Ş
Şâfehenî
Şâfehenî Bi'l-İcâze
Şâhid
Şakk
Şart
Şartu Müslim
Şartu’l-Buhârî
Şartu'ş-Şeyhayn
Şâz
Şâz Bi-Merra
Şâz Merdûd
Şehâdet
Şedîdu'd-Da'f
Şekke Fulân
Şekkun Mine'r-Râvî
Şekku’r-Râvî
Şemâ'il
Şeyh
Eş-Şeyhân
Şeyhun
Şeyhun Vasatun
Şibhu'l-Vad'
Şurûtu'l-Mutevâtir
Şurûtu’r-Rivâye
Şurûtu's-Sıhha
Şuyuh Tedlîsi
Şuzûz
Ş
Şâfehenî:
Sözlükte dudak anlamını veren “şefeh” kelimesiyle ilgili olaıak dudak dudağa
gelmek karşılıklı söyleşmek manasına gelen “şâfehe” fiili, mef’ulü olan “nî”
mutekkellim zamiriyle birlikte bir tabir oluşturur ve “benimle karşılıklı
konuştu” manasına gelir. Tabir olarak bazı müteahhir hadisciler tarafından
kullanılan eda lafızlarındandır. Daha çok şeyhin sözlü olarak verdiği icazetle
alınan hadislerin rivayetinde kullanılmıştır.
Aynı yerde, aynı manaya gelecek şekilde ahberanâ muşâfeheten eda sığası kullanan
hadisciler de vardır. Kimi hadisciler de icazeti açıklamak suretiyle şafehenî
bi'1-icâze demeyi tercih etmişlerdir.
Şâfehenî Bi'l-İcâze:
Bk. Şafehenî.
Şâhid:
Dördüncü babdan çekimi yapılan ve bir yerde hazır olmak manasına gelen “şehide”
kök fiilinin ism-i faildir. Bir yerde hazır olanın orada geçen bir olayı görmesi
akla yakın olduğundan bir olayı görene şâhid denilmiştir.
Hadis Usulünde şâhid, terim olarak bazı âlimler tarafından mutâbî' karşılığı
olarak kullanılmıştır. Mutâbî' başlığı altında geniş çapta açıklanmaya
çalışıldığı gibi, ferd olduğu sanılan bir hadisin başka tarikdan rivayet edilip
edilmediği çeşitli hadîs kaynaklarına başvurularak araştırılır. İ'tibar adı
verilen bu araştırma sonunda aynı hadîsin, rivayetinde tek kaldığı zannedilen
ravinin şeyhinden benzer lafızlarla rivayet edildiği anlaşılırsa o hadise
öncekinin mutâbii adı verilir. Buna göre mutâbi ile şahidi bir kabul eden
alimler nazarında, araştırma neticesi ferd olduğu sanılan bir hadise benzeyen ve
tek başına rivayette bulunduğu sanılan ravinin şeyhinden rivayet edilmiş olduğu
anlaşılan ikinci bir hadise şahid demek icap eder. Öyle görünüyor ki
İbnu's-Salâh da aynı kanaattedir. Nitekim, mutâbaat-ı kasırayı tarif ettikten
sonra bu yolla rivayet edildiği anlaşılan hadise şahid denilebileceğini
söylemiştir.
Bununla birlikte İbnu's-Salâh ayrıca şahidin diğerinden çok az farklı bir başka
tarifini daha vermiştir. Ona göre, ferd olduğu zannedilen hadis, aslında bilinen
vecihlerden rivayet edilmeyip onun yerine aynı manada bir başka hadis
nakledilirse buna da şahid denir. Ancak bu takdirde mutâbaat söz konusu olmaz.
1104İbnu's-Salâh’ın bu tarifine göre şahid mutâbiden daha umumîdir; zira şahid,
bazen manayı, bazen hem lafzı hem de manayı kuvvetlendirmektedir. Halbuki
mutâbaat lafızla ilgilidr ve mana ile bir alakası yoktur. Nitekim İbn Hacer de
şahidin bir hadisin bir başka sahabi tarafından rivayet edilen ve mana yönünden
onun benzeri olan hadis olduğunu söylemiştir. 1105Ona göre şahidin misali,
mutâbaata misal olan “rü'yet-i hilâl” hadisinin Buhârî rivayetidir. Bu rivayet
Muhammed b. Ziyâd tarikıyla Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir ve şöyledir:
“Şayet görüş ufkunuz kapalı ise Şa'ban ayını otuza tamamla (yıp oruca öyle
başla) yınız.” O hadis İbn Ömer'den rivayet edildiği halde bunun aynı manada bir
başka sahabîden rivayet edilmiş olması şahid vasfını kazanmasına sebep olmuştur.
Aradaki bu nüansı tekrarlamak üzere her ikisi de yeniden tarif edilecek olursa
mutâbi, ravisine hadisi tahric edilmeye elverişli bir başka ravinin muvafakat
ettiği ve bu ikinci ravinin o hadisi şeyhinden veya daha yukarıdaki bir raviden
benzer sözlerle rivayet etiği hadistir. Şahid ise bir hadise lafız veya mana
yönünden veya sadece mana itibariyle benzeyen lafızlarla bir diğer sahabîden
rivayet edilen ve bu rivayetle ötekine muvafakat eden hadistir. 1106
Şakk:
Sözlükte yarmak, bölmek, parçalamak, bir bütünü parçalara ayırmak manalarına
gelir.
Hadis Usulü ilminde hadisleri yazarken hatalı olarak fazladan yazılan kelime
veya ibareleri üstünü çizerek iptal etmeye denir. Bu manada darb
şekillerindendir.
er-Râmehurmuzî, en iyi darb şeklinin darbedilen kısma dokunmadan üzerine bir
çizgi çizilmesi olduğunu söylemiştir. 1107Kadî İyad ise hadis yazanların çeşitli
darb şekilleri kullandıklarını, çoğunluğun yanlış yazılan kısmı üzerine
harflerle karışacak şekilde çizgi çizerek darb ettiklerini kaydetmiştir. Ona
göre böyle yapmak darbedilen kısımla karışmaktadır. Bu itibarla hadis yazanlar
çizgiyi darbedilen kısmın üstüne gelecek şekilde çekmişlerdir, darb ve şakk
denilen işte budur. 1108Buradan anlaşıldığına göre Kadı Îyad, şakk ile darbı
aynı kabul etmektedir. Ancak unutmamak gerekir ki o Mağriblidir. Mağriblilerin
pek çok konularda kendilerine has uygulama şekilleri vardır. Buna göre onun,
gerek harf veya ibarelerin üzerine çizgi çekilsin, gerekse yanlış yazılan
yerlere dokunmaksızın satırın üstüne çizgi çekilsin her ikisini de bir gördüğü
bellidir. Ancak, ifadelerinden, başka metinler yazanlarla hadis yazanların darb
şekilleri arasında fark olduğu da anlaşılmaktadır. Buna göre şakkı bir darb
usulü olarak almak gerekir.
Şart:
Sözlükte, alışveriş ve benzeri muamelelerde öngörülen hükme denir. Çoğulu şurüt
gelir. 1109
Hadis Usûlünde şart, hadis aliminin bir hadisi değerlendirir veya hadislerden
oluşan bir kitap tasnif ederken göz önünde bulundurduğu esaslara denilmiştir.
Şartu Müslim:
Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh isimli kaynak eserinde gözettiği özellikler
manasında bazı muhaddisler tarafından kullanılmış bir tabirdir.
Başta el-Hakîm olmak üzere bazı hadis alimleri Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde
naklettikleri hadislerin bazı özellikler taşıdıklarını ileri sürmüşlerdir.
Meselâ el-Hakim, bu iki alimin Sahihleri üzerine tasnif ettiği el-Mustedrek adlı
kitabında yer yer bazı hadisleri verdikten sonra “Müslim'in şartına göre
sahihtir” demiştir. Onun bu tabiri bazı muhaddisler tarafından da kullanılmış
olmalı ki manası üzerinde bazı tahminler yürütülmüştür. Bunlar içinde en uygun
görüneni Müslim'in, birbirlerinden rivayette bulunan ravilerin, Buhârî'nin
öngördüğü gibi birbirleriyle görüşmüş olmaları değil, mu'asır olmalarının
yeterli olduğu görüşüdür, ne var ki bu tabir hadisciler arasında yerleşmiş ve
yaygın hale gelmiş bir tabir değildir. Bu bakımdan manası hakkında tahminlerden
öte açık bir izah yoktur. 1110
Şartu’l-Buhârî:
“Buhari’nin şartı” anlamını veren bir deyimdir. Başta el-Hakim olmak üzere bazı
muhaddislerin Buhâri'nin sahihine almış olduğu hadislerde gözettiği bir özelliğe
denilmiştir.
el-Hâkim, Buhâri ve Müslim'in Sahihleri üzerine te'lif ettiği el-Mustedrek
isimli eserinde yer yer bazı hadisleri zikrettikten sonra “Buhâri'nin şartına
göre sahihtir” demiştir. Onun bu tabiri bazı muhaddisler tarafından da
kullanılmış olmalıdır.
Buhâri, Sahihine seçerek aldığı hadislerin taşıdığı şartlar hakkında herhangi
bir açıklama yapmamıştır. Buna rağmen el-Hakim'in tabirinden kasdedilen mananın
ne olduğu konusunda bazı açıklamalarda bulunanlar olmuştur. Bu açıklamalar
içinde en makul görüneni, Sahihe alınan hadisleri rivayet edenlerin
birbirleriyle görüşmüş raviler olmaları özelliğidir. Ancak bu tabir hadisciler
arasında yerleşmiş bir tabir olmadığından delalet ettiği mana açıklığa kavuşmuş
değildir. 1111
Şartu'ş-Şeyhayn:
“İki şeyhin şartı” demektir. Hadis ilminde önemli yerleri olan Buhârî ile
Müslim'in Sahihlerine seçerek aldıkları hadisleri inceleyen bazı alimlerin
onlarda mevcut olduğundan söz ettikleri bazı özelliklere denilmiştir.
Ne Buhâri ne de Müslim, kitaplarında yer alan hadislerin hangi şarta uygun
olduklarından bahsetmiş değillerdir. Ancak es-Sahîhân da gözetilen sıhhat
şartlarını araştıran hadis alimleri başlıca üç görüş ileri sürmüşlerdir. Bu
görüşlerden ilki el-Hâkim'e aittir. Ona göre, Buhâri ile Müslim'in seçerek
sahihlerine aldıkları hadisler genellikle şu özelliğe sahip olan hadislerdir:
Hz. peygamber (s.a.s)'den, ondan hadis rivayet etmekle meşhur ve (en az) iki
sika tabii ravisi olan sahabî tarafından rivayet edilmiştir. O sahabîden,
sahabeden rivayetleri olduğu bilinen ve -en az- iki sika ravisi olan tabiî; o
tabiîden, sika, mutkin ve tabiîlerden rivayette bulunduğu bilinen dördüncü
tabakadan bir tâbi'u't-tâbiî rivayet etmiştir. Ondan da Buhâri veya Müslim'in
hafız, mutkin ve rivayetlerinde adaletiyle tanınan şeyhi (ya da şeyhinin şeyhi)
rivayet etmiştir.1112 el-Hakim'in bu görüşüne dayanarak denilebilir ki gerek
Buhâri, gerekse Müslim kitaplarına aldıkları hadislerin Hz. Peygamber
(s.a.s)'den kendilerine kadar her halkasında en az ikişer ravisi bulunan
isnadlarla gelen hadisler olmasına önem vermişlerdir. Öteki deyişiyle bir hadisi
kitaplarına almak için onun kendilerine en aşağı iki şenelde ulaşmasına dikkat
etmişlerdir, el-Hâkim'in bu görüşü bazılarınca kabul edilmemiştir.
İkinci görüş el-Makdisî'ye aittir. Ona göre Buharî ve Müslim'in kitaplarına
aldıkları hadislerde gözettikleri şart, sahabîye kadarki ravilerin ittifakla
sika olmaları; sika ve sebt raviler arasında rivayet farkı bulunmaması; bir de
isnadlarının muttasıl ve inkıtasız gelmesidir. Her iki alimin hadisini
sahihlerine aldıkları sahabînin iki veya daha çok ravisi varsa ne ala. Şayet tek
ravisi varsa ve öteki raviye kadarki rivayet tarîki sahihse öyle hadisleri de
kitaplarına almışlardır. 1113
Üçüncü görüşün sahibi el-Hâzimî de şunları söylemiştir: Sahihin şartı, isnadı
muttasıl, ravisi müslüman, rivayetinde sadık, tedlis yapmayan, ihtilata maruz
kalmamış, adalet vasfıyla birlikte zabt sahibi, rivayetlerinde hatadan kaınan,
hafızası kuvvetli, vehmi az ve sağlam itikadlı olmaktır.” 1114el-Hazımî, gerek
Buhâri'nin gerekse Müslim'in sahihlerine aldıkları hadislerde bu sıhhat
şartlarına riayet ettiklerini sözlerine eklemiştir.
İbn Haceri'l-Askalânî'ye göre eş-Şeyhân, kitaplarına aldıkları hadislerde
genellikle bu esasları göz önünde tutmuşlardır. Ancak yerine göre bu esasların
yerine geçecek ve tercihe esas olacak herhangi bir sebebi göz önünde tutarak
onlardan fedakarlık ettikleri de olmuştur. 1115
es-Sahîhân’da mevcut hadisler başka özelliklere de sahiptir. Bunlara bütün
muhaddislerce şart tabir edilmemiştir. Bu itibarla şartu'ş-şeyhâyn tabiri Hadis
Usulü kaynaklarında terim olmaktan çok Kur'ân-ı Kerimden sonra en sahih kabul
edilen iki hadis kitabındaki hadislerin bazı özelliklerini aksettiren atbir
olarak yer almıştır.
Şâz:
Kelime olarak birinci ve ikinci bablardan çekimi yapılan ve bir grubun içinden
ayrılıp kendi başına bir yol tutmak anlamını veren “şezze” kök fiilinden ismi
fail ölçüsünde gelir. Aynı fiilin masdarı olan suzûz ile birlikte aynı yerde
kullanılır.
Istılahta şâz, genellikle umumî hükümlerden veya küllî kaidelerden hariç ve tek
başına kalana denir. 1116 Hadis ıstılahı olarak ise ravinin muhalefetinden doğan
bir zayıf hadis çeşididir. Hadis Usulü alimleri tarafından az da olsa değişik
şekillerde tarif edilmiştir.
İmam Şâfi'î'ye göre söz güvenilir bir ravinin rivayet edip de başkalarının
etmediği hadis değil; güvenilir bir ravinin başkalarının rivayetine aykırı
olarak rivayet ettiği hadistir. 1117 İmam Şafii'nin bu şaz tarifinde esas unsur,
muhalefettir. Bununla birlikte başkalarının rivayetine aykırı rivayette bulunan
ravinin sika veya zayıf olduğu belirtilmemiştir.
el-Hâkim ise şâz hadisi güvenilir ravilerden birinin tek başına rivayet ettiği
hadis olarak tarif etmiştir. 1118 Ebu Ya'la el-Halîli de ona yakın bir tarif
naklederek şöyle demiştir: “Hadis alimleri şaz hadisin ister sika olsun, ister
olmasın, ravisinin bu isnadla diğer ravilerden ayrıldığı hadis olduğunda
birleşmişlerdir.” 1119 el-Hakim'in verdiği şâz tarifi ile Ebu Ya'lâ el-Halîli'nin
ondan pek de farklı olmayan tarifi birlikte göz önüne alınırsa denilebilir ki,
şâz, bir ravinin münferid olarak rivayet ettiği hadistir. Bu tarif pek
tutulmamıştır: zira tek isnadla gelen pek çok hadis vardır ki, sahihtir. Misal
vermek gerekirse, hadisi verilebilir. Bu hadis ilk dört ravisinin teferrütleri
yüzünden garibdir. Gerçekten Hz. Ömer Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayette tek
kalmıştır. Hz. Ömer'den Alkame b. Vakkâs el-Leysî tek kalmıştır. Aynı şekilde
Muhammed b. İbrahim Alkame'den; Yahya b. Sa'id de Muhammed b. İbrahim'den
rivayette tek kalmışlardır. Ancak garib olmasına rağmen sahihtir. Halbuki şâzzı
bütün alimler zayıf hadisler arasında saymışlardır. Şu hale göre şazz'ın sika
olsun veya olmasın rivayette tek başına kalan ravinin rivayetinden ayrı olması
gerekir. Nitekim İbnus-Salâh, şâzzın bu tariflerden farklı olduğuna işaret
ettikten sonra şunları söylemiştir. “Ravi rivayetinde teferrüd ettiği takdirde
bakılır. Eğer tek başına rivayet ettiği hadis, o hadisi rivayetinde kendisinden
hıfz ve zabt yönünden daha üstün bir başka ravinin rivayetine muhalif ise
rivayetinde tek kalanın hadisi merdud şazdır. Eğer başkasının rivayetine aykırı
bir tarafı yoksa o zaman aykırı rivayeti, kendisinden başka rivayet eden
olmamıştır demektir. O takdirde de rivayetinde tek kalan raviye bakılır, bu
ravi, o hadisi rivayetinin dışında adaletli, hıfz ve itkan bakımından güvenilir
biri ise rivayetinde yalnız kalmış olması kadih illet olarak alınamaz (hadisi
kabul edilir). Ne var ki, bu ravi hıfz ve itkan bakımından güvenilen bir kimse
değilse o zaman hadisi sahih olmaktan çıkar.”1120
İbnu's-Salâh'ın bu sözlerinden anlaşıldığı gibi, bir hadise şâz denilebilmesi
için sadece ravisinin rivayetinde tek kalması yeterli değildir. Aynı zamanda
daha güvenilir bir ravinin rivayetine aykırı olması gerekir. Şayet muhalefet
yoksa hadis ayrı bir rivayet olarak kalır. Ona şâz denilmez.
İbn Hacer'e gelince ona göre, bir ravinin hadisine ya zabt fazlalığı yahut adet
çokluğu, yahutta diğer tercih sebeplerinden biri dolayısivle kendisinden daha
üstün bir ravi yönünden muhalefet vaki olursa, daha üstün olduğundan tercih
edilene mahfuz, diğerine yani terk edilene şâz denir. 1121Şu hale göre netice
olarak şâz, güvenilir bir ravinin gerek zabt fazlalığı, gerekse diğer ravilerde
aranan husulara itibariyle kendisinden daha üstün bir raviye aykırı olarak ve
tek başına naklettiği hadistir. Şu hadis misalini teşkil eder. Ebu Davud,
Tirmizî ve İbn Mâce Sufyân b. Uyeyne tarikından şöyle bir hadis rivayet
etmişlerdir:
“Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında bir adam vefat etti. Arkasında mirasçı olacak
kimse bırakmadı. Yalnızca azad ettiği bir kölesi vardı. Hz. Peygamber (s.a.s)
adamın mirasını o köleye verdi.” 1122
Hammâd b. Zeyd, bu hadisi sahabî ravisi İbn Abbâs'ı zikretmeksizin mürsel olarak
rivayet etmiştir. Hammâd, sika bir ravidir. Bu rivayetiyle kendisi gibi sika
olanlara muhalefet etmiştir. Böylece Hammâd’ın rivayeti şâz, Sufyân tarikından
geleni ise mahfuz olmuştur.
Metinde aykırılığa ise şu hadis misal verilebilir. Müslim'in Nubeyşe el
Huzelî'den rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.s) buyurmuşlardır ki, “Teşrik
günleri yeme-içme günleridir.” 1123Hadis bu şekilde sahih olarak rivayet
edildiği halde Musa b. Uley b. Rabâh - Babası - Ukbe b. Amr isnadıyla şöyle
rivayet etmiştir:
“Arefe ve teşrik günleri yeme-içme günleridir.” Musa b. Uleyy'in bu şekildeki
rivayeti şazdır. Abdulvâhid b. Ziyâd, el-A’meş - Ebû Salih - Ebu Hureyre
isnadıyla şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
“Biriniz sabah namazının iki rekat (sünnet)ini kılınca sağ yanı üzerine
uzanıversin.” Abdulvâhid bu hadisi merfu olarak rivayet etmiştir. Halbuki birçok
sika ravi tarafından Hz. Peygamber (s.a.s)'in bir davranışı, başka deyişle fiilî
sünnet olarak nakledilmiştir. Bu durumda asıl rivayet “Hz. Peygamber sabahın iki
rekat (sünnet)ini kıldıktan sonra sağ yanları üzerine uzanırlardı” şeklinde iken
Abdulvâhid tarafından değiştirilmiş ve sika ravilerin rivayetlerine aykin
düştüğünden şâz olmuştur.1124
Şâz hadisler zayıf hadisler olduklarından merdûd sayılmışlardır. Bu bakımdan
dinî meselelerde hüccet olamazlar. Bir başka deyişle, Şâz hadisle amel edilmez.
Karşılığı olan mahfuzla edilir.
Şâz Bi-Merra:
Hakkında şâz hükmü verilen, şahidi veya mutâbi'i olmadığından öylece kalan şâz
hadise denir.
Şâz Merdûd:
Bk. Şâz.
Şehâdet:
Bir yerde hazır olmak, orada geçen olayı gözle görmek manasına “şehide” kök
fiilinin mastarıdır ve bir nesnenin hakikatına erip kesin bilgi sahibi olmak
manasına kullanılır. Bir işi gördüğü yahut bildiği şekilde haber vermek manasına
da gelir ki tanıklık vermek tabir edilir. Allah yolunda savaşırken ölmeye de
şehadet edilmiştir. 1125Bu kadar geniş manalar veren şehadetin anlamı bir olayı
gözle görüp gördüğü şekilde haber vermek manasında birleşir.
Hadis ilminde şehadet rivayete benzetilmiştir, nasıl ki, şehadette bir olaya
şahit olup onun hakkında edinilen bilgiyi haber vermek söz konusudur; rivayet de
bir bakıma şehadet sayılmak gerekir; zira ravi, şeyhinden işitip bilgi sahibi
olduğu bir haberi nakletmekle şahidin yaptığı işin aynısını yapmaktadır. Bu ve
diğer bazı noktaları göz önünde bulunduran kimi hadis alimleri, rivayetle
şehadetin ikisini bir anlamda kabul etmişlerdir. Ne var ki, kimileri de
aralarında fark olduğunu ileri sürmüşlerdir. es-Suyûtî, rivayetle şehadet
arasındaki hüküm farklarını yirmi bire çıkarmıştır. Özetleyecek olursak,
1. Şehadette adet şart ise de rivayette değildir; zira bir kere müslümanın
kalbinde yalan şahitliğe karşı bir korku vardır. Hz. Peygamber'e yalan isnad
etmenin vereceği korku elbette daha büyüktür.
Şu da var ki, bir hadisi bazen bir tek ravi rivayet etmiş olur. Eğer o hadis
ravi adedinin az oluşu yüzünden kabul edilmeyecek olursa bilip öğrenmek ve
gereğince amel etmek faydası kaybolur. Bu zarar herhalde bir tek şahsın bir tek
hakkının kaybolmasından çok daha ağırdır. Dahası, müslümanlar arasında
kendilerini yalan şahitliğe sevkedecek şahsî düşmanlıklar olabilirse de hadis
rivayetinde yalan söylemeye itecek herhangi bir ebep yoktur.
2. Şehadette bazı yerlerde şahidin erkek olması aranır. Oysa rivayette ravinin
mutlaka erkek olması diye bir şart yoktur.
3. Şehadette hürriyet şarttır. Rivayette değildir.
4. Bir görüşe göre rivayette buluğ şartı yoktur. Duyduğunu nakledebilecek
derecede aklı başında bir çocuk görüp işittiğini haber verirse dinlenir.
5. Hattâbiye hariç, herhangi bir mezhebin aşırı taraftarı olan ravinin şehadeti
bazı şartlarla kabul olunabilir. Halbuki mubtedi1 denilen bid'at ehli bir
ravinin kendi mezhebi güçlendirecek rivayetleri merduddur.
6. Yalandan tevbe eden bir kimsenin şehadeti kabul edilebilirse de rivayeti
hiçbir şekilde makbul tutulmaz.
7. Bir tek hadisi rivayette yalanı açığa çıkanın evvelce rivayet ettiği bütün
hadisleri merduddur. Bir meselede yalancı şahitlik yaptığı açığa çıkan kimsenin
ise daha önceki şahitliklerine göre verilen hükümler kaldırılmaz.
8. Yaptığı şahitlik kendisine bir çıkar sağlayan veya ondan bir zararı
uzaklaştıran kimsenin şahitliği kabul edilmez. Halbuki böyle bir şey rivayet
edenin rivayeti makbuldür.
9. Bir kimsenin baba, dede gibi atası yahut çocuk, torun gibi evlatları, bir de
kölesi lehine olan şahitliği kabul edilmez. Rivayet ise böyle değildir.
10. Alim olan kimse cerh ve ta'dilde kendi bilgisine dayanarak kesin bir hüküm
verebilir. Şahitlikte ise bu noktada değişik görüşler vardır.
11. Şehadetin sahih olması için önceden dava açılmış olması;
12. Şahitliğin yapılmasının istenmesi;
13. Hakim huzurunda yapılması gerekir. Oysa bu şartlar rivayette yoktur.
14. Sahih olan görüşe göre bir âlimin sözü ile cerh ve ta'dil kabul olunur.
Şahitlikte böyle değildir.
15. Bir görüşe göre rivayette bir âlimin müfesser olmayan cerh veya ta'dili
kabul olunabilir. Şehadette kabul olunmaz.
16. Birçok âlimlere göre rivayet için ücret almak caizdir. Şahidin ise binecek
hayvana muhtaç olmadıkça şahitliğinden ücret alması caiz değildir.
17. Şahitlik üzerine hükmetmek şahidin adaletine hükmetmek demektir. Hatta
Gazâlî'nin dediği gibi “sen adilsin” demekten daha kuvvetlidir. Alimin rivayet
edilen haberle amel etmesi veya ona dayanarak fetva vermesi rivayetin sıhhatine
delil olamaz.
18. Şahitlerin kendilerinin yerine başkalarını şahit göstermeleri, ölüm veya
muhakeme olunan yerde bulunamamak gibi aslın şahitliğini imkânsız kılan geçerli
bir sebep olmadıkça kabul edilmez. Oysa rivayet böyle değildir.
19. Bir kimse bir şey haber verdikten sonra rücu ederse rivayeti düşer. Onunla
amel edilemez. Oysa hüküm verildikten sonra şehadetten rücu etmek verilen hükmü
değiştirmez.
20. Şahitler, şahitlik ettikleri kimsenin kısas yoluyla öldürülmesini
gerektirecek ş'ekilde şehadette bulunduktan sonra rücu ederek kasıtlı yalan
söylediklerini itiraf etseler onların da kısas yoluyla öldürülmeleri gerekir.
Halbuki bir hadisede hakim meselenin hükmünü bilmese hüküm vermekte tereddüt
ederken biri o hadiseyle ilgili olarak bir hadis rivayet etse ve hakim o hadise
dayanarak bir kimsenin katline hükmetse, sonra o ravi, kasıtlı olarak yalan
söylediğini ifade etse konu ihtilaflı hale gelir. el-Beğavi'ye göre ölüme
sebebiyet verdikten sonra rücu eden kimseye kısas tatbik edilir. er-Rafiî'nin
Kaffâl'den nakline göre kısas lazım gelmez; zira şehadet yalnız bir hadiseye
taalluk eder. Haberin ise o hadiseye mahsus olduğu söylenmez.
21. Dört kişiden az sıyıda kimse zinaya şahitlik etseler, kaziften dolayı
kendilerine had cezası uygulanır. Tevbe etmedikçe şahitlikleri ebediyen kabul
edilmez. Oysa böylelerinin rivayetlerinin kabulünde ihtilaf vardır. 1126
Şedîdu'd-Da'f:
Adı üstünde, şiddetli zayıflık manasına gelen ve sıfatın nitelediği isme muzaf
olmasının misalini oluşturan sıfat tamlamasıdır. Bütün senedleri yalancı veya
yalancılıkla itham edilmiş ravilerden meydana gelen zayıf hadisin zayıflık
derecesini gösteren bir tabir olarak kullanılmıştır.
Şekke Fulân:
Bk. Şekku'r- Râvi.
Şekkun Mine'r-Râvî:
Bk. Şekku'r-Râvî.
Şekku’r-Râvî:
Hadis edebiyatı içinde daha çok şekke fulânun veya şekkun mine'r-râvî
şekillerinde görülür. Hepsi de ravinin rivayette tereddüdünü ifade eden
tabirlerdir.
Bir hadisi rivayet eden ravi bazen lafızlarında tereddüt geçirir. Nasıl rivayet
ettiğini kesinlikle belirtmez. O zaman hadis metninde tereddüd hasıl olur.
İsnadında veya metninde bu tereddüdü belirtecek bir tabir kullanılır. Mesela;
“...Cennetlikler Cennete, cehennemlikler de Cehennem'e girerler. Sonra Cenabı
Allah “Kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman bulunanları (Cehennem'den)
çıkarınız” buyurur. Bu emir üzerine simsiyah kesilmiş oldukları halde
çıkarılırlar. Haya (veya hayat) nehrine atılırlar. -Bu kelimede ravi Malik
tereddüt etmiştir- Ordan da sel yatağında biten (boynu eğri çiçekler gibi)
sürerek çıkarlar. Görmez misin bunlar (ne güzel) sapsarı olarak (ve iki
tarafına) salınarak sürer?” Vuheyb, Amr b. Yahya'dan hadisin metnindeki
kelimenin “hayat” olduğunu söylemiş ve “hardalin min îmânın” yerine “hardalın
min hayrin” diyerek rivayet etmiştir.”1127
Hadiste görüldüğü gibi İmam Malik rivayetinde şüpheye düşmüş; metindeki bir
kelimeyi “hayat” veya “haya” olarak rivayette tereddüt etmiştir. Onun bu
tereddüdü raviler tarafından “ev” terdîd edatı ve “şekke Mâlik” itirazı
cümlesiyle ifâde edilmiştir.
Rivayette şüphe ve tereddüde düşen ilk nesil sahabedir. Hatırlatmak yerinde olur
ki, bir sahâbî bir hadisi yerine göre işitmesi üzerinden uzun zaman geçtikten
sonra rivayet etmiştir. Haliyle aradan yıllar geçince işittiğini unutmuş veya
sadece manasıyla hatırlayıp lafızlar aklından çıkmıştır. Bu durumda hadisi
rivayet ederken tereddüdünü gösteren ifadeler kullanmayı ihmal etmemiştir.
Sahabinin hadisi rivayet sırasında şüpheye düştüğü yerleri sonraları rivayet
edenler de aynı şekilde ifade etmişlerdir. Aynı durum daha sonraki nesillerde de
olmuştur.
Rivayette tereddüt bazen rivayet şeklinde olmuştur. Söz gelişi ravi, hadisi
şeyhinden hangi rivayet metoduyla aldığını unutmuştur. Veya hadis rivayet ettiği
şeyhinden herhangi bir hadisi rivayet edip etmediğini kesinlikle
hatırlamamaktadır. Böyle tereddütlere de şekku'r-râvi tabir edilmiştir.
Hadislerin isnadında yer yer görülen ahberanî fulânun fîmâ ezunnuhu
(ahtesibuhû); ahberanî inş'allah gibi ifadeler bunları belirtir. Şu hale göre,
gerek isnadda, gerekse metinde bulunan şekke fulânun, şekkun mine'r-râvî gibi
tabirler genelde rivayetteki şüpheyi ifade ederler.
Şemâ'il:
Sözlük itibariyle yaratılış, tabiat, huy ve ahlak manasına gelen “şimal”
kelimesinin çoğulu olup daha çok ahlak manasına kullanılmıştır. “Falancanın
şemaili güzeldir” denildiği zaman onun iyi huylu ve güzel ahlaklı olduğu
kasdedilmiş olur.
Istılahta şemâ'il (veya şemâyil), cami türü hadis kitaplarının ana konularından
biridir. Bununla birlikte Hz.Peygamber (s.a.s)'in mübarek yaratılışı, fizyolojik
özellikleri, çeşitli üstün insanî vasıflan ve ahlâkî hasletlerini konu olarak
alan ilim dalma da şemâ'il denilmiştir. Onun sîresi içinde ayn bir kısımda
mütalaa edilir. Şemâ'ille birlikte delâ'ilu'n-nubuvve (peygamberliğin
delilleri); fedâ'il (üstün ahlakî faziletleri) ve hasâ'is (ona mahsus
özellikler) de aynı sîre içinde yer alırlar.
Sirenin diğer kollarında olduğu gibi şemâ'il konusunda da çeşitli kitaplar telif
ve tasnif edilmiştir. Bunlardan en meşhuru sünen sahibi Tirmizî'nin Hz.
Peygamber'in hilye de denilen fizikî özelliklerine ve şemâ'il konusuna giren
diğer üstün özelliklerine dair rivayet ettiği hadisleri ihtiva eden
eş-Şemâ'ilu'n-Nebeviyye ve'1-Hasâ'isu'l-Mustafaviyye isimli eseridir. Bu eser
İslam aleminde çok tutulmuş, kimi alimler tarafından şerhedilmiştir. 1128Hz.
Peygamber'in davranışlarından bahseden eserler içinde İbnu'l-Cevzî'nin el-Vefâ
bi-Ahvâli'l-Mustafâsı, es-Suyûtî'nin el-Hasâ'isu'l-Kubrâsı anılmaya değer
olanlardır. Ebu'1-Fida İsmail b. Umer b Kesîrin.
Allah Resulünün gerek yaratılışına, gerekse üstün özelliklerine ayrılmış mühim
eserlerden biri de Mağrib alimlerinden Kadı İyad'ın eş-Şifâ bi-Ta'rîfi
Hukûki'l-Mustafâ adlı eseridir. Kısaca Şifâ-yı Şerif adıyla meşhur olan bu eser
de çok tutulmuş, pek çok alimler tarafından şerhedilmiştir.
Şeyh:
Üzerinde yaşlılık alameti görülen, olgunluk yaşını geçmiş tecrübeli insana
verilen isimdir. Çoğulu şuyûh, eşyâh, şeyhân, meşîha, bir görüşe göre meşâyih
gibi çeşitli ölçülerde gelir.
Hadis Usulünde şeyh, umumiyetle hadis talebesinin, meclisine devam ederek
hadislerini rivayet ettiği hadisciye denir. Bu manada şeyh, talibe hadislerini
riv-yet eden hadisci, günümüzün tabiriyle “hadis hocası” olmaktadır.
Bununla birlikte şeyh tabiri şeyhun şeklinde ravinin adaletine hükmetmekte
kullanılır. İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde dördüncü mertebede yer alır. Alimimiz,
hakkında şeyhun denilen bir ravinin hadislerinin yazılacağı ve gözden
geçirileceği ancak mertebe bakımından diğerlerinden aşağı derecede olduğunu
söylemiştir. 1129
Eş-Şeyhân:
“İki şeyh” demek olan bu kelime islamî ilimlerin çoğunda tabir olarak
kullanılmıştır. Hadis ilimlerinde eş-Şeyhan denildiğinde Buharî ile Müslim
kasdedilmiştir. Söz gelişi, bir hadis nakledildikten sonra ravâhu'ş-Şeyhân
denilmişse bu tabir o hadisin Buharî ile Müslim tarafından ittifakla rivayet
edilerek kitaplarına alındığı manasına gelir.
Şeyhun:
Bk. Şeyh.
Şeyhun Vasatun:
Orta halli bir şeyh demek olup ta'dil lafızlarındandır. Ta'dilin beşinci
derecesindeki lafızlar arasında yer alır.
Hakkında şeyhun vasatun denilerek adaletli olduğuna hükmedilen ravinin hadisleri
yazılır ve gözden geçirilir. Ancak mertebe bakımından diğer lafızlarla adaletine
hükmedilen ravilerin hadislerinden aşağıdır.
Şibhu'l-Vad':
Uydurma benzeri anlamına gelir. Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait olmayan bir sözü,
herhangi bir kasıt olmadan ve çok kere yanlışlıkla ona ait göstermeye
denilmiştir.
Şurûtu'l-Mutevâtir:
Mütevatir haberin şartları anlamını veren bu terkip, haberin mütevatir hükmünü
kazanabilmesi için gerekli şartlara denilmiştir.
Mütevatir, yalan üzere birleşmelerini aklın kabul etmeyeceği kalabalık bir
cemaatin, aynı şekilde kalabalık bir cemaatten rivayet ettikleri haberdir. (Bk.
Mütevatir). Bu tarifte mütevatirin şartlan kısmen de olsa mevcuttur. Şöyle ki,
haberin mütevatir sayılabilmesi için önce yalan söylemek için birleşmelerini
aklın kabul edemeeyeceği kalabalık denilebilecek sayıda ravi tarafından rivayet
edilmelidir. Kalabalıktan maksat, mütevatirin vereceği zarurî ilmi hasıl edecek
sayıda olmasıdır. Bu konuda değişik sayılar ileri sürülerek her birine daha
ziyade Kur'ân-ı Kerim'den deliller getirilmiştir. Söz gelimi bir hadisin
mütevatir sayılabilmesi için onun en az dört tariktan rivayet edilmesi
gerektiğini söyleyenler olmuştur. Bu sayılı beş, yedi, on, on iki, kırk, yetmiş
olarak zikredenler, daha yukarı çıkaranlar da vardır. Ancak mütevatirde asıl
herhangi bir kasıt olmadan sayısı belli olmayan kişilerin rivayette ittifak
etmeleri ve bu sayının yalan üzere birleşmeleri ihtimaline meydana vermeyecek
şekilde olmasıdır. Bu bakımdan sayı üzerinde durmak lüzumsuzdur. Yerine göre üç
kişinin ayrı ayrı rivayet ettiğ ibir hadis mütevatir sayılabilir. Yerine göre
daha fazla tariktan rivayet edilse bile mütevatir sayılmaz.
Bir haberin mütevatir sayılabilmesi için ikinci şart, haberi nakleden
kalabalığın kasıtlı veeya kasıtsız, yalan üzerinde birleşmelerinin mümkün
olmamasıdır. Bir diğer ifadeyle haberi rivayet eden kalabalık denilecek sayıdaki
kimselerin bir araya gelerek bir haber uydurarak yaymak konusunda işi ve söz
birliği yapmaları aklın kabul edeceği şekilde olmamalıdır. Mesela bir kimsenin
rivayet ettiği ihaberi ondan çok uzaklarda olup bir araya gelmeleri mümkün
olmayan ve herbiri ayrı yerlerde bulunan kimseler de rivayet etseler,
mütevatirin bu şartı gerçekleşmiş olur; çünkü bu kişilerin bu kadar uzak
yerlerden gelerek bir araya toplanıp o haberleri uydurdukları akla uygun düşmez.
Mütevatirin bir diğer şartı da haberi nakleden kalabalığın sayısında herhagi bir
nesilde eksilme olmamasıdır. Artış olursa elbette daha makbuldür ve haberin
doğruluğuna ayn bir delil teşkil eder.
Son olarak bir şart daha vardır ki o da haberin onu nakledenlerin görme ve
işitme fiillerine dayanarak nakledilmesidir. Bu da hayli önemlidir: zira haber
görme ve işitme fiillerine dayanarak nakledildiği takdirde değişmeden rivayet
edilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s)'in mesela abdest alış veya namaz kılış
şeklini gören sahabîler onu gördükleri şekilde rivayet etmişlerdir. Bir sözünü
işitenler de işittikleri şekilde nakletnıişlerdir. Böyle olunca rivayette
tevatir sağlanmıştır. Oysa rivayet görme veya işitmeye değil de mesela akla
dayansaydı tevatür hasıl olmazdı.
Bu şartlarla rivayet edilen mütevatir haberin artık yalan olma ihtimali kalmaz.
Dolayısiyle inkar edilmesi mümkün olmaz.
Şurûtu’r-Rivâye:
Bk. Rivayet Şartları.
Şurûtu's-Sıhha:
Sıhhat şartları demek olup bir hadisin sahih olması için gerekli şartlardan
ibarettir.
Sahih bahsinde kısaca söz konusu edildiği gibi, hadisin sahih olmasına sebep
teşkil eden şartlar beş tanedir. Bunlardan ilki ravilerinin adalet vasfına
sahip, ezberleme yeteneği tam olan kimseler olmalarıdır. Adalet rivayetin güven
vermesi için ravide aranan ilk şarttır. Bundan sonra zabt gelir. Bu da yukarıda
da kısaca söz konusu edildiği gibi, işittiği hadisi ezberleyip yeri geldiğinde
başkalarına ne fazla ne eksik rivayet edilen yeteneğidir. Adalet vasfı olduğu
halde zabt özelliği olmayan ravi zayıf addedilir; hadisi, en azından, zayıf
duruma düşer.
Hadiste aranan ikinci sıhhat şartı, isnadının muttasıl olması yani son
ravisinden sahabîye kadar uzanan rivayet zincirinin kopuksuz oluşudur. İsnadın
muttasıl olması ancak birbirlerinden rivayetleri bilinen ravilerden meydana
gelmesiyle hasıl olur. Birbirlerinden rivayette bulundukları bilinmeyen
ravilerin oluşturduğu isnad muttasıl sayılmaz.
Sıhhat şartlarının bir diğeri de rivayetin şâz olmamasıdır. Şâz bahsinde de
değinildiği gibi şâz, güvenilir bir ravinin kendisi gibi güvenilir bir diğer
ravinin rivayetine aykın olarak naklettiği hadistir. Buna göre bir başka
güvenilir ravinin rivayetine herhangi bir yönden aykın olan hadis sıhhat vasfına
sahip değildir.
Hadisin illet denilen gizli bir kusur taşımaması da sıhhat şartlarındandır. Buna
göre dışardan fark edilmeyen gizli bir kusur taşıyan hadis de sahih değildir.
Şuyuh Tedlîsi:
Bk. Tedlîs.
Şuzûz:
Bk. Şaz.