2) Fiilî Sünnet (Fiili Hadis):

 

Rasulullah’ın davranış ve fiili uygulamalarının anlatımıdır. Hz. Peygamber'in namaz kılışını ve haccedişini örnek verebiliriz. Allah elçisi şöyle buyurmuştur

"Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın."[1]

"Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alın."[2]

Aişe (r.a.) demiştir ki: “Rasulullah (s.a.v.) bir iş yaptığı zaman sağlam yapardı.”[3]

Yine Hz. Peygamber'in savaşlarda yapmış olduğu işler de fiili sünnete girer. [4]

Hz. Peygamber'in sözle veya fiille açıktan gördüğü ya da duyduğu olayları susarak onaylamak suretiyle zımnen yaptığı açıklamaların tümü diye tarif edilen sünnet; kavlı, fiilî ve takrirî olmak üzere üç bölümde mütâla edilir.

Resulullah'ın bütün fiil ve hareket tarzları, sözünü ettiğimiz bu üç ana esastan biri olan fiilî sünneti oluşturur. Bu çeşit sünnetlerde ifade Hz. Peygamber'e değil de sahâbeden birine ait olur: "Kâne'n-Nebiyyü sallallahu aleyhi ve sellem..." (Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle idi, şöyle şöyle yapardı...); "Raeytü'n-Nebiyye sallallahu aleyhi ve sellem..." (Resulullah (s.a.s.)'i şöyle şöyle yaparken gördüm...) şeklindeki ifade tarzları fiilî sünnetin rivâyet usul ve kavramlarıdır.

Hz. Âişe'nin Resulullah'ın Şaban ayındaki nâfile orucu ile ilgili açıklaması fiilî sünnete güzel bir örnektir:

O şöyle nakleder: "Rasulullah (s.a.s.) öylesine oruç tutardı ki biz, daha artık iftar etmez derdik. Bir kere de iftar etti mi biz artık daha oruca niyet etmez derdik"[5]

Fiilî sünnetler de diğer sünnetler gibi kısmen yazılarak ama büyük bir kısmı hâfızadan hâfızaya ezberle nakledilerek tevâtür, meşhur, âhâd tarikleriyle bize kadar ulaşan, hadis adı verilen sözlü ifadelerle belgelenmiş ve bunlar hadis kitaplarında toplanmıştır. Fıkıhta Hanefilerden Serahsi; Şâfiîlerden Ebû İshâk Şirâzî; Mâlikîlerden Kadı Abdulvehhâb; Hanbelilerden Ebû Ya'lâ ve bütün Ehli Hadîs, şöyle der: Buhâri ve Müslim'in veya ikisinden birinin Sahîh'lerine aldıkları hadisler şüphesiz Hz. Peygamber'e aittir yani sübûtu kat'îdir. Sözü ve manası mütevâtir olan hadisin Sübûtu kesin; meşhur ve âhâd olanların sübûtu ise zannîdir. Ayrıca delâlette açıklık ve kapalılık, nakledenlerin cerh ve ta'dili çok önemli ikinci meseledir. Usulcüler hadisleri senet ve metin yönleriyle tenkid ederler. Hadisleri, Hz. Peygamber'den bize kadar bütün râvîleri zikredilenlere müsned; bir veya birkaç râvîsi eksik olanları da mürsel diye nitelendirmişlerdir. Muhaddisler ise mürsel hadis tabirinden tabiînin sahâbiyi atlayarak Hz. Peygamber'den rivâyet ettikleri hadisi anlarlar.

Bir hadis müsned muttasıl olur, ravîleri de gerekli şartları taşırsa o hadisle amel edilir. Zâhirîler ve Şâfiîler mürsel hadislerle amel etmezler. Ancak Şâfiîler, İmam Şâfiî'nin belirttiği şartları taşıyan mürsellerle amel ederler. Hanefi, Mâlikî ve Hanbeli hukukçuları ise mürselle amel etmiş onu kıyasa tercih etmişlerdir. Hadisle amel edilen konunun içeriği hakkında da haber-i vâhidin hüccet olduğu yerin yalnız fiil ve amelle ilgili olan şer'î hükümler olduğu belirtilmiştir. Sahih hadisle amel etmek için onun ayet ve mütevâtir sünnete muhalif olmaması, akla aykırı olmaması, ilk râvînin fakih olması şartlan aranır. Bu son şart Hanefilere göredir.[6]

 


 

[1] Buhârî, Ezân: 18; Edeb: 27; Âhad: 1.

[2] Ahmed b. Hanbel, 3/318, 366;

[3] Müslim, Müsafirin: 141.

[4] Zekiyüddin Şa'ban, Usulül-Fıkh, Terc. İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, s. 66; Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/456; İsmail Lütfü Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 27.

[5] Buhâri, Savm: 52, 53; Müslim, Sıyâm: 175, 179; Muvatta Sıyâm: 56.

[6] İsmail Lütfi Çakan, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/191-192.