkîk-i Müellefât Hey'et-i 'Aliyyesi’nin muhtâc-ı îzâh ve tafsîl gördüğü mes'ele ber-vech-i âtî îzâh ve tafsîl olunur:

Evvelâ: Ehâdîs-i şerife muhaddisîn ‘indinde nakd-i rical ile sabit olur. Mesâil-i fıkhiyyede ancak fukahânın, mesâil-i felsefiyyede ancak felâsifenin, mesâil-i tıbbiyyede ancak etıbbanın sözleri mesmû' oldu­ğu gibi,fenâdîs-i şerifenin sübûtunda da ancak Ehl-i hadîsin sözleri mesmû' olur. Ehâdîs-i sabiteyi ehâdîs-i mevzû'adan ancak nâkıdın-i hadîs temyîz ederler. Nitekim Suyûtî de böyle diyor. Nâkıdîn-İ hadîs, müctehidîn fi'1-hadîs tasavvuf kitaplarında birçok ehâdîs-i mevzû'a bulunduğunu beyân ediyorlar. Bu babda me'haz ancak nakd-ı rical ve mevzû'ât kitaplarıdır. Me'hazlerimiz Ehl-i hadis ‘indinde mu'teber olan me'hazlerdir. Meşârık sahibi İmâm Sâğânî’nin Mevzû'ât'ı, Hafız Zehebî’nin ‘vr. 5’ ruvât-ı sikât hakkındaki risalesi, Tezkiretü'l-huffaz’ı, Mîzânü'l-i'tidâlfî nakdi'r-ricâl'i, Makdisî’nin Tezkiretü'l-mevzû'ât'ı, Şemseddîn-i Sehâvî’nin el-Mekâsidü'l-hasene'sı, İbnü's-Salâh'ın Mu-kaddime'sı, Suyûtî’nin el-Le'âlî'l-masnû'ası, et-Ta'kîbât'ı, Zeylü'l-Le'âli’si, İbnü'd-Deyba'ın Temyîzü't-tayyib'ı, Abdülvehhâb el-Midrâsî’nin Keşfü'l-ahvâl fi nakdi'r-ricâl'i, Ebû'l-Mehâsin el-Mişşîşî el-Hasenî’nin el-Lü'lü'ü't-mersu'u, Şevkânî’nin el-Fevâ'idü'l-mecmû'a'sı, Abdülhayy el-Leknevî’nin el-Asârü'l-merfû'a fi'l-ahbâri'l-mevzû'a'sı, Muhammed (b. es-Seyyid Derviş el-) Hut'un Esne'l-metâlib fî'l-ehâdisi't-muhtelifeti'l-merâtib'ı, Muhammed el-Beşîr el-Ezherî’nin Tahzîm'l-müslimin mine'l-ehâdısi'l-mevzû'a 'alâ Seyyidi'l-Mürselin'ı gibi kütüb-i ehâdîs me'hazlerin aslını teşkil eder. Bir numune olmak üzere me'hazlerden nakledelim:

1. İmâm-ı Sâğânî kussâsların minberlerde, meclislerde; fukaranın (mutasavvife ve dervişân) hangâhlarda, tekyelerde birçok ehâdıs-i mevzû'a zikrettiklerini görmüş; mecâlis ve mehâfilde mütedâvil olan bu gibi ehâdîsin beyânı kastıyla bir risale kaleme almış idi.[46] Orada meşhur Hakîm-i Tirmizî’nin Ebû İlyâs Hızır Aleyhîsselâm'dan işitti­ğini zu'mettikleri hadis hakkında “bunun İ'timâda şa'yân bir aslı ve i'tikâda lâyık bir esâsı yoktur” dedikten sonra “[47] ‘İslâm dîni her önüne gelen kör ve cahilden alınmaktan veya gafil anlayışsızlardan öğrenilmekten çok daha yücedir’ sözüyle hatm-i kelâm ediyor.

2. Elâzim-i muhaddisîn ve fukahâdan olup, Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i “Aliyyesi’nin sûfî gösterdiği meşhur İbn Kayyim el-Cevzî[48] ile yine muhaddisînden tbn Ebî Cemre, Hakîm-i Tirmizî hakkında “Tirmizî ‘vr. 6’ kitaplarını mevzû'ât ile doldurdu. Mün-ferîd olduğu ehâdîse i'timâd yoktur” diyorlar.[49]

3. Esne'l-metâlib'de “Mevlânâ Gazzâlî’nin celâlet-i kadri, 'ilimdeki 'uluvv-i mertebesi, rüsûh-u târamı ile beraber /Aytf sındaki ehâdîse[50] i'timâd olunmaz.[51] Çünkü kitabında birtakım ehâdîs-i mevzû'a mez­kûrdur. Semerkandî’nin Tenbîhü'l-ğâfilin'i de böyledir” diyor.[52]

4. İmâmü'n-nâkıdîn   Hafız   Şemseddîn   ez-Zehebî Mîzânü'l-İ’tidâl'inde “İhyâ'da çok mevzû'ât vardır”[53] diyor.

5. Hafız Zehebî gavs, aktâb, evtâd, nukebâ, nücebâ”, hadîsleri hakkında Mîzânü'l-İ'tidâl'inde bir yerde  ‘yalan’, bir yerde ‘bâtıl’ diyor.[54] Fakat meşhur muhaddis Sehâvî ve ondan naklen[55] İbnü'd-Deyba' “abdal hadislerinin hepsi de za'îftir” diyor.[56] Muhammed Hût da, ‘gavs hadisleri hakkında’,[57] sahîh hiçbir şey yoktur, mutala'asında bulunuyor.[58]

6. Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i Alivyesi tara­fından gösterilen Hafız Ebû Nu'aym, Ahmed b. Abdullah el-İsbehânî’nin Hilyetül-evliyâ'sı Ehli hadîs ‘indinde şâyân-ı i'timâd de­ğildir.[59] Hafız Zehebî ruvâı-i sikâta dair kaleme aldığı risalesinde “[60] ‘bana göre onun kusuru bâtıl rivayetleri nakletmesidir’ diyor. Hilyetü'l-evliyâ'da 'Ukkâşe kıssası[61] vardır ki[62] nâkıd-ı müşârün ileyh bunun mevzu' olduğunu, vâdı’ının da Abdülmün'im b. İdrîs nâm şahıs olduğunu tasrih ediyor.[63] Müte'ahhirîn-i muhaddisînden Veliyyullâh ed-Dihlevî’nin Hüccetullâhi'l-bâliğa nâm kitabında tasrîh ettiği veçhile kütüb-i hadîs birtakım tabakalara ayrılıyor. Bu-hârî, Müslim, Muvaeta”[64] birinci tabakadan; Sünen-i selâse;[65] belki de Müsned-i Ahmed ikinci tabakadan; Tayâlisî,[66] Tahâvî, Taberânî, Beyhakî’nin kitapları üçüncü tabakadan; Ebû Nu'aym el-İsbehânî’nin kitapları dördüncü tabakadandır. Tabaka-i râbi'a kitaplarında âsâr-ı sahabe, âsâr-ı tâbi'în, kelâm-ı hukemâ, akvâl-i vâ'izîn, akvâl-i Nebî ile karışmıştır. Bunlarda hayli mevzû'ât vardır, ‘vr. 1’ Veliyyullâh ed-Dihlevî tabaka-i râbi'a kitapları hakkında daha sonra  [67] ‘hadis ilmini bilenler nazarında bununla istidlal etmek doğru değildir’ diyor.

7. Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi tara­fından irâ'e olunan Ebû Tâlib-i Mekkî hakkında Hafız Zehebî, “vaiz­dir, sûfîdir” dedikten sonra[68] huffâz-ı seb'adan Hatîb-i Bağdâdî'den naklen, Kûtü'l-kulûb'ta birtakım eşyây-ı münkere zikrettiğini beyân ediyor.[69]

8. İmâm-ı Sâğânî leyle-i regaibin faziletine, namazına dair vârid olan ehâdîs hakkında[70] ‘Her ne kadar bunu İhya ve Küt sahibi eserlerinde kaydetmişlerse de ne sünnette ne de hadis imamları nazarında sabit olmamıştır’ diyor.[71]

9. Ehâdîs-i hicâbtan[72] Sahih-i Müslim'de tahrîc olunan hicâb hadî­sinden[73] mâ'adâsına Muhammed Hût “sabit değildir” diyor.[74] Nâkıdî-n-i hadîs “ ‘Nefsini bilen [75][76] ‘Beni ne yerim ne göğüm ihata edemedi, ...’ hadislerini inkâr ediyorlar.” ‘Benim Allah ile birlikte bir vaktim vardık ki, ...’ hadîsini bulama­dık.[77] “…”[78] ‘Ölmeden önce ölünüz’ hadîsi ‘hakkında’

sabit olmamıştır” sözlerini dermeyân ediyorlar;”[79]

[80]‘Sehâvî Mekâsidü'l-hasene'de şöyle demiştir: Peygamber Sall'Allâhü Aleyhi Vesellem’in, sûfiler arasında bilindiği şekli ile saha­beden herhangi birisine bir hırka giydirdiği veya bunu yapmasını em­rettiği konusunda ne sahih ne hasen ne de zayıf herhangi bir haber gelmemiştir. Bunu açıkça ifade eden ne varsa hepsi bâtıldır’ Muhammed Hut'un tahkiki veçhile hırka-i sûfiyyeyi giyen ve giydiren[81] ancak sûfiyye tariki ile teberrüke i'timâd ediyor, yoksa Eh’-i hadîs tariki ile i'timâd etmiyor.[82]

10. Sühreverdî’nin Avârtfü'l-ma'ârifinde[83][84]‘Soktu ciğerimi hevâ yılanı’ hadîsi[85] vardır ki İbn Teymiyye,[86] Zehebi,[87] Şemseddîn-i Sehâvî[88] gibi nâkıdîn-İ hadîsin tedkikleri veçhile bu hadis mevzû'dur. Vâzı'ı 'Ammâr b. İshâk'tır. ‘vr. 8’

11. Usûl-i hadîs müellifi meşhur İbnü's-Salâh Mukaddime'sinde ehl-i zühd hakkında “en ziyâde bunlardan zarar görülmüştür.[89] Çün­kü onlara i'timâd oluflur. Onlarda hayr galebe olmakla bir çokları onların mevzû'âtını kabul eder” diyor.[90]

12. Şevkânî “tefsîru's-sûfiyye tefsir değildir. Sülemî’nin Hakâ'iku't-tefsîr'i gibi” diyor.[91]            

13. E'âzim-i muhaddisinden Hafız İbn Hacer el-Askalânî Kerrâmiyye[92] ile bazı mucasavvifenin terğîb ve terhîbe 'âid ehâdîs vaz' ettiklerini beyân ediyor.[93]

14. Hafız Münzirî “İsbehânî’nin et-Terğib ve't-terhib'inde vaz'ı muhakkak birtakım ehâdîs vardır” diyor.[94]

15. Evvel ve âhir 'ulemâ kussâsların îrâd ettikleri ebâtîli inkâr edegelmişlerdir. Suyûtî’nin Tahzîru'l-havâs min ekâzîbi'l-kussâs nâ­mında bir de kitabı vardır.[95]

16. Meşhur Sübkî Tabakût-t fukahâsında Gazzâlî'yi şiddetle ilti­zâm ettiği halde esânîdini bulamadığı hadîs tam otuz alt! sahîfeyi iş­gal ediyor.[96]

17. Harem-i Mekke sûfiyye şeyhi olup 410 tarihinde vefat eden Ebû'l-Hasan Ali b. Abdullah İbn Cehdam hakkında Hafız Zehebî “vaz'-ı hadîs ile müttehemdir” diyor.[97]

18. Meşhur Nevevî Ferâra'sında Reğâib namazları ve Berâ'et gece­leri namazları hakkında bin şiddet gösteriyor,[98] sonra “‘Birçok ülkede bunların fiilen uygulanıyor olmasına ve Kutü'l-kulûb ve İhyâü ulümi'd-dîn ve benzerlerinde bulunmasına aldanılmasın. Bunlar bidattir, bâtıldır’ diyor.[99] Sübkî, İbn Hacer-i Heytemî, 'İzzüddîn b. Abdüsselâm, Tartûşî, Kûtü'l-kulûb ve İhyâ'nın zik­rettikleri bu namaz hadislerini şiddetle inkâr ediyorlar. Hatta İbnü's-Salâh'ın bu iki nev’ namazın, bid'at olmasıyla beraber cevazı hakkın­da vermiş olduğu fetvayı bile Sübkî ‘vr. 9’ reddediyor. İbnü's-Salâh'ın fetvası şöyle idi: “[100] ‘Her ne kadar bunlar bid'at iseler de, mutlak olarak namaz emrinin içinde değerlendirilmesine de bir engel yoktur ‘.

19. Hafız Zehebî, Hafız İbnü'l-Kayyim “eyyam namazları hadîsini vaz'eden Hüseyn b. İbrahim'dir ki Hafız Muhammed b. Tâhir'den rivayet eder”[101] diyorlar.[102]

20. Abdülkâdir-i Geylânî’nin Ğunyetü't-câlibîn'de Receb’in yirmi yedinci günü orucu, Reğâib namazı, Berâ'et namazı hakkında zik­rettiği ehâdîs[103] hakkında Nevevî, İbn Hacer, Zeynüddîn el-'Irâkî “mevzû'dur” diyorlar.[104]

21. Müte'ahhirîn-i muhaddisînden Abdülhayy el-Leknevî bu gibi namazlar hakkında nâkıdîn-i hadîsin rivayetlerini zikrettikten sonra “

‘Hiç şüphesiz, daha önce de zaman zaman bahsedildiği üzere, bu ve benzeri namazların ihyâ'da, Kûtü'l-kulûb'da, Ğunye'de ve sûfîlerin eserlerinden bazılarında zikredilmiş olmasına itibar yok­tur’ diyor.[105]

22. Müte'ahhirîn-i muhaddisînden Ebû'l-Mehâsin el-Mişşişî el-Hasenî el-Lü'lü'ül-mersû'dd. “[106] ‘Ebû Bekir size üstünlük sağlamamıştır, ...’ hadîsi hakkında “[107] ‘Sû­fîlerin kitaplarında özellikle de İhyâ'da ve İbn Ganim el-Makdisî’nin Hallü'r-rümûz'unda geçmesi ile meşhurdur. Ben onun merfû olduğu­nu tespit edemedim. İbnü'l-Kayyim onun uydurma olduğu görüşünü tercih etti’ diyor.[108]

23. Tasavvuf ve ahlâk kitaplarında ehâdîs olarak yazılmış olan birçok ekvâli, rical ve mevzû'ât kitapları kibar kelâmı, mutasavvife kelâmı olarak gösteriyorlar. Tahzîru'l-müslimîn'de bilhassa vaddâ'ların ref' eylediği hikem ve emsal ve kelimât hakkında müstakil bir fasıl vardır.[109] Bu akvâlin bir çoğuna mevzu' diyorlar, bâtıl diyorlar. Hatta zenâdıkanın vaz” ettiğini bile haber veriyorlar. Gerek Esne'l-metâlıb olsun gerek Tahzîru'l-müslimin olsun tasavvuf kitaplarında birçok mevzû'ât bulunduğunu tasrîh ediyorlar.[110] ‘vr. 10’

24. Küberây-ı sûfiyyenin zikrettiği bu gibi namazlar kütüb-i ha­dîste şöylece tevcih olunur: “Sûfiyye ya bu bâbta bir hadîs-i mervî buluyorlar, bir müslimin Nebî'ye söylemediği sözü, işlemediği işi, Zât-ı Risâletpenâhîleri’nin hâtî olduğu hasleti isnadı ba'îd görme­lerine, ehl-i İslâm'a hüsn-i zan etmelerine mebnî bu hadîs-i mevzû'u sahîh zan ediyorlar; nakd-i ricale ta'arruz etmiyorlar; kıyl ü kâlin çokluğuna bakmıyorlar. Yahut, şeyhlerinden kendilerine bir hadis ba­liğ oluyor, hadîsin müntehâsı Nebi olmuyor, sûfiyyeden biri oluyor. Mahzâ müridleri terbiye, mübtedîleri ta'lîm için sâhib-i risâletten ve­ya bir sahabeden sübûtunu zan etmeksizin ta'lîm eden öyle ta'lîm etmiş, ta'yîn eden öyle ta'yîn etmiş, takrir eden öyle takrîr etmiştir. Tabaka-i 'âliyede vaz'-ı hadîs yoktur. Fakat tabaka-i tahtiyyede vaz'-i isnâd oluyor. Cehele-i mürîdînden birtakımları meşâyiha vâsıl olan şeye İsnâtf vaz' ediyorlar.”[111]

25. Meşâyih-i sûfiyyenin ehâdîs-i mevzû'ayı kabullerine gelince, meşâyih-İ sûfiyye ânifen beyân olunduğu veçhile, müslümanlara hüs-n-i zan ediyorlar. Defâtir-i sûfiyyedeki, kütüb-i tasavvufedeki ehâdîs ya bi gayr-i isnâd zikrolunur, yahut isnâd ile zikrolunur. Bi gayr-i isnâd zikrolunan ehâdîse, ümmühât-ı kütüb-i hadîste yoksa i'timâd olunamaz. İsnâd ile zikrolunan hadîsin de rivayetine bakılır. Hadis nakdi rical ile sabit olur. Kibâr-ı sûfiyye, hıyâr-ı mutasavvife, hâsılı esrâr-ı şerî'at olan evliyây-ı kiram cehien, kasten hadîs vaz'ından müberrâdır. Muhaddisîn ‘indinde sabit olmayıp sûfiyye tarafından zikre­dilen bu gibi ehâdîse, öyle sanılarak onları zikr eden meşâyihin çoğu ya müşâhede-i ru'yet-i Nebî ile müşerref oluyor veya kendilerine ilham vâki' oluyor da bu rivayeti menâmdaki rü'yâ ile tashîh edi­yorlar. Yahut bu ehâdîs kendilerine İlham ile bildiriliyor. Rü'yâ, Ehl-i hadîs ‘indinde, usûliyyîn ve kelâmiyyîn ‘indinde hiçbir hükmü isbât eylemez. İlham da böyledir. Diğer bir İhtimâl de vârid-i hatır oluyor;[112] Evâil-i sûfiyye bazı ehâdîse muttali' olmuşlar, onları da ‘s. ıi’ lüzum görmemelerine mebnî bilâ sened yazmışlardır. Bu ihtimâl vâki' olsa bile yine Ehl-i hadîs bunun sıhhatine i'timâd etmezler. “Uluvv-i mertebelerine, celâlet-i kadirlerine şüphe edilmemiş meşâyih-i sûfiyye bu gibi ehâdîsi sened-i müstenid ile sabit olmasa nasıl zikrederler” denemez. Mücerred bu İ'tikâda mebnî hüsn-i zan ile ehâdîsi kabul doğru olamaz. Meğer ki onların hadîste mahir, nâkıd oldukları bilinmiş ola. Tarîk-i tasavvuf tarîk-i teslîm olmakla bunlara teberrüken i'timâd ederler. Keşf-i rical ile ehâdîsi isbât ederler. Tarîk-i hadîs tarîk-i tenkid ve tedkîk olmakla bunlar keşf-i rical ile değil nakd-i rical ile ehâdîsi isbât ederler. Bundan dolayı sûfiyyenin kadirleri tenzîl olunmaz. Bu ictihad, bir nokta-i nazar meselesidir, buna bir şey denmez. İşte bu dakîk cihete işaret edilmeyerek Cerîde-i İlmiyye'de, muhaddisîn ‘indinde demiştir.[113]

Abdülhayy el-Leknevî birtakım meşâyih-i sûfiyyenin defâtir-i aliyyelerinde zikrettikleri Âşûrâ' namazları,[114] eyyam ve leyâlîye 'âid namazlar hakkındaki ahbâr-i merviyyeye şöyle bir cevap veriyor:

“On­lara i'tibâr etme. Onlar muhaddis değillerdir, onların bu fende ma­haretleri yoktur.”[115]

Cenâb-ı Hakk nâsı muhtelif kılmış, herkesi her fende mahir kılma-mıştır. Evet, her makam için bir makâl, her fen İçin birtakım rical vardır. Nice fakîh vardır ki 'uiûm-i kıyâsiyyede mütebahhir fakat edille-i asliyyeyi tenkidde kasırdır. Nice muhaddis-i nukkâd vardır ki furû'-i fıkhiyyeyi tefrî'de râcildir. Nice vâkıf müfessîr vardır ki ehâdî-s-i meşhûre-i mevzû'ayı temyizden 'âcizdir. Nice sûfiyye vardır ki 'ulûm-i ledünniyye deryalarına dafmış fakat 'ulûm-i zahireye ta'alluk eden mesâil ile meşgul olmamıştır.[116] Vâcib olan herkesi menzillerin­de bırakmalı, bir 'ilim hangi fenne 'âid ise onu o fen ehlinden ahzet-melidir.[117] ‘vr. 12” Abdülhayy el-Leknevî, meşâyihin mahâret-i 'ilmiyye göstermeksizin, merâtib-i ricâl-i hadîsi bilmeksizin, meşâyih-i sûfiyye ile nukkâd-i hadîsi temyiz etmeksizin, mücerred sûfiyyeye hüsn-i zan ile resâil-i sûfiyyedeki bu gibi namazlar hakkındaki ahbârı sahîh ad­detmelerini, mücerred meşâyihin zikrine i'timâda Hazret-i Risâlet'ten sabit olduğunu zannetmeyi büyük hata, büyük bir galat addediyor.[118] Bu hatanın menşei, merâtib-i sûfiyye ile merâtib-i nukkâd haddini ayırmamaktır. “Zâhir-i şerî'atı tarîkata muhalif görerek, 'ulemâ-i zâhir şerî'at meslekini 'ulemâ-i hakîkat meslekine mugayir görerek, bu gibi namazlar, evrâd, ef'âl-i 'İlm-i ledünnî erbabından sabittir. Bize bu kâfidir. Velev ki zâhir-i şer' ona uygun gelmeye, yahut ona mu­halif bir şer' vârid ola” demek de bâtıl bir vehimdir. Fâsid bir fehmdir. Livâ-i şer'i hâmil olan ,'ulemâ-i İslâm, meşâyih-i 'izam müttefikan “şerî'ate muhalif olan her tarikat merduddur” diyorlar. Tasavvuf ve velayet şerî'ate ittibâ' ile müstakim olur. Şeri'at ile tarikat arasında mübâyenet yoktur. Kibâr-ı sûfiyye bundan beridir.

26. Nukkâd-ı hadîsin beyânlarîna göre, ehâdîs vaz' edenlerin bir kısmı kendilerinde zühd, teğaşşüf “bir hırka bir lokmaya kanaati” gâlib olanlardır ki ezberlemiş oldukları ehâdîs ezberlerinden çıkar, yahut ehadîsi seçemezler, yahut kitapları zayi' olmuş olur. Artık ezberlerinden haber verirler. Bir kısım nukkâd da vardır ki evâhir-i ömürlerinde muhtellü'l-'akl olurlar da rivayetlerinde halt u habt vaki' olur. 'Irâkî’nin tilmizi Sıbt İbnü’l-Acemî demekle ma'rûf olan hafız İbrahim ‘b. Muhammed’ el-Halebî muhtelitin hakkında bir kitap yazmış idi.[119] Bir kısmında ise gaflet galebe etmekle bilmedikleri yer­den rivayet ederler idi. Bir kısmı ise, mezhebine nusret için ehâdîs vaz' ederler idi. Nitekim bu hâl Sâlimiyye'den menkuldür. Bir kısmı terğîb ve terhîb hususunda isnâd vaz'ını caiz görür idi. Bir kısmı ise, pâdişâha tekarrub vesaire gibi ağrâz-ı dünyeviyye sâiki ile, bir kısmı da mezheb ta'assubu, taklîd ta'assubu şevkiyle, diğer kısmı da sâi-ka-i muhabbetle hadîs vaz' eder idi. Zühhâdm vaz'ına gelince, on­ların ‘vr. 13’ bir kısmı câhil, helâl ve haramı gayr-ı fârık idi. Terğîb ve terhîb hususundaki vaz'-ı hadîsi sevab görürler idi.

Saniyen: Tasavvuf ve ahlâk kitaplarında mezkûr olan ehâdîs 'a-le'l-'ıtlâk ehâdîs değildir, ma'nâsı münfeham olmasın. Böyle bir ma'nâ hatıra da gelmez. Bundan maksad münferid oldukları ehâdîs olup, nâkıdîn-İ hadîsin hadîs olmadığını tasrih ettikleri ehâdîsdir. Hadîste mi'yâr ümmühât-ı kütüb-i hadîs olmakla, ahlâk ve tasavvuf kitapla­rındaki ehâdîs ancak ümmühât-ı kütübte bulunur ve nâkıdîn tarafın­dan sübûtu hakkında ta'n vâki' olmaz ise o vakit hadis olduğuna hükmolunur. Mücerred tasavvuf ve ahlâk kitaplarında bulunmakla hadis olduğuna hükmolunmaz. Bunun gibi tefsir ve siyer kitapların­daki ehâdîse de şu şerait mevcut olmadıkça i'timâd olunmaz.”[120]

Muhaddisîn ahkâm hadislerinde gösterdikleri dikkat ve şiddeti fezâil ehâdîsinde göstermeyip tesâhülde bulunmuşlardır.[121] Çünkü hclâi ve haram mu'azzamât-ı dindendir. Fazâil ve emsaline ahkâm te'alluk etmediğinden orada tesâhül gösterilmiştir. Buna mebnî siyer kitapla­rında sahîh, sakîm, za'îf, mürsel, munkatr haberler vâriddir.[122]

Sâlisen: ‘İnsanlar uykudadır/gaflettedir, ...’ hadîsi[123] mevzû'ât kitaplarında ezcümle Sehâvî, İbnü'd-Deyba' vesaire gibi nâ-kıdîn-i hadîsin kitaplarında Hazret-i Ali’nin kavli olmak üzere mez­kûrdur.[124]

Erbabına hafî olmadığı üzere mevzû'ât kitaplarında kelâm-ı sahâbî ile hadîs-i mevkuf farklı olarak gösteriliyor.[125] Ezcümle [126]‘Tabî olunuz, bidatçılık yapmayınız, ...’ hadîsi hakkında[127] ‘İbn Mes'ûd'un sözündendir’ deniyor. Fakat “[128] ‘Dağ dağa karşı taşkınlık etse’ hadîsi hakkında “ [129](İbn Abbâs'tan mevkuf olarak rivayet edilmiştir) ‘vr. 14’ deniyor. Keza “ [130]‘Rabbi'ne kavuşuncaya kadar mü'mine rahat yoktur’ hadîsi hakkında “ [131](Bu, İbn Mes'ûd'un sözündendir’ deniyor. Fakat: [132](Küçük günahlar ısrar edildikçe küçük kalmaz, ...’ hadîsi hakkında [133]‘Bunu İbn Mende, İbn Abbâs'ın sözü olarak nakletmiştir’ deniyor. Keza “[134] ‘Allah Te'âlâ'nın ge­ride bıraktığı gibi siz de (namaz kılarken) kadınları geride bırakınız’ hadîsi hakkında “[135] ‘Doğru olan, bunun İbn Mes'ûd'a kadar ulaşmasıdır’ deniyor.[136] Keza “[137] ‘Her geçen yıl rezil olursunuz’ hakkında “[138] ‘Hasan el-Basrî’nin sözündendir’ dendiği halde “[139] ‘Her biriniz Haristir, her biriniz Hemmâm'dır’ hadîsi hakkında ‘merfû değildir’ deniyor.[140] Gazzâlî merhuma gelince, müşârün ileyh tasavvufta, ahlâkta, kelâmda, meslek-i mütekellimîn üzere yazılan usûl-i fıkıhta gayet mütebahhirdir, hüccetü'l-îslâm'dır. Kendisi hadis hakkında, ‘Ben yükü az olanlardanım’ buyuruyor. Merhumun ömrü müsait olaydı, hadiste de imâm olacağı ağleb-i ihtimâlden idi. Merhum da diğer sûfiyye gibi hüsn-i zanna binâ'en o nev' ehâdîsi zikrediyor.[141]

Râbi'an: Hâris-i Muhâsibî’nin Resâil-i sûftyye'si, Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Kûtü'l-kulûb'u, Ebû Nu'aym el-isbehânî’nin Hilyetü'l-evliyâ'sı, Şeyhülislâm Herevî’nin Menâzilü's-sâirîn'i, İbnü'l-Kayyim’in Şerhli Menâzili's-sâirin'ı, Ebû'l-Ferec İbnü'l-Cevzî’nin Safvetü's-safve'si gibi kitaplar da bu babda merci' ve asıl olamaz.

1. Hâris-i Muhasibi, Zehebî’nin dediği gibi,[142] nefsinde sadûkdur, zâhiddir, vâzı' değildir, fakat eimme-i hadîsten de değildir.

Hafız Zehebî Mîzânü'l-i'tidâl’inde ‘Hâris’in kavmin lisanı olduğu bu asırda, hadiste onun muasırı olan, aralarında Ahmed b. Hanbel ve İbn Râhûye’nin de bulunduğu bin imam vardı’ diyor.[143]

2. Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Kutü'l-kulûb'unda mevzû'ât bulunduğu­nu nâkıdîn tasrih ediyorlar. Nitekim, ânifen beyân olunmuştur.[144] Ebû Tâlib sûfîdir, zâhiddir; eimme-i hadîsten değildir.

3. Ebû Nu'aym el-İsfehânî sûfi ve eimme-i hadîsten biri ise de kitapları evvelce beyân olunduğu üzere,[145] tabaka-i râbi'a kitapların­dan olup ona da o kadar i'timâd olunmaz.

4. Şeyhülislâm Herevî de Hanbelî ve eimme-i hadîsten biri ve sûfî olup Menâzilü's-sairîn'i ‘vr 15’ yüz baba münkasim olduğu halde hiç­birinde bir hadis bile zikretmemiş, bil'aks her birinde birer âyet-i ke­rîme zikretmiştir. Yalnız mukaddimesinde topu topu üç hadis vardır.[146] O da  ‘Yürüyünüz, ...’,[147] “ ‘ihsan, ...’,[148] “‘Hakkı istemek garipliktir’,[149] hadisleridir.[150]

5. Medâricü's-sâlikln sahibi İbnü'I-Kayyim el-Cevzi’yye’ de Hanbelî ve eimme-i hadîs ve fıkıhtan biridir.[151] Müşârün İleyh İbn Kayyim de diğer nâkıdîn gibi mutasavvifenin kabul ettiği birçok ehâdîsin mevzu' olduğunu tasrîh ediyor. Bilhassa hayât-ı Hızır hakkında'[152] zikrolunan ehâdîsin kâffesi hakkında “kizbdir” diyor.[153]

6. Ebû'l-Ferec İbnü'l-Cevzî meşhur muhaddis ve fakîh olup, İbnü'l-Kayyim gibi belki ondan ziyâde mutasavvifenin kabul ettiği ehâdîse mevzu' diyor. İbnü'l-Cevzî nâkıdin meyânında İbn Teymiyye'den ziyâde müteşeddidtir.[154] O kadar müteşeddidür ki onun vaz'ına i'tibar yoktur denmiş, ta'kîb ve tenkid olunmuştur. İbnü'l-Cevzî’nin, vaz'-ı hadîs hakkında münferid olduğu kavli, diğer nâkıdîn tarafından te'yîd olunmadıkça, vaz'i iddi'â olunamaz. Müşârün ileyhin Safvetü's-safve'sı Hilyetü'l-evliyâ'nın muhtasarıdır.

Hâmisen: Cevap şöyiece teihîs olunabilir:

1. E'âzim-i sûfiyyenin tasavvuf ve ahlâk kitaplarında zikrettikleri ehâdîs mücerred tasavvuf ve ahlak kitaplarında zikrolunmasıyla, ehâdîs-i Nebi plduğuna hükmollunamaz. Her halde nâkıdîn-i hadîs tara­fından rişpit olunmak şarttır. Nâkıdîn-i hadîsin vaz'iyle hükmettikleri hadîs  mevzû'dur.  Hangi  kitapta bulunursa  bulunsun,   nâkıdînin vaz'iyle hükmettikleri hadis tasavvuf, ahlâk, siyer hatta tefsir kîtaplarında çok bulunuyor. Tasavvuf ve ahlâk kitaplarında akvâl-i Nebî olmak üzere zikrolunan birçok akvâl nâkıdîn-i hadîs tarafından kibâr-ı mutasavvifeye isnâd olunuyor. Bu bir kâ'idedir. ‘vr. 16’

2. Tetkîk’-i Mesâhif ve Müeliefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi tara­fından zikrolunan kitaplar Ehl-i hadîs ‘indinde hadîsin nebeviyyeti hususunda şâyân-ı İ'timâd değildir, mi'yâr değildir. Her kitapta oldu­ğu gibi, bu kitaplarda da ehâdîs-i sahîha vardır. Bunların sahîh oldu­ğu ancak râsihûn-u Ehl-i hadîsin isbâtiyle sabittir. Mücerred bu ki­tapta bulunmakla sahîh olduğuna hükmolunmaz.

3. Kibâr-ı sûfiyye cehlen ve kasten ehâdîs vaz' etmezler. Ancak hüsn-i zanna mebnî ümmete İ'timâd ederler. Kendilerine ya keşf ile veya rü'yâ ile bildirilmiş olabilir. Yahut kendileri ‘indinde ma'lûm bir sened bulunabilir.[155] Fakat bu ihtimâlâtın hiçbiri Ehl-i hadîs ‘indinde şâyân-ı i'timâd değildir. Hadîs ancak nakd-i rical ile sabit olur. 'Urefây-ı sûfiyye vaz'-ı hadîsten müberrâdir. Ba'zı mutasavvife ehâdîs vaz' etmişlerdir.

4. Kelâm-ı sahâbî ile hadîs-i mevkuf, hadîs kitaplarında mütebâriz ve mütemayiz bir suretle beyân olunmuştur. Nâkıdîn-i hadîs “‘insanlar gaflettedir’ hadîsini[156] Hazret-i Ali’nin kelâmından gösteri­yorlar.

5. Gazzâlî erbâb-ı 'ilm u ma'rifetin ser-âmedindendir. Ancak her­kesin her fende mahir olamayacağı cihetle kendi i'tirâfı veçhile, ha­dîste mahir değildir.

6. Ehâdîs-i mevzû'a hususunda tefsir ve siyer kitapları aynen ahlâk ve tasavvuf kitapları gibidir.

7. Hükmümüz 'ale'l-'ıtlâk tasavvuf kitapları hakkındadır.

8. Sûfiyye ve mutasavvifenin hadîste mahir olmaları şart olmadı­ğından kendilerine, kitaplarının kıymet-i şer'iyyesine halel gelmez. Onların da tıpkı mütekellimîn gibi cevelângâhları hadîs mîzânı değil­dir. Nitekim Ehl-i hadîsin cevelângâhlan da tasavvuf, kelâm meydân­ları değildir.

Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye

22 Mart 336 Mühr-i resmî

 

Bâb-ı Fetva Meclis-i Tedkîk-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye Aded 48

 

D. El-Cerh Ve't-Ta'dîl 'Ale'l-İzâh Ve't-Tafsîl

 

Şeyh Safvet, ‘vr. 17”

Ceride-i 'İlmiyye’nin elli üçüncü nüshasının bin altı yüz doksanın­cı sahîfesinde zeylen muharrer bulunan “şurası unutulmasın ki ta­savvuf ve ahlâk kitaplarında ehâdîs-i Nebî olarak gösterilen akvâl muhaddisin ‘indinde hadîs-i Nebî değildir. Belki pek çoğu kibar, mutasavvife sözleridir” sözü meclis-i dâ'iyânemizde muhtâc-ı istîzâh görülmekle eimme-i hadîs tarafından böyle bir kâide-i külliyye yahut da ekseriyye kabul edilmiş İse me'hazlerine işaret edilmek üzere Dârü'l-Hikme Hey'et-i 'Aliyyesi'nden istifsar edilmişti. İstîzâh-ı vâkı'a karşı yazılan ve meclis-i dâ'iyânemize havale buyurulan cevabnâmede mu­harrer nakiller tashîh-i nakl usûlüne tevfikan kanâ'at bahş olunamadığı cihetle mezkûr cevabnâme hakkında ber-vech-i âtî cerhan ve ta'dîlen mutâle'ât-ı dâiyânemizi mütekâbilen 'arz eyleriz.

Cevabnâmenin mukaddimesinde ehâdîs-i şerîfe hakkında ancak Ehl-i hadîsin sözleri mesmû' olur deniliyor. İlm-i hadîste muktedâ bih ve me'haz olmak üzere on üç ‘vr. 18’ zât ile eserlerinin esâmîsi yazı­lıyor, ehâdîs-i şerîfe de ancak Ehl-i hadîsin sözleri mesmû' olabileceği cevabnâmede tekrar ediliyor ve yirmi beşinci îzâhât kısmında “işte bu dakîk cihete işaret edilmeyerek Cende-i 'İlmiyye'de muhaddisîn ‘in­dinde, denmiştir” deniliyor. Şu hususa dair izâhât-ı vâkı'anın sıhhat ve hakikati müsellem ise de istîzâh sadedinde o “cihet-i dakika” tamamıyla nazarun fîh olunmuş olduğundan zâiddir. Ehâdîs-i şerîfede söz Ehl-i hadîsin olduğu için Cerîde-i 'İlmiyye'de me'hazi göste­rilmeyerek muharrer bulunan kaidenin kabulünde tereddüt edilmiş ve İsrîzâhnâmede aynen muharrer bulunduğu üzere “eimme-i hadîs ta­raflarından böyle bir kâide-i külliyye yahut ekseriyye kabul edilmiş ise, me'hazlerinin işaret edilmesi” temenni olunmuş idi. Mukaddime-i mezkûrda “nâkıdîn-i hadîs, müctehidîn fî'1-hadîs tasavvuf kitapla­rında birçok ehâdîs-i mevzû'a bulunduğunu beyân ediyorlar” denil­dikten sonra me'haz-i mezkûre ta'dâd ediliyor. Evvelâ şurasına dik­kat edilmek îcabeder ki tasavvuf ve ahlâk kitaplarında min haysü'l-mecmû' ehâdîs-i mevzû'anın kesreti kütüb-i mezkûrede bulunan ehâdîsin mevzu' olduğuna delil olamaz. Cende-i 'İlmiyye'de muharrer kâ'ide-i mezkûre iki cümleden mürekkebdir ki birincisi “tasavvuf ve ahlâk kitaplarında ehâdîs-i Nebî olarak gösterilen akvâl muhaddisîn ‘indinde hadîs-i Nebî değildir” cümlesidir ki bir kâ'ide-i külliyye sûretindedir, lâkin bu cümle ikinci “belki pek çoğu kibar, mutasavvife sözleridir” cümlesiyle takyîd edilmiş olduğundan ekseriyyet-i mezkû-renin hem ehâdîse hem de kütübe hami ve teşmili i'tibâriyle ‘Tasavvuf ve ahlâk kitaplarının çoğunda zikredilen hadislerin büyük kısmı Peygamber Aleyhisselâm'ın hadîsi değildir’ suretinde bir kâ'i­de-i ekseriyye hâsıl olur ki bu 'ibare ile  ‘Tasavvuf ve ahlâk kitaplarında çok sayıda mevzu hadis vardır’ 'ibaresi[157] aralarında fark zahirdir. Halbuki cevabnâmede bu mefhûmu tasrîh edecek bir nakl-i sarih îrâd edilmemiştir. İsbât-ı müdde'â zımnında îrâd edilen nakillerin müdde'âsı tasavvuf kitapla­rında mezkûr ehâdîs arasında nâkıdîn-i hadîs taraflarından mevzu” olunduğuna işaret edilen ehâdîsin mecmû'u te'addüd i'tibâriyle bir kemmiyyet-i kesîra teşkîi ettiği merkezindedir. Binâ'en'aleyh tasavvuf kitaplarının bir kısmında münderic olup da eimme-i hadîsin mevzu1 olduğuna işaret eylediği ba'zı ehâdîsin yegân yegân bir araya cem'i İ'tibâriyle hâsıl olacak ekseriyyet-i mecmû'a ekser tasavvuf kitapla­rındaki ehâdîsin hadîs-i Nebî olmadığına dâir bir kâide-i usûliyyenin husul u kabulünü îcâb etmeyeceği bedîhîdir. İbnü'd-Deyba' Temyîzü't-tayyib'inde Hafız Sehâvî'den naklen[158] İmâm Ahmed’in şu “[159] ‘Üç tür kitap vardır ki onların daya­nakları yoktur: meğâzî, melâhim ve tefsir’ sözlerini nakleyledikten sonra [160]‘Hatîb şöyle dedi: Bu söz, bahsi geçen üç alana ait olup, nakledenlerin âdil olmaması ve kıssacıların yaptığı ilaveler sebebi ile güvenilir olmayanlar hakkındadır. Melâhim kitaplarına gelince, onların tamamı bu niteliktedir; meydana gelen meiâhim (savaşlar) ve olması beklenen fitnelerin anlatıldığı çok az sayıda sahih hadis vardır’ diyor. Hatîb-i Bağdadî melâhime dâir yazı­lan kitaplar hakkında, İmam Ahmed b. Hanbel’in hükmünü hemen itlâkı üzerine kabul ediyor ise de, meğâzî ve tefsir kitaplarına gelince bu hükmü ba'zı kütüb-i mahsûsaya hasrediyor. İşte böyle nakl-ı sari­he nazaran “meiâhim kitaplarında ehâdîs-İ Nebî olarak gösterilen ak­vâl muhaddisîn ‘vr. 20’ ‘indinde hadîs-i Nebî değildir, bu kâ'idedir” de­mek doğrudur fakat, tasavvuf kitaplarına gelince Dârü'l-Hikme Hey'et-i 'Aliyyesi bunların hakkında böyle bir kâ'ideyi istilzam ve isbât edecek öyle bir nakl-i sarîh göstermemiştir. Binâberîn cevabnâ-medeki mukaddimeden sonra îrâd edilen nukûl u delâilin hiçbiri kâ'i-de-i mezkûreyi isbât edemeyeceği orada işâret edilen rakamların terti­bi üzerine ber-vech-i zîr tahrîr oluadu:

1-2: Sâğânî’nin kussâsların minberlerde, meclislerde, fukaranın hangâhlarda, tekyelerde birçok ehâdîs-i mevzu'a zikrettiklerini gör­mesiyle kafeine aldığı risale cehâbize-i muhaddisîn tarafından ta'kîb ve tetkîk edilerek pek çok ehâdîs-i gayr-i mevzû'ayi mevzû'ât meyâ-nına derceylediği tahakkuk etmiştir. Dârü'l-Hikme Hey'et-i 'Aliyyesi’nin ehâdîs-i şerîfede söz sahiplerinden olmak üzere gösterdiği Abdülhayy el-Leknevî el-Fevâ'idü'l-behiyje'sinde Sâğânî’nin tercümesin­de”[161] ‘Onun eserleri arasında iki risale vardır ki orada mevzu rivayetleri toplamış ve bunlar arasına mevzu olmayan pek çok hadisi de kat­mıştır. Hatta bu sebeple, İbnü'l-Cevzî, Sifrü's-se'âde sahibi ve diğer hadisçiler gibi, müteşeddid hadisçiler arasında sayılmıştır’ diyor. Ge­rek Sâğânî’nin ve gerek İbnü'l-Kayyim’in, İbn Ebî Cemre’nin Hakîm-i Tirmizî hakkındaki cerhlerine gelince,[162] bu hususun kâ'ide-i matlûbeyi isbât u te'sîs edecek bir kudret-i istidlâliyyeyi hâiz olmadığı malûmdur. Ma'amâfih Hakîm-i Tirmizî’nin ulemâ-i a'lâmdan senâhânı olanlar da vardır. Ezcümle Hafız İbn Hacer Lisânü't-Mizân'da İbn Neccâr'dan naklen “[163] ‘Müslümanların imamlarından biri­sidir, usûlü'd-din ve hadislerin manası konusunda büyük eserleri var­dır. Büyük imamları tanımış ve onlardan ilim almıştır’ diyor.

3. Esne'l-metâlib'de İhyâü'l-'ulûm'daki ehâdîse i'timâd olunmaz denilmiş olmasına gelince,[164] evvelâ Gazzâlî’nin îhyâü'l-'ulum'unda i'timâd olunamayacak ehâdîsin[165] tashih olunamayan ‘vr. 21’ ehâdîse mahmul olduğu[166] Dârü'l-Hikme Hey'et-i 'Aliyyesi tarafından zeylen işaret edildiğine ve ma'lûm olduğu üzere Hafız 'Irâkî’nin ba'dehû tilmîzi İbn Hacer-i 'Askalânî’nin onun da tilmizi Zeynüddîn Kasım b. Kutluboğa'nın İhyâü't-'ulûtn'un ehâdîsîne dâir tesânîf-i müstakille ile lahrîc eyledikleri esânîdin muktezâsıyla İhyâ'daki ehâdîsin ekseriy-yet-i 'azîmesi ehâdîs-i sabîha, hasene, za'îfeden 'ibaret olup bu meyânda ehâdîs-i mevzû'anın pek az olduğuna ve Ta'rîfü'l-İhyâ sahibi Abdülkâdir İbn Abdullah el-'Ayderûs'un muhaddisîn-i müşârun ileyhim hazerâtının tahkîkât-ı mezkûrelerine nazaran [167]‘et-Tahric müellifinin de açıkça ortaya koyduğu gibi. Gazzâlî’nin eserinde zikrettiği hadislerin büyük çoğunluğu mev­zu değildir. Geriye kalan az miktardakiler de son derece az olup, bun­lar da başkasından rivayet ettiği veya “rivayet edilmiştir” ifadesini kullanıp kendisini rivayetin dışına çekerek bu konuda başkasına uy­muştur’ dediğine nazaran fhyâ'daki ehâdîsin ekalli kalîli müstesna olarak ehâdîs-i Nebî olduğu sabit oluyor ki kâ'ide-i müdde'â bihânın bil'aks sıhhati olmadığına delâlet etmektedir. Saniyen “‘İti­mad edilmez’ ile “‘Asıl kaynaklarda yer almamaktadır’ ta'bir­leri arasındaki farkı nazar-ı dikkate alınca “i'timâd olunmaz” nakli ile “ehâdissi Nebî değildir” iddi'âsı sabit olamaz.[168] 'Ale'l-ıtlâk ehâdîsi za'îfe/sübût-u ahkâm için medâr-i İhticâc ve şâyân-ı İ'timâd olun­madığı bir kâ'ide-i usûliyye olduğu halde işbu kâ'ide ehâdîs-i za'îfenin ehâdîs-i Nebî olmadığını istilzam etmez. Bil'aks fezâil-i a'mâlde ehâdîs-i Nebî olarak ma'mûlun bihâdır.

4. Tafsîlât-ı ânife ile İhyâü'l-'ulûm'a dair Zehebî'den rivayet edi­len nakle de cevap verilmiş oluyor. İşte eimme-i hadîsin yekdiğerini ta'kîben icra eyledikleri tetkîkât-ı garrâ pesendâneye nazaran ehâdîs-i şerîfeye te'alluk eden bir mes'ele hakkında bir hükm-i sahîhe zafer-yâb olabilmek için âsâr-ı müteselsile-i müdevveneye kemâ yenbağî ıttıla-ı tâmmın eizem olduğu ‘vr. 22’ anlaşılıyor. Aksi halde yüzde yüz hata ihtimâli mevcuttur. Muhaddisîn-i kiramın ta'kîbât-ı mezkûreleri neticesinde pek çok ehâdîsin mevzu1 olduğu anlaşıldığı gibi, evvelce mevzu' olduğuna ba'zi muhaddisîn tarafından hükmedilen pek çok ehâdîsin de turuk-i şâire ile gayr-i mevzu' olduğu tahakkuk etmiştir. Bİnâ'en “ala hazâ ta'kîbât-ı mütevâliyeyı tamamıyla ihata etmeden muhaddisînin son sözlerini görmeden hükmediyorsak ne hatâdan salim olabilir, ne de şâyân-ı kabul görülür.[169] Cerh ve ta'dil mebhaslerinde İbn-i Salâh ‘Bu asırda mevzu rivayetleri yaklaşık iki cilt halinde toplayan kimse aşırı gitmiş ve mevzu olduğuna dair delil bulunmayan rivayetleri de eserin içerisine almıştır. Aslında bunların layık olduğu yer mutlak olarak zayıf hadisler arasında anılmaktır’ kavliyle müdde'âmızı te'yîd ediyor.

5. Zehebî’nin gavs, aktâb vesaire hadisleri hakkında bâtıl, Sehâvî’nin abdal hadisleri hakkında za'îf, Muhammed Hut'un da cümlesi­ne gayr-i sahih demeleri cây-ı te'emmüldür.[170] Abdülhayy el-Leknevî'-nin imamet u celâletine ve 'ilm-i hadîste berâ'atine kail olduğu, İbn Hacer el-Heytemî Fetâvâyı hadisiyye'sinde[171] ricâl-i müşârün ileyhim haklarındaki ehâdîsin İmâm Ahmed'den, Beyhakî'den, Taberânî'den, Deylemî'den, Hâkim'den, İbn Hibbân'dan, İbn 'Adî'den, İbn 'Asâkir'den, Ebû Nu'aym-ı İsbehânî'den, Tirmizî'den turuk-u müte'addide ile merfû'an ve mürselen rivayet edildiğini ve bunların yekdiğerini te'yîd eylediğini beyân ediyor. Dârü'l-Hikme Hey'et-i 'Aliyyesi’nin altıncı naklindeki i'tirâfı veçhile me'ârik-i 'ulemâda mâ bihi'l-intisâr olarak tabaka-i saniyeden Müsned-i Ahmed'ıe 'Ubâde b. es-Sâmit'ten hadîs-i hasen olarak merfû'an rivayet edilen abdal hakkındaki hadîs-i şerifi isüdlâlen ve teberrüken zikreyleriz: “[172] ‘Peygamber Aleyhi's-selâm şöyle dedi: Bu ümmette İbrahim Halîlü'r-rahmân gibi otuz kişi vardır, onlardan birisi ölünce Allah onun yerine bir başkasını değiştirir’. Bu hadîs-i şerifin turuk-i sâireden ayrıca şevâhidi de vâriddir.[173] Me'a hazâ ‘vr. 23’ yalnız Zehebî’nin değil eimme-i hadîsin icmâ'İyle bu riva­yetlerin butlanı farz edilse bile, bunun ekser-i tasavvuf kitaplarındaki ekser-i ehâdîsin ehâdîs-i Nebi olmadığını îcâb edecek ciheti anlaşıla­mamıştır.

6. Hafız Ebû Nu'aym-i İsbehânî’nin Hilyetü'l-evliyâ'sının şâyân-ı i'timâd olmadığına İmâm-ı Zehebi tarafından ‘Bana göre onun kusuru bâtıl/yalan sözleri rivayet etmesidir’ denil­mesi,[174]  ve  Veliyyullâh-ı  Dihlevî  tarafından  kitaplarının  tabaka-i râbi'a kitaplarından gösterilmesi ile îrâd edilen İstidlal şâyân-ı dik­kattir. Zehebî Mîzânü'l-i'tidâl'inde Ebû Nua'ym'ın 'aleyhinde söyle­nen sözleri Ebû 'Abdullah İbn Mende 'aleyhindeki sözlerinin cezası olduğunu beyân ettikten sonra “‘Onların haberler konusundaki görüşlerin hiç birisini kabul etmem, aksine, bana göre her ikisi de makbuldür. Onlar iğin, açıklama yapmaksızın mevzu sözleri rivayet etmeleri dışında, daha büyük bir kusur bilmiyorum’ diyor.[175] Görülüyor ki bu zâtları itlı^m etmiyor belki ‘aksine, bana göre her ikisi de makbuldür’ şehâdetiyle ta'dîl ve tezki­yeleri cihetihe gidiyor. Ancak rivâyetlerindeki ba'zı ehâdîs-i mevzû'anın enzâr-ı nâkıdânelerinden kaçmış olmasını imamet ve celâletlerine ve pek çok ehâdîs-i mevzû'anın ta'yîn ve tefrikine medar olan hüsn-i hizmet ve 'uluvv-i himmetlerine nazaran müâhaze ediyor ki bunun cevabı dördüncü nakil üzerine sebkeden mütâla'amızda mündemiçtir. Ne İbn Mende ne de Ebû Nu'aym mevzu' olduklarına kani' olarak rivayet edip de sükût etmemişlerdir. Hadîs-i mevzû'u bilerek rivayet edip mevzu' olduğunu beyân etmemek eimme-i dînin icmâ'iyle muharram ve öyle bir kebire-i 'azîmedir ki İbnü Mende ile Ebû Nu'aym bunun mürtekibi olsa idiler. İmâm Zehebî’nin “ ‘aksine bana göre her ikisi de makbuldür’ ta'dîl-i 'âlîsine hiçbir zaman mazhar olamazlardı. İmâm Zehebî bu iki zâtın yekdiğeri hakkındaki te'arruzlannın asla cerh ve ta'n şaibesini mûcib olamayacağını îzâh ma'razında[176] ‘Derim ki: Akranların birbiri hakkındaki sözlerine İtibar edilmez; özellikle eleştirilerin düşmanlıktan, mezheb taraftar­lığından, hasedden kaynaklandığı anlaşılırsa. Bildiğim kadarıyla asır­lardan beri Allah'ın ehlini bundan koruduğu peygamberler ve sıddıklardan başka hiç kimseyi tanımıyorum. İsteseydim, bunlara sayfalar­ca örnek yazabilirdim. Ey Allah'ım, iman edenlere karşı kalbimizde kin barındırma, Hiç şüphesiz sen çok acıyan ve bağışlayansın’ mütâla'asıyla hatm-i kelâm ediyor. Kuyûd-i asliyyesinden iğmâs-ı 'ayn ile rivayet edilen Zehebî’nin nakl-i mücerredine kargı bir de şu nukûl-i âtiyeyi tetkik edelim. Meşhur Sübkî Tabakât'mda Ebû Nu'aym hak­kında [177]‘Büyük imam. Hafız Ebû Nu'aym el-İsfehânî sûfîdir, fıkıh ile tasavvufu kendisinde cem etmiştir, hıfz ve zabtın zirvesindedir, Al­lah'ın kendileri için rivayette âli olanı ve dirayetin son noktasını bir araya getirdiği büyük âlimlerden birisidir. Değişik bölgelerden hadis hafızları ilim öğrenmek üzere kendisinin yanına yolcuîuk etmiştir’ ve Hüyetü'l-evliyâ hakkında da ‘O, kitapların en güzellerindendir, İmam Takiyyüddîn es-Sübkî Rahimehu'llâh onu çokça överdi ve onu rivayet etmeyi çok severdi’ diyor,[178] Hatîb-i Bağdadî dahî [179]“‘Kendisine hafız adının kullanıldığı iki kişiden başka hiç kimseyi görmedim: Ebû Nu'aym el-İsbehânî ve Ebû Hazım el-E'rac’ kavliyle senâhâm oluyor. Hafız Silefî de Hilye hakkında “[180] ‘Onun kitabı Hilyetü'l-evliyâ gibi bir eser te'lif edilmemiştir’ sözleri ile kadirşinas­lığını izhâr ediyor. Veliyyullâh-ı Dİhlevî’nin sözlerine gelince bu söz­lerin tercüme ve telâkkisinde bir zühul eseri görünüyor. Zira Dihlevî Hüccetullâhi'l-bâliğa'sında tabaka-i râbi'a kitaplarında ehl-i ehvânın, du'afânın rivayetleri, sahabe ve tabiinin, Benî İsrail’in, vu”âz ve hukemânm sözleri ehâdîs-i Nebeviyye iie karıştığını beyân ettikten son­ra aynen “diyor.[181] ‘Bu hadislerin mazınnesi (içinde bulunması muhtemel kaynaklar), İbn Hibbân'ın Kitâbü'd-du'afâsı, İbn 'Adî’nin el-Kâmil’in, Hatîb’in, Ebû Nu'aym’in. el-Cevzekânî’nin, İbn 'Asâkİr’in, İbnü'n-Neccâr'ın ve Deylemî’nin kitaplarıdır’ Eser-i zühul bu İbarenin tercümesindedir. Ebû Nua'ymin asarını Dihlevî’nin tabaka-i râbi'a kitapları sırasında göstermiş olması zannı, ibâre-i mezkûrenin iarz-ı telâkkîsinden ‘vr. 25’ neş'et etmiş olmalıdır. Halbuki biz bu ibareyi öyle anlamıyoruz. Bu 'ibare, tabaka-i râbi'a kitaplarında ehâdîs-i Nebeviyye'ye karışan ekvâl-i sâireyi ehâdîs-i Nebeviyye'den tefrik ve ta'yîn eden resâili gösteriyor ki bunların mistâk ve mi'yârı bunlardır, bu husus şu kitaplardan anlaşılıyor de­mektir.[182] Yoksa akvâl-i mezkûre bu zevatın kitaplarında mevcuttur, bu kitaplar tabaka-i râbi'adandır demek değildir. Tabaka-İ râbi'a ki­taplarına karışan ekvâl-i sâireyi tefrik ve temyiz etmek için beynei-muhaddisîn i'timâd edilecek kitaplar cümlesi ecille-i huffâz-ı hadîsten bulunan müşârun ileyhim İbn Hibbânin, İbn 'Adî’nin, Hatibin, Ebû Nua'ymin, Cevzekânî’nin, İbn 'Asâkir’in, İbnü'n-Neccâr’in, Deyle­mî’nin eserleridir. Dârül-Hikme Hey'et-i Aliyyesi’nin tarz-ı telâkkisi­ne göre şu resâil-i mühimme dahî mâ bihi’l-i'timâd olmayan tabaka-i râbi'a kitapları idâdında tutuluyor ve sâhibleri bulunan eimme-i a'lâm ve huffâz-ı kiram dahi kitapların ashabı menzilesine indirilirse hangi me'hazlere İ'timâd edileceğini bilemeyiz. Bilhassa cevabnâmede İbn Hacer’in rivâyetiyle Hafız Ebû Bekr İbn Nukta'nm “[183] ‘insaf sahibi herkes Hatîb'ten sonraki muhaddislerin, onun kitaplarına muhtaç olduğunu bilir’ kavliyle ima­met ve celâleti taktir edilen Hatîb-i Bağdâdî'den nakiller iradiyle istidlal ediliyor iken bu zâtın da kitaplarını mâ bihi’l-i'timâd olmayan dördüncü tabakadan göstermek pek garîb oluyor. Mazmne kelimesi­nin ehl-i lisân arasında ne ma'nâda ve ne suretle isti'mâl edilmekte olduğuna dair iştibâh ve tereddüde mahal kalmamak üzere Nuhbe şârîhi Ali el-Kârî'nîn kitâb-ı mezkûrun mevzû'ât bahsinde şu [184] ‘Mevzuatın bulunduğu kaynaklar çoktur; İbn 'Adî’nin el-Kâmil'i gibi zayıf râviler hakkında yazılmış kitaplar bunlardandır. Hatta İbnü'l-Cevzî’nin eseri gibi, müstakil bu konuya dair eser bile vardır’ sözlerine dikkat etmek kâfidir.[185] İbn 'Adî’nin Kitâbü'l-Kâmil'i hakkında ‘vr. 26’ İmâm-ı Sübkî” ‘Onun kitabı el-Kâmil'in ismi manasına, adı muhtevasına tamamıyla uygundur.

Araştırmacılar onun şahadetini itibara almışlar, hâkimler onunla hü­küm vermişlerdir. Böyle olmasaydı mütekaddimûn ve müteehhirûn âlimleri müracaat etmiş olmazdı’ diyor. Zehebî dahî İbn 'Adî hak­kında ‘İlel ve rical konusunda ise tar­tışmasız hafızdır’ sözleriyle 'ilm-i hadîsteki 'uluvv-i mertebesini gös­teriyor.[186] Diğerleri de böyledir. Bu mutâla'amızda bilhassa Dihlevî'nin 'ibaresini tarz-ı telâkkimizde bir zühul ve hatâmız var ise muvaz-zahan tafsil ile tenvir buyurulmaklığımızı ayrıca temenni eyleriz.

7. Ebû Tâlib-i Mekkî’nin Kûtü'l-Kulûb'unda[187] birtakım “ ‘münker rivayetler’ zikrettiğini Hatîb-i Bağdâdî'den naklen İmâm-ı Zehebî Mîzânü'l-İ'tidâl'inde yazıyor ise de,[188] ‘münker riva­yetler’ cümlesinin ehâdîs-i münkere gibi mevzû'a hamli doğru değil­dir.[189] Çünkü Zehebî kavl-i mezkûrunda aynen ‘sıfat konusunda münker rivayetler zikretti’ ta'biriyle eşyâ-i münkerenin mahmelini tasrîh ediyor.[190] Âyât-ı sıfat ve ehâdîs-i sıfat hakkın­da selefen ve halefen 'ulemânın ihtilâfı malûmdur. Binâberin Hatîb-i Bağdâdî’nin münker gördüğü eşya Kûtü'î-kulûb'fa. mervî bulunan ehâdîsin mütûnü hakkında olmayıp belki ehâdîs-i sıfata âit Ebû Tâlib’in ba'zı te'vîlât ve mütâla'âtından 'ibarettir ki İşte bu, hakkında bir şey denilemeyecek bir ictihad bir nokta-i nazar mes'elesidir.

8. Sâğânî’nin leyle-i Reğâib hakkındaki hadislere dâir”[191] ‘Her ne kadar İhya sahibi ve el-Kût sahibi zikretmiş olsa da, sünnette ve hadis imamları katında sahihliği sabit olmamıştır.’ kavlini teslim ediyoruz. Gerek bu zevattan gerek diğerlerinden bu hususa dâir mükerreren îrâd edilen nakiller ancak “tasavvuf kitaplarında sabit olmayan hadis yoktur” gibi bir iddi'âya karşı cevap olur. Me'amâfîh Gazzâlî ve Ebû Tâlib-i Mekkî’nin celâlet-i kadirlerine dâir. ‘Her ne kadar İhya sahibi ve el-Kût sahibi zikretmiş olsa da’ cümlesi­nin tazammun ettiği işaret pek manidardır, ‘vr. 27’

9. Ehâdîs-i kudsiyye veya Nebeviyye olarak rivayet edilen ba'zı ehâdîsin 'adem-i sübûtu Reğâib hakkındaki hadislerin 'adem-i sübûtu gibidir. Bunların 'aderrf-i sübûtu ka'ide-i ma'lûmenin sübûtunu istil­zam etmez. Sûfiyyenin İlbâs-ı hırka hakkındaki nazarları Sehâvî’nin beyâniyle muhaddisûnun tetkîkâtına muhalif değildir. Kütüb-i mu'te-bere-i sûfiyyeden 'Avârpu'l-ma'ârif sahibi eser-i mezkûrunda lebs-i hırkanın sünnet-i seniyyede ve^ıi olmak üzere sahâbiyye-i şehîre Ümmü Hâlid radiy'Allâhü Te'âlâ 'anhâya Cenâb-ı Risâletpenâh 'aleyhi salevât'Ullâh Efendimizin bizzat yed-i mübârekleriyle ilbâs buyurduğu' siyâb hakkındaki hadîs-i şerifi[192] zikreyledikten sonra “[193]

‘Açıktır ki bu, günümüzde şeyhlerin dayandıkları hırka şeklinde de­ğildir. Rasûlüllâh Salla'llâhü Aleyhi ve Sellem zamanında da öyle olmamıştır. Şeyhlerin İstihsanından kaynaklanan bu görünümün, mevcut ictimâ'ın ve alışkanlığın hadisten dayanağı bize gelen bu rivayettir’ diyor.

10. Sühreverdî’nin 'Avârifü'1-ma'ârifinde”[194] ‘Hevâ yılanı ciğerimi soktu’ hadîsinin mevzu' olduğuna dâir İbn Teymiyye’nin, Zehebî’nin, Sehâvî’nin nakilleri dahî aradığımız delâilden değildir. Sühreverdî rivâyet-i mezkûreyi naklettikten sonra bu rivayet hakkındaki mu tâla'asını söyle beyân ediyor;[195]

‘Bu hadisi işitip, bulduğumuz gibi müsned olarak kaydettik. Onun sıhhati hakkında hadis ehli ileri geri konuşmuştur. Rasûlüîlâh Salla'llâhü Aleyhi ve Sellem'den nakledilmiş olarak bul­duğumuz anlaşılması zor rivayetlerden, zamanımız İnsanlarının duy­duğu, kabul edip örnek aldığı sadece bu rivayet vardır. Sûfîlerin ve zaman ehlinin duyarak hırkaları yırtıp taksim etmelerine dair riva­yetler sahih olsaydı ne güzel bir delil olurdu. Yine de en doğrusunu Allah bilir’. Görülüyor ki Sühreverdî dahî nâkıdîn-i hadîs gibi bu rivayeti kabul etmiyor ve edemiyor. Şu mutâla'a, sûfiyyenin dahî nâkıdîn-i müşârun ileyhim gibi ehâdîs-i ‘vr. 28’ şerife hakkında dikkat ve tabsîrlerini isbât etmektedir.

11. Usûl-i hadîs müellifi meşhur İbnü's-Salâh'ın ehl-i zühd hak­kındaki beyanâtının[196] sûfiyyeyi teşmili doğru değildir. Ebû'1-Kâsım-ı Kuşeyrî’nin risâle-i meşhûresinde sûfiyye kelimesinin asıl ve menşe'i-ni tetkiki sırasında Ehl-i sünnetten başka diğer fırak-ı İslâmiyye'de dahî 'ubbâd ve zühhâd nâmı altında birtakım eşhasın oturduğu esnada Ehl-i sünnetten zühd ve İbâdete hasr-ı evkât edenlere sûfiyye nâmı verilerek fırak-ı şâire zühhâdından tefrîk edilmiş oldukları hak­kındaki tafsilâtına nazaran ehl-i zühd ta'birinin sûfiyyeye hasr ve İtlâkı doğru olamayacağı gibi tasavvuf kitaplarındaki ehâdîsin ekserî bu makûle ehl-i zühdden arız ve kabul edilmiş olması zehabı da doğru olamaz. Bazı mutasavvıfenin ehâdîs vaz' ettikleri ve hatta vaz'-ı ha­dîsin ibâhatine bile kail oldukları eimme-i hadîs ‘indinde sabittir. Lâ­kin sûfiyye, mutasavvife, ve 'ale'l-husûs cehele-i mutasavvife başka başka sınıflardır. Kâdî 'İyâz vâdı'în-i hadîsin zenâdıka, du'ât, mübte-di'a, feseka-i muhaddisîn gibi aksamı arasında cehele-i müte'abbidîni de zikrediyor ki[197] cehele-i mutasavvife bu kısmın envâ'ındandır. İbn Hacer-i 'Askalânî vaz'-ı hadîsin bi'1-icmâ” haram olduğunu beyân ettikten sonra ‘Ancak Kerrâmiyye ve mutasavvıfenin bir kısmı hariç. Onların tergîb ve terhîb konusunda hadis uydurulmasını mubah gördükleri nakle­dilmiştir’ diyor.[198] İmâm-ı Birgivî Tarîkat-i Muhammediyye'de [199] ‘Bu babda, zamanımızdaki mutasavvifenin bazılarının iddia ettiği şeyler zikredilmiştir’ dediği yerde şârihi Abdülganî-i Nablusî mutasavvife kelimesini îzâh ile “‘Yani, ehii olmadığı halde tasav­vufa nisbet edilenlerdir. Bu yüzden, sûfîlerin İleri gelenlerini itham etmemek düşüncesi ile, “safîlerin bazıları” dememiştir’ diyor.[200] İşte sûfiyye ve'mutasavvife ta'bir-i istılâhîleri arasındaki farkın mülaha­zasıyla iddi'âyı dâfi’in ba'zı mutasavvife hakkında olup olmadığı istîzâh-i sâbıkda ayrıca suâl olunmuş idi.

12. Şevkânî’nin Tefsîr-i sûfiyye tefsir değildir. Sülemî’nin Hakâ'ik”i gibi[201] demiş olmasına dâir îrâd edilen naklin mevzû'umuza ta'alluku yoktur. Me'amâfîh Şevkânî’nin ‘vr. 29’ tefsîr-i sûfiyye tefsir değildir demesi sûfiyyeye mensûb tefâsîr-i şerîfeye “adem-i İ'tibârı tezammun etmez. Çünkü sûfiyyenin âyât-i Kur'âniyye'ye dâir beyânları tefsir değildir, te'vîldir. Tefsir ile birleşen te'vîlin kıymet-i ma'neviyyesi tefsîr-i mücerredin kıymet-i ina'neviyyesinden daha yüksektir. Seyyid Şerif Cürcânî tefsir ile te'vîli şöyle ta'rîf ediyor: “[202]

‘Sözlük anlamıyla tefsir, açmak ve ortaya çıkarmaktır. Istılahı anlamda, âyetin manasını, durumunu, kıssasını, hangi sebebe mebnî nazil olduğunu açıkça gösteren zahirî deiülerie açıklamaktır’. Tâife-i sûfiyye te'vîl ile beraber tefsin de kabul ettikleri ve te'vîlde Kitab ve Sünnet'e muvafakat şartına ri'âyet eyledikleri cihetle bâtıniyye güruhun­dan ayrılmışlardır. Sûfiyyenin tefsîren ve te'vîlen me'âni-i zahire ve bâtıneyi kabulleri tasavvufun esâsâtındandır.[203] Cerîde-i İlmiyye'nin elli yedinci nüshasının ve bin sekiz yüz yirmi sekizinci sahîfesinde muharrer olduğu üzere meslek-i mezkûru Gazzâlî'ye nisbetle “bu tarîk bilâhere mutasavvife mezhebi olmuştur”[204] sözü doğru değildir. Doğru olmadığına yukarıda nâmı zikredilen Sülemî’nin eser-i mez­kûru delîl-i kâfidir. Sülemî, Gazzâlî'den bir 'asr mukaddem vefat et­miştir. Eseri kudemâyı sûfiyyenin pek çok te'vîlâtını muhtevidir.

13. On yedinci kısımda Hafız İbn Hacer-i Askalânî’nin ba'zı muta­savvife hakkındaki ibaresi aynen gösterilmiş ve 'îbâre-i mezkûre ite tasavvuf kitapları hakkında iddi'â edilen kaidenin İsbât edilemeye­ceği beyân olunmuştur, ‘vr. 30j

14. İsfehânî’nin ee-Terğîb ve't-terhib'de vaz'ı muhakkak birtakım ehâdîsin mevcûdiyyeti hakkında Hafız Münzirî'den îrâd edilen naklin de[205] edille-i matlûbeden olmadığını tekrara hacet yoktur.

15. Kussâs denilen hurafe perdâz ve hikâye nüvîsânın sözleri ile sûfiyyenin âsâr-ı 'atiyye-i dîniyyelerindeki ehâdîsin münâsebeti yok­tur. Eğer Suyûtî’nin Tahzîru'l-havâs min kütübi't-tasavvuf ve'l-ahlâk ve min ekâzîbi'‘-kussâs nâmında ve o siyakta bir kitabı olsa idi kâ'ide-i mezkûrenin sübûtuna belki medar olabilirdi.

16. Meşhur Sübkî’nin Tabakât-ı fukahâ'sında. Gazzâlî’nin İhyâü 'ulum'unda esânîdini bulamadığı hadîslerin tam otuz-altı sahîfe teş­kil ettiği müsellemdir.[206] Filvaki” Sübkî’nin[207] 324 senesinde Mısır'da Hüseyniyye Matba'ası'nda küçük kirada tab' edilen tabakât-ı matbû'asında esânîdini bulamadığı hadîsler tam otuz altı sahîfedir, fakat üçüncü rakamda îzâh edildiği üzere esânîdi bulunan ehâdîs-i şerîfenin aynı kıt'anın dört beşyüz sahîfesini işgal edeceğini de ayrıca mü­lâhaza edince ekseriyet ile ekalliyetin hangi kısımlarda olduğu anlaşılıyor.              

17. Harem-i Mekke sûfiyye şeyhi olup 410 tarihinde vevât eden İbn Cehdam hakkında Zehebî’nin “vaz' ile müttehemdir” kavli İbn Ha­cer-i 'Askalânî tarafından Lisanü'l-Mîzân'da îzâh ediliyor. Salât-ı Reğâib’in hakkındaki hadîsin vaz'iyle ithamı söylenmiş olduğunu beyân eîtlkten sonra[208] ‘Bu­nu söyliyen İbnü'l-Cevzî olmakla birlikte senedinde tanınmayan râvîler (mecâhîl) vardır’ diyor.[209] Sonra “[210] (Şîrûye şöyle demiştir: sikadır, sadûktur, zâhiddir, ma'rifet sahibidir) ‘vr. 31’ kavliyle merâtib-i ta'dîlin ta'birât-ı 'âliyesiyle müşârun ileyhi tebcîl ediyor.[211] Tezkiretü'l-hadîs şerhi Fethu'l-muğîs'de [212] ‘İmamlardan bazıları sika râvileri cerhe konu olmayan sebeplerle, cerh etmekte ha­ta etmişlerdir. Nesâî’nin, sika, imâm hafız olduğu, Buhârî’nin kendisi ile ihticâc ettiği ve birçoklarının kendisini tevsîk ettiği Ahmed b. Salih el-Mısrî hakkında, sika değildir, me'mûn değildir, şeklinde cerh etme­si gibi.’ denildiğine göre ve haddi zâtında cerh ve ta'dîl mesâil-i 'İlm-i hadîsin en mühim ve en nâzik aksamından bulunduğu cihetle cerh keyfiyyeti ancak usûl-i hadîste beyân olunan şerâit-i mu'ayyene dâi­resinde kabul olunabilir.

18. ilâ 22. Bu kısımlarda muharrer nakiller dahî Reğâib hakkın­daki hadisler ile buna mümasil bir iki hadîsin eimme-i hadîs na­zarında sabit olmadığı halde tasavvuf kitaplarında mevcûdiyyeti gösteriliyor ki mükerrer olduğu cihetle cevaplarının da tekrarına lüzum görmüyoruz. Bizim aradığımız kâ'ide-i malûmeyi isbât edebilecek nakillerdir. Yoksa beyne'l-muhaddisîn sabit olmayan ba'zı ehâdîsin tasavvuf kitaplarında bulunduğu bizce de müsellemdir.

23. “Tasavvuf ve ahlâk kitaplarında ehâdîs oiarak yazılmış olan birçok ekvâli, rical ve mevzû'ât kitapları kibar kelâmı, mutasavvife kelâmı olarak gösteriyorlar” deniliyor ki nukûl-i muharrereye nazaran bunlardan telhis ve istinbât edilecek neticenin kâ'ide-i mezkûreyi isbât edemeyeceği mukaddimemizde tafsil edilmiş idi. Tahzîru't-müs-limtn'de ehâdis-i mevzû'aya dâir bir fasl-ı müstakillin nıevcûdiyyeti ehâdîs-i mevzû'anm hattâ zenâdıka tarafından mevzû'iyyeti hakkın­daki mülâhazayı tekrar edelim ki “tasavvuf kitaplarında bulunan ehâdîsin ekseri mevzû'dur, bâtıldır, hattâ zenâdıkanın vaz'ıdır” ‘vr. 32’ demek için hiçbir kıymet-i isiddlâliyyeyi hâiz değildir. îzâhât-ı şahikamızda da vaddâ'ların sunûfunu teşkil eden du'ât-ı mübtedi'a, fesaka-i muhaddisîn, cehele-i müte'abbidîn sırasında bir sınıf-ı muhsûs olarak zenâdıka güruhu da gösterilmiş idi.[213]

24-25. Sûfiyyenin asarında görülen ve nâkıdîn-i hadîs tarafından sabit olmadığı beyân edilen ba'zı ehâdîsin âsâr-ı mezkûrede münderic bulunması hususunu keşf-i ricale değil belki eimme-i sûfiyyenin tasrîhleri veçhile rûhâniyyeti mukaddese-i Nebeviyye'den ahz ve te­lâkkilerinden başka mehâmil-i haseneye hamletmek beyhude bir tekellüftür. Me'amâfih bu cihet ihtiyar olunsa bile evvelâ mevzu” olarak telâkki olunan ehâdîs hakkında yek diğerini ta'kîb eden eim­me-i hadîsin son sözlerini teharrî etmek lâzımdır. Meselâ Suyûtî’nin işbu:

‘İbnü'l-Cevzî’nin kitabında mevzu olmadığı halde öyle sanılan, sahih, zayıf ve hasen hadisler vardır, bunu güzel söz ortaya koymuştur. Orada gördüğün gariblikten birisi de bil ki, Sahîhu Müslim'den hadis bulunmasıdır’ manzûmesindeki[214] beyânı veçhile İbnü'l-Cevzî’nin mevzû'âtında Sahîh-i Müslim'i de gösterdiği hadîsin bilâhare diğer eimme-i hadîs taraflarından ne suretle sıhhatine hükmedildiği nazar-i dikkate alın­mayarak imâmü'i-muhaddisîn İmâm-ı Müslim’in celâlet-i kadrine hürmeten mehâmil-i haseneye hamli için uğraşmak külfet-i zaidedir.[215] 'Urefây-ı sûfiyye senedlerdeki ricalin beyne'l-muhaddisîn tebeyyün eden ba'zı halleri i'tibâriyle sübûtuna hükmedilmeyen ve fakat Kitâb ve Sünnet'e muvafık bulunan ba'zı ehâdîsi mükâşefe tarîki ile re'sen Seyyid-i Kâinat 'Aleyhi Efdalü't-tahiyyât Efendimiz'den bizzat ahz ve tashih ettiklerini eserlerinde gösteriyorlar. Hat­ta eimme-i dîn ‘vr. 33’ evliyâ-i kiramın yakaza hâlinde Risâletme'âb Efendimiz hazretleriyle şerefyâb olmalarının ve o emr ü kelimât-ı seniyyelerinin o sûrede ahz ve telâkki eylemelerinin imkân ve vukû'unu delâil-i şer'iyyesiyle isbât eylemiştir. Filvaki' keşf ve ilham muhaddisîn, usûliyyîn ve mütekellimîn ‘indinde esbâb-ı 'ilimden değildir, lâkin “hiçbir hükmü isbât eylemez” sözü de umumiyet üzere müsellem değildir. Bunlar, diğeri hakkında hiçbir hükmü isbât ede­mez ise de, sahibi hakkında isbât ve îcâb edeceği ahkâm-ı şer'iyye 'ulemâ-i a'lâm taraflarından mufassalan beyân buyurulmuştur. Nite­kim şu esâsa işaretle Şerh-i 'akâid'de ilhamın esbâb-ı ilimden olma­dığı beyân edildikten sonra  [216]‘Sonra açıktır kî, o, ilham halkın umûmu için kendi­si ile ilim hâsıl olacak bir sebep değildir ki başkasını ilzama elverişli olsun, demek istemiştir. Yoksa onunla ilmin meydana geleceğinde bir şüphe yoktur. Nitekim bunu ifade eden haberler gelmiş olup, bunlar seleften birçok kimseden nakledilmiştir’ diyor.

26. Ehâdîs vaz' edenlerin sunûfu Kâdî 'İyâz'dan naklen ve mufas-salen beyân olunmuş idi.[217] Sûfiyyenin böyle şâ'ibelerden müberrâ oldukları ve ancak vâzi'în-i hadîs aralarında ba'zı cehele-i mutasavvifenin bulundukları husûsâtmda İhtilâfımız yoktur. Bunlar bahsimizin haricindedir.

Saniyen: Cevabnâmede “tasavvuf ve ahlâk kitaplarında mezkûr olan ehâdîs 'ale'l-'ıtlâk ehâdîs değildir, ma'nâsı münfeham olmasın. Böyle bir ma'nâ hatıra da gelmez” deniliyor. İstizahımızda Ceride-i İlmiyye'de muharrer kâ'ideden 'ale'l-ıtlâk böyle bir ma'nânın münfe­ham olduğu iddia edilmemiştir. Ancak “tasavvuf ve ahlâk kitapların­da ehâdîs-i Nebi olarak gösterilen ekvâl muhaddisîn ‘indinde hadîs-i Nebî değildir. Belki pek çoğu kibar, mutasavvife sözleridir” ‘vr. 34’ cümlesinden mefhûnvu muvafakat suretiyle “bu kitaplarda’ki’ ehâdîsin ekseri hadîs-i Nebî değildir” ve mefhûm-u muhalefeti suretiyle de “bu kitaplarda münderic ehâdîsin ekalli hadîs-i Nebî'dir” ma'nâlan münfeham olduğundan bütün mutâla'âtımız şu esâslar üzerine serdedilmiştir. Kâ'ideyi ma'Iûmeyi îzâhan “maksad münferid oldukları ehâdîs olup nâkıdîn-i hadîsin ehâdîs olmadığını tasrîh ettikleri ehâ-dîstir” deniliyor ki bu noktada hiçbir ihtilâfımız yoktur. Lâkin şu mef­hûm ile o kâ'idenin mantûku arasında ne kadar fark olduğu pek za­hirdir.

Fezâil-i a'mâle dâir olup muhaddisîn tarafından rivayetlerinde tesâhül gösterilen ehâdîs-i za'îfedir. Ehâdîs-i mevzû'a değildir. Ehâ­dîs-i za'îfeye ehâdîs-i Nebî değildir denilemeyeceği mutâla'ât-i sabı­kamızda beyân olunmuştur.[218]

Sâlisen: Usûl-i hadîs kitaplarında tafsil edildiği üzere isrâîliyyât ile münâsebeti olmayan bir sahâbînin mebde-i hilkat, umûr-u mâziyye, ahbâr-ı enbiyâ', melâhim-i âtiye ve ahvâl-i uhreviyye yahut se-vab ve 'ikâbın husulüne sebep olabilecek a'mâl ve ef'âle dâir ictihâd ile iradına mesâğ olmayan ve bir lügatin beyânı yahut bir kelime-i garibenin şerh ve tefsin gibi lisâna te'alluku bulunmayan ve tarîk-ı diğer ile merfû'an rivayeti bulunamayan akvâli hükmen ehâdîs-i merfû'adandır. Bu kâ'ide-i usûliyyedir. İşte mevzû'ât kitaplarında isnadı sahabeye müntehâ olan akvâlin hangileri sahâbînin ve hangileri Cenâb-ı  Risâletme'âb  'Aleyhi Salavâti'l-Meliki'l-Vehhâb Efendimiz’in sözleri olmak lâzım geleceğine dâir istîzâhnâmemizde muharrer mü­lâhazat, kâ'idey-i mezkûrenin tatbikatına müsteniddir. Meselâ cevab­nâmede muharrer olup İbn Mes'ûd'un kelâmından ‘vr. 35’ olarak gös­terilen [219]hadîsi İbn Mes'ûd'dan merfû'an rivayet edildiği  gibi  Deylemî’nin Müsnedü'l-fırdevs'ınde  Ebû  Hureyre'den

merfû'an rivayet olunduğu mevzû'ât kitaplarında îzâh ediliyor.[220] Ekvâl-i sahabe arasında bizzat kendilerinin sözleri olduğuna dair ba'zı karâ’inin vücûdu hâlinde nâkıdîn-i hadîs “‘Bu filan sahâbînin sözündendir’ diyorlar. Meselâ “[221] ‘Her geçen yıl rezil olursunuz’ kavlinin merfû'an sabit olan[222] ‘Rabbiniz'e kavuşuncaya kadar, ya­şadığınız hiç bir zaman yoktur ki ondan sonra geîen ondan daha kötü olmasın’ hadîs-i şerifinden muktebes olabilmesi karînesiyle Hasan-i Basrî’nin kelâmı olduğuna kâ'il okuyorlar. Ve böyle karâ’in-i dâlleye zaferyâb olamadıkları suretle kâ'ide-i mezkûreye tatbîkan bi'1-ictihâd re'ylerini beyân ediyorlar. [223] ‘İnsanlar gaflet uykusundadır, ancak ölünce uyanırlar’ hadîsinin min cihetin ahvâl-i uhreviyyeye 'âidiyyeti münâsebetiyle Gazzâlî’nin mevkûfen vârid olan kavl-i mezkûru hükmen hadîs-i merfû' olarak telâkki eylemiş yahut “[224] ‘... rahat yoktur’ hadîsinde olduğu gibi, kendince tarîk-i diğerden mervî bulunması ihtimâline binâ'en ‘insanlar uykudadır/gaflettedir, ...’ hadîsi hakkında mütâle'amız beyân edilmiş idi. Yoksa bu mevzu' üzerinde münâkaşamız yoktur. Usûl-i fıkıhta gayet mütebahhir olduğu beyân edilen Gazzâlî’nin usûl-i hadîsten kâ­'ide-i mezkûrenin ahkâm ve tatbîkâtına vâkıf olamayacak derecede müzcâ'1-bidâ' olması müstefrîdir. Müşârün ileyhin “ ‘hadiste yükü az olanlar’ demesi meselâ hıfzan yüz bin, üç yüz bin ehâdîsi mesânîdi, 'ileli, tevârîhi ile ihata eden “üu” ‘hafız’, “ ‘hüccet’ gibi eimme-i hadîsden olmadığına işarettir ki bu hususu tes­lim ediyoruz, ‘vr. 36’

Râbi'an: Hâris-i Muhâsibî’nin[225] ve diğer ecille-i a'lâmın zikreylediğimiz eserleri 'İlül-i hadîste bir merci', bir asi olarak zikredilmemiş idi. Bu zevatın cümlesi nâkıdîn-i hadîsin enzârmda her türlü töhmet­ten beri ve eserleri dahî pek çok ehâdîs-i sahîhayı muhtevî olduğun­dan tasavvuf kitaplarına birer numune olarak gösterilmiş idi.

1. Hâris-i Muhâsibî’nin merâtib-i ta'dîlin derecât-ı 'âliyesinden biriolan sadûkiyyet ile tavsifinden sonra “fakat eimme-i hadîsten de değildir” deniliyor ki Dârü'l-Hikme Hey'et-i 'Aliyyesi’nin şu ta'birini müsamahaya hamlediyoruz. Eğer imamet sıfatı beyne'l-muhaddisîn müte'ârif olan ma'nây-ı ıstilâhîde isti'mâl ediliyorsa cevabnâmenin mukaddimesinde âsâr ve esâmileri muharrer bulunan zevat arasında İmâm-ı Zehebî gibi birkaç zâttan mâ'adâ hiçbiri eimme-i hadîsten de­ğildir. Şayet 'İlmen ve 'amelen ihraz eylemiş oldukları merâtib-i rafi-'aya İşaretle İmamet kelimesiyle tavsif ve tebcil edilmişler ise bu sı-fat-ı mübecceleyi Hâris-i Muhâsibî'den nefyetmek icmâ'a muhaliftir. Zâten İmâm-ı Zehebî “[226] ‘Hâris’in kavmin lisanı olduğu bu asırda, hadiste onun muasırı olan, aralarında Ahmed b. Hanbei ve İbn Râhûye’nin de bulunduğu bin imam vardı’ sözlerini müşârun ileyhi tebcil ma'razmda söylüyor. İbn Hacer-i Heytemî Fetâvâyı hadîsiyye'sinde “ulûm-u zahire ve batmada muktedâ bihim oldukları icmâ' ile sabit olan 'asr-ı vâhid ricalinden beş zâtı zikrediyor ki[227] en başta Hâris-i Muhâsibî'yi gösteriyor. Diğerleri Ebû'l-Kâsım Cüneyd, Ebû Muhammed Ruveym, Ebû 'Abdullah 'Amr b. 'Osman el-Mekkî ve Ebû'l-'Abbâs b. 'Atâ'dır.

2. Ebû Tâlib-i Mekki’nin Kûtü'l-kulûb'u hakkında yedinci rakamda îrâd edilmiş olan Zehebî’nin sözlerindeki maksad mufassalan îzâh edilmiş idi. Tekrarına lüzum kalmamıştır, ‘vr. 37’

3. Ebû Nu'aym el-İsbehânî'ye 'âid âsârın tabaka-i râbi'a kitapla­rının temyizine medar ve mi'yâr ve beyne'l-muhaddisîn mâ bihi'l-İ'timâd ve gayet kıymeddâr olduğunu Veliyyullâh-ı Dihlevî’nin sözle­riyle müdellelen îzâh edilmiş idi, tekrarından müstağniyiz.

4. Şeyhülislâm Herevî’nin Menâzilü's-sâirin'ini misâl göstermek­ten maksad mevzû'u mebâhis olan kâ'idenin cüz'İyyâtına 'adem-i intibakına işaretten 'ibarettir. Bu eser-i sûfiyânede velev ki üç hadîs-i şerif bulunsun,[228] kâ'idey-i mezkûreyi tatbîkan ekseri olan iki hadîsin hadîs-i Nebî olması lâaim gelir ki bunun 'aksi sabit olduğunda müt­tefik bulunuyoruz.

5. Medâricü's-sâlikîn tasavvuf kitaplarındandır. Bu kitap hakkın­da bir şey söylemiyor. Yalnız sahibi İbn Kayyim’in diğer nâkıdîn-i hadîs gibi mutasavvifenin kabul ettiği birçok ehâdîsin mevzu'iyyetini tasrîh eylediği ve bilhassa hayât-ı Hızır hakkında zikredilen ehâdîsin kâffesinejf kezibdir dediği beyân olunuyor.[229] Tasavvuf kitaplarında ehâdîs-i mevzû'anın mevcûdiyyetini min haysü'l-mecmû' ta'dâdı i'tibâriyle kesretini nefyen bir İddİ'âmız sebk etmemiştir. Bizim ara­dığımız kâ'ide-i ma'lûmeyi isbât edebilecek bir nakl-i esasidir. Hayât-ı Hızır meselesi bir mes'ele-i ahardır. Âsâr-ı varideye nazaran beyne'l-muhaddisîn rivayet ve dirayeti muhtelefün fîhâdır. Cumhur sihhatine kaildir.

6. İbnül-Cevzî’nin İbn Kayyim'den ziyâde mutasavvifenin kabul ettiği ehâdîse mevzu' demesinin, tekrar edelim ki öyle bir kâ'idenin sübûtuna medar olamayacağı mükerreren tafsîlât-ı sâbikadan anla­şılmıştır. Böyle müfrit ve müteşeddid bir zâtın Hilyetü'l-evliyâ'yı ihti­sar etmekle eser-i mezkûre 'atfeylediği ehemmiyyet şâyân-ı dikkattir. ‘38’

Hâmisen: Cevabnâmenin telhis edilen ecvibe-i ahîresi hakkında sırasıyla mutâla'âtımız ber-vech-i atîdir:

1. “Ehâdîsin mücerred tasavvuf kitaplarında zikrolunmasıyla ehâdîs-i Nebî olduğuna hükmolunamaz” deniliyor. Bu pek doğru bir sözdür fakat, “ehâdîsin mücerred tasavvuf kitaplarında zikrolunma­sıyla ehâdîs-i Nebî olmadığına hükmolunmaz” sözü de pek doğrudur. Hadîslerin temyîzi hususunun eimme-i hadîse âit olduğu müsellem­dir. Lâkin eimme-i hadîsten hiçbiri, ekser tasavvuf kitaplarındaki ha­dislerin ekseri mevzudur, dememiştir, yegân yegân tetkik edilen nukûl-i muharrere arasında böyle bir nakle tesadüf edilemedi, o halde fıkra-i ahîrade “tasavvuf ve ahlâk kitaplarında akvâl-i Nebi olmak üzere birçok ef'âl nâkıdîn-i hadîs tarafından kibâr-ı mutasavvifeye isnâd olunuyor. Bu kâ'idedir, asıldır” hükmü hangi nakle isnâd edi­yor. Eğer maksad tasavvuf kitaplarında münderic olup nâkıdîn-i hadîs tarafından mevzu' oldukları beyân edilen ehâdîsin kütüb-i mü­teferrikadan bir araya cem'i suretiyle 'adeden bir kesret teşkil ede­ceğini beyân etmek ise böyle bir beyân ile öyle bir kâ'idenin ara­larındaki farkın ehemmiyeti mukaddimede beyân edilmiş idi, tekrara hacet yoktur.

2. Son fıkrada “mücerred bu kitapta bulunmakla sahîh olduğuna hükmolunmaz” deniliyor. Bu bizce de müsellemdir lâkin bu kâ'ideye ve mücerred bu kitapta bulunmakla sahîh olmadığına hükmolunmaz” kâ'idesini de 'ilâve ediyoruz. Dârü'l-Hikme Hey'et-i 'Aliyyesi’nin bu ikinci kâ'ideyi kabul edeceklerine kâni'iz demek olur ki ta'rîfleri veçhile herhangi bir kitabın ihtiva ettiği ehâdîs eimme-i hadîsin riva­yetlerine tevfikan tetkik edilip de ekserisinin sahîh veya gayr-i sahîh olduğu yakîn etmedikçe bu hususta hûd be hûd nefyen ve isbâtan bir hüküm vermek salâhiyyetimizin haricindedir. Eimme-i hadîsin riva­yetlerine ‘vr. 39’ nazaran tasavvuf kitaplarında ehâdîs-İ mevzû'anın mevcûdiyyetini kabul ettiğimiz gibi, sahihe, hasene ve za'îfenin de mevcûdiyyetini müttefikan kabul ediyoruz. Fakat ekseriyet hangi cihettedir. Bunlardaki ehâdîs-i sahîha mı ekserdir, yahut ehâdîs-i mevzû'a mı? Eimme-i hadîs ekser tasavvuf kitaplarını yegân yegân tetkik ederek ve ehâdîs-i sahîha ve mevzû'anın kemmiyetlerini göste­rerek, bu kitaplardaki ehâdîsin ekseri mevzû'dur, akvâl-i Nebî değil­dir, demişler ise, bilâ tereddüt bir kâ'ide-i asüyye olarak kabul ederiz. Elbette aradığımız, sorduğumuz böyle bir nakildir. İstîzâh-ı sâbikada tasavvuf kitaplarında ehâdîs-i mevzû'a yoktur diye bir iddi'âda bu­lunmuş olsa idik, nukûl-i muharrere pek müskit ve hilafını müsbit bir cevab-ı savâb olurdu. Fakat görülüyor ki ekseriyet da'vâsı bir delîl-i 'ilmîye iktiran edememiştir.

3. Sûfiyyenin keşf-i rical ile ehâdîs-i şerîfeyi rivayet ettiklerini bilemiyoruz. Ancak yirmi dördüncü ve yirmi beşinci rakamlarda tafsil edildiği üzere, eimme-i hadîsin za'îf gördüğü yahut Kitab ve Sünnet'e münâfî olmayıp da senedlerdeki ricalinden birinin bir 'illeti câriha ile mecruh olduğuna nazaran 'adem-i sübûtuna kail olduğu bazı ehâdîs-i şerîfeyi keşfen ve bizzat Rûhâniyyet-i Mukaddese-i Nebeviyye'den tashîh ve ahzeylediklerini eserlerinde yazıyorlar. Tasavvuf kitaplarında münderic ehâdîsin cümlesinin yahut ekserisinin bu kısımdan olduğu da iddi'â edilemez.

4-5. Ehâdîs-i mevkûfe ile Gazzâlî hakkındaki ntutâla'âtımızı tek­rar eyleriz.

6. Tasavvuf kitaplarında ba'zı ehâdîs-i mevzû'anın bulunması bu kitaplardaki ekser ehâdîsin ehâdîs-i Nebî olmadığını istilzam etse idi, 'aynı illet siyer ‘vr. 40’ ve tefsir kitaplarında da mevcut bulunduğun­dan kitâb-ı mezkûrenin tasavvuf kitaplarına ilhâkiyle onları da kâ'i­de-i mezkûre tasrih etmek îcâb edeceğine işaret olunmak üzere siyer ve tefsir kitaplarından bahsedilmişti.

7. Sufiyye ve mutasavvife ta'birleri arasında îzâhât-ı sâbika veçhi­le ıstılâhan fark olduğuna ve ba'zı cehele-i mutasavvifenin vâzi'în-i hadîs sınıfından bulunduğuna nazaran kâ'ide-i ma'lûmenin ba'zı mu­tasavvifenin âsârı hakkında olabilmesi ihtimâline binâ'en suâlimiz ona göre tertib olunmuş idi.

8. Tasavvuf kitaplarının ihtiva eylediği ekser ehâdîsin mevzu' ol­duğu kabul ediliyorsa ehâdîs-i mevzû'a üzerine müretteb âsârın esa­sen bir kıymet-i şer'iyyesi kalmayacağı cihetle böyle bir zehaba mahal kalmamak üzere Certde-i 'İlmiyye'de kâ'ide şeklinde muharrer bulu­nan cümle-i ma'lûmenin me'hazinin irâesi yahut tashîhi temennî edilmiş idi. Evet hadîs meydanları ancak eimme-i hadîsin cevelângâhlarıdır. O meydanlar mutasavvife gibi bizim de cevelângâhımız olma­dığından kâ'ide-i mezkûreyi kabul edebilmek için eimme-i hadîsin asarından tashîh-i nakle lüzum görülmüş idi. Cevabnâmede muharrer nakiller îzâhât-ı sâbika veçhile iddi'ây-ı vâkı'îyi te'yîd edemediği ci­hetle naklen hilafı sabit oluncaya kadar kâ'idey-i mezkûreye 'İlm-i hadîsin ıstılâh-ı mahsûsu üzere hatây-ı İctihâdîden münba'is bir kâ'i­de-i mevzû'a nazariyle bakmakta ma'zûr bulunduğumuzu arz eyleriz.

V'Allâhü aiemü bi's-savâb ve ileyhi'l-merci'u ve'1-me'âb.

Tedkîk-i Mesâhif ve Mü'ellefât-ı Şer'iyye Meclisi

13 Şa'bân 338/2 Mayıs 336 Mühr-i resmî.

 

E. Eş-Şerh Ve't-Tahül 'Ale'l-Cerh Ve't-Ta'dîl

 

İzmirli İsmail Hakkı, ‘vr. 41’

Tetkîk-i Müellefât Hey'et-i 'Aliyyesi’nin tasavvuf ve ahiâk kitapla­rındaki ehâdîs hakkında beyân ettiğimiz tafsil ve îzâh-ı cerh ve ta'dîl kastıyla kaleme aldığı risale mütâla'a güzâr-ı âcizi oldu. Risale tahlîl olununca görülür ki Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi tasavvuf kitaplarında ehâdîs-i mevzû'a bulunduğunu kabul ediyor. Ta'dâd İ'tibâriyle nasîfına yakın derecede olduğunu bile inkâr etmiyor. Şerh ve îzâh ettiğimiz veçhile nâkıdîn-i hadîsin iliştikleri ehâdîsin çoğunun kibar, mutasavvife sözü olduğunu kabule muztarr oluyor. Zâten maksadımız bu iki şeyi isbât etmek olmakla ya'nî beyânları veçhile “‘Şüphesiz tasavvuf ve ahlâk kitaplarında çok sayıda mevzu hadis vardır’ esâsı olmakla Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi her ikisini de kabulde insaf gösteriyor. Hatta ba'zı mutusavvifenin hadîs vaz'ettiği, cehele-İ mutusavvifenin cehele-i müte'abbidînde dâ­hil olduğunu, beyân ettiğimiz[230] birtakım ehâdîs-i kudsiyye veya ehâdîs-i Nebeviyye’nin 'adenvi sübûtunu, “ehâdîs-i şerîfede ancak Ehl-i hadîsin sözü mesmû' olur” kavlimizi, hadîs meydanının mutasavvifenin cevelângâhları olmadığını, hadîslerin temyizi hususunun eimme-i hadîse âit bulunduğunu, me'haz olarak zikrettiğimiz on iki zâtı ve eserlerini tamamen kabul ediyor.

Artık başka bir diyecekleri kalmamış olmak lâzım gelir iken bu ke­re maksûd-u bi'z-zât olmayan mesâil-i tâliyyeye ta'arruz ederek cerh ve ta'dîle kalkışıyor. Bununla beraber birçok yerde zühule, tedlîse ka­pılıyor, İbn Cehdam hakkında, ‘insanlar uykudadır/gaflette­dir, ...’ hadîsini tatbîk hususundaki nakillerde 'adetâ tağlît koyuluyor! Dihlevî'den naklettiğimiz kelâmı anlamadan zühul ettiğimizi fe­rah ve fahur beyân ediyor. Mazınne hakkında uzun uzadıya îzâhât veriyor, halbuki îzâhât aleyhine çıkıyor, kendi zühulünü îzâh ediyor. Abdal hakkında ‘vr. 42’ Müsned-i Ahmed'teki hadîs ile teberrüken istidlal ediyor. Halbuki bu hadîsin hadîs-i münker olduğu yine Müs­ned-i Ahmed'te zikrolunuyor.[231] İlk beyanâtımız -îzâh ve tafsîl olunmadan evvel- zihninde nasıl te'sîr hâsıl etmiş ise henüz o te'sîrden kurtulamayarak sıkıştıkça, cevaptan âciz kaldıkça zihinde tasar­lanan o muhayyel kaide için delîl istiyor. “Ekseriyyet-i mecmû'a, ek­ser tasavvuf kitaplarındaki ehâdîsin hadîs-i Nebî olmadığına delâlet etmez, kâide-i usûliyyenın husulünü ve kabulünü îcâb eylemez, yoksa hakkında nakl-i sarîh göstermemiştir” diyor. “Nukûl-i muharrara o kaideyi isbât etmeyeceğinden bir kıymet-i istidlâliyyeyi hâiz değildir” sözü’nü’ tekrar edip duruyor.

Bu risalede mea't-teessüf tetkik ve tahlîl mefkûd, fakat hatâ ve tağlît meşhurdur. İşte buna mebni âcizleri el-Cerh ve't-Ta'dîl'deki mevâddı şerh ve tahlîl ederek evvelki îzâh ve tafsili te'yîd ediyorum.

 

1. Meşârık Sahibi Ve Buhârî Şârihi Sâğânî

 

Tetkîk ‘-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi İmâm Sâğânî hakkında bir şey demiyor.[232] Yalnız Abdüîhayy el-Leknevî'den naklen Sifrü's-se'âde sahibi, Mecdüddîn-i Fîrûzâbâdî gibi müteşeddid olduğunu beyân ediyor.[233] Tasavvuf kitaplarında ehâdîs-i mevzûanın kesreti kabul olunduktan sonra zannederim ki Sâğânî’nin müteşeddid olduğunu beyâna ihtiyaç hâsıl olmaz. Abdüîhayy el-Leknevî “Sâğânî bâb-ı cerhte müteşeddid, vad' ile hükümde mütesâhil” demek istiyor. Sâğâni müteşeddid olabilir, müşârün ileyhin münferiden vaz'ını iddi'â ettiği bir hadîs ile 'aleyhine istidlal olunmuş İse bu sözün yeri olabilir, yoksa beyhude külfettir. Maksadımız Meşârık sahibi, Buhârî şârihi olan Sâğânî gibi muhaddis ve fakîh ve lugavî bir zâtın sözünü nakildir. Ne nakle ne da'vâya i'tirâz olunmuyor. Yalnız müteşeddid deniyor, bu ise maksadımızı ihlâl etmez. ‘vr. 43’

 

2. Hakîm-i Tirmizî

 

Sâğânî’nin, İbnü'l-Kayyim’in, İbn Ebû Cemre’nin Hakîm-i Tirmizî hakkındaki[234] sözlerine i'tirâz olunmuyor.[235] İbn Hacer’in Tirmizî'yi sena etmesi müşârün ileyhin o sözlerine münâfî değildir. Evet Ha­kîm-i Tirmizî e'imme-i a'lâmdan huffâz-ı İslâm'dandır. Zehebî Tezkiretü'l-huffaz'da onu zikrediyor.[236] Bu i'tibâr ile medh ve senaya lâyık­tır. Ancak menâkîr ve mevzû'ât rivayet etmiş olması İ'tibâriyle hak­kında söz söyleniyor, bu da doğrudur. Huffâzın menâkîr rivayeti nâkıdîn-i hadîs ‘indinde sabittir. Nitekim Zehebî Tezkiretü'l-huffâz'da Ebû Zür'a er-Râzî tercümesinde şöyle diyor: “[237] ‘Onun birçok eseri vardır. İçeri­sinde diğer hafızlar gibi, halini açıklamaksızın münker sözler rivayet eder. Bu hafızın kınandığı hususlardandır’. Vâkıdî hakkında da[238] ‘Vâkıdî’nin gev­şekliği, hadis konusunu iyi bümemesi ve zayıflığına rağmen İlim da­ğarcıklarından birisi olduğu hususunda icmâ vâkî olmuştur’ diyor. Haccâc b. Ertât hakkında [239] ‘İlim dağarcıklarından birisidir fakat, hadisi güvenilir değildir, aynı zamanda tedlîs yapardı’, Ebû Bekir b. Ebû Dârim, el-Hâfizü'l-müsnid dediği Ahmed b. Muhammed hakkında “[240] ‘Rafızî olarak nitelendirilmiş, hadis konusunda da itham edilmiştir’ diyor. Hatta Mızânü'l-i’tidâl'de [241] ‘yalancı Rafızî’ sözünü îrâd etmekten bile çekinmiyor. Ebû 'Abdurrahmân Mu­hammed b. el-Hasan es-Sülemî'yi de huffâz meyânında ta'dâd etmek­le beraber “ [242]Hakâ'iku't-tefsîr’i yazmış ve içinde batıl uydurma ve yalanlara yer ver­miştir. Allah'tan bağışlanma ve afiyet temennî ederiz. Hatîb dedi ki: Bana Ali b. Yûsf el-Kattân şöyle dedi: Sülemî sika/güvenilir değildir, sûfiler için hadîs uydurur idi’ sözlerini de ityân ediyor. Nitekim bu mes'ele nakd-i rical fennine vâkıf olanlara hafi değildir.

 

3. İhyâü'l-'Ulûm Hadîsleri

 

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i Aliyyesi ehâdîs-i mevzû'a ve za'îfeyi velev ki az olsun i'tirâf ediyor. Sened makamında îrâd ettiği Ta'rifü'l-İhyâ sahibi de İhyâ'da ehâdîsin çoğu ‘vr. 44’ sahîh, hasen, za'îf ve birazının mevzu' olduğunu ikrar eyliyor. Bu halde Esne'l-metâlib'ın İhyâ'da birtakım ehâdîs-i mevzû'a vardır... ffıyâ'nm ehâdîsine i'timâd olunmaz”[243] sözü nasıl cerh olunur? Bu cerhin müte'allıkı da bir kelâm-ı muhayyel olsa gerektir. Evet[244] “‘itimad edilmez’ ile ‘Asıl kaynaklarda yer almamaktadır’ ara­sında fark vardır. Esne’l-metâlib ‘Asıl kaynaklarda yer alma­maktadır’ demiyor. Fakat diğerleri onu da söylüyorlar. Nitekim Suyûtî Mîrfcâtü's-su'ûd'unda. İhya hakkında..[245] ‘onun içerisinde asıl kaynaklarda yer almayan hadislerin bulun­duğu kapalı değildir’ diyor.       

Zehabı: İhyâ'da çok mevzû'ât vardır diyor.[246] Yoksa mevzû'âtı sahîhinde, hasetlinden daha fazladır demiyor. Zehebî bu hususta münferid değildir. Dârekutnî,[247] Cevzekânî, İbn Nasır, İbnü'l-Cevzî, İbn Dıhye, İbnü'l-Cevzî,[248] Tartûşî, Mâzerî, İbnü's-Salâh hattâ Sübkî de Zehebî ile beraberdir.[249]

Kâle't-Tartûşî:[250]

[251]‘Tabakâtü's-Sübkî'de geçtiği üzere, kitabını uydurmalar ile doldurdu. Sübkî şöyle demiştir: Mâzirî ihya'da bulunan hadislerin çoğunun uy­durma (vâhî) olduğunu kaydetmiştir. Gazzâlî hadis ilminde derinliği olan bir kimse değildi. İhyâ'daki haber ve hadislerin büyük çoğun­luğu kendisinden önceki sûfîlerin ve fakîhlerin kitaplarında geçmektedir. Yine şöyle demiştir: Şeyh Takiyüddîn İbnü's-Salâh'ın Gazzâlî hakkında bazı sözleri vardır ki bunu kabul etmiyoruz’ Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi Sübkî’nin İhyâ'da esânîdini bulamadığı ehâdîsin otuz altı sahîfe teşkil ettiğini kabul ediyor. Artık İhyâ'daki ehâdîs Hey’et-i 'Aliyye’nin beyânı veçhile kemiyyet i'tibâriyle çok olmaz mı?

Filvaki' âsâr-i müselseley-i müdevveneye ‘ıttıla’ lâzımdır. Aksi halde yüzde yüz hatâ vardır. Evvelce mevzu' olanların bilâhere gayr-i mevzu' veya gayr-i mevzu' olanların bilâhere mevzu' olduğu tahak­kuk eder. Ta'kîbât-ı mütevâliye ihata ‘vr. 45’ olunmadan, muhaddisî-nin son sözü görülmeden hükmedivermek hatâdan salim olmaz, şâyân-ı kabul olmaz, da'vâsı gayet doğrudur. Bir de tamamıyla buna ri'âyet ederek İbn Ayderûs'dan sonra gelen Muhammed Hut'un sözüne bakarak, bu kere de daha sonra gelen Ebû'l-Me'âlî es-Selâmî eş-Şâfi'î’nin Gâyetü'l-emâni'deki sözlerini ilâve edelim:[252]

‘Hiç şüphesiz İhyâ, mevzu hadisler ihtiva etmektedir. Yine şöyle de­miştir: Zebîdî bu ilmin ehlinden ve bu sahanın ricalinden değildir. O lügat ve bazı Arabça ilimleri konusunda bir miktar malumatı bulunan bir kimsedir. Onun gibisinin cerh ve ta'îl konusundaki sözü dikkate alınacak değerde değildir’.

Gazzâlî birçok fukahâ ve mütekellimîn ve süfiyye gibi bidayette rivayet ve hıfz-ı hadîs ile meşgul değil idi. Âhir-i ömründe buna i'tinâ etmiş ise de ömrü müsait olmamış idi. Hiçbir vakit bile bile mevzu' hadîsi zikretmez. Ancak müellifine hüsn-i zan ettiği kitaptan nak­leder. İhya'daki ahbâr ve âsâr-ı za'îfe ve münkere ve mevzû'anın mu'zamı erbâb-ı tetkikin beyânı veçhile Kûtü'l-kulûb'tân nakledilmiş­tir.[253] İbn Teymiyye’nin tetkiki veçhile İbn 'Abdilber’in ilmin ve ulemânın fazlı hakkındaki kitabından,[254] İbn Hazm'ın Kitâbü'z-Zikr'ınden naklettikleri mebâhis hakkındaki ehâdîsi ceyyiddir.

Biz bununla beraber her iki tarafın sözlerine bakıp delilin kuvveti i'tibâriyle hükmetmenin lâzım olduğunu da unutmadık. Zehebî’nin ve şâir Ehl-i hadîsin bu babdaki tetkiklerini cerh edecek başka bir söz var ise ona müntazırız.

İbnü's-Salâh'ın toplayan kimse aşırı gitmiştir’ kavli[255] doğrudur, delilsiz hükmolunanlar hakkındadır. Öyle hâtır-ı 'âcîzîye hutur ediyor ki Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Alliyesi İbnü's-Salâh'ın, Gazzâlî’nin kitapları hakkındaki intikâdâtını[256] bilmiş olsaydı bu mevzû'da ‘s. 46’ sözünü sened makamında zikretmez idi, taharrîsiz, tetebbu'suz söz söylemek mahzurdan salim olmaz.

 

4. Abdal Hadîsleri

 

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi Zehe­bî’nin kutb, evtâd hadîsleri hakkındaki ‘bâtıl’ sözünü, Sehâvî’nin abdal hadîsleri[257] hakkında “‘zayıf’ sözünü cây-ı te'emmül görüyor. Cerh makamında İbn Hacer’in Fetâvâyı hadîsiyye'sine müracaat ediyor.[258] Müsned-i Ahmed'de 'Ubâde b. es-Sâmit rivayeti ile tahrîc edilen[259] hadîsi hasen zannederek teberrüken onunla istidlal ediyor.

Bu bâbta Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi'ni tenvir edelim:

Evvelâ İbn Hacer-i Heytemî Fetâvâyı hadisiyye'de ricâl-i gayb fas­lında Yâfi’i’nin sözünü naklediyor. Yâfi'î[260] hadîsini zikrediyor. Sonra yine Yâfi'î sözlerini hikâye ediyor. Yâfi'î hadîsi hakkında “‘Şayet sahihse, onun zikrettiği hadiste gizli faydalar vardır’ diyerek birtakım fevâid dermeyân ediyor.[261] Biraz sonra”[262] ‘Hiç şüphesiz ki onu güvenilir hadis hafızlarından her­hangi birinin kaydettiğini görmedim, fakat ondaki birçok hususu te'yid eden çok sayıda hadis gördüm’ diyerek[263] Ebû Nua'ym'ın Hilye'sinden, İmâm Ahmed’in Müsned'inden, Taberânî'den, İbn 'Asâkir'den, el-Hallâl'ın[264] Kerâmâtü'l-evliyâ'sından, Deylemî'den, Hâkim'den İbn Ebî'd-Dünyâ'dan,[265] İbn Hibbân'dan, Beyhakî'den, İbn 'Adî'den, Tirmizîy-i Hakîm'den rivayet edildiğini yazıyor. En sonra “ ‘Bu ümmet için ba's edilir, ...’[266],”  [267]‘Bir grub olmaya devam eder, ...’ hadîs-i sahihlerinden istinbât ediyor. Zeyn b. Harun'dan abdâlin ehl-i tim olduğunu, İmâm Ahmed'ten abdalın Ehl-i hadîs olduğunu naklediyor fakat hiçbiri hakkında sahîh veya hasen demiyor. Yâfi'î hadîsi hakkında (Şayet sahih ise) ‘vr. 47’ demekle kat'î olarak hadîsin sıhhatine de kail olmuyor.[268] Bu halde İbn Hacer-i Heytemî’nin Fetâvâyı hadîsiyye'sindeki nakli bize cevap olamaz. Keza abdal hakkında zayıf bile olsun hiçbir hadîs vârid olmamıştır, gibi bir da'vâda bulunmuş olmasaydık bu nakil ancak o da'vâda bulunmuş olmasaydık bu nakil ancak o vakit bize cevap ola­bilir idi. Halbuki öyle bir iddi'âda bulunmadık.

Saniyen: Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi’nin teberrüken makâm-ı istidlalde Müsned-i Ahmed'ten 'Ubâde b. es-Sâmit rivayeti ile hadîs-i hasen olarak zikrettiği[269] ‘Bu ümmet içeri­sinde, İbrahim Halîlü'r-rahmân gibi otuz abdal vardır, bunlardan birisi ölünce Allah yerine bir başkasını değiştirir’ hadîsini bir kere göz­den geçirelim:

[270]‘Abdullah, babası, Abdülvehhâb b. Atâ', Hasan b. Zekvân, Abdülvâhid b. Kays, Ubâde b. es-Sâmit tariki ile Peygamber SallA'llâhü Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini nakletmiştik Bu ümmet içeri­sinde, İbrahim Halîlü'r-rahmân gibi otuz abdal vardır, bunlardan biri­si ölünce Allah yerine bir başkasını değiştirir. Allah'ın rahmeti üze­rine olsun, babam dedi ki Abdülvehhâb hadîsine dair bunun dışında söz/rivayet de vardır. O münkerdir. bununla Hasan b. Zekvân hadisini kastetmiştir’.

Erbabına  ma'lûm olduğu  üzere  râvisi  za'îf olmadıkça hadîs münker olmaz.[271] İmâm Ahmed b. Hanbel. Hasan b. Zekvân[272] hakkında Keşfü'l-ahvâl'de beyân olunduğu veçhile ‘bâtıl hadis­ler’ diyor.[273] 'Ukaylî  ‘Ondan acâib şeyler rivayet ederdi’, Ebû Dâvud “ ‘Kaderiyye'den idi’, İbn 'Adî” ‘başkasının rivayet etmediği hadisler rivayet etti’ diyor­lar.[274] Hasan b. Zekvân'ı, İmâm Ahmed'ten başka İbn Ma'în, İbnü'l-Medînî, Ebû Hatim de tad'îf ediyorlar.[275] İbn-i Hacer-i 'Askalânî ‘vr. 48’’sadûk/güvenilir olmakla birlikte zaman zaman hata eder, Kaderiyye'den olmakla itham edilmiştir, tedlis ya­pardı’ diyor. Üçüncü mertebedeki müdellisîn meyânında zikrediyor: Zehebî’nin Hasan b. Zekvân hakkında “‘hadisi sâlihtir’ demesi,[276] İbn Hibbân'ın onu sikât meyânında zikretmesi tedlîsine münâfî değildir.[277]

İbn Hacer-i Askalânî müdellisînin mertebe-i sâlisesini şöyle ta'rîf ediyor:[278]‘İmamlar, çok tedlis yapan kimselerin hadis­lerini, semâ'i açıkça ifade etmedikçe delil olarak kabul etmemişlerdir. Onların bir kısmı mutlak olarak hadislerini reddetmiş, bir kısmı da kabul etmiştir’ Abdülvehhâb b. 'Atâ' hakkında da çok söylenmiştir. Buhârî [279] ‘Onların nazarında güvenilir değildir’ diyor. İbn Hacer onun hakkında ‘güvenilirdir’ demekle beraber, Sehâvî şöyle demiştir: Sevr el-Hımsî'den ve başkalarından münker hadisleri tedlis yaparak naklederdi’ sözünü de ilâve ediyor. Hasan b. Zekvân gibi onu da üçüncü mertebedeki müdellisîn meyânında sayıyor.[280] Hasan b. Zekvân hadîsi mu'an'andır. Kale İbnü's-Salâh: “

[281]‘Doğru olan, ve uygulanagelen tatbikata göre, mu'an'an sened muttasıl sened gibidir. Cumhur, hadis İmamları ve diğerleri bu görüşü benimsemiştir. Şöyle demiştir: Bu, an'anenin kendilerine nisbet edildiği kişi ile râvînin karşılaşmış olması ve tedlîs ithamından kurtulmuş olması şartı, iledir’.

Binâ'en'aleyh Hasan b. Zekvân hadîsini Müsned-i Ahmed'te gö­rüldüğü veçhile mu'an'an,[282] İmâm Ahmed’in oğlu Abdullah'ın tasrîhi veçhile münker olmakla ehl-i ilim ‘indinde şâyân-ı ihticâc ve istidlal olamaz.[283] Sûfiyye ‘indinde de şâyân-ı teberrük olmamak gerektir.[284] İşte Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Alîyyesi’nin teberrükte've istidlâlen zikrettiği hadîs-i hasen! Ne a'Iâ tetebbu'! ne güzel def!

Ma'raz-ı istidlalde husûsan Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye'ye karşı il­zam mevkiinde ‘vr. 49’ Müsned-i Ahmed'ten böyle bir hadîs-i münker ile istidlal”[285] ‘... namaz kılanlara yazıklar olsun’ nazm-i celîli ile istidlali andırıyor. Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi dördüncü bendde Dârü'l-Hikme'ye karşı kavlen beyân eylediği vesâyâyı beşinci bendde fi'ılen nakzediyor. Muhaddisînin silsile-i beyânına 'atf-ı ehemmiyet etmiyor. Müte'ahhirîn'den Muhammed Hut'un Esne'l-metâlib'[286] ‘Bunu Ahmed, Ubâde b. es-Sâmit'ten rivayet etmiştir. Onun sonu zayıf olan bir rivayeti vardır’ dediğini görüyor:

‘Ey! Başkasına öğreticilik yapan adam, kendine de öğretmen gerekmez mi?’

Teberrüken istidlal ettikleri hadîs-i haseni acaba matbu' Fetâvâyı hadîsiyye'nın kenarında görmüş olmasınlar. Filvaki' kenarında “[287] ‘Bu hasendir. Onun Hilye'de bulunan İbn Mes'ûd hadisinden şahidi vardır’ deniyor. Fakat bir kerecik olsun tetkik etmek yok mu? Müsned-i Ahmed'm tas­rihine karşı Zerkeşî’nin hadîs-i hasen demesinin mahmeli[288] buluna­maz mı? Buralarını düşünmek yok mu?

Bir defa Hilye'deki bu İbn Mes'ûd hadîsi de şâyân-ı temessük ve istidlal değildir.

(Ebû Nu'aym):[289] (Muhammed b. Ahmed b. el-Hasan, Muhammed es-Sırr el-Yüsrî, Kays b. İbrahim b. Kays es-Sâmirî, Abdürrahîm b. Yahya el-Âdemî, Osman b. 'İmâra, Mutallib b. imrân, Süfyân es-Sevrî, Mansûr, İbrahim, Esved tarîki ile Abdullah'tan merfû olarak şöyle nakletmiştir: Allah'ın halk içerisinde üç yüz kulu vardır ve onların kalpleri Âdem’in kalbi üzerindedir. Yine Allah'ın halk içerisinde kırk kulu vardır ve kalpleri Musa'nın kalbi üzerindedir. ... Onlardan birisi ölünce üç yüz kişiden birisi ile onun yerini değiştirir. ...hadîs) Muhammed el-Kantarî ile Kays b. İbrahim mecâhîldir, kemâ kale İbnü'l-Cevzî ve ekarrahû's-Suyûtî.[290] •Osman b. 'imâra hakkında Keşfü'l-usûl ‘Abdal hadisini uydurmakla itham edilmiştir’ diyor. Zehebî ile İbn Hacer-i 'Askalânî bu hadîs hakkında” ‘yalandır’ diyorlar. Zehebî, 'Osman b. 'imâra tercümesinde[291] ‘Bu iftirayı uyduran kimseyi Allah kahretsin’, Abdürrahîm b. Yahya el-Âdemî’nin tercümesinde, “[292]‘Osman b. İmâre'den abdal konusunda bir hadis rivayet etmiş ve onu bu rivayet sebebiyle tenkid etmiştir’ diyor. Bu hadîsi Taberânî de İbn 'Asâkir de tahrîc etmiştir.[293] İşte hadîs-i hasen! İşte şahidi!

İbn Hacer-i Heytemî’nin te'yîd makamında zikrettiği, Suyûtî’nin şevâhid olarak ityân ettiği ehâdîs ve ahbârdan numune olmak üzere bir kısmını da Ehli hadîsin eserlerine iftira ile intikâd edelim:

A- (Ebû Nu'aym):[294]‘Süleyman b. Ahmed’in Muhammed el-Harrâr et-Taberânî, Sa'îd b. Ebû Zeydûn, Abdullâh b. Hârûn es-Sûrî, Evzâ'î, Zührî tarîki ile İbn Ömer'den nak­lettiğine göre Allah Rasûlü Sall'allâhü Aleyhi ve Sellem şöyle buyur­muştur: Her asırda ümmetimin en hayırlıları beş yüz kişidir. Abdal kırktır. Ne beş yüz azaltılır ne de abdal azaltılır. Ne zaman onlardan birisi ölüşe Allah onu değiştirir ... el-hadîs’. Bu hadîsi Taberânî de tahrîc etmiştir.[295] Süleyman b. Ahmed odur.

Abdullah b. Hârûn hakkında Zehebî, İbn Hacer-i 'Askalânî “ [296] ‘Evzâ'î'den, bilinmemektedir, abdâl’in ahlâkına dair bu haber uydurmadır’ diyorlar.

B- (İbn Hibbân):[297] (Muhammed b. el-Müseyyeb, Abdurrahmân b. Merzûk, Abdülvehhâb b. 'Atâ' el-Haffâf, Muhammed b. Ömer, Ebû Seleme tarîki İle menfû olarak Ebû Hureyre'den şu sözü nakletmiştik Yeryüzü asla otuz kişi bulunmaksızın olmaz ... el-hadîs) ‘vr. 51’ İbn Merzûk hakkında İbn Hibbân “ ‘Hadis uydururdu. Eleştiri amacı dışında onun zikredilmesi doğru değildir. Muhammed b. el-Müseyyeb bize anlattı: ... vd. Bu yalandır’ diyor. Zehebî ile İbn Hacer-i 'Askalânî de böylece nakl ediyorlar.[298]

'Abdülvehhâb ânifen beyân olunduğu veçhile üçüncü mertebedeki rnüdellisînden olup mu'an'an olarak rivayet ettiği hadîs şâyân-ı ihti­câc değildir.

C- (İbn 'Adî): “[299] ‘Muhammed b. Zübeyr el-Fazlî el-Eylî, Ömer b. Yahya el-Eylî, 'Atâ1 b. Yezîd ta­rîki ile Enes'ten merfû olarak şu sözü nakletmiştik Abdal kırktır, yir­mi ikisi Şam'dadır. ...el-hadîs’. 'Alâ' b. Zeyd hakkında İbnü'l-MedînHadis uydurur idi’, Ebû Hatim ve Dârekutnî ‘Hadisi terk edilmiştir’, İbn Hibbân “‘Enes'ten mevzuat ihtiva eden bir nüsha rivayet etti’ diyorlar.[300] Ze­hebî de bu hadîs hakkında ‘bâtıl’ der.[301]

D- (el-Hallâl) [302]‘Ebû Bekr b. Şâzân, Ömer b. Muhammed es-Sâbûnî, İbrahim el-Velîd, Ebû Ömer en-Nîrânî, Ebû Seleme el-Horosânî, 'Atâ' tarîki ile Enes'ten merfû olarak şu hadisi nakleder: Abdal kırktır’. Bu hadîsi Deyiemî de Müsned-i Firdevs'te tahrîc etmiştir.[303] Bu senedde de mecâhîl vardır. Kemâ kale İbnü'l-Cevzî ve ekarrahû's-Suyûtî. Münâvî de şöyle diyor:[304] ‘zayıf bir isnâd ile, hatta uydurma olduğu da söylenmiştir’.

E- (Müsned-i Ahmed):[305] ‘Ab­dullah, babası, Abdüssamed ve Hırâmî el-Ma'nî, Hişâm, Katâde, Ebû'l-Halîl, bir arkadaşı tarîki ile Ümmü Seleme'den naklettiğine göre Rasûlüllâh Sall'Allâhü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Bir halîfenin ölümünü müteakib ihtilâf çıkar ve bir kişi Medîne'den Mek­ke'ye doğru kaçmaya Haşlar. ,.. İnsanlar bunu görünce, Şam'ın abdal­ları ve Irak'ın kutluları ona gelir ve biatta bulunurlar. ... el-hadîs’.

Katâde[306] Kütüb-i sitte ricâlindendir, hafızdır fakat kaderidir, onun hakkında Zehebî “ ‘Bu kötü inanca rağmen, hiçbir kimse onun hadisi ile ihticâc etmekten geri kalmamıştır’ diyor.[307] Katâde böyle olmakla beraber tedlîs ile meşhurduk. İbn Hacer-i 'Askalânî’nin beyânı veçhile üçüncü derecede müdellistir.[308] Hadîsi mu'an'an olmakla şâyân-ı ihticâc değildir. Hişâm da kader ile itham olunmuştur. Ebû'l-Halîl Salih b. Ebû Meryem olup Nesâî ve İbn Ma'în tarafından tevsik olunmuş ise de İbn 'Abdilber onun hakkında ‘delil olarak alınamaz’ demiştir.[309] Kemâ fi Takribi't-Tehzîb, Ebû Hâlid'e, Ebû Halîl Muda”af olur.[310]

Kütüb-i sitte'de abdal hadîsleri tahrîc olunmamış, ancak Müsned-i Ahmed'teki bu hadîs Ebû Dâvud tarafından tahrîc olunmuştur.[311] Onun senedinde de Hişâm, Katâde, Ebû Halîl (Salih b. Ebî Meryem), Sahibin lehû (“Abdullah b. Haris b. Nevfel) vardır. Katâde’nin rivayeti Müsned-i Ahmed'te olduğu gibi mu'an'andır. Fazla olarak rivayeti meyânında bir de Hişâm'ın oğlu Mu'âz vardır ki o da kaderidir. Humeydî onun hakkında ‘Bu Kaderiyyeci kişiden hadis almayınız’ diyor.[312] Ebû Dâvud başka iki tarîk daha zikrediyor ise de bu tarîkler o tarîkten daha kavî değildir. Nitekim nihâyetinde ‘Mu'âz hadîsi daha eksiksizdir’ diyor[313] Hâkim, Ebû Da­vud'un hadîsini Müstedrek'te tashîh ediyor ise de[314] Hâkim’in tashihi­ne i'tibâr yoktur, tesâhülü meşhurdur, ‘vr. 53’

F- (el-Hâkim fî'l-Künâ): Hâkim’in 'Atâ' b. Ebî Rabâh'tan mürsel olarak zikrettiği “ ‘Abdal mevâlî/Arab olmayan kimselerdendir. ... el-hadîs’ hadîsi de[315] Münâvî’nin tetkiki veçhile hadîs-i münkerdir. el-Câmi'u's-sağîr'de de  ‘zayıf’ remziyle da'fına işaret olunmuştur.[316]

G- (İbn Ebî'd-Dünyâ fi Kitabi'l-Evliya'): İbn Ebî'd-Dünyâ'nın Bekr b. Huneys'ten mürsel olarak rivayet ettiği ‘Ümmetimin abdallarının alâmeti, onların eşyaya hiçbir surette lanet etmemeleridir’ hadîsinin isnadı vâhîdir:[317] Kemâ fî'1-Münâvî. el-Câmi'u's-sağîr’de de ‘zayıf’ remziyle da'fına işaret olunmuştur.[318]

H- (Hakîm-i Tirmizî ile Ebû Nu'aym): Hakîm-i Tirmizî ile Ebû Nu'aym'ın tahrîc ettikleri[319] ‘Ümmetimin her asrında sâbikûn vardır’ hadîsi de Suyûtî’nin. Münâvî’nin beyânları veçhile za'îftir.[320]

I- (Ebû Nu'aym): Ebû Nua'ym'ın Hilye'de tahrîc ettiği [321] ‘Ümmetimin her asrında sâbikûn vardır’ hadîsi de Suyûtî ile Münâvî’nin beyânları veçhile za'îftir.[322]

İ- (Müsned-i Ahmed):[323] ‘Abdullah, babası, Ebû'l-Muğîra, Safvân b. Ömer, tariki ile Şureyh b.'Ubeyd’in anlattığına göre Ali b. Ebû Tâlib’in yanında o İrak'ta iken Şam halkı hakkında ileri-geri konuşuldu ve ona Ey mü'minlerin emîri onlara lanet et, dediler. O da, hayır, şüphesiz ki ben Rasûlüllâh Sal-l'allâhü Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken işittim: Abdal Şam'da bulunur. Onlar kırk kişidir. ... el-hadîs’.

Ebû'l-Mugîra 'Abdülkuddûs b Haccâc hakkında söylenmişlerdir. Onu tevsik edenler bulunduğu gibi hakkında ‘yalancıdır, hadis uydurur’ diyenler de vardır, kemâ fi Keşfi'l-ahvâl[324] Şureyh b. 'Ubeyd hakkında İbn Hacer ‘ügüncü taba­kadan sikadır, mürsel olarak çokça rivayet eder’ diyor,[325] Bu hadîse hadîs-i Şâmî deniyor. Çünkü Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği râvîlerin üçüde Humuslu'dur. Bu hadîs-i Sami’nin Hz. 'Ali'den isnadı munkatı'dır, kemâ fi Gâyeti'l-emânî[326] Keza Mişkatü'l-Mesâbih sahibi hadîs-i Şâmîyi üçüncü fasılda Şureyh b. 'Ubeyd'e izafe ederek zikrediyor. Üçüncü faslı da şöyle ta'rîf ediyor: “

(Babın manasını içine alan hususlar) demek, ba­bın açıldığı ancak Begavî’nin zikretmediği (uygun ilavelerden) Mişkât sahibinin eklediği ziyâdeler (şarta riayet etmek kaydı ile) sahabe ve tabiînden olan râvilere nisbet etme şeklindeki hadisin ilaveleri türün­den (her ne kadar selefe ait olsa da) sahabeye (ve halefe) tabiîne’. Görülüyor ki Müsned-i Ahmed, Ebû Nu'aym, Taberânî, Hâkim, Dey­lemî, İbn Hibbân, İbn 'Asâkir, İbn 'Adî, el-Hallâl. İbn Ebî'd-Dünyâ, Hakîm-i Tirmizî hadisleri za'îftir.

-Me'amâfîh munkati'u'l-isnâd olan bu hadîs diğerlerine nisbetle daha kavîdir. Nitekim İbnü's-Salâh şöyle diyor: 

[327]‘Abdal hakkında bize nakledilenlerin en sağlamı, Ali’nin abdâlin Şam'da olduğuna dair sözüdür. Bazı tarikat şeyhlerinin zikrettiği evtâd, nücebâ ve nukebâya gelince, bunlar sabit değildir’. Şemseddîn es-Sehâvî de “Hallâl’in, Taberânî’nin, İbn 'Adî’nin, Ahtned’in, ‘vr. 55’

Ebû Nua'ym'ın, Harâitî’nin, Hâkim’in, Beyhakî’nin, Hatîb’in hadisle­rini zikrettikten sonra “ ‘Bahsi geçenlerin en iyisi/haseni Ahmed’in rivayet ettiği Şureyh b. 'Ubeyd hadisidir’ diyor.[328] Şurası unutulmasın ki ‘en iyisi/haseni’ laf­zı hadîsin hasen olduğuna delâlet etmez. Nitekim Suyûtî şöyle diyor:[329] ‘Hadis ehli der ki: Bu konuda gelen rivayetlerin en en sahihi budur. Sözü edilen rivayet zayıf bile olsa böyle söylenir. Bundan maksatları en tercihe şayan olan, zayıflığı en az olan rivayet demektir’.

Sâlisen: Suyûtî haber-i abdal sahîhdir diyor. Şâhid hakkında bir­çok tarîkler zikrediyor ki hemen hepsini Sehâvî ile Heytemî zikretmiş­tir. Heytemî sened-i hasen ile rivayet olunmuştur demiyor fakat Suyûtî, Zerkeşî gibi Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi’nin teberrüken istidlal ettiği 'Ubâde b. es-Sâmit hadîsine[330] sened-i hasen ile rivayet olunmuştur diyor.[331] Suyûtî’nin tesâhülü meşhurdur. Nitekim Ebü't-Tayyib el-Kannûd Ebcedü'l-'ulûm'unda Su­yûtî’nin Cem'u'l-cevâmi'i hakkında;[332] ‘Cem'u'l-cevâmi'de Kütüb-i sitte'yı, on müsnedi ve diğer eserleri bir araya topladı. Şu kadar var ki o, içerisinde zayıf hatta mevzu hadisleri ese­rine almakta bir sakınca görmedi’ diyor. Tahzîru'l-müslimîn'de ‘Suyûtî’nin el-Câmi'u's-sağîr adlı kitabında çok sayıda mevzu hadis vardır, kendisi de mevzuata dair eserinde bunlara dikkat çekmiş ve onları zikretmiştir’ diyor. Kale fî Gayeti't-emûnî:

[333]‘Câmi'u's-sağîr'de, kendisinin et-Le'âli'l-masnû'a'sında açıkça mevzû/uydurma olduğunu ifade ettiği çok sayıda hadis vardır.’

Zerkeşî’nin hasen demesi de ya tesâhüle mahmuldür ‘vr. 56’ veya başka bir ıstılaha mebnîdir. İbn 'Abdilber Kitâbü'l-İlminde Mu'âz b. Cebel hadîsini merfû'an zikrettikten sonra ‘bu cid­den hasen bir hadistir’ diyor.[334] Halbuki isnadı kavî olmadığından ha­sen ile hasen ligayrihî kastolunmuştur. Yoksa hasen ıstılahı maksûd değildir, kemâ fi Tedrıbi'r-râv'ı[335] Tirmizî hasen garîb, hasen sahîh ıstılâhâtını isti'mâl ediyor. Beğavî’nin ehâdîs-i sünene hasen demesi, Hâkim’in Câmi'-i Tirmizî'ye, Ebû Tâhir es-Silefî’nin kütüb-i hamseye, İbn Mâce'den mâ'adâsma sahîh demesi de bütün ıstılaha mahmuldür. Nevevî’nin beyânı veçhile Sünen'de sahîh vardır, hasen de vardır, za'îf de vardır; münker de vardır.[336] Keza İbn Huzeyme ile İbn Hibbân'ın tashîhleri hasen, Tirmizî’nin garîb dediği de za'îfdir.[337] Binâ'en'aleyh, Zerkeşî’nin ayrı bir ıstılaha mebnî ezcümle Müsned-i Ahmed' te bulunmasına mebnî hadîs-i hasen demesi pek ziyâde muhtemeldir. Suyû­tî’nin de Zerkeşî gibi, ıstılaha hamletmesi İhtimâlden vareste değildir, kâle's-Suyûtî fî Cem'i'l-Cevâm[338] ‘Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde bulunan hadislerin tamamı mak­buldür’. Elhâsıl muhakkık-i şehîr İbn Teymiyye Minhâcü's-sünne'de şöyle hulâsa ediyor:

[339]‘Bu lafız­ların hepsi, yani gavs, kutb, evtâd, nücebâ ve diğer lafızları hiçbir kimse, ne Peygamber Sall'Allâhü Aleyhi ve Sellem ne de sahabeden, bunlar hakkında bir şey söylediğine dair bilinen/ma'ruf bir senedle nakilde bulunmamıştır’.

Abdal hakkındaki ehâdîsin meşhur olması da'fına münâfî değil­dir, ‘vr. 57’ Za'îf meşhur da olabilir, kemâ fî Zaferü'l-emânî.[340]

Bu babda sûfiyye ıstılâhâtma, akvâline de bir şey denmez. Lâ müşâhate fî'1-ıstılâh.

Râbi'an: Müsned-i Ahmed hakkında bir de Ehl-i hadîsin sözlerini dinleyelim:

A- ‘Ali el-Kârî Şerhu Mişkât'ta şöyle diyor:[341] ‘Doğru olan, bu konuda çok sayıda zayıf hadisin bulunduğudur. Bunların bir kısmı diğer rivayetden daha zayıftır’.

B- İbnü's-Salâh diyor ki, Müsned-i Ahmed ve Müsned-i îshâk b. Râ-hûye ve Müsned-i Ebi Dâvud et-Teyâlisı vesâirenin 'âdeti, hadîs şâyân-ı ihticâc olmasıyla bununla mukayyed olmaksızın her müsnedde her sahâbînin rivayet ettiği hadîsi tahrîc etmektir.[342] Senedlerin vech-i te'ahhuru budur. Velev ki müellifler celâlet-i kadrleri i'tibarlariyle eceli olsunlar.[343]

C- İbn Teymiyye, İmâm Ahmed ve İshâk ve sairlerinin ehâdîs-i za'îfe rivayet ettiklerini beyân ediyor; Müsned-i Ahmed hakkında şöy­le diyor: “İmâm Ahmed’in Müsned'te rivayet ettiği her hadîs onun ‘in­dinde hüccet değildir. İmâm Ahmed ehl-i 'ilmin rivayet ettiğini rivayet eder. Müsned'te kendi ‘indinde kizb ile ma'rûf olan kimseden rivayet etmemeyi şart etmiştir, ‘vr. 58’ velev ki za'îf buluna. İmâm-ı Ahmed’in Müsned’indeki şartı Ebû Davud'un Sünen'mdek'ı şartı gibidir. Bundan başka gerek oğlunun gerek Katî'î’nin ziyâdâtı vardır. Katî'î’nin ziyâdâtında mevzu' birçok ehâdîs vardır. Bu câhil (İbnü'l-Mutahhar) onu Ahmed’in rivâyâtından zu'mediyor, Ahmed onu Müsned'de rivayet et­miştir zannediyor, Katî'î’nin rivâyâtında mevzû'ât-ı kabîha vardır.”[344]

D- Zehebî, Siyer-i Nübelâ'da Müsned-i Ahmed hakkında şöyle diyor:[345] ‘Onda, nakli hoş olmayan, cem'i gerekmeyen bir kısım zayıf hadisler vardır. Yine onda nisbeten az bir miktar mev­zu hadis fardır ancak bunlar denizden bir damîa gibidir’.

E- ‘Irâkî gibi ba'zı zevat Müsned-İ Ahmed'de oğlunun ziyâdâtmda da ehâdîs-i mevzû'a bulunduğunu İddi'â ediyorlar.[346]

Hâmisen: Sünen'de ânifen beyân olunduğu veçhile ehâdîs-i za'îfe vardır. Suyûtî’nin beyânına göre Ebû Dâvud bahsettiği bir hususta başka bir hadîs bulamazsa isnâd-ı za'îfi tahrîc ediyor.[347] Çünkü naza­rında isnâd-ı za'îf ra'y-i ricalden daha kavîdir. İmâm-ı Ahmed’in mezhebi de böyledir.

İbn Mâce'de mevzu' bile vardır. Nitekim Ebû Nasır 'Abdürrahîm b. 'Abdülhakk böylece tasrîh etmiştir.[348] Tirmizî'de Maslûb ve Kelbî gibi birtakım kezzâbînîn hadisleri tahrîc olunmuştur, kemâ fi'z-Zehebî.[349]

Nesâî'de terki mücme'un 'aleyh olmayan zaviyeden tahrîc ediyor, kemâ fi et-Tedrib.[350] ‘vr. 59’

Şurasını da 'arz edeyim ki za'îf, şurût-u sıhhati zahir olmamış demektir.[351] Yoksa nefsü'l-emirde kâzib demek değildir. Mevzu' kizb, ihtilâkı isbâttır. “ ‘Sahih değildir’ 'adem-i sübûtu ihtiyardır. ‘Adem-i sübûttan vaz' lâzım gelmez. Za'îf de mevzû'a dâhil olabilir. Çünkü şerr-i za'îf mevzû'dur diyorlar. Sabit sahîha da za'îfe de şâ­mildir.

Hey'et-i ‘Aliyye’nin dördüncü sıradaki vesâyâsına karşı aflarına mağrûran biz de burada şöyle vasâyâda bulunacağız:

Esânîd-i hadîsi tedkîk etmeksizin hadîsin altına üstüne bakmak­sızın başka bir tarafta görülen hadîsi aslı ile tatbîk eylemeksizin taklîd ile hemen istidlale kıyam etmek ‘Körü körüne bir iş yapmak, rasgele hareket etmek’ kabilinden olacağına şüphe olunmasın. Istılâhât-ı hadîs bilinsin, müdevvenâtı hakkında Ehl-i hadîsin sözleri öğrenilsin; Sünen'deki her hadîsin muhteccün bih olmadığı, Kütüb-i sitte veya seb'anın mâ'adâsındaki her hadîsin gayr-i muhteccün bih bulunmadığı nazardan dür tutulmasın.

‘Zan ile veya temenni ile iş olmaz’.

 

5. Ebû Nua'ym-i İsbehânî Ve Mazınne Mes'elesi

 

Zehebî, Ebû Nu'aym hakkında ruvât-i sikât risalesinde “‘Bana göre onun kusuru, bâtıl sözleri rivayet etmesidir’, Mizânü'l-i'tidâlinde “[352] ‘Meşhur kimselerden birisidir, sadûktur, delilsiz olarak tenkid edilmiştir’ di­yor. Evvelce beyân edilen yeni veçhile bu iki sözü arasında münâfât yoktur, fakat Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi Mizânü'l-i'tidâlin sözlerinden te'âmî ediyor:”

[353]‘Hatîb şöyle dedi: Ebû Nu'aym’in gevşeklik gösterdiği bazı hususlar gördüm. Bunlardan birisi onun açıklamaksızm icazet için ahberanâ lafzını kullanmasıdır. Ben de derim ki, bu Ebû Nu­'aym’in ve başkalarının benimsediği görüşü olup, tedlîsin bir çeşidi­dir’. Zehebî, Ebû Nua'ym'ı bu sözü ile bir nev'i müdellîs gösteriyor. İbn Hacer el-'Askalâni, Ebû Nua'ym'ı Tabakâtü'l-müdellisîn'de nadi­ren tedlîs ile tavsif olunan birinci mertebenin başında zikrediyor. [354] Hatîb’in, Zehebî’nin sözlerini hüccet makamında zikrediyor.

Zehebî, Tedkîk Hey'et-i 'Aliyyesi’nin dediği gibi Hafız ibn Mende ile Hafız Ebû Nua'ym'm her ikisini makbul görüyor. Yekdiğerlerînin 'aleyhindeki sözleri kabul etmiyor. Fakat yine bir kusur gösteriyor:[355]‘O ikisi için, açıklamaksızm mevzu rivayetleri nakletmesinden daha büyük bir kusur bilmiyorum’. Bu söz diğer risaledeki sözün aynıdır. Daha aşağıda İbn Tâhir el-Makdisî’nin[356]‘Lâhık hakkında sükût etmiştir. İnsanlar onun kezzâb/uydurmacı olduğu hususunda ittifak etmişlerdir’ kavlini de naklediyor. Artık Zehebî’nin sözü becâdır, bunda şüphe yoktur.

Ebû Nu'aym “bile bile hadîs-i mevzu' rivayet eder da'vâsında bulunmadığımızdan bu da[357] muhayyel bir kelâma râci' olur. Ebû Nu'aym huffâz-ı İslâm'dan, e'imme-i a'lâmdandır; Bunun hilafı iddi'â olunmamıştır. Hatîb, Hafız Ebû Nu'aym el-İsbehânî’nin yazdıkları veçhile senâhânı oluyor. Fakat bir kere de ânifen beyân olunduğu veçhile ‘vr. 61’ tesâhülünü de zikrediyor.[358] Neye Hatîb’in o sözü görü­lüyor da bu sözü görülmüyor? Me'amâfîh Zehebî Hatîb’in bu sözünü nedrete hamlediyor. İnsanın bir hususta medhinden veya kadhından diğer hususlarda medhi veya kadhi lâzım gelmez. Ehl-i mantık, “ci­hetler münfekk olub tenakuz bulunmaz” derler.

Ebû Nu'aym'ın Hilye'si güzel bir kitap olabilir, Hafız Silefî'den nakl olunan “‘Hilyetü'l-evtiyâ gibi bir kitap te'lif edilmemiştir’ sözü,[359] de'b-i 'ulemâ üzere ‘konusunda’ takdirindedir. Nitekim Nevevî’nin Sünen-i Beyhakî hakkındaki “‘ondan önce te'lif edilmemiştir’ ibaresini şerhi sırasında Suyûtî” ‘konusunda’ kaydını zikretmiştir. Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i ‘Aliyyesi Dihlevî’nin tercemesinde zühulde bu­lunduğumuza kail oluyor; Zühulümüzü şöyle îzâh ediyor: ‘Bu hadîslerin mazınnesi, İbn Hibbân'ın Kitâbü'd-du'afâ'sı, İbn 'Adî’nin el-Kâmil'i, Hatîb’in, Ebû Nu'aym'ın, el-Cevzekânî'nîn, İbn 'Asâkir’in, İbnü'n-Neccâr'ın, ed-Deylemî’nin kitapları’ ibaresinin[360] ma'nâsı “bu ehâdîsin mezânn ve mi'yârları bu eserler­dir. Bu husus bu kitaplardan anlaşılır demektir,yoksa akvâl-i mezkûre bu zevatın kitaplarında mevcuttur, bu kitaplar tabaka-i râbi'adandır demek değildir.”[361] Tabaka-i râbi'a kitaplarına karışan akvâl-i sâireyi tefrik ve temyîz etmek için beyne'l-muhaddisîn i'timâd edilecek kitapların cümlesi ecille-i huffâzdan bulunan müşârün ileyhimin eserleridir. Sonra mazmne[362] kelimesinin ehl-i lisân arasında ne ma'nâda ‘vr. 62’ ne suretle isti'mal olunduğunu beyân makamında Ali el-Kâri'den de şu ibareyi nakl ediyor: [363] ‘Mevzu rivayetlerin bulabileceği kaynak­lar çoktur. İbn 'Adî’nin el-Kâmil'i ... gibi zayıf râviler hakkında te'lif edilmiş kitaplardır’. Tarz-i telâkkimizi yanlış görüyor, şu resâil-i mühimmeyi mâ bihî'l-i'timâd olmayan tabaka-i râbi'a kitapları 'ıdâdında tuttuğumuzdan sahihleri bulunan e'imme-i a'lâm ve huffâz-ı kiramı o kitapların ashabı menzilesine indirdiğimizden dolayı “hangi me'hazlere i'timâd edileceğini bilemiyoruz” diyor. Hem Hatîb'ten istidlal edi­şimizi hem de kitaplarını mâ bihi'l-i'timâd olmayan dördüncü tabaka­dan gösterişimizi pek garîb buluyor; İbn 'Adî’nin 'uluvv-i mertebesini isbât makamında sübkî ile Zehebî'den nakiller îrâd ediyor. Şu mutâla'alarında, Dihlevî'nin 'ibaresinin tarz-ı telâkkisinde bir hatâ varsa muvazzahan tafsil ile 'envîr eylemekliğimizi ayrıca temenni ediyor.

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi bizim burada hatâya düştüğümüze zâhib oluyor. Halbuki bizim burada zühulümüz yok, belki ma'nâya nüfuz ve vusulümüz vardır. Zühul biz­de değil, belki bize isnad edendedir.

Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi’nin temennilerine binâ'en bu mes'eleyi muvazzahan tafsil edelim:

Evvelâ: Mazinne kelimesinin ehî-i lisân arasında keyfîyyet-i isti'mâlini me'hazlerde şöyle görüyoruz: Ve fi el-Kâmûs[364] “‘Bir şeyin mazınnesi, zı harfinin kesresi ile, bulunması düşünülen yer’. Ve fi es-Sıhâh, “[365] ‘Bir şeyin mazınnesi, mevzı'i bulunabileceğî yeri, mevzı'ı orada bulunması düşünülen yer’. Ve fi Tâcü'l-'arûs, “

[366]‘Çoğulu mezân'dır. Mevzı'uhû bulunabileceği yeri, dinilir. Yine “mazınnetün min fülânin” denildiğinde onunla bili­nen demektir. en-Nâbiğa şöyle demiştir: Mu'âsır da olsa bilmeden söylemiştir, günkü cehlin mazinnesi/bulunduğu yer gençliktir’. Ve fi el-Misbâh,”[367] ‘Mazinne, bilinen anlamındadır, çünkü bir şeyin kendisi ile bilindiği yerdir’. Ve fi Nihâyet-i İbn Esîr[368] fi hadîs-i Sılate b. Eşyem: [369]

‘Dünyayı istemek onun helâlinin mazmnesindendir. Mezânn, kesrali okunuşu ile mazınne kelimesinin çoğuludur ve bir şeyin bulunduğu yer, kaynağı, alime/bildi anlamında zanne/zannetti'den hareketle ya­pıldığı bilinen yer demektir. Aslında kıyasa göre mezanne şeklinde fethalı okunmalı idi, hâ sebebi ile kesralı hale geldi. Şu halde hadisin manası şu şekildedir: Dünyayı, helâl olarak bilinen yerlerde istedim’. Binâ'en'aleyh Dihlevî'deki[370] 'ibarenin ma'nâsi:

O ehâdîsin mevdı'ı, ma'deni bulunduğu zannedilen mahal, bilindiği mahal bu kitaplardır, demektir.

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Alîyyesi bu ehâdîsin mi'yârı? bu eserlerdir, bu husus bu kitaplardan anlaşılır de­mektir diyor. Mazinneye mi'yâr ma'nâsı veriyor. Halbuki me'hazlerde mazinneye mi'yâr ma'nâsı verilmemiştir.[371] Böyle olmakla beraber burada tevakkuf ediyor. Bu da'vasını tatbik etmiyor, bu veçhe tatbiki bi ‘inayeti Hüdâ karîben beyân edeceğiz.

İbnü's-Salâh Sünen-i Ebî Dâvud ve Sünen-i Tirmizî mazınne-i hasendir diyor, Ebû Dâvud'tan şunu naklediyor:[372]

[373]‘Eserin içerisinde sahihi ve ona yakın olanları kaydettim. Kitabımda şiddetli zayıflık olan hadis onu açıkladım. Hakkında hiçbir şey söylemediklerim sahihdir/sâlîhtir ve bazıları bazılarına göre daha sahîhdir’. Mazınne olmasının vechini de şöyle îzâh ediyor: “

[374]‘Buna göre, onun eserinde bulduğumuz ancak Sahîhayn hadisleri arasında yer almayan ve sahihi, haseni ve zayıfı ayırabilen kimselerden şahinliğine dair bir açıklama yoksa bu hadisin Ebû Davud'a göre hasen olduğunu anla­rız’. Görülüyor ki bir kitabın mazınne-i ehâdîs olması mutlaka o ehâdîsi ihtiva etmesine tevakkuf ediyor. 'Ali el-Kârî'den nakledinen kavi de[375] Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i ‘Aliyyesi’nin 'aleyhine çıkıyor. Tasnîf-i İbnü'l-Cevzî mevzû'ât-ı muhtevi olmalı ki mazmne-i mevzû'ât olabilsin. Nitekim Ebû Dâvud, Tirmizî, hısân-ı muhtevî olmalı ki maznne-i hısân olabilsin. Sünen-i Ebî Dâvud ve Tirmizî de hadîs mutlak zikrolunur ise nazarlarında hadîs-i hasen olabilsin. Nasıl ki Sünen-i Ebî Dâvud ve Tirmizî hısânın ma'deni, müellefi, mevdı'ı ise, Hatîb’in Cevzekânî’nin, İbn 'Asâkir’in, Deylemî’nin kitapları, İbn Hibbân'ın Kitâbü'd-Du'afâ'da, İbn 'Adî’nin Kâmil'de o akvâlin ma'denleridir, ma'razlarıdır, müellefleridir.[376]

Sâniyen: Dihlevî dördüncü tabaka hakkında nihâyetinde “[377] ‘Bu tabaka, İbnü'l-Cevzî’nin kitabının maddesini teşkil eder’ diyor. Suyûtî İbnü'l-Cevzî’nin maddesiyle veya e-Le'âlî'l-mevzû'a'sının[378] maddesini şöyle gösteriyor.

[379]‘Hadisi, Hatîb’in, Hâkim’in Târîh'i, İbn 'Adî’nin et-Kâmil'i, Ukaylî'nîn, İbn Hibbân'ın, el-Ezdî’nin, ed-Du'afâ’ sında, Dârekutnî’nin el-Efrâd'ında, Ebû Nu'aym’in Hityetü'l-evliyâ'sında ... senedi ile birlikte daha önce kaydettiklerinden almıştır’.

Tetkik ve tahlil olununca görülür ki ‘diğerleri arasın’da İbn şahın, Taberânî, Cevzekânî, İbnü'n-Neccâr, Ebû 'Ali el-Ehvâzî, İbnü'1-Münâdî, Tirmizîy-i Hakim, Ebû Ya'lâ, ‘vr. 65’ İbn Mende, İbn Merdûye, Deylemî, İbn 'Asâkir kitapları dâhildir. Ne olurdu Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi bu 'ibareyi görmüş olaydı. Suyûtî’nin Mevzû'ât-ı İbni'l-Cevzî'yi ihtisar, intikâd İntikâ' ettiği el-Le'âlî'l-mevzû'ayı zahmet buyurup da bir kere gözden geçir­miş olaydı orada Mevzû'ât-ı İbni'l-Cevzî’nin maddesini görmüş olaydı! Ebû Nua'ym'ın kitaplarının da o maddelerden birini teşkîl ettiğini anlamış olaydı! Artık dördüncü tabaka kitapları bunlar olmuyor mu? Suyûtî’nin beyanıyla mazmnenin ma'nâsı ne güzel zahir oluyor!

Sâlisen: Ebû Nu'aym'ın kitaplarının o gibi ehâdîsin ma'deni, mevdı'ı olduğunda bir günâ tereddüde mahal kalmamak için Hilyetü'l-evliyâ ile el-Le'âlî'l-mevzû'a'dan nakilleri görelim:

l- Ebû Nu'aym, Ebû Sa'îd Hasan b. 'Ali rivâyetiyle İbn 'Abbâs'tan[380] ‘Güzel yüze bakmak gözün aydınlığını arttırır’ hadîsini tahrîc ediyor.[381] Ebû Sa'îd hakkında Suyûtî “‘Hadis uydurmasıyla tanınanlardan birisidir’, İbn 'Adî [382] ‘Çok azı müstesna rivayet ettiklerinin büyük çoğunluğu mevzudur. Biz onu, 'aleyküm bi vücûhi'l-mellâh, hadisini uydurmakla itham ediyoruz, hatta öyle olduğnu kesinlikle biliyoruz’ diyor. Fil­vaki bu hadîsin tarîk-i aharı olduğunu beyân ediyor ve şöyle ifâde buyuruyor: Hâkim, İbn Hibbân, 'Ukaylî ve şâire gibi huffâz 'âdetleri veçhile sened-i mahsûs i'tibâriyle hadîsin butlanına hükmederler. Çünkü râvîsi o senedi bu metin için uydurmuş oluyor. Halbuki o me­tin vech-i ahar ile ma'rûf ‘vr. 66’ oluyor. Bunu o rivayetin tercüme­sinde zikrediyorlar. Râvîyi cerh ediyorlar. İbnü'l-Cevzî buna mağrur oluyor da mutlaka vad' ile hükmediyor, mevzû'ât kitabında zikre­diyor, buraya lâyık değildir. Bu gibiler cerh ve ta'dîl kitaplarında zikrolunmalıdır.

Biz de Suyûtî’nin tenbîhi üzerine onu cerh ve ta'dîl iddi'âsında zikrediyoruz, Ebû Nu'aym'ın kitabında senedi münker vâdı'ı şehîr vardır” demek istiyoruz.

Me'amâfîh İbn Hacer-i  Askalânî Mevzu'ât-ı İbnü'l-Cevzî hakkında şöyle diyor:

[383]‘İbnü'l-Cevzî’nin kitabındakilerin büyük çoğunluğu mevzudur. Tenkit edilmeyenlere nisbetle tenkid edilen ri­vayetler gerçekten azdır. Onunla ilgili endişe, aksi zarar değil, içinde bulunan rivayetlerden mevzu olmayanların mevzu zannedilmesidir’. İbn Hacer bununla, İbnü'l-Cevzî ile Hâkim mütesâhildir, demek is­tiyor.

2- Ebû Nu'aym Hilye'sinde Mücâşi' rivayeti ile hadîs tahrîc edi­yor.[384] Mücâşi' hakkında İbn Ma'în kezzâbînden biridir, 'Ukaylî hadîsi münkerdir,[385] Buhârî münker ve meçhuldür diyor.[386]

Evvelce beyân olunduğu veçhile Ebû Nu'aym Hilye'de 'Abdülmün'im b. İdrîs rivayeti ile 'Ukkâşe hadîsini tahrîc ediyor. 'Ukkâşe hadîsi tam dört büyük sahîfeyi ışgâl ediyor.[387] 'Abdülmün'im hak­kında îbn Hibbân “ ‘babası ve başkaları adına hadis uydurur’, Ahmed b. Hanbel ‘Vehb b. Münebbih üzerine yalan uydururdu’, Buhârî  ‘hadîsi zayıftır/zâhibdir’, İbn Hacer ‘Pek çok kişi onu terk etmiştir’ diyorlar.[388] ‘vr. 67’

4- Ebû Nu'aym Bişr b. İbrahim rivayeti ile Mu'âz b. Cebel'den bir hadîs tahrîc ediyor. Bişr hakkında 'Ukaylî ‘Evzâ'î adına mevzu hadisler nakleder’, İbn Adî ‘O, bana göre hadis uyduruculardandır’, İbn Hibbân ‘sika râviler adına hadis uydurur idi’ diyorlar.[389]

5- Ebû Nu'aym Hilye'sinde Süleyman b. 'îsâ rivayeti ile”[390] ‘Allah aklı taksim etti’ hadîsini rivayet ediyor.[391] Süleyman b. 'îsâ hakkında Zehebî ‘uydurmacıdır’, Ebû Hatim “‘çok açıkça hadis uydurur’, cezvekani (açıkca hadis uydurur), İbn 'Adî ‘hadis uydurur, onun Kitâbü Tafdîli'l-'akl'i vardır’, Hâkim ‘hadislerinin çoğu münker ve mevzûlardandır’ diyorlar.[392] Bu hadîsi Tirmizîy-i Hakim de tahrîc etmiştir.[393]

6- Ebû Nu'aym Hilye'de hadîsi 'Ukaylî'yi bir de 'Abdül'azîz b. Ebû Raca' rivayeti ile tahrîc ediyor.[394] Abdül'azîz b. Ebû Raca' hakkında Dârekutnî ‘metruktür, akıl konusunda bir eseri vardır, hepsi uydurmadır’ Zehebî de hiçbir şey ilâve etmeksi­zin böyle naklediyor.

7- Ebû Nu'aym Mesrur rivayeti ile[395] ‘Halalarınıza hurma ikram ediniz’ hadîsini tahrîc ediyor.[396] İbn 'Adî bu hadîse ‘münkerdir’, 'Ukaylî de” ‘mahfûz/sahih değildir’ diyor.[397]

8- Ebû Nu'aym Hilye'de Muhammed b. el-Fazl rivayeti ile “[398] ‘Dört şey dört şeye doymaz: toprak yağmura, kadın erkeğe, göz bakmaya, âlim İlme’ hadîsini tahrîc ediyor.[399] Bunun hakkında Sehâvî “ ‘yalancılık ve uydurmacılık ile itham edilmiştir’, ‘vr. 68’ İbn Hibbân ‘sika kimselerden mevzu sözler rivayet eder’, Ahmed 11 ‘hadisi, yalancıların hadisidir’, Yahya “ ‘hadisi yazılmaz’, Zehebî “ ‘bu adamın münkerleri çoktur’ diyorlar.[400]

9- Ebû Nu'aym Muhammed b. İbrahim eş-Şâmî rivayeti ile ‘İlimsiz olarak kulluk yapmaya kalkışan değirmendeki eşek gibidir’ hadîsini tahrîc ediyor.[401] Muhammed b. İbrahim hakkında Dârekutnî ‘çok hadis uydurur’, İbn 'Adî “‘hadislerinin çoğu mahfûz/sahih değildir’, İbn Hibbân ‘itibar/araştırma gayesi dışında ondan rivayette bulunmak caiz değildir hadis uydurur idi’, Zehebî ‘Dârekutnî rahimeh'ullâh doğru söylemiştir’ diyorlar.[402]

10- Ebû Nu'aym Ahmed b. Muâviye b. Bekr rivayeti ile ‘Kim bid'at ehlini yüceltirse İslâm'ı yıkma konusunda ona yardımcı olmuş demektir’ hadîsini tahrîc ediyor.[403] Ahmed hakkında Zehebî, İbn 'Adî'den “‘bâtılları ile meşhurdur, hadis çalardı/uydururdu’ sözünü nakle­diyor.[404]

11- Ebû Nu'aym Hilye'de Muhammed b. Hâlid el-Huttelî rivayeti ile Ebû Bekr es-Sıddîk'ın 'Abd-i Kays elçilerine verdiği güzel cevabına karşı ‘Allah âhirette bütün mü'minler için genel olarak, Ebû Bekr için ise özel olarak tecellî edecek’ hadîsini tahrîc ediyor, sonra da “‘sâbit/sahih bir hadistir, onu Huttelî, Kesîr b, Hişâm'dan tek başına rivayet etmiştir’ diyor.[405] Zehebî el-Müstedrek'i ta'kîb ettiği sonra da bu hadîs hakkında ‘sanıyorum, onu Muhammed b. Halîl uydurdu’, İbn Mende de Muhammed b. Hâlid hakkında ‘münker/uydurma sahibi’, Medârisî ‘çok yalancı’ diyor.[406] 'Ali el-Kârî bu hadîs hakkında ‘sünnete nîsbet edilen cahillerin uydurmalarındandır’ diyor.[407]

12- Ebû Nu'aym, Lâhiz b. 'Abdullah rivayeti ile Hazret-i 'Ali hak­kında[408] ‘doğruluğun sancağı ve İslâm'ın aydınlığı ...el-hadîs’ hadîsini tahrîc ediyor.[409] İbn 'Adî bu hadîse ‘vr. 69” ‘bâtıl’, Zehebî ‘Allah'a yemin olsun ki uydurmaların en çetinlerindendir. Ali'yi sev­meyene ise Allah lanet etsin’, İbn Teymiyye ‘ehli ma'rifetin ittifakı ile yalandır, uydurmadır’ diyorlar.[410] İbn 'Adî, Lâhiz hakkında ‘sika ve me'mûn/güvenilir değildir’ diyor.[411] Filvaki' Ebû Nu'aym bu hadîsi diğer bir tarîk ile de beyân ediyor.[412] Zehebî bu hadîs hakkında da ‘bu hadis bâtıldır, senedi karanlıktır/uydurmadır’ diyor.[413]

13- Ebû Nu'aym, Ömer b. Subh rivayeti ile 'Askalân, İskenderiyye, Kazvîn’in medhi hakkında hadîs tahrîc ediyor. 'Ömer b. Subh hakkın­da Zehebî el-Muğni’de ‘yalancıdır, uydurmacılığını itiraf etti’, Mîzân'da da ‘sika ve me'mûn/güvenilir değildir’, İbn Hibbân ‘hadis uyduran kimseler­dendir,’ el-Ezdî ‘tam anlamıyla yalancıdır’, Dârekutnî ‘metruktür’ diyorlar. Ahmed b. 'Ali es-Süleymân'ın beyânı veçhile Hazret-i Peygamber’in[414] son hutbesini vad' eden budur.[415]

14- Ebû Nu'aym, Ahmed b. 'Abdullah el-Cûyebârî rivayeti ile”[416] ‘Tevbe, en güzel bir surette getirilir, ...’ hadîsini tahrîc ediyor ki[417] Ahmed’in vaddâ' olduğu müttefekun aleyhtir.[418] Zehebî onun hakkında  ‘Muhammed yalancılığı dolayısıyla darb-ı mesel,olmuştur’ diyor.[419]

15- Ebû Nu'aym Hilye'de Lâhık'tan hadîs rivayet ediyor.[420] İbn Ha­cer, Suyûtî, Zehebî Lâhık hakkında ‘çok yalancıdır, ondan Ebû Nu'aym Hilye'de ve başkaları rivayette bulun­muştur’, Hafız İdrisî ‘güvenilir kimseler adına yalan uydurur. Yalancılardan onun gibisi yariırilmamıştır, iftiracı ve yalancının tekidir’, İbnü's-Sem'ânî” ‘yalancıların hadislerindendir’, İbnü'n-Neccâr ‘yalancılığı hususunda icmâ edilmiştir’ diyorlar.[421] ‘vr. 70’

16- Ebû Nu'aym, Fezâil-i sahabe'de Ebû'l-Cârûd Ziyâd b. el-Münzir rivayeti ile bir hadîs tahrîc ediyor.[422] İbn Hibbân, Ebû'l-Cârûd hak­kında “ ‘Râfızîdir, fezâile dair hadisler uydurur’, İbn Ma'în’Allah'ın düşmanı, çok yalancıdır’ diyorlar.[423]

17- Ebû Nu'aym, Mûsâ et-Tavîl rivâyeriyle Enes'ten savm-i Muhar­rem hakkında hadîs rivayet ediyor.[424] Mûsâ et-Tavîl hakkında İbn Hibbân (enestennaklen uydurma sözleri rivayet etmiştir’, İbn 'Adî “(enesten münker sözler rivayet etmiştir’ diyorlar.[425]

18- Ebû Nu'aym, Sevvâr b. Mus'ab rivâyetiyle Hazret-i 'Aişe'den ribâ hakkında bir hadîs rivayet ediyor. Sevvâr hakkında Buhârî “ ‘hadisi münkerdir’, Nesâî ve başkaları [426]“ ‘metruktür’, Ebû Dâvud “ ‘güvenilir değildir’ diyorlar.[427]

19- Ebû Nu'aym, Hâlid b. İsmâ'îl el-Medenî el-Ensârî rivayeti ile Enes'ten bir hadîs rivayet ediyor.[428] Hâîid Hakkında İbn 'Adî “ Dârekutnî “ ‘metruktür’, İbn Hibbân ‘onunla ihticac caiz değildir’ diyorlar.[429]

20- Ebû Nu'aym, Hüseyn b. Dâvud el-Belhî rivâyetiyle bir hadîs tahrîc ediyor.[430] Hüseyn b. Dâvud hakkında Hatîb “ ‘sika değildir, hadisi uçurmadır’, Hâkim ‘bizim yanımızda onun haline delil- olacak garip sözler vardır’ diyorlar.[431]

21- Ebû Nu'aym, ismi geçen Süleymân b. İsâ rivayeti ile defn-i meyyit hakkında bir hadîs tahrîc ediyor.[432]

22- Ebû Nu'aym Hilye'de 'Abdullah b. Misver rivayeti ile garâib 'ilmi hakkında hadîs tahrîc ediyor.[433] 'Abdullah b. Misver hakkında Ahmed vesaire ‘hadisleri uydurmadır’, İbnü'l-Medînî ‘hadis uydururdu, edeb ve zühd konusunda hadis uydururdu, kendisine bu hatırlatılınca, bunda ecir vardır derdi’, Buhâri  ‘hadis uydurur’, Nessâî de ‘çok yalancıdır’ diyorlar.[434]

23- Ebû Nu'aym, 'İsâ b. İbrahim rivayeti ile te'allüm-i ilm hakkın­da bir hadîs rivayet ediyor.[435] İsâ b. İbrahim hakkında Buhâri ve Nesâî ‘hadîsi münkerdir’, Yahya ‘bir kıymeti yok­tur’, Ebû Hatim ‘hadisi terk edilmiştir’ diyorlar.[436]

24- Ebû Nu'aym 'ilim hakkında Mu'allâ b. Hilâl rivayeti ile hadîs tahrîc ediyor.[437] Mu'allâ b. Hilâl hakkında İbn Ma'în ‘O, yalan ve uydurmalarla bilinen kişilerdendir’, Ahmed  ‘hadislerinin tamamı uydurmadır’, İbnü'l-Mübârek ve İbnü'l-Medînî ‘hadis uydururdu’, Nesâî ve başkaları  ‘metruktür’ diyorlar.[438]

25- Ebû Nu'aym, Muhammed b. 'Abdirrahmân el-Kugeyrî rivayeti ile Ebû Sa'îd el-Hudrî'den bir hadîs rivayet ediyor.[439] Muhammed b.'Abdirrahmân hakkında Ebû'1-Feth el-Ezdî ‘çok ya­lancıdır, hadisi terk edilmiştir’, İbn 'Adî ve 'Ukaylî ‘meçhul­dür’, Halîlî ‘münker sözler nakleder’, Zehebî ‘o cahildir, itham edilmiştir, sika değildir’ diyorlar.[440]

26- Ebû Nu'aym İsbehân Târihi'nde Ebû Hamdan rivayeti ile ‘Bu ümmetten Allah Azze ve Celle’nin huzurunda ilk birbirine husûmet eden Alî ve Mu'âviye'dir’ hadîsini tahrîc ediyor.[441] Ebû Hamdan hakkında İbn Ma'în ‘çok yalancıdır’, İbn Hibbân “‘onunla ihticâc etmek kesinlikle helâl değildir’, Zehebî  ‘onun garîb rivayetleri vardır’ diyorlar.[442]

27- Ebu Nu'aym, Ahmed b. Ishak rivayeti ile[443] ‘Cîza cennetten bir parçadır’ hadîsini rivayet ediyor.[444] Zehebî ‘babasından, dedesinden intikal eden bir nüshaya göre, Cîza kelimesi yâ'sız olarak, cennetten bir bahçedir’ diyor.[445] ‘vr. 72’

28- Ebû Nu'aym Mescid-i Seburme hakkında Hüseyn b. “Ulvân rivayeti ile hadîs tahrîc ediyor.[446] Hüseyn b. 'Ulvân hakkında İbn 'Adi” ‘hadis uydururdu’, Yahya ‘çok yalancıdır’, Ebû Hatim ve Nesâî ve Darekutnî ‘hadîsi metruktür’ diyorlar.[447]

29- Ebû Nu'aym İsbehân Târîhf'nûe ismi sebkeden 'Ömer b. Subh rivayeti ile ezan hakkında bir hadîs tahrîc ediyor.[448]

30- Ebû Nu'aym Târîhu İsbehân'da Cum'a namazı hakkında Nehşel b. Said rivayeti ile bir hadîs tahrîc ediyor.[449] Nehşel için İshak b. Râhûye ‘çok yalancı idi’, Ebû Hatim ve Nesâî “ ‘met­ruktür’, Yahya ve Darekutnî  ‘zayıftır’, Suyûtî ‘çok ya­lancıdır’ diyorlar.[450] Ma'lûmdur ki Nehşel Horasan'ın tarîkat-i vâhiyesinde dâhildir.

31- Ebû Nu'aym Hilye'de kisve hakkında Hasan b. Hasan es-Sübhânî rivayeti ile hadîs tahrîc ediyor.[451] Bunun hakkında Zehebî, Su­yûtî ‘çok yalancıdır’ diyorlar.

32- Ebû Nu'aym Târih'mût Muhammed b. 'îsâ rivayeti ile hadis tahrîc ediyor.[452] İbn 'Adî onun hakkında  ‘rivayet etteklerinin çoğuna uyulmaz, hadis uyduranlar arasındadır’ diyor. Suyûtî ‘na' disteki yâ ondan mı yoksa hocası Nu'aym'dan mı bilmiyorum’ diyor.

Nu'aym hakkında Ezdî “‘sünneti takviye için hadis ve Nu'mân'ın tezkiyesi için hikâ­yeler uydururdu, hepsi uydurmadır’ diyor.[453] Me'amâfîh Nu'aym'ı tevsîk edenler de vardır.

33- Ebû Nu'aym Zeyl'de Ebû't-Tayyib Muhammed b. Ahmed b. Yûsuf tarikiyle Fezâil-ı Kur'ân hakkında İbn Mes'ûd'dan hadîs rivayet ediyor.

Zehebî bu hadîs hakkında “‘batıl bir hadistir, seneddeki itham edilen kişi sadece Şeyh Ebû Nu'aynı'dır, âfet odur’ diyor.

34- Ebû Nu'aym Târîhu İsbehân'da Hilye'nin üçüncü cildinin bir­kaç yerinde ‘vr, 73’ Dâvud b. Muhabber rivayeti ile ehâdîs tahrîc edi­yor.[454] İbn Hacer Târîhu İsbehân'daki hadîse ‘münker bir haberdir’ diyor. Nâkıdîn, Dâvud b. Muhabber hakkında “‘hadisi kıymezsizdir, zayıftır, metruktür’ diyorlar. Zehebî Davud'un tasnîf ettiği kitap hakkında ‘keşke onu yazmasaydı’ diyor.[455]

35- Ebû Nu'aym Hilye'nm cild-i evvelinde Muhammed b. Sâib[456] 'an Ebi Salih rivayeti ile hadîs tahrîc ediyor.[457] Bunun hakkında Süfyân

‘Kelbî bana dedi ki:

“Ne zaman ki sana Ebû Salih'ten rivayette bulunmuşsam o yalandır, Kelbî'den sakınınız”, Zehebî

“Onun hadislerine gelince, münkerleri vardır: özellikle Ebû Salih, İbn Abbâs'tan nakletmiş ise’, İbn Hibbân  ‘Kelbî Sebe'î idi”, Cevzekânî ve birtakım zevat ‘çok yalancıdır’, Darekutnî ve bir cemâ'at ‘metruktür’ diyorlar.[458] Ma'lûmdur ki: ‘es-Süddî, Kelbî, Ebû Salih’ silsilesine silsiletü'l-kezib derler.[459]

36- Ebû Nu'aym Hilye'de 'Ukkâşe hadîsini vad' etmekle müttehem olan “Abdülmün'im rivayeti ile hicâb hadîsini rivayet ediyor.[460]

37- Ebû Nu'aym Hilye'de Dâvud b. Muhabber 'an Meysere b. 'Abdirabbih senedi ile birtakım tahrîcâtta bulunuyor.[461] Meysere hakkında İbn Hibbân “‘sika kimselerden mevzuat rivayet ederdi, hadis uydururdu, o büyük hacimdeki Fezâilü'l-hadis sahibidir’, Ebû Dâvud ‘hadis uydurduğu ifade edilmiştir’, Ebû Hatim ‘hadis uydururdu’, Dârekutnî ‘terk edilmiştir’, Ebû Zür'a ‘Kazvin’in fazîletine dair kırk tane hadis uydurmuştur’ diyorlar.[462]

38- Hifye'de Ka'bü'l-Ahbâr'ın sözleri elli iki sahîfe, Vehb b. Münebbih’in sözleri yirmi sekiz sahîfe, Nevf el-Bikâlî’nin sözleri ‘vr. 74’ dört sahîfe işgal ediyor.[463] Malûmdur ki bu ümmete İsrâîliyyâtı idhâl eden Ka'bü'l-Ahbâr ile Vehb b. Münebbih'tir. Vehb b. Münebbih’in Kütüb-i İsrâiliyyât'tan kesîrü'n-nakl olduğu cümlece müsellemdir. Nevf el-Bikâlî de meşhur kussâs olup Ka'b'ın üvey oğlu, 'âlâ rivayetin biraderzâdesidir. Bu halde Hilye'de birçok İsrâîliyyât da var demek olur.

39- Ebû Nu'aym hadîs-i Taberî tahrîc ediyor.[464] Hadîs-i hakâik nakli bilen, ehli ‘indinde mekzûbât u mevzû'âttandır. Kemâ fi Minhâci's-sünne.[465]

40- Ebû Nu'aym Hilye'de sâlifü'1-ism Süleyman b. 'îsâ rivayeti ile ‘Ölülerinizi sâlih bir topluluk arasına defnediniz’ hadîsini tahrîc ediyor.[466]

İşte nukûl-i erbain! Buna karşı Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi’nin bir diyeceği kalmaz zannederim.

Râbi'an: Biraz da Hilye hakkında Ehl-1 hadîsin sözlerini dinleyelim:

1- Hilyetü'l-evliyâ tabakât-ı asfiyâ kitabı olup onda sahih de var­dır, za'îf de vardır, mevzu' da vardır,[467] kemâ fi er-Risâletü'l-müstetrafe li'1-Kettânî.[468]

2- Minhâcü's-sünne'de ise şöyle diyor:[469] ‘Ebû Nu'aym, Hilye'de sahabenin fazileti ve Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali radiy'Allâhü anhüm hazretleri­nin menkıbeleri hakkında bazısı sahih bazısı zayıf hadisler rivayet etmiştir. Hadisi bilen bir kimse idi fakat, o ve benzerleri herhangi bir konudaki sözleri naklederler idi. Bunun sebebi, insanların görüşlerini tefsirlerde nakleden müfessir, farklı görüşleri nakleden fakîh, insan­ların delil olarak ileri sürdüklerini kaydeden müellif gibi kimseler tarafından bunun rivayet edildiğinin bilinmesi içindir. Bu tür sözler çok bile olsa, sahîh olduğuna değil zayıf olduğuna hükmedilir. Çünkü o şöyle demiştir: Hig şüphesiz ben, başkalarının kaydettiği şeyleri naklettim, sorumluluk söyleyene aittir, nakledene değil’.

2- Diğer bir yerde şöyle diyor: [470] ‘Ebû Nu'aym çoğu kere, ulemanın, Ehl-i sünne­tin ve Şî'anın ittifak ettiği zayıf hatta mevzu hadislerden rivayet et­miştir. O, her ne kadar hafız, sika, çok hadis sahibi ve rivayeti bol ise de muhaddislerin âdetlerine uygun olarak rivayette bulunmuştur.

Onlar sırf bilgi edinmek düşüncesi ile, hiç birisi delil olarak alınmasa bile, bir konudaki hadisleri rivayet ederler’.

Ve bir yerde de şöyle diyor: [471] ‘Sa'lebî ve Ebû Nu'aym ittifakla delil kabul edilmeyenleri rivayet eder’.

Başka bir yerde de şöyle diyor:[472] ‘insanlardan/müelliflerden öyle kimseler vardır ki sahih ve zayıf ayırt etmeksizin sadece, bir konudaki bütün rivayetleri nakletmekle yeti­nirler. Ebû Nu'aym'ın Fezâilü't-hulefâ'da ve aynı konuda başkalarının yaptığı gibi. Aynı şekilde Ebû'l-Kâsım İbn 'Asâkir Târîh’inde Hz. Ali’nin fazileti hakkında cem ettikleri de boyiedir. Yine Ebû'1-Feth İbn Ebî'l-Fevâris’in, Ebû Alî el-Ehvâzî’nin ve diğerlerinin Mu'âviye’nin fazileti hakkında yazdıkları da böyledir. Şüphesiz bu ve benzerleri, haberlerin sahihini ve zayıfını ayırt etmeksizin duyduklarını rivayet etmeyi istemelerindendir. Bu sebeple, bunlardan herhangi birinsinin rivayet etmesine dayanarak, ilim ehlinin ittifakı ile, haberin tasdik edilmesi gerekmez’.

Diğer bir yerde ise şöyle diyor: [473] ‘Ebû Nu'aym’in Hilye'de veya Fezâilü't-hutefâ'da ve en-Nukkâş, es-Sa'lebî, el-Vâhidî ve benzerlerinin tefsirde rivayet ettik­leri çoğu kere, hadis İlmini bilenlerin de ittifakla ifade ettiği üzere, yalan ve uydurmadır’.

Diğer bir yerde de şöyle diyor: [474]‘Şüphesiz Hilye sahibi, ilim ehlinin ittifakı ile, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, evliya ve başkaları hakkında zayıf hatta uydurma rivayetler nakletmiştir. O ve benzerleri sika hafızlardandır. Hadîs ehli hocalarından rivayette bulunurken güvenilirdir, fakat âfet/tehlike kendilerinden öncekilerdedir. Onlar haberi aldıkları kim­seden naklederken yalan söylemezler, fakat senedin ricalinden birisi yalana itimad eden ya da hata eden bir kimse olabilir. Onlar rivayeti aldıkları kimseden haberi bildirirler, zayıf ve garîb haberlerin hepsi tanınsın diye onları rivayet ederler. Nitekim İmam Ahmed şöyle de­miştir: Şu garîb rivayetlerden kabının, çünkü onların büyük çoğunlu­ğu zayıftır’.

Diğer bir yerde de şöyle diyor:[475] ‘Hadisi sadece Hilye sahibinin rivayet etmesi onun sahih olduğunu ve sahih olduğunu göstermez’.

3- Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-i Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi’nin hakkında “müfrit ve müteşeddid bir zâtın Hİlyetü'l-evliyâ'yı ihtisar etmekle eser-i mezkûra 'atfeylediği ehemmiyyet şâyân-ı dikkattir,[476] dediği İbnü'l-Cevzî, Hey'et-i müşârün ileyhin numune olarak zikrettiği Safvetü's-safve'sinde[477] Hilye'yı şöyle intikâd ediyor:

‘Bil ki Kitâbü'l-Hilye hadis ve hikâyelerden büyük miktarda güzel şeyler ihtiva etmektedir. Şu kadar var ki o bazı şeyleri tekrar ederken bazılarını da gözden kaçırmıştır. Onun terkar ettikleri onlarcadır’. Demek ki Hilye bulanmış, safveti haleldar olmuştur.[478] Numu­ne olmak üzere intikâdât-ı 'aşereden üçünü zikredelim:

el-Hâmis-[479] “…”  [480] O, kitabında çok sayıda bâtıl, mevzu hadis rivayet etmiş ve bununla hadislerinin çokluğunu, rivayetlerinin doğruluğunu göstermeye çalışmış, onların mevzu olduğunu açıklama­mıştır. Bilindiği üzere zühde temayülü olanların büyük çoğunluğuna sahih hadisler ve diğerleri kapalı kalmıştır, onların bu hâli tabîbten durumu gizlemek gibidir ki doğru değildir’.

es-Sâmin-”[481] ‘Şüphesiz o, kitabında adı geçenlerin bazılarından birtakım hikâ­yeler anlatarak gereksiz yere sözü uzatmıştır- Haris el-Muhâsibî'ye nisbetle söylediği şeylerin büyük çoğunluğunda olduğu gibi ki zaman zaman bu sözlerin doğru manası bile yoktur. Yine bu sözier bazen kitaba uygun düşmemektedir. Bunlar, tasnif usûlü açısından kitaba nakısa getirir. Aslında müellifin yapması gereken, dikkatli ve titiz davranıp önüne geleni toplayan bir usûlde haberleri almasaydı’.

et-Tâsi'u-[482]‘Ayrıca o, sûfîlere dair bazı şeyler kaydetmiştir ki bunların yapılması bile doğru değildir ...vd.’.

Nasıl! Safvetü's-safve Ebû Nu'aym'ı ğışşa mı nisbet ediyor? Ebû Nu'aym'e hâtıb-ı leyl mi demek istiyor? Hi/ve'de ehâdîs-i bâtıle ve mevzû'a çok mu diyor? Ma'nâsız şeyleri münasebetsiz şeyleri topla­mış demek mi istiyor? ‘vr. 77’ insaf, böyle bir kitap hangi tabakadan olur? Ne olaydı Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi bize bir kere de numune gösterdiği Safv'etü's-safve'yi gözden geçirmiş olaydı!

Filvaki' Ebû Nu'aym tahrîc ettiği ehâdîsin ancak bir kısmı hak­kında” ‘sâbit/sahih hadistir’, ‘garîb hadîstir’, ‘sahih değildir’, ‘ancak bu tarîkle bilinir’ gibi sözler ve bir kısım rivâyât hakkında ‘hadisinde zayıflık vardır’,” ‘metruktür’,  ‘hadisi zayıftır’, ‘kendisi câhildir’ gibi elfâz-ı cerh îrâd ediyor, fakat çok hem pek çok yerde sükût ediyor.

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi bu sükûtu i'tirâf ediyor. Dâvud b. Muhabbet, Lâhık, Lâhiz, Bişr, Meysere, 'Abdülmün'im, Süleyman b. 'îsâ, 'Abdullah b. Misver ... ilh. gibi meş­hur râvîlerden sükût edişine, mevzû'âtı bilâ beyân zikredişine ne diyelim? Müte'ehhırînden 'Abdürrezzâk er-Radavî, İbn Hacer-i 'Askalânî’nin Takribü't-Tehzib'inde yazmış olduğu Ta'kibü't-Takrîb haşi­yesinde Ebû Nu'aym hakkında dediği gibi ‘açıklamaksızin mevzu rivayetleri kaydetmesi onun bir ayıbıdır’ demekten başka ne diyor.[483] Numûne olmak üzere bize irâe edilen Safvetü's-safve bu beyânımızı ne güzel îzâh ediyor.

Ebû Nu'aym'ın kitapları böyle olduğu gibi diğeri ezcümle Hatîb’in, [484]Deylemî’nin kitapları da böyledir.

A- Hatîb hakkında 'Aynî şöyle diyor: “‘Şüphesiz o tahammül sınırını aşmış, ve mevzu hadis­leri delil olarak kullanmıştır’. Zehebî de er-Ruvâtü's-sîkât'ında böyle diyor:[485]‘Ebû Nu'aym ve müteahhirîn ulemâsının, bir çoğunun eserlerinde mevzu hadisleri haklarında açıklama yapmaksızın rivayet etmelerinden daha büyük bir günahı­nın olduğunu bilmiyorum. Bu bir günahtır ve sünnete ihanettir’.

B- İbn 'Asâkir hakkında Minhâcü's-sünne şöyle diyor: “[486]‘İbn 'Asâkir’in Târîhu Dımaşk'ı ve diğerleri gibi, tarih konusunda eser yazanlar, halifelerin veya başka kimselerin hayatını yazdıklarında bu konuda kendilerine intikal eden bütün haberleri ve hadis ilmini iyi bilenlerin uydurma dediği ortalarda dolaşan hadisleri kaydederler’.

C- İbn Hİbbân hakkında Ebû 'Amr İbnü's-Salâh şöyle diyor:[487]Belki de kararlarında büyük hatalar yapmıştır. Zehebi şöyle demiştir: Ebû Amr doğru söylemiştir, onun çok hataları/evhâm vardır. İbn Hibbân'ın sürçmeleri ortaya çıkmış ve bu sebeple onu eleş­tirmişlerdir’.

D- Deylemî hakkında Minhâcü's-sünne'de şöyle diyor:[488]‘Deylemî’nin el-Firdevs'i içerisinde çok sayıda mevxû rivayet vardır. İlim ehli, sırf müellifini bir sözü orada nakletmiş oimasının, hadisin sıhhatini ortaya koymayacağı hususunda icmâ etmişlerdir’.

Diğer bir yerde böyle diyor:[489] ‘ed-Deylemî kitabı el-Firdevs'te çok sayıda sahîh zikretmiş olmakla birlikte hasen ve mevzu hadisler de rivayet etmiştir. Her ne kadar ilim ve din ehlinden ise ve kendisi yalan söyleyenlerden değil ise de, kendisi insanların kitaplarından nakletmiştir, kitaplarda ise doğru da vardır yalan da. Birçok insanın yaptığıni o da yapmış ve hadisleri ya senedleri le veya senedsiz olarak toplamıştır’.

Diğer bir yerde de şöyle diyor: [490] ‘Şüphesiz Kitâbü'l-Firdevs'te mevzu hadisler vardır. Eserin müellifi Şîrûye b. Şehriyâr ed-Deylemî her ne kadar hadis talebesi ve râvilerinden ise de, bir araya getirdiği ve senedlerini hazfettiği bu hadislerin sahîh, zayıf ve mevzusunu araştırmaksızın nakletmiştir. Bu sebeple içerisindeki hadisler arasında mevzu olanları gerçekten çok fazladır’.

E- Minhâcü's-sünne, Beyhakî hakkında şöyle diyor: [491] ‘Beyhakî, ehl-i hadisten benzerlerinin adeti olduğu üzere, faziletler konusunda çoğu zayıf hatta mevzu sözler rivayet eder’.

Evet bu zevat eimme-i a'lâmdandır, huffâz-i kirâmdandır, kitap­larının nef'i de çoktur. Beyân ettiğiniz veçhile İbn 'Adî’nin 'uluvv-i mertebesine hiçbir diyeceğimiz yoktur. Erbabına hafi olmadığı üzere Kâmil'inde ve lev ki sika olsun herkesi yazmış cerh ve inkârda mübâlağa etmiştir. Kitabında makbul ile mühmel fark olunmuyor! Ehâdîs-i hısân bulunduğu gibi o gibi akvâl de bulunur. İbn 'Adî ile İbn Hibbân ancak mecrûhîni yazdıklarından kitapları o ehâdîsin ma'denidir. Artık sükût ile zikredilen bu Kitaplar mi'yâr olamaz, ancak ma'den, mevdı' olabilir. Zannederim ki bu kanâ'at Tetkîkf-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi'nde de hâsıi olacaktır.[492]

Hâmisen- Tetkîk ‘-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i “Aliyyesi tamamıyla mutma’in oimak için Müsnedü Ebi Hanîfe şerhi Tensîku'n ‘vr.79’-nizâm fi Müsnedi'l-İmâm'ın, Bustânü'l-muhaddisîn'den[493] Hüccetullahi’l-bâliğa'dan ve şâirlerden telhis ile naklettiği bir sözü 'aynen nakledelim:[494]

‘Muvatta'ı ve es-Sah'ihayn'ı ilk sıraya koydu ki bu sahih­lerin en sahihidir. Sünen-i selâse halta erba'a ikinci sıradadır. Bunla­ra Ahmed’in Müsned'inde de ilave etmiştir ki bunlar şerhe; araştırma­ya, bütün ilimler ve fıkhî meseleler için kabul edilmeye değer dayanak yapılması gereken tabakadır. Ebû Ya'lâ'nın, Tayâlisî’nin, Abd b. Humeyd’in müsnedleri, Beyhakî ve Tahâvî’nin kitapları, Abdürrezzâk, Ebû Bekir ve diğerlerinin musannefleri ve Taberânî’nin eserleri. Üçün­cüsü ise, durumu hakkında ehemmiyet arzetmeyen kitaplardır. Şâfi'î’nin Müsned'i, Dârimî, İbn Mâce ve Dârekutnî’nin sünenleri, İbn Hibbân ve Hâkimin sahihleri, Hatîb, Ebû Nu'aym, el-Cevzekânî, İbn 'Asâkir, İbnü'n-Neccâr, Deylemî’nin kitapları gibi. Dördüncüsüne ise Havârzimî’nin Müsned’ini İlhak eni. Bu tabaka da uydurmaları ve selef tarafından ismi ve resmi bilinmeyen aşırı eserleri ve müteahhi-rûnuıı telif ettiği eserleri İçerir. Bunlar selefin araştırıp da kaynağını bulamadığı, bu sebeple rivayet etmedikleri veya illet-i kâdiha/cerhi gerektirin bir kusur tespit edip naklini terk ettikleri rivayetlerdir. Bu hadisler ne inaç ne de amel için elverişli/uygun değildir. Ukaylî’nin ed-Du'afâ'sı, Hâkim’in eserleri, İbn Merdûye’nin, İbn Şâhin’in, İbn Cerîr’in. ed-Deylemî’nin. İbnü'ş-Şeyh’in eserleri bu tabakadandır. Özet olarak sona erdi’. İşte Dihlevî’nin ibaresini Müsned-i EMHanîfe gârihi gibi anladık. Müsned-i İmâm şârihi de Dihlevî'dir. Dihlevî, Dihle­vî’nin ibaresini ne güzel anlıyor. Artık buna karşı ne diyecek! Hiç!

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi'nden tetkîkan tabakât gibi istifâde muntazır idik. Hiçbir veçhile tetkîkâta bedel tedlîsâıa, ma'nâya nüfuza bedel ma'nâdan zühule muntazır de­ğil idik. Husûsan bize zühul isnadını hiç de beklemiyor idik. Ne olur­du Dihlevî'yi intikâd edeydi de bize bu kadar sermâye-i mekâl vermeseydi! Zühulünü delîl ile isbât ettirmeseydi! Me'amâfîh Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i “Aliyyesi arzu eder ise o intikâdı beyâna da hazırız.

Filvaki' Dihlevî bu kitapları tabaka-i râbi'a kitaplarından diye tas­rîh etmiyor, ‘vr. so’ Orasını dikkaı-İ nazara hiddeti basara bırakıyor. Dikkat-i nazara mâlik olmayanlar bi't-tab1 ma'nâdan zühul ederler.

Evet bu kitaplar birer me'haz olur, fakat 'alâ'l-'umyâ ahzetmemek şartıyla ehâdîs-i şerife âyâl-ı celîle gibi kat'iyyü's-sübût değildir. Evvel emirde ehâdîsin sübutunu anlamak için ehâdîsin senedine nas-b-ı nazar edip onu usûl-i hadiste beyân olunan kaide veçhile tetkik ettikten sonra cîhet-i delâletine geçmeli, ma'lûmdur ki mazınne-i sahîh olan Buhârî ve Müslim'de, mazmne-i hasen olan Ebû Dâvud ve Tirmizî'de bile ehl-i hevânın, haklarında söz söylenen kimselerin riva­yeti, mat'ûn, şâyârı-ı ihticâc olmayan hadîs vardır. Şüzûz 'ilel cihetiyle Sahihayn'ûg İntikâd olunan ehâdîs 210'dur.[495] Seksen kadarı Buhârî'de, otuz ikisi her ikisinde, mebâkîsi Müslim'dedir. Ricali Müs­lim'de za'îf olduğu beyân olunan râvî yüz altmışı baliğ oluyor. Sahîhayn'de Kaderî, Haricî, Nâci, Şî'î gibi birçok ricâl-i mübtedi'a vardır, kemâ fi ed-Tedrîb.[496]

Tabaka-i ûlâ ve saniye kitaplarında bile bir hadîse tesadüf olu­nursa 'alc'l-'umyâ istidlale kalkışmamalı, yoksa Müsned-i Ahmed istidlali gibi olur. Fenni celîl-i hadîsten gafil olanlar huffâz-ı hadîsin tahrîcinı görür görmez i'timâd ederler. Huffâzın tesâhüllerini, 'âdet­lerini bilmezler. 'Aleyke bi't-teharrî.

 

6- Ebû Tâlib-i Mekkî

 

Ebû Talib-i Mekkî,[497] ibn Salim mezhebine intimâ etmekle Salimiyye'den 'addolunmuştur. Ve fî Lisâni'l-Mizân [498]‘Ebû'l-Hasan İbn Sâlim’in mezhebinden idi. en-Nedîm eserinde onu mu'tezile olarak kaydetti’. Ebû Tâlib-i Mekkî’nin zikrettiği sıfat hakkındaki eşyây-ı münkereye ehâdîs-i mevzû'a ma'nâsı verilmemiştir. Kitabında Ehl-i hadîsin beyânı veçhile münkerât bulunduğunu, nâkıdînin kitabına iliştiklerini beyân maksa­dıyla o söz yazılmıştır. Zâten Sâlimiyye'den olanlara Ehi-i hadîs ve sünnet sıfat hususunda ta'n ederler. Nitekim Ebû 'Alî el-Ehvâzî es-Sâlimî hakkında Zehebî şöyle diyor:[499](Ehvâzî, sıfatlar konusunda bir kitap telif etmiştir. Keşke onu telif etmeseydi kendisi için daha hayırlı olurdu. Çünkü içerisinde uydumalar ve saçmalıklar kaydetmiştir), ‘vr. 81’

Kûtü’l-kulûb'ta e'imme-i hadîs ve sünnet ‘indinde sabit olmayan ehâdîsin varlığı teslim olununca maksadımız sabit olmuş olur. Ne Gazzâlî ne Ebû Tâlib-i Mekkî’nin celâlet-i kadirlerine i'tirâz etmedik. Yalnız her ikisinin kitaplarında mevzu' ehâdîs vardır dedik. Huffâz-ı hadîs tesâhül ederler, kitaplarında ehâdîs-i mevzû'a bulundururlarsa, Ehl-i hadîsten olmayan Gazzâlî, Ebû Tâlib-i Mekkî kitaplarında Ehl-i hadîse ittibâ' ile tesâhülen ehâdîs-i mevzû'a bulundurmazlar mı? Nitekim bulundurmuşlardır.

 

7- 'Avârifü'l-Ma'ârif

 

'Avârifü'l-ma'ârifde[500] hadîs-i mekzûb hakkında İbn Teymiyye, Zehebî,[501] Sehâvî’nin nakillerine i'tirâz olunuyor. Ancak da'vây-i muhayyeleye karşı cevap değildir, deniyor.

Sühreverdî hakkındaki mutâla'aya bir şey demiyoruz. Şu kadar ki Sühreverdî’nin reddi Ehl-i hadîsin reddi tarikine benzemiyor.

Sühreverdî ‘Bana öyle geliyor ki o sahih değildir. Ben, onda Peygamber Sall’Allâhü Aleyhi ve Sellem’in ashabı ile buluşmasının tadını bulamıyorum’ diyor.[502] Ehl-i hadîs vâdı'ı Ammâr b. İshak diyor, Sühreverdî, 'Ammâr'dan sükût ediyor, yalnız hadîsin sahîh olduğuna kalbi razı olmuyor. Kalbi gayr-i sahîh olduğunu öteye beriye çekiştiri­yor. zevk-i içtimâ bulamıyor. Bu fark nazar-ı dikkatten de dür tutul­masın.-Lübs-i hırka hakkındaki beyanâtımız da kabul olunuyor.

 

8- Zühhâd Ve Sûfiyye Ve Mutasavvife

 

Ehl-i zühd sûfiyyeden.e'amdır.[503] Sûfiyyeye şümulünü men'edecek hiçbir şey yoktur. Maksad ahlâk ve tasavvuf ehline şâmil bir ta'birdir. Sözde hasr yoktur, ta'mîm vardır. Aşağıda Kâdî 'İyâz'dan naklen ce-hele-i müte'abbidîn de cehel-i mutasavvıfa dâhildir denildikten ‘vr. 82’ sonra nasıl olur da Ehl-i zühd de sufiyye-i mutasavvıfa dâhil olmaz. Ta'kîbü't-Takrîb teznîbinde Abdürrezzâk er-Radavî “ ‘insanlar arasında uydurmalar üç sınıfta yakınlaştı, birincisi câhil sûfilerdir’ diyor.[504] Mutasavvife zühhâdda dâhil olmazsa nerede dâhil olur? Vaddâ'înin hangi sınıfın­da dâhil olur. Diğer bir eserde ‘Üçüncüsü, zühd ile meşgul olmaktan ve ibadet için onunla ilişkiyi kesmekten dolayı ezberlemekte tembellik etmek. Bunlar âbidler ve sûfiyyedir’ deniyor.[505] Hilyetü'l-evliyâ'ya ahbârü'z-zühhâd da deniyor,[506] kemâ fî Gayeti'l-emânt. Zühd ile tasavvufu bir isti'mâl ediyorlar. Kale fi Gayeti'l-emânî ‘şüphesiz zühd ve tasavvuf yolu’, Kenzü'l-luğa'da Gazzâlî hakkında[507]‘sonra zühd meslekine girdi’ diyor.[508]

Sûfiyye, mutasavvife bunlar birer ıstılahtır. Ba'zan biri birinin yerine isti'mâl olunduğu gibi ba'zan ayrı ayrı isti'mâl olunur. Bunu isti'mâl eden kimse îzâh eder. Zihinde isti'mâl olunan ma'nâ mi'yâr olmaz.

Sühreverdi 'Avârifü'l-ma'ârif’te, İbn Hâter Fetâvâyı hadîsiyye'de sûfî, mutasavvife, müteşebbihe hakkında başka bir fark gösteriyor ki sizin kabul ettiğiniz, farka mugayirdir: “[509]‘sûfî zevk sahibidir, mutasavvıf ilim sahibidir, müteşebbih iman sahibidir. Şöyle dedi: sâdık tasavvuf safinin hâlinden bir nasîbtîr, sâdık müteşebbih mutasavvıfın hâlinden bir nasîbdir.’

Ebû Nu'aym Hilye'de hiçbir fark göstermiyor, şöyle diyor:[510] ‘Ben, mutasavvıf eden ve mütahakkîk imamlarından bir grup İnsanın isimlerini, hadislerinden, sözlerinden bir kısmını içerecek bir kitap tertib etmeyi ve âbidlerin tabakasını tertib etmeyi arzuladım. ... vd.’. Eğer Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi’nin irâ'e ettiği fark kabul olunsaydı Hilyetü'l-evliyyâ'da bulunan sahabe ve tâbi'în vesaire asfiyânın hiçbiri sûfiyyeden olmamak lâzım gelirdi. Bunun fesadında şüphe yoktur.

Eğer cehele-i mutasavvife denip cehele-i sûfiyye denmediği fikri­ne binâ'en bu misilli bir fark gösterilmek isteniyor ise burası doğru değildir. Cehele-i mutasavvife denildiği gibi cehele-i sûfiyye de denil­miştir. Ve fi Fetâvâ'l-hadîsiyye:[511] (Sûfîlerin câhillerinden sudur eden hatalar­dan salim olan tarikat üstazlarınm en yücelerindendir ki bu tarîkat Nakşîbendiyye tarîkatidir) ‘vr. 83’ Hâdimî Tarikat-i Muhammediyyesinde, es-sûfiyyetü'1-mütesenninetü ta'biri ile müteşakşikatü's-sûfiyyeti ta'biri ile mukabil zikrediyor.[512] 'Abdülganî en-Nablusî Tarikat-i Muhammediyye'sinde “ğulât-ı sûfiyye” ta'birini bile naklediyor: ‘Haleviyye’nin bazılarından işittim’ ibaresinin şerhinde ‘tarikat ehlinden sûfilerdir. Belki de onlar arasında görülen bazı câhillerden işitmiştir. Çünkü insanların her grubu ve her tabakası içinde kâmil/olgunlar olduğu gibi, hamlar da vardır, sâlih kimseler bulundu­ğu gibi fâsıklar da vardır, iyiler olduğu gibi kötüler de vardır. Bu sadece sûfîlere has bir durum da değildir’ diyor. Keza [513] ‘câhil sûfîlerin saçmalıklarına uyma’ İbaresinin şerhin­de de ‘sûfîler arasında her zaman câhiller, âlimler ve arifler vardır, tıpkı fakihlerde olduğu gibi; Onlar arasında da sâlih ve zâhidler olduğu gibi, haram yeyen fâsıklar da vardır’ di­yor.[514] Ve fî'1-Hâdimî:[515] ‘Zünnûn el-Mısrî şöyle demiştir: Eğer ruhu bezi etmeye gücün yetarşe tamam, yoksa sûfîlerin saçmalıkları ile meşgul olma’.

Abdülganî en-Nablusî’nin, “‘Yani, ehli olmadığı halde tasavvufa nisbet edilenler­dir. Bu yüzden, ... “sûfîlerin bazıları” dememiştir’ sözüne gelince müşârün ileyhin maksadı Tarikat-i Muhammediyye’nin o 'ibâresindeki mutasavvife, ba'zı lafzına muzâf olan mutusavvife olup 'alâ'l-'ıtlâk mutasavvife değildir, çünkü 155. sahîfede böyle dedikten sonra 168. sahîfede Kuşeyrî'den naklen[516] ‘Meselâ kişi için sûfî derken, cemaat için sûfiyye, bu uğurda gayret gösteren kişi için mutasavvife ve cemaat İçin mutasavvife denilir’ diyor. Keza ikinci cildde 518. sahîfede ‘sûfîlerin bazılarının yaptıkları da bu ikisine dâhildir’ ibaresinin şerhinde “ ü} ‘o kimseler ki kendilerini tasavvuf yoluna nisbet ederler, halbuki aynı zamanda her türlü fısk ve fücurda da ısrarcıdırlar ...vd.’, 252. sahîfede de ‘Teğannî içerisine, (sözü edilenlerin) günümüzdeki cami­lerde söyledikleri sûfî teğannîleri de girer’ ibaresinin şerhinde “‘Bir grup mutasavvifeden kinayedir. Müellif rahimeh'ullâh onlardan halleri ve ameileri kötü olanları açıklamıştır. Bunun bütün safîler için geçerli olması da gerekmez’ diyor.[517]

Ne olur da bir kitabın bir sahîfesi görülüyor, diğer sahîfeleri görülmüyor, bir satırı okunuyor, alt satırı okunmuyor. 252, 518, 168. sahîfelerdeki 'ibareler bir kere görülüyor da 155. sahîfedeki ibare ile biraz karşılaştırılmıyor.[518] ‘vr. 84’

Binâ'en'aleyh, Tetkîk ‘-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi sûfiyye ile mutasavvife arasında iddi'â etmiş olduğu farkı isbâtta bir maharet gösteremiyor.

Hâdimî merhumun ‘Benzeri kim­selere mutusavvife teriminin kullanılması bütünü ile iftiradır’ deme­sine mebnî böylelerine mutasavvife değil belki müstasvife demek münâsib olur zannederim.

 

9- Ebû ‘Abdurrahmân Es-Sülemî

 

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi, Şevkânî’nin Ebû 'Abdurrahmân es-Sülemî’nin[519] Hakâ'iku't-tefsîr’i hak­kındaki sözlerine[520] bir şey demiyor, sûfiyyenin beyanâtını tefsir değil te'vîl gösteriyor. Tefsir ile te'vîl hakkında Ta'rifât-ı Seyyid'ten farklar ityân ediyor.

Seyyid'ten naklolunan ıstılâhât müte'ahhirînin ıstılâhâtıdır.[521] Bu ıstılâhât selefin kastettiği ıstılaha, Kur'ân ve hadîste zikrolunan ma'nâya mugayirdir. Eimme-i dînin kastettiği te'vîl iki ma'nâya gelir:

1- Kelâmın me'âli ve mercii olan hakikattir. ‘İlle de onun te’vîlini mi bekliyorlar, o gün te'vil geldiği za­man’,[522] ‘rüyamın te'vîli budur’.[523] Bu ma'nâ hâriçte mevcut olan şeyin 'aynı demektir.

2- Tefsîr-i kelâm ve beyân-ı ma'nâdır. Istılâh-ı müfessirînde gâlib olan ma'nâ budur. İbn Cerîr ve'emsali kudemây-ı müfessirînin ıstı­lahıdır. Te'vilât-ı Mâturîdiyye Ebû Mansûr Mâturîdî’nin tefsir kitabı­dır.[524] İşte eimme-i müetehidîn selef-i sâlihîn ‘indinde te'vîl bu ma'nâlara gelir: Süfyân b. 'Uyeyne’nin “sünnet, emir ve nehiy te'vîldir” sö­zü birinci ma'nâya nazırdır. Buna mebnî Ebû 'Ubeyd vesaire “fukahâ ehl-i lügattan ziyâde te'vîli bilirler” demişlerdi.[525] Çünkü mekâsıd-ı Resulü bildiklerinden mücerred lügatla bilinmeyen me'mûrun bih ve menhiyyün 'anhin tefsirini bilirler. Emr ve nehyin te'vîlini bilmek lâzımdır. Haberin ya'nî sıfat ve me'âda 'âid olan haberin te'vîlini bil­mek lâzım değildir.

Te'vîl ile tefsir arasındaki fark hususunda ümmet ihtilâf etmişler­dir. Ebû 'Ubeyd gibi birtakım zevat her ikisinin bir ma'nâda olduk­larına kâ'il oluyorlar. Râğıb tefsiri te'vîlden e'am görüyor.[526] Tefsir ekseriya elfâz ve müfredât-ı elfâzda, te'vîl ‘vr. 85’ ekseriya me'ânî ve cümelde müsta'meldir. Tefsir kütüb-i İlâhiyye ve gayrisinde müs-ta'meî olduğu halde te'vîl ekseriya kütüb-i İlâhiyyede isti'mâl olunur. Bir kısmı tefsir “vech-i vahide muhtâc olan lafzı beyândır.” Yoksa tefsir bi'r-ra'ydir[527] ki menhî 'anhtir. Te'vîl “ma'nây-ı muhtelifeye müteveccih olan lafzı edillenin zuhuruna göre o ma'nâlardan birine tevcihtir” diyor. Mâturîdî'ye göre tefsir lafzından murâd o olduğunu kâtı1 lafız ile maksûd o olduğuna şehâdeitir. Te'vîl-i kâtı' ve şehâdet olmaksızın ehad-i muhtemilân tercihtir. Delîl-i maktû'un bih kâ'im ise, sahihtir.[528] Ebû Tâlib-i Sa'lebî'ye göre tefsir lafzın vad'ını beyân­dır ki ya hakîkat veya mecaz olur. Te'vîl-i bâtın lafzı tefsirdir. Ya'nî te'vîl hakîkat-ı murâddan. tefsir delîl-i murâddan ihbardır. Zira lafız muradı keşfeder. Kâşif delildir. Ba'zılarına göre tefsir rivayete te'vîl dirayete ta'alluk eder. Ba'zılarına göre tefsir kitabı beyân, Sünnet-i Rasûl-i Rabhi'l-'Âlemîn'de beyân olarak vâki' olandır kî mahall-i ictihâd olmayıp vârid olduğu ma'nâya hamloiunur. Te'vîl âyette muhte­mel olup mâ kabli ve mâ ha'dine muvafık olan ma'nâya Kitab ve Sünnet'e muhalif olmaksızın bi larîkı'l-istinbât sarf etmektir.

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi’nin kabul eniği ıstılah mûcebince te'vîl bir lafzı ma'nây-ı zahirinden Kitâb ve Sünnet'e muvafık gördüğü ma'nây-ı muhtemele sarf etmek oluyor ki son kavle mutabıktır. Bu kadar ıstılâhât arasında birini 'umûma mi'yâr kılmak doğru olamaz zannederim. Hey'et-i müşârün ileyhâca te'vîl bu ma'nâya olunca tefsîr-i sûfiyye bu ıstılaha göre bir te'vîl olmuş olur. Bu ma'nâya gelen te'vîl acaba Hakâ'ikı't-tefsir'deki te'vîl midir? Sûfiyyeye mahsûs olan te'vîlât bu mudur? Sûfiyyeye mahsûs olan le'vîlât erbâb-ı sülûke münkeşif olacak veçhile me'âni-i dakikaya işârâı değil midir? Me'hazlerinizden birisi olan Abdülganî en-Nablusî’nin Tankatü'l-Muhammediyye tercümesinde şu 'ibare gö­rülmedi   mi?

‘Sûfîlerin Kur'ân-ı Azîm'i tefsirlerine gelince, bunlar Kur'ân'ın sırlarına muttali olma kabîlindendir’.

E'imme-i sûfıyyeden İbn 'Atâullâh el-İskenderî de Letâ'ifu't-minen'de şöyle diyor: [529] (bilki bu taifenin tefsirleri, Allah'ın ve Allah Rasûlü'nün kelâmının garib mana­larla açıklanmasıdır’. Ve kavlühû “[530] ‘Şüphesiz ki Allah size inek boğazlamanızı emrediyor’,[531] ‘Ve hadislerin tefsirinde geleceği üzere, (bâtın'/sorumlar) zahiri manayı zahirinden değiştir­mek değildir. Takat âyetin zahirinden, âyetin hatırlattığı ve lisân örfünde kulllanılan manaların anlaşılmasıdır. Ayrıca âyet ve hadis­lere dair bazı bâtınî yorumlar da vardır ki onları ancak Allah'ın kal­bini açtığı kimseler anlar’.         

Tetkîk ‘-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi’nin te'vîl-i sufîyye hakkındaki meselede sûfiyyenin kavline mutabık olu­yor mu?

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-i Şer'iyye’ Hey'et-i Aliyyesi ayrıca elli birinci nüshasındaki sözümüze de i'tirâz ediyor. “Bu tarîk bilâ­hare mutasavvife mezhebi olmuştur” kaziyyesi hakkında Sülemî’nin Gazzâlî'den evvel gelmediğini, eseri kudemâ-i sûfiyyenin birçok te'vîlâtını muhtevi bulunduğunu beyân ediyor, Sülemî’nin eserini delîl gösteriyor.

Sûlemî huffâzdan bulunmakla beraber Hatîb’in naklettiğine göre sûfiyye için ehâdîs vaz'ediyor. İbnü's-Salâh Fetâvâ’sında şöyle diyor:[532] ‘Bana Ebû'l-Hasan el-Vâhidî'den nakledildi­ğine göre o şöyle demiştir: Ebû Abdurrahman es-Sülemî Haka'iku't-tefsir'i telif etmiş, onun tefsir olduğuna inanmışsa küfre düşmüştür. Sonra şöyle dedi: Ben de derim ki, kendisine güvendiği kimselere dayanıp zannî olarak bir şey söylemiş ise, bunu tefsir diye söyleme­miştir. Bu şekilde Şeyh’in görüşünü de benimsemiş değildir. Bununla birlikte keşke onlar bu gibi şeylerde, ihtiva ettikleri şüphe ve karışık­lığı dikkate alarak, geşeklik göstermeselerdi’. Zehebî de Hakâ'iku't-tefsîr'deki te'vîlâta te'vîlât-i bâtıniyye diyor.[533]

Acaba kudemây-ı sûfiyyenin te'vîlâtı da Hakâ'iku't-tefsır' bâtıniyye te'vîlâtı da Haka’iku’t-tefsir’deki[534] batıniyye te’vilatı mıdır, biz bunu kabul edemeyiz. Meslek-i tasav­vufun esâsı 'ulemânın beyânı veçhile me'âni-i zahireyi, bâtıniyyenin beyânı veçhile me'âni-i zahireyi cem' midir, ‘vr. 87’ Gazzâlî'den evel böyle bir mezheb te'sîs etmiş midir? İhtimâl ki Sülemî gibi ba'zı zevatın mezhebi budur.[535] Fakat ona mezheb mü'essisi denir mi? 'Urefây-ı sûfiyyenin işaretiyle bâtıniyyenin te'vîlâtı hiçbir vakit bir olamaz. İşârât-ı sûfiyye ta'biri me'sûrdur. Numune olarak gösterilen Menâzilü's-sâirin şerhi şöyle diyor:[536] ‘Tasavvufî işaretleri, ilim ehli inkâr ederken, ma'rifet/irfan ehli kabul etmiştir’.

Keza sûfiyye ile mutasavvife arasındaki farkı beyân sadedinde me'haz olarak irâ'e olunan Tarikat-i Muhammediyye şerhinde 'Abdülganî en-Nablusî şöyle diyor:[537] ‘Çünkü onlar tasavvufî işaretleri ve keramet ehlinin hallerini bilmezler. Kuşeyri’de şöyle denilmiştir: O topluluk için önce işaretler vardı, sonra bunlar hareketlere dönüştü, sonra ise elde ancak hüsran kaldı’. Urefây-ı sûfiyyenin işârâtı 'ulemânın kıyâsâtı kabîlindendir, bâtıniy­yenin te'vîlâtı kabilinden değildir. Acaba Fuzayl b. 'lyâz, Ebû Süleymân-ı Dârânî, İbrahim b. Edhem, Ma'rûf-u Kerhî ... ilh. sâdât-ı sûfiyyeden te'vîl-i bâtıniyye âyet-i kerîmenin muktezâ ve delâletine muha­lif bir şey ile te'vîl, ezcümle hal'-ı na'leyni terk-i kevneyn ile tefsir nakl-i sahîh ile menkûl müdür? Bir kerecik olsun misâl düşünülmeli değil mi idi? Anlaşılıyor ki Cerîde-i ilmiyye'nin elli yedinci nüshasına da[538] dikkat ile nazar olunmamış, siyak ve sibak hiç de nazar-ı i'tibâra alınmamıştır. Tekrar rica ediyoruz, maksat anlaşıldıktan sonra i'tirâzâtı dinlemeye hazırız.

Sülemî hakkındaki,beyânâtımız, mevzû'umuz dahilindedir; Zehe-bî’nin beyânı veçhile sâfiyye için hadîs vaz'ediyor, tefsirinde te'vîlât-ı bâtıne vardır.

 

10- Kussâs

 

Kussâs[539] ile mutasavvife arasındaki münâsebeti Ebû Tâlib-i Mekkî’nin Kutü'l-kulûb'u ne güzel beyân ediyor:  [540]Mütekellimler âlim ve kissacıları arifler diye isimlendirilerdi. Basra'da zikir ve va'azmevzuunda konuşan yüz yirmi kişi vardı. Fakat onların içinden marifet, yakîn, makâmât, ve ahvâl ilmi, üzerine konuşan ancak altı kişi vardı. Ebû Muhammed Sehl onların birisidir’. Zâten maksadımız tasavvuf ve ahlâk kitaplarıdır, kussâsîne has olmak için kıssa söyleyenlerdir. Me'hazleri ekseriyetle ahlâk kitaplarıdır, et-Terğîb ve't-terhîb de ahlâk kitabı münâsebetiyle zikrolunmuştur.

 

11- Sûfiyye Şeyhi İbn Cehdam

 

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi İbn Cehdam[541] hakkında İbn Hacer'den nakillerde bulunuyor: Zehebî’nin “vad” ile müttehemdir” kavli İbn Hacer-i 'Askalânî tarafından Lisânü'l-Mizân'da. îzâh ediliyor. Salât-ı Reğâib hakkındaki hadîsin vad'ı ile ithamı söylemiş olduğunu beyân ettikten sonra ‘Bunu söyleyen, İbnü'l-Cevzî'dir ancak senedinde bilinmeyen râviler/mecâhîl vardır’ diyor, deniyor.[542]

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi bura­da her neden ise ibareyi eksik naklediyor, ma'nâyı tağyir ediyor.[543] Bu 'ibare ile gâlibâ şu ma'nâyı ifhâm etmek istiyor: “Harem-i Mekke sûfiyye şeyhi İbn Cehdam'ı salât-ı Reğâib hadîsi hakkında vad' ile itham eden İbnü'l-Cevzî'dir.” İbnü'l-Cevzî’nin teşdidi ma'lûm olmakla artık İbn Cehdam hakkında Zehebî’nin cerhinin bir kıymeti kalma­yacaktır.

Halbuki İbn Hacer’in 'ibaresi bu ma'nâyı asla ifhâm etmez. İbn Hacer, Zehebî'den şu sözü naklediyor: ‘İbn Hayrûn şöyle demiştir: Hakkında tenkid yöneltilmiştir, denilir ki, onun yalan söylediği ileri sürülmüştür. Başkaları da onu Reğâib namazını uydurmakla itham etmiştir. 414 senesinde vefat etmiştir’. Sonra şu ibareyi ilâve ediyor: [544]‘Bunu söyleyen İbnü'l-Cevzî'dir ancak senedinde tanınmayan râviler/mecâhîl vardır’.

Ma'lûm olduğu üzere ‘hakkında tenkid ileri sürülmüştür’ elfâz-ı cerhten olmakla İbn Hacer de Zehebî gibi İbn Hayrûn'dan elfâz-ı cerhi naklediyor. Sonra ‘denildi ki’nin kâ'ilinin İbnü'l-Cevzî olduğunu haber veriyor. Yoksa ‘başkası dedi ki’deki gayri beyân etmiyor.[545] Artık ma'nâ İbn Cehdam'a kâzib diyen İbnü'l-Cevzî, vad'-ı salât-ı Reğâib ile itham eden başkalarıdır, demek olmaz mı? İbn Hacer ve daha sonra Şîrûye ya'nî Deyienü'den “ ‘Sika, sadûk, âlim, zâtı id ve bilgi sahibi idi’ sözünü naklediyor. Fakat 'akabinde: 

‘Müellif Târihu’l-İslâm'da şöyle demiştir: Behcetü'l-esrâr adlı kitabında bazı uydurmalar/mesâib kaydetmiştir ki kalp onun bâtıl olduğuna şahitlik etmektedir’ diyor.”[546] Hey'et-i 'Aliyye bu cerhi yazmıyor, yalnız ta'dîlle iktifa ediyor, İbn Hacer ‘indinde mu'addel göstermek istiyor. Acaba İbn Hacer’in bu 'ibareleri Hey'et-i 'Aliyye’nin ifhâm etmek istediği ma'nâları ifhâm eder mi? Bu hâl tedlîs ve tağlîttan başka bir şeye hamlolunur mu? Buna zühul de denemez.[547]

Fethu'l-muğîs'in sözü doğrudur. Cerh olunacak kimseleri cerh ettiler fakat bu kâ'idenin İbn Cehdam'a şümulü var mıdır?

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi’nin tavsiyeleri veçhile en sonraki rical kitabına bakarak şunu gördük: Vad'-ı hadîs ile müttehemdir.

Ma'lûmdur ki vaddâ' ile nfüttehemün bi'l-vad' arasında fark vardır.

 

12- Keşf’i Rical

 

Tetkîk ‘-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi bizim keşf-i rical[548] dediğimize bedel “mükâşefe ve bizzat rûhâniyyet-i mukaddese-i Nebeviyye'den ahz” diyorlar. Acaba bu keşf-i ricalden başka bir şey midir? Hey'et-i müşârün ileyhâ sûfiyyece nübüvvetine hük­medilmeyen fakat Kitab ve Sünnet'e muvafık olan ba'zı ehâdîsin mükâşefe tarîki ile gösterdiğini beyân ediyor ki biz buna keşf-i rical ta'birini kullandık.

Evliyâ-i kiramın yakaza hâlinde Risâletme'âb Efendimiz hazretleri ile şerefyâb olması mes'elesini hakikati veçhile isbât etmek müte'az-zirdir. Gazzâlî’nin Faysalü't-tef'rika'sında müracaat buyurula.[549] Mebâhis-i ilmîyyede maksad-ı aslî umûma ilim ifâde etmek olmakla bu mes'elenin ıtlâkı veçhile ilham esbâb-ı ma'rifetten değildir, surette îrâd-ı mu'tâddır. Nesefî bundan dolayı  ‘ilham, ehl-i hakka göre, bir şeyin sıhhatini bilmeyi sağ-

layıcı sebeplerden değildir’ demiştir.[550] Sâri' tarafından ilâve olunan kayd mahz-ı tenbîhtir. Keşf ile hükm-i şer'î sabit olmayacağı gibi, hadîs gibi hükm-i şer'înin delîü de sabit olamaz.[551] 'Abdülganî en-Nablusî bu babda şöyle diyor: “[552] ‘Bil ki ilham, zahir ve bâtın ehli katında hüccet olmadığı içindir ki, onunla şer'î hükümler sabit olmaz, ayrıca bu şekilde Kitab ve Sünnetten nakilde bulunmaktan müstağnî kalır­lar. Muhakkik bâtın âlimlerine göre ise Kitab ve Sünnet'te ictihad ile anlaşılan hükümlerin gereğine göre ihmâl edilmiş olan tashîhi yapıl­dıktan sonra hüccettir. Aksi halde şeytanî bir vesvesedir ve onunla amel etmek caiz olmaz’. Herevî de böyle diyor: [553] ‘Sonra bil ki, zahir ve bâtın ehli, ilhamın Kitab ve Sünnetten müstüğnî bırakacak şekilde bazı hükümlerin isbâtında hüccet/delil olamayacağı, aksine onların manalarını anla­mamızda sahîh bir yol olacağı hususunda ittifak etmişlerdir’.

Görülüyor ki ilim dâiresinde hareket edildikçe keşfe, ilhama git­mek doğru olmayacaktır. Bundan dolayı kütüb-i mutasavvifede zikrolunan akvâli mehmâ emkene tashih etmek için Dârü'1-Hikmeti'l-İslâmiyye ehâdîs-i mutasavvife hakkında vâsi' surette ihtimâlât beyân etmiş idi. Buna karşı “e'imme-i sûfiyyenin tasrîhleri veçhile Rûhâniyyet-i Mukaddese-i Nebeviyye'den ahz ve telâkkîlerden başka mehâmil-i haseneye hamletmek beyhude bir tekellüftür” demek ilim dâire­sini bırakıp vehim dâiresine sapmaktır.[554]

E'imme-i hadîsin son sözlerini taharri etmek lâzımdır deniyor ki pek doğrudur. Bunu Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi'nden ziyâde Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye tatbîk etmiştir. Nitekim tatbîk ettiğini yukarıda beyân ettik.

İbnü'l-Cevzî hakkındaki beyanâtta da biz sebk ettik. Hattâ, vad'ı hakkında ifrâd ettiği hadîs nâkıdîfi-i şâire tarafından te'yîd olunma­dıkça iddi'â olunmaz demiş idik.

 

13- Tasavvuf Ve Ahlâk Kitaplarındaki Ahbâr Ve Ehâdîs

 

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi tasav­vuf ve ahlâk kitaplarında ehâdîs-i Nebî olarak gösterilen ‘vr. 91’ akvâl, muhaddisîn ‘indinde hadîs-i Nebî değildir, belki pek çoğu kibar, mutasavvife sözüdür” kavlimizden mefhûm-u muvâfakatla bu kitap­larda münderic ehâdîsin ekseri hadîs-i Nebî değildir. Mefhûm-u mu­halefetle bu kitaplarda ehâdîsin ekalli hadîs-i Nebî'dir, ma'nâları” münfeham olur diyor. Bütün mütâla'âtın şu esâslar üzerine serd edil­diğini beyân ediyor. Ahîran izahımız veçhile teferrüd ettikleri ehâdîs olup nâkıdîn-i hadîsin ehâdîs olmadığını tasrîh ettikleri ehâdîsin ehâdîs-i Nebî değil belki çoğunun mutasavvife ve kibar sözü olduğu­nu kabul ediyor. Burada hiçbir ihtilâf yoktur demekle beraber şu mefhûm İle o kaidenin mantûku arasında ne kadar fark olduğu pek zahirdir diyor.

Mevzu' mes'eie yegâne bir bahs olmakla bu ciheti ikinci defa olarak biraz daha îzâh edelim:

Biz Ceride-i 'ilmiyye'nin o nüshasında üç bahis, üç mes'eie beyân ediyoruz ki hepsi on satırlık bir nota sıkıştırılmıştır.

1- Münâvî'den naklen, Gazzâlî’nin îrâd ettiği hadîsin hadîs-i za'îf olduğu beyân olunmuş, bununla muhaddisînin ta'n ettikleri hadîs ile Gazzâlî’nin te'yîd ettiği mes'elesi ortaya konulmuştur.

-Bu mes'ele hakkında Teckîk’-i Mesâhİf ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi bir şey demiyor.

2- Mutasavvife ve fetâsifenin te'yîd-i müdde'â zımnında âsâr ve ehâdîs-i za'îfe ile istidlal ettikleri beyân olunmuş, bununla da muhaddisînin iliştikleri hadîs ile mutasavvife ve felâsifenin te'yîd-i müd­de'â ettikleri da'vâsı vad' olunmuştur.

Hey'et-i müşârün ileyhâ bunun hakkında da bir şey demiyor.

3- Tasavvuf ve ahlâk kitaplarında ehâdîs-i Nebî olarak gösterilen akvâl muhaddisîn ‘indinde hadîs-i Nebî değildir, denmiş, bununla muhaddisînin hadîs demedikleri ahbâr tasavvuf ve ahlâk kitaplarında mevcuttur da'vâsı ortaya kon(ul)muştur. Bu ma'nâyı ifhâm için hem akvâl hem 'ınde'l-muhaddisîn kayıtları zikredilmiş, misâl olarak “ ‘insanlar uykudadır/gâfildir, ...’ hadîsi ityân olunmuştur, ‘vr. 92’

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Atiyyesi bu ma'nâyı istihraç edememiştir.

Filvaki' bu 'İbareden bu ma'nâyı istihraç için biraz dikkat biraz te'emmül lâzımdır. Bir kere aklen vazıhtır ki bu akvâlden maksad tasavvuf ve ahlâk kitaplarının teferrüd eyledikleri ehâdîs, ümmühât-ı kütüb-i hadîsde hadîs olarak zikrolunmuş olan ehâdîs tasavvuf ve ahlâk kitaplarında zikrolunmakla ehâdîs olmaktan çıkar mı? Buna akıl kâil olur mu?

Tasavvuf ve ahlâk kitaplarında zikrolunan sözü usûl-i fıkıh ilmince anlamak vad' i'tibâriyle hâs kısımdan olur. Hâslar ise ziyâde ve noksana muhtemel olmaz. Binâ'en 'aleyh bu ibareden maksad ta­savvuf ve ahlâk kitaplarının müteferrid oldukları ehâdîs demektir.

Bir de makâm-ı beyânda sükût hasr ifade etmekle ancak ve ancak o kitaplarda zikrolunup başka kitaplarda görülmeyen akvâl olacağı zahir otur.[555]

Tasavvuf ve ahlâk kitaplarının müteferrid oldukları ehâdîsin 'ınde'1-muhaddisîn ehâdîs olması için mutlaka nâkıdîn-i hadîsin ilişmesi lâzım gelir. 'Inde'l-muhaddisîn hadîs değildir cümlesi muhaddisîn bu hadîse ilişirler demek değil mi? Yoksa ınde'l-muhaddisîn kaydının ne fâidesi kaiır. Kayıtlarda imarız-ı t'â'ide aramak de'b-i 'ulemâdan değil mi?                   

Bundan başka misâl mümesselün lehe mutabık olmak için “ ‘insanlar uykudadır/gâfildir, ...’ gibi muhaddisînin iliştikleri ehâ­dîs olacağına siyak ve sibak husûsan “ ‘muhaddislere göre kaviller’ kayıtları vâzıhan delâlet eder. Fikr-İ selim ile nazar eden zâta bu ma'nâ hafi kalmaz.

-Nâkıdînin iliştikleri akvâlin çoğu mutusavvife, kibar sözleri bira­zı öyle bile olmayıp birtakım vaddâ'ların, meselâ ba'zı zanâdıkanın sözü olışakla çoğu kibar ve mutasavvife sözü demiştim. Muhaddisî­nin iliştikleri daha birtakım ehâdîs-i Nebi de yazmak fikrinde idim, fakat pek uzayacağı cihetle bir hadîs ile iktifa ettim. Muhaddisînin iliştikleri ehâdîse bedel akvâl ta'birini kullandım. 'Inde'l-muhaddisîn kaydını 'ilâve ettim. Misâlden, sibak ve siyâkdan anlaşılır zannettim. Halâ da öyle zannediyorum. Şurasını unutmayalım ki bu îzâhım sümme't-tedârik bir îzâh değildir. Maksadım üç yüz otuz sene-i hicriyyesinde kaleme almış olduğum Siyer-i Nebî mukaddimesindeki[556] bir mes'eleyi telhîsan Ceride-i 'ilmiyye'ye yazmak idi. Siyer-i Nebi’nin doksan altı(ıncı) sahîfesinde şöyle bir ifâde vardı: ‘vr. 93’ “Ehl-i hadîs tasavvuf ve ahlâk kitaplarındaki ehâdîse i'timâd etmezler. Meselâ “‘Kim nefsini bilirse, ..,’ ‘Mahlûkâtın dilleri, hakkın kalemleridir’, ‘Ölmeden önce ölünüz’ ... ilh. Kütüb-i ahlâk ve tasavvufta ehâdîs-i Nebî olarak gösterilen akvâl muhaddisîn ‘indinde hadîs-i Nebî değildir ... İlh.”[557]

Siyer-i Nebi Mukaddimesi'nde misâl olmak üzere 46 kaçla[558] hadîs yazmış idim ki biri ‘insanlar uykudarır, ...’ hadîsidir.

Bir iki satırlık notu istihraçtaki maharet şâyân-ı dikkattir. Bir kere tasavvuf ve ahlâk kitaplarında mezkûr olan akvâl ehâdîs-i Nebî değildir demekle o akvâün 'umûmu hakkında selben bir hükümde bulunmak ya'nî sâlibe-i külliyye olarak zikretmek sonra çoğu kibar ve mutusavvife sözü demekle geriye kalan ekalli kibar ve mutasavvife sözü olmak meziyyetinden de mahrumdur demek istedik. Geri kalan ekalle hadîs-i Nebî'dir demek yukarıdaki kaziyyenin nakîzi olan mûcibe-i cüz'iyyede sâdık olur demek açık bir tenakuzu kabul etmek olmakla hangi 'âkil böyle anlayışta bulunur.[559] Binâ'en 'aleyh çoğu kibar, mutusavvife sözüdür “kavlimizin mefhûm-u muhalifi” azı ki­bar, mutasavvife sözü bile değildir, olmak lâzım geleceği cihetle, Tet­kikti Mesâhif ve MüellefâM Şer'iyye’ Hey'et-i “Aliyyesi’nin mefhûm-u muhalif dediği mefhûm mefhûm-u muhalif değil belki mevhûm-u

muhaliftir. Bi'1-farz bu bir şey-i mefhûm olsa bile yine mu'teber ola­maz. Çünkü sarâhat-ı mukabelesi delâlete i'tibâr yoktur. Yanlış anla­manın kabahati bize mi âid olur.[560] Ne hacet, hasm takrîr-i meram tahrîr-i murâddan sonra mütekellimin maksadına göre delil talep eder. Kendisinin zihninde tahayyül ettiği da'vâya delîl talep etmez. Kâ'il maksadını îzâh etmkten sonra maksadına bakmayıp kendi anla­dığı ma'nâya bakarak mücâdeleyi yürütmek fenn-i âdâb-ı mübâhese kâ'idesine, kânûn-u münazaraya hiç de mutabık olmaz.

Evvelce istîzâh olmuş maksad/îzâh olunmuş olmakla artık başka bir mutala'aya lüzum kalmamış iken bilmem ne gibi sâikin te'sîri ile “acz göıünjüükçe o muhayyel kâ'ide tekrar edilip duruyor, ‘vr. 94’

Şeyh Muhyiddîn-i 'Arabi’nin mütekellimin hakkındaki sözü ne kadar kâbil-i tatbiktir. Şeyh-i müşârün ileyhin beyânları veçhile lâzım-ı mezheb mezheb değil iken mütekellimin levazımda şâ'ibeyi uzatmışlar, birtakım umuru ihtira etmişler, âdeta kendi nefisleriyle münâza'ada bulunmuşlar.

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i Aliyyesi de levazımda sözü uzatıyorlar. Birtakım kelâm-ı muhayyel ihtira' edi­yorlar. 'Adetâ kendileriyle niza' ediyorlar. Kendi tasavvurlarına göre hükümler veriyorlar. Ne tasavvurları, ne hükümleri asla bize râci' değildir. Yine tekrar ediyorum. İleride vukû'u melhuz olan sû-i tefehhüm ve şâir def'alara bedel bir kere daha yine îzâh ediyorum[561] ki maksadımız tamamıyla îzâh olunmuştur. Tetkîk ‘-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi de o îzâhı kabul etmiştir.

Tetkîk ‘-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi telhîsde “ehâdisin mücerred tasavvuf kitaplarında zikrolunması ile ehâdîs-i Nebî olduğuna hükmolunmaz” sözümüze karşı şöyle bir cevap veri­yor: Pek doğru bir sözdürJakat “ehâdisin mücerred tasavvuf kitapla­rında zikrolunması ile ehâdîs-i Nebî olmadığına hükmolunmaz” sözü de pek doğrudur. Bilmiyoruz mantık mı şaşıyor yoksa Hey'et-i müşâ­rün ileyhâ’nin el-Cerh ve't-Ta'dil risalesi mi şaşıyor. Şaştık kaldık.

Mücerred kelimesi niye tahlil olunmuyor? Mücerredin ma'nâsı ni­ye düşünülmüyor? Mücerred müteallikinin inzımâmıyla tevazzuh eder. Mücerred hadîsleri temyiz eden e'imnıe-i hadîsin kütub-i mu'teberelerinden kısa bir ta'bir esbâb-ı sübûttan mücerred demek Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefâı-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi’nin teslimi veçhile ehâdîsi temyiz hususu e'imme-i hadîse âiddir. Hükmün sebebi ile beraber daima deveran edip duracağı da şüpheden varestedir. Bunda da nass-ı -ulemâ vardır, binâ'en 'aleyh “ehâdîsin ümmühât-ı kütubi ehûdîsde bulunmaksızın ancak tasavvuf ve ahlâk kitaplarında bulun­masıyla ehâdis-i Nebi olduğuna hükmolunmaz” sözü doğru ise bunun gibi ehâdîs-i Nebi olmadığına hükmolunur sözü de doğrudur[562] Me­selâ sübût-u mâh-i Ramazân'ın sebebi ru'yet olursa ru'yet ‘vr. 95’ bu­lunmazsa mâh-i Ramazân sabittir diyemez fakat sabit değildir diye­bilir.

Tetkîk’-i Mesâhîf ve Müellefât-ı Şer'îyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi’nin dediği gibi sebeb-i hüküm bulunmaksızın ümmühât-ı kütübte zikrolunmaksızın, ancak tasavvuf ve ahlâk kitaplarında bulunması ile “ehâdîs-i Nebi olmadığına da hükmolunmaz” sözü nasıl doğru olur? Sebep menâi-ı hüküm değil mi? Sebep bulunmazsa hüküm bulunur mu? Başka bir sebep var mıdır? Tasavvuf kitapları sebep değildir. Sebep ancak ve ancak semâ' veya rivayettir:[563]

Evet, sebep muhtelif olur ise bir sebebin bulunmamasından diğer bir sebebin de bulunmaması lâzım gelmeyeceğinden hüküm yine bulunabilir. Ehâdîsin sübütunda 'asr-ı Se'âdetten sonra semâ'ı müm­kün olamadığından ancak sebep olarak rivayet-i sahîha kalıyor. Bu da bulunmazsa muhaddisin öyle bir sözü hadîs telâkki ermezler. “Bi­nâ'en 'alevli muhaddisin indinde e'imme-i hadîs kitaplarında bulu­nan ehâdîs ya'nî rivâyet-i sahîhaya müstenid olan ehâdîs ehâdîs-i Ne-bî'dir, yoksa ehâdîs-i Nebi değildir. Sebebi bulunmayan ehâdise ehâdîsdir denmez, ehâdîs değildir de denmez. Demek ru'yet bulunmaksı­zın mâh-ı Ramazân sabit değildir denilebilir demeyiniz- Artık Tetkik ‘-i Mesâhif ve Müellefat-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi cem'-i nakizım en evvel ortaya koymak için bir numune idrâk etmiş olacak ki bu husus fıkr-i beşer târihinde mühim bir vesika olacaktır.

 

14- Fezâ'il Ehâdîsi

 

Tctkik ‘-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi fezâ'il ehâdîsini fezâ'il-i a'mâl hadîsi zannediyor. Halbuki tesâhül göste­riliyor dediğimiz ehâdîs “fezâ'il-î a'mâl ehâdis-i değildir. Burada buna bir nüfûz-u nazar yoktur. Siyer kitaplarında ehâdîs zikrolunduktan sonra fezâ'illn a'mâle hasrolunarnayacağı “buna mebnî siyer kitap­larında sahih, sakîm. Zaif, mürsel, munkatı haber vardır” dedikten sonra a'mâle dâir oiup muhaddisin tarafından râvîlerinde tesâhül gösterilen ehâdis-i za'îfe ehâdîs-i mevzû'a değildir. Ehâdîs-i za'îfeye ehâdîs-i Nebi değildir” deniiemeyeceği mutâla'ât-ı sabıkamızda beyân olunmuştur, sözünün vechini anlayamadım. Bir kere Sahihi Müslim’in Kitâbü'l-fezâ”il(in)e bakılmış olsaydı fezâ'ile fezâ'il-i a'mâl ma'nâsı verilmezdi.

 

15- “En-Nâşü Niyâmün” Hadîsi

 

[564]‘İnsanlar uykudadır/gaflettedir, ...’ hadîsi hakkında “İsrâîliyyât ile münâsebeti olmayan bir sahâbînin mebde-i hilkat umûr-u maziye, ahbâr-i enbiyâ', melâhinı-i âtiye, ahvâl-i uhreviyye ve sevab veya 'ikâb husulüne sebep olacak a'mâl ve ef'âline dâir İctihâd ile İradına tnesâğ olmayan, bir lügatin beyânı veya bir kelime-i gari­benin şerhi ve tafsili gibi lisâna ta'alluku bulunmayan, tarîk-i diğerle merfû'an rivayeti bulunmayan ekvâli hükmen ehâdîs-i merfû'adandır” deniyor.

Usûl-i hadîs kitaplarında mebde-i hilkat ile ifâde olunan bed'-i halk ile ahbâr-ı enbiyâ umûr-u mâziyeyi beyân için zikrolunnıakla[565] her üçünü birlikte zikretmede haşv vardır. Bu haşivde melih olsa gerektir. Bundan başka usûl-i hadîs kitaplarında bir de filen zikrolunuyor. Umûr-u mazıyyeye bedel fiten zikrolunnıus olaydı usûl-i hadis kitaplarına uygun düşecek idi. Lüzumsuz umûr-u mâziyeyi yazıp lüzumlu fitneyi yazmamanın vechini anlayamadım.[566]

Bundan mâ' ‘insanlar uykudadır/gaflettedir, ...’ hadisinin min cihetin ahvâl-i uhreviyyeye 'âidiyyeti mes'elesi de cây-ı te'emmüldür. Nuhbetü'l-fıker şârihi 'Ali el-Kârî ‘kıya­met gününün halleri’ sözünü “ ‘yerlerini ve hallerini’ diye şerh ediyor.[567] Dâvud el-Karsî Usûl-i Hadîs Şerhi'nde ‘kıyamet, cem', hesab, mücâzât gibi’ diyor.[568] Nasıl olur da hadîs-i mezkûrun ona 'âidiyyeti doğru olur, ahvâl-i uhreviyye meşmûlâtından olur? Nâs uykudadır, ölünce uyanır demek kıyamet mevkıflarmdan, kıyamet korkularından, haşirden, muhasebeden, mü-câzâttan haber vermek midir? ‘vr. 97.’ Ölünce hemen haşr, mevkıf, muhasebe, mücâzât ve hevl-i kıyametimiz vardır. ‘Şayet perde açılsa idi. İnancımın kesinliği artmazdı’ diyen Hazret-i 'Aliyy-i Murtazâ onu da keşfen söyleyemez mi?[569] Binâ'en 'aleyh Sehâvî, İbnü'd-Deyba', Zerkeşî, Suyûtî’nin kitapları vesaire mevzû'ât kitaplarında görüldüğü gibi hadîs-i mezkûr muhaddisîn ‘indinde Hazret-i 'Ali’nin kavlidir.

Gazzâlî’nin usûl-i hadîsten kâ'ide-i mezkûrenin tatbikatına vâkıf olamayacak derecede müzcâ'l-bidâ'a olması da muhayyel da'vâdandır. Gazzâlî bu kâ'ideyi tatbik edecek kadar 'âlim, bu hadîse tatbik olunamayacağına da elhak vâkıftır.

Müşârün ileyh kelâmda, tasavvufta, ahlâkta, meslek-i mütekellimîn üzere yazılan usûl-i fıkıhta İmâm olduğu gibi hadîste imâm olmadığından evvelce beyân olunduğu veçhile hüsn-i zanna binâ'en hadîsi zikrediyor. Müzcâ'l-bidâ'a ile maksad-ı muhaddîsînden değildir sözü bu babda sened olmaz demektir.

 

16- Tasavvuf Kitabı Numuneleri

 

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi evvelki îzâhnâmesinde zikrettiği aitı kitabı bir kere merci' ve asıl olarak zikretmediğini, ancak bunların cümlesi nâkıdîn-i hadîs tarafından her türlü töhmetten beri eseileri pek çok ehâdîs-i sahîhayı muhtevi tasav­vuf kitaplarından bir numune olduğunu beyân ediyor.

O halde yine bu sözleri gâyân-ı tenkittir, 'umumiyet üzere doğru değildir.                                     

1- Hâris el-Muhâsibî’nin kitapları hakkında nâkid-i şehîr Hafız Ebû Zür'a şöyle diyor: “‘Bu kitaplardan uzak durun. Bu kitaplar bid'attir, sapıklıktır. Esere yapışın, çünkü orada sizi başka şeylere ihtiyaç duy­maktan müstağni kılacak şeyler vardır’.

Hâris el-Muhâsibî İbn Küllâb mezhebinde olmakla İmâm Ahmed tarafından hecr olunmuş idi. Artık nasıl olur da “ale'l-'ıtlâk nâkıdîn-i hadîs tarafından ‘vr. 98’ töhmetten beridir deniyor.

Zehebî’nin sadûk ta'birine gelince sadûk ta'biri merâtib-i ta'dîlin üçüncü derecesindedir, yoksa derecât-ı 'âliyesinden biri değildir.‘Kendisinde bir sakınca yoktur’, ‘onda bir sakınca yoktur’, ta'birleri ile bir mertebededir. Nitekim Zehebî Mîzânü'l-İ'tidâl'in İbn Hacer Lisânü'l-Mîzân'ın, baş tarafında şöyle diyorlar: “

[570]‘Makbul râviler hakkındaki ibarelerin en üstünü, sikatün hüccetün, sebtün hâfizun, sikatün mutkinun, Sikatün sika­tün, sonra sikatün, sonra sadûkun, sonra lâ be'se bih ve leyse bihî be'sun'dur ....ilh’,

Ne yapayım, me'hazımız olan Zehebî, Haris hakkında ‘kendisi sadûktur’ diyor da “‘hadiste imamdır’ de­miyor.[571]

Cevabnâmemizde on iki zâta imâm demedik, kitapları me'hazlerimizi teşkil eder dedik.

Haris el-Muhâsibî’nin 'ilimdeki mertebesine de bir şey demedik, hattâ Ebû Zür'a'nın intikâdıni bile zikretmemiş, Ahmed b. Hanbel’in hicvini yazmamış idik.[572] İbn Hacer’in Fetâvâyı hadisiyyes’indeki söze de[573] bir şey demiyoruz.

2- Ebû Tâlib-i Mekkî hakkında Zehebî’nin sözleri îzâh olunuyor, kitabında namaz hakkındaki mevzû'âta bir şey demiyor. Buna dâir seksen sahîfe de bahs vardır.[574]

3- Ebû Nu'aym esasen e'imme-i huffâzdan olup Haris ve Ebû Tâlib gibi yalnız sûfi değildir. Yukarıda zikrolunduğu üzere bununla bera­ber 'aleyhinde yine bu veçhe nâkıdîn söylemişlerdir. En büyük kusuru ebâtîli sükût ederek rivayetidir. Tafsîlât yukarıda geçmiştir.

4- Menâzilü's-sâ’irin sahibi de Ebû Nu'aym gibi e'imme-i huf'fâzdandır, yalnız sûfi değildir, kitabı tasavvuf kitabıdır. Fakat üç hadîsi vardır. Üç hadîsi muhtevî olan bir eseri “Eserleri pek çok ehâdîs-i sahîhayı muhtevî” kelâmının şümulünde idhâl garîb olur zannederim. Husûsan ki o hadîslerin biri Zehebî ve İbn Hacer’in beyânları veçhile mevzu', sahibinin tasrîhi veçhile garîb; diğeri mat'ûn; öbürü yine sahibinin tasrîhi veçhile ‘vr. 99’ sahîh garîbtir.

a- ‘Hakkı istemek garîbliktir’ hadîsi mevzû'dur.[575] Bunun senedinde 'Allan b. Zeyd es-Sûfî vardır. Zehebî ile İbn Hacer ‘Allân b. Zeyd es-Sûfî, belki de Menâzilü's-sdirin'de yer alan şu hadisin uydurucusudur: Demiştir ki, Huldî'den, es-Serî'den ... İlh. Hakkı istemek garîbliktir’ diyor.[576]

b- Herevî’nin hadîs-i hasen dediği “‘Yürüyünüz, sizi müfridler geçti ... el-hadîs’ hadîsi mat'ûndur.[577] İki senedde Ömer b. Râşid el-Yemâmî 'an Yahya b. Ebî Kesîr, diğer bir se-nedde Bişr b. Râfİ' el-Yemâmî vardır. “ ‘tarîki en iyi olan, senedi en güzel olan’ dediği tarîkde de 'Alâ b. 'Abdurrahmân vardır. Zikrettiği dört tarîk de mat'ûndur.

Ömer b. Râşid[578] hakkında Ahmed ‘Yahya'dan yaptığı hadisler münkerdir’, Cevzekânî,‘Ömer b. Râşid'ten. Demiştir ki: hadisinin hiçbir kıy­meti yoktur’, Ebû Zür'a “ ‘Leyyindir’, Nesâî ‘sika değildir’ demiştir. Buhârî Ebû Dâv'ud ‘zayıftır’ diyorlar. Yalnız 'Iclî ‘Sakıncası yoktur’ demiştir. Zehebî bunun tercümesin­de Ebû Hureyre'den naklettiği bu hadîsi de naklediyor, 'akabinde “‘ed-Dûlâbî şöyle demiştir:

“Ömer b. Râşid el-Yemânî sika değildir. İbn Hibbân sika imamlardan, zikri ancak tenkit için helâl olan mevzu sözler rivayet eder” diyor.[579]

Bişr b. Râfi hakkında Buhârî “‘hadisine uyulmaz’, Ahmed “ ‘zayıftır’, İbn Ma'în “İbn Hibbân “‘Mevzu rivayetler rivayet eder ve sanki bunu kasten yapmıştır’, İbn 'Adî “‘Haberlerinde bir sakınca yoktur, Ona ait münker bir hadis tespit edemedim’ diyorlar. Ancak İbn Ma'în bir kere de ‘bir sakıncasi yoktur’ demiştir.[580]

Alâ' b. 'Abdurrahmân hakkında da söylenmişlerdir. İbn 'Adî, “ Yahya b. Ma'în “‘hadisi hüccet/delil değildir’ di­yorlar.[581] Me'amâfîh Alâ' b. 'Abdurrahmân'ı tevsîk edenler de vardır. Alâ' ricâl-i Müslim'dendir. Herevî’nin beyânına nazaran bu tarîk Müs­lim'de tahrîc olunmuştur. Bununla beraber Müslim'de bulunması ta'na mâni' değildir. Yukarıda beyân olunduğu veçhile ‘vr. 100’ sahîhaynde intikâd olunan ehâdîs iki yüz kadardır. Kaderi, Haricî, Nâcî, Şî'î gibi birtakım ricâl-i mübtedi'a hayli muda”afîn vardır. Şüzûz, 'ilel-i gâmida da eksik değildir.[582]

c- Sahîh garîb dediği el-ihsân hadîsinin senedinde Matarü'l-Varrâk vardır. Matar hakkında İbn Sa'd” ‘hadis konusunda zayıflığı söz konusudur’, Ebû Hatim “‘zayıftır’, Ahmed ve Yahya “‘zayıftır’, Nesâî ‘sahih/kavî değildir’ diyorlar.[583] Matar da ricâl-i Müslim'den olup Zehebî’nin beyânına göre “‘hadîsi hasen’dir. Bu hadîs Herevî’nin beyânına göre Müslim'de tahrîc olunmuştur.[584]

Görülüyor ki Menâzilü's-sâirîn'dekı ehâdîsin biri (bir sülüsü) mev­zu', diğeri (bir sülüsü) mat'ûn, öbürü (bir sülüsü) sahîh garîbdir. İşte numune olmak üzere ehâdîs-i kesîrayı mügtemil olan kitab!

Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi evvel emirde Menâzilü's-sâirin'i pek çok ehâdîs-i sahîhayı muhtevi olan eserlerden ma'dûd gösteriyor.[585] On sekiz satır sonra ma'hûd kâ'ide doğru olmak için Menâzitü's-sâirin'deki ehâdîsin ikisi hadîs-i Nebî olmak lâzım gelir, diyor. İki hadisten biri hadîs-i Nebî değildir, diğe­rinde de çok şüphe vardır. Me'amâfîh ma'hûd kâ'ide kendilerince ek­seri olmak üzere tefsir olunur. Yeniden bir iki tasavvuf kitabı da tamamen ehâdîs-i sahîhayı hâvi olsa İdi yine kâ'İdenin ekseriyeti mahfuz kalır İdi. Me'a't-te'essüf bu da olamadı.[586]

5- Medâricü's-sâlikin, Medâricü's-sâlikîn-i Herevî’nin ba'zı mekâsıdını îzâh makamında yazılmış bir şerhtir. İçinde ancak sekiz on kadar hadîs vardır o da bilâ sened zikrolunmuştur. Kitabın hacmine nisbetle 'adedi pek azdır. İbn Kayyim de Ebû Nu'aym ve Herevî gibi e'imme-i huffâzdandır. Şurasını anlamak isterim ki İbn Kayyim vahdet-i vücû­du inkâr eder, vahdet-i vücûda kâ'il oian mutasavvife 'aleyhinde bulunan ‘Hepsinin vücûduna esemlerin veriniz çünkü sultân sahibi Allah katında idi, müşriklerin günahı onlardan daha azdır, onlar isim sahibini putlara cahsis ettiler’, diyen bir muhaddis ve fakîhe sûfiyyeden biri der misiniz.[587] Madem ki ‘vr. 101’ üç hadîsli Menâzilü's-sâirîn şerhi yazmak istiyor. Başka bir şerh yazmış olsaydı daha iyi olmaz mı idi? Hayât-ı Hızır mes'elesine gelince filvaki' cumhur hayâtına kâ'ildir fakat muhakkikin, başta Buhârî olduğu halde hayâtını inkâr ederler.[588]

6- İbnü;l-Cevzî hakkında sözümüze bir şey demiyor. Îbnü'l-Cevzî Hilye’yi o kadar ihtisar etmiştir ki Keşfu'z-zünûn'da beyân olunduğu veçhile yalnız rüsumu kalmıştır. İhtisarı da intikâd içindir. Nitekim yukarıda zikrolunmuştur. Eğer mutlaka Hilye’nin muhtasarını da ayrı bir eser gösterilmek lâzım oldu ise ona bede! Sqfvetü's-sqfve'y\ pek muhtasar gören Muhammed b. el-Hasan el-Hüseynî’nin meslek-i va­sata sülük ile ihtisar ettiği Mecma'u'l-ahbâr'mı göstermek münâsib olurdu.

İbnü'l-Cevzî hakkında İbn Hacer Fetâvâyı hadisıjye'de Yâfi'î'den şöyle söz naklediyor:

[589]‘Yine onun sûfîlerin büyüklerini yalanlaması, bilmediği bazı hallerden, kavramadığı ve anlamadığı bazı İlimlerden kaynaklanmıştır. Onun şaşırtıcı tutumlarından birisi de, bazen onlar­dan benzerlerinin terk edilmesi gereken acâib ve önemli kelimeleri anlatması ardından da bir başka yerde bunun gibi sözleri inkâr etme­sidir’. Artık İbnü'l-Cevzî'yi de sûfiyyeden sayacak mıyız?

Garîbtir ki numune olarak zikrolunan altı zâttan dördü ya'nî Ebû Nu'aym, Herevî,[590] İbnü'l-Kayyim, İbnü'l-Cevzî huffâz-ı hadîstendir. Hâris-i Muhasibi Küllâbiye'den, Ebû Tâlib-i Mekkî Sâlimiyye'den. He­revî Küllâbiye’nin a'dâsındandır. İbnü'l-Kayyim vahdet-i vücûda kâ'il sûfiyyeyi, İbnü'l-Cevzî ekâbir-i sûfiyyeyi münkirdir. Ebû Nu'aym da tam ma'nâsıyla mütesâhildir. Altı kitaptan biri sülüsü mevzu', sülüsü mat'ûn, sülüsü de sahih garîb üzere üç hadîsli, diğeri üç hadisli kita­bın ‘vr. 102’ şerhi öbürü de numune kitaplarından diğer birinin muhta­sarıdır. Geride kalan üç kitaptan biri Hilyetü'l-evliyâ'dır; O da pek çok ehâdîs-i mevzû'a-i münkereyi, İsrâiliyyâtı muhtevidir. Şâyân-ı itimâd değildir. Diğeri Kûtü'l-kutûb'tur. Onda birtakım ehâdîs-i mcvzû'a vâriddir ki Gazzâlî onları mücerred İ'timâd ile İhyâü'l-'ulûm'unda zik­retmiştir. Bundan mâ'adâ en mühim bir mesele olan sıfat mesaili hakkında Ehl-i sünnet ve hadîs ‘indinde münker oian birtakım eşya da vardır. Öbürü Hâris-i Muhâsibî’nin kitaplarıdır. Henüz Hâris’in ki­taplarını göremediğimden onun hakkında nakl-i mahzada bulunmadım. Zannediyorum ki Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi de risaleyi kaleme aldıkları zaman Menâzilü's-sâirin'i, Medâricü's-sâlikîn'i, Hilyetü'l-evliyâ'yı, Safvetü's-safve'yı görmemiş­tir.

Artık Tetkîk’-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye’ Hey'et-i 'Aliyyesi da'vâlarından yüzde kaç tenzil edeceğini düşünsün. Biz bunu takdîr-i münakkidânelerine havale ediyoruz.[591]

Allahümme erinâ'l-hakka hakkan ve'r-zuknâ ittibâ'ah, ve erinâ'l-bâtıle bâtilen ve'r-zuknâ ictinâbeh.

Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye a'zâsından.

 

III. TARTIŞMALARIN DAHA SONRAKİ SEYRİ

 

Aa. Mustasvıfe Sözleri mi, Tasavvufun Zaferleri mi?[592]

 

Urfa Meb'usu Şeyh Safvet Efendi'ye;

Şeyh Safvet Efendi ile aramızda başlayan münâkaşâı-ı kalemiyyenin seyri kâri'în-i kirâmca meçhul kalmamak emeliyle müdâfa'aya başlamadan evvel safahatını beyân etmeye mecbur oluyorum:

Âcizleri Certde-i 'İlmiyye'nm noı kısmında bir fıkra yazdım. Şeyh Efendi bu fıkra hakkında istizah emelinde bulundu, fî'l-vâkî' istîzâh sarih bir hakkıdır. Ancak yolunda olmak gerektir. Resmî bir dâirede, hattâ Cem'iyyet-i Sûfiyye Hey'et-i İlmiyyesi'nde[593] beraber bulunma­mız mes'eleyi daha da nâzikleştirir. Haddizatında hatâ etsem bile şi­fahen veya husûsî surette tahrîran bir ihtar kâfi, mes'elenin aramızda halli mümkün iken o yola tenezzül edilmedi. Yaİnız Dârü'l-Hikme Riyâseti'ne bir tezkire yazılmak kabil iken yine o cihete yanaşılmadı. Doğrudan doğruya numara İle, târih ite resmen Makâm-i Meşîhat'e arz olundu. Öyle bir zamanda arz olundu ki Dârü'l-Hİkme hakkında ileri, geri sözler tekevvün etmekte idi. Husûsen kendilerinin Tetkîk-i Mü'ellefât Riyâset-i 'Aliyyesi’nin[594] memnun olmadığını müş'ir Makâm-ı Meşihat'e[595] ma'rûzâtta bulundukları şayi1 idi. yalnız şayi' değil, vâki' idi.[596] Bundan başka resmî istîzâhnâme daha müfid bir tarzda yazılmak mümkün iken ondan da sarf-ı nazar olunarak, Dârü'l-Hikme'ye ders verir bir şekilde yazıldı. Makâm-ı Meşîhat'tan Dârü'l-Hikme Riyâseti'ne havale olundu.

İşte erbâb-ı insafın pâk vicdanına müracaat ediyorum. Bu şekilde, husûsen öyle bir zamanda kaleme alman bir makale 'ilmî bir istîzâhnâmeden ziyâde resmî bir şikâyetname mâhiyetinde telâkki olunmaz mı?

O resmî makale Dârü'l-Hikme'de okundu. Bi'ttab' cevabı âcizle­rine havale edildi. Taraf-ı çâkerîden yazılan cevap Hey'et huzurunda tekrar tekrar okunarak münâkaşa olundu. Fıkradaki maksat îzâh edildi. Tasavvuf kitaplarında ehâdîs-i mevzû'a bulunduğu, fakat sâ-dât-ı sûfiyyenin ehâdîs vaz'ından vareste oldukları gösterildi. Bu bâbta birtakım vücûh-u muhtemele îrâd olundu. Cevabımız hiçbir ha­kareti ve Iev ki îmâen olsun, muhtevi değil İdi.

Bir de ne görelim! Kendileri için bir iş bulmak mı? Hakikat izhâr etmek mi? Tefâdul sevdasına düşmek mi? Dârü'l-Hİkme'yi enzâr-ı nâsta küçük düşürmek mi? hiç olmazsa yazı yazmaya düşkün olmak mı? Nedir? Son beyânına rağmen henüz kat'î olarak ta'yîn ede­mediğim ba'zı sevâ'ikin taht-i te'sirinde olarak ikinci def'a el-Cerh

ve't-Ta'dıl ünvânı ile yazılan cevap saraheten ve îmâen hey'etimize tetebbu'suzluk, dikkatsizlik, garabet isnad ediyordu. Bittab':

 

‘Nice doğru söz vardır ki onun âfeti, yanlış anlaşılmaktır’.

 

beytini okumakta tereddüt etmedik.

Bu cihet yetmiyormuş gibi biz’ bir taraftan “Dârü'l-Hikme tasav­vuf kitaplarındaki ehâdîsî inkâr ediyormuş, Şeyh Safvet Efendi bir risale yazmış da Dârü'l-Hikme'yi mat etmiş” gibi sözler sâmi'ayı doldurmakta, mecâlis ve mehâfilde, tramvaylarda, kahvehanelerde, sokak ortalarında “Dârü'l-Hikme mazinneyi anlamamış, Şeyh Safvet Efendi'ye karşı mağlub olmuş” gibi lâflar hemen hâdisât-ı rûzmerre sırasına geçmiş idi. Bir derecede ki gerek âcizleri, gerek Dârü'l-Hikme hakkında birtakım ğulüvler hâsıl olmaya başladı:

 

‘Bir şüphe duyunca benden, sevinçle onları yayarlar. Güzel bir şey duyunca, onu ört-bas ederler. Benim söylediğim bir hayır duyarlarsa susarlar, yanlarında bir kötülükten bahsetsem onu hemen ilan ederler’.

 

İlzam ve galebede mufâhere ile halkın muhayyelesine “hasmı yendik” fikrini ilkâ silahı ile mücehhez olmak sahibini haktan uzak düşürmez mi?. 'İlme “ilim ile, kaleme kalem ile mukabele etmek, kalem kuvveti ile, dimağ yardımıyla ilzam lâzım iken bir de dola­yısıyla Fetvâhâne'ye müracaat ile fetva almak istemek ne ile îzâh olunur. Bu fetva niçin olacak? Hatamız için mi? Fışkımız, dalâletimiz için mi? Yoksa azlimiz için mi, hürriyet-i kelâmdan mahrum olma­mız için mi olacak?

 

Hayretinden parmağın dişler kim etse iscimâ'.

 

Artık teşvîşât bir dereceye vardı ki bu hâle vâkıf olmayanlar âciz­lerini müte'arrız, mutasavvife düşmanı göstermekte haklı idiler. Böy­lece münazaramız müdâfa'a-i hakk babını sedd, tefâhür ve teğâlüb babını küşâd etmiş oluyor. Mufâhere, kâr-ı rical değil, belki lu'be-i etfâl iken kalbin hiç olmazsa derin bir köşesinde saklanan gurur denilen saika, bu mufâhareyi bir şâika kılıyor.

Dârü'l-Hikme'ye karşı olan bu ta'rîzât ve ta'arruzâta, hatır-şikenâne hâlâta bâ'is olduğum için pek müte'essir idim. Ta'rîz ve ta'arruzun bütün şiddetini döş-i tahammüle almaklığımı muhterem arkadaşlarımdan rica ettim. Lütfen ricalarım kabul olundu. Şeyh Safvet Efendi’nin riyaset ettiği hey'ete de resmen haber verildi. Buna mukabil o hey'et tarafından hey'etîmize bir de teşekkürnâme gönde­rildi. Bir taraftan o teşekkürnâmenin istihza, istihfaf kastıyla gönde­rildiği taraftarları tarafından işâ'a olundu.

Artık bi'z-zarûre o gizli gizli techîllere, şu'ûrî ve lâ şu'ûrî istih­zalara; o lâflara, o istihfaflara açık bir surette müdâfa'aya başladım, yazdığım cevabı arkadaşlarımın nazar-ı tetkiklerine arz ettikten sonra o hey'ete takdim ettim. Bütün vaziyetlerim müdâfa'a vaziyeti idi. Bu­nunla beraber müdâfa'a hususunda ileri gittiğimi düşünerek müte'es­sir idim. Husûsen Şeyh Efendi’nin 'amelî tasavvufun te'sîri altında ta'rîzât ve ta'arruzâta tenezzül etmeyip elhak bir ders-i edep vermek, şeyhliğini göstermek gibi ihtimâlleri düşündükçe pek muzdarip idim. Nüfûs-u zarîfenin sânı veçhile letâfet-i latife İle şerâfet-i şerife ile mukabele edebileceklerini düşündükçe uykum kaçıyor idi. Tab'-ı seli­min istikrah ettiği mufâhare ve muğâlebe meydanlarında galebe et­mek hararetini de duyuyordum. İmâm-ı Gazzâlî’nin Kitâbü'l-Mağrûrin'i, İmâm Râzî’nin sözü,[597] vicdanıma hitâb edip durmakta idi. Tam bu sırada her ikimizi seven husûsen kendilerine pek ziyâde hürmetkar olan bir zât (N......)[598] Cem'iyyet-i Sûfiyye merkezinde bu manzaranın böyle uzanıp gitmesini hoş görmüyor, hakem hey'eti ile işi fasletmek istiyordu. Çâkerleri ni'me'l-vesîle 'addederek hemen bu teklifi kabul ettim. Şeyh Efendi ise Ebû Mûsâ'l-Eş'arî ‘Radiy'Allâhü 'anh’ mevki’inde bulunacak hey'eti kabul etmem diyerek bârid bir redd İle reddetti. Öyle sanıyorum ki bu söz lâ şu'ûrî olarak sâdır olmuş. Muhterem bir Hey'et-i 'Aliyye bizim ateşimize yanmıştır. Şüp­he yok ki da'vâsından emin olan her vakit hakem hey'etine razı olur, fakat şüpheli olan da her vakit yan çizer.

Çok geçmedi, tahkîr âlûd olan el-Burhân ve'd-Delîl risalesi ile “vav elif” meselesine ıâid evrâk-ı müteferrika bir dosya şeklinde yine doğ­rudan doğruya Makâm-ı Meşîhat'e takdim kılındı, bu kere erkân-ı Meşihat haberdâr edildi. Huzûr-u Meşîhat'te bu risalenin 'âcizlerine verilmesi veya verilmemesi hususu görüşüldü. Nihayet nezd-i meşîhatpenîhîde hıfzı tensîl olundu. Beri taraftan sabık birtakım işâ'at dönüp dolaşmakta idi. Nihayet ba'zı arkadaşlarım ile bu risalenin 'âcizlerine verilmesini istirhamımız neticesinde arkadaşlarımdan biri vasıtasıyla risale güç hâl ile elime geçti.

Bir de. ne bakayım! Mütâla'asından anlaşılacağı veçhile Şeyh Efendi bul asaletle ertesine tamamıyla mağlûb olmuş, sâika-i aklı atarak saila-i ihtiraza dön el ile yapışmıştır. 'Amelî tasavvuf ile nâ-terâşîde nefs-i emmâre saydığı muhatabına karşı kullandığı ta'bîrât-i müstekrehe delâleti ile anladım ki 'amelî tasavvuf ile terâgîde olan nefs-i âliye sahibi de 'akabât-ı nefsten kurtulamıyor, hattâ bu tarîkde şeyh-i kâmil bile oluyor. Galeyân-ı tehevvür ve ihtirasa kapı­larak çirk-âb-ı kîl ü kâl hak ve hakîkati bir avuç kar gibi eritiyor. Mücerred sevk-i münazara ile yazılmış olan ifâdâtımdan keskin bir kuvve-i muhayyele, durgun bir kuvve-i 'âkilenin tevlîd ettiği netîceler besbelli oluyor. Ba'zı mutasavvife gibi nefret ettiğim bir hâl karşıma Çıkıyor. Yazdığım bir fıkrayı îzâh ettikten sonra yine ona abanıp kalıyor. Maksadıma muhalif birtakım ithâmâta kalkışıyor.

Acaba kuvve-i muhayyelenin inkişâfı, tahlîl-i ilmînin fıkdanı te'sî-rinden başka ne ile bu hâli îzâh kabil olur. Pek kolay hâllolunabilecek bir mes'ele i'zâm olunarak doğrudan doğruya resmen Makâm-ı Meşîhat'e[599] ma'rûzâtta bulunmak, Dârü'l-Hikme'ye ta'rîzât ve ta'ar­ruzâta başlamak, etraf ve eknâfta Dârü'l-Hikme'yi bitirdik gibi hatır-şikenâne hâlân mürevvic olmak, dolayısıyla Fetvahane'ye müracaat etmek, hakem hey'etini redd-i bârid ile reddetmek, Makâm-ı Meşîhat'e dosyalar takdim etmek ne ile îzâh olunur. Bu babdaki hükmü erbâb-ı insafa bırakıyorum.

Risaleyi tamamıyla okuduktan sonra müdâfa'anâmemi hazırla­dım. Urfa'dan avdetlerini müt'âkib dimağ yorgunluğunu düşünerek cüz' cüz1 vermeyi münâsib görmüş, 3 Nisan 338 tarihinde odacı vası­tasıyla birinci cüz'ü takdim etmiş idim. Fakat, resm-i hatta âit yazdığı ufak bir risalede el-Burhân ve'd-Delîl'in yakında tab'ı bildirilmekle, diğer cüzleri takdim etmekten vaz geçtim. Artık risalenin tab'ına muntazır oldum. Bu kere yeni bir unvan daha ilâve ederek matbu' olan nüshayı gördüm. es-Sârimü's-selîl 'alâ'l-mevsûmi bi'l-Burhân ve'd-Delil nâmını verdiğim müdâfa'anâmemize kendilerine bakarak yeni bir unvan, pek sevdiği bir unvan ilâvesi ile enzâr-ı kâri'îne vaz'ediyorum.

Tasavvufun Zaferleri ünvân-ı cedidi ile sâha-i intişâra konulan risaledeki kelimât-ı müzeyyefe, 'akabât-ı nefse âid emsîle-i mütenevvi'a yarışlarına çıkamayacağım. Bu meyanda Şeyh-i kâmil değil; derviş-i gafil, racül-i râcil bulunduğumdandır. Ceng-i evvel silahlarımı teslim ediyorum. Bermu'tâd işâ'a ettikleri veçhile ric'at-i kahkariyye ile ric'atimi, hattâ inhizâm-ı kelbî ile inhizâmımı i'tirâf ediyorum. Bu risalede bu gibi akvâi-i müşevveşeye karşı yalnız sükût ile mukabele ediyorum.

Tasavvufun Zaferleri nâmındaki kitabını, şimdiye kadar bigânesi olmadığı bir üslûb-i garibin tanzîri mecbûriyyeti ile ihtiyar ettiği iddiâ olunuyor. Şaşıyorum ki insan me'lûfu olmadığı bir şeyde nasıl mahâret-i kâmile gösteriyor. Tanzîr hususunda hâiz-i sebk olmaları bigâne değil, hâiz-i meleke bir üstâz olduğuna delâlet etmez mi? Numuneler meydanda, işte amelî tasavvuf ile terâşîde nefs-i 'âliyenin sözleri ile nâ-terâşîde nesf-i emmâresinin sözleri.

 

‘Yazıklar olsun, zorbalık edip azanlara, kendini beğenip haddi aşanlara’.

 

es-Sârimü's-selîl, el-Burhân ve'd-Delil'e karşı duruyor. Bürhân-ı ilmîsi ile tahlîl-i mantıkîsi ile onu cerh ediyor. İhtiyar eıtiği unvanlar altında onu şerh ediyor.

Tevfîk ve ‘inayet Hakk Te'âlâ ve Tekaddes hazretlerinindir.

 

1. 'Arz-ı Şükran

 

1. “Eimme-i sûfiyye enâr'Allâhü berâhînehüm hazerâtınm kütüb-i celîle-i dîniyyelerinde münderic ehâdîs-i şerîfeye dâir.”[600]

Cevap. Münâkaşa tasavvuf kitaplarındaki ehâdîs hakkında idi. Tasavvuf kitapları eîmme-i sûfiyyenin, sûfiyye-i sâdikînin, sûfiyye-i kâzibînin, muıasavvifenin, ğulât-i mutasavviffenin, mustasvifenin kitaplarına şâmildir. Bunu eimme-i sûfiyyenin kitaplarına hasr ve tahsis suretiyle risaleye ibtidâr mevzû'u tağyir ve ihlâl için acaba berâ'at-i istihiâl mi yapılıyor.?

2. Dârü'l-Hikme’nin hâdiseyi sebeb-i asliyyesinin uhde-i idrâkine ne yolda terk ettiği mukaddimede beyân edilmiştir.

3. “Da'vây-i muhayyelin te'vîlât-ı faside ile sümme't-tedârik teveccühât-i bâridesi.”

Cevap. Hükümde isti'câl ediyorsunuz, cümle-i ma'hûde bendinde cevabını aMyörsunuz.

4. “Yalnız size karşı fazla bir i'timad hatasına düşmüşlerdir. ...”

Cevap.........

 

2. Sâik-i Aslî

 

1. Âcizleri hakkında “kemâl-i samîmiyyetle şehâdet ederiz ki bu­gün dîn-i İslâm'ın himaye ve muhafazasına kalen ve kalemen vakf-i vücûd eden zevatın birincilerindensiniz” dedikten sonra mücerred bir şüpheye kapılarak o derece tezyifler, o kadar istihzalar, türlü türlü techîller ile bu söz arasında öyle bir uçurum vardır ki imlâsı kabil değildir:

 

Müştebeh menkıbeti istemeyiz âr ederiz

Arımızdan o gelen kağıdı inkâr ederiz.

 

Bu münâsebetle meslek-i âcizi hakkında bir iki söz söylemekliğime müsâ'ade buyurunuz:

Lehû'l-hamdü ve'1-minne dîn-i mübînimize naçizane bir hizmet ile cidden müftehirim. O mukaddes 'âlî dînimizin muktezayâtından ol­mak üzere Server-i Kâ’inât 'Aleyh-i Ekmeli't-Tahiyyât Efendimiz hazretlerinden mâ'adâ hiçbir müslimi ma'sûm bilmem. Bü'umûm 'ulemânın sözlerini yalnız bürhân ile kabul ederim. Tefekkür ile o sözlere kıymet veririm, İz'ân ile onu kalbime, derecesine göre derin köşelerine getiririm. Lehdârlar ile 'aleyhdârların sözlerini dinlerim, muhaliflerin sözünü mücerred muhalefetlerinden nâşî reddetmediğim gibi muvafıkların sözünü de mücerred muvâ faka darından nâşî kabul eylemem. Hiçbir âlimin şiddetli taraftarı değilim. Hiçbir âlimin sözü­nü vahiy gibi telâkki etmem. İbn Teymiyye’nin şiddetli taraftarı olmadığım gibi Gazzâlî’nin de şiddetli taraftan değilim. Hanbelî de deği­lim, Eş'arî de, körü körüne mutasavvifeye de mütekellinıîne de tâbi' olmam. Hakk taraftarıyım. Her nerede bir şemme-i hakikat istişmâm eder isem hemen ona el uzatırım ‘Hak, uyulmaya en layık olandır’ kavli düstûrumdur. E'âzim-i İslâm'dan her kimin sö­zünde 'an bürhân bir hak görür isem yine 'an bürhân ona tâbi' olurum. Bir kavi hakkında bürhân kâim olmadıkça onu kendime mal etmem. Kendime mal edindiğim kavli doğrudan doğruya yazarım, yoksa nakl-i mücerred ile geçer giderim. Nakillerde asla tahrifte bu­lunmam. Yanlış anlayabilirim, hîn-i istinsahta yanlış da nakloluna­bilir. Fakat bile bile kalemimden tahrif sâdır olmaz. İstediğiniz kadar istihfaf ediniz. Nâkil-i emin olmakla da iftihar ederim. Nazm-ı Kur'ân'a ittibâ'an yalnız lâzım olan mahalli naklederim. Fehmi ihlâl edecek derecede ihtisar, ihlâli müeddî olacak derecede tatvîl memnu' olmakla maksûda dâhil olmayan sözü zikretmemeye çalışırım. Nisbetim ancak İslâm dîninedir. Tarîkim ancak en hayırlı tarîk olan Tarîkat-i Muhammediyye'dir. Selefiyye olsun, mütekellime olsun, mutasavvife olsun, felâsife olsun, hangi fırka olursa olsun hak ve hakikatin uğrunda çalışan bir fırkayı ulu orta reddetmeyi hiçbir vakit kabul etmem. Daima ahzettiğim kavi ancak Hâtemü'l-Enbiyâ'nın kav­lidir. Yalnız o Nebiyy-i Akdes’in ümmetiyim. Yalnız o Rasûl-i Muhterem’in son derece şiddetli müdâfi'iyim. Şu kadar ki evvel be evvel kavl-i Rasûl'ün sübûtunu teharrî ederim. Zât-ı Akdes-i Peygamberî'ye isnadı hakkında itmi'nân-ı kâlb hâsıl olur. Maksad-ı Celîl-i Peygamberî'yi de anlarsam aklı bertaraf ederek hemen onu kabul ederim. “Akü kurbân kün bi piş-i Mustafâ” mısraını okurum. Hatemü’l-Enbiyâ 'Aleyh-i Ekmelü't-Tehâyâ Efendimiz hazretlerinden yakînen mah­fuz otan zarûriyyât-ı dinden mâ'adâda her müslümanı serbest görü­rüm. İhtilâf olunan hususta her birinin bir özürleri bulunduğunu tak­dir eder, her bir fırkada min vechin bir hakikat görürüm. Esnâf-i ule­mâya birer mahal ayırırım: Hepsini de lüzumlu görürüm. Ehâdîs-i şerîfenin tetkik ve tenkidini muhaddislere, ahkâm-ı fer'iyyenin istinbâtını fakîhlere, ahkâm-ı asliyyenin beyânını tevhîd âlimlerine. Bu bâbtaki mudâfa'ayı mütekellimlere; ve irâdât-ı kalbiyyeye, a'mâl-i bâtınaya, tezkîye-i ahvâle 'âid husûsâtı mutasavviflere, hakâiki-i mahsûseyi mütefenninlere, hak ve hayra 'âid tedkîkât-ı 'akliyyeyi filozoflara, hülâsa her hâli ehline bırakırım. Herhangi bir âlim kendi meydanında at oynattıkça ona i'timâd ederim, hârice çıkınca ona İ'timâdım kalmaz. Hasma karşı Hüccetü'l-İslâm Ebû Hâmid Gazzâlî ile Şeyhülislâm İbn Teymiyye el-Harrânî'yi de, Feylesûfu'l-îslâm Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Rüşd ve Mübeşşir b. Fâtik'i de, bunların sülük ettik­leri tarîkleri de ledâ'i-îcâb müdâfa'a ederim. Eslâfa çok muhabbet ve hürmetim vardır. Fazilete meclûbum. Ancak görebildiğim bir hatayı da söylemekten çekinmem. Tehdidlere pabuç bırakmam. Bir zât evliyâullâhtan olur da yine galatâtı bulunur. Bu galatâti beyân onun mertebesine nakısa vermez. İmâm Ahmed b. Hanbel bir zâtı medh ettiği hâlde yine birçok galatâtım beyân ederdi. Seriyy-i Sakatî hakkında '‘Yemeklerinin güzelliği ile tanınan şeyh’ dediği halde onun [601]‘Hiç şüphesiz Allah Celle Celâlühû harfleri yaratınca bâ harfi secdeye kapandı’ dediğini işitince 'aleyhine dönmüştü.

Binâ'en’aleyh asla mutasavvife 'aleyhdârı değilim, bil'aks onları takdir ederim, hatta yirmi iki sene evvel Şâzeliyye tarîkatinden de hilâfetnâmem vardır.[602] Bunun gibi Mutusavvife 'aleyhdârı olan 'ulemâ­nın da 'aleyhdârı değilim. Onları da takdir edenlerdenim. Yalnız tadlîl ve tekfir hususlarında onlardan ayrılırım. Bu bâbda çok içtinâb ve ihtiyat ederim. Sevk-i münazara ile söylenmiş sözlerim hiçbir vakit mutasavvifenin veya diğer bir fırkanın aleyhinde bulunduğuma delâ­let etmez. Biliyorsunuz ki lâzım-ı kavi kavi değildir; levazımda müşâğabeyi uzatanlar Şeyh-i Ekber’in ne kadar ta'nına uğramıştır. Evet emir ve nehyi ihmâl eden zenâdıka aleyhindeyim. Ta'assubu makdûh, tesallubü memdûh bilirim. İyi biliniz ki efkârım da Gazzâlî’nin asa­rından mülhemdir.

‘Sapmaktan ve saptırılmaktan Allah'a sığınırım’.

2. “A'dâ-i dîn arasında öyle şeyârinü'1-ins, du'ât-ı dalâlet vardır ki her asırda meselâ ulemâ-i be-nâm-ı İslâmiyye'den İlmi aklına gâlib Takiyyüddîn Ahmed b. Teymiyye gibi e'âzimi bile şaşırtmışlar ve de nâr-ı fitneye sapmalarına sebep olmuşlardır.”

Cevap. Âlem-i İslâm'da Şeyhülislâm lakabını alan müşârün ileyhe âit sözlere bend-i mahsûsunda cevap vereceğim ancak, şunu öğren­mek istiyorum ki bu şeyâtînü'1-ins du'ât-ı dalâlet kimlerdir. Müşârün ileyhin İstifâde ettiği e'âzim, temas eylediği zevat ma'lûm-u 'âlî ola­caktır. Bend-i mahsûsunda da bu cihet îzâh olunmamıştır. Bu şeytan­ları anlamak bir türlü kabil olamadı.

3. “O cümle-i ma'hûdeyi her türlü ihtimâlâta karşı ma'nây-ı muta­bıkını mevzu' ve mesûk-u lehini anlamış idik. Akit başında olan her İnsanın anlayabileceği üzere anlamış idik.”

Cevap. Dârü'l-Hikme o cümleyi hiçbir vakit zât-ı âlîleri gibi anla­madı, o makale Dârü'l-Hikme’nin nazar-ı tetkikinden geçti.

İzmirli İsmail Hakkı

(Mâ ba 'di var)

 

Ab. Mustasvife Sözleri mı, Tasavvufun Zaferleri mi?[603]

 

(geçen nüshadan mâ ba'd)

Urfa Meb'ûsu Şeyh Savfet Efendi'ye;

4. “Ancak nezâkete[604] ri'âyeten, eimme-i hadîs öyle bir kâ'ide ka­bul etmişler ise me'hazin irâesiyle tenvîrimiz iltimas edilmiştir.”

Cevap. Kavliniz ile iddî'â ettiğiniz nezâket birbirini tutmuyor.

5. “Şerh ve tahlil gibi îzâh ve tafsil baştan başa tahrif, tedlîs, mugaleta ..”

Cevap. Dârü'l-Hikme o îzâh ve tafsîl'i görmüş zât-i âlînizin gördü­ğünü görmemiş, kendi mührü ile kondurmuştur. Demek ki hey'etimiz tamamiyle gafil olur da âcizane fazla bir i'timâd hatasıyla bu dere­kelere İniyor, bu mu iddia ettiğiniz nezâket?!

 

3. İkâme-i Ma'zeret

 

1. “Hulûs-İ niyyetle yazılan istîzâh” Cevap. “Mâhiyeti isbât eden âsâr-ı kalemdir.”

2. “İzâh ve tafsil cevabnâmesinde görülen galatâtın cerh ve tas­hihi”                                          

Cevap. Bu söz adetâ şevâzz üstüne kavâ'id kurmak gibidir: Vâbestedir hayâline efâli kimsenin.

3. Teharri-i hakikat ve müdâfa'a-i hakkaniyet sevdası merâsîm-i sûriyye düşüncelerine galebe etmiş idi.”

Cevap: Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz.

4. “eş-Şerh ve't-Tahtît’in hemen her satırında kaleminizin püskürt­tüğü edîbâne şiddet ve hiddetleri cehl ve tezyîf ma'razında üstâdâne savletleri ... ilh”

Cevap:

‘Ey insanlara vaaz eden kişi. yaptığın bazı işlerden dolayı onlardan korkum ve itham edildin, ömrüme yemin olsun ki işlemiş olduğun suçlardan dolayı, gayretle onlara vaaz ü nasihatte bulunur oldun’.

 

4. Muhayyel Da'vâ[605]

 

1. “Rehây-i bahs ve cidal hep o cümle-i ma'hûde üzerinde dön­mekte olduğuna nazaran.”

Cevap: Bilirsiniz ki biz o cümle hakkında maksadımızı şöyle îzâh etmiş idik: Tasavvuf ve ahlâk kitaplarında mezkûr olan ehâdîsten “ale'l-ıtlâk ehâdîs değildir” ma'nası münfeham olmasın, böyle bir ma'nâ hatıra da gelmez. Bundan maksad münferid oldukları ehâdîstir ki nâkıdîn-i hadîs onların ehâdîs olmadıklarını’ tasrîh etmişlerdir.

Hadîste mi'yâr ummühât-ı kütüb-i hadîs olmakla ahlâk ve tasavvuf kitaplarındaki ehâdîs ancak ümmühât-ı kütübte bulunur, nâkıdîn-i hadîs taraflarından sübûtu hakkında ta'n vâki' olmazsa o vakit hadîs olduğuna hükmolunur. Mücerred tasavvuf ve ahlâk kitaplarında bu­lunmakla hadîs olduğuna hükmolunmaz.

el-Cerh ve't-Ta'dîl'de, “bu noktada hiçbir ihtilâfımız yoktur” de­mekle izahımıza bir şey dememiş idiniz yalnız şu mefhûm ile o kâ'idenîn[606] mantûku arasında fark bulmuş idiniz. Bunun üzerine ikinci kere şöyle bir izahta daha bulunmuş idik; Biz “muhaddisînin hadîs demedikleri ahbâr, tasavvuf ve ahlâk kitaplarında mevcuttur” da'vâsını ortaya koyduk. İşte bu ma'nâyı ifhâm için hem akvâl hem 'ınde'l-muhaddisîn kayıtları zikredilmiş, misâl olarak “‘insanlar gaflet uykusundadır. ancak öldüklerinde uyanırlar’ hadîsi ityân kılınmıştır... Ümmühât-ı kütübte hadîs olarak zikrolunan hadîs, tasavvuf ve ahlâk kitaplarında ityân olunmakla acaba ehâdîs olmak’dan çıkar mı? Buna hangi 'âkil kail olur?... Tasavvuf ve ahlâk kitaplarının münferid oldukları ehâdîsin muhaddisîn ‘indinde ehâdîs olmaması için mutlaka nâkıdîn-i hadîsin ilişmesi lâzım gelir. “Inde'l-muhaddisîn hadîs değildir” cümlesi, muhaddisîn bu hadîse ilişirler demek değil midir, yoksa 'ınde'l-muhaddisîn kaydının ne fâidesi ka­lır. Kayıtlarda mahz-ı fâide aranmaz mı?

Bundan başka misâl, mümesselün lehe mutabık olmak için “‘insanlar uykudadır/gaflettedir,...’ gibi muhaddisînin iliştikleri ehâdîs olacağına siyak ve sibak da vâdıhan delâlet eder. Nâkıdînin İliştikleri akvâlin çoğu mutasavvife ve kibar sözü olup birazı öyle değildir, birtakım vaddâ'ların, meselâ ba'zı zenâdıkanm sözü olmakla “Çoğu kibar ve mutasavvife sözüdür” demişıim. Muhaddisînin iliştik­leri daha birtakım ehâdîsi de yazmak fikrinde idim. Fakat pek uza­yacağı cihetle bir hadîs ile iktifa ettim. “Muhaddisînin iliştikleri ehâ­dîs” sözüne bedel akvâl ta'birini kullandım. “Muhaddisîn ‘indinde” kaydını da ilâve ettim. Misâlden, siyak ve sibaktan anlaşılır zannettim.

Bu îzâhın sümme't-tedârik bir îzâh olmadığını da on sene evvel kaleme aldığım bir eserim[607] ile isbât ettim. Artık bahse hitâm vermek sû-i tefehhüm izâle olunmak lâzimeden olunmak iken başka vâdîlere sapıyorsunuz. Evvel emirde “bu kitaplarda münderic ehâdîsin ekseri hadîs-i Nebî değildir. Ekalli hadîs-i Nebî'dir” ma'nâlarını istihraç ederek bütün mütâla'âtı bu esaslar üzerine serdediyorsunuz. Fakat ânifen beyân olunan îzâh üzerine bu cihet bırakılıyor ise de, iki da'vâ ile yine o bahsi tazeliyorsunuz.

1- Neye mukaddimede da'vây-ı tehlîl ibtâl olunmuyor da niha­yetlere doğru zikrolunuyor.

2- İbarede selâmet yoktur,   

Bu kere de bu iki davaya cevap vermek mecburiyetinde bulunuyorum:

1- Filvaki' îzâh ve Tafsil'de[608] Evvel be-evvel tasavvuf kitaplarında birçok ehâdîs-i mevzû'a bulunduğunu îzâh ettim, fakat sûfiyye-i kira­mı hadîs vaz'ından tebri'e eyledim. Bu ciheti izah etmeksizin mak­sada müteveccih olamazdım. el-Cerh ve't-Ta'dîl'in serdettiği i'tirâzâta cevap vermiş idim. Bu bahis tabi'atı ile hatimede kaldı. Artık nerede ric'at-i kahkariyye? Nerede sözden dönme? Biraz insaf gerektir, insaf.

2- Haydi 'ibarede selâset yoktur diyelim, iş oraya kalacak ise bundan ne kazanırsınız? Bu husus tasavvufun zaferlerine dâhil olur mu? Halbuki ibarede delâlet de vardır, selâset de. Şöyle ki, ehâdîs lafzı, “âmm-ı mahsûs”dur, tahsîsin karinesi de “akvâl” kaydıdır. Anladığınız ma'nâyı kastetmiş olsaydım, tasavvuf kitaplarındaki ehâ­dîs diyebilirdim, akvâl kaydını zikrettiğimin vechi işte budur. Biliyor­sunuz ki “‘Hiçbir genel hüküm yoktur ki onun bir kısmi tahsis edilmiş olmasın’ kaidesi usûl-i fıkhın kavâ'id-i meşhûresindendir. İşte ibaremizde 'âra olan ehâdîs münferid olup nâkıdînin iliştikleri ehâdîs suretiyle mahsûs olmuş olur.

'Amm-ı mahsûsa mü'evvel denmez, bilirsiniz ki te'vîl başkadır, tahsis başkadır. Binâ'en'aleyh te'vîl demeniz, onu da mefhûm-u mü'evvel ta'biri ile ifâde etmeniz doğru değildir. Mevzu' ile mahmul arasındaki hamle gelince, hamide mevzu' ile mahmul mefhûmen ve zihnen müteğâyir, zâten ve haricen müttahid olur, mevzu' ile mahmulün ittihadı 'ayıp değildir. Selâseti de muhill değildir. Belki 'ayıp olan, selâseti ihlâl eden cihet mevzu' ile mahmulün ayniyyetidir. Her kaziyyede iki 'akit vardır: 'akd-i vad', 'akd-i hami. 'Akd-i vad'ın ma'lûm, 'akd-i hamlin mechûi olması lâzımdır, ya'nî zât-ı mevzû'un vasf-i mevzu' ile muttasıf olması her hâlde ma'lûm olur. Fakat zât-ı mevzû'un vasf-i mahmul ile ittisâfı ise her hâlde mechûl olur. Vasf-i mev­zu' ile vasf-i mahmul cihetleri i'tibârı ile ayrı olur. 'Akd-i vad' bazen 'akd-i hamlî istilzâm-ı celî ile istilzam eder. İşte hüküm o vakit lağvolur. Ba'zen istilzam gayr-i celî ile müstelzim olur, bu halde hüküm müfîd olur, hüküm müfîd oldu mu ya beyâna muhtâc olmaz da bedîhî olur, yalnız her iki tarafı tasavvur ile ya ihsas ile, ya tecrübe ile, ni­hayet bir şeyin İnzimamı ile im'âna muhtâc olur. Yahut hükmü beyâna muhtâc olur da nazarî olur. Şerh-i 'akâid etrafına müracaat oluna.

İbaremiz hakkında îrâd ettiğiniz i'tirâz “müselles üç dıl'lı bir şekildir, şems kevkeb-i nehârîdir” cümlelerine hatta bütün ta'rîf ile mu'arrifi ifade eden cümlelere şâmil olur. Çünkü müselles üç dıl'lı bir şekildir, üç dıl'lı bir şekil müsellesdir, şems kevkeb-i nehârîdir, kev­keb-i nehârî şemsdir; ta'rîfler birer kaziyye-i makbuledir. Zavallı şâ'i-rin ‘Sanki su etrafımızda, etrafında su olduğu halde topluluk oturmuş’ beytinde lafzen ve ma'nen ittihâd vardır. Ne hacet! Ulemâ-i beyânın ‘şiirim şiirim’ cümle­sindeki tevcîh-i edebî ma'lûm-u âlî olsa gerektir. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe’nin Evzâ'î'ye karşı verdiği cevapta tamamıyla mevzu' ile mah­mul ittihâd etmiş idi. Kâle'l-İmâmü'l-Hümâm: ‘Hammâd,

Zührî'den daha fakîh idi. İbrahim, Sâlim'den daha fakîh idi. 'Alkame, her ne kadar İbn Ömer’in sahâbî olma üstünlüğü var ise de fıkıhta İbn Ömer'den aşağı değil idi. Onun sahâbî olma üstünlüğü vardır. Esved’in büyük bir üstünlüğü vardır. Abdullah ise Abdullah'tır, bunun üzerine Evzâ'î sustu.’

Buhârî şârihi Kastallânî’nin mübtedâ ile haberin ittihadı hakkın­daki tevcîh-i ilmîsiyle bu bahsin mevsûl-i hüsn-i hitâm olmasını te­menni ederiz:

[609]‘Bazıları dedi ki: Mübtedâ ve haberin, şart ile cezanın lafzı aynı olursa, burada mübalağa vardır. Ta'zîm için olana gelince “Kimin de hicreti Allah ve Rasûlü'ne ise, onun hicreti Allah ve Rasûtü'nedir”, sözünde olduğu gibidir. Tahgîr için olana gelince “Ki­min de hicreti dünyalık için ise ... el-hadîs’.

Artık ittihâd ile ayniyyeti karıştıranlara ne cevap verebilirim? Te-tebbu'a veya insafa davetten başka ne yapabilirim? “Fikr-i selîm ile nazar edenlere hafi değildir” sözünü sarf etmeyeyim mi?

3- Evet “tasavvuf ve ahlâk kitaplarında bulunup da eimme-i hadîs ‘indinde sabit olmayan ehâdîsin ipek çoğu kibar ve mutasavvife sözü, kısm-ı kalîli de eşhâs-ı sâirenin sözüdür” yolunda ifâde daha vazıhtır. Fakat ibaremiz daha münakkahtir.[610]

4- Bu benddeki tezyifleri de sükût ile geçiştiriyorum.

 

5- Yine O Muhayyel Da'vâ

 

1- Bu bendde de bî-sûd tasarrufâtta bulunuyorsunuz, bu sözle­rinizi de ber-vech-i âtî reddediyorum: Tasavvuf kitaplarında ne kadar ehâdîs var İse hepsinin mevzu' olduğunu i'tikâd eden, 'âvâm-ı nâsı da tasavvuf kitaplarının mütâla'asından tenfîr kasteden kimse “ta­savvuf kitaplarındaki ehâdîsin hiçbiri hadîs-i Nebî değildir” der de 'âmdan tahsis ihtimâlini ref'eder. Yoksa birtakım kuyudat ile ifâde etmez. Bu muhayyel mefhûmu kastederek yazmak İfsattan başka bir ma'nâyı ifâde etmez. Hiçbir veçhile ifsadı kabul etmem. Her kim bu telâkkide bulunursa, ona ayniyle reddederim.

2- Tasavvuf kitaplarında ekser ehâdîsin mevzu' olduğuna İ'tikâd eden kimse “tasavvuf kitaplarındaki ekser ehâdîs hadîs-i Nebî de­ğildir” der de efrâd-ı mevzû'u ihmâl eylemez, ‘görüşler’ kaydını da ilâve etmez.

3- Tasavvuf kitaplarındaki ehâdîs arasında ba'zı ehâdîs-i mevzû'a bulunduğunu anlatmak isteyen filvaki' “tasavvuf kitaplarındaki ehâ­dîs arasında 'ınde'l-muhaddisîn sabit olmayan akvâl vardır, bu kavlin pek çoğu, kibar ve mutasavvife sözleridir.” Tarzında yazar fakat şâyân-ı dikkat bir çok ehâdîs-i mevzû'a bulunduğunu, bu ehâdîse nâkıdîn-i hadîsin iliştiklerini anlatmak ehâdîs-i şerîfede İmâm-ı A'zam'ın kavlinde, ‘şürim şiirim’ cümlesinde olduğu gibi, müba­lağa kastetmek, bunu da bir not ile yazmak istese Cerîde-i 'İlmiyye'deki gibi yazar. Bu babdaki zabıta yalnız zevk-i şahsîdir. El verir ki hüküm lağvolmasın, tasavvuf ve ahlâk kitaplarında meselâ [611]‘kalb Rabbi'n evidir, fakirlik iftihanındır, Sen olmasaydın, Dünya sevgisi, sâlihlerin zikredildiği yerde, iyilerin haseneîeri, Kurtulış uzlettedir, Mahlûkâtın dilleri ... senesidir, Seni Allah'tan alıkoyan herşey, Hiç şüphesiz ismettendir, Dünyâ cifedir, Dünya köprüdür, işlerde kararsız kaldığınız zaman, ölmeden önce ölünüz, İnsanlar uykudadır, Gücün yetmeyeceği şeylerden kaçmak, Dehirden kalmadı, ibâdetin en faziletlisi, Muhabbet sâdık olunca, Takdir edilen olacak­tır, Şarkı zinanın rukyesidir ... vd.’ gibi akvâl muhaddisîn tarafların­dan ta'na uğrarsa işte hadîs denilen bu akvâlin hiçbiri hadîs değildir. Belki çoğu kibar, mutasavvife sözüdür, demek ile hüküm lağvolur mu? Bunda saplanıp kalmakta ne ma'nâ var. Öyle zannediyorum ki kuvve-i muhayyelenin inkişâfı kuvve-i fikriyyenin inkişâfına mâni' oluyor. Efkâr-ı selâse-i mezkûreyi cümel-i selâse-i mezkûreye kasr, kasr-ı iddi'âî olur, herkesin ifâdesi bir olamaz. İfadeler vazıh olur, münakkah olur, muğlak olur, olur, olur. Maksadını İzah ettikten sonra yalnız ifadede selâset yoktur denilebilir. Bu iddi'â becâ olabilir. O cihete de cevab verilince başka ne kalır?

4- İbaremizde “akvâl” kaydının zikri iddi'anız veçhile âdâb-ı Şer'iyye ve nezâhet-i kelâmiyyeye nıebnî değildir. Ancak ehâdîsin mahsûs olduğuna bir karinedir. “Muhaddisîn ‘indinde” kaydı da anla­dığınız veçhile hükmün sıhhat ve tevsiki için mahmulünün eczasın­dan değildir. Belki nisbet-i hükmiyyenin kaydıdır. Hükmü kimlerin kabul ettiğini beyân için îrâd olunmuştur. Tıpkı “âlem mütekellimîn ‘indinde hadîstir” demek gibidir. Artık tahrîrimiz ile niza' sakıt olmuş iken sıkıştıkça hilâf-ı maksûd-u ibareden bahsetmek, kendi anladığı ma'nâya bakarak mücâdeleyi yürütmek âdâb-ı mübâhesenin nere­sinde görülmüştür? Levazımda bile cidal reva değil iken muhayyel mefhûmlarda cidale ne diyelim:

5- “Mevzû'u mahmulün ittihâd-ı sebebi ile fâ'ide-i tâmme-i haberîden tecerrüd edeceği”

Cevap- Şerh-i 'akâid etrafından, Kastallânî'den naklen bu iddi'ânın ne kadar çürük olduğu bend-i sâbikada beyân olunmuş idi[612] Acaba mevzu ile mahmûlün ittihadından nâgî İmâm-ı A'zam'ın sözüne de ilişilecek mi? Şart ile cezayı birleştiren kavl-i Rasûle ne denecek? Artık bu vâhî da'vâya terettüb eden İ'tîrâzâtın kıymeti kalır mı zannedersiniz?

6- “Delîl usûlü bi hakkın câlib-i dikkattir., ilh”

Cevab- Has” sözü tasavvuf ve ahlâka 'âiddir, yalnız bu kitaplardaki ehâaîse münhasırdır demektir. Nitekim eş-Şerh ve't-Tahlîl’de tasavvuf ve ahlâk kitaplarının münferid oldukları sözü ile bunu îzâh etmiştik. Yoksa bu söz bi tarîki'l-'âm zikrolunan ehâdîse “âid değildir. Ehâdîs evvelce bend-i sâbikada zikrolunduğu veçhile 'âmm-i mahsûs­tur. İşte hâs kaydını ehâdîse te'ailuk ettirerek îrâdolunan i'tirâzât da tamamıyla sakıttır. Neticemiz kıyâsı fâsid kabilinden bir mugalata değil, belki kıyâs-ı sahih kabilinden doğru bir müfâla'adir.

Filvaki' münazaramızı usûl-i fıkıh ilmine vâkıf 'addederek Türkçe bir 'ibarenin medlulüne delâlette usûl-i fıkh kaidesinden istî'âneye mecbur olduk. Tenvîr-i müdde'â zımnında öyle bir kâ'ide beyân ettik. Buda mı kabahat?

7- “Makâm-ı beyânda sükût hasr ifâde eder” sözümüze gelince o söz de sabıkı veçhile ancak tasavvuf ve ahlâk kitapları hakkındadır, yoksa ehâdîs hakkında değildir.

Cümleyi anladığınız veçhile hâs kısmından kabul etmek usûl-i fıkıh kavâ'idine muhaliftir. Cümle vaz' İ'tibâriyle hâs kısmından olamaz. Çünkü hâs müfredîn aksâmmdandır. Vaz' mutlak zikrolundu mu ondan vaz'-ı şahsî kastolunur. Cümlelerin vazi ise vaz'-ı şahsî değil, vaz'-ı nevidir. Bu sözünüzde ya müsamaha veya zühul vardır. et-Tahrir'e, Mirkât'a, Adait'ya. müracaat oluna.[613]

Binâ'en'aleyh cümle hâs değil, belki sâlibe-i külliyyedir, yalnız “ehâdîs” lafzı 'âmm-ı mahsûsdur. İşte bu âmmi külliyyen selbettik. Sonra “çoğuna kibar ve mutasavvife sözü” demekle “geriye kalan ekalli kibar ve mutasavvife sözü olmak meziyyetinden mahrumdur” demek istedik. Geri kalan ekalle hadîs-i Nebî demek açık bir tenakuzu kabul etmektir, çünkü sâlibe-i külliyyenin nakîzi mûcibe-i cüz'iyyedir. Sâlibe-i külliyye sâdık olunca mûcibe-i cüz'iyyenin kâzib olma­sı lâzım gelir.

Bir cümle başka, o cümlenin eczası yine başkadır. “Makâm-ı be­yân hâs” tasavvuf ve ahlâk sözüne, “âmm-ı mahsûs” ehâdîs sözüne, “sâlibe-i külliyye” de cümleye 'âiddir.

“Selbin münferid oldukları ehâdîse tahsisi her halde beyâna muh­taçtır” sözünüz 'ale'l-'ıtlâk doğru değildir. Âmmı tahsis her vakit be­yâna muhtâc olmaz. Âmm, beyân ile tahsis olunduğu gibi, 'akl ile noksan ve ziyâdenin tefâvütü ile de tahsis olunur. Binâ'en'aleyh bu sözünüz burada cây-ı tatbik olamaz. Mİr'ât'a müracaat oluna.

“Inde'l-muhaddisîn” kaydı hakkındaki beyân tekerrür ediyor. Bu­na mâ sebakta cevap verilmiştir. Filvaki' böyle bir makamda beyân­larda bulunmaktan ise sükût evlâdır.

8- Belki ma'nâsına gelen “bel” kelimesi hakkında beyân ettiğiniz usûl-i fıkh kavâ'idi şâyân-ı te'emmüldür. “Bel” kelimesi müfrette bu­lunur, cümlede bulunur, emirden isbâttan sonra olur, nehiyden, ne-fîyden sonra gelir. Bu mahallere göre “bel” kelimesinin ma'nası değişir. “Bel” kelimesi müfrette idrâb içindir. Emir ve isbâttan sonra hükmü mâ ba'dine isbât eder, ma'tûfün 'aleyh olan hükm-i evveli de meskûtün 'anh gibi kılar. Bir de “bel-i terakki” vardır ki tesâvîden i'râz eder, onu meskût kılar, sânîye evveliyyeti isbât eder. Bu “bel” de “bel-i idrâb”dandır. Nehiy ve nefıyden sonra gelen “bel” hükm-i evvelin zıddını mâ ba'dine isbât eder, nefyi takrir eder. “Bel” cümlede ibtâl içindir. Cümle-i ûlâyı ibtal ile mâ ba'dini takrir eder. Nitekim [614]‘aksine ikram olunmuş kullardır’ nazm-ı celîlinde ibtâl içindir. Bir de garaz-i evvelden İ'râz içindir. Nitekim [615]‘Nevar ki siz dünya hayatını tercih edersiniz’ nazm-ı celîlinde İ'râz içindir. Cümle-i sâniyyesinin cümle-i ûlâya nefyen veya isbâten

muvafık olması da caizdir: [616]‘Doğrusu siz cahillik eden bir topluluksunuz’.

Evet, “bel” kelimesi, i'râz içindir. Fakat bu i'râz i'râz-ı mütenevvi' olur, ba'zan evveli meskût veya mukarrar kılmakla, ba'zan evveli veya evvelin garazını itytâl etmekle i'râz hâsıl olur. “Bel” kelimesinin idrâb için olması da mutlak değildir, belki sadr-ı kelâmın redd ve rücû'a ihtimâli olduğu zamana mahsûstur. Yoksa atıf menzilesindedir ki sânî evvele 'alâ sebîli'1-cem' isbât olunur. Nitekim bir kimse medhûlün bihâsına “‘sen bir talakla, hatta/aksi­ne üç talakla boşsun’ dese üç talâk vâki' olur. Usûl-i fıkh ve nahiv kitaplarına rnürâcaat oluna.

Görülüyor ki beyân buyurduğunuz veçhile “(belki) edatının nefyen ve isbâten bir hükmü ifade etmeksizin mâ kablini meskût bırakacağı” hakkındaki kâ'ide umumiyeti i'tibâriyle doğru değildir. Tatbik i'tibâriyle istihraç ettiğiniz ma'nâ da fasittir.

“(Bu kitaplarda münderic ehâdîsin ekseri hadîs-i Nebî değildir) kaziyyesi sâlibe-i külliyye midir” sözünüze gelince biz anladığınız ma'nâyı ifade eden o cümle hakkında sâlibe-i külliyye demedik. Belki 'âmm-ı mahsûs olmak üzere “o ta'n olunan akvâlin hiçbiri hadîs de­ğildir” demek istedik. Artık nasıl olur da ba'zısı hadîs-i Nebî olabilir. Artık mefhûm-u muhalif dediğinize mevhûm-u muhalif demekte hak kazanmadık mı? Yanlış anlamanın kabahati bize mi yüklensin demeyelim mi?

 

B. Tasavvuf Daima Muzafferdir[617]

 

İzmirli İsmail Hakkı Efendi'ye Son Bir Cevab,

Tasavvufun şi'ârı daima zaferdir. İşte bu son mukâbele-i cevâbiy-ye de o sayede muzafferdir. Daha evvel Tasavvufun Zaferleri risale­sinde yine tasavvufun berekâtiyle serâpâ mukaddesatın eserleri ola­rak tecellî etmiş idi. Çünkü intişârı 'akîbinde 'urefâdan bir insân-ı kâ­milin ihdâ buyurduğu manzûme-i takrizi işbu:

 

Tasavvufun Zaferleri hakikatin zuhurudur.

Mukaddesat eserleri tarikatın da nurudur,

 

Matla'iyle erbâb-ı kemâlin şahadetlerini tasvîr ediyordu. Şu mukâbe­le-i cevâbiyyenin dahî nasıl mansûr ve muzaffer olduğunu şimdi ra'ye'l-'ayn göreceksiniz. Bu kere, Ankara'dan muvakkaten İstanbul'a gelişimde ıhvân-ı tarîkatten bir zât Mutasavvıf enin Sözleri mi Tasav­vufun Zaferleri mi[618] serlevha siyi a Mihrâb[619] mecmuasında cevap yaz­makta olduğunuzu söyledi. Mecmuanın iki nüshasındaki sözlerinizi gördüm. “Mustasvife Sözleri” kendi ta'biriniz, binâ'en'aleyh kendi sözlerinizdir. Bilirsiniz ki daha evvelce cevap yazmaya çalışmış ve an­cak iki forma yazıp gönderebilmiş idiniz. Bu formalar imzây-ı âliyenizle halâ yanımızda mahfuz bulunmaktadır. Bu kere Mihrâb mecmu-'asında intişâr eden sözler, o makalelerdeki yazılarla karışık ve ba'zı yerleri artıktır. Hele mukaddimesindeki bî-ser u ben hikâyeler manzara-i ilmiyyenin bütün bütün bîgânesidir. Zâten bu dedi kodulara ce­vap verecek değilim. Bunlar 'ayn-ı 'İrfan ile tetkik edildikçe cevaplan da delâleti iltizâmiyyelerinden beraberce anlaşılmaktadır, infi'âlât-ı beşeriyye vadilerinde tevağğul edenler gayet kesîf ve kesafetinin dağt-ı şedîdiyle mücellâ bir zulümâtın derekâtı içine düşerler ki hangi ta­rafa dönseler ve baksalar o karanlıkların şiddetle parlayan sahîfelerinde görebilecekleri ancak kendi şahsiyetleridir. Bunların burhân-ı kâtı' ve delîl-i sâtı'i dahî yine kendi sözlerinizdir. İşte size bir misâl:

Gerek el-Cerh ve't-Ta'dil ve gerek el-Burhân ve'd-Delîl eserlerimde enâniyyeti, yani ben şöyleydim, ben böyleydim gibi lâf ü güzâf ile benliği andıracak bir kelime olmadığı hâlde “Şeyh Efendi bu risalede enesine tamamıyla mağlûb olmuş” diyorsunuz ve bu sözlerinizle o mazbm âyinelerde ancak kendinizi görmüş olduğunuzu i'tiraf ediyor­sunuz. Çünkü Mihrab'ın 722. rakamlı sahîfesinde mesleğiniz hakkın­da îrâd edilen ve Mihrdb'm bir buçuk ve evvelce gönderdiğiniz forma­nın da beş sahîfesîni işgal eden hod-furûşâne sözleriniz hademât-ı dî-niyyenizden bahisle “cidden müftehirim” enâniyyetkâr peşreviyle baş­layarak benliğin her telinden çalmış ve “yirmi iki sene evvel Şâzeüyye tarîkatinden de hilâfetnâmem vardır” makamına erdikten sonra “efkârım Gazzâlî’nin asarından mülhemdir” iddi'ây-ı 'azametinin gürültüsüyle neticelenmiştir. İşte Mihrâb'ta intişâr eden sözlerinizdeki ebâtîli birer birer böyle burhan ve delîl ile teşhir etmek gayet basit bir ameliyye ise de evvelce yazıp göndermiş olduğunuz iki formanın bil­hassa ikincisini okuduktan sonra seviye-i 'ilmiyyeniz tamamıyla an­laşılmakla böyle seviyelerde bulunan zevat ile bir daha münâzara-i ilmiyyede bulunmaktan tövbekar olmuş idim. Sebebini arz edeyim: İstızâh, îzâh ve Tafsil, el-Cerh ve't-Ta'dil, eş-Şerh ve't-Tahlîl, el-Burhân ve'd-Delîl nâmîarıyla te'âtî edilen münâzarât-ı 'İlmiyye eserlerimizin mevzû'u, evvel ü âhir tasavvuf kitaplarındaki ehâdîs-i şerifedir. Gerçi münâzarâtın dâiresi tevessü' eylemiş ise de yine rnevzû'un merkezi etrafında deveran eylemiştir. Bilirsiniz ki İbtidây-ı emrde Ceride-i 'İlmiyye'de bir kâ'ide-i 'ilmiyye olarak “tasavvuf ve ahlâk kitaplarında ehâdîs-i Nebî olarak gösterilen akvâl, muhaddisîn ‘indinde hadîs-i Nebî değildir” demiş idiniz! Bizim bir istizahımızla münazaraya giri­şilmiş idi. Münazara arasında böyle bir kâ'ide-i usûliyyeyi nerede gö­rüp nereden aldığınızı mükerreren soruyorduk. Daima kaçamaklı, müphem cevaplar veriyordunuz. En nihâyetinde yazıp gönderdiğiniz mezkûr formaların ikincisine de bizzat bu kâ'idenin vâdı'ı olduğunu­zu itiraf ettiniz, çünkü ikinci formanın elli ikinci sahîfesinde bu kâ'ideyi nasıl istinbât ettiğinizi “bu söz hadîs kitaplarındaki akvâl ve kavâ'idin bir neticesidir. Nukûl-i âtiye ehl-i insafı bu netîceye îsâl eder” sözlerinizle hikâye ediyorsunuz. Daha sonra o akvâlin birer birer nakl ü tahririne başlıyorsunuz. îrâd edilen nakiller böyle bir kâ'idenin ka­bulünü istilzam edecek ahkâmı ihtiva etmiş olsaydı ehl-i insafı belki öyle bir netîceye îsâl edebilirdi. Fakat asıl garabet ve benim de tövbekârlığımı intâc eden ye's ü nedamet bu noktada değildir. Tekrar edi­yorum, unutmayalım mevzûumuz tasavvuf kitaplarındaki ehâdîstîr. İkinci formanın on sahîfelik mesahasını İşgal eden ve şuradan, buradan iltikâd edilen nakiller dahî hep kitaplara ve ehâdîse ta'alluk eden 'ibarelerdir ki ehl-i insafı öyle bir neticeye îsâl etmesi ümidiyle yazıl­mıştır. Bunlar 'lrâkî’nin sözleriyle başlamış ve Hatîb’in de bir sözüyle nihayet bulmuştur. Başlangıcında “ ‘İrâkî demiştir ki: Şayet onlar­dan birisi te'lif edilmiş tefsirlerden bazılarına baksa, onlardan nakil­de bulunmak helâl değildir. Çünkü tefsir kitapları içerisinde münker ve sahîh görüşler vardır. Kim sahîhini münkerinden ayırd etmez ise, onun için kitaplara i'tîmâd etmesi helâl değildir’ nakli ile başlayarak bu misilli nakillerin tevalisinden sonra nihâyetinde dahi [620]‘Hatîb dedi ki: Ebû Tâlib sıfatlar konusunda müsteşbi' uydurulmuş münker şeyler zikretmiştir’ deniliyor ve bu nakilleri müte'âkiben “işte zikrolunan me'hazlerden anlaşılacağı üzere tasavvuf kitaplarında aslı olmayan ehâdîs vardır” demekle gûyâ kâ'ide-i mezkûre isbât edilmiş oluyor. Yalnız bizi cid­den düşündüren en mühim nokta-i garabet, bu nakillerin arasına karışan şâb emred nev civanlara karşı mahbûb perestâne ve hatırnak vaziyetlerdir. Çünkü ortalarında “‘Kuşeyrî dedi ki: Bu tarikatın en kötü âfetlerinden birisi de sohbetü'1-ahdâstır/genç yaştakılar ile sohbettir’ ibaresi hadîsü's-sinn nevcivanlarla arkadaşlığın tarîkatte en çetin âfetlerden olduğunu sarahaten gösteriyor. Güzel amma böyle genç ve güzel çocukların ta­savvuf kitaplarıyla ve tasavvuf kitaplarında rivayet edilen ehâdîs ile vech-i münâsebetlerini vehle-i ûlâda yemin ederim ki anlayamadım. Fakat biraz teemmülden sonra işi anlayınca sizinle böyle mutavvel bir münazaraya girişmiş olduğuma pek çok nedametler eyledim. Hiç Şüphe yoktur ki tasavvuf kitapları ve tasavvuf kitaplarındaki hadîsler hakkında her ne denilmiş ise rasgele her kitaptan, şuradan buradan iltikât edilirken Risâle-i Kuşeyriyye'ûe “‘Bu tarîkatin en kötü âfetlerinden birisi de sohbetü'l-ahdâstır/genç yaştakılar ile sohbettir’ ibaresini görünce ahdâs ile ehâdîsi fark etmeyerek sûfiyyenin en çetin âfetleri ehâdîs ile iştigâl et­mek olduğu zehâbıyla nakillerin arasına sıkıştırılmıştır. Ehdâs ile ehâdîsi fark etmeyen bir zât ile 'ulûm-u 'âliyye-i dîniyye ve 'Arabiyye’nin mesâil-i mühimmesinde münazaraya girişmekten benim yerimde siz de olsanız nedamet eder ve benim gibi tövbekar olurdunuz. Ar­tık buna karşı ne kadar düşüncelere varsanız Mihrâb mecmuasında intişâr eden sözleriniz gibi safsatakârâne bir cevap uyduramazsınız. Zira ahdâs ile ehâdîsin adem-i temyizi lisânı 'Arabi'ye karşı cehl-i mahzın adetâ bir cürm-i meşhududur. Ahdâs ve ehâdîsin müşâbehet-i lafziyyelerînden başka şâb emredlerin böyle bir münâzara-i 'ilmiyye ile de hiçbir münâsebetleri yoktur. Münâzarât-ı mukaddemeden 'Arabiyyet'e karşı filvaki' habt ü hatâlarınız anlaşılmış ise de ahdâs ile ehâdîsi fark etmeyecek bir derekedelabileceği asla hatırıma gelme­miş idi. Oldukça hüsn-i zannın devamına binâ'en o habt ü hatâlarını­za telmîh edebilmek için nezâkete! ri'âyetle Hafız Şîrâzî’nin:

 

Sühan şînâs ne-i dilberâ hatâ incâ est

Çû bişnevî sühan-i ehl-i dil megûki hara est,

 

Beytiyle temessüi edilmiş idi.

Şu beytin bu cevabnâmede dahî îrâdı dolayısıyla üsıâdâne ihtârâtınızı unutarak nezâket kelimesinin tekrar isti'mâliyle yine büyük bir hatay-ı edebî irtikâbında bulunmuş oluyorum. Formalarınıza el-Burhân ve'd-Delll risalesinden “ancak nezâkete ri'âyeten eimme-i hadîs öyle bir kâ'ide kabul etmişler ise me'hazinin irâesiyle tenvirimiz ilti­mas edilmiştir” sözlerini nakil ederken “nezâket” kelimesine işaretle, nâzik Fârisî'dir, nezâketin 'Arabça manası yoktur, diyorsunuz. Görü­yorsunuz ki muhâverât ve mürâselâtımız hep Türkçe vuku' buluyor. 'Arabî bir ibare arasında nezâket kelimesini îrâd etmiş olsaydım bu kelimenin 'Arapça manası yoktur diyebilirdiniz. Nâzik Fârisî'dir di­yorsunuz amma gâlibâ nezâketten anlamıyorsunuz. Çünkü nezâketin ne olduğunu söylemiyorsunuz. İştikak usûlüne tevfikan nâzik nezâ­ketten yahut nezâket nâzikten müştakk değildir. Bunları da ahdâs ile ehâdîs gibi birleştirmek nezaketsizliktir. Şu nezâket kelimesinin ne olduğunu ve Türkçe'mizde nasıl kullanıldığını bir makâle-i edebiyye ile beyân buyuracak olursanız beni de başkalarını da minnettar eder­siniz. Bu kelimenin Türk edebiyatında esâtize-i edeb taraflarından isti'mâl edildiğini bildiğim için müşârün ileyhimi ancak taklîd etmiş idim. Fuzûlî merhum:

 

Var gül berkinde hem el-hakk nezâket birle renk.

Life cân-perver leb-i lâlin gibi şirin değil”,

 

Beytiyle sevdiğine dudaklarında tatlı nezâketlerin letafetlerini gül yapraklarının renklerinde göremiyor. Şâ'ir Nedim ise:

 

Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana,

Mey süzülmüş şişeden ruhsâr-ı âl olmuş sana.

 

vasf-i nâzikterîni ite nezâketi bile naz geliştiriyor. Şeyhülislâm Yahya Efendi'ye gelince;

 

Goncayı açmış nezâketle nesim-i nev bahar

Bülbül-i şeydâ sevinsûn böyle bir hemrâzı var.

 

Sözleriyle nezâketi nev baharın nesîmine terfik ediyor. 'İlmen ve edeben mu'azzam ve muhterem müşârün ileyhim üstatlarımız 'acaba ne­zâketi nasıl bir kelime olmak üzere kullanmışlardır. Türkçe midir, Fâ­risî midir, yoksa 'Arabça mıdır, tarihçesi nasıldır? Bugün Dârü'1-Fünûn'umuzun İlahiyat ve Edebiyat Fakülteleri müderrislerindensiniz hamdolsun Türkiye şümul bir şöhretiniz vardır. Hem de Kur'ân-ı “Azımüş-Şân'ın Türkçe'ye tercümesiyle bile uğraşıyorsunuz. Demek iste­rim ki Arabça ve Türkçe'de İhtisas erbabından bulunuyorsunuz. Şu kelime hakkında tetkîkât-ı lugaviyye ve edebiyyenizi neşretseniz her­kesin anlayamayacağı ve her kafanın kavrayamayacağı kütüb-i sâfiyye ve usûl-i hadîs ve kavâ'id-i 'Arabiyye'ye 'âid metruk ve mu'attal mübâhasât-ı mühimme ile uğraşmaktan gerek 'âmme için ve gerek si­zin için daha nâfî' değil midir? 'Âmme İçin daha nâfi'dir. Çünkü hak­kıyla idrâk ve istifâde etmiş olurlar. Sizin için de daha nâfi'dir. Çünkü âsûde düşüncelerle yorulmayacak dimağınız Kur'ân-ı Kerîm tercüme­sinde daha müteyakkız bulunmuş olur. Dimağ yorgunluğu sadmesiyle ahdâs ve ehâdîsin iltibâs-ı fahişi misilli bir hatâyı münker Kur'ân-ı Kerîm’in tercümesinde dahî el-'ıyâzü b'illâh-i Te'âlâ serzede-i zuhur olacak olursa mücâzât-ı ma'neviyyesini mu'âtabât-ı sûriyyesine nisbet edilmeyecek derecelerde şedîd ve inedîd olacağını ihtar etmekle hayır hâhâne bir vazîfe-i dîniyyeyi îfâ eylemiş olmak ümidindeyim. Husûsiyle yirmi seneden beri Tarîkat-i Şâzeliyye'den hilâfet nâmesi olan bir zâtın dünyevî ve uhrevî mes'ûliyyetlerden tevakki edebilmesi için böyle bir İhların ne kadar kıymetdâr olduğunu siz de takdir eder­siniz. Hemen hayr ü şerri yaratan Hakk Te'âlâ Hazretleri cümlemizi ahdâsin sohbetlerinden ve ehâdîs-i mevzû'a rivayetlerinden muhafa­za buyursun.

Urfa Meb'üsu Şeyh Safvet.

 

C. Hakîkî Tasavvuf Mansûr, Mustasvife Tasavvufu Makhûrdur[621]

 

Şeyh Safvet Efendi'ye;

Mihrâb mecmu'asında neşrolunan makalenizi okudum, “tasavvu­fun şiarı daima zaferdir” mukaddimesinden gerek “Tasavvufun za­ferleri” nâm risalenin, gerek mukâbele-i cevâbiyyenin muzaffer oldu­ğuna intikâl ederek söze başlıyorsunuz. Bu intikâlinize hayret etme­mek kabil değil! Bu intikâl ile başlayan kitap ve makale kıymet-i İlmiyyeden mâhrûm ve hatâ âlûddur. Bir iki numune gösterelim:

1- “Mustasvifeyi her halde, bir iki kelime-i hasene ile tebcîl etmek isteriz... Mustasvife gibi bir ünvân-ı mübeccel ... manasındaki safây-ı 'ulviyyeyi de biraz te'emmül etmiş olsaydınız bizim de zannımıza göre her halde hazele-i merkûmeye vermezdiniz.... [622]

Halbuki en mu'teber kütüb-i tasavvuftan biri olan Keşfü'l-mahcüb mustasvifeyi şöyle ta'rîf ediyor: “Mustasvif anki ez berây-i mâl u menâl u hıfz-ı dünyâ Hodrâ mânend-i îşân kerde bûd. Mustasvif sâhib-i fuzûl bûd”. Keşşâf-ı ıstılahı'l-funûn'da da böyledir.[623]

2- “Mustasvife muhibbiyiz.” [624]

“Çünkü muıasavvife demek tasavvufa intisâb ile geçinip de ehl-i tasavvuftan olmayan kimselerdir.” [625]

Bu iki misâl hakkında hükmü ihvanımıza bırakıyorum. Artık kim­lerin muhibbi olduğunuzu anlamalı?

3- Ebû Tâlib’in intimâ ve intisâb eylediği Sâlimiyye işte mesâlik-i sûfiyyeden Sâlimiyye unvanıyla iştihar eden Ebû 'Abdullah Ahmed b. Sâlim’in mesleki sûfiyyesidir.... Usûl i'tibâriyle beyne'1-mezâhib Sâli­miyye denilen mezheb başkadır, bu mezhebin re'îs-i müşârün i1eyh Ahmed b. Sâlim’in oğlu Ebû'l-Hasan Muhammed b. Ahmed b. Sâlim'dir... [626]

Keşfü'l-mahcûb ise Sâlimiyye'yi sûfiyyenin turuk-u merdûdesînden gösteriyor.[627] Tarîkat-i Kâdiriyye’nin pîri olup gavs-i a'zam nâmı­nı ihraz eden Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî, Ğunye'de mezheb-i Sâlimiyye’nin bazı i'tikâdını küfre müeddî addediyor ki bu itikâd Kâtü'l-kulûb'un ahbâr-i sıfat babında zikrolunmuştur. Bir de Ebû Tâlib Kütü'l-kulûb'ta, kendi şeyhini Ebû'l-Hasan İbn Salim gösterdiği gibi, Nefehât'dd, Lisânü'l-Mzân'da, ihya gerhinde Ebû Tâlib’in Ebû'l-Hasan İbn Sâlim'e intisâb ettiği tasrih olunuyor.[628] Hatîb-i Bağdadî, İbn Kesîr, Aynî, İbn Hallikân'da da böyledir. Nihayet mesâlik-i sûfiyyeden olan Ebû Abdullah İbn Sâlim’in ismi Tabakât-ı Sülemî'de, Hilyetü'l-evliya'da, Tabakât-ı Şa'rânı'de, İhya şerhinde Muhammed b. Ahmed b. Salim gösteriliyor.[629]

Kemâl-i gurur ile yazdığınız bu sahîfede hatalar yüz kızartacak derecededir. Husûsan Ğunye'yi görmemek bir şeyh için büyük bir kusurdur.

4- Şâyân-ı hayrettir ki mutasavvifenin şiddetli 'aleyhtarlarından olan İbnü'l-Cevzî ile İbnü'l-Kayyim'i Tasavvufun Zaferleri'nde mutasavvifeden gösteriyorsunuz.[630]

İstizahta da müşârün ileyhimâ'nın yazdıkları, Safvetü's-safve, Medâricü's-sâlikin'i e'âzim-i sûfiyyenin ehâdîs-i şerîfeyi muhtevi en âlî numunelerden sayıyorsunuz.

Halbuki her ikisi de eserlerinde cumhûr-u sûfiyye hakkında en ağır sözler serdediyorlar. İbnü'l-Kayyim Medâricü's-sâlikîn'de vücûd-u mutlaka kail olan mutasavvifeyi şirke, küfre, ilhâda nisbet edi­yor.[631] Sizin nazarınızda ise, İbnü'l-Kayyim mahzâ müslimîne nasi­hat, Şeyh İbn 'Arabi’nin kitaplarını mütâla'a ile meşgul olan cehele-i mutasavvifeyi men' için inkâr etmiş oluyor. [632]

5- Sûfiyyeden Alâeddîn Semnânî de İbnü'l-Kayyim gibi “mahzâ müslimîne nasihat.... ilh” kastıyla vahdet-İ vücûdu inkâr etmiş göste­riyorsunuz. [633]

Nefehât'ta ise Şeyh-i Ekber’in kail olduğu vücûd-u mutlak hak­kında “cemî'-i milel ü nihai be dîn rüsvây-ı sühan negofte ve mezheb-i tabî'iyye u dehriyye bisyârî bihter ez in 'akide” dediği mezkûrdur.

6- Şeyh Safvet Efendi hülya âieminde 'Irâkî'ye,[634] “İhyâü'l-'ulûm ehâdîsi hakkında denmez” dedirtiyor, kendi fikrini muhayyel İrâkî ile mih ediyor. [635]

Fakat bizzat 'Irâkî Tahrîcü'l-İhyâ'da ‘asıl kaynaklarda yoktur, onun bir aslı/dayanağı yoktur, mevzu­dur bâtıldır’ sözlerini serdedip duruyor.

7-  îzâh ve tafsîl'de, riyasetinde bulunduğu Tetkîk-i Mü'ellefât-ı Şer'iyye Hey'eti'ne karşı Sahihi Müslim ıstılahını kullanarak “ehâdîs-i fezâil” demiş idim. Bu ta'biri anlamadığı gibi “böyle sözlere nüfuz edecek sihr âmiz nazarlara mâlik olmadığımızı İ'tirâf ederiz” diye bir de özür dermeyân ediyor. [636]

8- Şeyh Safvet Efendi “Sahihi Buhâri’nin müştemil olduğu bütün ehâdîsin derece-i kusvây-ı sıhhatte olduğuna icmâ'-i ümmet vâkî olmuştur” diyor. [637]

Usûl-i hadîs kitapları ise, Dârekutnî ve sair nâkıdîn-i hadîsin seksen kadar Buhârî hadislerini intikâd ettiklerini; sahih olanların usûl ve mütûna âid olduğunu, onlardan da bir kısmının istisna edildiğini sarahaten beyân ediyorlar.[638] İşte Şeyh'imizin ilm-i tasavvuf ile usûl-i hadisteki kuvveti.  

9- Tabakât-i Sübkî’nin ‘Kişi, bir hadis bile ...’,  ‘Kişi, bir hadis bile isnad etmemiştir’ yazılmış idi. Şeyh Safvet Efendi bunu keşfedememiş, ya gelmiş iba­reyi, ma'nâsız ibareyi nakleylemiştir. Tasavvufun Zaferleri bu da istihrâc-ı ma'nâdaki kuvveti gösterir.

Elhâsıl Şeyh Safvet Efendi metodoloji, “menâhic”den haberdâr değildir ve me'alesef ulûm-u nazariyye-i İslâmiyye ile mütevağğil değildir, husûsan bu 'ulûmun târihleri hakkında ma'lûmât edinme -miştir, kuvve-İ hayâliyyesi işlek, kuvve-i hâkimesi ise durgundur, bundan nâşî tahlîl-i 'ilmîye yanaşamıyor, kavâ'İd-i usûliyye ve man-tîkiyyeyi tatbik edemiyor. Sevk-i münazara ile söylenen sözleri lâzı-m-ı kavi sanıyor, gizli tenakuzları görmüyor. Yalnız avâmpesendâne sözlerle düşüncelerini beziyor. Tab'olunmakta olan risalelerimizden pek bariz bir surette anlaşılacağı üzere Şeyh Safvet Efendİ’nin risalesi tetkîk-İ 'İlmîye mütehammil değildir. Makaleye gelince, o da öteki gibi kıymet-i 'İlmiyyeden mahrumdur.

Mthrâb'ta basılan on altı sahîfelik müdâfa'ama bir şey diyemiyor­sunuz. Mukaddime-i münazaranın ne suretle zuhur ettiğini, vaziyeti­nizi pek iyi bildirdiği cihetle onu, bî-ser u ben hikâye 'add ile müna­zaranın bigânesi görüyorsunuz. Muhayyel da'vâ hakkında 'ibarenin selâset ve delâleti hakkında Şerh-i 'akâid etrafından, Kastallânî'den, mantık kitaplarından, usûl ve nahiv kitaplarından naklen yazdığım cevaplar tamamiyle cevapsız kalıyor, Burhan ve Delîl ile butlanını teşhir gayet basît bir 'ameliyye gösteriliyor da Mihrâb'ta yazılmayan ‘genç yaştakilerle sohbet’ hakkında sözler uzanıp duru­yor. 'Âcizleri nasıl matbu' eseriniz hakkında cevap yazmış isem zât-ı 'âlîlerine de matbu' sözlerim hakkında cevap vermek düşer idi. Yoksa Mihrâb'a alâkası olmayan bir söz hakkında teksîr-i sevâd 'aczden başka neye hamlolunur?

“Sohbetü'l-ahdâs” âfetini, hikayeleriyle beraber İbnü'l-Cevzî’nin Telbîsü'l-iblîs ‘inde sûfiyyeyi intikâd faslında görmüş idim. Bunun ile Şevkânî’nin ‘Bunun çoğu bâtınî tefsir­ler türündendir’ sözü arasında bir münâsebet buldum. Ya'nî “sûfiyyenin hem kuvve-i ilmiyyeleri, hem kuvve-i irâdiyyeleri ta'n olunmuş­tur” fikrini vermek emeli ile Kuşeyrî'den o 'ibareyi naklettim. Fakat başka bir ma'nâ anlaşılmamak için yanına ricâl-i Kuşeyriyye'den Yûsuf b. Hüseyn’in “‘Safîlerin âfetlerinin genç yaştakilerle sohbette, ezdâd ile muaşeret/yakınlık, ve kadınlara merhamettir’ sözünü de ilâve ettim. Zikrolunan bu üç söz birbiri ardınca yazılmakla ahdâs ile ehâdîs ara­sındaki iltibasa asla mahal yoktu. Bunu bir iltibasa hamledişinize hayret etmeyen hiçbir zî 'akl yoktur zannederim. Bazı sûfiyye ile it­ham gibi iftiranız, “amelî tasavvuf ile nâ terâşîde nefs-i emmâre sa­hibi gibi lüzumsuz sözlerinize karşı bi'z-zarûre Şâzelî hilâfetnâmesinden bahsettim. Amelî tasavvuftan bahsedip durma demek istedim. Nezâket hakkında yazdığım not ile sözlerinizde lafzan ve ma'nan nezâket yoktur demek istedim. Bunu anlamadınız! Nezâket hakkında bu kadar söz uzatacağınıza âmm-ı mahsûs, “akd-i vad', 'akd-i hami vesaire hakkında neye sakşaka etmiyorsunuz. Galiba tövbeniz bilme­diğiniz mesele hakkıncfa olacaktır. En sondaki hayır hâhâne ihtarını­za karşı ben de bir ihtarda bulunayım: İlim sahasında cevelân etmek istiyorsanız, şâ'irin:

 

‘Seni hedefine ulaştıracak ilmi öğrenmeye karşı istekli ol, tembellik edip de sakın ha bir ilmi öğrenmeden ölme’

 

beyti ile âmil olunuz. Şayet amelî tasavvufa bürünecek iseniz adaşı­mın:

 

Şeyh-i Vakt, üstâz-ı küll olsan dahî terk eylemektir yolda dem,

 

beytine yapışınız.

 

Tasavvuf hemîn terk-i kil est u kâl

Be hayret-i semâ' est ü vecd est ü hâl,

 

beytini daima göz önünde tutunuz. Hiç olmazsa elinizden bu gelsin.

Cenâb-ı Hakk cümlemizi 'aklen, naklen vâkı'a mutabık olan Me'ârife muvaffak kılsın, vâhimenin şerrinden, hayalî intibâ'lardan vikaye buyursun.

15 Şubat, sene 341

İzmirli İsmail Hakkı

 

TAHKİKTE ESAS ALINAN BİBLİYOGRAFYA

 

1. Abdürrezzak b. Hemmâm es-San'ânî (ö. 211/826), el-Musannef (nşr. Habîbü’r-rahman el-A'zemî), el-Mektebü'1-İslâmî, l-XI, 2. baskı, Beyrut 1403.

2. Adûnî, İsmail b. Muhammed el-Cerrâhî (ö, 1162/1749), Keşfü'l-hafâ' ve müzîlü'l-ilbâs (nşr. Ahmed el-Kallâş), I-II, Müessesetü'r-Risâle, 4. baskı, Beyrut 1405.

3. Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî (ö. 241/855), Müsned, I-VI, Müessesetü Kurtuba. Mısır ts,

4. Ahmed b. İbrahim b.İsâ (ö. 751/1350), Şerhu Kastde-i İbn Kayyim (nşr. Züheyr eş-Şâvîş), el-Mektebü'1-İslâmiyye, Beyrut 1406/1986.

5. Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî (ö. 923/1517). İrşâdü's-sâri Şerhu Sahîhi'l-Buhârî, Dârü İhyâi't-Türâsi'l-'Arabî, Beyrut ts.

6. Albayrak. Sadık, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Kültür İşleri Dâire Başkanlığı, İstanbul 1996, IV, 120-121.

7. Ali b. Osman el-Cüllâbî el-Hucvîrî (ö. 465/1072), The Kashf al-Mahjûb (İngilizce'ye çev. Reynold A. Nicholson), Dârü'l-Ishaat, Karachi 1990.

8. Alî b. Sultân el-Herevî el-Kârî (ö. 1014/1606), el-Masnû' fi ma'rifetil-hadîsil-mevdû-. (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Mektebetü'r-Rüşd, Riyad 1404.

9. Alî b. Sultân el-Herevî el-Kârî Şerhu Şerhi Nuhbeti'l-fiker (nşr. Abdüfettâh Ebû Gudde), Dârü'l-Erkam, Beyrut 1415.

10. Aydınlı. Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, Timaş Yayınları, İstanbul 1987.

11. Azîmâbâdî Muhammed Şemsülhakk el- (ö. 1329/1911), Avnü'l-ma'bud, I-X, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 2. baskı, Beyrut 1415.

12. Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali eî-Mûsâ (ö, 458/1066). el-Medhal ile's-Süneni’l-kübrâ (nşr. Muhammed Ziyâüddîn el-A'zamî), Dârül-Hulefâ' li'1-Kitâbi'l-İslâmî, Kuveyt 1404.

13. Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali el-Mûsâ Şuabü'l-îmân (nşr. Muhammed es-Sa'îd Besyûnî Zağlûl), I-V1I1, l. baskı, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1410.

14. Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali el-Mûsâ es-Sünenü'l-kübrâ (nşr. Muhammed Abdülkâdir Atâ), I-X, Mektebetü Dârü'l-Bâz. Mekke 1414/1992.

15. Birgivî, Muhammed b. Pîr 'Ali (ö. 981/1573), et-Tarikatü'l-Muhammediyye ve's-Sîratü-l-Ahmediyye, Matba'ay-i Âmire, DerSe'âdet 1301.

16. Birgivî, Muhammed b. Pîr 'Ali Tekmile-i Tercüme-i Tarikat-i Muhammediyye (trc. Vedâdî), yayınevi yok. baskı yeri yok, 1890. Beyrut 1407-

17. Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (ö. 256/870), el-Cami’u’s-salih (nşr. Mustafa Dîb el-Buğâ), I-Vl, Dârü İbn Kesir el-Yemâme, 3. 1987.

18. Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b.el-Du’âfaü-s-sağir (nşr. Mahmûd İbrahim Zâyed), Dârü'1-Va'y, 1. baskı, Haleb 1396.

19. Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b.el-Târihu'l-kebir, nşr.es-Seyyid Hâşim en-Nedvî. 1-Vlll. Dârü'l-Fikr. baskı yeri yok ts.

20. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, 1-XX. Gelişim Yayınları, İstanbul 1986.

21. Cürcânî Ali b. Muhammed b. Ali Seyyid şerif el- (ö. 816/1413), et-Ta'rifat (nşr. İbrahim ei-Ebyârî). Dârü'l-Kitâbi'l-'Arabî, Beyrut 1405.

22. Çağatay, Neşet, -Ord. Prof. Suut Kemâl Yetkin,” Yllık Araştırmalar Dergisi. AÜ.İ.F. Türk ve İslâm Sanatları Enstitüsü, sayı 3, Ankara 1981, s. 5-7.

23. Çakan, Işıl, Türk Parlamento Tarihinde II. Meclis, Çağdaş Yayınları, İstanbul 1999.

24. Çetinkaya. Bayram Ali, İzmirli İsmail Hakk,, Hayan, Eserleri.  Görüşleri,  İnsan Yayınları,İstanbul 2000.

25. Dârimî. Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahmân (ö. 255/868) es-Sünen (nşr. Tevvâz Ahmed Zemerli-Hâlid es-Seb' el-Alemi), I-II. Dârül’-Kütübi'l-Arabi. 1. baskı, Beyrut 1407.

26. Deylemî Ebû Şücâ' Şirûyeb. Şehridâr (ö. 509/1115), el-Firdevs bi me’sûri’l-hıtâb. Sa'îd b Besyûnî Zaglûl), 1-V, 1. baskı. Dârü'l-Kütübil ilmiyye, Beyrut 1986.

27. Ebû Dâvud, Süleyman b. Eş-as es-Sicistânî (ö. 275/889), es-Sünen (nşr. Muhammed Muhyiddin Abdülhamîd), I-IV, Dârü'l-Fikr. baskı yeri ve tarihi yok.

28. Ebû Nu'aym. Ahmed b. Abdullah el-İsbehânî (ö. 430/1038), Kitâbü’d-Duafâ’, 1.baskı. Dârü's-Sekâfe, Dârü'l-beydâ' 1405/1984.

29. Ebû Nu'aym. Ahmed b. Abdullah el-İsbehânî, el-Müsnedü-l-müstahrec 'ala Sahîhi’l-İmâm Müslim (nşr. Muhammed Hasan eş-şâfî'î), Dârü-l-Kütübi'l-'İlmiyye, 1. baskı, Beyrut.1996.

30. Ebû Nu'aym. Ahmed b. Abdullah el-İsbehânî, Hilvetü-l-evliyâ’, IX. 4. baskı. Dârü'l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut 1405

31. Ebû Tâlib el-Mekkî, Muhammed b. Ali b. Atiyye (ö. 437/1845). Kâtü'l-kutûb Kalplerin Azığı (trc. Muharrem Tan), I-1V, İz Yayıncılık. İsranbul 1999.

32. Ebû-1-Me'âli d-Alüsî, Muhammed Şükrü b. Abdullah (ö. 1342/1924). Gâyetü'emânim fi'r-redd -ale'n-Nebhânî (Abdül'azîz ve Muhammed Abdül'azız el-Cumeyyi). I-II. Matâbi'u Necd et-Ticâriyye. Riyad ts.

33. Ebü'l-Mehâsin el-Kâvukcî (ö. 1305/1888) el-Lü’lüi’l-mersu’Dârü-l-Beşâiri-l-İslâmiyye. Beyrut 1415.

34. Elbânî, Muhammed Nâsirüddîn el- (ö. 1420/1999). Sitsiletü'l-ehâdîsi-z-za-îfe. Mektebetü'l-Me'ârif. I-V. 1. baskı, Riyad 1412.

35. Fettenî, Cemâleddin Muhammed Tâhir b. Ali el-Hindi el- (ö. 986/1578), Tezkiretü'l- mevzü'ât, Beyrut ts.

36. Feyyûmî Ahmed b. Muhammed b. Ali el- (ö. 770/1368), el-Misbâhü-l-münîr, I-II. el-Mektebetü'l-İlmiyye, Beyrut ts.

37. Fîrûzâbâdî. Mecdüddîn Muhammed  b. Yâ'kûb (ö. 817/1415),Kâmûsu’l-muhit, Müessesetü'r-Risâle. Beyrut 1986.

38. Gazzâli. Ebû Hâmid Muhammed (ö. 505/1111). Faysalü't-tefrika (nşr. Riyâz Mustafa el-'Abdullah), Dımaşk-Beyrut 1407/1986.

39. Gazzâli. Ebû Hâmid Muhammed el-Munkız mine-d-dalâl. Müessesetü'1-Kütübi’s-Sekâfîyye. Beyrut 1408.

40. Hadimi, Ebû Said Muhammed b. Mustafa b. Osman (ö. 1176/1762), Tarikatü'l-Muhammediyye Şerhu'l-Hâdimî (Receb Efendi Şerhi ile birlikte), Dârü'l-Hilâfeti'l-Allyye 1318.

41. Hakim et-Tirmizî. Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Hasan (ö. 320/932), Nevâdirü'l-usûl, l-ll, Dâril'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1992.

42. Hâkim, Ebû  Abdullah  Muhammed b. Abdullah en-Nîsâbûrî (ö. 405/1014). el-Müstedrek (nşr. Mustafa Abdülkâdir Atâ), I-1V. 1. baskı. Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1411/1990.

43. Hâkim, Ebû  Abdullah  Muhammed b. Abdullah en-Nîsâbûrî, el-Medhal iiâ's-Sahîh (nşr. Rabî' Hâdî 'Umeyr el-Medhalî), Mü'essesetü'r- Risâle, Beyrut 1404.

44. Hatîb, Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Bağdâdi (ö. 463/1071), el-Câmi1 li ahlâkir- râvi ve âdâbi's-sami (nşr. Mahmûd' et-Tahhân). l-ll, Mektebetü'l-Me'âtif. Riyad 1403-1983.

45. Hatîb, Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Bağdâdi, Tarifu Bağdadi, I-XIV, Dârül-Kütübi'l-limiyye. Beyrut ts.

46. Herevî, Ebu İsmâil Abdullah b. Muhammed el- (ö. 481/1089), Menâzilü's-sâirin, Divân-ı Ferhadî. Tahran 1361.

47. Heysemi. Nûreddîn Ali b. Ebû Bekr el- (ö. 807/1405), Mecma'u'z-zevâid, 1-X, Dârü'r-Reyyân li't-Türâs-Dârü'1-Kütübi'l-Arabî, Kahire-Beyrut 1407.

48. Hizmetli, Sabri, İsmail Hakkı İzmirli, Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara 1986.

49. Hût, Ebû Abdurrahmân Muhammed b. Dervîş el- (ö.  1276/1859), Esne'l-merâlib, Dârü'l-Kitâbi'l-'Arabî. Beyrut 1403/1983.

50. Itr. Nâreddîn, Menhecü'n-nakd fi 'ulûmi'l-hadîs, Dârü'l-Fikr, Dımaşk 1401/1981.

51. İbn 'Adî, Ebû Abdullah Abdullah b. 'Adî b. Abdullah (ö. 360/976), el-Kâmîl fi du'afâi'r-ricâl (nşr. Yahya Muhtar Gazâvî), I-VI1. 3. baskı, Dârü'l-Fikr, Beyrut 1409/1988.

52. İbn 'Asâkir. Ebû'l-Kâsım Ali b. Hasan b. Hibetullâh (ö. 571/1176). Tebyinü kezibi’l-mûfteri, Dârü'l-Kütübi'l-'Arabî. 3. baskı, Beyrut 1404.

53. İbn Atâullâh el-İskenderî. Ebû'l-Fazl Tâcüddîn Ahmed (ö. 709/1309), Letâifii't-minen (nşr. eş-Şeyh Hâlid Abdurrahmân el-'Akk), Dârü'l-Beşâir, Dımaşk 1412/1992.

54. İbn Cemâ'a, Ebû Abdullah Bedreddîn Muhammed b. İbrahim (ö. 733/1333). el-Menhelü-r-ravi, Dârü'l-Fikr, 1-11, 2. baskı. Beyrut 1406/1986.

55. İbn Ebû Hatim, Abdurrahmân Muhammed b. İdrîs (ö. 327/938), el-Cerh ve't-ta’lil, Dârü İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, 1-IX, 1. baskı, Beyrut 12 71/1952.

56. İbn Ebû Şeybe. Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed el-Kûfi (ö. 235/849). el-Musannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), 1-VI1, 1. baskı, Mektebetü'r-Rüşd, Riyad 1409.

57. İbn Hacer el-Heytemî, Ebûl-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed (ö. 974/1567). el-Fetâvâ'l-hadisiyye, Mektebetü Mustafa el-Bâbî el-Halebî. Kahire 1409/1989.

58. İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî (ö. 852/1449), el-Kavlü'1-müsedded i’z-zebbi ani'l'Müsned li’l-İmâm Ahmed (Âlemü'l-Kütüb, Beyrut 1984.

59. İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî, Fethu'l-bâri (nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâki), Dârü'l-Marife, Beyrut 1379.

60. İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî, Lisânü'l-Mizân (Dârietü'l-Me'ârifi'n-Nizâmiyye, Hind), Müessesetü'l-'Âlemî el-Matbû'âı, Beyrut 1406/1986.

61. İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî, Tabakâtü'l-müdellisln (nşr. Âsim b. Abdullah el-Karyûtî), Mektebetü'l-Menâr, Amman 1403/1983.

62. İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî,Tehzîbü't-Tehzib, I-XIV, Dârü'l-Fikr, 1. baskı, Beyrut 1404/1984.

63. İbn Hazm, Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed ez-Zâhirî (ö. 456/1064), el-İhkâm fi usûli'l-ahkâm (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir), Matba'atü'l-Âsime, I-Il. Kahire 1970.

64. İbn Hibbân, Ebû Hatim Muhammed et-Temîmî (ö. 354/965), Kitâbü'l-Mecrûhin (nşr. Muhammed İbrahim Zâyed), I-lll, Haleb ts.

65. İbn Hibbân, Ebû Hatim Muhammed et-Temîmî, es-Sahîh tnşr. Şu'ayb el-Amaûd), 1-XVI1I, 2. baskı. Müessesetü'r-Risâle. Beyrut 1414/1993.

66. İbn Huzeyme, Ebû Bekr Muhammed b. İshâk b. Huzeyme el-Kazvînî (ö. 311/924), es-Sahîh (nşr. Muhammed Mustafa el-A'zamî), I-IV, el-Mektebü'l-İslâmî, Beyrut 1390-1970.

67. İbn Kayyım, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekr el-Cevziyye, (ö. 751/1350). Nakdü'l-menkûl (nşr. Hasan es-Semâ'î Süvçydân), Dârü'l-Kâdirî, Beyrut 1401/ 1990.

68. İbn Kayyım, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekr el-Cevziyye, el-Menârü'l-münif (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde). Haleb 1403.

69. İbn Kayyım, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekr el-Cevziyye, Medâricü's-sâilkîn (nşr. Muhammed Hâmid el-Fakî), I-III, Dârü'l-Kütübi'l- 'Arabî, Beyrut 1393/1973.

70. İbn Kayyım, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekr el-Cevziyye, Nakdü'l-menkûl, (nşr. Muhammed Hâmid el-Fakî). I-lll. Dârü'l-Kütübi'l-'Arabî, Beyrut 1393.

71. İbn Kayyım, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekr el-Cevziyye, Tuhfetü'l-mevlüd, (nşr. Abdülkadir el-Arnaûd), I-III, Dârü'l-Kütübi'l-'Ârabî, Beynıt-Dımaşk 1393.

72. İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, (ö.), es-sünen (nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), I-II, Dârü'l-Fikr, Beyrut ts.

73. İbn Manzûr, Ebû'1-Fazl Muhammed b. Mekrem el-İfrîkî, (ö. 711/1311), Lisünü'l-'Amb, I-XV, Dârü Sâdır, 1. baskı, Beyrut ts.

74. İbn Receb, Ebû'l-Ferec Abdurrahmân b. Ahmed el-Hanbelî, (ö. 795/1393), Câmi'u'l-ulûm ve’l-hikem,  Dârü'l-Ma'rife, Beyrut ts.

75. İbn Şâhîn, Ömer b. Ahmed Ebû Hafz el-Vâiz, (ö. 385/995), Târihu esmâi's-sikât (nşr. Subhî es-Sâmerrâî), 1. baskı, Kuveyt 1404/1984.

76. İbn Teymiyye, Takiyyüddîn Ahmed b. Abdülhalîm, (ö. 728/1328), Ehâdîsü'l-kussâs (nşr. Muhammed Lütfî es-Sabbâğ), el-Mektebetü'1-İslâmiyye, 3. baskı, Beyrut 1988.

77. İbn Teymiyye, Takiyyüddîn Ahmed b. Abdülhalîm, Minhâcü'sünneti'n-Nebeviyye (nşr. Muhammed Reşâd salim), Müessesem Kurtuba, 1. baskı, baskı yeri yok 1406.

78. İbn Tolun, Şemseddin Muhammed b. Ali, (ö. 953/1546), eş-Şezra fi ehâdisi'l-müştehira (nşr. Kemâl b. Besyûnî Zağlûl), Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, l-II, Beyrut 1993.

79. İbnü'd-Deyba', Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Ali, (ö. 944/1537), Temyizü't-tayyib mine'l-habîs, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 2. baskı, Beyrut 1983.

80. İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Ali, (ö. 597/1201), ed-Du'afâ' ve'l-metrûkin (nşr. Abdullah el-Kâdî), l-II. Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1. bakı, Beyrut 1406.

81. İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Ali, el-Mevzû’ât, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1. bakı, Beyrut 1406.

82. İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Ali, el-ilelü'l-mütenâhiye (nşr. Halîl el-Meyyis), I-ll,  1. baskı, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1403.

83. İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Ali, Safvetü'ssafve (nşr. Mahmûd fâhûrî), 1-1V, Dârü'l-Ma'rife, Beyrut 1399/1979.

84. İbnü'1-Esîr, Mecdüddîn Mübarek b. Muhammed, (ö. 606/1210), en-Nihâye fi garibi'l-hadis (nşr. Muahmud Muhammed et-Tan'âhî). Dârü İhyâi'l-Kütübi’l-'Arabiyye, Kahire 1963.

85. İbnü's-Salâh. Ebû Amr Takiyyüddîn Osman b. Abdurrahmân, (ö. 643/1245). Ferâvâ (nşr. Abdülmu'tî Emîn Kal'acî), Dârü'l-Ma'rife, Beyrut 1406/3986, I, 180.

86. İbnü's-Salâh. Ebû Amr Takiyyüddîn Osman b. Abdurrahmân, el-Mektebetü'1-İslâmiyye, Diyarbakır ts., 21.

87. İbnü's-Salâh. Ebû Amr Takiyyüddîn Osman b. Abdurrahmân, Ulûmu'l-hadis (nşr. Nureddin Itr), Dârü'l-Fikr, 3. baskı, Dimaşk 1404/1984.

88. İsferâyînî, Ebû'l-Muzaffer Şahfur b. Tâhir b. Muhammed el- (ö. 471/1078). et-Tabsir fı'd-dîn ve temyizü'l-fırkati’n-nâciye 'an fırkati’l-hâlikin (nşr. Kemâl Yûsuf el -Hût), -Âlemü'l-Kütüb, Beyrut 1983.

89. İzmirli, Celâleddin, İzmirli İsmail Hakkı Hayatı, Eserleri, Dinî ve Felsefi İlimlerdeki Mevkii, Hilmi Kitabevi, baskı yeri yok, 1946.

90. İzmirli, İsmail Hakkı b. Hasan, (ö. 1366/1946), “Hakîkî Tasavvuf Mansûr, Mustasvife Tasavvufu Makhûrdur”, Mihrâb, sayı 27, l Mart 1341, s. 127-130.

91. İzmirli, İsmail Hakkı b. Hasan, “İslâm Âlimleri ve Mütefekkirleri I; Hüccetü'l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed el-Gazzâlî” Ceride-i 'İlmiyye, sene 5, 15 Cemâziyelûlâ 1338, sayı 53 vd.

92. İzmirli, İsmail Hakkı b. Hasan, “Mustasvife Sözleri mi, Tasavvufun Zaferleri mi?”, Mihrâb, sayı 24, 1 Kânûn-u evvel 1340, s. 873-880 ve sayı 24, 1 Kânûn-u evvel 1340, s. 873-880.

93. İzmirli, İsmail Hakkı b. Hasan, Siyer-i Celile-i Nebeviyye, Tevsî'-i Tıbâ'at Matbaası, Dârü'l-Hilâfe 1332.

94. Kandemir, M. Yaşar, Mevzu Hadisler: Menşei, Tanıma Yolları, Tenkidi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1987.

95. Kara. İsmail, Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi, 3. baskı, Kitabevi, İstanbul 1997, II, 135-137.

96. Kara, Mustafa, Din Hayat ve Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, Dergâh Yayınları, 3. baskı, İstanbul 3 990.

97. Kara, Mustafa, Tanzimattan Cumhûriyet'e Tasavvuf ve Tarikatlar”, Tanzimattan Cumhuriyefe Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul 1985 IV, s. 978-992.

98. Kâtîb Çelebi. Hacı Halîfe Mustafa b. Abdullah, (ö. 1067/1657), Keşfü'z-zünûn, I-II, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1413/1992.

99. Kettânî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ca'fer b. İdris, (ö. 1345/1927), er-Risâletü'l-müstetrafe, Dârü'l-Fikr, Dimaşk 1946.

100. Kettânî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ca'fer b. İdris, Nazmü'l-mütenâsir, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1983.

101. Koçyiğit, Talat. Hadis Istılahları, AÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1980.

102. Konur, Himmet, “İsmail Hakkı İzmirli’nin Tasavvufî Yönü ve Hakkın Zaferleri Adlı Eseri,” İzmirli İsmail Hakkı; Sempozyum Bildirileri, TDV Yayınları, Ankara 1996.

103. Kudâ'î, Ebû Abdullah Muhammed b. Selâme b. Ca'fer, (ö. 454/1062), Müsnedü'ş-şihâb (nşr. Hamdı b. Abdülmedd es-Silefî), 2. baskı, Beyrut 1407/1986.

104. Lâlikâî, Ebû'l-Kâsım Hibetullâh b. el-Hasan el- (ö. 418/1027), hikâdü Ehli's-sünne (nşr. Ebû Mu'âz Ali Mevâfî), Mektebetü's-Se'âde, Cidde 1994.

105. Leknevî, Ebû'l-Hasenât Muhammed Abdülhayy b. Muhammed, (ö. 1304/1886), Âsârü'l-merfû'a fi'l-ahbâri'l-mevzü'a (nşr. es-Sa'îd b. Besyûnî Zağlûî), Dârü'l-Kütübi'l-'İlmiyye, Beyrut 1405/1984, s. 8.

106. Leknevî, Ebû'l-Hasenât Muhammed Abdülhayy b. Muhammed, el-Fevâ'idü'l-behiyye, Kahire 1324/1906.

107. Leknevî, Ebû'l-Hasenât Muhammed Abdülhayy b. Muhammed, Zaferü'l-emâni bi şerhi Muhtasari Seyyid Şerif el-Cürcânî fi mustalahi'i-hadîs (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Mektebetü'l-Matbû'âti’1-İslamiyye, Beyrut 1416.

108. Mâturîdî, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî, (ö. 539/1144), Te'vilâtü Ehli's-sünne (nşr. İbrahim 'Avadayn ve es-Seyyid 'Avadayn), el-Meclisü's-A'lâ li'ş-Şu'ûni'1-İslâmiyye, Kahire 1391/1971, s. 23-25.

109. Mizzî, Yûsuf b. ez-Zekî Abdurrahmân el-Haccâ, (ö. 742/1341), Tehzîbü'l-Kemdi (nşr. Beşşâr 'Avad Ma'rûf), I-XXXV, Müessesetü'r-Risâle. 1400/1980.

110. Muhammed el-Beşîr Zâfir el-Ezherî, Tahziru'l-müstimîn mine'l-ehâdisi'l-mevzü'ati alâ seyyidi'l-mürselin (ngr. Fevvâz Ahmed Zemertî). Dârü'l-Kütübi'l-'Arabî. Bey­rut 1406/1985.

111. Mustafa el-A'zamî. “Buhâri. Muhammed b. İsmail,” D/A. VI, 370-371.

112. Mübârekfûrî, Ebû'1-Alî Muhammed Abdurrahmân, (ö, 1353/1934). Tuhfetü'l-ahvezt bi şerhi Câmi'i’t-Tirmizi, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye. Beyrut ts.

113. Münâvî. Muhammed Abdurraûf el- (ö. 1031/), et-Te'ârif (nşr. Muhammed Rıdvan ed-Dâye). Dârü'l-Fikri'l-Mu'âsır, Beyrut-Dımaşk 1410.

114. Münâvî. Muhammed Abdurraûf el- et-Tevfik 'ula mühimmâti't-ta'ârif (nşr. Muhammed Rıdvan ed-Dâye), Dârü'l-Fikr. Dniıaşk 1410, II. 157;

115. Münâvî. Muhammed Abdurraûf el- Feyzü'i-kadir, 1 VI. 1. baskı, el-Mektebetü't-Ticâriyyeti'1-Kübrâ, Mısır 1356.

116. Münzirî, Ebû Muhammed Abdül'azîm b. Abdülkavî, (ö. 656/1258), et-Terğib ve't-terhib (nşr. İbrahim Şemsüddin). 1-1V. 1. baskı. Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1417.

117. Müslim b. Haccâc el-Kuşeyri, (ö. 261/875), el-Câmi'u's-sahîh (nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), Dârü'c-Türâsi'l-Arabî, 1-V, Beyrut ts.

118. Nablusî, Abdülganî b. İsmail b. Abdülganî, (ö. 1143/1731), Tarikat-i Muhammediyye, Matba'-i 'Âmire, Derse'âdet 1290.

119. Nesâî, Ebû Abdurrahmân Ahmed b. Şu'ayb, (ö. 303/915), ed-Du'afa' ve'l-metrükin (nşr. Mahmûd İbrahim Zâyed), Dârü’l-Ma'rife, Beyrut 1986.

120. Nesâî, Ebû Abdurrahmân Ahmed b. Şu'ayb, es-Sünen (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), 1-Vlll, 2. baskı, el-Matbû'âtü'1-İslâmiyye, Haleb 1406/1986.

121. Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahya b. Şerefen- (ö. 676/1277), Fetâvâ'l-İmâm en-Nevevi (nşr. Muhammed el-Haccâr). Dârü's-Selâm, baskı yeri yok, 2. baskı 1405/1985.

122. Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahya b. Şerefen- Şerhu'n-Nevevi 'alâ Sahih-i Müslim, 1-XVII, 2. baskı, Dârü İhyâ'i't-Türâsi'l 'Arabî, Beyrut 1392.

123. Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahya b. Şerefen- Tehzibü'l-esmâ, Dârü'1-Fikr, Bayrut 1996.

124. Ömer Nesefi. Ebû Hafs Necmeddîn Ömer b. Muhammed, (ö. 537/1142), İslâm İnananın Temelleri Akâid (haz. M. Seyyid Ahsen), Otağ Yayınları, İstanbul 1971.

125. Özervarlı, M. Sait, Kelâmda Yenilik Arayışları (XIX. yüzyıl sonu-XX. yüzyıl başı), İsam Yayınları, İstanbul 1998.

126. Râğıb el-İsfehanî, Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed, (ö. 502/1108). el-Müfredât fi garibi'l-Kur'ân (Muhammed Seyyid Geylânî), Da'rü'l-Ma'rife, Beyrut ts.

127. Râzî, Muhammed b. Ebû Bekr b. Abdülkâdir er- (ö. 313/925). Muhtârü's-sıhâh (nşr. Mahmûd Hatır), Mektebetû Lübnan Nâşirûn, Beyrut 1415/1995.

128. Sâğânî, Ebû'l-Fezâil el-Hasan b. Muhammed el-Kureşî es- (ö. 650/), el-Mevzü'ât (nşr. Necm Abdurrahmân Halef), Dârü'l-Me'mûn li't-Türâs, 2. baskı, Dımaşk 1405/ 1985.

129. Sehâvî, Ebû'1-Hayr Şemseddin Muhammed b. Abdurrahmân, (ö. 902/1497), el-Mekâsidü'l-hasene (nşr. Muhammed Osman Hût), Dârü'l-Kütübi'l-'Arabî, Beyrut 1985.

130. Sıbt İbnü'l-'Acemî, Ebû'1-Vefâ İbrahim b. Muhammed, (ö. 841/1438), el-İğtibât bi men rumiye bi'l-ihtilât (nşr. Fevvâz Ahmed Zümerlî), Dârü'l-Kütübi'l-Arabî. Beyrut 1988, 135 s. ve Dârü'l-Marife, Beyrut 1988.

131. Sıbt İbnü'l-'Acemî, Ebû'1-Vefâ İbrahim b. Muhammed el-Keşfü'1-hasis 'ammen rumiye bi vad'i'l-hadis (nşr. Subhî es-Sâmerrâî) Âlemü'l-Kütüb. Beyrut 1407/1987.

132. Sıddîk Hasan Han. Ebû't-Tayyib Muhammed el-Kannûcî, (ö. 1307/1890). Ebcedü'l-ulüm (nşr. Abdülcebbâr Zekkâr). l-lll, Dârü'l-Kütübi'l-'İlmiyye, Beyrut 1978.

133. Suyûtî, Ebû'1-Fazl Celâleddin Abdurrahmân b. Ebû Bekr es- (ö. 911/1505), ed-Dürerü’l-muntesira (nşr., Muhammed b. Lütfl Sabbâğ), Câmi'atü'l-Melik Su'ûd, Riyad 1988.                 

134. Suyûtî, Ebû'1-Fazl Celâleddin Abdurrahmân b. Ebû Bekr es- Tabakâtü'l-huffâz, 1. baskı. Dârü'l-Kütübi'l-'İlmiyye, Beyrut 1403.

135. Suyûtî, Ebû'1-Fazl Celâleddin Abdurrahmân b. Ebû Bekr es- Tahzîru'l-havas min ekâzibi'l-kussâs (nşr. Muhammed b. Lütfi es-Sebbâğ), el-Mektebetü'l-İslâmî. 2. baskı. 1404/1984.

136. Suyûtî, Ebû'1-Fazl Celâleddin Abdurrahmân b. Ebû Bekr es- Tedribü'r-râvi (nşr. Abdülvehhâh

/Abdüllatif). Mekteberü'r-Riyâd el-Hadise, 1-11, Riyad ts.

137. Sübkî, Ebu Nasr Tâceddîn Abdülvehhâb b. Ali es- (ö. 771/1370), Tabakâtü'ş-Şâfi'iyyeti'l-kübra (Mahmûd Muhammed Tenâhî), I-X, İsâ el-Bâbi el-Halebî, Kahire 1964.

138. Sühreverdî, Ebû'n-Necîb Abdülkâdir b. Abdullah, (ö. 563/1168). Tasavvufun Esasları 'Avârifü’l-ma'ârif Tercümesi (nşr. H. Kâmil Yılmaz, İrfan Gündüz). Erkanı Yayınları, İstanbul 1409/1989, “26. Bölüm: Semâ Âdabı”, s. 261.

139. Şah Veliyyullâh. Ahmed b. Abdürrahîm ed-Dihlevi, (ö. 1176/1762). Hüccetullâhi'l-bâliğa, 1-11, Dârü İhyâi'l-'Ulûm, Beyrut 1990.

140. Şeker, Mehmet-Baloğlu, Adnan Bülent (ed.), İzmirli İsmail Hakki: Sempozyum Bildirileri, TDV Yayınları, Ankara 1996.

141. Şevkânî. Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Havlânî eş- (ö, 1250/1834), Fevâ'idü'l-mecmü'a fi'l-ehadisi'l-mevzu'a (nşr. Abdurrahmân b. Yahya el-Yemânî), Mektebetü's-Sünne. Kahire 1960.

142. Şeyh Safvet Yetkin (1866-1960). “Munyiddîn-i Arabî ve Tasavvuf (AÜFD, cilt 1. sayı l, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1952, 22-29.

143. Şeyh Safvet Yetkin, Tasavvufun Zaferleri Yâhud el-Burhân ve'd-Delîl “alâ mâ Havâhü'ş-Şerh ve't-Tahlil mine'l-ebâcîl, Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, İstanbul 1343.

144. Şeyh Safvet Yetkin “Tasavvuf Daima Muzafferdir”, Mihrâb, sayı 26, 1 Şubat 1341, s. 71-76.

145. Şeyh Safvet Yetkin “Tasavvuf ve ıstılahları” (AÜİFD, cilt 1, sayı 4, Ankara 1952. 1-13.

146. Şeyh Safvet Yetkin Ulüm-i Şeriyye ve Asri Müceddidlerimiz (Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, İstanbul Şevval 13040.

147. Taberânî, Ebû'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed et- (ö. 360/971), el-Mu'cemü'l-evsat (nşr. Tank b. ivadullâh b. Muhammed-Abülmuhsin b. İbrahim el-Hüseyni), I-X, Dârü'l-Harameyn, Kahire 1415.

148. Taberânî, Ebû'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed et- el-Mu'cemü'l-kebir (nşr. Hamdı b. Abdülmecîd es-Silefî), el-Mektebetü'l-'Ulûm ve'l-Hikem, Musul 1404.

149. Tirmizî, Ebü İsâ Muhammed b. İsâ, (ö. 279/892). es-Sünen (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir), l-V, Dârü İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, Beyrut ts.

150. Uğur, Müctebâ, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayın­ları, Ankara 1992.

151. Ukaylî b. Ebû Ca'fer Muhammed b. 'Amrb, Mûsâ el-Mekkî, (ö. 322/934), ed-Du'afa'ü(l-kebir, I-IV, Dârü'l-Kütübi'l-'İlmiyye, Beyrut 1984.

152. Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, 3. baskı, İstanbul 1992.

153. Yardım, Ali, “İsmail Hakkı İzmirli’nin Tasavvufî Yönü ve Hakkın Zaferleri Adlı Eseri, Adlı Tebliğinin Müzakeresi”, İzmirli İsmail Hakki: Sempozyum Bildirileri, TDV Yayınları, Ankara 1996.

154. Zehebî. Ebû Abdullah Şemseddîn Muhammed b. Ahmed ez- (ö. 748/1348), el-Muğni fi'd-duafâ- (nşr. Nûreddin 'ltr), Dârü'l-Me'ârif. Haleb-1971.

155. Zehebî. Ebû Abdullah Şemseddîn Muhammed b. Ahmed ez- er-Ruvâtü's-sikâti’l-mütekelîlem fîhim (nşr. Muhammed İbrahim el-Mevsılî), Darü'l-Beşâiri'l-İslâmiyye, Beyrut 1992.

156. Zehebî. Ebû Abdullah Şemseddîn Muhammed b. Ahmed ez- Men tüküllime fih (nşr. Muhammed Şekûr Meyâdînî). Mektebetü'l-Menâr, Zerkâ 1406/1986.

157. Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddîn Muhammed b. Ahmed ez- (ö. 748/1348), Mizânü'l-itidâl, (Dârü'l-Kütübi'l-İlmeyye, Beyrut 1995.

158. Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddîn Muhammed b. Ahmed ez- Siyeru aiâmi'n-nübelâ' (nşr. Şu'ayb el-Arnaûd), Mü'essesetü'r-Risale, 1-XX1H. baskı yeri yok, ts.

159. Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddîn Muhammed b. Ahmed ez- Tezkiretü'l-huffaz, l-V. Dârü İhyâit-Türâsi'l-'Arabî, 3. baskı, Beyrut 1956.

160. Zerkeşî, Ebû Abdullah Bedreddîn Muhammed b. Bahâdır ez- (ö. 794/1392), er-Tezkire fi'l-ehâdîsi’l-müştehira (nşr. Mustafa Abdülkâdir 'Atâ), Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1986.

161. Zerkeşî, Ebû Abdullah Bedreddîn Muhammed b. Bahâdır ez- el-Burhân fi 'ulûmi'l-Kur'ân (nşr. Muhammed Ebû'1-Fazl İbrahim), Dârü'l-Ma'rife, Beyrut 1391.

 

 



[1] İzmirli İsmail Hakkı 1 SbS'de İzmir'de doğdu ve 2 Şubat 1946'da Ankara'da vefat etti. Rüşdiye tahsilinin ardından hafızlığını tamamladı, medrese derslerine devam etti. İzmir'de Farsça öğrendi. İstanbul'da Dârü’1-Mu’allimîn-i Âliye'ye girdi. Döne­min İslamcı ekolü içerisinde yer aldı ve Sırâf-ı Müstakîm'de birçok yazısı neşredildi. İyi derecede Arabça, Farsça ve Fransızca bilirdi. Tartışmalar sırasında Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye âzası idi.

Hayatı ve düşüncesi hakkında bkz. İzmirli, Celâleddin, İzmirli İsmail Hakkı Hayan, Eserleri, Dinî ve Felsefi ilimlerdeki Mevkii, Hilmi Kitabevi. baskı yeri yok, 1946; Hizmetli. Sabri, İsmail Hakkı İzmirli, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1986; Kara, İsmail. Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi, 3. baskı, Kitabevi. İstanbul 1997, ii. 135-137; Şeker, Mehmet-Baloğlu, Adnan Bülent (ed.), İzmirli İsmail Hakkı.- Sempozyum Bildirileri, TDV Yayınları, Ankara 1996; Çerinkaya, Bayram Ali, İzmirli İsmail Hakkı, Hayatı, Eserleri, Görüşleri, İnsan Yayınları, İstanbul 2000.

[2] Bu konuda detaylı bir araştırma için bkz. Özervarh, M. Sait, Kelâmda Yenilik Arayışları (XIX. yüzyıl sonu-XX. yüzyıl başı), İSAM Yayınları, İstanbul 1998, s. 49-51.

[3] Sözgelimi içerisinde çok sayıda tebliğin yer aldığı yukarıda sözü edilen sempozyum bildirilerinde (Şeker, Mehmet-Baloğlu, Adnan Bülent (ed.), İzmirli İsmail Hakki; Sempozyum Bildirileri, TDV Yayınları, Ankara 1996) onun hadisçiliğine dair bir tebliğ yer almamaktadır. Bununla birlikte İzmirlî'nin hadis ilmine dair birikimini kimlerden aldığı, hangi eğitim kurumlarında hadis ilimlerine dair dersler verdiği ve hadis ilimlerine dair hangi eserleri yazdığı konusundaki bilgi­lere bir arada dikkat çeken eserler de yok değildir (bkz. Kara, İsmail, Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi, II, 135-137).

[4] İstanbul 1340, 480 sh. İzmirli'nin bu eseri üzerinde de çalışmalarımız devam etmekte olup, tahkîk çalışmalarının tamamlanmasının ardından ilim ehlinin istifadesine sunulacaktır.

[5] Elinizdeki bu çalışmada İzmirli'nin hadisçiliğine dair yapılan değerlendirmeler sadece onun Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Hadislerin Sıhhati adlı bu eserd­eki fikirlerinden ve kaynakları kullanımından hareketle varılmış sonuçlara da­yanmaktadır. Onun hadisçiliği hakkındaki geniş değerlendirmeleri ayrı bir çalış­mada ele alacağız.

[6] Tetkik ettiğimiz nüshasında ancak 35 hadis yer almaktadır. İstanbul 1926, 16 sh.

[7] Özellikle Cumhuriyet dönemi öncesinde Şeyh Safvet adıyla tanınan Mustafa Saf­vet Efendi (Yetkin) 1866'da Urfa'da doğmuş ve 27 Ekim 1950'de vefat etmiştir. Düşünce ve davranışları itibariyle hayli hareketli bir kişiliğe sahip bulunan Safvet Efendi, Halveti tekkesi postniştnidir. Kendisi, dinî ve Arabi İlimler üzerine medrese eğitimini Urfa'da tamamlamış ve bu ilimlerden icazet almıştır. Türkçe, Arabça ve Farsça bilen Safvet Efendi, bir süre Tasavvuf adıyla bir dergi de yayımlamıştır. Tartışmalar sırasında Tetkîk-i Mesâhif-i Şerife ve Mü'ellefât-ı Şer'iyye Reisi olan Şeyh Safvet önce Meclis-i Mebûsân'da iki dönem (1908-1912 ve 1915-1918) daha sonra da Cumhuriyetin İlânının ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (1923-1927) bir dönem milletvekili olarak vazifelerde bulun­muştur, Yayına hazırladığımız yazıları ve Tasavvufun Zaferleri yanında Ulûm-i Şer'iyye ve Asri Müceddidlerimiz (Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, İstanbul Şevval 1340, 35 sh.) ve Yeni Zihniyetler ve Bir Müceddid-i Meçhul, (Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası. İstanbul 1338/1340, 14 sh.) adlı eserleri ileMuhyiddin-i Arabi'den Seç­meler adıyla yayımlamayı plânladığı eserin mukaddimesi olan ve oğlu tarafından yayımlanan "Muhyiddın-i Arabî ve Tasavvuf" (AÜİFD, cilt 1, sayı 1, İstanbul 1952, 22-29 ve "Tasavvuf ve İstılahları" (AÜİFD, cilt I, sayı 4, Ankara 1952, 1-13) adlı makaleleri gibi bazı çalışmaları bulunmaktadır.

Hayan ve hizmetleri hakkında bilgi için bkz. Albayrak, Sadık, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, İBŞB Kültür İşleri Dâire Başkanlığı, İstanbul 1996, IV, 120-121; Büyük Larausse Sözlük ve Ansiklopedisi, Gelişim Yayınları, İstanbul 1986, XVIII, s. 11064; Safvet Kemâlüddîn Yetkin, "Muhyiddîn-i Arabî ve Tasavvuf," AÜİFD, sayı 1, 1952, Milli Eğitim Basımevi İstanbul 1952, s. 22 dn.; Çağatay, Neşet, "Ord. Prof. Sum Kemâl Yetkin," Yıllık Araştırmalar Dergisi, AÜ.İ.F. Türk ve İslâm Sanatları Enstitüsü Dergisi, sayı 3, Ankara 1981, s. 5-7.

[8] Çakan, Işıl, Türk Parlamento Tarihinde II. Meclis, Çağdaş Yayınları, İstanbul 1999, 168-169.

[9] İzmirli'nin tasavvuf kitaplarındaki hadislerin, temel hadis kitaplarından hare­ketle tasfiye edilmesi gerektiği düşüncesini dile getirmesinin ardından benzer eleştirileri Sahihayn't de yöneltmesi bu yaklaşımın sonucudur.

[10] Bu eserlerin her ikisi de sıcak tartışmaların sonunda Osmanlıca olarak yayımlan­mış olmakla birlikte, henüz transkribe edilerek yeni bir neşri yapılmadığı için günümüz okuyucularının istifadesine sunulmamıştır.

[11] Tartışmaların başlamasına neden olan İzmirli'ye ait ilk açıklama (el-izâh) 15 Cemâziyelûlâ 1338/6 Şubat 1920 tarihini taşımaktadır. Bu konuda son noktayı da yine İzmirli koymuştur. Mihrâb mecmuasında yayımlanan "Hakîkî Tasavvuf Mansûr, Mustasvife Tasavvufu Makhûrdur" başlıklı yazısı tarihi de 1 Mart 1925 tarihlidir. Gün olarak bilinmemekle birlikte Mustasvife Sözleri mi Tasavvufun Zaferleri mi: Hakkın Zaferleri adlı eseri de bu tarihe yakın dönemlerde yayım­lanmış olmalıdır. Karşılıklı ikişer makalenin yazıldığı Şubat-Mayıs 1920 tarihleri arasında cereyan eden yazışmaların ardından tartışmaya iki yıl ara verilmiş, daha sonra yazılı olarak halka mal edilmesiyle sonuçlanan sürece girilmiştir. Öte yandan. İzmirli'nin Mihrâb'taki makalelerinden birinde Şeyh Safvet'in Tasavvufun Zaferleri yahut el-Burhân ve'd-Delîl 'ala mâ Havâhü el-Şerh ve't-Tahlil adlı eserine sayfa numaralan vererek yaptığı atıflardan hareketle, bu eserin Cemâziyelâhir 1343/Ocak 1925'te yayımlandığını söylemek mümkündür. Şeyh Safvet'in en son yazısı ise, kitabının yayımlanmasının hemen ardından 1 Şubat 1925 tarihinde neşredilen "Tasavvuf Daima Muzafferdir" başlıklı makalesidir.

[12] Ahlâk ve Tasavvuf Kitaplarındaki Ehâdîs Hakkında adıyla, Yazma Bağışlar Bölümü, no 537, 106 vr.

[13] Bunlardan bir kısmı Mevzu Hadisler bir kısmı da Ahlâk ve Tasavvuf ve Kitaplarındaki Ehâdîs Hakkında adıyla kayıtlı gösterilmiş. Kütüphanenin İzmirli Bölümü'nde 357, 297, 3-9435. 9435 gibi demirbaş numaralan verilmiştir (Hiz­metli, Sabri, İsmail Hakkı İzmirli, s. 11; Bayram Ali Çetinkaya, İzmirli İsmail Hakkı Hayan, Eserleri, Görüşleri, İnsan Yayınlan, İstanbul 200, 57). İşaret ettiği­miz, yazma dışında bu konuya dair herhangi bir eser tespit edemedik. Yine mev­cut kayıtlarda, İzmirli İsmail Hakkı Bölümü, Türkçe Yazma, 537'de de (Konur. Himmet, "İsmail Hakkı İzmirli'nin Tasavvufi Yönü ve Hakkın Zaferleri Adlı Eseri," İzmirli İsmail Hakkı.- Sempozyum Bildirileri, TDV Yayınları, Ankara 1996, s. 160 dn.) böyle bit eser yoktur.

[14] bkz. vr. 6.

[15] Şeyh Safvet'in, İzmirli İsmail Hakkının da aralarında yer aldığı, dönemin bazı aydınlarına yönelttiği eleştirileri içeren bir başka eseri de Ulûm-i Şer'iyyede Asri Müceddidlerimiz başlıklı bir eseridir (Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, Şevval 1340, 35 sh.). Bu eser Abdullah Cevdet, Milaslı İsmail Hakkı ve büyük ölçüde İzmirli İsmail Hakkı'nın resm-i Mushaf-ı Osmânî hakkında verdiği bir fetvası ile Kur'ân ve tefsir ilimlerine dair bazı görüşlerinin eleştirisi üzerinedir. Eser bazı kaynaklarda görül­düğü gibi tasavvufa dair değildir (msl. bkz. Albayrak, Sadık, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, IV, s. 120). Bu eleştirilerden birinin başında 4 Nisan 1337'de (a.g.e., s. 11) İzmirli'nin de yazdığı bir cevabnâmeden söz edilmektedir. Şu halde aynı anda aralarında bu konuda da bir tartışma sürmekte idi. Şeyh Safvet burada düştüğü bir dipnotta da İzmirli ile aralarında tasavvuf kitaplarındaki hadisler hakkında cereyan eden münâkaşalara ve neşredilen eserine işaret etmiştir (a.g.e,, s. 4).

[16] Tevsî'-l Tıbâ'at Mat­baası, Dârü'l-Hilâfe 1332.

[17] Sene 5, sayı 53, 15 Cemâziyelûlâ 1338, s. 1690.

[18] Aynı düşünceler bu tartışmalardan çok önce Siyer-i Celile-i Nebeviyye''de daha ayrıntılı biçimde dile getirilmesine rağmen herhangi bir İtiraz edilmeyip, siyasî ortamın karışık olduğu bir dönemde meselenin resmî yollardan üzerine gidilmesi önemli bir nokta olmakla birlikte tartışmaların seyri açısından konumuzu ilgilen­dirmemektedir. Ancak Siyer-i Celîle-i Nebeviyye'nın formalar hâlinde yayımlandığı sıralarda, Talebeden Lüleburgazlı Ahmed Na'îm imzasıyla bir itirazda bulunul­muş ve burada, eserin 109. sayfasında "Siyer-i enbiyâya müte'allık uydurmalar" başlığının yirmi sekizinci maddesinde Dâvud aleyhi's-selâm ile ilgüi bir kıssanın tekzibi konusunda açıklama istenmiş, İzmirli de bu konuda hadis, kelâm, tefsir ve tefsir usûlü ilimleri açısından genişçe bir açıklamada bulunmuştur (bkz. "Siyer-i Celîle-i Nebeviyye" Sebîlürreşâd, XII, sayı 299, s. 230-232).

[19] el-İstizâh, 23 Cemâziyelûlâ 1338

[20] Şeyh Safvet'in sözü edilen eserinin aynı adla kayıtlı müellif hattı yegâne nüshası Süleymâniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Yazma Bağışlar Böl. no 538, 108 vr.) Bu metin elimizde mevcut Osmanlıca neşri ile tamamen aynıdır. Aradaki tek fark, girişte, kitabın hedefini açıklayan "Dârü'l-hİkmetİ'l-İslâmiyye azasından İzmirli İsmail Hakkı Beyefendi'ye hitaben ecvibe-i safiyedir" şeklindeki sözlerin altındaki bir dipnottur. Burada şu ifadelere yer verilmiştir: İzmitli İsmail Hakkı bey mülğâ Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye a'zahğında ve sâhib-i eser (Şeyh Safvet) Tetkîk-i Mesâhif-i Şerîfe ve Mü'ellefât-ı Şer'iyye hey'eti riyasetinde iken arala­rında cereyan eden tahriri mebâhis-i ilmiyye üzerine yazılmıştır (s. 3). Bu not aynı zamanda eserin, İzmirli'nin endişesini taşımakta olduğu Dârü'l-Hikme'nin kapatılmasının ardından yayımlandığını da göstermektedir.

[21] Bazı yazarlar, İzmirli'nin Şeyh Safvet'i eleştirmek amacıyla neşrettiği Mustasvife Sözleri mi Tasavvufun Zaferleri mi; Hakkın Zaferleri adlı eserin, Şeyh Safvet'in Mahfil dergisindeki tasavvufa ait yazılarına cevap olmak üzere yazıldığını kayde­tmektedir. Görebildiğimiz kadarıyla sözü edilen müellifin bu dergide "Kelimât-ı sûfıyyie: 1 Tevbe" başlıklı kısa bir yazısı bulunmaktadır (Mihrâb (nşr. Tâhirü'l-Mevlevî), sayı 7, Cemâziyelâhİr 1339, I, 138-139). Aralarındaki yazılı tartışmalar hususunda ise herhangi bir yazı tespit edemedik (bkz. Ülken, Hilmi Zİyâ, Türki­ye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınlan, 3. baskı, İstanbul 1992, s. 282). Yine tartışmalardan hayli önce yayımlanan Muhibbân mecmuasında da tarafların birbirine cevap verecek tatzda yazdıkları herhangi bir yazı bulunmamaktadır (bkz. Kara, Mustafa, Din Hayat ve Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, Dergâh Yayınları, 3. baskı, İstanbul 1990, s. 290. Burada münâkaşanın sürdüğü mecmu­anın adı bir yanlışlık eseri bu şekilde geçmiş olmalıdır).

[22] Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, 1343, 160 sh.

[23] Evkâf-i İslâmiyye Matbaası, 1341/1925, 124 sh.

[24] İzmirli bu makaleyi daha sonra Mustasvife Sözleri mi Tasavvufun Zaferleri mi: Hakkın Zaferleri''tün sonuna eklemiştir (s. 121-124).

[25] Bazı yazarlar açıkça veya zımnen, Şeyh Safvet'in eserinin, önce yazıldığına işaret etmesine rağmen üzerindeki tarih karmaşasına dikkat çekmemiş, onun eserinin İstanbul 1343'te, İzmirli'nin eserinin de 1341'de yayımlandığını kaydetmişlerdir (Kara, Mustafa, a.g.e., s. 290; Konur, Himmet, "İsmail Hakkı İzmirli'nin Tasavvufi Yönü ve Hakkın Zaferleri Adlı Eseri," s. 166).

[26] Burada sunacağımız tabloya benzer bir sıralama daha önce yapılmış olmakla birlikte, İki âlim arasında cereyan eden münâkaşanın İzmirli'ye ait el-İzâh ve't-Tafsîl ile Şeyh Safvet'in el-Cerh ve't-Ta'dît 'alâ'l-îzâh ve't-Tafsü adlı yazışmala­rına ve Mihrâb dergisinde gelişen safhalarına işaret edilmemiştir (Konur, Him­met, "İsmail Hakkı İzmirli'nin Tasavvufî Yönü ve Hakkın Zaferleri Adlı Eseri," İzmirli İsmail Hakku Sempozyum Bildirileri, s. 166). Ayrıca burada İzmirli'nin önce es-Sârimü's-selîl 'alâ'l-mevsûm bi'l-burhân ve'd-delîl adlı eseri ile Hakkın Zaferleri ve yine Şeyh Safvet'in el-Burhân ve'd-Detîl 'alâ mâ Havâhü'ş-Şerh ve't-Tahlîl adıyla yazıp Tasavvufun Zaferleri üst başlığı ile yayımladığı eserlerin her biri ayrı eserler olarak gösterilmiştir. Oysa bunların ilki eserlerin asıl adı, İkincisi yayımlanırken konulmuş isimleridir.

[27] İzmirli'nin kaynaklarını tespit sırasında müşahede ettiğimiz üzere, kendisinin önemli alıntılarda bulunduğu âlimler büyük ölçüde tasavvuf konusunda müte­şeddid tavırlarıyla bilinen kimselerdir. İktibasta bulunduğu kişiler arasında, eleştirdiği kişi, eser ve fikirlere ciddî tenkitler yönelten âlimler fazla yer almak­tadır. Bunlardan İbn Teymiyye, İbnü'l-Cevzî, Zehebî, İbn Kesîr, Ali el-Kârî, Birgivî, Şevkânî, Şah Veliyyullâh, Abdülganî en-Nablusî gibi kimseler bidatler dolayısıyla tasavvufi eserlere yönelttiği eleştirilen ile, Sübkî, Nebhânî gibi kimseler belli başlı mutasavvıflara yönelik tenkitleri ile öne çıkar. Yine İzmirli'nin hadisleri mevzu olarak nitelendirmede de bu konudaki aşırı tavırları Üe tanınan şahsiyetlerin görüşlerine sıkça başvurduğu görülür. Nitekim benzer değerlendirmelere bizden önce Ali Yardım da dikkat çekmiştir. ("İsmail Hakkı İzmirli'nin Tasavvufi Yönü ve Hakkın Zaferleri Adlı Eseri" Adlı Tebliğinin Müzakeresi", İzmirli İsmail Hakki: Sempozyum Bildirtteri, TDV Yayınlan. Ankara 1996, s. 172)

[28] İzmirli'nin sözü edilen hilâfet icazetnamesi bu eserin sonunda ek olarak veril­miştir.

[29] Sahîhayn hadisleri üzerine cereyan eden bu tartışmalar Dârekutnî (ö. 385/995) ile başlamıştır. Büyük ölçüde sened üzerine cereyan eden bu tartışmalar ayrıca geniş araştırmalara konu olmuştur. Bu ithamlara cevap verenlerden birisi de İbn Hacer'dir (bkz. Hedyü's-sâri (nşr. Muhibbüddîn el-Hatîb), Kahire 1407/1986, 364-488. Bu konudaki tartışmalar için bkz. M. Yaşar Kandemir, "Sahîhayn'e Yönel­tilen Tenkitlerin Değeri," Sünnetin Dindeki Yeri (nşr. İsmail Lütfi Çakan), İslâmî İlimler Araştırma Vakfı Yayınları, İstanbul 1997, s. 335-376 ile bu tebliğin müza­kereleri.

[30] Büyük ölçüde teorik zeminde cereyan eden ve itham ve delillerin de bu doğ­rultuda ileri sürüldüğü bu tartışmalar sırasında yetmi beş civarında hadise atıfta bulunulmuş veya metin içerisinde metinlerine yer verilmiştir. Bunların dışında, genel çerçevede yaratılış hadisleri, akıl hadisleri, fezâil hadisleri, reğâib ve berâ'et gecesi namazları gibi, belirli konulara dair hadisler tek tek rivayetlere yer veril­meksizin tartışmaya konu edilmiştir.

[31] Bu doğrultudaki açıklamalarına rağmen İzmirli'nin, bu eserin sonunda Sahîhayn hadislerindeki rivayetlerin bir kısmı hakkındaki tenkitlere yer verdiği de görüle­cektir (vr. 80). Şu halde kendisinin, tenkide tâbi tutmaksızın Sahîhayn de dâhil, diğer hadis kitaplarındaki hadisleri de sahih görmediğini söylemek mümkündür.

[32] Özellikle mevzu hadis konusundaki eserlerde işaret edildiği üzere, "sahabe kelâmı" ifadesi rivayetin, kesin biçimde nisbet edilen sahâbîye ait olduğu durum­larda kullanılırken "mevkuf rivayet" ifadesi. Hz. Peygambere ait olma ihtimâli de bulunduğu durumlarda kullanılır.

[33] İzmirli'nin tasavvuf ve ahlâk kitaplarındaki hadislerin sıhhatini tespit ederken, bu konuda müracaat edilecek asılların temel hadis kitapları olduğunu beyân etmesi ile bu yaklaşımı atasında bir çelişki söz konusudur. Şu halde ona göre bir hadîsin temel hadis kitaplarında bulunması da yeterli olmayıp, hangi kaynakta bulunursa bulunsun rical tenkidi sonucu varılan hükme göre karar verilmelidir.

[34] Timaş Yayınları, İstanbul 1987.

[35] AÜİF Yayınları, Ankara 1980.

[36] TDV Yayınları, Ankara 1992.

[37] Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed el- (ö.505/1111), el-Munkız mine'd-dalâl', Müessesetü'l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut 1408, s. 30; İzmirli'nin de belirttiği gibi, Gaz­zâlî burada sözü Hz. Peygamber'e nisbet ederek kaydetmektedir.

[38] Münâvî, Zeynüddîn Muhammed Abdurraûf el- (ö. 1031/1622), Feyzü’l-kadîr, I-VI, I.  baskı, el-Mektebetü't-Ticâriyyetü'1-Kübrâ, Mısır 1356, V, 56; a.mlf., er-Te'ârîf (nşr. Muhammed Rıdvan ed-Dâye), Dârü'l-Fikri'l-Mu'âsır, Beyrut-Dımaşk 1410,1, 571 (Her iki eserde de Hz. Peygamber'in sözü olarak); Alî b. Sultân el-Herevî el-Kârî (ö. 1329/1911), el-Masnû1 (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Mektebetü'r-Rüşd, Riyad 1404, I. 199 (Hz. Alî'nin sözü olarak); Kâtib Çelebi, Hacı Halîfe Mustafa b. Abdullah (ö. 1067/1657),KeşfiiYz-zünûn, l-II, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1413/1992, II, 1043 (Şemseddîn el-Keşşî'nin Şerhu Hadîsi en-Nâsü Niyâmün fe izâ mâtû intebehû başlıklı eserine işaret ederken).

[39] Cerîde-i 'İlmiyye, sene 5, sayı 53, 15 Cemâziyelûlâ 1338, s. 1690 (dipnotta). İzmir­li bu ifadelere "İslâm Âlimleri ve Mütefekkirleri I: Hüccetü'l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed el-Gazzâlî" adıyla aynı derginin 51. sayısından (Rabîülevvel 1338) başlayıp 27 tefrika süreyle devam eden yazısının 3. sünde kaydettiği bir dipnotta yer vermektedir (sayı: 51-70, 72, 74-79).

Ceride-i İlmiyye, Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayri'nin teşebbüsleriyle Meşîhat Makamı tarafından 1914-1922 yılları arasında yayımlanan ve resmî duyuruların yanında dinî, ilmî konulara dair bilgiler de ihtiva eden bir dergidir. İlk sayısı 3 Receb 1332/28 Mayıs 1814"te, 79. sayı olan son sayısı ise 1 Safer 1341/23 Eylül 1922'de yayımlanmıştır. 1918 yılından itibaren Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye tara­fından yayını sürdürülen dergi aynı zamanda İzmirli İsmâil Hakkı gibi buraya üye olanların makalelerinin de yayımlandığı ilmî bir zemin olma niteliğini sür­dürmüştür.

[40] Sonunda İzmirli'nin İmzası olmasına rağmen Şeyh Safvet'in makaleyi Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye'ye nisbec etmesi, tartışmaların şahıslar arası bir yaklaşım farklılığı arz etmesinden çok iki kurum etrafında bir araya gelen kişiler arasında geçtiğini gösterir. Ayrıca Şeyh Safvet bu nisbetle, İzmirli'nin bu ifadelerinden Dârü'l-Hikme'nin de sorumlu olduğunu ileri süren bir yaklaşımı benimser gibidir. Dârü'l-Hikmeti’l-İslamiyye, Meşihaı Makâmı'na bağlı olarak 1918'de kuruldu, kuruluşu ile birlikte Mehmed Akif başkâtipliğe daha sonra da üyeliğe seçildi. Üyeleri arasında Elmalılı Hamdi Yazır, Muğlalı Alirızâ Efendi gibi kimseler de vardı. Kuruluşundan itibaren Cerîde-i İlmiyye'nin yayınını da yürüten Dârü'1-Hikme, bu süreçten İtibaren derginin yayın çizgisini de genişletip geliştirmiş, muh­telif ilmî encümenlerin yazıları ile cemiyet üyelerininin İlmî makaleleri de burada yayımlanmaya başlamıştır. Fıkıh, kelâm ve ahlâk gibi alt komisyonları da bulu­nan cemiyet, bu konulara dair rapor ve makaleler yayımlamış ve kendilerine yö­nelik eleştirilere cevaplar vermiştir.

[41] Tetkîk-i Mesâhif ve Mü'ellefât-i Şer'iyye Meclisi'ni kastediyor.

[42] Bazı kaynaklarda eserin adı bu şekilde kaydedilse de yaygın olan ve neşredilen nüshanın adı Sıfatü's-safve (nşr. Mahmû Fâhûrî, l-IV, Beyrut 1979) şeklindedir.

[43] Gazzâlî, el-Munkız mine'd-dalâl, s. 30.

[44] Burada hadisçilerin "sahabe kavlinin, kendisinin bilmesi mümkün olmayacak uhrevî ve gaybî konulara dair bilgiler içermesi durumunda bu sözün hükmen Hz. Peygamber'e ait olduğu" şeklindeki kabulüne işaret edilmektedir.

[45] Nitekim bazı rivayetlerde söz Hz. Alî'ye nisbet edilmemektedir.

[46] Sâğânî, Ebû'l-Fezâil el-Hasan b. Muhammed el-Kureşî es- (ö. 650/1252), et-Mevzû'ât (nşr. Necm Abdurrahmân Halef), Dârü'l-Me'mûn li't-Türâs, 2. baskı, Dımaşk 1405/1985, s, 24.

[47] Sâğânî. a.g.e., s. 32; Muhammed el-Beşîr Zâfır el-Ezherî. Tahzîru'l-müslim'm mi-ne'1-ehâdisi'l-mcvzû'ari 'ala scyyidi'l-mürsel'in (nşr. Fevvâz Ahmed Zemerlî), Dârü'1-Kötübi'l-'Arabi, Beyrut 1406/1985, s. 62; Aclûnî, Ebü'1-Fidâ İsmail b. Muhammed el- (ö. 1162/1749), Keşfü'l-hafâ' ve müzîlü'l-İlbâs, (nşr. Ahmed el-Kallâş), 1-II, Müessesetü'r-Risâle, 4. baskı, Beyrut 1405, 11. 561.

[48] Yaygın kullanımı ve doğrusu İbn Kayyim el-Cevziyye ise de İzmirli, İbn Kayyim el-Cevzî şeklinde kaydetmektedir.

[49] İbn Kayyim, Ebû Abdullah Muhammed el-Cevziyye (ö.  751/1350), Tuhfecü'l-mevdûdbi ahkâmı'l-mevlûd (nşr. Abdülkâdir el-Arnaûd), Mektebetü Dârü't-Beyân, Dımaşk 1391/1971, ), 203; Hût, Ebû Abdurrahmân Muhammed b. Derviş el- (ö. 1276/1859), Esnel-metâlib, Dârü'l-Kitâbi'l-'Aıabi, Beyrut 1403/1983, s. 370.

[50] Tashih olunmayan ehâdîse mahmuldür (mlf.).

[51] İhya hadisleri hakkında bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 21-3 1; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 52-60,

[52] Hut, Esne'l-metâlib, s. 370.

[53] Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddîn Muhammed b. Ahmed ez- (ö. 748/1348), Mizânü'l-i'tidâl, (Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1995, II, 165. Haris el-Muhâsİbî'nin hayatım anlatırken her dönemin safîlerinin kendisinden öncekilere nisbetle ne durumda olduğunu açıklarken " (İhya'daki uydurmaların çokluğuna rağmen, keşke Ebû Hâmid et-Tûsî'nin eserle­rini görseydi) ifadesini kullanıyor.

[54] Bu konuda ve özellikle abdal rivayetleri hakkında geniş değerlendirmeler için bkz. Münâvî, Feyzü'l-kadîr, m, 167-170: Ali el-Kârî, el-Esrârül-merfü'a, I, 470; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I. 24-27,

[55] Sehâvî'nin bu konuda Nazmu 'l-lealî fî'l-kelâm -ale'l-abdâl adlı küçük bir risalesi vardır. Suyûtî bu eserinde, Sehâvî'nin abdal hadislerini teker teker eleştirerek uy­durulduğunu söylemesini tenkit etmiş ve bu hadislerin sahîh, hatta ma'nen mütevâtir olduğunu söylemiştir (Kettânî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ca'fer b, İdrîs (ö. 1345/1927),Nazmü'l-mücenâsir, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1983, s. 220).

[56] İbnü'd-Deyba\ Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Ali (ö. 944/1537), Temyîzü'r-ray-yib mine'l-habis, Dârü'l-Kütübil-İlmiyye, 2. baskı, Beyrut 1983, I. 8; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I. 35.

[57] Galiba bu kayd kâtib tarafından sehven yazılmıştır. Tebyîz olunduktan sonra gör­düğüm için maksadı idlâl etmeyecek böyle ufak tefek sehivler bulunur (mlf.).

[58] Hût, Esne'l-merâlib, s. 372 (ondan hiçbir şey sahih değildir) ifade­sini kullanır),

[59] Ebû Nu'aym hakkında ayrıntılı bügi için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. s 1-55, 67-70, 72-73; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 78-78.

[60] Zehebî. Ebû Abdullah Şemseddîn Muhammed b. Ahmed ez- (ö, 748/1348), er-Ruvâtü's-sikâti'l-mütekellem fihim (nşr, Muhammed İbrahim el-Mevsılî), Dârü'l-Beşâiri'l-İslâmiyye, Beyrut 1992. 1, s. 49.

[61] Uzunca bir kıssanın anlatıldığı bu rivayete göre, kıyamet gününde her peygam­bere ümmetinin arz edildiği sırada, sağ ve sol taraftan Hz. Peygambere de ümmetinin arz edileceği ve onlarla birlikte yetmiş bin kişinin de cennete gireceği müjdelenmiş, bu sırada Peygamberimizin yanma çıkagelen Ukkâşe b. Mihsan el-Esedî'nin

"Ey Allah'ın Rasulü dua et de Allah beni de onların içine dâhil etsin" demesinin ardından orada bulunan bir başka sahâbî de aynı talebte bulunmuş bunun üzerine Allah Rasulü

"Bu konuda Ukkâşe seni geçti" buyurmuştur (Ebû Nıraym, Ahmed b. Abdullah el-İsbehânî (ö, 430/1038). Hilyetü'l-evliyâ', l-X, 4, baskı, nârü'l-Kütübi'l-Arabî, Beyrut 1405, II, 13).

[62] Ebû Nu'aym. Hilyetü'l-evliyâ'. II; 13, IV. 73 (Burada hadisin sıhhati konusunda herhangi bir kayıt zikredilmemiştir). Hadis ayrıca Taberânî, Ebû'l-Kâsım Süley­man b. Ahmed et- (ö. 360/971), el-Mu'cemü'l-kebir (Hamdi b. Abdülmecîd es-Silefî), el-Mektebetü'l-'Ulûm vel-Hikem, Musul 1404, 111, 58-59'da aynı şekli ile yer almaktadır.

[63] Abdülmün'im b. İdrîs'in de senedinde yer aldığı bu rivayetin sonunda Ebû Nua'ym, " (hadis garîbrir, Velîd b. el-FazI onu riva­yet ederken tek kalmıştır) demiştir (Hityetü'l-evliyâ). (II, 73). Ancak bu olayı anla­tan başka rivayetler de vardır.

[64] Şah Veliyyullâh Muvatta'ı birinci sırada zikreder. Zira Hind alt kıtası ulemâsına göre Muvatta' güvenilirlik bakımından Sa/ıîhayn'öen önce gelir (Şah Veliyyullâh, Ahmed b. Abdürrahîm ed-Dihlevî (ö. 1176/1762), Hüccetullâhi'l-bâliğa, l-II, Dârü İhyâi'l-'Ulûm, Beyrut 1990. I, 385-386).

[65] Burası da sehven "Sürıen-i erba'a" yazılmıştır (mlf.).

[66] Bu kayıdda sehven yazılmış olacaktır (mlf.). Müellif bu kaydın sehven yazıldığını söylese de neşredilen nüshada Tayâlisî kaydının yanında Müsnedü   Ebi 'Alî, Müsnedü 'Abdb. Humeyd, Musannefü 'Abdürrezzâk, Musanneju Ebû Bekrb. Ebî Şcybe gibi eserlere de yer verilmektedir (a.g.e., I, 389).

[67] Şah Veliyyullâh, Hüccetullâhi'l-bâliğa, I, 391.

[68] Zehebî, Mîzânü'l-İtîdâl, V, 300; a.mlf., Siyeru a'lâmi'n-nübelâ' (nşr. Şu'ayb el-Arnaûd), Mü'essesetü'r-Risâle, l-XXIII, baskı yeri yok, ts., XVI, 537.

[69] Hatîb, Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Bağdâdî (ö. 463/1071), Târihu Bağdâd, I-XIV, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut es.. III; 89; İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Aska-lânî (ö. 852/1449),Usânü'l-Mîzân (Dâiretül-Me'ârif’n-Nizâmiyye, Hind), IV, 238, Müessesetü'l-'ÂIemî el-Matbû'ât, Beyrut 1406/1986, V, 300 (aynı ifadeler).

[70] Münâvî, Feyzü'l-kadîr, VI, 168; Aclûnî, Keşfü'l-hafâ', II, 566.

[71] Ali el-Kârî, el-Masnû' fî ma'rifeti'l-hadîsi'l-mevdû', s. 259 (benzer ifadeler).

[72] Bu açıklamalar "Allah'ın zulmet ve nurdan oluşan yetmiş bin örtüsü vardır ..." anlamına gelen " (Allah Teâlâ'nın karanlık ve aydın­lıkta n/hürdan yetmiş bin örtüsü/hicabı vardır) şeklindeki rivayetlerle ilgilidir. Hicâb hadisleri hakkında bilgi için bkz. Taberânî, el-Mucemü'l-kebîr, VI; 148; Hakîm et-Tirmizî. Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Hasan (ö. 320/932), Nevadirü'l-usûl, I-ll, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1992, III, 176; Heysemî, Nûreddîn Alib. Ebû Bekr el- (ö. 8G7/H®5),Mecma'u'z-Zevâid, 1-X, Dârü'r-Reyyân li't-Türâs-Dârü'l-Kütübİ'l-Arabî, Kahire-Beyrut 1407, 1, 79; Münâvî, Feyzü'l-kadîr, IV, 78, 157, VI, 189,

[73] Müslim'de varlığından söz edilen hicâb hadisinden maksat" (Allah hayydır, uyumaz, uyuma ihtiyacı da yoktur, onun perdesi nurdur, eğer perdeyi açacak olsa, yüzü­nün aydınlığı parlar da yaratıklarının basarı/gözü ona ulaşamazdı) şeklindeki rivayettir (Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî (ö. 261/875), el-Câmi'u's-sahîh (nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), Dârü't-Türâsi'l-Arabî, I-V, Beyrut ts., "Bâbü Kavlihî 'Aleyhi's-selâm İnn'Allahe lâ Yenâmü", I, 161, 162 ). Ayrıca Müslim'in dışında, Ahmed b. Hanbel (Müsned, IV, 405), İbn Mâce (es-Sünen (nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), 1-11, Dârü'1-Fikr, Beyrut ts., I, 70-71), İbn Hibbân (es-Sahih, I, 499), Hâkim, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah en-Nîsâbûrî (ö. 405/1014), el-Müstedrek (nşr. Mustafa Abdülkâdir Atâ), I-IV, 1. baskı, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Bey­rut 1411/1990, I, 244) gibi başka kimseler de bu rivayete eserlerinde yer vermiş­lerdir.

[74] Hût, Esne'l-metâlib,s.30.

[75] Ali el-Kârî, el-Masnû fî ma'rifeti'l-hadîsi'l-mevdû', s. 189 (İbn Teymiyye mevzu­dur demiştir); Aclûnî, Keşfu'l-hafâ', II, 343, Nevevî sabit değildir demiştir. İbn Arabi, "bu hadis rivayet açısından sahih değilse bile bizim nazarımızda keşfen sahihtir" demiştir. Suyûtî'nin el-Kavlü'l-eşbeh fi hadîsi men 'arafe nefsehû fe kad arafe rabbeh adlı bir eseri vardır.

[76] "Beni ne yerim ne göğüm ihata edemedi, ancak mü'min kulumun kalbi ihata etti" anlamına gelmektedir, ibn Teymiyye, Takiyyüddîn Ahmed b. Abdülhalîm (ö. 728/ 1328), Ehâdîsü'l-kussâs (nşr. Muhammed Lütfî es-Sabbâğ), el-Mektebetü'1-İslâmiyye, 3. baskı, Beyrut 1988, s. 1; Hût, Esne'l-metâlib. I, 1290; Sehâvî, Ebû'l-Hayr Şemseddîn Muhammed b. Abdürrahmân (ö. 902/1497), el-Mekâsidü'l-hasene (nşr. Muhammed Osman Hût), Dârü'l-Kütübi'l-'Arabi, Beyrut 1985, 1, 990; Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, II,2256.

[77] Müellifin bulamadığını ifade ettiği bu rivayet "Benim Allah ile birlikte bir vaktim vardık ki bu vakitte ne mukarrabînden bir melek, ne de gönderilmiş bir peygam­ber o vakit beni ihata edemez" anlamında olup şuralarda geçmektedir: Hût, Esne'l-metâlib, I, 1216; Ali el-Kârî, el-Esrârü'l-merfû'a, I, 392; İbnü'd-Deyba', Temyîzü't-tayyib, I,  141; Sehâvî, elMekâsidü'l-hasene, I, 926; Aclûnî, Keşfü'l hafâ', II, 2159.

[78] Hût, Esne'l-metâlib, II, 2159; Leknevî, Ebû'l-Hasenât Muhammed Abdülhayy b. Muhammed (ö. 1304/1886). el-Âsârü'l-merfû'afî'l-ahbâri't-mevdû'a, (nşr. Sa'îd b. Besyûnî Zaglûl), Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1405/1984, I, 539; İbnü'd-Deybai Temyîzü't-tayyib, I, 179; Kâvukcî, Ebü'l-Mehâsin el- (ö. 1305/1888), ei-Lü'lü-ü'Umersû', Dârü'1-Beşâiri'l-İslâmiyye, Beyrut 1415, s. 671; Ali el-Kârî, el-Masnü,I 373; Sehâvî, el-Mekâsidü'l-hascne, I, 1213; Aclûnî, Keşsfü'l-hafâ', II, 2669.

[79] Bu makâsıda misâl olarak daha bazı akvâl yazılmış ise de, Hey'et-i 'Aliyye'nin tensibi veçhile tayyolunmuştur (mlf.).

[80] Sehâvî'den naklen aynı ifadelerle Aclûnî, Keşfü'l-hafâ', II, 180.

[81] Hırka giyme ve hicâb hadisleri hakkında bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 93-94; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 92-93.

[82] Sûfllerin hırka giymesi ile ilgili rivayete atıfta bulunan Ali el-Kârî, Ehl-i hadîsin bu konuya dair rivayet için "lâ asle lehû" dediğinden söz eder (Ali el-Kari, el-Masnû''Jı ma'rifeti'l-hadîsi'l-mevdû', s. 144; Aclûnî, Keşfü'l-hafâ', II, 182).

[83] Enes b. Mâlik tarîki ile nakledilen bu rivayete göre bir grup sahâbî Hz. Peygamber ile birlikte otururken Hz. Peygamber içinizde bize şiir okuyacak kimse yok mu, diye sormuş, bir bedevi kendisinin okuyabileceğini söyleyerek: (Ciğerimi soktu hevâ yılanı; Bulunmaz tabibi ne de okuyanı, Ancak o aşkına daldığım Habîb; O'dur İlacımın olduğu tabîb) beyitlerini okumuştur. Sühreverdî, Ebû'n-Necîb Abdülkâdir b, Abdullah (ö. 563/ 1168), Tasavvufun Esasları 'Avârifü'l-ma'ârif Tercümesi (nşr. H. Kâmil Yılmaz, İrfan Gündüz), Erkam Yayınları, İstanbul 1409/1989, "26. Bölüm: Semâ Âdabı", s. 261.

[84] Hut Esne'l-metâib, I, 1136; Leknevî, Âsârü'l-merfü'a, 1, 359; Zerkeşî, Ebû Abdul­lah Bedreddîn Muhammed b. Bahâdır ez- (794/1392), et-Tezkire fî't-ehâdîsi't-müştehira (Mustafa Abdülkâdir 'Atâ), Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1986, I, 213; Suyûtî, Ebû'l-Fazl Celâleddîn Abdurrahmân b. Ebû Bekr es- (ö. 911/1505), ed-Dürerü'l-müntesira (nşr. Muhammed b. Lütfı Sabbâğ), Câmî'atü'l-Melik Su'ûd, Riyad fi 988, I, 482; Ali el-Kârî, el-Masnû' fi marifeti’l-hadîsi’l-mevdû; s. 236; Sehâvî, el-Mekâsidü 'l-Hasene, I, 856; Fettenî, Cemâleddin Muhammed Tâhir b. Ali el-Hindî el- (ö. 986/1578), Tezkiretü'l-mevzü'ât, Beyrut ts.. I, 197; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ; II; 2042.

[85] Rivayette anlatılan olay söz konusu edilerek Sühreverdî'nin eleştirilmesi bir yana, İzmirli'nİn burada bahse konu ettiği " (Soktu ciğerimi hevâ yılanı) ifadesi Hz. Peygamber'e ait değil, o sırada orada bulunan bir bedeviye ait­tir. Hadisenin bu yönüne dikkat çekilmemekle, sözün sanki Hz. Peygamber'e ait olduğu İntibaı verilmiştir. Bu konuda ayrıca bkz. Şeyh Safvet. Tasavvufun Zafer­leri, s. 90.

[86] Ali el-Kârî, el-Masnû'fi ma'nfeti'l-hadisi'l-mevdû1, s. 144; Kâtib Çelebi, Keşfû'z-zünûn, II, 184.

[87] Mzânü'l-i'tidâl'de (V, 198) ve Lisânü'l-Mîzân" (Sanki o, içerisinde "Soktu ciğerimi hevâ yılanı" ifadesinin geçtiği uydurmayı ortaya atan kişidir) ifadesi geçmektedir. Görüldüğü gibi bu İfadelerde, durum İzmirli'nin söylediğinden farklı olarak "içerisinde (Hevâ yılanı soktu) ifadesinin geçtiği bu uydurmayı ortaya atan odur" denilmektedir.

[88] Kâtib Çelebi, Kesfü'z-Zünün, II, 184.

[89] Mutasavvifenin hadis uydurduğuna dair görüşler için bkz. İzmirli, Musrasvife Sözleri, s. 45.

[90] İbnü's-Salâh, Ebû Amr Takiyyüddîn Osman b. Abdurrahmân (ö. 643/1245), Ulûmu'l-hadîs (nşr. Nureddin itr). Dârü'l-Fikr, 3. baskı, Dımaşk 1404/1984, s, 99. Burada geçen ifade şu şekildedir: “Hadis uydurucuları çeşit çeşittir. En çok zararı dokunanı ise zühde nisbet edilen topluluktur. Kendi akıllarınca sevab kazanmak düşüncesi ile hadis uydurmuşlardır. İnsanlar da onlara güvenip, itimad enikleri için onların uydurmalarını kabul etmişlerdir),

[91] Muhammed el-Beşîr Zâfır el-Ezherî, Tahzîru'l-mûslimin, s. 48; Zehebî de Sülemî'yi Hakâ'iku't-tefsir'i dolayısıyla eleştirmiş ve ardından" (Aynı şekilde Hakâ'ikü't-tefsir adlı kitabını yazması dolayısıyla Sülemî hakkında da tenkid ileri sürürlmüştür. Keşke te'lif etmemiş olsaydı. Hallacı işaretlerden ve Bestâmî şat-hiyyelerden Allah'a sığınırız) ifadelerini kullanmıştır (a.mlf., Siyeru a'lâmî'n-nübelâ; XIII, 442); a.mlf., Tezkirerüİ-huffâz, IV, Dârü İhyâ'i't-Türâsi'l-'Arabî, 3. baskı, Beyrut 1956, III, 1046 (Zehebî burada da " Hakâ'iku't-tefsîr'i te'lif etti, içerisinde gariplikler ve te'villere yer verdi) ifadesini kullanır).

[92] İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî (ö. 852/1449), Fethu'l-bâri flaşı. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), Dâru'l-Ma'rife, Beyrut 1379, 1, 199-200. Kerrâmiyye'tün terğîb ve terhîb konusunda hadis uydurmayı caiz gördüğünü es-Sem'ânî'den naklen İbnü's-Satâh da kaydetmiştir (İbnü's-Salâh, Ulûmü'l-hadis, s. 100).

[93] bkz. Mübârekfûrî, Ebû'1-Alî Muhammed Abdurrahmân (ö. 1353/1934), Tuhfetü'l-ahvezi bi şerhi Câmi’’i’t-Tirmizi, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut ts., VU, 350.

[94] Münzirî, Ebû Muhammed AbdüTazîm b. Abdülkavî fö. 656/1258), et-Terğib ve't-terh'ib (nşr. İbrahim Şemsüddin), I-IV, l. baskı, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1417, 1, 8. İzmirli'nin bu tarzda tercüme ettiği ifade şu şekildedir: " (Adı geçen kitaplarda olmayan ancak Ebu'l-Kâsım el-İsbehânî'nin kitabında geçenlerin tamamını eserin içine aldım ki onlar sayıca çok azdır. Uydurulduğu kesin olduğu ileri sürülen hadisleri de kaydettim).

[95] Muhammed b. Lütfı es-Sebbâğ, el-Mektebetü'l-İslâmî, 2. baskı, 1404/1984, 320 S.

[96] Sözü edilen sahîfeler Mısır'da Hüseyniyye Matbaası'nda yayımlanan 1324 tarihli baskıya göredir. Eserin Mahmûd Muhammed et-Tanâhî neşrinde (Matba'atü îsâ el-Bâbî el-Halebî: Kahire ts.) Sübkî'nin İhya'daki hadislerden senedini bulama­dıkları 102 sayfa yer tutmaktadır.

[97] Zehebî, Mîzânü'l-i'tidât, V, 172; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân. IV, 238. Beyhakî'nin Şu'abül-İmân'ında yer alan bir hadis dolayısıyla Zehebî onu eleştirmiş ve "zâke kezzâb" iİfadesini kullanmıştır (Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ', XI, 256).

[98] İlgili bahiste Nevevî şu ifadelere yer verir: "(Bunlar kesinlikte bid'attir, münkerdir, terk edilmesi ve yüz çevirilmesi zorunludur. Yapanlara da karşı gelin­mesi gerekir, devlet idarecisinin, insanların bunu yapmasını yasaklaması ge­rekir).

[99] Nevevi, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn Yahya b. Şeref en- (ö. 676/1277), Fetâvâ'l-İmâm en-Nevevî (nşr. Muhammed el-Haccâr), Dârü's-Selâm, baskı yeri yok, 2. baskı 1405/1985, S. 62-63.

[100] İbnü's-Salâh, Ebû Amr Takiyyüddîn Osman b. Abdurrahmân (ö. 643/1245). Ferâ-vâyı İbni's-Salâh, el-Mektebetü'1-İstâmiyye, Diyarbakır ts., 21 (benzer ifadelerle).

[101] Muhammed b. Tâhir b. Alî Îbnü'l-Kayserânî (ö. 507/1113) hakkında bkz. Zehebî, Tezkiretü'l-hujfâz, IV, 1242.

[102] İbn Kayyim bizzat Gazzâlî hakkında "(Şaşırtıcı olan, sünnetin kokusunu alan kimselerin bu tür saçmalıklara itibar et­mesi ve onları nakletmesidir) diyor (Not: Bu son fıkra rufekây-ı kiram tarafından çıkarılmıştır) (mlf.).

[103] Bu konulara dair hadisler hakkında bkz. İbnü's-Salâh, Ebû Amr Takiyyüddîn Os­man b. Abdurrahmân (ö. 643/1245), Fetâvâ (nşr. Abdülmu'tî Emin Kal'acî), Dârü'1-Marife, Beyrut 1406/1986, 1, 180; İbn Kayyim, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekr el-Cevziyye (ö. 751/1350), Nakdü'l-menkûl (nşr. Hasan es-Semâ'î Sü-veydân), Dârü'l-Kâdirî, Beyrut 1401/1990, s. 82; İbn Kayyim, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekr el-Cevziyye (ö. 751/1350), el-Menârü'l-münîf (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Haleb 1403, s. 95.

[104] Nevevî, Fetâvâ'l-İmâm en-Nevevi, s. 62-63; Hût, Esne'l-metâtib, s. 371 (Ali el-Kârî ve İbn Receb'in bu konudaki hadislerden hiçbirinin sahih olmadığını ifade ettik­lerini kaydetmektedir).

[105] Leknevî, Âsârü'l-merfû'a. s. 82. Aynı ifadeler Nevevî'nin Fetâvâ'sında da geçmektedir (s. 62-63).

[106] (Ebû Bekir kıldığı namazlar sebebiyle size üstünlük sağlamamıştır, ancak kalbine yerleşen bir şey sebebi ile üstünlük sağ­lamıştır) şeklindeki rivayet Hût, Esne'l-metâlib, Dârü'l-Kütübi'l-Arabî, Beyrut 1403, 1, 1270; Ali el-Kârî, el-Esrârü'l-merfu'a, I, 415; Ali el-Kârî, et-Masnû'JJ ma'rijeti'l-hadisi'l-mevdû', s. 415; Sehâvî, el-Mekâsidü'l-hasene, I, 970; Aclûnî, Keşfü'l-hafa', 11,2228.

[107] İbn Ganim el-Makdisî'ye ait Hallü'r-rumûz adlı bir eser tespit edemedik. Aynı isimle İsmet el-Buhârî'ye (ö. 840/1436) ait bir eser kaydedilmekte olup Ahmed Rüşdî en-Nakşîbendî tarafından Türkçe'ye tercüme edilerek İstanbul'da yayım­lanmıştır (Dârü't-Tıbâ'ati'l-Âmire, 1836).

[108] Kâvukcî, el-Lü'lüü'l-mersû', s. 479.

[109] Muhammed el-Beşîr Zâfır el-Ezheri, Tahzıru'l-müslimîn, s. 53; Kâvukcî, el-Lü'lüü'l-mersû', s. 479.

[110] Muhammed el-Beşîr Zâfir el-Ezherî, Tahzîru'l-müslimîn, s. 62; Hût, Esne'l-mecâlib, s. 370. Ayrıca yukarıda sözü edilen sayfalar arasında da bunların çok sayıda örneğini görmek mümkündür.

[111] Meselâ bkz. Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn Yahya b. Şeref en- (ö. 676/1277), Şerhu'n-Nevevi 'alâ Sahihi Müslim, (-XVIII, 2. baskı, Dârü İhyâ'i't-Türâsi'l-'Arabî. Beyrut 1392. I, 70.

[112] (Usûliyyûn ve kelâmiyyûn indinde ... şeklinde başlayan ifadelerden itibarenki kısmı kastederek) İhtimâl ba'zı rufekâ-i kiram tarafından serd olunmuştur (mlf.).

[113] İzmirli burada Cerîde-i 'flmijye'dete tartışmaların başlamasına neden olan beyanâtına işaret etmektedir.

[114] Söz konusu namazlara dair hadisler ve değerlendirmeleri için bkz. Leknevî, Âsârü'l-merfü'a, s. 58-85. Mübarektim, Tuhfetü'l-ahvezi, III, 382 (Burada Aşûrâ günü oruç tutmaya dair bazı rivayetlere yer verilmiştir).

[115] Leknevî, Âsârü'l-merfü'a, s. 8.

[116] ("Mesâil ile meşgul olmamıştır" ifadesi yerine) Aslında, "mes'eleye el uzatma­mızda" yazılmış idi, rufekâ-i kiram tarafından o 'ibare tezbîb olunmadı. Yukarıya yazıldığı veçhile tashih olundu (mlf.).

[117] Aslında "Gazzâlî'nin el-Munkız'da tarîki bu değil mi? Bunda şüphe olunur mu" ibaresi var idi. Rufekâ-i kiram bunun yazılmasını tezbîb etmediler (mlf.).

[118] Leknevî,Âsârü'l-merfû'a, s. 8.

[119] Sözü edilen eserin adı el-İğtibât bi men rumiyebi'l-ihûlât (nşr, Fevvâz Ahmed Zemerlî), Dârü'l-Kütübi'l-Arabi. Beyrut 1988, 135 s. ve Dârü'l-Ma'rife, Beyrut 1988, 400 s.

[120] Aslında, "fezâil-i suver hakkında birçok ehâdîs vad' olunmuştur. Sıddîk Hân. Sûre-i Mâide'nin, "(Orada zorba bir topluluk vardır) (el-Mâide: 4/22) âyet-i kerîmesinin tefsirinde: "(Tefsir kitaplarının sayfalarında nice yatanlar, belâlar ve kıssalar vardır, hepsi uydurulmuş hadislerdir) diyor. İmanı Ahmed “(Üç kitap vardır ki onların dayanakları yoktur: Megâzî. melâhîm, tefsir) diyor, Hatîb el-Bağdâdî, İmâm Ahnıed'in bu sözü hakkında". (Kendilerine nakle­denlerin âdil olmaması ve kıssacıların onlara yaptığı ilaveler dolayısıyla bu üç konudaki belirli kitaplara dair bir hükümdür. Melâhim kitaplarına gelince. ...vd.) diyor idi. Yine rufekâ-i kiram hazretleri tarafından tayyolundu (mlf.)

[121] Fezâil hadisleri hakkındaki tanışmalar için bkz. Şeyh Safveı. Tasavvufun Zafer­leri, s. 156-137; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 101-103.

[122] Aslında şöyle idi: "Nitekim 'İrakı şöyle diyor: " (İlim yolcusu, siyer kiıaplarının sahihi de münkeri de bir arada topladığını mut­laka bilsin). Hâkim ile Tirmizî tashih-i hadîse müşahit) bulunmakla Ehl-i hadîs onların tashihine i'timâd etmiyorlar. Nitekim Zehebî böylece tetkik etmiştir. Burası da rufekâ-i kiram tarafından ihrâc olunmuştur (mlf.).

[123] Bu hadis errefmdaki rartışmalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 137-140; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s.101-103.

[124] Münâvî, Feyzü'l-kadir, V, 56; a.mlf.. er-Te'ârif. I, 571 (Her iki eserde de Hz. Peygamberin sözü olarak); Alî b. Sultân el-Herevî el-Kârt, d-Masnû'fî ma'rjfetl'l-hadisi'l-mevdû', s. 199 (Hz. Ali'nin sözü olarak); Kâtib Çelebi, Keşfü'z-zünûn, 11. 1043.

[125] Hadis usûlü ilminde mevkuf terimi sahabenin söz, fiil ve takrirlerini ifade eder. Mevzu hadislere dair eserlerde ise. zaman zaman hadîsin merfû olabileceği ihti­mâlini ifade için de kullanılır. Bu tür eserlerde, eğer bir sözün bir sahâbîye ait olduğu kesin biçimde bilinirse onun için "nün kelâmi fülânin es-sahâbiyyi/filân sahâbînin sözüdür" ifadesi kullanılır. Senedi sahabede kalmakla birlikte sözün .sahâbîye aidiyyeti kesin değilse ve merfû olma ihtimâli var ise (mevkuf olarak filan sahâbîden) ifadesi kullanılır. İkinci ihtimâlde sözün Hz. Peygambşr'e ait olma ihtimâli vardır (bkz. Aydınlı, Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, Timaş Yayınları, İstanbul 1987. s. 99).

[126] " (Tabî olunuz, bidatçilik yapmayınız, korunursunuz) şeklindeki rivayettir.

[127] İbn Mes'ûd'a nisbet edilen hadis için bkz. Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahmân (ö. 255/868). es-Sünen (nşr. Fevvâz Ahmed Zemerlî-Hâlid es-Seb' el-Alemî), 1-11. Dârü'l-Kütübi'l-Arabî. 1. baskı, Beyrut 1407, 1. 80; Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebir, IX, 154; Beyhakî, Ebü Bekr Ahmed b. el-Hüseyn el- (ö. 458/ 1066). es-Sünenü'l-kübrâ (nşr. Muhammed Abdülkâdir Atâ), 1-X, Mektebetü Pârü'1-Bâz, Mekke 1414/1992. il, 407; Beyhakî. Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali el-Mûsâ (ö. 458), el-Medhal ile's-Süneni'l-kübrâ (nşr. Muhammed Ziyâüddîn el-A'zamî), Dârü'l-Hulefâ' li'1-Kitâbi'l-İslâmî, Kuveyt 1404, I, 186: Heysemi, Mecma'u'z-zevâid, I, 181; Hût, Esne'l-metâlib, 1. 34: İbnü'd-Deyba', Temyizü't-tayyib, 1, 8; Sehâvî. Mekasidü'l-hasene, 1. 16; Aclûnî. Keşfu'l-hafâ’. I, 63.

[128] (Dağ dağa karşı taşkınlık etse bağî her ikisinde süratle aşardı (Allah bir çıkış yolu verirdi) şeklindeki hadis için bkz. İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Ali (ö. 597/1201), el-İlelü'l-mütendhive nşr. Halil el-Meyyis). Mİ. 1. baskı, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye. Beyrut 1403, II, 1297-1298; Hût. Esne'l-mecâlib, I, 1171; Sehâvî. el-Mekdsidü'l-hasane 1, 888; Fetteni, Tezkiretül-mevzû'ât, I. 184; Şevkânî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Havlânî eş- (ö. 1250/1834), Fevâ'idü'l-mecmû'a fî'l-ehddîsi'l-mevzû'a (nşr. Abdurrahmân b. Yahya el-Yemânî), Mektebetü's-Sünne, Kahire 1960, 1. 638; Aclûnî, Keşfu'l-hafâ', 11, 201.

[129] Buhârî el-Edebü'l-müfred'âe mevkuf olarak, İbn Merdûye A'meş'ten merfû olarak rivayet etmiştir. İbn Hibbân ise rivayeti ed-Pu'afci'smdu kaydetmiştir. Rivayetin senedinde yer alan Ahmed b. el-Fazl kaynaklarda vaddâ' olarak nitelendirilmek­tedir.

[130] Deylemî, Ebû Şücâ' Şîrûye b. Şehridâr (ö. 509/1115), el-Firdevs bi me'sûri’l-bıtâb (nşr. es-Sa'îd b. Besyûnî Zağlûl), IV, 1. baskı, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye. Beyrut 1986, II. 229.

[131] Hin,Esne'l-merâlib. 1, 1704; İbnü'd-Deyba', Temyizü't-tayyib. l. 193;

[132] (Küçük günahlar ısrar edildikçe Küçük kalmaz, istiğfar edildikçe de büyük günah kalmaz) şeklindeki rivayeı bazı kaynaklarda geçmektedir (bkz. Kudâ'î, Ebû Abdullah Muhammed b. Selâme b. Ca'fer (ö. 454/ 1062). Müsnedü's-şihab (nşr. Hamdi b. Abdülmecîd es-Silefi), 2. baskı. Beyrut 1407/1986. II, 44; İbn Receb, Ebû'l-Ferec Abdurrahmân b. Ahmed el-Hanbeli (ö. 795/1393), Câmi'u'l-'ulûm ve'l-hikem, Dârü'l-Marife, Beyrut ts., s. 1 79; Nevevî, şerhu'n-Nevevî 'alâ Sahihi Müslim, X, 411; Deylemû el-Firdevs, V, 199; Münâvî, Feyzü'l-kadir, VI, 436).

[133] Rivayet için bkz. Suyûtî, ed-Dürerü'l-mümesira, I, 1708, 456; İbnü'd-Deyba". Temyizü't-tayyib, I, 193; İbn Tolun. Şemseddin Muhammed b. Ali (ö. 953/1546), eş-Şezerafi ehâdîsi'l-mûştehira (nşr. Kemâl b. Besyûnî Zağlûl), Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye. l-II, Beyrut 1993. II, 1129;

[134] (Allah Te'âlâ'nın geride bıraktığı gibi siz de namaz kılarken kadınları geride bırakınız) şeklindeki rivayettir. Kaynaklarda İbn Mes'ûd'un sözü olarak geçmektedir.

[135] İbn Huzeyme, Ebû Bekr Muhammed b. İshâk b. Huzeyme el-Kazvînî (ö. 311), es-Sahîh (nşr. Muhammed Mustafa el-A'zamî), I-1V, el-Mektebü'l-İslâmî, Beyrut 1390-1970, 111, 99; Abdürrezzâk b. Hemmâm es-San'ânî, el-Musannef (nşr. Habîbü'r-rahmân el-A'zamî), el-Mektebü'l-İslâmî, I-XI 2. baskı, Beyrut 1403,111, 149: Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebir, IX. 295-296; Hût, Esne'l-metâlib, 1, 80; Ali el-Kârî, el-Esrârü’l-merfû'a, I, 18; Kâvukcî. el-Lü'iü'i'l-mersû'. s. 2; Sehâvî, el-Mekâsidü'l-Hasene. I, 41; Aclûnî, Keşfu'l-hafa', I, 156.

[136] Kaynaklarda Hz. Aişe'nin sözü olarak da yer almaktadır.

[137] Rivayet kaynakların bir kısmında (her gün) bir kısmında (her sene) şeklinde geçmektedir. Hût, Esne'l-metâtib, 1, 1092; Leknevî, Âsârü'i-mer-Jü'a, 1,349; Suyûtî,ed-Düıerü'l-müntesira. I, 326; Fettenî, Tezkiretü'l-mevzûât, 1. 21; Aclunî, Keşfü’l-hafâ’, II, 1979, 2230.

[138] Münâvî, Fcyzü'l-kadîr, V, 486; Aclûnİ. Keşfü'l-hafâ'. II, 162. 249 (Hz. Aişe'nin sözü olarak. İbn Hacer bu rivayet hakkında "la asle lehû" demiştir); İbn Hibbân. Muhammed b. Hibbân b. Ahmed et-Temîmî (Ö. 354). es-Sahih (nşr. Şu'ayb el-Arnaûd). I-XVIII, 2. baskı, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1414/1993, VI; 261; Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ'. II, 154; Ali el-Kârî, el-Masnû'fî ma'rifeti'l-hadisi'l-mevdü' . s. 136 (Hasan-i Basrî'nin sözü olarak). Aclûnî, Hasan-ı Basrî'nin sözü olduğunu ve sözün Buhârî'nin es-Sahih'inde yer alan Haccâc'ın zulmünden şikâyet eden halka sabır tavsiye edilirken söylenen (Rabbinize kavuşuncaya kadar, hiçbir zaman yaşamayasınız ki son­rası, yaşadığınız zamandan daha kötü olmasın) şeklindeki merfû rivayet (Buhâri, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail el- (ö. 256/870).et-Câmi'u's-sahîh (nşr. Mus­tafa Dîbel-Buğâ), I-VI, Dârü İbn Kesîr el-Yemâme, 3. baskı, Beyrut 1407-1987, VI, 2591) île aynı manada olduğunu ifade eder (Aclûnî, Keşfü'l-hafâ', II, 160).

[139] "İsimlerin en sâdık olanı Haris ve Hemmâm'dır" şeklindeki bir başka söz ile bağlantılı bir rivayettir ve "Dünya malına karşı her biriniz hırslı ve sıkıntıların­dan dolayı kederlenirsiniz" anlamında "Her biriniz Haristir ve Hemmâm'dır" de­nilmiştir. Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ', XIX, 463).

[140] Aclûnî, Keşfü'l-hafâ', II; 150; Ali el-Kârî, el-Masnü'fi ma'rifeti'l-hadîsi'l-mevdû'. s. 139. Her ikisinde de "leyse bi hadîsin" denilmiştir.

[141] Gazzâlî'nin ömrünün sonunda hadis ilmi ile de meşgul olmayı istediği ancak öm­rünün vefa etmediği kaynaklarda da yer almaktadır (bkz. Zehebî. Siyeru a'lömi'n-nübelâ; XIX, 326).

[142] Zehebî,Mîzânü'l-İ’tidâl, II, 164-165 (Burada "sadûkun fî nefsihîve kad nakkamû 'aleyhi ba'za tasavvufihî ve tesânîfihî" ifadeleri yer almaktadır).

[143] Zehebî, Mizânû"l-İ'tidâl, il, 166.

[144] Onun hakkında (Ebû Zür'a, Ebû Tâlib'in el-Kût'M gibi müteahhirînîn eserlerini görse İdî, aynı şekilde, el-Kûr bir yana, İbn Cehdam'ın Behcetü 'l-esrâr'ını görseydi nice olurdu) ifadesini kullanır (a.mlf., Mizânü'l-İ’tidal, II, 165).

[145] Müellif bu İfadeleriyle Şah Veliyyullâh'ın hadis kitapları hakkındaki değerlendir­mesine atıfta bulunmaktadır (bkz. vr. 6-7).

[146] Herevî, Menâzilü's-sâirin, Divân-ı Ferhadî, Tahran 1361, s. 19-21 (Selâhuddîn el-Müneccid'in Arabça neşri ile birlikte (Kahire 1960).

[147] (Yürüyünüz, sizi müfridler geçti. Denildi ki, Ey Allah'ın Resulü müfridler kimdir? Dedi ki, müfridler Allah'ın zikri ile hareket eden/sallananlardır. Zikir onların bütün ağırlıklarını bıraktırır ve kıyamet gününde yalınayak gelir­ler)" şeklindeki hadise atıfta bulunulmuştur. Herevî, Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği bu rivayetin ardından (bu hasen bir hadistir) ifadesini kulla­nır (a.mlf., Menâzilü's-sâir'in, s. 19).

Söz konusu hadis Şihâbüddîn es-Sühreverdî tarafından Risâletü's-seyr ve't-tayr fi şerh-i hadîsi Sebeka'l-müfridûn adıyla şerh edilmiş olup yazma bir nüshası Nûru-osmaniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (nr. 2402, vr. lb-5a).

[148] Bu kayıt ile Cibril hadîsinde geçen, meleğin (ihsan nedir) ifadesine atıf­ta bulunmaktadır. Buna cevap olarak Hz. Peygamber “(ihsan, senin Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etmendir. Sen onu görrnesen de o seni görür) cevabını vermiştir. Bu rivayetin ardından da Herevî" (Bu sahih garib bir hadistir. Müslim onu sahihler arasında kaydeder) ifadesine yer verir (Herevî, Menâzilü's-sâirin, s. 20).

[149] İnsanların hakka yönelmesini istersen yalnız başına kalırsın, kendine destekçi bulamazsın anlamında "Hakkı istemek garipliktir" denilmiştir. Deylemî, el-Firdevs, II. 443; Münavi, Feyzü'l-kadir, I, 293, IV, 269; Zehebî,Mizânü'l-i'tidâl,V, 133. Herevî bu rivayetin ardından " (bu garîb bir hadistir, onu ancak Allan rivayeti olarak yazdım) ifadesini kullanmıştır (Herevî, Menâzilü's-sâîrin, s. 20).

[150] Aslında şöyle idi: Müşârün İleyh sıfat babında selefiyyeden olup, Küllâbiye'den olan Hâris-i Muhâsibî'ye şöyle muhaliftir; İlm-i kelâmı zemme dâir bir de risalesi vardır. Bu fıkra rufekâ-i kiram tarafından tayyolunmuştur (mlf.).

[151] Bu bahsi yazdığım zaman henüz Medâricü's-sâlikın'deki ehâdîse nazar etmemiş­tim. Onun için ondaki ehâdîs hakkında bir şey diyemem. Fakat ikinci cevâbımda burayı îzah ettim (mlf.).

[152] Hızır hakkındaki tartışmalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 153-154; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 114-115.

[153] İbn Kayyım, Nakdü 'l-menkûl, I, 62. Müellif eserinin." (Mevzu Hadisler Bölümü: Hızır Aleyhi's-selâm Hadisleri) başlıklı bölü­münün girişinde, " (İçeri­sinde Hızır'ın ve yaşadığının kaydedildiği hadislerin tamamı yalandır, onun ha­yatına dair sahih hiçbir hadis yoktur) ifadesini kullanır ve bunlara bazı rivayet­leri örnek gösterir.

[154] İbn Teymîyye hakkındaki tartışmalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 45-46; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 70-75.

[155] ("Yahut kendileri 'indinde ..." ifadesinden itibarenki kısmı kastederek) Burası ba'zı rüfekâ-i kiram tarafından 'ilâve olunmuştur (mlf.).

[156] Bunu açıkça destekleyen rivayetlerin yanında bu hususun tasrih edilmediği riva­yetlere de daha önce işaret edilmişti.

[157] Görüldüğü üzere bu cümle önceki ifadeye göre daha kapsamlıdır.

[158] Sehâvî, el-Mekâsidü'l-hasene, I, 1356.

[159] İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, 1, 12.

[160] İbnü'd-Deyba',  Temyîzü't-tayyib,  1,  202;  Hût, Esne'l-metâlib,  Dârü'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 1403/1983, s. 368.

[161] Leknevî, Ebû'l-Hasenâı Muhammed Abdülhayy b. Muharnmed (ö. 1304/1886), el-Fevâ'idü-l-behiyye, Kahire 1324/1906, s. 63.

[162] İbn Kayyim, Tuhfetü'l-mevlüd, 1, 203; Hût, Esne'l-metâlib, s. 370. İbn Kayyim onun hakkında şu ifadelere yer verir: " (Muhammed et-Tirmizî el-Hakîm ehl-i hadîsten değildir, rivayet usûlü ve İlmi konusunda bilgisi de yoktur. Onun sûfilerin işârâtları, tarîkatler ve gizli işler konusundaki keşf ve gizli hakikatler konusunda sözleri vardır. Bu konuda konuşmakla fakihlerin kaidelerinden dışı­na çıkmıştır. Bu sebeple doğru yolda olanların eleştirilerini hak etmiştir. Onun hakkında şöyle demişlerdir: O şeri'at ilmine cemaati parçalayacak şeyler sok­muştur, bu sebeple de eleştirilip, ayıplanması vacip olmuştur. Kitaplarını mevzu hadislerle doldurdu, mervî olmayan, duyulmamış rivayetleri kaydetti, sebebine akıl sır ermeyecek gizli işlerlere yer verdi ki onlar ne zayıf ve uydurmalardır).

[163] İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, V, 308; Münâvî, Feyzü'l-kadîr, 1. 116. 

[164] Hût, Esne'l-metâlib, s. 370.

[165] Dârü'l-Hikme Hey'eti Aliyyesi bu hükmün, tashih olunmayan rivayetlerle ilgili olduğunu düşünürsek, İzmirli'nin kanaatinin en azından önceleri böyle olmadığı açıktır. İzmirli, (İsmail Hakkı b. Hasan, ö, 1366/1946), Siyer-i Celile-i Nebevıyye (Tevsî'-i Tıbâat Matbaası, Dârü'l-Hilâfe 1332) adıyla tartışmaların başlamasından yedi yıl önce yayımladığı eserinde şu ifadelere yer verir: İhyâü'l-'utûnı'un da hadislerine itimad yoktur. ...(s. 98)." İzmirli'nin bu tür sert yaklaşımlarını söz konusu eserden hareketle Ali Yardım da tespit etmiş ve bunun dışında başka örnekler de tespit etmiştir. Bu tespitlerin ardından o şu ifadelere yer verir: "... hiçbiri sahih değildir," "... hakkındaki hadislerin tamamı mevzudur," "... kâffesi zayıftır" gibi hem çok sert, hem de sonunun nereye varacağı pek de hesap edil­memiş ifadelerinin ciddî bir değerlendirmeye tâbi tutulma durumu ortadadır (Yardım, Ali, Himmet Konur'un "İsmail Hakkı İzmirli'nin Tasavvufi Yönü ve Hakkın Zaferleri Adlı Eseri" Adlı Tebliğinin Müzakeresi," İzmirli İsmail Hakki: Sempozyum Bildirileri, s. 173).

[166] Esasen müellif el-Hût'un burada kullandığı ifade de (a.g.e., s. 370) Şeyh Safvet'i desteklemektedir. el-Hût'un ifadesi şu şekildedir: " (Şunu bil ki, Efendimiz Gazzâlî'nin el-İhyâ'sına, kıymetinin yüksekliğine, merte­besinin yüceleğine ve ilimdeki nasibinin derinliğine rağmen, sözü edilen tebın içerisinde bir kısım uydurma hadislere yer vermesi sebeyile, hadis ilmi konu­sunda güven ilemez.). Onun, "İhyâ'ya hadiste itimad olunamayacağının" söylen­mesi, hadislerinin mevzu olmasını gerektirmez. Belki içerisinde bir miktar mevzu rivayetin bulunduğunu ifade eder. Nitekim İzmirli kendisi de nüshanın tebyizinin ardından esere düştüğü bir dipnotta bu ifadenin tashih olunmamış hadislere mahmul olduğunu beyân etmiştir (bkz. vr. 6).

[167] Bu ifadelerin yerini tespit edemedik.

[168] Niıekim. Hz. Peygambere ait olduğu halde hükmün şahsiliği, zamana bağlı ola­rak ahkâmın değişmesi, hükmün ta'lîkı, sika bir râvinin kendisi gibi sika râvîlere muhalefeti gibi sebeplerle bu tür bir hadis ma'mûlün bih olmayabilir. ' Şeyh Safvet burada İzmirli'ye rivayetler hakkında derinlemesine tetkik yapmadan acele olarak hüküm vermiş olması sebebiyle tenkit yöneltmekte, rivayetler hak­kındaki araştırmalarını son tetkike kadar götürmesini önermektedir.

[169] İbnü's-Salâh, Ulümu’l-hadis, s. 99.

[170] Hût. Esne't-metâlib, 1, 372.

[171] İbn Hacer el-Heytemî, Ebû'l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed (ö. 974/1567), el-Fetâvâ'l-hadisiyye, Mektebetü Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Kahire 1409/1989, s. 323-234.

[172] Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî (ö, 241),Müsned, I-VI, Müessesetü Kurtuba, Mısır ts, v, 322. Abdullah, Babası, Abdulvehhâb b. Atâ, el-Hasan b. Zekvân, Abdüivâhid b.Kays, Ubâde b. es-Sâmit tarîki ile gelen bu rivayetin ardından şu ifadelere yer verilmiştir: " (Babam rahmetlik dedi ki: Abdulvehhâb hadisinde bunun dışında sözler de söylenmiştir, O, yani Hasan b. zekvân münkerdir).

[173] Çalışmanın muhtelif yerlerinde bu rivayetlere işaret edildi.

[174] Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Kaymaz et-Türkmânî, er-Ruvâtü's-sikâti'l-mütekellem fihim, 1, 49.

[175] İbn Hacer, Lisânü’l-Mizân, I, 201. Zehebî'nin Ebû Nu'aym ve müte'ahhirîn ulemâsı hakkında benzer değerlendirmeleri için bkz. Zehebî, er-Ruvâtü's-sikât el-mütekellem fihim. 1, 51.

[176] İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, 1, 201.

[177] Onun hakkında Ahnıed b. Muhammect b. Merdûye de benzer ifadeleri kullanmış­tır, bkz. Zehebi. Tezkiretü'l-huffaz, III, 1094.

[178] Sübkî, Ebû Nasr Tâceddîn Abdülvehhâb b. Ali es- (ö. 771/1370), Tabakârü'ş-şâfi'iyyeti'1-kübra (Mahmûd Muhammed Tenâhî), I-X, İsâ el-Bâbî el-Halebî, Kahire 1964, IV. 22.

[179] Suyûtî, Ebû'1-Fazl Celâleddîn Abdurrahmân b. Ebû Bekr es- (ö, 911/1505), Tabakâtü'l-huffâz, 1. baskı, Dârü'l-Kütübi'l-'İlmiyye, Beyrut 1403, I, 423.

[180] Zehebi, Tezkiretü'l-huffâz, III, 1094; a.mlf., Siyerü a'lâmi'n-nübelâ', XVII. 458-459.

[181] Şah Veliyyullâh, Hüccetullâhi'l-bâliğa, 1, 389.

[182] Metnin bütünü dikkate alınarak okunduğunda böyle bir mana çıkarmanın zorla­ma olduğu görülecektir. Zira Şah Veliyyullâh'ın İbaresinden, dördüncü tabaka kitaplarının, Hz. Peygamber'in sözlerini, bunlara karışan diğer sözlerden ayırma­ya yarayacağı sonucunu çıkarmak güçtür.

[183] Kettânî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ca'fer b. İdrîs (ö. 1345/1927), er-Risâletü'l-müstetrafe, Dârü’l-Fikr. Dımaşk 1946, s. 143.

[184] Burada ayrıca (Ne var ki kitabında zik­rettiği birçok hadis dolayısıyla âlimler onu eleştirmiştir) ifadelerine yer verir.

[185] Alî b. Sultan el-Herevî el-Kârî (ö. 1329/1911), Şerhu Şerh: Nuhbeti’l-fiker (nşr. Abdüfettâh Ebû Gudde), Dârü'l-Erkam, Beyrut 1415, s. 447.

[186] Sübkî ve Zehebî'nin görüşleri için bkz. KâtibÇelebi, Keşfü'z-zünûn, II, 1382. Şeyh Safvet'in bu ifadeleri bu kaynaktan alması muhtemeldir.

[187] Kûta'l-kulüb hakkındaki tartışmalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 87-90; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 88-92.

[188] Hatîb, Târihu Bağdâd, III, 89; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, V, 300.

[189] Münker hadis konusundaki açıklamalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 34-36; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 61-62.

[190] Hatîb'in ifadesi şu şekilde: " (Sûfîlerin usûlüne uygun olarak bir kitap yazdı ve onu Kûtü'l-kubûb diye isimlendirdi, içerisinde, sıfatlar konusunda münker haberlere yer verdi) (a.mlf., Târihu Bağdâd, III, 89).

[191] Ali  el-Kâri,   el-Masnû fi ma'rifeti'l-hadîsi'l-mevdû, s. 259;   Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezi, III, 367 (aynı manaya vurgu yaparak).

[192] Ümmü Hâlid'in kendisinden naklen, başta Buhârî olmak üzere birçok hadis kaynağında yer verilen bu rivayete göre bir gün Hz. Peygamber'e, kırmızı ve sarı desenleri bulunan bir elbise getirildi, o da

"karşılaştığınız ilk kimseyi getirin ve bunu ona giydirin" buyurdu. Peygamber Efendimiz'in karşısında bulunan topluluk bir sessizliğe büründü. Bunun üzerine Hz. Peygamber: Ümmü Hâlid bana gelsin, diye emretti. Bir süre sonra Ümmü Hâlid geldi ve Peygamber Efendimize

"ben senin yolunda ve seninle birlikteyim" dedi. Hz. Peygamber kendi eliyle elbiseyi ona giydirdi ve iki defa,

"İyi günlerde giy, güzel günlerde eskit!" buyurdu. Ardından elbisedeki sarılı kırmızılı renklere bakarak "Ey Ümmü Hâlid, bu çok güzel, çok hoş oldu" buyurarak Habeş dili ile sevinç gösterilerinde bulundu (Buhârî, el-Câmi'u'ssahîh, V, 2191, 2198; Ebû Dâvud, Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî (ö. 275/889), es-Sünen (nşr. Muhammed Muhyiddin Abdülhamîd), 1-lV, Dârü'1-Fikr, baskı yeri ve tarihi yok, IV, 42; Hâkim, el-Müstedrek, II, 72, IV; 209; Ahmed, Müsned, VI, 364; Taberânî, el-Mu’cemu'l-kebîr, XXV, 94; Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn el- (ö, 458/1066), Şu'abü'l-İmân (nşr. Muhammed es-Sa'îd Besyûnî Zağlûl), I-VIII, 1. baskı, Dârü'l-Kütübi'l-İlmİyye, Beyrut 1410, V, 82.

[193] Sühreverdî, Tasavvufun Esasları 'Avârifü'l-ma'ârif Tercümesi, s. 124-125.

[194] Hût, Esne't-metâlib, I, 1136; Leknevi, Âsârü'l-merfu'a, I, 359; Zerkeşî, et-Tezkira, I, 213; Suyûtî, ed-Dürerü'l-müntesira, I, 482; Ali el-Kârî, el-Masnû fi ma'rifeti'l-hadîsi’l-mevdû', s. 236; Sehâvî, el-Mekâsidü’l-Hasene, I, 856; Fettenî, Tezkiretü'l-mevzü'ât, 1, 197; Adûnî, Keşfü'l-hafâ; II; 2042.

[195] Sühreverdî, Tasavvufun Esasları 'Avârifü'l-ma'ârif Tercümesi, s. 261-262.

[196] İbnü's-Salâh, Ulûmu’l-hadîs, s. 99.

[197] Nevevî, Şerhu'n-Nevevî 'ala Sahihi Müslim, I, 70. Bu tür cahil kimselerin uydur­macılık alanında yol açtığı tehlikeler için bkz. Kandemir, M. Yaşar, Mevzu Hadisler: Menşei, Tanıma Yollan, Tenkidi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1987, s.56-64.

[198] İbn Hacer, Fethu'l-bâri. I, 199-200.

[199] İbare şu şekilde devam ediyor: "Onların şer'-i şirîfe aykırı bazı işleri dolayısıyla tenkit edildikleri). Birgivî, Muhammed b. Pîr "Ali (ö. 981/1573). ei-Tankatü'l-Muhammediyye ve's-Sirafü'l-Ahmediyye, Matbaay-i Âmire, DerSe'âdet 1301, s. 10; a.mlf.. Tekmile-i Tercüme-i Tarikat-i Muhummediyye (terc. Vedâdî). yy. by. 1890, s. 11.

[200] Nablusî, Abdülganî b. İsmail b. Abdülganî (ö. 1143/1731), Tarîkat-i Muhammediyye, Matba'-i 'Âmire, DerSe'âdet 1290, I, 155.

[201] Aynı görüş için bkz. İbnü's-Salâh, Fetâvâyı İbni's-Salâh, s. 197.

[202] Cürcânî Ali b. Muhammed b. Ali Seyyid Şerif el- (ö. 816/1413), et-Ta'rifât (nşr. İbrahim el-Ebyâri), Dâlül-Kitâbi'l-'Arabi, Beyrut 3405. 1, s. 87-88.

[203] Te'vîl ve tefsir hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.  Şeyh Safvet, Tasavvufun Zafer­leri, s. 100-104, 113-114; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 25-31.

[204] İzmirli. "İslâm Âlimleri ve Mütefekkirleri (: Hüccetü'l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed el-Gazzâlî". Ceride-i 'İlmiyye, sene 5, sayı 57, s. 1828. Şeyh Safvet te'vîl mesleğini ortaya koyup, bu anlayışın ehl-i tasavvuf arasında yaygınlaşmasını sağlayanın Gazzâlî olduğu iddiasına karşı çıkmaktadır. İzmirli sözü edilen tefri­kasında şu ifadelere yer verir: "Te'vîlât-ı bâtıniyye: Âtiyen ber tafsil-i beyan olu­nacağı veçhile Gazzâli re'vil hakkında bir kanun vaz' ediyor, te'vîli birtakım derecelere ayırıyor."

[205] Münzirî, el-Terğib ve't-terhib, 1, 8.

[206] Sübkî'nin senedini bulamadığını söylediği hadisler için bkz. Tabakârü'ş-Şâfi'iy yetti’l-kübrâ, VI. 287-389. Ebû'l-Feyz Muhammed Emin b. Ali es-Süveydî'nin (ö. 1246/1830) el-Mevzû'ât fî'l-İhyâ' (nşr. Alinzâ b. Abdullah b. Alinzâ. Mektebetü Leyyine, baskı yeri yok 1993,179 s.) adlı bir eseri vardır.

[207] Sübki hakkında bigi için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 46.

[208] Tahkikli matbu nüshada ifadesi bulunmamaktadır.

[209] Zehebi. Mizânü’l-İ'tidâl, V, 172; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân. iv, 238.

[210] (Şîrûyeh:) Hafız Ebû Şücâ ed-Deylemî (mlf,).

[211] İbn Hacer, Llsânûİ-Mîzân (Dârietü'l-Me'ârifi'n-Nizâmiyye, Hind), Müessesetü"l-Âlemî el-Matbû'ât, Beyrut 1406/1986. IV, 238.

[212] Aynı İfadelerle bkz. İbn Hacer. Ahmed b. Ali el-Askalânî (ö. 852/1449), Tehzîhü't-Tehzlb, I-XIV, Dârü'1-Fikr, 1. baskı, Beyrut 1404/1984, I, 35.

[213] Muhammed et-Beşîr Zâfır el-Ezherî, Tahzîru'l-müslimîn, s. 61-74; Nevevî, Şerhu'n-Nevevî ıalâ Sahihi Müslim, I. 70; Münâvi, Feyzü'l-kadîr.Vl, 215.

[214] Suyûtî, Ebû'1-Fazl Celâleddîn Abdurrahmân b. Ebû Bekr es- (ö. 911/1505), Tedribü'r-râvî (nşr. Abdülvehhâb 'Abdüllatîf), Mektebetü'r-Rİyâd el-Hadîse, I-1I, Riyad 18., I. 279-281 (O da benzer ifadelerle İbnü'l-Cevzî'yi eleştirmektedir).

[215] İzmirli'nin, Müslim'de yer alan hicâb hadisi müstesna demesine atıfta bulunuyor.

[216] Ömer Nesefî, Ebû Hafs Necmeddîn Ömer b. Muhammed (ö. 537/1142), İslâm İnananın Temelleri Akâİd (haz. M. Seyyid Ahsen), Otağ Yayınları, İstanbul 1971, s. 54.

[217] ykr. bkz., vr. 28.

[218] ykr. bkz. vr. 20.

[219] Rabbi'ne kavuşuncaya kadar mü'mine rahat yoktur.

[220] Deylemî, el-Firdevs, II, 229.

[221] Rivayet, kaynakların bir kısmında (her gün) bazılarında (her yıl) şeklinde geçmektedir, Hût, Esne'l-metâlib, I, 1092; Leknevî, el-Esrârü'l-merfît', I, 349: Suyûtî, ed-Dürerü'l-müntesim, I, 326; Fettenî, Tezklmü'l'mevzü'ât, 1, 21; Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, II, 11979, 2230.

[222] Münâvî, Feyzü'l-kadir, V, 486; Aclûnî, Keşfu'l-hafa, II. 162, 249 (Hz. Aişe'nin sözü olarak. İbn Hacer rivayet hakkında "lâ asle lehû" demiştir); İbn Hibbân, es-Sikât, VI; 261; Ebû Nu'aym, Hilyerü'l-evliyâ', II, 154; Ali el-Kârî, el-Masnû fî ma'rifeti'l-hadisi'l-mevdü' , s. 136 (Hasan el-Basrî'nin sözü olarak). Aclûnî, Ha­san el-Basri'nin sözü olduğunu ve sözün Buhârî'nin es-Sahih'inde yer alan Enes b. Mâlik'in rivayet ettiği bu merfû rivayet ile (Buhârî, el-Câmi'u's-Sahîh, VI, 2591) aynı manada olduğunu ifade eder (a.mlf, Keşfu'l-hafâ', II, 160).

[223] Münâvî, Feyzü'l-kadîr, V, 56; a.mlf., er-Te'ânf, I, 571 (Her iki eserde de Hz. Peygamber'in sözü olarak); Alî b. Suleân el-Herevî el-Kârî, el-Masnû'fî ma'rifeti'l-hadîsi’l-mevdû-, s. 199 (Hz. Alî'nin sözü olarak); Kâtib Çelebi, Keşfüz-zünûn, II, 1043.

[224] Deylemî, el-Firdevs, II, 229.

[225] Haris el-Muhâsİbî hakkındaki tanışmalar İçin bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 140-146; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 105-108.

[226] Zehebî, Mîzânü'l-i'tidâl, II, 166. Zehebî'nin bu ifadelen, Hâris'in de içinde bulun­duğu o dönem ulemâsını övmek maksadıyla söylediği açıktır. Dolayısıyla onun, Hâris'i mutlak anlamda cerh etmesi düşünülemez.

[227] İbn Hacet el-Heytemî, el-Fetâvâ'l-hadîsijye, s. 318.

[228] Burada." (hakkı istemek garibliktir), " (Yürüyünüz, müfridler sizi geçti), “(İhsan, sanki görüyormuşçasına Allah'a kulluk etmendir) şeklindeki rivayetlere işaret edilmektedir (İlk rivayetin, Allan b. Zeyd es-Sûfî tarafından uydurulduğu ifade edilmektedir (Zehebî, Mizânü'l-İ'tidâl.V, 133).

[229] İbn Kayyim, Nakdü'l-menkûl, 1, 62.

[230] Bıı iki sınıf arasındaki İlişki için bkz. Nevevî, Şerhu'n-Nevevi 'alâ Sahihi Müslim, I, 70.

[231] Ahmed, Müsned, v, 32.

[232] Sâğâni hakkında bkz.  Şeyh Safvet, Tasavvu/itrt Zaferleri, s.16-18; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 22-24.

[233] Leknevî, el-Fevâ'idü'l-behiyye, s. 63.

[234] Hakîm-i Tirmizî hakkında bkz. Şeyh Safvet. Tasavvufun Zaferleri, s. 16-19, 152; İzmirli. Mustasvife Sözleri, s. 24, 111-115.

[235] İbn Kayyim, TuhfetüU-mevtûd, 1, 203: Hût. Esne'l-metâlib, s. 370.

[236] Zehebî. Tezkiretü'l-huffaz, II. 645; Sııyûtî, Tahakâtü'l-huffâz, I, 286.

[237] Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz; III, 1000.

[238] Zehebî, Mizânü'l-Vndâl, Vi, 276.

[239] Zehebi, Mîzânü'I-i1 cidal, VI, 276; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, IX. 325.

[240] Sııyûtî, Tabakâcü'l-hujfaz, I, 363.

[241] Zehebî, Mîzanü’l-itidâl II, 283.

[242] bkz. Muhammed el-Beşîr Zâfir el-Ezherî, Tahziru'l-müslimin, s. 4.7 vd; Ayrıca bkz. Mîzânü'l-İtidâl, 11, 165.

[243] Hut. Esne'l-metâlib, s. 370.

[244] el-Hût bu ifadeyi Gazzâlî hadisleri hakkında kullanmaktadır.

[245] Benzer ifadelerle aynı görüşler başka müelliflerce de dile getirilmiştir (bkz. Ebü'l-Me'âlî el-Âlûsî, Muhammed Şükrü b. Abdullah (ö. 1342/1924), Gâyeru'l-emâni fi'r-redd 'ale'n-Nehhânî (Abdül'azîz ve Muhammed Abdül'azîz el-Cümeyyi'). Matâbi'u Necd et-Ticâriyi'e, Rıyad ts,, il, 368-371).

[246] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ', XIX, 339.

[247] Hadîs-i İhyâ'yı münkirdir (mlf.).

[248] Müellif aynı ismi ikinci kere tekrar etmektedir. Kayıtlardan birisi ile muhtemelen İbn Kayyım el-Cevziyye kastedilmiştir.

[249] Zehebî, Siyeru a'lâmün-nübelâ'. XIX, 334. Ayrıca Sübkî sözü edilen müelliflerin her birisinin görüşlerini Tabakâtû'ş-Şâft'iyyeti'l-kübrâ'fa zikretmekte ve bunlar üzerine değerlendirmelerde bulunmaktadır (a.g.e., VI, 240-260).

[250] Aslında "kale İbnü's-Salâh ennehû künyetün müştemiletün 'alâ hurâfâtin ve ekâzîbe ve mevzû'âtin" yazılmış idî. Burası rüfekâ tarafından tay ü tezbîb edildi (mlf.).

[251] Ebû'l-Me'âlî el-Âlûsî, Gâyetü'l-emânifi'r-redd ıak'n-Nebhânî, II, 368 vd.; Sübkî, Tabakâtü'ş-Şâfiiyyeti'1-kübrâ, VI, 243, 249, 253.

[252] ez-Zebîdî İhya ve Kâmus sarihidir. İhya ehâdîsini tahrîc etmiştir (mlf.). Müellif burada Sübkî'nin İhya hadisleri ile ilgili tavrına atıfta bulunmuştur ki, Sübki eserde bulunan benzer hadislere işaretle (İstifade edilsin düşüncesiyle, şaz/bilinen rivayetlere aykırı hadislerden bir kısmını zik­redeceğim) şeklinde bir ifade kullanır (a.mlf., Tabakâtü'ş-Şâfî'iyyeri'l-kübrâ, VI. 249) Ebû'l-Me'âlî el-Âlûsî, Gâyetü'l-emânî fi'r-redd 'alen-Nebhânî, II, 371. İzmirli'nin buradaki atıfları büyük ölçüde Âlûsî'nin bu eserinde topluca yer almaktadır (bkz. 366-374).

[253] bkz. Zehebî. Siyeru a'lâmü’n-nübelâ', XIX, 330-340; Sübkî. Tabakâtü'ş-Şâftiyyeti’l-kübrâ (Tenâhî), V), 247.

[254] Câmi'u beyânı'l-'ilmi ve fadlih adlı eserine işaret edilmektedir.

[255] İbnü's-Salâh, Ulûmu 'l-hadis, s. 99.

[256] (Dedi ki: O yalanlar ve uydurmalar ihtiva eden bir kitaptır) (mlf.).

[257] Abdal hadisleri hakkındaki görüşler İçin bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 32-33, 41-45, 48-51; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 60-61; 68-70.

[258] İbn Hacer el-Heytemî, Fetâvâyı hadîsiyye, s. 333-334.

[259] Ahmed, Müsned, V, 322.

[260] Matbu' nüshada galat olarak Râf’î (Yâfı'î) düşmüştür (mlf.).

[261] Leknevî, el-Fevâ'idü'l-behiyye, s. 323.

[262] Ebû Nu'aym, Taberânî, İbn 'Asâkir bu hadîsi ba'zı elfâzmda ihtilafıyla beraber tahrîc etmişlerdir (mlf,).

[263] Leknevî, el-Fevâ'idü'l-behiyye, s. 323.

[264] Matbu' nüshada el-Hallâl düşmüştür. Bundan nakil yazılmamıştır, acaba neden! (mlf.).

[265] Hâkim ile İbn Ebî'd-Dünyâ haberleri haber-i mürseldir (mlf.).

[266] Bu ifade ile tecdid hadisi olarak bilinen "Allah Te'âlâ bu ümmet için her yüzyılın başında onların dinini tecdîd edecek birini gönderecektir" anlamındaki rivayeri kastetmiş olmalıdır, bkz. Ebû Dâvud, IV, 109; Nevevî, Tehzîbü'f-esmâ', s. 27; Deylemî, el-Firdevs, I, 148; Münâvî, Feyzü'l-kadir, II, 281; Aclûni, Keşfü'l-hafa', I, 282.

[267] Buhâri, et-Câmiu's-Sahih, VI, 2667; Müslim, el-Câmi'u's-Sahih, 111, 1523, 1524; İbn Hibbân, es-Sahih, I, 261; Tirmîzî, Ebû îsâ Muhammed b. îsâ (fi. 279), es-Sünen (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir). IV, Dârü İhyâi't-Türâsil-Arabî, Beyrut ts., IV, 485,504.

[268] Aslında şöyle idi: Ancak İbn Hacer'in '"(Şüphesiz bu hadisi, kendilerine güvenilen kimselerden herhangi bir kimse­nin kaydettiğini görmedim) kavli ya sehve veya zühule mahmuldür. Çünkü o ha­dîsi ba'zı elfâzında ihtilâf ile beraber Taberânî, Ebû Nu'aym, İbn 'Asâkir tahrîc et­miştir. Hadîsi şöyledir: "(Allah Te'âlâ'nın yer yüzünde üç yüz kulu vardır ki kalpleri Âdem'in kalbi üzerindedir, aralarında kırk kişi vardır, kalpleri Musa'nın kalbi üzerindedir, benim için yedi kişi vardır, kalpleri İbrahim'in kalbi üzerindedir ... vd.).Taberânî, Ebû Nu'aym, İbn 'Asâkir'in tahrîc ettikleri hadîs (mlf.). bkz. Ta­berânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, X, 181; Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', IV, 173; İbn Hacer, Lisânü'l-Aftzân, IV, 150; Aclûnî, Keşfü'l-hafâ', I, 25.

[269] Ahmed, Müsned, v, 322. Abdullah, Babası, Abdülvehhâb b. Atâ, el-Hasan b. Zek­vân, Abdülvâhid b. Kays, Ubâde b. es-Sâmit tariki İle gelen bu rivayetin ardından Abdilvehhâb tarikiyle gelen el-Hasan b. Zekvân hadîsinin "münker" olduğunu be­yân etmiştir (Ahmed, Müsned, V. 322).

[270] Şöyledir: "(Allah Te'âlâ'nın yer yüzünde üç yüz kulu vardır ki kalpleri Âdem'in kalbi üzerindedir, Allah'ın kulları arasında kırk kişi vardır, kalpleri Mûsâ'nın kalbi üzerindedir, Allah'ın kulları arasında yedi kişi vardır, kalpleri İbra­him'in kalbi üzerindedir) hadisleri nihayetine kadar yazılmış idi. Ancak ba'zı rufekâ-i kiramın tensîbleri veçhile aslından tayyolunmuştur (mlf,).

[271] İzmirli'nin burada işaret ettiği münker tarifi yapılan değişik tanımlamalardan bir tanesidir. Yaygın olan bir başka tanıma göre münker, şâzz ile aynı anlamda ol­mak üzere, metni tek bir râvîsinden başka yoldan bilinmeyen ve bu tek râvînin de sika olduğu hadise denir (bkz. Itr, Nûreddîn, Menhecü'n-nakd fî 'ulûmi'l-hadîs, Dârü'1-Fikr, Dımaşk 1401/1981, s. 430-432. Ayrıca diğer tanımları için bkz. Ay­dınlı, Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 111-112).

[272] Hasan b. Zekvân hakkındaki tartışmalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zafer­leri, s. 37-40; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 62-65.

[273] Acluni, Keşfu'l-hafâ, I, 24-25.

[274] Nesâî, Ebû Abdurrahmân Ahmed b. Şu'ayb (ö. 303/915), ed-Du'afa 've'l-metrûkîn (nşr. Mahmûd İbrahim Zâyed), Dârü'l-Ma'rife, Beyrut 1986, I, 33; Ukaylî, ed-Du'afâ'ü'l-kebîr, I, 29.

[275] İbn 'Adî, Ebû Abdullah Abdullah b. 'Adî b. Abdullah (ö. 360/976), el-Kâmil fi duafâi'r-ricâl (nşr. Yahya Muhtar Gazavî), I-V1I, 3. baskı, Dâru'1-FIkr, Beyrut 1409/1988, II, 317; Aclûnl, Keşfu'l-hafâ', 1, 24-25.

[276] Zehebî, Mîzânü'l-İ’tidâl, II, 236.

[277] İbn şâhîn, Ömer b. Ahmed Ebû Hafz el-Vâiz (ö. 385/995), Târihu esmâi's-sikât (nşr. Subhî es-Sâmerrâî), 1. baskı, Kuveyt 1404/1984,1, 59.

[278] İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî (ö. 852/1449), Tabakâtü'l-müdettisin (nşr. Âsim b. Abdullah el-Karyûtî), Mektebetü'l-Menâr, Amman 1403/1983,1, 13.

[279] Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz, I, 339; a.mlf., Men tüküllime fih (nşr. Muhammed Şekûr Meyâdînî), Mektebetü'l-Menâr, Zerkâ 1406/1986,1, 128.

[280] İbn Hacer, Tabakâtü-l-müdellisin, I. 41.

[281] İbnü's-Salâh. Ulûmu'l-hadis, s. 61.

[282] Tedlîs ve an'ane hakkında bilgi için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 40-41; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 65-68.

[283] Ahmed, Müsned, V, 322.

[284] ("Sûfiıyye 'indinde de şâyân-ı teberrük olmamak gerektir ifadesini kastederek) Bu kayd ba'zı rufekâ-i kiram tarafından ihtar olunmuştur (mlf.).

[285] el-Mâ'ûn: 107/4.

[286] Hût, Esne'l-metâlib, s. 99.

[287] Bizim müracaat ettiğimiz nüshanın kenarında böyle bir kayıt mevcut değil, İzmir-li'nin sözünü ettiği nüshada böyle bir kayıt olmalı.

[288] Gariben bu mahmeti zikredeceğiz (mlf.).

[289] Yâfi'î hadîsi işte bu olacaktır (mlf.). Uzun bir rivayet olan hadis için bkz. Hakim et-Tirmizî. Nevâdirü'l-usûl, I, 369; Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', 1, 8; Deylemi el-Firdevs, I. 187.

[290] Kays b. İbrahim adını caşıyan bu nitelikte bir râvî tespit edemedik. Kays b. er-Rabî' adını taşıyan ve hakkında "isnâdühû mecâhîl" ifadesi kullanılan bir râvî bu­lunmaktadır (bkz. İbnü'l-Cevzil el-İlelü'l-mütenâhiye, I, 212; İbn hacer, Lisanü't-Mizân, IV, 477).

[291] Zehebî, Mîzânü'l-i'tidâl, V, 64; İbn Hacer, l Âsânü'l-Mizân, IV, 150.

[292] Zehebî, Mizânü'l-itidâl, IV, 340.

[293] bkz. İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî (ö. 852/1449), el-Kavlü'1-müsedded i’zzebbi 'ani't-Müsnedli'l-İmâm Ahmed (Âlemü'l-Kütüb, Beyrut 1984,1; 83,

[294] Azîmâbâdî Muhammed Şemsülhakk el- (ö.1329/1911), Avnü'l-ma'büd, (-X, Dârü'l-Kütübi’l-İlmiyye, 2. baskı, Beyrut 1415, IX, 254.

[295] Münâvî, Feyzü'l-kadîr, III, 461; İbn Hacer, et-Kavlü'l-müsedded, I, 82.

[296] Zehebi, Mîzânü'l-i'tidâl, IV. 217; a.mlf., el-Muğnifi'd-du'afâ' (nşr. Nûreddin 'Itr). Dârü'l-Me'ârif, Haleb 1971, I, 361; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, III, 369.

[297] İbn Hibbân, Ebû Hacim Muhammed et-Temîmî (ö. 354/965), Kitâbü'l-Mecrûhin (nşr. Muhammed İbrahim Zâyed). I-III, Haleb ts., II, 61; Zehebî, Mîzânü'l-'itidâl, İV. 317.

[298] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ'', XII, 532; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, III, 435.

[299] İbn 'Adî. cl-Kâmil fi du'afâi'r-ricâl, V. 220; Deylemî, el-Fîrdevs, II, 36: Aclûnî. Keşfü'l-hafâ', I, 26.

[300] İbn Hibbân, Kitâbü'l-Mecrûhin, 1, 283; Mizzi, Yûsuf b. ez-Zekî Abdurrahmân el-Haccâ (ö. 742/1341), Tehzibü'l-Kemâl (nşr. Beşşâr 'Avad Ma'rûf), I-XXXV, Mües­seseni'r-Risâle, 1400/1980, XXII, 507; İbn Hacer, Tehzibü't-Tehzîb, VIII, 162.

[301] Zehebî, Mizânü'l-i’tidâl, V, 123. (İbn 'Adî'de aşağıda isnadı sebebiyle bâtıldır) ifadesiai kullanır.

[302] Suyûtî, Hallâl'in  bu  hadisi Keramâtü'l-evliyâ' adlı eserinde tahric ettiğini söylemiştir.

[303] Deylemî. el-Firdevs, I, 119; Münâvî, Feyzül-kadîr, III, 169, 170; Aclûnî, Keşfü'l-hafâ', 25.

[304] Münâvî, Feyzü'l-kadîr, III, 169, 170.

[305] Ahmed, Müsned, VI, 316.

[306] Katâde b. el-Fuzayl Nesâî ricâlindendir (mlf.). Nesâî yanında İbn Mâce de ondan rivayetçe bulunmuştur (bkz. İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, VIII, 319).

[307] Zehebİ, Tezkiretü'l-huffaz, I, 124.

[308] İzmirli'nin beyânından farklı olarak İbn Hacer, onun hakkında (dokuzuncu tabakadandır, makbuldür) ifadesini kullanır (bkz. Takribü't-Tehzib, 1, 453).

[309] İbn Hacer, Takribü't-Tchzîb. I, 273,

[310] (Kastallânî şöyle demiştir: zayıf, zayıflığı hususunda İttifak bulunmaması durumunda, met­ninde veya senedinde bir kısmının haberi zayıf görmesi, bir kısmının da onu takviye etmesidir) (mlf.).

[311] Ebû Dâvud, es-Sünen, IV, 107.

[312] İbn Hacer, Tehzibü't-Tehzib, X, 177.

[313] Ebû Dâvud. es-Sünen, IV, 108.

[314] Hâkim'in tashihine dair ifadesini tespiı edemedik. Aynı rivayet İshâk b. Râhûye'nin ffliisned'h\âe de geçmekte ve senedde geçen bütün râvîler kastedilerek " (hepsi sikadır) değerlendirmesi yapılmaktadır (a.g.e., I, 170-171).

[315] Ebû Dâvud. es-Sünen, III. 151,

[316] Münâvî, Feyzü'l-kadir, III, 170.

[317] İbn Ebî'd-Dünyâ, el-Evliya, 1, 28.

[318] Münâvî, Feyzü'l-kadir, IV, 320.

[319] Hakim et-Tirmizî. Nevâdirü'l-usûl, 1, 369; Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', 1, 8.

[320] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, IV, 458; Deylemî, el-Firdevs, III, 140.

[321] Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', l, 8.

[322] Münâvî, Feyzü 1-kadir. V, 288.

[323] Ahmed, Müsned, I, 112; Münâvî. Feyzü'l-kadir, III, 170.

[324] Beyhakî, Şu'abü'l-İtnân, I, 515; Ebû Nu'aym, Hilyerü'l-evliyâ', III, 70.

[325] İbn Hacer, Taktibü't-Tehzîb, i, 265,

[326] Ebû'l-Me'âlî el-Âlüsî, Gâyetü'l-emâni fî'r-redd 'ale'n-Nebhâni, I, 422.

[327] İbnü's-Salâh'ın böyle bir ifadesini bulamadık. Sözü edilen Hz. Alî rivayeti, " (Abdallar Şam'da olurlar. Onlar kırk kişidir, onlardan bir kişi ölünce Allah yerine bir başkasını değiştirir) şeklin­deki rivayettir, Bu konuda geniş bilgi için bkz. Münâvî, Feyzü'l-kadîr, III, 169.

[328] Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, I, 25-27.

[329] Suyûtî, Tedribü'r-ravî, !I, 88.

[330] Ahmed, Müsned, V, 322.

[331] bkz. Sehâvî, el-Mekâsidü'l-hasene, el-abdâl maddesi. Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, III, 169-170.

[332] Kâtib Çelebi, Keşfü'z-zünün, I, 639; Sıddîk Hasan Han, Ebû't-Tayyib Muhammed el-Kannûcî (ö. I307/1S90), Ebcedü'l-ulûm (nşr. Abdülcebbâr Zekkâr), I-1II, Dârü'l-Kütübi'l-'İlmiyye, Beyrut 1978, 11, 226.

[333] Muhammed el-BeşîrZâfirel-Ezherî, Tafızîru'l-müslimîn, s, 48; Bu ifadelerle Gâyetü’l-emânî'de tespit edemedik. Aynı anlama gelecek ifadeler için bkz. Aclûnî, I, 199.

[334] Cami1 beyânı'l-'ilmi ve fazlih.

[335] Suyûtî, Tedribü'r-râvî, I, 162; Sıddîk Hasan Han,Ebcedü'l-'ulûm, I, 93.

İzmirli'nin iktibasta bulunduğu kısım şu şekildedir: (Bu gerçekten güzel bir hadistir, ancak sağlam bir senedi yoktur. Buradaki hasen lafzı ile İazın güzelliğini kast etmiştir. Zira bu Mûsâ el-Bâkâvî rivayetidir, o ise metruk bir râvi olan Abdürrahîm el-Ammî'ye nisbet ederek hadis uydurmakla itham edilen bir yalancıdır). İzmirli'nin söy­lediğinin aksine, bu ifadelerden de açıkça anlaşılacağı gibi, burada hasen lafzı ile "hasen li gayrihî" kastedilmiş değildir. Lafız açısından güzel olduğu söylenmekle birlikte, aslında rivayetin zayıf belki de mevzu' olduğu İfade edilmiştir. Istılâhî anlamda hasen olması ise zâten mümkün değildir. Zira senedinde uydurmacı ve metruk râvîlerin bulunduğu bir rivayetin hasen olması söz konusu olamaz.

[336] Suyûtî'nin açıklamalarında da bu anlamı doğrulayan ifadeler bulmak mümkün­dür (bkz. Tedribü'r-râvî, I, 158-166).

[337] Hût, Esne'l-metâlib, s. 370.

[338] bkz. Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, I, 9-

[339] İbn Teymiyye, Takiyyüddîn Ahmed b. Abdülhalîm (ö. 728/1328), Minhâcü 's-sünneti'n-Nebeviyye (nşr. Muhammed Reşâd Salim), Müessesem Kurtuba, 1, baskı, baskı yeri yok 1406, I, 94-95.

[340] Leknevî, Ebû'l-Hasenât Muhammed Abdülhayy b. Muhammed (ö. 1304/1886), Zaferü'l-emânî bi şerhi Muhtasarı Seyyid Şerif el-Cürcânifi mustalahVl-hadîs (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Mektebetü'l-Matbû'âti'i-İslâmiyye, Beyrut 1416, s. 251.

[341] Mirkârü'l-mefâtîh, Mekke ts., 1, 67-68. Buradaki ifade şu şekildedir " (Doğrusu onun içerisinde çok sayıda zayıf hadis vardır ve bazıları zayıflıkta diğerlerinden daha şiddetlidir). Aynı düşünceler benzer ifadelerle Suyûtî tarafından da dile getirilmiştir (bkz. Tedribü'r-râvî, 290).

[342] Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i ve diğer Mûsned'let hakkında bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 47-48; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 75-77.

[343] İbnü's-Salâh, Ulûmu'l-hadîs, s. 38. ifade şu şekildedir: " (Âdeti olduğu üzere muhaddisler, her bir sahâbînin müsnedinde delil olarak alınıp alınmamasıa bakmaksızın riva­yet ettikleri bütün hadisleri kaydederler. Bu sebeple, müellifinin büyüklüğü açık ise de, bu tür eserlerin derecesi, Kütüb-i hamse ve bunlara ilave edilen konulara göre yazılmış musannef türü kitapların mertebesinden daha aşağı düşmüştür).

[344] İbn Teymiyye, Minhâcü 's-sünne, VII, 97-98.

[345] Kâtib Çelebi, Kesfü'z-zünûn, II, 1906.

[346] Suyütî, Tedribü'r-râvî, I, 172. ifade şu şekildedir: "(İçerisinde zayıf hadislerin bulunduğu ise muhakkaktır, hatta onda mevzu hadisler dahi vardır. ... Onun içerisinde oğlu Abdullah'ın ziyâdeleri vardır ki onların içinde zayıf da mevzii da vardır) Ahmed b. Hanbel'in Müsnedi ile ilgili bu tür iddiaları cevaplamak üzere İbn Hacer el- Kavlü'l-müsedded i’z-zebbi 'ani’l-Mûsned li'l-İmâm Ahmed adıyla  bir kitap yazmıştır (Âlemü'l-Kütüb, Beyrut 1984, 149 s.).

[347] Suyûtî, Tedribü'r-râvî, I, 178-179.

[348] Müellifin kendi ifadeleriyle, İbn Cemâ'a, Ebû Abdullah Bedreddîn Muhammed b.İbrahim (ö. 733/1333), el-Menhelü'r-ravî, Dârü'1-Fikr, I-II, 2. baskı, Beyrut 1406/1986,1, 38.

[349] Zehebî, Mızânü'l-f'tidâl, VI. 164. Muhammed b. Said el-Maslûb hakkında " (uydurmacıdır, zındıklıkla itham edilmiş ve asılmıştır, Yine de doğrusunu Allah bilir) denilmiştir. Buhârî onun rivayet ettiği hadisler dolayısıyla

hakkında "lâ yütâba'u aleyhi" ifadesini kullanmıştır (Zehebî, Mizânü'l-İ'tidâl, VI, 181).

[350] Suyûtî, Tedribü'r-râvi, I, 167. İbn Mende'nin naklettiğine göre Muhammed b. Sa'd el-Bârûdî şöyle demiştir: (Nesâî'nin usûlü terkinde İcmâ edilmeyen herkesin hadisini kaydetmek idi).

[351] Zayıf, sabit, mevzu gibi terimler için bkz. İzmirli, Mustasv'ıfe Sözleri, s. 61, 65.

[352] Zehebî, er-Ruvâtü's-sikâti'l-mütekellem fîhim, I, s. 49.

[353] Zehebî, Tezkiretü'l-huffaz, III, 1096; a.mlf.. Siyeru a'lâmi'n-nübelâ', XVII, 460; İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Cemâleddin Abdurrahmân b. Ali (ö. 597/1201). ed-Du'afa' ve'1-metrükin (nşr. Abdullah el-Kâdî), I-II, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1. bakı. Beyrut 1406. I, 77; İbn Hacer, Lisânü'l-Mızân, 1, 201.

[354] İbn Hacer, Tabakâtü'l-müdellisîn, I, 19.

[355] İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, 1, 201; Zehebî, er-Ruvâtü's-sikât el- mütekellem fîhim, 1,51.

[356] İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, I, 201. Ancak bu ifadelerden sonra İbn Hacer, "özellik­le aralarında düşmanlık, mezheb taassubu, hased gibi bazı durumlar söz konusu ise bu tür eleştirilere itibar edilmez" demiştir.

[357] (Ebû Nu'aym, "bile bile hadis-i mevzu' rivayet eder. ..." ifadesinden itibarenki kısmı kastederek) Tetkikti Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye) Hey'et-i 'Aliyyesi'nin bu bâbtaki sözü (mlf.).

Ebû Nu'aym'in bilerek mevzu hadis rivayet etmesi ile ilgili bu tartışma da bir ger­çeğe işaret edilmeli ki, hadis ilminde râvî ve rivayetin durumunu bildirmek şartı ile rivayet caizdir. Hatîb el-Câmi' li ahlâki'r-râvî ve âdâbi's-sâmi' adlı eserinde "(râvînin mullel/illetli hadisi rivayet etmesi ve illetini açıklaması müstehabtır) ifadesini kullanır (bkz. a.g.e. (nşr. Mahmûd et-Tahhân), I-II, Mekrebetü'l-Me'ârif, Riyad 1403-1983, II, 102).

[358] İbn Hacer, lisânü'l-Mizân, I, 201.

[359] Zehebî, Tezkiretü'l-huffaz, III, 1094; a.mlf., Siyerü a'lâmi'n-nübelâ''. XVII, 458-459.

[360] Şah Veliyyullâh. Hüccetullâhi'l-bâliğa, I, 389.

[361] Buradaki vurgular İzmirli'ye aittir.

[362] Mazinne tartışmaları için ayrıca bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 57-70; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 78-83.

[363] Ali el-Kârî, Şerhu Şerhi Nuhbeti'l-fiker, s. 447.

[364] Fîrûzâbâdî, Mecdüddîn Muhammed b. Yâ'kûb (ö. 817/1415), Kâmûsu'l-muhit, Müessesetü'r-Risâle, Beyrur 1986,1, 1566.

[365] Râzî, Muhammed b. Ebû Bekr b. Abdülkâdir er- (ö. 313/925), Muhtârü's-Sıhâh (nşr. Mahmûd Hatır), Mektebetü Lübnan Nâşirûn, Beyrut 1415/1995,1, 171; Feyyûmi Ahmed b. Muhammed b. Ali el- (ö. 770). el-Mishâhü'1-münîr, (-11, el-Mektebetü'l-İlmiyye, Beyrut ts., II, 387.

[366] İbn Manzûr, Ebû'1-Fazl Muhammed b. Mekrem el-İfrikî (ö. 711/1311), Lisânü'l-Arab, 1-XV, Dârü Sâdır, 1, baskı, Beyrut ts., XIII, 274; Feyyûmî, el-Misbâhü'l-münir, II, 387.

[367] Feyyûmî, el-Misbâhü'l-münir, II, 387; Râzî, Muhtârü's-sihâh, I, 171.

[368] İbnü'1-Esîr, Mecdüddîn Mübarek b. Muhammed (ö. 606/1210), en-Nihâye fi gari-bi’l-hadîs (nşr. Muahmud Muhammed et-Tan'âhî), Dârü İhyâi'l-Kütübi'l-'(Arabiyye, Kahire 1963, III, 164 ayrıca bkz. IV, 341.

[369] ("Ve fî Nihâyet-ı İbn Esir fi hadîsi Sılate b. Eşyem ..." ifadesinden kibarenki cüm­leleri kastederek) İbn-i Esîr'in sözü ba'zı rufekâ-i kiram tarafından 'ilâve edilmiş­tir (mlf.).

[370] Şah Veliyyullâh, Hüccerutlâhi'l-bâliğa, I, 389.

[371] ("Mazinneye mi'yâr ma'nâsı veriliyor. Halbuki ..." ifadeleri ile başlayan kısmı kastederek) Bu ibare de ba'zı rufekâ-i kiram tarafından ilâve edilmiştir (mlf.).

[372] İbnü's-Salâh, Ulumu’l-hadis, s. 35-36; İbn Cemâ'a, el-Menhelü'r-ravi, l, 38; Zehe-bî, Tezkiretül-huffaz, 11,592; a.mlf.. Siyerü a'lâmi’n-nübelâ', XIII, 213.

[373] Kâle’l-Kastallânî ve's-sâlihu dûne'l-hasen (mlf.).

[374] İbnü's-Salâh, Ulumu’l-hadis, s. 36.

[375] Ali el-Kârî, Şerhu Şerhi Nuhbeti'l-fiker, s. 447.

[376] Bu müellifler hakkında açıklamalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 70-71.

[377] Şah Veliyyullâh, Hüccetullâhil-bâliğa, I, 390.

[378] Kitabın tam adı et-Le'âli’l-masnû'a fî'l-ehâdisi'l-mevzû'a şeklindedir.

[379] Kâtib Çelebi, Kesfu'z-zünûn, II. 1534.

[380] Rivayetin tamamı şöyledir: "Güzel yüze bakmak gözün aydınlığını arttırır (cilâlandırır), çirkin yüze bakmak gözün buğulanmasına (sararmasına) neden olur" anla­mındadır.

[381] Deylemî, el-Firdevs, IV, 295; Aclûnî, Keşfu'l-hafâ', II. 420.

[382] İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, II, 395, V, 191; Ali el-Kârî, el-Esrârü-l-merfü'a (Mu­hammed Lütfı es-Sabbâğ), Beyrut 1406, I, 416; Suyûtî, el-Le'âü'I-masnû'a (Mu­hammed Lütfi es-Sabbâğ), Beyrut 1401, 1406,1, 113; a.mlf., el-Esrârü'l-merfu'a (Fevvâz Ahmed Zemerli), el-Metebetü'1-İslâmî, Beyrut ts., 1, 344; İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Ali (ö. 597/1201), el-Mevzû'ât, Dârü'l-Kütübi'l-îlmiyye, 1, bakı, Beyrut 1406,1, 161.

[383] Suyûtî, Tedribü'r-râvî, I, 279.

[384] Ebû Nu'aym, H'üyetü'l-evliyâ\ I, 243, V, 15, V, 155.

[385] Mücâşi' hakkındaki bu görüşler için bkz. Zehebî, Mîzânü'l-i'tidâl, VI, 21; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, v, 15; ukaylî b. Ebû Ca'fer Muhammed b. 'Amr b. Mûsâ el-Mekkî (ö. 322/934), ed-Du'afâ'ü'l-kebîr, 1-IV, Dârü'l-Kütübi'l-'İlmiyye, Beyrut 1984, IV, 264; Münâvî, Feyzü'l-kadîr, IV, 38.

[386] Suyûtî'nin beyânına göre Buhârî'nin tnünkerü'l-hadîs sözünden rivayet helâl olmaz ma'nâsı münfeham olur (mlf.).

[387] Ebû Nu' aym, Hilyetü 'l-evliyâ ',11, 13.

[388] İbnü'l-Cevzî, ed-Du'afâ' ve'l-metrûkîn, II, 154; Zehebî, el-Muğnî fî'd-du'afâ', II, 409.

[389] İbn Hibbân, Kitâbü'l-Mecrûhin, 1, 189; İbn 'Adî, el-Kâmil fi du'afai’r-ricâl, II, 14; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, II, 18-19.

[390] Aynı rivayet başka kimselerce de kaydedilmektedir, bkz. İbn Ebû Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed el-Kûfî (ö. 235/849), et-Musannef (nşr. Kemâl Yusuf Hût), I-VIl, 1. baskı, Mektebetü'r-Rüşd, Riyad 1409, V, 266; Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, III, 69; Hakîm et-Tirmizî, Nevadirü'l-usûl, 11, 354, 357, 359; Deylemî, el-Firdevs.III, 209.

[391] Ebû Nu'aym, Hityetü'l-evliyâ. III, 323.

[392] İbn 'Adî, el-Kâmil fî duafâi'r rical, III, 289; İbnü'l-Cevzî, Du'afâ' ve'l-metrûkın, II, 23; Zehebî, Mîzânü'l-i’tidâl, III. a.mlf., el-Muğnî fi'd-du'afâ', I, 282; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, III, 99; 308; Münâvî, Feyzü'l-kadîr, I, 490.

[393] Hakîm et-Tirnüzî, Nevâdirü'l-usûl, II, 354, 357, 359;

[394] Ebû Nu'aym, Hityetü'l-evliyâ', III, 323.

[395] "Halalarınıza hurma ikram ediniz, çünkü o babanız Âdem'in toprağından arta kalandan yaratılmıştır. Allah katında, Meryem bint. 'İmrân'ın altında çocuğunu doğurduğu ağaçtan daha yüce bir ağaç yoktur. Hâmile kadınlarınıza yaş hurma ikram ediniz. Eğer bu yoksa kuru hurma ikram ediniz." şeklinde bir rivayettir. Rivayetin ardından Ebû Nu'aym "garîbün min hadîsi'l-Evzâ'î 'an 'Urvete tefer­rade bihî Mesrur b. Sa'îd" ifadesini kullanır. Ebû Nu'aym bu ifadeleri ile rivayet hakkındaki tereddütünü ortaya koymuştur ancak İzmirli buna işaret etmemiştir.

[396] Râmehürmüzî, el-Emsâlü'l-hadîs, 1, 73; Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', VI, 123; Deylemî, el-Firdevs, I, 68; Suyûti, el-Câmi'u's-sağir, I, 232; Münâvî, Feyzü'l-kadîr, II, 94; Aclûnî. Keşfü'l-hafâ', I, 95.

[397] İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, II; 108; Aclûnî, Keşfü'l-hafâ', I, 195.

[398] "Dört şey vardır ki şu dört şeye doymaz: toprak yağmura, kadın erkeğe, göz bak­maya, âlim ilme" anlamına gelen bir rivayettir.

[399] Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', II, 281. Ebû Nu'aym bu rivayetin ardından "garî­bün min hadîsi Muhammed ve min hadîsi't-Teymî ve hüve Süleyman b. Tarhân et-Teymî teferrade bihî 'inde Muhammed b. el-Fadl ve hüve Muhammed b. 'Atiyye ve lem nektübhü illâ min hadîsi Ömer b. Abdullah b. Razîn kâdî Nîsâbûr sebtün sikatün" ifadelerine yer verir.

[400] İbn 'Adî, el-Kâmil fi du'afâ fir-ricâl, V, 330; Zehebî, Mîzânü'l-İ'tidâl, VI, 296-297; Münâvî, Feyzü 'l-kadîr, II, 104.

[401] Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliya', V, 219; Deylemî, el-Firdevs, IV, 197; Münâvî, Fey­zü'l-kadir, IV, 526; İbnü'l-Cevzî, el-Mevzû'ât, I, 262; Hût. Esne'l-metâlib. I, 1567; Elbânî, Muhammed Nâsırüddîn el- (ö. 1420/1999), Silsiletü'l-ehâdis’z-za'ife, Mektebetü'l-Me'ârif, I-V, 1. baskı, Riyad 1412, II, 782.

[402] İbn Hibbân, Kitâbü'l-Mecrühin, II; 302; İbn 'Adî, el-Kâmil fi du-afâi'r-ricâl, VII, 43; Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl, XIX, 478; Zehebî, Mizânü'l-i'tidâl, VI, 33; VII, 43.

[403] Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliya', IX, 9; Münâvî, Feyzü'l-kadir, VI, 237; Lâlikâî, Ebû'l-Kâsım Hibetullâh b. el-Hasan el- (ö. 418/1027), itikâdü Ehli's-sünne (nşr. Ebû Mu'âz Ali Mevâfî), Mektebetü's-Se'âde, Cidde 1994, I, 139.

[404] Zehebî, Mizanül-İ’tidâl, II; 73, 278; Aclûnî, Keşfu'l-hafâ', II, 325.

[405] Ebû Nu'aym, Hilyetü't-evliyâ', v, 11-12. Ebû Nu'aym bu rivayet hakkında aynı zamanda "hadîsün sâbitün" ifadesini de kullanır.

[406] Zehebî, Mizanül-İ’tidâl,  VI; 131; a.mlf., el-Muğnî  fid-duafâ’, II; 765; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, V, 151.

[407] İbn Kayyım, el-Menârü'l-münîf, 1, 115. Câhil sünnet ehlinin uydurduğu hadislere başka örnekler için bkz. İbn Hacer, lisânü'l-Mîzân, II, 304; İbn Kayyim, el-Menârü'l-münîf, 1, 115.

[408] Enes b, Mâlik'ten nakledilen bu rivayete göre bir gün Hz. Peygamber kendisini Ebû Berze'ye göndermiş ve şöyle demiş: Ey Ebû Berze Âlemlerin Rabbi benden Alî hakkında bir söz aldı ve şöyle dedi: o doğruluğun sancağıdır, îmanın nurudur, evliyanın imamıdır, bana iman edenlerin tamamının nurudur. Ey Ebû Berze, Alî yarın kıyamet gününde benim emînimdir ve kıyamette Rabbimin hazînelerinin anahtarların üzerinde, sancağımın sahibidir.

[409] Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ'. I, 66; Deylemî, el-Firdevs, V, 367.

[410] İbn Teymiyye, Minhâcü's-sünne, V, 78; Zehebî, Mîzânü'l-İ’tidâl, VII, 153; Sıbt b. el-Acemî, el-Keşfü'l-hasis; I, 277.

[411] İbn 'Adî, el-Kâmil fi du'afâi'r-ricâl, VII, 141.

[412] Ebû Nu'aym, Hilyetü't-evliyâ', I, 67.

[413] Zehebî,Mizânü'l-i'tidâl, VII, 153. Burada nakledilen ifadedeki kısmı geçmemektedir.

[414] Eserin yazıldığı dönemler dikkate alındığında, İzmirli'nin Hz. Peygamber ifadesi kullanması oldukça dikkat çekicidir. Ayrıca eserin muhtelif yerlerinde "Hz. Ali" ve "Hz. Aişe" ifadelerini de kullanmaktadır.

[415] İbn Ebû Hatim, Abdurrahmân Muhammed b. İdrîs (ö. 327/938), el-Cerh ve'r-ta'lîl, Dârü İhyâi't-Türâsi'l-'Arabî, l-IX, 1. baskı, Beyrut 1271/1952, VI, 116; İbn Hibbân, Kitâbü'l-Mecrûhîn, II, 88; Zehebî, Mlzânü'l-i'tidâl, V, 248; Sıbt İbnü'l-'Acemî, Ebû'1-Vefâ İbrahim b. Muhammed (ö. 841/1438), el-Keşfü'l-hasîs 'ammen rutniye bi vad'i'l-hadîs (nşr. Subhî es-Sâmerrâî), 'Âlemü'l-Kütüb, Beyrut 1407/1987, I, 197.

[416] Ömer b. el-Hattâb'tan nakledilen bu rivayet şu şekildedir; "Kıyamet gününde tev­be en güzel surette ve çok güzel bir koku ile getirilir ve bu kokuyu sadece mü'minler hisseder. Bunun üzerine kâfirler şöyle der: Sana yazıklar olsun, ne oluyor da onlar güzel bir koku hissettiklerini söylüyorlar da biz onu fark edemi­yoruz. Bunun üzerine tevbe onlara konuşur ve şöyle der: Şayet beni dünyada ka­bul etmiş olsaydınız bugün sizin kokunuzu da güzelleştirirdim. Cevap olarak kâfir şimdi kabul ettim der. O sırada gökten bir melek nida ederek şöyle der: Dün­yayı ve İçindekileri getirseniz, dünyada olan bütün altın ve gümüşü getirseniz sizden tevbe kabul edilmez. Bunun üzerine tevbe oradan uzaklaşır. Melekler ondan uzaklaşır. Ardından cehennem melekleri gelir ve kim güzel kokudan kokladıysa onu bırakır, kim güzel kokudan koklamadı ise onu cehenneme atar."

[417] Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ, V, 66, VII, 244.

[418] Ebû Nu'aym rivayetin ardından garîbün min hadîsi Mis'ar ve'1-Cûyebârı ve İsmail b. Yahya et-Teymî dedikten sonra Cûyebârî ve İsmail b. Yahya'nın her ikisinin de metruk olduğunu ifade etmektedir (Hilyetü'l-evliyâ'', V, 66). Ancak İzmirli bu ifadelere işaret etmemektedir. Bu durumda da sanki Ebû Nu'aym'ın hadisin sıh­hatini savunduğu düşüncesi akla gelmektedir.

[419] İbn Mâkûlâ, el-İkmât, I, 188; Zehebî, Mîzanü'l-i'tidâl, I, 246; İbn Hacet, Lisânü'l-Mizân, I, 193; Sıbt b. el-Acemî, Keşfü'l-hasîs; I, 46.

[420] Ebû Nu'aym'ın Hilyetü'l-evliyâ'sında Lâhık b. el-Hüseyn el-Makdisî'ye ait bir rivayet tespit edemedik. Ancak Ebû Nu"aym İbn 'Abbâs'tan naklen Târîhu (Allah bir işin yerine getirilmesini isterse, gönül sahiplerinin gönlünü çeler) şeklindeki rivayete yer vermektedir (bkz. Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, 1; 273).

[421] Tam adı Ebû Ömer Lâhık b. el-Hüseyn b. 'Imrân b. Ebî'l-Verd el-Makdisî'dir (ö. 384). Zehebî, Mizânü'l-i'tidal, VII, 152; a.mlf., et-Muğni fî'd-du'afâ', II, 728; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, VI; 235; Sıbt b. el-'Acemî, el-Keşfü'l-hasîs, 1, 277; Aclûnî, Keşfü'l-hafâ', 1, 273.

[422] Ebû Nu'aym, Ebû'l-Cârûd hakkında şu ifadelere yer verir: Ziyâd b. el-Münzir Ebû'l-Cârûd el-Kûfi es-Sekafi sâhibü'1-mezhebi'r-radî' ravâ'l-menâkîr fî'1-fezâili ve gayrihî 'ani'l-A'meş ve terakûhu Ebû Nu'aym, Ahmed b. Abdullah el-İsbehânî (ö. 430), el-Müsnedü el-müstahrec 'alâ Sahihi't-İmâm Müslim (nşr. Muhammed Hasan eş-Şâfî'î), Dârü'l-Kütübi'l-'İlmiyye, l. baskı, Beyrut.1996,1, 66; a.mlf, Kitâbü'd-Du'afâ', I, 83). İzmirli burada bu tür kimselerin rivayetlerinden örnekler vererek Hilyetü'l-evliyâ'da zayıf ya da uydurma rivayetlerin varlığım ileri sürmüş olmak­tadır. Ancak bir başka eserinde açıkça râvîlerin bir kısmı hakkındaki eleştirilen kendisinin de zikretmesi, Ebû Nu'aym'ın bazı râvîlere yöneltilen tenkitlere katıl­dığını ortaya koyar. Buna rağmen böyle bir hadîsi eserine almış olması onun, bilerek ya da rivayetteki kusura işaret ederek bu tür rivayetlere eserinde yer ver­meyi uygun görmesi dolayısıyla olmalıdır.

[423] Hâkim, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah en-Nîsâbûrî (ö. 405/1014), eh Medhal ilâ's-Sahîh (nşr. Rabî' Hâdî 'Umeyr el-Medhalî), Mü'essesetü'r-Risâle, Beyrut 1404,1. 139; Zehebi, Mizânü'l-i'tidâl, III, 137; Sıbtb. el-'Acemî, el-Kesfü'l-hasis.l 121.

[424] Müellifin Ebû Nu'aym'de geçtiğini söylediği bu rivayetini tespit edemedik. Ancak Ebû Mûsâ et-Tavîl rivâyetiyle bir rivayet bulunmaktadır (Hilyetü'l-evliyâ'', X, 161).

[425] İbn Hibbân, Kitâbü'l-Mecrûhîn, II, 243; Zehebî, Mîzânü'l-i'tidât, III, 2X7; VI, 547; a.mlf., el-Muğni fi'd-du'afâ', I, 224; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, II, 434, VI, 122.

[426] Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', V, 74.

[427] Sevvâr b. Mus'ab el-Hemedânîdir. Nesâî, ed-Du'afâ ve'l-metrûkîn, 1; 50; İbn Ebû Hatim, el-Cerh ve't-ta'lil, IV, 271; Zehebî, Mîzânü'l-i’tidâl, III, 373, IV, 16; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, 111, 69.

[428] Bu rivayete göre Hz. Peygamber Ensar'dan bir erkekle bir kadının evliliğine şâhid olmuş ve "şahidiniz nerede?" diye sormuş, bunun üzerine orada bulunanlar "şâhidimiz nedir ki" şeklinde meraklarını izhâr edince Peygamber Efendimiz, "def" cevabını verdi, orada bulunanlar da bir def getirdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Onu kardeşinizin başı üzerinde çalınız" buyurdu. Daha sonra tabaklarında bir şeyler getirilip etrafa serpilince topluluk onlardan almak üzere oraya buraya üşüştü. Hz. Peygamber bu durumu görünce

"Sizin için hilm/nezâket ne güzel bir süstür, size ne oluyor da güzel güzel almıyorsunuz.” Bunun üzerine oradakiler

"Ey Allah'ın Resulü sen bize kapışmayı yasaklamadın mı" diye so­runca,

"Ben size orduda iken ganimeti kapışmayı yasakladım" cevabını verdi (Ebû Nu'aym, Hilyerü'l-evliyâ, VI. 340-341).

[429] Beyhakî, es-Sünenü'l-kübra, 1, 6; İbn 'Adî, el-Kâmil fi dıVafâi'r-ricâl, III, 41-42. Hâlid hakkında Ebû Nu'aym kendisi de, "Ubeydullâh b. Ömer'den menâkîr rivayet etmiştir" ifadelerini kullanır (bkz. a.mlf., el-Müsnedü'l-müsrahrec 'alâ Sahihi'i-İmâm Müslim, I, 64).

[430] Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', VIII, 73.

[431] İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, II, 282.

[432] Süleyman b. 'îsâ b. Nüceyh es-Siczî. İbnü'l-Cevzî, ed-Du'afâ' ve'l-metrûkin, II, 23; Zehebî, Mîzânü'l-i’tidâl, III, 308; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, III, 99.

[433] Bu rivayete göre bir kişi Allah Resûlü'ne gelerek,

"Ey Allah'ın Resulü bana esrarlı ilimlerden (min ğarâibi'1-ilmi) öğret demiş, bunun üzerine Peygamber Efendimiz,

ilmin başı konusunda ne yaptın da esrarlı ilimleri öğrenmek istiyorsun” demiş, bunun üzerine adam

“ilmin başı da nedir” diye sonmuş, Hz. Peygamber de,

“Allah'ı tanıdın mı” diye sormuş, adam

“Allah'ın dilediği kadar” diye cevap verince Hz. Pey­gamber,

“ölümü tanıdın mı” diye sormuş, adam

“evet” deyince,

“onun için ne hazır­ladın” sorusunu yöneltmiştir. Adam yine

“Allah'ın dilediği kadar” cevabını verince. Hz. Peygamber şu cevabı vermiştir:

“Git burayı iyice sağlamlaştır daha sonra gei sana esrarlı ilimlerden öğreteyim” buyurmuştur (Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', 1, 24). Ebû Nu'aym'ın aynı râvîden başka rivayetleri de vardır (bkz. Hilyetü'l-evli­yâ', 1, 308, V, 205, VI, 13, 15, VI, 118, 119, VIII, 289, X, 205).

[434] İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, III, 360.

[435] Hilyetü'l-evliyâ'da îsâ b. İbrahim el-Hâşimî rivayetiyle ilim tahsili hakkında bir rivayet tespit edemedik ancak aynı şahıstan Ka'b vasıtasıyla şu şekilde bir rivayet yer almaktadır: " (Dînar ve dir­hemi ilk defa kullanan (darb eden) Âdem Aleysisselâm'dır. Dedi ki bu ikisi olmadan maîşeci sağlamak mümkün değildir) Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', VI, 13.

[436] Buhâri Muhammed b. jsmâil el- (ö. 256/870), ed-Du'afâü's-sağir (nşr. Mahmûd İbrahim Zâyed), Dârü'l-Va'y, 1. baskı, Haleb 1396, 1; 87; Nesâî, ed-Du'afâ' ve'l-mecrûkîn, I, 76; İbn Hibbân, Kitâbü'h Mecrûhîn, II; 121; İbn Ebû Hatim, el-Cerh ve't-ta'dîl, VI, 271; İbnü'l-Cevzî, ed-Du'afâ' ve'l-metrûkin, II. 238; Zehebî, Mîzânü'l-Vtidâl, V, 373.

[437] Bu rivayette Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin anlattığına göre, kendisi Mu'âz b. Cebel ile birlikte dinlerini öğretmek üzere Yemen halkına gönderilmiştir. Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', V, 39. Rivayetin ardından Ebû Nu'aym, "(Zebîd hadisi olarak garîbdir. Mu'allâ b. Hilâl onu rivayette ferd kalmıştır. ) ifadelerine yer vermektedir.

[438] Buhâri, Muhammed b. İsmail el- (ö. 256/870). et-Târihul-kebîr (nşr. es-Seyyid Hâşim en-Nedvî, I-VII. Dârü'1-Fikr, baskı yeri yok ts., VII, 396; Nesâî, ed-Du'afâ ve'l-metrûkin, V, 96: İbn Hibbân, Kitâbü'l-Mecrûhln, III, 16; İbnü'l-Cevzî, ed-Du'afâ' ve'l-metrûkin, I, 315; İbn 'Adı, el-Kâmil fî du'afâir-ricâl, VI, 371; Zehebî, Mizânü'l-i'tidâl, VI, 478.

[439] Ebû Hureyre'den nakledilen bu rivayette Hz. Peygamber'e atfen " (Avlanan hiçbir av yoktur veya kesilen hiçbir ağaç yoktur ki teşbihi ihmâl edişleri dolayısıyla avlanmış ya da kesilmiş olmasın). Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', VII, 240, Ebû Nu'aym bu rivayetin ardından şu ifadelere yer verir: (Garîbdir. Kuşeyrî onu Mis'ar'dan tek başına rivayet etmiştir). Bu rivayetten başka Hityetü'l-evliyâ'da Ebû Sa'îd el-Hudrî'den nakledilen bir rivayet daha yer almaktadır (Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ, X, 211). Ayrıca aynı râvîden Beyhakî de rivayette bulunmuştur (msl. bkz. Şu'abü'l-imân, VI, 108).

[440] Zehebî, Mizânü'l-İ’tidal, VI; 233.

[441] Deylemî, el-Firdevs, I, 26-27. İbn Ömer'in yer aldığı bu rivayet, "Bu ümmetten Allah'ın huzurunda ilk birbirine husûmet eden Mu'âviye ve Alî'dir. Bu ümmetten ilk cennete girecek olanlar ise Ebû Bekr ve Ömer'dir" anlamına gelmektedir.

[442] Abdullah b. Muhammed b. Ca'fer el-Ensârî, Tabakâtü'l-muhaddisîn bi 'İsbehân, II; 301. Rivayetin senedinde yer alan el-Kâsım b. Behrâm hakkında İbn Hacer "et-Kasım za'îfün" ifadesini kullanır (a.mlf,, Lisânü'l-Mizân, 11, 290)

[443] (Cîza cennetten bir bahçedir ve Mısır Allah'ın yer yüzündeki hazinelerindendir) şeklindeki rivayettir. Cîze önceleri Mısır'da, Fustat şehrinde bir mahallin adı olup, günümüzde Kahire ile bitişmiş olan ve Kahİre'ye göre Nil'in karşı tarafında bulunan Piramitlerin bulunduğu bölgeyi de içine alan yerleşim yeridir.

[444] Rivayet için bkz. Ali el-Kârî, el-Masnû'l ma'rifeti'l-hadisi'l-mevdû', s. 89; Aclûni, Keşfü'l-hafa, 1; 405.

[445] Zehebî, Mizânü't-İ'adât, I, 214; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, !, 136.

[446] Ebû Nu'aym'ın Mescid-i Seburme hakkında Hüseyn b. 'Ulvân'dan yaptığı rivayeti Hilyetü'l-evliyâ 'dan tespit edemedik. Ancak Ebû Nu'aym aynı râvîye Kitâbü'd-Du'afâ'da yer vermiş ve onun hakkında " (Şeyhtir, Kûfelidir, Hişâm b. Urve'den hiçbir kıymeti olmayan münker ve mevzu haberler rivayet etmiştir) ifadesini kullanır. Şu halde Ebû Nua'ym nazarın­da da söz konusu râvî güvenilir bir kimse değildir (a.mlf., Kitâbü'd-Du'afâ'. l.b askı, Dârü's-Sekâfe, Dârü'l-beydâ' 1405/1984., I, 74).

[447] İbn Ebû Hatim, el-Cerh ve't-ta'dîl, III, 6i; İbnü'l-Cevzî. el-İlelü'l-mütenahiye, 1. 126, 689. İbn 'Adî, el-Kâmit fî dıfai'r-ricâl, II, 359.

[448] Ebû Nu'aym, Ömer b. Subh'tan Hiyerü'l-evliyada. da hadis rivayet etmektedir (bkz. 1; 288, V, 188, VI, 98). Onun hakkında Ebû Hatim " (hadisi münkerdir) ifadesini Kullanır (İbn Ebû Hatim, el-Cerh ve'c-ta'dil, VI, 116, İbn Hibbân "(sika kimseler adına hadis uydururdu, hadisini sadece usta hadisçilerin şaşkınlığını ifade etmek için yapmaları dışında yazmak helâl değildir) (a.mlf., Kitâbü'l-Mecrühîn. II, 88), Ezdi vü=._ (açıkça yalancıdır) ifadelerini kullanır (Zehebî. Mizânü 'l-itidâl, v, 248-249).

[449] Ebû Nu'aym Târîftu fsfehdn'da Nehşel'den rivayette bulunsa da bir başka ese­rinde onun yalan söylemekle itham edildiğine İşaret etmiştir (Neşhel b. Sa'îd b. Verdân en-Nîsâbqrî hakkında bilgi verirken şu ifadelere yer verir: "(Dahhâk b. el-Müzâhim'den ve Dâvud b. Ebû'l-Hind'ten rivayette bulunmuştur. İshak onu yalancılıkla itham etmiştir. Bu-hâri de bunu benimsemiştir) bkz. a.mlf.. el-Müsnedü'l-Müstahrec 'alâ Sâh'ihVİ-İmâm Müslim, I, 84).

[450] Buharı, et-Târîhu's-sağİr, il. 206; Nesâî, ed-Du'afa' ve'l-metrükîn. I, 103; İbnü'l-Cevzî, ed-Du'afâ' ve'l-metrûkîn, 1, 249, III, 166; Zehebî. Mizânu'l-Vûdâl, VII. 50; İbn Hacer, Lisânü't-Mizân, 11, 383; Sıbt b. el-'Acemî, el-Keşfii'l-hasîs. l, 268.

[451] Ebû Nu'zym.Hityetü'l-evliyâ', IV, 157.

[452] Bu rivayet muhtemelen gündüz vakti başı örtmekle alâkalı "(Gündüz cakti başı örtmek akıllılıktır, gece vakti örtmek ise şüpheye neden olur) ya da daha önce söz edilen "tefekkürsüz kulluk yapmaya çalışanın hâli değirmendeki eşeğin hâli gibidir" anlamına gelen rivayetlerdir.

[453] İbn Adlet-Kâmil fi du'afâfr-ricâl, VI, 283; Zehebî, Mtzânül-i'tidâl, VII; 43-44; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, X, 42.

[454] Ebû Nu'aym, onun hakkında (akıl ve başka hususlarda münker haberler rivayet etmiştir)  ifadesini kullanıyor (a.mlf., el-Müsnedü'l- Mtistahrec 'alâ Sâhihi'l-İmâm Müslim, s. 64).

[455] Zehebî, eİ-Kâşif, I, 382; İbn Hacer, Takribü't-Tehzîb, \, 200.

[456] Muhammed b. Sâib'e Kelbî de derler (mlf.).

[457] Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evüyâ', 1, 84.

[458] Zehebî, Mîzânü’l-İ’tidâl, II, 3; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, 1, 364; Ukaylî, ed-Du'afâ-ü'l-kebîr, I, 165.

[459] Suyûtî, Tedribü'r-râvî, I, 181.

[460] Ebû Nu'aym. Hilyetü'l-evliyâ', IV, 73.

[461] Ebû Nu'aytn, Hilyetü'l-evliya, I, 17, 362, VI, 5. Bir diğer eserinde ise, (Akıl ve başka konularda münker haberler rivayet etti. Ahmed b. Hanbel ve Buhârî'nin (Allah onlara rahme! etsin), el-Hâris b. el-Üsâme'yi yalancı olarak nitelendirdikleri bize anlatıldı) (bkz. Ebû Nu'aym, Kitâbü'd-Dıcafâ', 1, 78; a.mlf.. el-Mûsnedû'l-Mustahrec ilâ Sahihi'l-îmâm Müslim, I, 64).

[462] Ebû Nu'aym, Kitabü'd-Du'afâ', 1. 78; Zehebî, Mizânu'l- İ’tidâl, 111,33; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân. VII, 212; a.mlf., Takribü't-Tehzib, I, 200.

[463] Ka'b el-Ahbâr için. Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', V, 364-Vl, 48 (82 sayfa); Vehb b. Münebbih için, a.mlf., Hilyetü'l-evliyâ', IV, 22-81 (59 sayfa); Nevf el-Bikâiî için, a.mlf.. Hilyetü'l-evliyâ', VI, 48-54 (6 sayfa).

[464] Burada geçen hadîs-i Taberî'den ne kastedildiği anlaşılamadı. Ebû Nu'aym Hilyetü'l-evliyâ'da Taberî nisbesi ile anılan muhtelif kimselerden rivayette bulunmuş­tur.

[465] İbn Teymiyye, Minhâcü's-sünne, VII, 11-13.

[466] Ebû Nu'aym, Hilyetü'l-evliyâ', VI, 354.

[467] Hilyetü'l-evliyâ 'hakkındaki tartışmalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 51-55; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 77-78, 83-84.

[468] İfade şu şekildedir: (Onun içerisinde sahîh, hasen, zayıf ve bir kısım mevzii haberler vardır. Eserin te'lifî bit­tikten sonra dört yüz dinara satıldı) (Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe, Kahraman Yayınlan, İstanbul 1986, s. 140).

[469] İbnleymiyye,Minhâcü's-sünne, VII, 38.

[470] İbn Teymiyye, Minhâcü 's-sünne, VII, 52.

[471] İbn Teymiyye Minhâcü's-sünne, VII, 171.

[472] İbn Teymiyye, Minhâcü's-sünne, VII, 312.

[473] İbn Teymiyye, Minhâcü's-sünne, VII, 34.

[474] İbn Teymiyye, Minhâcü's-sünne, V, 79.

[475] İbn Teymiyye, Minhâcû's-sünne, VI, 79.

[476] İbnü'l-Cevzî Hilyetü'l-evliyâ'yı Sıfat ü's-safve adıyla ihtisar etmiştir (Haydarâbâd 1339: Haleb 1389/1969).'

[477] Bazı kaynaklarda eserin adı Safvetü's-safve olarak kaydedilmiştir. İzmirli de bu­na istinaden İbnü'l-Cevzî'nin eserini bu isimle anmış olmalıdır. Ayrıca Abdülvehhâb eş-Şa'rânî de İbnü'l-Cevzî'nin eserini Safvetü's-safve adıyla özetlemiştir (Ka­hire ts, Mekke 1387). Safvetü's-safve hakkındaki tartışmalar için bkz. Şeyh Safvet. Tasavvufun Zaferleri, s. 77-83; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 85-88, 115.

[478] İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Ali (ö. 597/1201), Sıfatüs-safve (nşr. Mahmûd Fâhûrî), 1-IV. Dârü'l-Marife, Beyrut 1399/1979.1, 21.

[479] İbnü'l-Cevzî, Safvetü's-safve, I, 24.

[480] Aslında şöyle idi:  (Altıncısı, tasavvufun Ebû Bekir, Ömer. Osman, Ali, el-Hasan, Şüreyh, Süfyân, Mâlik, Şâfıi gibi kibâr-ı sâdâfa/önde gelen şahsiyetlere nisbet edilmesidir. Oysa bu topluluğun tasavvuf konusunda bir mahareti yok idi). Rufekâ-i kiramın tensipleri ile bu kısım tayyolundu" (mlf.). Bu bilgi için bkz. İbnü'l-Cevzi, Safvetü's-safve, I, 25.

[481] İbnü'l-Cevzî, Safvetü's-safve, 1, 26.

[482] İbnü'l-Cevzî, Safvetü's-safve,I, 26-27.

[483] Ancak burada şuna işaret etmeliyiz ki, Ebû Nu'aym rivayetlerin zayıflığını belirt­tiği gibi. metruk ya da kezzâb râvîlerin bu yönleri hakkında da bilgi vermiştir.

[484] Hadis ehlinin Hatib ve İbn 'Asâkir hakkındaki açıklamaları için bkz. Şeyh. SarVet, Tasavvufun Zaferleri, s. 71-72.

[485] Burada önce Aynî'nin Hatîb hakkında değerlendirmelerine işaret edilmiş ardın­dan Zehebî'nin Ebû Nu'aym hakkındaki değerlendirmelerine yer verilmiştir. Zehe-bî, er-Ruvâtü's-sikât el-mütekellem fıhim. 1, 51.

[486] İbn Teynıiyye, Minhâcü's-sünne. VII, 40.

[487] Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz, III, 921; a.mlf., Siyeru aiâmi'n-nübeiâ', XVI, 94.

[488] İbnTeymiyye,Minhâcü's-sünne, VII. 139.

[489]  İbn Teymiyye,Minhâcü's-sünnc, vil, 289.

[490] İbn Teymiyye, Minhâcü's-sünne, V. 73.

[491] İbn Teymiyye, Minhâcü's-sünne, V, 510.

[492] ("Zannederim ki bu kanâ'at mi'yâr olamaz, ancak, ... diye başlayan ifadeleri kas­tederek) Bu fıkra ba'zı rufekâ-i kiram tarafından 'ilâve olunmuştur (mlf.).

[493] Bu eser, müellifi ve mazinneyi izahı hakkında bkz. İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 86-88.

[494] Şah Veliyyullâh. Hüccetullâhi’l-baliğa. I, 385-389.

[495] Sahihayn'deki tenkid edilen hadis hakkında bkz. Şeyh Safvet. Tasavvufun Zafer­leri, s. 76-77; İzmirli, Mustasv'ıfe Sözleri, s. 61-65, 84-85.

[496] Burada atıfla bulunulan, İbn Hacer'in Sahihayn'deki muhtelefün fîh rivayetleri değerlendirirken söylediği aşağıdaki sözleridir:

(Beşincisi ise, onda muhtelefün fîh rivayetlerin zikretmesidir. Sahihayn'de sıdkı bilinen, hadis ilmi konusundaki bilgileri herkesçe kabul edilen ancak bid'atçilikleri sebebiyle atmadıkları, bid'aı ehli bir kimselerden hadisler bulunmasıdır.) (Suyûtî, Tedribü'r-ravi, I, 140-143).

Suyûtî bir başka yerde ise bid'at ehli, teşeyyu' ehli, kaderi, rey ehli, Harici ve imamlara karşı gelmeyi savunan ka'di olarak ithânı edilip de Sahihayn'de ya da onlardan birinden rivayeti bulunan râvîleri de kaydetmekle ve sonunda şu ifadelere yer vermektedir: ‘Şeyhâyn’in veya ikisinden birisinin rivayette bulunduğu bu biricilerdir) (Suyûtî, Tedribü'r-râvi, I, 328-329). Ancak İzmirli bu görüşe atıfta bulunurken bid'at ehli olmalarına rağmen, sadâkatleri yönüyle tanınmaları ve hadis İlmi konusundaki bilgilerine güvenilmesi gerektiği şartını kaydermemektedir. Ayrıca birinci iktibasta iartışma mıntefekun aleyh-muhtelefün Fîh meselesi ile ilgili olup. Sahihayn hadislerinin sıhhati tartışmaları ile doğ­rudan ilgisi bulunmamakladır, oysa İzmirli buradaki sözleri Sahihayn hadisleri­nin zayıflığı bağlamında delil göstermektedir. İkinci iktibas ise bağlam ile doğ­rudan ilgili bulunmakla birlikte, sayılan isimlerin İşaret edilen fırkalarla ilgisi ke­sin olmayıp, bu tür ithamlar bulunmakladır, şeklinde yer verilmiştir. Halbuki bu tür kimselerin rivayetinde de sözü edilen sadâkat ve ehliyet şanı mutlaka aranmıştır.

[497] Ebû Tâlib-i Mekkî hakkında bilgi için bkz. Şeyh Safvet. Tasavvufun zaferleri, s. 87-89; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 88-92.

[498] Nitekim Kûtü'l-kulûb'da "şeyhimiz Ebû'l-Hasan b. Sâlim'den şunu işittik" şeklin­de ifadeler geçer (msl. bkz. Ebû Tâlib el-Mekkî, Muhammed b. Ali b. Atiyye (ö. 437/1845), Kûtü'l-kulûb Kalplerin Azığı (trc. Muharrem Tan), I-IV, İz Yayıncılık, İstanbul 1999, II, 881.

[499] Benzer ifadelerle bkz. Zehebî,Mîzânü'l-i'tidâl, II, 263; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, II. 238.

[500] Avânfü'l-ma'ârif hakkındaki görüşler için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferle­ri, s. 90-93; İzmirli, Musrasvife Sözleri, s. 92.

[501] Zehebî hakkındaki tartışmalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 148-151; İzmirli, Musrasvife Sözleri, s. 115-117.

[502] Sühreverdî, Tasavvufun Esasları 'Avârifü'l-ma'arif Tercümesi, s. 261-262.

[503] Bu kavramlar ile ilgili tartışmalar hakkında bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zafer­leri, s. 94-100; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 93-96.

[504] Bu eseri elde etme imkânımız olmadığından yerini tespit edemedik.

[505] Münâvî, Feyzü'l-kadir, VI, 215; Aclûnî, Kesfu'l-hafâ’, II, 559.

[506] İbn Hacer, Muhammed b. Ali el-Hâtimî et-Tâfnin eserleri hakkında bilgi verirken kullandığı (Kavmin bilgisi ve Mağribli zâhidlerin haberleri konusunda bir eser te'lif etti) cümlesinde de bu ifade geçmek­tedir (bkz. a.mlf., Lisânü'l-Mîzân, V, 314).

[507] Aynı ifade bazı terceme-i hallerde Ebû Nu'aym tarafından da kullanılmıştır bkz. Hilyetü'l-evliyâ'', VIII, 67.

[508] İbn Teymiyye'de şöyle diyor: (Bir kısmı mütekaddimîn ve müteahhirînin zühdünden bahsetmiştir, Ebû Nu'aym'in Hilye'de, Ebu'l-Ferec'in Sıfatü's-safve'de yaptığı gi­bi. Bir kısmı sûfiyye isminin çıkmasından sonraki müteahhirîn zündünden bah­setmekle yetinmiştir. Ebû Abdirrahmân es-Sülemî'nin Tabakâtü's-sûfiyye'de, ar­kadaşı Ebû'l-Kâsım el-Kuşeyrî'nin er-Risâle'sinde yaptığı gibi) (mlf.). Buna benzer ifadeler Gâyetü'l-emânîfi'r-redd 'ale'n-Nebhânî'de de geçmektedir (bkz. a.g.e., II, 362 vd.)

[509] İbn Hacer el-Heytemî, et-Fetâvâ'l-hadîsiyye, s. 329-350: Sühreverdî, Tasavvufun Esasları 'Avârifü'l-ma'ârif Tercümesi, s. 86-87.

[510] Ebû Nu'aym, Hityetü'l-evliyâ', I, 3-4.

[511] İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâvâ'l-hadîsiyye, s. 334-335.

[512] Hâdimî, Ebû Sa'îd Muhammed b. Mustafa b. Osman (ö. 1176/1762), Tarikaıü'l-Muhammediyye Şerhi fi-Hâdimî (Receb Efendi Şerhi ile birlikte), Dârü'l-Hilâfeti'l-'Aliyye 1318, 1, 133.

[513] Bu ifadeyi Münâvî de kullanır: "(Terğîb ve terhîb konusunda haber uydurdu, câhil sûfîler onlara uyup, batıl inanışlarına göre hayra teşvik etmek düşüncesi ile bunu helâl saydılar) (Münâvî, Feyzü'l-kadir, VI, 215).

[514] Sûfiyye ve mutasavvife tabirlerine benzer bir ilişki de zâhid ile mütezahhid ifa­deleri arasında vardır. Nitekim bu ifadeyi İbn Hacer de bu şekilde kullanır:

(Burada, zevce ve hizmetçileri çoğaltmanın mekruh olmadığına da delil vardır. İbnü'l-Cevzî, burada, çok mal edinmeyi kerih gören câhil mütezahhidlere de bir cevap vardır. Bu görüşü doğru olmayan bir söz ol­makla eleştirmiştir) (İbn Hacer, Fethu'l-bâri, 11, 235).

[515] Birgivî'nin Tarikat-i Muhammediyye''sine yazdığı Tarikat-i Muhammediyye Şerhi Hâdimî'de (Şirket-i Sahâfiyye, Dârü'l-Hilâfeti’l-'Aliyye, 1318) böyle bir ifade tespit edemedik.

[516] Matbu' nüshada el-mutasavvifûn düşmüştür. el-Mutasawife ile el-mutasavvifûn arasında fark yoktur. Mütekellim ile mütekellimin gibi (mlf.).

[517] Nablusî, Tarikat-i Muhammediyye, I, 155, 162; II, 252. Benzer fikirler için bkz. Nevevî, Şerhu'n-Ncvevî 'alâ Sahihi Müslim, I, 70.

[518] Müellif burada kaydedilen ifadelerin görmezlikten gelindiğine işaret etmektedir. İlgili iktibaslar açıkça gerçek mutasavvife ile tasavvuf ehli geçinenler arasında fark olduğunu ortaya koymaktadır (bkz. 1, 155).

[519] bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 24-25; İzmirli, Müstasvife Sözleri, s. 32-33.

[520] Zehebî de Sülemi'yi Hakâ'iku'r-refsîr'i dolayısıyla eleştirmiş ve ardından "(Aynı şekilde Sülemî de Hakâ'iku't-tefsîr adlı kitabını te'lif etmesi sebebiyle eleştirilmiştir. Keşke onu te'lif etmeseydi, Hallacı işaretlerden ve Bistâmî şathiyyelerden Allah'a sığınırız) ifadelerini kullanmıştır (a.mlf., Siyeru alâmi'n-nübelâ, XIII, 442); Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz, III, 1046; İbnü's-Salâh, Fetâvâyı İbni's-Salâh, s. 197.

[521] Cürcânî, et-Ta'rifât, I, s. 87-88.

[522] el-A'râf: 7/53.

[523] Yûsuf: 12/100.

[524] (Te'vîlât-ı Mâturîdiyye Ebû Mansûr Mâturîdî'nin tefsir kitabıdır" ifadesini kaste­derek) Bu fıkra ba'zı rufekâ-i kiram tarafından tezyîd edilmiştir (mlf.).

[525] bkz. Bu anlamı destekleyen ifadelerle İbn Manzûr, Lisânü'l-'Arab, XIII, 522.

[526] Râğıb el-İsfehânî, Ebû'l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed (ö. 502/1108), el-Müfredât fi garibi'l-Kur'ân (Muhammed Seyyid Geyiânî), Da'rü'l-Marife, Beyrut ts., s. 380. Bütün bu görüşleri bir arada görmek için bkz. Kâtib Çelebi, Keşfu'z-zünûn, I, 334; Münâvi, Zeynüddîn Muhammed Abdurraûf el- (ö. 1031/1622), et-Tevfîk 'alâ mühimmâti't-ta'ârîf (nşr. Muhammed Rıdvan ed-Dâye), Dârü'1-Fikr, Dımaşk 1410, II, 157; Sıddîk Hasan Han, Ebcedü'l-'ulûm, I, 142.

[527] Tefsir bi'r-ra'y şöyle ta'rîf olunuyor: "(Kur'ân üzerine sadece akılla yorum yapmak. Arab lisanını, dillerinin üslûbunu, sebe-i nüzulü, nâsih ve men-sûhu, selef ve halefin sözlerini dikkate almadan, tasarrufta bulunmak) (mlf.).

[528] Maturidi, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed es-Semerkandi (ö. 539/1144), Te'vilâtü Ehli's-sünne (nşr. İbrahim 'Avadayn ve es-Seyyid 'Avadayn), el-Meclisü's-A'lâ li'ş-Şu'ûni'1-İslâmiyye, Kahire 1391/1971, s. 23-25. Tefsir ile te'vîl arasındaki fark ve ulemânın hu konudaki görüşleri için ayrıca bkz. Zerkeşî, Ebû Abdullah Bedreddîn Muhammed b. Bahâdır ez- (ö. 794/13921, el-Burhânfi 'ulûmi'l-Kur'ûn (ngr. Muhammed Ebû'l-Fazl İbrahim), Dârü'l-Ma'rife. Beyrut 1391. II, 149-150.

[529] (İstediğine kızlar verir, güzel kızlar, istediğine de erkekler verir. ilimler veya onları erkek ve kızlar olarak ilimle ve güzelliklerle evlendirir, dile­diğini de ilim ve güzellikten inalınım bırakır) (mlf.). eş-Şûrâ: 42/49.

[530] Nefsühû: (İnek: bütün insanlar, Allah sana onu bo­ğazlamanı emretti) (mlf.) el-Bakara 2/67.

[531] İbn Atâullâh el-İskenderî. Ebû'1-Fazl Tâcûddîn Ahmed (o. 709/1309), Letâife'l-minen (nşr. eş-Şeyh Mâlid Ahdürrahnıânel-'Akk). Dârü'l-Beşâir, Dımaşk 1412/1992, S. 1 73.

[532] İbnü's-Salâh, Fetâvâyı İbni's-Salâh, 1, 196-197.

[533] Ayrıca İbnü's-Salâh'ın Fetâvâ'sından naklen Sıddîk Hasan Han, Ebccdü'l-'ulûm, I, 183; Kâcib Çelebi, Kesfti'z-zünûn, I. 432. 673; Muhammed el-Beşîr Zâfir el-Ezheri, Tahziru'l-müslimîn, s. 48-49.

[534] Hakâ'ikü't-tefsîr hakkındaki açıklamalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 19-21; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 25, 32.

[535] (İhtimâl ki Sülemî gibi ba'zı zevatın mezhebi budur" ifadesini kastederek) Bu fıkra da ba'zı rufekâ-i kiram tarafından İlâve olunmuştur (mlf.).

[536] Bu ifadelerin yerini Kûtü'l-kıtlûb'ıan tespit edemedik. Bu konuya dair bilgi için bkz. Münâvî, Feyzü'l-kadîr, 1, 116.

[537] Nablusî, Tankatü'l-Muhammediyye, I, 155 vd., 162.

[538] "İslâm Mütefekkirleri: Ebû Hâmid Muhammed Gazzâlî," yedinci tefrika, Sene 5, 30 Receb 1338, s. 1821-1832.

[539] Kıssacılar hakkındaki tartışmalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s.139-320; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 96-98.

[540] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-kulûb Kalplerin Azığı, II, 90.

[541] tbn Cehdam hakkında bkz.    Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 120-125; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s, 98-100.

[542] Zehebî, Affzânü'l-i'tidâl.V, 172; İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, IV, 238.

[543] Mananın değiştirildiği ithamına sebep olan ifadelerin tamamına bakıldığında birbirini nakzeden aynı oranda değerlendirmelere yer verildiği görülür (bkz. İbn Hacer. Lisânü'l-Mizân, II, 238).

[544] İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, IV, 238.

[545] Sözü edilen İbareden öncelikle anlaşılan (denildi)nin kailini değil, (başkası dedi ki)nin kailini açıkladığı anlaşılıyor (bkz. İbn Hacer, Lisânü'l-Mizân, IV, 238).

[546] İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, IV, 238.

[547] (Bu hâl tedlîs ve tağlîuan başka bir şeye hamlolunur mu? Buna zühul de dene­mez" ifadesini kastederek) Bu fıkra da ba'zı rufekâ-i kiram tarafından tezyîd olunmuştur (mlf.).

[548] Keşf-i rical hakkındaki açıklamalar için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s.125-127; İzmirli, Mustasvife Sözleri, s. 100-101.

[549] İzmirli bu ifadelerle sözü edilen eserdeki (Halîl Aleyhisselâm'ın yıldızları, ayı ve güneşi görmesinden ve bu benim rabbimdir demesinden maksat zahiri İtibariyle değildir. Aksine bunlar nûrânî milikî cevher­lerdir. Onların nûrânîliği de hissî değil aklîdir ve bu kemâl açısından bir derece­dir) ifadelerini kast etmiş olmalıdır (Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed (ö. 505/ 1111). Faysatü't-remka (nşr. Riyâz Mustafa Abdullah), Dımaşk-Beyrut 1407/ 1986, s. 75-76.

[550] Ömer Nesefî, İslâm İnananın Temelleri Akâid, s. 54.

[551] (Mebâhis-i 'ilmîyyede maksad-ı aslî 'umûma ilim ifâde etmek olmakla ..." ifade­leri ile başlayan cümleleri kastederek) Bu uzun cümle de ba'zı rufekâ-i kiram tarafından tezyîd olunmuştur (mlf.).

[552] Nablusî, Tarikat-i Muhammediyye, I, 165. İlhanı'ın hüccet olup olmadığı konu­sunda benzer görüşler için bkz. İbn Hazin, Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed ez-Zâhirî (ö. 456/1064), el-İhkâmfî usûli'l-ahkâm (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir), Matba'atü'l-Âsime, I-II, Kahire 1970,1, 20, 76; İbn Hacer, Fethu'l-bûri, 1; 255; XH, 388.

[553] Bu konuda bilgi için bkz. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdirû'l-usût, III, 139; İbn Receb, Câmiu'l-'ulûm ve'l-hikem, I, 439. Câhiz'in er-Redd 'ale'l-ashâbi'l-ilhâm adlı bir eseri vardır (Zehebî, Siyeru a:lâmi'n-nübelâ', XII, 530).

[554] (Görülüyor ki 'İlim dâiresinde hareket edildikçe keşfe, ilhama gitmek doğru olmayacaktır. Bundan dolayı... İfadeleri ile başlayan uzunca kısmı kastedilerek) Bu uzun fıkra da ba'zı rufekâ-i kiram tarafından tezyîd olunmuştur (mlf.).

[555] ("Bir kere aklen vazıhtır ki bu akvâlden maksad tasavvuf ve ahlâk kitaplarının teferrüd eyledikleri ehâdîs, ..." ifadeleri ile başlayan ve üç paragraf devam eden uzunca ilâveleri kastederek) Bu üç fıkra ba'zı rufekâ-i kiram tarafından tezyîd olunmuştur (mlf.).

[556] Bu eser Siyer-i Celile-i Nebeviyye adıyla yayımlanmıştır (Tevsîl-i Tıbâat Matbaası. Dârü'1-Hilâfe 1332, 154 sh.).

[557] Bu ifadelerin devamında ise İzmirli "çoğu belki hepsi mutasavvife sözleridir" ifadesini kullanır (a.g.e., s. 97). İzmirli'nin bu tür küllî yaklaşımları dolayısıyla Ali Yardım "Bu ifadeler, sınırı çizilmemiş, misâli gösterilmemiş, şumûlü belirtil­memiş, istisna tanımayan umûmî bir hüküm hüviyetini taşımaktadır" değerlen­dirmesinde bulunur. İzmirli'ye verdiği cevaplarında Şeyh Safvet de aynı husus­lara işaret etmektedir (Ali Yardım, Himmet Konur'un "İsmail Hakkı İzmirli'nin Tasavvufi Yönü ve Hakkın Zaferleri Adlı Eseri" adlı tebliğinin müzakeresi, İzmirli İsmail Hakkı.- Sempozyum Bildirileri, s. 172).

[558] Sözü edilen sayfa ve devamındaki hadislerin sayısı kıtk aitı değil otuz altı olup şunlardır; (Rahmân'ın cezbelerinden bir cezbe iki âlemin ameline denktir, Nefsini bilen rabbini bilir, Mahlûkâtın dilleri, hakkın kalemleridir, Dünya savgisi bütün günah­ların başıdır. İçtimâ mukadderdir, iyilerin hasenatı mukarrabînin günahlarıdır, Mü'minin artığı şifadır, Selâmet uzlettedir, Zuhur zuhuru keser, Sâlihlerin anıl­dığı yere rahmet iner, Şarkı zinanın rukyesidir, Kalp rabbin evidir, Sakalı uzun olan herkesin aklı kısadır. Seni Allah azze ve celle'den alıkoyan ma! veya çokcuk türünden herşey sana uğursuzluk getirir, Çalışan bulur, Takdir edilen gerçekleşir, İnsanlar gaflettedir, öldüklerinde uyanırlar, Ben, benim uğruma kalbi kırılanların yanındayım, Bir işte kararsız kaldığınızda kabir ehlinden yardım isteyin, Tecellî tekerrür etmez, Vatan sevgisi imandandır. Kedi sevgisi İmandandır, Dünya âhiretin tarlasıdır, Dünya bir tarladır, oradan geçiniz orada ömür tüketmeyiniz. Dünya bir lâşe onu isteyenler köpeklerdir, Kavmindeki bir şeyh ümmeti içerisindeki bir peygamber gibidir, Cimrinin yemeği dua cömerdin yemeği devadır, Fakirlik övünç kaynağımdır, onunla iftihar ederim. Güç yetirilemeycek şeyden kaçmak peygam­berlerin sünnetindendir, Âdem su ve balçık arasında iken ben nebî İdim, Beni ne yerim ne göğüm İhata etmedi ancak mü'min kulumun kalbi ihata etti, Ben hiç kimse tarafından bilinmeyen bir hazine idim mahlûkâtı yarattım, onlara kendimi bildirdim ve beni tanıdılar, Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım, Benim Allah ile bir vaktim vardır ki o anda ne mukarrab bir melek ne de mürsei bir peygamber beni ihata edemez, Hevâ yılanı ciğerimi soktu. Ölmeden önce ölünüz.

[559] ("Bir iki satırlık notu istihraçtaki maharet şâyân-ı dikkattir. Bir kere tasavvuf ve ahlâk kitaplarında mezkûr oian akvâl ehâdîs-i Nebî değildir demekle ..." ifadeleri ile başlayan kısım kastedilerek) Burası da bazı rufekâ-i kiram tarafından tevsi' olunmuştur (mlf.).

[560] ("Bi'1-farz bu bir şey-i mefhûm olsa bile yine mu'ceber olamaz, çünkü ..." ifadeleri ile başlayan cümle kastedilerek) Bu cümle de bazı rufekâ-i kiram tarafından ilâve olunmuştur (mlf.),

[561] ("İleride vukû'u melhuz olan sû-i tefehhüm ve sair def'alara bedel..." ifadeleri ile başlayan kısmı kastederek) Bu fıkra ba'zı rufekâ-i kiram tarafından tezyîd olun­muştur (mlf.).

[562] ("Tetkik(-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye) Hey'et-i 'Aliyyesi relhîsde "ehâdîsin mücerred tasavvuf kitaplarında zikrolunması ile ehâdis-i Nebi olduğuna hükmo­lunmaz" sözümüze karşı şöyle bir cevâb veriyor: Pek doğru bir sözdür fakat ..." ifadeleri ile başlayan cümlelerden itibarenki vurgulanmış kısmı kastederek) Bu bahis de ba'zı rufekâ-i kiram tarafından tevsi' olunmuştur (mlf.).

[563] Vurgular İzmirli'ye ait olup muhtemelen Dârü'1-Hikme azalarınca ilâve edilmiştir.

[564] Münâvi, Fevzü'l-kadir. V, 56; a.mlf., et-Te'ârif, I. 571; Ali el-Kâri. el-Masnû' fi marifeti’'l-hadisi’l-mevdu. s. 199; Kârib Çelebi, Keşfu'z-Zünün, II, 1043.

[565] (Nuhbetü'l-fiker. Zaferü'l-emânî ve Tedrîbü'r-râvi'de geçtiği üzere .yaratılışın başlangıcı, peygamberlere (Aleyhimü's-selâm) dair haberler gibi. geçmişte cereyân eden olaylara dair haberler).

[566] Aslında şöyle idi: Bunun sebebi emr-i siyâsiyyeden neş'et etmemiş ise şu olsa gerektir; Matbu1 Nuhbe'de (ve fitneler) lafzı ma'rife içine alınmamış, şerh gibi yazılmış olmakla ilk nazarda metin olduğu anlaşılmıyor. Tetkik ve tahlile tenezzül etmeyen Tetkîk(-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye) Hey'et-i 'Aliyyesi şerhi mukayese etmediği gibi, Tedrîbü'r-râvi, Zaferü'l-emâni gibi ba'zı usûl-i hadîs kitaplarını da ihmâl eylediğinden yazmamış, umûr-u âtiyeyi melâhim âtiye gör­müştür. Bu fıkra da rufekâ-i kiram tarafından tayyolunmuşmr(mlf.).

[567] Ali el-Kârî, el-Masnû fî marifeti'l-hadîsi'l-mevdû', s. 377.

[568] Dâvud-u Karsî, Şerhu Usûli'l-hadîs, s. 10.

[569] (Perde kaldırılsa idi İmanımın kesinliği artmazdı) diyen Hazret-i 'Aliyy-i Murtazâ onu da keşfen söyleyemez mi?" İfadelerini kastederek) Bu fıkra da ba'zı rufekâ-i kiram tarafından tezyîd olunmuştur (mlf.)

[570] Mîzânü'l-Vüdâl'ın matbu' nüshasında (sikatün/güvenîlirdir) lafzının biri düş­müştür (mlf.). Zehebî, Mizânü'l-i'tidâl, I, 114; İbn Hacer, Lİsânü'l-Mtzân, 1. 8.

[571] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ', XII, 111-112.

[572] Ahmed b. Hanbel'in hicvi olacak sözü edilen "(İmam Ahmed'in Hâris'in dorumunu övdüğü bir yönden de ondan kaçındığı haberi nakledilmiştir) bir başka yerde ise "(bir sene boyunca onu terk etti) şeklindeki ifadelerdir (Zehebî, Siyeru a'lâmün-nübelâ'', XII, 111-112).

[573] İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâvâ'l-hadisiyye, s. 318.

[574] Zehebî, Mîzânü'l-iTidâl, II, 165.

[575] Zehebî,Mîzânü’l-i’tidâl,V, 133;Zerkeşi, et-Tezkire, S, 141; İbnTolun, eş-Şezera, I, 568; Elbânî, Silsiletü'l-ehâdisi'z-za'ife, II, 856.

[576] Zehebî, Mîzânü'l-i’tidât.V, 133.

[577] (Müfridler kimdir, dedi ki, Allah'ı çok zikredenler, sonra şöyle dedi: Allah'ım muhallikları bağışla) şeklinde devam eden rivayet için bkz. Ahmed, Müsned, II, 411; Taberânî, Ebû'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed et- (ö.), el-Mu'cemü'l-evsar (nşr. Târik b. Ivadullâh b. Muhammed-Abülmuhsin b. İbrâhim el-Hüseynî), I-X, Dârü'l-Harameyn, Kahire 1415. , III, 155; Deylemî, el-Firdevs, II, 309.

[578] Kendisinden Ahmed, İbn Mâce, Dârekumî, İbn Ebû Şeybe, Hâkim hadis rivayet etmiştir.

[579] Ömer b. Râşid hakkındaki bütün değerlendirmeler için bkz. Zehebî, Mîzanü'l-i'tidâl, V, 232-233.

[580] İbnü'l-Cevzî, ed-Du'afâ' ve'l-metrûkîn, II, 142; Zehebî, Mizânü'l-i'tidâl, II, 28; Münâvî, Feyzü'l-kadir, I, 532.

[581] İbn Ebû Hâtİm, el-Cerh ve't-ta'dîl, VI, 357; Zehebî, Mizûnü'l-i'tidâl, V, 126; a.mlf., Siyerü a'lâmi'n-nübelâ'', VI, 187; İbnü'l-Cevzî, ed-Du'afâ' ve'1-metrûkîn, II, 187.

[582] Sahîhayn'daki tenkid edilen hadisler hakkında bilgi içi bkz. İbn Hacer, Hedyü's-Sârf, S. 364-488.

[583] Matar el-Varrâk hakkında Ahmed b. Hanbel'in Atâ'dan yaptığı rivayetlerde zayıf­lık olduğunu söylediği, Yahya b. Ma'în'in de bir başka görüşünde onun hakkında bir ta'dil lafzı olan (güvenilirdir) ifadesini kullandığı kaydedilir. Bütün değerlendirmeler için bkz. Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ', V, 451-452.

[584] Matarü'l-Varrâk Müslimin el-Cami'u's-sahîh'inde üç yerde geçmektedir (I, 38, III, 1176, 1271).

[585] Menâzilü's-sâ'irîn hakkında bilgi için bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 146-148.

[586] ("Me'amâfîh ma'hûd kâ'ide kendilerince ekseri olmak üzere tefsir olunur. Yeniden bir iki tasavvuf kitabı da" ifadeleri ile başlayan cümleyi kastederek) Burası da bazı rufekây-ı kiram tarafından tezyîd edilmiştir (mlf.).

[587] Ahmed b. İbrahim b. îsâ. Şerhu Kaside-i İbn Kayyim (nşr. Züheyr eş-Şâvîş). el-Mektebü'l-İslâmiyye, Beyrut 1406/1986, II, 252.

[588] İbn Kayyim Hızır'ın yaşadığına dair hadislerin tamamının uydurma olduğunu. Hızır'ın yaşadığına dair sahih hiçbir haberin olmadığını kaydeder (Nakdü'l-menkül, 1, 62).

[589] İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâvâ'l-hadîsiyye, s. 323.

[590] Herevİ hakkında bkz. İzmirli, Musrasvife Sözleri, s. 108-111.

[591] ("Artık Tetkîk(-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer'iyye) Hey'et-i 'Aliyyesi da'vâlarından yüzde kaç tenzil edeceğini düşünsün. Biz ..." şeklinde devam eden İfadeleri kaste­derek) Burası ba'zı rufekâ-i kiram tarafından 'ilâve olunmuştur (mlf.).

[592] İzmirli İsmail Hakkı, Mihrâb (nşr. Agah Mazlum, Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, İs­tanbul 1339'dan itibaren), sayı 23. 1 Teşrîn-i sâni 1340, s. 817-824 (Bu kısım, daha sonra neşredilen Mustasvife Sözleri mi. Tasavvufun Zaferleri mi: Hakkın Zaferleri'nde 9-16. sayfalar arasında yayımlanmıştır).

[593] Cem'iyyet-i Sûfiyye, II. Meşrûtiyefin Hanından sonra bazı tarikat mensuplarınca İstanbul'da kurulan ve daha çok devletin resmî görüşleri çerçevesinde faaliyet gösteren bir cemiyettir. 1327/191 'de kurulan cemiyetin ilk reisi Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi'dir. İkinci reisi ise Esad Erbilî Efendi'dir. Cemiyetin yayın organı tasavvuf Mart 132 7/Mart 1911 'de yayımlanmaya başlanmış ve mecmuanın yöne­ticisi Şeyh Safvet (Yetkin) daha sonra cemiyetin ikinci reisi olmuştur. Şeyh Saf-vet'in ikinci reisliğini yaptığı bu cemiyette İzmirli İsmail Hakkı da üye olarak yer almıştır.

[594] Bu heyetin tam adı, Tetkîk-i Mesâhif-i Şerife ve Mü'ellefât-ı Şer'iyye'dir.

[595] Kelime olarak şeyhlik, üstatlık makamı anlamına gelen Makâm-ı Meşihat özel­likle XIX. yüzyıldan itibaren şeyhülislâmların resmî işleri yürütmek üzere ikâmet ettiği yere verilen isimdir. Meşihat Dâiresi. Bâb-ı Fetva. Bâb-ı Meşihat, Meşîhat-ı İslâmiyye ifadeleri de aynı anlamda kullanılır. İfade aynı zamanda Şeyhülislâm­lık olarak Osmanlı dönemi boyunca faaliyet gösteren ve umumiyetle dinî içtimai konularda fetva verme işini deruhte eden bir resmî kurumun adıdır. Mecelle Komisyonu'nun çalışmaları ile birlikte, önceleri sadece Hanefi Mezhebi esaslarına göre yürütülen fetva verme işi, diğer mezheb görüşlerini ve ferdî görüşleri de içine alacak şekilde genişlemiştir. Ayrıca çıkarılan Fetva Odası Nizamnamesi iie çalış­ma alanı genişleyen Makâm-ı Meşihat yenileşme hareketlerine katkı sağlamaya müsait hale gelmiştir. Faaliyetleri, çıkarılan ilk süreli resmî yayın organı Ceride-i 'İlmiyye ile daha geniş kitleler taralından takip edilmiştir. Meşihat Makamı 4 Ekim 1922'de hükümet istifa edince Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti'ne, Cumhuriyet'in ilânından sonra da Diyanet İşleri Başkanlığı'na intikâl etmiştir (Ayrıca bkz. Kara, Mustafa, Tanzimattan Cumhûriyet'e Tasavvuf ve Tarikatlar", Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul 1985, IV, 985).

[596] Hıızûr-u Meşihat'te iken o ma'rûzâtı kendim okudum (mlf.).

[597] (Münazara sırasında sefihlerin sözlerini kullanmaz çünkü bu câhillerin özelliklerinden ve vazifeler/indendir, zira onlar bu tavırları ile cahilliklerine işaret etmiş olurlar) (mlf.)

[598] İzmirli'nin bu şekilde gösterdiği zâtın ismine dair herhangi bir kayır tespit ede­medik. Ancak her ikisinin de yakın çevrelerinden ismi N... harfi ile başlayan, Cem'lvyet-i Sûfiyye kâtib-i umûmîsi Nurullâh Bey ve Ceride-i 'İlmiyye'de yazıları bulunan Seyyid Nesîb'i tespit edebildik.

[599] Numara 36, tarih 23 Cemâziyelûlâ 338 ve 14 Şubat 336 (mlf.).

[600] Tırnak içindekiler Şeyh Safvet Efendi'nin sözleridir (mlf.).

[601] Böyle bir rivayeti ne hadis kitaplarında ne de mevzû'ât edebiyatında bulamadık.

[602] İzmirli'nin Şâzeliyye tarikatı şeyhi Hüseyin b. Muharamed el-Hasan el-Bağdâdî'den 15 Şa'bân 1321 (5 Kasım 1903) tarihinde aldığı bu hilâfetnâme Süleymâ-niye Kütüphanesi'nde (İzmirli Böl. db. 4213) İzmirli İsmail Hakkı'nın Şâzeli İca­zetnamesi adıyla kayıtlı bulunmaktadır. İzmirli'nin şeyhinin hocası ise Ali Nûreddin el-Yeşritî et-Tûnusî el-Hasenî olarak geçmektedir. İcazetnamenin başın­da kendisinden el-İzmirî İsmail Hakkı b. Hasan b. Hüseyn şeklinde söz edil­mektedir. Dış kapağında ise İsmail Hakkı el-İzmirî eş-Şâzelî kaydı bulunmak­tadır. Bu bilgiler ışığında, kendisinden düzenli tasavvuf dersleri almasından hareketle, İzmirİi'nin icazet aldığı şeyhinin Âsim Efendi olabileceği doğrultusun­daki kuvvetli tahmin (Konur, Himmet, "İsmail Hakkı İzmirli'nin Tasavvufî Yönü ve Hakkın Zaferleri Adlı Eseri," İzmirli İsmail Hakki: Sempozyum Bildirileri, s. 159) doğru değildir. İzmirİi'nin Şeyhi Hüseyin b. Muhammed el-Hasan el-Bağdâdî'nin adı aynı zamanda onun tefsir okuduğu hocaları arasında da geçmektedir (Hizmetli, Sabrı, İsmail Hakkı İzmirli, s. 6).

[603] İzmirli İsmail Hakkı, Mihrâb, sayı 24, 1 Kânûn-u evvel 1340, s. 873-880 (Bu kı­sım, daha sonra neşredilen Mustasvife Sözleri mi, Tasavvufun Zaferleri mi: Hak­kın Zaferleri'mn ilk forması olup, 9-16. sayfalar arasında yayımlanmıştır).

[604] Nâzik Fârisîdir. Nezâketin her nice ma'nâsı yoktur acaba kussâsîne bir nazire mi yapılıyor. Ne acîbtir ki her ne ile İtham etmiş olsanız bir nazîrini yapıyorsunuz. Hele bend-î mahsûsu gelsin bakalım (mlf.).

[605] Gerek hatimede gerek mukaddimede cümle-i ma'hûde ünvânı ile yazdığınız mütâla'aların cevâbını hâtır-ı 'âlîniz için burada yazıyorum (mlf.).

[606] Tasavvuf ve ahlâk kitaplarında ehâdis-i Nebî olarak gösterilen akvâl, muhaddisîn 'indinde hadîs-i Nebî değildir; belki pek çoğu kibar, mutasavvife sözleridir (mlf.).

[607] Siyer-i Celile-i Nebeviyye Mukaddimesi (mlf.).

[608] Dârü'l-Hikme nâmına yazdığım cevap (mlf.).

[609] Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî (ö. 923/1517), İrşâdü's-sâri Şerhu Sahihi'l-Buhâri, Dârü İhyâi't-Türâsi'l-'Arabi, Beyrut ts., 1, 55.

[610] Beşinci bende de müracaat oluna (mlf.).

[611] Bu rivayetler arasında geçen "(Mahlûkâtın dilleri ... senesidir) ifadesi ile (Mahlûkâtın dilleri hakkın kalemleridir) şeklindeki sözü kastetmiş olmalı.

[612] Kastallânî, İrşâdü's-sâri, şerhi Sahîhi'l-Buhâri, I, 55.

[613] Bu eserlerden usûl-i fıkha dair et-Tahrir Kemâleddin İbn Hümâm'a (ö. 861/1457), Mir'âtü'l-usûl fi şerhi Mirkâtü'l-vusûlf î 'ilmi'l-usûl Molla Hüsrev'e (ö. 885/1481), Arap diline dair İzhar Şerhi Adalı da Kuşadalı Mustafa b. Hamza'ya (ö. 1085/ 1674) aittir.

[614] el-Enbiyâ: 21/26.

[615] el-A'lâ: 87/16.

[616] en-Neml: 27/55.

[617] Urfa Meb'ûsu Şeyh Safvet, Mihrâb, sayı 26, 1 Şubat 1341, s. 71-76 .

[618] Yazının başlığı metinde bu şekilde kaydedilmiştir.

[619] Mihrâb mecmuası, 15 Teşrinisani 1339 tarihinde yayın hayalına başlayan, me'sul müdürünün Agah Mazlum olduğu ve on beş günde bir yayımlanan bir dergidir. İzmirli ile Şeyh Safvet'in tartışmaları yanında, Baltacızâde Tâhir, Mustafa Şekîb Tunç, Hilmi Ziya Ülken gibi kimselerin tasavvufi muhtevalı yazılarını içermekte­dir (bkz. Kara, Mustafa, Din Hayat ve Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, s. 282-283).

[620] Yazar burada İzmirli'nin kitabını neşretmeden önce kendisine gönderdiği metinle­re atıfta bulunmaktadır. Muhtemelen Şeyh Safvet'in eleştirilen dolayısıyla, İzmir­li buradaki argümanlara kitabında yer vermemiştir.

[621] İzmirli İsmail Hakkı, Mihrâb, sayı 27, 1 Mart 1341, s. 127-130.

[622] (Tasavvufun Zafer­leri, s, 99-100).

[623] Ali b, Osman el-Cüllâbî d-Hucvîrî (ö. 465/1072), The Kashf al-Mahjûb (İngilizce'­ye çev. Reynold A. Nicholson). Dârü't-ishaat, Karachi 1990, s. 35.

[624] Tasavvufun Zaferleri, s. 100.

[625] Tasavvufun Zaferleri, s. 96.

[626] Tasavvufun Zaferleri, s. 87.

[627] Sâlimiyye hakkında bilgi için bkz. İsferâyînî, Ebû'l-Muzaffer şahfur b. Tâhir b. Muhammed el- (ö. 471/1078), er-Tabsir fid-dîn ve temyîzü'1-fırkati'n-nâciye 'an fırkati’n-hâtikîn (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), 'Âlemü’l-Kütüb, Beyrut 1983. s. 133; İbn Teymiyye, Minhâcü's-sünne (nşr. Muhammed Reşâd Salim), Müessesetü Kurtuba, 1. baskı, baskı yeri yok 1406, II. 499; İbn 'Asâkir, Ebû'l-Kâsım Ali b. Hasan b. Hibetullâh (ö. 571/1176), Tebyînü kezibi'l-müfteri, Dârü'l-Kütübi'İ-'Arabî, 3. baskı. Beyrut 1404, s. 362..

[628] Zehebî. Ebû Tâlib'in intisâb ettiği kişinin oğul İbn Salim olduğunu kaydetmekte­dir bkz. Siyeru a'lâmi'n-nübelâ'', XVI, 272.

[629] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ', XVI, 272.

[630] Tasavvufun Zaferleri, s. 70, 153.

[631] İbn Kayyım, Ebû Abdullah Muhammed el-Cevziyye (ö. 751/1350), Medâricû'ssâli-kin (nşr. Muhammed Hâmid el-Fakî), I-11I, Dârü'l-Kütübi'l-'Arabî, Beyrutl 393/ 1973, III, 445-447.

[632] Tasavvufun Zaferleri, s. 153.

[633] Tasavvufun zaferleri, s. 153.

[634] Irâkî hakkında bkz. Şeyh Safvet, Tasavvufun Zaferleri, s. 46-47.

[635] Tasavvufun Zaferleri, s. 24.

[636] Tasavvufun Zaferleri, s.136.

[637] Tasavvufun Zaferleri, s. 40.

[638] Mustafa el-A'zamî, "Buhârî, Muhammed b. İsmail," DİA, VI, 370-371.