S
Es-Sâbık Ve'l-Lâhık
Sabit
Sad
Sad-Ha
Sâdıka
Sadru’l-Hadîs
Sadûkun
Sadûkun İn-şâ'allah
Sadûkun Lâkınnehû Mubtedi'
Sadûkun Lehû Evhâm
Sadûkun Seyyi'u'l-Hıfz
Sadûkun Teğayyera Bı-Ehara
Sadûkun Yehimu
Sadûkun Yuhti'u
Sahabe
Sahâbî
Sahâbî Mürseli
Sahâbiye
Sâhîb
Sahibu'l-Bid'a
Sahibu'l-Hadîs
Sâhibu'l-Kitâb
Sahibu'r-Resul
Sahîfe
Sahîfe Câbir
Sahîfe Semure
Es-Sahîfetu's-Sâdıka
Es-Sahîfetu's-Sahîha
Sahih
Sahih-Garib
Sahîh-Garib-Hasen
Sahih Li-Aynihî
Sahih Li-Gayrihî
Sahîh Li-Zâtihi
Sahih Muhtelef Fîhi
Sahîh Muttefak Aleyh
Es-Sahîhân
Sahih-i Buhârî
Sahihi Müslim
Sahîhu’l-Hadîs
Sahîhu'l-İsnâd
Sahîhun İnde Gayrihimâ
Sahîhun Înşa'allah
Sakîm
Sâkıt
Salih
Sâlih Li'l-İhticâc
Sâlih Li'l-İ'tibâr
Sâlihu'l-Hadis
Sâmi
Sarık
Sarih Merfû
Se-Nâ
Se-Nî
Sebebu Vurûdi'l-Hadîs
Sebebu'l-Hadîs
Sebt
Sebtun
Sebtun-Hafizun
Sebtun-Huccetun
Sebtun-Sebtun
Sebtun-Sikatun
Sefeh
Seketû Anhu
Semâ
Semâ'ul-Muzakere
Semâ'u's-Sağîr
Semi'a
Semi'tu
Semi'tu Fulânen
Semi'tu Fulânen Bi-Kırâ'atî Aleyh
Semi'tu Fulânen Kırâ'aten Aleyh
Semi'tu Fulânen Yekûlu
Sened
Sevk
Sevvâ
Sevveğa Lî
Seyyi'u'l-Hıfz
Sıfatu Rivâyeti'l-Hadîs
Sıhâh
Sıhâh-ı Selâse
Sıhah-ı Sitt
Sıhhat
Sıhhat Şartları
Sigâr-ı Tabiin
Sîğatu'l-Cezm
Sîğatu't-Temrîz
Sika
Sikât
Sikatun
Sikatun-Hâfizun
Sikatun-Huccetun
Sikatun-Mutkinun
Sikatun-Sebtun
Silsiletu’z-Zeheb
Sirkatu'l-Hadîs
Sohbet
Subâ'î
Subâ'iyyât
Subût
Sudâsî
Sudâsiyyât
Suffe Ashabı
Suffe Ehli
Sulâsî
Sulâsiyyât
Sumânî
Sumâniyyât
Sunâ’î
Sunâ'iyyât
Es-Sunne
Es-Sunnetu'l-Fi’iliyye
Es-Sunnetu’l-Kavliyye
Es-Sunnetu'n-Nebeviyye
Es-Sunnetu't-Takririyye
Sû'u’l-Hıfz
Suveylih
Sükût Tedlîsi
Sünen
Sünen Dârimî
Sünen Ebî Dâvud
Sünen İbni Mace
Sünen Nese'î
Sünen Tirmizî
Süneni Erba'a
Sünnet
S
Es-Sâbık Ve'l-Lâhık:
İlki eski, ikincisi sonradan gelen demektir. Bu arada eskisi ile yenisi anlamını
verir.
Hadis Usulünde sabık ve lâhık, aynı şeyhten rivayette bulunan ve ölüm tarihleri
arasında uzun zaman bulunan iki raviye denir. Önce vefat eden sabık, sonra öleni
lâhıktir.
Sabık ve lahika misal olarak Muhammed b. Serrac'tan rivayette bulunan Buhari ile
Ebu'l-Huseyn Ahmet el-Haffâf verilebilir. Buhârî'nin vafat tarihi 256;
el-Haffâf’ınki ise bir rivayete göre 393 tür. Aralarında 130 bu kadar senelik
uzun bir zaman vardır. Aynı şekilde aslında şeyhi olduğu halde büyüklerin
küçüklerden rivayeti kabilinden olarak İmam Mâlik'ten rivayette bulunan ez-Zuhri
ile Ahmed b. İsma'il es-Sehmî de sabık ve lâhık sayılmışlardır. İbn Şihâb 124,
es-Sehmî ise 259 de öldüklerine göre aralarında 135 sene gibi uzun bir süre
vardır.1011
Bir şeyhten rivayette birbirlerine arkadaş olan iki ravinin vefatları arasında
uzun bir süre bulunmasının sebebi, kendisinden hadis işitilen şeyhin
ravilerinden birinin ölümünden sonra daha uzun müddet yaşamış olmasıdır. Öyle
ki, bazı küçük yaştakiler ondan hadis işitir ve uzun süre yaşarlar. Bu suretle
ilk ravinin vefatından sonra şeyhin hayatta kaldığı müddet ile ikinci ravinin
ölümüne kadar geçen zamanın toplamından iki ravinin vefatları arasındaki bu uzun
süre hasıl olur. 1012
Aynı şeyhten rivayette bulundukları halde aralarında uzun zaman bulunan iki
ravinin bilinmesi isnadlar yönünden önemlidir. Bir kere isnadda uluv hasıl olur.
Şöyle ki, bir şeyhten hadis rivayet eden A ravisi ile aynı şeyhten rivayette
bulunan B arasında uzun zaman dilimi varsa, A dan rivayette bulunan rayi, B den
rivayet edene nisbetle âlî isnad elde etmiş demektir. Öte yandan sabık ve
lâhıkın bilinmesi isnadda inkita olup olmadığının açığa çıkarılmasında önemli
ölçüde yardımcı olur.
el-Hatîbu'l-Bağdadî'nin bu konuda es-Sâbık ve'1-Lâhık isimli bir eseri vardır.
Bu eserinde aynı şeyhten rivayette bulunan sabık ve lâhık ravilerle aralarındaki
zaman farklarını vermiştir.
Sabit:
Türkçedeki karşılığı ile sabit demektir. Bazı muhaddisler tarafından sahih
karşılığı olarak kullanılmıştır. Kelime manasmdaki sabit olma manası dikkate
alınırsa Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadisi olarak sabit olan rivayetler manasına
gelir. Sıhhat vasfı taşıyan hadislerin hepsine şamildir.1013
Sad:
Dabbe adiyle hadislerin yazılışı sırasında bozuk, noksan ve yanlış yazılmış
kelimeleri işaretlemekte kullanılmıştır. (Bk. Tadbîb).
Sad-Ha:
“Sad” ve “ha” harflerinden meydana gelen bu işaretin muhaddisler arasında belli
bir okunuş şekli yoktur. Bazı hadisciler tarafından tashih, bazıları tarafından
da bir isnaddan diğerine geçişte tahvil işareti olarak kullanılmıştır. Nitekim
İbnu's-Salâh, sad-hanın üç ayrı yerde kullanıldığını kaydetmiştir. Bunlardan
ilki lahakın bittiği yerdir. Bazı hadis yazanlar burada bu iki harfle birlikte
harflerini de yazmışlardır.
İkincisi, tashih işareti olarak ibarenin üzerine veya yanına konur. Bu maksatla
yazıldığında ancak rivayet ve mana yönünden sahih rivayetler üzerine yazılır. Şu
da var ki, üzerine sad-ha yazılmış rivayetlerin şüpheli ve tarüşılabilir
tarafları var demektir. Üzerine veya yanına bu harflerin konulması, bunlardan
gafil olunmadığını, bu yönüyle zabtedildiğini ve o vecih üzere sahih olduğunun
bilindiğinin belirtilmesi içindir.
Üçüncüsü ise bir isnaddan diğerine geçişte tahvil işareti olarak kullanılan “ha”
harfi yerine iki isnad arasına yazılır. İbnu's-Salâh'a göre iki isnad arasına
“ha” harfi yerine sad-ha hafflerinin yazılması arada isnadın düştüğü zannına
meydan vermemek, ikinci isnadın birinci üzerine binerek ikisinin bir isnad
haline geldiği vehmine engel olmak itibariyle daha uygundur. 1014
Sâdıka:
Bk. es-Sahîfetu's Sâdıka.
Sadru’l-Hadîs:
Göğüs anlamını veren sadr ismi mecaz olarak bir Şeyin baş tarafı manasına da
gelir. Sadru'l-Hadis tamlaması ise hadis metninin baş tarafına denilmiştir.
Sadûkun:
Mübalağa İle ism-i fail olan sadûkun, son derece doğru manasına gelir. İbn Ebî
Haüm'in tasnifine göre ikinci, ez-Zehebî'nin tasnifinde üçüncü, İbn Hacer'in
yaptığı sınıflandırmaya göre dördüncü mertebede yer alan ta'dil
lafızlarındandır.
İbn Ebî Hatim, bu ve aynı mertebede olan diğer ta'dil lafızlarından birisiyle
adaletine hükmedilen ravinin hadislerinin yazılarak gözden geçirileceğini
söylemiştir. 1015İbnu's-Salâh, bu mertebede yer alan lafızlarla ta'dil edilen
ravinin hadislerinin gözden geçirilmesini, bu lafızlarda onun zabt derecesinini
gösterecek herhangi bir işaretin bulunmayışıyla açıklamıştır. Ona göre ravinin
zabtının açığa çıkması için hadislerini gözden geçirmek gerekir. Hadisleri zabt
vasfına sahip ravilerin rivayetine uygun olduğu ölçüde muteberdir. 1016
Sadûkun İn-şâ'allah:
Bk. Suveylih.
Sadûkun Lâkınnehû Mubtedi':
“Saduktur, fakat bid'atçıdır” anlamını veren bu tabir İbn Hacer'e göre ta'dilin
beşinci mertebesinde yer alan ta'dil lafızlarından biridir. O, Şia, Kaderiye,
Nâsibîlik, Mürci'e, Cehmiye gibi bid'at sayılan fırkalara mensup olanların bu
sınıfta katılmaları görüşündedir. ez-Zehebî ise aynı lafzı cerh lafızlarının en
ehveni addetmiştir.
Sadûkun Lehû Evhâm:
Bk. Sadûkun Seyyi'ul-Hıfzi.
Sadûkun Seyyi'u'l-Hıfz:
Ta'dilin dördüncü mertebesinde yer alan sadûkun lafzı ile cerhin en hafifini
gösteren seyyi'u'1-hıfz lafzının birlikte kullanılan şeklidir. Ta'dile delalet
eden lafızlardan olmakla beraber beşinci derecededir. Bu derecede yer alan
lafızlarla adaletine hükmedilen ravi güvenilir olmakla birlikte bir kusur
taşıyordur. Bu, aynı zamanda onun adalet vasfına sahip olmakla beraber zabt
yönünden kusurlu olması demektir. Aynı mertebede yer alan Sadûkun Yehimu (sadûuk
olsa da yanılır); Sadûkun lehû evham (yanlışları çok bir saduk); Sadûkun Yuhti'u
(saduk olmakla birlikte hata eder); Sadûkun teğayyera bi -ehara (Sonraları hali
değişmiş bir saduk) ta'dil lafızları da öyledir. Aynı manaya delalet eder ve
ravi-nin adaletli olmakla beraber zabt vasfının tam olmadığını belirtir.
Sadûkun Teğayyera Bı-Ehara:
Bk. Sadûkun Seyyi'u'l-Hıfzi.
Sadûkun Yehimu:
Bk. Sadûkun Seyyi'u'l-Hıfzi.
Sadûkun Yuhti'u:
Bk. Sadûkun Seyyi'u'l-Hıfzi
Sahabe:
Sözlük bakımından bir arada bulunmak, sohbet veya arkadaşlık etmek manasına
gelen ve dördüncü babdan çekimi yapılan “sahibe” kök fiilinden alınma bir kelime
olup bu fiilin ismi mensubu olan sahâbînin çoğuludur. Aynı fiilden ismi fail
olan ve bir arada yaşayan, dost, arkadaş anlamına gelen sâhib kelimesinin çoğulu
sahb; cem'u'l-cem'i ashâb da aynı manada kullanılır.
Sahabe terimi, hadis edebiyatı içinde tekil olarak sâhibu'r-Resûl, sahâbî; çoğul
olarak da ashâbu'r-Resûl ve sahabe şeklinde görülür. Kısaca Hz. Peygamber
(s.a.s)'i peygamberliği sırasında Mü’min olarak gören, Mü’min olarak ölen
kişilere denir. Bu tarif, hadiscilerin tarifidir. Buna göre bir kimsenin sahabî
sayılabilmesi için Hz. Peygamber (s.a.s)'i peygamberliği sırasında müslüman
olarak görmesi ve imanla ölmüş olması gerekir. Buradan açıkça anlaşılır ki, bu
tarife uyan körler de sahabeden sayılırlar. Bunun yanısıra onu peygamber
olmazdan önce görüp de peygamberliği sırasında görmeyenler sahabî
sayılmayacakları gibi Mü’min olarak görüp -Allah korusun- sonradan dinden
dönenler de sahabî değildirler.
Hz. Peygamber'i gören Mü’min kadına sahâbiyye denir. Çoğulu sahâbiyyât gelir.
Sahâbînin tarifinde basit de olsa görüş ayrılığı vardır. Kimi alimlere göre bir
kimsenin sahabî sayılabilmesi için Hz.Peygmber'Ie görüşüp konuşması, hatta ondan
hadis rivayet etmiş olması lazımdır. Fakat çoğunluk sahabîyi yukarıdaki
tarifteki gibi kabul etmiştir. Bu kanaatte olanlara göre Hz. Peygamber'i uzaktan
veya çok kısa bir süre için bile olsa görenler sahabîdirler. Nitekim Buhari,
“Hz. Peygamber (s.a.s) le bir arada bulunan veya onu sadece gören müslümanlar
sahabî sayılırlar.” diyerek aynı tarifi vermiştir. 1017
el-Hâkimü'n-Nîsâbûri sahabeyi on iki tabakaya ayırmıştır:
1. Hz.Ebubekr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali gibi Mekke'de ilk müslümanlığı kabul
edenler. Aşere-i mübeşşereyi teşkil eden diğer altı sahabî de bu tabakadandır.
2. Dâru'n-Nedve ashabı. Dâru'n-Nedve, Mekkeli müşriklerin toplandıkları yerdir.
Hz. Ömer müslüman olunca Hz. Peygamber'i buraya götürmüştür. Orada bulunanlardan
bir grup İslamiyeti kabul etmişlerdir. Sahabenin ikinci tabakasını bunlar
oluşturur.
3. Habeşistan'a göç edenler.
4. Birinci Akabe Bey'atmda Hz. Peygamberle görüşenler. Akabî nisbesini alan
sahabîler bu tabakadandırlar.
5. İkinci Akabe Bey'atında bulunan ve Hz. Peygamber'e Medine'ye geldiği takdirde
kendisini koruyacaklarına söz verenler. Bunlar yetmiş erkek, iki kadındır.
6. Hz. Peygamber henüz Medine'ye ulaşmayıp Küba'da bulunduğu sırada bu şehre
gelen ilk muhacirler.
7. Bedir Savaşına katılanlar. Ashâb-i Bedir de denir. Bir kısmı Bedrî nisbesini
almıştır.
8. Bedir Savaşı ile Hudeybiye Barışı arasında Medine'ye hicret edenler.
9. Hudeybiye'de ağaç altında rıdvan bey'atında Hz. Peygamber'e bağlılıklarını
sunanlar.
10. Hâlid b. Velid gibi Hudeybiye ile Mekke fethi arasında hicret ederek
Medine'ye gelenler.
11. Mekke'nin fethedildiği gün Müslüman olanlar.
12. Mekke fethi ve Veda Haccı sırasında Hz. Peygamber'i gören çocuklar. 1018
Bir kimsenin sahabî olduğu önce tevatür yoluyla belli olur. Söz gelimi Hz. Ebu
Bekr'in sahabî olduğu tevatür yoluyla sabittir. Şöhret yoluyla da bir kimsenin
sahabî olduğu meşhur olmuştur. Ancak tevatür derecesine varmamıştır. Misal
olarak Ukkâşe b. Mihsân ve Dimâm b. Sa'lebe verilebilir. Dimâm, Sa'd b. Bekr
kabilesindendir. Kabilesinin temsilcisi olarak Hz. Peygamber'in yanına Medine'ye
gelmiş, ona bazı sorular sorarak İslâmiyet hakkında bilgi edindikten sonra
kabilesine geri dönmüştür. Hz. Peygamber'le kısa bir süre için görüşmüş
olmasının yanında Mekkeli ve Medîneli olmadığından diğer sahâbilerin kendisini
tanımayışları yüzünden sahabî olduğuna dair bilgi tevatür derecesine
ulaşmamıştır.
Bir sahâbînin Hz. Peygamber'le görüştüğünü söylemesiyle de bir kimsenin sahabî
olduğu belli olur. Buna misal olarak da Humâme b. Ebî Humâme verilebilir.
Humâme, müslümanların İsfahan'ı fethetmeleri sırasında geçirdiği bir mide
hastalığı sonucu ölmüştür. Tanınmış bir sahabî olan Ebu Musa'l-Eş'arî Humâme'nin
sohbeti olduğunu, Hz. Peygamber'in onun şehit olarak ölceeğini haber verdiğini
söylemiştir. Böylece onun sahabî olduğu bir başka sahâbînin rivayetiyle
anlaşılmıştır. 1019
Son olarak bir kimsenin bizzat kendisinin sahabî olduğunu söylemesiyle de onun
sahabî olduğu anlaşılır. Bu takdirde sahabî olduğunu söyleyen kimsenin adaletli
ve hicri 110 tarihinden önce yaşamış olması şartları aranır; zira en son
sahâbînin bu yılda öldüğü, o tarihten sonra artık yeryüzünde Hz. Peygamber'i
gören kimsenin kalmadığı kesin olarak bilinmektedir. Bundan dolayı bu tarihten
sonra sahabi olduğunu ileri sürenin iddiası makbul değildir. Bu şekilde kendisi
ben sahabîyim diyerek Hz. Peygamber'i gördüğünü söylemesiyle sahabî olduğu
anlaşılana misal olarak Ebu Şeybe el-Ensâri verilebilir. Adı bilinmeyen bu
sahabî Kostantiniyye seferine katılmıştır. Nakledildiğine göre surlar önünde
etrafında toplanan kalabalığa hitap ederek “beni bilen bilir. Ben, Ebu Şeybe
el-Hudrîyim. Hz. Peygamber'in sohbetinde bulundum. Onun “ihlasla lâ ilahe
illallah diyenler Cennet'e girerler” dediğini kulağımla duydum” demiştir.
Böylece hadisini rivayetten sonra kendisini dinleyenlere çalışmalarını, tenbel
ve uyuşuk olmamalarını tavsiye etmiştir. Sahabi olduğu kendi söylemesiyle
alaşılan Ebu Şeybe, Kostantiniyye'de vefat etmiş, orada gömülmüştür. 1020
Sahabe, Hz. Peygamber'in oluşundan ebedi aleme göç edinceye kadar onunla
birlikte olan, onun tebligatını, sözlerini, nasihatlarmi işiten, hareketlerini
gören, emirlerini ve tavsiyelerini can kulağıyla dinleyip yerine getiren
Mü’minlerdir. Bu itibarla sünnetin ravileri olmuşlardır. Sünneti aksettiren
hadisleri Hz. Peygamber'den öğrenmişler, yeri geldiğinde kendilerinden sonraki
tabiiler nesline rivayet etmişlerdir. Bundan dolayı sahabenin hadis tarihinde
son derece önemli yeri vardır. Faziletleri aklen ve naklen sabittir. Nitekim
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder,
kötülükten alıkorsunuz. Allah'a da inanırsınız.” 1021
“Böylece sizi, insanlara karşı hakkın şahitleri olasınız, Allah Resulü de size
şahit olsun diye vasat (orta, seçkin, adaletli) bir ümmet kılmışızdır” 1022
“Muhammed Alllah'ın Resulüdür. Onan maiyyetinde bulunan (sahabî)ler kâfirlere
karşı çetin, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onlan devamlı rüku ve secde
edici olarak görürsün. Allah'tan bir fazl ve rıza gösterirler. Secde izinden
(hasıl olan) nişanları yüzlerindedir,” 1023
Sahabenin faziletine dair hadisler de vardır. En önemli ikisini nakledelim.
“İnsanların hayırlısı benim (yaşadığım) devirde yaşayanlardır. Sonra onları
takip eden (tabiî)ler, sonra da onları takip eden (tebe'u't-tâbi'în) gelir.”
1024
“Ashabıma sakın söğmeyiniz. Sakın ha, ashabıma söğmeyiniz. Nefsim kudretinde
olan (Allah)'a yemin ederim ki, sizden biriniz Uhud Dağı kadar altın sadaka
vermiş olsa (sevabı) sahabîlerimden birinin bir müd (iki avuç hurma) sadakasına
ulaşamaz. Yarısına da erişemez.”1025
Ehl-i Sünnet alimleri de sahabenin fazilet sahibi bir nesil olduğunda görüş
birliğine sahiptirler. Bunda icma vardır. Bir kere sahabe Hz. Peygamber
(s.a.s)'in terbiye ettiği bir nesildir. Ondan ilim, ahlak, fazilet öğrenmiş,
onun terbiyesi altında yetişmişlerdir. Bunun yanısıra İslâm Dini ve Hz.
Peygamber uğruna büyük sıkıntılara göğüs germişler, yerlerinden yurtlarından
işlerinden güçlerinden, çoluk çocuklarından, ana, baba ve akrabalarından ayrı
düşmüşlerdir. Hz. Peygamber'in etrafında halka oluşturmuşlar, kanlarını,
canlarını, mallarını onun yoluna feda etmekten çekinmemişlerdir. Bu bakımdan
sahabe bir yandan Hz. Peygamber'in terbiyesi altında yetiştikleri, öte yandan
İslâmiyet uğruna görülmemiş fedakarlık örnekleri gösterdiklerinden dolayı üstün
ve faziletli bir nesil sayılmaya hak kazanmışlardır. Aslında sahabe, Kur'ân-ı
Kerim ve Hz. Peygamber'in hadislerinde öğülen bir nesildir. Bu itibarla
faziletleri üzerinde uzun uzadıya açıklamalar yapmaya hiç de gerek yoktur.
Hz. Peyganmber'in çevresini oluşturan sahabe onun Kur'ân-ı Kerim'i açıklayan,
hükümlerini uygulayan söz ve fiillerine, bunun yanısıra emir ve yasaklarına,
nasihat ve tavsiyelerine büyük ilgi duymuşlardır. Bu ilgi onları hadis öğrenmeye
sevketmiştir. Sünneti aksettiren hadisleri büyük bir şevkle öğrenmişlerdir. Hz.
Peygamber'in bir sözünü işiten, herhangi bir davranış veya hareketini gören
sahabî, işittiğini veya gördüğünü iyice öğrenmiş, kendi aralarında müzakere
yoluyla başka sahabilere de nakletmiştir. Sahabenin bu tutumu hadislerin
aralarında yayılmasını sağlamıştır. Hz. Peygamber'in ebedi hayata göç etmesinden
sonra islâm fütuhatının genişlemesiyle yeni meseleler ortaya çıkmaya başlayınca
hadise ihtiyaç daha da artmıştır. Genişleyen İslâm aleminin meselelerini çözüme
bağlayacak esaslar gerektiğinde ilk baş vurulacak kaynak Kur'ân-ı Kerim, sonra
hadisler olmuştur. Böylece sahabenin günlük hayatın safhalarında uygulamak
maksadiyle öğrendikleri hadislerin rivayet edilmesi zamanla zaruri hale
gelmiştir. Bu zarurete tabiîlerin, Hz. Peygamber'den öğrendiklerini kendilerine
nakletmeleri için ısrarlı bir şekilde istekte bulunmaları eklenince sahabe
bildiklerini rivayete başlamıştır. Onların bu faaliyeti hadislerin kaybolmadan
tabiilere aktarılması neticesini vermiştir.
Hadis tarihinde sahabe devrinin en önemli hareketi hadis rivayetinin yanında
hadislerin yazılıp yazılmaması meselesidir. Kitabetu'l-hadîs bahsinde söz konusu
edildiği gibi, Hz. Peygamber önceleri hadislerin yazılmasına izin vermemiştir.
Onun izin vermemesi üzerine sahabeden bazıları hadisleri ezberlemiş, ezberinden
rivayet etmiştir. Şu da var ki, sa-habîlerden hepsinin kültür seviyesi ve
öğrendiği hadisleri hıfzetme derecesi bir değildir. Aralarında yazı bilenler de
son derece azdır. Bütün bu sebeplerle sahabîlerden çoğunun hadisleri
yazmadıkları görülür. Bunlar öğrendiklerini yazmamış, hatta bir kısmı hadislerin
ezberden nakledilmesi gerektiği fikrini savunmuştur. Daha sonra hadis yazma
yasağının kalkması üzerine sahabeden yazı bilenler öğrendikleri hadisleri
yazmaya başlamışlardır. Abdullah b. Amr, Cabir b. Abdillah, Ali b. Ebî Tâlib,
Enes b. Mâlik gibi tanınmış sahabîlerin hadis yazdıkları bilinen bir gerçektir.
Bazı sahabîlerin yazdıkları hadisler sahîfe denilen ilk yazılı hadis metinlerini
meydana getirmiştir.
Sahabe devrinin hadis rivayeti'yle ilgili ikinci önemli meselesi, çok hadis
rivayet etme konusudur. Sahabenin ileri gelenleri Hz. Peygamber'den her
işitilenin rivayet edilmesini hoş görmemişlerdir. Ebu Hureyre bu konuda hayli
eleştiriye uğramıştır. Onun kendisini savunmak için söylediği şu sözleri bir
taraftan fazla hadis rivayet etmesinin, öte yandan bütün sahabenin hadis
rivayetiyle meşgul olmasının sebeplerini açıklamaktadır:
“Ebu Hureyre çok hadis rivayet ediyor diyorsunuz. Allah'a yemin ederim ki
Kur'an-ı Kerim'deki şu manadaki iki ayet olmasaydı o tek bir hadis bile rivayet
etmezdi:
“O kimseler ki, bizim indirdiğimiz burhanları ve hidayeti, insanların
faydalanması için kitapta açıklamamızdan sonra yine de gizlerler.
Allah ve lanet ediciler onlara lanet ederler. Ancak tevbe edenlerin, kendilerini
islah edenlerin ve hakkı açığa çıkaranların tevbelerini kabul ederim. Ben
tevbeleri kabul edici ve günahları bağışlayıcıyım.” 1026Muhacirler çarşı pazarda
ticaretle, Ensar, bağ ve bahçelerinde ziraatle meşgullerken Ebu Hureyre karın
tokluğuna Hz. Peygamber'e hizmet ediyor ve hadis topluyordu. Başkalarının
bilmedikleri şeylere şahit oluyordu.” 1027
Sahabe, hadisleri rivayet konusunda üstün bir azim ve gayret gösterdikleri gibi
bildiklerini yaymak konusunda da aynı azim ve gayreti göstermiştir. Ebu
Zerri'l-Gıfâri'nin boynunu işaret ederek söylediği şu sözleri bu azmi dile
getirmiştir: “Kılıcı (beni öldürmek için) şuraya dayassanız, ben de Allah
Resulünden işitmiş olduğum bir sözü siz işinizi tamamlayıncaya (başım
kesilinceye) kadar tebliğ etmeye vakit bulacağımı bilsem o sözü size mutlaka
yetiştirirdim.” 1028Bu azim iledir ki sahabe Hz. Peygamber'den görüp
işittiklerini veya görüp işitenlerin nakletmesiyle öğrendiklerini yaymak
hususunda birbirleriyle adeta yarışmışlardır. Kendi bilmediklerini bilenlere
sorup öğrenmek için uzun mesafeleri hiçe sayarak çetin ve yorucu yolculuklar
yapmışlardır. Terim olarak adına nhle denilen hadis öğrenme yolculuklarını ilk
defa başlatanlar sahabîlerdir. Bu yolculukların bir çoğunun İslâm aleminin
çeşitli yörelerine göç edip birbirlerinden uzaklaştıkları için çetin şartlar
altında ve sırf bir hadisi öğrenmek veya bilinen bir hadisi karşılaştırıp
sağlama bağlamak maksadiyle yapilıdği söylenirse sahabenin hadis rivayet ve
yayma konusundaki hizmetleri daha açık bir şekilde belirtilmiş olur.
Sahabîlerin hal tercümelerine dair pek çok kitap te'lif ve tasnif edilmiştir. En
önemli birkaçı şunlardır:
1. el-İsti'âb fi Ma'rifeti'l-Ashâb: İbn Abdilberri'l-Kurtubî.
2. Usudu'1-Ğâbe fi Ma'rifeti's-Sahâbe: İbnu'1-Esîr.
3. el-İsâbe fî Temyîzi's-Sahâbe: İbn Haceri’l-Askalanî.
Sahâbî:
Bak. Sahabe.
Sahâbî Mürseli:
Merfu Mürsel başlığı altında açıklandığı gibi bazı muhaddisler irsali mutlak
manada alarak kim olursa olsun, ravilerinden birisi hazfedilerek rivayet edilen
hadislere mürsel adını vermişlerdir. Bu manada bir sahabînin bizzat Hz.
Peygamber (s.a.s)'den işiterek değil ondan işiten başka bir sahabîden duyarak
öğrenip Hz. Peygamber'den kendisi işitmişcesine rivayet ettiği hadise de mürsel
diyenler olmuştur. Fakat hadisi aslında işitmiş olduğu sahabîyi isnadında
zikretmeden doğrudan doğruya Hz. Peygamber'den rivayet eden sahabînin bu rivayet
şekline mürsel denilince ilk akla gelen tabiinin sahabîyi atlayarak Allah
Resulünden rivayet ettiği hadisten ayrı mütalaa etmek gerekir. Bu farkı
belirtmek üzere, sahabînin sahabîden Hz. Peygamber'e isnad ederek rivayet ettiği
hadise sahabî mürseli denilmiştir. 1029
Bilindiği gibi, Hz. Peygamber Mekke'de peygamberliğini açıkladığı zaman
kendisine çok az kimse iman etmişti. Peygamberliğin Mekke devrinde müslüman
olanların sayısında önemli bir artış olmamıştı. Medine'ye hicretten sonra
sayılan hızla artarı müslümanlar, bir taraftan inen Kur'ân-ı Kerim ayetlerini
öğrenirlerken, bir taraftan da Hz. Peygamber'in hadislerini ve onunla ilgili
olayları öğrenmeye başladılar. Haliyle hicretten önceki olayları ve Medîne'de
konulan hükümlerin uygulanış şekillerini gösteren hadisleri bütün sahabîlerin
Hz. Peygamber'den görüş işiterek rivayet etmelerine imkan yoktu. Halbuki
sahabîlerin hemep hepsi Hz. Peygamber'den bizzat işitmediği veya kendisinin
hazır bulunmadığı yahutta müslüman oluşundan önceki zamanlara ait olayları
nakleden hadisler rivayet etmişlerdir. Söz gelişi Ebu Hureyre hicretin yedinci
yılında Hz. Peygamber'i görmüş olmasına rağmen hicretle ilgili bazı hadisler
rivayet etmiştir. Ebu Hureyre'nin bunları bizzat görerek veya işiterek rivayet
etmediği açıktır. Yine Hz. Aişe, örnek vermek için söyleyelim, ilk vahyin
gelişini anlatan meşhur rivayetin sahibidir. Oysa Allah Resulüne ilk vahy
geldiği zaman henüz hayatta bile değildi. Bu itibarla gerek Ebu Hureyre, gerekse
Hz. A'işe her ikisi de hazır olmadıkları, gözleriyle görmedikleri olayları
anlatan hadisler rivayet etmişlerdir. Bizzat işitmedikleri hadisleri rivayet
ettikleri de olmuştur. Ancak bu gibi hadislerin isnadlarma bakıldığı zaman
bunları Hz. Peygamber'den kendileri görüp işiterek rivayet etmiş görünürler. O
halde sahabîlerin Hz. Peygamber'den öğrendiklerini aralarında müzakere
ederlerken veya başka vesilelerle diğer sahabîlere nakletmeleri sonunda
öğrenilen hadisler, hadis söylendiği veya hadiste anlatılan olayın geçtiği
sırada Hz. Peygamber'in yanında bulunmayan sahabîler tarafından da rivayet
edilmişlerdir. Böyle rivayetlere sahabî mürseli denilmiştir.
Sahabîlerin hepsi cerh ve ta'dil bakımından adûl, yani tam manasıyla adalet
sahibi kabul edilirler. Bu bakımdan mürselleri mevsul sayılır. Bir başka deyişle
mürsel hadiste olduğu gibi, sahabîlerin aslında hadisi öğrenmiş oldukları
sahabînin ismini anmadan rivayet ettikleri hadisler doğrudan doğruya Hz.
Peygamber'den rivayet edilmiş kabul edilirler.
Sahâbî mürselleri şöyle sıralanmıştır:
a) Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayeti olduğu bilinen sahabîlerin mürselleri.
b) Hz.Peygamber'i gördüğü halde ondan hadis işitmemiş olan sahabîlerin
mürselleri,
c) Muhadramûn denilen ve Hz. Peygamber'in peygamberlik devrine yetiştiği halde
onu görmek şerefinden mahrum kalanların mürselleri.
Yukarıda da söylendiği gibi sahabîler adalet sahibi kabul edildiklerinden
birbirlerinden rivayetleri Hz. Peygamber'den rivayet hükmündedir ve zayıf
sayılmazlar.
Sahâbiye:
Bk. Sahabe.
Sâhîb:
Sahâbî ve sahabe kelimelerinin alındığı “sahibe” kök fiilinin ism-i faili olan
sâhib, Hadis Usûlünde Türkçedeki manasıyla bir kitabın yazarına veya musannıfına
denilmiştir.
Sahibu'l-Bid'a:
Bk. Ehlu'l-Bid'a.
Sahibu'l-Hadîs:
Hadis sahibi manasına tamlama olup genelde hadis rivayetiyle meşgul olana
denildiği gibi hadis hükümleriyle hareket edene de denilmiştir.
Çoğulu ashâbu'l-hadîs, hadis ilmiyle meşgul olanlardır. (Bk. Ashâbu'l-Hadîs).
Sâhibu'l-Kitâb:
Kitap sahibi demektir. Genelde hadislerini ezberinden değil, kendisine ait bir
kitaptan okuyarak rivayet eden hadis ravisine isim olmuştur.
Sahibu'r-Resul:
Bk. Sahabe.
Sahîfe:
“Sözlük bakımından üzerine yazı yazılmış kağıt veya yazılı kağıtlardan meydana
gelen küçük çapta kitap manalarını verir. Çoğulu suhuf gelir.
Hadis terimleri arasında sahife, Hz. Peygamber (s.a.s) henüz hayatta iken ve
ebedi aleme göç etmesinden sonra sahabe devrinde yazılan küçük çapta hadis
kitaplarına denir. Bunlar umumiyetle hadislerin tedvin ve tasnif devresinden
önce yazılmışlardır.
Kitâbetu'l-hadîs konusunda da değinildiği gibi, bazı sahabîler Hz. Peygamber'in
koyduğu hadis yazma yasağının kaldırılmasından sonra rivayet ettikleri hadisleri
yazmışlardır. Bazı sahabîler tarafından yazılarak meydana gelen ilk yazılı hadis
metinleri sahifeleri oluşturmuştur. Bu sahifelerden birisi, Abdullah b. Amr
İbni'l-As'ın es-Sahîfetu's- Sâdıka veya kısaca Sâdıka denilen sahifesidir.
Sahabeden Semure b. Cundeb ve Câbir b. Abdillah'ın; tabiîlerden Hemmâm b.
Muhebbih'in sahifeleri de konunun örnekleridir. Bunların herbiri hakkında özel
başlıklarında kısa bilgiler verilmiştir.
Sahîfe Câbir:
Sahabî Câbir b. Abdillah'ın hadislerini ihtiva eden sahife denilen küçük çaptaki
kitabıdır. Hadislerin tedvin edilmesinden önce tesbit edilen hadislerin
yazılması sonucu meydana gelen ilk yazılı hadis metinlerindendir. Her ne kadar
kendisinin yazdığı kesin olarak bilinmemekte ise de yazı yazanlardan olduğu
dikkate alınarak kendi el yazısıyla yazıldığına hükmedilmiştir. Karısı
tarafından korunmuştur. İlk ravisi meşhur tâbi'î Süleyman b. Kays
el-Yeşkuridir.1030 Ayrıca Ebu'z-Zubeyr, Ebu Sufyân ve eş-Şa'bi tarafından da
rivayet edilmiştir. Ancak bunların rivayetleri vicâde yoluyladır. 1031Bazı
alimler Katâde ve Mücâhid'i bu sahifedeki hadisleri, rivayet hakları olmadığı
halde, rivayet ettiklerinden tenkit etmişlerdir. Ma’mer b. Râşid Cami'inde ondan
nakillerde bulunmuştur.. Ahmıed b. Hanbel'in Müsnedinde mevcut olduğu
anlaşılmaktadır. 1032
Sahîfe Semure:
Sahabî Semure b. Cundeb'e ait hadislerin yazılı oduğusahifedir.
Bütünüyle sahife denilince akla gelen hadis kitabı olduğunu gösteren kesin
deliller bugün için bilinmemektedir, daha çok evlatlarına yazdığı bir risale
hüviyetindedir ve çok ilim ihtiva etmektedir. 1033 İlk yazılı metinlerden olması
dolayısiyle önemlidir. Ahmed b. Hanbel'in Müsnedinde nakledildiği
anlaşılmaktadır.
Es-Sahîfetu's-Sâdıka:
Adına sahife denilen ve HZ. Peygamber ve sahabe devirlerinde yazılmış olan küçük
çaptaki hadis mecmualarındandır ve sahabî Abdullah b. Amr İbni'1-As'a aittir.
Hadislerin tedvin edilemsinden önce yazılı olarak tesbit edilmiş hadis
metinlerinin ilk örneklerinden sayılır.
Abdullah b. Amr’ın hadisleri yazdığı tarihen sabittir. Hz. Peygamber'den
işittiklerini yazmak istemesine rağmen onun hadislerin yazılmasına izin
vermeyişi karşısına engel olarak çıkmıştır. Öte yandan Kureyş ileri gelenleri
Allah Resulü'nün kızgınlık anında da rıza anında da konuştuğunu bundan dolayı
ağzından çıkan her sözün yazılmasının doğru olmayacağını söyleyerek Abdullah'ı
her işittiğini yazmaktan vaz geçirmeye çalışmışlardır. Bunun üzerine Hz.
Peygamber'e müracaat ederek hadisleri yazmak istediğini söylemiştir. Hz.
Peygamber parmağıyla ağzını işaret ederek “yaz” demiştir; Allah'a yemin ederim
ki, buradan gerçek olmayan hiçbir söz çıkmaz.”1034
Hz. Peygamber'in izin vermesi üzerine Abdullah, işittiği hadisleri yazmıştır,
es-Sahîfetu's-Sâdıka böylece meydana gelmiştir. Rivayete göre Abdullah, bu
sahifeyi kaybolmasından korktuğu için halkalı bir sandık içinde saklarmış.1035
Mücahid, bu sahifedeki hadisleri elde etmek için müracaat ettiği halde izin
vermemiştir. Ölümünden sonra evlatlarına kalan bu sahifeyi torunlarından Amr b.
Şu'ayb, an ebîhi an ceddihî isnadyla rivayet etmiştir. Ne var ki bu isnadla
rivayet edilen hadislerin müsned olduklarında tereddüt hasıl olmuştur. Bazı
alimler bu isnadla gelen hadislerin dinî konularda delil olamıyacağını ileri
sürmüşlerdir; çünkü isnaddaki an ebîhi lafızları Amr’ın hadisi babası Şu'ayb'dan
rivayet ettiğine delalet ederse de an ceddihî lafızları hem Şu'ayb’ın dedesi
Abdullah b. Amr'a, hem de Amr’ın dedesi Muhammedi ifade edebilir. İlk ihtimal
göz önüne alınırsa isnad munkatidır; zira Şu'ayb, dedesi Abdullah b. Amr'a
yetişmemiştir. İkinci ihtimale göre ise isnad mürseldir. Sebebi, Muhammed'in Hz.
Peygamberle görüşmemiş olmasıdır. 1036
Bununla birlikte aynı İsnadla rivayet edilen hadislerin dinî konularda delil
olarak kullanılabileceği görüşünde olan alimler de vardır. 1037Bu isnadla beş
yüz kadar hadis rivayet edilmiştir. Ahmed b. Hanbel'in Müsnedinde Abdullah b.
Amr’ın müsnedi olarak toplam 626 hadis nakledilmiştir. Bunların önemli bir
bölümünün es-Sahîfetu's-Sâdıka'dan nakledilmiş olması imkân dahilindedir.
Es-Sahîfetu's-Sahîha:
Sahabe devrinde yazılan ve Hemmâm b. Munebbih'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği
hadisleri ihtiva eden sahifedir.
Günümüze ulaşan eserlerin en eskisi olan bu hadis mecmuası 138 hadisten meydana
gelir. İlk önce Ma’mer b. Raşid tarafından kısmen semâ, kısmen de arz yoluyla
rivayet edilmiştir. Berlin ve Zahiriye kütüphanelerinde bulunan iki yazma
nüshasına dayanarak Prof. Muhammed Hamidullah tarafından etraflı bir
araştırmayla birlikte neşredilmiştir. Türkçeye de çevrilmiştir.
Sahih:
Kelime olarak sıhhatli ve sağlam manasına gelen sahih, makbul hadislerin
ilkidir. Hadis Usulü alimleri tarafından adalet ve zabt sahibi ravilerin
kesiksiz isnadla birbirlerinden rivayet ettikleri şaz ve illetli olmaktan uzak
hadisler olarak tarif edilmiştir.
Bu tarife göre bir hadisin sahih olabilmesi için ravilerinin adalet ve zabt
özelliklerine sahip olmaları, son ravisinden Hz. Peygamber (s.a.s) 'e varıncaya
kadar bütün ravileri arasındaki isnad zincirinin kesiksiz olması, bir de illet
denilen herhangi bir gizli kusur taşımaması ile birlikte sika ravilerin
rivayetlerine aykırı düşmemesi gerekir. Misal vermek gerekirse şu hadis üzerinde
durulabilir.
Bu hadisin senedi ve metni ayn ayn incelendiğinde görülür ki Ebu'l-Yemân
el-Hakem b. Nafî, Şu'ayb, ez-Zuhri, Ebu Seleme b. Abdirrahmân b. Avf ve Hassan
b. Sâbit'den oluşan senedle rivayet edilmiştir. Bu ravilerin hepsi adalet sahibi
ve zabt özelliği taşıyan kimselerdir. Hepsi de hadisi birbirlerinden haddesenâ,
ahberanâ, semi'a gibi birbirlerinden kesin rivayete delalet eden eda lafizlanyla
rivayet etmişlerdir. Böylece açığa çıkmıştır ki, isnadı kesiksizdir. Ayrıca
metninde gizli bir kusur yoktur. Hz. Peygamber'in Hassan b. Sâbit'e kendisini ve
müslümanlan şiir söyleyerek müdafaa etmesini söylediğini ve ona Cebrail (a.
s)’ın destek olması için dua ettiğim gösteren metnine aykırı bir başka rivayet
bilinmemektedir. Buna göre de şaz olmaktan uzaktır. Dolayısiyle bu hadis
sahihtir.
Hadis âlimleri sahih hadisin tarifinde söz konusu olan özellikleri sıhhat
şartlan olarak nitelemişlerdir. Özel tabiriyle şurûtu's-sıhha denilen sıhhat
şartları beş tanedir. (Bk. Şurütu's-Sıhha). Bu beş şartı birlikte taşıyan
hadisin sahih olduğuna hükmedilmiştir. Böyle iken bir hadisin sahih olduğu
konusunda görüş ayrılığı varsa sıhhat şartlarını tamamiyle taşıyıp taşımadığı
konusundaki ihtilaftan kaynaklanmış demektir. Bununla birlikte bazı hadis
alimlerinin adalet ve zabt sahibi saydıkları ravilerden biri veya birakçı diğer
bazı muhaddislere göre bu vasıflara sahip olmayabilir. Öyle olunca muhaddis,
adalet ve zabt sahibi olarak görmediği ravinin rivayet ettiği hadise diğer
şartları taşisa bile sahih gözüyle bakmayabilir.
Öte yandan bazı âlimler bir hadisin sahih addedilebilmesi için onda sıhhat
şartlarının bulunmasıyla birlikte her tabakadan en az iki arvi tarafından
rivayet edilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Rivayete bakılırsa İbrahim b.
İsmail b. Uleyye, rivayetle şehadetin aynı olduğu noktasından hareketle hadisin
en az iki adaletli ve zabt sahibi ravi tarafından rivayet edildiği takdirde
sahih sayılabileceğini iddia etmiştir. Kaydetmek gerekir ki, aynı görüşü bazı
Mu'tezile alimleri de benimsemişlerdir. Zaten İbrahim de kimi cerh ve ta'dil
imamlarına göre mutezilidir. Kimine göre ise cehmiye dendir. 1038Ayrıca bu
meselenin sıhhat şartlanyla ilgisi yoktur, tamamen âhad la ilgilidir. Şu da var
ki, hadis âlimlerinin sahih hükmü verdikleri pek çok hadis yerine göre tek
isnadla gelmiştir. O halde bu görüşe itibar etmemek yerinde olur.
Ravilerin adalet ve zabt durumları değişiktir. Bir kısmı, diğer kısmına göre
gerek adaleti sağlayan hususlar, gerekse hafıza gücü ve ezberleme kabiliyeti
yönlerinden daha üstündür. Raviler böyle derece derece olunca rivayet ettikleri
sahih hadislerin de sıhhat bakımından birbirlerinden farklı olmayacağı tabiidir.
Nitekim İbnu's-Salâh, sahih hadislerin muttefekun aleyh ve muteleftin fihi
olarak iki kısımdan meydana geldiğini söylemiştir. Ona göre muttefekun aleyh,
sahih olduğu konusunda hadis alimleri arasında birlik olan hadistir. Buna
karşılık muhtelefun fîhi, sahih olduğunda ihtilaf edilenlerdir.
İsnad yönünden sahih, meşhur ve garîb kısımlarına ayrılmıştır. İbn Hacer, sahihi
makbul haberlerin başında zikretmiş ve sahih li-zâtihî, sahih li- ğayrihi olarak
iki kısımda mütalaa etmiştir. Ona göre sıhhat şartlarını en üstün derecede
ihtiva eden sahih hadis, sahih li-zâtihidir. Eğer sahih hadis bazı kusurlar
yüzünden sıhhat şartlarını en üst düzeyde taşımamakla birlikte bu kusurunu
giderecek şekilde birkaç isnadla rivayet edilip kuvvet kazanırsa o zaman sahih
li-ğayrihî olur. 1039
Sahih hadisler Buhari ve Müslim'in rivayetleri esas alınarak
sınıflandırılmıştır. Bu tasnifte sahih, yedi derecedir. (Bk. Merâtibu's-Sahîh).
Sahih terimi sahih hadisleri ihtiva eden kitaplar için de kullanılmıştır. Bunlar
arasında Sahih-i Buhârî, Sahih-i Müslim, Sahih İbni Hibbân, Sahih İbni Huzeyme
ilk akla gelenlerdir. Buharı ile Müslim'in sahihlerine es-Sahîhân denilmiştir.
Sahih-Garib:
el-Kutubu's-Sitte sahiplerinden Tirmizî'nin bir hadisi değerlendirirken
kullandığı birleşik terimlerdendir.
Tirmizî, sahih garib hükmü verdiği hadislerin niteliklerini açıklamamıştır.
Ancak hakkında bu birleşik terimi kullandığı hadislerin sahih olmakla birlikte
garîb oldukları, bir diğer deyişle sıhhat ve garabet özelliklerini bir arada
taşıdıkları söylenebilir. Nitekim İbn Teymiye, hasen-sahih-garîb birleşik
terimini açıklarken şöyle demiştir: “Hadis bazen garîbu'l-isnad olur ve yalnız
tek vecihten bilinir. Eğer o tek vecihten sahih olursa hükmü sahih-garibdir. Bir
başka deyişle isnadı garib olmakla beraber hadise sahih denilmiştir ve bu
hadisin garib tariktan sahih olarak sabit olması demektir.”1040
İbn Teymiye'nin bu açıklamasına diyecek yoktur. Buna göre denilebilir ki,
sahih-garib tabiri daha çok tek isnadla garib olarak bilinen ancak sahih
olduğuna hükmedilmiş olan hadistir.
Sahîh-Garib-Hasen:
Sahih-garib gibi bu da Tirmizî'nin bir hadisi değerlendirirken kullandığı
birleşik terimlerden birdir.
Tirmizi, Süneninde yerine göre iki terimi bir arada kullanmıştır. Yerine göre de
hasen-sahih-garîb veya değişik sıra ile sahih-garib-hasen gibi üç hükmü bir
arada aynı hadis için kullanmıştır. Bunların neye delalet ettiğini
açıklamamıştır. Diğer taraftan bu terimlerin yerlerinin değişmesi herhangi bir
değişik mana ifade etmez. Bu itibarla sahih-garib-hasen birleşik teriminin
delalet ettiği mana hakkında bilgi almak istenirse hasen-sahih-garib maddesine
bakılabilir.
Sahih Li-Aynihî:
Bk. Sahih.
Sahih Li-Gayrihî:
Bk. Sahih.
Sahîh Li-Zâtihi:
Bk. Sahih.
Sahih Muhtelef Fîhi:
Bk. Sahîh Muttefak Aleyh.
Sahîh Muttefak Aleyh:
Adı üzerinde, sahih olduğu konusunda ittifak hasıl olan hadise denir.
İbnu's-Salâh'a göre sahîh, genel bir taksimle muttefekun aleyh ve muhtelefun
fîhi olmak üzere iki kısma ayrılır. Bunlardan sahîn muttefekun aleyh, sahih
olduğu konusunda âlimlerin birleştikleri ve sıhhat şartlarını taşıdığı konusunda
herhangi bir ihtilaf söz konusu olmayıp sıhhat şartlarını taşıdığı ve bulunması
şart koşulmuş niteliklere sahip olduğu konularında alimler arasında herhangi bir
ihtilaf söz konusu olmayan sahihdir. Sahih Muhtelefun fîhi ise hadis alimlerinin
sıhhat şartlarını taşıyıp taşımadığı veyahutta mürsel hadiste olduğu gibi
bulunmasını şart koştukları nitelikler hu-sususlannda ihtilafa düştükleri
sahihtir.1041
Es-Sahîhân:
İki sahih manasına gelen bu tabir Buhari ve Müslim'in sahihlerine denir.
Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh veya Sahih-i Buhârî denilen eseri ile Müslim'in
el-Câmi'u's-Sahîh ya da Sahih-i Müslim ismiyle tanınan kitabı Müslümanlarca
Kur'ân-ı Kerim'den sonra en sahih kitaplar kabul edilmiştir. Her iki kitabın da
tamamen sahih hadislerden meydana geldiği söylenmiştir.
Gerek Buhârî, gerekse Müslim hadis ilminde yüksek dereceleri almış, hadis
bilgileri bakımından akranlarını hayli gerilerde bırakmış, özellikle sahih
hadisleri sahih olmayanlardan ayırma yeteneğine sahip âlimlerdir. Buhârî ssahih
hadisleri toplamak üzere ilk eser veren kimse olarak tanmır. Müslim de aynı
şekilde sahih hadislere ayrılmış ikinci kitabı meydana getirmiştir. Bu ve öteki
sebepler birleşince her ikisinin aynı isimle meşhur kitapları İslâm alimlerinin
büyük çoğunluğunun kabulüne mazhar olmuştur.
Bazı âlimler es-Sahîhân sahiplerinin bir hadisi sahih kabul etmek konusunda
yalnızca ravilerinin adalet ve zabtına, hadisi irsal edip etmediklerine bakmakla
yetindiklerini, başka önemli noktaları dikkate almadıklarını ileri sürmüşlerse
de iş zannettikleri gibi değildir. Her iki âlim de hadislerini rivayet ettikleri
ricalin kendi şeyhleriyle olan münasebetlerini de araştırmışlardır. Her ravinin,
kendisinden rivayette bulunduğu şeyhin hadis meclislerine devamı azmidir,
çokmudur? Onun memleketinden midir? Hadisleriyle ilgisi var mıdır? Yoksa yabancı
bir beldeden gelip kendisiyle yaptığı mülakatlarda bazı hadislerini işitip
savuşmuş biri midir? Bütün bu hususlar gibi hadis ve hadis usulü alimlerinin
kâmil mahareti olup son derece dikkatli olmayı alışkanlık haline getirmiş, en
büyük alimlerin farkına varacağı mühim esasları göz önüne almışlardır. Böylesine
titiz bir tutumla seçtikleri hadisleri kitaplarına yazmışlardır. Sahihlerinin
Allah Kitabı Kur'ân-ı Kerim'den sonra en sahih kitaplar kabul edilmesi bu gibi
yüksek meziyetlerle gerçekleşmiştir.
Yukarıda da değinildiği gibi es-Sahîhânda bulunan hadisler umumiyetle sahih
kabul edilmişlerdir. Bununla birlikte hadis alimlerinin tenkidine uğramış
hadisleri de vardır. Böyle hadislerin toplam sayısı 32 dir. Ancak bazı âlimlerin
zayıf gördükleri bu hadislerin hiçbiri, kâdih bir illetle ma'lul değildir.
es-Sahihânın hangisinin daha sahih olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır.
Alimlerin büyük çoğunluğuna göre Sahih-i Buhârî Sahih-i Müslim'den daha
sahihtir. Sebebine gelince Buhârî'deki hadisler ittisal yönünden daha sağlam,
ravileri itkan açısından daha güçlü, daha üstündür. Bununla birlikte tertip
yönünden Sahih-i Müslim daha üstün görülmüştür.
en-Nevevî, es-Sahîhân’ın Kur'ân-ı Kerim'den sonra en sahih kitaplar olduğuna
işaret ettikten sonra şöyle der: “Buhârî'nin kitabı es-Sahihânın en sahihi, daha
çok faydalı olanı, gerek zahirî, gerekse batınî daha fazla bilgi ihtiva edendir.
Müslim'in Buhari'den faydalandığı ve Buhâri'nin hadis ilminde bir benzeri
olmadığını itiraf ettiği sabittir. Buhâri'nin kitabını tercih konusunda bütün bu
zikrettiklerimiz, bütün alimlerin ve hadis ilminin sırlarına vakıf, bu ilmin
inceliklerini iyi bilen itkan ehlinin benimsediği görüştür.” 1042
Bununla birlikte el-Hâkim'in şeyhi Ebu Ali el-Huseyn b. Ali en-Nîsâbûrî, Müslim
Sahihinin daha sahih, dolayısiyle esah-hu'1-kutub olduğunu söylemiş, bazı
mağribli âlimler de ona tabi olmuşlardır. Sahih olan görüş, Buhâri'nin üstün
olduğu görüşüdür. Nitekim en-Nevevî, Buhâri ile Müslim'i özlü bir şekilde
mukayese ettikten sonra Buhâri'yi tercih sebeplerini açıklarken şunları
söylemiştir:
“Allah rahmet eylesin, Müslim'in usulü -ki bu usulü hakkında Sahihinin
mukaddimesinde icmâ' bile nakletmiştir- şudur: Ona göre an lafzı ile rivayette
bulunan ravinin isnadı, mücerred şeyhi ile muasır olduğu takdirde görüşmeleri
sabit olmasa bile, semi'tu ile mevsul hükmündedir. Halbuki Buhârî, böyle an
lafzıyla rivayette bulunan ravinin isnadını, şeyhi ile görüştüğü sabit olmadıkça
mevsule hamletmez. Her ne kadar Müslim'in sahihinde cevaz verdiği bu hükümle bir
arada uygulanması imkansız olan, hadisi çeşitli tariklardan gelen rivayetlerini
bir araya toplama usulüne uyduğu îçin bu usule uyduğunu iddia edemezsek de
Buhâri'nin kitabını kendi kitabına aslında bu usul üstün kılmıştır. Şüphesiz
Müslim de güzel bir usulle Buhari'den ayrılarak her bir hadis için bir yer tayin
etmiş ve beğenip seçtiği bütün tarîklannı orada toplamıştır. Bunun gibi aynı
hadisin çeşitli isnadlarını, değişik lafızlarını da aynı yerde bir araya
getirmiştir. Müslim'in bu usûlüne göre bir hadisi bulmak kolaydır. Böylece hadis
talibinin aradığı bir hadisin bütün vecihlerini bir arada bulup istifade etmesi
de kolaydır. Bu metotla Müslim'in çeşitli tanklarından irad ettiği hadislere
güven hasıl olur. Oysa Buhâri'de durum aksinedir. O bir hadisin değişik
vecihlerini bir arada vermez, aksine birbirinden uzak ve farklı yerlerde
zikreder. Bu vecihleri, uygun zannedilen bablardan başka yerlerde zikrettiği de
çoktur. Bu, Buhâri'nin anlayacağı bir incelik yüzündendir. Bu özelliğidir ki
talibe Buharîdeki hadislerin tanklarını toplamak, bir hadisin Bu-harî'nin
zikrettiği tanklarına güvenin hasıl olması zorlaşır. Günümüzde, müteahhir hadis
hafızlarından çoğunun bu kabil hadislerde hata ettiklerini ve Buharîde bulunan
pek çok hadisi sırf uygun yerlerde olmayışları yüzünden reddedildiklerini
gördüm.” 1043
es-Suyûti, Sahîh-i Buhâri'nin Sahîh-i Müslim'e tercih sebeplerini daha çok
ittisal ve ricalinin itkanmda görür ve altı yönden açıklar: “Birincisi,
Buhâri'nin Müslim'e göre rivayette teferrüd ettiği ravilerin sayısı 480
kadardır. Bunlar arasında zayıf olduklan söylenenlerin sayısı seksen kişidir.
Halbuki Müslim'in rivayette Buhari'den ayrıhdğı ravilerin sayısı 620 ye ulaşır.
İçlerinde zayıf olduğu söylenenler 160 kişidir. Şüphesiz hakkında zayıf sözü
edilmemiş ravilerden rivayet, kadih bir tenkit yapılmamış bile olsa zayıf olduğu
söylenenlerden rivayetten evladır.
İkincisi, Buhârî, zayıf olduğu söylenen ravilerden fazla sayıda hadis nakletmiş
değildir. Buhâri'nin rivayette bulunduğu zayıf ravilerden her birinin
hadislerinin tamamını veya ekseriyetini rivayet ettiği nüshaları da yoktur. O,
Müslim'in aksine, zayıf olarak bilinen nüshalardan İkrime'nin İbn Abbas'tan
rivayet ettiği tercüme hariç hiçbir hadis rivayet etmiş değildir. Oysa Müslim,
Ebu'z-Zubeyr'in Câbir'den; Süheyl'in babasından; Alâ b. Abdirrahman'in
babasından; Hammâd b. Seleme'nin Sâbit'ten gelen nüshaların ekseri hadislerini
kitabına almıştır.
Üçüncüsü, Buhâri'nin hadis rivayet etmekte Müslim'den ayrıldığı zayıf oldukları
söylenen ravilerin çoğu, görüştüğü, hadis meclislerinde bulunduğu, hallerini
öğrenip hadisleri hakkında bilgi sahibi olduğu, aralarında sahih olanları olma
yanlarından ayırt ettiği şeyhlerdir. Müslim'in şeyhleri ise bunun aksinedir.
Onun Buhâri’den teferrüd ettiği zayıf oldukları söylenen ravilerin çoğu kendi
asrından önce yaşamış tabiîlerden sonrakilerdir. Şüphesiz bir muhaddis
şeyhlerinin hadislerini, yaşadığı devirden önce yaşayanlann hadislerinden daha
iyi bilir.
Dördüncüsü, Buhâri, birinci tabaka ricalinden hıfz ve itkanda zirveye ulaşmış
ravilerin hadisleriyle, hadiste tesebbüt ve uzun müddet meşgul olma itibariyle
onu takibeden tabaka ravilerinin hadislerini muttasıl ve mu'allak olarak
nakletmiştir. Halbuki Müslim, el-Hâzimî'nîn de belirttiği gibi, bu tabakadan
asıl olan hadisleri almıştır.
Beşincisi, Müslim, bir şeyhten “an” lafzıyla rivayette bulunan ravinin
rivayetini, o şeyhle muasır olduğu zaman lika sabit olmasa da muttasıl sayar.
Halbuki Buhârî, mülakat sabit olmadıkça hadislerin mevsul sayılamayacağı
görüşündedir. Buhâri'nin zikrettiği babla aslında hiçbir alakası bulunmayan
hadisi nakletmesi bazen, hadisini daha önce bir başka yerde mu'an'an olarak
naklettiği bir ravinin semâ'ını beyan etmek içindir.
Altıncısı, Buhâri ve Müslim'in sahihlerinde bulunan tenkide uğramış hadislerin
sayısı 210 kadardır. Bunlardan sadece Buhâri'de olanlar seksene varmaz. Geri
kalanlar Müslim'dedir. Kuşkusuz, daha az tenkit edilen, çok tenkit edilenden
üstündür.” 1044
en-Nevevî'ye göre Sahih-i Buhâri'nin Sahih-i Müslim'den üstün oluşu
sebeplerinden birisi de alimlerin ittifakla kabul ettikleri Buhârî'nin hadis
bilgisinin, hadislerin inceliklerine vukufunun Müslim'den üstün oluşudur. O,
üstün bilgisiyle hadisleri inceden inceye değerlendirmiş, kitabına sıhhatine
kesin kanaat getirdiklerini almıştır.1045
İbn Hacer de Mağrib âlimlerinin Sahih-i Müslim-i tercih ediş sebeplerini
Müslim'in hadis tasnif metoduyla şekil ve tertibindeki güzelliğe bağlamıştır.
1046
Şu hale göre Buhâri ile Müslim'in sahihleri gerek metotlanndaki sağlamlık,
gerekse ihtiva ettiği hadislerin sıhhat yönünden güven verme gibi sebeplerle
İslâm âlimlerinin rağbetine mazhar olmuş kıymetli kaynak eserlerdir. Her ne
kadar her ikisi de bazı yönlerden tendike tabi tutulmuşlarsa da yine de
kıymetlerinden ve sıhhat durumundan bir şey kaybetmiş değillerdir.
Sahih-i Buhârî:
Hicri üçüncü asnn şöhreti İslâm aleminin her tarafına yayılmış âlimi Ebu
Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhârî'nin tamamen sahih hadislerden meydana
geldiği kabul edilen meşhur hadis kitabıdır. Değişik konulardaki hadisleri bir
araya toplayan cami türünde bir eserdir. Asıl ismi
el-Câmi'u's'Sahîhu'1-Musnedu'l-Muhtasaru min umûri Resûlillâh (s.a.s) ve
Sunenihî ve Eyyâmihîdir. Kısaltılarak el-Câmi'u's-Sahîh veya Sahih-i Buhârî
denmiş ve daha ziyade bu isimlerle meşhur olmuştur.
Sahihin uzun ismi, özelliklerini de gösterecek nitelikte görülmüştür. Buna göre
o isimdeki el-Câmî kelimesi, kitabın cami türünden bir kitap olduğunu, bütün
konularda rivayet edilen hadisleri bir araya topladığını ifade eder. es-Sahîh
kelimesinden sahih hadisleri ihtiva ettiği anlaşılır. el-Musned ise isnadı
muttasıl hadislerden meydana geldiğini gösterir. el-Muhtasar sıfatıdır ve bütün
sahih hadisleri değil, mü'ellifinin koyduğu şarta uyan sahihlerden özlü
hükümlere delalet eden bir kısmını aldığını belirtir. Diğer lafızlarsa onu
sadece hadisleri değil bu hadislerin ait oldukları hükümlerin istinbatını da
verdiğine delalet eder.
Sahih-i Buhari'den önce yazılan hadis kitaplarında sahih hadislerle birlikte
hasen ve zayıf olanlar da vardır. Ayrıca Hz. Peygamber'in hadisleri yanında
sahabe ve tabiilerden gelen rivayetler de mevcuttur. Bu durumda kimsenin şüphe
etmeyeceği sahih hadisleri bir arada toplayan güvenilir bir kitaba şiddetle
ihtiyaç duyulmuştur. Buharî, kitabını böyle bir ihtiyaca cevap vermek üzere
yazmıştır. Onun Sahihi yazmasında şeyhi İshak b. Râhüye'nin büyük tesiri
olmuştur. Bizzat kendisi anlatmıştır. “İshâk b. Râhüye'nin yanında idik. Bize,
“Hz. Peygamber (s.a.s)'in sünnetinin sahih olanlarını bir kitapta toplasanız”
dedi. Bu işi yapmak benim gönlüme düştü. Bunun üzerine sahih hadisleri toplamaya
başladım. Bu kitaba sahih olandan başkasını yazmadım. Kitap uzamasın diye
yazmadığım sahih hadisler yazdıklarımdan çoktur. Yazdıklarımı altı yüz bin hadis
içinden seçtim Sahihe, iki rekat namaz kılıp Allah'a istihare ettikten sonra
sıhhatine kesinlikle kanaat getirdiğim hadislerden başkasını koymadım.”1047
Buhâri, sahihini on altı senede yazmıştır. Bu, devamlı bir çalışmadan çok,
sahihin son şeklini almasına kadar geçen zaman olmalıdır. Eserini tamamladıktan
sonra onu devrin en büyük hadis otoriteleri olan Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Ma'în
ve Ali İbnu'l-Medînî'ye göstermiştir. Bu alimlerin hepsi Sahihi beğenmişler,
dört hadis hariç, içindekilerin sahih olduklarına şehadet etmişlerdir. el-Ukaylî
“bu dört hadis hakkında son söz Buharî’nindir. Onlar da sahihtir” demiştir.
Sahih-i Buhari cami türündeki hadis kitaplarının belli başlı ana konularının
hepsini ihtiva eder. İçindeki hadislerin konuları ve sayıları sirasiyle
şöyledir: Bed'u'l-vahy (7); İmân (50); İlm (75); Vudû (109); Guslu'l-Cenâbe
(43); Hayz (37); Teyemmüm (15); Fardu's-Salât (2); es-Salât fi's-Siyâb (39);
Kıble (13); Mesâcid (36); Sutretul-Musallî (30); Mevâkîtu's-Salât (75); Ezan
(28); Fadlu Salâti'l-Cemâ'a (40); İmâme (40); İkâmetu's-Sufûf (18);
İftitâhi's-Salât (28); Karâ'e (30); er-rukû ve's-Sucûd ve't-Teşehhud (52);
İnkıtâ'u's-Salât (17); İctinâb Ekli's-Sûm (5); Salâtu'n-Nisâ ve's-Sibyân (15);
Cumu'a (65); Salâtu'1-Havf (6); Îd (40); Vitr (15); İstiskâ (35); Kusûf (25);
Sucûdu'l-Kur'ân (14); Kasr (36); İstihare (8); Kıyâmu'1-Leyl (41); Nevâfıl (18);
Salât bi-Mescidi Mekke (9); Amel fi's-Salât (26); Sehv (14); Cenâ'iz (154);
Zekât (113); Sadakatu'l-Fıtr (10); Hac (240); Umre (32); İhsâr (40);
Cezâ'u's-Sayd (40); Savm (66); Leyletu'1-Kadr (10); Kiyâmu Ramadân (6); İ'tikâf
(20); Buyu' (191); Selem (19); Şuf’a (3); İcâre (24); Havale (30); Kefâle (8);
Vekâle (17); Muzâra'a ve Şirb (29); İstikrâd ve edâ'u'd-Duyûn (25); Eşhas (13);
Mulâzeme (2); Lukata (15); Mezâlim ve Gasb (41); Şerike (72); Rehm (9); Itk
(21); Mukâteb (6); Hibe (69); Şehâdât (58); Sulh (22); Şurût (24); Vesâyâ (41);
Cihâd ve Siyer (255); Bakiyyetu'l-Cihâd (42); Fardu'l-Humus (58); Cizye ve
Muvâda'a (63); Bed'u'1-Halk (202); Meğazî (428); Cezâ'u'1-Âhir Ba'de'l-Meğâzî
(138); Tefsir (540); Fedâ'ilu'l-Kur'ân (81); Nikah ve Talak (244); Nefekât (22);
Et'ime (70); Akîka (11); Sayd ve Zebâ'ih (90); Edâhî (30); Eşribe (65); Tıb
(79); Libâs (120); Merdâ (41); Libâs (100); Edeb (256); İstizan (77); Da'avât
(76); Du'a (30); Rikâk (100); Havz (16); el-Cennetu ve'n-Nâr (57); Kader (28);
Eymân ve Nuzûr (31); Keffâretu'l-Yemîn (15); Ferâ'iz (45); Hudûd (30); Muhâribûn
(52); Diyât (54); Îstitâbetu'l-Murteddîn (20); İkrah (13); Terku'l-Hiyel (23);
Ta'bir (60); Fiten (80); Ahkâm (82); Emân (22); İcâze Haberi'l-Vâhid (19);
İ'tisâm (96); Tevhîdden sonuna kadar (170) hadis.1048 Buna göre Sahih-i
Buharideki 97 kitâb başlıklı ana bölüme dahil 3730 babda 7375 (veya İbn Hacer'in
sayımına göre 7397) hadis vardır. Mu'allaklar, Mutâbe'at ve mevkuf olanlar bu
sayının dışındadır. Tekrarlar hariç sadece Hz. Peygamber'e ait merfû hadislerin
sayısı 2602 dir.
Rivayetlere göre Sahîh'i Buhari'den doksan bir kişi dinlemiştir. Bunlar arasında
beşi Sahîh'in en meşhur ilk ravileridir:
1. Ebu Abdillah Muhammed b. Yusuf b. Matar el-Firebrî,
2. İbrahim b. Ma'kil en-Nesefî,
3. Hammad b. Şâkir en-Nesevî,
4. Mansür b. Muhammed b. Ali el-Bezdevî,
5. el-Hasen b. İsmâ'il b. Muhammed el-Mehâmilî 1049
Sahihin ilk iki rivayeti hariç diğerleri pek itibar görmemiştir. Kaynakların
verdiği bilgiye göre en-Nesefî rivayeti el-Firebri rivayetinden daha az kapalı
ve zordur, el-Hattâbî, Ebu Nu'aym, el-Humeydî gibi alimler bu nüshayı
diğerlerine tercih etmişler, şerh yahut çalışmalarında onu asıl almışlardır.
el-Firebri nüshası Buhârî'nin kâtibi Ebu Ca'fer Muhammed b. Ebî Hatim nüshasının
nassına dayanan bir asıldandır. el-Firebrî bu nüshayı Buhârî'den 248 de
Firebr'de 252 de Buhâra'da iki kere dinlemiştir, bu nüshadan kopya edilen ilk
nüshalar arasında önemli ihtilaflar meydana gelmiştir. 1050Ali b. Muhammed b.
Abdillah el-Yûnînî, hicri yedinci asrın sonlarında el-Firebrî müshasma dayanan
rivayetlerin arasını birleştirmiş ve böylece Buhârî'nin bugün elimizde bulunan
nüshasını meydana getirmiştir. Diğer nüshalar bu arada kaybolmuştur. İstanbul
kütüphanelerinden birinde bulunan ve Sultan Abdulhamid'in emriyle Mısır'a
gönderilen çok eski bir Yûnînî nüshası da kaybolmuştur. 1051
Sahih-i Buhari'nin belli başlı özellikleri arasında en önemlilerinden birisi
mukaddimesinin olmayışıdır. Bundan başka hadisleri, bütün rivayetlerini bir
arada değil, taşıdığı hükme göre birkaç yerde vermesi de önemli bir özelliğidir.
Bu konuda el-Makdisî şöyle demiştir:
“Allah rahmet eylesin, Buhârî, bir hadisi bazen birkaç yerde zikreder ve her
babda ayrı bir isnadla ve hangi babda tahric ediyorsa o babın gerektirdiği
manayı çıkararak verir. Aynı isnad ve aynı lafız ile bir hadisi iki yerde tekrar
ettiği nadirdir. Bir hadisi tekrar ettiğinde başka bir tarîktan gelen rivayeti
tekrarlar ve bundan bazı faydalar gözetir. Mesela bir hadisi bir sahabîden
rivayet ettikten sonra onu bir diğer sahabîden daha rivayet etmiş bulunursa
maksadı o hadisi garabetten kurtarmak olmuştur. Bizzat kendi şeyhlerine
varıncaya kadar ikinci, üçüncü..., tabaka ravileri hakkında da bunu yapar. O
hadisi değişik yerlerde okuyanlar tekrar edilmiş sanırlar. Gerçekte ise o,
fazladan bir faydaya şamil olduğundan tekrar sayılmaz. Görünüşte tekrardan bir
farkı da bazı ravilerin tam, diğer bazılarının muhtasar olarak rivayet ettikleri
aynı hadisin hangi lafızlarının hangi raviye ait olduğunu ayırdederek
göstermektir, bunun için hadisi, her birinden nasıl varid olmuşsa öylece rivayet
eder. Böylece ravisinde bir şüphe varsa giderir. Bunun gibi hem mevsûl hem
mürsel; hem merfû hem de mevkuf olarak varid olmuş çelişkili hadisler vardır ki,
Buhari'de mevsûl veya merfû olduğ açıklık kazanmıştır. İşte bu gibi yerlerde
aynı hadisi her iki tariki ile rivayet eder. Bununla da rivayetler arasındaki
tearuzun kendisince hükmü olmadığını, vasi yahut ref suretlerinin kendisince
açıklığa kavuştuğunu anlatmak ister. 1052
Bir hadisin metod icabı Buhâri'nin ayrı yerlerinde değişik lafız veya isnadlarla
tekrar edilmesine “inneme'l-a’mâlu bi'nniyyât...” hadisi misal verilebilir.
Buhâri bu hadisi Sahih'in yedi ayn yerinde, yedi değişik şeyhten farklı isnadlar
ve lafızlarla şöyle vermiştir:
1. Bed'u'l-Vahyde el-Humeydî'den (1/2);
2. Kitâbu'l-İmânda Abdullah b. Mesleme el-Ka'nebî'den (1/20);
3. Kitâbu'l- Itk, el-hata'u ve'n-nisyânu babında Muhammed b. Kesir'den (3/ 119);
4. Hicretu'n-Nebî bahsinde Musedded b. Muserhed'den (4/252);
5. Kitâbu'n-Nikâh'ta Yahya b. Kaza'a'dan (6/118);
6. Kitâbu'l-Eymân ve'n-Nuzûrda Kuteybe b. Sa'idden (7/231);
7. Terku'l-Hiyelde İbnu'n-Nu’man'dan (8/ 59).
Buhârî'nin sahihte takip ettiği bu metodun hadisten hüküm çıkarmak yönünden son
derece önemli olduğu muhakkaktır. O, rivayet ettiği birkaç hükmü taşıyan bir
hadisi değişik bablarda bölerek zikrederken her babda ilgili hükmün
çıkarılabileceği kısmını vermeye özen göstermiştir. Buna misal olarak da Hz.
Peygamber (s.a.s)'in bi'setini haber alan Rum Meliki Hirakl'ın ticaret için
Şam'da bulunan Ebu sufyân'ı huzuruna getirerek sorular sorması ve Hz.
Peygamber'in yolladığı İslâm'a davet mektubu kıssası verilebilir. Bulıârî bu
haberi Sahih'in on dört yerinde vermiştir. Şöyle ki,
1. Bed'u'l-Vahyde, Ebu Sufyân’ın Hirakl ile konuşması, Hirakl'ın Hz. Peygamberi
ikrarı, Dihye vasıtasıyla Busra emirine gönderilip onun tarafından Hirakl'e
ulaştırılan mektup, müneccim İbnu'n-Nâtûr kıssası, Hikakl’ın Bizans ileri
gelenlerini toplayıp onları Hz. Peygamber'e uymalarını söyleyerek sınaması
sırasıyle. (1/4).
2. Kitâbu'l-Cihâd, du'â'u'n-Nebî (s.a.s) ile'l-îslâm babında, Hz. Peygamber'in
Kaysere İslam'a davet mektubu gönderdiği, bu mektubu Dihye ile gönderip ona
Busra emirine vermesini emrettiği, Ebu Sufyân kıssası, Hz. Peygamberin
mektubunun içeriği kısımlanyla,
3. Kitâbut't-Tefsîr'de, Ebu Sufyân kıssası, Hz. Peygamber'in mektubu
fıkralarıyla,
4. Kitâbu't-Tefsîr'in bir başka yerinde Abdullah b. Muhammed rivayetiyle
muhtasar olarak, 1053
5. Kitâbu'ş-Şehâdâtin “men emera bi-İncazi'1-Va'd babında, Hirakl'ın Ebu
Sufyân'la konuşmasının sadece bir fıkrasıyla,
6. Cizye bahsinde muhtasar olarak,
7. Kitâbu'l-edebde, özlü bir biçimde ve Ebu Sufyanla konuşmanın iffet ve sılayı
rahim fıkralarını ihtiva eden kısmını,
8. Yine Kitâbu'l-edebde Muhammed b. Mukâtil rivayeti ile ve muhtasar olarak,
9. Kitâbu'l-ilmde munâveleye delil olarak sadece Hz. Peygamber'in, mektubu elden
göndermesi fıkrasıyla,
10. Kitâbu'l-Eymân ve'n-Nuzûrda yine kısa bir şekilde,
11. Kitâbu'l-Ahkâm, tercemetu'l-hukkâm bahsinde sadece tercüme fıkrasıyla,
12. Kitâbu'l-meğâzîde,
13. Haberi âhad bahsinde mektubun Kisrâ'ya götürülmesi fıkrasıyla,
14. Kitâbu'l- İstizan, “keyfe yuktebu'l-Kitâb ilâ Ehli'l-KItâb” babında Ehli
Kitaba mektup yazmanın caiz olduğuna delil olarak mektubun hitap kısmı ile. 1054
Sahihi Buhârî'nin önemini artıran hususlardan birisi de bab başlıklarıdır.
“Buhâri'nin fıkhı, terâcümündedir” yani bablara koyduğu başlıklardadır sözü
meşhurdur. Bab başlıklarında çok kere konuya delil olan ayetleri, hadislerden
bazı kısımları, sahabe kavillerini, diğer âlimlerin istinbatını verir. Buna
misal olarak da Kitâbu'l-Îmânın birinci babı verilebilir. Burada Buharı, 'Hz.
Peygamber'in “Buniye'l-İslâmu alâ hamsin” hadisi” başlığını koymuş, sonra imanın
kavi ve amelden ibaret olduğu, artıp eksileceği görüşünü vererek delil olarak
sekiz ayet zikretmiştir. Daha sonra Allah için sevip Allah için buğz etmenin
imandan olduğunu kaydedip Ömer b. Abdilaziz'in Adî b. Adî'ye yazdığı “imanın
farzları, şartları, hududu ve sünnetleri vardır; bunları tamamlayan imanını
kemâle erdirir. Tamamlamayan erdiremez. Eğer yaşarsam öğrenmeniz için bunları
açıklayacağım. Eğer ölürsem sizin sohbetinize haris değilim” ifadesine yer
vermiştir. Daha sonra da Kur'ân-ı Kerimden Hz. İbrahim'in “kalbim mutma'in
olsun” sözünü nakletmiştir, en sonra da Mu'az b. Cebel, İbn Mes'ud, İbn Ömer,
Mücâhid ve İbn Abbas'ın imanla ilgili bazı sözlerini ve Kur'ân ayetlerindeki
bazı lafızların açıklamalarını muallak olarak vermiştir. 1055
Sahih'i diğer hadis kitaplarından ayıran bir önemli özelliği de mu'allak
hadisleridir. O kadar ki, mu'allak hadisllerin menşe'inin Sahih-i Buhârî olduğu
söylenmiştir. Bu şekilde önemli bir özellik oluşturan mu'allak rivayetler 1341
adettir. Daha çok bab başlıklarındadır. Çoğu başka yerlerde mevsûl olarak
zikredilmişlerdir.
Umumiyetle bu ana özelliklere sahip Sahih-i Buhârî'nin ravileri içinde
yalancılık, yalan ithamına maruz kalmak, sahibini küfre götüren bid'atlar gibi
kusurlarla cerh edilmiş kimse yoktur. Bu yönüyle de İslâm alimlerinin güvenini
kazanmış ve büyük çoğunluğu tarafından Kur'ân-ı Kerim'den sonra en sahih kitap
sayılmıştır. Pek çok alim tarafından şerhedilmiştir. Bundan başka ravilerine,
taliklerine, bab başlıklarına, muşkil taraflarına, hadislerine dair pek çok
kitap telif edilmiştir. Şerhlerinden en önemli birkaçı şunlardır:
1. İ'lâmu's-Sunen: Hamd b. Muhammed el-Hattâbi,
2. Ali b. Halef (İbn Battal) şerhi,
3. et-Telvîh fî şerhi'l-Câmi'i's-Sahîh: Ala'uddin Moğoltay b. Kılıç et Turkî,
4. el-Kevâkibu'd-Derârî fî Şerhi Sahîhi'l-Buhârî: Muhammed b. Yûsuf el-Kirmânî,
5. Fethu'1-Bârî Şerhu Sahîhi'l-Buhârî: Ahmed b. Ali, İbn Haceri'l-Askalânî,
6. Umdetu'1-Karî Şerhu Sahîhi'l-Buhârî: Mahmûd b. Ahmed el-Aynî,
7. İrşâdu's-Sârî fî Şerhî Sahîhi'l-Buhârî: Ahmed b. Ebibekr el-Kastalânî,
8. Tuhfetu'1-Bârî li-Şerhî Sahîhi'l-Buhârî: Şeyhülislâm Zekeriya el-Ensârî.1056
Sahih-i Buhârî üzerine yapılan çalışmalar içinde tecridlerinin ayrı bir yeri
vardır. Bazı alimler Sahihin tekrar eden hadislerini kaldırıp sadece Hz.
Peygamber'e ait merfu rivayetleri ayırarak bir kitapta toplamışlardır. Bu tür
eserler içinde ez-Zebîdî'nin et-Tecrîdu's-Sarîh li-Ahâdîsi'1-Câmi'i-s-Sahîh
isimli eseri meşhurdur. Bu kıymetli eser Türkçeye çevrilmiş ve Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından yayınlanmıştır. On iki cilt halinde neşredilen bu kaynak
eserden kolayca faydalanabilmek için tarafımızdan “kılavuz” adıyla bir fihrist
hazırlanmıştır.
Sahihi Müslim:
Hadisin altın çağı kabul edilen üçüncü hicri asrın tanınmış muhaddislerinden
Müslim b. Haccâc el-Kuşeyri'nin meşhur hadis kitabıdır. Cami türünde bir eserdir
ve tamamen sahih hadislerden meydana gelmiştir. el-Câmi'u's-Sahîh adını
taşımaktadır. İslâm aleminde daha çok Sahih-i Müslim adiyle meşhur olmuştur.
Müslim, Sahihini, işittiği üç yüz bin hadisten seçerek aldığı hadislerden
meydana getirmiştir. Eserini on beş yılda tamamladığı rivayet edilir. Kitabına
aldığı her hadisi muhakkak bir delile göre almış, bıraktığını da yine bir delili
göz önünde bulundurarak bırakmıştır. Kedisinden nakledildiğine göre Sahihine
muhaddislerin sıhhati üzerinde birleştikleri hadisleri almıştır. 1057
Buhârî gibi Müslim de Sahihini tamamladıktan sonra devrinin hadis otoritelerinin
tetkikine sunmuştur, sahihi tetkik eden Ebu Zur'a er-Râzî'nin zayıf gördüğü
hadisleri çıkarmıştır. Sahih-i Müslim cami türü hadis kitaplarında bulunan ana
konularda hepsine ait hadisleri ihtiva eder. Kitâb başlıklı 54 ana bölümde
mevcut bablarında, tekrarlar hariç, 3033 hadis vardır. Bunlar genelde hıfz ve
itkan sahibi ravilerin rivayetleri, hıfz ve itkan yönünden orta seviyedekilerin
rivayetleri ve zayıf ravilerin rivayetleri olmak üzere üç gruptur. Takip ettiği
metot icabı hıfz ve itkanla tanınmış ravilerin rivayetlerine öncelik vermiş,
sonra da diğer tariklanna işaret etmek üzere öteki iki gruba dahil ravilerin
rivayetlerini nakletmiştir. Sahihte asıl olan ilk rivayetlerdir.
Sahih-i Müslim İslâm alemine İbrahim b. Muhammed b. Sufyan rivayetiyle
yayılmıştır. Mağrib ülkelerinde bu rivayetle birlikte Ebu Muhammed Ahmed b. Ali
el-Kalânisî rivayeti meşhur olmuştur. Sahih üzerine çalışmalar yapan iki meşhur
alim, Kadı İyad ile en-Nevevi'nin rivayet tarîkları el-Kalânisî rivayetine
ulaşır.
Sahih-i Müslim'in en önemli özelliklerinden biri, baş tarafında bir mukaddimenin
oluşudur. Altı babdan oluşan mukaddimede Müslim, sırasiyle yalancı ravilerden
rivayeti terk ederek sikadan rivayet ve Hz. Peygamber'e yalan isnadından
kaçınmak; Hz. Peygamber'e isnad ederek yalan söylemenin en ağır yalan olduğu;
her işitileni rivayet etmenin doğru olmadığı; zayıf ravilerden rivayetin men
edilmesi ve zayıf blinen ravi-nin hadislerini almakta ihtiyatlı davramlması;
isnad ve ravilerin tenkidi; nihayet mu'an'an hadis ile ihticac etmenin sahih
olduğu konularına yer vermiş; bu konulardaki rivayetlere dayanarak kendi
görüşlerini açıklamıştır. Bilhassa altıncı babda açıkladığı birbirlerinden “an”
lafzıyla rivayette bulunan ravilerin birbirleriyle çağdaş olup görüşmeleri
imkanı olduğu ve içlerinde tedlis yapan bulunmadığı zaman isnadlarının mevsûl
hükmünde sayılacağına dair görüşü meşhurdur. Müslim'in şartı denilen bu husus,
onun Buhârî'den ayrıldığı önemli bir noktadır.
Yukarıda da değinildiği gibi Müslim, Sahihde verdiği hadisleri değişik isnadları
ve lafızlarıyla bir arada toplamış, fıkhın hangi konusuna giriyorsa oraya
koymuştur. Bu hadisleri sıralarken önce hıfz ve itkan itibariyle isim yapmış
ravilerin rivayetlerini vermiş, mestur, hıfz ve itkan açısından orta seviyede
olanların rivayetlerini sona bırakmıştır. Zayıf ve metruk ravilerin
rivayetlerini en sona koymuştur. Bu hususta da Buhârî'den ayrılmıştır. Ancak
Müslim'in bu metoduyla aranan hadis hem daha kolay bulunur, hem de bir hadisin
bütün isnadları ve metin farklılıkları bir arada olmakla hüküm çıkarma
kolaylaşır. Sahihi Müslim'i Buharî'ye üstün kılan aslında bu teknik yönüdür.
Aynı hadisin orta seviyede ve zayıf ravilerden gelen rivayetlerine yer vermesi
ilk bakışta tenkit edilmişse de bunun sadece mutâba'at ve şevahid için yapıldığı
söylenmiştir, en-Nevevî'ye göre Müslim, isnadında bazı zayıf ravilerin yer
aldığı rivayetleri de vermişse bu tamamen mutâbaatı kuvvetlendirmek veya metinde
bulunan bir ziyade yüzündendir. 1058
Sahîh-i Müslim'in tertibi çok güzel olmakla birlikte bablarına Buharı gibi unvan
konulmamıştır. Bablarına fıkhî hükümler yerleştirilmiş de değildir. Alimler bunu
babın ihtiva ettiği hadisten faydalanmayı okuyucuya bıraktığına yormuşlardır.
Bugün elde bulunan Müslim nüshalarındaki bab başlıkları en-Nevevî tarafından
konulmuştur. Bu konuda en-Nevevî şunları söylemiştir: “Bazıları müslim'in
bablarına unvan koymuşlardır. Bunların bir kısmı güzeldir. Ne var ki bir kısmı,
ya ibare kusuru, ya lafızlarının bozukluğu, ya da başka sebepler yüzünden hiç de
uygun düşmemiştir.” 1059Buradan anlaşıldığına göre en-Nevevî'den önce de Müslim
bablarına başlık koyanlar olmuşsa da bunlar uygun bulunmamıştır.
Sahih-i Müslim'in bir özelliği de mevkuf rivayetlere nadir olarak yer
vermesidir. Bu kabil rivayetler ancak rivayetin siyakı içinde gelmişse
verilmiştir. Sayıları son derece azdır. Aynı şekilde mu'allak hadislere de yer
verilmiştir. Müslim hadisleri içinde sadece 17 (veya 14 yahut 12) muallak
rivayete rastlanır.
En çok Kuzey Afrika ve Mağrib ülkeleri ile Endülüs'te meşhur olan Sahih-i
Müslim'in bir hayli şerhi, muhtasarı,
mustahreci vardır, önemli şerhlerinden birkaçı şunlardır:
1. el-Mu'lim bi-Fevâ'idi Kitabi Müslim:Muhammed b. Ali el-Mâzirî,
2. el-İkmâl fî Şerhi Müslim: Kadı İyad b. Musa el-Yahsubî,
3. el-Minhâc fî şerhi Müslim İbni'l-Haccâc: Yahya b. Şeref en-Nevevî,
4. el-İkmâl fî Şerhi Müslim: Muhammed b. Yusuf el-Kunevi,
5. ed-Dîbâc alâ Sahihi Müslim İbni'l-Haccâc: es-Suyûtî,
6. Minhâcu'l-îbtihâc bi-Şerhi Müslim İbni'l-Haccâc: Ahmed b. Muhammed
el-Kastalânî,
7. Şerhu Müslim: Ali b. Sultan Muhammed el-Kârî,
8. es-Sırâcu'1-Vehhâc min Keşfi Metâlibi Sahihi Müslim İbni'l-Haccâc: Sıddık
Hasan Han,
9. Fethu'l-Mulhim Şerhu Sahîh-i Müslim: Câbir Ahmed Usmânî.
Hadise ve hadis ilimlerine unutulmaz hizmetler vermiş olan Türkler arasında da
Sahih-i müslimi şerhedenler, Türkçeye çevirenler olmuştur. İsma'il Nureddin
Üsküdârî, Celeb lakabiyle meşhur Mustafa b. Umer Üsküdârî, İstanbullu Süleyman
Fadıl Efendi, Yusuf Efendi Zade Abdullah b. Muhammed, Diyarbakırlı Kurşunlu Zade
Mustafa Efendi bunlardandır.
Sahih-i Müslim'in Türkçe tercümeleri arasında rahmetli Prof. Hamdi Rağıp
Atademir'in babası Râğıp Efendi tercümesi anmaya değer. Bu eser basılmamıştır.
Mehmet Sofuoğlu'nun izahlı tercümesi ile Ahmed Davutoğlu'un şerhli tercümeleri
ise neşredilmiştir.
Sahîh'in muhtasarları arasında Muhammed b. Abdillah el-Mursî, Abdulazîm b.
Abdilkavî el-Munzirî'nin eserleri en meşhurlarıdır.
Sahîhu’l-Hadîs:
Hadis sahih manasıyla kimi alimlere göre ta'dîl lafzıdır. es-Sehâvî, ta'dilin
ikinci mertebesine delalet eden lafızlar arasında saymıştır.
Sahîhu'l-İsnâd:
İsnadı sahih olduğu halde metni hakkında ilk devir alimlerinin sıhhat hükmü
veremedikleri bazı hadisleri vasfetmekte kullanılan bir tabirdir.
Bazı hadisler hakkında, şaz olması veya sıhhate engel teşkil eden illet taşıması
sebebiyle sahih hükmü vermek imkanı olmaz. Bu takdirde isnadının sahih olduğunu
belirtmek üzere “bu hadis sahîhu'l-isnâddır” denir.
İbnu's-Salâh'a göre güvenilir bir hadis kitabının musannifi, metot olarak
kitabında sahihu'l-isnad tabirini kullanmışsa böyle dediği hadislerin herhangi
bir kadih illetini zikretmediği takdirde sahih olduğuna hükmedilir; zira hadisin
kadih bir illet taşımaması sıhhatte asıldır. 1060
İbn Hacer de İbnu's-Salâh'a katılır. Ona göre Musned ve Sünen gibi meşhur hadis
kitaplarında yer alan bir hadisin isnadında gerekli sıhhat şartlan bulunur,
dikkatli ve itkan sahibi muhaddislerin farkına vardıkları herhangi bir kadih
illeti de olmazsa o hadis hakkında kitap musannifinin vermediği sıhhat hükmünü
vermek mümkündür. Ne var ki alimimiz böyle hadislerde farkına varılamamış bir
illetin olma ihtimalini de hesaba katmak gerektiği görüşündedir. Bunun için de
ihtiyata uygun olarak böyle hadisler hakkında sahih denilmeyip isnadının sahih
olduğunu ifade eden bu tabirin kullanılması yerinde olur. 1061
Sahîhun İnde Gayrihimâ:
Bk. Merâtibu's-Sahih.
Sahîhun Înşa'allah:
Bazı hadis kitaplarında görülen ve hakkında ilk devirlerde yaşamış hadis
imamları tarafından sıhhat hükmü verilmemiş isnadı sahih hadisler hakkında
sonraki devirlerde yaşayan alimlerin sıhhat hükmü verip vermeyecekleri
meselesiyle ilgili bir tabirdir. İnşa'allah sahihtir demektir.
İbn Hacer'e göre musned ve sünen gibi meşhur hadis kitaplarında bulunan bir
hadis hakkında kitabın musannifi sıhhat hükmü vermemiş dahi olsa, isnadında
sıhhat şartları mevcut olduğu, itkan sahibi ve dikkatli hadis imamlarının
farkına vardığı bir illeti de bulunmadığı takdirde sıhhatine hükmetmek hiç de
zor değildir. Ancak bu tür hadislerin farkına varılmamış illetleri olma ihtimali
her zaman için vardır. İhtiyata uygun düşen bu ihtimali dikkate alarak böyle
hadisler hakkında metne de şâmil olacak şekilde “bu hadis sahihtir” demeyip”
sahîhu'l-isnaddır” demektir. Bazı muhaddisler böyle hadisler için “sahîhun
inşaallah” demişlerdir. 1062Bu duruma göre sahîhun inşaallah tabiri herhangi bir
hadis kitabında bulunan ve isnadı sahih olduğu halde hakkında sıhhat hükmü
verilmemiş hadisleri hakmda kesinlikle sahih hükmü verilmiş olanlardan ayırmak
için kullanılmış bir tabirdir.
Sakîm:
Bk. Zayıf.
Sâkıt:
“Adaletten düşmüş” manasına cerh lafızlarından birisidir. Beşinci derece
lafızları arasında yer alır ve ağır cerhe delalet eder.
Cerhin dördüncü mertebesinden itibaren herhangi bir derecesine delalet eden
lafızlarla cerhedilmiş raviler adalet vasfını kaybetmiş sayılırlar. Bu itibarla
hadisleri yazılmadığı gibi i'tibar için dikkate alınmaz. Bir başka hadisi
kuvvetlendirmek iüzere şahid olarak kullanılmaz.
Hakkında sakıt cerh hükmü verilen raviler de öyledir.
Salih:
Kelime olarak düzgün, iyi ve yararlı manasına gelir. Muhaddisler arasında sahih
ve hasen gibi dinî meselelerde delil olarak kullanılmaya elverişli hadisler için
kullanılmış bir terimdir.
Ebu Davud, Mekkelilere yazdığı ve süneninin özellikleriyle sünende kullandığı
kimi ıstılahları açıkladığı risalesinin bir yerinde şöyle demiştir, “kitabımda
yer alan şiddetli zayıflığı bulunan hadisleri açıkladım. Senedi sahih olmayanlar
bunlardandır. Böyle bir açıklama yapmadığım hadisler sâlihtir ve bazısı
bazısından daha sahihtir.” 1063
Buradan anlaşılmaktadır ki Ebu Davud'un salih dediği hadisler senedi sahih
olanlar ile şiddetli zayıflığı bulunmayanlardır. İbnu's-Salâh, Ebu Davud'un
sözlerini neklettikten sonra Sünende bulunan ve es-Sahîhânda mevcut olmamakla
birlikte sahih ile hasesin arasını ayırabilen hadiscilerin sahih olduğuna dair
herhangi bir söz söylemedikleri hadislerin hasen olarak bilindiğini oysa böyle
hadisler içinde başka alimlere göre hasen olmayanların bulunabileceğini
söylemiştir. 1064Bu ifadelerden ortaya çıkan sonuç, senedi sahih olan ve
şiddetli zayıflığı bulunmayan hadisler, bu özellikleri taşımayanlardan
farklıdırlar. Bunlar dinî bir meselede delil olabilecek niteliktedirler ve
makbul sayılırlar. Böyle hadislere genelde sâlih adı verilmiştir.
Sâlih Li'l-İhticâc:
Hüccet olarak kullanılacak nitelikte anlamını verir. Kullanıldığında Sahih ve
Hasen gibi dînî meselelerde delil olmaya elverişli hadisler kasdedilirler.
Sâlih Li'l-İ'tibâr:
İ'tibar için kullanılacak nitelikte manasına gelir. Hadis için söz konusu
edildiğinde onun i'tibarda kullanmaya elverişli zayıf hadisi ifade eder. İ'tibar
sonucu ya kendisi kuvvet kazanır; ya da daha zayıf bir hadise destek olur.
Sâlihu'l-Hadis:
Sözlük bakımından “hadisi iyice” manasına gelen bir tamlama olup ta'dil
lafızlarındandır. İbn Ebî Hâtim'in tasnifine göre dördüncü mertebe lafızları
arasında yer alır.
İbn Ebî Hatim, hakkında sâlihu'l-hadis denilen ravinin hadislerinin sadece
itibar için yazılabileceği görüşündedir.1065
Sâmi:
İşitmek ve dinlemek manasına gelen “semi'a” kök fiilinden ism-i fail ölçüsünde
bir kelime olan sâmi, genelde şeyhin hadislerini bizzat ondan işiten veya arz
gibi işitmek masabesinden olan bir yolla rivayette bulunan raviye denir.
Muhtelif vesilelerle değinildiği gibi hadis rivayetinin çeşitli metotları
vardır. Bunlardan bir kısmında şeyh ile tâlib bir araya gelirler ve talebe
şeyhin hadislerini ondan dinlemek suretiyle rivayet eder. Tâlib ile şeyhin bir
araya gelmesiyle rivayetten ibaret bu usul en sağlam rivayet metodu sayılmıştır.
Bunun yanısıra talebenin okuyup şeyhin dinlemesinden ibaret rivayet usulü de
talebenin dinlemesi gibi tutulmuştur. Her ikisi semaa delalet eden rivayet
yolları olduğundan bu yollarla rivayet eden talibi diğer metotlarla rivayette
bulunanlardan ayırdetmek üzere sâmi tabiri kullanılmıştır.
Sarık:
Bk. Sirkatu'l-Hadîs.
Sarih Merfû:
Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait olduğu açıkça belli olan merfû hadise denir.
Merfû başlığı altında da söz konusu edilmiştir ki, Hz. Peygamber'e ait hadisler
sarih merfû ve hükmen merfû olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Bunlardan sarih
merfû, ravinin kale Resûlullah (s.a.s) veya semi'tu resûlullah yahutta
semi'tu'n-Nebiyye ve benzeri eda lafızlarıyla Hz. Peygamber'e isnad ve izafe
ederek rivayet ettiği hadistir. Böyle rivayet edilen merfû, Hz. Peygamber'in
sözlerinden ibarettir. Bunun yanısıra sarih merfû fiilleri ifade eden hadisler
de vardır. Bunlar da sahabînin, hadiste ifade edilen fiilin Hz. Peygamber
tarafından işlendiğini açıkça belirten çeşitli lafızlarla rivayet edilmişlerdir.
Şu hale göre Hz. Peygamber'e ait olduğu isnadın ona ulaşarak rivayet edilişinden
anlaşılan hadis sarih merfûdur.
Se-Nâ:
Muhaddislerin hadisleri yazarlarken kullandıktan rumuzlardan biridir ve
haddesenâ nın kısaltılmış şeklidir.
Hadis yazan katipler, isnadda çok geçen bazı kelimeleri kısa remizlerle ifade
etmeyi adet haline getirmişlerdir. Se-nâ bu remizlerden biridir ve haddesenânın
en çok kullanılan kısaltılmışıdır. Bazı muhaddisler bunu şeklinde noktasız,
el-Hâkim ve el-Beyhakî gibi bazıları da de-se-nâ şeklinde kullanılmışlardır.
Se-Nî:
Hadde senî eda lafzının kısaltması ve en çok kullanılan şeklidir. Bazı
muhaddisler bu remzi de-se-nî şeklinde kullanmışlardır.
Sebebu Vurûdi'l-Hadîs:
Bk. Esbâbu Vurûdi'l-Hadîs.
Sebebu'l-Hadîs:
Bk. Esbâbu Vurûdi'l-Hadîs.
Sebt:
Sabit ve sağlam manalarına gelen bir kelimedir. Hadis ilminde bilhassa güvenilir
ravileri ifade etmekte umumi bir tabir olarak kullanılmıştır. Bununla birlikte
ta'dil lafizlarındandır. Sebtun şeklinde yalnız kullanıldığında ta'dilin üçüncü,
sebtun-sebtun şeklinde tekrar edilerek kullanıldığında ise ikinci mertebesine
delâlet eder.
Ta'dilin üçüncü ve ondan daha yüksek olan ikinci mertebesine delâlet eden
lafızlardan birisiyle adaletli olduğuna hükmedilen ravi her bakımdan güvenilir
bir kimsedir. Buna göre hakkında gerek sebtun, gerekse sebtun - sebtun denilmiş
ravi güvenilir, hadisleri makbul biridir.
Sebtun:
Bk. Sebt.
Sebtun-Hafizun:
Üçüncü derece ta'dile delâlet eden iki lafzın bir arada kullanılmasıyla oluşan
ve ta'dilin ikinci derecesine delâlet eden lafızlardandır.
Hakkında Sebtun-Hâfizun denilmiş olan ravinin hadisleri makbuldür, dinî
konularda hüccettir.
Sebtun-Huccetun:
Bu da üçüncü derece ta'dile delâlet eden lafızlardan ikisinin bir arada
kullanılmasıyla oluşmuş, ta'dilin ikinci derecesine delâlet eden lafızlardandır.
Bu lafızla adaletine hükmedilmiş olan ravinin hadisleri makbuldür. Dinî
konularda delil olabilir.
Sebtun-Sebtun:
Bk. Sebt.
Sebtun-Sikatun:
Bk. Sikatun-Sebtun.
Sefeh:
Sefeh, sefâh ya da sefâhet, her üçü de mastar olup akıl ve idraki hafif olmak,
cehalet ve bilgisizlik anlamını verir. Kötü yaratılışlı olmak, cahil ve
akılsızca hareket etmek yerine kullanılır. Böyle bir insana sefih denir. Çoğulu
sufehâ gelir.
Hadis Usulünde sefeh, yalancılık, heva ehlinden olmak ve ne rivayet ettiğini
bilmemek hususuyla beraber en önemli cerh sebeplerinden biridir. Kendisinin de
sefeh hali bulunan ravi cerhedilir. Hadisleri terk olunur. Bu konuda Malik b.
Enes şöyle demiştir: “Dört grup raviden sakın hadis almayınız. Bunlardan
başkasından alınız. Rivayet şartlarına en fazla uyan kimse bile olsa sefihten;
Hz. Peygamber'in hadisleri üzerine yalan söylemek ithamına maruz kalmasa bile
insanlarla konuşmasında yalan söylediği denenmiş kimseden; halkı kendi hevasına
çekmeye çalışan heva ehlinden ve ibadet ve faziletle tanınmış dahi olsa ne
rivayet ettiğini bilmeyen şeyhten..”1066
Muhaddislere göre bir ravide sefeh olduğunun ilk belirtisi sözlerindeki
bayağılık ve iğrenç ifadelerdir. Nitekim el-Hatîbu'l-Bağdadî'nin naklettiğine
bakılırsa Yahya b. Sa'îd el-Kattân hadis meclisinde “bu hadisi size rivayet
etmediysem anam zina etmiş olsun” diyen en-Nadr b. Mutarrif in meclisini bu sözü
üzerine terk etmiştir. Yine Yahya b. Ravh el-Harrânî, Ya'lâ İbnu'l-Eşdak'tan
niçin hadis yazmadığını soranlara şu cevabı vermiştir: “Hadis meclisine gittik.
Bir gün ileri geri sözler söylediğini işittik. Dünyada insan mı yok ki bundan
hadis yazılacak?” diyerek meclisini terk ettik. Yazdığımız hadisleri de
bıraktık.” 1067Şu hale göre konuşması sırasında yalan söylemese bile ciddiyet ve
vekara aykırı şekilde hafif, adî ve çirkin sözler sarfeden ravi mürüvvet vasfını
zedelemiş demektir ve sefeh vasfı taşıyordur. Sefeh sahibi bir ravi ise ne kadar
sadık ve dirayetli olursa olsun cerhedilerek adalet vasfını kaybetmiştir,
muhaddisler sefih olduğu anlaşılan ravilerden hadis alınamayacağı
görüşündedirler.
Seketû Anhu:
“Hakkında bir şey söylemediler, sustular” demektir Cerh lafızlarındandır.
Beşinci derece ağır cerhe delalet eden lafızlar arasında yer alır.
Kaide olarak böyle ağır derecede cerhe uğrayan arvinin adalet vasfını
kaybettiğine hükmedilir. Hadisleri yazılmaz. İ'tibar için dikkate alınmaz. Şahid
olarak kıymet verilmez, seketü anhu lafzıyla cerhedilen ravi de öyledir.
Buharı seketû anhu cerh lafzını diğer alimlerden farklı olarak metrûku'l-hadîs
manasına kullanmıştır.
Semâ:
Dördüncü babdan çekimi yapılan ve işitmek, dinlemek manasına gelen “semi'a” kök
fiilinin mastarıdır. Hadis usulünde hadis rivayet metotlarından biri, birincisi
ve en önemlisidir. Hadisi, bizzat şeyh denilen muhaddisle bir araya gelerek,
ondan işitmek suretiyle gerçekleşir. Şöyle ki, talib, şeyhin hadis rivayet
ettiği meclislerine devam eder. Onun ezberinden veya kitabından okuduğu
hadisleri dinleyerek yazar ve ezberler. Böylece şeyhin hadislerini ondan
dinlemek ve işitmek suretiyle rivayet etmiş olur.
Bazen de tâlib, şeyhin hadislerini önceden elde etmiş olur. Bunları o şeyhten
rivayet edebilmek için meclisinde de dinler. Hatalı olanlarını düzeltir. Yahut
şeyhe okuyarak arzeder. Okuma işi bitince önceden elde ettiği hadisleri işitmiş
olur. Bu usulle semâ bazılarına göre şeyhten işitmekten daha üstündür.
Hadislerin Hz. Peygamber'den rivayeti semâ usulüyle başlamıştır, sahabîler Hz.
Peygamber'le birlikte olduklarında onun sözlerini bizzat mübarek ağızlarından
duymuşlar, işittikleri sözleri hafızalarına nakşederek bellemişlerdir. Bu yolla
öğrendiklerini kendilerinden rivayet edenlere anlatarak onların da işiterek
rivayet etmelerine yol açmışlardır. Bu rivayet şekli daha sonra asırlarca devam
etmiştir. Zamanla başka rivayet metotları ortaya çıkmış ve uygulama alanı bulmuş
olduğu halde semâ metodu değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir; çünkü bu metotta
her şeyden önce şeyh ile talibin bir araya gelmesi söz konusudur. Dolayısıyla
şeyhin sözleri dinlenir, hadisleri arada vasıta olmaksızın alınır. Bu bakımdan
semâ yoluyla rivayet, rivayet usullerinin en sağlam ve üstünü sayılmıştır.
Semâ yoluyla alınan hadislerin rivayetinde değişik eda lafızları kullanılmıştır.
Bunlardan en üstünü semi'tudur. Bu eda lafzının en üstün oluşunun sebebi, sadece
semâ yoluyla alman hadislerin rivayetinde kullanılmasındandır. Ondan sonra
haddesenâ gelir. Tekil zamirle haddesenî, ahberanâ, enbe'enâ eda lafızları da
sema usulüyle rivayette kullanılan eda lafızlarıdır. Ancak bu lafızlardan çoğu
semadan başka yollarla rivayet edilen hadislerin edasında da kullanılmıştır.
Semâ'ul-Muzakere:
Bk. Müzâkere.
Semâ'u's-Sağîr:
Küçüğün hadis işitmesi demek olup hadis rivayetine başlama çağını ifade eden
tabir mahiyetindedir.
Hadis rivayetine başlama çağı konusunda görüş ayrılıkları vardır. Bu görüş
ayrılıkları tek hedefe, rivayetin sahih olması hedefine yöneldiğinden çıkmıştır.
Ancak biri diğerinden farklı yaş sının koymakla birlikte rivayetin, sıhhatini
temin edercek yaşta başlaması noktasında birleşmiştir.
el-Hâtibu'1-bağdâdî, Kûfelilerden hiç kimsenin yirmi yaşını doldurmadan hadis
rivayetine başlamadığını, o yaştan önce Kur'ân-ı Kerim'i ezberleme ve ibaretle
meşgul olduğunu kaydeder. Bazı alimlere göre bu yaş onbeştir. 1068Kadı İyad ise
muhaddislerin hadis rivayetine başlama yaşı olarak beş yaşını sınır
koyduklarından söz etmiştir. 1069İbnu's-Salâh da muhaddislerin rivayete başlama
yaşı olarak bu yaşı uygun bulduklarını söylemiştir. Buna ilave olarak da beş ve
daha yukarı yaşlarda hadis işitmiş olanlar için hal tercümelerinde semi'a, henüz
bu yaşı tamamlamadan hadis meclislerine katılanlar için ise hadara veya uhdira
yazıldığını kaydetmiştir.1070
Burada şunu eklemek gerekir. Hadis rivayetine başlama çağı olarak çeşitli yaş
sınırları çizenlerin yanında çoğunluk, halin dikkate alınması gerektiği
görüşündedir. Nitekim İbnu's-Salâh buna işaret ettikten sonra, kendisine
söyleneni anlayacak, vereceği cevabı bilecek yaşta olanların semainin sahih
olacağını, böyle olmayanların ister beş, isterse elli yaşlarını bitirseler bile
rivayetlerinin sahih olmayacağını söylemiştir. 1071Rivayete göre Mûsâ b. Harun'a
çocuk yaştaki birinin ne zaman hadis işitebileceği sorulduğunda “inekle eşeği
ayırdedebildiği zaman” cevabını vermiştir. 1072Ahmed b. Hanbel de benzer bir
soruyu “aklı başında olması, yaptığını ve söylediğini bilmesi, işittiğini hıfz
edebilmesidir. Bu hale gelen çocuğun sema'ı sahih olur. Gelmeyenin ise yaşı
-İbnu's-Salâh’ın deyişiyle- değil beş, elli bile olsa rivayeti sahih olmaz.
Çocuğun buluğ çağma ermeden önce işitmiş olduğu hadislere gelince muhaddislerin
çoğunluğu bunları kabul etmiştir. Aynı şekilde müslüman olmayan birinin Hak dine
girmeden önce işitmiş olduğu hadislerin rivayeti de kabul edilmiştir. Ancak bazı
alimler erginlik çağına ermemiş çocuğun hadis rivayet etmesini sahih
saymamışlardır. İbnu's-Salah, bunların hata ettiklerini söyler. Delil olarak da
muhaddislerin el-Hasen b. Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs, İbnu'z-Zubeyr, en-Nu’mân
b. Beşîr ve daha pek çok sahabînin hadislerini hiç bir ayırıma gitmeksizin kabul
ettiklerini ileri sürer.
Semi'a:
İbnu's-Salâh’ın kaydettiğine göre bu kök fiil hadis ravilerinin rivayetin sahih
addedilebilmesi için alt sınır olarak kabul ettikleri beş yaşını tamamladıktan
sonra hadis meclislerine devam ettiklerini ifade etmekte kullanılmıştır. Buna
göre mesela rical kitaplarında bir raviden söz edilirken “falancadan hadis
işitti” denilmişse bu tabir onun o şeyhin hadis meclislerine beş yaşını
tamamladıktan sonra devam edip ondan hadis işittiğini ifade eder.
Şu var ki bu yaş sınırı kesin değildir. Pek çok muhaddis hadis rivayetinin,
yaptığını ve söylediğini bilecek, işittiğini hıfzedecek, kendisine sorulan
sorulan anlayıp cevap verebilecek hale geldiği zaman başlaması görüşündedir.
(Bk. Semâ'us-Sağîr). Kısacası rivayete başlamak için mümeyyiz olmak gerekir. Bu
ise buluğ çağma erdikten sonradır. Buna göre bu ifade aynı zamanda ravinin hadis
işitmeye buluğ çağına erdikten sonra başladığını da açıklar.
Semi'tu:
“Ben işittim” manasına çekimli fiildir. Hadis rivayetinde kullanılan eda
lafızlarından biri ve en üstünüdür. Yalnızca semâ' yoluyla alınmış bulunan
hadislerin rivayetinde kullanılmıştır.
Haddesenâ, ahberanâ lafızları da aynı usulle rivayette kullanılır. Ancak bu
lafızlar semâ'dan başka usullerle rivayet edilen hadislerin edasında da
kullanılmıştır, oysa semi'tu, tekrar edelim, yalnızca sema metoduyla rivayeti
ifade eder. Bu yüzden sema'a delalet eden eda lafızlarının en üstünü
sayılmıştır.
Şeyhinden semâ yoluyla hadis almış olan ravi, bunlan başkasına rivayet ederken
kısaca semi'tu fulânen dediği gibi semi'tu fulânen yekûlu da der.
Semi'tu Fulânen:
Bk. Semi'tu.
Semi'tu Fulânen Bi-Kırâ'atî Aleyh:
Ravinin, şeyhinden kendisi okumak suretiyle almış olduğu hadisleri başkasına
rivayet ederken kullandığı eda lafzıdır.
Aynı yerde aynı manaya gelen semi'tu-fulânen kırâ'aten aleyh eda lafzı da
kullanılmıştır.
Semi'tu Fulânen Kırâ'aten Aleyh:
Bk. Semi'tu Fulânen bi-Kırâ'atî aleyh.
Semi'tu Fulânen Yekûlu:
Bk. Semi'tu.
Sened:
Sözlükte dağın eteğinden yukarı olan kısmı, bir kimsenin güvendiği biri, sığmak
ve dayanak manalarına gelir. Bir iddiayı ispatlamak üzere ileri sürülen delil ve
burhana sened denilmesi son manasındadır. 1073Türkçede kullanılan sened de bu
manaya uygun olarak bir borcun veya verilen sözün geçerliliğini gösteren delil
anlamınadır.
Bir hadis terimi olarak sened, hadisin ilk kaynağına kadar ulaşan yolu teşkil
eden raviler zincirine denir. Bir diğer deyişle hadisi son olarak rivayet eden
muhaddisle Hz.Peygamber arasında bulunan râvîlerin isimleridir. Söz gelimi
Buharı, şeyhi A dan bir hadis rivayet etmiş olsun.
Bu hadisi A, B den almış; B, C, isimli raviden, C ise D adındaki sahabîden
nakletmişse A, B, C, D, isimli raviler hadisin senedini teşkil ederler. Bunu bir
misal üzerinde şöyle gösterebiliriz.
“Bize Ebubekr b. Ebî Şeybe tahdis etti. (Dedi ki) bize Affân b. Müslim rivayet
etti. O, bize Hammad tahdis etti dedi. (Hammâd), bize Enes'ten naklederek Sabit
haber verdi (dedi): er-Rubeyyi'nin kız kardeşi Ummu Harise birini yaraladı. Hz.
Peygamber (s.a.s)'e şikayete geldiler. Hz. Peygamber
“Kısası eda ediniz, kısası yerine getiriniz” buyurdu. Bunun üzerine
Ummu'r-Rubeyyi'
“Yâ Resulallâh! fulanca kadından kısas istenir mi? Vallahi ondan kısas alınmaz!”
deyince Allah Resulü “Subhânallah yâ Umme'r-Rubeyyi! Kısas Allah'ın farz kıldığı
bir hükmüdür” dedi.”1074
Bu hadiste müslim'in şeyhi Ebubekr b. Ebî Şeybe'den başlamak üzere sıra ile
Affân b. Müslim, Hammâd, Sabit ve Enes senedi teşkil ederler.
Senede tarîk ve vecih de denir. Hadisciler bir hadisi çeşitli senedlerle
naklederler. Bu senedler sıhhat bakımından aynı düzeyde olmayabilir. Bunu
belirtmek üzere muhaddislerin sık sık “bu hadis bu senedle sahihtir” “bu
tariktan illetlidir, şu vecihten şöyledir” gibi ifadeler kullandıkları görülür.
Bir hadisin sıhhati ilk olarak senedinden anlaşılır. Eğer senedi teşkil eden
raviler güvenilir, hıfz ve itkan bakımından sağlam kimselerse hadis, - başka
kusuru yoksa- sahih kabul edilir. Bu bakımdan hadisin senedi çok önemlidir.
Kısacası sıhhat ölçüsünün başta gelenidir.
Sevk:
Türkçedeki karşılığı ile sevketmek manasını veren sevk. Hadis Usulünde bir
hadisi senediyle birlikte nakletmeye denir. Bu anlamda rivayet manasınadır.
Şevke edâ denildiği de olur. Ancak aralannda ufak bir fark vardır. Sevk, daha
çok kitaptan nakildir. Oysa eda, en çok ezberden rivayeti ifade etmekte
kullanılmıştır.
Sevvâ:
Eşitledi, aynı düzeye getirdi anlamına gelen bu kök fiil, Hadis Usûlü
kaynaklannda ravinin tesviye tedlîsi yaptığını belirtmek üzere kullanılmıştır.
Sevveğa Lî:
Tesvîğ sözlükte caiz görmek, bir nesneyi bir kimseye layık görerek vermek
manasınadır. Mazi şekli ve zamirle sevveğa lî bana münasip gördü demektir ve
munâvele yoluyla alınmış hadislerin rivayetinde eda sigası olarak
kullanılmıştır.
Bazı Hadis Usulü alimleri icazetle olan münavelede haddesenâ ve ahberanâ eda
lafızlarını kullanmayı doğru bulmamışlardır. Onlara göre böyle rivayette bu ve
benzeri lafızların kullanılması gerekir. Buna göre sevveğa lî münavelede
haddesenâ ve ahberanâ lafızlarını kullanmayı caiz görmeyenlerin öngördükleri eda
lafızlarından biri olmaktadır.
Seyyi'u'l-Hıfz:
“Kötü ezberleyen” manasına cerh lafızlarından biridir. Cerhin en hafifine
delalet eden birinci mertebe lafızlarına el-Irâkî'nin eklediği lafızlar arasında
yer alır. Daha çok metâ'ini aşera'dan sû'u'1-hıfz yani kötü ezberleme kusuru
yüzünden cerhedilmiş raviler hakkında kullanılmıştır.
Hakkında seyyi'u'l-hıfzi cerh hükmü verilmiş olan ravi adalet vasfını
kaybetmemiş sayılır. Dolayısiyle hadisleri atılmaz. İtibar için yazılır.
Sıfatu Rivâyeti'l-Hadîs:
Bk. Rivayet Şartları.
Sıhâh:
Kelime olarak sahih'in çoğuludur. Hadis ilminde iki ayrı manada kullanılmıştır.
Bunlardan birincisi el-Kutubu's-sitte'ye verilen öteki ismidir. Buhâri, Müslim,
Ebu Dâvud, Tirmizî, Nese'î ve İbn Mâceden ibaret altı kitap, diğer hadis
kitaplarına nisbetle daha sahih ve güvenilir olduklarından hepsine birden sıhâh
veya sıhâh-ı sitt denilmiştir.
İkincisi meşhur alim el-Beğavî'nin Mesâbîhu's-Sunne isimli güvenilir hadis
kitabında sahih hadislerin toplandığı
kısmın bölüm başlığıdır. Alimimiz bu eserine aldığı hadisleri konularına göre
tertiplemiş, her konuda verdiği hadisleri mine's-Sıhâh ve mine'l-Hîsân
başlıkları altına iki grupta toplamıştır. Sıhâh başlığı altında topladıkları
hakkında sahih hükmü verilmiş olanlardır ve Buhâri ile Müslim'in gerek ittifakla
gerekse ayrı ayrı rivayet ettikleri hadislerden seçilmiştir.
İbnu's-Salâh, el-Beğavî'nin, es-Sahîhân’ın her ikisinde, yahutta sadece
birisinde bulunan hadislerden dilediğini sıhâh, Ebu Dâvud, Tirmizî ve benzeri
sünen kitaplarından derlediklerini ise hisân başlığı altında toplamasına itiraz
etmiş ve bilhassa hasen hadislerin sadece Ebu Davud ve Tirmizî'de bulunanlardan
ibaret olmadığına dikkati çekmiştir.
Sıhâh-ı Selâse:
İsmi üzerinde, Buhârî, Müslim ve imâm Mâlik'in el-Muvatta'ından oluşan üç sahihe
denilmiştir.
Sıhah-ı Sitt:
Bk. Kutub-i Sitte.
Sıhhat:
Kelime olarak Türkçedeki karşılığı olan sağlamlık, sıhhat ve sağlık manasını
verir. Hadis Usulünde hadisin sahih olmasını ifade eden bir terim olarak
kullanılmıştır.
Hadisin sıhhatine hükmetmek önemli bir konudur ve öncelikle sıhhat şartlarını
taşımasına bağlıdır. Bundan başka sahih olduğu esas itibariyle kabul edilmiş bir
kitapta yer alması da sıhhat hükmü vermeye kafi görülmüştür.
Bir hadis cüzü veya kitabı içinde bulunan, es-Sahîhândan birinde olmayan ve
hadis imamlarından biri tarafından hakkında sıhhat hükmü verilmemiş, bununla
birlikte isnadı sahih olan bir hadis görülürse o hadisin sıhhatine hükmedilip
edilemeyeceği konusu ihtilaflıdır. İbnu's-Salâh, yaşadığı devirde buna
hükmetmeye cesaret edilemiyeceğini, sadece isnadlara bakılarak o devirde bir
hadisin sıhhatini kestirmenin güç olduğunu söylemiştir. Ona göre bunun sebebi,
ricali içinde sahih için şart koşulan hıfz, dabt ve itkan'dan uzak olmakla
birlikte rivayette elindeki kitaba dayanan ravi bulunmayan isnadın kalmayışıdır.
Zayıf ve haseni bilmek bir bakıma hadis alimlerinin tahrif ve tağyirden uzak
olarak bilinen meşhur ve güvenilir kitaplarında söylediklerine bağlıdır.
1075Buna göre hadislerin sıhhati hakkında daha çok gayret safederek hüküm vermiş
ilk devir alimlerinin herhangi bir şey söylemedikleri hadisler hakkında sıhhat
hükmü vermeye imkan görülemez; zira böyle bir hadis hakkında onların sıhhat
hükmü vermemelerinin bir sebebi olmalıdır. Kaldı ki onun sahih görmedikleri de
söylenebilir. Görselerdi elbette sıhhat hükmünü verirlerdi.
en-Nevevî, İbnu's-Salâh'in bu görüşünü mutlak olarak kabul etmez. Ona göre hadis
ilminde ileri dereceleri almış, sağlam bilgi sahibi bir alimin sıhhati hakkında
daha önce herhangi bir hüküm verilmemiş hadise sırf isnadına bakarak sahihtir
demesi caizdir. 1076Nitekim bazı âlimler kendi bilgilerine dayanarak daha önce
hakkında sahih hükmü verilmeyen kimi hadislerin sıhhatine hükmetmişlerdir. İbn
Hacer de aynı kanaattedir. Ona göre de sünen ve müsned türü kitaplarda bulunan
bir hadis, musannifi sahih olduğunu söylemese bile, isnadında sıhhat şartlan
mevcut olduğu, itkan sahibi ve dikkatli muhaddislerin gözüne ilişen bir illeti
bulunmadığı sürece sıhhatine hükmetmek imkansız değildir. Şu var ki bu gibi
hadislerin farkına varılamamış illetleri bulunma ihtimali vardır. Onun için
ihtiyata uygun olarak böyle hadisler hakkında hüküm verirken “bu hadis sahihtir”
diyerecek yerde “sahihu'l-îsnaddır” denmelidir. Bazı âlimler böyle hadisler
hakkında sahîhun inşa'allah demişlerdir. 1077(Bk.Sahihun İnşaallah).
Sıhhat Şartları:
Bk. Şurûtu's-Sıhha.
Sigâr-ı Tabiin:
Tabiîlerin küçükleri anlamını veren bir tamlama olup sahabe devrinin sonlarına
doğru yaşayan, ancak rivayetleri daha çok diğer tabiîlerden, bilhassa kibâr-ı
tabiîn'den olan tabiîlere denir. Bunlar sahabeye yetiştikleri halde onlardan
ilim almadıkları dolayısiyle diğer tabiîlerden rivayette bulundukları için
tabiîler arasında ayrı bir tabaka oluşturmuşlardır. Hatta pek çok alim bu yüzden
bunların mürsellerini mudal addetmişlerdir.
Sîğatu'l-Cezm:
Bk. Cezm Sigası.
Sîğatu't-Temrîz:
Bk. Temriz Sigası.
Sika:
Bir kişiye güvenmek, itimat etmek ve inanmak manasına mastardır. Müfred, tesniye
ve cemi olarak kullanılır. Tesniyesinde sikatân dendiği gibi cemi olarak sikât
denildiği de olur.
Arapçada bu şekillerde kullanılabilen sika, Hadis Usulünde umumiyetle adalet ve
zabt vasfı taşıyan ravilere denir. Bununla birlikte sikatun şeklinde ta'dil
lafzı olarak da kullanılır. Yalnız kullanıldığında üçüncü, sikatun-sikatun
şeklinde tekrar edilerek veya sikatun -sebtun, sikatun-mutkinun,
sikatun-huccetun, sikatun-hafîzun misallerinde olduğu gibi üçüncü mertebede yer
alan ta'dil lafızlarından birisiyle beraber kullanıldığında ise ikinci derece
ta'dile delâlet eder.
Bir hadisin sahih olabilmesi için önce ravilerinin adalet ve zabt yönlerinden
sika yani güvenilir olması gerekir. Bu bakımdan ravilerin sika olup
olmadıklarının bilinmesi büyük önem taşır. Bunun için rical alimleri ravilerin
hallerine dair önemli kaynak eserler yazmışlardır. Bunlardan bir kısmı sadece
sika sayılan ravilere ayrılmıştır. Misal vermek gerekirse Ebu Hatim b. Hibbân
el-Bustî'nin Kitâbu's-Sikâtı, Kasım b. Kutluboğa’nın ve İbn Şâhin'in aynı isimde
Kitâbu's-Sikât'lan verilebilir.
Bazı alimler ise sika ravilerle birlikte zayıf ravilere de yer veren eserler
te'lif etmişlerdir. Bunlara misal olarak da şu eserler verilebilir.
1. et-Târîhu'l-Kebîr: Muhammed b. İsmail el-Buhâri,
2. Kitâbu'1-Cerh ve't-Ta'dîl: İbn Ebî Hatim,
3. Kitâbu'1-Cerh ve't-Ta'dîl: İbrahim b. Ya'kûb el-Cûzecânî.
4. Mîzânul-Î'tidâl: ez-Zehebî,
5. Tehzîbu't-Tehzîb: İbn Haceri’l-Askâlânî. 1078
Sikât:
Bk. Sika.
Sikatun:
Bk. Sika.
Sikatun-Hâfizun:
Bk. Sika.
Sikatun-Huccetun:
Bk. Sika.
Sikatun-Mutkinun:
Bk. Sika.
Sikatun-Sebtun:
Ta'dilin üçüncü mertebesinde yer alan lafızlardan ikisinin bir arada
kullanılmasıyla oluşan ta'dil lafızlarındandır ve ta'dilin ikinci mertebesine
delâlet eder.
İkinci mertebede yer alan ta'dil lafızlarından birisiyle adaletli olduğuna
hükmedilmiş arvinin hadisleri makbuldür, dinî meselelerde delil olarak
kullanılır. Buna göre sikatun-sebtun denilerek adaletli olduğu söylenmiş olan
ravinin kendisi sika olduğu gibi hadisleri de makbuldür.
Bu ta'dil lafzı sebtun-sikatun şeklinde de kullanılmıştır.
Silsiletu’z-Zeheb:
“Altın zincir” manasına tamlama olup esahhu'l-esânîd bahsinde geçer. Bazı
hadisciler İmam Şafî'i -Mâlik- İbn Ömer isnadını en sahih isnad kabul ederek ona
bu özel ismi vermişlerdir. Tamamen hususî bir tabirdir.
Sirkatu'l-Hadîs:
Hadis hırsızlığı manasına gelir. Bir ravinin bir hadisi rivayette tek kalması
halinde bir diğer ravinin aynı hadisi o ravinin şeyhinden işiterek rivayet
ettiğini iddia etmesine denilmiştir. Bununla birlikte bir ravinin hadisi olarak
bilinen bir hadisi aynı tabakadan başka bir raviye isnad ederek rivayete, bir de
başkalarında bulunmayan garâ'ib rivayet ediyor görünmek maksadiyle bir hadisi,
bilhassa metnindeki kelime veya cümlelerin yerlerini değiştirerek maklûb hale
getirmeye de sirkatu'l-hadîs tabir edilmiştir.
Anlaşıldığına göre hadiste sirkat, bir ravinin, kendi rivayet etmediği bir
hadisi çeşitli şekillerde kendisine mal ederek rivayet etmesinden ibarettir.
Sirkatu'l-hadîs fiilini işleyene sarık (hırsız) denilmiştir. 1079
Sohbet:
Arkadaşlık etmek, bir arada bulunmak manasına “sahibe” kök fiilinin mastarı olan
suhbet Türkçeye sohbet şeklinde geçmiştir. Hadis ilminde
Hz. Peygamber (s.a.s)'i Mü’min olarak görmek şerefine nail olmayı ifade eder.
Bir kimse hakkında lehû suhbe denildiği zaman o kişinin Mü’min olarak Hz.
Peygamberi gördüğü onun sohbetlerinde bulunduğu ve Mü’min olarak ölen bir sahabî
olduğu ifade edilmiş olur.
Subâ'î:
Bk. Subâ'iyyat.
Subâ'iyyât:
“Yedili” demek olan subâ'înin çoğuludur. Son ravisi ile Hz. Peygamber (s.a.s)
arasında yedi ravi bulunan âlî isnadlara ve böyle isnadlarla rivayet edilen
hadislere denir.
Genellikle altıncı ve yedinci hicri asırlarda yaşamış kimi muhaddisler Hz.
Peygamberle aralarında yedi raviden oluşan isnadlar elde edebilmişlerse bunlarla
rivayet ettikleri âlî hadislerini bir cüzde toplayarak adına subâ'iyyat
demişlerdir. İbn Asâkir ve Abdullatîf b. Abdilmu’ınin'in subâ'iyyatları konunun
örneklerini oluştururlar.
Subût:
Kararlı olup yerinde durmak sözlük anlamıyla mastardır. Hadisin Hz. peygamber
(s.a.s)'den nakledildiğinin anlaşılmasına denir.
Sudâsî:
Bk. Sudâsiyyât.
Sudâsiyyât:
Kelime olarak “altılı” anlamını veren sudâsî'nin çoğuludur. Hadis ilminde son
ravisi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında altı ravi olan âlî isnadlarla rivayet
edilmiş hadisleri ifade eden bir tabir olarak kullanılmıştır.
Çoğulu altıncı hicrî asrın ilk yarısına kadar yaşamış bir kısım hadisciler böyle
altı ravi ile Hz. Peygamber'e ulaşan en âlî isnadlarıyla rivayeti kendilerine
Allah vergisi saymışlardır. Sudâsî isnadlarıyla rivayet ettikleri âlî hadisleri
bir cüzde toplamış, adına sudâsiyyât demişlerdir. Böyle cüzler içinde Ahmed b.
İbrahim er-Râzî'nin cüzü meşhurdur. 1080
Suffe Ashabı:
Bk. Ashâb-I Suffe.
Suffe Ehli:
Bk. Ashabı Suffe.
Sulâsî:
Bk. Sulâsiyyât.
Sulâsiyyât:
“Üçlü” manasına gelen sulâsînin çoğuludur. Daha çok üç raviden oluşan ve uluv
özelliğine sahip isnadlarla rivayet edilen hadislere denir. Açıklamak gerekirse
bir hadisi son rivayet eden ravi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında üç ravinin
bulunmasıyla uluvv-u mutlak özelliği kazanmış isnada sulâsî isnad, böyle
isnadlarla rivayet edilmiş hadislere ise sulâsiyyât denilmiştir.
Buhârî'nin Sahihte kendisiyle Hz. Peygamber arasında üç ravi bulunan
isnad-lanyla rivayet ettiği 22 hadis vardır. İbn Haceri'l-Askalanî bunları bir
araya getirmiş ve şerhetmiştir. Buhârî sulâsiyyâtını başka şerhedenler de
olmuştur. Müslim'in de Sahih dışında sulâsiyyâtı vardır. Tirmizi’nin Süneninde
bir sulâsî hadisi bulunur. İbn Mâce'nin ise tek isnadla rivayet ettiği 5
sülâsisi, Dârimî'nin sulâsiyyattan sayılan 15 hadisi mevcuttur. Müsneddeki
sulâsiyyât sayısı ise 337 (veya 367) dir ve şerhedilmiştir. 1081
Sumânî:
Bk. Sumâniyyât.
Sumâniyyât:
Kelime olarak “sekizli” manasına gelen sumânînin çoğuludur. En son ravisiyle Hz.
Peygamber arasında sekiz ravi bulunan ve uluv özelliğine sahip isnadlarla ve
böyle isnadlarla rivayet edilen hadislere denir.
Hicretin yedinci asnna gelinceye kadar yaşamış muhaddisler yaşadıkları devirlere
göre sulâsiyyât'tan sumâniyyâta kadar, yani Hz. Peygamber (s.a.s) ile kendi
aralarında üç raviden sekiz raviye kadar olan âlî isnadlar elde ederek bu
isnadlarıyla rivayet ettikleri hadisleri ayrı cüzlerde toplamışlardır. Yedi yüz
yılından sonra yaşayanların en âlî isnadları tusâiyyât ile uşâriyyât'dır.
Sumânî isnadla rivayet ettiği hadisleri müstakil cüzde toplayan alimler arasında
Yahya b. Ali b. Abdillah el-Attâr zikredilebilir. Cüzünün ismi el-Mustefid
fi'l-Ahâdîsi'l-Sumâniyyeti'l-Esânîd'dir.1082
Sunâ’î:
Bk. Sunâ'iyyat.
Sunâ'iyyât:
“İkili” anlamına gelen sunâ'î'nin çoğulu olup son ravi ile Hz. Peygamber (s.a.s)
arasında iki ravi olduğu halde uluv hasıl olan isnadlara ve böyle isnadlarla
rivayet edilen hadislere denir.
İmam Mâlik'in el-Muvata'ındaki hadislerin bir kısmı sunâ'iyyât denilen türdendir
ve kendisiyle Hz. Peygamber arasında bir tabiî (Nafi), bir de sahabî (İbn Ömer)
olan âlî isnadla rivayet edilmiştir.
Es-Sunne:
Bk. Sünnet.
Es-Sunnetu'l-Fi’iliyye:
Bk. Sünnet.
Es-Sunnetu’l-Kavliyye:
Bk. Sünnet.
Es-Sunnetu'n-Nebeviyye:
Bk. Sünnet.
Es-Sunnetu't-Takririyye:
Bk. Sünnet.
Sû'u’l-Hıfz:
Kötü ezberleme manasınadır ve Metâ'in-i Aşere'den ravinin zabtıyla ilgili ta'n
sebeplerindendir ve hatası doğru olarak ezberlediklerinden çok olmaktır.
Böyle bir kusur, bazen ravide devamlı olarak bulunur. Ne zaman rivayete kalkışsa
yanılmak ihtimali söz konusudur, bu şekilde kötü ezberleyen bir ravi-nin
rivayetine bazı alimler şâz adını vermişlerdir.
Kötü ezberleme bazen de yaşlanmak ve ihtilat sonucu hafıza kudretinden mahrum
kalmak ve benzeri sebeplerle sonradan olur. Bunun gibi, ezberinden değil,
kitaplarına bakarak rivayeti alışkanlık haline getiren bir ravinin kitabının
yanması, su baskınına uğraması veya çalınmasından yahutta gözlerinin görmez
olmasından sonra rivayette devam etmesinden de doğar.
İlk şekildeki bir kötü ezberlemek yüzünden ta'n edilen ravinin rivayeti
merduddur. Bunda görüş birliği vardır. Önceleri sika iken ihtilat sonuncu olarak
sû'u'1-hıfz durumuna düşen bir raviden rivayet edilen hadis, ihtilattan önce
alındığı bilinirse makbul sayılır. Bilinmezse o da reddolunur.
Suveylih:
Salih kelimesinin ismi tasgiri olup “iyice” manasına gelir. İbn Hacer'in
tasnifine göre ta'dilin en alt mertebesi olan altıncı mertebede yer almış ta'dil
lafızlarındandır. Hükmü altıncı derece ta'dil lafızlarının hükmüne tabidir.
Sükût Tedlîsi:
Bk. Tedlis.
Sünen:
Sünnet'in çoğulu olan sünen, Hz. Peygamber'in sünnetini aksettiren hadislerin
yazılı olduğu kitaba denir.
Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerinden ibaret sünnetini aksettiren
hadisler toplanıp konularına göre tasnif edildikten sonra çeşitli metotlarla bir
araya getirilmiş ve kitaplara yazılmıştır. Böyle meydana gelen kitapların bir
kısmı cami türündendir. Bir kısmı ise fıkıh bablarına göre tasnif edilmiş ahkâm
hadislerini ihtiva eder. Bunlar sünen tipi kitaplardır.
Sünen kıtalarında umumiyetle merfû yani Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait hadisler
bulunur. Bu hadislerin hepsi ibadet, mu'amelat ceza ve edeb denilen ahlakî
davranışlarla ilgilidir. Bunların hepsi ki-tab ana bölümünü teşkil eden bablar
içindedir. Bu özelliğiyle sünen kitapları cami türü kitaplardan ayrılırlar.
Ayrıca sünenlerde en fazla ahkam hadisleri olduğundan şer'î bir hükme esas
olmayan hadislere genelde rastlanmaz.
Sünen kitapları ikinci hicri asrın ilk yarısından itibaren yazılmaya
başlanmıştır. Hadisin altın çağı kabul edilen üçüncü hicri asra gelinceye kadar
geçen zaman içinde pek çok sünen kitabı tertip edilmiştir. Sünen kitabı tertip
eden muhaddislerden birkaçı şu isimlerdir: Mekhûl eş-Şâmî, İbn Cureyc, Sa'id b.
Ebî Arûbe, İbn Ebî Zi'b, İbrahim b. Tahmân, Hammâd b. Seleme, Abdullah
İbnu'l-Mubârek, el-Velîd b. Müslim, Sa'id b. Mansûr, ed-Dârimî, Ebu Davud, İbn
Mâce, en-Nese'î, Tirmizî...
Bu muhaddislerin eserleri arasında Ebu Davud, Tirmizî, Nese'i ve İbn Mâce”nin
sünenleri diğerlerine nazaran daha meşhur olmuştur. Bunlara Sünen-i Erba'a
denilmiştir. Bu kitaplar hakkında başlıkları altında kısa bilgiler verilmiştir.
İsimleri anılan dört muhaddise ashâb-ı sünen diyenler vardır.
Sünen Dârimî:
Hicri üçüncü asır alimlerinden Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî'nin daha çok
ahkâm hadislerini ihtiva eden hadis kitabıdır. Bazı muhaddislerce müsned ismiyle
anılmış olmakla birlikte fıkıh bablarına göre tertip edildiğinden sünen tipinde
bir eserdir. Kimi alimler tarafından sahih adıyla da anılmıştır. 1083Ancak, daha
çok Sünen Dârimî ismiyle meşhur olmuştur.
Sünen Dârimî, diğer bazı sünen kitapları kadar rağbet görmemiştir. Bununla
birlikte el-Alâ'î, Ala'uddun Moğoltay, İbn Hacer gibi bir kısım hadis alimleri
tarafından özellikleri göz önünde tutularak Sünen İbni Mâce yerine kutub-i
sitte'nin altıncı kitabı olmaya layık görülmüştür.
Tertibinin güzelliği, ravileri arasında zayıf sayılanların az oluşu,
sulâsiyyâtın fazlalığı gibi hususlar önemli özellikleri olarak görülmüştür.
Mürsel ve mevkuf rivayetleri fazla olmakla beraber şâz ve münker hadisleri
olmayışı da Sünen Da-rimî'nin mühim bir özelliği olarak görülmüştür.
Sünen Ebî Dâvud:
Ashâb-ı Sünen'den Ebu Davud künyesiyle tanınmış Süleyman
İbnu'l-Eş'asi's-Sicistânî'nin meşhur hadis kitabıdır. Daha çok ahkâm hadislerini
ihtiva ettiğinden sünen tipi bir eserdir.
Sünen Ebî Davud beş yüz bin hadisten seçilmiş 4800 hadisten meydana
gelmiştir.1084 Bunlar 35 kitabı teşkil eden bablardandır. Babları fıkhın bütün
konularını ve mezhep müctehidlerinin ictihadlarında esas aldıkları bütün meşhur
hadisleri kapsamaktadır. Bu yönüyle Kur'ân-i Kerim'den sonra müctehide yetecek
nitelikte olduğu söylenmiştir.
Sünen hadisleri, bizzat mü'ellifi tarafından Mekkelilere yazılmış risalesinde
anlatılmıştır. Burada kısaca sünen hadislerinin genelde konusunda sahih olarak
bilinenler olduklarını, ancak iki veya daha fazla vecihten nakledilip de biri
diğerinden kuvvetli isnadla rivayet edilen hadislerin de bulunduğunu, bunların
sayısının onu geçmediğini söylemiştir. Arkasından her babda bilinen hadislerin
hepsi sahih ise bunlardan yalnızca bir veya ikisini Sünene aldığını, şayet bir
konuyla ilgili hadisler iki ya da üç vecihten rivayet edilmişse, ziyâde lafızlar
ihtiva edenleri yerine göre tekrar ettiğini; uzun hadisleri ise bütünüyle
verildiğinde fıkhının anlaşılması zor olacağından kısalttığını sözlerine
eklemiştir. Daha sonra da selef alimlerinden bir kısmının belli şartlar
dahilinde mürselle amel edileceği görüşünde olduklarından kuvvet itibariyle
muttasıl derecesinde olmadığı halde Sünende bunlara da yer verdiğin söylemiştir.
Ona göre Sünende metrûku'l-hadîs bir raviden rivayet edilmiş hadis yoktur. Eğer
babında başka rivayet olmadığı için münker bir hadise yer vermişse onun münker
olduğunu açıklamıştır. Sünende şiddetli zayıf olan, senedi sahih olmayan hadis
de yoktur. Hakkında herhangi bir açıklama yapmadığı hadisler salihtirler.
Bunların bazısı sıhhat yönünden bazısından daha üstündür. Hz. Peygamber'in vârid
olan sünneti bu kitaptadır. Hadisleri meşhurdur. Büyük çoğunlukla ahkam
hadisleridir. Müslümanlara Kur'ân-ı Kerim'den sonra en fazla fayda sağlayacak
niteliktedir. Süneni öğrenenin başka kitaba ihtiyacı kalmaz. 1085
Buradan anlaşıldığına göre Ebu Dâvud, Süneriinde fıkhı konularda en meşhur
rivayetleri nakletmiştir. Bunların yanısıra konusunda sahih hadis bulunmadığı
takdirde şiddetli zayıf olmamak kaydiyle diğer rivayetlere de yer vermiştir.
Bunlar arasında münker olanlar varsa açıklamıştır. Nitekim İbnu's-Salâh Ebu
Davud'un Sünenini anlattığı Risalesinin önemli yerlerini özeetledikten sonra
onun sahih hadislerin yanında sahihe yakın olanları da zikrettiğini, her babda
babın konusuna dahil en sahih hadisi aldığını, şiddetli vehn olanları
açıkladığını söylemiştir. Ona göre sünen Ebî Davud, Sünen Tirmizî'nin yanında
hasen hadislerin bulunduğu bir kitaptır, es-
Sahîhândan birinde bulunmayan, sahih ile hasen arasını ayırdedebilen alimlerden
biri tarafından sıhhati hakkında bir şey söylenmemiş hadisler Ebu Davud
nazarında hasen olanlardır. Şu var ki, bunlar arasında gerçekten hasen grubuna
girmeyenler de bulunmaktadır.
Öte yandan Ebu Davud sunenine, konusunda sahih ya da hasen hadis bulunmadığı
takdirde bazı bablara zayıf hadisleri de almıştır. Bu ise onun nazarında zayıf
hadisin reyden daha kuvvetli olması demektir. 1086
İbnu's-Salâh'ın bu açıklamaları Sünenin hasen hadisleri ihtiva etmek özelliğine
de işaret etmektedir. Bununla birlikte İbnu's-Salâh, onun sâlih dediği hadisler
hakkında bir açıklama yapmamıştır, es-Suyûtî'ye göre sünende mevcut ve bizzat
mü'ellifi tarafından salih olarak nitelenen, bazısı bazısından daha sahih olduğu
söylenen hadisler ihticaca elverişli olanlar değil, i'tibara elverişli
olanlardır. 1087Bazı alimlere göre ise bunlar, senedi tetkik edilecek, senedi
sahihse sahih, değilse zayıf denilebilecek hadislerdir. 1088
Sünen Ebi Davud İslâm aleminde en fazla rağbet görmüş olan sünen kitabıdır.
Hayli nüshaları vardır. Birçok alim tarafından şerhedilmiş, muhtasar hale
getirilmiştir. Önemli şerhleri şunlardır:
1. Me'âlimu's-sunen: el-Hattâbî,
2. Kutbuddin Ebubekr el-Yemenî Şerhi.
3. Ebu Zur'a Ahmed b. Abdurrahîm el-Irâkî şerhi (Sehv bahsine kadar),
4. Avnu'l-Ma'bûd: el-Azîmâbâdî,
5. Bezlu'l-Mechûd: Halil Ahmed es-Sehârenfûrî.
Muhtasarları arasında el-Munzirî'nin eseri anmaya değer. İbnu'l-Cevzî bunu
yeniden tertibe koyarak aynı bir muhtasar haline getirmiştir.
Sünen İbni Mace:
Hicri üçüncü asır alimlerinden Muhammed b. Yezid b. Abdillah b. Mâce
el-Kazvinî'nin ahkâm hadislerinden oluşan sünen türünde hadis kitabıdır.
İlk defa İbn Tâhir el-Makdisî tarafından usûlü hamse denilen ve Buharı, Müslim,
Ebu Davud, Tirmizî ve Nese'îden oluşan ana hadis kaynaklarına katılmıştır. Buna
göre el-Muvatta yerine kutub-i sittenin altıncı eseri kabul edilmiştir. 37 Kitâb
başlıklı ana bölümü oluşturan bablarında 4341 hadis vardır. Bunlardan bir kısmı
es-Sahîhân ve üç sünen üzerine zeva'idden oluşur. Alimler bu hadislerin hükmünde
ihtilaf etmişlerdir. el-Mizzî, İbn Mâce'nin diğer usülu hamseden ayrı olarak
rivayet ettiği bütün hadislerin zayıf olduğunu söylemiştir. İbn Hacer'e göre ise
bunlar çoğunlukla sahihtirler.
Sünen İbni Mâce tertip yönünden güzel bir eserdir. Fıkhın diğer hadis
kitaplarında bulunmayan birçok babındaki hadislere yer vermiştir. 1089Bab
başlıkları, konunun inceliklerini ifade edecek kadar veciz, ancak düzgün bir
şekilde konulmuştur. Sistematik olduğundan istifade kolaydır.
Bu özelliklerine rağmen Sünen İbni Mâce bazı alimlerce şiddetli zayıf, hatta
mevzu hadislere yer verdiği için tenkit edilmiştir. Sünende bulunan zayıf
hadislerin çoğu müdafaa edilebilir cinsten görülmüştür. Buna rağmen mevzu
sayılan 30 kadar hadisi üzerinde durulmuştur. Nitekim İbnu'l-Cevzî, söz gelişi
Kazvin'in fedailine dair rivayeti 1090 naklettiği için İbn Mâce'yi şiddetle
tenkit ederek şunları söylemiştir: “Asıl şaşılacak taraf İbn Mâce'nin Süneninde
mevzu olduğunu bile bile bu hadisi hiçbir şey söylemeden nakletmesidir.
es-Sahîhanda işittiği Hz. Peygamber (s.a.s) in “yalan olduğunu bile bile bile
benden bir hadis rivayet eden yalancılardan biridir” dediğini bilmiyor mu
dersiniz! Dahası, avamın “bu hadisi sahih olmasaydı İbn Mâce gibi bir alim onu
nakletmezdi” diyeceklerini ve onunla amel edeceklerini de mi bilmiyor?
Anlaşılıyor ki, İbn Mâce belde ve vatan taassubunun doğurduğu hevaya yenik
düşmüş ( ve bu rivayeti o yüzden nakletmiş) tir.” 1091ez-Zehebî de
İbnu'l-Cevzî'ye uyup İbn Mâce'yi aynı rivayeti sunenine dahil ederek uğursuz bir
iş yapmakla suçlamıştır. 1092
Daha çok Horasan ve havalesinde şöhret kazanmış bulunan Sünen İbni Mâce bazı
alimlerce şerhedilmiştir. Bilinen birkaç şerhi şunlardır:
1. ed-Dîbâce fî Şerhi Sünen İbni Mâce: Muhammed b. Musa b. İsa ed-Demîri,
2. İbrahim b. Muhammed el-Halebî şerhi,
3. Misbâhu'z-Zucâze Şerhu Sünen İbni Mâce: Celaluddin Abdurrahman b. Ebi-bekr
es-Suyûtî.
Bunlardan başka Umer İbnu'l-Mulekkin'in, diğer usul üzerine zevai-dinîn şerhi
vardır. İsmi Mâ Temessu heyhi'1-Hâce alâ Sünen İbni Mâcedir. Ayrıca Kutubi sitte
üzerine haşiyeleriyle ünlü Muhammed b. Abdilhâdî es-Sindî'nin İnhâcu'1-Hâce
isimli haşiyesi anmaya değer. Türkçeye de çevrilmiştir.
Sünen Nese'î:
Horasanlı meşhur muhaddis Ahmed b. Şu'ayb en-Nese'înin meşhur hadis kitabıdır.
Daha ziyade ahkâm hadislerinden meydana gelen sünen tarzındadır ve kutub-i
sitteye dahil kaynak eserlerdendir.
Nese'i, Remle emirinin isteğiyle es-Sunenu'l-Kubrâ isimli bir eser tasnif
etmiştir. Bu hacimli eserinde sünen konusuna giren rivayetleri bir araya
getirmiştir. Ancak emîrin yalnız sahih rivayetleri bir araya toplaması isteği
üzerine bu eserinden ayrı ve es-Sunenu's-Suğra dediği yeni bir eser tasnif
ederek adına el-Mucteba adını vermiştir. 1093Bu durum zamanla karşılıklığa yol
açmıştır. es-Suyûtî'ye göre kutub-i sittenin biri olan Sunenu'n-Nese'î,
es-Sunenu'l-Kubrâ değil es-Sunenu's-Suğradır. Etraf ve ricali üzerindeki
çalışmaların dayandığı bu kitaptır. 1094Bununla birlikte el-Munzirî, el-Mizzî
gibi alimler Sünen Neseî’nin bahsi geçen es-Sunenu'1-Kubrâ olduğu
görüşündedirler. Nitekim Ebu Davud sarihi el-Azîmâbâdî, Hafız el-Munzirî'nin,
Muhtasarında; el-Mizzî'nin el-Etrâfmda Nese'inin rivayetinden bahsederken
kullandıkları tabirle es-Sunenu'1-Kubrâ'yı kasdettiklerini söylemiştir. 1095
Kaydetmek gerekir ki Nese'înin es-Sunenu'l-Kubrâ ve es-Sunenu's-Suğra veya öteki
adiyle el-Muctebâ isimli iki süneni olduğu hadis alimlerinin büyük çoğunluğu
tarafından kabul edilmiştir. Ayrıca hicrî on birinci asrın başlarına kadar elde
nüshaları olduğu bilinen daha sonra kaybolduğu sanılan es-Sunenu'l-Kubrâ’nın son
zamanlarda yazma nüshaları bulunmuş ve el-Mucteba ile karşılaştırılması sonucu
onun ayrı bir sünen kitabı olduğu kesinlik kazanmıştır. 1096
Sünen Nese'î, Sünen-i Erba'a içinde zayıf hadisleri en az olan kitap kabul
edilmiştir. Bu yönüyle onu es-Sahîhân'dan sonra ilk sıraya koyanlar olmuştur.
Öte yandan Nese'î, rical tenkidinde otoritedir. Sünenine aldığı hadislerin
ricali için öngördüğü şartı Ebu Davud ve Tirmizî'nin şartlarından daha ağırdır.
Sünende vehm ve kesretu'l-galat ile tanınan ravilerin hadislerine hemen hiç yer
vermemiştir. Bu da el-Muctebâya ayrı bir önem kazandırmıştır.
Sünen Nese'î'nin şerhleri içinde şunlar anılmaya değer;
1. Zehru'r-Rabâ ale'l-Mucteba: Celalud din Abdurrahmân b. Ebibekr es-Suyütî,
2. Muhammed b. Abdilhâdî es- Sindî şerhi. Bu şerh daha çok haşiyeler
şeklindedir. Bunlardan başka Umer İbnu'l-Mulekkin'in Sünen Nese'înin es-Sahîhân
üzerine zevaid hadislerini şerhetmiştir.
Bu kıymetli kaynak Türkçeye de kazandırılmıştır.
Sünen Tirmizî:
Horasan illerinden Tirmizli büyük hadis alimi Muhammed b. İsa et-Tirmizî'nin
sünen nevinden hadis kitabıdır. el-Câmi'u's-Sahih adını taşıdığı halde daha çok
Sünen Tirmizî adiyle meşhur olmuştur.
Hasen bahsinde söz konusu edildiği gibi Sünen Tirmizî'nin en önemli özelliği
sahih hadislerin yanında hasen hadislere de yer vermesidir. Söylendiğine göre
hasen terimini ilk olarak Tirmizî kullanmıştır. Bununla birlikte Sünende bazı
hadisler için Sahih-hasen, gibi iki; bazı hadisler hakkında da hasen-sahih-garîb
gibi üç terim bir arada kullanılmıştır. 50 kitâb başlıklı ana bölümü oluşturan
bablarında 3956 hadis vardır.
Tirmizî Sünenin sonuna bir de ilel bölümü eklemiş, burada sünen hadislerinin
kısa bir değerlendirmesini yapmış, kısmen kullandığı terimleri açıklamıştır.
Buna göre Sünende bulunan bütün hadisler alimlerin amel ettikleri hadislerdir.
Bu hadislerle birlikte yerine göre kimi imamların bazı meselelerdeki görüşlerine
de yer vermiş, pek çok hadisin değişik tariklarına ve illetlerine işaret
etmiştir. Birçok babına isnadı garîb hadisle başlamıştır. Metot olarak bablarına
daha ziyade bir sahabîden sahih tarîkla gelen meşhur bir hadisin konusunu unvan
olarak kuymuş, o konuda sıhâh sahiplerinin rivayet ettiği hadisleri vermiştir.
Daha sonra onların rivayet etmedikleri başka sahabîlerin hadislerinden çıkan
sahih hükmü kaydetmiştir. Bununla kendi sevkettiği hadisi o sahabîlerin rivayet
ettiğine değil o babda başka sahabîlerden varid olan hadislerin de bulunduğuna
dikkat çekmek istemiştir, el-Irakî, bunun yerinde bir metot olduğunu ancak
birçok alimin Tirmizî'nin bu metodunun, verdiği hadisin o sahabîler tarafından
rivayet edildiği şeklinde yanlış anlamaya yol açtığını söylemiştir. 1097
Öte yandan İbn receb'in kaydettiğine göre Sünen Tirmizide sahih, hasen ve
garibin yanısıra özellikle menâkib konusunda münkere varan garâ'ib de rivayet
edilmiştir. Fakat bunları sükutla geçiştirmemiş, açıklamıştır. Bununla birlikte
Sünende yalanla itham edilmiş veya yalancılık ithamında cerh ve ta'dil
alimlerinin birleştiği bir raviden tek bir isnadla rivayet ettiği hadis yoktur.
Nadir olarak isnadında böyle bir ravinin bulunduğu hadis rivayet etmişse onu
değişik tanklarla rivayet ederek adeta kuvvetlendirmiş, yerine göre ravileri
hakkında verilen cerh ve ta'dil hükümlerini de nakletmiştir.
Bu ve benzeri özelliklere sahip Sünen Tirmizî, İslâm aleminde tutunmuş ve
üzerinde hayli çalışmalar yapılmıştır. Önemli şerhleri şunlardır:
1. Arîzatu'l-Ahvezî fî Şerhi't-Tirmizî: Muhammed b. Abdillâhi'l-İşbilî,
İbnu'l-Arabî,
2. Şerhu’t-Tirmizî: Muhammed b. Muhammed el-Ya’murî, İbn Seyyidi'n-Nâs,
3. Kûtu'l-Mu'tezî fî Şerhi’t-Tirmizî: Celaluddin Abdurrahmân b. Ebibekr es
Suyuti,
4. Tuhfetu'l-Ahvezî li-Şerhi Câmi'i't-Tirmizî: Abdurrahmân el-Mubârekfûrî.
Sünen Tirmizî'nin Muhammed b. Akîl ve Süleyman b. Abdilkavî et-Tûtî tarafından
yazılmış muhtasarları vardır. Türkçeye de çevrilmiştir.
Süneni Erba'a:
Bk. Sünen.
Sünnet:
Sözlükte yol, usul, adet, iyi ve kötü bir kimsenin gidişatı, alışkanlık hahine
getirdiği davranışları manasınadır. Kelimenin alındığı “senne” kök fiili, esas
itibariyle bir çığır açmak, iyi veya kötü bir yol tutmak anlamını verir.
Kur'ân-ı Kerim'deki “Sunnetu'l-evvelîn” (önceliklerin sünneti) bu manayadır.
Sunnetullah (Allah'ın sünneti) ise hükmü, emir ve nehiyleri, kainatın idaresi
için koyduğu fizik kanunlar demektir. Sünnet kelimesinin çoğulu sünen gelir.
Hadis İlminde Sünnet, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözleri, fiilleri, takrirleri ve
gerek peygamberliğinden önceki devreye, gerekse peygamberlik devresine ait
olsun, ahlakî vasıflan ve siretidir. Bu tarif muhaddislerin tarifidir. Buna göre
sünnet hadisle eş manalıdır.
Fıkıh Usulü alimleri sünneti, Hz. Peygamber'den Kur'ân-ı Kerim dışında sadır
olan ve şer'i hükme delil olabilecek nitelikte söz, fiil ve takrirler olarak
tarif etmişlerdir. Fıkıhcılara gelince onlara göre sünnet, farz veya vacip
olmamak kaydiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'den sadır olduğu sabit olan şeylerdir.
1098
Bu tariflerden en şümullüsü muhaddislerin tarifidir. Onlara göre Hz. Peygamberle
ilgili her nakil, onun sünnetine dahildir. Dikkat edilirse bu tarif pratik
hayatta uygulama imkanı olmayan Hz. Peygamber'in fizyonomik özellikleri gibi
bazı konuları da kapsamaktadır. Fıkıh alimlerinin tarifinde ise hukukî değerin
esas alındığı dikkati çekmektedir. 1099
Bütün bu açıklamalara göre sünnet özetle, Hz. Peygamber'in sözleri,
davranışları, peygamberlik hayatı boyunca takip ettiği tutumu ve izlediği
yoldur. Buna göre “şu iş sünnettir” denildiği zaman onun, Hz. Peygamber'in
söylediği bir sözle sabit olan iş olduğu veya onun tarafından işilendiği veyahut
yapılması emir ya da tavsiye edildiği, veyahutta sahabîler tarafından yapılıp
tasvip gördüğü anlaşılır. Mesela,
“Sehl b. Sa'd'dan Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Ben ve yetimi koruyan kimse Cennette şöyle (yanyana) olacağız.” Hz. Peygamber
bunları işaret ve orta parmağını göstererek söyledi.” 1100
“Enes (b. Malik r.a) dan rivayet edildiğine göre demiştir ki, “Hz. Peygamber
(s.a.s) her namaz için (abdesti bozulmamış bile olsa) abdest alırdı.” 1101
“Amr İbnu'l-As'tan rivayet edilmiştir, demiştir ki “Zâti's-Selâsil Gazası
sırasında soğuk bir gece ihtilam oldum. Hasta düşer ölürüm korkusuyla boy
abdesti almaktan çekindim. Hemen teyemmüm ettim ve (yol) arkadaşlarıma sabah
namazını kıldırdım. Olayı (döndüğümüzde) Hz. Peygamber (s.a.s)'e haber verdiler.
Bana
“Amr, dedi; cünup olduğun halde arkadaşlarına namaz kıldırmışsın (öyle mi?)”
“Beni yıkanmaktan alıkoyan sebebi kendisine haber verdim ve ben Allah'ın
(Kur'ân-ı Kerim'de) “Nefislerinize kıymayın. Allah size karşı pek merhametlidir”
buyurduğunu (sizden) işittim dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s)
gülümsedi ve bir şey söylemedi.” 1102
Misaller dikkatle incelenecek olursa görülür ki ilkinde Hz. Peygamber yetimlere
kucak açarak onları büyütenlerin Cennet'te kendisiyle yan yana olacaklarını
söylemiştir. İkincisinde onun yaptığı bir iş haber verilmiştir. Sonucu-sunda ise
sahabeden birinin yaptığı bir işe bir şey söylemediği bildirilmiştir. Şu hale
göre yetimleri korumak, abdestli bile olsa her namaz için ayrı abdest almak,
hastalık tehlikesi söz konusu olduğunda teyemmüm etmek sünnettir.
Sünnet, konusunu teşkil eden söz, fiil ve takrir itibariyle üç kısma ayrılır.
Birincisi kavlî (sözle olan) sünnettir ki es-Sunnetu'l-Kavliyye denir.
Misalimizdeki gibi Hz. peygamber'e ait sözlerden ibarettir. İkincisi fiilî
sünnettir, es-Sııımetu'l-Fi'iliyye adı verilir ve Hz. Pey-gamber'in fiillerinden
ibarettir. Üçüncüsü ise takriri sünnet (es-Sunnetu’t-Takrîriyye) adını alır ve
Hz. Peygamber'in huzurunda veya onun olmadığı yerde bir sahabî tarafından
işlenip kendisine haber verildiğinde bir şey söylemediği işlerdir.
Hz. Peygamber'in sözleri, davranışları, hareketleri ve emir ve yasaklarından
meydana gelen sünnet İslâmiyetin ibadet, mu'amelât, helal-haram, ahlak ve diğer
konularda önemli bir hüküm verme vasıtası, kısacası Fıkhın Kur'ân-ı Kerim'den
sonra ikinci kaynağıdır. Hakkında Kur'ân-ı Kerim'de herhangi bir hüküm
bulunmayan konularda sünnete başvurulur.
Öte yandan Kur'ân-ı Kerim'deki hükümler mücmeldir. Yani kısa ve özlüdür. Sünnet
bu hükümlerin nasıl tatbik edileceğini açıklığa kavuşturur. Mesela, Cenâb-ı Hak
Kur'ân-ı Kerim'de Mü’minlere hitaben “namaz kılınız, zekât veriniz” buyurmuştur.
Ancak bu ibadetlerin nasıl yapılacağım açıklamamıştır. Bunları açıklayan, nasıl
yapılacağını gösteren sünnettir. Bununla birlikte sünnet, Kur'ân-i Kerim'de
bulunmayan dinî hükümler koyar. Buna misal olarak da nikahlanması haram olan
kadınlar konusunda Kur'ân-ı Kerim'İn hükmüne ilave olarak bir kadınla teyzesi
veya halasını birlikte nikahlamanın haram kılınması; yırtıcı hayvanlardan köpek
dişlilerin, yırtıcı kuşlardan pençeli olanların ve tek tırnaklılardan eşeklerin
etinin yenmesinin haram olsu hükümleri verilebilir. Bunlar hakkındaki haram
hükmünü sünnet koymuştur. Dinî hüküm kaynağı olması dolayısiyle sünnet geniş
çapta vahye dayanmıştır. Bu demektir ki, Hz. Peygamber'in bir dini hüküm koyan
sünneti vahiy eseridir. Buna delâlet eden pek çok akli ve naklî deliller vardır.
Ancak işaret etmek gerekir ki, vahye dayanan sünnet, tabiî olarak Kur'ân-ı
Kerim'den farklıdır.
Bazı âlimler Hz. Peygamber'in bütün yaptıklarının vahiy eseri olduğuna
kanidirler. Buna karşılık bazıları da kimi konularda kendi içtihadıyla hareket
ettiği görüşündedirler. Rivayetler onun bir dinî esas olabilecek hususlarda
vahye dayandığını, dinî bir husus söz kkonusu olmayan hususlarda ise kendi
ictihadiyle hareket ettiğini gösterecek nitelikte görülmüştür. Şayet her
yaptığının vahiy eseri olduğu kabul edilirse o takdirde günlük konuşmalarının
bilhassa zelle tabir edilen görüşlerinde hata etmesini, sahabîlerle istişare
etmesi sonucu kendi görüşünden vaz geçmesi gibi olayları vahye bağlamak icap
eder. Bu ise imkansızdır. Şu hale göre dinî bir esas vaz eden sünnetin vahye
dayandığını söylemek daha uygun olacaktır.
Sünnette varid olan bir husus eğer dinî bir hüküm getirmişse müslümanlann
kayıtsız şartsız ona uymaları gerekir. Şu ayet buna delalet eder:
“Allah ve Peygamberi bir şeyi hükmettiği zaman ne erkek ne de kadın Mü’mine
işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamberine baş kaldıran
şüphesiz açık bir şekilde sapıtmış olur,” 1103Ayrıca Yüce Allah birçok ayette
Mü’minlere kendisine itaatten sonra Hz. Peygamber'e itaati emretmiştir. Bu
itibarla herhangi bir dinî konuda Hz. Peygamber'in söylediklerinin aksine
hareket etmek doğru değildir.