1. Bir Şahsın Sahâbe Olduğu Ne Yolla Anlaşılır?

 

İslam bilginlerine göre bir kimsenin sahabi olduğu şu yollarla bilinebilir:

1- Tevatür Yolu: Daha hayattayken cennetle müjdelenmiş olan on kişi (el-aşeretü’l-mübeşşere) bu yolla bilinir. Bunlar dört halife, Sa’d b. Ebi Vakkas, Said b. Zeyd, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. El-Avvam, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. El-Cerrah –radiyallahu anhum- hazeratıdır.

2- Şöhret Yolu: Dımam (veya Dımad) b. Sa’lebe bu yolla bilinir.

3- Şehadet Yolu: Herhangi bir sahabi veya tabiinin, bir başkasının “sahabi” olduğunu söylemesi şehadettir. Ancak bu zât tezkiyesi makbûl biri olmalıdır. Hümeme b. Ebi Hümeme hakkında Ebu Musa el-Eş’ari’nin şehadeti gibi.

4- İkrar Yolu: Bir kimsenin şahsen: "Ben sahâbî'yim" demesiyle de sahâbelik sübut bulur. Ancak bu durumda iddia sâhibinin adâlet sâhibi ve Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)'a yaşca muâsır olması gerekir. [1]

Adalet iddiası kendi sözüyle sübut bulmaz, başkasının şehâdeti esastır. Böyle olmayanların sahâbelik iddiaları kabul edilemez. Muasara şartına gelince, bunun son hududu hicrî 100-110 yıllarına rastlar. Çünkü Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) ömrünün sonlarında Ashab (radıyallahu anhüma)'ına: "Bu geceniz var ya, bundan yüz sene sonra, şu anda mevcutlardan kimse yeryüzünde kalmayacaktır"[2] buyurmuştur. Bu hadisi Buharî ve Müslim İbnu Ömer'den rivâyet etmiştir. Hadîs'in Müslim'de Hz. Câbir'den kaydedilen veçhinde, bu sözü Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)'ın vefatından bir ay kadar önce söylediği belirtilir. Bu rivâyete dayanarak, İslam ulemâsı, mezkûr hududdan sonraki zamanlarda sahâbelik iddiasına kalkanları reddetmişlerdir.

Nitekim pek çok şarlatan asırlarca sonra sahâbî olduğunu iddia ederek sahte hadîsler rivâyet etmiş ve kendilerine inanacak câhil, saf kişiler bile bulmuştur. İbnu Hacer, el-İsâbe'nin el-Kısmu'r-Râbi diye ayırdığı bölümlerde onlar hakkında bilgi verir. Her biriyle ilgili hikâye ve teferruatı mezkûr kitaba bakarak bu sahte sahabilerden bir kaçının ismini ve ölüm târihini kaydedelim:

1- Osmân İbnu'l-Hattâb: Bağdad'da zuhûr etti. Vefatı: 327/938.

2- Cafer İbnu Nestûr er-Rûmî: Farab'ta çıktı. Vefatı: 350'den sonra.

3- Sarbatak: Hindistan prenslerinden. Vefatı: 333/944.

4- Cübeyr İbnu'l-Hâris. Vefatı: 576'dan sonra.

5- er-Rebî' İbnu Mahmûd, Mardinli bir sûfı. Vefatı: 599/1202.

6- Ebu'r-Rida Ratan, Hindistan'ın Batranda şehrinden. Vefatı: 632/1443 veya 709/1309'dur.

7- Kays İbnu Temîm et-Tâî. Geylan şehrinde çıktı. Vefatı: 517/1123'den sonra.

Hadîs ulemâsı, yukarıda kaydedilen ihbâr-ı Nebevî'ye muvafık şekilde, Mekke'de 100-110 târihleri arasında vefat eden Ebu't-Tufeyl Âmir İbnu Vesîle el-Cühenî'nin en son vefat eden sahabî olduğunda ittifak eder.[3]

Muammerun (uzun yaşayanlar) dan olduğunu söyleyerek uzun yıllar hatta asırlar sonra kendisinin sahabi olduğunu iddia eden kişilere rastlanmış ve bunların iddiaları bu tarihi kriterle reddedilmiştir.

Ayrıca şuna da işaret edilmelidir ki, müslüman olarak Hz. Peygamber’in zamanını idrak eden herkes Hz. Peygamber’i görebilmiş değildir. Sadece sahabileri görebilmiş olanlar da bulunmaktadır. İşte böyle hem cahiliyye devrinde yaşamış hem de İslam devrinde yaşamış olduğu halde Hz. Peygamber’i görememiş ancak sahabilerle görüşebilmiş olanlara tabiilerden olmak üzere özel bir isimle muhadram oğlu, muhadramun denir. Aslında bu grubun hem sahabilerden hem de tabiilerden farklı yönleri bulunmaktadır.

Çeşitli bölge ve şehirlerde en son vefat eden sahabiler bilinmektedir. Biz sadece Mekke’de (h. 100 veya 110’da) en son vefat eden sahabi’nin Ebu’t-Tufeyl Amir b. Vasıla el-Leysi olduğunu hatırlatmakla yetineceğiz. İşaret edelim ki Radıyyuddin es-Sağani (650/1252), “Derru’s-sahabe fi beyanı mevadı’ı vefeyatı’s-sahabe” adıyla yazdığı eserde sahabilerin vefat ettikleri yerler konusunda bilgi vermiştir. [4]

 


 

[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 81.

[2] Müslim, Fedailu’s-sahabe: 217, 218, 220; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/129, 157; 3/322, 385. Rasulullah (s.a.v.) H. 11’de vefat etmiştir. Bu hadise binaen bu tarih belirlenmiştir.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/520-521.

[4] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 82.