Ya İslam Dinini yıkmak, ya bir mezheb veya bir fırkanın propogandasını yaparak taraftarlarını artırmak, ya bir kabileyi, bir dili, bir imamı veya halifeyi övmek ve onlardan bir hediye koparabilmek, yahut bir mevki kazanabilmek, yahutta dini emir ve yasaklara halkın rağbetini artırabilmek için, din düşmanlarının, yalancıların ve cahillerin uydurdukları, sonra da bu uydurulan sözlerin başına düzmece isnadlar ekleyerek Hazreti Peygamber’in hadisiymiş gibi rivayet ettikleri sözlere uydurma (mevzu) hadis denir.[1]
Mevzu hadisler kısa bir tarifle sahih, hasen ve zayıf kısımlarından herhangi birine dahil olmayan hadislerdir. Bir başka tarife göre mevzu hadisler, çeşitli maksatlarla uydurulup Hz. Peygamber’e iftira ve nisbet edilerek rivayet edilen uydurma sözlerdir.
İlerde söz konusu edeceğimiz gibi hadis uydurmanın bir çok sebepleri vardır. Bu sebeplerin başında İslam düşmanlığı, mezhep taassubu, cahillik, mevki ve dünyalık hırsı gelir. Bu sebeplerden biri veya birkaçının tesiriyle Hz. Peygamber’in ağzından sanki onun sözüymüş gibi hadisler uydurulmuştur. Tamamen uydurma olan bu hadislere mevzu hadisler adı verilir. Mevzu hadislere muhtalak (uydurulmuş, icad edilmiş) denildiği de olur.
Mevzu hadislerin Hz. Peygamber’le hiçbir ilgisi yoktur. Bu yüzden bunlara hadis denmesiini doğru bulmayan alimler vardır. Mevzu hadislerin Hz. Peygamber’e ait olanlara benzeyen tek yönü, onların da isnad ve metinden ibaret oluşudur. Ancak hadis diye uydurulmuş sözlerin isnadı da düzmedir. Peygamberimizin ağzından uydurulan sözlerin derecesini yükseltmek ve kabul edilmesini sağlamak için uydurulmuştur. [2]
Bu bahis, bazı usûl kitaplarında, zayıf hadislerle ilgili bölümde incelenir ve sanki zaafda en düşük dereceyi teşkil ettiği ifade edilir. Biz mevzu hadîs'i zayıfın bir derecesi olarak değil, müstakil olarak ele almayı uygun gördük. Zira zayıf hadîs tâbiri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan olma ihtimalini taşıyan bir rivâyete delâlet eder: Halbuki mevzu dedik mi, burda hiçbir ihtimal kabul etmiyor, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adına uydurulmuş bir yalan olduğunu peşinen ifâde ediyoruz. Bu sebeple mevzuya hadîs kelimesini izâfe ederek mevzu hadîs diye terkib ortaya çıkarmak da esasen yanlış bir davranış olmaktadır. Usulcüler bidayette, hadîs kelimesi yerine, yakın mânâya gelen kavl kelimesini kullanarak el-kavlu'l-mevzu diye ıstılahlaştırmış olsalar herhalde daha iyi bir yol tutmuş olurlardı. Biz, oturmuş ıstılahların değişmesine, bu meselede bid'ata taraftar olmadığımız için yanlışlığa dikkat çekmekle yetineceğiz.
Esâsen hadîs uleması, usul kitaplarında mevzu hadîs diye bir bahsin açılmasını, bu çeşit rivâyetlere karşı ümmetin dikkatini çekerek, onun şerrinden ve zararından müslümanların korunmasını sağlamak maksadıyla tecviz etmişlerdir. Bu bölümlerde hadîs uyduranlar (vazzâin) kimlerdir, hangi maksadlarla hadîs uydurmuşlardır, mevzû hadîsler nasıl bilinir, İslam âlimlerinin bu meseleye karşı gösterdiği hassasiyet ve aldığı tedbirler nelerdir? gibi pek çok mesele açıklanır. Konuyla ilgili olarak te'lif edilen belli başlı eserler tanıtılır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında hadîs uydurmanın, yalan söylemenin hükmü nedir? belirtilerek bu işten tahzîr edilir.[3]
Vaz'; iskât etmek, koymak, terketmek, iftirâ etmek, icâd etmek anlamında olup; Mevzû' ise, vaza mastarından ism-i mef'ûldur. Hz. Peygamber'in söylemediği bir sözü, yalan ve iftirâ ile ona nisbet etmek manasını taşıyan bir Usul'u Hadis terimi. Rasulullah (s.a.s), söylemediği halde çeşitli sebeblerle sahabe ve tabiine izafe edilerek uydurulmuş sanatlı sözlerdir.
Mevzû hadisin değersiz ve ehemmiyetsiz olduğunu hesaba katarak, onun, bir şeyi yukarıdan aşağıya atmak manasına geldiğini söyleyen hadis âlimleri de vardır.[4]
Hadis âlimlerinin istilahında Hz. Peygamber'in ağzından uydurulan ve ona iftira edilen söz manasında mecazî olarak kullanılan "mevzû" tabiri, "muhtelak" (icad edilmiş) ve "masnû" (uydurulmuş) kelimeleriyle de izah edilmektedir.[5]
Ashab-ı Kiram ve daha sonraki zevata aitmiş gibi gösterilen bir takım sözler de mevzû kelimesinin kapsamına girmektedir.[6] Yalnız mevzû kelimesi, mutlak olarak kullanıldığı zaman, Hz. Peygamber adına uydurulan sözleri ifade etmektedir. Başkaları hakkında uydurulnıuş sözler için de çoğu zaman "bu falan adına uydurulmuş" ifâdesi kullanılmaktadır.[7]
Kısaca mevzu hadis Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadisi olmadığı halde kasıtlı olarak onun hadisi imiş gibi anlatılan söz olmaktadır. Allah Rasulü (s.a.s)'nin, söylemediği bir sözü ona nisbet etmek veya hadis uydurmak aşağıdaki hadis gereğince haram kılınmıştır.
'Her kim benim adıma yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın."[8]
Hadis usulü kaynaklarında bu hadis lafzî mütevâtire misâl gösterilmektedir.[9] Mütevâtir, yalan üzerinde ittifak etmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun, yine kendisi gibi bir topluluktan rivâyet ettiği haber demektir. Kettânî, bu hadisin mezkûr metni ile yetmiş beş sahabe tarafından rivâyet edildiğini, ravilerinin isimlerini de belirtmek suretiyle, açıklamaktadır.[10] Aynı lafızlarıyla olmasa da, Rasulullah (s.a.s) adına yalan uydurmanın mutlak günah oluşu hakkında gelen hadislerin yüzden fazla sahabe kanalıyla rivayet edildiğini söyleyen alimler de bulunmaktadır.[11]
Hadis böyle yüksek bir mertebede bulunmasına rağmen, haksız bir şekilde eleştirilmiş olduğu da görülmektedir: Her halde "idrâc" yoluyla Rasulullah (s.a.s) adına kasıtsız olarak, sevap için hadis uyduranlar bu "müteammiden" (kasıtlı olarak) kelimesini bununla kendilerine cevaz kapısı açmak maksadıyla hadise sokuşturmuşlardır. "Veyahut da ravilerin başkalarından hatayla, vehimle veya yanlış anlamayla yaptıkları rivayetlerde kendilerini günahtan kurtarmak için bu "kasıtlı olarak" (müteammiden) kelimesine dayanmak için uydurmuşlardır. Bu yüzden o raviler şu meşhur kaidelerini koymuşlardır. "Yalandan doğan sorumluluk, bunu kasıtlı yapanlar içindir"[12]
Üzerinde durduğumuz hadis bu "müteammiden" lafzı ile mütevatir olmasına rağmen, bu kelimenin "mevzu" kabul edilmesi isabetsiz ve şâz olan bir görüştür.
İslâm'da her hangi bir günahı işleyenin manevî bir cezaya çarptırılması için, işlenen suçun kasıtlı olmasının şart olduğu bilinen bir husustur. Hata eseri olarak işlenen suçlarda sorumluluk kaldırılmıştır. Bu hadis de buna bir delildir.
Bir çok âyet-i kerîmede "Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir" buyurulmaktadır.[13] Allah'a yalan uydurmak, iftira etmek de yalanı kasıtlı olarak söylemektir. Hata ve yanılmadan dolayı meydana gelen günahların, sorumluluk dışında kalacağı hadiste geçen "müteammiden" lafzı ile konulmuş değildir. Bu mesele yukarda söz konusu edilen ayetlerle açıklanmıştır. O halde Kur'an-ı Kerim'in kayıtladığı gibi Resulullah (s.a.s.)'ın da, yalanı "kasıtlı olarak" (müteammiden) lafzı ile kayıtlaması mümkün değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.), bu durumu gayet belîğ bir ifade ile açıklamıştır.
Herhangi bir hadisi, yalan olduğunu bile bile rivayet etmek, delil olarak kullanmak da hadis uydurmak kadar günahdır. Rasulullah şöyle buyurur: "Her kim benden yalan olduğu bilinen bir hadis rivayet ederse, o kimse yalancılardan biridir."[14] Bir başka hadis de: "İleride bir takım deccâller ve yalancılar ortaya çıkacak; sizlere ne kendinizin ne de babanızın işittiği hadisler getireceklerdir. Onlardan şiddetle sakınınız, sizleri sapıtıp fitnelere düşürmesinler."[15] buyurarak ümmetini uyarmış ve temkinli bulunmalarını tavsiye etmiştir. [16]
[1] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 11. sınıf: 55.
[2] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 46-47.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/137-138.
[4] İbnu'l-Arrâk, Tenzîhu'ş-Şerîa, Mısır 1375, I, 5.
[5] İbn Kesîr, İhtisarru Ulûmül-Hadis, Mısır 1951, s. 78.
[6] el-Leknevî, Zaferul-Emânî' fi Muhtasari'l-Cürcânî, Laknav 1304; s.238-239.
[7] el-Leknevî, Zaferul-Emânî' fi Muhtasari'l-Cürcânî, Laknav 1304; s.238-239.
[8] Buharî, İlm: 38, Cenâiz: 33, Enbiyâ: 50, Edeb: 109; Müslim Zühd: 72; Ebü Dâvud, İlm: 4; Tirmizî, Fiten 70, İlm: 8, 13 Tefsir: I, Menâkıb: 19; İbn Mâce, Mukaddime: 4; Dârimî, Mukaddime: 25, 46; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/47, 83, 133, 150, 159, 171.
[9] İbn Salah, Ulûmul-hadis Nşr. Nureddin, t.y, Beyrut 1981 s.242.
[10] Kettânî, Nazmu'l-Mütenâsir Min Hadîsi'l-Mütenâsir, Mısır t.y, s. 29.
[11] Kettânî, Nazmu'l-Mütenâsir Min Hadîsi'l-Mütenâsir, Mısır t.y, s. 30.
[12] Mahmud Ebu Reyye, Advâ' ale's-sünnetil Muhammediye, Terc, Muharrem Tan (Muammedî Sünnetin Aydınlatılması), İstanbul 1988, s. 42.
[13] el-En'âm: 6/21, 93, 44, el-A'râf: 7/37, Yûnus: 10/17, Hûd: 11/18), Kehf: I8/15.
[14] Müslim, Mukaddime: 1, 9 Nşr. M. Fuat Abdülbaki.
[15] Müslim, Mukaddime N.ş.r. M. Fuat Abdülbaki: 1/12.
[16] Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/177-178.