İsmail Lütfi Çakan

 İfav Yayınları

 

BİRİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ.. 3

İKÎNCÎ BASKI ÎÇIN.. 4

HADİS EDEBİYATININ OLUŞUM SAFHALARI. 4

1. Hadislerin Ezberlenmesi («Hıfz») 4

II. KİTABET (Kitâbetü'l-hadis=Hadislerin Yazıya Geçirilmesi) 6

Çözüm : 6

III. Tedvinu'l-Hadis (veya «Cem'ul-ehâdis») 9

IV. Tasnıfu'l-Kutub. 10

Hadisin İntikal, Hadis Edebiyatının Oluşum Safhaları 11

Hadis. 11

BİRİNCİ BÖLÜM... 12

TASNİF DEVRİ HADÎS EDEBİYATI TASNİF DEVRÎ. 12

Tasnif Sistemleri 12

Ale'r-ricâl Tasnif. 12

Ale'l-ebvâb Tasnif. 12

Diğer Tasnif Sistemleri 12

I. Ale'r-Rical Tesnif Edilen Hadis Edebiyatı 13

A. Müsnedler 13

1. et-Tayâlisi ve Müsned'i 13

Müsned. 14

2. el-Humeydî ve el-Müsned'i 14

el-Müsned. 15

3. Ahmed b. Hanbel ve Müsned'i 15

Müsned. 15

Müsned'in Rivayet şekli 17

B. Mu'cemler (el-Me'âcim) 18

1. Et-Taberânî Ve Üç Mu'cemi («El-Meâcimü's-Selâse») 18

2. Öteki Mu'cemler 19

II. Ale'l-Ebvâb Tasnif Edîlen Hadis Edebiyatı 19

A. Musannefler 20

1. İmam Mâlik ve el-Muvatta. 20

2. Abdürrezzâk b. Hem mâ m (211/827) ve el-Musannef’i 21

B. Câmî'ler 22

1. el-Buhârî ve Sahih'i 23

Sahlh'in Baskıları 25

Buhârî'nin Sahih'i Üzerinde Yapılmış Çalışmalar 25

2. İmam Müslim ve Sahih'i 25

Sahih. 26

Müslim'in Sahih'inin Baskıları ve Şerhleri 27

a. Sahîhân. 28

b. Sâhîhân'ın Mukayesesi 28

c. Diğer «Sahih»ler 29

3. et-Tirmizi ve Cami'i 29

Câmi'in Rivayet Nüshaları 31

Cami’in Baskıları ve Şerhleri 31

Üç Câmi'in Mukayesesi 32

C. Sünenler 33

1. Ebû Dâvûd ve Sünen'i 33

Sünenin Rivayet Nüshaları 36

Sünen'in Baskıları ve Şerhleri 36

2. en-Nesâi ve Sünen'i (el-Müctebâ) 36

Sünen (el-Müctebâ) 37

Sünenin Baskıları ve Şerhleri 37

3. Ibn Mâce ve Sünen'i 38

İbn Mâce'nin Süneninin Baskılan ve Şerhleri 38

4. ed-Dârimi ve Sünen'i 5

Sünen. 5

5. ed-Dârekutnî ve Sünen'i 6

Sünen'in Baskıları ve Üzerinde Yapılan Çalışmalar 6

6. el-Beyhakî ve es-Sünenü'1-Kübrâ'sı 6

es'Sünenü'l-Kübrâ. 7

Değerlendirme. 7

1. Sünelilerin Muhteva Değerlendirmesi 8

2. Musannef Türü Hadis Edebiyatı'mn Muhteva Karşılaştırması 8

İKİNCİ BÖLÜM... 9

TASNİF DEVRİ SONRASI HADİS EDEBİYATI. 9

Tasnif Devri Sonrası Hadîs Edebiyatı 9

I. Tasnif   Devri   Eserlerine   Dayalı   Şerh   Niteliği Bulunmayan Hadîs Edebiyatı 9

A. Îstidrâk Ve İstihraç Edebiyatı 9

1. e I-Hâki m ve el-Müstedrek'i 10

2. Müstahrecler 10

B. Özel Sistemle Meydana Getirilmiş Eserler 10

1. el-Beğavî ve Mesâbîhu's-sünne'si 11

2. et-Tebrîzî ve Mişkâtu'l-Mesâbîh'i 11

C. Derleme («Cem'») Niteliğindeki Hadîs Eserleri 12

1. Câmi'u'l-usûl li ehâdisi'r-Rasûl 12

2. Ali el-Muttckî ve Kenzul-ummâl'i 13

3. M. Ali Nâsif ve et-Tâcu'1-câmi'i 14

D. Zevaid Edebiyatı 14

1. el-Heysemî ve Mecmeu'z-zevâid'i 15

2. İbn Hacer ve el-Metâlibu'1-âliye'si 15

E. Belirli Konulara Ait Hadis Edebiyatı 15

1. el-Buhârî ve el-Edebul-müfred'i 16

2. el-Münzirî ve et-Terğîb ve't-terhîb'i 16

3. en-Nevevî ve el-Ezkâr'ı 17

F. Kırk Hadis Edebiyatı 18

G. Alfabetik Hadis Edebiyatı 18

1. es-Suyûtî ve el-Câmi'u's-sağîr'i 19

2. Gümüşhânevî ve Râmûzul-ehâdîs'i 20

H. Halk Dilinde Hadis Dîye Dolaşan Sözlerle Îlgilî Edebiyat 20

1. es-Sehâvî ve el-Mekâsıdu'1-hasene'si 21

2. el-Aclûnî ve Keşfu'l-hafâ’ sı 21

I. Hadis Diye Uydurulmuş Sözlerle İlgili Edebiyat 22

1. İbn Arrâk ve Tenzîhu'ş-Şerîa'sı 22

2. Aliyyu'l-Kaarî ve Mevzûât'ı 23

II. Şerh Edebiyatı 24

A. Şerh Hakkında Genel Bilgiler 24

1. Şerh İhtiyacı 25

2. Şerhlerin Karakterleri 25

3. Şârih'in Uyması Gerekli Âdâb. 26

4. Şerh Edebiyatının Tenkidi 26

B. Meşhur Şerhler 27

1. el-Hattâbî ve Me'âlimu's-sünen'i 28

2. el-Beğavî ve Şerhu's-sünne'si 29

3. en-Nevevî ve el-Minhâc'ı 29

4. Buhârî Şerhleri 30

a. İbn Hacer ve Fethu’l-bâri’si. 30

b. el-Aynî ve Umdetü'l-kaarî'si 31

c. el-Kastallânî ve İrşâdu's-sârî'si 32

5. Aliyyu'l-kaarî ve Mirkâtu'l-mefâtih'i 33

6. el-Azîmâbâdî ve Avnu'l-ma'bud'u. 33

7. es-Sehârenfürî ve Bezlu'l-mechûd'u. 33

8. el-Mübârekfurî ve Tuhfetu'l-ahvezî'si 34

9. Muvatta1 Şerhleri 35

a. el-Bâcî ve el-Müntekâ'sı 35

b. es-Suyûtî ve Tenviru'l-havâlik'i 35

c. ez-Zürkânî ve Şerhu'l-Muvatta'ı 35

C. Haşiye Ve Ta'lîkler 36

D. Hadis Lügatleri (Garîbu'l-Hadis'ler) 36

1. ez-Zemahşerî ve el-Fâik fî ğarîbi'l-hadîs'i 37

2. İbnu'1-Esîr el-Cezerî ve en-Nihâye fî ğarîbi'l-hadîs'i 37

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 37

HADİS USULÜ EDEBİYATI. 37

I. Hadis Usulü Edebiyatı 37

A. Mütekaddimûn'a Aît Usûl Eserleri 38

1. er-Râmehurmüzi ve el-Muhaddisu'1-fâsıl'ı 38

2. el-Hakîm en-Neysâbûrî ve Ma'rifetu ulûmi'l-hadîs'i 39

3. Hatîb el-Bağdâdi ve el-Kifâye fî ilmi'r-rivâye'si. 39

B. Müteahhirûna Ait Usûl Eserleri 40

1. Kadı îyaz ve el-Hma'ı 40

2. el-Meyancî ve Mâ lâ yese'u'l-muhaddise Cehluh'u. 41

3. İbnu's-Salah ve Ulûmu'l-hadis'i 41

4. Ulûmul-hadis'e Dayalı Usûl Eserleri 41

a. en-Nevevî ve et-Takrîb'i 42

b. îbn Kesîr ve İhtisâru Ulûmi'l-hadis'i 42

c. İbn Hacer ve Nuhbetü'l-fiker'i 42

5. es-Suyûti ve Te&rîbu'r-râvî'si 43

6. el-Kaasımî ve Kava'idü't-tahdis'i 43

7.Tâhir el-Cezâirî ve Tevcih u'n-nazar'ı 44

II. Yeni Hadis Usûlü Çalışmaları 44

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM... 45

HADİS EDEBİYATINDAN FAYDALANMA USÛLLERİ. 45

I. Hadis Edebiyatından Hadis Bulmakta Faydalanmak. 46

A. Hadislerin Kaynağını Bulmakla Îlgîlî Eserler 46

1. Etraf Kitabları ve Zehâiru'l-irievârîs. 46

2.Miftâhlar 47

3. Müsteşriklerce Hazırlanmış Fihristler 47

a. Miftahu kunûzi's-Sünne. 47

b. Concordance. 48

Bir Uyulama. 49

B. Bîr Hadîsîn Kaynağını Bulmakta İhtimaller Ve Baş Vurulacak Eserler 50

1. Araştırılacak Olan Söz Hadistir: 50

a. Hadisin Metni Bilinir. 51

b. Hadisin Konusu Bilinir. 51

c. Hadisin Şahabı Râvisi Bilinir. 51

d. Hadisin Pek Belirgin Bir Özelliği Bilinir. 51

2. Araştırlacak Sözün Hadis Olduğu Kesin Belli Değildir: 51

C. Tahrîc Edebiyatı 52

II. Hadis Edebiyatından Istılah Bulmakta Faydalanmak. 52

A. Hadis Terimleriyle İlgili Arapça Eserler 53

Mu'cemu'l-Mustalahâtı'l-Hadisiyye. 53

B. Hadîs Terimleriyle İlgili Türkçe Eserler 53

1. Hadis Istılahları 53

2. Hadis Istılahları Sözlüğü. 53

III. Hadis Edebiyatından Şahıs ("Ravi, Rical") Bulmakta Faydalanmak. 54

A. Rical Edebiyatı 54

1. Rical Tanımı İle İlgili Edebiyat 54

a. Genel Nitelikli Tanıtım Edebiyatı 54

aa. İbn Sa'd ve et-Tabakâtu'1-kübrâ'sı 54

et-Tabakâtul-kübrâ. 55

bb. el-Buharî ve et-Târihu'1-kebîr'i. 56

cc. ez-Zehebî ve Siyeru a'lâmi'n-nübelâ'sı 56

dd. Ebû Nuaym ve Hilyetü'l-evliyâ'sı 57

b. Özel Nitelikli Tanıtım Edebiyatı 57

aa. Belli Râvî Tabakalarına Ait Eserler 58

1. İbn Abdilberr ve el-İstî'âb fi ma'rifeti'l-ashâb'ı 58

2. İbnu'1-Esîr ve Üsdul-ğâbe fî ma'rifeti's-Sahâbe'si 58

bb. İbn Hacer ve el-İsâbe'si 59

bb. Belli Kitablara Ait Ricali İle İlgili Edebiyat 60

el-Cem'u beyne ricâli's-Sahihayn. 60

İs'âful-mubatta1 bi ricâlil-Muvatta' 60

Tehzibu't-Tehzîb. 61

cc. Belli Vasıflara Sahip Ricalle İlgili Edebiyat 61

Tezkiretu'l-huffâz. 62

Kitâbu's-sikât 62

el-Muğni fi'z-zuafâ. 62

Mizânul-i'tidâl fi nakdi'r-ricâl 62

dd. Belli Bölge Ricali İle İlgili Eserler 63

Târîhu Bağdad. 63

Dimcşk (Şam) Tarihi 63

Tarihu Isfahan. 64

2.Rical Tenkidi Üe İlgili Edebiyat 64

a. İbn Ebî Hatim ve Kitabul-cerh ve't-ta'dil 64

B. Bîr Hadîs Ravîsinî Bulmada İhtimaller Ve Faydalanılacak Eserler 65

İhtimaller 65

6. râvî olarak güvenilirlik açısından durumu biliniyorsa. 66

1. Muhammed b.Beşşâr 66

2. Yahya (b. Said el-Kattân el-Ahvel) 66

3. Şu'be (b.el-Haccac) 67

4. Ebu't-Teyyâh (Yezid b. Humeyd) 67

5. Enes (b.Mâlik) 67

IV. Hadîs Edebiyatından Faydalanmakta Yeni İmkanlar 67

SONUÇ.. 68

EKLER.. 69

Şii Hadis Edebiyatı Türkiye'de Hadis Çalışmaları 69

Şîi Hadis Edebiyatı 69

1. el-Küleynî ve el-Kâfî fi Usûli'd-din. 69

2.El-Kummî Ve "Men lâ Yahzuruhu'l-Fakih". 69

3. et-Tûsî, Tehzibul-ahkâm ve el-İstibsâr 69

Türkiye'de Hadîs Çalışmaları 70

1876-1908 DÖNEMİ. 71

1909-1928 DÖNEMİ. 71

1929-1950 DÖNEMİ. 71

1951-1976 DÖNEMİ. 72

1976-1989 DÖNEMİ. 73

BİBLİYOGRAFYA.. 74

 


BİRİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ

 

İlimler tarihinin müstakil bir bilim dalı haline gelmesiyle ilimlerin litera­türünü tümüyle tesbit ve tanıtma faaliyetleri yoğunluk ve hız kazanmıştır. Kül­tür kökenlerinin araştırılması açısından da bu tür tetkik ve tanıtmalara ihti­yaç bulunmaktadır.

Hadîs Edebiyatının tanıtılması, bütünüyle dinî edebiyatın kaynak ve me-dot olarak dayandığı ilmî zemini gözler önüne sermek anlamına geleceği için ayrıca ve fevkalâde önemi haizdir. Zira Kuran ilimleri ile ilgili eserler incelen­diği zaman, bunların baştan sona hadislerle, daha doğrusu sünnete ait veriler­le dolu olduğu görülecektir. Tarih olarak daha sonraki dönemlerde müstakil bir hüviyet kazanmış olan Fıkıh, Kelâm, Tarih v.s. ilimlerin de hadislerle bes­lenmiş oldukları açıktır.

Hadis ilminden önce, mesele olarak ortaya çıkan Kur'an ilimlerinden, en son istiklâlini kazanmış bilim dallarına kadar tüm ilimlerin literatürü kay­nak olarak hadislere dayandığı kesindir. «Kur'ân ile birlikte hadis, milslü-manlara kendi içtimaî bünyelerinin ana temelleri olarak hizmet etmiştir. Çe­şitli ilimler bu ikili kaynaktan doğmuştur..»[1]

Öte yandan hadisçilerin, bulup titizlikle uyguladıkları isnad sistemi deni­len metodoloji Hadis Edebiyatından diğer dinî ilimlere intikal etmiştir. Bu da Hadis İlmi ve Edebiyatının metod açısından dînî ilimlere ve edebiyata tesirini göstermektedir. Netice olarak «Hadis ve Kur'ân'ın, Arapların bütün ilmî faali­yetlerinin temeli olduğunu söylemek mübalağa olmayacaktır».[2]

«Hadisin muhafaza ve neşri hususunda ashabın (ve müslümanların) dik­kate şayan faaliyeti, dünya edebiyat tarihinde bir tanedir. Onların hadiste ge­liştirdikleri isnad sisteminin varlığı, mükemmellik seviyesi, hadisin şeklî bakımdan tenkidine yardım olmak üzere meydana getirdikleri Esmâu'r-ricâl hakkındaki geniş edebiyat, muhteva tenkidine yanyan Usûlu'l-hadîs edebiyatı ve Peygamber adına uydurulan sözler hakkındaki mevzuat edebiyatı dünya edebiyat tarihinde bugün dahi eşsiz durmaktadır...»[3]

Dînî ilimlere ait literatürün dışında kalan edebî mahsullerdeki dînî metin ve mazmunlarda da ağırlıklı şekilde âyet ve hadisler görülmektedir.

Hadis Edebiyatının sayı olarak öteki dînî ilimlere ait literatürden farkını görmek için GAS gibi bir eserden bu ilim dallarına ayrılan sayfa adedlerine bakmak yeterli olacaktır.

Bütün bunlardan sonra Hadis Edebiyatının ortaya çıkış, keyfiyet ve kem-miyet olarak dînî edebiyat içinde gerçekten müstesna bir yere sahip olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz.

Tabakât ve rical edebiyatının gerçekten erken dönemde vücud bulmuş ol­masına rağmen, literatürün tanıtılması yeterince bu gayretlerden nasibini ala­bilmiş değildir. Bugün elimizde Ibnu'n-Nedim (385/995) ve îbn Hayr el-îşbili (575/1179)'nm Fihrisf/en, Kâtip ÇelebiVım (1067/1656) Keşfu'z-zunûn'w vt zeyli, Brockelman'zrc (1868-1956) GAL'i ve Fuad Sezgin't/ı GAS'i gibi eserler de, genel edebiyat içinde birer bolüm olarak; el-Kettânî (1345-1929)'nin er-Risâletü'l-müstatrafe'sinde, Sıddîkî'nın Hadis Edebiyatı Tarihinde, Abdüla-ziz ed-Dihlevî (1239-1824) 'nin Bostânu'l-muhaddisin'inde ve M. A'zamî'nir Studies in early Hadith Literatüre 'ünde Hadis Edebiyaâtını meşhur ve ilk Ör­nekleriyle tanıma imkânına sahip bulunmaktayız.

Türkçede Hadis Edebiyatını tüm boyutlarıyla tanıtıcı herhangi bir kitab henüz bulunmamaktadır. Biz de bu çalışmamızda, memleketimizde eğitim öğ­retim kurumlarının pratik ihtiyaçlarını karşılamayı ana gaye ve esas çerçeve olarak benimsemiş bulunmaktayız. Bu yüzden de hadis edebiyatı mahsulleri­nin hepsini değil, bazı türlerini önemli ve muteber örnekleri ve faydalanma usulleriyle birlikte tanıtmaya çalıştık. Bu yolla, Hadis İlmi sahasında yüksek lisans ve doktora seviyesinde araştırma yapacak olanlara ön bilgi niteliğinde yardımcı olmak istiyoruz.

Ayrıca çalışmamız, tam kronolojik bir nitelik taşımadığı için Hadis Ede­biyatı Tarihi gibi bir isim vermedik. Sadece «Hadis Edebiyatı» demekle yetin­dik. «Hadis Edebiyatı» ifâdesini, «Hadis Literatürü», «Hadis Kitapları» anla­mında kullandık.

Hadis Edebiyatının oluşum safhalarına ayırdığımız GİRÎŞ'ten sonra, bi­rinci bölümde Tasnif Devri Hadis Edebiyatını özellikleriyle birlikte tanıtmaya çalıştık. İkinci bölümde, Tasnif Dönemi Hadis Edebiyatını esas alan, onlar üzerinde vücut bulan eserleri meşhur ve muteber örnekleriyle ele aldık. Hadis Usûlü Edebiyatım ise, üçüncü bölümde müstakillen incelemeye çalıştık.

Dördüncü Bölümde de, hadis, ıstılah ve rical bulmakta Hadis Edebiyatın­dan faydalanma usul ve eserlerini inceledik ve örneklendirdik.

Böylece, genelde din ilimleri, özelde Hadis ilmi sahasında araştırma ya­pacak olanlara hadis kaynaklan ve faydalanma yolları konusunda derli toplu bir ön bilgi vermeye gayret ettik.

«Kolayca istifade edilebilir» olmayı, tanıtmak için ölçü aldık. Bu sebeple çalışmamızı basılmış eserler üzerinde yoğunlaştırdık. Ulaşılması imkânıszya da güç olan yazma eserleri tanıtmayı, temel prensip olarak benimsediğimiz pratiklik açısından uygun bulmadık. Ama yeri geldikçe onlara işaret etmek­ten de geri durmadık.

Bu arada, tanıttığımız eserleri, bizzat elden geçirmeye dikkat gösterdik. Zaten iki yıldır M. Ü. İlahiyat Fatkültesi'nde açılmış bulunan Hadis Yüksek Li­sans sınıflarında bu konular "Hadis Edebiyatı" adı ile tarafımızdan daha ge­niş planda işlenmektedir. Bu kitap, bahis konusu ders notlarının, geliştirilme­si gerekli uzunca bir özetidir.

Bu çalışmanın şekillenmesindeki katkılardan ötürü muhterem hocam Yrd. Doç; Dr. M. Yaşar Kandemir Bey'e, tercüme müsveddelerini lütfederek A'zamî'nin anılan eserinden yararlanma imkânı veren sayın Doç. Dr. Hulusi Yavuz Bey'e ve fikirlerinden istifade ettiğim meslektaşlarıma teşekkürlerimi sunmaktan derin bir haz duymaktayım.

Eserim basılmasına karar veren üniversitemiz yayın komisyonu üyelerine de ayrıca teşekkür ederim.

Gelenekçi bir karaktere sahip olan Hadis İlmi'nin edebiyatını meydana getirmiş bulunan, bu çalışmada isimlerini andığımız ve anmadığımız bütün geçmiş ulemaya Yüce Rabbimden rahmet diler, bu kitabın, memleketimizdeki pratik ihtiyaçları karşılamak maksadıyla kaleme alınmış olma özelliği içinde değerlendirileceğini umarım.

Dr. İsmail L. ÇAKAN 11 Ocak 1985/19 R. âhir 1405[4]

 

İKÎNCÎ BASKI ÎÇIN

 

Allah'a hamd, Resulüne salât'u selam olsun.

Her geçen gün seviye ve kalite iktisab ettiğine inandığım Hadis ilmi alanındaki araştırmalara memleketimiz çerçevesinde sür'at ve sıhhat kazandırmak maksadıyla hadis kaynaklarının tamtamını üstlenmiş olan HADlS EDEBİYATI, türü için kısa sayı­labilecek bir sürede ikinci baskısını yapmış bulunmaktadır. Bu, benim için hamd ve şü­kür vesilesidir .

literatür ve neşriyat ile ilgili çalışmaların çabuk eskimek gibi bir kaderi olduğu bi­linmektedir. Basın-yayın teknolojisindeki gelişmeler ve kaynakların neşrine getirdiği yeni imkan ve kolaylıklar bu eskime sürecini daha da kısaltmış ya da hızlandırmıştır. Bu sebeple birinci baskıda yer aldığı halde eskimiş olan bilgileri değiştirmek, yeni ne­şirleri tanıtıcı ilaveler yapmak suretiyle -belli ölçüde de olsa- HADÎS EDEBİYATI yeni­lenmiştir.

Özellikle lisansüstü programları için ders kitabı olarak takibedilmesi halinde araştırmacılara büyük faydalar sağlayacağına inandığım HADÎS EDEBlYATI'nın ikin­ci baskısını gerçekleştiren Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Vakû ve Neşriyat işletmesi yetkililerine, kitabın tashih ve baskısında tüm emeği geçenlere teşekkür ede­rim.

Doç. Dr. îsmail L. Çakan Bağlarbaşı -1989[5]

 

HADİS EDEBİYATININ OLUŞUM SAFHALARI

 

Hadis Ebebiyâtına vücud veren hadis, «söz, fiil, takrir, hılkî ve hulkî vasıf olarak, Nebi sallellahu aleyhi ve sellem' e izafe edilen her şeydir» diye tarif edil­mektedir.

Hadis, Hz. Peygamber'in tebliğ ettiği vahyi açıklama («beyân ») görev ve yetkisinden[6] kaynaklanmaktadır. Peygamberi beyân'ın yazılı metinleri ve bu metinler üzerindeki ilmî mesâiler hadis literatürünü, hadis edebiyatını mey­dana getirmektedir.

Hadis metinlerinin veya daha kapsamlı bir ifâde ile, sünnete ait verilerin doğru olarak tesbit ve nakli ile ilgi çalışmalar bir taraftan Hadis Edebiyatının menşeine dair ilmî faaliyetleri oluştururken bir taraftan da Hadis Edebiyatı­nın teşekkülünde gözlemlenen safhaların tetkikini zorunlu kılmaktadır.

Sünnete ait bilgi ve belgelerin güvenilirliği ile de yakından alâkalı olan bu oluşum devri, modern hadis tetkiklerinde daima ve ısrarla söz konusu edilmek­tedir. Bu da özellikle müsteşriklerin, bilhassa bu ilk dönemdeki faaliyetlerin tesbit ve yorumunda tenkidçi bir tavır takınmalarından ileri gelmektedir.

Hadis Edebiyatını, çeşitleri, özellikleri ve faydalanma usulleriyle tanıt­maya çalışacağımız bu kitabta biz, anılan safhaları, söz konusu tenkidleri ce­vaplandırmak için değil, bizzat konumuz olan Hadis Edebiyatının teşekkülünü anlatmak maksadıyla inceleyeceğiz.

Hadis Edebiyatının teşekkülünde şu dört safha dikkat çekmektedir:

Hıfz (ezberleme).

Kitabet (hadislerin yazıya geçirilmesi),

Tedvin (hadislerin yazılı metinler halinde resmen bir araya toplanma-

Tasnîf (belli usullere göre kitablaştırma).

Aslında biz bu safhalara, «hadisin günümüze intikal aşamaları » olarak da bakabiliriz.

Şimdi sırasıyla bu safhaları görelim: [7]

 

1. Hadislerin Ezberlenmesi («Hıfz»)

 

Hadislerin yazıya geçirilmesi ile ilgili bir sonraki bahiste etraflıca izah edi­leceği gibi, başlangıçta, Kur'an'dan başka bir şeye düşkünlük gösterilmesi ve önce Allah Kelâmı Kur'ân'ın kendine has özellikleri ile müslümanlar tarafın­dan bir iyice benimsenmesi için Hz. Peygamber, hadislerinin yazılmasına mü­saade buyurmamıştır. Kur'ân âyetlerinin tâbi tutulduğu, yazdırma, ezberleme ve kontrol gibi resmi muamelelerin hadislere uygulanmasını uygun bulmamış­tı.                                                                     ,

Belki de bu ilk yıllarda ve hattâ Mekke Devrinde Hz. Peygamber'in açıkla­malarının az ve günlük pratik hayatla ilgili olmayışları bunda etkili olmuştu. Daha açık bir ifade ile, Mekke Devrinin özellikle ilk yıllarında tevhid inancıyla ilgili âyetler nazil olmaktaydı. Mekke Toplumunun Allah inancı konusundaki yanlışları ortaya konulmaktaydı. Bu sebeple de Hz. Peygamber'e çok fazla açık­lama görevi düşmemekteydi. O, daha çok inen âyetleri okuyarak insanları İslâm'a davet etmekteydi.

İslâm Sisteminin gerekleri daha sonraki yıllarda ve özellikle Medine Dev­rinde belirleneceği için açıklama ihtiyacı da daha çok o dönemde görülecekti. Bu sebeple hadislerin başlangıçta yazıya geçirilmesine gerek duyulmaması herhalde bu tabiî gelişme ile de yakından ilgilidir.

Burada şu noktaya da işaret etmek yerinde olacaktır: Kitâbetü'l-hadîs meselesini inceleyen eserler, hadisleri yazma izninin ilk kez ne zaman verildi­ğine dâir kesin ya da ihtimâli bir tarihten söz etmemektedirler. Bu da konuya ait tahminlerin sayısını çoğaltmakta ve fakat gücünü o nisbette zayıflatmakta­dır.

Ayrıca, özellikle ilk yıllarda Müslümanlar arasında yazı yazmasını bilen­lerin azlığı da dikkatte uzak tutulmaması gereken bir gerçektir. Netice olarak sahâbiler hadisleri;

a. Müşâfehe yoluyla (ağızdan),

b. Müşahede yoluyla (Hz. Peygamber'in fiil ve tasvibîerini görerek),

c. Sema'yoluyla (Hz. Peygamber'den duymuş ya da O'nun fiilerini gör­müş bir başka sahâbîden işiterek) öğenebiliyorlardı. [8]Çünkü hepsinin, her za­man Hz. Peygamber ile birlikte bulunmaları mümkün değildi.

Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemeye alışmış bulunan sahâbîler, aşağıda bir kıs­mını özetleyeceğimiz sebeplere bağlı olarak hadisleri de ezberlemişlerdir. An­cak hemen belirtelim ki, bu sebepler, yazma izninden sonra da, hadislerin ez­berlenmesinde etkili olmuşlardır. Bizim burada asıl temas etmek istediğimiz, hadislerin başlangıçta ve ilk iş olarak ezberlenmiş olmaları tarihî gerçeğidir. Bunun için de hadislerin intikalinda ilk merhale «Hadislerin Ezberlenmesi » olmaktadır.

Ashâb-ı Kirâm'ın Hadisleri Ezberleme Sebepleri

Şimdi gerek başlangıçta, gerekse yazma iznini takib eden yıllarda hadisle­rin sahâbîler tarafından ezberlenmesinin sebeplerine kısa kısa işaret edebiliriz. [9]

Herşeyden önce hadislerin, bir başka insan sözünde bulunması pek nâdir bir ifâde güzelliği ve özelliğine («üslûb ») sahip bulundukları ile ashâbm, oku-ma-yazma bilmeyen ümmî Arab Milletinden oldukları ve tabiî olarak, ümm-înin hafızasına güveneceği ve dayanacağı gerçekleri bir arada düşünülecek ve değerlendirilecek olursa, hadislerin ezberlenmesinin pek tabiî bir netice oldu­ğu kolaylıkla anlaşılacaktır.

Öte yandan, medeniyetin yoğunlaştırdığı sıkıntı ve problemlerden uzak, sade bir yaşayış da zihin berraklığı açısından oldukça önemli bir faktördü. Bu sebeple o günün insanları uzun hitabe ve şiirleri bir kez dinlemekle ezberleye­biliyorlardı.

Hadislerin gerek başlangıçta gerekse deha sonraki dönemlerde ezberlenmeşinin bir başka sebebi de dîni koruma ve yayma («tebliğ, davet») görev ve şu­urunun o günün müslümanlarının zihinlerinde iyice yer etmiş olmasıydı. Zira onlar, mutlu geleceklerinin ancak İslâm sayesinde gerçekleşebileceğini iyice kavramışlardı. Nitekim Hz. Peygamber de, «sözümü dinleyip belleyen ve belle­diklerini aynı şekilde başkalarına tebliğ edenlerin Allah yüzlerini ağartsın! »[10] buyurmuş, tebliğin önemli bir görev olduğunu duyurmuştu.

Hadisin ve sünnetin dindeki pek yüksek mevkii ve pratik değeri de ashabı her konuda Hz. Peygamber'i takip etmeye zorluyordu. Rasulullah'tan kaptık­ları her kelime ve bilgi, onların âdeta beyinlerine ve iliklerine işliyordu. Onlar bu bilgileri amel ve uygulama olarak ortaya koyuyor, fiilen yaşıyorlardı. Bu fiilî durum ise, hiç şüphesiz, ezberlemeye vesile ve yardımcı, unutmaya da engel oluyordu. Çünkü sorumluluktan kurtulmanın olduğu kadar ilgiyi unutmama­nın da en geçerli yolu onu yaşamaktı.

Hz. Peygamber, kendisinden sonra dînî tebliğ sorumluluğunu yüklenecek olan ashabı, bu büyük görevi başarı ile yapabilecek kıvama gelmeleri için hik­met ile eğitirdi. O'nun sözleri ne uzun ne de kısa olurdu, o, tane tane konuşur­du. O kadar ki, Hz. Aişe, «yanında bulunan herhangi bir kişi O'nun sözlerini ko­laylıkla ezberi ey ebiîirdi.» [11] demektedir. Bâzan da hafızalarda iyice yer etmesi için Nebî (s.a.) sözünü üç kere tekrar ederdi. [12]

Birer paragraf halinde oldukça özetleyerek değindiğimiz bu ve bunlara ilâ­ve edilebilecek daha başka sebepler, bilhassa başlangıçta hadislerin ezberlen­mesinde büyük rol oynamışlardır. [13]

 

II. KİTABET (Kitâbetü'l-hadis=Hadislerin Yazıya Geçirilmesi)

 

«Kitâbetul-hadîs», «Kitâbetu 1-iîm»[14] ve «Takyîdu'1-ilm»[15] deyimleriyle anla­tılmakta olan hadislerin yazı ile tesbiti konusu, başlangıç açısından EZBER SAFHASI'nı takib etmekle beraber, elde mevcut müteârız hadisler dolayısıyla başlangıçtan beri münâkaşa mevzuu edilegelmiştir.

Hadislerin yazı ile tesbit edilmesi, -münâkaşaları ve gösterilen çözüm yol­lan bir yana- sünnete ait bilgi ve belgelerin korunması, ve sonraki nesillere ak­tarılması ve Hadis Edebiyatının teşekkkülü bakımından fevkalâde önemli merhaledir.

îşâret ettiğimiz bu büyük önemine binâen konu, Hadis Usûlü kitaplarında ele alınmış, hatta müstakil eserlere mevzu edilmiştir. Son zamanlarda ise ko­nu, daha çok müsteşriklerin sünnet çevresindeki hatalı değerlendirmeleri ve tenkid başlangıcı olarak hadislerin yazı ile tesbiti meselesini ele almaları dola­yısıyla Müslüman müelliflerce ilmî araştırmalara mevzu edilmektedir.

Konu Etrafındaki Müteârız Hadisler

Ebu Said el-Hudrî (r.a.) Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmekte-

«Benim ağzımdan Kur'ân'dan başka hiçbir şey yazmayınız. Kurandan başka bir şey yazmış olan kimse varsa, derhal o yazdığını imha etsin. Ancak yazmaksızın benden dilediğiniz gibi rivayet ediniz. Bundan bir beis yoktur. Bir de bile bile her kim bana isnad ederek yalan uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın. [16]

Bu hadisin sübûtu hakkında en küçük bir tereddüde yer yoktur. Çünkü bu manada bir çok hadis varid olmuştu. [17]

Öte yanda Abdullah ibn Amr'ın şu rivayeti yer almaktadır:

«Rasûlullah 'dan duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyş beni bundan nehyetti ve «Rasûlullah (s.a.) kızgınlık ve sükûnet halle­rinde konuşan bir insan iken sen O'ndan duyduğun herşeyi nasıl yazarsın? de­diler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Rasulullah'a arzettim. Eliyle ağzına işaret ederek;

«Yaz, canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz!» buyurdu ».[18]

Ayrıca Hz. Ebû Hureyre (r.a.) de şöyle demektedir:

«Nebî (s.a.) nin ashabı içinde Abdullah b. Amr hariç, benden daha fazla hadis bilen rivayet eden kimse yoktur, Abdullah yazar, ben yazmazdım.» [19]

Hz. Peygamber'in sağlığında hadislerin yazıldığına dair, sayılan tevatür derecesine varan büyük bir sahâbî topluluğundan gelen bir çok hadis bulun­maktadır. Bu yüzden M. Hamidullah'ın isabetle belirttiği gibi «Hz. Peygam­ber'in hayatı boyunca hiçbir şeyin yazılmamış olduğu hususunda ileri sürüle­cek herhangi bir ifâdenin, manasızlık hudutlarına varan bir şüphe olduğu da muhakkaktır. [20]Hatta bir iki isnadı tenkid edilmiş bile olsa bizzat Hz. Peygam­ber'in: «ilmi (hadisi) yazı ile tesbit ediniz! »[21] buyurduğu da nakledilmiş bulun­maktadır.

Sübût ve sıhhatinde hiç şüphe bulunmayan bu iki grup hadis arasında açık bir çelişki göze çarpmaktadır. Kitâbetü'l-hadis meselesini vuzuha kavuştura­bilmek için bu muteârız malzemeye bir çözüm bulmak gerekmektedir.[22]

 

Çözüm :

 

İslam bilginleri bu iki grub hadisin arasını bulmakta değişik çözümler ileri sürmüşlerdir. Şimdi bunları sırasıyla görelim:

Hadisler arasında görülen ihtilafları gidermek amacıyla yazdığı eserinde îbn Kuteybe (276/889) şöyle demektedir: [23]

«Bu meselede iki çözüm yolu vardır:

Birincisi: Sünnetin sünnetle nesh edilmiş olmasıdır.

Bu demektir ki, Rasulullah, önce sözlerinin yazılmasını yasaklamış; sönnetin ezberlenemeyecek kadar çoğaldığını gördükten sonra da yazılmasına ve kaydedilmesine müsaade etmiştir.

İkincisi: Yazma izninin sadece Abdullah b. Amr'a mahsus olmasıdır. Çün­kü Abdullah b. Amr, eski kitapları okumakta, Süryânice ve Arapça yazı yaz­maktaydı. Onun dışındaki ashâb ümmî idi. Onlardan sadece bir-iki kişi yazı ya­zabilirdi. Onların da yazıları kusurlu idi. Nebî, onların yazmakta hattâ edebile­cekleri endişesi ile onları hadisleri yazmaktan menetti. Fakat Abdullah b. Amr'ın yazısından emin olduğu için ona müsaade etti».

Hattâbî (388/998) ise, «yasağın önce olması muhtemeldir. Son durum ise yazının mübahlığıdır. Ayrıca : Nebî (s.a.) Kur'ân'a karışması ve okuyanı şaşırt-mamasi için hadislerin Kur'ân âyetleriyle aynı sahifeye yazılmasını yasakladı da denilmiştir. Yoksa BİZATİHİ YAZI YAZMANIN SAKINCALI OLMASI VE YAZI İLE HADÎSİ KAYDETMENİN YASAKLANMASI gibi bir şey SÖZ KO­NUSU DEĞİLDİR»[24]diyerek yasağı, belli bir mekâna tahsis eden ve yazı ile ilm kaydetmenin aslında sakıncalı olmadığını dile getiren dikkat çekici bir çözüm getirmiştir.

İlk Hadis Usûlü yazarı olarak bilinen er-Râmehurmuzî (360/917) de «Ha­dislerin yazılmasına Rasulullahrın izin vermediğine dair Ebû Saîd'in rivayeti öyle sanıyorum ki, hicretten önceki ve bu işin Kur1 an ile iştigalden alıkoyma­sından emin olunmadığı devir için geçerlidir»[25] diyerek nesh görüşünü benim­sediğini açıklamaktadır.

Yazma izninin, yazma yasağından sonra olduğu gerekçesiyle bir çok ali­min benimsediği nesh görüşü, Reşid Rıza tarafından tersinden benimsenmiş­tir. Yani ona göre izin önce, yasak sonradır. [26]

Hemen kaydedilmelidir ki, nesh görüşü, nakilden istidlalle elde edilmiş­tir. Halbuki öteki çözüm yollarının her birinin nakli istinadlan bulunmakta­dır. Yani, nesh'e açıkça delâlet edecek bir hadis bulunmamaktadır. Mekke'nin fethi günü Ebû Şah için Fetih Hutbesinin yazılmasını emreden Hz. Peygamberin bu emri zaman bakımından son yıllara rastladığı için yazma izninin son­ra olduğunu göstermektedir. Öte yandan Abdullah tbn Amr, vefat ettiği zaman es-Sâdıka diye meşhur olan sahifesi yanında bulunmaktaydı Şayet -Reşid Rı-za'mn dediği gibi- yazma yasağı sonra olsaydı, elbette Abdullah bu sahifesini yok ederdi.

Cumhurun kabulüne mazhar olmuş gözüken nesh çözümünü yakından tetkik ettiğimiz zaman onun «yeterli bir çözüm» olmadığı sonucuna varmak mümkündür. Zira eğer hadisleri yazma yasağı umumî (ve resmî) bir şekilde yü­rürlükten kaldırılmış («nesh») olsaydı, Rasuluîlah'dan sonra sahabe arasında görülen hadisi yazıya geçirmekten çekinme tavırların görülmemesi; hadisleri yazıp toplamak («tedvin») isteyenler aleyhine delillerin ortaya atılmaması ge­rekirdi.

Herşeyden önce, kitabetin kitabet olduğu için yasaklanmamış olduğu bir gerçektir. Hattâbî bu konuya işaret etmiş bulunmaktadır. Şayet yazma yasağı, bizzat kitabetin sakıncalı olması dolayısıyla konulmuş olsaydı, daha sonra hiç kimseye, hiç bir gerekçe ile yazma izninin verilmemiş olması gerekirdi.

O halde aynı anda hem yasağın hem de iznin gerekçesi olabilecek bir sebeb aramak gerekmektedir.[27] Böyle bir sebep bizi nesh'den söz etmeden çözüme gö­türecektir.

KUR'ÂN'DAN BAŞKA BİR ŞEYE DÜŞKÜNLÜK GÖSTERİLMESİ VE BU YÜZDEN KUKANIN TERKEDÎLMESÎ ENDÎŞESİ» diye formüle edebile­ceğimiz bu ortak sebep aslında hadislerin yazıya geçirilmesine karşı çıkan sahâbilerin sözlerinde de mevcuttur. Meselâ Hz. Ömer, sünnete ait bilgileri yazdırmayı ve bir araya toplamayı düşünmüş, bu fikrini sahâbîlere açıklamış, tasviblerini almıştır. Ancak bir ay süren istihare sonunda kararını: «BEN HA­DÎSLERİ YAZDIRMAYI İSTEMİŞTİM. HATIRLADIM Kİ SÎZDEN ÖNCE BÎR MÎLLET, KÎTAPLAR YAZMIŞLAR VE ONLARA ÖNEM VERMİŞLER VE ALLAH'IN (kendilerine göndermiş olduğu) KİTABINI TERKETMİŞLER-Dî. ALLAH'A YEMİN EDERİM Kî BEN, ALLAH'IN KÎTABINI BÎR BAŞKA ' ŞEYLE ÖRTEMEM, ONA GÖLGE DÜŞÜREMEM» sözleriyle bildirmişti. [28]

Hz. Ömer'in dile getirdiği endişeyi içlerinde duyan sahâbîler, ona bu görüşünde karşı çıkmamışlar ve onun görüşünü paylaşmışlardır.

Kitâbetü'l-hadîs meselesini müstakil bir eserde tetkike tabi tutan Hatîb Bağdadî (463/1071) de «açıkça ortaya çıkmıştır ki, ilk asırda hadislerin yazıl­masının hoş karşılanmaması, Allah'ın kitabına bir başka şeyi eş tutmamak ve­ya bir başka şey sebebiyle Kur'ân'la meşguliyetten uzak kalmamak içindir»[29] diyerek gerçek durumu tesbit etmektedir.

Nesh'den söz etmeden konuya ait hadisler arasındaki ihtilafı «Kurandan başka bir şeye düşkünlük gösterilmesi ve bu yüzden Kur'ân'ın ter-kedilmesi endişesi » ortak sebebiyle ortadan kaldırmak yani böyle bir endişe­nin bulunduğu yer ve zamanda yasağın; böyle bir endişenin bulunmadığı yer ve zamanda da iznin geçerli olduğunu düşünmek en doğru çözüm olmaktadır. Ah-med Naim'in ifadesiyle «yerine göre nehiy hadisi ile de, izin hadis ile de amel olunur. Nehiy hadisi, hıfzına güvenilir ve bazı yazarken sû-i hattı veya dikkat­sizliği yüzünden iltibasa, tahrife meydan verir kimselere; ibâhe hadisleri de hafıza gevşek ve yazısı okunaklı ve dürüst olanlara göredir.» [30]

Bu tür bir çözüm bizi, günümüzdeki bazı dînî grupların kendilerince mute­ber kabul etikleri eserlere aşırı derecede düşkünlük göstererek Kur'ân'ı ihmal etmeleri olaylarına da müdahale imkanına kavuşturmaktadır.

Ayrıca yeni yeni Müslüman olan insanların kendi yörelerinde Kur'ân'ın bütün özellikleriyle yerleşmesine kadar başka bir şeyle meşgul olmamaları ge­reğini hatırlatması bakımından da böylesi bir çözümün yeterli esnekliğe ve ge­çerliğe sahip olduğu görülmektedir.

En azından bugün bile hem yazma yasağının hem de izninin geçerli olabi­leceği hallerin -kısmen de olsa- mevcudiyet imkanını düşünmemize mani bir hal bulunmamaktadır.

Delilsiz Bir îddia

Kitâbetü'l-hadîs problemi ile ilgili iki grup hadis hakkında müsteşrik Goldziher (1921) tarafından ileri sürülen bir iddiaya da burada işaret etmek is­tiyoruz.

Goldziher bahis konusu iki grub hadisin ehl-i re'y ve ehl-i hadis tarafın­dan uydurulmuş olduğu görüşündedir. Ona göre;

Ehl-i hadîs, hadislerin sıhhati ve onlarla ihticac hususunda ellerinde bir delil bulunması için hadislerin yazılmasının cevazına kail oluyorlar.

Ehl-i re'y ise -aksine- hadisin sıhhatini ve onunla ihticacı inkar edebilmek için hadislerin yazılmaktan nehy edildiğini ve yazılmadığını ileri sürüyorlar.»[31]

Hiç bir delile dayanmayan bu iddia, Takyîdu'l-ilm' in ilmî neşrini gerçek­leştiren Dr. Yusuf el-Uş tarafından ehl-i hadisten hadislerin yazılmasına karşı çıkanlar ve ehl-i re'y'den de hadislerin yazılmasına taraftar olanların isimler verilmek suretiyle çürütülmüştür. [32]

Netice:

Başlangıçta görülen ihtilâf, neticede ortadan kalkmış ve Müslümanlar ha­dislerin yazıya geçirilmesinin cevazında fikir birliğine varmışlardır. [33] Zaten bizzat Hz. Peygamber tarafından yazdırılmış olan bazı vesikalar ve yine O'nun zamanında bazı sahabilerce yazılmış hadis sahifelerinin bulunduğu bugün ilmî olarak ispatlanmış ve neşredilmiş bulunmaktadır. [34]

Umûmi ve resmî mahiyette olmasa bile hadisler, bizzat Hz. Peygamber za-manınında ezberlenmesi yanında yazılmıştır da. Hatta hadisler daha sonraki yıllarda resmen tedvin edildikten sonra da yine ezberlenmişlerdir.

Hadislerin resmen ve umumî olarak yazıma tabi tutulması ve yazılı metin­ler halinde bir araya toplanması bir başka safhayı, Tedvin Safhasını oluştura­caktır.

Ezber ve Kitabet safhaları hicrî birinci asırda yoğun şekilde yer alan iki safhadır.

Sahabîler ve Büyük Tabiîler Devri'ni oluşturan bu zaman kesimi içinde ha­disleri ezberlenmesi ve yazılması meyanında birinci elden sünnet bilgisini elde edebilmek temel fikrine dayanan bir başka ilmî faaliyet de başlatılmıştır. Bu, rihle (hadis öğrenmek için yapılan yolculuklar)'dir.

Daha sonraki safhalarda da tabiî olarak görülecek olan rihle'yi biz burada hatırlatmakla yetinecek, üzerinde daha fazla durmayacağız.[35]

Sahifeler

«Hadis Edebiyatının başlangıcını, bizzat İslam Peygamberi tarafından yazdırılmış ve kendi zamanında muhafaza edilmiş olan mektup, kanun ve risa­lelere; ashab ve tâbiûn tarafından derlenen sahifelere kadar götürmek»[36] pek tabiîdir. Bu yüzden biz, bazı sahâbilerin bizzat Hz. Peygamber'den duyup öğ­rendikleri hadisleri, yazılı metinler halinde bir araya toplamak sureti ile mey­dana getirdikleri sahifeleri Hadis Edebiyatının ilk türü ilk mahsulü olarak söz konusu etmek istiyoruz.

Sahife kelimesi islâm öncesinde de biliniyordu. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de bu kelimenin çoğulu olan suhuf zikredilmiştir. [37]

Ashâb-ı Kirâm'a âit sahifelerin hacmi, pek tabî olarak farklı idi. 1000 ka­dar hadisi ihtiva ettiği bildirilen Abdullah b. Amr b. e.î-Âs'ın es-Sahifetu's-sâdi-ka sı ile, Hemmâm b. Münebbih (101/718)'in, hocası Ebû Hureyre'den aldığı hadisleri içeren 138 hadislik sahifesi, sahifelerin hacmi konusunda bize bir fi­kir vermektedir. Çok daha az sayıdaki hadislerden oluşan sahifeler de bulun­maktadır.

Bu kısa açıklama göstermektedir ki, «Sahife» denilince, bir yapraklık bir yazılı vesika değil, birkaç sahifelik hacımdan («risale, broşür, cüz»), kitap dene­cek hacma kadar değişen yazılı vesikalar anlaşılmaktadır.

İlk devirler için «nüsha» kelimesi de «sahife» anlamındadır. [38] Böyle olunca, -yukarıdaki açıklamalar ışığında- «sahife» veya «nüsha» kelimeleri «risale» ve «kitab» demektir. [39]Zaten «risale» de, ya Ebû Davud'un Mekkelilere yazdığı risale örneğinde olduğu gibi «mektûb»; ya da Şafiî'nin «er-Risâle»si örneğinde görüldüğü gibi «kitab» anlamlarında literatüre geçmiş bulunmaktadır.

Ayrıca şuna da işaret edelim ki, kitab kelimesi, daha sonraki dönemlerde vücûd bulacak hadis koleksiyonlarının müstakil bölümlerinden her birine veri­len isim olacaktır. Kitâbu'1-imân, Kitâbu'1-hacc, Kitabu'1-büyu v.s. gibi.

«Kitâbetü'l-hadîs» döneminde, sahife sahibi oldukları veya kendilerinden yazmak suretiyle hadis alındığı bilinen sahâbiler epey bir yekun tutmaktadır. A'zâmî, aralarında Ebû Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî (52/672), Ebû Bekr es-Sıddîk (13/634), Ebû Bekre es-Sakafi .(51/671), Ebû Hureyre (58/677), Ebi Şâh, Ebû Umâme (81/700), Abdullah b. Abbâs (68/687), Abdullah b. Amr el-Âs (63/682), Abdullah b. Mes'ud (31/651), Abdullah b. Ömer (74/693), Abdul­lah b. Zübeyr (73/692), Âişe (58/677), Ali b. Ebî Tâlib (40/660), Enes b. Mâlik (93/711) gibi ashâb-ı kiramın da bulunduğu 50 kişilik bir liste vermekte­dir. [40]

Ashâb'a ait hadis sahifelerinin hiç biri müstakillen zamanımıza ulaşabil­miş değildir. Her biri hakkında hadis edebiyatının ilk ve en muteber kaynakla­rında, -inkârı mümkün olmayacak açıklıkta- kayıdlar bulunmaktadır. Hatta bu sahifelerin muhtevaları, Ahmed b. HanbeV in Müsned' inde yer almıştır.

Zamanın tahribinden kurtularak müstakil hüviyetiyle bize kadar ulaşmış bulunan «en eski hadis eseri», Hemmâm b. Münebbih'in Sahifesi' dir.

Hemmâm b. Münebbih'in Sahifesi ,

Gerçekte, Ebû Hureyre' nin, talebesi, Hemmân b. Münebbih' e yazdırdığı hadis metinlerinden oluşan bu sahife, onu bize rivayet eden Hemmâm' a izafet­le «Hemmâm b. Münebbih'in Sahifesi » diye meşhur olmuştur.

Her ne kadar bu sahife, asr-ı saadette yazılan sahifeîerden sayılmasa da tedvin öncesi dönemde Hadis Edebiyatının yazılı vesikalarının bir örneği ola­rak fevkalâde önemi hâiz bulunmaktadır. Bu sahifenin Ebû Hureyre'nin vefa­tından önce tedvin edilmiş olması, hicrî ikinci asrın hemen başlarında görülen resmî tedvin öncesinde de hadislerin yazılı vesikalar halinde tedvin edildikle­rini ve «o sahifelerin, tıpkı daha sonraki hadis mecmualarında bulunanlar gibi Hz. Muhammed'in bazı hadislerinin tam kayıtları olduğunu»[41] göstermekte; dolayısıyla, hadislerin daha sonraki dönemlerde hafızalardan yazıya geçirildi­ği şeklinde ileri sürülen müsteşrik görüşlerini temelden çürütmektedir.

Toplam 138 hadisten oluşan bu kıymetli sahife, Prof. Dr. Muhammed Ha-midullah tarafından Berlin ve Şam nüshalan karşılaştırılmak suretiyle ilk kez Mecelletü'l-ilmiyyi'l-arabV de[42]neşredilmiştir.

Sahife' nin bütün hadisleri, Ahmed b. HanbeV in Müsned'inde Ebû Hu­reyre' ye ayrılmış olan sayfalarında aynen yer almaktadır. Ayrıca kütüb-i sit-te'de de konularına göre dağınık bölümlerde bulunmaktadır. [43]

Sahife, neşrini müteâkib değişik diller yanında Türkçeye de üç ayrı şahıs tarafından tercüme edilmiş ve üçü de yayınlanmıştır. [44]

 

III. Tedvinu'l-Hadis (veya «Cem'ul-ehâdis»)

 

Burada sözünü edeceğimiz konu, kolayca anlaşılacağı gibi hadislerin yazı­ya geçirilmesi olayına bağlı ve fakat ondan ayrı bir mevzudur.

Tedvîn, sözlük anlamı olarak, dağınık malzemenin bir araya toplanması demektir.

Hadis tarihi içindeki ıstılâhî anlamı ise, dillerde ve değişik yazı malzeme­leri üzerinde dağınık halde bulunan hadis metinlerinin herhangi bir sınıflan­dırmaya tâbi tutulmaksızın bir araya getirilmesidir. Bu demektir ki, tedvîn;

a. Henüz yazıya geçmemiş rivayetleri yazıya geçirmek,

b.Eskiden yazılmış veya yeni yazıya geçirilmiş olan hadis metinlerini ayı­rıma tabi tutmadan bir araya toplamak... gibi iki ayrı işi ifade etmektedir.

Ayrıca tedvin edilen malzemenin, müdevvin tarafından bizzat yazılmış olması gibi bir şart da söz konusu değildir. Müdevvin, kendi yazdıkları ile birlikte başkalarının yazdıklarını da pek tabiî olarak toplayabilir.

Aslında, dikkat edilirse kitabet, tedvin ve tasnif kelimelerinde ortak nokta «toplamak» tır. Ama bu üç terim, anlam, kapsam, sistem ve zaman bakımından farklı «toplama» işlemlerine delâlet etmektedir. Şöyle ki:

Kitabet, herhangi bir sahâbînin, bizzat Hz. Peygaber'den duyduğu hadis­leri kendisi için yazıp bir araya getirmesi olayıdır. Bunlar, hatırlamak maksa­dıyla tutulmuş özel notlar («müzekkirât») dır. Hadisleri yazı ile tesbit eden sahâbîlerden herhangi birinin, bir başka sahâbînin rivayetlerini yazma girişi­minde bulunduğuna dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Sahâbîleri, ellerin­de hadis yazılı vesikalar dolaştırırken de görmekteyiz.

Abdullah b. Amr, meşhur sahifesi için «Bu benim Rasulullah'tan işittiğim es-Sahifetu's-sâdıkadır. Benimle Rasulullah arasında bu hadisleri bana ulaş­tıran herhangi bir kişi yoktur» demiş, [45]kitâbet'in çok özel anlamda bir «topla­ma» demek olduğunu göstermiştir.

Bu anlamdaki bir tedvin («kitabet») Hz. Peygamber ve sahabe devrine ait bir hadisedir.

Kitabet anlamındaki bu tedvin, kapsam olarak «kendi işittiğ hadisler»!, herhangi bir sistem'e bağlı olmaksızın Hz. Peygamber ve Ashâb Devri sınırları içinde kalarak yapılan «en dar anlamda» bir «toplama»dır.

Tedvîn, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, muhtelif sahâbiler tarafından rivayet edilmiş olan hadisleri yazıp bir araya toplamak demek olduğu kadar, aynı zamanda başka başka sahâbîler tarafından yazılmış sahifeleri toplayıp bir araya getirmektir de. Sınırı ise, «ulaşılabilen her sahâbî, bulunabilen her hadis veya vesika»dır. Böylece tedvîn, belli herhangi bir sisteme bağlı olmasa bile zaman olarak Büyük Tabiîler Devri diyebileceğimiz I. hicrî asrın sonları II. asrın hemen başlarına ait bir «umumî ve resmî toplama» olayıdır.

Tasnif ise, tedvîn edilmiş («müdevven») malzemenin, ya sahâbî râvisine ya da ilgi alanlarına göre beli bölüm ve bâblarda «toplanması»nı ifade etmekte­dir. Tasnif, zaman olarak, tedvîn'den sonraki bir döneme ait «kitaplaştırma» anlamında bir toplama» faaliyetidir.

Değişik kapsamda da olsa, «toplama» anlamını daima korumuş olan bu üç terim'e «tedvin» olarak bakılabileceği dikkate alınırsa, çağdaş yazarlardan Suphi Salih'in şu sözleri daha bir netlik ve anlam kazanır :

«.. .Adına hadis tedvini veya hadis tedvin gayreti denen şeyi ilk defa duy­mak için, Halife Ömer b. Abdilaziz devrine bakmak zorunda değiliz. Hadis ted­vinini pek erken asırda başladığını söylemek için, Goldziher ve Sprenger gibi müsteşriklere uyarak, içinde yaşadığımız asra bakmamız da icab etmez. zina kitaplarımız, haberlerimiz ve tarihî vesikalarımız hadislerin, -bu iki müsteşri­kin dediği gibi- ikinci hicret asrının başında değil, daha Hz. Peygamber zama­nında yazıya geçtiğini, şüpheye yer bırakmayacak şekilde göstermektedir.[46]

"Toplamak" anlamında birleşen bu üç terimden Tedvîn, kendisinden ön­ceki Kitabet Safhası mahsûllerini derlemek, kendisinden sonraki Tasnif çalış­malarını başlatmak açısından Hadis Edebiyatı için pek önemli bir başlangıçtır. Öylesine ki Beyhâki, "Büyük Hadis imamlarının eserlerinde Tedvîn ve Tasnife tâbi tutulmamış herhangi bir hadis ileri sürülecek olursa, o hadis kabul edil­mez[47] demiştir.

Öte yandan tedvin'in, sadece hadisler için değil aynı zamanda Hadis ilim­leri için de tedvin anlamı taşıdığı da düşünülebili. [48]

Hadis tarihi içinde, hadis edebiyatı'na başlangıç teşkil eden resmî[49] ve sis­temli bir tedvin faaliyetinin hicrî birinci asrın sonları ve II. asrın başlarında Ömer b. Abdilaziz (101/719)'in emriyle başladığı kabul edilmektedir. O'nun Medine Valisi, Ebu Bekr b. Hazm'a (120/738) ve ülkenin her tarafına («ilâ ehli'l-âfâk») gönderdiği resmi yazı şudur :

«Hz. Peygamber'in hadislerini, sünnetlerini (Amra bnt. Abdirrahman'ın rivayetlerini) araştır ve yaz; zira ben, ilmin kaybolmasından ve âlimlerin yok olup gitmelerinden endişe ediyorum.» [50]

Tedvin faaliyetinin en meşhur ismi İbn Şihâb ez-Zuhrî (124/742) dir. [51]îbn Şihâb için «hadisi ilk tedvin eden kişi» denilmektedir.[52]

Hiç şüphesiz ez-Zühri'nin bu işte ilk oluşu, «resmî mânâda ilk müdevvin ol­ması» şeklinde anlaşılmalıdır. Yoksa daha önce, yukarıda işaret ettiğimiz an­lamlar içinde hadisleri tedvin etmeye çalışanlar daima olagelmiştir. Zührî'nin «Bu ilmi benden önce kimse tedvin etmemiştir»[53] sözü de «resmî planda kendi­sinden önce bir müdevvinin bulunmadığı anlamındadır.

Nitekim Halife Ömer b. Adilaziz'in emrini ilk gerçekleştiren ez-Zührî'dir. Ebû Bekr b. Hazm. derlediklerini göndermeden Halife vefat etmiştir. Neticede de Ibn Hazm'ın topladıkları kaybolmuştur. [54]

Emevî Halefesi Velid b. Yezid'in öldürülmesinden sonra, Mervan ailesi için ez-Zührî'nin yazdığı hadislerin kitablar halinde hayvanlarla taşındığı gö­rülecek ve Zühri'nin tedvin konusundaki çalışmalarının boyutları hayranlık uyandıracaktır. [55]

Zührî'nin bu yazdıkları arasında sahabe kavilleri de bulunmaktaydı. Çün­kü Zührî bunları da «Sünnet» içinde mütâlâa ediyordu. [56]

Tedvin, sünnet malzemesini herhangi bir ayırım sözft konusu olmaksı­zın ve yok olmaktan korumak maksadıyla yazılı olarak bir araya getirmek şek­linde gerçekleştirmiştir.

Tedvin, II. hicrî asrın ilk çeyreğinde bitmiş, tasnif dönemi onu takip etmiş.[57]

 

IV. Tasnıfu'l-Kutub

 

Tasnif, sınıflandırmak, aynı cinsten olan ya da aralarında bir araya getiril­melerini gerektiren ortaklıklar bulunan malzemeyi başkalarından ayırmak anlamındadır. Terim olarak, müdevven hadis malzemesi içinde yer alan hadisleri konularına göre ayırıp belli bâb veya bölümlerde toplamak demek­tir.

Bu «tasnifu'l-hadîs» ifadesiyle anlatılmak istenen durumdur. Ayrıca bir de kitabların belli bölüm ve bâblara ayrılmış malzemelerle oluşturulması var­dır ki,işte bu da «Tasnıful-kütüb» olarak tanımlanmaktadır.

«Sahifeler» ve «cüz»ler şeklinde tutulmuş küçük yazılı hadis vesikalarının ve herhangi bir ayırıma gitmeden ilk kez tedvin çalışmaları sırasında yazıya geçirilmiş sünnet verilerinin yine hiçbir tasnif düşüncesine dayanmaksızın bir araya toplanması («tedvin») sonucu ortaya çıkan yığın halindeki hadislerin, ko­laylıkla istifadeye sunulabilmesi «tasnîf»! gerekli kılmaktaydı.

Tasnîf, tedvin'den sistem, kapsam ve zaman olarak farklı olmasına rağ­men onu tedvinle birlikte başlamış bir faaliyet olarak görmeye mâni bir hal de bulunmamaktadır. Ya da en azından kesin hatlarla bu iki faaliyeti ayrı zaman dilimlerine tahsis etmek pek kolay değildir. Gerçi musannef eserlerin ortaya çı­kışı için en erken tarih olarak h. 120-130'lar gösterilmekte[58] ise de bu, tasnif ça­lışmalarının daha önceki yıllarda başlamış olduğunu düşünmeye mâm değil­dir. Zira musannef bir eserin hemen bir-iki yılda meydana getirildiğini kabul yerine, o günün şartları nazar-ı itibare, alınarak uzun yılların mahsulü olabile­ceğini düşünmek daha isabetli olacaktır.

Kaynakların biribirlerinden naklen verdikleri bilgiye göre Hicaz'da Abdülmelik b. Cureyc (150/767), Irak'ta Saîd b. Ebî Arûbe (156/773) ilk musannef müellifleridirler. Müsteşrik Goldziher, bu iki muhaddisin eserlerine sahip bu­lunmadığımız gerekçesi ile onların arz ve üslubîan hakkında hüküm verileme­yeceğini51 ileri sürmekte ve tedvin[59] tasnif dönemi ile birleştirerek ilk musan­nef hadis eserinin Buhâri'nin Sahih'i olduğunu iddia etmektedir. [60]Bugün artık «eserleri elde mevcut değildir» gibi bir gerekçeyi kabullenmek imkânı kalma­mıştır. Zira anılan iki muhaddisler çağdaş olan Ma'mer b. Râşid (152/769)'in el-Câmi' i yazmaları ve basılmış haliyle elde mevcuttur. [61]«...Ma'mer b. Râşid'in el-Câmi'i, zamanımıza intikal etmiş olan hadis musannefâtının en es­kisi olup devrinin hadis tasnifi ameliyyesi hakkında vazıh bir fikir verebilecek mâhiyettedir. [62]Zira «Yemen1 de Ma'mer b. Râşid, gerek gelişi-güzel bir şekilde ve gerekse muayyen bablar halinde bulunan süneni toplamıştır.[63]

Hatta Ma'mer b. Râşid'in hocası Hemmâm b. Münebbih (101/718)'in Saki-fesi ve talebesi Abdurrezzak b. Hemmâm (211/827)'ın el-Musannef i de elimiz­de bulunduğuna göre h. II. asırdaki tasnif faaliyetleri hakkında yeterli ipuçla­rına sahib bulunmaktayız demektir. Binaenaleyh ilk musaneffeserin Buhârî (256/870)'nin Sahih 'i olduğu iddiası, önceki yüz yıllık tasnif çalışmalarını inkâr etmek anlamından başka hiçbir maksada hizmet etmemektedir. Bu yüz­den de tasnifu'l-kütüb merhalesinin tedvin'den hemen sonra ortaya çıkmış ve fakat tedvin ile birlikte yürütülmüş bir çalışma dönemi olarak kabul ediyo­ruz.

Bu dönemde eser tasnif ettiği eski kaynaklarda yer alan âlimlerin eserleri­nin günümüze kadar -çeşitli sebeplerle intikal etmemiş olmasının, hadis ede­biyatı tarihi açısından pek büyük bir kayıp olduğu da bir gerçektir. Dünya kü­tüphanelerinde ve arşivlerde yapılacak ısrarlı ve dikkatli araştırmaların, bu ilk devir mahsulü hadis musannefâtından bazılarının bulunması mutlu sonu­cuna ulaşabileceği umudumuzu muhafaza etmekteyiz.

Müdevven hadis malzemesinin tasnifi belli usûllerle gerçekletirilmiştir. Şimdi bu usullerin genel karakterlerini ve kitab olarak hadis edebiyatına ka­zandırdıklarını tanıyalım.

Ancak burada bir noktaya işaret etmekte fayda vardır :

Hadisin intikal safhaları (ezber, kitabet, tedvin ve tasnif) arasında süre olarak en uzun dönem Tasniful-kütüb safhasına aittir. H. II. asrın büyük bir bölümü, Hadis Edebiyatının altın çağı III. asır ve orijinal hadis edebiyatı mah­sûllerini son örneklerinin verildiği IV. asrın ilk yarısı bu safhaya ait kabul edi­lebilir.

Bu safhaları ve sonrasında oluşan durumu şöyle bir şekille göstermemiz mümkündür: [64]

 

Hadisin İntikal, Hadis Edebiyatının Oluşum Safhala­rı

 

Hadis

 

1- Hıfz (Ezber) Safhası

2- Kitabet (Yazıya geçirme) Safhası

3- Tedvin (Cem'u'l-ehâdîs) Safhası

4- Tasnîfu'l-kütüb Safhası

5- Sonraki Çalışmalar

a. Tasnif Dönemi eserleri üzerindeki ek çalışmalar

b. Hadis Usûlü Edebiyatı

c. Rical Edebiyatı

d. Şerh "Edebiyâti

e. Tahricte Kolaylık Sağlayan Eserler

îşte bütün bu merhalelerde ortaya çıkan ve günümüze kadar uzanan hadisle ilgili ilmî mahsûller «Hadis Edebiyâtı»nı oluşturmaktadır.

Şimdi bu edebiyatı, pratik ihtiyaçları göz önünde tutarak, meşhur ve muteber örnekleriyle ayrı ayrı tetkik edebiliriz.[65]

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

TASNİF DEVRİ HADÎS EDEBİYATI TASNİF DEVRÎ

 

Tasnif Sistemleri

 

Tasnif devrinde başlayıp süregelen iki ana tasnif sistemi görülmektedir. Bunlardan biri hadislerin, onları rivayet eden sahâbî râvilerin isimlerine göre sıralanması («âle'r-ricâl»), ikincisi de konularına göre («ale'l-ebvâb») tasnife tâbi tutulmasıdır.

Hiç kuşkusuz, tasnif sistemleri, musanniflerin amaçlarına uygun olarak ortaya çıkmışlardır. Musannif ve müelliflerin maksadlan ise, tabiî olarak fark­lılıklar arzedecektir. Biz burada bu ilişkiyi de dikkate alarak tasnif sistemleri­ne kısaca temas edeceğiz. [66]

 

Ale'r-ricâl Tasnif

 

Bu sistemde sahâbi râviler, muhtelif kriterlere göre sıralanır ve her birin­den rivayet edilen hadisler, konulanna bakılmaksızın isimleri altına dercedi-lir.

Kriter olarak da sahâbilerin müsîüman olmakta kıdemi, Hz. Peygamber'e yakınlık derecesi gibi hususlar benimsenir. Meselâ, Ebû Davud et-Tayâlisi (204/819) ve Ahmed b. Hanbel (241/855)in Müsnedlerinde aşere-i mübeşşe-re'den ilk halife Ebû Bekr'in Müsned'i iîk sırayı alır.

Bu sistem, hadis metinlerini, olduğu gibi korumak, ricale ait rivayetleri bir arada tesbit ve hüküm istinbatı için bir araya toplamak maksadından kaynak­lanmaktadır.

Müsnedlerden başka Mu'cemler de bu sisteme sahiptirler. Ancak mu'cemlerde, musannifin hocaları ya alfabetik, ya kabilelerine göre bir sırala­maya tâbi tutulmak suretiyle onların rivayet ettikleri hadisler ardarda verilir. et-Taberânî (360/971)'nin üç mu'cemi bu grubun en meşhur Örneğini teşkil eder.

Kabul etmek gerekir ki, bu sistemin, belli râvilerden ne kadar ve hangi ha­dislerin rivayet edilmiş olduğunu tesbit etmek kolaylığından başka araştırma­cıya sağladığı bir imkân söz konusu değildir.[67] Bu sebeple de ale'r-ricâl sisteme sahip eserlere, dikkatle hazırlanmış mevzu fihristlerinin eklenmesi onlardan yararlanma imkânlarını arttıracaktır. Nitekim Tayâlisî ve Ahmed b. Hanbel'in Müsnedleri ale'l-ebvâb sisteme göre yeniden tertib ve tasnife tabi tutulmuş­lardır. [68]

 

Ale'l-ebvâb Tasnif

 

Bu sistemde hadisler, râvilerine bakılmadan konularına göre taksim ve tasnife tabi tutulurlar. Herhangi bir konunun esas ve talî noktalarıyla iîgili ha­disleri bir arada bulmak mümkün olur. Zaten bu sistemin temelinde yatan ana gaye, hadisleri delil oldukları konularda zikretmek ve onlar için birer bab" tah­sis etmektir.

Bu sistemle meydana getirilmiş eserlerin genel adı Musannef dir.

Hemen işaret edelim ki, bilhassa Tasnif devri Edebiyatı içinde Abdurrez-zak b. Hemmâm (211/826) gibi musannıflann eserleri de bu genel adı taşımak­tadırlar. [69]

Hadis edebiyatı türü içinde ilerideki sahifelerde tek tek tanıtacağımız Câmi'ler ve Sünen'ler ve bunlara bağlı olarak müstedrek, müstahrec zevâid v.s. gibi isimlerle meydana getirilmiş eserler de bu türe dahildirler.

Sistematik olarak, kolaylıkla yararlanma imkânı veren musannef türü, Hadis edebiyâtı'nm hakim sistemidir. [70]

 

Diğer Tasnif Sistemleri

 

îlk örneklerini Tasnif Devrinden itibaren gördüğümüz bu ikili temel tasnif sistemleri yanında, musanniflerin amaçlarına paralel olarak yeni bazı sistem­ler de geliştirilmiştir. Bu alanda ilk teşebbüs, bahis konusu iki sistemi karma olarak uygulamak, şeklinde görülmüştür. Ebû Yala (276/889) Müsned'inde[71] muhtelif fasıllara ayırdığı hadisleri, o fasıllar içinde râvi isimlerine göre sırala­mıştır. Böylece ale'l-ebvâb sistem içinde ale'r-ricâl sistemi uygulamıştır.

Daha sonraları daha çok ale'r-ricâl sisteme yakın gözüken ale'l-ahruf (alfabetik) bir sisteme geçilerek hadisler ilk kelimelerine göre tasnif edilmiş­lerdir. Bunun en yaygın örneği Suyûtî (911/1505)'nin el-Câmi'u's-sağîr' i ol­muştur.

Bu alfabetik sistemin Suyûtî' den önce ve fakat bölüm (kitab) isimlerine tatbikini İbnu'lrEsîr el-Cezerî (606/1209)'nin Câmi'ul-usû 1 adlı kıymetli ese­rinde görmekteyiz.

Ayrıca, derlediği hadisleri kaynaklarına göre bir sınıflandırmaya tabi tu­tarak, sünen tertibinde önce sıhah, sonra hısân diye yeni bir grublandırma ile kaydeden el-Beğavî' nin (516/1122) Mesâbîku's-sünne' sine de burada işaret etmek yerinde olacaktır.

Hadis edebiyatı içinde çok daha değişik amaçlara bağlı olarak değişik isim ve muhtevâde eserler de meydana getirilmiştir. Bunlar ilerideki sahifelerde özel bölümlerinde tanıtılacaktır. Bu sebeple burada onlara temas etmeyi ge­reksiz görmekteyiz. Ancak prensibi, Îbnu'l-Esîr el-Cezerî' nin dilinden belirt­mekle yetiniyoruz: «Değişik amaçlar, değişik eserlerin ortaya çıkmasının ger­çek sebebidir. [72]

 

I. Ale'r-Rical Tesnif Edilen Hadis Edebiyatı

 

Ale'r-ricâl tasnif edilen hadis edebiyatını müsnedler, Mu'cemler ve Et­raf Kitapları teşkil etmektedir. Biz bunlardan ilk iki grubu meşhur örnekle­riyle tanıtacağız. Etraf Kitaplarının dördüncü bölümde ayrıca ele alacağız.[73]

 

A. Müsnedler

 

Hadislerin tedvinini takip eden yıllarda, toplanan sünnet malzemesinin çeşitli tertiplerle kitaplarda değerlendirilmesi faaliyeti içinde vücud bulan eserlerden bir bölümü Müsned genel adını taşımaktadır. Bu ad, kitabın telif sisteminden ileri gelmektedir. Çünkü bu sistemde hadisler, konularına bakıl­maksızın, sahâbî râvilerine göre ard arda sıralanırlar.

Bu tür eserlerin ilki olarak Ebû Dauud et-Tayâlisî (204/819)'nin Müsned' i bilinmekte ve eser matbu olarak elde mevcut bulunmaktadır. Et-Tayâlisî' den h. 297'de vefat eden Ebû Cafer Muhammed b. Abdillah e\-Hadramî' ye ka­dar birçok îslâm biîgini Müsned adını taşıyan eserler telif etmişlerdir.[74]

Müsnedlerin telif sebebi ve faydaları konusuda şu satırlara yer vermemiz yararlı olacaktır:

«Eskiden sahâbîler kesintisiz senedle rivayet edilen («müsned-muttasıl») hadislerini, Müsned adı verilen kitaplarda ale'r-ricâl tertip etmek pek fayda­lı idi. Zira müsned müelliflerinin amacı, «lâfızlarının ezberlenmesi ve ahkâm istinbâtı için hadisleri bir araya getirmek»ten ibaretti. Çünkü o zamanlar, ha­disleri ezberlemeye karşı müslümanlarda fevkalâde bir istek ve arzu vardı. Me­selâ biri kalkar, Kur'ân 'dan bir sûre ezberliyormuşçasına bir sahâbînin riva­yetlerini («mesânîd») ezberlerdi. Çünkü onlar, ezbere itimat ederler ve hadislerin kitaplardaki yerlerini ve konularını da pek iyi bilirlerdi.[75]

Müsnedler ile Musannefler arasında ortaya çıkış açısından bir Öncelik sonralık tesbiti oldukça zordur. Elde mevcut verilere göre Musanneflerin daha önce telif edildiğini söylemek mümkün gözüküyorsa da -çünkü bir musannef eser olan Muvatta', h. 179'da vefat etmiş bulunan İmam Malik'te; ilk müsned de h. 204'te vefat etmiş olan et-Tayâlisî'ye aittir- bu iki tür eserin, hemen aynı yılların mahsûlü olduklarının düşünmeyede herhangi bir mani yoktur. Nite­kim hadis tarihi yazarlarının konuya ait görüşleri de muhteliftir. [76] Hattâ Sıddîkî, müsnedlerin, menşe' bakımında en eski gözüktüklerini (H. E. Tarihi, s. 75) ve Goldziher'in de bu kanaatta olduğunu (H. E. Tarihi, s. 39) belirtmekte­dir.

Biz, belli bir devrede arkası kesilmiş olan Müsned türünden[77] iki meşhur eseri tanıtmak istiyoruz:[78]

 

1. et-Tayâlisi ve Müsned'i

 

Ebû Davud Süleyman b. Davud b. Cârud et-Tayâlisî 133/751'de Basra'da doğdu. 70 yaşını geçmişken aynı yerde 204/819'da vefat etti.

Abdurahman b. Mehdi (198/813) et-Tayalisî en güvenilir hadisçidir» der. Vekî' b. el-Cerrâh (197/812) da et-Tayalisî'nin ezberden 40.000 hadis rivayet et­tiği söylenen bir ilim dağı olduğunu belirtir. [79] Bilhassa uzun hadisleri pek güzel hıfzetmiş olmakla ün yapmıştır. [80] Kâtip Çelebi (1067/1656) onu ilk müsned sa­hibi olduğunu kaydetmektedir. [81]

 

Müsned

 

et-Tayâlisî'nin Haydarâbâd'da 1321 tarihinde Dâiretu'1-maarif tarafın­dan 33 X 24 cm. ebadında büyük boy olarak basılmış bulunan 362 sahifelik nüshası,[82] yazma aslına uygun olarak 11 cüz halinde ve 6 ana bölüm içinde[83]281 sahâbî[84] tarafından rivayet edilmiş toplam 2767 hadisi ihtiva etmektedir.

Eser bu haliyle (elde mevcut en eski yazma nüshası dahil) tam değildir. Bu noksanlık, eserin en eski nüshasının, basım sırasında ele geçmesi sonucu ve dikkatli bir araştırma neticesi tesbit edilmiştir. Matbu nüshanın 131. sahife sinde yer alan ifadesi ile

ifadesinin bir birini tutmaması üzerine ve Patna nüshasında birinci ibare nin sayfa sonunda, ikinci ibarenin ise bir başka sayfanın başında olduğunun görülmesi üzerine ve matbu nüshanın 119 sayfasında bulunan 4. cüz fihristin­de kendilerine atıfta bulunulduğu halde aradan Abbas b. Abdülmuttalip, Fadl b. Abbas,Abdullah b. Cafer, Ka'b 6. Mâlik, Seleme b. el-Ekvâ, Seki b. Sa'd es-Sâidi, Muauiye b. Ebî Süfyân ve Amr b. el-Âs' a ait rivayetlerin düşmüş olduğu anlaşılmıştır. Bu nüshadan ve bu eksikliğin farkına varılmadan istinsah edil­miş bir nüshadan tab1 edildiği için matbu nüshanın 131. sayfasında mezkur ah-laşılmazlık yer almış bulunmaktadır. Ancak bu durum, kitabın son kısmına ko­nulan 30 sayfalık tashih cetveli içinde 392. sayfada 1 nolu dipnotta açıklanmış­tır. [85]

Müsned'i, «Minhâtu'l-ma'bûd ft tertibi Müsnedi't-Tayalisî Ebî Davud » adıyla iki cild halinde musannef tertibine koyan ve Ta'lîku'l-mahmûd alâ Minhâtul-ma'bûd isimli ta'lîkıyla birlikte neşreden Ahmed Abdurrahman el-Bennâ es-Sa'âtî, bahis konusu sekiz sahâbînin rivayetlerini Ahmed b. Han-bel'in Milsned' inden alarak tamamlamıştır. [86]Bu yüzden Minhâtu'l-ma'bûd' da hadis sayısı 2842'dir.

Tayâlisî'nin Müsned'i, Horasanlı bir hadisçi tarafından, özellikle Yunus b. Habîb'in, hocası Ebû Davud'dan yaptığı nakillerin Müsned şeklinde tertib edil­mesiyle meydana getirilmiştir. [87]

Tertib kime ait olursa olsun, hadislerin dikkatli bir seçime tabi tutulduğu­na eldeki mevcut hadis metinleri şehâdet etmektedir. Hadis metinlerinin nere­sinde şüphe edilmişse, gösterilmiştir. Bazan da hadisteki lafızların değişik okunuş şekilleri verilmiştir. Bazı kere de bazı hadis otoritelerinin, metnin bir kısmı ile ilgin tereddütleri olduğu (bk. 77. hadis), fakat o devirde yaşayan başka otoritelere sorarak o şüpheyi gidermeye çalıştıkları (bk. 393. hadis) anlaşıl­maktadır. Hadisin Hz. Peygamber'e ref i veya bir sahâbî1 de vakfı gibi iki ayrı rivayeti söz konusu ise, buna da işaret edilmiştir (bk. 794. hadis). Bazan da se-nedde geçen şahısların kimlikleri ile ilgili açıklamalara yer vermiştir (381. ha­diste den sonra  açıklaması gibi. Ayrıca bk. 2254. hadis).

Tayâlisî'nin Müsned'i h. VIII. asrakadar hüsn-i kabul görmüştür. Bu asır­dan sonra şöhretini kaybettiği sanılmaktadır. Şu anda yazma nüshaları olduk­ça nâdir bulunmaktadır.[88]

Müsned'deki hadislerin başında «haddesenâ» diyen, Yunus b. Habib' tir. Kitabın kendisine izafe edildiği Ebû Davut et-Tayâlisî birinci isim olarak bütün senedlerde yer almaktadır.

ihtiva ettiği hadis sayısı bakımından Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inin aşağı-yukarı 1/15'i kadar bir hacma sahiptir. [89]

Tayâlisi'nin Müsned'i, hadis kitablarıriın üçüncü tabakasına dahil eserler arasında yer almaktadır. [90]

Müsned üzerinde es-Saâtî'nin anılan eserinden başka bir çalışma bilinme­mektedir. Ancak el-Ezher'de Ünat Hacer b. Süneymât tarafından Tarîkatu'l-îmâm et-Tayâlisî fi Müsnedihi ve'l-muvâzenetü beynehû ve beyne Müsnedi'l-tmâm Ahmed b. Hanbel adıyla 1979 yılında yapılmış bir doktora tezi bulun­maktadır.[91]

 

2. el-Humeydî ve el-Müsned'i

 

Ebû Bekir Abdullah b. ez-Zübeyr b. îsâ el-Humeydî el-Esedî (219/ 834), Mekkeli ilk müsned musannifidir. Süfyân b. Uyeyne'nin uzun yıllar talebeliği­ni yapmış, imam Buhârî'ye de hocalık etmiştir. eş-Şâfi'înin ders arkadaşıdır. Fıkıh ve hadis alanlarında Buhârî'yi en çok etkileyen el-Humeydî olmuştur. Sert bir mizaca sahip olan el-Humeydî, istemediği insanlara karşı ağır bir dil kullanmaktan kendisini alamazdı. Hadiste güvenilir bir imam ve hafız olan ve Şeyhu'l-harem diye de anılan eî-Humeydî, Mekke'de vefat etmiştir.[92]

 

el-Müsned

 

Hadis edebiyatında genel ifadesiyle "aîe'r-ricâl", özel anlamıyla alâ esmâi's-sahâbe tasnife tâbi tutulan müsned' lerin ilk örneklerinden olan el-Müsned, [93]el-Humeydî'nin en meşhur ve günümüze ulaşan yegane eseridir[94] Hz. Ebû Bekr'in rivâyetleriyle başlayan[95] ve 11 cüzden teşekkül eden eî-Müs-ned, diğer halifeler, Hz. Talha hariç diğer aşere-i mübeşşereye dahil ashâb, Ebû Zerr, Selman, Bilal, Hz. Aişe ve diğer hanımlar, Ensann erkeklerinin rivayetle­ri... şeklinde, 1-249 rakamları arasında değişen hadisleri ihtiva etmektedir. En son kısımda Ebû Hureyre, Enes b. Malik ve Câbirb. Abdiliah'ın rivayetleri yer almaktadır. Toplam 179 sahâbiye ait olan rivayetlerin büyük bir bölümü mer-fu, çok az kısmı sahâbî veya tabi'î sözüdür. 1300 hadisin 1390 rivayeti Ehâdîsu Fülan ara başlıkları altında yer almış bulunmaktadır.

el-Müsned, bize Ebû Ali Bişr b. Musa(288/901)mn rivayeti olarak ulaşmış­tır. Diğer râvilerin rivayet ettiği nüshalar günümüze gelememiştir. Yani el-Müsned'de "Haddesenâ" diyen Bişr b. Musa'dır.

el-Müsned, Habiburrahman el-A'zamî'nin tahkik ve ta'likıyla ilk kez 1382'de Hindistanda iki cild olarak basılmıştır. el-A'zamî, eserden kolay ve süratle istifade edilebilmesi için, hadisleri konularına göre listelemiş, hadis­lerde geçen şahis, yer ve kabile isimlerinin de indeksini vermiştir el-Müsned'de rivayetleri bulunan 179 sahabinin isimlerinin alfabetik bir listesinin esere ko­nulmamış olması önemli bir eksiklik olarak görülmektedir.

eî-Humeydî'nin el-Müsned'inin kütüb-i sitteye zevâid'i, îbn Hacer el-As-kalânî'nin el-Metâlibu'l-âliyel[96]sinde yer almaktadır. el-Müsned üzerinde yapılmış başkaca bir çalışma şimdilik tarafımızdan tesbit edilebilmiş değil­dir.

Yusuf Abdurrahman el-Maraşh tarafından Miisned'in hadisleriyle ilgili bir fihrist hazırlanmış ve Beyrut'ta 1987 yılında neşredilmiştir.[97]

 

3. Ahmed b. Hanbel ve Müsned'i

 

Ahmed b. Hanbel Şeyban Kabilesine mensuptur. Nesebi Nizâr b. Ma'd b. Adnan'da Hz. Peygamber (s.a.)'in nesebi ile birleşir. 164'de Bağdat'da doğmuş­tur. Abbasiler'in en parlak döneminde Bağdat'ta yetişmiştir. Babası, çok kü­çükken öldüğü için yetim olarak, çocuk denecek yaşta ilim tahsiline başlamış­tır. Önce, Ebû Yusuf un ilim meclislerine devam etmiş, sonradan Bağdat mu-haddislerinden Hüşeym b. Beşir'in ders halkasına dâhil olmuştur.

Ahmed b. Hanbel, ilim yolculuklarına h. 186 yılında başlamıştır. Önce Basra'ya, sonraları Küfe, Vâsıt ve Mekke gibi büyük şehirlere gitmiştir. O, Mekke'de îmam Şafiî'nin derslerine devam etmiştir. 198 yılında haccetmek için Mekke'ye oradan da Abdurrezzak es-San'ânî'den hadis almak için yaya ola­rak Yemen'e gitmiştir.

Ahmed b. Hanbel, yolculukları sırasında kendi el emeği ile geçinmiş, yük taşımış, kendisini seven hocalarından bile maddî yardım kabul etmemiştir. Kırk yaşlarında iken h. 204 yılında Bağdatta ders okutmaya başlamış ve büyük takdir toplamıştır. Kendisinden hadis nakledenler arasında Buhârî, Müslim, Ebû Davud gibi meşhur hadîs imamları ve iki oğlu Abdullah ile Salih bulun­maktadır.

Halife Me'mun devrinde Kur'ân'ın mahlûkiyeti meselesi dolayısıyla ortaya çıkan mıhne'den, Ahmed b. Hanbel payına düşeni göğüslemekte tereddüt göstermedi. O, bu konudaki halifenin emirlerin karşı çıktı. Sünniliğin savun­masını yaptı. Bunlara karşı da 18 ay hapiste yattı. 150 vazifeli tarafından kır-başlandi, bileği kırıldı. Ağır şekilde yaralandı. Fakat asla vicdan nezâhetini kaybetmedi. Bişr b. el-Hâris, «Allah, Ahmed'i saf altın olarak çıktığı bir ateşe atü»der. O, kendisine işkence edenler aleyhinde bulunmadı, onları bağışladı.[98]

Ahmed b. Hanbel, hapisten çıktıktan sonra 8 sene kadar yaşadı 77 yaşla­rında iken h. 241'in Rebiu'I-evvel ayında vefat etti. Vefati büyük üzüntü sebebi oldu. 60.000-250.000 arasında rakkamlarla ifade edilen bir cemaat, cenaze na­mazına iştirak etmiştir. Vefatı günü 20.000 kişinin müslüman olduğu rivayet edilmiştir. [99]

 

Müsned

 

700'den fazla (el-Albânî'nin fihristine göre 904) sahâbi'den nakledilen 30.000'i aşkın, 40.000'e yakın hadisleri ihtiva eden Müsned , Ahmed b. Han-beî'in baş eseri olduğu kadar Müsned türünün de en meşhurudur. Muvatta'lar-dan nasıl îmam Malik'in Muvatta'ı meşhur olmuş ve bize kadar gelmişse, müs-nedlerden de en yaygın ve meşhur olarak bize kadar intikal etmiş olanı Ahmed b. Hanbel'inki olmuştur. Bu konuda Allah Teâlânın bu iki büyük imama olan nimeti ve lûtfu açıkça görülmektedir.

Müsned'de yer alan sahâbîler, önce İslâm olmaktaki önceliklerine, sonra aşiret durumlarına göre, daha sonra yerleştikleri şehirlere göre sıralanmışlar­dır, tik müsnedler aşere-i mübeşşere'ye ve onlara yakın ashaba aitir. Sonra ehl-i beyt ve Benû Hâşim müsnedleri gelir, bunları Mekkeîi'lerin, Medine-li'lerin, Şamlı'ların, Basrah'Iann, ÜmmehâtTi mü'minin ve Öteki kadın sahâbi-lerin, müsnedleri takib eder, en sonunda da «ismi müphem bazı sahâbîîer»in müsnedleri yer alır.

Müsned, ilk hadis sahifelerini de ihtiva eder. Hemmam b. Münebbih'in sa-hifesi (II, 312-319), Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın Sahife-i sâdıka'sının yarıya ya­kın kısmı (II, 158-227), Semure b. Cündüb Sahifesinin.çoğu hadisleri (V, 7-32) ve Ebû Seleme sahifesi (IV, 305-306) Müsned'in ihtiva ettiği sahifelerdendir. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde 337 sülâsî rivayet vardır.

Ahmed b. Hanbel, Müsned'i, 200-228 yıllan arasında telif etmiştir. Bizzat kendisi oğullan Abdullah ile Salih'e ve amcası oğlu Hanbel b. İshak'a kıraat et­miştir. O, Müsned'i, 750.000 hadisten seçerek meydana getirmiştir.

Elimizdeki Müsned nüshalan, oğlu Ebû Abdirrahman Abdullah b. ahmed b. Hanbel 'in rivayet ettiği nüshanın Ebû Bekr Ahmed b. Ca'fer el-Katî'î (368/978) tarafından yapılan rivayetidir. Gerek Abduiah b. Ahmed b. Hanbel, gerekse râvîsi Ahmed b. Ca'fer el-Katî'î Müsned'e bazı ilâveler yapmışlardır. Katî'î'nin ilâveleri azdır.[100]

Sıddıkî'ye göre İbn Hanbel'in bu büyük eseri telif gayesi; ne tümüyle sahih hadisleri toplamak, ne de özel bir konuyla ilgili hadisleri bir araya toplamak ve ne de belli bir İslâm Mezhebini destekleyen hadislerden bir mecmua oluştur­maktır. Onun gayesi, sahih olduğu kendisince isbat edilebilecek olan ve kendi devri için, münâkaşalarda esas vazifesini görebilecek bütün hadisleri bir ara­ya getirmektir. Nitekim O, «Bu kitabı bir rehber olarak hazırladım, Uz. Pey­gamberin sünnetinde ihtilaf edenler ona müracat ederler » demiştir (Talâi'u'l-Müsned, s. 22).

Ahmed b. Hanbel, Müsned'e aldığı bütün hadislerin «Sahih» olduğunu id­dia etmiş değildir. Ölüm döşeğindeyken bile O, Müsned'den bir hadisin çıkanl-masını oğlundan istemiştir. [101] Bu onun, eseri hakkında daimî bir tetkik ve araş­tırma yaptığını gösterir, yoksa onun Sıddıki'nin ifade ettiği gibi «eserinin bütün muhtevasının sahih olduğundan emin olmadığını»[102] değil!... Zira ilimde araş­tırma süreklidir; emin olunsun olunmasın netice değişmez...

Ahmed b. Hanbel, Müsned'e sırasıyla

a. Zabt ve adalet vasıfları ile tanınan râvîlerin hadislerini

b.Yalancılığı duyulmamış, dînî konularda hakkında şüphe edilmeyen mestur râvîlerin, birinci grup râvîlerin rivayetlerine ters düşmeyen hadisleri­ni almıştır.

O, böylece ihtiyata tam riâyet etmiştir. Zira O bu tavrı ile, bir taraftan sa­dık olabileceği için mestur râvîlerin, öte yandan «bazı şeyleri hatırında tutabi­leceği için de hıfzı zayıf râvîlerin hadislerini terketmemiştir. Bu iki grup râvînin hadislerinden, adalet ve zabtı tam olan râvîlerin rivâyetleriyle çatış­mayanlarım Müsned'e almış olması onun tam bir ihtiyat tavrına sahip olduğu­nu göstermektedir. O, oğluna hitaben «hadis usûlümü bilirsin : aynı konuda zıddına sahih bir hadis bulunmadıkça, zayıf hadislere karşı çıkmamışırndır.»[103] demiştir.

Bu sözlerden onun «Sahih» ve «sahih olması muhtemel» hadisleri Müs-ned'ine aldığı neticesi çıkarılabilir.

Ebu'l-Ferec Îbnu'l-Cevzî, Hanbelî olmasına rağmen mezheb imamının ki­tabı Müsned'de, 15 tane uydurma hadis olduğunu belirtmektedir. Bu, aslında Müsned'in değerine bir zarar vermez. Zira 40.000'e yakın hadis içinde 15 kada­rının böyle bir ithama uğraması, aslında Müsned'in değerini gösterir.

İbn Hacer el-Askalânî (852/1448), Müsned'de mevzu hadis olduğu iddiası­nı, el-Kaulu'l-müsedded fi'z-zebb ani'l Müsnedi li'l-îmam Ahmed adlı eserinde çürütmüştür. îbn Hacer bu kitabım şu gerekçe ile yazmıştır : (bk. Tec.Trc. I, 266-267). İbn Hacer bu eserinde, 24 hadisi inceleme konusu yapmıştır. Mu-hammed Sıbgatullah el-Midrâsî de «Zeylu Kavli'l-müsedded» adıyla kaleme al­dığı eserinde 22 hadisi incelemiştir. Her iki eser de Haydarâbâd'da 1319'da ba­sılmıştır. [104]

îmam Ahmed b. Hanbel Müsned'e aldığı hadislerde pek titiz ve dikkatli davranmıştır. Farklı rivayetleri, hatta bu farklılık bir kelimede veya rivayet si-galannda bile olsa derhal hadisi senediyle birlikte yeniden vermiştir. Meselâ, «İmam» ve «Emir» kelimeleri farkını (Müsned- II, 252-253); «ve» ve «ev» kelime­leri değişti diye iki ayrı rivayeti de (III, 202) vermiştir. Müsned II, 179'da «had-desenâ el-Leysu»ve «ani'l-Leys» değişikliği oldu diye sırf bu değişiklikten ötü­rü aynı senedi tekrar etmiştir. O, bir başka hadiste de dleyhi, aleyhi » farkını (VI, 101); bir başkasında ise «li uhrâhâ » ve «6i uhrâhâ » farkını (III, 201) belirt­miştir. [105]

Aslında Ahmed b. Hanbel'in metodu, aynı senedle peşpeşe gelen iki aya da daha fazla hadisi, senedi başta bir kere verdikten sonra öteki hadisleri «Kale Ebu'l-Kaasım» veya «Kaale Rasûlullah» diye vermektir. Hemmâm b. Müneb-bih'in sahifesi bunun en güzel misalini teşkil eder.[106]

İsnad'da değişiklik varsa, bu değişiklik isnadın neresinde olursa olsun, se­nedi bütünüyle tekrar eder. Bunun misalleri Abdullah b. Amr'm Sahîfe-i Sâdı-kası hadislerinin rivayetinde açıkça görülür. [107]

Şuna da işaret edelim ki, sahihaynda rivayeti bulunan 200 sahâbî'nin riva­yeti Müsned'de bulunmamaktadır. (Tec. Trc. I, 266). Bu da Müsned'in, bütün sahâbîlerin rivayetlerini ihtiva etmediğini gösterir.[108]

 

Müsned'in Rivayet şekli

 

Elimizdeki Müsned'i Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah'dan Ahmed b. Ca'fer el-Katî'î (368/978) rivayet etmiştir. Katı î, Abdullah'tan naklettiği hadis­leri için; (haddesenâ Abdullah : Bize Abdullah tahdîs etti) terimini kullanır.

Abdullah ise;

a. Haddesenî ebî : Bana babam rivayet etti, der. Bu, semâ'a delalet eder.

b. Haddesenî ebî min kitâbihi : Bana babam yazılı metninden okuyarak tahdis etti,

c. «Kara'til ala ebî: Babama okudum » der. Bu, arz usulüyle hadisi aldığım gösterir. Bazan da «Kara'tü ala ebî min hahunâ : Buradan itibaren babama okudum» der.

d. Vecedtü hâze'l-hadîse min kitabi ebî: Bu hadisi babama ait yazılı metin­de buldum. (1,466). Bu, vicâde yoluyla hadisi elde ettiğini gösterir. Bazı hadis­lerde de «semi'tühü minhu : Aynı zamanda kendisinden de dinledim» der Özetleyecek olursak, bütün bunlar Abdullah'ın, Müsned'i babasından :

a. Çoğunlukla sema',

b. Kısmen arz,

c. Kısmen de vicâde,

d. Bazı rivayetleri sema'-arz,

e. Bazılarını da sema'-vicâde, yollarıyla alıp rivayet ettiğini gösterir.

Müsned, hadis kitaplarının ikinci tabakasına dâhildir.[109]

Müsned'in Baskıları ve Üzerinde Yapılan Çalışmalar

Müsned'in başlangıçtan beri büyük bir ilgi gördüğü, onun günümüze ka­dar gelebilmiş olmasından bellidir. Bir çok yazmaları., dünya kütüphanelerin­de mevcuttur. Onun baskısı ilk olarak 1313 yılında Kahire (Bulak) 'de 6 büyük cild halinde yapılmıştır. Hurufatı küçük ve sayfalar oldukça sıkışıktır. Bu baskının kenarında «Müntehabu Kenzi'l-ummâl» kitabı yer almaktadır.

Ahmed Muhammed Şâkir, bu baskıyı esas alarak hadisleri numaralamak suretiyle tahkikli modern bir baskısını yapmaya başlamıştır. Merhum, hadis isnadlarını göstermek üzere dipnotlar koymuş neşrettiği her cild (cüz) için, konularına göre tertibîenmiş hadis numaralarını gösterir bir de indeks ekle­miştir. Bu baskıda hadislerin 1313 baskısındaki sayfalarına da işaret edilmiş­tir. Ne varki, Talâiu Musned adını taşıyan çok kıymetli bir girişi de ihtiva eden bu baskı A. M. Şakir'in vefatı üzerine yarım kalmıştır. Basılan kısım II. cild'den Hemmâm b. Münebbih'in sahifesi başlarına kadardır.

Nâsıruddin el-Albânî, Müsned'de hadisleri bulunan sahâbilere dair bir fihrist yapmıştır. Bu fihrist Müsned'in Beyrut baskısının baş tarafına konul­muştur.

Müsned üzerinde yapılan asıl önemli çalışma, onun musannef tertibine ko­nulmasıdır. Bu sahada ilk çalışmayı îbn ZenkânAli b. Hüseyin, h. VIII. asırda yapmıştır. Eserinin adı, «el-Kevâkibu'd-derârî fi tertîbî Müsnedi'l-îmam Ahmedalâ-ebuâbi'l-Buhârî.[110]

Ahmed Abdurrahman es-Sâ'âtî, Müsned'in hadislerini konularına göre, senedsiz olarak (sadece sahâbi isimlerini vermek suretiyle) yeni bir tertibe koy­muştur. Müsned'in tamamını 7 bölüme ayırmış ve bunların her birine kitab is­mini vermiş, her kitabı da kendi içinde bir takım bâblara ayırmıştır. Bu yeni esere «el-Fethıt'r-rabbânî li tertibi Müsnedi'l-îmam Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî» adını vermiştir.

Sâ'âtî, daha sonra bu eserine, «Bulûğu'l-emânî min esrarı 1-FetKi'r-rabbâ-nî » adıyla bir de şerh azmıştır. Bu şerhte hadislerin senedlerini de zikretmiş­tir. Her iki eser bir arada basılmış bulunmaktadır.

«Bulûğu'l-emânî»den başka Müsned'e yapılmış herhangi bir şerh çalışma­sı bilinmemektedir.

Hafız Ebu Musa el-Medînî (581/1185)'nin Hasâisu'l-Müsned'i ile Şem-süddin Ebu'l-hayr Muhammed b. Muhammed el-Cezerî (833/1429)'mn «el Mıs'adu'l-ahmed fi hatm-i Müsnedi'l-îmam Ahmed » adlı risaleleri Ahmed b. Hanbeî ve Müsned'ini muhtelif yönleriyle tanıtmak için kaleme alınmışlar­dır. [111]

Müsned'in çok değişik çalışmalara kaynaklık ettiği Sıddîkî tarafından gös­terilmiş bulunmaktadır. [112]

 

B. Mu'cemler (el-Me'âcim)

 

Hadîs Edebiyatı mahsuleri içinde ale'r-ricâl sistemle yazılmış eserlerin ikinci grubunu Mu'cem genel adıyla anılan kitablar meydana getirmektedir. Hadisçiler, hadislerin, sahabe, şuyuh veya beldeler'e göre, çoğu kere alfa­betik olarak sıralandığı eserlere[113] mu'cem derler.

Aslında Müsned özellliği taşımasına rağmen, Mu'cemlerin de kendilerine ait hususiyetleri ile hadis edebiyatı içinde başlangıçtan beri yer aldıkları bir gerçektir. Bunların uzunca bir listesi ve kısa kısa tanıtımları Kettânî tarafın­dan verilmiştir.[114]

 

1. Et-Taberânî Ve Üç Mu'cemi («El-Meâcimü's-Selâse»)

 

Mu'cemlerin en meşhuru, hiç şüphesiz, daha çok nisbesi ile ünlü ebu'l-Ka-sım Süleyman b. Ahmed b. Eyyüp et-Taberânî (360/971)'ye ait olan üç (kebîr, evsat ve sağır) mu'cemdir.

et-Taberânî, ömrünün ilk otuz yılını hadis tahsili için Suriye, Mısır, Ara­bistan ve İran'daki ilim merkezlerini gezerek geçirmiş binden fazla hocadan[115] hadis almış ve îsfehan'da yerleşerek yüz yaşında vefat edinceye kadar hadis öğ­retimiyle ve kitap telifiyle meşgul olmuştur. Eserlerinin listesi[116] onun hadis il-mindeki yerinin ve gayretlerinin belgesidir.

Hadis edebiyatı arasında Mu'cem denilince Taberânî'nin sırasıyla üç mu'cemi akla gelir. Onun adı bu derece eseriyle bilikte anılır olmuştur.

a. el-Mu'cemu'l-kebîr (fi esâmi's-sahâbe)

et-Taberânî (360/971)'ye ait eserlerin en büyüğü olan el-mu'cemu'1-kebîr, aşere-i mübeşşereden başlamak üzere, kadın olsun erkek olsun, Hz. Peygamber'den hadis rivayet ettiği müellife ulaşan sâhâbîlerin alfabetik olarak sıra­lanması[117] suretiyle meydana getirilmiştir. Sadece Ebû Hureyre'nin hadislerini -müstakil bir kitap olarak telif ettiği için- el-Mu'cemu'1-kebîr'e almamıştır. [118]

Eserin hacmi 12 cild, [119]200 cüz[120] gibi değişik ifâde ve rakkamlarla, ihtiva ettiği hadis sayısı da 25.000, [121]60.000[122] gibi oldukça farklı sayılarla belirtilmek­tedir.

Mutlak olarak «Mucem» denilince Taberânî'nin bu eseri kasdedilmiş sayı Eğer diğer mu'cemler maksud ise, o açıkça söylenir.[123]

Müellif bizzat kendisi, her sahâbiden 1, 2 veya duruma göre 3 veya daha fazla hadis aldığını, mukıllûn'dan olanların ise, bütün rivayetlerinin verdiği­ni- ashabın mensup oldukları kabileleri esas alan bir mu'cem daha telif edeceği­ni önsözünde belirtmektedir. [124]

el-Mu'cemu'1-kebîr'in basılmış olan cildleri[125]gözden geçirildiği zaman, Ta­berânî'nin, sahâbilerin nisbesi, vasfı ve yaşı («sinn») hakkındaki rivayetlere yer verdikten sonra, Hz. Peygamberden rivayet ettikleri hadislerden örnekler sıralamakta olduğu görülmektedir. Bazan bir sahâbînin hadislerinin konula­rına da -musanneflerde olduğu gibi- bâb başlığı koymak suretiyle işaret ettiği müşahede olunmaktadır. Meselâ 1. cildin 107, 119,133,144,152,157,161,182, 187 196 ve 200. sahifelerinde bu durum açıkça görülmektedir. Ancak bu uygu­lama, sonraki sahife ve ciltlerde devam etmemektedir. Zaman zaman da bir sahâbîden hadis rivayet etmiş öteki sahâbî ve tabiî ve etbau't-tâbiîlerin riva­yetlerine yer verir (bk. I, 318-353)

el-Mu'cemu'l-kebîr'in Baskısı ve Üzerinde Yapılan Çalışmalar

Günümüze kadar tab' imkanına kavuşamamış olan el-Mu'cemu'l-kebîr[126] nihayet Irak Evkaf Vezâreti tarafından Hamdi Abdülmecid es-Silefı'nin tahkik ve tahrici ile 1978-1983 yılları arasında 25 cilt halinde neşredilmiştir. [127]

el-Mu'cemu'1-kebîr'in bu yegane baskısı, Ebû Bekr b. Ali el-Ensârî el-Beh-nesî'nin 728 h. istinsah tarihli nüshasından gerçekleştirilmiştir. [128]

Bu baskıya, Taberânî'ye ait olan ve 4 cüzden oluşan el-Ehâdisu't-tıvâl ri­salesi de ilâve edilmiş bulunmaktadır. [129]

Ayrıca Ebû Zekeriyya Yahya b. Mende (511/1117)'nin Taberânî hakkında da kaleme almış olduğu «Cüz'ün fıhi zikru Ebi'l-Kasım Süleyman b. Ahmed b.Eyyûb et-Taberânî » adım taşıyan risalesi de Es'ad Efendi Kütüphanesindeki 2431 nolu nüsha esas alınarak ilâve edilmiş bulunmaktadır.[130] Eseri yayına ha­zırlayan es-Silefî, Tâberânî ve eserleri hakkında tanıtıcı bir tetkik yazısını son cildde vereceği va'dini[131] İbn Mende'ye ait bu risale ile yerine getirmiş olmakta­dır. Zira kendisine ait ayrıca bir tanıtma yazısı bulunmamaktadır.

Öte yandan Kettânî, el-Mu'cemu'1-kebîr'in el-Emir Alaeddin ebu'l-Hasen Ali el-Hanefî tarafından ale'l-ebvâb olarak düzenlenmiş olduğunu kaydet­mektedir. [132]

el-Mu'cemu'1-kebîr'in Kütübü's-sitte'den fazla olarak ihtiva ettiği hadisler («zevâid»), Nureddin el-Heysemî'nin «Mecmeu'z-zevâid ve menbeu'l-fevâid » adlı eserinde bulunmaktadır.

b. el-Mu'cemu'l-evsat (fi garaibi şuyûhih)

Altı ciltlik[133] büyük bir hacme sahip olan bu ikinci orta mu'cem, Ta-berânî'nin, şeyhlerini alfabetik olarak sıralamasıyla meydana getirdiği eseri­dir. İki bine yakın[134] olduğu belirtilen hocalarının nâdir rivayetlerinden[135] otuz bin hadisi[136]ihtiva etmektedir.

Tâberânî bu eseri için «o benim ruhumdur» der. Ancak hadislerin bir kıs­mının zayıf olduğu da bir gerçektir. [137]                                                          

Kitabın kısa bir tanıtmasını yapan Sıddîkî, hocaları ve ihtiva ettiği hadis sayısı ile ilgili rakamlara iltifat etmemiştir.

Eser Mahmud et-Tahhan'ın tahkiki ile neşrolunmaktadır. [138]

c. el-Mu'cemu's-sağîr

Hocalarından bin tanesinin genellikle birer hadisini ihtiva eden bu küçük mu'ceminde müellif, kendilerinden hadis naklettiği hocalarının isimlarini[139] al­fabetik sıra içinde vermektedir. Eserin sonuna doğru bazan bir hocadan iki ve­ya daha fazla hadis naklettiği de görülmektedir.

Eserin iki cüz halinde ikinci baskısı Medine'de,!968'de gerçekleş­tirmiştir. [140] (Yazma nüshaları için bk. GAS. I, 196, Târihu't-türâsil-arabî, I, 318). et-Taberânî'nin eserleri, hadis kitaplarının üçüncü tabakasına dahil­dir. [141]

 

2. Öteki Mu'cemler

 

et-Taberânî'nin üç mu'ceminden başka, birçok İslâm bilginine ait, [142] saha­be, şuyûh ve beldeleri konu alan mu'cem adıyla te'lif edilmiş eserler bulunmak­tadır.

Ulemânın, kendi hocalarına («şuyûh») karşı besledikleri derin saygının bir çeşit göstergesi olarak da yorumlanabilecek olan MU'CEM türü genellikle al­fabetik bir sisteme sahiptir. Çünkü, mu'cemlerin te'lifinde Ahmed-Muhammed isimlerini öne almak, sonra öteki hocaları alfabetik sıraya göre sıralamak muhaddislerin usûlüdür. [143]

Mu'cemler ile müsnedler aynı sisteme sahip olmalarına rağmen, uygula­maya esas aldıkları nokta açısından aralarında bir fark gözükmektedir. O da şudur: Müsnedler, sahâbîleri alfabetik sıraya koyup rivayetlerini verirken; mu'cemler, buna ilaveten, müellifin, kendi hocalarını alfabetik sıraya koyması («mu'cemu'ş-şuyûh») ile de oluşurlar. Yani birincisi senedin müntehâsını esas alırken, öteki ibtidâsını esas alabilmektedir.

Bu sebeple mu'cemlerden yararlanırken, belirtilen bu Özellik göz önünde bulundurulmalıdır.[144]

 

II. Ale'l-Ebvâb Tasnif Edîlen Hadis Edebiyatı

 

Bu başlık altında 'ale'l-ebvâb tasnif edilen rhusannef, câmî ve sünen'ler-den meşhur, mütedâuil ve muteber örnekler tanıtmaya çalışacağız.

Tasnif açısından aynı niteliğe sahip olmasına rağmen, «tasnif devri eserle­rine dayalı» litaratürü ise, bir sonraki bölümde tanıtacağız.. [145]

 

A. Musannefler

 

Hadisleri konularına göre ihtiva eden eserlerin genelde musannef adıyla anıldığını yukarıda belirtmiştik. Kütüb-i Sitte ile en mükemmel örneklerini veren musannef türü eserler sistematik hadis koleksiyonları 'm meydana getirirler.

Bu türe, Cami', Sünen, Musannef, Müstedrek, Müstahreç ve Zevâid isim­leriyle bilinen kitablar dahildir. Bu eserler, en meşhur ve mütedâvil Örnekleriy­le ileriki sahifelerde tanıtılacaktır. Burada sadece, Camiler, Sünenler ve Mu­sannef lerin genel karakterlerine ve üç grup eserin temel farklılıklarına birer cümle ile işaret etmekle yetineceğiz.

Camiler, «bütün dinî konularla ilgili hadisleri toplayan en kapsamlı» eserlerdir.

Sönenler ise, taharetten vasiyyete kadar bütün fikhî konulara ait merfû hadisleri ihtiva eden fıkıh kitabları tertibindeki   hadis kitablarıdır.

Musannefler de sünenlerdeki merfu' hadislere ilâveten mevkuf ve mak­tu' hadisleri de ihtiva eden eserlerdir.

Hemen işaret edelim ki Musannef, Cami1 ve Sünen hem bir tasnif usûlü­nün hem de özel bazı eserlerin adı olarak kullanılmaktadır. Bu üç guruba giren eserleri tanıttıktan sonra, muhtevaları arasındaki mukayeseyi bir örnekle ay­rıca göstermeye çalışacağız.

Şimdi, Tasnîfu'l-kütüb döneminin ilk bölümüne ait kabul edebileceğimiz musannef türü iki eseri ele almak istiyoruz. [146]

 

1. İmam Mâlik ve el-Muvatta

 

Yemen'den Medine'ye göçmüş ve ferdlerinin bir çoğu ilimle meşgul olan bir aileye mensup bulunan tmam Mâlik h. 93 yılında Medine'de doğmuştur. Kün­yesi Ebû Abdillah 'tır. Etbâu't-tâibün' dendir.

İmam Mâlik, Abdulah b. Ömer'in azadlısı Nâfı'den îbn Ömer' in rivayet­lerini, sahâbîlerin amellerini, özellikle Hz. Ömer 'in tatbikatını öğrenmiştir.

îmam Mâlik, hadis ve rivayet, fıkıh ve re'y ilimlerini tahsil etti. Elli yıl ka­dar süren hocalık hayatında da hadis dersleri ve vuku' bulmuş olaylarla ilgili görüş beyânı («fetva») olmak üzere iki ayrı ilmî faaliyeti sürdürmüştür.

İmam Mâlik, ders süresince tek şekilde oturur, ayakta hadis rivayetin­den hoşlanmazdı. Hadis dersi için özel hazırlık yapardı. Yıkanır, güzel kokular sürünür, temiz ve yeni elbileseler giyer, huşu' ve vekar ile otururdu. Ders süre­since güzel kokulu öd ağacı (buhur) yaktırırdı.

İmam Mâlik, hükümdarın Muvatta ı tek kitap olarak uygulamaya koyma teklifini, «bizim muttali olmadığımız hususlara başkaları muttali olmuş ve on­ları bir araya getirmiş olabilirler [147] diyerek reddetmiştir.

O, h. 179/795 yılında 85 yaşlarındayken Medine'de vefat etmiştir. [148]

el-Muvatta'

Ömer b. Abdilaziz (101/719) tarafından başlatılan tedvin faaliyeti; İslâm Ülkesinin hemen her yöresinde büyük bir ilgi görmüştür. Mekke'de İbn Cüreyc (150/767), Mezopotamya 'daSald b. Ebî Arûbe (157/773). Suriye'de el-Evzâî (159/775), Medine'de Muhammed b. Abdirrahman (159/775) Kûfe'de Zaide b. Kudâme (160/776) ve Süfyân es-Sevrî (161/777) ve Basra'da Hammâd b. Sele­me (165/781) bu faaliyeti sürdürenlerin en meşhurlarıdır.

Ünlü bibliyograf İbnu'n Nedim (385/995)'in, fıkıh kitabları gibi bölüm­ler ihtiva eden «sünnet hakkında eserler » diye tanımlamaya çalıştığı, adı ge­çen ulemâya ait eserler maalesef bize kadar ulaşabilmiş değildir. İbnu'n-Nedim'in verdiği bu bilgiler, İmam Mâlik 'in Muvatta'ı ile belli bir şekil kazanmaktadır. Muvatta, kendisinden önceki hadis edebiyatının tertib ve muh­tevasını bize -tam olmasa bile yaklaşık olarak- yansıtan kitab olma özelliğini taşımaktadır.

İmam Mâlik, hadise olan saygısı dolayısıyla, hadisleri kabulde ihtiyatı el­den bırakmamış, olabildiğince titiz davranmıştır. Hatta onun Peygamber Mes­cidinin direklerini işaret ederek şöyle dediği bilinmektedir : «Şu sütunlar di­binde, «Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu» diyen yetmiş kişiye rastladım. Bunla­rın hiçbirinden bir şey almadım. Bunlar belki, beytu'l-mâl kendilerine emanet edilecek kadar emin kişilerdi. Fakat onların hiçbiri buna (hadis almaya ) ehil değildi. »

İmam Mâlik, Muvatta'ı önceleri 10.000 hadisten meydana getirmişti, ese­rini her sene yeniden gözden geçiriyor ve bazı hadisleri çıkarıyordu. Sonunda da elimizdeki 1720 rivayeti ihtiva eden Muvatta kalmıştır. Muvatta şârihi Zürkânî (1122/1710) bu rakamı şöyle sınıflandırır :

600'ü müsned («merfu»), 222'si mursel, 613'ü mevkuf, 285ri maktu'dur.

Bu taksimde de görüldüğü gibi İmam Mâlik, önce Hz. Peygamber'den gelen hadisleri, sonra ashâb'dan gelenleri, daha sonra da tâbiûn'dan gelen âsâr'ı zik­retmektedir. En sonunda da kendi re'yini belirtmektedir.[149]

Burada şuna da işaret edelim ki, İmam Mâlik, Medine dışına çıkmadığı için görüşlerini tercih ettiği ashab ve tâbiûn'un hemen hepsi Medineli zevat­tır.

Muvatta, Concordance'a göre 61 kitaptan müteşekkildir. Bu kitabların 8'i birer babtan oluşur. Bir o kadarı da ikişer babtan meydana gelir. Keza bazı bâblarda sadece bir hadis bulunmaktadır. En son kitap ve en son bâb bunun mi­sallerinden biridir.

Muvatta'ın hadisleri genellikle «haddesenî Yahya an Mâlikin an ...» diye başlar. Yahya, Muvatta' in en meşhur râvisi Yahya fa. diyen de Yahya'nın oğlu Ubeydullah (278/89 l) tır.[150] Muvatta'ın 16 nüshası ve ravisi bilinmektedir. [151]Mutlak olarak Muvatta' dendi mi Yahya b. Yahya'nın rivayet ettiği nüsha anlaşılır. [152]

İmam Mâlik'in, «belağanî» ve «ani's-sikati» ifadeleriyle rivayet ettiği ha­dislerin tamamı 61 olduğu  4 u hariç, ötekilerin başka tariklerden müsned ol­duğu, îbn Abdilberr tarafından belirtilmiştir. Bahis konusu bu dört hadisin de mevsûl olduğu İbnu's-Salâh (643/1245) tarafından gösterilmiş ise de bazı âlimler buna itiraz etmişler, Ibn Abdilberr'in tariklerini bulamadığı bu hadis­leri Îbnu's-Salâh nasıl vasledebilir, demişlerdir. Böylece de Sahihayn'ın, Mu-vatta'dan önde geldiği görüşünü benimsemişlerdir.

îmam Mâlik'in en âli isnadı sünâî (2'li)dn\

Tirmizî şârihi Ebu Bekr b. el-Arabî (543/1148) «Muvatta ilk asıldır. Sahih-i Buhârî de ikinci asl'dır. Müslim ve Tirmizî ve diğer muhaddisler, kitaplarını bu iki asi üzerine bina etrnişlerdir[153]der. Meselâ Buhârî, Muvatta'daki 300 hadisi, Sahih'inin 600 yerinde zikremiştir. [154]

Muvatta', Buhârî ve Müslim'in sahihleri ile birlikte hadis kitablannı bi­rinci tabakasını meydana getirmektedir. [155]

Muvatta'ın Baskıları ve Şerhleri.

Muvatta'ın modern ve Concordance'a uygun bir baskısı Muhammed Fuad Abdülbâkî'nin ta'liki ile iki cild halinde gerçekleştirilmiştir. Bu baskıdan yapı­lan ofset neşirler piyasada bulunmaktadır.

Muvatta1 üzerinde eskiden beri çalışmalar yapılagelmîştir. Suyûtînin (911/1505) Tenvîru'l-hevâlik adını taşıyan şerhi, Muvatta metni ile birlikte iki cild hâlinde basılmıştır. [156]

 (Ez-Zürkanî (1112/1710) şerhi de matbu'dur.[157] Ayrıca Ebu'î-Velîd Süley­man b. Halef el-Bâcîel-Endeîûsî el-Mâlikî (494/1100) nin el-Müntekâ adlı şerhi de 7 cild halinde Mısır'da 133 l'de basılmış, bu baskının ofset baskıları da yapı-lagelmiştir. [158]

Ayrıca Ezher üniversitesinde 1969'da Mahmud Nâdî Ubeydât tarafın­dan Mâlik b. Enes ve eseruhu fi'l-hadîs adıyla yapılmış bir doktora tezi de bu­lunmaktadır.

Muvatta', A. Muhtar Büyükçınar başkanlığındaki bir heyet tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. [159]

 

2. Abdürrezzâk b. Hem mâ m (211/827) ve el-Musannef’i

 

Abdürrezzak b. Hemmâm b. Nâfi' es-San'anî hicri 126/744 yılında San'a'da doğmuştur. Künyesi Ebâ Bekr 'dir.

Ma'mer b. râşid (152/769), îbn Güreye (140/767), el-Evzâ'î (159/775) Süf-yan es-Sevrî (161/777), Süfyan b. Üyeyne (198/813) ve Malik b. Enes (179/795) gibi meşhur zevattan ilim tahsil etmiştir. Ma'mer b. Râşid'e 7 yıl öğrencilik yapmıştır. İlim için yolculuk yapmıştır.

Kendisinden, Ahmed b. Hanbel (241/855), Yahya b. Mâin (233/847), îshak b. Râhûye (238/852) ve Ali b. el-Medînî (234/849) gibi âlimler ilim almışlar­dır.

H. 200'lerde gözlerini kaybetmiştir. Şiilik'le itham edilmişse de, bu ithamı doğrulayacak herhangi bir tutumu tesbit edilememiştir. Hz. Ali'yi sevmesi ve katilerine kızmakta olması böylesi bir ithama uğramasına sebep teşkil etmiş­tir.

Yahya b. Mâin (234/848)in, «Eğer Abdurrezzâk irtidat etmiş olsaydı, biz yi­ne onun hadislerini terketmezdik[160] sözü, onun güvenilirlik derecesini anlat­maya yetecek bir beyândır.

Gözlerini kaybettikten sonraki rivayetleri konusunda ihtiyat gösterilmiş olduğuna da burada işaret etmek uygun olacaktır.

85 yaşlarında iken h. 211/827'de vefat etmiştir.

el-Musannef

Abdurrezzâk b. Hemmâm'm Fıkıh ve Tefsir sahasında da eserleri varsa da bizi ilgilendiren kitabı el-Musannefidir.

«Sünen»lerden, mevkuf ve maktu haberleri ihtiva etmesiyle ayrılan Mu-sannef türünün bize kadar ulaşabilmiş bir-iki örneğinden birini teşkil eden Ab­durrezzâk1 in Musannef i, ilk kez 1390/1970 yılında el-Meclisu'1-ilmî tarafın­dan 11 cilt halinde, Habîburrahman el-A'zamî'nin tahkik ve tahrici ile neşredil­miştir.

Abdurrezzâk'm Musannef inin neşri ile elde mevcut hadis musannefâtımn en eski örneğim teşkil eden Ma'mer b. Bâşid'in el-Cami 'i de ilim dünyasına ka­zandırılmıştır. Çünkü el-Musannefin X. cildinin 379 sahifesinden XI. cildin so­nuna kadar Ma'mer'in Cami 'ine aittir.[161]

el-Müsannef in en kâmil yazma nüshası olan Murad Molla 596'daki nüs­ha esas alınarak yapılan neşr, Kitâbu't-tahare ile başlamakta, Kitâbu'l-ferâiz veKitâbu Ehli'l-Kitâbeyn ile son bulmaktadır. Bundan sonra da Kitabu'l-Ca-mi' başlamaktadır.

Toplam 21033 aded hadis ihtiva eden Musannef te (el-Cami' hariç 19418 hadis) hemen hemen aynı muhtevaya sahip olan Kitâbu ehli'l-kitâb iki kez yer almaktadır (bk. VI, 3-132 ve X, 311-378).

Musannefteki hadislerin büyük çoğunluğu «Abdurrezzâk 'an... 'an... 'an...» şeklinde an'ane özelliğe sahip senedlerle rivayet edilmiştir. Bazan da ih­bar ve tahdîs özelliği olan senedlerle sevkedilmiş hadislere rastlanmaktadır. «Hadislerin çoğu sülâsîdir. [162]

Rical tenkidi, tanıtması ve kelime açıklamalarına hemen hemen hiç rast­lanmaz. Bâb başlıkları oldukça kısa ve fıkhı yönü ağır basan ifadelerden oluş­maktadır.

Müellif kendi görüşünü belirtmez. Konuya ait Hz. Peygamber'den verilen haberleri, sahâbî kavillerini ve tâbiûn fetvalarını sıralamakla yetinir. Kütü-bü's-sitte müellifleri, Abdurrezzâk'tan hadis nakletmişlerdir.

Abdurrezzâk, hocası Ma'mer b. Râşid 'den bir çok hadis rivayet etmektedir ki bunların hiçbiri Ma'mer'e ait olan el-Cami' bölümünde yoktur. Bu durum, Abdurrezzâk'in Ma'mer'in başka eserlerinden veya sözlü rivayetlerinden geniş ölçüde faydalandığım göstermektedir.

el-Musannef in muhakkikinin yazacağını belirtiği Mukaddime yazılma­mış olduğu için maalesef-daha detaylı bir inceleme yazısından istifade imk­ânınız olamamıştır.

Şimdilik Musannef üzerinde yapılmış herhangi bir şerh veya tercüme ça­lışmasını da tesbit edebilmiş değiliz.[163]

el-Musannef,   hadis kitaplarının üçüncü tabakasına dahildir. [164]

el-Musannef in râvisi (muhtemelen), îshak b. İbrahim ed-Deberî (285/898) dir (bk. Sezerât, II, 190)

îbn Ebî Şeybe (235/849)'nin Musannefı de Haydarâbâd'da 1386'da basıl­mış bulunmaktadır. (Şerhu ıleli't-Tirmizî, s. 580). Ayrıca Multan'da 4 cild ha­linde 1324'te basılmıştir. [165]

 

B. Câmî'ler

 

Konularına göre («ale'l-ebvâb») tasnif edilmiş hadis edebiyatını ikinci bü­yük gurubunu cami' adıyla tanımlanan eserler teşkil etmektedir.

Musannef türünü anlatırken de değindiğimiz gibi, [166] cami' ler, dînî konula­rın hemen tamamını kapsayan sekiz ana bölümü ihtiva etme özeliğine sahip­tirler. Her birine «kitab» denen bu sekiz bölümün muhtevaları kısaca şöylece özetlenebilir:

iman : înanç konularıyla («iman, islâm, tevhid, i'tisam») ilgili bölümler bu­rada yer alırlar.

Ahkâm veya Sünen : Taharetten vasiyyete kadar ibadât ve muamelât'a dair konular bu bölümde verilir. Bunlar, «sünen»lerin muhtevasının ta kendi­sidir.

Rikâk veya Zühd: Ahlâk ve nefis terbiyesi ile ilgili konulaf bu bölümde yer alır.

Et'ime ve eşribe veya âdâb : Beşerî ilişkiler ve günlük hayatta herkesin normal olarak yaptığı işlerin îsîâmî usullerini öğreten hadisler bu bölümde­dir.

Tefsir: Âyetlerin değişik açılardan beyanını ortaya koyan hadisler sûre sı­rasına göre bu bölümde yer alır.

Tarih-siyer-cİhad : Devletler arası ilişkiler, savaş-barış, meğâzî, cihad ve cihadla ilgili öteki konuların yer aldığı bölümdür.

Menâkıb : Hz. Peygamber, diğer peygamberler ve ashâb-ı kiramın yaşa­yış ve davranışları, üstünlükleri bu bölümde yer alır.

Fiten ve melâhim: Geleceği ve gelecekte olacak bir takım olaylara, kıya­met alâmetlerine dair konular bu bölüme dahildir.

Câmi'ler, bu bölümlerden herhangi birine dahil olmayan bir takım konula­rı daha ihtiva ederler. Yine câmi'ler bu 8 bölümden herhangi birini ihtiva et­mezler veya nakıs olarak ihtiva ederlerse câmî'.olmaktan çıkarlar. Bu yüzden -Tefsir bölümü nakıs olduğu ve sistematik olmadığı gerekçesiyle- Müslim'in ki­tabının câmî' saymak istemeyen görüşler ileri sürülmüştür.

Câmi'ler aynı zamanda «sahih» adıyla da anılmaktadırlar. Meselâ, Buhâri, Müslim ve Tirmizî 'nin kitablarının adı el-Cami'u's-sahih'tir.

Tirmizî'nin eseri muhtevası itibariyle câmi'dir. Onu «sünen»ler arasında saymak aşağı yukarı kurallaşmıştır. Biz onun muhtevasını dikkate alarak, onu da bu kısımda, câmi'ler arasında tanıtmaya çalışacağız.

Ayrıca ele almayacak olduğumuz, Hadis Edebiyatının İlk Dönemine ait es­ki örneklerden biri olan Ma'mer b. Râşid (152/769)'in eserinin adı da Câmi'dir. [167]Abdurrezzâk b. Hemmâm'ın el-Musannef içinde neşredilmiş bulu­nan bu cami', yukarıda açıkladığımız sekiz ana bölümü içermemektedir.

Öte yandan, daha muahhar dönemlerde telif edilen derleme ve cem' niteikli bazı kitaplara da cami' adını verildiğini görmekteyiz. Câmi'u'l-usûl, el-Câmi'u's-sağîr gibi. Bu eserlerde kelime sözlük anlamındadır. Zira bu kitap­lar belli hadis kaynaklarındaki hadisleri ya ale'l-ebvâb ya da ale'l-ahruf (alfa­betik) olarak bir araya getirmektedirler. Bu sebeple de özellikle ikinci gurupta olanlar bizim burada anlatmak istediğimiz cami1 türü ile bağdaşmamakta­dır.

Biz burada, Tasnif Devri Hadis Edebiyatı içinde önemli bir mevkii olan camileri tanıtmaya çalışacağız. [168]

 

1. el-Buhârî ve Sahih'i

 

Muhammed b. İsmail b. İbrahim el-Buhârî h,194(810)'de Buhâra'da doğ­muştur. Künyesi Ebu Addillah 'tır. On yaşlarında iken hadise karşı derin bir ilgi duymuş, hadis ezberlemeye başlamıştır.

Memleketindeki hocalardan ders aldıktan sonra, o günün belli başlı ilim merkezleri olan Şam, Basra, Hicaz, Küfe, Bağdat ve Mısır'ı gezmiş ve oralarda­ki üstadlardan hadis tahsil etmiştir. Ders aldığı hoca sayısı bini bulmuştur. Ez­berlediği hadis sayısı ise, kendi ifadesiyle, yüz bini sahih toplam üçyüzbin-dir.

40 yıl kadar süren ilim yolculukları sonunda Nişabur'da yerleşmek istemiş ise de Muhammed b. Yahya ez-Zühlî'nin rekabeti yüzünden Nişabur'a ve sara­yında hadis hocalığı yapmayı kabul etmediği için de Halid b. Ahmed ez-Zühlî tarafından Buhâra'yı terketmcye mecbur bırakılmıştır.[169] O da Buhârâ yakın­larındaki Hartenk'de yerleşmiş ve 256/870 yılında Ramazan Bayramı gecesi 62 yaşında vefat etmiştir.

el-Buhârî yegâne alâka konusu olan Iladis'e hizmet hususunda hiç bir fedâkârlıktan çekinmemiş ve h?men herşeyini bu uğurda harcamıştır, kendisi az yer, talebeye iyilik ederdi. G'oce-gündüz Kur'ân okurdu. Onun sevdiği yegâ­ne eğlence ok atıcılığıydı. Uzun müddet yanında kalan kâtibi birlikte oldukları süre içnde Buhârî'nin sadece iki kez hedefe isabet ettiremediğini belirtmiş­tir. [170]

Buhârî'nin hadis bilgisi, devrin bilginlerince insaf hudutlarını aşacak tarzda yoklanmıştır. Bir keresinde 100 kadar hadisin sened ve metinleri karış­tırıldıktan sonra Buhârîye okunmuş ve bu hadisler hakkında ne diyeceği sorul­muştur. Buhârî hepsini ezberden düzeltmiş ve soranların hayranlıklarını ka­zanmıştır. Bir çok kereler muhtelif kişilerce, değişik kapsamda tekrar edilen bu imtihanlar ona, âlimler arasında haklı bir ün ve mevki kazandırmıştır. Ken­disinden yüzyıllar sonra Ibn Hacer (852/1448) şöyle demektedir. «Gök kubbe­nin altında, Rasûlullah (s.a.)'ın hadislerini el-Buhârî'den daha iyi bilen birini görmedim.»

Buhârî telif hayatına daha öğrencilik yıllarında başlamıştır. Küçük, Orta ve büyük Târih, el-Edebu'1-müfred, ed-Duafâ... gibi eserleri[171] yanında Sahi-hu'1-Buhârî diye meşhur olan «el-Câmiu's-sahih» i pek müstesna bir mevkie sa­hiptir. [172]

Sahih

Tam adı el-Câmiu'l-müsnedus'sahihu'l-muhtasar min umûri rasûlillah (s.a.) ve sünenihi ve eyyâmih » olan eserini Buhârî, hocası İshâk b. Râhûye (238/S52)'nin, Rasûlullah'm sahih hadisleri muhtasar bir kitabta toplasanız» [173]diye temennide bulunması üzerine tasnif etmiştir.

Buhârî, Sahih'ini 600.000 hadis arasından seçmiştir. Mescid-i Haram'da telif etmiştir. Concordance'a göre 97 kitab ve 3730 babtan oluşmaktadır. Mü­kerrerler dahil 7275 hadis ihtiva etmektedir. Ibn Hacer bu sayıyı 9082 olarak vermektedir. Mükerrerler dışında dörtbine yakın hadis vardır. İbn Hacer bu sayıyı da 2791 olarak vermektedir.

Telif sebebi de göstermektedir ki Buhârî'nin Sahih'inde zayıf hadis yoktur. O, sahih hadisleri toplamak üzere telif edilmiştir. Ancak Buhârî, bazan istidlal kabilinden ve bâb başlığı'nda («terceme»)) olmak kaydıyla zayıf hadis zikre­der. Yalnız bunları, öteki hadisleri zikrettiği gibi tahdis siğasiyle vermez. Se-nedsiz olarak verir. Aslında bu hadislerdeki za'fîyet de hafif bir zayıflıktır.

Buhârî, bâb başlıklarını çoğu zaman âyet-kerîmelerden, bazan hadisler­den iktibaslarla ve bazan da serbest şekilde ve fakat fıkhi bir anlam taşıyacak tarzda seçtiği ibarelerle tanzim etmiştir. Bu yüzden pek haklı olarak

Buhârînin fikhîgörüşleribabbaşlıklanndaiır»

sözü meşhur olmuştur. [174]Bâblar ve bâblar içindeki hadislerin sıralanışında da fıkhı bir sonuca ulaşma genel eğilim halindedir. Meselâ ezan hakkındaki riva­yetler bu hususu çok açık şekilde ortaya koymaktadır. [175] (Müslim ve Tirmizî'de böyle bir özellik gözükmez. Çünkü onlar hadisçiliği esas tutmuşlardır.)

Buhârî, bazan da bir hadisi ilgisi dolayısıyla ve ondan ahkâm istinbât et­mek düşüncesiyle muhtelif kitablarıh çeşitli bâblannda hadisi bölerek («tak­ti») tekrarlar. Ancak çoğu kere böyle hadisi değişik yerlerde verirken ayrı ayrı senedle zikretmeye dikkat eder. Bununla da hadisin değişik senedlerle rivayet edilmiş olduğunu isbatlanuş olur.

Bu vesile ile hadis kitaplarında görülen tekrarların sebepleri üzerinde bir-iki noktayı belirtmek yerinde olacaktır. «Müellifler hadisleri boş yere tekrar edip durmamışlardır. Bunun bir çok büyük hikmetleri vardır : Söz gelimi, sene­din teaddüdü, metne ait lâfızların muhtelif oluşu v.s. Bazan bir hadisin tek bir sahâbîden, değişik senedlerle ve farklı lafızlarla rivayet edildiği olur. Müellif­lerin bütün rivayetleri toplama arzu ve hırsları dolayısıyla kitaplarında tek­rarlar görülür. [176]

Buhârî'nin bir hadisi, Sahih'in 13 yerinde tekrarladığı olmuştur[177] Her de­fasında da başka başka hocalarından rivayet ettiği farklı sened ve metinleri ve­rir. Böylece hem hadisi kuvvetlendirir, hem de lafiz farklılıkları dolayısıyla başka başka hükümlerin elde edilmesini temin eder.

Ayrıca Buhârî, hadislerde geçen ğarib kelimeleri de yer yer açıklar. Aynı şekilde onun müşkilül-hadîs konusunda da açıklama yaptığı görülür. [178] Bunla­rı o, hiç kuşkusuz fıkıhçılığı sebebiyle yapmaktadır.

Buhârînin «Sahih»inde 22 aded «sülâsî» (üç râvî ile Rasulullah (s.a.)'a ula­şılan) hadis bulunmaktadır [Mubârekfûrî, Mukaddimetu Tuhfeti'l-ahvezi, I, 249; İtr, el-îmam et-Tirmizî, s. 16 dn. Abdülhammid Şânûha, Tahrîcu sülâ-siyyât, s. 16-38- Beyrut, 1985.}. Buhârînin en nazil isnadı 9'ludur. [Tec. Ter. I, 191]

Buhârî, hadis kitaplarının birinci tabakasına dahildir.

Sahihin Nüshaları ve.Râvileri

Buhârî, Sahih'ini bizzat kendisi onbinlerce talebeye okutmuştur[179] Bu ka­dar talebe içinden bin kadarı Sahih'in râvîsi olmuştur. [180] Bunların içinden de ancak 5 tanesinin ismi bilinmektedir. Bunlar, sırasıyla şu zevattır: el-Firebrî (320/932), en-Nesefî (295/907), en-Nesevî (290/902) el-Bezdevî (329/940) ve el-Mehâmilî (330/941).

Bunlardan ilk iki râvînin nüshaları, ötekileri şu veya bu şekilde unuttur­muşlardır. Bunlardan da birincisi, yanî el-Firebrî rivayeti, Sahih-i Buhârî'nin sonraki nesilere intikâlini sağlayan yegâne nüsha olmuştur. Firebrî rivayeti, VI. asırdan itibaren Buhârînin Sahih'i ile ilgili bütün araştırmaların istinad et­tiği yegâne metin olarak[181] günümüze kadar gelmiştir. Meselâ îstanbuî kütüp­hanelerinde mevcut 500 kadar Buhârî nüshası arasında en-Nesefî rivayeti bu­lunmamaktadır. [182]

Nesefı rivayetinin bariz bir üstünlük arzetmesine rağmen, [183] başlangıçta rağbet bulmamasının ve daha sonra da kaybolup gitmesinin sebebi, Nesefînin; Sahih'in son kısmında yer alan küçük bir bölümü bizzat Buhârî'den dinle-me(«sema») imkânı bulamamış olması şeklinde gösterilmektedir. [184]Bu du­rum, konuya o günün ilim dünyasında atfedilen fevkalâde önemin bir sonucu­dur ki, Sahih'i semâ' yoluyla değil de imlâ meclislerinde alan el-Mehâmilî'nin rivayeti hiç rağbet bulmamıştır. Bu yüzden sema veya kısmen kıraat yoluyla Sahih'i iki kez Buhârîden alan el-Firebrî'nin rivayeti, bu noktadaki üstünlüğü sebebiyle öteki rivayetleri unutturmuştur.

Firebrî nüshasının rivayetleri zaman içinde bir takım munzam çalışmala­ra mevzu teşkil etmiştir. Meselâ ebu Muhammed el-Asîlî (392/1002), Ebu Mu-hammed el-Cürcânî (373/983)'nin rivayetini esas tutup Ebû Zeyd el-Mervezî (371/981)'den aldığı rivayetin farklarını belirtmek suretiyle kendi el yazısıyla müstakil bir Buhârî nüshası meydana getirmiştir.[185]

Yine Ebû Zerr el-Herevî (434/1043) de Firebrî'nin aslından gelen üç riva­yeti cemetmiştir. Bu nüshalar, Abdullah b. Ahmed b. Hamuyet es-Serahsî vası­tasıyla elde ettiği el-Hamevî'ye; İbrahim b. Ahmed b. İbrahim el-Müstemlî ye ve Ebu'l-Heysem Muhammed b. el-Mekkî el-Kuşmeyhenî'ye ait nüshalardır. «Meşâyihu Ebî Zerr es-selâse» diye bilinen bu üç zâttır. Ebû Zerr'in, bu rivayet­lerin birleşiminden oluşan nüshası, daha sonraki çalışmalarda başlı başına müstakil bir nüsha olarak muamele görmüştür. [186]

es-Sâğânî (650/1252), Firebrî'nin el yazısını taşıyan en-Nüshatu'l-bağd-âdiyye» ile Hamevî, Kuşmeyhenî ve Müstemlî rivayetlerini karşılaştırarak bir­leştirmiştir. [187]

Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed b. Abdillah el-Yûnînî (701/1302) kendinden önceki faaliyetlerden geniş ölçüde yararlanmak suretiyle Firebrî'den gelen Buhârî nüshaları arasındaki farkların giderilmesine çalışmıştır. Yunînî, daha önce birleştirilmiş olan nüshaları birer nüsha kabul ederek işe başlamıştır. Me­selâ Cürcânî ile Mervezî kollarını birleştiren el-Asîlî nüshası için remzini; Hamevî, Kuşmeyhenî ve Müstemlî kollarını birleştiren Ebû Zerr nüshası için remzini; Kuşmeyhenî ile Hamevî rivayetlerini ve Ebu'l-Vakt'in Ha-mevî'den gelen rivayetleri için remzini ve îbn Asâkir'in bu iki rivayeti bir­leştiren nüshası için de remzini kullanmak suretiyle onları dört müstakil rivayet kabul etmiştir.

Kastallânî, şerhine Yûnînî'nin nüshasını esas almıştır. Îbn Hacer ise, Yûnînî nüshasını gördüğü halde şerhine esas olarak Ebû Zerr rivayetini kabul etmiştir. Bugün elde bulunan Buhârî nüshalarının yarısından fazlasını Yûnînî nüshasından yapılan istinsahlar ve baskılar teşkil etmektedir. Yûnînî'nin el yazısı ile olan nüshanın Sultan Abdülhamid Han tarafından, Buhârî'nin 1313 baskısının hazırlanmasında kullanılmak üzere Mısır'a gönderildiği, anılan baskının baş tarafında kaydedilmektedir. Bu orijinal nüshanın şimdi nerede olduğu bilinmemektedir.[188]

 

Sahlh'in Baskıları

 

Abdülhamid Han'ın ,emriyle ve Yûnînî nüshası esas alınmak suretiyle Mı­sır'da 1313'de yapılan 9 ciltlik baskı en güvenilir neşirdir.

Hacı Zihni Efendi tarafından harekelenerek Matbaa-i AMire'de 1315 yı­lında 8 ciîd halinde yapılan baskı da muteberdir ve memleketimizde yaygındır. Bu baskıya tarafımızdan Hadis Mu'cemi'nin (Concordance) kitab ve bâb ra­kamları işlenmiş, Muhammed Fuad Abdülbâkî merhumun Teysîru'l-menfea adlı eserinden istifade ederek fihrist eklenmiş ve Sahih bu haliylel981'de İs­tanbul'da ofset usûliyle İslâmî Kitabevi tarafından yeniden basılmıştır. Ayrıca aynı işlemler yapılmak ve sonuna hadislerin alfabetik fihristi de eklenmek su­retiyle Çağrı Yayınevi tarafından da ofset usulüyle İstanbul'da basılmıştır.[189]

 

Buhârî'nin Sahih'i Üzerinde Yapılmış Çalışmalar

 

Buhârî'den bir asır sonra Sahîh'ine şerh yazılmıştır. İlk şerhi eî-Hattâbî (388/998) «îlâmu's-sünen » adıyla yazmıştır. [190]Daha sonra Kâtib Çelebi'nin tesbitine göre 82 aded şerh yazılmıştır. Kâtib Çelebi'den sonra kaleme alınmış olanları da hesaba katarsak, Buhârî'nin 100 civarında şerhinin olduğunu söy­leyebiliriz[191]

Bu şerhlerden bugün elde mevcut ve mütedâvil olanları Kirmânî (786/1384)'nin «el-Kevâkibu'd-derârî »si; Îbn Hacer (852/ 1448)'in «Fethu'l-bârî »si; Aynî (855/145D'inin «Umdetü'l-kaarî »si ve Kastallâni (923/1517)'nin «İrşâdu's-sârî »'sidir. [192]

Buhârinin Sahih'i ve onun yazılı-sözîü kaynaklan üzerinde Prof. Dr. Fuad Sezgin'in BUHÂRÎ'NİN KAYNAKLARI adını taşıyan kıymetli bir araştırması da 1956'da İstanbul'da basılmış bulunmaktadır.

Zeynüddin Ahmed b. Ahmed Abdüllâtif ez-Zebîdî (893/1488)'nin «et-Tecr-îdu's-sarîh li ehâdisi'l-Cami'i's-sahihti Buhârî üzerinde yapılmış bir ihtisar ça­lışmasıdır. Bu eser Türkçeye Ahmed Naîm ve Kâmil Miras beyler tarafından tercüme ve şerhedilmiştir. Diyanet İşleri Başkanhğı'nca neşredilmiş olan Tec-rid'e bir kılavuz fihrist cildi eklenmiştir.

Ayrıca Abdülmecid Hâşim'in «el-îmam el-Buhâri muhaddisen ve fakihen » adını taşıyan doktorası yayınlanmıştır[193] «Buhârînin Ebu Hanife'ye İtirazları » adlı bir doktora tezi de Hilmi Merttürkmen tarafından hazırlanmış ve fakat tez henüz basılmamıştır.

Ömer Ziyaeddin ed-Dağıstânî tarafından Buharî'deki kavli hadislerden bir araya getirilmiş Zübdetü'l Buhâri'de gerek yalnızca metin olarak, gerekse Türkçesiyle birlikte bir çok kereler basılmış ve basılmaktadır.[194]

 

2. İmam Müslim ve Sahih'i

 

Ebu'l-Hüseyin Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî, h. 202, 204 veya 206 tarihinde Nişabur'da doğmuştur. Kendisi meşhur Arap Kabilesi KUŞEYR'e mensuptur. Lakabı «Asâkiru'd-dîn»dir.

Müslim'in çocukluk yılları hakkında pek.az bilgi bulunmaktadır. Onun küçük yaşta Arab Edebiyatının çeşitli sahalarıyla meşgul olduğunu söylemek mümkün gözükmektedir. Müslim de Buhârî gibi hemen bütün hayatını Ha­dise adamıştır. O, devrin ilim merkezleri olan Hicaz, Mısır, İran, Suriye, Mezo­potamya ve Türkistan'a seyahatlar yaptı. Bağdat'a bir kaç kez gitti geldi. Gez­diği yerlerdeki hadis bilginlerinden ders aldı. onun hocaları arasında tshak b. Râhûye (238/852), Abdullah b. Mesleme el-Ka'nebi (221/836), Ahmed b. Hanbel (241/855), Ebu Zür'a er-Râzî (264/877), Kuteybe b. Saîd (240/854) ve Harmele b. Yahya (243/857) gibi zevat bulunmaktadır.

Kendisinden de Ebû İsa et-Tirmizi (279/892), Ebû Hatim er-Râzî (277/890), Ebû Bekr, Muhammed b. îshak b. Huzeyme (311/923) ve Ahmed b. Mübarek el-Müstemlî (284/897) gibi meşhur zatlar hadis rivayet etmişler­dir.

İmam Müslim, tahsili bitirdikten onra Nişabur'a yerleşti. Ticâret yaparak geçimini temin etti ve daima hadisle meşgul oldu Ömrünün sonlarına doğru el-Buhârî ile tanıştı ve onun ilmini takdir etti. Bu yüzden de, devrin siyâsî olayları sebebiyle birçokları Buhârî'nin çevresinden uzaklaşırken İmam Müslim, onu terk değil, bilhassa iltizam etti. Hatta kendi hocası Muhammed b. Yahya ez-Zühlî (257/870)'nin «Kim, mes'eletu 1-lafz (yani Kuranın lâfzını telaffuz etme­nin mahlûkiyeti meselesi) de Buhârînini fikrine kailse bizim meclisimizden ay­rılsın» demesi üzerine Müslim, herkesin gözü önünde meclisi terketti. Zühlî'den dinlediği hadisleri bir çuvala koyarak^Zühlî'ye gönderdi. Sahih'inde Zühlî'den rivayette bulunmadı.[195]

Yeri gelmişken belirtelim ki, Müslim, Sahih'inde Buhâriden de rivayette bulunmamıştır.

İmam Müslim, bir hadisi araştırmakla meşgulken 261/874'de vefat etti.

İmam Müslim Hadis ve Hadis İlimleri'nin öteki dallarına dair bir çok eser yazmıştır. Bunların listesi îbnu'n-Nedim'in Fihrist'inin 231 ve Kâtib Çele-bi'nin Keşfu'z-Zunûn'unun ikinci cildinin 541. sahifelerinde yer almaktadır.[196]

 

Sahih

 

İmam Müslim'in en meşhur eseri hiç şüphesiz et-Müsnedu's-Sahih adını verdiği Sahih 'dir. Sahîh'in özelliklerini şöylece sıralamak mümkündür :

1) «Sahih-i Müslim» diye şöhret bulmuş olan el-Müsnedu's-sahih- Kütüb-i sittenin  ikinci kitabıdır. İmam Müslim onu, 300.000 hadis içinden seçerek meydana getirmiştir.

2) İmam Müslim, bu kitabında öteki hadisçilerin pek riâyet etmedikleri bir hususa dikkat etmiştir. O, hocalarından semâ1 yoluyla aldığı hadisleri nakle­derken özellikle «haddesenâ» tabirini; kendisinin hocalarına okumak suretiy­le hocalarının tasvibine arz ettiği hadisleri naklederken de «ahberena» tabiri­ni kullanmıştır.

3) İmam Müslim, ya ihtisar düşüncesiyle veya daha başka sebeplerle kita­bını bâblara ayırmamiştır. Daha doğrusu bâb başlıkları tanzim etmemiştir. Onun kitabında görülen bab başlıkları Nevevî tarafından konulmuştur. Aslın­da daha önce de bab başlıkları koyanlar olmuşsa da Nevevî onları pek isabetli bulmamış ve kendisi yeniden tanzim etmiştir.

4) İmam Müslim'in kitabına aldığı hadisler, genellikle, Buhârî'deki merfu hadislerdir. O, Buhâri'de bulunmayan 820 merfu hadisi de kitabına almış­tır.

5) Sanki bir sünenmiş gibi Müslim'in Sahih'inde de mevkuf ve maktu ha­dis yoktur.[197]

Hâkim'in Şeyhi Ebu Ali en-Neysâbûri' «Gök kubbenin altında Müslim'in kitabından daha sahih hiçbir kitab yoktur» demiştir. Onun bu sözünün gerek­çesi, ondaki merfu hadislere hiç bir kimsenin sözünün karışmamış olması­dır.

«Müslim kitabın ikâmet ettiği yerde, kaynaklarının yanıbaşında ve şeyh­lerinin hayatta bulunduğu bir sırada meydana getirmiştir. Hadislerinin ara­sında başka söz serdinden kaçınmıştır. Kitabın üslûbuna, siyakına özen göste­riyor, Buhârî gibi, muhtelif bablarda hadisleri parçalamağa mecbur kalacak şekilde ahkâm istinbatına çalışmıyor, muhtelif hadis zincirlerini bir yerde top­layabiliyor, «mevkuf» hadislere ehemmiyet vermeyip sadece «müsned»lerle il­gileniyordu. [198]

6) İmam Müslim, Sahih'ine yazdığı mukaddime ' de ne yaptığım açıkla­mıştır. Kütüb-i sitte içinde sadece Müslim'de görülen bu mukaddime,  Müs­lim'in bir Özelliğidir.

7) «Müslim, bir hadisin bütün tarîklerini, müteaddid isnadlarla ve elfâz-ı muhtelifesi ile hep bir araya cem' ve kendince o hadis, fıkhın hangi babına ait ise toptan oraya dercettiği gibi, bu toplama esnasında da en evvel mutkın olan huffâzın rivayetlerini dercedip mestur, hıfz ve itkânda mutavassıt olan râvîle-rin naklini sonraya zuafâ ve metrâkînin mütâbeaten ve istişhâden rivayetleri­ni de daha sonraya bırakır ki, aranan hadis hem daha kolay bulur, hem de ge­rek senedler ve gerek metinler hep birden gözönünde tutulup istinbât edilecek hüküm kolayca isitinbât edilir. [199]

8) Yine bazı hadisleri birden fazla yerde tekrarladığı da olmuştur. Tekrar ettiği hadislerin sayısı 137'dir.

9) Müteaddid isnadla gelen tek metin için senedlerin değiştiği noktalara bir harfi koymak suretiyle bu durumu belirtir.

10) Bir hadisin metninin benzeri, yukarıdaki sıralamaya göre daha dûn de­recedeki ravilerden oluşan senedlerle de gelmişse, o senedleri verdikten sonra metin yerine «mislehu » veya «nahvehu » demekle iktifa eder. "Bu meseleyi bil mek Sahih-i Müslim ile meşgul olacaklara çok lazımdır." Bu kitabta metnin makamına kâim olmak üzere «mislehu » ile «nahvehu » lafızlarına pek çok tesadüf edilir.[200]

11) Rivayet edilen lafzı aynen edaya büyük itina gösterir. Râvilerin bir harfte de olsa ihtilaflarını kaydeder. (Buhârî, mânâ ile rivayeti tecviz ettiği için buna o kadar riâyet etmez.)

12) Müslim'in Sahih'i «kitab» adını taşıyan 54 bölümden oluşmaktadır. Bâblannın sayısı ise, 1322'dir. Mükerrerler dışında 3033 hadis ihtiva etmekte­dir. [201] Kitab isimleri, Buhârî'deki kitab isimleriyle büyük ölçüde parelellik ar-zeder. Bab başlıkları ise, daha sonra en-Nevevî (676/1277) tarafından konul­muştur.

13) Tefsir bölümü tam bir sistematik olmadığı için Müslim'in Sahih'ini «Cami» saymak istemeyen bir eğilim de bulunmaktadır. [202] Ayrıca Müslim'de, sadece merfu hedislerin bulunması da onu cami' saymamak eğilimini kuvvet­lendiren bir başka sebep olsa gerektir.

14) Müslim'de sadece 17 ta'lik vardır. [203]«Sülâsi» nitelikli hiç bir hadis yoktur (Mubârekfûrî, I, 345).

15) Müslim, Buhâri'den hiç hadis rivayet etmemiştir.

16) Müslim'in Sülâsiyâb varsa da Sahih 'ine koymamıştır.

17) Müslim, Sahih'ini yazdıktan sonra, devrinin büyük hadis münekkidi Ebu Zür'a'ya takdîm etmiş ve onun tashihlerini aynen uygulamıştır.

18) Müslim, birinci tabakaya dahil hadis kitaplarındandır (bk. ed-Dihîevi, Huccetullahi'l-bâliğa I, 281).

Müslim'in Sahih'inin Nüshaları veRâvileri.[204]

Müslim'in Sahih ' bize Ebû îshak İbrahim b. Muhammed b. Süfyân (308/920) ve Ebû Muhammed Ahmed b. Aîi el-Kalânîsî 'den rivayet edilen iki nüsha halinde intikal etmiştir.

İbn Süfyân rivayeti de Ebu Ahmed Muhammed b. İsa b. Amrûyâ el-Culû-dî (368/978) ve Ebu Bekr Muhammed b. Îbrahim-Kisâî (384/994) den oluşan iki kişi tarafından naklolunmuştur.

el-Culûdî nüshası Abdüîğafır b. Muhammed b. Abdülğafîr (448/1056), Ebu'l-Abbas Ahmed b. Hasan er-Râzi (V. asır başlangıcı) ve Ebu Said Ömer b. Muhammed b. Davud es-Siczî (V. asır başlangıcı) tarafından üç ayrı koldan rivayet etmiştir.

İbn Süfyân rivayetinin Kisâî kolu da Ebu'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Zekeriya en-Nesevî ve Ebu Muhammed Abdülmelik b. Hasan es-Sıkıîlî vasıta­sıyla iki ayrı şekilde sonraki zamanlara intikal etmiştir.

el-Kalânîsî Rivayeti, Ebu Ahmed Muhammed b. Yahya el-Aşkar -Ebu Alâ Abdülvehhab b. îsâ b. Abdirrahman b. Mâhân yoluyla, İbn Mâhân'dan nüshayı alan dört ayrı râvî vasıtasıyla sonraki devirlere intikal etmiştir.

Müslim'in meşhur sarihi en-Nevevî (676/1277) nin esas aldığı nüsha ken­disine; 1. Ebu îshak İbrahim b. Mudar el-Vâsıtî (664/1265), 2. Ebu'l-Kasım Ebu'1-Feth Mansur b. Abdülmün'im el-Ferâvî (608/1211), 3. Ebu Abdillah Mu­hammed b. Fadli'I-Ferâvî (530/1135), 4. Abdülgafır b. Muhammed (448/1056), 5. Ebu Ahmed Muhammed b İsâ b. Amrûyâ el-Culûdî (368/978), 6. Ebu İshak İbrahim b. Muhammed b. Süfyân (308/920)' dan oluşan 6 kişilik bir senedle in­tikal etmiş olan nüshadır. Nevevî kendisiyle iftihar ettiği bu altı kişilik sened-de[205]hep «ahberenâ» lafzını kullanmaktadır. [206]

Müslim'in Sahihi 'nin Nevevî'ye ve dolayısıyla bize ulaşan nüshalarının geliş yolunu şöyle bir şem'a ile

Nevevî'nİn Îbnu's-Salâh'tan naklen bildirdiğine göre el-Kalânîsî rivayeti garpta çok kullanılan ve fakat başka yörelerde bilinmeyen bir nüshayı oluştur­maktadır.[207]

 

Müslim'in Sahih'inin Baskıları ve Şerhleri

 

Müslim'in Sahih'i bir çok kereler değişik yerlerde (meselâ, Delhi, Kahire ve İstanbul) basılmıştır. En güvenilir baskılarından biri, muhtelif yazma ve bas­ma nüshalar karşılaştırılarak Mehmed Zihni Efendi (1332/1914)'nin harekele­diği (8 cüz (4 cild) halinde) Matbaa-i âmire, 1330 baskısıdır.

Dipnotlar ve tam bir cild tutan detaylı ilmi fihristler ilâvesiyle ve hadisleri numaralamak suretiyle 5 cild halinde Kahire'de 1375/1955'de modern bir bas­kısı Muhammed Fuad Abdülbakî tarafından gerçekleştirilmiştir.

Müslim'in bu baskısı fevkalâde tavsiyeye şeyândır.

Müslim'in Sahihi'ne 30'a yakın şerh yazılmıştır. [208] Bunların en meşhur ve yaygın olanları arasında Kadı îyad (544/1149)'ın «İkmâlü'l-Mu'Iim bi fevâid Müslim » adıyla el-Mâzerî (536/1141)nin «el-Mu'lim bi fevâidi Müslim »ine yazdığı tekmile niteliğindeki şerh ile Ebu Zekeriya Yahya b. Şeref en-Nevevî (676/1277)'nin «el-Minhacfi şerhi Sahihi Müslim İbni'l-Haccâc » isimli şerhi yer almaktadır. Bilhassa Nevevî'nİn şerhi oldukça yaygındır. Hatta Müslim Şerhi deyince akla Nevevî Şerhi'nden başkası gelmez.

Son zamanlarda Hindli Âlim Câbir Derbendi Dehlî (1353/1934)'nin «Fet-hu'l-mülhim bişerhi Sahihi Müslim » adlı şerhi de itibar görmeye başlamış­tır.

Ayrıca Beşir Ahmed Muhiddin tarafından «el-îmam Müslim, b. el-Haccac ve menhecuhu fi'l-hadîs rivâyeten ve dirâyeten » adıyla Ezher'de 1971 yılında da bir doktora tezi de hazırlanmış bulunmaktadır.

Müslim'in Sahih'i M. Sofuoğlu tarafından Türkçeye terceme, A. Davudoğ-lu tarafindanda terceme ve şerh edilmiştir. Her iki çalışmada basılmıştır. Da-vudoğlu'nun terceme ve şerhi tavsiyeye şayandır.[209]

 

a. Sahîhân

 

Hadis edebiyatında Buhârî ve Müslim'in sahihlerine, «iki sahih hadis kita­bı» anlamına gelmek üzere «es-Sahihân » denilmektedir.

Bu iki kitab üzerinde bu müşterek isimle bazı ilmî çalışmalar yapılmıştır. Meselâ:

1.Bu iki kitaptan her ikisinin ya da birinin şartlarına uygun olduğu halde bunlarda yer almayan hadisleri toplamak üzere yapılan çalışmalar vardır. Bu yolla meydana getirilen eserlere Müstedrek denilmektedir. En meşhur Müs­tedrek, Hâkim en-Neysâbûrî (405/1014)'nin «el-Müstedrek alâ kitabi's-Sahi-hayn »ıdır. 4 büyük cild halinde, Zehebî (748/1347)'nin bu müstedrek üzerine yaptığı «Taakkubât » adlı tenkih ve telhis çalışmasıyla birlikte basılmış­tır.[210]

2.îkinci bir çalışma türü, Sahihayn hadislerini bir kitabta toplamadır. Ge­nellikle «Kitabu'l-cem' beyne's-Sahihayn » adını alan bu eserlerin sayısı 10 ka­dardır. Bunlardan sadece bir tanesi, Sahihayn'ın hadislerini Müsned tertibin­de bir araya getirmiştir. [211]

3.Sahihayn'da tesadüf olunan bazı müşkilleri çözüme kavuşturmak için eserler meydana getirilmiştir. Kadı Iyad'm «Şerhu müşkili's-Sahihayn » ile Salahaddin Halil el-Alâî'nin Süleymaniye, Çelebi Abdullah Kısmı no: 476/2 de kayıtlı « Müşkilu's-Sahihayn »ı bu tür birer çalışmadır.

4. Bu iki kitab ve şerhlerinden kolaylıkla faydalanabilmek için anahtar ki-tablar da hazırlanmıştır. Miftâh adını taşıyan bu tür kitabların en meşhuru Muhammed Şerif İbn Mustafa et-Tokâdî'nin « Miftâhu 's-Sahihayn » ıdır, mat-budur.

5. Bu iki kitabta yer alan hadislerin, başka senedlerle de vârid olduğunu göstermek üzere yapılmış çalışmalar da bulunmaktadır. Müstahraç adı veri­len bu tür çalışmalar, adı geçen eserlerin hadislerinin rivayet tariklerini çoğalt­mış ve hadisin yaygınlığını isbat etmiş olmaktadırlar. Sahihayn üzerine 9 kişi müstahraç yazmıştır. [212]

6. Sahihayn'ın ittifakla tahric ettikleri hadisleri bir araya getiren çalışma­lar «el-Lu'luu vel-mercân fîma't-tefeka aleyh 'ş- şeyh ân "Zâdu'l-Müslim fi-me't-tefeka aheyhi'el-Buhâri ve Müslim"» gibi.[213]

 

b. Sâhîhân'ın Mukayesesi

 

Buhârî'nin Sahihi, Kur'ân'dan sonra en güvenilir kaynak olarak ümmetin bütünü tarafından kabul edilmiştir. Buhâri'nin Sahih 'inin Müslim'e tercih yönlerini şöylece sıralamak mümkündür:

1. Buhârî'nin sıhhat için ortaya koyduğu şartlar, daha kuvvetli ve daha serttir.

2. Râvîde, kendisinden hadis rivayet ettiği kişi ile bir defa da olsa mülakat etmiş olmayı arar. (Müslim ise, görüşmüş olmayı değil, görüşebilme imkânının bulunmasını yeterli görür).[214]

3. Buhârî'nin râvîlerin adalet ve zabtyönü, Müslim'inkilerden üstündür. Zira Buhârî'nin ricalinde cerh edilenler oldukça azdır. Onlardan da Buhârî'nin rivayeti pek azdır. Ve bunların büyük bir kısmı da Buhârî'nin kendilerini pek iyi tanıdığı kendi şeyhleri (hocaları)dir.

4. Buhâri'nin, şâz ve illetten salim olma yönünden de belli bir üstünlüğü vardır. Buhâri'de tenkide uğrayan hadis sayısı pek azdır.

5. Müslim, Buhâri'nin talebesidir. Onun eserlerinden istifâde etmiş ve ona dayanmıştır. Bunun için de ed-Dârekutnî, «eğer Buharı olmasaydı, Hadis îlmi'nde Müslim ortaya çıkmaz ve bu mertebeye ulaşamazdı » demiştir, (bk. Nuhbetu'l-fiker Şerhi, s. 36-38; Ayrıca bk. Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 388-389).

6. Tenkide en az uğrayan hadis kitabı Buhârî'nin Sahih 'idir. (Bu konuda

bilgi için bk. Sezgin, Buhârî'nin Kaynaklan , s. 195-199; Sıddîkî,  H. Edebiyatı Tarihi s. 95-96).

Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Main, Ali b. el-Medînî vb. âlimler 4 hadis dışın­da Buhârî'deki bütün hadislerin sahih olduğuna şehâdet etmişlerdir. Ebû Ca'fer Muhammed el-Ukaylî (322/934), «Bu 4 hadis hususundaki söz, yine Buhârî'nin sözüdür; onlar da sahihtir der.[215]

 

c. Diğer «Sahih»ler

 

En önde gelen iki sahih hadis kitabını ve bunlar üzerinde yapılmış çalış­maları özetlemişken «Sahih» adıyla yazılmış diğer hadis kitaplarından da kı­saca söz etmekte yarar vardır.

«Buhârî ile Müslim'in Sabilerinden başka -bu ikisi kadar muvaffakiyetle olmamakla beraber- tertib ve telifinde sıhhat şartı gözetilmiş daha bir çok ki-tab vardır.[216]

İmamu'l-eimme Muhammed b. İshak b. Huzeyme (311/923)'nin Sahih 'i, Ebû Hatim Muhammed b. Hıbban el-Büstî (354/965)'nin «Kitâbu't-tekâsîm ve'l-envâ » tesmiye ettiği Sahih'i, Hâkim Ebu Abdillah (405/1014)'in «el-Müs-tedrek alâ kitabı's-Sahihayn »ı... Ziyâuddin Muhammed b. Abdü'lvâhid el-Makdisî (643/1245)'nin «el-Ehâdisâ'l-ciyâdi'l-muhtâra »sı zikre şayandır.»

«îbn Huzeyme'nin Sahih'inin mertebesi kendisinden sonra zikredilenler­den yüksektir. Müşârun-ileyh çok ihtiyatkâr ve şiddet-i taharri ashabından olup rivayet ettiği hadisin isnadı hakkında şâyed ednâ mertebede söz söylen­miş ise hemen «insebete keza = şayet sabit ise, hadis şudur », yahud, «in sah-ha'l-haber » = haber sahih ise » gibi bir ibare kullanılır. [217]

İbn Huzeyme'nin Sahih'inden 4 cild Bağdat'ta basılmış bulunmaktadır, îbn Huzeyme'nin hadisler arasındaki ihtilafları çözümlemekte geçerli usullere bâb başlıklarında işaret etmiş olması apayrı bir özelliktir. [218]

«İbn Hıbbân'ın Kitabu't-tekâsîm ve'l-envâ 'ı ne ebvâb ne mesânîd üzerine müretteb olmayıp matlûb olan ehâdîsi orada bulmak pek müşkildir...» İbn Hibbân hakkında, sahih hadisleri derleme konusunda biraz mütesahil (gev­şek) olduğu tenkid olarak ileri sürülmüştür. [219]

îbn Hıbbân (354/965)'in Sahih'ini, Hâkim'in Müstedrek'ine yakın görenle­re rağmen, Irâkî -Hazimî'den naklen- İbn Hibban'm hadiste Hâkim'den sağlam olduğuna dikketi çekmektedir. Suyûtî (91171505) de İbn Hıbbân'ın kusurunun, hasen hadisi sahih göstermek cinsinden olduğunu söyleyerek, tenkidlere katıl­madığını açıklamaktadır.

«îbn'i Huzeyme ile îbn-i Hıbbân'ın Sahih'leri ehâdis-i sıhah'ın yanı başın­da ehâdis-i hısân'ı da muhtevi bulunuyor demektir.[220]

 

3. et-Tirmizi ve Cami'i

 

Ebu îsâ künyesiyle meşhur Muhammed b. İsâ b. Sevre et-Tirmizî, Tir-miz'de 209/827 yılında doğmuştur. [221]

Tirmizî, Arabistan, Mezopotamya, İran ve Horasan gibi çeşitli ilim mer­kezlerine hadis Öğrenmek için seyahatler yapmıştır. O, Buhârî, Müslim ve Ebû Davud gibi öteki kiltüb-i süte müelîifleriyle görüşmüştür. Kütüb-i süte imam­larının müştereken ilim aldıkları 10 şeyh[222]ie ilâve olarak Tirmizî, Ali b, Hucr el-Mervezî (243/857), Süveyd b. Nasr b. Süveyd el-Mervezî (240/854), Kuteybe b. Saîd es-Sekafî (240/854), Ebû Mansur Ahmed b. Ebî Bekr (242/856), Muham­med b. Abdilmelik b. Ebi'ş-Şevârib (244/858), İbrahim b. Abdillah b. Hatim el-Herevî (244/858) ve İsmail b. Musa el-Fezârî es-Süddî (245/859) gibi meşhur­lardan ilim almış ve hadis rivayet etmiştir. [223]

Kendisinden de bir çok kişi ilim almıştır. [224] Ömrünün sonuna doğru gözlerini kaybetmiştir. [225] O, (279/892) tarihinde Tirmiz'de vefat etmiştir.

Kendisi hakkında devri ulemâsının gerçekten gıbta edilecek değerlendir­meleri ve Övgüleri vardır. [226]

el-Câmi'u's-Sahîh (Veya «Sünenu't-Tirmizî»,

Hadis İlminin muhtelif şubelerine dair eserleri[227] bulunan Tirmizî'nin en hur eseri Sünenu't-Tirmizî[228]diye bilinen el-Câmi'u-s-Sahlh 'idir. Biî onu asıl ismine ve muhtevasına en uygun olan yerde Cami 'ler arasında incele­meyi tercih ettik. Ayrıca, Tirmizî'nin Câmiinin kütüb-i sitte'nin üçüncü kitabı olduğuna dair ileri sürülen görüşü[229] de benimsemiş bulunmaktayız. Bu be­nimsemede kitabın Cami' niteliği önemli bir faktördür.

Tirmizî, eserini Hicaz, Irak ve Horasan âlimlerine sunmuş, hepsi de beğen­mişlerdir. O, kitabı hakkında «Kimin evinde bu kitab bulunursa orada konuş­makta olan Peygamber var demektir. [230]şeklinde konuşmaktadır, yine O; «iki hadis dışında» kitabındaki bütün hadislerin ma'mâlun bik olduklarını da söy­lemektedir. [231]

Cami1, aîe'l-ebvâb bir teritebe sahihtir. Taharetten İlere kadar uzanan 46 kitabı ihtiva etmektedir. Concordance'a göre cami; 46 kitab içinde 2496 bâb[232] ve A.M. Şakir (1958)in tahkiki ile başlayan baskıya göre de 3956 hadis[233] den meydana gelmektedir. (Tuhfetu'l-ahvezî şerhi ile birlikte olan baskıda hadis sayısı 4051'dir). [234]

Tirmizî, diğer müelliflerin «Kitab» ismini verdiği bölümlere «ebvâb» başlı­ğını koymuştur («ebvâbu't-tahâre » gibi). O, bu ifâdeyi an rasûlillahi sallellahu aleyhi ve selîem» cümlesiyle tamamlar. Bununla da o, zikredeceği hadislerin «merfu » karakterine işaret eder. [235] «Ebvâb » kelimesiyle de hadisler üzerinde yapacağı usulî ve fıkhı değerlendirmelere zemin hazırlamayı hedefler. Nite­kim mevkuf ve maktu hadisler Tirmizî'de merfu hadislerin değerlendirilmesi sadedinde sevkedilmişlerdir. Buhârî bu iki çeşit hadisi bâb başlıklarında mual­lak olarak verir. Müslim ise bu iki çeşit hadise hiç yer vermez. [236]

Bâb başlıklarının («terceme») tanziminde Buhârî'ye paralellik gözükürse de, kısa ve net oluşu ve bir de fikhî görüşler ihtiva etmemesi bakımından ondan ayrılır. Çoğu kere bâb başlıkları, o bâjmı hadislerindeki ifadeleri taşır. Bu yön­den de hadislerle «terceme» arasındaki münâsebeti bulmak pek kolay olur. Oy­sa Buhârî, kendi fıkhı görüşlerini bâb başlıklarında verdiği için, tercemelerin uzunluğuna ilâveten, o başlık altında zikredilen hadisler arasındaki münâse­beti yakalamak da ayrıca bir dikkati ve düşünmeyi gerektirir.

Tirmizî, bâb başlıklarının tanziminde ayetlerden çok nadir olarak yarar­lanmıştır. Buhârî ise, birinci derecede âyetlerden tercemeleri oluşturur.

Görüş ayrılığı bulunan konulara dair olan bâb başlıklarını «hel » ve «keyfe » gibi soru edâtlanyla verir. Aralarında nesh cereyan etmiş olan hadisleri de önce mensuh'u bir bâbta, hemen peşinden nâsih'i de bir başka bâbta zikret­mek suretiyle peşpeşe sıralar. Söz gelimi, K. Tahâre 6-7, 8-9, 58-59, 61-62. bâblarda bu uygulama açıkça görülmektedir.

Tirmizî, bâb başlığı altında bir veya bir kaç hadisi verdikten sonra, sırasıy­la şu işlemleri yapar:

a. Hadisin sıhhat durumu (Hasen, sahih, zayıf, garib olduğunu) mutlaka açıklar.

b. Râvilerin durumunu, varsa, seneddeki illeti beyân eder.

c. Hadisin -varsa- diğer tariklerini verir.

d. Konuyla ilgili, diğer sahâbîlerden yapılmış rivayetler varsa, onlara da «ve fi'l-bâbi an fülânin vefulân...» diyerek, sahabî isimlerini vermek suretiyle işaret eder.

e. O konuda fukahamn görüşlerini, hadisle nasıl ihticac ettiklerini, ulemâ arasında ittifak mı, ihtilâfım bulunduğunu anlatır. İcma varsa, mutlaka işa­ret eder. Bazen de uygulamanın hangi yönde olduğunu gösterir.[237]

Tirmizî, yer yer verdiği lafzın hangi raviye ait olduğunu (bk. savm 28), ba­zan da ravîlerin hadisi rivayet ederken kullandıkları lâfizlann Jıangisi olduğu­nu (bk. zühd 1) açıklamayı da ihmal etmez. Birleştirdiği senedler arasına koyar ve mana farkı doğuracak kelimelere işaret eder (Taharet 1).

Tirmizî, hadisin farklı senedlerini verdikten sonra (Müslim gibi) metni

tekrar etmez ve   «nahvehu », «mislehu » gibi kelimelerle yetinir (bk. iman, 3, 53 bazan da «nahve hazâ » ifâdesini kullanır (bk. iman, 2).

Garîbul-hadis ve muhtelifu'l-hadis gibi meselelere de Tirmizî yeterince Cami'in de yer vermekte, bazan kendisi (bk. zekat 33), bazan da bir başkasın­dan .sorarak (bk. ahkam 38) öğrendiği şerhleri zikretmek suretiyle açıklamak­tadır. İki hadis arasındaki tearuzu, ulemânın görüşünü nakletmek suretiyle gidermektedir (bk. şehâdât

Tirmizî «Hasen» terimini belli bir muhteva için[238] kullanmıştır. Kendisin­den önceki müelliflerce kelime sözlük anlamında kullanılmaktaydı.

Tirmizî'ye ait görüşler, Cami' de «Kale Ebû İsâ » girişiyle verilmiş bulun­maktadır.

Tirmizî nin Câmi'inin son kitabı ilel'dir. Bu, sadece Tirmizî'ye ait bir özel­liktir. Diğer hadis kitablarmda bu yoktur. Sonda olmakla beraber bir tür mu­kaddime niteliğindedir. [239]

Abdülaziz ed-Dihlevî (1239/1824) Tirmizînin Cami 'ini şu dört özelliğe sa­hip olmakla Övmektedir:

a. Tertibi mükemmeldir, tekrar yoktur.

b. Fakihlerin kanaatlarına, yer yer de istidlal usullerine işaret eder.

c. Hadislerin sıhhat durumlarını, bilhassa illetlerini açıklar.

d. Hadis ricaline dair değerli bilgiler verir. [240]

Yukarıdan beri sıraladığımız özelliklerin bir özeti demek olan Abdülaziz ed-Dihlevî'nin bu tesbitleri de göstermektedir ki, Tirmizî'nin Cami'i, usûle ait kaidelerin tek tek hadîslere uygulanması, bir başka ifade ile usûl ile furûun birleştirilmesi açısından fevkalade önem ve değere sahip­tir.

Tirmizî'de bir tek «sülâsi » nitelikli hadis bulunmaktadır (bk. Fîten 73)

Tirmizî, hadislerin sıhhat durumunu tesbit için çoğu kere mürekkeb te­rimler kullanır. Bu terimleri şöylece sıralamak mümkündür :

(Sahîhun Garibun ): «Hadis, tek senedi olmasına rağmen sıhhat derecesi­ne ulaşmış demektir.

(Hasenün Garibun ): «Hadis sahih de değildir, zayıf da (Hasen H zâti-hi).

(Hasenün Sahihtin ): «Hadisin bir kaç senedi vardır ve hadis sahih derece­sine ulaşmıştır. Hadis hem hasendir hem de sahih, bir senedden hasen, bir se~ nedden sahih 'dir».

(Hasenün Sahîhun Garibun): «Hadis hasen ve sahih olmakla beraber, ba­zı tariklerinde garabet vardır» demektir.[241]

Nurettin îtr bu konudaki tetkikinin sonucunu şöylece özetlemektedir :

Buhâri, talebesi olan Tirmizî'den iki hadis almıştır : Tirmizî için bu durum ayrıca bir mazhariyettir. [242]

Tirmizî, Müslim'den bir tek hadis rivayet etmiştir. [243] Bu, «rivayatu'l-ak-ran » kabilin dendir.

Tirmizî'nin Cami'i, hadis kitaplarının ikinci tabakasına dahildir. [244]

 

Câmi'in Rivayet Nüshaları

 

Tirmizî'nin Câmi'înin rivayet nüshaları hakkında yazılmış bulunan yegâ­ne makale J. Robson'a aittir. [245]Malesef biz bu makaleden istifade edebilmiş de­ğiliz. Ancak Tirmizî şârihi Mübârekfûrî, Tirmizînin 6 râvîsinin bulunduğunu bildirmektedir. [246]

1. Ebu'I-Abbas Muhammed b. Ahmed Mahbûb (346/957)

2. Ebû Saîd el-Heysem b. Kuleyb eş-Şâsî

3. Ebû Zerr Muhammed b. İbrahim

4. Ebû Muhammed el-Hasen b. ibrahim el-Kattân

5. Ebü Hamid Ahmed b. Abdillah et-Tâcir

6. Ebu 1-Hasen el-Fezârî

Bunlardan Ebu'I-Abbas Muhammed b. Ahmed Mahbûb en önemli râvıdir. Elimizdeki Tirmizî nüshaları bu zâtın rivayetine dayanmaktadır. [247]

 

Cami’in Baskıları ve Şerhleri

 

Tirmizî'nin Cami'i, iki cild halinde Bulak'ta 1292'de; Mubarekfûrî'nin şer­hi ile birlikte 1341-1353 yıllarında Delhi'de 4 büyük cild halinde basılmıştır.

Ayrıca ilk iki cildi Ahmed Muhammed Şâkir (1378/1958), 3. cildi M. Fuad Abdülbâkî, 4 ve 5. cildleri de İbrahim Atve Avd tarafından tahkik edilen Mısır (1356/ 1937 baskısı da bulunmaktadır. Piyasada mütedâvil olan bu baskıya A. Muhammed Şakir tarafından yazılmış bulunan 100 küsur sayfalık mukaddi­me, eseri, müellifini ve muhakkikin ilmî kitab neşri konusundaki fikirlerini ih­tiva etmektedir. Pek değerlidir.

Ancak bu baskının I. cildinin 278. sahifesinden itibaren ikinci cildin sonu­na kadar olan kısmın kitab ve bâb rakamlarını III. cildin başında M. Fuad Ab-düîbâki tarafından verilen cedvele uygun olarak düzeltmek gerekmektedir. Bu yapılırsa Concordance ve Miftâhu Kunûzi's-sünne 'deki kitab ve bâb numara­ları ile mutabakat sağlanmış olacağından kulanım kolaylığı doğacaktır. Male-sef bu baskının 4 ve 5. cildîerinde de kitab numaralarında karışıklık gözükmek­tedir. Concordance'a görür 46 kitabtan oluşan cami', bu baskında kitâbu'l-ilel dahil 51 kitab olarak rakamlanmış bulunmaktadır.

Cami', Suriyede Concordance' a uygun olmayan şekilde on ciît halinde 1385-1388/1965-1968 yılları arasında îzzet Ubeyd ed-Duâsî'nin tahkiki ile ba­sılmıştır. Bu baskının sonunda hadislerin alfabetik fihristi bulunmaktadır. («Miftahu Süneni't-Tirmizî») Bu fihrist Önemlidir.

Tirmizî'nin mütedâvil şerhlerinin başında Ebû Bekr Muhammed b. el-Arabî (543/1148)'nin «Ârızatu'l-ahvezî alâ kitabi't-Tirmizî » adını taşıyan 13 cildlik şerhi gelmektedir. Bu şerhin ilk 7 cildi 1350'de el-Matbaatu'1-Mısrıy-ye'de, mütebaki cildleri de 1352'de Matbaatu's-Sâvî'de basılmıştır. Sayfa baş­larında Tirmizî'nin metni yer almaktadır. Ne var ki, bu baskı ciddî bir tashih görmediği için güvenilir değildir.[248]

Muhammed Abdurrahman b. Abdirrahmin el-Mübârekfûrî (1353/1934) tarafından «Tuhfetül-ahvezî Şerhu Cami'it-Tirmizî » adıyla kaleme alınmış olan şerh 4 büyük cild halinde Hindistan'da 1353'de basılmıştır. Bu şerh 10 cild halinde de basılmış bulunmaktadır. Ayrıca bu baskıya ilave edilmiş olan iki cildlik «Mukaddimetu Tuhfeti'l-ahvezi », gerek Tirmizî 'nin Cami' ini ve gerek­se Hadis edebiyatı'm tanımak açısından oldukça önemlidir.

Tirmizî'nin Cânıi'i yazılmış diğer şerhler hakkında özet bilgiyi Sezgin'in Tarihu't-turasi'1-arabî'sinde (I, 395) ve Mubârekfûrî'nin «Mukaddimetu Tuh-feti'l-ahvezî'sinde (I, 369-386) bulmak mümkündür.

Tirmizî'nin el-İlel ve eş-Şemâil eserleri dolayısıyla hakkında pek çok esei verilmiştir.

Cami'in üzerinde mukayeseli bir ilmî araştırma Nurettin îtr tarafından gerçekleştirilmiştir. [249]

Tirmizî'nin Cami'i, «Sünen-i Tirmizî Tercemesi» adıyla O. Zeki Mollameh-medoğlu tarafından sened kısmları atlanarak Türkçeye tercüme edilmiş bu­lunmaktadır. 6 cild halinde basılmış olan bu tercümede, hadis metinlerinden sonraki Tirmizî'ye ait değerlendirmelerin Arapça metinleri verilmeden tercü­meleri yapılmıştır.[250]

 

Üç Câmi'in Mukayesesi

 

Sahihayn'm birbiriyle mukayesesini, önemli bir kaç noktaya dikkat çek­mek suretiyle daha önceki sahifeîerde vermiştik. Burada Cami' adını taşıyan üç eseri birbiriyle karşılaştırmak istiyoruz.

Burada sunacağımız bilgiler, hemen tamamen Prof. Dr. Nureddin İtrin «el-imam et-Tirmizî ve'l-muvâzenetü beyne câmiiki ve beyne's-Sahihayn» adını taşıyan değerli araştırmasından; A. M. Şakir (1958)'in Tirmizî'nin Cami'ine yazdığı kıymetli mukaddime'den ve Mübarekfûrî (1353/1934)'nin «Mukaddi-metil Tuhfeti'l-ahvezî » adlı önemli eserinden yapacağımız iktibaslardan iba­ret olacaktır.

Tirmizî, hadisçilik nokta-i nazarından Müslim'e; fıkhu'l-hadis noktasın­dan da Buhârî'ye ait özellikleri, onlara yalçın ölçüde kendisinde toplamış bu­lunmaktadır. Böylece her ikisinin maksad ve gayelerini eserinde gerçekleştir­meye çalışmıştır.

Hadis kabulündeki şartlar açısından Buhârî ve Müslim'den daha hafif bir tutum içindedir.

«Hasen» hadis terimini belli bir muhtevaya kavuşturması açısından Sahi-hayn'dan farklı bir nitelik arzetmektedir.

Tirmizî, Buhâri ve Müslim'den çok daha fazla zayıf hadis ihtiva etmekte­dir. Ancak bu hadislerin durumunu da açıklıkla ortaya koymaktan çekinmez.

Ahmed Muhammed Şâkir, Tirmizî'nin, kütüb-i sitte ve öteki hadis kitabla-rımn hiçbirinde bulunmayan 3 özelliğe sahip olduğunu bildirmekte ve bu özel­likleri şöylece sıralamaktadır. [251]

1. Bir konudaki hadisi verdikten sonra, o bâbta, kendisinden hadis rivayet edilmiş olan sahâbîİerin isimlerini verir. Bu bir çeşit tahric'dir. Bu basit bir tahric değildir. Şârih Mubârekfûrî, Tirmizî tarafından işaret edilen hadislerin kimler tarafından kaydedildiğini araştırmıştır. Ancak çoğu kere «kaynağım araştır!» diyerek, durumun tesbitini okucuya bırakmak zorunda kalmıştır. Bu­nun anlamı, Tirmizî'nin bildiği rivayetleri bugün bile tam olarak tesbit edeme­mekteyiz, demektir.

2. Çoğu kere fıkhı konulardan fakihlerin görüşlerini ve görüş ayrılıklarını delillerine de işaretle verir. Konuya ait müteârız hadisleri zikreder. Bu da ha­dislerle amel edebilmek açısından pek önemlidir.

3. Tirmizî, hadislerin illetlerini göstermekte fevkalâde ısrarlıdır. Hadisle­rin sıhhat derecelerini, rical tenkidleriyle birlikte güzelce verir. Böylece onun kitabı usûle ait kaideleri, özellikle ileli hadislere tatbik eden yegane kaynak durumundadır. Bu sebeple de onun kitabı hoca-talebe ve araştırmacılar en pra­tik ve faydalı bir kaynaktır.[252]

 

C. Sünenler

 

Tarihî bir gerçektir ki, ilk devirlerden beri hadisçiler ahkâm ve i't ika d ile ilgli hadislere ayn bir önem atfetmişlerdir. Yani hiç bir zaman bu iki konuya ait hadisleri meselâ tarihi hadisler («megâzi») ile bir tutmamışlardır. [253]

Bu genel tavrın bir neticesi olmak üzere h. III. asrın ikinci yansından itiba­ren hadisçiîeri, sadece ahkâm hadislerini toplamaya yönelmiş görmekteyiz. İşte bu yöneliş Hadis Edebiyatı tarihi içinde Sünen 'leri meydana çıkarmış­tır. [254]Sonraki dönemlere ait daha dar anlamda, «ahkâm» hadislerini toplayan eserleri de biz «sünen»ler çerçevesinde mütalaa ettiğimiz için onları ayrıca ele almayacağız. [255]

Sünen , taharetten vasiyyete kadar bütün fikhî konulara dair hadisleri ih­tiva eden eserlere denilmektedir. Şöyle de tarif etmek mümkündür : Fıkıh bâblarına göre tasnif edilmiş ahkâm hadislerini muhtevi kitablara sünen de­nir.

Sünen'ler fıkhî görüşle telif ve. tasnif edildikleri için, genellikle, Hz. Pey-gamber'in söz, fiil ve takrirlerini bize nakleden merfu' sünnet malzemesini ih­tiva ederler. Mevkuf ve maktu' haberlere pek yer vermezler.[256]

Sünen'lerin muhtevalarını, ibâdât, muamelât ve ukûbât bölümleriyle Özetlemek mümkündür.

Sünen denilince, Öncelikle Kütüb-i sitte'ye dahil olan sünenler akla gel­mektedir. Ancak biz Tirmizîmim kitabını Camiler arasında mütalaa ettiğimiz için burada diğer sünenleri tanıtacağız. Bunlara ilâve olarak Dûrimî 'nin, Dârekutnî 'nin ve Beyhakî 'nin Sünen 'leri gibi matbu ve mütedâvil olanları da tanıtmaya çalışacağız.[257]

 

1. Ebû Dâvûd ve Sünen'i

 

Ebû Davud, Süleyman b. el-Eş'as b. îshak el-Ezdî es-Sicistânî h. 202'de Si-cistan'da doğmuştur. İlk tahsilinden sonra Nişapur, Horasan, Küfe, Arabistan, Mezopotamya, îran, Suriye ve Mısır'a kadar uzanan ilim yolculuklarında bu­lunmuştur. Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Main ve Kuteybe b. Saîd gibi, devrin meşhur ulemasından hadis tahsil etmiştir. H. 275/888'de Basra'da vefat etmiş­tir.

Hakkında, devrin ulemasının gerçekten büyük takdir ve övgüleri var­dır.

Hocası Ahmed b. Hanbel, kendisinden bir hadis almıştır. Ebû Davud bu­nunla iftihar eder. [258]

Ebû Davud, bütün sünnet adına 4 hadisi yeter görmesiyle meşhur­dur. [259]

O'nun şu sözü de meşhurdur: «Hayru'l-kelâmi mâ dehale'l-uzne bidûniiz-nin »: «Sözün iyisi, kulağa izinsiz girendir.[260]

Sünen

Mısır, Mezopotamya, Mağrib ve dünyanın bir çok bölgesindeki muhtelif mezheb âlimlerince standart bir hadis kitabı olarak hüsnü kabul görmüş ve çokça okunmuş olan Ebû Davud'un Sünen'i, Concordance'a göre 40 kitab ve 1889 bâbtan meydana gelmektedir. Toplam olarak, müellifin kendi ifadesiyle 4800 hadis ihtiva etmektedir. [261] Sünen'deki bazı kitabların bâb'ları bulunma­maktadır. [262]

Genellikle, bâb başlıkları altında oldukça az hadise yer verir. Nadiren de olsa, bu genel durumun dışına taşildığı bir kaç sayfalık hadislerin yer aldığı bâblar görülebilmektedir. Meselâ «bâbu sıfatı hacci'n-Nebî » yedi sayfa­dır. [263]Sünen'in bu ve benzeri öteki özelliklerini müellif Ebû Davud Mekkelilere yazdığı mektubunda (Risale ilâ ehli Mekke) şöyle dile getirmektedir: [264]

Bismilîahirrahmanirrahim

Lâ havle velâ kuvvete illâ bili ahi' 1-aliyy.

Muhammed b. Abdilaziz el-Hâşimî anlatıyor:

"Ebu Davud Süleyman b. el-Eş'as b. İshak b. Beşîr b. Şeddâd es-Sicistanî Mekkelilere ve başkalarına yazdığı mektub konusunda kendisinden bilgi is­tendiğinde cevaben bize şunları yazdırdı:

"Selamün aleyküm... Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamdeder ve her anıldığında kulu ve Rasûlü Muhammed'i rahmetine ğarketmesini niyaz ederim.

Allah bize ve size sıkıntısız ve sonunda hesap olmayan bir afiyet versin.

Sizler Sünen isimli kitabımdaki hadislerin, sünen konusunda bildikleri­min en sahihi midir diye soruyor ve benden açıklamada bulunmamı istiyorsu­nuz.

Sorularınızı dikkatle inceledim. Eserin tamamının; bildiğim en sahih ha­dislerden müteşekkil olduğuna emin olabilirsiniz. Ancak bir hadis iki ayrı sa­hih senedle rivayet edilmiş olur da birinin isnadı daha kuvvetli, diğerinin de râvisi hıfz yönünden daha ileri ise, bu durumda, çoğu kere hıfzı kuvvetli olanı tercih ettim. Kitabımdaki bu tür hadisler on kadardır.

Bir konuda birçok sahih hadis mevcud olsa da bir bâb başlığı (terceme) al­tında bir veya iki hadis verdim. Böyle yapmasaydım kitabın hacmi büyürdü. Bu şekilde davranmakla kitaptan istifadeyi kolaylaştırmak istedim.

Kitapta bir hadisi iki veya üç değişik senedle tekrar etmişsem, sebebi, farklı ve fazla bilgi ihtiva etmesindendir. Zira aynı konudaki herhangi bir hadis değişik senedle rivayet edilmiş olmasından dolayı diğerlerinde olmayan daha fazla malumat ihtiva edebilir.

Çoğu kez uzun hadisleri ihtisar ettim. Zira hadisi bütün uzunluğuyla ver-seydim, duyan ve okuyanlardan bazıları konuya ait hükmü belirleyen kısmı­nın neresi olduğunu bilemezlerdi, işte bundan dolayı uzun hadislerin sadece o bâbla ilgili kısmını aldım.

Süfyân es-Sevrî, Mâlik b. Enes ve el-Evzâî gibilerinin yaşadığı dönemdeki âlimler mürsel hadislerle amel ederlerdi. Bu anlayış Şafiî'ye kadar sürdü. O, mürsel hadisleri delil olarak kullanma konusunda belli şartlar ileri sürdü. Ah-med b. Hanbel ve başkaları da bu konuda Şafiî'nin görüşlerini benimsemişler­dir.

Bir mevzuda, mürsel hadisin zıddına bir müsned hadisin mevcud olmadığı veya müsned hadisin hiç bulunmadığı yerde, her ne kadar kuvvet bakımından müsned hadis gibi olmasa da mürsel hadisle ihticac olunur.

Kitabımda metrukü'1-hadîs (yani hadisi terkedilmiş) râviden alınma herhangi bir rivayet yokturı.[265]

Aynı konuda kendisinden başka, ona benzer herhangi bir hadis bulamadığımdan dolayı münker bir hadise yer vermişsem onun münker olduğunu mut­laka açıkladım.

Sünendeki hadisler çok azı müstesna Îbnu'l-Mübârek ve Veki'in kitapla­rında mevcut değildir. Çünkü bunların kitaplarındaki hadislerin ekserisi mürsel rdir.

Sünen'de Malik b. Enes'in Muvatta'ında yer alan bir miktar hadis bulun­maktadır. Aynı şekilde Hammad b. Seleme ve Abdurrezzak'ın Musannef le-rinde yer alan hadislere de rastlamak mümkündür. Öyle sanıyorum ki, Sü-nen(in bölümlerin)de bulunan hadislerin üçte biri bile anılan kitapların hep­sinde yer almış değildir.

Elde ettiğim hadisleri düzenli bir şekilde te'lif ettim. Değişik bir tarikle yer almış olması durumu hariç, kitabıma almadığım bir sünnet (hadis) hatırlatıla­cak olursa, bil ki, o hadis değeri olmayan bir rivayetten ibarettir. Zira ben oku­yup öğrenmek isteyene karşı kitabin hacmi büyür (göz korkutucu olur) düşün­cesiyle hadisin bütün tariklerini vermedim, kendimden başka da kılı kırk ya-rarcasma bir araştırmayla hadis toplayan (kitap telif eden) birini tanımıyo­rum. Ancak Hasen b. Ali el-Hallâl ahkâma dair 900 kadar hadis toplamış ve yi­ne tbnu'l-Mübârek de ahkâma dair Rasûlullah'dan nakledilen hadislerin 900 kadar olduğunu söylemiştir. Kedisine, Ebû Yusuf un 1100 kadardır, dediği ha­tırlatılınca da İbnu'l-Mübârek; "Ebu Yusuf surdan burdan bir takım zayıf ha­disleri de almıştır" şeklinde karşılık vermiştir.

Kitabımda yer alıp da kendisinde şiddetli vehn (zayıflık) bulunan hadisle­re (geçtiği yerde) işaret ettim. Senedi sahih olmayanlar da bunlara dahildir.

Hakkında bir şey söylemediklerim salihtir (i'tibar veya ihticac olunabilir). Eserimi ben değil de bir başkası telif etseydi, bu söylediklerimden çok daha faz­lasını söyler, överdim.

Bu öyle bir kitaptır ki Nebî (s.a.) den salih isnadîa vârid olan (her) sünnet onda mevcuttur. Ancak hadisten çıkarılmış sözlere (hükümlere) pek yer veril­mez. Bunlar yok denecek kadar azdır.

Kur'an-ı Kerim dışında insanların öğrenimine bundan daha çok ihtiyaç duyacakları bir başka kitap bilemiyorum. Ve yine bu kitabı elde ettikten sonra başka bir hadis kitabına sahip olmadığı için ilmî bakımdan zarara uğrayacak bir kişi de tanımıyorum. Eser incelenip üzerinde düşünüldüğü ve anlamaya çahşıldığmda onun değeri ortaya çıkacaktır.

Fıkhî meseleler es-Sevrî, Mâlik ve eş-Şâfiî'nin meseleleridir. Topladığım hadisler de bu meselelerin nasşı (kaynakları)nı teşkil etmektedirler.

Kişinin, bu kitapla birlikte Nebî (s.a.)'nin ashabının görüşlerine (ve uygu­lamalarına) da yer vermesi benim için memnuniyet vesilesi bir durumdur. Ay­rıca Câmi-i Süfyân es-Sevrî gibilerini elde etmesi de yerindedir. Zira Süfyân es-Sevri'nin Câmi'i ulemânın ortaya koyduğu camilerin en güzelidir.

Sünen'e aldığım hadislerin büyük çoğunluğu meşhur hadislerdir. Bunlar hadisde ilgili eser) yazan herkesçe de meşhurdur. Ne var ki, bu hadisleri temyi­ze her âlim muktedir olamaz. Bu hadisleri seçmiş olmak Övünmeye değer. Zira Mâlik, Yahya b. Said ve hadis ilminin diğer otoritelerinin rivayeti de olsa, ğarîp hadisle ihticac olunmaz. Herhangi bir adam ğarib hadisle delil getirse bile, bu konuda kendisini ta'n edecek, aleyhinde konuşacak kimseler çıkar. Ha­dis ğarib, şazz olduktan sonra, kendisiyle (önceden) delil getirilmiş diye, hük­me esas alınamaz.

Meşhur, muttasıl ve sahih olan hadisi reddetmek kimsenin haddi ve hakkı değildir. İbrahim en-Nehaî şöyle der: "Alimler ğarib hadisi hoş kar sılam azlar­dı." Yezid b. Ebî Habib de şunları söyler: "Hadis duyduğun zaman yitiğini ilân ettiğin gibi onu ilân et. Şayet hadis olarak bilinirse ne alâ, değilse, at git­sin."

Sünen'de yer alan hadisler içerisinde mürsel ve mildelles gihi muttasıl ol­mayanlar da vardır. Muhaddislerin büyük bir çoğunluğu nezdinde sahih hadi­sin bulunamadığı yerde; eî-Hasen'in Câbir'den, yine el-Hasen'in Ebû Hurey-re'den el-Hakem'in Miksem'den (rivayetleri gibi) mürsel hadisler muttasıl muamelesi görür. Fakat Ebû İshak'ın Hâris'den, Hâris'in de Ali'den rivayetine gelince (ki Ebû îshak Hâris'den dört hadisten başkasını duymamıştır) bunlar arasında tek bir müsned hadis yoktur. Bu tür hadisler Sünen'de gerçekten pek nâdirdir. O kadar ki Haris el-A'ver'in, Sünen'de sadece bir tek hadisi vardır, onu da son anda yazmış bulundum.

Durumu bilmeyense bizim sahih hadisi terkedip onun yerine illetli hadis­leri aldığımızı söyler (söyleyecektir).

Sünen'e sadece ahkâm hadisler 'ini aldım. Zühd ve amellerin faziletleri ve diğer fezail ile ilgili konuları işlemedim. Eserde mevcud 4800 hadisin tama­mı ahkâma aittir. Zühd, faziletler ve diğer konularda bir çok hadis bulunmasına rağmen onları kitaba almadım.

Ve's-selâmu aleyküm ve rahmetu'llahi ve berekâtuh Ve sallelahu alâ seyyidina Muhammed ve ala âlih...

Sünen'de bâb başlıkları («terceme») kısadır. Fakat herhangi bir görüş orta­ya koyacak şekilde değildir. Ancak aşağıdaki hadis okununca bâb başlığındaki ifâdeden ne kasdedildiği anlaşılabilmektedir. Meselâ «Bâbu men edreke mi-ne'l-cumuati rek'aten » başlığı altındaki hadis okununca «bir rek'ata yetişen ki­şinin cum'anm tamamına yetişmiş» sayıldığı anlaşımaktadır. [266]Bazan da bâb kelimesi «terceme» sizdir. [267]

Pek sık olmamakkla beraber, hadisleri, ilgileri dolayısıyla bir kaç bâbta zikrettiği olur. Fakat bu halde asla takti' yoluna gitmez. Sadece hadis uzun ise, o takdirde ilgili kısmın vermekle yetinir. [268]

Gerekli gördüğü yerde şahıs tanıtması yapar (I, 31, 38, 251, 303, 384; III, 12, 25). Bazan bir râvî hakkında ileri sürülen iki ayrı isimle ilgili tercihli-ter-cihsiz açıklama yapar (I, 34, 325). Ya başkalarından naklen veya bizzat kendi görüşü olarak cerh ve ta'dilde bulunur (I, 32, 280, 281). Zayıf hadisleri belirtirken gerekçe zikreder (I, 34, 68, 237, 263). Mekânlar hakkında bilgi verir (I, 49-50, (tahâre 34).

Hadisin sebeb-i vürûdunu bildirir (I- 332-333); kelime açıklar (I, 68, 71, 343.)

Tashih ve taz'îf dışında bazı değerlendirmeler de yapar. Meselâ hadisi belli bir yöre âlimleri rivayet etmiş ise, bunu belirtir (I, 65, 79, 319).

Hadis ıstılahlarını yer yer kullanır. Bir yerde mevkuf yerine maksûr (I, 278) bir yerde de ceyyid yerine nebil (Cihad 91, 2633. hadis) kelimesini kullan mıştır

Sünen' de hiç «sülâsî» rivayet yoktur. [269]

Ebû Davud'un Sünen'indeki hadisler el-Bukâ'î' ye göre 6 gruptur:

1. Sahih: Buna sahih li zâtihi demek mümkündür.

2. Sahih'e benzer («şibhunnu»): Buna da sahih li ğayrihi demek mümkün­dür.

3. Sahih'e yakın («mukârib»): Bununla Hasen li zâtihi kasdedilmiştir.

4. Kendisinde «şiddetli vehn» olan hadisler. Müellif bunları açıklar.

5. «Hakkında bir şey söylemediklerim salihtir» dedikleri. Bundan da hafif bir vehn bulunanları anlamak mümkündür. Ve bunlar sadece i'tibâr için elve­rişlidirler.

6. Takviye gördüğü takdirde hasen li ğayrihi olabilecek olanlar.[270]

Zehebî de bu taksimi şöyle verir: (Siyeru a'lâmı'n-nubelâ, XIII, 214-215)

1. Seyhan'ın birlikte tahriç ettikleri hadisler (bunlar kitabın yarısını teşkil eder).

2. Seyhan'dan sadece birinin kitabına aldığı hadisler.

3. Sahihân'da olmamasına rağmen, senedi ceyyid olan ve aynı zamanda şâzz ve illetli olmayan hadisler.

4. İsnadı sâlih[271] olan,, iki ya da daha fazla leyyin tarikten geldiği için ulemânın kabul ettiği hadisler.

5. Râvîdeki hafıza noksanlığı sebebiyle isnadı zayıf kabul edilen hadisler (ki, bu tür hadisler hakkında Ebû Davud çoğu kere sükût eder).

6. Râvisinin za'fı çok açık olan hadisler. (Bu tür hadislerin za'fını müellif ekseriya açıklar). [272]

Bu durum, Ebû Davud'un, «fakihlerin delil olarak kullandıkları ahkâm hadislerini bir araya toplamak» gayesinin tabiî bir sonucudur. Böyle bir mak-sadla yola çıktığı için Ebû Davud, kitabına Sahih, Hasen, Leyyin ve amel edilebilir hadisleri almıştır. Çünkü ona göre, aşın derecede zayıf olmayan hadis, rey ve kıyas'tan önde gelir.

Aslında Ebû Davud, Sünen'inde zayıf hadislerin mevcudiyetini bizzat kendisi söylemiştir. Ancak, o « muhaddislerin ittifakla terkettikleri» her­hangi bir hadisi kitabına almamıştır.

Ebû Davud'un Sünen'i hadis kitaplarının ikinci tabakasına dahildir.[273]

 

Sünenin Rivayet Nüshaları

 

Ebû Davud'un Sünen'i, talebesinden 7 kişi tarafından rivayet edilmiş­tir:

1. Ebû Ali Muhammed b. Ahmed b. Amr pl-Lu'lıti (333/944)

2.  Ebû Bekr Muhammed b. Bekr b. Abdirrezzak b. Dâse et-Temmâr (346/957)

3. Ebû Said Ahmed b. Muhammed b. Ziyâd el-A'râbî (340/951)

4. Ebu'l-Hasen Ali b. el-Hasen b. el-Abd el-Ensârî (328/940)

5. Ebû Usâme Muhammed b. Abdiîmelik er-Ruâsî

6. Ebû Salim Muhammed b. Said el-Culûdî

7. Ebû Amr Ahmed Ali b. el-Hasen el-Basri

En sahih ve yaygın rivayet, el-Lu'luî 'ninkidir. [274] Zira Sünen'i bir çok ke­reler müelliften dinlemiştir. En son dinlemesi ise, Ebû Davud'un vefat yılı 275'de gerçekleşmiştir. Nitekim el-Mizzî (741/1341) de «Tuhfetu'l-eşraf bi ma'rifeti'l-etrâında Lu'luî rivayetini esas almış; İbn Dâse, İbnü'l-A'râbî ve İbn Abd nüshalarmdaki farkları ayrıca işaret etmiştir. [275]

 

Sünen'in Baskıları ve Şerhleri

 

Ebû Davud'un Sünen'i, Kahire (1280), Dehli (1283), Luknov (1840-1888), Haydarâbâd (1321) gibi merkezlerde defaatîe basılmıştır. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid'in tahkiki ile Mısır'da 1354/1935'de yapılan baskısı 4 cild halinde ve hadisleri rakamlanmış vaziyettedir. Bu baskı 1950'de tekrarlan­mıştır.

Ayrıca Halep'te Meâlimu's-sünen 'le birlikte 5 ciîd halinde bir başka baskı­sı daha gerçekleştirilmiştir. Muteberdir.

Ebû Davud'un Sünen'i, Ebû Muhammed Abdilazîz b. Abdilgavî el-Münzirî (656/1258) tarafından el-Müctebâ adıyla ihtisar edilmiştir. Bu ihtisar, Hay-darâbâd'da 1342'de basılmıştır. A. Muhammed Şâkir ve Muhammed Hamid el-Fakî tarafından tahkik edilen Muhtasar Kahire'de 1948'de basılmıştır.[276]

ibn Kayyım el-Cevziyye (751/1350) de «Tehzibû Süneni Ebî Davud» adlı bîr çalışma yapmış bu da basılmıştır.

Ebû Davud'un Sünen'ine bir çok şerh yazılmıştır. [277]Bunların başlıcaları şunlardır:

1.Me'âlimu'S'Sünen, Ebû. Süleyman el-Hattâbî (388/998) tarafından ilk kez kaleme alınan bu kıymetli ve muhtasar şerh , 2 cild halinde Haleb'te 1351/1932'de basılmıştır. [278]

2. Avnu'l-ma'bûd şerhu Süneni Ebî Davud, Ebû't-tayyib Muhammed Şemsu'1-hakk el-Azîmâbâdî tarafından[279] yazılmış olan bu şerh 14 cild halinde Dehli'de 1322'de basılmıştır. Bu, Ebû Davud'un en yaygın şerhidir. Kelime açıklamalarına bilhassa yer vermektedir. İbn Kayyım el-Cevziyye'nin ta'likiy-le birlikte basılmış bulunmaktadır. [280]

3.el-Menhelü'l-azbi'l-mevrûd şerhu Süneni Ebî Davud,Mahmud Mu­hammed Hattâb es- Sübkî (1352/1933) tarafından dört mezhebin görüşlerine mümkün mertebe yer vermek suretiyle kaleme ahnmış olan bu şerh 10 cild ha­linde basılmıştır. Müellifin vefatı üzerine oğlu Emin Mahmud Hattâb tarafın­dan Fethu't-meliki'l-ma'bûd tekmiletü'l-Menheli'l-azbi'l-mevrûd adıyla 4 cild tekmile yazılmıştır. Ayrıca bir de miftah hazırlanmıştır. Bu haliyle el-Menhel, Sünen'in ilk iki cildini kapsamaktadır. Yani bu kıymetli şerh yarımdır.

4.Bezlu'l-mechûd fi halli Ebî Dauud, Halil Ahmed es-Sehârenfûrî (1346/1927) tarafından yazılan bu şerh, Muhammed Zekeriyya el-Kandeh-îevî'nin talikiyle 20 cild halinde matbu'dur. Bu şerh, özellikle Hanefî Mezhebi esas alınarak hazırlanmıştır.[281]

Ebû Davud'un Sünen'i Türkçeye de tercüme edilmiştir.[282]

 

2. en-Nesâi ve Sünen'i (el-Müctebâ)

 

Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb b. Aîi b. Bahr b. Sinan b. Dinar en Nesâî 214/829 yılında Nesâ'da doğmuştur. (Bu tarih 215/830 olarak da verilir).

Hadis almak için Belh, Irak, Şam ve Mısır'a yolculuklar yapmış ve devri­nin İshak b. Râhûye, Ebû Davud es-Sicistânî, Mahmud b. Gaylân ve Ali b. Haş-rem gibi büyük hadisçilerinden hadis tahsil etmiştir. Kendisinden de Ebu'l-Ka-sım et-Taberânî, Ebû Ca'fer et-Tahâvî ve Muhammed b. Harun b. Şuayb gibi bir çok ulemâ hadis almış ve rivayet etmiştir. [283]

Uzun süre kalıp ilim neşrettiği Mısır'dan 302 yılında Şam'a geldiğinde, kendisine Muâviye hakkında sorular soruldu. Onun faziletleri ve Hz. Ali'ye üs­tünlüğü hakkında rivayette bulunması istendi. O da bu konuda «Allah onun karnını doyurmasın » anlamındaki hadisten[284] başka bir şey bilmediğini söyle­di. Bunun üzerine Muâviye taraftarları İmam Nesâîyi mescid içinde dövme1 ye başladılar. Olaydan sonra Mekke'ye gitmek üzere yola çıktı, Remle'de veya Mekke'ye varır varmaz h. 303/915 yılında Hakkın rahmetine kavuştu.[285]

 

Sünen (el-Müctebâ)

 

Nesâî, Neseî veya Nesevî diye de anılan Ebu Abdirrahman, zamaninın en meşhur hadis otoritelerinden biriydi. Daha ziyâde nkhî hadisleri derlediği es-Sünenu'l-Kübrâ' sı sahih ve illetli hadisleri de ihtiva etmekteydi. Sonra istek üzerine Nesâî bu kitabını sadece sahih hadisleri almak üzere ihtisar etti ve bu yeni eserine el-Miictenâ veya meşhur olduğu şekliyle el-Müctebâ adını verdi. [el-Muctebâ'nm îbnu's-sünnî (364/974) tarafından meydana getirildiğine dâir bilgi içn bk. ez-Zehebî, Tezkire, III, 940; Tehzîbu'l-Kemal, I, 328]

el-Müctebâ, sünenler içinde en az zayıf hadis ve cerhedilmiş ravîsi bulunan bir kitab olarak bilinir. Bunun için de Sahihayn'dan sonra üçüncü sırada sayıl­ması gerektiğini savunanlar olmuştur. [286]Hatta Nesâî' nin, rical tenkidindi Müslim'den daha sıkı davrandığı bildirilmektedir. [287]

Nesâî, Sünen'ine hadisleri dercederken gerçekten oldukça titiz davran­mıştır. Aralarındaki bir soğukluk sebebiyle hadislerini dinlemeye resmen me'zûn olmadığı hocası, el-Hâris b. Miskîn'in hadislerini, hocasından gizli ola­rak dinlediğini ondan yaptığı rivayetlerde ahberanâ el-Hûris b. Miskin, kırâe-ten 'aleyhi ve ene esme' u diyerek belirtir. Doğrudan doğruya ahberanâ veya haddesenâ lafızlarını kullanmaz. Bu, Nesâî' nin vera' ve takvası kadar, ilmî hassasiyetini de gösterir. [288]

Nesâî, hadisler arasındaki çok küçük rivayet farklarını bile, hadisi baştan aşağı tekrar etmek suretiyle göstermiştir. Gariptir ki, onun bu hassasiyeti, Mu­sevî asıllı müsteşrik Goldziher tarafından «küçük işlerle uğraşma » olarak ten-kid edilmiştir. [289]

Nesâî, Tirmizî'de olduğu gibi, her hadis için ayrı bir değerlendirme yap­maz. Onun değerlendirmesi, kitabına aîmış olmasıdır. Ancak yine de yer yer se-nedlerin durumlarını açıkladığı, bir kaç hocasından birden aldığı hadis'in lafzı­nı hocalarından hangisine ait olduğunu bildirdiği görülmektedir.

Nesâî, çoğunlukla hadisleri ahberanâ lafzı ile rivayet eder. Rivayet lafız­larından önce bazı kitablarda görülenin tersine «Kale» lafızları mutlaka açıkça yer almaktadır.

Sünen, 51 kitab ve 2400'e yakm bâb içinde, yer yer «nev1» kelimeleriyle açıl­mış alt başlıklardan oluşmaktadır. Bu tür başlıkları daha çok ihtilaf edilen ko­nularda kullanmaktadır. [290]

el-Müctebâ'da «sülâsî» hadis bulunmamaktadır. [291]

Sünen'i bize İbnu's-Sünnî diye meşhur olan Ebû Bekr Ahmed b. Muham-med b. İshak rivayet etmiştir.[292] «Sünen-i Nesâî» denilince el-Müctebâ anlaşı­lır. el-Müctebâ hadis kitaplarının ikinci tabakasına dâhildir. [293]

 

Sünenin Baskıları ve Şerhleri

 

Nesâî'nin Sünen'i Kahire'de 1312'de 8 cüz halinde Şeyh Hasen Muham-med el-Mes'ûdî'nin kontrolünde basılmıştır. Daha önceleri Dehli'de de bir kaç kez (1256, 1315, 1320), Bulak'ta (1276) da basılmıştır.

Sünen'in 1312 Kahire baskısı harekeli ve Suyûû (911/1505)'niri «Zehru'r-rubâ ale'l-Muctebâ » adlı şerhi ve Muhammed b. Abdül'hâdî es-Sindî (1136/1724) nin haşiyesini ihtiva etmektedir.

Nesâî'nin Sünen'i, garib bir şekilde, telifinden 600 sene sonra, ilk kez Suyûtî tarafından 904'de bitirilmiş olan anılan şerhe kavuşmuştur. [294]

Sünen'in, Sahihan ile Tirmizî ve Ebû Davud'un Sünenlerine olan zevâi-di Sirâcuddin Ömerb. el-Mulakkın (804/1401) tarafından bir cildlik bir eserde toplanmıştır. [295]

Sünen, üç kişilik bir heyet tarafından Türkçeye de tercüme edilmiştir. tir[296]

 

3. Ibn Mâce ve Sünen'i

 

İbn Mace künyesiyle meşhur Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid el-kaz-vınî h. 209'da Kazvin 'de doğmuştur. Devri ulemâsı gibi o da zamanının ilim merkezleri olan İran, Mezopotamya, Arabistan, Suriye ve Mısır'a ilim yolcu­lukları yapmıştır.

Kendisinin Sünen'den başka tefsir ve tarih sahalarında da eserleri bulun­maktadır.

H. 273/886'da Ramazan ayında vefat etmiş, cenaze namazı kardeşi Ebû Bekr tarafından kıldırılmış ve demi kardeşleri Ebû Bekr ve Abdullah ile oğlu Abdullah tarafından gerçekleştirilmiştir.

Sünen

İbn Mâce 'nin Sünen 'i, mukaddime hariç 37 kitab, 1515 bâb ve 4341 hadis­ten oluşmaktadır. Bu hadislerden,

3002 si Öteki beş kitabın müelliflerinin ya beşi birden veya bir kısmı tara­fından rivayet edilmiştir. Geriye kalan

1339 hadis ise, sadece İbn Mâce'de bulunan hadisler («zevâid») dir. Bunla­rın da;

428'inin ricali güvenilir, isnadları sahihtir. 199'unun isnadı hasen'dir. 613'ünün isnadı zayıftır.

99'nun ise isnadı yok hükmünde («vâhî»), veya münker ya da yalanlanmıştır.[297]

İbn Mâce' nin, kitabını telif edince, devrin meşhur münekkidi Ebû Zür'a'ya takdim ettiği, o'nun da 30 kadar zayıf hadis dışında kitabın büyük bir değer taşıdığını söylediğine dair Ebu'l-Fadl b. Tahir el-Makdisî (507/1113) ta­rafından ileri sürülen rivayet, senedindeki inkıta sebebiyle Suyûtî (911/1505) tarafından «doğru olmayan bir hikâye» diye tenkid ve reddedilmiştir. [298]

İbnu'l'Cevzî gibi Mevzuat yazarları, şahıslar, kabileler ve şehirlerin fazi­letleri ile ilgili hadislerin uydurma olduğunu ileri sürmüşlerdir. Delhi'li Şeyh Abdulhakk da İbn Mâce'nin Sünen'indeki Kazvin şehri hakkındaki hadislerin uydurma olduğunu söylemiştir. [299]

Aslında İbn Mâce'nin Sünen'i, tertibi, tekrardan uzak ve kısa oluşu ile ol­dukça değerlidir. 5 aded Sülâsiyyât'ı da vardır [Mubârekfûri I, 349; Afif Muhammed b. Nureddin, Sülâsiyyatu İbn Mâce, Nuruosmaniye 576/4 f+llb-12b) Abdulhamid Şânuha, Tahrîcu sülâsiyyât, s. 45-49- Beyrut, 1985)1,

Sünen'in kütüb-i sitte'ye dahil edilişi, Ebu'l-Fadl b. Tahir el-Makdisî (507/1113)'nin «Etrafu'l-kütübi's-sitte » ve «Şurûtu'l-eimmeti's-sitte »' sinde 6 kitab olarak îbn Mâce'nin kitabını almasıyla başlamıştır. Sonraki yazarlar da aynı yolu takib edince 7. asırdan itibaren Sünen, kütüb-i sitte'nin 6. kitabı oîa-rak hadis edebiyatı içindeki mümtaz yerini almıştır.[300]

Sünen'in, elde mevcut baskısında bazı hadis metinlerinin hemen altında küçük puntolarla dizilmiş siyah satırlardaki »ve fi'z-zevâid » diye başlayıp de­vam eden bilgiler, kütüb-i sitte içinde sadece îbn Mace'de bulunan hadislerin sıhhad derecelerini gösterirler. Bu notlar, Hafız Ahmed b. Ebî Bekr el-Bûsırî (840/1436)'nin Kitabu zevâidi İbn Mâce 'sinden alınmıştır. [301] Bu eserde (1553) hadis yer almaktadır. [302]

Sünen'in râvîsi, İbn Mâce'nin önde gelen talebesinden olan Ebu'l-Hasen et-Kettân'dır. [303] Ş. V. ed-Dihlevî, İbn Mâce'nin Sünen 'ine hadis kitaplarına ail yaptığı tabakalamada yer vermemiştir. [304]Ancak onu ikinci tabakaya dahil gör­mek mümkündür.[305]

 

İbn Mâce'nin Süneninin Baskılan ve Şerhleri

 

îbn Mâce'nin Sünen'i Dehli'de 1233, 1273,1889,1905'te; Lahorda 1311'de Kahire'de 1313'de basılmıştır. Bu son baskıda Sindi haşiyesi de bulunmakta­dır.

M. Fuad Abdülbâkî, bu baskının Sindî Haşiyesi ve Zevâid'den nakiller taşı­masının dışında -tashihine itina edilmemiş olduğu gerekçesiyle- bir kıymeti­nin olmadığını, Miftâhu kunûzi's-sünne ve Concordance hazırlayanların da bu baskıyı kullanmış olduklarını bildirmektedir. [306]

Sünen'in modern bir baskısı M. Fuad Abdülbâkî tarafından Mısırda iki cild halinde 1372/1952'de gerçekleştirilmiştir. Bu baskı Concordance'a uygun şe­kilde kitab ve bâb numaraları ihtiva etmektedir. Kısa kısa dipnotlar halinde açıklamalara sahiptir. Metin harekelidir. İbn Mâce'nin Zevâidinin durumu ile ilgili değerlendirmeler de bulunmaktadır. İkinci cildin sonunda da ilk kelime­lerine göre hadislerin alfabetik fihristi bulunmaktadır.

Sünen bu son baskısı esas alınmak suretiyle Haydar Hatiboğlu tarafın­dan Türkçeye tercüme ve şerhedihniştir.[307]

îbn Mâce'nin Sünen 'ine yazılmış 7 şerh, Sezgin tarafından tanıtılmakta­dır. [308] Bunlar arasında Suyûtî'nin, Mısbâhu'z-zücâce alâ Süneni İbn Mâcesi ile Abdülgani ed-Dihlevî 'nin İncâhu 'l-Hâce' si 1282'da Sünen'le birlikte Deh­li'de basılmıştır. [309]

M. Mustafa el-A'zâmî, komputer ile Fihrisu Süneni îbn Mâce adıyla 4 cilt­lik yeni bir çalışma gerçekleştirmiştir. Son iki cildi 10 ayrı fihrist ihtiva etmek­tedir. (Riyad 1985)

Ayrıca, Hüseyn Kasım Muhammed tarafından 1969'da Ezher'de «îbn Mâce fi Sünenih» adıyla bir doktora tezi hazırlamıştır.[310]

 


4. ed-Dârimi ve Sünen'i

 

Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman et-Temîmî es-Semekand ed-Dârimî, kendi ifadesiyle «Abdullah b. Mübarek 'in vefat ettiği yıl (h. 181/797)» Semerkant'ta doğmuştur. Hadis araştırmaları yapmak üzere Horasan, Suriye, Irak, Mısır ve Hicaz'a seyahatlar yapmıştır. Namlı bir müfessir ve bilgili bir fa-kıhti de. O Horasan'da Hadis İlmine büyük hizmetler yaptı. Devrinin meşhur hadisçilerinden hadis tahsil etti. Kendisinden de Buhârî (Sahih'in dışındaki eserlerinde), Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, Nesâî ve Abdullah b. Ahmed b. Han-bel gibi meşhur hadis bilgin ve müellifleri rivayette bulunmuşlardır.

Şiddetli baskılar sonucu kabul etmek zorunda kaldığı Semerkant Kadılığı görevinden sadece bir hüküm verdikten sonra istifa etti. Kendisi üstün bir takva ve dînî kişiliğe sahipti. 75 yaşlarındayken Zilhicce'nin sekizinci «terviye» gü­nü Merv'de vefat etti (255/868).[311]

 

Sünen

 

Dârimî' nin bize kadar ulaşabilmiş olan en meşhur eseri, bazı hadisçile-rin Müsned ismini verdikleri Sünen'idir.

Sünen, Arapların İslâm öncesi bazı tatbikatları, Hz. Peygamber'in sîreti, hadislerin yazıya geçirilmesi ve ilmin fazileti ile ilgili hadislerden oluşan 163 sayfalık uzunbir giriş («mukaddime») ve 23 kitaptan meydana gelmektedir. İki cild halinde matbu olan[312] Sünen 'de 1403 bâb içinde 3500 hadis yer almakta­dır. «Ebu'l Vakt rivayetinde 3557 hadis ve 1408 bâb bulunmaktadır» (Bustan, s.92).

Sünen, kendisine özgü ve gerçekten kıymetli mukaddimesi dışında taha­retten vasiyyete kadar uzanan fikhî bölümleri, fıkıh kitablanndaki sıralanışla­rına uygun biçimde ihtiva etmektedir. En sonunda daFedâilu'l-Kur'ân 'a ait bir bölüm yer almaktadır. Kitab bu muhtevasi ile ale'r-rical sistem anlamında bir müsned değil, Sünen'dir. Ancak Dârimî 'nin Sünen' i, «ahâdîs-i mürsele v mevkûfeyi de muhtevi olmakla[313] sünenlerin genel muhtevası dışına da taş­mış bulunmaktadır. «Sülâsiyatının çokluğu» (15 aded) bir başka özelliğidir [Mubârekrurî; I, 349; Afif Muhammed b. Nureddin Sülâsiyyâtu'd-Dârimî, Nu-ruosmaniye ktb. 576/3 (8b-lla); Abdullhamid Şânûha, Tahrîcu Sülâsiyyât, s 52-74- Beyrut 1985].

Dârimî'nin Sünen'i mevsuk bir hadis kitabı kabul edilmek ve hatta bazı hadisçilerce kütüb-i sitte'nin 6. kitabı olmaya lâyık görülmekle birlikte, [314]bü­tün hadisleri, «sahih hadis» şartlarını -tam olarak- taşımamaktadır. Bununla beraber, «rical-i zuafâsı az, ahadis-i münkere'si nâdirdir. [315]remziyle Concordance 'a dahil edilmiş bulunan Sünen'inde Dârimi, kısaca da olsada yer yer ravilerin hüviyetlerini tesbit eder: Meselâ,[316]

Daran!, zaman zaman da râvilerin karakterlerini tenkide tâbi tutar: [317]

[318]Bazan da bir hadisin muhtelif rivayetleri arasındaki farka işarette bulunur. [319]

Dârimî arada bir de hadislere notlar ekler ve kendi görüşünü açıklar:

Ebû Muhammed (müellif),

«Benim görüşüm de budur» dedi. [320]O, bazan da kelime açıklamaları yapar:

Mukâmea, bir yatakta beraber yatmak demektir. [321] Şunlar da müellifin bu tür açıklamalarına misaldir:

Dârımî kimi yerde kendi tereddüdünü açıklar: [322]

Bazı yerlerde de tereddüde düşen râvinin kim olduğunu söyler: [323]

Bazan da herhangi bir rivayetteki kapalı gibi görünen ifadelerin neye delâ­let ettiğini açıklar:

Dârimînin bu ve benzeri açıklamaları bazan diyerek [324]ismiyle bazan[325]da  diyerek künyesiyle verilmektedir231.

Bu özellikleriyle Dârimî'nin, kendi devrindeki hadisçilerin telif usullerine -genelde- uymuş olduğunu görmekteyiz. [326]

Sünen'in Baskısı ve Üzerinde Yapılmış Çalışmalar

Dârimî'nin Sünen'i, Hindistanda (Kanpur) ti. 1293/1876'da taş baskısı ola­rak neşredilmiştir. Piyasada bulunan baskılar Dımaşk 1349 baskısından ya­pılmış ofset neşirlerdir. [327]

Dârimî'nin Sünen 'ine Muhammed Naîm Atâ tarafından yazılmış olan «el-Hallu'l-müdelleh adlı şerhin yarısı Luknov'da 1322'de basılmıştır. Seyfur-rahman Mustafa tarafından «Zevâidu'd-Dârimî ale'l-kütübi's sitte mîne'l-ehâdîsi'l-merfûa » adıyla bir master tezi ve Muhammed Abdullah Muhammed Adi tarafından da «ed-Dârımî ve cuhûduhu fi'l-hadîs » adıyla Ezher'de 1973'de bir doktora tezi hazırlanmış bulunmaktadır.

Ayrıca Sünen A. Aydınlı tarafından Türkçeye tercüme edilmektedir. [328]

 

5. ed-Dârekutnî ve Sünen'i

 

«Sünenler[329] söz konusu olunca, hemen akla gelenlerden biri de Ebu'l-Ha-sen Ali b. Ömer ed-Dârekutnî (385/995)'ye ait Sünen'dir.

ed-Dârekutnî, yaşadığı devrin ilim öğrenme geleneğine uygun olarak Bağdat, Basra, Küfe, Vâsıt gibi şehirler ulemâsından hadis almış, yaşlıbk dö­neminde de Mısır ve Şam'a gitmiştir.

Dârekutnî, Kıraat ve bilhassa Hadis ile ilgili çok sayıda eser telif etmiş­tir[330] Onun hadis ricali konusundaki derin bilgisi çağdaşları ve daha sonraki âlimlerce kabul edilmiştir.

Sünen

Dârekutnî, Sünen'inde mevsûkiyetine inandığı hadisleri bir araya getir­meye ve hadislerin çeşitli isnad ve rivayetlerini vermeye gayret etmiştir. Me­selâ kitabının ilk hadisi olan «Su iki külle miktarına ulaşınca onu hiç bir şey kirletemez (veya pislik tutmaz)» hadisinin 5 değişik rivayetine ait 40 farklı is­nad zikretmiştir. [331]

Dârekutnî ricale ait değerlendirmelerini Sünen 'inde de yapmaktadır. Onun bu sahadaki bilgi ve dikkatinin en açık delili, fazlaca görülen bu değer­lendirmeleridir.

Ancak hatırlatılması gerekir ki, rical konusundaki müsellem otoritesine rağmen, Dârekutnî 'nin Sünen'i, Öteki sünenlere oranla daha fazla, zayıf (münker, hattâ mevzu'[332] hadis ihtiva etmektedir. Bu yüzden de onun Sünen'i kil-tüb-i sitte dışında bırakılmıştır. [333]

 

Sünen'in Baskıları ve Üzerinde Yapılan Çalışmalar

 

Dârekutnî'nin Sünen'i 4 cilt halinde Ebu't-Tayyib Muhammed Şemsul-hak el-Azîmâbâdî' nin «et-Ta'lîku'l-muğn ale'd-Dârekutnî »'si ile birlikte ba­sılmış bulunmaktadır. [334]Bu baskıda her babın kendi aralarında birden başla­yan numaralarla gösterilmiştir.

Zehebî, Dârekutnî ve Sünen'i hakkında[335] detaylı yer yer de çelişik değer­lendirmeleri ihtiva eden bilgiler vermektedir. Ayrıca Zehebî'nin verdiği bilgile­rin büyük bir bölümünü Sünen'in birinci cildi başında da bulabilmekteyiz.

Sıddîkî de Goldziher 'den naklen el-Beğavî  (516/1122)'nin Mesâbihu's sünne 'si için, Dârekutnî 'nin Sünen 'ini kaynak olarak kullanmış olduğunu bildirmektedir.[336]

Dârekutnî' nin Sünen'i üzerinde yapılmış birkaç çalışma ya Sezgin GAS'ta işaret etmektedir. [337]

 

6. el-Beyhakî ve es-Sünenü'1-Kübrâ'sı

 

Asıl adı Almed b. el-Hüseyn olan el-Beyhakî, Ebû Bekr künyesi ile anılır. 384/994 tarihinde Beyhak'a bağlı Hüsrevcird köyünde doğmuştur.

Horasan âlimlerinden önce Hadis sonra fıkıh tahsil etmiştir. Daha sonra. Irak ve Hicaz'a ilim öğrenmek maksadıyla seyahatlar yapmıştır. 458/1066'da Nişapur'da vefat etmiştir.

el-Beyhakî, hayatında en çok hadisle meşgul olmuştur. Eserlerinde hadis ve fıkhu'l-hadis 'i birlikte işlemiş, hadislerdeki illetleri, sıhhati, za'fı göster­miş, hadisler arasındaki ihtilâfları telife gayret etmiştir. [338] Yeri geldikçe de lü­gat açıklamalarında da bulunmuştur.

Görüşlerinde genelde eş-Şafî'î'ye bağlı kalmıştır. Hatta bu yüzden «Bey­hakî dışında, İmam Şafi'inin kendisine minnet borcu olan hiç bir Şafiî âlim yok­tur. Beyhakî eserleriyle Şafiî mezhebine fevkalâde büyük hizmette bulunmuş­tur[339] denilmiştir.

Beyhâkî, hiç bir eserinde[340] uydurma olduğunu bildiği hiç bir sözü nakletmemiştir. [341]O, yine bütün eserlerinde, h. IV ve V. asır müelliflerinin genel ha­vasına uyarak, sadece İmam Şafi'î'nin görüşlerini teyid etmiş ve öteki imamla­rın görüşlerine itina göstermemiştir. [342]

Beyhakî, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin eserlerini görmemiş, [343] fakat ken­dilerinden ilim aldığı hocalarının adedi 100'ü aşmıştır. Bunlar arasında el-Hâkim en -NeysâbûrV nin özel bir yeri bulunmaktadır. [344]

 

es'Sünenü'l-Kübrâ

 

Beyhakî'nin «umûmî plânı ve metodu açısındanû orijinal[345] bulunan en meşhur eseri es-Sünenu'1-kübrâdır. Bu eser, ilk kez, Haydarâbâd'da 1344 sene­sinde 10 büyük cild halinde basılmıştır. Bu baskının sayfa altlarında îbnu't-Türkmânî diye meşhur Hanefî Âlim Alaeddin b. Ali b. Osman el -Mardînî (745/1344)'nini, Beyhâkî'ye itirazlarını ve münâkaşalarını dile getirdiği[346] el-Cevheru'n-nakıyy fı'r-reddi ale'l-Beyhakî » adlı eseri de bulunmaktadır.

es-Sünenü'l-Kübrâ 'nin neşrini gerçekleştirenlere göre, Sünen'in özellik­leri («Mezâyâ») şöylece özetlenebilir. [347]

Bilinen hadis kitablarımn hiç birinde bulunmayan sayıda çok hadis ihtiva etmektedir.

Diğer hadis kaynaklarında bulunan hadisleri verirse, sened ve metin itibariyle değişiklik ve üstünlüklerle verir.

Buhârî ve Müslim'in birlikte veya ikisinden birinin eserine aldığı hadisi verecek olursa, bu durumu açıklar. Böylece es-Sünenu'1-kübrâ, bir çeşit Sahi-hayn üzerine yazılmış müstahrac niteliği taşır.

Hadis ve rical değerlendirmesine ait (tashih, tercih, taz'îf v.s.) nakiller de oldukça çoktur.                                                                                         

Fıkhı meseleleri açıklar. Mesele ile ilgili âyet ve hadisleri delil olarak zik­reder.

Şafiî mezhebine bağlı olmasına rağmen, bazan mezhebine muhalif görüşü; bazan da İmam Şafiî'nin meşhur görüşüne muhalif olan görüşünü tercih eder (Meselâ, başı bir kaç kez meshetmek, I, 62; deve eti yemekten ötürü abdest al­mak, 1,158; ölmüş kişi adına oruç tutmak, IV, 657 gibi konularda bu tutum gö­rülür). Sünen, tabiî olarak, fıkıh bâblarına göre tertib edilmiş olmasına rağ­men, münâsebet düşünce konu dışına taşarak, zihnin çağrışım yaptığı konuya ait hadisleri verir. Meselâ Hıdâne bâbmda birr ve sıla ile ilgil hadisleri; hudûa 'da isti'zân ile gilgi hadisleri; edebu'l-kâdt 'de de emir bi'1-ma'ruf ve nehiy ani'l-münker ile ilgili hadislere yer vermiştir.

Kitab ve bâblar arasında oldukça ince irtibat noktalarını gözetir. Öyle ki, Sünen, kitab ve bâbları birbirini içeren muttasıl ve müteselsil halkalar gibi­dir.

Bâb başlıkarı («terceme») ile hadisler arasındaki ilgiye dikkat yanında, ön­ceki babın son hadisinin, sonraki bâb başlığına münasip düşmesine de özel bir titizlik göstermiştir. Meselâ, «bâbu katli'r-racüli bi'lmer'eti », babının son ha­disi, Müslüman bir kız çocuğunun öldürdüğü için katledilen Yahudi ile ilgilidir. Arkasından gelen bâb ise «bâbunft menlâ kısâse beynehu bi'htilâfi'd-dîneyn », başlığını taşımaktadır.

Sünen'deki hasdislerin ekserisi, el-Umm, Sünen-i Ebî Davud ve Sünen-i Dârekutnî gibi musannef eserlerden nakledilmiştir.[348]

Ayrıca Beyhâkî, Sünen'de Ebu'l-Huseyn Ahmed b. Ubeyd'in Sünen'inden de pek çok hadis tahriç etmiştir. [349]

Beyhâkî'nin Sünen'inde, sahabe, tabiîn ve sonraki devir imamlarından ya­pılmış nakiller («el-âsâr»), başka eserlerde görülmeyen ölçüde bol bulunmakta­dır. Aslında Sünen'ler merfu' hadisleri ihtiva etmek özelliği ile bilinirler. Bura­da «Sünen» çerçevesinin dışına taşılmış olduğu görülmektedir.

Mevcut baskının her cildinin sonunda o cildde geçen sahâbî ve tabiîn isim­lerine göre tanzim edilmiş alfabetik fihrist de bulunmaktadır. Künyeler ve müphem isimlere de ayrıca bu fihristte yer verilmiştir.

Beyhâkî'nin[350] eseri de hadis kitaplarının üçüncü tabakasında yer almak­tadır. [351]

 

Değerlendirme

 

Buraya kadar genel çizgileri ve meşhur örnekleriyle tanıtmaya çalıştığı­mız Hadis Edebiyatı çeşitlerinin ve mahsûllerinin kendi aralarında ve muh­teva bakımından kısa değerlendirmelere tabi tutulması onları daha iyi tanıma­ya vesile olacaktır.

Bu sebeple biz, önce sünen türü eserler ile bu arada isimlerinden bilvesile söz ettiğimiz öteki hadis kitaplarının ihtiva ettikleri hadisler hakkında bir de­ğerlendirme yapacak, sonra da Musannef türü içinde yer alan cami rler, sil-nenler ve musannefler'i yine muhteva olarak birbirleriyle mukayese edecek ve kısa bir değerlendirmeye tâbi tutacağız.[352]

 

1. Sünelilerin Muhteva Değerlendirmesi

 

Buraya kadar kısa çizgilerle muhtevaları hakkında bilgiler verdiğimiz Sünen 'leri genel bir değerlendirmeye tâbi tutacak olursak, bunlardaki bütün hadislerin sahih olduğunu söylememize imkân yoktur. Hem sahih, hem hasen hem de zayıf ve hatta çok az da olsa, uydurma («mevzu») haberlerin varlığı bir gerçektir.

Ebû Davud, zayıflığını belirterek, «o bâbta sahih hadisin yokluğu » gerek­çesiyle; Tirmizî de «fukahâdan herhangi birinin amel etmiş »olmasını nazar-ı dikkate alarak; Nesâî ise, «terkinde hadisçilerin ittifak etmemiş olması » esası­na dayanarak zayıf hadis rivayet etmişlerdir.

İbn Mâce ise, hâfiz, sadûk ve geniş bir ilme sahip olmasına rağmen, kita­bındaki münker ve az da olsa uydurma hadisler dolayısıyla Sünen' inin değe­rine gölge düşürmüştür.

Dârimî Sünen'inde, mürsel, munkatı' ve maktu' rivayetlere yer vermiş ol­masına rağmen, İbn Mâce'ninki yerine Kütüb-i Sitte'nin altıncı kitabı olmaya layık görülmüştür. Diğer sünnenlerden geri kalan bir tarafının olmadığı belir­tilmiştir.

Dârekutnî'nin Sünen'i ise, zayıf, ğarîb, şâzz, muallel ve başka sünenlerde bulunmayan hadislerle doludur. Bu yönden tenkid edilmektedir.

Beyhakî (458/1066)'nin eserleri de zayıf hadisler ihtiva etmektedir. Umûmî bir netice olarak şunu söylemek mümkündür:

Sünenlerde bulunan bütün hadisler muhteccün bih değildir. Bununla beraber kütüb-i sitte dışında kalan kitablardaki bütün hadisler Zayıf da değil­dir.

Konu daima, genellemeden kaçınmayı gerektiren bir temel özelliğe sahiptir.

Ayrıca Hatîb (463/1071), bile bile uydurma sözlerle dahi delil getirmiştir.

Hâkim (405/1014) de, hadisleri sahih olarak nitelemekte («tashih») pek gevşektir. Zayıf, hatta uydurmaları bile sahih gösterebilmiştir. Onun için Hâkim'in görüşleri karşısında ehl-i hadisin uyanık olması uygun görülmüş ve istenmiştir.

Hâkim ile İbnu'l-Cevzî (597/1200)'yi karşılaştıran îbn Hacer (852/1448), «Hâkim, hadisleri sahih göstermekte ne kadar gevşek ise, İbnu'l-Cevzî de aksi­ne, hadisleri uydurma olarak nitelemekte («Da've'l-vaz'») o kadar serttir. » de­mektedir.[353]

Zehebî (748/1347), Hâkim'in Mütedrek'indeki hadislerin yarısının Sahih-hasen, iki binden fazlasının amel etmeye değmez, geri kalanlarının da zayıf ve uydurma olduğunu belirtmektedir. [354]

Bu mevzunun detaylı ve münakaşalı bir değerlendirmesini Abdülhayy el-Leknevî (1304/1886) ,el-Ecvibetu'l-fadıla [355] adlı eserinin 66-139, sayfaları ara­sında yapmış bulunmaktadır. Konu oradan detayı ile tetkik edilebilir.[356]

 

2. Musannef Türü Hadis Edebiyatı'mn Muhteva Karşılaştırması

 

Musannef türü eser\erin,mussanef, cami' ve sünen grublarm ayrıldığını ve bunların biribirlerinden farklılıkları

arzettiğini kaydetmiştik. Şimdi bu üç grup eserin muhtevalarını bölüm («kitab») çerçevesinde -mukayese imkânı vermek için -aşağıya kaydediyoruz. Abdurrezzâk b. Hemmâm' in el-Musannef 'i ve birbirine sayısal açıdan yakınlık arzettikleri için Müslim'in Cami' i ile Nesâi' nin sünen 'ini seçmiş bulunuyoruz:

Bu liste dikkatle incelendiği zaman bu üç grup eserin büyük ölçüde muh­teva açısından biribirine yakın olduğu görülecektir. Özellikle Nesaî 'nin temsil ettiği sünen grubu, zaten cami 'lerdeki bir bölümün aynısıdır. Aynı kısmın, Musannef 'te de mevcut olduğunu görmekteyiz. Sünen, ibâdât, muamelat ve hukuk konularından oluşmaktadır. Nesaî 'de de açıkça bu üç ana konunun de-taylandrnlmış olduğunu görmekteyiz.

Halbuki Müslim 'de iman, sünen, zühd, edeb, siyer, menâkıb, tefsir, fiten ve melâhim konularının tamamı bulumaktadır.

Musannef te ise, sünen'e ilâveten meğâzî ve menâkıbm ilâve edilmiş ol­duğu görülmektedir.

Pek tabiî bu görünen kitab isimlerinin ihtiva ettikleri bâblar ve o bâbları oluşturan hadislerin nitelikleri açısından da bu üç grub edebiyat arasında önemli farklar bulunmaktadır. Tekrar edecek olursak, Sünen 'ler sadece mer-fu'hadisleri; Musannef'ler, merfu'ata ilave olarak mevkuf ve maktu haberleri de ihtiva ederler Cami 'ler ise, merfu, mevkuf ve maktu' haberlerin özellikle sa­hih olanlarını tesbite gayret ederler.

Bu üç grup edebiyatı önce kendi içinde sonra da üçünün birbiriyle mukaye­sesine imkân verecek biçimde müstakil araştırmalara mevzu etmek musannef türüne ve ihtiva ettiği grublara çok daha açıklık kazandıracaktır.[357]

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

TASNİF DEVRİ SONRASI HADİS EDEBİYATI

 

Tasnif Devri Sonrası Hadîs Edebiyatı

 

Tasnif devri sonrası hadis edebiyatı başlığı altında inceleyeceğimiz kaynakların oldukça değişik özellikleri bulunmaktadır. Biz bu Özellikler arasında sadece şerh niteliğinin müstakil bir grup oluşturmak için tek başına yeterli olduğunu düşünmekteyiz. Bu sebeple de bu ikinci bölümü,

I. Tasnif Devri eserlerine dayalı şerh niteliği bulunmayan hadis edebiyatı

II. Şerh Edebiyatı diye iki ana başlık altında tetkik edeceğiz.[358]

 

I. Tasnif   Devri   Eserlerine   Dayalı   Şerh   Niteliği Bulunmayan Hadîs Edebiyatı

 

Bu bölümde, mahiyeti itibariyle birinci bölümde tetkik ettiğimiz Tasnif Devri Eserleri'ne bağlı bulunan istidrak, istihraç, tetimme, cem', telhis, zevâid, tehzîb, şerh v.b. hadis edebiyatını -yine meşhur ve mütedâvil Örnekleriyle-tanıtmaya çalışacağız.

Bu bölümde tanıtacağımız eserler içinde, hadis araştırmalarından hadis metinleri için «kaynak» gösterilebilecek olanlar (müstedrek ve müstahreçler) ile, birinci dereceden, «genel» veya «aslî» anlamda «kaynak» sayılamayacak olanlar bulunacaktır. Hemen işaret edelim ki, bu ikinci grub eserler, «aslî kaynaklar»a ulaşmakta -muhtelif açılardan- yardımcı ve kılavuzdurlar. Hatta bu niteliklerine ilâveten onların her biri «özel» veya «türü içinde kaynak» özelliğine de sahip bulunmaktadır. Binaenaleyh olarak «kaynak» niteliğinden soyutlamak isabetli bir değerlendirme olmayacaktır. En iyisi, «kaynak kavramını» biraz daha geniş çerçevede düşünmek ve değerlendirmektir.

Ayrıca, Hadis Edebiyâtı'nda Tasnif Devri ve sonrası için «Senedli hadis ihtiva etmek-etmem ek» gibi[359] sırf şeklî, metodik ve genel açıdan bir sınır tayinine gitmek, meşhur tabiriyle «zahire göre» yapılmış bir değerlendirme

olacaktır. Oysa Hadis Edebiyatını, özde, yani umûmen hadis edebiyatı, hususen türü içindeki yerleri açısından değerlendirmeye tabi tutmak daha uygun ve ilmî olacaktır. Nitekim hadis edebiyatında mütekaddimûn ve müteahhirün sınırını tesbite çalışırken el-Hûlî de eserlerin mahiyetlerini kıstas olarak ele aldığını şu ifadeleriyle dile getirmektedir:

«Hadis edebiyatında râviler ve musannıflar açısından mütekaddimûn ve müteahhirün arasındaki sınır, hicrî 300 senesi başlandır. H. III. asır, sünnet hizmeti, araştırmaları ve râyî tenkidi konularında en üstün devirdir. Daha sonra gelenler -pek azı müstesna-, hep bu öncekilere dayanmışlardır. Onların cem ettiklerini toplamış, onların değerlendirmelerine itimad etmişlerdir. Bu sebeple de h. II. ve III. asırdaki hadis kitabları genelde, ilk olmakta ve başkalarına dayanmamakta öteki hadis eserlerinden ayrı ve üstün bir mevkiye sahip olmuşlardır. Dördüncü asırda telif edilmiş eserleri ayrıca ele almamızın ve onları üçüncü asır eserleri araşma katmayışımızın asıl sebebi, bu (mahiyete yöneik) farklılıktır.[360]

Bu noktadan hareketle biz, bu bölümde tanıtacağımız eserlerin değişik çerçevede de olsa, «kaynak» niteliğinin bulunduğunu söyleyebiliriz.

Bu bölüm, yaklaşık on asırlık bir dönem içinde meydana getirilmiş hadis edebiyatın tahsis edildiği için burada tanıtılacak eserler sayı olarak çok fazladır. Bu sebeple biz eserleri belli gruplara ayıracak ve her gruptan bir-iki örnek tanıtacağız.

Şuna da işaret edelim ki, bu bölümde söz konusu edilecek eserler, dördüncü bölümde ele alacağımız «Hadis, Istılah ve Şahıs Bulma Usulîeri»nin uygulama alanına giren hadis edebiyatı olma ortak niteliğine de sahiptirler. Böylece, çalışmamızın kendi içinde bir bütünlük ve pratiklik kazanacağı düşünülmüştür. [361]

 

A. Îstidrâk Ve İstihraç Edebiyatı

 

îstidrâk, Önceden gözden kaçmış bir şeyin hatırlanması, yapılmış bir yanlışın düzeltilmesi, eksik bir bilginin tamamlanması demektir. Edebiyat terimi olarak da tetimme, tekmile, zeyl, ek, lahika anlamlarına gelmektedir.

Musannif muhaddislerin gayeleri gibi, içinde bulundukları imkanları da hiç kuşkusuz değişikti. Eserleri de bu değişik imkân ve amaçlara paralel olarak meydana getirilmişlerdir. Ayrıca her muhaddisin değerlendirmesi de, pek tabiî olarak farklılıklar arzedecektir. Bu sebeple her eserin ikmal edilecek bir tarafı bulunacaktır.

Ne var ki, belli bir itibar sevyisine ulaşmış eserler üzerinde istidrâk çalışması yapmak, müstedrik'lerin tercih ettiği bir çalışma olarak gözükmektedir. «Önceki bir muhaddis musannifin şartlarına uygun olmasına rağmen, her nedense eserinde yer almamış olan hadislerin bir başkası tarafından toplanması neticesinde meydana gelen yeni esere müstedrek Midi verilmektedir. Bu anlam içinde Buhârî ve Müslim'in Sahih'lerineyazılmış bir-iki müstedrek bulunmaktadır. Biz bunlundan, Sahih Hadis kaynaklarından olması ve daha sonraki eserlerde kısaltması veya «ravâhu'l-Hâkim» ifadesiyle kendisine atıfta bulunulması dolayısıyla el-Hâkim en-Neysabûrî (40511014)'nin eserini tanıtacağız: [362]

 

1. e I-Hâki m ve el-Müstedrek'i

 

Bir çok eser sahibi olan ve kadı olduğu için Hakim lakabı ile tanınan[363] Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah; el-Müstedrek 'i, bir takım türedi kişilerin («mübtedia »); «on bin kadar sahih hadis söz konusu iken, bin cüz kadar bir hacma sahip senedlerin tümünün zayıf olduğunu» iddia etmeye başlamaları ve ilim ehlinin ileri gelenlerinden bir grubun kendisinden, Buharı ve Müslim'in şartlarına uygun senedîere sahip hadisleri bir kitabta toplamasını istemeleri üzerine yazdığını bildirmektedir. [364]

Buharı ve Müslim'in birlikte veya ikisinden birinin şartlarına uygun hadisleri -ki bu şartlar tüm islam hukukçularına göre sahih hadisin şartıdır-toplamaya çalıştığını, sika râvilerden meydana gelen veya nakledilen metinlerin ortaya konulmasını makbul bir iş olduğunu belirtmektedir. Hadislerin sonunda Seyhan 'in veya onlardan hangisinin şartına uygun olduğu halde kitablannda bulunmadığını açıklayan el-Hâkim , kendisine göre «sahih» kabul ettiklerine de ayrıca işaret etmektedir.

el-Müstedrek , asıl olarak kabul ettiği Sahihân gibi cami' bir eserdir Müellifin, Buhârî ve Müslim 'in şartlarını esas almış olmasına rağmen onun tashih'de mütesâhü olduğu konusunda ulemâ görüş birliği içindedir. Ancak el-Müstedrek rte Seyhan 'in şartına uygun hiç bir hadis bulunmadığı şeklindeki iddia da oldukça ifrattır. el-Müstedrek 'in telhis eden ez-Zehebî (748/1247), Müstedrekteki hadislerin yarıya yakının sahih, dörtte birinin metni illetli olsa da senedi sağlam, son dörtte birinin de sahih olmaktan çok uzak münker ve vâhiyât 'dan ibaret olduğunu açıklamaktadır. Bu sebeple Zehebî 'nin telhisi ışığında Müstedrekten yararlanmak gerekmektedir. [365]Zater el-Müstedrek, Zehebî 'ye ait bu hadis konusu telhis ile birlikte basılmış bulunmaktadır. [366]

 

2. Müstahrecler

 

Hadisçilerin ıstılahlarında, herhangi bir hadis kitabındaki hadisleri başka senedlerle yeni bir kitabta toplama çalışması istihraç, bu yolla meydana getirilmiş eserlerin genel adı da müstahreç'tir. Böyle bir çalışmayı yapan, önceki müellifin ya hocasında ya da hocasının hocasında onunla birleşir. İstihraç çalışması, değişik senedleri ortaya koymak suretiyle «garib» diye nitelenen bir çok hadisin kuvvet kazanmasına («takviye ») ve garabetten kurtulmasına yarar. Sahih hadislerin de değişik senedîerini göstermek suretiyle onların sıhhatini pekiştirir, onlara âlî îsnad temin eder.

Ancak, farklı senedleri gösterilen hadislerin daima aynı metne sahip olduğu da düşünülmemelidir. Bazan metinde hatta mânâda farhlıklar görülebilir. [367]

Müstedrekler gibi müstahrecler de daha ziyâde Buhârî ve Müslim'in sahihleri üzerinde yoğunlaşmıştır. [368]

Müstahreclerdeki her sened mutlaka sahih olmayabilir. Çünkü bu, müstahric'e göre sahihtir ama genel bir değerlendirmede zayıf çıkabilir. Asi kabul edilen kitabın «sahih»liği, müstahrecteki her yeni senedin de mutlaka sahih olmasını gerektirmez. [369]

el-İsmâilî (371/982) ve el-BurkânV nin Buhârî üzerine müstahrecler i; Ebû Avâne (316/928)'nİn Müslim üzerine müstahreci ve Ebû Nuaym (430/1038)'in Sahihayn üzerine telif ettiği müstahreci bu alanda meşhurdurlar. Tabiatıyla bu müstahrecler da asıl olarak kabul ettikleri Sahihân gibi cami' niteliğin dedirler.

Pratik herhangi bir faydasının düşünmediğimiz için herhangi bir müstahreç çalışmasını ayrıca tanıtmayacağız. [370]

 

B. Özel Sistemle Meydana Getirilmiş Eserler

 

Tasnif devri sonrasında ilk dikkati çeken çalışma, onlardan yapılan seçme hadislerin belli bazı grublar içinde birleştir ilmesidir. Bu seçim ve tertib sırasında, senedlerin ya tamamen ya da şahabı râvî dışında hazfedilmesi gibi bazı işlemler daha söz konusu olabilmektedir.

Aslî kaynaklardan seçilen hadisleri böyle belli sıhhat gruplarına ayırmak, o hadislerin seçildiği kaynakları da.aynı açıdan sınıflandırmak anlamına gelecektir. Bu yüzden de kabul edilebilmesi için grublandırmanınn oldukça ciddi ve titiz bir anlayışla yapılması zarurîdir. Zira bilindiği gibi hadis kaynakları, değişik sıhhat derecesine sahip hadisler ihtiva etmektedirler. Bu çeşitlerden sadece bir tanesinin kaynağı izlenimini verecek grublandırmalar yanıltıcı olacaktır.

Bu kısımda biz böyle bir çalışmanın olduğu kadar, hadislerde senedi tamamen hazfeden ilk teşebbüsün de örneğini ve üzerinde gerçekleştirilmiş bir eseri tanıtacağız : Mesâbihu's-sünne ve Mişkatu'l-Mesâbih...[371]

 

1. el-Beğavî ve Mesâbîhu's-sünne'si

 

«Muhyi's-sünne» ve «ruhnüddin» diye anılan Ebû Muhammed el-Huseyn b. Mes'ud el-Ferrâ el-Beğavî (516/1122), fakih, muhaddis ve müfessir olarak bilinmektedir. Kendisine Merv ile Herat arasında bir yer olan Bağ veye Bağşur' a nisbetle el-Beğavî denilmiştir.

Fıkıhta et-Tehzîb fi'İ-furû; tefsirde Meâlimu't-tenzîl; hadiste de Şerhu's-sünne, el-Cem' beyne's-Sahihayn ve Mesâbîhu's-sünne adlı eserleri meşhurdur.[372]

Mesâbîku 's-sünne

Îl-Beğauî, âbidlerin elinde Allahm kitabından sonra sünenlerden oluşan bir nasip kaynağının bulunması ve onlara taatlarında böylece yardımcı olmak maksadıyla, ulemanın kitablarına dercettiği hadislerden derlemek suretiyle bu kitabı meydana getirdiğini belirttikten sonra kitabının özlelliklerini şöyle anlatmaktadır:

«Hadis imamlarının nakline itimad ederek ve uzatmaktan sakınmak maksadıyla hadislerin senedlerini (tamamen) terketti. [373]Bazan -herhangi bir mucip sebebe mebnî- sadece hadisi Hz. Peygamberden nakleden sahâbinin ismini verdim.

Her babın hadislerini sihah ve hisan diye iki kısma ayrılmış bulacaksın. Sıhah ile Buharı ve Müslim'in Cami' lerinde ya ikisinin birlikte ya da sadece herhangi birinin tahriç ettiği hadisleri kasdetmekteyim. Hısan ile de Ebû Davud, Tirmizî ve öteki hadis imamlarının kitablanndaki hadisleri kasdetmekteyim ki, çoğu, âdil râvîlerin birbirlerinden nakli olmak bakımından sahihtirler. Ne var ki, bunlar, isnadlarının ulviyeti açısından Şeyhân 'in şartlarına tam uygunluk derecesine ulaşamamışlardır. Zaten ahkâmın ekseriyeti de hasen tariklere sahip hadislerle sabit olmuştur. Zayıf veya garîb olanlara mutlaka işaret ettim. Münker ve mevzu hadisleri ise, hiç almadım. [374]

Hemen işaret edelim ki, el-Beğavî tarafından yapılan bu sıhah ve hısan ayrımı kaynakarı açısından pek hoş karşılanmamış ve tenkid edilmiştir. [375]

Mesâbîhu's-sünne, sünen tertibin dedir. 4931 hadis ihtiva[376] etmektedir. (Bu rakam tahkikli 1987 Beyrut baskısı rakamıdır.)

Mesâbîh, kütüb-i sitte ve Dârimi' nin Sünen 'ine dayanmaktadır. [377]

Mesâbîh Üzerinde Yapılmış Çalışmalar.

el-Albânî, Mesâbîh 'e bir çok şerh yazılmış olduğunu belirttikten sonra üç tanesini tanıtmaksızm ismen vermektedir.[378]

Ebu Hafs Ömer b. Ali el-Kazvînî, Mesâbîh 'teki hadislerden 20 kadarının uydurma olduğunu iddia etmiş, îbn Hacer el-Askalânî (852/1448) de bu hadisleri savunmuştur. Îbn Hacer'in bu risalesi, mesâbih 'in 1987 baskısı başında ve biraz sonra tanıtacağımız Mişkâtu'l-Mesâbîh 'in III. cildi sonunda[379] neşredilmiştir. Mesâbih 'i esas alan çalışmaların en önemlisi Mişkâtu 7-Mesâbîh 'tir.[380]

 

2. et-Tebrîzî ve Mişkâtu'l-Mesâbîh'i

 

Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Hatîb et-Tebrîzî (737/1336) Mesâbîh 'e toplam 1511 hadis ziyade etmek suretiyle Mişkâtu'l-Mesâbîh adlı eserini meydana getirmiştir.

Hatîb Tebrîzî, Beğavî'nin senedsiz zikrettiği hadislerin râvî ve kaynağını göstermek ve hemen hemen her bâb'ı üçfasl 'a çıkarmak suretiyle Mişkat' ı telif etmiştir.

1. Fasıl : Begâvî 'nin sıhah dedikleri. Bunlar, Buharı ve Müslim 'in y: birlikte ya da ayrı ayrı kitablarına aldıkları hadislerdir. Aynı hadisi tahriç eden Öteki hadisçilere işaret etmeye gerek duyulmamıştır.

2. Fasıl: Beğâvî 'nin hısan dediği hadislerden meydana gelmektedir.

3. Fasıl : Bu da ait olduğu bâb'a uygun düşmesine rağmen Beğâvî 'nin Mesâbîh 'e almadığı hadislerden oluşmaktadır. Hatîb Tebrîzî 'nin yaptığı ilâvedir. Hatîb, her ne kadar Beğâvî gibi merfu' hadisleri seçmek üzere bir eğilim göstermemişse de usulde Beğâvî' ye tam tamına bağlı kalmıştır.

Ayrıca Hatîb Tebrîzî, birinci ve ikinci fasıllarda, diğerinde olması gerekirken sehven bir başkasına alınmış olan hadisleri de bulunmaları gerekli yerlere koymuştur. Ancak Mesâbîh 'in genel bâb yapısında takdim-te'hir gibi bir yola girmemiştir.

Mişkât, aslı olan Mesâbîh 'ten daha fazla rağbet görmüştür. Alimler okumak, okutmak ve şerh yazmakla Mişkât'a olan güvenlerini göstermişlerdir. Mişkâtu'-Mesâbih'in en meşhur şerhi Aliyyulkârî (1014/1605) tarafından kaleme alınmış olan «Mirkâtu'l-mefâüh şerhu Mişkâti'l-Mesâbîh »tir. 5 cild halinde matbu'dur. Muteber bir şerhtir.

Mişkâtu'l-Mesâbîh, Hindistan 'da, Rusya' da ve Dimaşk' ta bir çok kereler müstakil olarak ve Mirkâtu'l-mefâtîh ile birlikte basılmıştır. İngilizceye tercüme edilmiş ve Kalküta'da 1809'da ne şrecl'l mistir.

En son Muhammed Nâsirudin el-Albânî 'nin tahkiki ile 1961'de Dımaşk'ta, 1979'da da Beyrut'ta ikinci kez basılmış bulunmaktadır.

el-Albânî neşrinin sonunda hadislerin alfabetik fihristinin verilmiş olması, Mişkât'ta mevcut (ilk kelimesi bilinen) herhangi bir hadisi bulmak açısından oldukça kolaylık sağlamaktadır.[381]

 

C. Derleme («Cem'») Niteliğindeki Hadîs Eserleri

 

Temel hadis eserlerinin tasnifinden kemen sonra gündeme gelen bir ilmî mesaî türü de ayrı müelliflerce ve ayrı amaçlar doğrultusunda meydana getirilmiş eserlerdeki ortak nitelikli hadisleri bir araya toplamak suretiyle geniş çaplı kitaplar telif etmek olmuştur. Bu çalışma Buhârî ve Müslim'in Sahihlerini bir araya getirmekle başlamış daha sonraları kütüb-i sitte ve hatta bütün hadis külliyâtındaki hadisleri bir araya getirmeye kadar uzanmıştır.

Muhammed b. Ebi Nasr el-Humeydî (488/1095) ile başlayan Sahihayn'ı cem' faaliyeti bu sahada 10 kadar eseri Hadis Edebiyatına kazandırmış bulunmaktadır.[382] Bu on kadar eserin içinde sadece el-Humeydi'ninki ale'r-ricâl sisteme sahiptir. Diğerleri, Buhârî ve Müslim gibi ale'l-ebvâb sistemi oluşturulmuşlardır.

Daha sonra el-Humeydî gibi yine bir Endülüslü âlim Ebu'l-Hasen Rezîn b. Muaviye el-Abderî es-Serakostî (535i1140), İbn Mâce'nin Sünen'i yerine İmam Malik'zı Muvatta'mi koyarak kütüb-i sitte'nm hadislerini el-Cem'u beyne'l-usûlis-sitte adıyla bir araya toplamıştır. "et-Tecrid li's-Sıhah ve's-Sünen" bk. Kettânî,-s. 174-175.]

Biz bu derleme ya da birleştirme («cem») edebiyatından, bilhassa konusu bilindiği zaman hadis bulmakta yardımcı olabiecek nitelikte ve matbu olmaları dolayısıyla Câmi'u'1-usûl ve Kenzu'l-ummâl'i tanıtacak bu türden mutedâvil olan bir iki esere de kısaca temas edeceğiz.[383]

 

1. Câmi'u'l-usûl li ehâdisi'r-Rasûl

 

Mecdüddin Ebu's-s-Saadât Mübarek b. Muhammed Îbnu'l-Esîr el-Cezerî (606/1209), Rezîn b. Muâviye' nin yukarıda kısaca niteliğine değindiğimiz eserini esas alarak bu kitabını yazmıştır.

Müellif eserini mebâdî, mekâsıd ve havâtîm diye isimlendirdiği üç ana bölüme ayırmıştır.[384]

Mebâdî kısmı 25-205. sayfalar arasında yer alan mufassal ve mükemmel bir mukaddime ve hadis usûlü özetinden oluşmaktadır. Bu bölümden öğrendiğimize göre; asıl amaçları hadisleri hıfz ve isbat etmek, yalan ve uydurmaları ayıklamak, sened ve ricale dikkat etmek olan mutekadimûnun eserleri üzerinde daha sonraki âlimler, tertib değişikliği ihtisar-takrîb, cem've şerh gibi bir takım yeni ilmî faaliyetlerle hadis ilminin intişar ve inkişâfına hizmet etmişlerdir. Bunlardan Rezîn b. Muâviye (535/1140), Muvatta, Sahihân, Tirmizî, Ebû Davud ve Nesâî' nin Sünen "lerindeki hadis metinlerini şerh ve tefsirden uzak olarak bir araya getirmiştir. Rezin'in, bir çok hadisi, asıl bulunması gerekli babların dışındaki bablara yerleştirdiğini, bir çok hadisi mükerreren verdiğini, bir çoğunu da terkettiğihi gören müellif, onu yeniden tertib ve düzene koymayı terkettiklerini ilave etmeyi, mükerrerleri bire indirmeyi ve garib kelimeleri de açıklamayı uygun bularak çalışmaya başlamıştır.

Senedleri, sahâbî râvî dışında tümüyle hazfeden müellif, hadis metinlerinin başına, sahihayn, Muvatta', Tirmizî, Ebû Davud ve Nesâî sırasıyla[385] bu müelliflerin isim ve eserlerine en çok delâlet edeceKharflerden seçtiği kısaltmalar {«remz »)[386] koymuştur. Hadis metinlerinin sonuna da o hadisi kitabında zikr («tahriç») etmiş olan müellifin ismini «ahracehu'l-Buhâri » gibi açıkça kaydetmiştir. Fazla gibi görünen bu işlemin gerekçesini de zaman içinde, yıpranmadan dolayı remizlerin kaybolması halinde müstensih (veya nâşir)lerin o kısaltmaları yenileyebilmelerine («tecdîd») imkan vermek olarak açıklamıştır.[387] Bu, fevkalâde takdire değer bir ilmî hassasiyettir.

Ayrıca Rezîn 'in kitabında bulunduğu halde, Îbnu'l-Esîr' kütüb-i sitte'de bulamadığı hadisleri de kısaltma yeri boş, olarak kaydetmiştir. Nüsha farklarından doğmuş olma ihtimali bulunan bu farklılıgm zamanla ele geçecek başka nüshalarda görülerek tamamlanabileceği ümidi ile bu yolu tercih etmiş, tam bir ilmî anlayış ve uygulama sergilemiştir.

Câmi'usûl, merfu ve mevkuf hadislerden oluşturulmuş, Tâbiûn ve daht sonrakilerin görüşleri ise, çok nâdir olarak zikredilmiştir. [388]

Hadisleri, ağırlıklı şekilde temas ettikleri bablarda vermiş, tekrar etmemeye, konuları mümkün mertebe bütün detaylarıyla bir araya toplamak suretiyle tam bir bütünlük sağlamaya çalışmıştır.

Câmiu'l-usûl, alfabetik bir sisteme sahiptir. Ancak alfabetik sistem,hadis metinlerinde değil, kitab (bölüm) isimlerinde uygulanmıştır. Kitab isimleri de kelimenin aslî harflerine göre değil aslî veya zâid olsun görünen İlk harfine göre tanzim edilmek suretiyle iyice pratik hale getirilmiştir. Sadece lâm-ı tarif 'leri hiç nazarı itibara almamış onları yok kabul etmiş, ondan sonraki harflere göre sıralama yapmıştır. Meselâ; îslâm, îmân, îlâ, Aniye kitablarımn yanında aslî harfi itibariyle da olması gereken îhyâ da olması gereken i'tisâmı da hemzemde vermiştir.

Böylesine oldukça kolaylaştırılmış bir sistemi binemsemesini de müellif hadis kitablarımn avam-havas, âlim-câhil herkes tarafından okunmakta olması ve herkesin kelimenin aslî harfinin hangisi olduğunu bilemeyeceği ihtimali ile açıklamakta, oldukça gerçekçi davranmaktadır. [389]

Ana konunun yan başlıkları, ilk harfleri itibariyle başka harflerde olmalarını gerektirse bile, konu bütünlüğü açısından onları en çok alakalı olan bölümde zikretmiş, alfabetik sistem gereği bulunması lâzım gelen yerde de o babın geçtiği yere atıfta bulunmuştur. Meselâ ,Cihad konusunun ayrılmaz bahislerin kabul ettiği ganimetler, fey, ğulûl, nefl, hums ve şehâdet gibi konuları kitâbu'l-cihâd 'in bulunduğu cim harfinde vermiş; bu kelimelerin

başındaki harf ile ilgili yere gelince, bahsin sonunda «gulûl ve ganimetler kitabu'l-cihâd'da geçti » şeklinde bir atıf cümlesi koymuştur. [390]Câmi'ul-usûl' den faydalanmak isterken bu hususiyetinin göz Önünde bulundurulması gerekir.

en-Nihâye fi ğâribi'l-hadîs gibi değerli bir eserin de müellifi olan İbnu'l-Esir, hadis metinlerinde geçen ğarib kelimeleri kısa kısa açıklamıştır. Ancak aynı açıklamanın hadisin geçtiği her yerde tekrar etmemesi veya atıflarla kitabın doldurulmaması için, kelime açıklamalarını her harfin sonunda bir arada vermiştir. Fakat eserin baskısı sırasında, her ğarib kelime hangi hadiste geçiyorsa, açıklaması da hemen orada verilmiş, pratiklik hatırına, müellife rağmen tekrara rıza gösterilmiştir. [391]

Abdulkâdir el-Arnavud' un tahkik ve tahrici ile 11 cild halinde basılmış olan nüshadaki rakamlamaya göre Cami'u'l-usyl' de 9523 hadis bulunmaktadır.

Müellif, konusu itibariyle müşterek veya münferid konulu gözükmesine rağmen, alfabetik sistemde herhangi bir bölüme yerleştir eme diği hadisleri en sonda Kitâbu'l-levâkık adıyla müstakil bir bölümde toplamıştır bk. XI. 685/704.

Îbnu'l-Esîr, Sahihayn' daki hadisler konusunda, yukarıda kendisinden söz ettiğimiz el-HumeydV nin el-Cem'u beyne's-Sahihayn'ına, öteki eserler konusunda da kendisinin okuduğu nüshalara itimad etmiştir. Hadislerin lafızlarını daha çok Buhârî ve Müslim 'den yermiş, fakat öteki kaynaklarda önemli farklılıklar varsa onuda ayrıca kaydetmiştir.

Câmi'u'l-usûl' un Mısır' da 1368/1949'da Muhammed Hamid Fakı' nin tahkiki ile 12 cild halinde yapılan baskısı, eserin bir bölümünü içermemektedir. Bazı iashif ve tahrifler de söz konusudur. [Hadis sayısı 9483'-tür.]

Abdulkâdir el-Arnavud' un tahkiki ile 11 cild halinde Şam'da 1969-74 yılları arasında gerçekleştirilen baskısı daha tam ve kullanışlıdır.

Câmiul'-usûl üzerinde Îbnu'd-Deyba' diye meşhur olan Abdurrahman b. Ali (950/1543) Teysiru'l-vusûl ilâ Cami'i'l-usûl[392] adıyla bir ihtisar çalışması yaparken, Mecduddin Firuzâbâdî (817/1414) de «Teshîlu'l-tariki'l-vusûl ile'l-ehâdisi'z-zâide alâ Cami'i'I-usûl » adıyla bir zevâid[393] meydana getirmiştir.

Câmiu'l-usâl K. Sandıkçı; Teysîru'l-vusûl da î. Canan beyler tarafından Türkçeye terceme ve şerhedilmiştir.[394]

 

2. Ali el-Muttckî ve Kenzul-ummâl'i

 

Yukarıda da işaret etiğimiz gibi derleme («cem») çalışmaları, nihayet bütün hadis külliyâtım bir araya getirme teşebbüsüne kadar uzanmıştır. Bu gayreti Celaleddin es-Suyûti (911/1505)'de görmekteyiz.

Suyûtî, vefatı dolayısıyla ikmâline muvaffak olamadığı Cem'u'l-cevâmi adlı eserinde hadisleri iki ana gruba ayırmıştır.:

1. Kavli hadisler: Bunları alfabetik sıra ile vermiş ve her hadisin sonunda onu kimlerin kitablarına almış olduklarını ve kimlerin o hadisi rivayet ettiğini kaydetmiştir (el-Cami'us-sağir' de görüldüğü tarzda).

2. Fiilî veya hem fiili hem de kavlî hadisler: Bunları da sahabe isimlerinin alfabetik sırası içinde vermiştir. Sadece aşere-i mübeşşere'yi Öne almıştır. Sahâbîleri de isimler, künyeler, ismi bilinmeyenler («mübhem»), kadınlar, merâsil şeklinde bir sıralamaya tabi tutmuştur.

Suyûtt, bu eserinde «bütün hadisleri» toplamayı amaçladığı belirtmekte ise de el-Münâuî (1031/1622) bu sözün, «onun görebildiği bütün hadisler» anlamında kabul edilmesi gerektiğini, yoksa «hadis olarak ne var ne yok hepsini toplamak» anlamında olamayacağını açıklamaktadır Doğrusu da budur. [395]

Daha sonra Alaeddin Ali el-Muttakî (975/1567), Suyûtî'nin Cem'u'l-cevâmi' ve el-Cami'u's-sağîr' ini alel-ebvâb sisteme aktarmak ve (Câmi'u'l-usûl' de olduğu gibi) kitab isimlerini alfabetik sıra içine koymak suretiyle Kenzu'l-ummâV i meydana getirmiştir

Kenzu'l-ummâl, el-Muttakî' nin daha önce ayrı ayrı yaptığı çalışmaların bilâhqre birleştirilmesi ile oluşturulmuştur. Eser bu haliyle, üst kapakta belirtildiğine göre 40.000'e yakın hadis ihtiva etmektedir.[396]

Ali el-Muttekî eserini bizzat kendisi seçmiş ve bu seçme, Müntehabu Kenzi'l-ummâl adıyla Ahmed b. Hanbeî'in Müsned'i kenarında basılmıştır. Müellif bu intihab ve ihtisarında yaklaşık olarak Kenzu'l-ummâl 'in üçte birini (15.000) hazfetmiştir. Bunlar mükerrer hadislerdir. [397]

 

3. M. Ali Nâsif ve et-Tâcu'1-câmi'i

 

Ezher Üniversitesi âlimlerinden Mansâr Ali Nâsıf tarafından 6 yılda (1341-1247/1922-1928) meydana getirilen et-Tacu'l-câmı, fıkıh bablarına gö­re Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî ve Nesâî' nini kitablanndan seçilmiş hadisleri ihtiva etmektedir.

Müellif, bu beş kitapta hadis bulamadığı konulara dair rivayetleri Şafiî' nin ve Ahmed b. Hanbel' in Müsned 'lerinden, İmam Mâlik' in Muvatta mdan, îbn Mâce' nin Sünen 'inden ve Hâkim 'in Müstedrek' inder tamamlamıştır. [398] Bu durumu da yerinde açıklamıştır.

et-Tâc dört ana bölümden oluşturulmuştur:

1. îman, ilim ve ibâdât

2. Muamelât, ahkâm ve adat ıbüyu', nikah, taam, libas, tıb.. vs.)

3. Fedail, tefsir ve cihad

4. Ahlâk ve sem'iyyât (edeb, zühd, ezkar, fîten, kıyamet vs.)

Müellif eserini, aynı türden kabul ettiği Mesâbîhu's-sünne, Teysiru'l-vüsûl ve îbn Teymiyye 'nin el-Müntekâ 'sı ile kıyaslamakta ve bu üç kitabtan farkını şöyle dile getirmektedir:

Mesâbîh ,'te hadisler ravisiz ve kaynaksız olarak verilmiş olmasının yanında Tefsir bölümü de hiç yoktur. Teysiru'l-uüsûl, Câmiul-usûl' ün muhtasarıdır ve kitab isimleri alfabetik olarak sıralanmıştır. Fıkhı bir tertibi yoktur. el-Müntekâ ise, sadece ahkâm hadislerini ihtiva etmektedir. Fedail, tefsir, ahlâk ve sem'iyyât konulan yoktur.

Müellif et-Tâc' ı bu üç eserin noksan yönlerini giderecek şekilde, hadisleri sahabî râvisi ve beş eserden hangisinde bulunduğunu belirterek, fıkıh kitabları tertibinde ve tüm bölümleri içerecek şekilde telif ettiği belirtmekte ve bu yüzden de eserinin ulemâ arasında itibar gördüğünü kaydetmektedir.[399]

İstek üzerine eserine Gâyetü'l-mem'ûl', şerhu't-Tâcı'l-câmi li'l-usûl adıyla kısa bir de şerh yazan müellif her nedense hadislere rakam koymadığı gibi toplam sayısı hakkında da bir açıklamada bulunmamıştır. Modern bir çalışmada bu hususun ihmal edilmiş olması önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır.

et-Tâc, 5 cild halinde bir kaç kez Mısır'da basılmıştır. Ofset usulüyle İstanbul'da da üç ayrı yayınevi tarafından basılmış bulunmaktadır.

Ayrıca et-Tâc Türkçeye de çevrilmiştir.[400]

 

D. Zevaid Edebiyatı

 

Hadis Edebiyatı içinde, bir kitabın, bir başka hadis eseri ile karşılaştırılıp birincinin ikinciden fazla olarak ihtiva ettiği hadislerin bir araya getirilmesi sonucu oluşan yeni eserlere «Zevâid Kitapları» denir.

Bu karşılaştırma her zaman iki eser arasında, cereyan etmez. Bazan bir hadis eserinin birden çok kitabla karşılaştırması yapılır ve onlardan farklı ve fazla olarak ihtiva ettiği hadisler tesbit edilir.

Bu özellikleriyle zevâid kitaplarına eserlerin ilk örnekleri olarak bakabiliriz. mukayeseli çalışma» mahsulü öte yandan zevâid edebiyatının bir çeşit «ikmâl çalışmaları» olduğu da açıktır. Zira hadis külliyâtında ne kadar hadis bulunduğu sorusuna zevâidler aracılığı ile belli bir cevap verilebilir. Nitekim bu hedefe yaklaşmak için, ulemâ önce tek tek tesbit ettikleri belli kitablara ait zevâidleri sonradan bir araya toplayarak büyük hacimli mahsûller meydana getirmişlerdir.

Hadis Edebiyatı içinde hemen her tür çalışmada olduğu gibi zevâid tesbitinde de daima kütüb-i sitte mihrak olarak kabul edilmiştir.

Ale'l-ebvâb tasnif edilmiş bir eserin kütüb-i sitteye zevâidinde olduğu gibi ale'r-rical tasnife tâbi tutulmuş bir müsned'in kütüb-i sitteye zevâidi tesbit edilirken de alel'-ebvâb bir çalışma yapılır. Yani, zevâid edebiyatı musannef türüne dahildir.

Dokuzuncu hicrî asırda literatürdeki yerini almaya başlayan Zevâid Edebiyatının bugün elde mevcut ve mütedâvil en hacimli iki tanesini tanıtacağız .[401]

 

1. el-Heysemî ve Mecmeu'z-zevâid'i

 

Hafız Nureddin Ebu'l-Hasen Ali el-Heysemi (807/1404) tarafından önce ayrı ayrı Bezzâr, Ebu Yala ve Ahmed b. Hanbel' in müsnedleri ile, Taberânî nin üç mu'ceminin kütüb-i sitteye zevâidi tesbit edilmiş sonra hocası Zeynuddin el-lrâkı' nin teklif ve işareti ile, senedleri hazfederek bu altı kitabın zevâidi Mecmeu'z-zevâid ve menbe'u'l-fevâid adıyla bir araya getirilmiştir. [402]

Mecmeu'z-zevâid 10 cild halinde basılmış bulunmaktadır

Heysemî , senedleri hazfetmiş fakat her hadisin sıhhat durumuna dair hadis metinlerinden sonra açıklamada bulunmuştur.

Müellifin, bundan başka Ebû Nuaym' in Hilye' si, Temmam b. Necih 'in Fevaid' i, İbn Hıbbân' in Sahih' i, Haris b. Ebî Üsame' nin Müsned' i içir yazdığı 4 zevâidi daha bulunmaktadı[403]

Kettânî ve ondan naklen Ebu Zehv, Mecmeu'z-zevâid' i, «hadis edebiyatının en faydalı, benzeri az bulunur ve bir eşi şimdiye dek tasnif edilmemiş» bir örneği olarak takdir ve tavsif etmektedir. [404]

 

2. İbn Hacer ve el-Metâlibu'1-âliye'si

 

el-Hafız İbn Hacer el-Askalanî (852/1448) tarafından kaleme alınmış olan el-Metâlibu'l-âliye bi zevâidi'l-mesânîdi's-semâniyye » Habîburrahman el-A'zamV nin tahkiki ile 4 cild halinde basılmış bulunmaktadır. [405]

et-Tayalîsî (204/819), el-Humeydî (219/834), İbn Ebî Ömer el-Adenî (243/858), Müsedded b. Müserhed (228/843), İbn Meni' (244/858), İbn Ebî Şeybe (235/849), Abd İbn Humeyd (249/863), İbn Ebî Usâme (282/895)'den oluşan sekiz musannıfa ait müsned lerin kütüb-i sitteye zevâidini ihtiva eden eserde muhakkikin tesbitine göre 4702 hadis yer almaktadır.

Hadis ilmi ve edebiyatında müstesna bir yere sahip bulunan müellif İbn Hacer, hadislerin sıhhat durumu ve senedler hakkında bilgiler de vermektedir. Ayrıca tahkikli bir baskısının yapılmış olması da eserden güvenle faydalanmayı mümkün kılmıştır.

Kütüb-i sitteye bu iki zevâidi de eklersek toplam olarak 20 hadis kitabından faydalanma imkânı doğmuş olmaktadır. Bu 20 eserin her birini ayrı ayn elde etmenin günümüz şartlarında ne kadar fedakârlık istediği ise açıktır. Üstelik el-Heysemî ve İbn Hacer rin, zevâidîerini topladıkları eserlerden bir kısmı basılmış da değildir.

Eseri tahkîk eden Habiburrahman el-A'zamî, hadisin sahih, hasen veya râvilerinin sika olduğunu ilk bakışta anlamak için hadis rakamlarını başına yuvarlak bir yıldız işareti koymuştur.[406]

 

E. Belirli Konulara Ait Hadis Edebiyatı

 

Hadis tarihi içinde görülen mutlu bir gelişme de belli konu veya belli maksatlara yönelik müstakil eserlerin kaleme alınmış olmasıdır.

Biz burada bahse mevzu ettiğimiz müstakil eserlerin bilhassa sünnet'in hayata intikalini sağlamak amacıyla telif edilmiş olanlarını tanıtmaya çalışacağız. Zira Hadis Edebiyatı içinde bütün müslümanlann hayatını doğrudan ve yakından ilgilendiren eserler bunlardır.

Özellikle, İslâm ahlâkını elde edebilmek bakımından, va'z, nasihat, sohbet ve konferanslarda söz konusu edilecek sünnet malzemesi bu eserlerde bir araya getirilmiştir. Konuların terğîb ve terhîb yönlerimde gereken ağırlık verilmiştir. Halk eğitimi ve cemaat yetiştirmek için oldukça önemli olan bu eserlerin başında İmanı Buharı (2561870)'nin el-Edebu'1-müfred'i gelmektedir.  [407]                                                                                    

 

1. el-Buhârî ve el-Edebul-müfred'i

 

İmam Bûhârî (256/870)[408] ahlâkî hadisleri Sahih 'nin, Concordance 'a göre, 78. bölümünde Kitâbu'l-edeb başlığı altında toplamıştır. Bu bölümde Buhârî   meseleleri 128 bab başlığı altında vermiştir.

Ancak İmam Buhârî, ahlak ve âdâb'a ait hadisleri daha geniş olarak müstakil bir eserde toplamak istemiş ve el-Edebu'l-müfred 'ini telif etmiştir. O'nun bu eseri değişik tarihlerde Hindistan, [409]İstanbul[410] ve Mısır'da[411] basılmıştır.

Muhammed Fuad Abdülbâkî, el-Edebu'l-müfred 'in bab ve hadislerini numaralamış, hadislerin öteki kaynaklardaki yerlerini göstermiştir. Ayrıca Merru' olmayan hadisler için, hadis rakamından sonra parantez içinde («Eser») anlamına gelmek üzere harfi koymuş ve bunları da ayrıca numaralamıştır. Bu rakamlamalara göre el-Edebu'l-müfred 'de 644 bab, 383'ü eser olmak üzere taplam 1322 hadis yer almaktadır. Bu rakamlardan da anlaşılacağı gibi, her babta aşağı yukarı 2 hadis bulunmaktadır.

Anne-babaya iyilik etmeyi emreden el-Ankebût (29), 8. âyetiyle ilgili bab ile başlayan kitab, «Kin duyman, düşmanının ölümünü temenni edecek derecede olmasın» anlamındaki Hz. Ömer'e ait bir tavsiyeden oluşan 644. bâb ile sona ermektedir.

el-Edebu'l-müfred 'e Hintli Fazlullah el-Gılânî iki cildlik bir şerh yazmış ve fihristler hazırlamıştır.

Eseri türçeye tercüme eden Fikri Yavuz, tercümede bu şerhten istifâde etmiştir. Eser «Ahlâkî Hadisler » adıyla iki cild halinde istanbul'da 1974'de basılmıştır.

Kısaltma maksadıyla hadislerin senedleri sahâbî râvîden itibaren tercüme edilmiştir. Hiç kuşkusuz böyle bir uygulama oldukça garibtir. (Metinde mevcut, tercemede olmayan kısımlar okucuyu şaşırtıcı olacaktır. Zaten bir çokları da mütercimin başlangıçtaki açıklamasını okumayacaktır.) Sahâbî râviler ilk geçtikeri yerde kısaca tanıtılmaktadır. Sonundaki fihristler eseri kullanışlı hale getirmiştir.

Beşerî ilişkilerde uyulması gerekli kaideleri öğrenmek isteyenler için oldukça faydalı ve pratik bir eserdir.[412]

 

2. el-Münzirî ve et-Terğîb ve't-terhîb'i

 

Kısaca el-Milnzirî (656/1258) diye tanınan Abdülazîm b. Abdilganiy b. Abdillah, Ebû Muhammed Zekiyyuddin el-Münzirî, 581'de doğdu.

Mekke, Dimeşk, Harran, Ruha ve İskenderiye'de ilim tahsil etti.

Kendisinden ed-Dimyâtî, Ebu'l-Hüseyn el-Yûnînî, Takiyyuddin îbn Dakîkı'l-iyd gibi zatlar rivayette bulundular ez-Zehebî, Tezkira, IV, 1437

«Şerhu't-Tenbih », Müslim ve Ebu Davud' un eserlerine yaptığı ihtisarları vardır. Zehebî, «Devrinde ondan daha üstün hafız yoktu» der.

Tacûddin es-Sübkî, el-Münzirî' yi tanıtırken şunları söyler: Hocalık yaptığı Kamiliyye Daru'l-hadis' inde ilim ve ibâdetle meşgul olur, cuma namazları dışında hiç dışarı çıkmazdı. Hatta, âlim ve hâdisçi olan oğlu vefat ettiği zaman, oğlunun cenaze namazını medresenin içinde kıldırmış, kapıya kadar cenazeyi teşyi1 etmiş, göz yaşları arasında «Oğlum, seni Allah'a havale ediyorum» demiş, tekrar ilim ve ibâdetine dönmüştür. Teşyi' için mezarına kadar bile gitmemiştir.[413]

Bu ölçüde ilim ve ibadete düşkün olan el-Münzirî' nin en meşhur eseri hiç kuşkusuz, et-Tergîb ve't-Terhîb mine'l-hadisi'ş-şerîf »idir.

Ebu Zehv' in belirttiği gibi[414] et-Tergîb, derleme («cem») ve hadislerin sıhhat derecelerini açıklama açısından[415] en iyi teliflerden biridir. Bu yüzden de günümüze kadar vaiz ve mürşidîerin büyük bir çoğunluğu ona itimat etmiş ve kullanmışlardır. Bugün de irşad hizmetlerinin temel kitablanndandır.

Bu durum, kitabın telif maksadıyla tam bir paralellik arzetmektedir. zira el-Münzirî ; «Zühd ve takva hususunda gayret sahibi öğrencilerden biri benden, tergîb ve terhîb konusunda, senedsiz ve illetlerle ilgili uzun açıklamalardan arındırılmış derli-toplu bir kitab yazmamı istedi. Ben de bir taraftan istihare yaptım. Bir yandan da bu işi isteyene güçlük gösterdim. Niyetinin sağlamlığı ve ihlasının tamlığına kesin kanaat getirdikten sonra bu hacmi küçük faydası büyük kitabı... yazdım»[416] demektedir.

Bir konunun tergîb ve terhîb («teşvik ve uyarı») yönlerini dile getiren hadisleri iki grubta toplamak suretiyle önce tergîb sonra terhib'i ilgilenderin hadisleri vermiş, baştan sona kitab bu tertib ile telif edilmiştir.

Sahabî ravisi verilen hadislerden sonra, onların meşhur ve muteber hadis kaynaklarının hangilerinde bulunduğu, -ekseriya müellif ismi olarak-belirtilmiştir. Hadislerin sıhhat durumlarına işaret edilmiştir. Yalnızca «sahih» hadisleri toplayan kaynaklarda bulunan hadisler için ayrıca bir değerlendirmeye gerek görülmemiştir.

Münzirî, senedleri kaldırmasını şöyle savunmaktadır: «Sened zikretmekten asıl maksat, hadisin sahih mi, hasen mi, yoksa zayıf mı olduğunu bilmektir. Oysa, senedi görerek bu konuda bir kanaat sahibi olmak, ancak konunun mütehassısları için mümkündür. Böyle olunca senedi hazfedip onun yerine sıhhat durumunu açıklamak.okuyucu çoğunluğu açısından daha pratik ve daha faydalıdır. [417]

Kitabdaki hadisler baştan sona a. 'an,

b. Ruviye, lafızlarryla başlamaktadır. Müellif bu durumu açıklamıştır. Özeti şudur :

Hadisin senedi sahih, hasen veya bunlara yakın («mukarib ») ise «anrivayet lafzı ile sevkedilmiştir. Yine Mürsel, munkatı', mu dal ise veya senedinde mübhem bir râvi varsa, ya da güvenilir olduğu belirtilmiş zayıf bir râvi bulunursa, yahut da bunun tam tersi olursa yani zayıf olduğu söylenen güvenilir bir râvisi varsa, bu tür hadisler, öteki ravileri sika olmak şartıyla 'an rivayet lafzıyla sevkedilmişlerdir. Aynı şekilde mursel iken muttasıl olarak rivayet edilmiş olan hadisler, senedinde zayıf bir râvî olmasına rağmen, o hadisi kitablanna almış olanlardan birinin «sahih » veya «hasen » saydığı hadisler de 'an' lafzı ile dercedilmişler, peşinden de gerçek durumları açıklanmıştır. Kitabın sonunda da, haklarında değişik kanaatlar ortaya atılmış («muhtelefun fîh ») olan râvilere alfabetik bir bölüm tahsis edilmiş, kimler tarafından nasıl cerh ve ta1 dil edildikleri özetle ifâde edilmiştir.[418]

Senedinde, «yalancı», «uydurmacı» veya bunlardan biriyle itham edilmiş; zayıf olduğunda veya tamamen terkedilmesinde ittifak edilmiş, «zâhibu'l-hadîs », «halik », «sakıt », deyse bi şey », ciddi şekilde zayıf, güvenilir olduğum; söyleyen biri çıkmamış zayıf râvîler var ise , işte bu türlü hadisler ruviye lafzıyla nakledilmiştir. Sonunda râvînin durumu ile ilgili bir açıklama da yapılmamıştır. Zira zayıf senedleri gösteren iki alâmet bulunmaktadır :

1. Hadîsin ruviye lafzıyla sevkedilmiş olması.

2. Sonunda herhangi bir açıklamanın yapılmamış olması. [419]

Kitabtaki hadislerin bu bilgiler ışığı altında değerlendirilmesi, okuyucuyu yanılgıdan koruyacaktır.

et-Terğlb 'deki hadisler, Muvatta, Müsned, Kütüb-i sitte, TaberânV nin üç mu'cemi, Ebu Ya'la'nın Müsned'i, Bezzâr'ın Müsnedi, îbn Hıbban'ın Sahih'i, el-Hâkim'in el-Müstedrek'i îbn Huzeyme'nin Sahih'i, îbn Ebi'd-dünya 'nın kitabları, Beyhakî' nin Şuabu'l-iman ve Kitabu'z-zühd 'ü ve Ebu'l-Kasım el-IsbahanV nin «et-Tergîb ve't-terhîb »inden derlenmiştir. [420]

Hadislere müteselsil numara verilmemiş olduğu için et-Tergîb1 den toplam kaç hadis bulunduğu ayrıca sayımı gerektirmektedir. Bu özellikleri ile et-Terğîb ve't-terhîb, «arasına bir çok apokrif hadis de karışmış»[421] bulunan, mü'minleri iyiliğe sevkedici ve kötülükten ahkoyucu hadislerin, sıhhat durumlarını tesbit ve uydurma olanlarının zararından korunma açısından büyük önem taşımaktadır.

et-Tergîb ve't-terhîb 'in bir çok baskıları yapılmıştır. Türkçe tercemesi yayınlanmıştır.

îbn Hacer el-Askalânî (852/1448) tarafından Tehzîbu't-Tergîb ve't-terhîb adıyla yapılan telhisi basılmış ve türkçeye de tercüme edilmiştir. [422]

 

3. en-Nevevî ve el-Ezkâr'ı

 

Belli konulara tahsis edilmiş hadis eserleri içinde tanıtılması gerekli biri de en-Nevevî (676/1277)'nin asıl adı, Hiîyetu'î-ebrâr ve şiâru'l-ahbâr fi telhisi'd-deavâtı ve'l-ezkârı'l-müstahabbe fi'l-leyli ve'n-nehâr olan kitabıdır. Eser, Ezkâr-ı Nevevî diye meşhur olmuştur,

Şam' a bağlı Neva nahiyesinde dünyaya gelmiş, hadis ve fıkıhta sözü sened kabul edilecek derecede ilmî otorite sahibi olmuş olan en-Nevevî, eserinde, günlük yaşayış içinde yapılacak dua ve zikirlerle İlgili rivayetleri toplamıştır. Aynı işi daha Önce yapmış olan müelliflerden en-Nesâî ve Ebû Bekr b, es-Sünnî (364/974)'nin Amelu'l-yevm ve,'l-leyle' leri de daha dar çerçevede ve aynı mâhiyete matbu1 eserlerdir.[423]

Nevevî, daha önce âlimlerce tasnif edilmiş olan eserlerin senedler ve tekrarlar dolayısıyla uzamış olduklarını, halbuki zamanındaki insanların himmetlerinin azaldığını ve dolayısıyla bu işe ilgi duyacaklar için kolaylık göstermek maksadıyla senedleri hazfettiğini, zaten aslolanmda zikir ve duaların bilinip uygulanması olduğunu belirtmektedir. Senedler yerine hadislerin sıhhat dereceleri ile ilgili bilgi vermeyi daha uygun bulduğunu ve böyle bir girişimin faydasının daha umûmî olduğunu da vurgulamaktadır.

Hadis, fıkıh, Önemli kaideler ve tasavvufî bahislerle ilgili olarak açtığı bablarla okuyucuyu tatmin etmeye çalışan müellif, senedler ve tekrarlar yüzünden kabarmış olduğunu söylediği Önceki eserlerden daha hacimli bir kitab meydana getirmiştir. Ancak verdiği bilgilerin ve tuttuğu yolun isabeti sonucu olacaktır ki, el-Ezkâr daima büyük bir rağbete mazhar olmuştur. Müellif Nevevî, dua ve zikirlerle ilgili rivayetleri Buhârî, Müslim, Ebû Davud Tirmizî ve Nesâî 'nin eserlerinden seçmiş çok az bir kısmını da «kiltüb-i meşhârede »den nakletmiştir. Bu arada zayıf olduğunu beyan ederek zayıf hadisler de kaydetmiştir. [424]Kitabın son kısmında da belli hal ve vakitlerde okunacak genel dualar, duâ âdabı ve istiğfar ile ilgili bir bölüme yer vermiştir.

Kâtip Çelebi' ye göre 356 babtan oluşan eser, müellifin umduğu gibi ulema ve halk arasında büyük bir itibar görmüştür. Hatta onun değerini belirtmek için «Bi'i'd-dâr ve'ş'teri'l-Ezkâr - Evi sat, Ezkâr'ı al » denilmiştir. Müellif h. 667 yılında ikmaî ettiği kitabının rivayeti okunuşunda bütün müslümanlara icazet vermiştir.[425]

Eser, âlimler arasında gördüğü yüksek itibâra paralel olarak bir çok çalışmaya da kaynaklık etmiştir. [426] En önemli şerhi, İbn Allan es-Sıddıkl (1057/1647)'nin el-Fütukâtu'r-rabbâniyye ale'l-Ezkârı'n-Nevevîyye' sidir.

Dua ve zikirlerle ilgli herhangi bir sözün hadis olup olmadığını kontrol içn el-Ezkâr' a müracaat etmek en kestirme ve uygun bir yol olur.

Yine Nevevî'nin, dünya-âhiret saadetine yarayacak sahih hadislerden seçerek meydana getirdiği toplam 1894 hadis ihtiva eden[427] Riyâzu 's-sâlihîn min kelâmı Seyyidi'l-mürselîn de bu kısımda anılabilecek eserlerdendir. Riyâzu's-sâlihin , her konuda âyetler de ihtiva etmesi dolayısıyla bilhassa vaaz ve irşad hizmetlerinde güvenle kullanılabilecek bir eserdir. Hadisleri kütüb-i sitteden seçilmiştir.

Riyâzu's-sâlihin' in Türkçeye iki ayrı tercümesi bulunmaktadır. Ayrıca bizzat müellifi ve bir çok âlim tarafından da şerhedilmiştir.[428]

 

F. Kırk Hadis Edebiyatı

 

Hadisçiler, eskiden beri islâmî konularda belli bazı rakamlarla ifade edilen eserler yazagelmişlerdir. Bunların en yaygını Kırk Hadis («Erbe'ûn») edebiyatıdır.

Aşağı-yukarı her kırk hadis mecmuasını önsözünde yazılma sebebi olarak, bir çok sahâbî tarafından rivayet edilmesine rağmen «zayıf» olmaktan kurtulamayan. «Ümmetim için dînî mevzulara dâir kırk hadis hıfzedeni Allah teâlâ' kıyamet gününde fakihler ve âlimler arasında diriltir» [429] hadisi gösterilmektedir.

Hiç kuşkusuz, bu temel sebep yanında her müellife göre değişik başka sebep ya da sebepler bulunabilir.

Türk hadis bilgini Abdullah b. Mübarek (181/797)'m ilk musannifi olduğu Erbe'ûn Edebiyatı, özellikle h.V asırdan itibaren gelişme gös­termiştir.

Hadis sahasında «kaynak» niteliği bulunmayan kırk hadis edebiyatı içinde en meşhur ve üzerinde en çok durulmuş ve şerhler yazılmış olan en-Nevevî (676/1277)'rain Erbe'ûn'udur.[430] Erbeun veya Kırk hadis denilince ilk akla gelen eser Nevevî'ninkidir. Diğerlerini gölgelemiştir.

Nevevî'nin kırk hadisinde hadisler senedsiz olarak verilmiştir. Hemen tamamı Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinden seçilmiştir.

Nevevrye ait bu kırk hadis mecmuasının 26 hadisi, aynı Dâru'l-hadîs 'de Nevevî1 den önce hocalık yapmış olan Îbnu's-Salah tarafından seçilmiştir. Nevevî bu sayıyı 42'ye tamamlamıştır. Daha sonra da İbn Receb el-Hanbelî (795/1392) 8 hadis ilâvesiyle 50'ye çıkarmış ve «Câmi'u'1-ulûm ve'1-hikem fi şerhi hamsine hadisen min cevâmi'il-kelim» adıyla şerhetmiştir. [431]

Çok değişik konularda seçilmiş hadislerden oluşturulan kırk hadis edebiyatına biz de Eyüp Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis [432] adıyla Halid b. Zeyd el-Ensârî'nin rivayet ettiği hadislerden seçtiğimiz 40 hadis ve yorumlarından oluşan bir çalışmayla katıldık.[433]

 

G. Alfabetik Hadis Edebiyatı

 

Hadis edebiyatı mahsullerinden daha kolayca yararlanma ihtiyacı, -telif sistemlerini incelerken kısaca değindiğimiz gibi- müellifleri yeni arayışlara zorlamıştır. Bugün bile okuyucu için en kolay tertib olma niteliğini taşıyan alfabetik (ya da Arabça söylenişi ile ale'l-ahruf ) sistem, hadis edebiyatındaki yerini merfu' ve kavli hadîs metinleri için h. X. asırda almış­tır. [434]

Hadislerin sıhhat belgesi ya da nakil kaynağı demek olan senedlerin hazfini gerektiren bu sistem, diğer sistemlere göre biraz gecikmeli olarak uygulamışsa, bunu hadis ilmindeki kaynak araştırma geleneği açısından değerlendirmek gerekir.

Hadis metinlerini toplayan eserlerin iyice yaygınlaşıp, değerlendirilmesi, usûle ait teknik bilgilerin temel eserlere ve muhtevaya kavuşması, Sünnet'e ait verilerin metinlerinin isteyen tarafından kolayca elde edilebilmesi gerekiyorsa daha sonra sened tetkiklerinin yapılması gibi ilmî gelişme ve ihtiyaçlar alfabetik sisteme geçişi sağlamış gözükmektedir. Nitekim bugün bu sistemin en yaygın örneği demek olan el-Câmiu's-sağîr'm müellifi es-Suyûtî, bu sistemi «öğrencilere kolaylık olsun diye» benimsediğini söylemiştir.

Bu sistem, semboller (remizler veya kısaltmalar) kullanma gereğini ve geleneğini de beraberinde getirmiştir. Gerek hadisin sıhhat durumu, gerekse bulunduğu kaynakları bazı remizlerle göstermek «kolaylaştırma» amacının tabiî neticesi olarak benimsemiştir.

Hadis metinleri için başlatılan bu alfabetik sistemi, hadis kitablannın ana bölümleri seviyesinde de tatbik edilmiş görmekteyiz.[435] Ama bu son uygulamanın tuttuğunu söylemek pek mümkün değildir. Zira iki-üç örnekle kalmıştır. Konuların tasnifinde fıkıh kitaplarıyla paralelliği esas alan eski sistem daha ağır basmıştır. Bu da bu iki ilim dalı arasındaki diyalogun «vazgeçilmezliği» ni gösteren bir delildir.[436]

 

1. es-Suyûtî ve el-Câmi'u's-sağîr'i

 

Yüzlerce eserin müellifi olan Abdurrahman b. Ebi Bekr b. Muhammed, Celâleddin es-Suyûtî (911/1505)'nin hadis alanındaki eserlerinden olan el-Cami'u's-sağîr min ehâdîsi'l-beşîr ve'n-nezîr' i, yine müellife ait Cem'u'l-cevâmi' adlı bütün hadisleri bir araya toplamak maksadıyla telife başlanmış ve fakat yarım kalmış olan eserin telhisidir ve 10031 hadis ihtiva etmektedir.

Kısa ve özlü («veciz») hadislere tahsisi edilen el-Câmi'u's-sağîr' de ahkâm hadisleri hemen hemen hiç bulunmamaktadır, Osmanlı ulemasının büyük rağbetine mazhar olmuş bulunan esere, uydurmacı ve yalancı kişilerin yalnız başlarına rivayet ettikleri hiç bir hadis alınmamıştır.

Hadisler ilk kelimelerine göre alfabetik olarak sıralandığı için senedler tamamen hazfedilmiştir. Her hadis metninden sonra, hadisin bulunduğu kaynakla birer remiz ile gösterilmiştir. Bizim bu çalışmamızda tanıttığınuz bir çok esere ait kısaltmaları da ihtiva etmekte olması sebebiyle bu remizleri ve işaret ettikleri eserleri alfabetik sıra içinde sunuyoruz:

et-Tirmizî  el-Buhârî fi't-tarih  el-Buhârî  el-Buhâri fî'1-edeb el-Hatîb îbnHıbbânfîsahîhihi  Ebu Nuaym fi'1-hilye  Ahmed b. Hanbel fi müsnedih  i ) Ebu Davud

îbn Ebî Şeybe  Said b. Mansur fî sünenin  et-Taberânî fVl-kebîr  fi'1-evsat fi's-sağtr

Ebu Yala fî müsnedih Abdurrezzakfi'l-câmi'(el-Musannef îbn Adiyy fî'1-kâmil el-Ukaylî fi'd-duafâ Abdullah b. Ahmed b. Hanbel fî zevâidih ed-Deylemî fî Müsnedi'l-firdevs el-Buhârî ve Müslim birlikte ed-Dârekutnî el-Hâkim fi'1-mustedrek  Müslim  en-Nesâî îbn Mâce el-Beyhakî fi şuabi'1-îman el-Beyhakî fi's-sünen Ebû Davud, et-Tirmizî, en-Nesâî, Îbn Mâce Ebû Davud, et-Tirmizî, en-Nesâî[437]

Hadis metinlerinden sonra, yukarıdaki kısaltmalarla gösterilen kaynakların, o hadisi hangi sahâbîden olmış olduğuna da ayrıca işaret edilmiştir. Her haksin sıhhat durumu da rumuzlarryla gösterilmiştir.

Müellif, ile başlayan fiilî hadisler için özel bir bab açmış ve bu tür hadislerin Hz. Peygamberin fizik Özellikleri («şemail ») demek olduğunu da kaydetmiştir. [438] Yine Hz. Peygamberin koyduğu yasakların anlatımını da «bâbu'n-nevâhî»de diye başlayan hadisleri sıralamak suretiyle vermiştir. [439] Her harften sonra el-muhallâ bi haze'l-harf diye Lâm-i tarifli olarak o harfle başlayan hadisleri sıralamıştır.

el-Câmi'u-s-sağîr'in Baskıları ve Şerhleri

el-Câmiu's-sağîr bir çok kez basılmıştır. [440] Yazılmış olan şerhler içinde[441]Abdurraûf el-Münâvî (1032/1623)'nin yer yer müellife itirazlar da ihtiva eden şerhi Feyzu'l-kadîr şerhu'l-Câmi'i's-sağîr' i özlü ve önemlidir. Hadis metinlerini rakamlı ve harekeli olarak sayfa başlarında ihtiva eden Feyzul-kadîr 6 cild halinde matbu'dur. el-Câmi'us-sağîr' i bu şerh ile birlikte kullanmak isabetli bir davranış olacaktır.

Ayrıca yine Suyûtî tarafından ez-Ziyâde ala kitâbi'l-Câmî'i's-sağîr adıyla hazırlaan eser, Yusuf en-Nebhâni tarafından Câmi'u's-sağîr' e ilâve edilmiş ve bu yeni esere el-Fethu'l-kebîr fi zammı z-ziyade ile'l-Cami'i's-sağtr adı verilmiştir. Alfabetik olarak oluşturulmuş olan bu eserde, hadislerin sıhhat durumlarını gösteren rumuzların hazfedilmiş olmasının sebebi anlaşılamamıştır.[442]

 

2. Gümüşhânevî ve Râmûzul-ehâdîs'i

 

Mutasavvıf ve hadisci Ahmed Ziyaeddin Gümüşhânevî (1311/1893) tarafından «ehıbbâ için hadis kitablarını bir araya toplamak » istediğine dayalı olarak, mütedâvil hadis kitablarından senedleri hazfetmek suretiyle derlenen hadisleri ihtiva eden Râmuzu'l-ehâdis alfabetik bir tertibe sahiptir.

Müellifin ifadesiyle «ahkâm ve meali zahir, dinin asıllarından önemlilerini müştemil » hadisler, kısaltmalarla işaret edilen toplam 33 kaynağa[443] müracaatlar derlemiştir.

Hadislerin derlendiği kaynaklar ve kısaltmaları, Suyûtî' nin el-Câmi'u's-sağîr' ini anlatırken verdiğimiz liste ile büyük ölçüde paralellik göstermektedir. Muhtevanın tâbi tutulduğu tertibte de bu iki eser arasında benzerlik bulunmaktadır. Ancak Suyûtî' den farklı olarak Gümüşhânevî, bütün harflerin lâm-ı tarifli olarak yer aldığı hadislere, bir arada, elif harfinin sonunda, hiçbir açıklama yapmadan[444]  yer vermektedir. Yine «bâbu'n-nevâhî» gibi bir bölüm de açmamıştır. Sadece son kısımda ile başlayan hadisleri den sonraki kelimelere göre alfabetik olarak sıralamıştır.

Râmûzu'l-ehâdîs 'te, sıhhat durumlarına da işaret edilmiş bulunan toplam 7101 hadis yer almaktadır. Uydurma olanlar dahil, her tür hadisin yer aldığı Râmûz' da her hadisin alındığı kaynak yada kaynaklar gösterilmektedir. Bu da ayrıca isteyene hadisi tetkik imkanı vermektedir.

Râmûzu'l-ehâdis müellifi ve müellifin halifeleri tarafından özellikle okutulmuş ve okutulmaktadır. Bu haliyle «tekke el kitabı hüviyetini [445]  iktisab etmiş  görünen eser, yine bizzat müellifi tarafından Levâmiu'l-ukâl  adıyla

5 cild halinde matbu' olan bu şerh, Râmûz' un hadisleri için yararlanılacak ilk kaynak olmaktadır.

Râmûzu'l-ehâdis' in Abdulaziz Bekkine veNaim Erdoğan  tarafından yapılan iki ayrı tercümesi basılmıştır.[446]

 

H. Halk Dilinde Hadis Dîye Dolaşan Sözlerle Îlgilî Edebiyat

 

Halk dilinde darb-ı mesel cinsinden dolaşıp duran birçok söz vardır. Bunlar içinde hadis diye bilinenler çoğunluğu teşkil eder. Oysa, pek tabiidir ki, bu sözlerden hadis olanların sıhhat dereceleri hiçbir zaman aynı değildir. Bir kısmı da hadis diye uydurulmuş sözlerden ibarettir. Bazıları ise, eski kültürlere aittir.

Bu karmaşık malzemenin tek tek gerçek durumlarını tespit etmek, kaynaklarını göstermek tahriç («kaynak tesbiti») çalışmalarını özel bir şubesini oluşturan faydası büyük bir mesâi koludur.

Dillerde dolaşan sözlerin bir kısmının, metin tetkikleri yapılmamış tarihi eserlerden, bir kısmının da vaiz, mutasavvıf ve tarihçi gibi meslek sahibi kişilerin sözlerinden kaynaklanmış olduğu açıktır. Böylesine değişik kaynaklı sözlerin kötü niyetli kişilerce «hadis» diye özel olarak kullanıldıkları da bir vakıadır.

Hadis edebiyatı tarihi içinde en meşhur ve muteber örneğine H.X. asır başlarında kavuşan bu nev'in, Türkçe'de bir örneği bulunmamaktadır.[447]

Sünnete yönelik tehlikeleri bertaraf edici her çeşit ilmî mesâiyi akıllara durgunluk verecek ciddiyet ve boyutlarda gerçekleştirmiş bulunan İslâm âlimleri, bu konuya da eğilmişlerdir. Nitekim es-Sehâvî (902/1496), kendisini bu türden bir eser yazmaya sevkeden gerçek sebebin, « nereden alındığı bilinmeyen, yalan ve bühtan olmak ihtimali olan bir takım sözlerin Rasûlullah'a izafe edilmesi...» olduğunu söylemektedir[448]

Hadis edebiyatı içinde Mevzu Hadisler/e ilgili çalışmaların bir uzantısı gibi de düşünülebilecek olan bahis konusu ilmî mahsûller, ilk örneğini Bedreddin ez-Zerkeşî (794/1392) 'nin «et-Tezkira fi'l-ehâdisi'l-müştehira»sıy£a ver mistir. îhn Hacer el-Askalânî (852 / 1448)nin «el-Leâli'il-mensûra fi'1-ehâdi-si'l-meşhûra»st, es-Suyûtî (91111505)nin «ed-Düreru'1-müntesira fi'l-ehâdi-si'il-müştehira.»s( ve es-Sehâvî (902/1496)nin, «el-Mekâsıdu'1-hasene fî beyâ-ni kesirin mine'l-ehâdisi'l-müştehira ale'l-elsine»si, bu eserin İbnu'd-Deyba1 eş-Şeybânrye ait «Temyîzu't-tayyib mine'l-habîs fîmâ yedûru ale'l-elsineti mi-ne'1-hadîs» adlı muhtasarı, Muhammed b. Ahmed el-Halîlî (1507/1647)nin, «Teshîlü's-sübül ilâ keşfil-iltibâs amma dâre mine'l-ehâdis beyne'n-nâs»ı ve nihayet, ismail b. Muhammed el-Aclûnî (1162/1749)'nin, «Keşfu'1-hafâ ve müzîlu'l-iîbâs amme'ş-tehara mine'l-ehâdis aîâ elsineti'n-nas»î bu vadide is­lâm ulemâsının değerli mesâileri olarak, yazma-basma nüshalarıyla kültür mirasımız arasındaki yerlerini almışlardır.

Biz bu çalışmamızda pratikten hareket etmeyi esas aldığınız için, alfabe­tik olmaları dolayısıyla kullanımları kolay olan el-Mekasıdu'l-hasene ve Keşfûl-hafâ 'yi tanıtmakla yetineceğiz.[449]

 

1. es-Sehâvî ve el-Mekâsıdu'1-hasene'si

 

Ebu'l-hayr ve Ebû Abdillah künyeleriyle bilinen ve dahaçok es-Sehâvi diye meşhur olan Muhammed b. Abdirrahman, Kâhire'de 831/1427'de doğ­muştur. Dört yaşından itibaren İbn Hacer el-Askalânî (852/1448)' ye talebe ol­muştur. Hocasının vefatından sonra, Hicaz, Halep, Hama, Şam ve Mısır'daki ilim merkezlerini gezmiştir. Aklî ve naklî ilimlerde üstün bir dereceye ulaşmış­tır. Hadis ve tarih alanında yazdığı eserler, âlimlerin başvuru kitapları olmuş­tur.

İlim öğrenmek, öğretmek ve kitap telif etmekle geçmiş olan hayatı 902/1496' da Medine-i Münevvere'de sona ermiştir. Bakî' kabristanında tmam Mâlik' in yanma defnedilmiştir.[450]

Abdullah Muhammed es-Sıddîk' in tahkik ve ta'liki ile Bağdat'ta 1375/1956 yıhnda yapılan el-Mekâsıdu'l-hasene baskısı, 1356 sözü alfabetik olarak incelemeye tabi tutmaktadır.

Her söz, baş taraftaki sıra rakamını takib eden «hadis » kelimesi[451] ile başlamaktadır. Metnin peşinden de niteliği ile ilgili açıklamalar gelmektedir. Bu değerlendirme cümleleri değişik uzunluktadır.

Hadislerin kimler tarafından rivayet edilmiş olduğunu belirttikten sonra, rical ile ilgili görüşleri ve değerlendirmeleri vermektedir. Değişik şekillerde söylenen sözler hakkında, tam bilgi verdiği yere, ilk kelime olarak işaret et­mekte, atıfta bulunmaktadır. Meselâ 243. sayfadaki hadisine bakılmasını istemektedir. Böylece kitapta incelemeye tabi tutulmuş söz sayısının 1356 olmadığı, daha aşağı bir rakam olduğu da anlaşılmış ol maktadır.

Ayrıca, alfabetik olarak incelenmiş olan sözler, kitabın sonunda konuları­na göre bir tertibe de («konu fihristi») konulmuş bulunmaktadır.[452]

es-Sehâvî, bu ikili tertibi, geçmiş eserlerdeki usulleri birleştirmek ve iki usulden birini tercih edeceklerin tenkidlerinden kurtulmak için benimsemiş­tir. [453]

Yukarıda da geçtiği gibi «el-Mekâsıd, Sehâvî' nin talebesi tbnu'd-Deyba (944/1537) tarafından Temyizu't-tayyib mine'l-habîs fimâ yedûru âlâ elsine-tin-nâs mine'l-hadîs » adıyla ihtisar edilmiştir. [454]

 

2. el-Aclûnî ve Keşfu'l-hafâ’ sı

 

îsmail b. Muhammed el-Aclûnî , Aclûn'da 1087/1676'da doğmuştur. Kur'an okumayı öğrenmekle başlayan tahsilini, Şam'da fıkıh, hadis, tefsir ve arapça öğrenimi takib etti. Şam'da birçok hocadan ders aldı. 1119 da Anado­lu'ya geçti. Sonra tekrar Şam'a dönerek ömrünü ders vermekle geçirdi. Şam'da 1162'de vefat etti.

el-Aclânî' nin birçok eseri içinde Keşfu'l-hafâ' bugün en yaygın olanıdır. Müellif, dillerde dolaşan sözler konusunda mevcut birçok eserden, her birinin bir başkasında bulunmayan özelliklere sahip olduğunu tespit etmiş ve konuya ait eserlerin Özelliklerini bir araya toplamak için Keşfu'l-hafâ' yi yazmıştır.[455]

Eser, temelde el-Mekâsıdu'l-hasene' ye dayanmaktadır. Ancak ondaki. «fazla bir önem arzetmeyen uzun sened nakillerini » kısaltmış, hadisi kitabına almış olan müellif ve şahabı râviye işaret etmekle yetinmiştir. îbn Hacer' in el-Leâlü'l-mensûra' sı gibi muteber kaynaklardaki bilgileri de eklemeyi ihmal et­memiştir.

Kale (zekera)fi'l-Leâlî sözü ile îbn Hacer' in bu eserine,

Kale fi'l-asl veya fi'l-Mekâsıd sözü ile Sehâvî 'nin el-Mekâsıdu'l-hasene sine,

Kale fi't-Temyîz sözü ile İbnu'd-Deyba 'in Temyizu't-tayyib' ine, Kale fi'd-Dürer sözü ile Suyûtt nin, ed-Düreru'l-müntesıra' sına, Rauâhu Ebû Nuaym sözü ileEbâ Nuaym' in Hilyetü'l-evliyâ' sına, Ravâhu'l-Beyhakî sözü ile Beyhakî 'nin Şuabu'l-imân' ma,

Kâle'n-Necm sözü ile Necmeddin el-Gazzî' nin îtkânu mâ yuhsen mine'l-ahbâr' ına,

Kâle'l-Kaari sözü ile Aliyyu'l-Kaari'nin Mevzuat' ına,

Kâle's-Sağânî sözü ile Muhammed es-Sağanî' nin el-Meşârık 'ına işaret etmektedir. Bunların dışında kalanlar ise tam isim olarak açıklamaktadır. [456]

İki cild halinde matbu olan kitap, 3281[457] sözü incelemektedir. Rakamlar­dan sonra sözleri parantez içinde alfabetik olarak tetkike tabi tutmaktadır. «Hadis» kelimesi kullanılmamaktadır.

Alfabetik tertib pek dikkatli olmadığı için bazan aranılan sözü, bulunması gerekli yerin biraz Önünde veya arkasında bulmak mümkündür.

el-Aclânî, Sehâvî'nin fi... şeklindeki atıflarını tekaddeme fi... şeklinde açıkça vermeyi tercih etmiştir. Meselâ bk. I, 434," 1397. söz...

Kitabın sonunda el-Mekâsıd' da olduğu gibi sözlerin konularına göre bir fihristi yer almaktadır. (II, 425-443). Bu fihristten önce bir de hatime (II, 401-424) yazısı görülmektedir.

el-Aclûnî, hadis olmayan sözlere «Leyse bihadîs » ifadesiyle işaret eder. Onun bundan maksadı o sözün «hikmetli sözler » kabilinden olduğunu veya «sahâbî kavli » ya da «bir âlimin sözü » olduğunu kasdetmektir. (bk. et-Tahhân, Usûlu't-tahric, s. 69).[458]

 

I. Hadis Diye Uydurulmuş Sözlerle İlgili Edebiyat

 

Mevzuat Edebiyatı da diyebileceğimiz, değişik amaçlarla [459] uydurulup hadis diye ortaya atılmış sözleri tek tek ele alıp inceleyen, sünnet-i seniyyeyi, te­miz bünyesine yaraşmayan yabancı unsurlardan arındıran edebiyat, aded ola­rak epey bir yekûn tutmaktadır.

Hadisleri, taklidlerinden koruma savaşının ilmi mahsûlleri ve tslâm ulemâsının hadis uydurma girişimlerine karşı aldıkları tedbirlerin belki de en müessir olanı demek olan mevzuat edebiyatı telif usûlü açısından iki gruba ay­rılır

a. Ale'l-ebvâb (konularagöre)

b. Ale'l-ahruf (harfleregöre, alfabetik).

Öte yandan bu edebiyat telif amacı açısından da ikiye ayrılır:

a.Yalancı (uydurmacı) ve zayıf râvileri tanıtmak için yazılmış olanlar. Bu eserler, uydurmacıları, zuafâ arasında mütalaa eden mütekaddimûn'a ait­tir.

b. Hadis diye uydurulmuş sözleri bir araya toplamak ve tanıtmak için telif edilmiş olanlar...

Ancak unutulmamalıdır ki bu son ikigrub eser, kısmen yekdiğerinin mal­zemesini kullanır. Meselâ yalancı ve zayıf râvileri tanıtan bir eser, onların uydurma sözlerinden örnekler verir; uydurma hadislere ait bir eser de, zayıf, uy­durmacı ve yalancı râvilerden bahseder.

Biz burada, sadece mevzu hadisleri konu edinen eserlerin alfabetik ve ale'l-ebvâb olanlarından birer örneği tanıtmakla yetineceğiz.

Hadis İlmî ve edebiyatı tarihi içinde menfi boyutları yüzünden çok ciddî çalışmaların yapılmasına vesile olmuş bulunan hadis uydurma girişimleri ile ilgili bir olarak, Türkçemiz, M.Y. Kandemir'in "Mevzu Hadisler" isimli değerli araştırmasına sahip bulunmaktadır. Konuya ait 18 eserin tanıtımı bu kıymetli araştırmada yer almaktadır. Bu yüzden biz iki misalle iktifa edeceğiz.[460]

 

1. İbn Arrâk ve Tenzîhu'ş-Şerîa'sı

 

Ebu'l-Hasen İbn Arrâk el-Kinânî, 907/1501'de Şam'da doğdu. 5 yaşında Kur'am ezberlemeye başladı ve iki yılda hıfzım ikmal etti. Hicaz, Rumeli ve Mı­sır'ı gezdi-gördü. Birçok ilimde söz sahibi idi. Şiir tenkidi yapacak kadar edebî bilgi ve zevki vardı. Kendisi de şiir yazardı Kastallânî şerhine benzer bir Müs­lim şerhi vardır.

Tenzîhu'ş şerîa onun üstadlığı ve ilmî otoritesini göstermeye yeter bir eserdir. Medine-i Münevvere İmam-Hatibi iken (963/1556)' de vefat etmiş­tir.

Tenzîhu 'ş-şerîati 'l-merfûa ani'l-ahbâri 'ş-şenîati 'l-mevzûa

Derleme ve tertib açısından uydurma hadislerle ilgili edebiyatın en önde gelen eseri olarak kabul edilen[461] Tenzihu'ş-şeria alel-ebvab sistemle kaleme alınmış ve Kanunî Sultan Süleyman' a sunulmuştur. İki cild halinde matbudur.

Kaynak olarak, Îbnu'l-Cevzî (597/1200)'nin Mevzuat' Suyutt (911) 1505)'nin el-Leâli'i, en-Nüketü'l-bedi'ât 'ı veZeylu'l-Leâlı' ine dayanmakta­dır. O, ikinci derecede daha birçok telhis ve tahric nitelikli eserlerdeki hadis­leri de derlemiştir. [462]  Bu yüzden de Tenzihu'ş-şeria, kendisinden önceki konuya ait neşriyattan okuyucuyu müstağni kılacak[463]  bir muhtevaya kavuşmuştur.

Müellif üç fasla ayırdığı kitabının başına, alfabetik olarak 2000'den fazla hadis eklemiştir.[464]

Her konudaki hadisleri şu üç fasılda incelemiştir:

1. Îbnu'l-Cevzî' nin «mevzu» dediği ve SuyûtV nin de bu değerlendirmeye itiraz etmediği hadisler.

2. İbnu'l-CevzV nin mevzu saymasına rağmen SuyûtV nin ona itiraz ve muhalefet ettiği hadisler.

3. Îbnu'l-Cevzî' nin kitabında bulunmamasına rağmen, SuyûtV nin uy­durma olduğunu tesbit ettiği hadisler.

Son iki fasılda hadislerin illetlerini açıklar. Yine bu iki kısımda eser («âsâr ») nevinden haberlere de yer verir.

Müellif sened zikretmez. Merfu haberler için «hadîs », mevkuf haberler («âsâr ») için, «eser » kelimelerini kullanır. Metinlerin sonunda da o metnin alındığı kaynağa remizlerle işaret ettikten sonra ilk râvîsini veya kailini belir­tir. Müellif kendi görüşünü de «kültü » diye başlayan ve sonunda «vellahu alem, » ifâdesi yer alan satırlar arasında açıklar.[465]

 

2. Aliyyu'l-Kaarî ve Mevzûât'ı

 

«el-Kaarî » diye meşhur olan, Nureddin Ali b. Sultan Muhammed el-He-revî Herat' ta doğmuştur. Horasan ve çevresindeki ulemadan ders aldıktan sonra Mekke'ye göçmüş ve orada yerleşmiştir.

Zeki, üstün kavrayışlı, araştırmacı ve çok yönlü bir âlim olan Aliyyu'l-Ka­arî, yüz küsur eseriyle[466] haklı bir şöhret ve itibar kazanmıştır. Kendisi, senede bir kere yazdığı Mushaf ı satarak yıllık ihtiyacını karşılamak gibi bir özelliğe de sahiptir. Müellif h. 1014/1605'de Mekke'de vefat etmiştir. Vefatı haberini alan Mısır Uleması, Ezher Câmi'inde gıyabında cenaze namazı kılarak takdir­lerini ifade etmişlerdir.

el'Esrâru'l-merfu'a (ya da el-Mevzûâtu'l-kübrâ)

AIiyyu'l-Kaarî'nin son eserlerinden biri olun[467] ve «Mevzuat » veya «el-Mevzûâtü'l-kübrâ » isimleriyle bilinen «eİ-Esrâru'l-merfuâ fi'l-ahbârı'l-mevzû'a », «daha kolay istifade edilebilmesi için halk arasında dolaşan hadis­lerden yalnızca mevzu veya asılsız olanlarını bir araya getirme[468] düşüncesiyle telif edilmiştir. Müellif, uydurma olduğu ihtilaflı olan hadisleri almadığını be­lirtmektedir. [469]

Eser, ale'l-ahruf (alfabetik) tir. Bu demektir ki, el-Esrâr;

a. Halk dilinde hadis diye dolaşan sözleri inceleyen eserlerden derlenmiş olmak,

b. Bu kabil eserlerdeki sadece mevzu ve asılsız haberleri bir araya getir­mek,

c. Alfabetik olmak

Özelliklerine sahip bulunmaktadır. Ancak müellifin, «yer yer, âlimlerin mevzu dedikleri hadisleri savunduğu» ve böylece yukarıdaki çerçeveyi taştığı da görülmektedir. [470]Ayrıca çok ince bir alfabetik sistem de takib edilmiş değil­dir. [471] Daha ziyâde ilk harf veya kelime dikkate alınmış, iki veya üçüncü kelime­ler arasında devam eden bir alfabetik sıra gerçekleştirilmemiştir. [472]

el-Esrâr üç ana bölümden oluşmuştur:

a. «Men kezebe aleyye...» hadisinin tahrici (ki, bu bölümde bahis konusu hadisin 102 ayrı senedi gösterilmiştir).

b. Alfabetik olarak sıralanmış 625 adet mevzu hadis,

Müellif bu kısımda, özellikle es-Sekâvî (902/1496)'nin el-Mekâsıdu'l-ha-sene' si, Îbnu'l-Cevzî (597/1200)'nin el-Mevzuât' ı, İbnu'd-Deyba' (944/1537)'ın Temyîzu't-tayyib'i, Irâkî (806/1403)'nin el-Muğnî an hamli'l-esfâr' ı ve Suyûtî (911/l505)nin el-Leâli'i'l-masnûa sı gibi eserleri esas almış ve bunlardaki değerlendirmelerden yararlanmıştır.

c. Mevzu hadislerle ilgili teknik bilgiler (ki, bu bilgiler de aşağı-yukarı el-Mekâsıdu'l-hasene'nin hatime bölümünden ve Îbnu'l-Kayyım el-Cevzîyye (751/1350)'nin el-Menâru'l-müntf fi's-sahîhî ve'z-zaf» adlı eserinden iktibas edilmiştir. [Ebu Gudde, el-Menârü'1-münîf, s. 14

Aliyyu'l'Kaari , bu eserinde daha çok hadis metinlerini eleştiri konusu yapmaktadır. Meselâ, O, Kur'an'a muarız olmasını hadisin uydurma olduğuna delil olarak değerlendirmektedir.[473]

Bu Önemli bir niteliktir ve aynı zamanda hadisçilerin metin tenkidi ile uğ­raşmadıkları iddialarına karşı, en susturucu cevaptır. [474]

Tasavvuf neşesine sahip bulunmasının şahsiyeti için bir zaaf olduğu; tas-hih'de mütesahil göründüğü[475]gibi fikirler tenkide açık tesbitlerdir.

el-Esrâr, «Mevzuâi-ı Aliyyi'l-Kâari » adıyla İstanbul'da 1308 de basılmış­tır. A. Serdaroğlu tarafından da Türkçeye tercüme edilmiştir. [476]

Modern bir baskısı ise, Muhammed es-Sabbağ' m tahkik ve ta'likı ile «el-Bsrâru,'l-merfu'a fî'l-ahbâri'l-mevzûa » adıyla Beyrut'ta 1391/1971'de gerçek­leştirilmiştir.

el-Masnu' fi ma'rifeti'l-hadîsi'l-mevzu Aliyyu'l-Kaarî' nin «el-Mevzûatu's-suğra » diye bilinen bu eseri de Abdü fettah Ebû Gudde' nin tahkik ve ta'likıyla ilk kez Beyrut'ta 1379/1959'da, ikin­ci kez de yine Beyrut'ta 1398/1978'de basılmış bulunmaktadır.

el-Masnu' un el-Esrâr 'dan önce telif edilmiş olduğu tahmin edilmektedir. Zira, Esrar' da mevzu olduğu kesinkes belirtilen bazı hadisler Masnu' da yok­tur.

el-Masnu' un baş kısmındaki müellifin mukaddimesi[477] ile el-Esrar' in ikinci faslının başındaki[478] müellife ait sözler hemen hemen aynıdır. Gerek bu durum, gerekse iki eserin mukayesesi, Masnu' un 417 hadislik hacmi ve so­nundaki mevzu hadislerle ilgili ulemânın görüşlerini ihtiva eden muhtevasıyla daha önce kaleme alındığını, daha sonra bu eserin başına men kezebe aleyye... hadisinin tarikleri ile ilgili kısmın eklendiğini, hadislerin de 625'e çıkarıl­dığını göstermektedir.

Aynı müellifin, biri diğerinin bir bölümü olan iki eserini aynı yayınevi ara­cılığıyla neşreden Ebu Gudde ve Muhammed es-Sabbağ' m, biribirlerinin ça­lışmalarından ne takdir, ne de tendik yollu söz etmemeleri, birbirlerini görmez­den gelmeleri çok ilginçtir.

Mevzuat edebiyatında kullanılan ıstılahların özel bir takım anlamlan bu­lunabileceğine dikkat çeken şu notla bu konuyu bitirelim :

Mevzu hadislerle ilgili edebiyatta görülen lem yesıhha, lâ yasıhhu, lem yesbüt, lâ yesbutu gibi ifadelerin anlamı «Bu hadis uydurma ve bâtıldır » de­mektir. Fakat ahkâm hadisîeriyle ilgili eserlerdeki lem yesıhha ifâdesi ise, «Bu hadis sahih bir hadis değildir » demektir. Sahih değildir ama, pek a'la, ha-sen veya zayıf olabilir. Yani bu ifâde, ıstılahı anlamı için o hadisin sahih ol madiğini gösterir, uydurma olduğunu değil. Bu anlam farkı önemlidir.[479]

 

II. Şerh Edebiyatı

 

Tasnif Devri Eserlerine dayak çalışmalar içinde en yaygın olanı şerh ede­biyatıdır.

Şerh edebiyatı, hiç şüphesiz, müelliflerin, lügat açısından önemli lafızlar ve müşkil manalar ihtiva eden hadisleri açıklamak, irabını, hükümleri ve bu hükümler ile ilgili fakihlerin görüşlerini tesbit düşüncelerinin mahsulüdür. Bu sebeple şerh edebiyatı, hadislerdeki garîb ve nâdir kullanılan kelimelerin sözlük açıklamalarını ihtiva eden hadis lügatları («garîbu'l-hadis») ile h. İH. asırda başlamıştır. Daha sonraları, Hattâbî (3881998)'nin Meâlimü's-sünen ve A'lamu's-sünen isimli Ebû Davud ve Buhârî üzerine yazdığı şerhler gibi, şerh kelimesi kullanılmadan kaleme alınmış kısmî şerhler ile gelişmesini sür­dürmüş, bilâhare, açıkça şerh adıyla ve muhtelif bakış açılarına göre yazılmış büyük hacimli eserlere kavuşmuştur. Bu edebiyat daha dar çerçevede yazılmış olan haşiye ve ta'lik 'ler ile devam etmiştir.

Hemen işaret edelim ki şerh edebiyatı, hadis edebiyatı içinde önemli ve yay­gın bir yer işgal etmesine rağmen, sadece hadis ilmi ile sınırlı kalmış değildir. Kur'an için yapılan açıklamalar tefsir ismini almıştır. Fıkıh, kelâm, sarf-nahiv, şiir-edebiyât ve öteki islamî ilimlere dair eserlere de şerhler yazılmıştır. Hatta, Hadis Usûlü eserleri de şerhedümiştir.

Pek tabiî olarak, biz burada bütün bu detayı verebilecek durumda değiliz. Ancak, sırasıyla, şerh, haşiye, ta'lik ve ğarîbu'I-hadis ile ilgili eserlerden söz edecek, meşhur ve muteber birkaç örneği tanıtmaya çalışacağız.

Ne var ki, daha önce şerh ve şerhcilik konusunda genel bilgilerin hatırlan­ması yararlı olacaktır.[480]

 

A. Şerh Hakkında Genel Bilgiler

 

Şerh, lügatte feth, ta'lik, genişletmek, tefsir etmek, açıklamak anlamları­na gelmektedir.

Genişletmek anlamında kelime, Kur'an-ı Kerim'de de geçmektedir.[481] Ay­nı anlamda, yani «göğsü genişletmek» manasında hadislerde de yer almakta­dır. [482]

Şerh anlamında Hattâbî (388/998), sırasıyla tefsir, izah, beyân, delâlet ve keşf kelimelerini kullanmaktadır.[483]

Hadis edebiyatı terimi olarak şerh, herhangi bir hadîsin veya birçok hadîsi ihtiva eden bir hadis kitabının «Kavâid-i arabiyye ve usûl-i şer'iyye hase-bince M kadri't-tâka[484] açıklanması sonucu meydana getirilen eser de­mektir.

Her ne kadar orijinal telif» sayılmasa ve bir «asi » üzerinde yapılmış ça­lışma olsa da, şerh in ciddî bir takım güçlükler ve özellikler taşıdığı açıktır. Şerh, rivayetleri belli tertibler ve belli kriterlere göre sıralamaktan çok daha değişik yönleri bulunan bir çalışmadır. MansurAli Nâsıf'm haklı olarak ifâde ettiği gibi, «Hadis şârihi, çoğu kimselerin bilemeyeceği birçok zorluklarla karşı karşıyadır. Hadis usûlü tekniklerine göre her hadisi değerlendirmek, kaynak­lardaki durumunu tahkik etmek, ihtiva ettiği lafızlar ve mânâlarla ilgili edebî ve bilimsel yönleri kavramak, taşıdığı fıkhı hükümleri doğru olarak tesbit ve izah usûlünü bilmek hep şârihe düşen görevler olmaktadır. Bu sebeple şerh, telif türlerinin en zoru ve hadis alanında yapılacak çalışmaların boyutları en geniş olanıdır .[485]

Bahis konusu zorluğa îbn Haldun, bilginlerin, Buhârî' ye şerh yazmayı ağır ve müşkil bir iş saydıklarını kaydetmekle[486] işaret etmektedir.

Herşeye rağmen şerhin bir ihtiyaç olduğu ve karşılanması gerektiği de or­tadadır.[487]

 

1. Şerh İhtiyacı

 

Aslında her kitap yazarının amacı, şerhe ve ilâve bir açıklamaya gerek kal­madan anlaşılmaktır. Ancak yine de bazı sebeplerle şerhe ihtiyaç duyulmakta­dır. Bu ihtiyaç, sadece hadis edebiyatı için değil, bütün ilim dallan için geçerli­dir.

Biz hura&aKâtib Çelebi (1067/1656)rden naklen şerh ihtiyacının üç sebe­bini zikredeceğiz: [488]

a.Yazarın üstadlığı, zihninin parlaklığı, ibare ve ifâdesinin güzelliği, ince mânâları veciz ifâdelerle ortaya koymuş olması...

Başkaları yazarın bu vasıflarına sahip olmadıkları için, eserin bir kısmını anlamakta güçlük çekerler. Ya da hiç anlayamazlar. Anlayabilmek için daha fazla söze ihtiyaç duyarlar. Bu sebeple bazı âlimler, kendi eserlerine şerh yaz­mışlardır.

b.Verilen hükümlerin bir kısım mukaddimeleri, durumun açık olması do­layısıyla, hazfedilir. Bazı hükümlerin sebeplerinden de gaflet edilebilir. Bu da, bu mukadime ve illetleri ortaya koyacak ilâve bir çalışmaya, bir şerhe ihtiyaç gösterir.

c. Lafzın birçok manâya ihtimali olması, mecazi lafızların kullanılmış bu­lunması da bir sarihin, yazarın gerçek maksadını açıklamasına ihtiyaç hisset­tirir.

Bunların ötesinde, bazı eserlerde insanoğlunun uzak kalamayacağı yanılma, yanlış, bazı mühim unsurların hazfı, bazı şeyleri gerek yokken tekrar et­mek gibi hususlar görülür. Bunlara dikkat çekmek gerekir. Bu da bir şerh çalış­ması için bir başka gerekçe olur.

Buraya kadar söylediklerimizden anlaşılacağı üzere genel anlamda şerh ihtiyacı;

a. Yazarın ilmî seviyesi

b. Eseri yazmaktaki üslûbu

c. Dil hususiyetleri

gibi üç ayrı noktadan kaynaklanmaktadır.

Bir hadis kitabı için bu üç sebebe ilâveten hadislerin, dinî ahkâmın Kurandan sonraki ikinci kaynağı olmasını ve onları yeni durumlara göre yeni m'analanyla değerlendirme ihtiyacının bulunmasını da katmak mümkündür. Bu, aynı zamanda aynı esere değişik dönemlerde farklı kişiler tarafından veya aynı muhit ve asırda bir kaç şârih tarafından şerh yazılmasının da gerekçesi, şerhlerin yenilenmesinin ana sebebidir. Kur'an ve sünnet'in dinamizmi ve her çağa hitabeden özelliği de ancak böylece ortaya çıkar.

Kaldı ki bir hadis kitabının şerhinde hadis usûlüne ait teknik yönler açı­sından her hadisin ayrı ayrı ele alınması ve onlann Öteki Islâmî ilimlere ne öl­çüde kaynaklık yapmış olduğu gibi çok önemli noktalara yönelik açıklamalar ağırlıktadır. Sadece anlaşılması zor bir kelime ya da ifadenin açıklamasıyla yetinilmemektedir.[489]

 

2. Şerhlerin Karakterleri

 

Genel anlamda, yani her ilim daimi kapsamak kaydıyla, şimdiye dek kale­me alınmış şerhler şöyle bir gözden geçirildiği zaman onlann şu uslublar içinde yazılmış oldukları görülecektir: şeklinde kaleme alınmış şerhler.

Bu tür şerhlerde metin bazan tamamen yazılır bazan da nasıl olsa şerhe karışık olarak veriliyor diye kısmen yazılır. Mekâsıd şerhi bu türün Örneği­dir. diye asi' a işaret eden şerhler. îbn Hacer, Kirmanı ve Aynî gibi Buharı şerhleri bu uslubtadır. Metni tamamen vermek gibi bir yola gidilmez. Bundan maksat, şerholunan ibareye işa­rettir. Mamafih bu tür şerhlerde de bazan metnin tamamı ya hamiş' de ya da sayfa başında veya satırlar arasında müstakillen verilir.

Meze usulüyle yazılmış şerhler. Burlara, metn ile şerh ibareleri birbiri­ne karışık olduğu için Memzuç şerh'ler denir.

Bu tür şerhlerde ya ve harfleri ile veya metnin üstüne bir çizgi Çekmek suretiyle metin ile şerh birbirinden ayrılır. Müteahhir şerhlerin çoğu­nun karekteri budur. Fakat yanlışlık ve karıştırma tehlikesinden hiç de uzak değildir.[490]

Daha sonraları asıl metni parantez içine almak gibi bir usul de geliştiril­miştir.

Yine matbaa imkânlarının gelişmesi sonucu metin ve şerhi ayrı karakter­deki harflerle dizdirmek gibi bir yola da gidilmektedir. Bu usûl eski şerhlerin yeni baskılarında da uygulanmaktadır.

Ayrıca kısa şerh ve açıklamaların sayfa altlarına dipnot şeklinde verilmesi yolu da bugün oldukça yaygın haldedir.

Bir eser üzerinde şerh, haşiye veya ta'lik birleştirilerek verilecekse, bu takdirde sayfalar bir kaç çizgi ile bölünmek suretiyle, başa asıl metn, sonra şerh, daha aşağı kısma da haşiye ve ta'lik kaydedilmektedir.[491]

 

3. Şârih'in Uyması Gerekli Âdâb

 

Her çalışmanın kendisine has bir disiplini vardır. Şerh edebiyatının da ba­zı özelliklerinin bulunması pek tabiîdir. Şârih'in tıpkı bir yazar gibi daima dik­kate alınması gerekli hususlar bulunmaktadır. Hatta bir yazardan farklı ola­rak uyması gereken bazı âdâb ve kullanması gerekli özel bir üslûb da mevcut­tur.

Herşeyden önce şârih, şerhine esas aldığı metin üzerinde gücü ölçüsünde bir gayret sarfetmekle yükümlüdür. Muarız ve yazarı cerheden itirazcı bir şârih olmamak için metni iyi anlamaya ve gerektiği yerlerde de yazarı savun­maya çalışmalıdır.

Uygun bir yorum imkânı bulunmayan bir ifâde ile karşılaştığı zaman, ada­let ve insaf hudutlarını zorlamadan, karalamaya kalkmadan ya ta'riz veya tasrîh yoluyla ona dikkat çekmekle yetinmelidir. Çünkü insan, nisyân ile malûldür, kalem de zâten ma'sum değildir. Bütün istenilenleri farklı yerlerden hatasız olarak derleyip toparlamak her zaman mümkün olmaz. Yine her yaza­rın her kitapta her şeyi noksansız olarak ortaya koyması da beklenmemelidir. Binaenaleyh, geçmiş ulemâ hakkında ta'n izharından teeddüb etmek uygun düşer tajn gerektiren bir durumu vs. gibi lafızlarla, açıkça tayin etmeden beyân etmek münâsib olur. Müteahhirundan fazilet sahibi âlimler, mütekaddimûnu açıkça red ve onlara itirazdan teeddüb etmişlerdir. Geçmiş ulemâ hakkında kötü düşünecek ve yan­lış kanaatlara sahip olacaklara firsat vermemek için anılan şekillerde münâsib üslûplar geliştirmişlerdir. Tabiî böyle davranmakta, mütekaddimun'un şanını yüceltmek de vardır. Görülen hataları daha çok müstensihlerin karıştırmış ol­ması ihtimaliyle açıklama yolunu tercih etmişlerdir. Eğer böyle bir yolla açık­lamaya imkan bulamamışlarsa bu takdirde de «Mütekaddimûn araştırma ve yazmaya aşırı derecede düşkünlükleri sebebiyle eserlerini yeniden gözden ge­çirmeye vakit bulamamışlardır » diye savunmuşlardır. Bazı kişilerin «Şu ifâ­deler, kelimesi kelimesine falana aittir » şeklindeki tesbit, tenkid ve ayıplama­larına da, «Biz bu türlü nakillerin bulunmadığı hiç bir eser hatırlamıyoruz. Müteahhirunun, hatta mütekaddimunun kitablan bile bu tür nakillerden hâli değildir. Bunlar, bu ifâdeleri değiştirmeye güçleri yetmediği için değil, vakit zayi etmemek için böyle davranmışlardır » diyerek cevap vermişlerdir Yine ki­milerinin «Kendilerine ait olmayan fikirleri kendilerine mal etmeye kalkmışlar » diye yaptıkları ayıplamalara karşı da, «Eğer bu dediğiniz doğru ise, o; ayakla­rın birbirini izlemesi gibi zihinlere de aynı fikirlerin doğmuş olmasının bir so­nucudur (öncekilere gelen fikirler, sonrakilere de gelmiştir)» diyerek savun­muşlardır.[492]

Bir Örnek

Buhârî'nin «ehâdisu'l-enbiyâ » kısmında, filologlardan alınmış elan, aynı zamanda kendi aralannda da her türlü rabıtadan mahrum bulunan parçaların şerhi esnasında Şârih Kirmanı :

«Bu, kitabın fevâidini artırmak değil, hacmini büyütmektedir » demiştir. Buna karşı tbn Hacer :

«Bir Sarihin, şerhine çalıştığı kitaba karşı böyle bir üslubla itiraz etmesi normal değildir. Hiç şüphesiz Kurandaki garib kelimelerin izahında fayda vardır. Kirmanı nin burada, kitabın faydasını çoğaltmak hususiyetini kabul etmemesi merduttur. Bu kitabın, esasmevzuu sahih hadislerin iradı ise de bir çok âlimler, onun sahabe ve tabiînin veya muhtelif fukahanın sözlerini nakil­den maksadının, kitabında rivayet malzemesinin bir arada bulunmasını iste­mesinden ibaret olduğunu anlamışlardır. Dirayet malzemesinin bir nevi de, hadisin garib kelimelerinin izahıdır. Buhârî, bir hadiste bir garib kelime bulu­nur ve bunun aslı veya benzeri Kur'an'da mevcut olursa, Kur'an'daki kelime­nin şerhine teşebbüs ve Kur'an ile hadisin her İkisini birden şerhetmek suretiy­le faydayı artırmaya gayreti adet edinmiştir. «Bed'ul-halk» veya «Kısasu'1-en-biyâ» gibi kısımlarda kendi şartına uygun hadis bulamadığ takdirde onun ye­rini Kur'an'da geçen garib kelimelerle doldurmasının faydası nasıl inkâr edi­lebilir? » diyerek itiraz etmiş, Aynî ise, Kirmanı' nin ve tbn Hacer' in sözlerin naklettikten sonra;

«Evet bunlar faydadan hâli değildir, fakat Buhârî'nin kitabının gayesi ha­disleri ortaya koymaktır, lugatlan değil! demiştir.[493]

Bu örnek açıkça göstermektedir ki sarihler her zaman yukarıda Kâtip Çe­lebi' nin işaret ettiği âdâb'a sıkı sıkıya bağlı kalmış değillerdir. Tamamen ilmî serbesti içinde hareket etmişlerdir. Ancak yine de, günümüzde görülenden çok daha medenî ve ilmî davranmışlar, hakaret anlamına gelecek tenkidlerde bu­lunmamışlardır.[494]

 

4. Şerh Edebiyatının Tenkidi

 

Dünya ilim tarihinin en detaylı ve ince tenkid esas ve uygulamalarına sa­hip bulunan Hadis ilmi içinde geliştirilmiş olan şerh edebiyatı, bir takım ta­rafgirliklere kapı açtığı için özellikle tenkide tabi tutulmuştur.

Şerhçiliğin, tasnif devri sonrasında yoğunlaşan bir faaliyet sahası olması, fevkalâde hacimli şerhlerin meydana getirilmesi, öğretim imkânlarını zorlaş­tırmanın yanında, uzun uzun münâkaşalara yol açması ve asıl kaynaklara in­meyi geciktirmesi ve tabiî belli devrin ilmî bulgu ve şartlarına göre yapılmış ol­ması, yani bir süre sonra tamamen değilse bile büyük bir kısmı ile yenilenmeye muhtaç bulunması gibi noktalar şerh edebiyatı çevresinde daima söz konusu ediîegelen hususlar olmuştur. Bu hususların ayrı ayrı ele alınıp tetkik edilme­si, hiç şüphesiz çok daha geniş ve belki de şerhçilik üzerinde yapılacak bir dok­tora tez çalışmasında daha münâsip olur. Biz burada genel bir değerlendirme yapacak ve konunun belli bazı noktalarına dikkat çekmekle yetineceğiz. Bizim çalışmamız ancak bu kadarını kaldırabilecek muhtevadadır.

Şimdi bütün bu saydığımız tenkid noktalarından farklı olarak şerh ede­biyatının yazımında gözlenen bir gelişmeye dikkat çekmek istiyoruz. Aşağıda­ki iktibas, Hanefi Mezhebi görüşleri doğrultusunda Ebû Dauud' un Sünen' ine yapılmış bir şerh olan Bezlu'l-mechûd'un başında bulunan bir takdim yazı­sından- alınmıştır. Şöyle denilmektedir:

«Eskiden beri îslâm bilginleri, başta kütüb-i sitte olmak üzere hadis kitab-larını özel anlayışlarına göre şerhetmişler ve hadisler arasına mezheb anlayış­larını işlemişler, güvenilir hadis kitablarında buldukları delilleri ön plana çı­karmışlardır [495]Meselâ Ebû Ca'fer et-Tahâvî, Şerhu Meâni'l-âsâr'da, Allâme Zeyle'î Nasbu'r-râye'de ve Alâeddin et-Türkmânî, el-Cevheru'n-nakîyy'de hep aynı şeyi yapmışlardır.

Bizim büyüklerimiz Şafiî âlimler, -gerçeği söylemek gerçeğin hakkıdır, te'lifve tedvin meydanındaki birincilik çubuğunu herkesten önce ele geçirmiş­ler, varış ipini herkesten önce göğüslemişlerdir. Ne zaman ki onlardan biri, sa­hih hadis kitablarından birine bir şerh yazacak olsa, hemen Hanefi Mezhebi ulemâsından büyük bir âlim kalkıp, aynı kitaba bir başka şerh yazmıştır. Şafiî veya Mâliki bir âlim bir tefsir veya fıkıh usûlü yazsa ve bu eser hüsn-i kabul gör­se, atlarla öğrenciler ona yönelse, ilmî mehâfil ve öğretim kurumları onu be-nimsese, bir hanefî âlim çıkar aynı konuda bir eser kaleme alır ve tabiî bâzan öncekini geçer, bâzan da ondan geride kalır. İşte Allâme Bedruddin el-Aynînin Umdetu'l-Kaarî'sz ile Allâme Hafız İbn Hacer el-Askalânî'mrc Fet hu'1-bâarî'sr olayı bunun açık delilidir.

Aynı durum Hanefi âlimlerin kimilerini, Şafiî ulemânın eserleri ilim mu­hitlerine yayıldıktan, ders ve tedris malzemesi olarak talebe ve hocalar tarafın­dan yaygın şekilde kullanılmaya başlandıktan sonra Kur'an tefsiri yazmaya da sevketmiştir. Ebu'l-Berekât Hâfızuddin en-Nesefi (710!1310)'nin Medâ-rik'mrfe Ebu's-Suud el-îmâdî (982/ 1574)'nin îrşâdu'I-akli's-selim'mtfe aynı şeyi görmekteyiz. [496]

Bu satırların içinde yer aldığı takdim yazısının, yukarıda da işaret ettiği­miz gibi Hanefî Mezhebi görüşleri istikâmetinde yazılmış bir şerhin başına konmuş olması, artık bahis konusu mezhebi rekabet duygusunun oldukça mu­tedil bir hale dönüştüğünün göstergesi olsa gerekir. Pek tabiîdir ki aynı duygu­nun tersinden işlediği yöre ve olaylar da olmuştur.

Burada, Şârih'in Uyması GerekliÂdâb kısmında işaret ettiğimiz görüşle­ri de dikkate alarak, meseleye sırf mezhebî rekabet duygusunun kabarması ve tatmine ulaşmak istemesi şeklinde bakmamak, âlimlerin biribirlerinden etki­lenmeleri ve aynı ilmî faaliyet içine girdikten sonra da pek tabiî olarak benim­sedikleri görüşler istikâmetinde yorumlar getirmeye çalışmaları, bazan da karşı görüştekilere tarizlerde bulunmaları şeklinde daha ılımlt bakmakta bü­yük fayda oisa gerekir. Zira, tarihî bir gerçektir ki, bir çok Şafiî âlimin yazdığı eser Hanefî ilim muhitlerinde ısrarla ders kitabı olarak okutulmuştur. İşte Kâdî Beyzâvî Tefsiri, İşte Celâleyn, İşte Hadis Usûlü eserleri... Hadis Usûlü eserleri içinde Hanefî âlimler tarafından yazılmış, ısrarla okutulmuş herhangi bir muteber eser bulmak mümkün değildir. En son, Zafer Ahmed et-Tehânevî tarafından yazılmış bulunan Kavaid fi ulûmi 'l-hadîs [497] henüz hiç bir müesse­se tarafından ders kitabı düzeyinde banimsenmiş değildir.[498]

 

B. Meşhur Şerhler

 

Yukarıda belirtmeye çalıştığımız gibi, özündeki ciddî güçlüklere rağmen îslâm bilginleri, h. IV. asırdan itibaren yüzlerce şerh, haşiye ve talik yazmış, hadis edebiyatına büyük ilmî katkılarda bulunmuş ve sünnetin pratiğe dönüş­mesine kendi şart ve çevrelerinde yardımcı olmuşlardır.

Hiç kuşkusuz şerh çalışmaları, pek tabiî olarak, daha çok ilmî çevrelerce itibar edilen kaynaklar üzerinde yoğunlaşmıştır.

Biz burada meşhur ve mütedâvil şerhlerden örnekler tanıtacağız. Bunlar arasında «asl»ı unutturamasa bile onun değerine yakın bir kıymet arzeienler bulunmaktadır. Bilhassa diğer ilim dallarında «asl»ı unutturacak nitelikte şerhlerin mevcudiyeti bir gerçektir.

Ayrıca, hadislerin kaynaklarına müellif veya kitab (bölüm) adı olarak işa­ret etmiş olmalarından dolayı bazı şerhleri, hadis tahricinde kendisinden fay­dalanılacak eserlerden kabul etmek de mümkündür.[499]

 

1. el-Hattâbî ve Me'âlimu's-sünen'i

 

Ebû Süleyman, Hamd (Ahmed) b. Mukammed b. İbrahim el-Hattâbî el-Büstî (388/998) fakih-muhaddis ve edîb olarak, gerçekten kendisinden sonra­kilerin daima fikirlerine müracaat etmek ihtiyacını hissettikleri bir Türk âli­midir. «Beyânu i'câzi'l-kur'ân, Garîbu'l-hadîs, Islahu ğalatı'l-muhaddisîn, A'lâmu's-sünen » gibi değerli eserlerin sahibi olan Hattâbî, elde mevcut bilgi­lere göre ilk şârih olarak Hadis edebiyatındaki müstesna yerini Ebû Davud' un Sünen' ine yazdığı «Me'âlimu's-sünen » adlı eseriyle almış bulunmakta­dır.[500]

tik şerh olması ve dolayısıyla, şerh edebiyatının başlangıcına dair fikir ver­mesi bakımından, Me'âlimu's-sünen' in mukaddimesinin kısa bir özetini sun­mayı faydalı bulduk.

Hattâbî, bu işe istek üzerine başladığını ortaya koyan cümlelerini, «Ben­den istediğiniz, benim için terki, sizin için cehli caiz olmayan, yine bana gizle­mesi size de bilmemesi yakışmayan bir iştir... » diye bitirmekte; Ebû Davud' un Sünen' i gibi bir eseri tefsir, müşkil lafızların îzah, muğlak mânâları şerh ahkâm yönlerini beyân, hadis metinlerindeki hüküm istinbatına elverişli nok­talara delâlet ve lâfızların gerisinde yatan fıkhı manaları keşf edeceğini bil­dirmektedir. Tabiatıyla Hattâbî' nin kullandığı bu kelimeler, bir şerhte hangi yönlerin bulunduğunu da ortaya koymakta ve bir çerçeve çizmektedir.

Hattâbî, zamanındaki âlimlerin «ehl-i hadîs ve eser », «ehl-i fıkıh ve nazar » diye iki gruba ayrılmış olduklarını, ancak bunların biribirlerinden asla müs­tağni kalamayacaklarını, zira hadis'in «asi » anlamında temel; fıkhın da «fer'» anlamında bina gibi olduğunu, temelsiz binanın çökeceğini, binasız bir temelin de çukurdan başka bir değer ifâde etmeyeceğini belirtmektedir.

Ancak bu gerçeğe rağmen, bu iki grubun yekdiğerine yardımcı olmadıkla­rından hatta biribirlerini tenkid etmekten de geri durmadıklarından yakın­maktadır. Çok açık cümlelerle her iki grubun tutumlarını tahlil ettikten sonra kendisinin, bu şerh çalışmasıyla her iki grubu yekdiğerinin meşguliyet sahası ile ilgilenmeye şevkedebileceği ümidi içinde bulunduğunu da vurgulamakta­dır.

Böylece ilk şerh'in, fıkıhçılarla hadisçilerin aralarını telif hedefine yönelik olduğu ortaya çıkmış olmaktadır.

Daha sonra Ebû Davud' un Sünen' ini tanıtmakta ve onun hakkında «Din ilmi alanında benzeri telif edilmemiş çok değerli bir kitaptır » demekte ve muh­telif mezheblere mensub ulemâ ve fukahânın başvuru kitabı olarak İslâm dün­yasının her yöresinde hüsn-i kabul gördüğünü bilhassa belirtmektedir. Sadece Horasan âlimlerinin daha ziyâde Buhârî ve Müslim' in Sahih lerine itibaı ettiklerini kaydetmekte, ne var ki, Ebû Davud' un Sünen' inin tertib açısından en güzel, fıkıh bakımından en zengin olduğunu bildirmektedir. Tirmizî' nin ki­tabının da «güzel bir eser » olduğunu ayrıca zikretmektedir.

Hadis'in, sahih, hasen ve sakîm (zayıf) diye üçe ayrıldığını bildiren ve bunların tariflerini veren Hattâbî, Ebû Davud' un, kitabına «ulemânın terkin­de icma ettikleri » hiç bir hadisi almamış olduğunun kendisine nakledildiğini söylemektedir.

Ebû Davud' dan önceki ulemânın eserlerinin Cami' ve Müsned türün­den olduğunu, bunların ise, her konuya dair hadisleri ihtiva ettiklerini, fakat Ebû Davud' un Sünen' inde, şimdiye dek kimsenin yapmadığı bir işi yaptığını, ahkâm ile ilgili hadisleri topladığını, bu yüzden de rağbet gördüğünü pek canlı ifadelerle dile getirmektedir.

Ebû Davud ve Sünen' i hakkındaki ulemâ görüşlerini hülâsa olarak ver­dikten sonra şerhe başlamaktadır.[501]

Şerh'te, sıradan her hadis mufassal bir şekilde ele alınmaz. Her bâbtan açıklanmasına ihtiyaç duyulan kelime ya da ifadeler kısa kısa açıklanır. Gari-bu'l-hadis çalışmasına fıkhî görüşlerin ilâve edilmesi, hadisler arasındaki muhtelif mânâların cem ve telifinin nasıl yapılabileceğine dair görüş beyânı ve bu açıklamalar esnasında kesinlikle belli bir mezhebin görüşünün takib edilmemiş olması Meâlimu's-sünen' in en bariz vasıflarını oluşturmaktadır.

Meâlimu's-sünen , «kale », «kültü » uslûbundaki şerhlerdendir. Özellikle âyetlere «kavluhû » diye işaret eder. Herhalde ilk şerh olmasının da bu üslûbun benimsenmesinde rolü bulunmaktadır.

Meâlimu's-sünen , gerek müstakil olarak[502]gerek Sünen-i Ebî Davud'un sayfa altlarına konulmak suretiyle basılmıştır.

Kendisinden sonra şerh yazan hemen herkes, Hattâbî' nin görüş beyan et­tiği hadisleri açıklarken Hattâbî' ye atıf yapmadan geçemez.

Hattâbî, Meâlimu's-sünen' i bitirince, yine istek üzerine bu kez Buharı' nin Sahih' ine «A'lâmu's-sünen » adıyla ilk şerhi yazmıştır.[503]

 

2. el-Beğavî ve Şerhu's-sünne'si

 

EbûMuhammed el-Hüseyn b. Mes'ud el-Ferrâ el-Beğavî (516/1122) tara­fından, zamanında yaşayan insanların fıkıh kitablarına aşırı düşkünlük gös­termeleri sebebiyle, fıkhın ikinci kaynağı olan sünnete dikkat çekmek üzere te­lif edilmiş olan Şerhu's-sünne, isminden de anlaşılacağı gibi herhangi bir kita­bın şerhi değil, hadis kitablanndan seçilmiş sünnet malzemesinin şerhidir. Bu niteliğiyle Şerhu's-sünne, bir çeşit fıkhu'l-hadîs çalışmasıdır.

Şerhu's-sünne, ale'l-ebvâb bir sisteme sahiptir. Bâb başlıkları genelde BuhârV den iktibas edilmiştir. Sika ravüerin rivayetlerinden seçilmiş hadis-lerdeki müşkili hail, ğarib kelimeleri tefsir ve hükümleri beyân etmektedir.

Bu açıdan da Şerhu's-sünne, Hattâbî'nin Meâlimu's-sünen' ine benze­mektedir.

Ahkâmın beyânında el-Beğâvî, kendi mezhebi hilâfına da olsa tercihlerde bulunmakta, muhalif görüşteki]erin delillerini tenkitte aşırılık göstermemek­te, son derece insaflı davranmaktadır.

el-Beğavî, bu eserinde, muhaddislerin ve fukahâdan sahih hadis'i esas alanların metoduna bağlı gözükmektedir. Ğarib kelimelerin izahında da lügat-çıların usûlünü uygulamakta, iştikak ve istişhâd yollarına baş vurmaktadır. Bu hususta Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm, îbn Kuteybe ve Hattâbî gibi âlimler­den kelimesi kelimesine nakiller yapmakta veya onların görüşlerini kendi ifa­desiyle mana olarak yansıtmaktadır.

Müellif, sahihler, müsnedler, sünenler, mu'cemler ve cüzlerdeki kendileriyle ihticac edilen hadisleri bir araya toplamak ve değerlendirmek böylece de müslümanlara din ve dünya işlerinde kâfi bir başvuru kaynağı meydana getir­mek gayesinde olduğu için inanç esaslarından güzel ahlâka kadar her konuya yer vermiştir.

el-Beğavî, hadisleri, sahabe, tâbiûn ve müctehid imamların görüşlerini topluca vermiştir. Bu açıdan hadisleri iyice kavramak isteyen ilim adamları için yegâne hadis kaynağıdır denilebilir.[504]

Müellif, senedlerini zikretmediği hadislerin bir çoğunun ma 'mûlun bih ve hadis imamlarının kitablarında mevcut olduklarım, kendisinin kısaltma ama­cıyla ve imamların nakline itimaden senedleri hazfettiğini belirtmektedir. [505]

Hadis otoritelerinin güvenmedikleri ve kitabîannda yer vermedikleri hiç bir hadisi almadığını, maklûb, mevzu, meçhul gibi otoritelerin reddettikleri ve terkinde ittifak ettikleri rivayetlerden kitabını uzak tuttuğunu ve koruduğunu ayrıca kaydetmektedir. [506]

16 cilt halinde ilk kez 1390-1400/1970-1980'de Dımeşk'te Zuheyr eş-Şâviş ve Şuayab el-Arnavud' un tahkiki ile basılmış olan Şerhu's-sünne, toplam ola­rak 4422 hadis'in açıklamasını ihtiva etmektedir. Fıkıh kıtaları tertibi içinde­dir.

16. cild tamamen, hadislerin ilk harflerine göre alfabetik fihristinden iba­rettir. Hadis, cild ve sayfa numarası ile sahâbî râvisinin kim olduğuna da fih­ristte yer verilmiştir. Oldukça kullanışlıdır.

Hadislerin sened ve metin kısmı değişik puntolarla dizilmiş ve metinler tam harekeîenmiştir. Modern bir baskıdır.

Bu özellikleriyle Şerhu's-sünne , şerhler içinde çok ayrı bir hususiyet ar-zetmektedir.[507]

 

3. en-Nevevî ve el-Minhâc'ı

 

Müslim 'in Sahih' ine yazılmış olan bir çok şerh[508] içinde en muteber kabul edilen Nevevî' nin el-Minhâc' ıdır. Nevevî, bu şerhinin Ön sözünde şu hususla ra değinmektedir:

Geçmişte âlimlerin en yoğun şekilde meşgul oldukları sahanın hadis oldu­ğunu, hatta hadis okunan bir mecliste binlerce öğrencinin toplandığını, ancak artık böylesine bir rağbetin görülmediğini, gayretlerin oldukça zayıflamış ol­duğunu, fakat buna rağmen yine de Hadis timine itina ve insanları bu sahaya teşvik etmek gerektiğini bildirmektedir. Hadis ve hatta ilim alanında en sahih eserin Buhârî ve Müslim' in sahihleri olduğunu kaydetmektedir. Kendisinin, Buhâri' ye bir şerh yazmakta olduğunu, bu arada Müslim' in Sahih' ine de ne anlaşıîamayacak kadar muhtasar ne de bıktıracak kadar mufassal olmayan or­ta («mutevassıt ») bir şeh yazmak üzere yola çıktığım söylemekte ve şöyle de­mektedir: «Eğer gayretîerdeki zaaf, isteklilerin azlığı ve uzunluk gerekçesiyle kitabın yayılamıyacağı endişesi olmasaydı, bu şerhi yüz cildi aşacak ölçüde ge­niş tutar ve gereksiz hiç bir şeyi de tekrar etmezdim. Fakat ben orta bir yol tut­tum. Usûl ve fiırûa ait hükümler, âdâb, kavâid-i şer'iyye, lüğavî manaların ve şahıs isimlerinin zabtı, künye sahiplerinin isimleri ve ricalle ilgili bazı önemli hususlar, hadisler arasını cem' ve bazı pratik («amelî ») meselelere işaret ettim. Hadis tekerrür etmişse, ilk geçtiği yerde gerekli izahlarda bulundum, daha sonra o ilk yere atıfla yetindim. Bazan da meselenin daha başka yönlerinin mevcudiyeti dolayısıyla yeniden bilgi verdim. İstifâdeyi arttıracağını umdu­ğum için usul bilgilerine ait bazı konuları da bu mukaddimede vermeyi uygun buldum.[509]

Bu mukaddime ve usul bilgilerinden sonra başlayan şerh, «kavluhû ûbuna sahip şerhlerdendir.

Neuevî şerhinde, Mâliki olan Kadı lyad (544/1149)'ın İkmalu'l-Mu'lim bi fevâidi Müslim adlı şerhinden oldukça istifade etmiş, ancak mezhep görüş­lerinin ayrıldığı noktalarda kendi mezheb görüşü istikâmetinde yorumlarda bulunmayı ihmal etmemiştir.

Nevevî' nin şerhi gerek müstakil olarak gerekse KastallânV nin Buharı şerhi îrşâdu's-sârî kenarında bir çok kez basılmıştır. [510]

 

4. Buhârî Şerhleri

 

Hadis Edebiyatının bir numaralı eseri olan Buhârî'nin Sahih'i, üzerinde en çok çalışma yapılan eser olmanın yanında kendisine en fazla şerh yazılan ki-tab olma özeliğine de sahip bulunmaktadır. Kâtip Çelebi bu şerhlerden 82 tane­sini saymaktadır.[511] Buhârî'/ım Sahih'i halen de üzerinde en yoğun çalışma­ların yapıldığı eser olma vasfını sürdürmektedir.

Hadis edebiyatı tarihinde ilk şârik olarak bilinen «büyük Türk mütefek­kir ve muhaddisi[512] Hattâbî (3881998)'nin yazdığı A'lâmü's-sünen, Buhâ-rî'ye yazılmış en eski ve ilk şerhtir. [513]

Birçok esere yazılan serlerin asıl eseri unutturacak seviyede itibar görmüş olmasına rağmen, bunca şerhinden hiç biri Buhârî'nin yerine geçebilecek bir nitelik kazanamamıştır. Ancak bunlar arasında Öteki şerhlerin nerede ise ta­mamen unutturmuş olanlar bulunmaktadır. Hepsini tanıtmamıza imkân bu­lunmayan Buhârî Şerhieri'nden en meşhur üç tanesi hakkında bilgi vermekle yetineceğiz.[514]

 

a. İbn Hacer ve Fethu’l-bâri’si.

 

Fakih, müverrih ve muhaddis olarak haklı bir şöhrete sahip bulunan îbn Hacer, Şemsüddin Ahmed b. Ali el-Askalânî (773/137 l'de Mısır'da doğmuş Kur'ân'ı hıfzetmekle başladığı öğrenim hayatının ileri yıllarında hadis ile işti­gali yeğlemiştir. Mısır, Suriye, Hicaz ve Yemen' e defalarca seyahat etmiş 10 yıl süreyle Zeynüddin el-Irâkî (806/1403)'den hadîs okumuştur. Bilâhare muhtelif cami ve medreselerde büyük rağbet gören tefsir, hadis ve fıkıh dersleri vermiştir. 852/1448 tarihinde vefat etmiştir.

Hadis ilminin ana branşlarında değerli eserleri bulunan İbn Hacer 'in Buhârî'ye yazdığı Fethu'l-barî adlı şerhi pek meşhurdur.

îbn Hacer'in Fethu'l-barî' si, bir mukaddime ve şerh'den meydana gel­mektedir. Buhârî ve Sahih' ine tahsis edilmiş müstakil ve en şümullü bir tet­kik olan mukaddime «Hedyü's-sârî mukaddimetü Fethi'l-bârî » adını taşımak­tadır. Mukaddimeyi îbn Hacer 813'te yazmıştır. 10 fazıldan oluşmaktadır. Buhârî' nin eserini tasnif sebebi, isim ve muhtevanın beyânı, hadisleri takti' ve ihtisar etmesi, muallâk hadis nakli, garîb lafızların şerhi, isim, lâkab ve künyeleri biribirine benzeyenlerin açıklanması, mühmel isimlerin ortaya çıka­rılması, Dârekutnî gibi münekkidlerce tenkid edilmiş hadislerin müdafaası, ta'n edilmiş râvilerin tetkiki ve nihayet Sahih 'teki hadislerin sayımı gibi ko­nular mukaddimede enine-boyuna ele alınmış bulunmaktadır.

Hadis tarihi yazarı el-Hûlî, «Eğer bize sadece mukaddime kalacak olsay­dı, yine de müellifin (îbn Hacer) değerini göstermek için yeterdi [515] diye takdi­rini dile getirmektedir.

îbn Hacer «Hedyü's-sârî »de belirttiğine göre, şerhinde şu hususlara yer vermiştir:

a. Bâb başlığı ve hadisi zikrettikten sonra, [516] aralarındaki münâsebeti -gizli ise-, açıklamak,

b. Sened ve metne yönelik bütün hususiyetleri, müsnedler, camiler, müs-tahrecler, cüzîer'den toparlayarak ortaya koymak,

c. Muallekât ve mevkufâtı mevsûl olarak zikretmek,

d. İsim olsun, vasıf olsun kitapta geçen bütün müşkil lâfızların sözlük an­lamlarını ve Beyân İlmi açısından ifade ettikleri nükteleri,tesbit ve zabt et­mek,

e. Hadiste ulemânın istinbat ettiği hükümlere, ahlâkî öğütlere, terbiyevî Özelliklere, tercih, nesh ve cem' gibi önemli noklara işaret etmek,

f. Usul kaidelerine de ayrıca yeri geldikçe tenbihte bulunmak...

Mukaddimeden 4 yıl sonra 817'de başlayıp 25 yıl süre ile devam ettirdiği çalışması sonucu 842'de bitirdiği Fethu'l-bârî'nin değerlendirilmesi noktasın­da şu tesbitler önem taşımaktadır:

«Îbn Hacer'in şerhi, hadis ilmi, takrir güzelliği, ifâde düzgünlüğü ve mak­sadın ortaya konulması açılarından şerhlerin en üstünüdür.[517]

«...Hiç bir şerh, îbn Hacer'inki kadar mükemmel değildir...»[518]

îbn Hacer 'in Fethu'l-barî' si, kendinden önceki literatürden geniş ölçüde istifade etmiş olması ve Buhârî'nin kaynkları hakkında daha fazla bilgi ihtiva etmesi bakımından ehemmiyet arz etmektedir. [519] Fethu'l-barî' nin değerini Şevkânî , «lâ hicrete ba'de'l-Feth » = «Feth » elinde olduktan sonra (ilim için) hicrete gerek yok[520] diyerek belirtmektedir. [521]

îbn Hacer, şerhinde Sahih' in EbûZerr rivayetini  [522]esas almıştır. [523]

Fethu'l-bârî «kavluhu » üslubuyla yazılmış şerhlerdendir. En yeni baskı­sı mukaddime dahil 14 cilddir. [524]

 

b. el-Aynî ve Umdetü'l-kaarî'si

 

H. 762/1361'de Ayıntab 'da doğan Bedrüddin, Ebû Muhammed Mahmûd b. Ahmed el-Aynî el-Hanefî, babasından ve yöre âlimlerinden ders aldı. Hatta babasının vefatından sonra onun yerine kadı oldu. Haleb, Hicaz ve nihayet Mısır' da değişik görevlerde bulundu. Uzun yıllar özel medresesinde ders okut­tu. Bir çoğu şerh niteliğindeki pek çok eserin müellifi olan el-Aynî 'nin en ha­cimli eseri, Umdetü'l-kaarî' dir. el-Aynî 855/145l'de vefat etti.

el-Aynî, Umdetü'l-kaarî' yi yazmaya 821 yılı sonlarında başlamış ve 26 yıl­lık bir mesâî'den sonra 847'de bitirmiştir. O, bu şerhinin yazımında îbn Ha­cer'in Fethu'l-bârî' sinden de istifâde etmiştir. Aynı yıllarda yazılmakta olan Fethu'l-bârî' den îbn Hacer' in talebesi Burhan b. Hıdır aracılığı ile faydalan­mıştır. Bu sebeple yer yer aynen nakiller, yer yer de îbn Hacer' e itirazlara rast­lamak mümkündür. Hatta îbn Hacer' in Hedyü's-sârV de incelediği on nokta­yı, Aynî hemen hemen aynı sıra ile Fevâid adıyla on başlık altında 6 sayfa için­de özetlemiştir.

Umdetü'l-kaarî , nakl ve tahkik yönünden Buhârî şerhlerinin en hacımlısı, tetkik ve inceleme cihetinden en derli-toplusudur. Hadisleri hemen hemen bütün yönleriyle ve gerektiği şekilde açıklamak amacıyla yazılmıştır. Aynî' ye göre, nakledilmiş metinlere dair bir şey öğrenmek isteyen, ma'kulât'a müteal­lik olarak aklına herhangi bir şey takılan da problemini Umde' den istifade ile çözebilecektir. Yararlanmayı kolaylaştırmak için de Aynî, açıklamalarını ayrı başlıklar altında vermeye özen göstermiştir. Onun en geniş olarak ele aldığı ve kullandığı başlıkları tam olarak görme imkanı bulduğumuz birinci hadisin açıklamasında 20 ara başlık tesbit etmekteyiz. Aynî hadisi verdikten sonra şu yan başlıkları sıralamaktadır:

1. Hadisin âyetle ilgisi Bu başlık, bâb başlığında âyet yer almışsa, o âyet ile hadisin irtibatını göstermek için açılır.

2. Hadisin bâb başlığı («Terceme») ile ilgisi. Bu ilgi, şârih tarafından çoğu kere, böyle bir başlık açılmadan «Mutâba-katu'l-hadis li't-terceme» gibi başlayan bir cümle ile açıklanmaktadır. Hadisin o bâb başlığı altmda zikredilmiş olmasını sebebini ortaya koyan bu başlık altın­da verilen bilgiler, Buhârİ' nin fikhî anlayışının ortaya konulması açısından ol­dukça önemlidir.

3. Senedde yer alan râvilerin açıklanması

4. Râvi isimlerinin okunuşunu harekeli olarak tesbit

5. Neseblerinin açıklanması  

6. Kavilerle ilgili diğer bazı noktaların ortaya konulması

7. Senedin ihtiva ettiği bazı özellikler

8. Hadisin nev'inin açıklanması

Bu altı başlık altında hadisin senedine yönelik hemen her husus ve netice­de hadisin râvi sayısı, ittisal, inkita' ve irsal durumları açıklanır.

9. Hadisin Buhârî' de nerelerde geçtiği

10. Hadisin eserlerine almış olan öteki hadisçiler

11. Hadisin rivayetleri arasında görülen lafiz farklılıkları

Bu üç başlıkta da hadisin kaynak ve metin açısından değerlendirmesi ya­pılır. Bu başlıklar altında hadisin önce Buhârî içinde sonra da Hadis külliyâtı içinde tahrîc'i yapılmış olmaktadır. Bu sebeple şerhleri, hadis tahririnde isti­fade edilecek eserlerden saymak gerektiğine dair görüş beyân edenler bulun­maktadır. [525]Ancak hadisin diğer kaynaklarına sadece müellif ismi olarak işa­ret edilmiş olduğunu da burada kaydetmek gerekmektedir.

12. îlk olarak bu hadisi seçmiş olmasını sebebi Bu başlık pek tabiî olarak sadece bu birinci niyet hadisi' ne aittir. Böyle bir başlık diğer hadislerde bulunmamaktadır.

13. Lügat açıklamaları  

14. t'rab açıklamaları 

15. Meânî ilmi açısından açıklama  

16. Beyân ilmi noktasından açıklama

17. Bedi' ilmi açısından açıklama

Bu başlıklar altında hadislerin dil ye edebiyat yönünden ince bir tahlili ya­pılmakta, dil hususiyetleri açıklanmaktadır.

18. Sorular ve cevaplar hadisle ilgili olarak akla gelebilecek muhtemel sorular bu başlık altında cevaplandırılmaktadır. Bu sual ve cevaplar da bazan ğaib siğasıyla  şeklin­de, bazan soru sahibi açıklandıktan ve soru verildikten sonra diye başlayan cevaplarla işlenir. Hemen hatırlatalım ki burada söz konusu olacak sorular, buraya kadar zikredilen başlıklar altında incelenen her hususa ait ola­bilir. Yani gerek lafız gerekse mânâ ile ilgili olabilirler.

19. Hadisin sebeb-i vürûdu 

20. Hadisten çıkarılabilecek fıkhî hükümler

21. Hadis ile ilgili belirtilmesi faydalı olan öteki meseleler  

Bu sıra, genelde böyledir ve hiç şüphesiz her hadis için bütün bu başlıklann açılması söz konusu değildir. Meselâ hemen ikinci hadiste bu başlıklar 10'a düşmektedir.[526]

Açıkça görüldüğü gibi «Aynî' nin bu eseri, diğer sarihlerin karma-kanşık yazmalarına mukabil, bir usûl dâiresinde yazılmıştır. [527] «Kavluhû » üslûbun­da kaleme alınmış olan Umdetü'l-kaart, râviler hakkında verdiği bilgi, hadis­lerin mantıkî münâkaşası ve gramer açıklamaları bakımından ehemmiyet ta­şımaktadır. [528]

Netice itibariyle «Aynî'nin şerhi, şerhlerin en güzeli, yorum bakımından en tamı, ulemâdan nakli en bol olanıdır. Ne var ki, söz dizimi açısından İbn Hacer'inki gibi değil, biraz dağınıktır . [529]

Hanefî mezhebi görüşlerine göre yazılmış büyük ve mükemmel bir şerh ol­masına rağmen, İbn Hacer' inki kadar şârih'in hayatında etrafa yayılmış değil­dir.

Umdetü'l-kaarî, 10 ve 25 cild halinde basılmış bulunmaktadır. [530]Matbaa-i Amire baskısı, hatası az olan bir baskıdır.