YEDİ HADİS İMAMININ İTTİFAK ETTİĞİ HADİSLER
Rahman ve Rahîm Allah'ın olan Adıyla
İslam Dünyasında Hadis Muhalifleri
Hz. Peygamber (s.a.v)'in Davranışlarının
Sınıflandırılması
1. Dini Tebliğ Etmek ve Tamamlamak:
3. Dâvaları Hükme Bağlamak (Kazâ):
4. Devlet Başkanlığı (İmaret, İmamet):
6. Arabulmak, Anlaştırmak (Sulh):
7. Danışmada Bulunana Yol Göstermek (İstişârî Rey):
9. Takva Ve Kemâl Eğitimi Vermek:
10. İnce Ve Yüce
Gerçekleri Öğretmek:
11. Eğiterek
Sakındırmak (Te'dib):
12. Örneklik İle İlgisi Olmayan Tabiî, Beşerî
Davranışları:
YEDİ HADİS İMAMININ KISA BİYOGRAFİSİ
Rahman ve Rahîm Allah'ın Adıyla
2. Tevhide Ve İslamı Hükümlere Davet Etmek
3. Allah'ın, İnsanın Gönlünden Ve İçinden Geçirdiği
(Kötü) Düşüncelerden Sorumlu Tutmaması
4. İnsanlar, "Allah'tan Başka İlah Yoktur"
Deyinceye Kadar Onlarla Savaşma Emri
5. İntihar Eden Kimsenin Hükmü
6. Din Kardeşini Kafirlikle İtham Eden Kimsenin Durumu
7. İmanın, Günahlarla Azalması Ve Günah İşleyen Kimsenin
Kâmil Bir Mümin Olmaması
1. Süt İçmekten Dolayı Ağzı Çalkalama
2. Hz. Peygamber (S.A. V)'İn Abdest Alış Şekli
3. Küçük Abdest Yada Büyük Abdest Sırasında Kıbleye Dönme
Ruhsatı
4. Elbiseye Bulaşan Spermi Yıkama
5. Hayızlı Kadının, Kocasının Başını Yıkaması
6. Hayızlı Kadına, Namazın Değil De, Orucun Kazasının
Vacip Olması
8. Cünüp Olan Kimseyle Tokalaşmanın Caiz Olması
11. Süt Emen Çocuğun İdrarının Hükmü
12. Abdestte, Gusülde Ve Başka Yerlerde Hep Sağdan
Başlamayı Teşvik Etme
13. Erkeğin, Hayızlı İken Hanımıyla Cinsel İlişkide
Bulunamaması
14. Tuvalete Girerken Okunacak Dua
15. Müstehazanın Yıkanması Ve Namaz Kılması
16. Cünüp Kimsenin Uyumasının Caiz Olması
17. Cünüplükten Dolayı Yıkanmanın Şekli
19. Sperm Gelmesi Sebebiyle Kadına Boy Abdestinin Vacip
Olması
20. Uykudan Uyanıldığında Elleri Yıkama
21. Tuvalet İhtiyacı Sırasında Sağ Elin Kullanılmasının
Yasaklanması
24. Tuvalet İhtiyacı Giderildiği Sırada Kıbleye Dönmenin
Yasak Olması
25. Köpeğin Bir Kabı Ağzıyla Yalaması
26. Elbiseye Bulaşan Hayız Kanının Yıkanması
27. Durgun Suya İşemenin Yasak Olması
1. Namaz Kılarken
Safların Duz Ve Doğru Tutulması
2. Namaza Sekinet Ve Vakarla Gelmenin Müstehab Olması
3. Namaz Kılan Kimsenin Önünden Geçmenin Haram Olması
4. Namaz Kılan Kimsenin Sütresi Ve (Önünden Geçilmesi
Halinde) Namazın Bozulmaması
5. Namaza Başlarken Tekbir Almak Ve Elleri Kaldırmak
6. Besmeleyi Açıktan Okumama (Gizli Okunması) Meselesi
7. Namazda İken (Secde Yerinde Bulunan) Çakıl Taşlarını
Düzleme Meselesi
11. Fatiha Süresini Okumanın Vacip Olması
12. İmamlığa En Layık Olan Kimse
13. (Mescide Girildiği Zaman İki Rekat)
Tahiyyatu'l-Mescid Namazı Kılmanın Müstehab Olması
14. Ezan Lafızlarının İkişer İkişer Ve Kamet Lafızlarının
İse Birer Birer Okunması
15. Ezan Okunurken Müezzini İşittiği Zaman Kişinin Ne
Demesi Gerektiği Meselesi
17. Sıcak Yada Soğuk Zamanlarda Elbise Üzerine Secde
Yapmanın Caiz Olması
18. Her İki Ezan Arasında Bîr Namaz Olması
20. Namaz Kılınan Yerde Namazı Bekleme
21. "Allahümme Rabbena Lekel-Hamd" Demenin
Fazileti
22. Evde Nafile Namazı Kılmanın Müstehab Olması
23. Binek Üzerinde Nafile Namaz Kılmanın Caiz Olması
24. Ayakta Yada Oturarak Nafile Namaz Kılmanın Caiz
Olması
25. Yolculukta Nafile Namaz Kılıp Kılmama Meselesi
26. Namazda, Namaz Dışı Bir Eylem Bir Yapmak
27. Cemaatle Kılınan Namazın Faziletli Olması
28. Namazdaki Rükunların İmamdan Önce Yapılmasının Haram
Olması
29. İkindinin Farzından Sonra Nafile Namaz Kılmanın Caiz
Olmaması
30. Namazın Bir Rekatına Yetişen Kimse
31. Sabah Namazı Ve İkindi Namazının Vakti
32. Zeval Vaktinden Sonra
Namaz Kılmanın Yasaklanması
35. İkindi Namazını Kılmanın Önemi
36. Namazı Uyuyarak Yada Unutarak Geçiren Kimse
40. Peygamber (S.A.V)'E Salevat Getirmenin Şekli
41. Yedi Organ Üzerine Secde Etme
42. "Salatu'l-Vusta" (=Orta Namaz) İle, İkindi
Namazının11 Kast Edilmesi
43. Secdede İtidal Üzere Bulunma
44. Namaz Hususunda Orta Yolu Tutmak
45. Bir Tek Elbise İçerisinde Namaz Kılmaya Ruhsat
Verilmesi
46. (Temiz Olan) Bir Şey Üzerinde Namaz Kılınması
47. Yolcuların Namazı Ve Namazlarını Kısaltmaları
48. Hususuyla Ve Rükusuyla Namazı Tamamlamanın Vacip
Olması
49. Hazarda İki Namazı Birden Kılma
50. Namaz Kılarken Uyuklayan Kimse
53. Sabah Namazının Farzından Önce İki Rekat Sünnet
Namazı Kılmanın Müstehab Olması
54. Mescit İçerisine Tükürmenin Yasak Olması
55. Gecenin Sonunda Dua Etmenin Fazileti
56. Gece Namazında Ve Kıyamında Dua
57. Gece Namazının İkişer İkişer Kılınması
58. Gece Namazı Ve Peygamber (S.A.V)İn Geceleyin Kıldığı
Namazların Rekat Sayısı
59. Küsûf (Güneş Tutulması) Namazı
60. İstiskâ
(Yağmür İsteme) Namazı
Hamd, Allah'a
mahsustur, O'na hâmd ederiz, O'ndan yardım dileriz, O'nunla doğru yolu buluruz.
Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden O'na sığınırız. O
kimi hidayete erdirirse onu hiç kimse saptıramaz. Kimi de saptırırsa onu da hiç
kimse hidayete erdiremez.
Şehadet ederim ki,
Allah'tan başka ilah yoktur, tektir, ortağı da yoktur. Yine şehadet ederim ki,
Muhammed (s.a.v), O'nun kulu ve resulüdür.
Bu girişten sonra,
hadis ilmi, ilimlerin en şereflisi ve en değerlisidir. Nasıl olmasın ki!
İnsanların komutanı ve önderi, Muhammed (s.a.v)'dir.
Yüce Allah,
"(Kıyamet) günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız
[1]
buyurmaktadır.
Allah'ın benim üzerime
olan nimetlerinden birisi de; küçüklüğümden itibaren (devamlı bir surette)
nebevi sünneti sevmem ve onunla meşgul olmamdır.
Hamd ve cömertlik,
Allah'a mahsustur...
Allah, şöyle diyen
Emîr San'ânî'ye rahmet eylesin:
Selamım, hadisçilerin
üzerine olsun.
Çünkü ben, doğru yolu
gösterme mahiyetinde olan hadisleri sevmeye bağlıyım."
Cenab-ı Allah, ister
tahkik ve isterse te'lif konusunda olsun hadis ilmi ve nebevi sünnet alanında
bir çok kitap yazma hususunda beni başarıya ulaştırdı. Bu kitaplarla ancak
Allah'ın rızasını ve ahiret hayatını arzulamaktayım. Belki de bu kitapların en
önemlisi, İmam Beğâvî'nin "Zılâlu'l-cenneti fî'l-muhtasari's-sahîhi min
şerhi's-Sünne"sidir. Allah bu kitabı tamamlamayı (bana) kolaylaştırsm.
Elinizdeki bu kitabı,
"Husnu's-sınâati fî beyâni'r-ruvâtiilezîne ehrace hadîsehumu'l-cemâat"
adlı kitabı yazarken hicri 1414/1993 yılında te'lif ettim. Elinizdeki bu kitap,
tür ve teknik açıdan bir ilki oluşturmaktadır... Çünkü bu konuda basılmış ya
da el yazması bir kitap olduğunu bilmiyorum.
Bu kitap üzerinde
yaklaşık beş yıl ya da daha fazla çalıştım, günlerce uğraştım.
Bu kitap üzerine
çalışmayı, "İmam Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye Ü-niversitesi"nin
"Usûlü'd-Dîn Fakültesfnde iken başladım.
İlk önce Kütübü
Sitte'yi okudum, sonra îmam Ahmed (rh.)'in "Müsned'ni okudum, ardından da
Hafız el-Mizzî'nin "Tuhfetu'l-İşrâf" adlı kitabını okudum...
Sonra da Hafız
İbnü'I-Esîr'in "Câmiu'I-Usûl" adlı kitabını okudum ve burada muhtelif
rivayetlerle ilgili hadislerin en sağlamını gördüm. Çünkü burada hadisi
rivayet eden tek ravi gösterilmiş. İşte ben de, bunu, bu kitapta uyguladım.
Bu kitap üzerinde
çalışırken sadece Cenab-i Allah'ın bildiği zorluklarla ve sıkıntılarla
karşılaştım.
Kütübü Sitte ile İmam
Ahmed'in "Müsned"indeki hadisleri tahric ettim, mükerrerleri ise
almadım.
Kitapta geçen hadisler
ve sahabe isimleri için bir fihrist hazırladım.
Allah'ın, bu
çalışmamı, (amel sahifelerinin) O'na sunulduğu günde iyiliklerimizin
(bulunduğu) terazinin içine koymasını; dinimize, akidemize hizmet etme
hususunda bizi başarılı kılmasını ve cömertliğiyle, lütfuyla, rahmetiyle bizi
kötülükler ile çirkin şeylerden uzaklaştırmasını diliyorum. Çünkü O, her şeyin
sahibidir ve buna gücü yetendir...
Allahım! Seni noksan
sıfatlardan tenzih ederim! Sana hamdde bulunurum! Şehadet ederim ki, Senden
başka ilah yoktur. Senden bağışlanma dileriz, Sana tevbe ederiz.....
İbrahim B. Abdullah
El-Hâzimî
Hadisler; ihtilafa
düşülen konularda insanları aydınlatan, böylece hidayet ve rahmet kaynağı olan
Kur'an-i Kerim'in kendisine indirildiği
[2]
Peygamber'in sözü olarak üstün bir değer ifade eder ve büyük önem taşır.
Hz. Peygamber
(s.a.v)'in insanlara sözleriyle açıkladığı, fiilleriyle uygulanışını
gösterdiği ilahî emirlerin başında; namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetler
gelir. Namazların hangi vakitlerde, kaçar rekat ve nasıl kılınacağı, orucun
nasıl tutulacağı, zekatın hangi mallardan, ne kadar verileceği, haccın nasıl
yapılacağı gibi hususlar Kur'an'da yer almayıp hadislerle açıklık kazanmış,
İslam hukukunun birçok meselesi hadislerde verilen bilgilerle çözüme kavuşturulmuştur.
Yine Kur'an'da birkaç
türlü yorumlanabildiği için manası kolayca anlaşılmayan (müşkil) ayetler,
hadis rivayetleri sayesinde yorumlanabilir.
Hadisler aynı zamanda
Kur'an'da yer almayan bir çok meseleye açıklık getirmiş, bu konulardaki
uygulama şekillerini göstermiştir. Örneğin bir kadının âdet halinde kılamadığı
namazları kaza etmeyeceği, bir erkeğin bir hanımının üzerine onun teyzesi ve
halasıyla evlenemeyeceği, nesep yakınlığı dolayısıyla evlenilmesi haram olan
kimselerle süt yakınlığı sebebiyle de evlenmenin haram olduğu gibi hususlar,
yine şuf'a hakkı ile ilgili hükümler, nineye ve baba tarafından akrabaya
düşecek miras gibi meseleler Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından çözümlenmiştir.
Kur'an-i Kerim'de
temas edilmekle beraber hakkında fazla bilgi verilmeyen âhiret hayatıyla
ilgili hususlar, kabir hayatı, yeniden dirilme, mahşer, hesap, mîzan, cennet
ve cehennemdeki hayat gibi konular da hadisler sayesinde öğrenilmektedir.
Ahlakî faziletler,
manevî ve ruhî gelişimi sağlayacak kurallar, düzenli bir aile hayatı için
gerekli olan davranış biçimleri, insanlar arasında içtimaî ve ticarî
münasebetleri düzenleyen hükümler, yönetenler ile yönetilenler arasındaki
ilişkiler gibi konularda da hadislerde geniş bilgi bulunmaktadır.
Fıkıh kültüründe yer
alan bazı bilgilerin, hadis kitaplarında yer alan bazı hadislere aykırı gibi
görünmesi; alimlerin, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetinin sübûtu, hükme
delaleti, mahiyeti ve gayesi konusunda farklı değerlendirmelere sahip oluşundan
kaynaklanmaktadır. Bu sebeple de bir konuda mevcut bütün hadisleri gözden
geçirmeden veya fıkıh literatüründe ve gele-neğindeki söz konusu ayrımları,
sünnetle ilgili yaklaşım farklılıklarını ve tartışmaları bilmeden, bir
hadisten ilk bakışta anlaşılan anlamı esas alıp fakihle-rin buna aykırı düşen
görüşlerine eleştiri getirmek yanıltıcı olabilir. Bu sebeple de Kur'an ve
Sünnet; İslam dininin, İslam akaid ve fıkhının iki aslî kaynağı olmakla
birlikte bu iki kaynağı anlama ve yorumlamada belirli bir ilmî metodun takip
edilmesi, bu kaynaklar etrafında oluşan bilgi birikiminin, fıkıh kültür ve
geleneğinin göz önünde bulundurulması kaçınılmaz olmaktadır.
Kitap, 'konularına
göre' (ale'l-ebvâb) usulüne göre hazırlanmış olup 41 bölüm bulunmaktadır.
Yazar, tahric yaparken
Buhârî için cilt ve sahife numarası, hadis numarası, bölüm ve bab başlığı;
Müslim için hadis numarası, bölüm ve bab başlığı; Ebu Dâvud için hadis
numarası, bölüm ve bab başlığı; Tirmizî için hadis numarası, bölüm ve bab
başlığı; Nesâî'nin "el-Müctebâ"sı için cilt ve sahife numarası, bölüm
ve bab başlığı; İbn Mâce için hadis numarası, bölüm ve bab başlığı; İmam
Ahmed'in "Müsned"i için ise çoğunlukla cilt ve sahife numarası,
bazen de hadis numarası vermiştir.
Günümüz Türkiye'sinde
genellikle hadis kitabı çevirilerinde Concordan-ce usulü esas alındığı için, bu
doğrultuda şu ana kadar çevrilen hadis kitapları; Müslim, Ebu Dâvud, Nesâî,
İbn Mâce, Dârimî ile Muvatta"dır. Diğerleri, Concordance usulüne göre
tercüme edilmemiştir. Dolayısıyla bu kitabın çevirisinde de Concordance usulü
esas alınmış olup hadisler, Concordance usulüne göre verilmiştir. Bunun için
de, bu doğrultuda hazırlanmış olan Kütüb-ü Tis'a (dokuz hadis kitabı) kitabı
esas alınmıştır.
Yazar, bazen hiçbir
işaret göstermeksizin Nesâî için çoğunlukla bölüm başlığı ve bazen de bölüm
başlığı ile birlikte cilt ve sahife numarası göstermiş. Bununla Nesâî'nin
"Sünemi'1-Kübrâ" adlı eseri kastedildiği için, bizzat konu ile ilgili
hadislerin geçtiği yer tespit edilip okuyucuların rahatlıkla ulaşabilecekleri
farklı cilt, sahife ve hadis numarası verilmiştir.
Yazarın, İbn Mâce için
verdiği hadis numarası, Concordance usulüne uymamaktadır. Dolayısıyla İbn Mâce
ile ilgili hadis numaralan, Concordance usulüne göre verilmiştir.
Yazar, konu ile ilgili
hadisin tahricine, hadislerin bitiminde yer vermiştir. Fakat hadislerin tek tek
tahricini göstermek için, yazann genel mahiyette verdiği tahric, ilk rivayetin
bitiminde verilmiştir. Dolayısıyla da hadislerin tek tek tahricleri
yapılmıştır. Dipnotta verilen bilgilerin çevirene ait olanını belirtmek için
sembolü kullanılmıştır.
Yazar, ilk rivayetin
geçtiği yer ile ilgili olarak Buhârî ile Müslim'i göstermesine rağmen bazen
farklı ve bazen de karma bir metne yer vermiş, bu sebeple de okuyucuyu yanıltmamak
için kaynak olarak kullandığımız kitaplar-daki metin esas alınmıştır.
"Abd"
kelimesine muzaf olarak gelen Abdullah, Abdurrahman gibi isimlerin, maksûr
{kesreli) ve meftûh (fethalı) durumları dikkate alınmamış, ayrıca
"İbn-i" gibi bazı terkiplerde kullanılan kısa çizgi yaygın şekilde
kullanılmadığı için atılmıştır.
Kitapta, bölüm ve bab
başlığında numara verilmemesine rağmen yararı olacağı düşünülürek numaralar
verilmiştir.
Kitabın sonuna, kaynak
olarak kullanılan kitapların neler olduğunu gösteren bir kaynakça konulmuştur.
Okuyucuya hadis
konusunda bilgi verme mahiyetinde "Hadisin Önemi ve Mahiyeti" ile
ilgili bir bölüme de yer verilmiştir.
Bazen hadis metni
içerisinde yer alan birtakım kelimeleri açıklamayâ yönelik müellifin bazı
ifadeleri, ya normal metin içerisinde çevrildiğinden ya da faydalı
görülmediğinden dolayı tercüme edilmemiştir.
Okuyucuya yararlı
olacağı düşünülerek hadisin içinde geçen ifadeler ile ilgili olarak çeşitli
açıklamalar yapılmıştır.
Kitap, sahabe ismine
göre esas alınmış olup bu doğrultuda rivayet edilen hadislerin varyantlarına
yer verilmiştir.
Kitabın çevirisi, beş
ay gibi kısa bir sürede yapılmıştır.
Eserin tercümesi
esnasında hadisin orijinal metnine bağlı kalınmıştır. Zaman zaman kastedilen
mananın okuyucu tarafından iyice anlaşılması için "anlaşılabilir" bir
dil kullanılarak, okuyucuya bıkkınlık vermemek için bazı durumlarda
tekrarlardan kaçınılmıştır.
Azami dikkat ve
gayretlere rağmen, gözden kaçan tercüme hataları olabilir. Yapıcı
eleştirilerine ve uyanlarına her zaman ihtiyaç duyduğumuz ilim sahipleri ile
okuyucuların tenkit, uyan ve katkılarına şimdiden şükranlarımı sunduğumu
belirtirim.
Çalışmalarımı sürdürme
noktasında yakın ilgi ve teşviklerini gördüğüm değerli hocam Yusuf
Kerimoğiu'na, her zaman maddi ve manevi destekleri ile teşviklerini gördüğüm
değerli dostlarım Abdulhalim Ünverdi Beye, Hanifi Yılmaz Beye, Zekeriyya
Efiloğlu Beye, Salih Özbey'e, Abdulkadir Ermutaf a, Halid Kaygısız'a, Reşit
Güngör Kalkan'a, tercüme edilen metinlerin bir kısmını gözden geçiren Mahmut
Demir'e ve özellikle de yoğun iş temposuna rağmen tercüme edilen nüshalann bir
kısmını gözden geçirip çeşitli değerlendirmelerde bulunan değerli dostum
Mithat Sevin'e ve bu değerli eseri kısa zamanda okuyuculara ulaştırmada büyük
gayret gösteren Karınca Yayınları'nin sahibi değerli dostum Feyzuflah Birışık'a
şükranlarımı arzederim.
Hadîsin Etimolojik
Yapısı ve Kapsamı
"Eski
"anlamındaki "Kadîrtin zıddı olan "Hadîs" kelimesi, (çoğulu
e-hâdîs) tahdîs masdanndan isim olup "haber" manasına gelir.
Hadîs kelimesi,
İslamiyet'le birlikte farklı bir anlam kazanmış, âdeta o-nunla kadîm olan
Kur'an-ı Kerim'in mukabili kastedilerek Resulullah (s.a.v)'in sözlerine
"el-Ehâdîsu'l-kavliyye, fiillerine "el-Ehâdîsu'1-fi'liyye" ve
tasvip ettiği şeylere de (takrir) "el-Ehâdîsu't-Takrîriyye"
denilmiştir.[3]
Hadis alimleri, Hz.
Peygamber (s.a.v)'in yaratılışıyla ilgili özelliklerini (şemâil) ve ahlakî
vasıflarını da hadisin kapsamı içerisine almışlardır.
Bazı alimler, hadis
teriminin kapsamını daha da genişleterek sahabe ve tabiînin şahsî beyan ve
fetvalarını da bu kapsama almışlar, Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait olan hadislere
"merfû", sahabeye ait olanlara "mevkuf", tabiîne ait
olanlara da "maktu" adını vermişlerdir.[4]
Sonraları merfû,
mevkuf ve maktu terimlerinin hepsini ifade etmek üzere "haber"
kelimesi kullanılmaya başlanınca, bir kısım alimler sadece sadece merfû
rivayetlere, bazıları da merfû ve mevkuf rivayetlere hadis demeyi uygun
görmüşlerdir.
Yine ilk devirlerde
Resulullah (s.a.v)'in söz, fiil ve takrirleriyle birlikte sahabe ve tabiîne
ait her türlü haberi ifade etmek üzere "eser" kelimesi de kullanılmıştır.
Hadis ile
"sünnet"in kapsamları konusunda farklı görüşler bulunmakla beraber bu
iki terimin eş anlamlı olarak Resulullah (s.a.v)'in söz, fiil ve takrirleri
için kullanılması özellikle hadis alimleri arasında daha fazla kabul görmüştür.
Ayrıca hadis ile sünnetin çerçevesini daha da genişleterek Hz. Peygamber (s.a.v)'in ahlakını, şemailini,
peygamberlikten önce söylediklerini ve yaptıklarını da bu çerçeve içine
alanlar da olmuştur.[5]
Bunun yanı sıra
hadisin; Resulullah (s.a.v) tarafından vaz' edilen sözlü mesajlar plduğunu,
sünnetin ise bazen bu sözlü mesajların kendisi ve bazen de bu sözlü mesajlardan
istinbat edilen hükümler olduğunu belirtenler de olmuştur.
Eskiden beri şiir,
hitabet, savaş kıssaları ve nesep bilgilerinden oluşan kültürlerini şifahî
yolla nakletme geleneğine sahip olan Arapların, ezberleme yetenekleri çok
gelişmişti. Bununla beraber İslamiyet'in doğuşu sırasında önemli bir ticaret
merkezi konumunda bulunan Mekke'de okuma yazma bilenlerin sayısı, Medine'ye
nispetle daha çoktu. Bunlardan Müslüman olanlar, İslamiyet'in ilk devirlerinde
Hz. Peygamber (s.a.v)'in emirleri doğrultusunda hareket ederek Kur'an-ı Kerim'i
yazmakla meşgul olmuştu.
Sade ve tabiî
yaşayışları sebebiyle zihinleri berrak olan bu insanların içinde, işittikleri
uzun bir şiiri veya hitabeyi hemen ezberleyebilecek kadar güçlü hafızaya sahip
bulunanlar vardı.
Hz. Peygamber
(s.a.v)'in, bazı önemli sözlerini, üçer defa tekrarlaması
[6] ve
kelimeleri 'sayılacak derecede' yavaş telaffuz etmesi
[7]
sebebiyle dinleyiciler, söylediklerini kolayca öğrenebiliyorlardı.
Resulullah (s.a.v)'in
meclislerine nöbetleşe katılan ve emirlerini dinleyip bellemeye gayret eden
sahabiler de
[8] duyup öğrendikleri hadisleri
kendi aralarında müzakere ediyorlardı.
Hz, Peygamber
(s.a.v)'in, sahabilere; kendi sözlerini dinleyip öğrenmelerini emretmesi ve
öğrendiklerini başkalarına tebliğ edenlere hayr duada bulunması
[9]
onların hadisleri bir ibadet şekliyle öğrenip başkalarına nakletmelerini
sağlamıştır.
Ayrıca Mescid-i
Nebevî'nin bitişiğinde oturan ehl-i Suffe'de Resulullah (s.a.v)'den hadis
tahsil ermişlerdir.
Hz. Peygamber
(s.a.v)'in, Mekke'de iken hadisleri yazmak isteyen herkese izin vermek
istemediği bilinmekle birlikte Resulullah (s.a.v)'den bu konuda izin alan
sahabiler, duyup öğrendikleri hadisleri, hem ezberlediler ve hem de yazdılar.[10]
"Sahîfe"
adıyla anılan bu belgeleri kaleme alan sahabiler arasında, 1000 civarında hadis
ihtiva eden "es-Sahîfetü's-Sâdıka"nm sahibi Abdullah ibn Amr başta
olmak üzere Sa'd b. Ubâde, Muâz b. Cebel, Hz. Ali, Amr b. Hazm el-Ensârî,
Semure b. Cündub, Abdullah ibn Abbâs, Câbir b. Abdullah, Abdullah b. Ebi Evfâ
ile Enes b. Mâlik bulunmaktadır.
Bu ilk yazılı
kaynaklardan biri olup Ebu Hureyre tarafından talebesi Hemmâm b. Münebbih'e
yazdırılan ve içinde 138 hadis bulunan "Sahîfetü Hemmâm b. Münebbih"
(es-Sahîfetü's-Sahîha) ilk defa Muhammed Hamidullah tarafından yayımlanmıştır.
Ebu Musa el-Eş'arî'den
oğlunun, ondan da torunun rivayet ettiği "Müsnedü Büreyd" adıyla tanınan
40 hadislik cüz de vardır.[11]
Hadis tedvinini
çabuklaştıran sebeplerin başında, Hz. Osman'ın şehid edilmesi olayından hemen
sonra Havâric ve Galiye gibi siyasî fırkaların, 1 (7.) yüzyılın sonlarından
itibaren Kaderiye ve Mürcie, bir müddet sonra da Ceh-miyye ve Müşebbihe gibi
mezheplerin ortaya çıkması gelir. Bu fırka ve mezhep taraftarlarının, işlerine
gelmeyen hadisleri inkar etmeleri, görüşlerini güçlendirmek maksadıyla hadis
uydurmaları, hadisleri toplamakla meşgul olan kişileri konu üzerinde düşünmeye
ve önlem almaya sevketmiştir.
Özellikle Şia'nın
kendi grupları, daha sonra Abbasî devleti taraftarlarının sultanlar lehinde
rivayet icat etmeleri, ayrıca bazı menfaatçiler ile ırk ve mezhep taassubuna
kapılmış cahillerin ve İslam aleyhtarlarının kendi düşünceleri doğrultusunda
hadis uydurup yaymaları, bazı kimselerin iyi niyetle de olsa bunlara hadis
uydurarak karşılık vermesi, tedvine taraftar olmayan muhad-dislerin bu konuya
yaklaşımlarını değiştirin iştir.
I (7.) yüzyılın ilk
yarısından itibaren rivayette, isnad konusu gündeme gelmiştir. İsnadın
başlamasından itibaren Ehl-i sünnete mensup ravilerin rivayetleri kabul
görmüş, Ehl-i bid'atin rivayetleri alınmamıştır.[12]
Bunun sonucu olarak;
hadisi bir uzmanlık sahası olarak gören kimseler
tarafından raviler titizlikle takip
edilmiş; yaşayışları, dine bağlılıkları ve dürüstlükleri, bid'atle ilgileri
bulunup bulunmadığı, özellikle yalan söyleyip söylemedikleri, hafızalarının
zayıf olup olmadığı araştınlmış ve böylece daha I. yüzyılda cerh ve ta'dil ilmi
doğmuş, bunun sonucunda ravilerin hal tercümeleri (biyografileri) hakkında
geniş bir birikim meydana gelmiştir.
Halife Ömer ibn
Abdulazîz, ileri gelen alimlerin hadisleri yazma işine karşı çıkmayacağını
anlayınca, hem samimiyetsiz kişilerin hadislere zarar vermesini önlemek ve hem
de o güne kadar bir araya getirilmemiş olan sahih hadisleri kaybolmaktan
kurtarmak için tedvin işini resmen başlatmaya karar vermiştir. Bu sebeple de
valilere, Medine halkına, tanınmış alimlere ve kadısı Ebu Bekr ibn Hazm'a
gönderdiği yazıda alimlerin ölüp gitmesiyle hadisin yok olmasından endişe
duyduğunu, bu nedenle de Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadislerinin ve sünnetlerinin
araştırılıp yazılmasını istediğini ifade etmiştir.[13]
Sahabilerin
fetvalarını sünnet olduğu düşüncesiyle yazan, hatta duyduğu her rivayeti
kaydettiği çok sayıda kitaba sahip bulunan İbn Şihâb ez-Zührî (ö. 124/742),
ulaşabildiği hadisleri derleyerek halife Ömer ibn Abdulazîz'e göndermek
suretiyle onun emirlerini ilk uygulayan muhaddis olmuştur. Ömer ibn
Abdulazîz'de, toplanan bu hadisleri çoğaltarak çeşitli bölgelere göndermiştir.[14]
Sahabe tarafından
kaleme alınan sahifeler bir yana, bir tespite göre; I. (7.) yüzyılın ikinci
yarısı ile II. (8.) yüzyılın ilk yansında 400 kadar muhaddis tarafından
hadislerin yazıldığı artık belgeleriyle bilinmektedir.[15]
Hadislerin tedvini
tamamlanınca, bunların sistemli bir kitap haline getirilmesi ve böylece aranan
hadisleri kolayca bulmaya imkan verecek usullerin geliştirilmesi yönündeki
çalışmalar ağırlık kazanmıştır.
Bazı alimler,
hadisleri konularına göre tasnif, etmeyi ve bu şekilde "Musannef" adı
verilen türde eserler yazmayı denerken, bazıları da hadisleri ilk ravileri olan
sahabilerin adlarına göre sıralayarak "Müsned" denen türde kitaplar
te'Iif etmeyi tercih etmiştir.
Hadisleri bablara göre
sıralamaya kimin daha önce başladığı bilinmemekle birlikte Tirmizî
[16] ve
daha geniş bir şekilde Râ-mahürmüzî'nin verdiği bilgiye göre; bu konuda ilk
çalışmayı, genellikle "el-Musannef
[17] diye
anılan eserleriyle Mekke'de İbn Cüreyc (ö. 150/767), Yemen'de Ma'mer b. Râşid,
Basra'da İbn Ebi Arûbe ile Rebî' b. Sabîh (Subeyh) Küfe'de Süfyân es-Sevrî,
Medine'de Mâlik b. Enes, Horasan'da Abdullah b. Mübarek, Rey'de Cerîr b.
Abdulhamîd, Şam'da Velîd b. Müslim gibi muhaddisler yapmıştır.[18]
İlk tasnif
çalışmalarıyla tanınan bazı muhaddislerin II. (8.) yüzyılın ortalarında vefat
etmesi, bu çahşmalann aynryüzyıhn ilk çeyreğinden itibaren hazırlanmış
olduğunu göstermekte, dolayısıyla tedvin ve tasnif işlerini kesin bir çizgiyle
birbirinden ayırmaya imkan bulunmadığını ortaya koymaktadır.
III. (9.) yüzyılında
hadis kitaplarında değişik ihtiyaçlara göre muhtelif sistemler uygulanmıştır.
Bunların en yaygın iki şekli hadislerin ravi adlarıyla (ale'r-Ricâl) ve
konularına (ale'l-Ebvâb) göre tasnif edilmesidir.
Hadislerin ilk ravisi
olan sahabilerin adlanın esas alarak her saha-binin bütün rivayetlerini
sağlamlık derecesine bakmadan bir araya getiren "Müsned"lerin ilk
musannefileri olarak Esed b. Mûsâ (ö. 212/827), Ubeydullah b. Mûsâ el-Absî,
Yahya b. Abdulhamîd el-Himmânî, Müsedded b. Müserhed ve Nuaym b. Hammâd'ın
adlarını zikredilmektedir. Bunların eserleri hakkında fazla bilgi bulunmamakla
beraber Ebu Dâvud et-Tayâlisî (ö. 204/819)'nin "el-Müsned"i ile
Mekke'de kaleme alınan ilk "Müsned"ler arasında sayılması gereken
Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî (ö. 219/834)'nin "el-Müsned" ve en
hacimli hadis külliyatından biri olan Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)'in
"el-Müsned"i günümüze ulaşmıştır.
Ravi adlarına göre
tasnif edilen kitaplardan olan "Mu'cenT'lerde, rivayetler, sahabe adına
göre yada "Mu'cem"i tasnif eden muhaddisin hocalarının adlarına göre
ya da ravilerin yaşadığı şehirlere göre tertip edilmiştir. Taberânî (ö.
360/970)'nin üç "Mu'cem"İ bu türün en tanınmış örnekleridir.
Konularına göre tasnif
edilen, bu sebeple genel olarak "Musannef" diye anılan hadis
kitaplarının ilk Örnekleri de Ma'mer b. Râşid (ö. 153/770)'in
"el-Câmi'"i ile Mâlik b. Enes (ö. 179/795)'in
"el-Muvatta'"sıdır. Bu türün III. (9.) yüzyıhndakî örnekleri
Abdurrezzâk es-San'ânî (ö. 211/826-827) "el-Mu-sannef'i ile Ebu Bekr ibn
Ebi Şeybe (ö. 235/849)'nin "el-Musannef'i gösterilebilir III. (9.) yüzyılda
tasnif edilen en önemli hadis kitapları olarak "Kütübü Sitte" kabul
edilmektedir. Bunların içinde sadece sahih hadisleri toplamayı hedef
aldıklarından Buhârî ile Müslim'in "el-Câmhı's-SahüTleri, Kur'an'dan sonra
İslam'ın en güvenilir iki kitabı sayılır. Bu altı kitabın sonuncusu olarak
Mâlik b. Enes'in "el-Muvatta"smi yada Abdullah b. Abdurrahman
ed-Dârimî (ö. 255/868)'nin "es-Sünen"ini gösterenler olmuşsa da
yaygın kanaate göre altıncı kitap, İbn Mâce (ö. 273/886)'nin
"es-Sünen"idir. Diğerleri, Ebu Dâvud (ö. 275/888)'un "es-SüneiTi,
Tirmizî (ö. 279/892)'nin "es-Sünen"i ve Nesâî (ö. 303/915)'nin
"eI-Müctebâ"si diye bilinen "es-Sünen"idir.
Bu yüzyılda bir çok
muhaddisin yetişmesinde emeği geçen, hadisler ile ravileri ve hadis kitaplarına
dair tenkitlerinden faydalanılan diğer muhaddisler arasında Affân b. Müslim,
Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, Yahya b. Maîn, Alî b. Medînî, İshâk b. Râhûye, Ebu
İshâk el-Cüzcânî, Ebu'l-Hasan el-İclî, Ebu Zür'a er-Râzî, Baki' b. Mahled, Ebu
Hatim er-Râzî, Ebu Zür'a ed-DImeşkî, İbn Ebi Asım ve Bezzâr'ın adları
sayılabilir.
III. (9.) yüzyılda hadislerin muhtevasıyla ilgili
çalışmalar yapılmış olup Ebu Ubeyd b. Kasım b. Sellâm (ö. 224/839)'ın kırk
yılda meydana getirdiği "Garîbu'l-hadîs" adlı eseri bu yeni türün
örneği olarak zikredilmektedir. Daha sonra da bu tür de pek çok yazılmıştır.
IV. (10.) yüzyılda
hadislerin kitaplarda toplanmış olması sebebiyle şifahî rivayet yavaşlamaya
başlamış, genellikle orijinal kitap te'lifi yerine daha önceki yüzyıllarda
meydana getirilen hadis kitaplarından derleme ve ihtisarlar yapılmaya
başlanmıştır.
Bundan dolayı alimler,
IV. (10.) yüzyılın başını; mutekaddimîn döneminin sonu, müteahhirîn devrinin
başlangıcı olarak değerlendirmişlerdir.
Bu dönemin en tanınmış
muhaddislerinden Ebu Ya'lâ el-Mevsilî (ö. 307/919)'nin "el-Müsned"i,
İbn Cerîr et-Taberî (ö. 310/922)'nin "Tehzî-bu'l-âsâr"ı, İbn Huzeyme
(ö. 311/923)'nin "es-Sahîh"i, Ebu Avâne el-İsfe-râyînî (ö.
316/928)'nin "el-Müsnedü'1-muhrec alâ Kitabi Müslim ibnü'I-Haccâc"ı,
İsmâilî (ö. 371/982)'nin "eI-Müstahrec"i, Ebu Ca'fer et-Tahâvî (ö.321/933)'nin
"Şerhu Meâni'l-Âsâr'ı, İbn Hibbân (ö. 354/965)'m daha önceki hadis
kitaplanndan tamamen farklı bir tertipte hazırladığı
"el-Müsnedü's-Sahîh"i, Taberânî (ö. 360/970)'nin hocalarının adlarına
göre tertip ettiği "el-Mu'cemu'I-Evsat" ile
"el-Mu'cemu's-Sağîr" adlı eserlerinden daha hacimli olup sahabe
adlarına göre alfabetik olarak tasnif ettiği "el-Mu'cemu'l-Kebîr"i,
Dârekutnî (ö. 385/995)'nin "es-Sünen"i ve Hâkim en-Nîsâbûrî (ö.
405/1014)'nin "el-Müstedrek ale's-Sahîhayn"ı tasnif edilmiştir.
IV. yüzyılda daha sonraki çalışmalara kaynaklık
eden önemli dirayet kitapları da te'lif edilmiştir. Bunların içerisinde; İbn
Ebi Hatim (ö. 327/938)'in hem sika ve hem de zayıf hadis ravilerinin tenkidine
dair yazdığı "el-Cerh ve Ta'dîl"i, Râmehürmüzî'nin ilk hadis usûlü
çalışması çalışması olduğu kabul edilen "el-Muhaddisu'1-fasl ve
beyne'r-râvî ve vâî" adlı eseri, İbn Adiyy (ö. 365/975)'in zayıf raviler
hakkında münekkitlerin görüşlerini aktardığı ve bu ravilerin rivayetlerinden
örnekler verdiği "el-Kâmii fî duafâi'r-ricâl"i, Hattâbî (ö.
388/998)'nin önce Ebu Davud'un "es-Sünen"ine
"Meâlimu's-Sü-nen", ardından Buhârî'nin
"el-Câmiu's-Sahîh"ine "İ'lâmu's-Sünen" adıyla yazdığı
sahasında ilk çalışmalar olarak kabul edilen hadis şerhleri, Halef el-Vâsitî ö.
401/1010)'nin Etraf" kitaplarının ilk örneklerinden olan
"Etrâfu's-Sahîhayı ile Ebu Mes'ud ed-Dımeşkî (ö. 401/1010)'nin Etrâfu's-Sahî-hayn"i,
Hâkim en-Nîsâbûrî (405/1014)'nin hadis usûlüne dair ilk ve önemli kaynaklardan
biri olan Ma'rifetu ulûmi'l-hadîs"i bu tür eserlerdendir.
V. (11.) yüzyılda ve
daha sonraki dönemlerde yapılan çalışmaların temel özelliği değişmemiş,
tanınmış hadis kitaplarının farklı şekillerde yeniden tertip edilmesinden
ibaret olan tasnifler devam etmiştir. Bu yüzyılın başlarında Ebu Nuaym el-İsfehânî (ö. 430/1038)
"el-Müsnedü'I-müstahrec alâ
Sahihi Müslim"i ve sahabenin hayatına dair
"Ma'rifetu's-sahâbe"yi, Mısırlı mu-haddis ve tarihçi Kudâî
hadislerden kolayca faydalanılmasını sağlamak amacıyla kısa metinli 897 hadisi
yarı alfabetik olarak sıraladığı "Şihâbul-Ahbâr"i yazmış, hadise dair
çeşitli eserleri bulunan Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakî (ö. 458/1066} diğer hadis
kitaplarında bulunmayan pek çok hadisi, sahabe ve tabiîn sözlerini muhtelif
rivayetleriyle birlikte "es-Sünenü'l-Kübrâ"da
bir araya getirmiş ve "Ma'rifetu's-sünen ve'1-âsâr" adlı eserinde ise
Şafiî fıkhının dayandığı 20.881 hadisi, sahab ve tabiîn sözünü toplamış,
Endülüslü muhaddis İbn Abdilberr en-Nemerî (ö. 463/1071) ise bütün sahabilerin
hayatını yazmak amacıyla başladığı "el-İsti âb fî
ma'rifeti'l-ashâb"da tekrarla-riyla birlikte 4225 kadar sahabiye yer
vermiş ve "Câmiu'I-beyâni'l-ilm"de ise ilim ve ilmin öğrenilmesine
dair Hz. Peygamber (s.a.v), sahabe, tabiîn ve daha sonraki alimlerin tavsiye ve
tecrübelerine dair rivayetleri senedleriyle birlikte derlemiş ve yine
"et-Temhid limâ fi'1-Muvatta mine'l-meânî ve'l-esânid"de ise İmam
Mâlik'in "el-Muvatta"sını şerhetmiştir.
V. (11.) yüzyılın
ikinci yarısından itibaren önemli hadis kitaplarından seçmeler yapmak,
hatta bütün hadisleri biraraya getirmek düşüncesiyle çeşitli boyutlarda derleme
eserler kaleme alınmıştır. Geniş kapsamlı hadis kitapları tasnif etme
gayretleri arasında Hasan b. Ahmed es-Semerkandî (ö. 491/-1098)'nin İslam
dünyasında o zamana kadar bir benzerine rastlanmadığı ve 800 cüz içinde
muhtemelen mükerrer rivayetleriyle birlikte 100.000 hadis ihtiva ettiği
belirtilen "Bahru'l-esânid fî sıhâhi'l-mesânid" adlı eserinin önemli
bir yer vardır.[19] Ancak bu eser günümüze
kadar gelmemiştir.
Ferrâ el-Begâvî (ö.
516/1122)'nin 4931 yada 4719 hadis ihtiva eden "Mesâbîhu's-sünne"
adlı eseri yüzyıllar boyunca büyük bir ilgi görmüştür.
Endülüslü muhaddis
Rezîn b. Muâviye es-Sarakustî (ö. 535/1140) ise İbn Mâce'nin
"es-Sünen"i yerine İmam Mâlik'in "el-Muvatta"sını koyarak
Kütübti Sitte'deki hadisleri "et-Tecrîd li's-sıhâh ve's-sünen" adlı
eserini toplamış, bu eseri yetersiz gören Mecdüddin İbnü'1-Esîr (ö. 606/1209)
bölüm adlarını alfabetik sıraya koyarak bu eseri yeniden tertip etmiş ve çalışmasına
"Câmiu'1-usûl li ehâdisi'r-resûl" adını vermiştir.
VII. (13.) yüzyılda ve
daha sonraki dönemlerde hadis rivayeti geleneği eskiye göre azalarak devam
etmiş, bu arada İbnü's-Salâh (ö.643/1245) "Ulûmu'l-hadîs" olarak da
bilinen ve hadis usûlü çalışmalarının mihverini teşkil ederek yüzlerce
çalışmaya konu olan "Mukaddime"sini kaleme almıştır.
Radıyyuddin es-Sagânî
(ö. 650/1252)'nin "Sahîhi Buhârî" ile "Sahihi Müslim"den
seçtiği 2267 merfu' hadisi senedlerini vermeden yarı alfabetik sırayla
topladığı "Meşâriku'l-envâri'n-nebeviyye" adlı eseri uzun yıllar ders
kitabı olarak okutulmuştur.
Hadis alanındaki
te'lifleriyle biline Münzirî (ö. 656/1258), büyük rağbet gören "et-Tergîb
ve't-Terhîb"ini pek çok kitabı taramak suretiyle meydana getirmiştir.
Bu yüzyılın en velûd
alimlerinden olup hadis usûlü alanında da önemli eserler yazan Nevevî (ö.
676/1277), "el-Minhâc fi şerhi Sahîhi Müslim'den başka daha çok toplumsal
ve ahlakî mahiyetteki hadisleri ihtiva etmesi sebebiyle günümüzde de elden
düşmeyen "Riyâzü's-Sâlihîn" adlı eseri, dua ve zikir konusundaki
hadisleri biraraya getiren "el-Ezkâr"ı tasnif etmiştir.
Özellikle ravilere ve
tanınmış şahsiyetlere dair kaleme aldığı pek çok kitabıyla bilinen Zehebî (ö.
748/1348)'de "Tezkiretü'I-Huffâz"i ve zayıf ravilere dair
"Mîzanu'I-İ'tidâl" ve tanınmış muhaddislere dair "Siyerü
a'lâ-mi'n-nübelâ" adlı kitapları yazmıştır.
Ebu'1-Fidâ İbn Kesîr
(ö. 774/1372)'in Kütübü Sitte, İmam Ahmed'in "el-Müsned"i,
Taberânî'nin üç "Mu'cenT'i, Bezzâr ve Ebu Ya'lâ el-Mevsilî'nin
"Müsned'lerini esas kabul ederek kaleme aldığı, fakat gözlerini kaybettiği
için Ebu Hureyre'nin bir kısım rivayetlerini derleyemediği, bununla beraber
35.463 rivayeti biraraya getirdiği "Câmiu'l-mesânid ve's-sünen el-hâdî li
akvemi sünen" adlı eseri büyük bir gayretin mahsulüdür.
Suyûtî (ö.
911/1505)'nin "Cem'u'l-cevâmr"iyîe İbn Kesîr'in başlattığı çalışmayı
daha ileriye götürmüştür.
IX. (15.) yüzyılın
dikkate değer çalışmalarından biri, "Zevâid" kitaplarının
tasnifidir. Nureddin el-Heysemî (ö. 807/1405)'nin "Mecmâu'z-zevâid"i,
Mısırlı muhaddis Ahmed b. Ebu Bekr el-Bûsirî (ö. 840/1436)'nin pek çok zevaid
çalışması, asrının yegane hadis hafızı olarak bilinen İbn Hacer el-Askalânî (ö.
852/1447)'nin, İmam Ahmed'in de aralarında bulunduğu tanınmış 8 muhaddisin
"Müsned"lerİn de bulunmakla beraber Kütübü Sitte'de yer almayan
hadisleri biraraya getirdiği "el-Metâlibu'I-âliye"si bu türün
örneklerindendir.
İbn Hacer'in hadisle
ilgili yüzlerce te'lifi arasında "Feth'1-Bârî bi şerhi Sahîhi Buhârî"
ile "el-İsâbe fî temyizi s-sahâbe" adlı eserleri özellikle kaydedilmelidir.
Halk arasında yaygın
olan hadisleri, hadis diye bilinen hikmetli sözleri ve mevzu hadisleri biraraya
getiren Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî ö. 902/1497'nin
"el-Mekâsidu'l-hasene"si ile İsmail b. Muhammed el-Aclûnî (ö. 1162/1749)'nin
kaleme aldığı, bu eseri de ihtiva eden aynı konudaki geniş eseri
"Keşfu'1-hafâ ve müzîlü'1-Übâs amme 'ş-t eh ere mine'l-ehâdisi alâ
elsineti'n-nâs" adlı önemli çalışmalardır.
Çeşitli eserleri
yanında hadis derlemecilîğiyle de tanınan Suyûtî (ö. 911/-1505)'nin 200.000
civarında olduğunu tahmin ettiği bütün hadis rivayetlerini biraraya getirmek
amacıyla, bir kısmı günümüze ulaşmayan 71 kaynağı tarayarak kaleme almaya
başladığı, ancak vefatı sebebiyle tamamlayamadığı
"el-Cem'u'I-cevâmi'" adlı eseri ile bu eserden seçtiği ve alfabetik
olarak sıraladığı kısa metinli 10.000 hadisi ihtiva eden
"el-Câmiu's-sağîr"i, bu dönemin önemli hadis çalışmalarıdır.
Muttaki el-Hindî (ö.
975/1567)'nin "Kenzu'l-ummâl fî süneni'l-akvâl vci-ef'âl"i,
hadis metinlerini ihtiva eden en hacimli kitap sayılabilir. Eser de, Suyûtî'nin
söz konusu iki çalışması ile "Ziyâdetu'l-câmi's-sağîr"indeki hadisler,
bölüm ve bablara göre sıralanmış, ardından bu bölümler adlarına göre alfabetik
sıraya konmuştur.
Muhaddislerin tükenmeyen
gayretleri sonunda; Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadisleri biraraya getirilmiş,
hadisler arasındaki rivayet farklılıkları azaltılmış, bu arada hadisleri
rivayet eden kimselerin hayatlan, şahsiyetleri, bilgilerinin ve hafızalarının
sağlamlık derecesi en ince noktasına kadar tespit edilmiştir.
İlk devirlerde yapılan
seyahatler, hadisleri toplamayı hedef almakla beraber daha sonraları âlî isnad
elde etmek ya da duyulmamış bir hadisi tespit edebiimek amacıyla
sürdürüülmüştür.[20]
Şarkiyatçılar, Hz.
Peygamber (s.a.v)'in hadisleri yasaklaması sebebiyle sahabiler tarafından pek
az hadisin rivayet edildiğini, hadis külliyatını dolduran rivayetlerin çoğunun
Hz. Muhammed (s.a.v) ile ilgisi bulunmadığını, bunların, ortaya çıkan yeni
meselelere çözüm getirmek için II. (8.) ve III. (9.) yüzyıllarda İslam
hukukçuları tarafından uydurulduğunu ileri sürerler.
Ayrıca hadislerin
farklı görüşlere mensup kimseler tarafından ortaya atılması yüzünden
birbiriyle çeliştiğini esasen bir kısmının Tevrat'tan, İncil'den ve eski
hurafelerden derlendiğini iddia ederler.
Şarkiyatçıların hadis
konusunda farklı sonuçlara varmasının sebebleri arasında İslam alimleri
tarafından güvenilir kabul edilmeyen Vâkidî, Ebu'l-Ferec el-İsfehânî gibi
kişilere, ayrıca delil olarak kullanılmayan şaz, garîb, hatta mevzu
rivayetlere fazlaca değer vermeleri zikredilebilir.
Şarkiyatçıların,
ilmîlik iddiasıyla hadisleri tarihî olaylara göre uygun düşüp düşmediğine
bakarak açıklamaya kalkışmalarını, en sahih hadislerin bile belli bir zamanda
ve belli maksatlarla uydurulduğunu ileri sürmelerini ilmîlikle bağdaştırmak
mümkün değildir. Onların bu tutumunun ardında yatan temel fikir ise islam'ın
ilahî vahye dayanmadığı ön yargısıdır.
[21]
G. H. A Juynboll'ün
belirttiğine göre; hadislerin büyük bir kısmının uydurma olduğunu ilk defa Avusturyalı
şarkiyatçı Aloys Spren ger iddia etmiştir.
[22]
Hadis hakkında en
geniş araştırmayı yapan ve daha sonraki şarkiyatçılar tarafından sözü senet
kabul edilen Ignaz Goldziher'in kendini tarafsız göstermeye gayret eden tavrı
ile, açıkça İslam aleyhtarlığı yapmaktan kendilerini alamayan İtalyan
şarkiyatçısı Leone Caetani ve papaz Henri Lammens gibilerinin tavırları ve
kanaatleri; hadisin, Kur'an'dan sonra İslam'ın ikinci kaynağı sayılabilecek
güvene sahip olmadığı noktasında birleşmektedir.
Goldziher, başlangıçta
hadislerin fazla bir yekûn tutmadığını, fakat sonradan uydurulan rivayetlerle
bu miktarın arttığını ileri sürmekte, buna delil olmak üzere sahabilerin pek
az hadis rivayet ettiklerini, rivayet sırasında son derece titiz
davrandıklarını, ayrıca ilk zamanlarda Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadislerin
yazılmasına izin vermediğini, bunun sonucu olarak ta daha sonraki zamanlarda
bir çok alimin hadislerin yazılmasını uygun görmediğini söylemekte ve buradan
hareketle, "Bana Kitap ile birlikte onun bir benzeri verildi"
mealindeki hadisi müslümanların uydurduğunu iddia etmektedir.[23]
Hadislerin, başta
sahabiier olmak üzere son derece raviler tarafından daha sonraki nesillere
aktarıldığını gösteren delilleri, Goldziher'in yaptığı gibi hadislerin aleyhine
olacak şekilde değerlendirmek, en iyimser bir yorumla İslam'ın ilk
temsilcilerinin dinî heyecanlarını, Resulullah (s.a.v)'e bağlılıklarını ve
dinin ancak onun uygulamalanyla doğru bir şekilde anlaşılabileceğine olan
inançlarını bilmemekle izah edilebilir.
Nitekim bazı
sahabiler, hadis rivayetinde titiz olmakla beraber kişiyi bildiğini
gizlemekten sakındıran ayetler karşısında ölüm döşeğinde bile kendilerini
hadis rivayetine mecbur hissetmişlerdir.
Öte yandan uzun bir
hayat süren bir kısım sahabilerin karşılaştıkları olaylar üzerine Resulullah
(s.a.v)'den duyup öğrendiklerini aktarmaları ve kısa ömürlü arkadaşlarına
nispetle daha fazla rivayet etmeleri tabiî görülmelidir.
Aşere-i mübeşşerenin
ittifakla naklettiği, Kütübü Sitte müellifleri başta olmak üzere bir çok hadis
aliminin eserlerinde yer verdiği, en titiz muhaddislerin bile mütevatir
hadisin yegane örneği kabul ettikleri, "Kim benim ağzımdan bilerek hadis
uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın
[24] mealindeki hadisi,
uydurma hareketini önlemek amacıyla muhaddislerin Ürettiğini söylemesi
[25]
esasen Goldziher'in hiçbir bilimsel ölçeğe değer vermediğini göstermektedir.
Dinde önemli bir yeri
bulunan "Yapılan işler, niyetlere göre değer
kazanır
[26]
mealindeki hadisin de güvenilir bütün hadis kitaplarında yer almasına, hem
İslam'ın ruhuna ve hem de "Herkes kendi mizaç ve meşrebine
göre iş yapar"
mealindeki ayete
[27]
uygun olmasına, aynca Goldziher'in hadisleri değerlendirirken dikkate aldığı
tarihi gelişmeyle ilgili bir yanının bulunmamasına rağmen sonradan
uydurulduğunu ileri sürmesi
[28]
şaşırtıcıdır.
Goldziher'in
"Hadislerin büyük bir kısmının eyaletlerde kendiliğinden ortaya
çıktığı", bunlann "mevziî bir görüşü desteklemek için vücut bulduğu
[29]
şeklindeki iddiası, şarkiyatçıların hadisler hakkındaki genel kanaatinin
yansıtmaktadır. Onun, bizzat müslüman münekkitlerin pek çok rivayetin bölgesel
özelliğine işaret ettiğini söyleyerek görüşünü desteklemek üzere "Süneni
Ebu Dâvud" ve "Süneni Tirmi-zî"den verdiği örnekler, aslında bir
şehre yerleşen bir sahabinin belki de tek başına Resululİah (s.a.v)'den duyduğu
sebeplerle bölgesel özellik taşıyan rivayetleridir.
Hadislerin Hz.
Peygamber (s.a.v) zamanında yazılmaya başladığı konusundaki delilleri
görmezlikten gelen, aynca tedvin ve tasnif çalışmalannı birbirine karıştıran
Goldziher, meselenin içinden çıkamayınca İslamî kaynaklarda bu konuda çelişkili
bilgiler bulunduğunu ileri sürmekte ve bu sebeple tedvinin başlangıcını III.
(9.) yüzyılına kadar götürmektedir.
Böyle düşünen
şarkiyatçılar ile tedvin faaliyetinin II. (8.) yüzyılında başladığını
söyleyerek daha mutedil görünenlerin maksatları farklıdır. Bu ikinci
gruptakilerin amacı, o tarihten itibaren yazıya güvenildiği, bu sebeple hadisleri
ezberleyerek muhafaza etme geleneğinin terk edildiği düşüncesini ortaya
atmaktadır.
III. (9.) yüzyılında
başlatanların gayesi ise, geç bir tarihe kadar yazrlma-dığı için hadisleri
sağlam bir şekilde korunamadığı kanaatini uyandırarak hadis tedvin edenlerin
kendi görüşlerine uyan rivayetleri toplandıkları ve işlerine geldiği şekilde
hadis uydurdukları hususundaki görüşlerine zemin hazırlamaktır.
Goldziher, hadislerin
sonraki dönemlere güvenilir bir şekilde intikal etmediğişeklindeki tezine
dayanak hazırlamak üzere önemli bazı hadis otoritelerinin güvenirlilii
hakkında şüphe uyandırmaya çalışmış, bunun için de hadislerin resmi tedvininde
birinci derecede rol oynayan İbn Şihâb ez-Zührî'yi seçerek onu hadis
uydurmacılığıyla suçlamıştır.
İtalyan şarkiyatçısı
Leone Caetani "Annali dell'Islam" İslam Tarihi adlı eserinde,
"en mükemmel olan ve en şâyân-ı İ'timad isimlerden te-rekküb eden
isnadlann bile II. Asır sonunda, belki III. asırda hadis uleması tarafından
tertip ve adeta icat edilmiş olduğunu" iddia etmiştir.[30]
Hadislerin
güvenirlilik ölçüsünü ilk kademede ortaya koyan isnad sistemi hakkındaki bu
ağır ithamını hiç bir belgeye dayandırmaması, onun en öenmli konularda bile zan
ve tahmin ile konuşmakta sakınca görmediğini kanıtlamaktadır. Kendi
kaynaklarından biri olan ve II. (8.) yüzyılın başlarında yazılan İbn İshâk'ın
küçük hacimli "es-Sîre"sinde bile 200'e yakın isnadın kullanılmış
olduğunu görmezlikten gelmesi, tıpkı hadis metinleri gibi isnadınların da daha
sonraları icat edildiğini kabul etmesi
[31]
sebebiyledir.
Caetani'nin hadisler hakkındaki
peşin hükmünün örneklerinden biri de şudur: Hollandalı şarkiyatçı Reinhart
Dozy'nin bütün müsteşrikler gibi Hz. Peygamber (s.a.v)'in uydurup Allah'a
nispet ettiğini ileri sürdüğü Kur'an'a ve Resululİah (s.a.v)'e ağır hakaretler
etmesi yanında "Sahihi Buhârî"nin yarısını "en titiz
münekkitlerce bile sahih sıfatına layık" bulması, hadislerin çoğunun
şifahî olarak korunduğunu ve bunların genellikle hicretin II. asrında yazıldığını
söylemesi
[32] gibi olumlu sayılabilecek
tavırlarını Caetani "ihtiyatsızca kendisini bıraki vermiş iyimser bir
güven" olarak nitelemektedir
[33] Zira
ona göre "Sahihi Buhârî" ile "Sahihi hadisler, İslamiyet'in en
gelişmiş bir devresindeki dinî, siyasî, içtimaî şartların bir çevresinden
ibarettir.
Bu hadisler, Hz.
Peygamber (s.a.v)'in söylediği sözler değil, hicretin II. (8.) yüzyilındaki
müslümanların onun söylemiş olmasını istedikleri şeylerdir.[34]
Henri Lammens, Hz.
Muhammed (s.a.v)'in erken vefat etmesinin Kur'-an'ı yeniden ele alıp ondaki
bazı boşlukları doldurmasına fırsat vermediğini söylemekte, var olmayan sünneti
ortaya çıkarmak veya mevcut fikirleri yerleştirmek hadisin başvuru kaynağı
olması gerektiğini, bu sebeple diğer hadis metinlerinin çok dikkatli ve titiz
bir şekilde yeniden üretildiğini ileri sürmektedir.
David Samuel
Margoliouth, Hz. Muhammed (s.a.v)'in kendinden sonra bir hüküm ve dinî bir
karar bırakmadığını söylemekte, ilk İslam cemaatinin uygulandığı sünnetin eski
Arapların örfü olduğunu, bunların onun sünnetiyle bir ilgisi bulunmadığını,
Peygamber'in temeli Kur'an'da olmayan bir kural ortaya koymadığını ileri
sürmekte
[35] şarkiyatçıların, fıkhı
hüküm ve kararların Hz. Peygamber (s.a.v)'e izafe edildiği şeklindeki genel
kanaatini paylaşmaktadır.
Reynold Alleyne
Nicholson da, muhaddislerin birbirine zıt bir çok hadisi Hz. Peygamber
(s.a.v)'e isnad ettiklerini ve bunları te'lif imkanı bulamadıklarını iddia
etmekte, buna örnek olarak köpeklerin bir yerde öldürülmesini emreden, başka
bir yerde de bunu yasaklayan rivayetleri göstermekte, ayrıca Ebu Hureyre gibi bazı
sahabilerin tarlaları bulunduğu için köpek beslemeyi mubah gördüklerini,
nitekim Abdullah ibn Ömer'in "Ebu Hureyre'nin tarlası vardır" diyerek
onun bu konudaki açığını ortaya çıkardığını ileri sürmektedir.[36]
Nicholson'un,
birbirini nakzeden pek çok hadis bulunduğu ve bunların metin tenkidine tabi
tutulmadığı yolundaki iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Esasen birbirine zıt
gibi görünen hadisler bulunmakla beraber bunlar diğer hadislere nispetle
oldukça azdır.
İslam alimleri çok
erken devirlerden itibaren hadisleri doğru anlamak, onların sahihini, zayıf ve
mevzu olanını ayırmak için sened tenkidi yanında metin tenkidiyle ilgili
prensipler de ortaya koymuşlar, özellikle birbirine muarız görünen rivayetler
için geliştirdikleri şaz, münker, muzadarib, mensuh gibi ölçüler sayesinde bu
tür problemleri çözmeye çalışmışlardır.
İmam Şafiî'nin
"İhtilâfu'l-hadîs"i ile İbn Kuteybe'nin "Te'vîlu muhtelifi hadîs"i,
muhaddisler tarafından başından beri uygulanan bu prensipleri erken devirde
getirdiğini ortaya koymaktadır.
Ebu Hureyre'nin
tarlası bulunduğu ve bekçi köpeğine ihtiyacı olduğu için köpek beslemeyi mubah
gördüğü, Abdullah ibn Ömer'in de, "Ebu Hureyre'nin tarlası vardır"
diyerek onun bu konudaki hadisi uydurmakla suçladığı iddiasının gerçekle
ilgisi yoktur. "Ebu Hureyre benden daha hayrlıdır, rivayet ettiklerini de
benden daha iyi bilir
[37]
diyen, daha sonra bu hadisi "tarla köpeği" ilavesiyle bizzar rivayet
eden
[38]
Abdullah ibn Ömer'in Ebu Hureyre'yi suçlaması mümkün görünmemektedir.
Joseph Schacht, Hz.
Peygamber hukukî mahiyette bir şey yapıp söylemeyi hiçbir zaman düşünmediği,
esasen onun buna yetkisinin bulunmadığı kanaatini taşıdığı için, Goldziher
gibi bu tür hadislerin II. (8.) ve III. (9.) yüzyılda yaşayan İslam alimleri
tarafından uydurulduğunu ileri sürmüştür.
Schacht'in
müsteşrikler tarafından çok beğenilen "Origins of Mu hanımadan
Jurisprudence" adlı eserindeki cüretkar iddialarını Muhammed Mustafa
el-A'zamî "On Schacht's Origins of Mu ha m ma dan Jurîs-pru-dence"
[39] adlı
çalışmasıyla cevaplandırmıştır.
Siyasî, itikadî, hatta
hukukî konularda hadis uydurulduğu tarihî bir vakıa olmakla birlikte bunların
hadis otoriterleri tarafından zamanında tespit edilip değerlendirilmesi
sebebiyle muteber fıkıh kitaplarında yer almadığı da bir gerçektir.
Philip Khuri Hitti,
müslümanların hadisleri tıpkı Kur'an gibi vahiy mahsulü olarak kabul
ettiklerini, halbuki hadislerin çoğunun Kitab-ı Mukad-des'ten, özellikle de
İncil'den alındığını iddia etmekte; bunu ispatlamak amacıyla da suç işleyen
kölesini dövmek için izin isteyen birine Hz. Peygamber (s.a.vj'in izin
vermediği gibi onu günde 70 defa affetmesini öğütlediğine dair hadisin
[40]
Matta İncili'nden
[41]
Câbir b. Abdullah'ın, Medine'de Hendek Gazvesi'ne hazırlan ildiği sırada
pişirdiği az bir yemeğin Resulullah (s.a.v)'in bereketiyle 1000 kişiyi
doyurmasına dair hadisin de
[42] Hz.
İsa'nın da aynı şekilde 4000 kişiyi doyurduğuna dair Matta încili'ndeki
rivayetten (15/30-38) alındığını ileri sürmektedir.[43]
Müslümanları Ehl-i
kitaba benzemekten şiddetle sakındıran Hz. Peygamber (s.a.v)'in
[44]
Kitab-ı Mukaddes'ten faydalanması sözkonusu olamaz. Üstelik tahrifata uğrayan
Kitab-ı Mukaddes'teki sözlerin Hz. İsa'ya aidiyeti kesin olmadığı, bu sebeple
Resulullah (s.a.v)'in bu ifadeleri kabul veya reddetmeyi yasakladığı
bilindiğine göre
[45]onun kendi yasağına uymaması, muhaddislerin de Hz.
Peygamber (s.a.v)'in bu emrine karşı gelmeleri imkansızdır. Eğer Kitab-ı
Mukaddes'teki bu sözler tahrif edilmemişse, aynı ilâhî kaynaktan beslenen iki
peygamberin birbirine yakın sözler söylemesi ve benzer mucizeler göstermeleri
tabiîdir, .
Theodor William
Juynboll, "Encyclopedie de İslam"ın ilk baskısına yazdığı
"Hadis" maddesinde hadis uydurmacılığı konusunu Goldziher'in görüşlerine
dayanarak genişçe ele almış; muhaddislerin Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait söz ve
fiilleri yeni zamanın düşüncelerine uygun şekle soktuklarını ve gayelerine
uygun bir çok hadis ortaya çıkardıklarını belirterek bütün muhaddisleri
suçlamıştır.
Juynboll da, diğer
teşrikler gibi Hıristiyan akidelerinden, İncil'in ve apokrif kitapların
fıkralarından, Yahudi fikriyatından, Yunan filozoflarının nazariyelerinden
faydalan ildiğini ileri sürmüş; akaid esasları, ahkâm, helal ve haram medenî ve
cezaî hukuk, muaşeret, âhiret hayatı, yaratılış ve geçmiş peygamberler hakkında
vb. dinî konulara dair hadis uydurulduğunu belirterek bütün hadisler üzerinde
şüphe uyandırmak istemiştir.
Buna karşılık kötü
niyetli uydurmacıların oyununu boşa çıkarmak maksadıyla gerçek muhaddislerin
verdikleri mücadele ve geliştirdikleri tenkit metodundan söz etmemiş; hadis
uyduranların birer hadis otoritesi olmadığı, bu sebeple onların ortaya attığı
rivayetlere herkesin itimat etmediği ve bu sözlerin önemli muhaddislerin
eserlerinde yer almadığı gerçeğini de dile getirmemiştir.
Juynboll, müslümanlarm
hadis uydurma hareketini doğru bulmadıklarını belirtmekle birlikte Hz.
Peygamber (s.a.v)'e izafe edilen, özellikle dinî ve ahlakî düstur mahiyetindeki
sözler için haffiletici sebepler ileri sürdüklerini iddia ederek onların
"terğîb ve Terhîb" konusunda hadis uydurulmasına göz yumduklarını
söylemektedir.
Halbuki uydurma
hadisleri konu alan bütün kitaplarda, Allah rızası için hadis uydurduklarını
ifade eden sözde zâhidler hadislerin ruhundan ve manasından haberdar olmayan
en zararlı sınıf olarak kabul edilir.[46]
Juynboll'un, "Ebu
Hureyre'nin doğru sözlülüğü pek çok kimselerce kabul edilmeyerek şiddetli
itirazlarla karşılandı" demesi, çok hadis rivayet ettiği için Ebu
Hureyre'yi gözden düşürme maksadına, "En büyük zaman tenakuzlarını ihtiva
eden hadisler bile umuca itimada layık görüldü" sözü de hadisler hakkında
şüphe uyandırma hedefine yönelik asılsız iddialardan ibarettir. Onun
"Hadis" maddesindeki gerçek dışı görüşleri, bu ansiklopedinin Arapça
tercümesinde Ahmed Muhammed Şâkir tarafından cevaplandırılmıştır.[47]
Müsteşriklerin
üzerinde en fazla durdukları hususlardan biri de; muhaddislerin bütün
gayretlerini sened tenkidine yönelttikleri, şeklen kusursuz olan rivayetleri
güvenilir sayarak metin tenkidiyle meşgul olmadıkları iddiasıdır. Halbuki
hadislerin sağlamlık derecesini tespit etmek üzere muhaddislerin ortaya koyup
geliştirdiği sened tenkidi, rivayetleri bir tür ön elemeden geçirme faaliyeti
olup bundan sonra hadis metinleri de incelenerek bunların Kur'an'a, mütevatir
sünnete, te'vil edilemeyecek kadar akla, duyu ve müşahadeye ve tarihî
gerçeklere aykırı olup olmadığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Muhaddis-ler, bu
ölçülere göre hadisin lafzında ve manasında bir bozukluk bulunmasını ondan
şüphelenmek için yeterli sebep kabul etmişlerdir.
Erken devirlerden
itibaren metin tenkidi alanında yapılan çalışmalar geniş araştırmalara konu
olmuştur. Bu çalışmalara örnek olarak, Selahaddin b. Ahmed Edlibî'nin
"Menhecü nakdi'1-metninde ulemâi'l-hadîsi'n-nebevî"
[48]
Misfir b. Gurmullah ed-Dümeynî'nin "Mekâyisü nakdi mütûni's-sünne
[49]
Muhammed Lokman es-Selefî'nin "Ihtimâmü'l-muhaddisîn bi-nakdi'1-hadîs
seneden ve metnen
[50] ve
Muhammed Tâhir el-Cevâbf nin "Cühâdü'l-muhaddisîn fî nakdi
metni'l-hadîs"
[51] adlı
eserleri zikredilebilir.
Şarkiyatçıların hadis
ve sünnet aleyhindeki görüşlerinin Arapça metinleri yeterince anlayamadıklarından
kaynaklandığı fikrinde
[52]
gerçeklik payı bulunmakla beraber söz konusu aleyhtarlığı sadece bu sebebe
bağlamak fazla iyimserlik olur.
Hadislerin güvenilir
olmadığı hususunda müsteşrikler gibi düşünen Emile Dermenghem'in,
şarkiyatçıların yazdığı kitapların "kabataslak fikirler ihtiva ettiğini
ve yıkıcı mahiyette" olduğunu
[53]
söylemesi, şüphesiz daha gerçekçidir.
Eserlerinde polemiğe
girmekten kaçındığı, hadis ve sünnet hakkında daha insaflı bir görüşe sahip
olduğu anlaşılan Johann W. Fueck'ün söyledileri de, bu kanaati doğrulamaktadır.
Ona göre; İslamî tenkit sistemi, hadise ilave edilmek istenen sahte unsurları
ayıklamakta başanlı olmuştur. Bu sebeple sünnetin dayandığı malzeme sahihtir. "Sünnetin
ilk iki yüzyılın bir icadı olduğunu ve onun sadece daha sonraki nesillerin
Peygamber ve ashabı hakkındaki düşüncelerini yansıttığını ileri süren bazı
şarkiyatçılar, Muhammed'in şahsiyetinin ashabı üzerindeki büyük etkisini ciddi
bîr şekilde küçümsemektedir" diyen Fueck'e göre; müsteşriklerin her hukukî
sünneti ispatlayıncaya kadar uydurma kabul etmeleri, hiçbir sınır tanımayan ve
tamamen şahsî arzuya dayanan bir şüpheciliği beslemektedir.[54]
İslamî konuları farklı
açılardan ele alipn tartışan siyasî ve itikadı fırkaların ortaya çıktığı hicri
I. (7.) .yüzyıldan günümüze kadar bazı grup veya şahısların hadisler üzerinde
genel kabule ters düşen fikirler ileri sürdükleri bilinmektedir.
Günümüzde ve yakın
geçmişte büyük ölçüde şarkiyatçıların etkisinde kalan çoğu Mısırlı bazı
alimler ile Hindistan'da ortaya çıkan bazı gruplar, eldeki hadislerin
sağlamlığı ve Hz. Peygamber'e aidiyeti hususunda şüphe uyandırmışlar; bunun
sonucunda bir kısım aşırı görüş sahipleri hadislere hiçbir şekilde güven ilmem
e. si ve tamamen Kur'an'la yetinilmesi gerektiğini ileri sürerken, nispeten
mutedil bazı kimseler de cennet ve cehennemin tasviri gibi (gaybî) olayalara
dair hadislere güvenilemeyeceğini savunmuşlardır.
İslam dünyasındaki
hadis muhaliflerinin belli başlı iddialarını şu şekilde sıralamak
mümkündür:
1. Hz.
Peygamber, hadislerin yazılmasını yasaklamışken, daha sonraki devirlere
binlerce hadis güvenilir şekilde intikal edemez; dolayısıyla III. (9.) yüzyıl
gibi çok geç bir dönemde derlenip tedvin edilen hadis kitaplarına güvenilemez.
Hadisin tarihi
incelenirken belirtildiği gibi, Resulullah (s.a.v), kendi sözlerinin Kur'an
ile karışması ihtimalinin bulunduğu ilk dönemlerde hadislerin yazılmasını genel
olarak yasaklamakla beraber bazı sahabilere özel şekilde yazma izni vermiş ve
bir müddet sonra da bu yasak kalkmıştır.
Hz. Peygamber
(s.a.v)'in yaptığı anlaşmalar, krallara, kabile liderlerine, kendi komutan ve
valilerine gönderdiği mektuplar, zekat memurlarına verdiği yazılı emirler, onun
hadislerinin ilk yazılı belgeleridir. Yine bazı sahabilerin hadisleri yazdığı
yada yazdırdığı sahifeler de sünnetin ilk yazılı örneklerindendir.
Öte yandan Araplar,
kültürlerini daha sonraki nesillere aktarma konusunda yazılı edebiyat kadar
sözlü rivayete de önem vermişler, ezberlediği hiçbir şeyi unutmadığını
söyleyen Ibn Şihâb ez-Zührî gibi hadis hafızları
[55]
yetiştirmişlerdir.
Hadislerin ilk
ravileri olan şahabı ve tabiîler ise hadislerin nakli hususunda Hz. Peygamber
(s.a.v)'in "Size öğrettiklerimi iyice belleyip buraya gelemeyen halka
öğretiniz
[56] "Burada bulunanlar
bulunmayanlara tebliğ etsin
[57]
şeklindeki tavsiyelerini dinî sorumlulukla yerine getirerek hadisleri, hem yazılı
ve hem de şifahî olarak rivayet etmişlerdir.
İleri gelen
sahabilerin pek az rivayet ettiği iddiası da; temelsiz olduğu gibi Resulullah
(s.a.v)'in hadislerin nakledilmesine karşı çıktığı, buna gerek görseydi onları
mutlaka yazıyla tespit ettireceği sözü de isabetli değildir.
Hadislerin tedvini,
daha I. (7.) yüzyılda başlamış, II. (8.) yüzyılda hemen hemen kaydedilmedik
hadis malzemesi bırakılmadığı gibi "Müsned"Ierin yanı sıra
konularına göre tasnif edilen "Muvatta'", "Cami"' ve
"Sünen" türü eserler meydana getirilmiştir.
2.
Hadislerin büyük bir kısmı, mana ile rivayet edildiğinden onların Peygamber'e
aidiyeti şüphelidir.
Hadislerin, Resulullah
(s.a.v)'in kullandığı lafızlarla değil aynı manaya gelen ve az çok değişik olan
lafızlarla rivayetin caiz olup olmadığı veya buna ne ölçüde izin verileceği
konusu alimler tarafından ilk devirlerden itibaren tartışılmıştır.
Kısa ve özlü
hadislerin, veciz konuşmaktan hoşlanan Hz. Peygamber'in bu özelliğiyle
bağdaştığı belagat âlimlerince de kabul edilmekte, ibadet metinlerini oluşturan
dua ve zikir hadislerinde mâna ile rivayete izin verilmediği bilinmektedir.
Uzun hadislerin
çeşitli rivayetleri bii araya getirilip karşılaştırılınca ara-lannda farklar
bulunmakla beraber bunların abartılacak kadar fazla olmadığı, lafızlan farklı
bile olsa aynı mânanın isabetli bir şekilde ifade edildiği görülür.
Sahabe devrinden
itibaren hadis âlimlerinin çoğunun, rivayet esnasında hadisin metninde
"vav" ve "fa" gibi atıf harflerinin bile değişmesine göz yummadığı, hatta Hz.
Peygamber'in söylediği bir kelimenin yerine eş anlamlısının konulmasına bile
izin vermediği, ilk üç nesilde birçok hadis râvi-sinin mâna ile rivayeti caiz
görmediği bilinmektedir.
Hadisin mâna İle
rivayetinde sakınca görmeyenler ise bu şekilde rivayet edecek kimselerin sarf.
nahiv ve lügat ilimlerini, lafızlar arasındaki anlam farkını iyi bilen, hadisi
lahinsiz rivayet eden, lafızların delâlet ettiği mânayı ve maksadı anlayan
râviler olmasını şart koşmuşlardır.
Bazı âlimler, mâna ile
rivayeti, fesahat ve belagattaki üstünlükleriyle tanınan ve Resûl-i Ekrem'in
sözünü işitip yaptığını gören sahabe neslinden başkasının yapamayacağını
söylemişler ve Iafzen rivayeti esas kabul ettikleri için bu yola sadece ihtiyaç
duyulduğunda başvurulabileceğini söylemişlerdir. İmam Mâlik gibi âlimler, merfû
oimayan metinlerin mâna ile rivayetine izin vermekle beraber Resûl-i Ekrem'in
sözlerinde bunun mümkün olamayacağını belirtmişlerdir.[58]
Resûlullah'tan duyup
öğrendiklerini yine onun emri gereğince duymayanlara nakletmek için hadisleri
kendi aralarında titizlikle müzakere eden ve kültürlerini ezbere nakletme
konusunda geniş bir tecrübeye sahip olan ilk nesillerin gayreti, titizliği ve
bu nakli dinî bir heyecanla yaptıklan göz ardı edilmemeli, aynca hadislerin
tedvininden sonra manen rivayete izin verilmediği de unutulmam alfair.
3. Hicrî I
(7.). yüzyılın ilk yansından itibaren bazı itikadı ve siyasî fırkaların
hadislerin yazılmamasını fırsat bilerek kendilerinin lehinde, muhaliflerinin.
aleyhinde uydurdukları sözler sahih hadis kitaplarına bile girmiş ve bunlar, kitaplardan
yeterince ayıklanmamiştır.
Mensup olduğu grubu
başarıya ulaştırmak, insanları dine yöneltmek veya zındıkların yaptığı gibi
dinden soğutmak, şahsî çıkar elde etmek vb. amaçlarla hadis uyduranlar ve
uydurdukları sözlerin müslümanlar tarafından benimsenmesini temin etmek için
çeşitli yollara başvuranlar bulunduğu bir gerçektir.
Esasen muhaddisler de
hadis diye uydurulan sözlerin İslâm'a getireceği za-ran önlemek için isnad
sistemini icat etmişlerdir. Bu sistemle birlikte hadislerin bir hocadan alınıp
rivayet edilme yöntemleri sağlam esaslara bağlandığı gibi hadis râvisini
dürüstlük, güvenilirlik ve rivayet ehliyetine liyakat açılanndan titiz bir
şekilde değerlendiren cerh ve ta'dîl prensipleri sayesinde zayıf ve uydurma
haberlerin ayıklanması sağlanmıştır.
Nitekim her devirde
yetişen hadis münekkitleri bu prensipleri uygulamak suretiyle bir râvinin
nerede ve ne zaman doğduğunu, nerelerde yaşadığını, hadis tahsiline ne zaman
başladığını, kimlerle arkadaşlık yaptığını, hocalarını, talebelerini, hadisi
kaynağından alıp rivayet etme usullerine ne ölçüde riayet ettiğini
araştırmışlar, öte yandan onun davranışlannı, karakterini, inanç durumunu,
akıl ve hafıza sağlamlığını, dolayısıyla ne ölçüde güvenilir olduğunu ortaya
koymuşlardır.
Bir râviyi.
kendisinden hadis almadan önce böylesine sıkı bir denetimden geçiren hadis
münekkitleri bununla da yetinmeyerek onu yaşadığı sürece gözetleyip hafızasını
sık sık kontrol etmişler, zihnî gerileme gibi bir değişiklik tesbit ettikleri
andan itibaren ondan hadis alınamayacağını ilgililere duyurmuşlardır.
Buhârî ve Müslim'in
"el-Câmiu's-Sahîh"leri gibi sahih hadis kitaplarının en belirgin
özelliği, ihtiva ettikleri hadislerin güvenilir râviler tarafından rivayet
edilmesidir. Bunlann içinde uydurma rivayetlerin bulunduğu iddiası ise bundan
dolayı gerçek değildir.
Hadisi Allah elçisinin
sözü olarak bilen ve onu Peygamber'in tavsiyesine uyarak daha sonraki nesillere
aynen aktarmayı ibadet kabul eden kimselerin icat ettiği isnad sistemleriyle
gelen rivayetlere güvenmeyenler, böyle bir itina ile nakledilmeyen, medeniyetin
aynlmaz bir parçası sayılan tarih, kültür ve edebiyat rivayetlerine nasıl
itimat edeceklerdir?
Hz. Peygamber'in
otoritesini kötüye kullanarak hadis uydurmaya kalkan-lann ortaya çıktığı günden
itibaren muhaddislerin samimi olmayan hadis talebelerini tanımak ve tanıtmak
için geliştirdikleri rical bilgisi ve edebiyatı ile rivayetleri anlamaya ve
onlar arasında görülebilecek uyumsuzluğu gidermeye yönelik ilimler hadisler
üzerinde titizlikle çalışıldığını göstermektedir.
4. Hadis
kitaplarında Kitâb-i Mukaddes'ten alınmış pek çok rivayet bulunmaktadır.
Bazı hadislerin,
Kitâb-ı Mukaddes'teki bir kısım metinlere benzemesine bakarak bunlann yahudi
veya hıristiyan asıllı râviler tarafından hadis kitaplarına sokulduğunu ileri
sürmek, eğer bir maksada dayanmıyorsa bir vehim veya bilgisizlik ürünüdür.
Bazı Ehl-i kitap
âlimlerinin, müslüman olduktan sonra herhangi bir art niyet taşımadan eski
kültürleriyle ilgili birtakım rivayetlerden söz ettikleri ve İsrâiliyat denen
bu haberlerin cahil insanlar tarafından dine sokulduğu bir gerçektir. Hadis
âlimleri bunları belirleyip asılsız olanlarını tenkit etmek için büı, çaba
harcamışlardır.
Ehl-i kitap'tan
intikal eden bilgilerin bir kısmı, İslâmî nakillere uyduğu için doğru, bir
kısmı gerçeklere ters düştüğü için yanlış, bir kısmı da doğruluğu veya
yanlışlığı bilinmeyen haberlerdir.[59] Bu
sebeple Resûl-i Ekrem, Kitâb-ı Mukaddes'teki mahiyeti bilinmeyen hususlar
konusunda ashabına ihtiyatlı davranmayı tavsiye etmiş, bu nevi haberleri doğrulamayı
veya yalanlamayı uygun görmemiştir.[60]
Buna göre Ehl-i
kitabın İslâmiyet'e uygun haberlerini nakletmekte bir sakınca bulunmadığı gibi
bu rivayetler peygamberlerin aynı ilâhî kaynaktan beslendiği gerçeğini ortaya
koyması bakımından da faydalıdır,
Meseleye bu açıdan
bakarak bütün semavî dinlerde bazı haber, hüküm ve ahlâk esaslarının birbirinin
aynı olacağını kabul etmek yerine, Kitâb-ı Mukaddes'teki rivayetlere benzeyen
bazı hadislerin ihtida etmiş olan sahâbî veya tabiîler tarafından uydurulduğunu
iddia etmek yahut Ehl-i kitap asıllı tabii âlimi Kâ'b el-Ahbâr gibi râvilerin
çok hadis rivayet etmekle ünlü sahâbîleri etkileyerek İsrâiliyat'ı onlar
vasıtasıyla hadislere kanştırdığını ileri sürmek bu sahâbİ-lere iftira olur.
5. Kur'an
âyetleri tevatür yoluyla geldiği için kesinlik ifade eder; fakat hadislerin
tamamına yakını haber-i vâhid sayıldığı, yani Peygamber'e aidiyeti kesin
olmadığı için zan ifade eder; din ise zan üzerine kurulamaz.
İmam Şafiî'nin
belirttiğine göre; II. (8.) yüzyılın sonuna doğru hadislerin, özellikle haber-i
vâhidlerin zan ifade etmeleri sebebiyle hukukî bakımdan kaynak olamayacağını
ileri süren kimseler görülmeye başlanmıştır.[61]
Hadislere
güvenmeyenlerin, gerekçe olarak onların Kur'an âyetleri gibi kesinlik ifade
etmediğini söylemeleri doğru değildir. Zira sübût ile delâlet tamamen farklı
şeylerdir. Sübûtun da şüphe edilmeyen Kur'ân-ı Kerim'de de delâleti kafi
olmayan âyetler bulunduğu halde hiç kimse bu âyetlerden şüphe etmemiştir.
Öte yandan iki kişinin
şehâdetini yeterli gören Kur'an
[62]
tevatür şartını aramadığı gibi, ne Resûl-i Ekrem ne de kendilerine sadece bir
kişi vasıtasıyla mektup veya talimat gönderdiği krallar, müslüman kumandanlar
veya kabile mensupları habercinin birden fazla olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Zira
haberi getiren kimsede aranan en önemli şart; zabtının sağlam, şahsiyetinin
güvenilir olmasıdır.
Sahih sünnete zayıf ve
mevzu haberlerin karışmaya başladığı tarihten itibaren İslâm âlimlerinin
hadisleri koruma amacıyla ortaya koyup geliştirdikleri hadis ilimleri ve
metotları, şâhidlik sırasında aranan şartlardan daha hassas ve sağlam
ölçülerdir. Hiçbir haber Kur'ân-ı Kerim gibi en güvenilir şekilde gelmemekle
beraber Hz. Peygamberin sözü olduğu bilinciyle titiz bir surette rivayet edilen
haberci vâhidlerin kesinlik ifade ettiği hususunda İslâm âlimlerinin çoğu,
özellikle de muhaddisler görüş birliğine varmışlardır.
Esasen bir haberin
güvenilir sayılması için onun mütevâtir rivayette olduğu gibi büyük bir
kalabalık tarafından nakledilmesi şartı; ne diplomatik konularda, ne ticarî
meselelerde, ne de günlük hayatın herhangi bir muamelesinde hiçbir zaman
aranmamaktadır. Zira böyle bir şartın gerçekleşmesi nadiren mümkün olacağı için
haberi verenin güvenilirliği sözünün kabul edilmesi için yeterli görülmektedir.
Dinin anlaşılıp
yaşanmasında Kur'an'ın yeterli olduğunu ileri sürenler, eğer ibadetlerin
vazgeçilmezliğini kabul ediyorlarsa, bu dinî merasimlerin, Hz. Peygamber
zamanındaki şekilleriyle ifa edilebilmesinin ancak hadis ve sünnet sayesinde
mümkün olacağını göz ardı etmemeleri gerekir.
Dinin anlaşılması
hususunda hadislerin dikkate alınmamasının doğuracağı en büyük tehlike; şahsi
görüşlerin ön plana çıkması ve bunun tabii sonucu olarak herkesin kendi anlayışını
isabetli görmesi yüzünden dinde büyük bir kargaşanın yaşanmağıdır.
Bu gerekçelerin ve
benzeri görüşlerin hadislere güvenilemeyeceğini ortaya koyduğu, Kur'an'da her
şeyin bulunduğu, dolayısıyla dinin yaşanması hususunda Kur'an'ın yeterli
olduğu ve hadise ihtiyaç bulunmadığı yönündeki görüşler, ilk devirlerden beri
ileri sürülmektedir. Nitekim sahâbî İmrân b. Husayn'ın hadislerden bahsettiği
sırada orada bulunan birinin: "Bize Kurandan söz et" demesi bu
kanaatlerin eskiliğini ortaya koymaktadır. Ancak İmrân'ın, hadisler olmadan
namazın ve zekâtın ifa edilemeyeceğini söylemesi üzerine o şahsın itirazından
vazgeçmesi
[63] ilk zamanlarda meseleleri
sadece Kur'an'la çözmek isteyenlerin bu görüşü fikrî bir akım haline getirmeyen
mutedil kimseler olduğunu göstermektedir.
Esasen Kur'an'da her
şeyin açıklandığını
[64] onda
hiçbir şeyin eksik bırakılmadığını
[65]
belirten âyetlere dayanarak hadislere ihtiyaç
bulunmadığını ileri sürmek doğru
değildir. Zira Kur'ân-ı Kerîm. Hz. Peygamberin Allah'ın âyetlerini açıklamakla
görevlendirildiğini ifade etmektedir.[66] Onun
açıklamalan ise ancak hadisle sabit olur.
Aynca Peygamber'in
emrettiğini yapıp yasakladığından-uzak durmayı
[67] ve
ona itaat etmeyi gerekli kılan âyetler, Resûl-i Ekrem'irMıadis veya sünnetle
tesbit edilebilen buyruklanna ve açıklamalanna uymayı zorunlu hale getirmektedir.
Bundan dolayı, hüküm koyma yetkisinin sadece Allah'a âit olduğunu belirten bazı
âyetleri öne sürerek ahkâm hadislerini kabul etmeyen kimselerin görüşleri de
tutarlı değildir.
Günümüzdeki hadis
muhaliflerinin bazen birbirlerine ters düştükleri de görülmektedir. Meselâ bir
kısmı,, muhaddislerin sadece sened tenkidi yapıp metin tenkidiyle meşgul
olmadıklannı ileri sürerken, bazılan hadislerin hem senedlerinin hem de
metinlerinin tenkit edildiğini, bu sebeple tenkit edilen bir şeyin din sayılamayacağını
belirtmektedir.[68]
Hadislere karşı kesin
.şekilde tavır alan Hindistan'daki Ehl-i Kur'an'ın (Kur'â-niyyûn) bazı
mensuplan, Kur'an'ın, müslümarilan birliğe çağırdığını, ancak rastgele
insanlann rivayetlerinden meydana gelen ve Hz. Peygambere itaati emreden hadis
kitapları terkedilmedikçe birliğin ve ilerlemenin sağlanamayacağını ileri
sürmektedirler.
Bunlar, ayrıca Kütüb-i
Sitte gibi hadis kitaplarının çok büyütüldüğünü, esasen bu kitapların Fslâm'a
ve müslümanlara zarar vermek için Arap olmayanlar ve özellikle İranlılar
tarafından meydana getirildiğini söylemekte bile sakınca görmezler.[69]
Kur'an ile yetinmenin
birliği sağlayacağını iddia edenlerin, namazın rekatları ve kılınış şekli bir
yana, günde kaç vakit kılınacağı konusunda bile fikir birliği edemedikleri,
dolayısıyla kendilerini yalanladıkları görülmektedir.
Hadise karşı tavır
alan İslâmî gruplann sistemleşmemiş mahiyetteki görüşlerini benimseyen çağdaş
bazı hadis muhalifleri, bu görüşlere yenilerin ekleyerek kanaatlerini
sistemleştirmeye gayret etmişlerdir.
İslâm dünyasında XX.
(20). yüzyılın sonlarında ortaya çıkmaya başlayan bu tavrın temelinde; Avrupalı
araştırmacıların Kitâb-ı Mukaddes'e yönelttikleri, dinî metinleri insan ürünü
gibi düşünerek eleştirme fikri (tarihî tenkit metodu) yatmaktadır. Bu metodu
önce şarkiyatçılar, ardından da onlardan etkilenen müslüman araştırmacılar
İslâm'ın dinî metinleri olan Kur'an ve hadislere uygulamak istemiş, hadisleri
birer birer tenkit etmek yerine kurulacak bir sistem çerçevesinde onları daha
kapsamlı bir şekilde değerlendirmeyi düşünmüşlerdir.
Buna göre gramer
kurallarına bağlı kalarak haedisleri anlamaya çalışmak veya onların,
Peygamber'e nisbetini araştırmak verimli bir yol olmadığından, hadislerden
genel prensipler çıkarıp bu prensiplere göre toplumun ihtiyaçlarına çözümler
getirmek daha isabetli bir yoldur. Bu tutum, muhaddislerin ve fakihlerin
anladığı İslâm'ın yerine, bundan büyük ölçüde farklı ve modern dünyada yaşanan
hayata daha yakın bir din olan onlann zihnindeki Müslümanlığı koymakta, Kur'an
ve hadisin hüküm vazetme yetkisine bakışları ise bu tavırlarını daha da
netleştirmektedir. Buna göre Kur'an'daki hüküm âyetleri son derece azdır;
bunlar da nazil olduğu zaman ve mekanın dışında bir hukukî metin kabul
edilmeyip dolaylı hukuk malzemesi niteliğinde görülmelidir.
Resûl-i Ekrem, ortaya
çıkan meselelere hukukî çözümler getiren bir peygamber değil, daha ziyade
ahlâkî bir ıslahatçı kabul edilmelidir.[70]
Modem zihniyetli
araştırmacılar, müsteşrikler gibi, hadislerin büyük bir kısmının Hz.
Peygamberle ilgisi bulunmayıp ilk devir fukaha ve muhaddisle-rinin görüşü
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kur'an ve hadislerdeki hukukî çözümleri,
Peygamber devriyle sınırlayan bu zihniyetin sahipleri, âlimlerin kendi
çağlarının, ihtiyaçlanna göre kanun koyabileceklerini iddia etmişlerdir.[71]
Hz. Peygamber
(s.a.v)'in sıfat ve davranışlarında hakim olan peygamberlik ve örneklik
vasfıdır; bu sebeple sayısız ayet ve hadiste ona uyulması, itaat edilmesi,
örnek alınması, sünnetine dört elle sarılmması istenmiştir, islam'ın
yorumcuları ve gerekse uygulayıcıları, hadislerin, hangi sıfattan kaynaklandığını
ve bu bakımdan bütün Müslümanlar için bağlayıcı olup olmadığını araştırmak ve
göz önüne almak durumundadırlar. Bu konuda inceleme ve araştırma yapanlar söz
konusu sıfat ve durumları 12'ye kadar çıkarmışlardır.
Resul, kendisine gelen
vahyi, hem uygulamak ve hem de tebliğ etmekle görevli insan demek olduğuna göre
onun önde gelen vazifesi- tebliğdir ve davranışlarının çoğu tebliğ
mahiyetindedir... Resulullah (s.a.v)'in şu hadislerinde bu sıfat ve
selahiyetlerini anlatmaktadır:
"Gafil olmayın!
Bana Kur'an verildiği gibi, onun yanında, onun kadar daha (bilgi ve hüküm)
verilmiştir. Bilin ki, yakın bir gelecekte karnı tok, koltuğunda gömülmüş biri
çıkıp şöyle diyecektir: Siz şu Kur'an'dan ayrılmayın, onda helal bulduğunuzu
helal, haram bulduğunuza da haram bilin.[72]
Peygamberimizin bu
sıfatına bağlı fiil ve sözlerini diğerlerinden ayırmak için bazı ipuçları
vardır: Örneğin, Veda Hutbesini okurken herkes duysun diye uygun aralıklarla
yüksek sesli tebliğciler koymuştur, "burada bulunanlar, bulunmayanlara
duyursun" demiştir. Veda haccını ifâ ederken de "yaptıklarıma
bakarak hac ibadetini öğrenin" buyurmuştur.
Dini tebliğ ve\
tamamlama mahiyetinde olan fetvanın farkı, hükmün soru üzerine açıklanması, bu
açıklamada soru soranın hali ve çevre şartlarının gözönüne alınmasıdır.
Abdullah ibn Abbâs'm
nakline göre; Veda Haccmda Resulullah (s.a.v) Mina'da, devesinin üzerinde
birçok soruya muhatap olmuş ve bunları cevaplandırmıştır. Bu cümleden olarak
birisi: "Kurbanı kesmeden tıraş oldum, ne yapayım?" diye sormuş,
"Şimdi kes, zararı yok" cevabını vermişler. Bir ikincisi gelerek
"Şeytan taşlamadan önce gidip Kabe'yi tavaf ettim, ne yapayım?" diye
sormuş, "zararı yok, şimdi şeytanı taşla" buyurmuşlar.
Hâsılı; bilgisizlik
veya unutma yüzünden insanların önce veya sonra yaptıkları her iş için
"zararı yok, yap" cevabını vermişlerdir.[73]
Amellerin en iyisi,
insanların en hayırlısı hakkında sorulan sorulara, soranın durumuna göre
farklı cevaplar vermiştir. Cahiliye devrinde içinde şarap yapılan bazı kaplarda
haram olmayan- nebiz (bir nevi şerbet) yapmak isteyenleri bundan menetmiştir.
Çünkü hem bu kaplann kötü hatıraları vardır, hem de Arabistan sıcağında bunlara
konulan nebîz kısa zamanda şaraba dönüşmektedir.
İbnu'l'Kayyim,
"İ'lâmu'l-muvakkiîn" isimli eserinin dördüncü cildinin sonunda,
Resûlullah'm fetvalanni 147 sayfada toplamıştır.
Kazanın iki yönü
vardır:
a. Muhakeme
sonunda ortaya çıkan duruma göre verilen hüküm bakımından kaza, fetva gibi bir
tebliğ ve teşridir. Aynı durumlarda aynı hükmün verileceğini, ilâhî iradenin
böyle olduğunu gösterir.
b. İspat
delillerine göre adaletin tevziî bakımından kaza isabetli de, hatalı da
olabilir, İsbat delilleri hakkın yerini bulmasını sağlamış ise hem hâkim isabet
etmiş ve ecir almıştır, hem de hükme muhatap olanlar sorumluluktan
kurtulmuşlardır.
Hak sahibi dâvasını
isbat edememiş, karşı taraf is-batta daha başanlı olmuş, hüküm de buna göre
verilmiş ise hâkim hata etmiş, fakat elinden geleni yaptığı için yine ecir
almış, adaleti yanıltan taraf ise manevî sorumluluk ile başbaşa kalmıştır.
Re-sûlullah (s.a.v) kazanın bu yönünü şöyle anlatıyor: "Bana dâvanızı
getiriyorsunuz, ben ancak bir beşerim, (kimin haklı olduğu konusunda) bana bir
vahiy gelmemiştir, vahiy gelmeyen konularda ben ancak reyimle hükmediyorum.
Olur ki biriniz, diğerine nispetle delilini daha tesirli anlatır, daha iyi
ortaya koyar, ben de onu haklı zannederek lehine hükmederim, her kime,
kardeşine ait bir hakkı hükmeder, verirsem sakın onu almasın, ben ona bir
parça ateş vermiş olurum.[74]
Hz. Peygamber'in kazâî
hükümlerini diğerlerinden ayırmak oldukça kolaydır; çünkü bu hükümler
genellikle açılan bir davayı takip etmekte, şahit ve delil istenmekte,
hükmediyorum (akdî) vb. ifadeler kullanılmaktadır. Bu nevi hükümleri toplayan
hususî kitaplar yanında hadis kitaplarının kaza bölümleri de birçok ömek ihtiva
etmektedir.
Resûlullah'm devlet
başkanlığı; peygamberlik, iftâ ve kaza selâhiyetlerinden farklı ve bunlara ek
bir sıfat ve selâhiyettir.
Devlet başkanına
toplumu idare etmek, onun menfaatini gözetmek, sosyal adaleti sağlamak, zararlı
oluşum ve cereyanlarla mücadele etmek, ülkeyi dışa karşı savunmak vb. görevler
verilmiştir. Bu görevler her peygambere verilmemiştir, bazı peygamberler
yalnızca tebliğ vazifesi almışlardır.
Peygamberimiz'in
risâlet ve iftâ selahiyetine dayanan davranışları bütün ümmet için geçerli ve
bağlayıcıdır; bunlann icrası ve bağlayıcılığı başka bir makamın iznine veya
hükmüne bağlı değildir. Devlet başkanı sıfatıyla yaptıkları ise hem diğer
başkanları bağlamaz, hem de devrin devlet başkam izin vermedikçe benzeri
haklar, mü'minler tarafından re'sen elde edilemez.
Ganimetin
paylaştınlması, devlete ait mal varlığının en uygun bir şekilde kullanılması
ve sarfı, cezaların infazı, orduların tertibi ve şevki, isyan ve terör
hareketlerinin basünlması, toprak, maden, su gibi kaynakların Özel şahıslar
veya kamu kuruluşlarınca işletilmesi; devlet başkanının selâhiyeti altındadır.
Başkan veya onun temsilcileri hüküm ve izin vermedikçe bunların alınması,
yapılması, icra edilmesi caiz değildir. Bu konularda bir önceki başkanın yaptıklarını,
sonra gelen başkan amme menfaatini gözeterek- değiştirebilir; meselâ Hz. Ömer,
müellefe-i kulûba zekâttan pay vermeyi terketmiştir, Hz. Osman isyancıların
üzerine asker sevketmemiş, Hz. Ali sevketmiştir...
Hukukçular, yukarıda
zikredilen hususların devlet başkanlığı selahiyetine dahil olduğunda
birleşmekle beraber bazı konularda farklı anlayışları olmuştur:
a.
Buhârî'nin, Hars 15'te rivayet ettiği hadiste; Peygamberimiz: "Bir toprağı
işleyerek kullanılır hale getiren ona mâlik olur" buyurmuştur.
Buna göre bir kimsenin
mülkiyeti altında bulunmayan toprağı imar ve ıslâh ederek verimli hale getiren
şahıs toprağın sahibi olmaktadır. Ancak bu ifade Resûlullah'ın hangi sıfatına
bağlıdır? Eğer devlet başkanı sıfatı ile söylemiş iseler bu hüküm, diğer
başkanları bağlamaz; her biri kendi çağ ve ülkelerinde amme menfaatini gözönüne
alarak devlete ait topraklar üzerinde tasarrufta bulunurlar ve toprak iman mülkiyet
sebebi olması daima devletin iznine bağlı bulunur.
Ebû Hanîfe'nin
içtihadı işte bu istikamettir. Çünkü toprak üzerinde ıktâ vb. şekillerde
tasarruf hakkı ve görevi devlet başkanına aittir, imam Şafiî bu hadisi fetva
ve tebliğ sıfatına bağlamış, "Çünkü Resûlullah'ın asıl işi ve sıfatı
budur, aksine delil bulunmadıkça hadisleri buna göre yorumlamak gerekir"
demiştir. Hadisin tebliğ (dini kaidenin açıklanması) mahiyetinde olduğu kabul edilirse
bu hakkı kullanmak, hiçbir kimsenin iznine tabî olmaz, her vatandaş toprağı
kendiliğinden ıslâh ederek ona sahip olur. îmam Mâlik bu konuda şehir ve
mücavir alan topraklan ile yerleşim bölgesinden uzak yerlerdeki toprakları
birbirinden ayırmış, birincisini devlet başkamlığı sıfatına bağlamıştır; çünkü
buralarda oturan insanların huzur ve menfaatlerini korumak devlet başkanının
sorumluluğu altındadır.
b. Ebû
Süfyân'ın karısı Hind b. Utbe, Resûlullah'a başvurarak "Kocası Ebû
Süfyân'ın cimri bir adam olduğunu, kendisine ve çocuğuna yetecek nafakayı
vermediğini" söyledi, Peygamberimiz ona "normal ölçülerde sana ve
çocuğuna yetecek kadarını bizzat al" buyurdu.[75]
Bu hadis-i şerifi
tebliğ ve fetva telakki eden müctehidler (Şâfiîler ve kısmen Hanefîîer) bundan
şöyle bir kaide çıkarmışlardır: Bir kimsenin sübut bulmuş alacağını borçlu
ödemekten imtina ederse alacaklı icra safhasında hâkime başvurmadan ve hattâ
borçlunun haberi olmadan alacağına tekabül eden malı bulduğu yerde alabilir
(Hanefîlere göre alacağı cinsinden malını alabilir). Mâlik ve Ahmed b. Hanbel
gibi müctehidler hadisi kaza selahiyetine bağladıkları için "hâkim izin
vermedikçe alacağını karşılayan malı bizzat alamaz" demişlerdir.[76]
c. Hz.
Peygamber "Savaşta düşmanı öldüren onun üzerinden çıkan eşyaya sahip
olur" buyurmuştur.[77]
Şafiî gibi bazı
müctehidler bu hadis-i şerifi tebliğ saydıkları için "her zaman, her
savaşta, düşmanını öldüren asker onun üzerindekilere sahip olur, bu onun
mükâfatıdır" demişlerdir. Ebû Hanîfe ve Şafiî gibi düşünen müctehidler
bunu, devlet başkanlığı sıfatına bağladıkları için başkan ve komutanların
iradesine bırakmışlar, onlar izin vermedikçe kimsenin ganimetten birşey alamayacağına
hükmetmişlerdir.[78]
Ayet ve hadislerin
ifade şekilleri ile uygulama vb. karineleri değerlendiren müctehidler, bazı talebleri
kesin olarak bağlayıcı (farz, vacib, haram) saymışlar, bazılarını ise teşvik
kabul etmişlerdir.
Güzel ahlâkı teşvik
eden hadisler, cennetliklerin vasıflarını anlatan hadisler, nafile ibâdetlerin
sevabını dile getiren hadisler böyle yorumlanmıştır. Ebû Zerr'i, takım elbise
giymiş kölesi ile birlikte gören birisi "bu ne haldir?" diye sormuş,
Ebû Zer de şöyle anlatmıştır: "Birgün köleme kızmış ve anasının durumunu
zikrederek ona hakaret etmiştim, Köle beni Allah Resulüne şikâyet etti. O da
'doğru mu, ona annesi sebebiyle hakaret ettin mi?' diye sordu, 'evet' dedim,
şöyle buyurdu: Sen hâlâ cahiliyye devri izleri taşıyan bir adamsın! Köleleriniz
sizin kardeşi eri nizdîr, Allah onları sizin himayenize vermiş, elinizin
altında kılmıştır, kimin böyle elinin altında bir kardeşi varsa ona yediğinden
yedirsin, giydiğinden giydirsin, gücünün yetmeyeceği bir işi ona yüklemesin,
yüklerse yardım etsin!.[79]
Bu hadiste geçen
yedirme, giydirme ve ağır iş buyurmama, köleye yardımcı olma emirleri
bağlayıcı (farz kılan) emirler olarak anlaşılmamıştır; bu sebeple köle ile
sahibinin farklı şeyler yemesi ve giymesi caiz görülmüştür
Bir konuda
anlaşmazlığa düşen tarafları, mahkemeye başvurup dâvayı isbat ile uğraşmaksızın
kısa yoldan anlaştırmak için yapılan teşebbüsler sulha yöneliktir. Sulh için
aracılık yapanlar hâkim gibi davranmazlar, tarafların iddialarını isbat edip
istediklerini almalarını sağlamazlar, onları karşılıklı fedâkârlık ve anlayışa
çağırırlar; bu iseteklif onları bağlamadığı için kabul etmemişlerdir.
Yine Peygamberimiz
Kâ'b b. Mâlik ile Abdullah b. Ebî Hadred arasında, birincinin ikincisi
üzerindeki bir alacağı sebebiyle çıkan anlaşmazlıkta Ka'b1-a, alacağının
yansından vazgeçip geri kalanım almasını tavsiye etmiş, o da bu nü kabul ederek
sulh olmuşlardır.[80]
Hz. Zübeyr ile
Medineli Humeyd arasında, birincisinin bahçesinden geçerek ikincisinin
bahçesine gelen bir su yüzünden anlaşmazlık çıkmıştı. Durumu Resûlullah'a
arzettiler, O da aralarını bulmak üzere "Zübeyr! Ağaçlannı sulayinca bırak
o da sulasın" dedi. Humeyd buna razı olmayıp hiddetlenince de
"Zübeyr! Ağaçlarını sula, sonra da havuzlardan taşıncaya kadar suyu
tut!" buyurdu.[81]
Birinci tavsiye,
anlaşmayı sağlamak üzere fedâkârlık teklifi şeklinde, ikincisi ise karşı taraf
anlaşmaya yaklaşmadığı ve haksız olduğu için- haklı olana, hakkını kullanması
şeklinde ifade buyrulmuştur.
Burada Resûlullah
(s.a.v) yukarıda gördüğümüz sıfatları ile değil, kendisi ile istişare edilen bir
problemin çözümünde yol gösterici olarak hareket etmekte, çözümler teklif
etmektedir.
Hz. Aişe, Berîre
isimli bir cariyeyi satın alıp âzâd etmek istemişti. Bağlayıcı kaidelere göre
(şerîate göre) bir köleyi âzâd eden kişi ile o köle arasında bir velayet
ilişkisi doğuyordu. Berîre'nin sahibi bu velayet hakkının kendilerinde
kalmasını şart koşuyor, ancak bu şartla satmaya yanaşıyorlardı. Hz. Aişe, hakkından
vazgeçmeden cariyeyi nasıl alabileceğini sevgili Eşi (s.a.v) ile istişare etti,
Peygamberimiz ona şöyle dedi: "Sen onların şartını kabul et ve onu al;
sonuçta velayet hakkı ancak âzâd edene aittir." Hz. Aişe bunun üzerine
gidip cariyeyi satın aldı ve âzâd etti, sonra Resûlullah minbere çıkarak halka
şöyle seslendi: "Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah'ın Kitabı'na uymayan
şartlar ileri sürüyorlar!.. Velayet hakkı yalnızca âzâd edene aittir.[82]
Eğer Peygamberimizin
ilk ifadesi "teşrî, tebliğ, fetva, kaza" kabilinden olsaydı şart
muteber olacak ve velayet hakkı satanda kalacaktı; sonraki ifadesi bunun böyle
olmadığını, ilk ifadesinin ise "meşru bir maksadı elde etmek üzere
bulunmuş bir çözüm, bir istişârî reyden ibaret" olduğunu göstermektedir.
Medine'de zirâatçiler
hurma meyvasmı daha olgunlaşmadan ağaç üzerinde satarlardı. Kesim zamanı
gelince de meyva çeşitli sebeplerle az çıktı denir, karşı taraf buna itiraz
eder ve böylece anlaşmazlık çıkardı. Hz. Peygamber bu yüzden meydana gelen
anlaşmazlıkların çoğaldığım görünce şöyle buyurdu: "Böyle olup gidecekse
(anlaşmazlıkların ardı arkası kesilmeye çekse) ağacın üzerinde olgunlaştığı
belli oluncaya kadar meyvayı satmayın.[83]
Hadisin Buhârî'deki
rivayetinde râvî Zeyd b. Sabit şu yorumda bulunmaktadır: "Hz. Peygamber
bu yüzden anlaşmazlıkların çoğaldığını gördüğü için ashaba, istişârî olarak yol
göstermiştir." Bunun mânâsı, hadisin bağlayıcı olmadığı, meyvayı daha önce
satmanın kesin olarak yasaklanmadiğidir.
Peygamberimiz adetâ
"bana sorarsanız şöyle yapın daha iyi..." demektedir.
Peygamberimiz, haram
ve yasak olmamakla beraber uygun ve yerinde bulmadığı bir davranış veya
teşebbüse muttali olduğu zaman ilgililere öğüt vermek, doğru ve uygun olanı
söylemek suretiyle nasihat etmiştir; bu da kesin ve bağlayıcı olmayan
davranışları çerçevesine girmektedir.
Bu cümleden olarak
Beşîr b. Sa'd isimli sahabi, oğlu Nu'mân'a bir hizmetçi hediye etmiş, diğer
oğullarına böyle bir bağışta bulunmamıştı. Karısının isteği üzerine bu
bağış-olayına Hz. Peygamber'i şahit tutmak istedi, Peygamberimiz Beşîr'e
"bütün çocuklarına bu şekilde bağışta bulundun mu?" diye sordu;
"hayır" cevabını alınca "beni haksız bir davranışa şahit
kılma" dedi; bir başka rivayette "bütün çocuklarının sana eşit
derecede itaatli ve bağlı olmalarını ister misin?" diye sordu, "evet"
cevabını alınca da "öyleyse olmaz" dedi.[84]
İmam Ebû Hanîfe, Mâlik
ve Şafiî bu hadiste geçen yasaklamayı, kesin ve bağlayıcı bir yasaklama olarak
değil, aile düzenini ve akrabalık bağlarını korumak için yapılmış bir nasihat
olarak anlamışlar ve "kişinin, çocuklarından birine mal bağışlamasının
caiz olduğunu" söylemişlerdir. Mezkûr müctehidler bu yorumu yaparken
Resûlullah'ın bu konuda bağlayıcı bir yasaklamasının yaygın olarak
bilinmediğini ve bir rivayette "başkasını şahit tut" dediğini
gözönüne almışlardır. Buna karşı Ahmed, Dâvûd, Süfyân gibi müc-tehidler hadiste
geçen yasaklamayı bağlayıcı ve kesin olarak almışlardır.
Aynı çerçevede başka
bir örnek, Fâtıma b. Kays ile ilgilidir. Bu hanımı kocası boşamışü, iddeti
dolunca Peygamber Efendimiz'e gelerek kendisini, hem Muâviye'nin, hem de Ebû
Cehm'in istediğini söyledi. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: "Ebû Cehm eli
değnekli bir adamdır. Muâviye b. Ebî Süfyân ise çok fakirdir, sen Usâme b. Zeyd
ile evlen!" Fâtıma önce Üsâme'yi istememiş, fakat Resûlullah'ın isran
üzerine onunla evlenmiş ve mutlu olmuştur.[85]
Bu hadis bir öğüt ve
tavsiye olarak anlaşılmıştır; çünkü islâm'da bir kadının gerek fakir ve gerekse
sert kimselerle evlenmesi yasak değildir.
Eşsiz bir eğitimci
olan Peygamberimiz'in bu sıfatla vâki davranışları daha çok ashaba yönelik
olmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde ashâb öğülmüş, İslâm'ın bu ilk ve
büyük neslinin müstesna özellikleri dile getirilmiştir.
Peygamberimiz nasıl en
kâmil örnek insan ve peygamber ise, ashabı da öyle kâmil ve örnek bir nesildir.
Peygamberimiz bu nesli yetiştirirken, eğitirken onlann bu ö/elliklerini dikkate
almış, onlara mahsus yükümlülükler getirmiş, vazifeler vermiştir. Bunların
parlak bir örneği hicreti takip eden günlerde yaşanmış, Peygamberimiz
tarafından herbiri bir muhacire kardeş kılınan Ensâr (Medineli müslümanlar)
onlarla herşeylerini paylaşmışlardır.
Sahabeden Berâ b. Azib
rivayet ediyor: "Resûlullah (sav) bize yedi şeyi emretti, yedi şeyi de
yasakladı: Hasta ziyaretini, cenazeyi kabre kadar götürmeyi, aksırana 'Allah
sana rahmet etsin' demeyi, yemin edenin yeminine riâyet etmeyi, haksızlığa
uğrayanın elinden tutmayı, herkese selâm vermeyi ve davete katılmayı emretti.
Altın yüzük takmayı, gümüş kap kullanmayı, kırmızı eyer yastığı
kullanmayı,.kabartma çizgili ipek, kalın ipek, ince ipek ve genellikle ipek kullanmamızı
yasakladı.[86]
Bu ondört maddenin
bazılan farz, bazılan haram olmakla beraber, meselâ aksırana dua etmek farz
değildir, kırmızı eyer yastığı kullanmak da haram değildir. Buna rağmen
hepsinin bir arada zikredilmesi ashabı dünya ile fazla içli dışlı olmaktan
alıkoymak, lüks ve refaha dalarak asıl maksattan uzaklaşmalarını önlemek
içindi.
Sahabeden Râfi b.
Hadîc'e amcası Zuhayr: "Resûlullah bizim için faydalı olan bir şeyi
yasakladı" deyince Râfi: "Resûlullah ne demij ise o haktır, yerindedir"
demiş ve ne olduğunu sormuştu, amcası anlattı: "Belli yerlerinden çıkan
mahsul, yahut belli ölçekte ürün karşılığı kiraya veriyoruz" dedim.
Efendimiz: "Öyle yapmayın, yi kendiniz ekin, ya ektirin, yahut da olduğu
gibi tutun" buyurdu. Râfi amcasından bunu duyunca "emri başımın
üstüne!" dedi. Müctehidlerin çoğu, Peygamberimiz'in bir sahâbi aileye
yönelik bu emrini ümmetin tamamı için bağlayıcı saymamışlardır. Buharı de bu
sebeple hadisi zikrettiği bölümün başlığında şöyle demiştir: "Ashabın
aralarındaki yardımlaşmalar bölümü.[87]
Resûl-i Ekrem'in
eşlerine, çocuk ve torunlarına karşı tutumunda, emir ve tavsiyelerinde bu
"kemâl, takva ve örneklik" eğitiminin müstesna örnekleri vardır.
Canı gibi sevdiği kızı
Fâtıma'nın kolunda gümüş bilezik gördüğü için evine girmemesi; yine Fâtıma'nın
bir hizmetçi istemesi üzerine evine gelerek hem hizmetçi vermeyeceğini
bildirmesi, hem de Allah'ı zikir şeklinde ek vazifeler vermesi; hanımları,
diğer kadınlar gibi giyinip kuşanmak, takıp takıştırmak isteyince "Ey
peygamber! Eşlerine şöyle de: 'Eğer siz dünya hayatını, zînet ve refahını
istiyorsanız gelin -istediklerinizi- size verip güzellikle sizi boşayayım.
(Yok) eğer Allah'ı, Resulü nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz Allah,
içinizden iyi amel sahibi olanlarınıza büyük bir mükâfat hazırlamıştır
[88]
mealindeki âyetin gelmesi bu örneklerden yalnız birkaçıdır.
İslâm, insanların iman
ve düşüncelerine de yön vermekte, ışık tutmaktadır, îman ve düşünce
çerçevesine giren çok ince, zor ve yüce konular vardır. Bunları kavrama
hususunda, sahabeden de olsa, kişiler aynı seviyede olamazlar, "insanın,
Allah'ı anlayıp kavrayamayacağıni anlaması, anlamanın ta kendisidir" diyen
Ebû Bekir ile "Allah nerede?" sorusunu göğü göstererek cevap veren,
buna rağmen imanı geçerli sayılan bedevi kadının idrâki aynı seviye de
tutulamaz ve gerçekler bu iki farklı seviyeye aynı üslûb ile anlatılamaz.
Resûlullah (s.a.v) bir
akşam üzeri Ebû Zerr'e Uhud Dağını göstererek şöyle demiştir: "Ey Ebû Zer!
Şu dağ kadar altınım olsa, üç dinar hariç, hepsini -Allah yolunda- harcamaktan
başka bir şey istemezdim.[89]
Peygamberimiz bu
sözleri ile dünyaya, servet ve refaha bakışını dile getirmiş, gönlüne hâkim
olan asıl sevginin ne olduğuna işaret buyurmuştu; alıkoyduğu üç dinar da
borçları ve zaruri ihtiyaçları içindi, Ebû Zerr bunu böyle anlayacağı yerde
müslümamn zarurî ihtiyaçları dışında para ve servet sahibi olmasının, bunları
dağıtmayrp elinde tutmasının -zekâtını verse dahi- caiz olmadığı şeklinde
anlamış, fakat diğer ashâb bu anlayışa katılmamışlardır.
Bağlayıcı, farz ve
zarurî olmadığı halde, iyi, güzel uygun olan davranış ve ibâdetleri teşvikte
heyecanlı ve itici ifadeler kullanıldığı gibi, bunların zıddı söz konusu olduğu
zaman da caydırıcı, alıkoyucu, engelleyici ifadeler kullanılmıştır.
Eğitimde bu üslûb ve
ifade hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Müctehid, bı ifadelerden hangilerinin
kesin olduğunu, hangilerinin böyle olmadığını diğeı delil ve karineleri
değerlendirerek ayırmak mecburiyetindedir. Meselâ Peygamberimiz, namazı
evlerinde kılıp cemâate gelmeyenler hakkında şöyle buyurmuşlardır:
"Hayatım elinde
olana yemin olsun, içimden öyle geçiyor ki, emredeyim odun toplansın, sonra
söyleyeyim ezan okunsun, sonra birisine emredeyim cemâate imam olsun, sonra
ben onlardan ayrılıp evlerinde kalan adamların yanlarına varayım ve onlar
içeride iken evlerini yakayım. Allah'a yemin ederim kî onların her biri yağlı
bir kemik, yahut iyisinden iki ayak (paça) bulacağını bilse hemen yatsı
namazına gelirdi.[90]
Şüphe yok ki Allah
Resulü, cemâate gelmeyenlerin evlerini yakacak değildir, aynca "yağlı
kemik..." gibi sözleri nadiren söylemektedir; burada maksat, cemâatle
namazın önemini anlatma'k ve cemâate gelmeme âdetini ortadan kaldırmak,
müslümanlar cemâat sevabından ve bereketinden istifade etmelerini sağlamaktır.
Peygamberimiz yine bu
maksatla "şöyle şöyle yapmayan iman etmiş olmaz" ifadesini çeşitli
konular için kullanmıştır.
Bunlardan birinde
şöyle buyurur: "Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz!"
"Kim, yâ Resti lullah?" diye sorarlar, devam eder: "Komşusu, kötülüklerindi de olmayan kimse.[91]
Bu nevi kusurların
kişiyi imandan çıkarmadığı kesin deliller ile bilinmektedir; bu ifadenin yöneldiği
maksat sakındırmak ve bu gibi davranışların mü'minlere yakışmadığını etkili
bir şekilde ortaya koymaktır.
Peygamberimiz bir
insan olduğu, her İnsanda bulunan normal vasıfları, ihtiyaç ve temayülleri
bulunduğu için bunlara bağlı davranışlarda bulunması da tabiîdir.
Günah ve yasak
çerçevesine girmemek 'şartıyla gerek dinî hayatında ve gerekse dünya işlerindi
günlük hayatında bu kabil davranışlarda bulunmuş, ümmetini de bu konularda
serbest bırakmıştır. Yeme, içme, yatma, yürüme, binme şekli, bu konulardaki
zevk ve tercihi burada örnek olarak zikredilebilir. Tamamen müsbet ilmin,
tekniğin ve teknolojinin konusu olan dünya işleri de böyledir; O'nun bu
konulardaki sözleri şahsî görüş, zan ve tecrübesine dayanmaktadır, ümmeti için
bağlayıcı değildir.
Bedir savaşında
mevzilenme yeri ile ilgili görüşü ve tavsiye üzerine yer değiştirmesi,
ağaçlarının tozlaştırıİması konusundaki reyi ve bunun sonucu ile ilgili
örneklere daha önce yer verilmişti.
Namazda secdeye
giderken Resûlullah (sav) genellikle önce dizlerini, sonra ellerini yere koymuş
ve böyle yapılmasını buyurmuştur.
[92]
Mâlik ve Evzâî gibi
bazı müctehidlerin önce ellerin konması gerektiği şeklindeki görüşlerine,
"Peygamberimiz yaşlandığı zaman, önce dizlerini yere koymakta güçlük
çektiği için böyle yapmıştır, sünnet olan önce dizleri koymaktır" şeklinde
cevap verilmiştir. İşte bu önce ellerin konması, ibâdet için de olsa, beşeriyet
icabı bir davranıştır.
Peygamberimiz Veda
Haccmda, Veda Tavafından önceki gün, Mekke ile Mina arasıdaki Abtah düzlüğünde
konaklamış, burada öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılmış, biraz
istirahat etmiş, sabaha karşı halkı uyandırmış ve Veda Tavafı için Mekke'ye
gelmiştir. Abdullah ibn Ömer bu düzlükte konaklama, namaz ve istirahatı sünnet
(tebliğ tasarrufu) olarak yorumlamış ve ömrü boyu buna riayet etmiştir. Hz.
Âişe ise şöyle demektedir: "Bu konaklama sünnet değildir, Peygamberimiz
buna halka kolaylık olsun burası müsait olduğu için rahatça toplanıp hazırlıklarını
yaparak veda tavafına gidebilsinlerf. diye yapmıştır, isteyen burada konaklar,
istemeyen konaklamaz.[93]
Sabah namazından sonra
sağ yanı üzerine yatıp istirahat etmesi de aynı şekilde farklı
değerlendirilmiş; bazıları bunu sünnet telakki ederken bazıları beşerî, tabiî
bir olay olarak yorumlamışlardır.
Hz. Meymûne'nin evinde
Resûlullah'm (s.a.v) sofrasına kızartılmış çöl keleri konmuştu, yemek üzere
elini uzattığı sırada bunun keler olduğunu söylediler ve elini geri çekti,
"bu haram mıdır?" diye sorulunca "hayır, fakat bu bizim
memleketimizde yoktur, ondan hoşlanmıyorum" dedi. Hadisi rivayet eden
Hâlid b. Velid diyor ki: "Bunun üzerine Resûlullah'm gözü önünde keleri
önüme çekip yedim.[94]
Hâlid b. Velid'in bu
davranışı, Hz. Peygamberin keleri yememesini bundan hoşlanmamasına, keler eti
yemeye alışmadığı için bunu sevmemesine
bağlamasına dayanmaktadır. Helal olan bir şeyi sevip
sevmemek beşerî, tabiî bir zevk ve tercih meselesidir.
Buraya kadar Resûl-i
Ekrem Efendimiz'in çeşitli sıfatlarla ortaya koyduğu, bağlayıcılık bakımından
farklı hükümler ifade eden davranışlarını gördük.
Şüphe yok ki O'nun
asıl vazifesi ve Allah tarafından eğitilerek insanlığa gönderilmesinin sebebi
peygamberliktir, tebliğdir ve rehberliktir; bu sebeple de davranışlannm çoğu bu
sıfatına dayanmaktadır.
Bunun en açık işareti
de herkesin duyması için gayret sarfetmesi, herkesin gözü önünde uygulaması,
buna uygun üslûblâr kullanmasıdır. Ancak verilen ve çoğaltılması mümkün
bulunan örnekler O'nun başka sıfatlarla ve bağlayıcı olmayan davranışlarda da
bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Bu davranışlarının
önemli işaretlerden biri herkesin duyması için gayret göstermemesi, uygulamada
ısrar etmemesidir. Nitekim ebedî âleme intikalinden önceki hastalığında bazı
tavsiyelerini yazmak üzere bir kâğıt istediği zaman yanında bulunan sahabe
konuyu tartışmış, bazıları "Allah'ın Kitabı'nın elde olduğunu, dinin
tamamlandığının bildirildiğini, bu halinde Hz. Peygamber'i bunlarla rahatsız
etme ve yormanın doğru olmayacağını" veri sürerek kâğıt getirmeyelim
demiş, bazılan İse getirmek istemişlerdi. Peygamberimiz tartışmayı keserek
vazgeçtiğini bildirdi.[95]
Eğer bu isteği bir
tebliğ olsaydı, peygamberlik görevinin gereği bulunsaydı, "güneşi sağ
eline, ay'ı da sol eline verseler yine bu isteğinden vazgeçmezdi", ısrar
eder ve vazifesini yerine getirirdi.
[96]
1. Bühârî: Ebû
Abdullah Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm ibnü'1-Mu-ğîre b. Berdizbeh (belde
yönünden), el-Buhârî (ki bu nispet, Buhara şehrine'dir), el-Cu'fî (ki bu,
azadhk nispetidir), ezberleme zirvesi, alimlerin imamı. H. 194/809 yılında
doğdu, H. 256/870 yılında ise öldü.
2. Müslim: Ebu'I-Hüseyin
Müslim ibnü'l-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî (kabilesine nispet yönünden)
en-Nîsâbûrî (şehir yönünden). H. 204/819 yılında doğdu, H. 261/875 yılında
öldü.
3. Ebû Dâvud:
Süleyman ibnü'l-Eş'as b. İshâk b. Beşîr b. Şeddâd el-Ezdî (Yemen'deki bir
kabileye nispet yönünden) es-Sicistânî (şehir yönünden). H. 202/817 yılında
doğdu, H. 275/888 yılında Basra'da öldü.
4. Tirmizî: Ebû
îsâ Muhammed b. îsâ b. Sevre b. Mûsâ ibnu'd-Dah-hâk es-Sülemî (Benû Süleym
kabilesine nispet yönünden) et-Tirmizî (belde' yönünden). H. 209/824 yılında
doğdu, H. 279/892 yılında öldü.
5. Nesâî: Ebu
Abdurrahman Ahmed b. Şuayb b. Alî b. Sinan b. Bahr en-Nesâî (Horasan
şehirlerinden Nesâyâ nispet yönünden). H. 225/839 yılında doğdu, H. 303/915
yılında öldü.
6. İbn Mâce:
Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd er-Rebe'î (ki bu, azadlıları olduğu Rebîa'ya
nispettir), el-Kazvînî (Irak'ta meşhur bir şehir olan Kazvîn'e nispet
yönünden). İbn Mâce el-Kazvînî adıyla meşhur oldu. H. 209/824 yılında doğdu, H.
273/886 yılında öldü.
7. İmam Ahmed B. Hanbel Eş-Şeybânî: Ehl-i Sünnet ve'l-ce-maâtin imamı. H. 164/780 yılında
doğdu, H. 241/855 yılında öldü.
[97]
"Seni noksan
sıfatlardan tenzih ederiz! Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz
yoktur. Şüphesiz Alîm (her şeyi bilen) ve hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) olan
ancak Sensin.[98]
1. Hz. Ömer
(r.a)'dan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu işittim:
"Ameller,
niyetlere (Bir rivayette: niyete
[100])
göre değerlendirilir. Herkese ancak niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin
hicreti, Allah'a ve Resülüne ise, onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin
hicreti de elde e-deceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına ise, onun
hicreti de o hicret ettiği şeyedir.[101]
Buhârînin bir
rivayetinde ise, Alkame b. Vakkâs el-Leysî der ki:
"Ömer
ibnu'l-Hattâb (r.a)'ın minber üzerinde şöyle dediğini işittim:
Ameller, niyetlere
göre değerlendirilir. Herkese ancak niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin
hicreti, elde edeceği bir dünyalığa veya ni-kahlanacağı bir kadına ise, onun
hicreti o hicret ettiği şeyedir.[102]
2. Ebu Mûsâ
el-Eş'arî (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v)'e;
cesurluk, hamiyet
[103] ve
riya için çarpışan kişinin, yani bunların hangisinin Allah yolunda olduğu
soruldu. O da:
Sadece' Allah'ın
kelimesinin
[104] hakim olması için
çarpışan kimse' diye cevap verdi.[105]
Bir rivayette İşte o kimse,
Allah yolundadır" ilavesi yer almaktadır.[106]
Nesâî ile Ebu Davud'un
rivayetinde ise, Ebu Mûsâ el-Eş'arî şöyle der:
Birbedevî, Resulullah
(s.a.v)'e gelip:
Bir adam, anılmak için
savaşıyor, (bir adam) övülmek için savaşıyor, (bir adam) ganimet elde etmek
için savaşıyor ve (bir adam da kahramanlıktaki) derecesini göstermek için
savaşıyor. Bunların hangisi Allah yolundadır?' diye sordu. O da:
Kim Allah'ın
kelimesinin hakim olması için savaşırsa, İşte o kimse, Allah yolundadır' diye
cevap verdi.[107]
Nesâî, (Bir adam)
övülmek için savaşıyor" ifadesini zikretmemiştir.
3. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
İman, yetmiş küsur
[109]
şubedir.[110]
Buhârî'nin bir rivayetinde,
Ebu Hureyre şöyle der:
İman, altmış küsur
şubedir. Haya da, imandan bir şubedir.[111]
Bir rivayette ise, şu
ilave vardır:
"İmanın en üst seviyesi,
"Lâ ilahe illallah" (Allah'tan başka ilah yoktur) sözü ve en alt
seviyesi ise, eziyet verecek şeyi yoldan kaldırmaktır.[112]
Tirmizî, Haya da,
imandan bir şubedir" ifade-sine yer vermemiştir. Fakat diğer bir
rivayetinde blj lîjLjj âîu'jl İman, altmış dört bölümdür" ifadesine yer
vermiştir.[113]
Nesâî ise, diğer bir
rivayetinde kısa olarak şu ifadeye yer vermiştir:
Haya da, imandan bir
şubedir.[114]
4. Abdullah
ibn Abbâs {r.anhümâj'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v),
Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndereceği
[115]
sırada ona şöyle buyurdu:
"Gerçekten sen,
Kitap ehli
[116] olan bir kavme
gidiyorsun. Buna göre onları; Allah'tan başka ilah olmadığına, benim de
Allah'ın resulü olduğuma şahadet getirmeye davet eyle. Eğer buna itaat edecek
olurlarsa, o zaman onlara, her gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğunu
bildir. Buna itaat edecek olurlarsa, o zaman onlara, Allah'ın, kendilerine,
zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan zekatı farz kıldığını bildir.
Eğer buna da itaat edecek olurlarsa, o zaman sakın mallarının en kıymetlilerini
alma!
[117] Mazlumun bedduasından da
sakın! Çünkü mazlumun yaptığı dua ile Allah arasında perde yoktur.[118]
Konu ile ilgili bir
rivayette ise; Resulullah (s.a.v), Muaz b. Cebel'e şöyle der:
Gerçekten sen, Kitap
ehli bir kavme gitmektesin. (Gittiğinde) ilk önce onları, Allah'a ibadet etmeye
çağır. Eğer Allah'a ibadet etmeyi bilirlerse, o
zaman Allah'ın, gündüz ve gecelerinde beş vakit namazı onlara farz
kıldığını bildir. Eğer bunu yapacak olurlarsa o zaman Allah'ın, zenginlerin
mallarından zekatı alıp fakirlerine vermelerini farz kıldığını bildir. Eğer
buna itaat edecek olurlarsa, o zaman onlardan zekatı al. (Fakat) insanlann
mallarından en iyile-rini almaktan da sakın!.[119]
5. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Gerçekten yüce
Allah, ümmetimin (fiilen) yapmadıkça yada (dilleriyle) söylemedikçe,
gönüllerinden geçirdikleri (kötü) şeylerden
[120] sorumlu
tutmaz.
[121]
Bir rivayette ise
Gönüllerinden vesveseyi geçirmedikçe ifadesi yer almaktadır.[122]
Ebu Davud'un rivayet
ettiği lafız ise şu şekildedir:
"Gerçekten Allah,
ümmetimin (fiilen) yapmadığı ya da (dille) söylemediği, (fakat) gönüllerinden
geçirdikleri (kötü) şeylerden sorumlu tutmaz.[123]
6. Ebu
Hureyre (r.a)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Resulullah
(s.a.v) vefat edip ondan sonra Ebu Bekr (r.a) halife seçildiği
ve bazı Arap toplulukları
dinden döndüğü zaman
[124]
Ömer ibnu'l-Hattâb, Ebu Bekr'e:
Allah'a yemin ederim
ki, namaz ile zekatın arasını ayıranlarla mutlaka savaşacağım. Çünkü zekat,
malî bir haktır. Allah'a yemin ederim ki, Resulullah (s.a.v)'e vermiş
oldukları bir oğlağı bile bana vermezlerse, vermemelerinden dolayı onlarla
muhakkak savaşırım' diye cevap
verdi. Bunun üzerine Ömer:
Allah'a yemin ederim
ki, Allah, Ebu Bekr'in gönlünü savaş için genişletmiş ve onun (bu konudaki)
görüşünün hak olduğunu anladım dedi.
[125]
Bir rivayette ise,
Vermiş oldukları bir deve yularını ifadesi yer almaktadır.[126]
7. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kendisini dağdan
aşağıya atıp da canına kıyan kimse, cehennem ateşi içinde ebedi ve daimi olarak
yuvarlanıp duracaktır. Zehir yutup da canına kıyan kimse, o zehiri cehennem
ateşi içinde ebedi ve daimi olarak
[127]
yutmaya çalışacaktır. Kendisini bir demir parçasıyla öldüren kimse ise, elinde o
demir parçası olduğu halde, onu karnına saplar bir vaziyette cehennem ateşinde
ebedi olarak kalacaktır.[128]
Bu hadisi(n bu
şekildeki metnin)i; Buhârî, Müslim, Tirmizî ile Nesâî rivayet etmiştir:
Yalnız Nesâî, bir
demir parçası" ifadesinden sonra. Demir parçasını karnına saplayarak"
ilavesi yer almaktadır.[129]
Ebu Dâvud ise, (bu
hadisin) "zehir" ile ilgili bölümünü rivayet etmiştir. Konu ile
ilgili hadisin lafzı şu şekildedir:
Zehir yutup canına
kıyan kimse, o zehir (kadehin)i elinde, cehennem ateşi içinde ebedi ve daimi
olarak yutmaya çalışacaktır.[130]
8. Ebu Kılâbe
yoluyla Sabit ibnu'd-Dahhâk (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Sabit, Ebu
Kılâbe'ye; Resulullah {s.a.v)'e, ağacın altında
[131]
bey'at ettiğini ve Aliah Rasulunun şöyle dediğini haber verdi:
Kim İslam'dan başka
bir din adına yalan yere kasten yemin ederse, o kimse, dediği gibi (o dinden)
olur.
[132] Kim de kendini herhangi
bir şeyle öldürürse, kıyamet günü (kendini öldürdüğü) o şeyle azab olunur.[133]
Kişi, sahip olamadığı bir şey hususunda adakta
[134]
bulunamaz' buyurmuştu.[135]
Bir rivayette ise, şu
ilave yer almaktadır:
Mümin kimseye lanet
etmek, onu öldürmek gibidir.
[136]
Herkim, mümin bir kimseyi küfürle itham ederse, onu öldürmüş gibidir. Kim
kendisini herhangi bir şeyle keserse, kıyamet gününde, o şeyle kesilir.[137]
Diğer bir rivayette
ise, şu ilave yer almaktadır:
Kim malını çok
göstermek için yalan yere bir şey iddia ederse, Allah, o enin malını daha
ziyade azaltmaktan başka bir şey
[138]
yapmaz.
[139]
Tirmizî'nin bir
rivayetinde ise, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Kişi, sahip olamadığı
bir şey hususunda adakta bulunamaz. Mümine lanet eden kimse, onu öldüren
gibidir. Bir mümini kafirlikle itham eden kişi,
onu öldüren gibidir. Herhangi bir şeyle
kendini öldüren kişiye, Alîah, kıyamel gününde, kendini öldürdüğü şeyle azab
edecektir.[140]
Bazı rivayetlerde, Hz.
Peygamber (s.a.v)'in Sahip olamadığı bir
şey hususunda..." ifadesi yer almaktadır.[141]
9. Ebu
Hureyre (r.a)'dan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Zina eden kimse,
zina ederken, mümin olarak zina etmez. Hırsızlık yapan kimse, hırsızlık
yaparken, mümin olarak hırsızlık yapmaz. İçki içen kimse de, içki içerken,
mümin olarak içmez.[142]
(İbn Şihâb) der ki:
(Hadisin) ravisi Ebu Bekr, Ebu Hureyre'den naklen der ki: "Ebu Hureyre, bu
sözlere: İnsanların gözleri önünde kıymetli bir
şeyi zorla yağma eden kimse, yağma
ederken, mümin olarak yağma etmez1 ifadesini eklemiştir.
[143] (Hadisin lafeı
Müslim'e aittir.)
[144]
Benzeri bir rivayette,
değerli bir şey" ifadesi düşmüştür.
[145]
Başka bir rivayette
ise İnsanların gözleri önünde yağma eden kimse" ifadesi düşmüştür. Diğer
bir rivayette ise, şu ilave vardır;
Sizden biriniz
ganimete hainlik ederken, mümin olarak hainlik etmez. Dolayısıyla (ganimetten
mal aşındırmaktan) sakının! Sakının!
[146]
Müslim'in rivayetinde,
olarak" ifadesinden sonra tır ifadesi, ilave olarak gelmemiştir.
Tirmizî'nin rivayeti
ise, şu şekildedir:
İçkiyi içerken,
mümin 'Tevbe (kapısı), henüz açıktır.
Zina eden kimse, zina
ederken, mümin olarak zina etmez. Hırsızlık yapan kimse, hırsızlık yaparken,
mümin olarak hırsızlık yapmaz. Fakat tevb (kapısı) açıktır.[147]
Nesâî'nin rivayeti de,
şu şekildedir:
Zina eden kimse, mümin
olarak'tina etmez. Mümin olarak hırsızlık yap maz. Mümin olarak içki içmez.
(Ebu Hureyre der ki: Dördüncü bir şey dahc söyledi. Fakat ben onu unuttum.)
Bunları yapan kimse, İslam'ın bağlarını ko parmış olur. Eğer tevbe ederse,
Allah onun tevbesini kabul eder.[148]
10. Enes b.
Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v) ile birlikte mescitte oturduğumuz bir sırada deve üstünde bir kimse
gelip devesini mescide çökertip sonrada onu bağladı. Ondan sonra:
Muhammed hanginizdir?1
diye sordu. Peygamber (s.a.v), sahabilerin
arasında dayanmış
oturuyordu. Ona:
İşte dayanmış olan şu
beyaz kimsedir' dedik. Adam:
Ey Abdulmuttalib'in
oğlu!' diye hitap etti. Hz. Peygamber (s.a.v):
Seni dinliyorum1 dedi.
Adam:
Ben sana bazı şeyler
soracağım. Fakat soracaklarım pek ağırdır. Gönlün, bana incinmesin' dedi. Hz.
Peygamber (s.a.v): Aklına
geleni sor?' dedi. Adam:
Senin ve senden
öncekilerin Rabbi aşkına, seni bütün insanlara (peygamber olarak) Allah mı gönderdi?' diye sordu. Hz.
Peygamber (s.a.v):
Ya Allah, evet' diye
cevap verdi. Adam:
Allah aşkına, bir gün
ve bir gece içinde beş vakit namaz kılmamızı sana Allah mı emretti?' diye
sordu. Hz. Peygamber (s.a.v):
Ya Allah, evet' diye
cevap verdi. Adam:
Allah aşkına, yılın şu
bilinen ayında oruç tutmamızı sana Allah mı emretti?' diye sordu. Hz. Peygamber
(s.a.v):
Ya Allah, evet' diye
cevap verdi. Adam:
Allah aşkına, şu
zekatı zenginlerimizden alıp da fakirlerimize dağıtmayı sana Allah mı emretti?'
diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v):
Ya Allah, evet' diye
cevap verdi. Adam:
Sen ne getirdin ise,
ben ona iman ettim. Kavmimden geride kalanların elçisiyim. Ben, Sa'd b. Ebi
Bekr oğullarının kardeşi Dımâm ibn Sa'lebe'yim
[150]
dedi.[151]
Müslim'in rivayetinde,
Enes b. Mâlik şöyle der:
Resulullah (s.a.v)'e
bir şey sormaktan yasaklanmıştk.[152]
Bundan dolayı çöl halkından aklı başında bir adam gelerek biz de dinlemek
şartıyla Hz. Peygamber (s.a.v)'e soru sorması çok hoşumuza giderdi. Derken çöl
halkından bir adam gelip:
Ey Muhammed! Bize
senin elçin gelip şöyle bir söz söyledi. Güya sen, Allah'ın seni peygamber
olarak gönderdiği iddiasında bulunu-yormuşsun öyle mi?' dedi. Resulullah
(s.a.v):
(Evet,) doğru
söylemiş' buyurdu. O zat:
Şu halde gökyüzünü
yaratan kimdir?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Allah'tır' buyurdu. O
zat:
Ya yeri kim
yaratmıştır?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Allah'tır' buyurdu.
Adam:
(Peki) şu dağlan kim
(bu şekilde) dikti ve onlarda her ne yarattı ise kim yarattı?' diye sordu.
Resulullah (s.a.v):
Allah'tır' buyurdu.
Adam:
Öyleyse gökyüzünü ve
yeri yaratan, şu dağları diken Allah aşkına seni Allah mı (peygamber olarak)
gönderdi?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Evet' buyurdu. Adam:
Hem senin elçin, bize,
günümüz ve gecemizde beş vakit namazın farz olduğunu söyledi?' dedi. Resulullah
(s.a.v): Doğru
söylemiş' buyurdu. Adam:
Öyleyse seni gönderen
Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Evet' cevabını verdi.
Adam:
Elçin bize,
mallarımızdan zekat vermenin farz olduğunu söyledi' dedi. Resulullah
(s.a.v):
Doğru söylemiş'
buyurdu. Adam:
Seni gönderen Allah
aşkına, bunu sana Allah mı emretti' diye
sordu. Resulullah (s.a.v):
Evet' cevabını verdi.
Adam:
Elçin bize, yılda bir,
Ramazan ayı orucunun farz olduğunu söyledi1 dedi. Resulullah (s.a.v):
Doğru söylemiş'
buyurdu. Adam:
Seni gönderen Allah
aşkına, bunu sana Allah mı emretti' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Evet cevabını verdi.
Adam:
Elçin bize, yoluna
gücü yetenlerimize Beyt(ullah)ı hac etmenin farz olduğunu söyledi.' Resulullah
(s.a.v):
Doğru söylemiş1
buyurdu. Enes der ki: Sonra o adam:
Seni hak (din) ile
gönderen Allah'a yemin ederim ki, bu farzlardan fazla ve eksik yapmam' diyerek
dönüp gitti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v):
Yemin olsun ki, eğer
bu adam doğru söyledi ise, mutlaka cennete girer buyurdu.[153]
Tirmizî, Müslim'in
rivayetine benzerbîr rivayeti nakletmiştir.[154]
Nesâî'de, Buhârî ile
Müslim'in rivayetine benzer bir rivayeti nakletmiştir.[155]
Ebu Dâvud'da,
Buhârî'nin rivayet ettiği hadisin baş tarafından "sana (bir şeyler)
soracağım" ifadesine kadar rivayet edip daha sonra şöyle demiştir:
"Bundan sonra Enes, hadisin tamamını zikretmiştir.[156]
11. Abdullah
İbn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Bir kadın, Abdullah
ibn Abbâs'a, küpte yapılan şırayı (nebîzi) sordu. Bunun üzerine Abdullah İbn
Abbâs şöyle dedi:
Abdulkays kabilesinin
heyeti,
[157] Hz. Peygamber (s.a.v)'in
yanına gelmişti. Hz. Peygamber (s.a.v):
Abdulkays, kabileler
İçerisinde Hz. Peygamber (s.a.v)'e ilk gelen heyettir. Bu kabile, Mekke'nin
fethedildiği yıl gelmiştir. Heyetin başında, Eşeccu'l-Asarî lakabını taşıyan
Münzir b. Aiz bulunuyordu. Bunların kişi oldukları ihtilaflıdır.
Bu gelen heyet ya da
kavim kimlerdir?' diye sordu. (Yanında bulunan kimseler:)
Rebîalılar' dediler.
Hz. Peygamber (s.a.v):
Ey gelen heyet ya da
kavim! Hoş geldiniz. (İnşallah) bu ziyaretten ötürü memnun kalır, pişman
olmazsınız' buyurdu. (Gelen kimseler):
Ey Allah'ın resulü!
Doğrusu biz, uzak bir yerden geliyoruz. Sizinle bizim aramızda şu kâfir kabile
Mudarlılar var. Bu sebeple yanınıza ancak haram ayında gelmeye güç
yetirebiliyoruz. Dolayısıyla bize, (kesin ve) açık bir amel emret ki, hem bu
ameli geride bıraktıklarımıza da öğretelim ve hem de bu amelle cennete girelim'
dediler.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber (s.a.v), onlara dört hususu emret
[158] ve
dört hususu da yasakladı. (Emrettiği hususlar şunlar:)
(İlk önce) onlara tek
olan Allah'a iman etmeyi emretti ve (daha sonra da onlara:)
İman nedir biliyor
musunuz?' diye sordu. Onlar da.
Allah ve Resulü daha
iyi bilir!' dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Allah'tan başka ilâh
olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahadet etmek, namaz
kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, harpte elde edilen ganimetten beşte
birini ödemenizdir buyurdu.
Resulullah (s.a.v),
onlara, (şıra yapmada kullandıkları şu kaplan kullanmalarını) yasakladı: Dubbâ
(su kabağından yapılmış testiler), Hantem (topraktan
yapılmış küp), Müzeffet (içi ziftle yada katranla cilalanmış kap), Nakîr (hurma
kökünden aynlan çanak).
[159]
Hadisin ravisi Şu'be:
'Galiba Mukayyer'den de' dedi.
Resûlullah (s.a.v):
'Bunları iyi anlayın ve geride kalanlarınıza haber verin1 buyurdu.[160]
Benzer bir rivayette,
şu ifade yer almaktadır:
Dubbâ, Nakîr, Hantem,
Müzeffet'te şıra yapmayı size yasaklıyorum.[161] Bir
rivayette ise, şu ilave vardır:
Resulullah (s.a.v),
Eşecc b. Abdulkays'a;
Sende iki özellik var
ki, Allah, senin bu iki özelliğini sever. Bunlar: Yumuşak huylu hık ve acele
etmemek' buyurdu.[162]
Başka bir rivayette
ise, şu ilave vardır:
Allah'tan başka ilah
yoktur" (buyurmuş, daha sonra da) bir parmağım yummuştur.[163]
Tirmizî ise, hadisin
bir kısmını rivayet etmiş olup rivayet ettiği hadisin lafzı şu şekildedir:
Abdulkays heyeti,
Resulullah (s.a.v)'e geldiği zaman:
Biz Rebia'nm şu
kabilesi (nin bir koiu)yuz. Fakat biz sana ancak haram aylarda gelebiliyoruz.
Bize öyle bir şey emret ki, onu senden alakm ve arkamızda olanları da ona davet
edelim' dediler. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v):
Size
dört hususu emrediyorum: Allah'a îman. Sonra bunu, onlara: 'Allah'tan başka
ilah olmadığına ve benim Allah'ın resulü olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak,
zekat vermek ve elde ettiğiniz ganimetin beşte birini vermeniz
[164]
şeklinde açıkladı.[165]
Nesâî ve Ebu Dâvud, bu
hadisi uzunca bir şekilde rivayet etmiştir. Hadisin baş kısmı şu şekildedir:
Abdulkays heyeti,
Resulullah (s.a.v)'e gelip:
Biz Rebia'nm şu
kabilesi (nin bir kolu)yuz. Fakat biz sana ancak haram aylarda gelebiliyoruz.
Bize öyle bir şey emret ki, onu senden alalım ve arkamızda olanları da ona
davet edelim' dediler.[166]
Bu hadis, Buhârî ve
Müslim'in rivayetine benzemektedir.
Ebu Davud'un diğer bir
rivayetinde, Naldr ve Mukayyer (kelimelerini rivayet etti. Fakat) Müzeffet
(kelimesini) rivayet etmedi" ifadesi yer almaktadır.[167]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti ise, muhtasar olarak Tirmizî'nin rivayetine benzemektedir.
Fakat bu hadisin baş kısmı şu şekildedir:
Abdulkays heyeti,
Resulullah (s.a.v)'e geldiği zaman, (Hz. Peygamber) onlara (ilk önce) Allah'a
imanı emredip:
Allah'a iman nedir
biliyor musunuz?' buyurdu. Onlarda:
Allah ve resulü daha
iyi bilir' dediler. Hz. Peygamber (s.a.v):
Allah'tan başka ilah
olmadığına (ve hadisin sonunda ise,) 'ganimet mallarının beşte birini
[168]
vermeniz' buyurdu.[169]
12. Abdullah
İbn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v),
süt içti. Bunun üzerine ağzını çalkaladı ve Bu (süt), yağlıdır
[171]
buyurdu.[172]
13. Abdullah
ibn Zeyd ibn Asım el-Ensârî'den rivayet edilmiştir:
Abdullah ibn Zeyd'e:
Bize, Resulullah
(s.a.v)'in abdest alışı gibi abdest al' dediler. Bunun üzerine Abdullah, (orada
bulunanlardan) bir kap (su) isteyerek o kaptan ellerine su döküp ellerini üç
defa
[174] yıkamış, sonra da elini
kaba daldırarak ondan su almış ve bir avucundan, hem ağzına su çekmiş ve hem de
burnuna su çekmiş. Bunu üç defa tekrarlamış. Sonra elini su kabına daldırarak
su alıp yüzünü üç defa yıkamış, sonra elini kaba daldırarak su alıp ellerini
dirsekleriyle beraber ikişer ikişer yıkamış. Sonra yine elini su kabına
daldırarak su çıkarıp başını mesh etmiş. (Başını mesh ederken,) iki elini, öne
ve arkaya doğru götürmüş, sonra ayaklarını topuklanyla birlikte yıkamış. Daha
sonra da:
Resulullah (s.a.v)'in
abdest alış şekli işte bu şekildeydi' demiş.[175]
Bir rivayette İse, şu
ifade yer almaktadır:
Başının ön tarafından
başlayıp ellerini ensesine doğru götürür ve sonra da ellerini gerisin geriye
ilk başlangıç yerine kadar getirirdi.[176]
Bir rivayette is,
Abdullah b. Zeyd şöyle der:
Resulullah (s.a.v)
geldi. Biz onun için bakırdan bir tas içinde su çıkardık.
(O sudan) abdest aldı. (Abdest alışı
sırasında) yüzünü üç defa, ellerini de iki şer defa yıkadı. Başını mesh edip
başın önünü ve arkasını sıvazladı. Ayaklan-nı da yıkadı.[177]
Bu hadisi(n bu
şekildeki metinlerin)i, Buhârî iie Müslim rivayet etmiştir. Yine Buhârî'nin bir
rivayetinde, şu ifade yer almaktadır:
"Hz. Peygamber
(s.a.v), (abdest organlannı) ikişer İkişer yıkamak tiyle) abdest aldı.[178]
Müslim'in bir
rivayetinde ise, şu ifade yer almaktadır:
"(Abdullah b.
Zeyd) Resuİullah (s.a.v)'i (n şu şekilde) abdest aldığını görmüş: (İlk önce)
ağzına su çekti, (sonra) burnuna su çekti. Sonra yüzünü üç defa, sağ elini üç
defa, diğer elini üç defa yıkadı. Elinin artığı olmayan (yeni) bir suyla başına
mesh etti. Ayaklannı da, tertemiz edinceye kadar yıkadı.[179]
Ebu Davud'un
rivayetinde ise, Daha sonra) suyu ellerine suyu döküp ellerini yıkadı, sonra
ağzına ve burnuna su üç defa su çekti ifadesi yer almaktadır.[180]
Yine Ebu Dâvud bir
rivayetinde, (Abdullah b. Zeyd'den bir önceki) hadisin aynısını rivayet edip
(ilave olarak şunu nakletmiştir:)
Ağzına ve burnuna, bir
eliyle
su
çekip bunu üç kere tekrarladı." Daha sonra Abdulla b. Zeyd, adisin geriye
kalan kısmını aynen zikretti.[181]
Yine Ebu Davud'un bir
rivayeti ise şu şekildedir:
(Abdullah b. Zeyd,)
Resuİullah (s.a.v)'in abdest alışını görüp onun abdest alış şeklini zikrederek
şöyle demiş:
Başını, ellerinin
artığı olmayan (yeni) bir su ile mesh etti. Ayaklarını da, tertemiz edinceye
kadar yıkadı.[182]
Nesâî'de, bu hadisin bir
benzerini rivayet etmiştir.[183]
Tirmizî'nin bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resuİullah (s.a.v),
başını iki eliyle mesh edip başının ön tarafından başlayıp ellerini ileri ve
geri hareket ettirdi. Başının ön tarafından başlayıp ensesine doğru götürür ve
sonra da ellerini gerisin geriye ilk başlangıç yerine kadar getirirdi. Daha
sonra da ayaklarını yıkadı.[184]
Yine Tirmizî'nin diğer
bir rivayeti de şu şekildedir:
(Abdullah b. Zeyd,)
Peygamber (s.a.v)'in abdest alışını gor(üp (onun abdest alış şeklini şu şekilde
zikret) m iştir: Peygamber (s.a.v), başını, ellerinin artığı olmayan (yeni)
bir su ile mesh etti.[185]
Yine Tirmizî'nin başka
bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) (şu
şekilde) abdest aldı: Yüzünü üç ker yıkadı. Kollarını ikişer defa yıkadı.
Başını mesh etti. Ayaklannı ikişer defa yıkadı.[186]
Nesâî'de diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) (şu
şekilde) abdest aldı: Yüzünü üç defa, kollarını ikişer defa yıkadı. Ayaklarını
iki defa yıkadı. Başını da iki defa mesh etti.[187]
14. Abdullah
ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Bir ihtiyacım
sebebiyle (kız kardeşim) Hafsa'nın evinin damının
üstüne çıkmıştım. Buesnada Hz. Peygamber
(s.a.v)'i; önünü Şam'a
[188] ve
arkasını da Kıbleye dönmüş vaziyette (büyük) abdestini bozarken (gözlerimle)
gördüm.[189]
Bu hadisifn bu
.şekildeki metnin)!; Buhârî, Müslim ve Tirmizî rivayet etmiştir.
Buhârî'nin bir
rivayeti şu şekildedir:
Abdullah ibn Ömer der
ki: Bazı insanlar:
(Büyük) abdest bozmak
için oturduğun zaman Kıbleye ve Beytu'1-Makdis'e karşı yönelme
[190]
diyorlar. Abdullah ibn Ömer de:
Doğrusu bir gün bizim
evin damının üstüne çıkmıştım. Bu esnada Resulullah (s.a.v)'i, (büyük) abdest
bozmak için Beytu'l-Makdis'e doğru iki kerpiç üzerine oturduğunu (gözlerimle)
gördüm' dedi.[191]
Bir rivayette, Vâsi'
ibn Hibbân şöyle der:
Mescitte namaz
kılıyordum. Abdullah ibn Ömer'de sırtını Kıble'ye doğru dayanmış oturuyordu.
Ben namazımı bitirince, bulunduğum yerden (kalkarak) onun yanına gittim. (Bu
sırada) Abdullah şunları söylüyordu:
(Bazı) insanlar,
(büyük) abdest bozmak için oturduğun zaman Kıbleye ve Beytu'l-Makdis'e karşı
yönelme' diyorlar.
(Devamla:) Allah adına
yemin ederim ki, bir evin damının üstüne çıkmıştım. Bu esnada Resulullah
(s.a.v)'i, (büyük) abdest bozmak için Beytu'l-Makdis'e doğru iki kerpiç üzerine
otururken (gözlerimle) gördüm1 dedi.[192]
Nesâî ve Ebu Dâvud, bu
rivayetin son bölümünü nakletmiştir. Hadisin başlangıcı,
Doğrusu çıkmıştım. (Büyük) abdest bozmak için"
şeklindedir.[193]
15. Hz. Aişe
(r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Ben, Peygamber
(s.a.v)in elbisesinden cünüplük (izi olan sperm)i yıkardım.[194]
Peygamber (s.a.v), elbisesinde yıkama izi olduğu halde (insanlara) namaz
(kıldırmak için mescide) çıkardı.[195]
Konu ile ilgili bir
rivayet şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
(elbisesine bulaşan) spermi yıkar, sonra bu elbise ile namaz (kıldırmak için
mescide) çıkardı. Ben, elbisede yıkamanın izini görürdüm.[196]
Müslim'in konu ile
ilgili bir rivayeti ise şu şekildedir:
Bir adam, Aişe'ye
misafir olmuştu. Adam sabahleyin elbisesini yıkamaya başlamıştı. Aişe, (ona):
Eğer spermi gördünse, (değdiği) yeri yıkaman sana yeterdi. Eğer görmedinse,
etrafını yıkardın. Vallahi, ben, spermi Resulullah (s.a.v)'in elbisesinden
ovalayarak çıkardığımı bilirim. Sonra da o elbiseyle namaz kılardı.[197]
Müslim'in konu ile
ilgili diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Aişe, sperm hakkında
der ki: Ben, onu, Resulullah (s.a.v)'in elbisesinden ovalardım.[198]
Müslim'in konu ile
ilgili başka bir rivayetinde, Abdullah b. Şihâb el-Hav-lânî şöyle der:
Aişe'ye misafirliğe
gitmiştim. (Üzerimde bulunan) iki elbiseme birden il tilam olmuştum. Bunun
üzerine elbiselerimi suya batırdım. Derken Aişe'n: bir cariyesi beni(m elbise
yıkadığımı) görüp ona haber verdi. O da bana hi ber göndererek (yanına
çağırtıp):
Elbiselerini böyle
yapmaya seni ne sevk etti?' diye sordu. Ben de
Uyuyan kimsenin uyku
halinde gördüğünü gördüm' dedim. Aişe:
Elbiselerde bir şey
gördün mü? diye sordu. Ben de:
Hayır' diye cevap
verdim. Aişe:
Eğer elbiselerinde bir
şey görmüş olsaydın, onu yıkar miydin Çünkü ben, bizzat kendimin Resulullah
(s.a.v) in elbisesinden spenr kuru olarak tırnağımla iyice kazıdığımı bilirim'
dedi.[199]
Tirmizî'nin konu ile
ilgili rivayeti şu şekildedir:
Aişe, Resulullah
(s.a.v)'in elbisesinden spermi yıkamıştı.[200]
Yine Tirmizî'nin diğer
bir rivayetinde, Hemmâm ibnu'l-Hâris şöyle der:
Aişe'ye bir misafir
gelmişti. Aişe, gelen misafire, sarı bir yorgan veril meşini emretti. Yorganı
örtünerek uyuyan misafir (o gece) ihtilam oldu. Misa fir, yorganı, üzerinde
ihtilam eseri olduğu halde göndermekten utandı. Dola yısıyla da yorganı
(yıkamak için) suyun içine soktu. Sonra da (yıkanmış vaziyette yorganı geri)
gönderdi. Bunun üzerine Aişe:
Yorganımızı neden
bozdu? (Yorgana değen spermi) sadece parmaklan arasında ovalaması yeterliydi.
(Bu tür hallerde) Resulullah (s.a.v)'in elbisesini bazen parmaklarımla
ovaladığım olmuştu' dedi.[201]
Ebu Davud'un
rivayetinde ise, Süleyman b. Yesar şöyle der:
Aişe'nin:
Ben, Resulullah
(s.a.v)in elbisesinden spermi yıkardım. Daha sonra elbisedeki temizleme
izlerini görürdüm' dediğini işittim.[202]
Yine Ebu Davud'un
diğer bir rivayetinde, Hemmâm ibnu'l-Hâris şöyle der:
(Bir gün) Hemmâm,
Aişe'nin yanında (misafir) iken ihtilam olmuştu. Elbisesini yada elbisesindeki
cünüplük izini (spermi) yıkarken Aişe'nin cariyesi onu gördü ve (onun bu
halini) Aişe'ye haber verdi. Bunun üzerine Aişe:
(Şu anda) Resulullah
(s.a.v)'in elbisesinden spermi ovaladığımı görür (gibiyim)' dedi.[203]
Yine Ebu Davud'un konu
ile İlgili kısa bir rivayetinde, Hz. Aişe şöyle der:
Ben, Resulullah (s.a.v)'in elbisesinden spermi
ovalardım. Resululîah s.a.v'de, o elbiseyle namaz kılardı.[204]
Nesâî'nin rivayetinde
ise, Hz. Aişe şöyle der:
Ben, Resulullah
(s.a.v)'in elbisesinden spermi ovaladığımı hatırlıyorum.[205]
Yine Nesâî'nin diğer bir
rivayetinde, Hz. Aişe şöyle der:
Ben, Resulullah
(s.a.v)'in elbisesinde sperm gördüğümde onu bir şeyle kazırdım.[206]
Yine konu ile ilgili
başka bir rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Ben, Resulullah
(s.a.v)'in elbisesinden spermi ovalardım. Resulullah (s.a.v)'de, o elbiseyle
namaz kılardı.[207]
16. Hişâm b. Urve, o da (babası) Urve
ibnu'z-Zubeyr yoluyla Hz. Aişe (r.anhâ)'dan şöyle rivayet edilmiştir;
Urve ibnu'z-Zubeyre:
Hayızlı kadının
[208]
bana hizmet etmesi yada kadının cünüp iken yanıma gelmesi caiz midir?' diye
soruldu. Urve ibnu'z-Zubeyr'd e:
Bana göre, bunun hepsi
caizdir. Bundan dolayı hiçbir taraf için bir sakınca yoktur. Bana, Aişe (bu
durumu) şöyle haber verdi:
Kendisi hayızlı olduğu
halde ve odasında otururken,
[209]
Resulul-lah (s.a.v), mescitte i ti kafa girdiği
[210]
zaman, Resulullah (s.a.v), başını
Aişe'ye doğru uzatır,
[211] o
da Resulullah (s.a.v)in başını tarardı diye cevap verdi.[212]
Konu ile ilgili bir
rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v),
itikafta iken, mescitten başını bana uzatırdı. Ben de hayızlı olduğum halde,
[213]
onun başım tarardım.
[214]
Yine konu ile ilgili
bir rivayet şu şekildedir:
Aişe hayızlı olduğu
halde ve odasında otururken, Peygamber (s.a.v} mescitte itikafa girdiği zaman
başını ona uzatırdı. O da, Peygamber (s.a.v)'in başını tarardı.[215]
Bir rivayette ise Peygamber (s.a.v), itikafta
olduğu zaman, eve, ancak bir hacet (büyük ve küçük abdesti) için girerdi"
ilavesi yer almaktadır.[216]
Diğer bir rivayette,
Peygamber (s.a.v), eve ancak insanın hacetinden dolayı girerdi" ilavesi
yer almaktadır.[217]
Konu ile ilgili başka bir rivayet ise şu şekildedir:
Ben, hayızlı olduğum
halde Resulullah (s.a.v)in başını tarardım.[218]
Konu ile ilgili diğer bir rivayette ise şu şekildedir:
Ben, hayızlı olduğum
halde Resulullah (s.a.v)'in başını yıkardım.[219]
Müslim'in konu ile ilgili bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
itikafta olduğu zaman başını mescitten bana doğru çıkarırdı. Ben de hayızlı
olduğum halde onun (başını) yıkardım.[220]
Konu ile ilgili başka bir
rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v),
itikafa girdiği zaman başını bana uzatırdı. Ben de onun başını tarardım. Eve de
ancak insanın hacetinden dolayı girerdi.
[221] Ebu
Davud'un rivayeti ise şu şekildedir:
"Resulullah
(s.a.v) mescitte itikafa girdiği zaman odanın deliğinden (kapısından) başını
bana doğru uzatırdı. Ben de onun başını yıkardım."
(Hadisin ravisi)
Müsedded der ki: "Aişe'nin 'hayızlı olduğum halde başını tarardım'
dediğini söyledi.[222]
Diğer bir rivayette
ise Peygamber (s.a.v), (mescitte) itikafta iken, ben de hayızlı olduğum halde
onun başını yıkardım" ifadesi yer almaktadır.[223]
17. Hz. Aişe
(r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir: "(Muâze adında) bir kadın, Aişe'ye:
Biz kadınlardan biri,
(hayızdan) temizlendiği zaman (hayız zamanında kılamadığı) namazını kaza
etmeli mi?' diye sordu. Aişe'de:
Sen, Harûriyye
[224] misin?
[225]
Biz, Peygamber (s.a.v) ile birlikte (bulunduğumuz sırada) hayız olurduk.
[226]
Fakat bize, (hayızlı iken kılamadiğimiz) namazı kaza etmeyi emretmezdi yada biz
bunu yapmazdık1 diye cevap verdi.[227]
Konu ile ilgili bir
rivayette Muâze
[228] der
ki:
Aişe'ye:
Neden hayızh kadın
orucu kaza ediyor da, namazı kaza etmi yor?' diye soru sordum. Aişe:
Sen, Harûriyye misin?'
dedi. Ben de:
Harûriyye değilim,
fakat (bunun hükmünü öğrenmek için) soı yorum' dedim. Aişe:
(Peygamber
hayattayken) bu iş, bizim başımıza gelirdi. Dolaı sıyla da orucu kaza etmekle
emrolunurduk. Fakat namazı kaza et-me le emrolunmazdık
[229]
diye cevap verdi.[230]
Konu ile ilgili diğer
bir rivayet ise şu şekildedir:
Kadının biri, Aişe'ye:
Bizden biri, hayız
günlerinde kılamadığı namazlarını (daha soı ra) kaza eder mi?' diye soru sordu.
Aişe'de:
Sen, Harûriyye misin?
(Peygamber hayattayken) herhangi bh miz hayız olurdu. Fakat (hiç birimiz,
kılamadığımız namazları) kaa etmekle emrolunmazdı' diye cevap verdi.[231]
Konu ile ilgili başka
bir rivayet ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)'in
hanımları elbette hayız görürlerdi. Yoksa Resululla (s.a.v), namazı kaza etme
ile ilgili hammlanna bir şey mi emretmiş?
[232]
Nesâî'nin bir rivayeti
ise şu şekildedir:
Biz, Peygamber (s.a.v)
zamanında hayız olurduk. Daha sonra temizlendiğimizde, bize (hayızh iken
tutamadığımız) orucu kaza etmeyi emrederdi. Fakat (kılamadığımız) namazı kaza
etmeyi emretmezdi.
[233]
Yine Nesâî'nin bir
rivayeti şu şekildedir:
Kadının biri, Aişe'ye:
Hayizlı kadın, (hayızh
iken kılamadığı) namazı kaza etmeli mi?'
diye sordu. Aişe:
Sen, Harûriyye misin?
Peygamber (s.a.v) zamanında hayız olurduk (Hayız sırasında) namazı kaza etmezdik.
Kaza etmekle de emr-olunmazdık' diye cevap verdi.[234]
18.
Abdurrahman ibn Ebzâ'dan rivayet edilmiştir: "Adamın biri, Hz. Ömer'e
gelip:
Doğrusu ben cünüp
oldum. Fakat su bulamadım' dedi. Ömer:
Namaz kılma' diye
cevap verdi. Bunun üzerine Ammâr b. Yâsir:
Hatırlar mısın, Ey
Müminlerin Emiri! Hani senle ben, bir seriyyede
[236]
idik. İkimizde cünüp olmuştuk, fakat su bulamamıştık. Sen namaz kılmamıştın. Fakat
ben, toprakta yuvarlanıp
[237]
(sonra da) namazımı kılmıştım. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Sana sadece ellerini
yere vurman, sonra (ellerine bulaşan toprağı) üfürmeni, sonra da ellerinle,
yüzüne ve kollarına mesh etmen yeterdi' buyurmuştu dedi. Bunun üzerine Ömer:
Ey Ammâr! Allah'tan
kork1 dedi. Ammâr:
İstersen, bunu hiç
söylememiş olayım' dedi. Ömer:
(Bu teyemmüm
olayından) üzerine aldığın sorumluluğu sana bırakıyoruz1 dedi.[238]
Ebu Davud'un rivayeti
ise şu şekildedir:
(Abdurrahman ibn Ebzâ
der ki:) Ben, Ömer'in yanında idim. Adamın biri gelip:
Biz, bir - iki ay bir
yerde kalıyoruz. (Dolayısıyla cünüp olup su bulamıyoruz. Ne yapalım)' dedi.
Ömer:
Ben olsam, su
buluncaya kadar yıkanmam' cevabını verdi. (Orada bulunan) Ammâr:
Hatırlar mısın, Ey
Müminlerin Emiri! Hani seninle deve (gütmek) de İdik. İkimizde cünüp olmuştuk.
Bunun üzerine ben, yerde yuvarlandım. Resulullah (s.a.v)'a gelip durumu
anlattım. Resulullah (s.av):
Şöyle yapman sana
yeterdi' buyurup (daha sonra) ellerini yere vurdu, sonra ellerine üfledi, sonra
da elleriyle yüzünü ve kolunun yarısına kadar kollarını mesh etti' dedi. Ömer:
Ey Ammâr! Allah'tan
kork' dedi. Ammâr:
Ey Müminlerin Emiri!
Allah'a yemin ederim ki, eğer istersen bu olayı ebediyen (bir daha) söylemem'
dedi. Bunun üzerine Ömer:
Hayır, Allah'a yemin
ederim ki, teyemmüm olayından üzerine aldığın sorumluluğu sana bırakıyorum'
dedi.[239]
Yine Ebu Davud'un bu
hadis ile ilgili diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v):
Ey Ammâr! Şöyle yapman
sana yeterdi' buyurdu.
Daha sonra Peygamber
(s.a.v) ellerini bir kere yere vurdu, sonra bir elini diğer eline vurdu, sonra
yüzünü ve dirseklerini aşmadan, kollarının yansına kadar mesh etti.[240]
Yine Ebu Dâvud, bu
kıssa ile ilgili başka bir rivayeti şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v):
(Ey Ammâr!) Sana sadece şunu (yapman) yeterdi'
buyurdu.
Daha sonra Peygamber
(s.a.v) elini yere vurdu, sonra eline üfledi, sonra da yüzünü ve ellerini mesh
etti."
(Hadisin ravisi)
Seleme şüphe edip: "Bu hadiste, (Resulullah'ın,) dirseklere kadar mı,
yoksa bileklere kadar (manasına gelen bir şey) mi (dediğini) bilmiyorum' dedi.
[241]
Yine Ebu Davud'un bu
hadisle ilgili bir rivayetinde Ammâr b. Yâsir şöyle der:
(Ammâr b. Yâsir der
ki:) Peygamber (s.a.v)'e teyemmümü sordum. Bunun üzerine bana, hem yüz ve hem
de eller için bir defa
[242]
(yere ellerimle) vurmamı emretti.
[243]
Yine Ebu Davud'un bu
hadisle ilgili diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Katâde'ye teyemmümün
hükmü soruldu. O da, Ammâr'm: Resulullah
(s.a.v), (bana, yüzü ve)
dirseklere kadar (ellerimi mesh etmemi emretti)' dediğini haber verdi.[244]
Nesâî'nin bir
rivayetinde Ammâr b. Yâsir şöyle der:
Resulullah (s.a.v) İle
birlikte toprakla teyemmüm yapıp yüzlerimizi, omuzlarımiza kadar
[245]
mesh ettik.
[246]
Tirmizî ise bu hadisi
şu şekilde rivayet etmiştir:
Peygamber (s.a.v),
Ammâr'a, yüz ve eller için teyemmümü emretti.[247]
Tirmizî der ki: Ammâr
b. Yâsir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v) ile birlikte omuzlara ve koltuklara kadar (meshi ulaştırarak) teyemmüm
ettik.[248]
19. Ebu
Hureyre (r.a.)'tan rivayet edilmiştir:
"Ebu Hureyre,
cünüp olarak, Medine sokaklarından birinde, Peygamber (s.a.v) ile
karşılaşmıştı. Hemen onun yanında sıvışıp gitmiş, yıkanmış. Sonra (Peygamberin
yanına geri) gelmişti. Peygamber (s.a.v),
ona:
Ey Ebu Hureyre!
Neredeydin?' diye sormuş. Ebu Hureyre'de:
Cünüp idim.
Temizlenmemiş bir vaziyetteyken seninle birlikte oturmayı uygun görmedim
[249]
diye cevap vermişti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Subhanallah!
[250]
Mümin kimse pis olmaz
[251]
buyurdu.
[252] Yine Buhârî'nin bir
rivayetinde Ebu Hureyre şöyle der:
Cünüp iken, Resulullah
(s.a.v) benimle karşılaşıp elimden tuttu. Böylece onunla birlikte yürüdüm.
Sonunda (bir yerde durup) oturdu. Hemen onun yanından sıvışıp barındığım yere
geldim ve yıkandım. Sonra (onun yanına geri) geldim. O halen oturuyordu. Bana:
'Ey Ebu Hureyre! Neredeydin?' diye sordu. Ben de, ona, (yaptığım şeyi) anlattım.
Bunun üzerine: 'Subhanallah! Mü'mİn kimse pis olmaz buyurdu.[253]
Müslim'in rivayeti de
şu şekildedir:
Ebu Hureyre, cünüp
olarak, Medine sokaklarından birinde, Peygamber (s.a.v)'e rastlamıştı. (Onu
görür görmez) hemen onun yanından sıvışıp gitmiş, yıkanmış. Peygamber (s.a.v),
onu(n niçin sıvışıp gittiğini) araştırmış. Ebu Hureyre geldiği zaman, ona:
Ey Ebu Hureyre!
Nerdeydin?1 diye sormuş. Ebu Hureyre'de:
Ey Allah'ın resulü!
Bana, cünüb olduğum bir sırada rastladın. Ben de yıkanmadıkça senin yanında
oturmayı doğru bulmadım' demiş. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Subhanallah! Mümin
kimse pis olmaz' buyurdu.[254]
Tirmizî'nin birinci
rivayetinde, olsüsaîtf ifadesi yer almaktadır. Haşiye'de ise doğru olanın,
kelimesinin; gizlendim saklandım manasında olduğu belirtilmektedir.
Başka bir rivayette
ise kelimesi, geri çekildim manasında tefsir edilmiştir.
Ebu Dâvud'da,
gizlendim" kelimesi, Nesâî'nin rivayetinde ise sıvıştım" kelimesi
geçmektedir.
20. Abdullah
ibn Abbâs (r. anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v), iki
mezarın yanından geçiyordu. (Mezarda azab gören
[255] iki
insanın sesini işitince;)
Bunlar, azab
görüyorlar. Azab görmeleri, büyük bir şey değildir. Bunların biri, İdrardan sakınmazdı.[256]
Diğeri de, koğuculuk yapardı
[257] buyurdu.
Bunun üzerine
(yapraklan soyulmuş) yaş bir hurma dalı alıp onu iki parçaya ayırdı. Sonra bir
parçasını; kabirlerden birinin üzerine, diğerini de öbürünün üzerine dikti.
(Yanında bulunan sahabiler, ona):
Ey Allah'ın resulü!
Bunu niçin yapün?' diye sordular. Resulullah (s.a.v):
Bu dallar, yaş
kaldıkları müddetçe belki onlardan azabları hafifletilir
[258]
buyurdu.[259]
Bir rivayette İdrardan
uzaklaşmazdı" ifadesi yer almaktadır.[260]
Diğer bir rivayette
ise İdrardan korun m azdı" ifadesi yer almaktadır.[261]
Başka bir rivayette
ise, (Abdullah ibn Abbâs): Peygamber (s.a.v), Medine'de yada Mekke'deki
bahçelerden birinin yanından geçerken mezarlarında azab gören iki insanın
sesini işitti..."
deyip hadisi
nakletmiştir.[262]
Yalnız bu rivayette
"lfrhurma dalı" yerine Aty?-i "yapraksız hurma dalı"
ifadesi geçmektedir.
21. Huzeyfe
ibnu'l-Yemân (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v) ile birlikte idim. Bir kavmin çöplüğüne gelmişti. Ayakta (dikelerek)
işedi.[263]
Sonra da: Yaklaş'dedi.
Bunun üzerine ben de,
topuklarının yanına kadar yaklaştım. (Ona su verdim. Bu suyla) abdest aldı.
(Ayaklarına gelince,) mestlerinin üzerine mesh
etti.[264]
Ebu Vâil yolundan
gelen bir rivayet ise şu şekildedir:
Ebu Musa, idrar hususunda
çok dikkatli davranırdı. Bir şi şeye işeyip (sonra da):
İsrail oğullarından
birinin cildine
[265]
idrar bulaşırsa, değen yeri makaslarla keserlermiş
[266]
dedi. Bunun üzerine Huzeyfe:
Arkadaşınız (Ebu
Musa)m (idrar konusunda) bu derece dikkat göstermemesini isterdim. Çünkü ben,
Resulullah (s.a.v) ile beraber yürüdüğümüzü hatırlıyorum... Duvarın
arkasındaki bir çöplüğe gidip sizden birinin yaptığı gibi ayakta işedi. Ben,
ondan biraz ileriye gittim. (Bir müddet sonra yanına gitmem için) bana işaret
etti. Ben de (onun yanına) gidip tuvalet
ihtiyacının bitirinceye kadar
arkasında durdum.[267]
Ebu Davud'un rivayeti
ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)'i
bir kavmin çöplüğüne gelip ayakta (dikilerek) işedi. Daha sonra su istedi. (O
suyla abdest aldı. Ayaklarına gelince,) mestlerinin üzerine mesh etti.[268]
Ebu Davud (devamla)
der ki:
Müsedded, Huzeyfe'den
naklen şöyle dedi: "Peygamber (s.a.v), abdest bozarken yalnız kalmak
isteyeceğini düşünerek oradan uzaklaşmak istediğimde, beni yanma çağırdı. Ben
de (ona sütre olmak için) hemen arkasında durdum.[269]
Nesâî'de, Ebu Dâvud
gibi, ayakta" kelimesini rivayet etmiştir.
22. Ümmü
Kays bint. Mihsaıı (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir: "Ümmü Kays, (bir gün)
henüz yemek yemeye (başlamâya)n küçük oğlunu Resulullah (s.a.v)'e getirmişti.
Resulullah (s.a.v), çocuğu kucağına oturttu. Çocuk, Resulullah (s.a.v)'in
elbisesine işedi. Resulullah (s.a.v), su istedi. Suyu, (idrar değen yerin)
üzerine döktü.[270]
(İdrar değen yeri) yıkamadı.[271]
Bir rivayette,
Resulullah (s.a.v), idrar (değen yer)in üzerine su serpmekten fazla bir şey
yapmadı" ifadesi yer almaktadır.[272]
Başka bir rivayette
ise Resulullah (s.a.v), idrar (değen yer)in üzerine su serpti" ifadesi yer
almaktadır.[273]
23. Hz. Aişe
(r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Ayakkabı
giymede, saçını taramada, temizlenmede ve bütün işlerinde sağdan başlamak,
Peygamber (s.a.v)'in hoşuna giderdi.[274]
Bir rivayet ise şu
şekildedir:
"Peygamber (s.a.u)
temizlenme, saç tarama ve ayakkabı giyme (gibi) bütün durumlarda güç
yetirdiğince sağdan başlamayı severdi.[275]
Hadisin ravilerinden
birisi şöyle demiştir:
"Misvak
kullanırken de (sağdan başlamayı severdi)" diye rivayet etti. Fa kat
"bütün işlerinde"187 (ifadesini) rivayet etmedi.
[276]
Diğer bir rivayet ise
şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
temizleneceği zaman temizlendiğinde, taranacağı zaman taranışında ve ayakkabı
giyeceği zaman giymede, sağdan başlamayı severdi.[277]
24. Hz. Aişe
(r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
Biz (müminlerin
annelerinden) biri hayız olduğu zaman, Resuluf-lah (s.a.v) tenini onun tenine
dokundurmak istediğinde, ona, hayızmın şiddetli olduğu zamanda (diz kapağı ile
göbeği arasını örtecek) bir peştamal bağlamasını emrederdi. Daha sonra da
tenini, o kadınının tenine d okun dururdu.
[278]
Hangi biriniz, nefsine, Resulullah (s.a.v)in nefsine sahip olduğu kadar sahip
olabilir?
[279]
Konu ile ilgili bir
rivayet şu şekildedir:
Ben, Peygamber {s.a.v)
ile birlikte her ikimizde cünüp iken bir kapdan yıkanırdık. (Hayız olduğumda)
o, bana, (diz kapağı ile göbeği arasını örtecek) bir peştamal bağlamamı
emrederdi. Ben de, peştamalı bağlardım. Hayızlı iken, tenini, tenime
dokundururdu. Yine (mescitte) itikafta olduğu zaman başını mescitten bana
doğru çıkarırdı. Ben de hayızlı olduğum halde onun (başını) yıkardım.[280]
Ebu Davud'un bir
rivayetinde Hayızınin şiddetli olduğu (yada başlangıcında)" ifadesi yer
almaktadır.[281]
Ebu Davud'un ve
Nesâînin bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Bizden biri hayız
olduğunda, Resulullah (s.a.v), ona (diz kapağı
ile göbeği arasını örtecek) bir peştamal
bağlamamı emrederdi. Daha sonra da onunla (aynı yatağa) yatardı."
Hz. Aişe bir defasında
şöyle demiştir: 'Tenini, o kadınının tenine dokundururdu.
Nesâî'nin diğer bir
rivayetinde ise, Cumey' ibn Umeyr şöyle der:
Annem ve teyzemle
birlikte Aişe'nin yanma geldik. Annem ve tey (ona):
Sizden biriniz hayız
gördüğü zaman Resulullah (s.a.v) ne yapardı?' diye sordular. O da:
Bizden birisi hayız
olduğu zaman, (diz kapağı ile göbeği arasını örtecek) geniş bir peştamal
giymemizi emrederdi. Sonra da (bizi) kollarına alır göğsüne basardı' diye
cevap verdi.
25. Enes b.
Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah
(s.a.v) tuvalete girerken: "Allahümme innî eûzu bike mine I-hubsi
ve'1-habâis"
(Allahımi Erkek ve dişi şeytanların
[282]
şerrinden sana sığıni
[283]
buyururdu.[284]
Bir rivayette Tuvalete
girmek istediğinde..." ifadesi yer almaktadır.[285]
Diğer bir rivayette
ise Tuvalete girerken..." ifadesi yer almaktadır.
[286]
26. Hz. Aişe
(r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resulullah
(s.a.v)'in baldızı, Abdurrahman b. Avfın hanımı Ümmü Habîbe bint. Çalış yedi yıl
istihaze
[287] olmuştu ve bu hususu
Resulullah (s.a.v)'e sordu. Resulullah (s.a.v):
Bu, hayz (kanı) değil,
bir damar (kam)dır. Boy abdesti al
[288]
namazım kıl buyurdu."
Aişe der ki: Ümmü
Habîbe, kız kardeşi Zeyneb bint. Cahş'ın odasında bir leğen içinde yıkanır,
kanın kırmızılığı suyun yüzüne çıkardı.
İbn Şihâb'da der ki:
"Bun bu hadis, Ebu Bekr b. Abdurrahman b. Haris b. Hişâm'a anklettim. Ebu
Bekr:
Allah, Hind'
[289]
rahmet etsin. Bu fetvayı o işi t şeydi, vallahi ağlardı. Çünkü o, (müstehaza
olması nedeniyle) namaz kılmazdı' dedi.
[290]
Bu lafız, Müslim'e
aittir.[291]
Buhârî'nin kısa bir
şekilde naklettiği rivayet ise şu şekildedir:
Ümmü Habîbe, yedi yıl
istihaza oldu ve bu hususu Resulullah (s.a.v)'e sordu. Resulullah (s.a.v), ona,
yıkanmasını emredip:
Bu, (hayz kanı değil,)
bir damar (kam)dır' buyurdu.
Bunun üzerine Ümmü
Habîbe, her namaz için boy abdesti alır oldu.[292]
Buna benzer bir
rivayet, kanın kırmızılığı suyun yüzüne çıkardı" ifadesine kadar nakledilmiş,
bundan sonrası rivayet edilm em iştir.[293]
Başka bir rivayette
ise Hz. Aişe şöyle demektedir:
Ümmü Habîbe bint.
Cahş, Rg s ulu İlah (s.a.v)'den fetva isteyerek:
Ben, istihazalıyım1
dedi. Resulullah (s.a.v):
Bu, hayz (kanı) değil,
bir damar (kanı)dır. Boy abdesti al ve namazını kıl' buyurdu.
Bunun üzerine Ümmü
Habîbe, her namaz için boy abdesti alır oldu.
Leys b. Sa'd der ki:
"İbn Şihâb, Resulullah (s.a.v)'in, Ümmü Habîbe bint. Cahş' her namaz için
yıkanmasını emrettiğini söylemedi. Her namaz için boy abdesti alma işi, Ümmü
Habîbe'nin kendiliğinden yaptığı bir şeydir.[294]
Yine Müslim'in bir
rivayeti şu şekildedir:
Abdurrahman b. Avfın
hanımı Ümmü Habîbe bint. Cahş, Resulullah (s.a.v)'e, (istihaze) kan (in) dan
şikayet etti. Resulullah (s.a.v), ona:
Hayz in seni
hapsettiği müddet bekle, sonra boy abdesti al " buyurdu.
Bunun üzerine Ümmü
Habîbe, her namaz için boy abdesti alır oldu.[295]
Yine Müslim'in bir
rivayetinde, Daha sonra yıkan ve namazım kıl" ifadesi yer almaktadır. Bu
rivayetin içinde, Aişe dedi ki: Ben, Ümmü Habîbe'nin leğenini kanla dolu
olduğunu gördüm
[296]
ifadesi de yer almaktadır.[297]
Ebu Davud'un konu ile
ilgili bir rivayeti şu şekildedir:
Abdurrahman b. Avfın
hanımı Ümmü Habîbe bint. Cahş, yedi yıl istihaza oldu. (Resulullah (s.a.v)'den,
istihaze kanı ile ilgili fetva istedi.) Resulullah (s.a.v), ona:
Hayz vakti geldiğinde
namazı terk etmesini, bittiğinde ise boy abdesti alıp namaz kılmasını emretti'
emretti."
Ebu Dâvud (devamla)
der ki: "Bu sözü, Zührî'nin arkadaşlarından Ev-zaî'den başka hiç kimse
söylememiştir."
(Ebu Dâvud ilave
olarak der ki:) İbn Uyeyne: Resulullah (s.a.v), Ümmü Habîbe'ye, hayz günlerinde
namazı terk etmesini emretti" ifadesini ilave etmiştir. Ebu Dâvud
(devamla) der ki: Fakat bu, İbn Uyeyne'nin bir zannıdır.[298]
Ebu Dâvud, bu hadisi,
başka bir rivayetinde, kanın kırmızılığı suyun yüzüne çıkardı" ifadesine
kadar rivayet etmiştir.[299]
Yine Ebu Dâvud, bir
rivayetinde, Aişe dedi ki: Bunun üzerine Ümmü Habibe, her namaz için boy abdesti
alır oldu" ifadesini rivayet etmiştir.[300]
Yine Ebu Dâvud, başka
bir rivayetinde,
Zeyneb bint. Cahş istîhaza oldu. Resulullah (s.a.v), ona: Her
namaz için boy abdesti al" buyurdu. (Süleyman b. Kesir bunu naklettikten
sonra bahsin başındaki) hadisi ilave etti" ifadesine yer vermiştir.[301]
Yine Ebu Dâvud, diğer
bir rivayetinde; Abdussamed, Süleyman b. Kesîr'den bu hadisi Her namaz için
abdest al" şeklinde rivayet etti. Fakat bu, (hadisin ravisi) Abdussamed'in
zannidir" ifadesine yer vermiştir.[302]
Nesâî'nin bir rivayeti
ise şu şekildedir:
Abdurrahman b. Avfın
hanımı Ümmü Habîbc bint. Cahş isti haz e oldu. Kendisinden devamlı kan
geliyordu. Onun bu durumu, Resulullah (s.a.v)e bildirildi. Resulullah (s.a.v):
Bu, hayız (kanı)
değildir. Şeytanın rahme musallat olmasından meydana gelen bir kandır.
[303]
Hayız gördüğü günler beklesin. Namazı bıraksın. Daha sonra (hayız müddeti
bittiğinde, istihaze kanı sırasında) kalkıp her namaz için boy abdesti alsın'
buyurdu.[304]
Yine Nesâî'nin bir
diğer rivayeti ise şu şekildedir:
Ümmü Habîbe bint.
Cahş, yedi yıl boyunca istihaze oldu. Bu durumunu Peygamber (s.a.v)'e sordu. O
da, ona; bu kanın hayız olmadığını, damardan gelen bir kan olduğunu, sağlıklı
iken gördüğü hayız ve temizlenme müddet kadar namaz kılmamasını, daha sonra boy
abdesti alarak namazını kılmasını söyledi. Bunun üzerine Ümmü Habîbe, her namaz
için boy abdesti alır oldu.[305]
27. Hz. Aişe
(r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Fatıma bint. Ebi
Hubeyş, Ebu Hubeyş,
[306]
Muttalib ibn Es e d in oğludur- Resulullah (s.a.v)'e:
Ben, (daimi surette)
istihazalı bir kadınınım. Hiç
temizlenemiyorum. Acaba namazı bırakayım mı? diye sordu. Resulullah (s.a.v),
ona:
Bu, hayz (kanı) değil,
bir damar kamdır. Hayız kanın geldiğinde namazı kılma. Hayız(ın) bittiği zaman
kanı yıka ve namaz kıl.
buyurdu.[307]
Süfyân'm rivayetinde,
Hayız kanı geldiğinde namazı kılma. Hayızın) bittiği zaman boy abdesti al ve
namazı kıl" ifadesi yer almaktadır.[308]
Diğer bir rivayette şu
ifade yer almaktadır:
Fakat namazı, içinde
hayızh bulunduğun günler sırasında kılma. (Hayızm bittikten) sonra boy abdesti
al ve namaz kıl.
[309]
Ebu Davud'un bir
rivayeti şu şekildedir:
Fatıma bint. Ebi
Hubeyş, Peygamber (s.a.v)'e geldi. (Burada hadisin ravisi Urve,) yukarıda
geçen
[310] Fatima ile ilgili haberi
nakletti...
Resulullah (s.a.v):
(Hayızm bittikten)
sonra boy abdesti al. Her namaz (vakti) için kıl abdest al ve namaz kıl1
buyurdu.[311] Nesâ nin bir rivayeti
ise şu şekildedir:
Fatıma bint. Ebi
Hubeyş, istihaze olmuştu. (Resulullah (s.a.v)'e gelip durumunu sordu.) O da:
Hayız kanı, bilinen
siyah bir kandır.
[312]
Hayız günleri(nde), namazı kılma. Hayız günleri(n) bittiğinde abdest al'
buyurdu.[313]
Nesâî'nin bir rivayetinde,
şu ilave yer almaktadır: Resulullah
(s.a.v)'e:
Boy abdesti almayacak
mı?' diye soruldu. Resulullah (s.a.v)'de:
Zaten hiç kimse bunda
şüphe etmiyor diye cevap verdi.
[314]
28. Abdullah
ibn Ömer (r. anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Ömer, Resulullah
(s.a.v)'e, geceleyin kendisine cünüplük isabet ettiğini zikretti. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v):
Abdest
al, cinsel organını yıka ve sonra da uyu
[315]
buyurdu.[316]
Buhârî'nin bir
rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
(Ömer:)
Birimiz cünüp iken
uyuyabilir mi?
[317]
diye (Peygamber efendimizden) fetva istedi. Peygamber (s.a.v)'de:
Abdest aldığı zaman,
evet' diye cevap verdi.
[318]
Buhârî'nin başka bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
(Ömer:)
Birimiz cünüp iken
uyuyabilir mi? diye sordu. Peygamber (s.a.v)' de:
Evet, herhangi bîriniz
abdest aldıktan sonra cünüp olduğu halde (isterse) yatsın1 buyurdu.[319]
Müslim'in rivayeti,
buna benzemektedir.[320]
Tirmizî'de, bu hadisi,
Abdullah ibn Ömer yoluyla; Ömer,
Peygamber (s.a.v)'e sordu. (deyip hadisin geri kalanını) nakletm iştir.[321]
29. Hz. Aişe
(r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
Ebu Seleme (b.
Abdurrahman) der ki: Aişe'ye:
Peygamber (s.a.v)
cünüp iken uyur muydu?' diye sordum. Aişe'de:
Evet, abdest alı(p
öyle uyurdu)' diye cevap verdi.[322]
Urve yolundan gelen
rivayette Hz. Aişe şöyle der: Peygamber (s.a.v) cünüp iken uyumak istediğinde,
cinsel organını yıkar ve namaz için abdest alır (gibi abdest alırdi.
[323]
Bu hadîsi, Buhârî
rivayet ermiştir. Müslim'in rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) cünüp
iken uyumak istediğinde, uyumadan önce namaz için abdest aldığı gibi abdest
alırdı.[324]
Müslim'in diğer bir
rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
cünüp olduğunda, yemek yada uyumak istediğinde
[325]
namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı.[326]
Müslim'in, Abdullah b.
Ebi Kays yoluyla Hz. Aişe'den yaptığı bir rivayeti" de şu şekildedir:
Abdullah ibn Ebi Kays
der ki: Aİşe'ye:
Resulullah (s.a.u)in
vitir namazını' sordum diyerek hadisi zikretmiş ve sözüne şöyle devam etmiştir:
(Aişe'ye:)
Resulullah (s.a.v)
cünüp olduğunda ne yapıyordu? Uyumadan önce yıkanır mıydı? Yoksa yıkanmadan
önce mi uyurdu?1 dedim. Aişe de:
Bunların her ikisini
de yapardı. Çünkü bazı defa yıkanıp öyle uyurdu. Bazen de abdest alıp öyle
uyurdu' diye cevap verdi. Ben de:
Bu işte kolaylık veren
Allah'a hamd olsun' dedim.
[327] Ebu
Davud'un rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v)
cünüp iken uyumak istediğinde namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı.[328]
Ebu Davud'un bir
rivayetinde, Cünüp iken (bir şey) yemek istediğinde ellerini yıkardı"
ilavesi yer almaktadır.[329]
Ebu Dâvud (devamla)
der ki: Bu hadisi; İbn Vehb, Yûnus'tan rivayet edip "yemek yeme"
hadisesini Hz. Aişe'nin sözü olarak göstermiştir."
Ebu Davud'un diğer
rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
cünüp iken (bir şey) yemek istediğinde yada uyumak istediğinde abdest alırdı.[330]
Ebu Davud'un, Gudayf
ibnu'l-Hâris yoluyla Hz. Aişe'den yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Gudayf der ki:
Aişe'ye:
Ne dersin? Resulullah
(s.a.v) cünüplükten dolayı gecenin başında mı, yoksa gecenin sonunda mı
yıkanırdı?' diye sordum. Aîşe:
Bazen gecenin başında
ve bazen de gecenin sonunda boy abdesti alırdı' dedi. Ben:
Allahu Ekber!... Bu
işte kolaylık veren Allah'a hamd olsun' dedim. (Tekrar ona:)
Vitri gecenin başında mı,
yoksa sonunda mı kılardı?
[331]
Bunu bana haber ver' dedim. O da:
Bazen gecenin başında
ve bazen de gecenin sonunda kılardı' diye cevap verdi. Ben de:
Allahu Ekber!... Bu
işte kolaylık veren Allah'a hamd olsun' dedim. (Tekrar ona:)
(Gece) namazında,
(kıraati) açıktan mı, yoksa sessiz mi okurdu
[332]
diye sordum. O da:
Bazen açıktan ve bazen
de sessiz okurdu' dedi. Ben de:
Allahu Ekber!... Bu
işte kolaylık veren Allah'a hamd olsun' dedim.
[333]
Tirmizî'nin rivayeti
de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
cünüp iken, uyur ve suya el değdirin ezdi.
[334]
Tirmizî der ki: (Bir
çok kimse,) Hz. Aişe'den Resulullah (s.a.v) (cünüp olduğunda) uyumadan önce
abdest alırdı"
şeklinde rivayette
bulunmuştur. Bu rivayet, (Esved yolundan gelen rivayetten) daha sahihtir.[335]
Ebu Dâvud, Tirmizî'nin
birinci rivayetini nakletmiştir.[336]
Nesâî'nin rivayeti ise
şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
cünüp iken (bir şey) yemek yada uyumak istediği zaman abdest alırdı.[337]
Nesâî, bir
rivayetinde, (abdest alırdı)" ilavesini "namaz için abdest aldığı
gibi yapmıştır.[338]
Nesâfnin diğer bir rivayeti
de şu şekildedir
Peygamber (s.a.v)
cünüp iken uyumak istediğinde abdest alır (bir şey) yemek istediğinde ise
sadece ellerini yıkardı.[339]
Nesârnin başka bir
rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
cünüp iken uyumak istediğinde abdest alırdı. (Bir şey) yemek istediğinde yada
(bir şey) içmek İstediğinde ellerini yıkar, sonra da (yemek) yerdi yada içerdi.[340]
Müslim, Abdullah ibn
Ebi Kays yolundan ve Ebu Dâvud'da, Gudayf ibnu'l-Hâris yolundan bu hadis "kolaylık"
ifadesine kadar rivayet etmişlerdir.[341]
Nesâi'nin Abdullah ibn
Ebi Kays yolundan yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Abdullah ibn Ebi Kays
der ki: Resululİah (s.a.v) cünüp olduğu zaman yatmadan önce mi boy abdestj
alır, yoksa boy abdesti almadan mı yatardı' diye sordum. Aişe:
Her ikisini de yapardı.
Bazen boy abdesti alıp yatardı. Bazen de (namaz) abdesti alıp öyle yatardı'
diye cevap verdi.[342]
30. Meymûne
(r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resululİah
(s.a.v) (önce) ayaklarını yıkamayarak namaz için ab dest aldığı gibi abdest
aldı. Avret yerini ve (oraya) değen pis şeyleri yı kadı. Sonra da üzerine su
döktü. Sonra da bir kenara çekilip ayaklarını yıkadı.[343]
Onun cünüplükten dolayı yıkanması, işte bu şekildedir.[344]
Buhârî'nin bir
rivayetinde Meymûne şöyle der:
Peygamber (s.a.v)
cünüplükten dolayı yıkanırken onu perdeledim. O ellerini yıkadı, sonra sağ
eliyle sol elinin içine su döküp avret yerini ve oraya değen şeyleri yıkadı.
Sonra eliyle duvar üzerine yada toprağa mesti etti.[345]
Sonra ayaklannı yıkamayarak namaz için abdest aldığı gibi abdest aldı. Sonra
kendi bedenine su döktü. Sonra bir kenara çekilip ayaklarım yıkadı.[346]
Buhârî'nin bir
rivayeti şu şekildedir:
Eliyle avret yerini
yıkadı. Sonra elini duvara sürttü. Sonra elini yıkadı. Sonra namaz için abdest
aldığı gibi abdest aldı. Nihayet yıkanmasını bitirince, ayaklannı da yıkadı.[347]
Buhârî'nin diğer bir
rivayetinde Meymûne şöyle der;
Peygamber (s.a.v) için
(cünüplükten dolayı yıkanacağı) suyu hazırladım. (Su kabından) elleri üzerine
su boşalttı, onları ikişer defa veya üçer defa yıkadı. Sonra sağ eliyle sol
elinin İçine su döküp bu suyla avret yerlerini yıkadı. Sonra elini toprağa
sürttü. Sonra ağzını çalkaladı ve burnuna su çekti.[348] Sonra
yüzünü ve ellerini yıkadı. Başını da üç defa yıkadı. Sonra bedenine su döktü.
[349]
Sonra durduğu yerden bir kenara çekilip ayaklarım yıkadı.[350]
Buhârî'nin diğer bir
rivayetinde ise, Meymûne'nin şu ifadesi yer almaktadır:
(Kurulanması için)
Peygamber (s.a.v)'e bir bez uzattım.
[351]
Fakat o, eliyle şöyle yapıp onu istemediği işaret etti.[352]
Yine Buhârî'nin buna
benzer başka bir rivayetinde, Meymûne'nin şu ifadesi yer almaktadır:
(Kurulanması için)
Peygamber (s.a.v)'e bir bez getirdim. Fakat o, bu bezi istemeyip eliyle
silkelemeye başladı.[353]
Yine Buhârî'nin başka
bir rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
(Kurulanması için)
Peygamber (s.a.v)'e bir bez uzattım. Fakat o, bu bezi almadı. Ellerini
silkeleyerek gitti.[354]
Müslim'in bir
rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
(Kurulanması için)
Peygamber (s.a.v)'e bir havlu getirildi. Fakat o, (bu havluya) dokunmadı. Suyu
şöyle yapmaya, yani silkelemeye başladı.[355]
Ebu Davud'un
rivayetinde, Meymûne şöyle der:
Peygamber (s.a.v)'e
cünüplükten dolayı yıkanacağı suyu hazırladım. Kabı sağ elinin üzerine eğdi.
İki veya üç (bu şüphe A'meş'tendir) defa yıkadı. Sonra avret yerine su döküp
orayı sol eliyle yıkadı. Daha sonra da (sol) elini yere sürttü ve yıkadı. Sonra
ağzına ve burnuna su çekti. Yüzünün ve ellerini yıkadı. Başına ve vücuduna su
döktü. Kenara çekilip ayaklarını yıkadı. Ona havluyu verdim. Fakat o, (bu
havluyu) almadı.[356]
Suyu bedenînden (silkeleyerek) atmaya başladı.
(A'meş der ki:)
Peygamber (s.a.v)'in havluyu kullanmayıp üzerinden suyu serptiğini İbrahim
(en-Nehâî')ye söyledim. İbrahim: Onlar, havlu kullanmakta bir sakınca
görmezlerdi. Fakat havlu kullanmayı adet edinmeyi mekruh sayarlardı' dedi.
Ebu Dâvud der ki:
Müsedded dedi ki: Abdullah ibn Davud'a: "Onlar havlu kullanmayı adet
edinmeyi mekruh sayarlardı" şeklinde bîr şey biliyor musun? dedim. O da:
Evet, öyledir. (Meymûne'nin rivayetinde, onlar bunun adet edinmesini mekruh
görürlerdi ifadesi yoktur,) fakat ben kitabımda bu ifadeyi mevcut olarak
buldum.[357]
Tirmizî'nin
rivayetinde ise Meymûne şöyle der:
Peygamber (s.a.v)'e
cünüplükten dolayı yıkanacağı suyu hazırladım. Kabı sol eliyle eğip sağ eline
su döktü ve iki elini yıkadı. Sonra elini kaba daldırıp (içinden su alıp) avret
yerine döktü. Sonra elini duvara veya toprağa sürttü. Sonra ağzına ve burnuna
su çekti. Yüzünü ve kollarını yıkadı. Sonra başına üç kere su döktü. Sonra
vücudunun geri kalan kısımlarına su döktü. Sonra kenara çekilerek ayaklarını
yıkadı.[358]
Nesâî'nin rivayetinde
ise Meymûne şöyle der:
Cünüplükten dolayı
yıkanacağı suyu Resulullah (s.a.v)'e getirdim. Önce iki veya üç kere ellerini
yıkadı. Sonra sağ elini kaba daldırıp (içinden su alıp) avret yerine bir avuç
su döktü. Sol eliyle de (avret yerini) yıkadı. Sol elini yere vurup iyice
sürttü. Namaz için abdest aldığı gibi abdest aldı. Sonra başına üç avuç dolusu
su döktü. Vücudunun geri kalan kısımlarını yıkadı. Sonra durduğu yerden bir
kenara çekilerek ayaklarını yıkadı. Sonra ona bir havlu götürdüm. Fakat o,.bu
havluyu istemedi.[359]
Yine Nesâî'nin
rivayetinde Meymûne şöyle der:
Resulullah (s.a.v)
cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman (önce) ellerini yıkardı. Sağ eliyle sol
eline su dökerdi. Avret yerini (sol eliyle) yıkardı. Sonra elini yere vurup
ellerini mesh ederdi. Sonra da ellerini yıkardı. Sonra namaz için abdest aldığı
gibi abdest alırdı. Sonra başına ve vücudunun kalan kısımlarına su dökerdi.
Sonra bir kenara çekilip ayaklarım yıkardı.[360]
Yine Nesâî'nin diğer
bir rivayetinde Meymûne şöyle der:
Peygamber (s.a.v)
cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman avret yerini yıkardı. Elini yere yada
duvara sürerdi. Sonra namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra başına
ve vücudunun kalan kısımlarına su dökerdi.[361]
31. Hz. Aişe
(r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v)
cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman (önce) e-Ierini yıkamayla başlardı. Sonra
namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya daldırıp
onlarla saçlarının diplerini ovalardı. Sonra iki eliyle başı üzerine üç avuç su
dökerdi. Sonra suyu bütün bedenine dökerdi.[362]
Buhârî'nin bir
rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
Sonra eliyle
saçlarının arasına suyu iyice geçirirdi. Nihayet derisine iyice suyu geçirdiğini
zannettiği zaman üzerine üç defa su dökerdi. Sonra bedeninin kalan kısmını
yıkardı." Aişe der ki: "Ben, Resıı-lullah (s.a.v) ile aynı kabtan
yıkanırdım. O kabtan beraberce su avuçlardık.[363]
Müslim'in rivayeti ise
şu şekildedir.
Resulullah (s.a.v)
cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman (Önce) ellerini yıkamayla başlardı. Sonra
sağ eliyle sol eline su döküp avret yerini yıkardı. Sonra namaz için abdest
aldığı gibi abdest alırdı. Sonra (elleriyle) suyu alıp parmaklarıyla saçlarının
diplerini ovalardı. İyice temizlendiğine kanaat getirdiğinde başına üç avuç su
dökerdi. Sonra vücudunun kalan kısmına su dökerdi. Sonra da ayaklarını yıkardı Yine Müslim'in diğer bir rivayeti ise şu
şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
cünüplükten temizleneceği zaman (önce) ellerini su kabına daldırmadan önce
ellerini yıkamayla başlardı. Sonra da namaz için abdest aldığı gibi abdest
alırdı.[364]
Yine Müslim'in diğer
bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v)
(cünüplükten dolayı) yıkanacağı zaman sağından başlardı. (Önce) sağ eline suyu
döküp onu yıkardı. Sonra vücudundaki pisliğin üzerine sağ eliyle su dökerdi.
Onu sol eliyle yıkardı. (Bütün) bu işleri bitirince, başına su dökerdi."
Aişe (devamla) der ki:
"Ben ve Resulullah (s.a.v), cünüp iken, aynı kabtan yıkanırdık.[365]
Yine Müslim'in başka
bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v)
cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman külek gibi bir kap isterdi. (Ondan) iki
avucuyla (su) alıp (yıkanmaya) başının sağ tarafından başlardı. Sonra sol tarafını yıkardı.
Sonra iki avucuyl (tekrar) su alıp onu başının üzerine dökerdi.
[366]
Ebu Davud'un rivayeti
de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman -Süleyman ibn Harb'in rivayetine göre-
önce sağ eliyle sol eline su dökerdi. Müsedded'in rivayeti göre ise önce kabtan
suyu sağ eli üzerine dökerek ellerini yıkardı. -Sonra ikisinin ittifakla
rivayetine göre ise ve avret yerini yıkardı. (Bundan sonra Müsedded:) Suyu sol
eline dökerdi. Aişe (r. anhâ) bazen avret yerini kinayeli olarak söylerdi
(sözlerini ilave etti).
(Hadisin bundan
sonraki kısmında Süleyman ve Müsedded ittifak etmişlerdir:) Sonra Resulullah
(s.a.v) namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Her İki elini de kaba
daldırıp (su alırdı). Suyun, (başının) derisine ulaştığını anlayıncaya yada
deriyi paklayıncaya kadar saçlarını ovalayıp
[367]
(sonra da) başına üç defa su dökerdi. Sudan artan olursa, onu da vücuduna
dökerdi.[368]
Ebu Davud'un bir
rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v)
cünüplükten dolayı yıkanmak istediği zaman (önce) ellerini bileklerine kadar,
sonra da avret yerini kaşığıyla birlikte yıkayıp onların üzerine su dökerdi.
Ellerini temizlediği zaman, onları duvara sürerdi. Sonra abdest almaya
başlardı. (Abdest aldıktan) sonra da başına su dökerdi.[369]
Ebu Davud'un başka bir
rivayetinde, Teymullah ibn Sa'lebe oğullarından biri olan Cumey b. Umeyr'in
şöyle söylediği nakledilmiştir:
Annem ve teyzemle
birlikte Aişe'nin yanma gitmiştik. Onlardan birisi, Aişe'ye:
Boy abdesti (alırken
Resulullah ile) neler yapardınız?' diye sordu. Aişe:
Resulullah (s.a.v)
önce namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra başına üç defa su
dökerdi. Biz ise, saçımızdaki örgülerden dolayı beş defa
[370]
(su) dökerdik' diye cevap verdi.[371]
Ebu Davud'un diğer bir
rivayetinde, Külek
[372]
gibi bir kap isterdi" ifadesi yer almaktadır.[373]
Nesâî'nin rivayeti ise
şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman ona bir kap su verilirdi. O da, ellerini o
kaba sokmadan önce iyice temizleninceye kadar ellerine su dökerdi. Sonra sağ
elini suya sokup onunla su dökerdi. Sol eliyle de avret yerini yıkardı. Bu iş
bitince, sağ eliyle sol eline su döküp ellerini yıkardı. Sonra üç kere ağzına,
üç kere de burnuna su verirdi. Daha sonra iki avucuyla su alıp üç kere başına
dökerdi. (En son olarak ta,) vücudunun kalan kısmına su dökerdi.[374]
Nesâî'nin bir
rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v)
(önce) üç kere ellerine su dökerdi. Sonra avret yerini yıkardı. Sonra da
ellerini yıkardı. Ağzına ve burnuna su verirdi. Sonra başına üç kere su
dökerdi. (En son olarak ta,) vücudunun kalan kısmına su dökerdi.[375]
Nesâî'nin başka bir
rivayetinde Ebu Seleme b. Abdurrahman şöyle der:.
Aişe, Peygamber
(s.a.v)'in şöyle boy abdest aldığını anlattı: - (Önce) üç defa ellerini
yıkardı. Sonra sağ eliyle, sol eline su döküp avret yerini ve oraya bulaşan
(pislik)leri yıkardı.
Ömer, bu hadisin ancak
şu şekilde bildiğini söyler: "Sağ eliyle sol eline üç defa su dökerdi.
Sonra üç kere ağzına, üç kere burnuna su verir ve üç kere de yüzünü yıkardı.
Sonra üç kere başına su dökerdi. (En son olarak ta,) suyu üzerine dökerdi.[376]
Nesâî'nin başka bir
rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman (önce) ellerini yıkardı. Sonra namaz için
abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya sokup (aldığı suyla)
saç diplerini ovalardı. Sonra da başına üç avuç su dökerdi. (En son olarak ta,)
bütün vücuduna su dökerdi.[377]
Nesâî'nin diğer bir
rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
ellerini yıkardı. Abdest alırdı. Saçının diplerine suyun ulaşması için başını ovalardı.
(En son olarak ta,) vücudunun kalan kısmına su dökerdi.[378]
Yine Nesâî'nin dîğer
bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
suyu eliyle saçının her tarahna ulaştırırdı. Sonra da başına üç defa su
dökerdi.[379]
Tirmizî'nin
rivayetinde ise Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v),
cünüplükten dolayı yıkanmak istediği zaman (önce) ellerini su kabına
daldırmadan önce ellerini yıkamayla başlardı. Sonra avret yerini yıkardı. Sonra
namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra suyu saçlarını(n diplerine
kadar) ulaştırırdı. Sonra başından aşağı üç kere su dökerdi.[380]
32. Cerîr b.
Abdullah (r. a)'tan rivayet edilmiştir:
Cerîr, küçük abdestini
bozdu, sonra da abdest alıp mestler üzerine mesh etti. Ona:
Mestler üzerine mesh
etmeyi yapar mısın?' diye soruldu. O da:
Evet, Çünkü Resulullah
(s.a.v)'i abdestini bozduğunu, sonra ab dest alıp mestler üzerine mesh ettiğini
gördüm
[382] diye cevap verdi.[383]
A'meş der ki: ibrahim
dedi ki: (Cerîr'in) bu sözü, Abdullah'ın arkadaş larının hoşuna giderdi. Çünkü
Cerîr'in Müslüman olması, Mâide suresinin inmesinden sonradır."
Ebu Davud'un
rivayetinde, Cerîr b. Abdullah şöyle der:
Cerîr, küçük abdestini
bozdu, sonra da ab dest alıp mestler üzerine mesh etti. Sonra da:
"Resulullah (s.a.v)'i mesh ederken gördüğüm halde (artık) beni (mestler
üzerine) mesh etmekten ne alıkoyabilir?' dedi. (Ona:)
Yalnız Resulullah
(s.a.v)'in mestler üzerine mesh etmesi, (galiba) Mâide suresinin inmesinden
önce idî.[384] dediler. O da:
Ben, Mâide suresi
indikten sonra Müslüman oldum1 dedi.[385]
Nesâî'nin rivayeti de şu şekildedir:
Cerîr abdest aldı.
Mestleri üzerine mesh etti. Ona:
(Mestler üzerine) mesh
mi ediyorsun?' diye soruldu. O da:
Resulullah (s.a.v)'i
mestleri üzerine mesh ederken gördüm' diye cevap verdi.
Cerîr'in bu sözü,
Abdullah'ın arkadaşlannın hoşuna giderdi. Cerîr, Resulullah (s.a.v)'in
vefatına yakın bir zamanda Müslüman olmuştu.[386]
Tirmizî'nin diğer bir
rivayetinde ise, Şehr b. Havşeb şöyle der:
Cerîr b. Abdullah'ı,
abdest alıp mestlerinin üzerine mesh ederken gördüm. Bu hususu ona sordum. O
da:
Ben Resulullah
(s.a.v)'i, abdest alıp mestlerinin üzerine mesh ederken gördüm1 dedi. Ona:
Maide (süresindeki a
yet) ten önce mi, yoksa sonra mı (Müslüman oldun) diye sordum. O da:
Mâide (süresindeki
ayet)ten sonra Müslüman oldum' diye cevap verdi.[387]
33. Muğîre
b. Şu'be (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Bir seferde Peygamber
(s.a.v) ile beraberdim. (Resulullah, bana):
Ey Muğîre! (Yanına)
bir su kabı al (benimle birlikte gel)' buyurdu.
Bunun üzerine (yanıma)
su kabım aldım. Gözümden kayboluncaya kadar uzağa gitti. (Tuvalet) ihtiyacını
giderdi. Üzerinde Şam (kumaşından yapılmış) bir cübbe vardı. Elini, cübbenin
yeninden çıkarmaya çalıştı. Fakat cübbenin yeni dardı. Bunun üzerine elini,
cübbenin altından çıkardı. (Yanımdaki su kabından) onun eline döktüm. Namaz için abdest aldığı
gibi abdest aldı. Mestleri üzerine mesh etti. Sonra namaz kıldı.[388]
Buhârî'nin bir
rivayeti şu şekildedir:
Ben, Peygamber
(s.a.v)'in (eline) abdest suyu döktüm. O, mestler üzerine mesh etti. (Sonra da)
namaz kıldı.[389]
Buhârî'nin başka bir
rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
(tuvalet) ihtiyacı için gitti. (İhtiyacını giderdikten) sonra (dönüp) geri
geldi. Onu su (kabı)yla kaşıladım. üzerinde Şam (kumaşından yapılmış) bir cübbe
olduğu halde abdest aldı. Ağza ve burna su verdi. Yüzünü yıkadı. Elinin
cübbesinin yenlerinden çıkarmaya çalıştı. Fakat cübbesinin yenleri dardı.
Ellerini (cübbenin) altından çıkarıp onları yıkadı. Başını ve mestlerini mesh
etti.[390]
Yine Buhârî'nin diğer
bir rivayeti şu şekildedir:
Muğîre, bir seferde,
Resulullah (s.a.v) ile birlikte bulunmuş idi. Resulullah (s.a.v) (tuvalet)
ihtiyacını gidermek için (gözden uzak bir yere) gitmişti. (Dönüp geri geldiğinde) abdest
alırken, Muğîre, onun eline su dökmüştü. İşte bu ab destte Resulullah (s.a.v),
yüzünü ve ellerini yıkamıştı. Başına ve mestleri üzerine mesh etmişti.[391]
Yine Buhârî'nin başka
bir rivayeti şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) bir
ihtiyacım (gidermek için gözden uzak bir yere) gitmişti. Dönüp geri geldiğinde
abdest alırken) -bunu ancak Te-bük gazvesinde
[392]
söylediğini biliyorum- Kalktım, onun eline su döktüm. Yüzünü yıkadı. Kollarını
yıkamak istedi. Fakat cübbesinin yeni dar idi. Bunun üzerine kollarını
cübbesinin altından çıkarıp yıkadı. Sonra da mestleri üzerine mesh etti.[393]
Yine Buhârî'nin diğer
bir rivayeti şu şekildedir:
Ben, bir seferde,
Peygamber (s.a.v) ile birlikte idim. Mestlerini çıkarmak için eğildim.
(Resulullah, bana): Mestleri bırak! Çünkü ben, onları (ayaklarım) temizken (abdest!iyken)
giydim
[394] deyip mestlerinin
üzerine mesh etti.
[395]
Müslim'in rivayetin şu
şekildedir:
Ben, bir gece
Peygamber (s.a.v) ile birlikte yolda idim. Bana: 'Yanında su var mı?' diye
sordu. Ben de: 'Evet' dedim. Bunun üzerine hayvanından indi ve gecenin
karanlığında gözden kayboluncaya kadar gitti. Sonra (dönüp geri) geldi. Ben,
onun eline bir kapdan su döktüm. Yüzünü yıkadı. Üzerinde yünden (yapılmış) bir
cübbe vardı. Kollarını bu cübbedcn çıkaramadı. Nihayet kollarını, cübbesinin
altından çıkarıp (öyle) yıkadı. Başına mesh etti. Sonra mestlerini çıkarmak
için eğildim. (Bana:) 'Mestleri bırak! Çünkü ben, onları (ayaklarım) temizken
(abdestliyken) giydim1 deyip mestlerinin üzerine mesh etti.[396]
Müslim'in diğer bir
rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
mestlerinin üzerine, başının ön tarafına ve sarıgına mesh etti.[397]
Müslim'in başka bir
Vivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
abdest aldı. Alnına, sarığına ve mestleri üzerine mesh etti.[398]
Ebu Davud'un rivayeti
şu şekildedir:
Biz Resulullah (s.a.v)
ile birlikte bir deve süvarisi topluluğu içinde bulunuyorduk. Yanımda bir de
su kabı vardı. Resulullah (s.a.v) (tuvalet) ihtiyacı için dışarı çıktı.
(İhtiyacını giderdikten) sonra (dönüp) geri geldi. Onu su kabıyla karşıladım.
(Yanımdaki su kabından) on(un elinje su döktüm. Ellerini ve yüzünü yıkadı.
Sonra da kollarını (cübbesinin yenlerinden) dışarı çıkarmak istedi. Halbuki
üzerinde yenleri dar, yünden (dokunmuş) bir Rum cübbesi vardı. Cübbe dar
gelince, kollarını cübbenîn altından çıkarıp uzattı. Sonra mestlerini çıkarmak
için onun mestlerine eğildim. Bana:
Mestleri bırak! Çünkü
ben, onları ayaklarım temizken (abdest-liyken) giydim
[399]
deyip mestlerinin üzerine mesh etti.
[400]
Şa'bî der ki: Urve, bu
hadisi, babasından bizzat müşahede ettiğini, babasının da Resulullah (s.a.v)'den
müşahede etmiş olduğunu kesinlikle ifade etmiştir.[401]
Ebu Davud'un diğer bir
rivayeti de şu şekildedir:
Nebi (s.a.v) mestleri
üzerine, alnına ve sangı üzerine mesh ederdi.
[402]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
mestleri üzerine mesh etti. Ben (de): 'Ey Allah'ın resulü! Yoksa (ayağınızı
yıkamayı) unuttunuz mu?' diye sordu. O da: '(Hayır,) bilakis sen unuttun. Yüce
Rabbim bana mestleri üzerine mesh etmeyi emretti' diye cevap verdi.
[403]
Tirmizî'nin rivayeti
de şu şekildedir:
Nebi (s.a.v) abdest
aldı. Mestleri ve sarığı üzerine mesh etti.
[404]
Nesâî'nin rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
(tuvalet) ihtiyacı için çıkmıştı. Döndüğünde, onu su dolu bir kapla karşıladım.
Suyu döküp (önce) ellerini yıkadı. Sonra yüzünü yıkadı. Sonra kollarını yıkamak
istedi. Cübbesinin yeni dardı. Bu sebeple kollarını cübbenin altından çıkarıp
yıkadı. Sonra mestleri üzerine mesh etti ve bize namaz kıldırdı.[405]
Nesâî'nin diğer bir
rivayeti de şu şekildedir:,
Peygamber (s.a.v)
(tuvalet) ihtiyacı için çıkmıştı. Muğîre'de, içinde su bulunan bir kapla
arkasından gitti. Peygamber (s.a.v) (tuvalet) ihtiyacını bitirince, Muğîre
(içinde su buluna su kabından Peygamberimizin eline) su döküp Peygamber
(s.a.v) abdest aldı ve mestleri üzerine mesh etti.[406]
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayeti de şu şekildedir:
Bir seferde Peygamber
(s.a.v) ile beraberdim. Bana:
Ey Muğfre! Sen
(insanlardan) geride kal. Ey İnsanlar? Siz seçip gidin' buyurdu.
Bunun üzerine ben
geride kaldım. Yanımda bir su kabı vardı. İnsanlar geçip gitti. Peygamber
(s.a.v), (tuvalet) ihtiyacı için uzaklaştı. Dönünce, eline su dökmek için
yanına vardım. Peygamber (s.a.v)'in üzerinde, yenleri dar Bizans (malı) bir
cübbesi vardı. Elini cübbenin yeninden çıkarmak istedi. Fakat cübbenin yeni dar
geldi. Elini cübbenin altından çıkardı. Yüzünü ve kollarını yıkadı. Başını
[407] ve
mestleri üzerine mesh etti.[408]
Yine Nesâî'nin diğer
bir rivayeti ise şu şekildedir;
Resulullah (s.a.v) ile
birlikte bir seferde idik. Yolda giderken yanındaki asayla sırtıma hafifçe
vurup yoldan ayrıldı. Ben de onunla birlikte (yoldan) ayrıldım. Resulullah
(s.a.v) filan yere gelince, devesini çökertti. Sonra (tuvalet) ihtiyacı İçin
gitti. (Hadisin ravisi der ki:) Gözümden kayboluncaya kadar gitti. Sonra
gelip:
Yanında su var mı?'
diye sordu. Yanımda bir (su) kırbam vardı. Onu Resulullah (s.a.v)'e getirip
(eline) dökmeye başladım. Resulullah (s.a.v) ellerini ve yüzünü yıkadı.
Kollarım yıkayacaktı. Fakat üzerinde,
kollan dar Şam kumaşından yapılmış bir cübbe vardı.
Elini, cübbenin altından çıkardı. Yüzünü ve kollarını yıkadı.
(Ravi) Resulullah
(s.a.v)'in, mübarek alınlarından ve sangından bahsetti. (Hadisin ravisi) İbn
Avn: Bunİan, istenilen şekilde ezberieyedim1 der.
Muğîre (devamla) der
ki: Sonra mesh I eri üzerine mesh etti. Sonra da:
(Tuvalet için senin)
bir ihtiyacın var mı?1 diye sordu. Ben de:
Ey Allah'ın resulü!
(Tuvalet için) hiçbir ihtiyacım yok' dedim.
Sonra diğerlerinin
yanma geldik. Abdurrahman ibn Avf,
[409]
cemaate imam olup sabah namazından bir rekat kıldırmıştı. Abdurrahman ibn Avf
a, Resulullah (s.a.v)'in geldiğini haber vermek istedim. Fakat Resulullah
(s.a.v) bana engel oldu.
[410]
Sabah namazının farzından yetişebildiğimiz kadarını cemaatle kıldık.
Kaçırdığımız rekatı ise kaza ettik.[411]
Nesâî'nin bir
rivayetin de şu ifade yer almaktadır:
Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v) (cübbenin yenini) omzuna atıp kollarını yıkadı. Alnına,
sarığına ve mestlerine mesh etti.[412]
Yine Nesâî'nin bir
rivayetin de şu ifade yer almaktadır:
Bu sebeple kollarını cübbenin
altından çıkarıp yıkadı. Sonra mestleri üzerine mesh etti ve bize
namaz kıldırdı.[413]
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayetin de şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v)
abdest aldı. Alnına,
sangına ve mestlerine mesh etti" ifadesi yer
almaktadır.[414]
34. Ümmü
Seleme (r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir: "Ümmü Süleym, Peygamber (s.a.v)'e
gelip:
Ey Allah'ın resulü!
Şüphesiz ki Allah, hak(kı açıklamak)tan haya etmez.
[415]
Acaba İhtilam olduğu zaman kadına boy abdesti almak lazım mıdır?' diye sordu.
Resulullah (s.a.v):
Evet! Suyu (spermi)
görürse, (kadının boy abdesti alması) lazımdır' diye cevap verdi. Bunun
üzerine Ümmü Seleme:
Ey Allah'ın resulü!
Kadın hiç ihtilam olur mu?' dedi. Resulullah
(s.a.v):
Allah iyiliğini
versin. Çocuk, kadına neden benziyor (sanıyorsun)?
[416]
diye cevap verdi.[417]
Bir rivayette şu ilave
yer almaktadır:
Ümmü Seleme dedi ki:
(Ümmü Süleym'e:) '(Bu sözün sebebiyle) kadınları rezil ettin1 dedim.[418]
Başka bir rivayette
ise şu ifade yer almaktadır:
Bunun üzerine Ümmü
Seleme, (utancından) yüzü örterek:
Ey Allah'ın resulü!
Kadın hiç ihtilam olur mu?' dedi. Resulullah (s.a.v)'de;
Evet! 'Allah iyiliğini
versin. Çocuk, kadına neden benziyor (sanıyorsun)?' diye cevap verdi.[419]
Bir diğer rivayette
ise Bunun üzerine Ümmü Seleme güldü" ifadesi yer almaktadır.
[420]
Tirmizî'nin rivayeti
ise baştaki hadis gibi olup içerisinde şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v):
Evet! Suyu (spermi)
görürse, (kadın) boy abdesti alsın1 buyurdu. Bunun üzerine Ümmü Seleme dedi ki:
Ümmü Süleym'e:
(Bu
sözün sebebiyle) kadınları rezil ettin1 dedim.[421]
Nesâî, bu hadisi,
baştaki rivayete benzer bir şekilde rivayet etmiştir.[422]
Ebu Dâvud'da, bu
hadisi, Hz. Aişe'nin hadisinden sonra getirip sonunda şöyle der:
Hişâm b. Urve,
Urve'den, Urve ise Zeyneb bint. Ebi Seleme'den, o da Ümmü Seleme'den;
"Ümmü Süleym, Resulullah (s.a.v)'e geldi..." şeklinde rivayet
etmiştir.[423]
Görüldüğü üzere Ebu
Dâvud, hadisi, Hz. Aişe hadisine göndermede bulunmadan (ayrı bir şekilde)
rivayet etmiştir.
35. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Sizden biriniz
uykudan uyandığı zaman üç defa elini yıkamadan kaba sokmasın. Çünkü (kişi,)
elinin nerede gecelediğini bilemez.
[424]
Müslim'in bir rivayeti
şu şekildedir:
Sizden biriniz uykudan
uyandığı zaman elini kabına sokmadan hemen eline üç defa su döksün. Çünkü
(kişi,) elinin nerde gecelediğini
[425]
bilemez.[426]
Müslim'in bir
rivayetinde Elini yıkamadan. ifadesine yer verilmiş, fakat "üç defa
[427]
ifadesine yer verilmemiştir.
[428]
Buhârî, bu manaya ilave yapmakla hadisi şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.v)
şöyle buyurdu: Sizden biriniz abdest alacağı zaman burnuna su versin, sonra
(burnuna verdiği suyu geri) çıkarsın. (Tuvalet ihtiyacını giderme esnasında)
her kim taşla silinirce, sayısını tek yapsın. Sizden biriniz uykudan uyandığı
zaman elini abdest suyunun içine sokmadan önce yıkasın. Çünkü sizden biriniz,
(uykusunda) elinin nerede gecelediğini bilemez.[429]
Ebu Dâvud'da bu hadisi
(bu şekilde) rivayet etmiştir.
[430]
Tirmizî'nin
rivayetinde Elinin üzerine iki yada üç defa su akıtmadan. ifadesi yer
almaktadır.
[431]
Yine Ebu Davud'un
rivayetinde ise, Çünkü elinin gece nerelerde gecelediğini yada nerelerde
dolaştığını bilemez" ifadesi yer almaktadır.
[432]
Bu hadis, Nesâî'nin
"Sünen"inde rivayet edilen ilk hadistir.
[433]
36. Ebu
Katâde (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Sizden biriniz,
işediği zaman erkeklik organına sağ eliyle dokunmasın. Tuvalete gittiğinde sağ
eliyle silinmesin. Su içtiğinde de bir nefeste içmesin.
[434]
Bu lafız, Ebu Davud'a
aittir. Buhârî'nİn rivayeti ise şu şekildedir:
Sizden biriniz,
işediği zaman erkeklik organını sağ eliyle tutmasın. Sağ eliyle temizlenmesin.
[435] Su
kabının içine nefesini
[436]
vermesin.
[437]
Buhârfnin diğer bir
rivayeti de şu şekildedir:
Sizden biriniz (su
kabından) bir şey içtiği zaman onun içine nefesini vermesin. Tuvalete gittiği
zaman erkeklik organına sağ eliyle dokunmasın. Sağ eliyle temizlenmesin.
[438]
Müslim'in rivayeti ise
şu şekildedir:
Sizden biriniz işerken
erkeklik organını sağ eliyle kesinlikle tutmasın.
Tuvalette sağ eliyle
silinmesin. Kabın içine nefesini vermesin.
[439]
Peygamber (s.a.v)
kabın içine nefes vermekten, erkeklik organını sağ elle tutmaktan ve (tuvalet
ihtiyacı sırasında) sağ elle silinmekten yasaklamıştır.[440]
Nesâî, Müslim'in ve
Ebu Davud'un rivayetlerine benzer bir şekilde rivayette bulunmuştur.
[441]
Tirmizf nin rivayeti
ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v),
kişinin, erkeklik organını sağ elle tutmasını yasaklamıştır.[442]
37. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah
(s.a.v) şöyle buyurdu: Eğer ümmetime zorluk verecek olmasaydım, onlara misvak
kullanmalarını mutlaka emrederdim.
Başka bir rivayette
ise: "Eğer ümmetime yada insanlara zorluk verecek olmasaydım, onlara her
namaz (başın)da misvak kullanmalarını mutlaka emrederdim.
[443]
Bu lafız, Buhârî'ye
aittir. Müslim'in rivayeti ise şu şekildedir:
Eğer müminlere
Züheyr'in sözünde: ümmetime zorluk verecek olmasaydım, onlara her namaz (başında)da
misvak kullanmalarını
[444]
mutlaka emrederdim.
[445]
Ebu Davud'un rivayeti
ise şu şekildedir:
Eğer müminlere zorluk
verecek olmasaydım, yatsı namazını geciktirmelerini
[446] ve
her namaz (başm)da miavak kullanmalarını mutlaka emrederdim.[447]
38. Hz. Ali
(r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Muhammed
ibnu'l-Hanefiyye dedi ki: Hz. Ali der ki: "Ben, mezisi çok olan biriydim.
Peygamber (s.a.v)'e meziyi sormaya, kızının ben (im nikahım altın)da olması
sebebiyle utanıyordum. Bunun üzerine Mikda-d'a, (mezinin durumunu) Peygamber
(s.a.v)'c sormasını istedim, O da, ona (mezi ile ilgili) sordu. Peygamber
(s.a.v):
(Mezi gören kimse,)
cinsel organını yıkar ve abdest alır' diye cevap verdi.
[449]
Bu lafız, Buhârî ve
Müslim'e aittir.
Buhârî'nin, Ebu
Abdurrahman es-Sülemî yolundan yaptığı rivayet şu şekildedir:
"Ben bir kimseye,
(mezi ile ilgili) Peygamber (s.a.v)'e sormasını istedim. (O da sordu.) Bunun
üzerine Peygamber (s.a.v):
Abdest al ve cinsel
organını yıka1 diye cevap verdi.[450]
Müslim'in, Abdullah
yolundan yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Ali der ki: Mikdad b.
Esvedi, Resulullah (s.a.v)'e gönderdik. Mik-dad, ona; insanın, kendisinden
çıkan mezi ile ilgili ne yapacağım sordu. O da:
Abdest al ve cinsel
organını yıka1 diye cevap verdi.
[451]
Ebu Dâvud'da, Urve
yoluyla Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ali, Mikdad'a şöyle
dedi diyerek (bir önceki Süleyman b. Yesâr'ın riva-yetindekilerin) benzerini
zikretti.
Sonra Urve der ki:
Mikdad, Resulullah (s.a.v)'e (mezi kimsenin durumunu) sordu. O da:
Cinsel organını ve
hayalarım yıkasın
[452]
diye cevap verdi.
[453]
Ebu Davud'un başka bir
rivayetinde, Peygamber (s.a.v)'in; Hayalarını" ifadesini zikretmediği
belirtilmektedir.
[454]
Ebu Davud'un Hz.
Ali'den yaptığı diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Ben, mezisi çok gelen
biriydim. (Sperme kıyas ederek) yıkanmaya başladım. Öyle ki sırtım çatladı.
Bunun üzerine durumu Peygamber (s.a.v)'e anlattım yada anlatıldı. O da:
Böyle yapma! Meziyi
gördüğünde, Cinsel organını yıka ve namaz için abdest aldığın gibi abdest al.
Sperm çıktığında ise, yıkan' diye cevap verdi.[455]
Tirmizî'nin
rivayetinde ise Hz. Ali şöyle der:
Peygamber {s.a.v)'e,
mezi ile ilgili soru sordum. O da:
Meziden dolayı (namaz)
abdesti alman ve sperm (meni) den dolayı ise boy abdesti alman gerekir'
buyurdu.[456]
Nesâî'nin Hz. Ali'den
yaptığı bir rivayet ise şu şekildedir:
Ben, mezisi çok gelen
biriydim. Peygamber (s.a.v)'in kızı (Farıma nikahım) altında idi. Bundan
dolayı (mezinin durumunu) ona sormaya utandım. Dolayısıyla yanımda oturan
birisine, bunu, Peygamber (s.a.v)'e sormasını söyledim. O adam da, Peygamber
(s.a.v)'e (mezinin durumunu) sordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
(Mezi gelince,) abdest almak gerekir' diye
cevap verdi.
[457] Yine Nesâî'nin Hz.
Ali'den yaptığı diğer bir rivayet ise şu şekildedir: Mikdad'a:
Bir kimse, ailesiyle,
cinsel ilişki yapmaksızın oynaştığında mezi gelirse ne yapmalıdır? diye bunu
Peygamber (s.a.v)'e sor. Çünkü ben, Peygamber (s.a.v)in kızı (nikahım) altında
olduğundan ötürü bunu sormaya utanıyorum' dedim.
O da, (bu meseleyi)
Peygamber (s-.a.v)'e sordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Cinsel organını yıkar
ve namaz abdesti gibi abdest alır' diye cevap verdi.
[458]
Yine Nesâî'nin Hz.
Ali'den yaptığı başka bir rivayet ise şu şekildedir:
Ammâr'a, Peygamber
(s.a.v)'in kızının (benim nikahım) altında olmasından ötürü (mezi meselesini)
Resulullah (s.a.v)'den sormasını istedim. O da bu meseleyi Peygamber' sordu.)
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Mezi için abdest almak
yeterlidir' diye cevap verdi.
[459]
Yine Nesâî'nin,
Abdullah ibn Abbâs yoluyla Hz. Ali'den yaptığı rivayet şu şekildedir:
Ali, Mikdad ve Ammâr
aralannda konuşuyorlardı. Ali:
Benden çok mezi
akıyor, kızı nikahım altında olduğundan dolayı Resulullah (s.a.v)'e (mezi
meselesini) sormaya utanıyorum. İkinizden birisi benim (bu meselemi) sorsa'
dedi.
Bunun üzerine
ikisinden birisi -hangisi olduğunu unuttum- (mezi meselesini) Resulullah
(s.a.v)'e sordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
O, mezidir. Kimden
akarsa, cinsel organını yıkasın. Namaz ab-desti gibi abdest alsın1 diye cevap
verdi.
[460]
Yine Nesâî'nin, Hz.
Ali'den yaptığı rivayet şu şekildedir:
Ben, mezisi çok gelen
biriydim. Birisine (bu mezi meselesini) Peygamber (s.a.v)'e sormasını istedim.
O da (bu meseleyi) ona sordu.
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v);
Abdest almak gerekir'
diye cevap verdi.[461]
Yine Nesâî'nin bir
rivayetinde, Abdest al ve cinsel organım yıka" ifadesi geçmektedir.[462]
Yine Nesâî'nin bir
rivayetinde, Cinsel organım yıkasın ve namaz abdesti gibi abdest alsın"
ifadesi geçmektedir.[463]
Yine Nesâî'nin, Râfi'
b. Hadîc'den yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Ali, Ammâr'a; meziyi
Resulullah (s.a.v)'den sormasını istedi. Resulullah (s.a.v):
Cinsel organını yıkar
ve abdest alır' diye cevap verdi.[464]
39. Ebu
Eyyûb el-Ensârî (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Büyük abdeste
gittiğiniz zaman önünü ve arkasını kıbleye dönmesin. Fakat (Medine'nin) doğu
tarafına doğruyada batı tarafına doğru dönünüz."
Ebu Eyyûb der ki:
"Biz Şam'a geldiğimizde yönleri kıbleye doğru yapılmış tuvaletler gördük.
(Tuvaletlerin içinde kıbleden) dönüyorduk ve Allah'a istiğfar
[465] ediyorduk.[466]
Buhârî, Müslim,
Tirmizî ve Ebu Dâvud, bu hadisi (bu lafızla) rivayet etmiştir.
Nesâî'nin, Râfi1 ibn
İshâk'tan
[467] yaptığı rivayet şu
şekildedir:
(Râfi' ibn İshâk,) Mısır'da
[468]
bulunduğu sırada Ebu Eyyûb el-Ensârî'nin şöyle dediğini işitmiştir:
Resulullah (s.a.v):
'Herhangi biriniz büyük veya küçük abdeste gittiği zaman önünü ve arkasını
kıbleye dönmesin
[469]
buyurmuştu. Allah'ın adına yemin ederim ki, ben bu tuvaletlerde nasıl hareket
edeceğimi bilemiyorum.[470]
Nesâî'nin Ebu
Eyyûb'tan yaptığı diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
şöyle buyurdu: Büyük veya küçük abdest yaparken önünüzü ve arkanızı kıbleye
dönmeyin. Doğuya ve batıya
[471]
donun.
[472]
Yine Nesâî'nin Ebu
Eyyûb'tan yaptığı diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
şöyle buyurdu: Herhangi biriniz büyük abdesie gittiği zaman yönünü kıbleye
doğru dönmesin. Yönünü, doğuya ve batıya dönsün.[473]
40. Ebu Hureyre
(r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah
(s.a.v) şöyle buyurdu: Köpek, sizden birinin kabından bir şey içtiği zaman hemen
o kabı yedi defa yıkasın.
[474]
Bu hadisi; Buhârî ve
Müslim (bu lafızla) rivayet etmiştir. Müslim'in rivayeti şu şekildedir:
Köpek, sizden birinin
kabını yaladığı
[475]
zaman hemen o kabın
içindekini)
döksün. Sonra da o kabı yedi defa yıkasın.[476]
Müslim, bu rivayetin
bir benzerini rivayet edip fakat hemen o kabi (n içîndekini) döksün"
ifadesini kullanmamıştır.
[477]
Yine Müslim'in rivayeti şu şekildedir:
Köpek,
[478]
sizden birinin kabını yaladığı zaman o kabın temizliği, birincisi toprakla
(olamk şartıyla) onu yedi defa yıkamasidir.[479]
Yine Müslim'in diğer
bir rivayeti de şu şekildedir:
"Köpek, sizden
birinin kabını yaladığı zaman o kabın temizliği, onu yedi defa yıkamasıdır.[480]
Ebu Davud'un bir
rivayetinde, bu manada, Ebu Hureyre'den mevkuf olarak bir hadis rivayet
edilmiştir. Fakat bu hadisin içerisine Ebu Hureyre:
Kedinin su içtiği kap
bir kez yıkanır
[481]
cümlesini ilave etmiştir.
[482]
Ebu Davud'un diğer bir
rivayeti de şu şekildedir:
Köpek bir kabı
yaladığı zaman, yedincisitoprakla (olmak şartıyla) onu yedi defa
yıkayınız."
Ebu Dâvud (devamla)
der ki: Bir topluluk, bu hadisi, Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir. Fakat onlar,
v'j^1 toprak" kelimesini zikretmem işlerdir.
[483]
Nesâî'de bu hadisi,
(baştaki gibi değilde) ikinci şekliyle rivayet etmiştir. Tirmizî'nin rivayeti
de şu şekildedir:
Köpek bir kabı
yaladığı zaman o kap yedi kere yıkanır. Birincisi veya sonuncusu, toprakla
(ovulur). Kedinin yaladığı kap ise bir kere yıkanır."
Tirmizî (devamla) der
ki: Bu hadisi bir çok kimse rivayet etmiştir. Fakat bu hadisin içerisinde
"Kedinin yaladığı kap ise bir kere yıkanır" cümlesi zikredilmemiştir.
[484]
41. Esma
bint. Ebi Bekr (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Bir kadın, Resulullah
(s.a.v)'e gelip: c
Ey Allah'ın resulü!
Biz (kadınlardan) biri, elbisesine hayız kanı bulaştığında ne yapmasını
buyurursunuz?' diye sordu. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v):
(Birinizin elbisesine
hayız kanı bulaşırsa,) o kanı (elleriyle y parmaklarıyla) kazır, sonra suyla
ovalar, sonra üzerine su dök(üp yı-k)ar, sonra da o elbiseyle namaz kılar' diye
cevap verdi.[485]
Bu hadisi; Nesâî hariç
diğer hadis imamları (bu lafızla) rivayet etmişlerdir.
Nesâî'nin rivayeti şu
şekildedir:
Bir kadın, elbiseye bulaşan hayız kanı
[486]
hakkında Resulullah (s.a.v)'den fetva istedi.
Resulullah (s.a.v),
ona:
(İlk
önce leke değen yeri ellerinle yada parmaklarınla) kazı, sonra suyla ovala,
sonra üzerine su dök ve o elbiseyle namaz kü1 diye ceverdi.
[487]
Ebu Davud'un bir diğer
rivayeti ise şu şekildedir:
Bir kadının,
Resulullah (s.a.v)'e: 'Biz (kadınlardan) biri temizlendiği zaman (hayızlı iken
giydiği) elbisesini ne yapsın, onunla namaz kılsın mı?' diye sorduğunu
işittim.Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Baksın, eğer
elbisesinde kan görürse, biraz suyla ovalasın, (bu suda yada elbisede kan izi)
görmeyinceye kadar (elbiseyi) yıkasın ve (bu elbiseyle) namazını kılsın' diye
cevap verdi.[488]
Yine Ebu Dâvud, bu
manada başka bir hadis daha rivayet edip bu hadi-sin içerisinde, O (kanı) kazı,
sonra suyla ovala, sonra da yıka" ifadesi yer almaktadır.[489]
42. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Ebu Hureyre,
Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: Bizler, sonra gelenleriz,
(Kıyamet gününde ise) öne geçecek olanlarız.
Sakın sizden birisi
akmayan durgun suya İşemesin. Sonra ondan (su alıp) yıkanır.[490]
Lafız, Buhârî'ye
aittir.
Müslim'de,bu hadisin
bir benzerini rivayet etmiş, fakat "Bizler, sonra gelenleriz. (Kıyamet
gününde ise) öne geçecek olanlarız" ifadesine yer vermemiştir.[491]
Tirmizî ile Nesâî'nin
rivayeti ise şu şekildedir:
Sakın sizden birisi
durgun suya işemesin.
[492]
Sonra ondan abdest alır.
[493] Ebu
Dâvud ile Nesâî'nin bir rivayeti, Tirmizînin bir rivayeti gibi olup bu Sonra
ondan (su alıp) yıkanır" ifadesi yer
rivayetin içerisinde,
almaktadır.[494]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti şu şekildedir:
Sakın sizden birisi
durgun suya işemesin. Sonra ondan yıkanır.[495]
Nesâî'nin bir rivayetinde Durgun su"
ifadesi yer almaktadır.[496]
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayeti şu şekildedir:
Sakın sizden birisi
durgun suya işemesin. Sonra ondan yıkanır yada abdest alır.
[497]
Yine Nesâî'nin diğer
bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
durgun suya işemeyi, sonra da cünüplükten dolayı orada yıkanılmasını
yasaklamıştır.
[498]
43. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.v)'in şöyle
buyurduğunu işittim: Beş (şey vardır ki, bunlar,) fıtrat (tan) dır:
1. Sünnet
olmak,
2. Kasıkları
traş etmek,
3. Bıyıklan
kısaltmak,
4. Tırnak
kesmek,
5. Koltuk
altındaki kılları yolmak.
[499]
Bir rivayette, Beş şey
fıtrattır
[500] yada beş şey
fıtrattandır" ifadesi yer almaktadır.
[501]
44. Nu'mân
b. Beşîr (r.a)'tan rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a.v)'in şöyie
buyurduğunu işittim:
Ya saflarınızı
düzeltirsiniz yada Allah yüzlerinizi başka başka taraflara çevirir.[503]
Buhârî ve Müslim, bu
hadisi, (bu lafızla) rivayet etmişlerdir. Müslim'in diğer bir rivayeti ise şu
şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
bizjm saflarımızı düzeltir, hatta saflarımızı oklar gibi oluncaya kadar düzeltirdi.
Safları düzeltme işine,
[504] biz
(saf bağlamayı) anlayıp öğreninceye kadar devam etti. Sonra bir gün (mescide)
varıp namaza kalktı. Tam tekbir alacağı sırada göğsü saftan dışarı çıkmış bir
adam gördü. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Ey Allah'ın kulları! Ya saflarınızı
düzeltirsiniz yada Allah yüzlerinizi başka başka taraflara çevirir' buyurdu.[505]
Ebu Dâvud, Tirmizî ve
Nesâî'de, bu hadisi (bu şekilde) rivayet etmişlerdir,
Yine Ebu Davud'un bir
rivayeti şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
(bif gün) cemaate yönelerek üç defa: 'Saflarınızı düzeltiniz1 buyurdu. (Sonra
sözüne şöyle devam etti:) 'Vallahi, ya saflarınızı düzeltirsiniz yada Allah
kalplerinizi başka başka taraflara çevirir.
(Ravi Nu'mân) der ki:
Ben, (Resulullah'ın bu sözünden) sonra gördüm ki, herkes omuzunu arkadaşının
omuzuna, dizini arkadaşının dizine ve topuğunu (da) arkadaşının topuğuna
yapıştırıyordu.[506]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), biz
namaza kalkınca saflarımızı düzeltirdi. Biz (saflarımızda iyice) düzelince de
tekbir alırdı.[507]
45. Ebu
Hureyrc (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Namaz için kamet
getirildiğini işittiğiniz zaman, sakin ve ağırbaşlı bir şekilde (namaz
kılmaya) yürüyerek gelin. Hızlı bir şekilde gelmeyin. Namaza yetişebildiğiniz
kadarını (imamla birlikte) kılın. Yetişemediğiniz kısmı ise (kendiniz)
tamamlayın.[508]
Müslim'in bir rivayeti
şu şekildedir:
Namaz için kamet
[509]
getirildiği zaman ona koşarak gelmeyin. Sakin bir şekilde yürüyerek gelin.[510]
Yetişebildiğiniz kadarını (imamla birlikte) kılın.
[511]
Yetişemediğinizi (kendiniz) tamamlayın.[512]
Müslim'in diğer bir
rivayeti de şu şekildedir:
Namaz için ikamet
getirildiği zaman namaza hiç biriniz koşmasın. Sakin ve ağırbaşlı bir şekilde
yürüsün. Yetişebildiğinizi (imamla birlikte) kılın. Yetişemediğinizi ise kaza
edin.[513]
Yine Müslim'in bir
rivayetinde, Çünkü sizden birisi, namaz maksadıyla yola çıkarsa namazda sayılır
ilavesi yer almaktadır.[514]
46. Büsr b.
Saîd (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Zeyd b. Hâlid
el-Cühenî, namaz kılanın önünden geçen kimse hakkında Resulullah (s.a.v)'den ne
işittiğini sormak üzere Büsr'ü, Ebu Cuheym'e göndermişti. Bunun üzerine
EbuCuheym (şunları) söylemişti: Resululiah (s.a.v): Namaz kılanın önünden
geçen kimse, ne kadar günah işlediğini bilseydi, kırk.beklemeyi, (namaz
kılanın) önünden geçmekten daha hayırlı bulurdu' buyurdu.
Ebu'n-Nadr: '(Ravinin)
kırk gün mü, kırk ay mı, yoksa kırk yıl mı? Dediğini bilemiyorum' dedi.
[515]
Tirmizî der ki:
"Peygamber (s.a.v)',n şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Sizden birinizin yüz
yıl durup beklemesi, namaz kılan (din) kardeşinin önünden geçmesinden
[516]
daha hayrlıdır.[517]
47. Abdullah
ibn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Ebu's-Sahbâ1 der ki:
Biz Abdullah ibn Abbâs'in yanında namazı bozan şeylerden bahsediyorduk.
Abdullah ibn Abbâs şöyle dedi:
Ben ve Abdulmuttalib
oğullarından bir çocuk, eşek üzerinde olduğumuz halde namaz kılmakta olan
Peygamber (s.a.v)'e (önünden geçerek) geldik. Sonra o ve ben, eşekten inip
eşeği safların önüne Salıverdik. (Bunu gören Peygamber) hiç aldırış etmedi. Ve
(yine) Abdulmuttalib oğullarından iki genç kız gelerek safların arasına
girdiler. Peygamber (s.a.v) bunu da Önemsemedi.[518]
Ebu Davud'un bu
hadisle ilgili başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
Abdulmuttalib
oğullarından iki genç kız gelerek (safların önünde) çekişmeye başladılar.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), bu iki kızı tutup arasını ayırdı.[519]
Ebu Davud'un diğer bir
rivayetinde, Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), birini diğerinden ayırdı. (Fakat)
o, kızların bu durumuna önem vermedi" ifadesi yer almaktadır.
[520]
Ebu Davud'un başka bir
rivayetinde Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
Sizden biriniz
sütresiz
[521] namaz kılarsa, (önünden
geçecek) köpek, eşek, domuz, Yahudi, Mecusi ve kadın onun namazını bozar.
[522]
(Fakat bunlar, sizin
önünüzden
değü de,) bir iaş atım mesafesi uzaklıktan geçerlerse (o zaman) namazı(nız) tam
olur.
[523]
Ebu Dâvud (devamla)
der ki: "Abdullah ibn Abbas dedi ki: Bu hadisin, Resulullah (s.a.v)'den
geldiğini zannediyorum."
Ebu Davud'un diğer bir
rivayetinde ise Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
Hayızlı kadın ve köpek
[524]
namazı bozar.
[525]
Ebu Dâvud (devamla)
der ki: "(Katade'nin ravisi) Şu'be bu hadisi rnerfu olarak (Hz.
Peygamber'den) rivayet etmiştir."
Ebu Davud'un başka bir
rivayetinde ise Abdullah ibn Abbâs şöyle dedi:
Dişi bir eşeğe binerek
geldim. O sırada ben ergenlik çağına yaklaşmıştım. Peygamber {s.a.v) Mina'da
[526]
cemaatle namaz kılıyordu. Saffın birinin önünden (eşekle) geçtim. Sonra eşekden
indikten otlasın diye onu (onların önüne) salıverdim. Kendim de saffa girdim.
Hiç kimse bu durumu kötü karşılamadı.[527]
Tirmizî'nin
rivayetinde ise Abdullah ibn Abbâs şöyle dedi:
[528]
"Dişi bir eşeğin
üzerinde Fadl'ın
[529]
arkasında idim. Resululah (s.a.v) Mina'da sahabüeriyle birlikte (cemaat
halinde) namaz kılarken (onların yanına) geldik. Hemen eşekden inerek saffa
girdik. Eşek, onların önünden geçti. (Fakat) onlar namazlarını bozmadılar.[530]
Nesâî'nin rivayeti ise
şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
Arafat'ta
[531] (sahabilerinden oluşmuş)
cemaata namaz kıldırırken dişi bir eşeğin üzerinde Fadl ile birlikte (onların
yanına) geldik.
(Daha sonra Abdullah
ibn Abbâs, bu manada şöyle bir ifade kulandi:) Bir saffın önünden geçtik. Sonra
eşekden inerek onu otlatmaya salıverdik. Resulullah (s.a.v) (önlerinden
geçtiğimizden dolayı) bize hiçbir şey demedi.[532]
Yine Nesâî'nin diğer
bir rivayeti şu şekildedir:
Katâde der ki: Câbir
b. Zeyd'de, namazı neyin bozduğunu sordum. O da: Abdullah îbn Abbâs, (namazı
bozan şeylerin) hayızli kadın ve köpek olduğunu söylüyordu' dedi.
Şu'be'de, (bu) hadisi
merfu olarak Resulullah (s.a.v)'den rivayet etmiştir.
[533]
Rezîn'in naklettiği
rivayette ise şu ifadeler yer almaktadır:
Biz Abdullah ibn
Abbâs'ın yanında namazı bozan şeylerden bahsediyorduk. Abdullah ibn Abbâs
şöyle dedi:
Ben, insanlar namazda
iken dişi bir eşeğin üzerinde geldim ve otlanması için onu safların önüne
salıverdim. (Fakat) Resulullah (s.a.v) bu duruma hiç aldırış etmedi.
(Yine) Abdullah ibn
Abbâs şöyle dedi:
İki genç kız, (namaz
kıldığı sırada) Resulullah (s.a.v)in önüne gelip birbirleriyle çekişmeye
başladılar. Resulullah (s.a.v) namazda olduğu halde bu iki kızın arasını
ayırdı. Bu iki kız safların arasına girmişti. (Fakat) Resulullah (s.a.v) bu
durumu hiç önemsemedi.
(Yine) Abdullah ibn Abbâs
şöyle dedi:
Ben, Resulullah
(s.a.v)'i, önünde sütre olmadığı halde sahrada namaz kılarken gördüm. Onun
önüne salıverilmiş dişi bir eşek ile köpeğimiz vardı. (Fakat) Resulullah
(s.a.v) bu durumu hiç önemsemedi."
48. Abdullah
ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resululah
(s.a.v) namaz kılmaya kalktığı zaman ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır.
[534]
sonra tekbir alırdı.
[535]
Rükuya gitmek istediği
zaman
da böyle yapar, rükudan doğrulduğu zaman da böyle yapardı. Başını secdeden
kaldırdığı zaman bunu yapmazdı.
[536]
(Hadisin metni,
Müslim'e aittir.)
Bir rivayette ise şu
ifade yer almaktadır;
Resululah (s.a.v)
başını rükudan kaldırdığı zaman ellerini de (omuzlarının hizasına kadar)
kaldırır ve Semiallâhu limen hamideh Rabbena ve leke'1-hamd (Allah, kendisine
hamd eden kimseyi işitir. Rabbimiz! Hamd, yalnızca sanadır) derdi.[537]
Bunun benzeri başka
bir rivayette ise,
Resululah (s.a.v)
secdeye giderken ve secdeden başını kaldırırken
[538]
(elleri kaldırma hareketini) yapmazdı" ifadesi yer almaktadır.[539]
Buhârî'nin Nâfi'den
yaptığı rivayet İse şu şekildedir:
Abdullah ibn Ömer,
namaza başlarken tekbir alır ve iki elini fvu-karıva) kaldırırdı. Rükuya
giderken yine ellerim kaldırırdı. Semiallâhu limen hamideh' (Allah, kendisine
hamd eden kimseyi işitir) dediği zaman da ellerini kaldırırdı, ikinci rek'atten
sonra ayağa kalktığı zaman yine ellerini (yukarı) kaldırırdı. Abdullah ibn
Ömer, bu fiilleri, Peygamber (s.a.v)'e dayandırdı.
[540]
Ebu Dâvud, Buhârî'nin
Nâfi'den yaptığı rivayeti nakledip daha sonra da şöyle der: "Gerçekte bu,
Abdullah ibn Ömer'in (kendi) sözüdür. Hz. Peygamber (s.a.v)'den merfu
[541] olarak
rivayet edilmiş bir hadis değildir. Ayrıca bu hadisi, es-Sekafî'de mevku
[542]
olarak (Abdullah ibn Ömer'den) rivayet etmiş olup bu hadisin içerisinde şu
ifade yer almaktadır:
"İkinci rek'atten
(sonra üçüncü rek'ate) kalkarken ellerini gömisle-ri hizasına
[543]
kadar kaldırırdı."
Doğru olan da bu
(hadisin mevkuf olması)dır.
Yine Ebu Dâvud
(devamla) der ki; Hammâd b. Seleme, bu hadisi Hz. Peygamber (s.a.v)'e
dayandırdı. Fakat Eyyûb ile Mâlikfin rivayetlerinde,) ikinci rekatten (sonra
üçüncü rekata) kalktığında (ellerini) kaldırdığından bahsetmemişlerdir.
İbn Cüreyc, bu rivayet
hakkında dedi ki: Nâfi'ye: 'Abdullah ibn Ömer, ellerini iftitah tekbiri
alırken mi daha yukarı kaldırırdı, yoksa diğerlerinde mi' diye sordum. O da:
'Hayır, (hepsinde) aynı seviyede (kaldırırdı) dîye cevap verdi. Bunun üzerine
ben de: Bana (bunu) işaretle göster' dedim. O da göğüslerine yada biraz daha
aşağısına işaret etti.[544]
Ebu Davud'un diğer bir
rivayeti ise şu şekildedir:
"Peygamber
(s.a.v), (ilk) iki rekattan (üçüncü rekata) kalktığı man tekbir alır ve
ellerini kaldırırdı.[545]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
"Peygamber (s.a.v),
namaz kılmaya kalktığı zaman (iftitah tekbiri alırken) ellerini omuzları
hizasına kadar kaldırırdı. Sonra tekbir getirip yine aynı şekilde ellerini
kaldırır ve rükuya varırdı. Sonra (rükudan) belini doğrultmak isteyince de
ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır.[546]
sonra 'Semiallâhu limen hamiden' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitir)
derdi. Secde(ye eğileceğin) d e (ve secdeden kalkacağında ise) ellerini
kaldırmazdı Namaz bitinceye kadar rükudan önce aldığı her tekbirde ellerini
kaldırırdı.
Yine Ebu Davud'un
diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)'i;
namaza başlarken, rükuya varmadan önce ve (başını) rükudan kaldırdığında
ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırken gördüm. Secdeye vardığında ve
iki secde arasında ise ellerini kaldırmazdı.
[547]
Tirmizî'de, Ebu
Davud'un naklettiği (721 nolu) hadisi rivayet etmiştir.
Nesâî ise, ilk (üç)
rivayetini
[548] Buhârî ile Müslim'in rivayetlerine
ve son rivayetini
[549] ise
Ebu Davud'un (720 nolu) rivayetine (uygun bir şekilde) rivayet etmiştir.
Yine Nesâî'nin (konu
ile ilgili) başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
namaza başladığı zaman, rükuya giderken, rükudan kalkarken ve ikinci rekattan
ayağa kalkınca ellerini omuzlan hizasına kadar kaldırırdı.
[550]
Yine Nesâî başka bir
rivayetinde Vâsi' b. Habbân yolundan şu şekilde
rivayette bulunmuştur:
Abdulah ibn Ömer'e,
Resulullah (s.a.v)'in nasıl namaz kıldığını sordum. Bunun üzerine Abdullah ibn
Ömer şöyle dedi:
(Rükuya) inişinde
"Allahu Ekber" ve (rükudan) kalkışında "Allahu Ek-ber" derdi.
[551]
Sağma selam verirken "es-Selâmu aleykum ve rahmetulah", soluna selam
verirken "es-Selâmu aleykum ve rahmetulah" derdi.[552]
49. Enes b.
Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Ben Resulullah
(s.a.v), Ebu Bekr, Ömer ve Osman ile birlikte na maz kıldım. (Fakat) bunların
hiç birinin (açıktan) (Bismillâhirrahmânirrahîm)'i okuduklarını
[553]
işitmedim.[554]
(Hadisin metni,
Müslim'e aittir.) Bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), Ebu
Bekr ve Ömer -Allah her ikisinden de razı olsun- ile birlikte namaza hep (Elıamdu
liİlâhi Rabbi'l-Âlemîn) ile başlardı.[555]
Müslim'in bir rivayeti
ise şu şekildedir:
Ömer, şu kelimeleri
açıktan okurdu: (Subhâneke A Hainimin e ve bihamdik ve tebâre-kesmuk ve teâlâ
cedduk velâ ilahe ğayruk)
Evzâî, Katâde'den
naklen şöyle der: Katâde, Evzâî'ye Enes'ten naklen şu haberi yazmış: Enes dedi
ki;
Peygamber (s.a.v) ile
Ebu Bekr, Ömer ve Osman'ın arkasında namaz kıldım. Bunlar namaza (Elhamdu
lillâhi Rabbi'l-Âlemîn) ile başlarlardı. (Fakat) (Bismillâhirrahmânirrahîm)'i
kıraatin başında ve sonunda (açıktan) söylemezlerdi.[556]
Nesâî, (bu hadisi)
birinci rivayetinde, Tirmizî ile Ebu Dâvud ise ikinci rivayetinde nakletm
iştir.
Nesâî'nin diğer bir
rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), Ebu
Bekr ve Ömer Allah her ikisinden de razı olsun- ile beraber namaz kıldım. Onlar
(kıraate) (Elham-du lillâhi Rabbi'l-Âlemîn) ile başlarlardı.[557]
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayeti de şu şekildedir:
"Resulullah
(s.a.v), bize namaz kıldırdı. (Fakat) Bismillâhirrahmânir-rahînı'i (açıktan)
okuduğunu işitmedik.[558]
50. Muaykib
(r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v) secde edeceği yerdeki toprağı düzelten kişi hakkında:
Eğer yapacaksan, (bari
bunu) bir defada yap' buyurdu.
[559]
Bu hadisifn metnini),
Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
[560]
Müslim'in bir rivayeti şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
mescitte meshi (secde yerinde bulunan) çakıl taşlarını düzleme
[561]
(işini) zikretti. (Daha sonra da:)
Eğer mutlaka
yapacaksan, (bari) bir defada yap' buyurdu.
[562]
Yine Müslim'in başka bir rivayeti de şekildedir:
Sahabiler Peygamber
(s.a.v)'e; namaz (kılarken secde yerinde bulunan çakıl taşlarını) kaldınp
atmafnın hükmünü) sordular. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Bir defada (kaldırıp
atmak gerekir)1 buyurdu.
[563]
Tirmizî'nin
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v)'e
(secde yerinde bulunan) çakıl taşlarını düzleme (işini) sordum. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v):
Mutlaka
yapman gerekiyorsa, (bari bunu) bir defada yap1buyurdu.[564]
Ebu Davud'un rivayeti
ise şu şekildedir:
Namazda iken sakın
(çakıl taşlarına) el sürme (düzleme). (Fakat) mutlaka yapman gerekirse, o
zaman çakıl taşlarını düzeltme (işini) bir defada
yap.[565]
Nesâî'nin rivayetinde
ise, Mutlaka yapman gerekiyorsa, (bari bunu) bir defada yap" ifadesi yer
almaktadır.[566]
51. Ebu
Ya'fûr Abdurrahman ibn Ubeyd'den rivayet edilmiştir: (Ebu Ya'fûr der ki):
Mus'ab ibn Sa'd'ın şöyle dediğini işittim:
Ben, (bir defasında) babam Sa'd ibn Ebi Vakkâs'ın
yanında namaz
kıldım.
Rükuda iki avucumu biribirine yapıştırdıktan sonra o vaziyette ellerimi iki
diziminin arasına koydum.[567]
Babam, beni bundan nehyedip:
Önceleri biz bunu
yapardık. (Fakat sonr bundan) nehyolunduk ve ellerimizi dizlerimizin üzerine
koymakla emrolunduk' dedi.
[568]
52. Ümmü
Fadl binti'l-Hâris
[569]
(r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir: "Akşam namazında Peygamber (s.a.v)'i And
olsun ki birbiri ardınca gönderilenlere
[570]
(dîye başlayan Mürselât suresini) okurken İşittim, Bundan sonra artık Allah
onun ruhunu alıncaya kadar bize (hiç) namaz kıldırmadı.
[571]
(Birinci rivayet)
(Müslim'in) bir rivayetinde, (s.a.v), bundan sonra
Allah onun ruhunu alıncaya kadar (bir da Wıber maz kılmadı" ifadesi yer
almaktadır.[572]
Başka bir rivayette
ise Abdullah İbn Abbâs şöyle der:
Ümmü Fadl, Abdullah
ibn Abbâs'ı
And olsun birbiri ardınca gönderilenlere
[573]
(diye başlayan Mürselât sUresinij okurken işitmiş. Bunun üzerine Abdullah ibn
Abbâs'a:
Ey oğulcuğum! Vallahi
sen bu sureyi okuyuşunla benim hafızamı tazeledin. Bu sure, ResuluHah (s.a.v)'i
son defa akşam namazında okuduğunu işittiğim suredir' demişti.
[574]
(İkinci rivayet)
Bu hadisifn metnini),
Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.[575]
İmam Malik ve Ebu Davud ise ikinci rivayeti nakletmiştir.[576]
Tirmizî'nin rivayetinde ise Ümmü Fadl şöyle der:
"ResuluHah
(s.a.v) (ölümüne yakın) hastalığı sırasında başını sarmış olarak bizim için
(yatağından kalkıp) gelip akşam namazını (evinde) kıldırdı ve (namaz
sırasında) "Mürselât" suresini okudu. Bundan sonra Allah'a
kavuşuncaya kadar (bir daha) akşam namazını
[577]
kılamadı.
[578]
Nesâî'nin rivayetinde
ise Ümmü Fadl şöyle der:
Resulullah (s.a.v),
evinde, bize (vefatından önce) akşam namazım kıldırdı ve (namaz sırasında)
"Mürselat" suresini okudu. Bundan sonra ruhu alınıncaya kadar (bize)
bir (daha hiç) namaz kıldırmadı.[579]
53. Berâ
ibnu'1-Âzib (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v) bir
seferde idi. Yatsı namazını son (vaktinde)
[580]
kıldı. (Namazın) iki rekatinden birinde "ve't-Tîni ve'z-Zeytûni"
suresini okudu. (Bu zamana kadar) ses yada kıraat yönünden ondan (daha güzel
sesli yada ondan daha güzel okuyuşlu) hiç kimseyi dinlemedim.
[581] Bu
hadisi(n metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
[582] Ebu
Dâvud ile Nesâî'nin rivayeti, ve Tîn ifadesiyle bitmektedir, Tirmizî ile Nesâî'nin
rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
"Resulullah
(s.a.v) ile birlikte yatsı namazını kıldım. Bu namaz sırasında "ve't-Tîni
ve'z-Zeytûni
[583] suresini okudu.
[584]
54. Übâde
ibmı's-Sâmit (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resuluilah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
(Namazda) Fatiha suresini okumayan
[585]
kimsenin namazı yok.[586]
(Hadisin ravisi)
Süfyân der ki: Fatiha'ya ek olarak bir miktar daha Kur'an okumak) yalnız başına
namaz kılan içindir.[587]
Nesâîde ise,
"(Fatiha'ya) ek olarak (bîr miktar daha Kur'an okumak)" ilavesi
vardır.[588]
55. Mâlik
ibnu'l-Huveyris (r.a)'dan rivayet edilmiştir: "Bizler, (yaşça) birbirine
akran gençler Peygamber (s.a.v)'in yanına geldik. Onun yanında yirmi gün yirmi
gece kaldık. Resuluilah (s.a.v) çok merhametli ve çok yumuşak huylu birisiydi.
Ailelerimizi özlediğimizi anlayınca, geride kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de
ona (geride bıraktığımız kimseleri) haber verdik. Bunun üzerine Resuluilah
(s.a.v):
Haydi ailelerinizin
yanına geri dönün. Onların içerisine yerleşin. Onlara (burada öğrendiğiniz
hususları) öğretin ve onlara, filanca namazı filanca vakitte ve filanca namazı
da filan vakitte kılmalarım emredin. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri
size ezan okusun. (Yaşça) daha büyük olanınız ise size imam olsun buyurdu.
[589]
Bu hadisi(n metnini),
Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
[590]
Buhârî'nin bir
rivayetinde, Benim namaz kıldığım gibi namaz kılın" ifadesi yer
almaktadır.
[591]
Müslim ise bu hadisi
kısa bir şekilde şöyle rivayet etmiştir:
Ben ve bir arkadaşım,
Peygamber (s.a.v)'in yanına geldik. (Onun yanından ailemizin yanına geri dönmek
istediğimiz zaman) bize:
Namaz vakti geldiği
zaman ezanı okuyun. Sonra kamet getirin. (Yaşça) daha büyük olanınız size imam
olsun'
[592]buyurdu.
[593]
Yine Müslim'in bir
rivayetinde, Bu iki genç kıraat
[594]
hususunda da birbirine yakın idiler" ilavesi yer almaktadır.[595]
Nesâî'nin kısa bir
şekilde naklettiği rivayette Mâlik ibnu'I-Huveyris şöyleder:
Ben ve amcamın oğlu,
(başka bir defada ise, ben ve bir arkadaşım} Peygamber (s.a.v)'in yanına
geldik. (Onun yanından ailemizin yanına geri dönmek istediğimiz zaman bize):
Yolculuğa çıktığınız zaman ezan okuyun, kamet getirin
[596]
(yaşça) büyük olanınız size imam olsun1 buyurdu.[597]
Tirmizî ile Ebu
Davud'un rivayeti de bu şekilde kısadır.
Tirmizî'nin
rivayetinde, Ben ve amcamın oğlu" ifadesi yer almaktadır.
[598]
Ebu Davud'un başka bir
rivayetinde ise, Biz ilim
[599]
bakımından (o sırada) birbirimize çok yakındık" ilavesi yer almaktadır.
[600]
56. Katâde
(r.a)'dan rivayet edilmiştir: Resululfah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz
mescide girdiğiniz zaman oturmadan önce iki rekat namaz kılsın.[601]
Bu hadisifn metnini,
bir topluluk rivayet etmiştir.
Ebu Davud'un
rivayetinde, iki rekat namaz kılsın" ifadesi yer almaktadır.
[602]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayetinde, Bundan sonra isterse otursun, isterse (bir) ihtiyacı
için (çıkıp) gitsin" şu ilave yer almaktadır.
[603]
Buhârî ile Müslim'in
başka bîr rivayetinde Katâde şöyle der:
"Mescide girdim.
Resulullah (s.a.v) cemaatin arasında oturuyordu. Ben de oturdum. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v):
Oturmadan önce iki
rekat namaz kılmaktan seni ne alıkoydu?'
buyurdu. Ben de:
Ey Allah'ın resulü!
Seni otururken gördüm. Cemaat de oturuyordu. (Bunun için iki rekat namaz
kılmadım)' dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v)
Öyleyse sizden biriniz
mescide girdiği zaman iki rekat kılmadan
[604]
oturmasın' buyurdu.
[605]
57. Enes ibn
Mâlik (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
"İnsanlar
çoğalınca, namaz vaktini tanıyacakları bir şeyle (insanlara) bildirmeyi
konuştular. Kimi bir ateş tutuşturmayı yada kimi de bir çan çalmayı teklif
ettiler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), Bilâle; ezanı (n lafızlarını) İkişer
ikişer ve kameti(n lafızlarını) da birer birer
[606]
okumasını emretti.
[607]
(Hadisin lafzı,
Buhârîye aittir.)
Bir rivayette ise,
Yalnız 'kad kameti's-salâtu' lafzı müstesna (ki bu iki defa söylenir)"
ifadesi yer almaktadır.[608]
58. Ebu Saîd
el-Hudrî (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
Ezan sesi duyunca,
müezzinin dediğini
[609] siz
de söyleyin.[610]
Bu hadisi(n metnini),
bir topluluk rivayet etmiştir.
59. Abdullah
ibn Mes'ud (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v)
namaz kıldırdı. Fazla yada eksik (namaz kıldırdı). Bazı raviler (bu konuda)
şüphe etti. Doğrusu, Peygamber (s.a.v)'in fazla kıldırmasıdır- Selam verince,
ona:
Ey Allah'ın resulü!
Namaz hakkında yeni bir şey mi var?1 denildi. Resulullah:
Ne oldu?' buyurdu.
(Orada bulunan sahabiler:)
Namazı şöyle şöyle
kıldın' dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) hemen bacaklarını bükerek
kıbleye karşı oturdu ve iki secde yaptı. Sonra selam verdi. Sonra yüzünü bize
çevirip:
Gerçekten namaz
hakkında yeni bir şey olsaydı, ben onu size haber verirdim. Fakat ben de ancak
(ve ancak) bir insanım. Sizin gibi ben de unuturum. Bununla birlikte bir şeyi
unuttuğumda hemen bana hatırlatın! Biriniz namazında şüphe ederse (kaç rekat
kıldığı ile ilgili) doğruyu araştırıp namazını onun üzerine tamamlasın. Sonra da İki secde yapsın' buyurdu.
[611]
Başka bir rivayette
ise şu ifade yer almaktadır: (Sahabiler:)
Namazı beş rekat
kıldın' dediler.
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v) kıbleye döndü ve iki secde yaptı. Sonra da selam verdi.
[612]
Bu hadisi(n metnini),
Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Diğer bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), iki
sehiv secdesini
[613]
selam
[614] ve kelamdan
[615]
sonra yaptı.
[616]
Müslim, bunun benzeri
bir hadisi kısa bir şekilde Abdullah ibn Mes'ud dan şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.v)
bize beş (rekat) namaz kıldırdı. Bunun üzerine
biz:
Ey Allah'ın resulü!
Namaza (bir şey mi) ilave edildi1534 dedik. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Ne oldu?1 buyurdu.
(Sahabiier:)
Namazı beş (rekat)
kıldırdın' dediler. Resulullah (s.a.v):
Ben de ancak (ve
ancak) sizi gibi bir insanım. Sizin hatırladığınız gibi hatırlar, unuttuğunuz
gibi ben de unuturum
[617]
buyurdu. Sonra iki sehiv secdesi yaptı.[618]
Yine Müslim'in daha
önce geçene benzeyen başka bir rivayeti, Hz. Peygamber (s.a.v)'den naklen §u
şekildedir:
Doğruyu bulmak için
bunların hangisinin daha layık olduğuna bir baksın.
[619]
Yine Müslim'in diğer
bir rivayetinde Doğruyu bulmak için bunların hangisinin daha layık olduğuna
bir baksın"
ifadesi yer almaktadır.
[620]
Yine Müslim'in başka
bir rivayetinde; Hasan b. Ubeydullah yoluyla İbrahim'b. Süveyd'in şöyle dediği
geçmektedir:
Aikame bize öğle
namazını beş rekat kıldırdı. Selam verince, (namazdaki) cemaat:
Ya Eba Şîbil! Namazı
beş rekat kıldırdın'dediler. Aikame:
Hayır! Ben (bunu)
yapmadım' dedi. Cemaat:
Evet! (Yaptın)'
dediler.
(Hadisin ravisi
İbrahim b. Süveyd der ki:) Çocuk olduğum halde ben de cemaatin tarafında idim.
Ben dahi:
Evet! Beş rekat namaz
kıldırdın' dedim. Aikame, bana:
Ey şaşı gözlü sende mî
bunu söylüyorsun?' dedi. Ben de:
Evet!' cevabını
verdim.
Bunun üzerine Aikame
kıbleye dönüp iki secde yaptı. Sonra da selam verdi. Daha sonra da şöyle dedi:
Abdullah ibn Mes'ud şöyle dedi ki:
Resulullah (s.a.v)
bize beş rekat namaz kıldırdı. Namazı bitirince, cemaat kendi arasında
kargaşalık çıkardı. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v):
Ne oluyor size?'
buyurdu. Cemaat:
Ey Allah'ın resulü!
Acaba namaza (bir şey mi) ilave edildi' dediler. 'Resulullah (s.a.v) :
Hayır!' diye cevap
verdi. Cemaat:
Doğrusu beş rekat
namaz kıldırdında...' dediler. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v)
kıbleye döndü ve iki secde yaptı.
[621]
Sonra selam verdi.
[622]
Sonra da:
Ben de ancak (ve
ancak) sizi gibi bir insanım. Sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum' buyurdu.[623]
Yine Müslim'in bir
rivayetinde, Sizden bîriniz
(kaç rekat namaz kıldığını) unuttuğu zaman iki secde yapsın"
ilavesi yer
almaktadır.
[624]
Yine Müslim'in konu
ile ilgili başka bir rivayeti şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
bize namaz kıldırdı. Ya fazla kıldırdı yada eksik kıldırdı. (Hadisin ravisi
İbrahim der ki: Bu şüphe, benden kaynaklanmaktadır.) Selam verince, ona:
Ey Allah'ın resulü!
Namaza bir şey mi ilave edildi?' diye soruldu. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v):
Ben de ancak' (ve
ancak) sizi gibi bîr insanım. Sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Sizden
biriniz (kaç rekat namaz kıldığını) unuttuğu zaman oturduğu yerden iki secde
yapsın' buyurdu.
Daha sonra Resulullah
(s.a.v) (kıbleye) dönüp iki secde yaptı.
[625]
Ebu Dâvud ve Nesâî,
Buhârî ile Müslim'in irtifak ederek rivayet ettikleri (en başta gelen hadisin
metnini) rivayet etmişlerdir.
[626]
Yine Nesâî, Müslim'in
rivayet ettiği bir hadisi(n metnini) de rivayet etmıştır.
[627]
Nesâî'nin buna benzer
başka bir rivayetinde, Öğle namazını
[628]
kıldırdı" ifadesi yer almaktadır.
[629]
Tirmizfnin rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) öğle
namazını beş (rekat) kıldırdı. Ona:
Namaza (bir şey mi)
ilave edildi?' denildi. Bunun Peygamber (s.a.v) selam verdikten sonra iki secde
[630]
yaptı.[631]
Tirmizî'nin başka bir
rivayeti ise şu şekildedir:
"Peygamber
(s.a.v) konuştuktan sonra sehiv secdesi yaptı.
[632]
Ebu Dâvud ile Nesâi,
Tirmizî'nin ilk rivayeti(ne uygun bir metinle bu hadisi) rivayet etmişlerdir.
60. Ebu
Hureyre {r.a)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v)
ikinci rekattan ayrıldı. Bunun üzerine Zu'I-Yedeyn, Resulullah (s.a.v):
Ey Allah'ın resulü!
Namaz kısaltıldı mı, yoksa unuttun mu?' dedi. Resulullah (s.a.v):
Zu'1-Yedeyn doğru mu
söylüyor?' buyurdu. İnsanlar:
Evet, doğru söyledi1
dediler.
Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v) kalktı ve son iki rekatı da kıldırdı. Sonra slam verdi.
Sonra tekbir alıp secdeye vardı. Her zamanki secdesi kadar yada daha uzun
müddet secdede kaldı. Sonra başını kaldırdı.[633]
(Hadisin metni,
Buhârî'ye aittir.)
Seleme b. Alkame'den
gelen rivayette şu ifade yer almaktadır:
Muhammed ibn Sîrîn'e Sehiv
secdelerinde teşehhüd var mıdır' diye sordum. O da: - 'Ebu Hureyre hadisinde
teşehhüd yoktur' diye cevap verdi.[634]
Buhârî'nin diğer bir
rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) öğle
yada ikindi namazlarından birini kıldırdı. - (Hadisin ravisi) Muhammed ibn
Şîrîn: Zannimm çoğu ikindi namazı olmasıdır' der. - Peygamber (s.a.v) iki
rekat kıldırdıktan sonra selam verdi. Ondan sonra mescidin önündeki bir tahta
parçasına doğru kalkıp elini onun üzerine koydu. Bu cemaatin içinde; Ebu Bekr
ile Ömer de vardı. Bu ikisi, (konu ile ilgili) Peygamber (s.a.v) ile
konuşmaktan çekindiler. (Bazı) insanlar hızlı bir şekilde (mescitten) çıkıp
(birbirlerine):
Namaz kısaltıldı mı?'
diye sordular. (Bu cemaatin içerisinde yine) Peygamber (s.a.v)'in 'Zu'1-Yedeyn
[635] (iki
el sahibi) adını verdiği bir kişi vardı. Bu kişi:
(Ey Allah'ın resulü!)
Namaz kısaltıldı mı, yoksa unuttun mu?' dedi. Resululiah (s.a.v):
Unutmadım, (namaz da)
kısaltılmadı' buyurdu. Zu'1-Yedeyn:
Evet! Unuttun' dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v) (kalkıp) iki rekat (daha) kıldırdı. Sonra selam verdi. Sonra
tekbir alıp secdeye vardı. Her zamanki secdesi kadar yada daha uzun müddet
secdede kaldı. Sonra başını kaldırıp tekbir aldı. Sonra başım yere koydu.
Sonra tekbir alıp yine (ilk) secde de yaptığı kadar yada daha uzun bir müddet
secde yaptı. Sonra başını (secdeden) kaldırıp tekbir aldı.
[636]
Yine buna benzer bir
rivayetin içerisinde, Mescidin kıble tararında duran bir hurma kütüğüne doğru
gelip kızgın bir tavırla
[637] ona
dayandı" ifadesi yer almaktadır.[638]
Yine bu rivayetin içerisinde şu ifade de yer almaktadır:
Zul-Yedeyn:
Ey Allah'ın resulü!
Namaz kısaltıldı mı, yoksa unuttun mu?' dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v)
sağa ve sola bakıp:
Zu'1-Yedeyn ne diyor?'
buyurdu. (Sahabiler:)
Zu'1-Yedeyn doğru
söylüyor. Çünkü (dört rekat namaz kıldıracağına) sadece iki (rekat) namaz
kıldırdın' dediler.
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v) iki (rekat) namaz kıldı ve selam verdi. Sonra tekbir alıp
secde etti. Sonra yine tekbir alıp (başını secdeden) kaldırdı. Sonra tekbir
alıp secdeye gitti. Sonra yine tekbir alıp (başını secdeden) kaldırdı.
(Hadisin ravisi
Muhammed ibn Şîrîn) der ki: İmrân b. Husayn'dan haber aldığıma göre, o:
'(Peygamber başını secdeden kaldırdıktan sonra) selam verdi'demiştir.
[639]
Bu hadisifn metnini),
Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Buhârî'nin başka bir rivayetinde ise Ebu
Hureyre şöyle der:
Peygamber (s.a.v) Öğle
namazını iki rekat kıldırdı. Ona: İki rekat kıldırdın' denildi. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v) iki rekat (daha) namaz kıldırdı. Sonra selam verdi. Sonra iki
secde yaptı.[640]
Peygamber (s.a.v) öğle
yada ikindi namazını kıldırıp (ikinci re-katten sonra yanılarak) selam verdi.
Bunun üzerine Zu'1-Yedeyn, Peygamber (s.a.v):
Ey Allah'ın resulü!
Namaz kısaltıldı mı?' dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), sahabilerine:
Zu'1-Yedeyn'İn
söylediği şey doğru mu?' diye sordu. Onlarda:
Evet' diye cevap
verdiler.
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v) son iki rekatı da kıldırdı. Sonra (yanılmadan dolayı) iki
secde yapü.
Sa'd ibn İbrahim der
ki: Ben, Urve ibnu'z-Zübeyr'i gördüm. O, akşam namazını iki rekat kıldırdı ve
(yanılmadan dolayı) iki secde yaptı. Ve: 'Ben, Peygamber (s.a.v)'in (yanılmadan
dolayı namazın sonunda iki secde) yaptığını böyle gördüm1 dedi.
[641]
Müslim'in ravisi şöyle
der:
Ebu Hureyre'yi şöyle
derken işittim:
Resulullah (s.a.v) bize ikindi namazını kıldırıp ikinci
rekatte(n sonra yanılarak) selam verdi. Bunun üzerine Zu'1-Yedeyn, ayağa
kalkıp:
Ey Allah'ın resulü!
Namaz kısaltıldı mı, yoksa unuttun mu?1 dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Bunların hiçbiri
olmadı' buyurdu. ZuYedeyn: Hayır, Ey Allah'ın resulü! Bunlardan biri muhakkak
oldu' dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), cemaate dönüp:
Zu'1-Yedeyn doğru mu
söylüyor?' buyurdu. Cemaat:
Evet, Ey Allah'ın
resulü!' dediler.
Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v) namazdan kalan mikdan tamamladı. Selam verdi. Daha sonra da
oturduğu yerden iki secde
[642]
yapü.[643]
Yine Müslim'in başka
bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
bize öğle namazım iki rekat kıldırıp (yan il arak) selam verdi. Bunun üzerine
Süleym oğullarından birisi gelip ona:
Ey Allah'ın resulü!
Namaz kısaltıldı mı, yoksa unuttun mu?' demiş ve hadisi rivayet etmiş.
[644]
Ebu Davud'un
rivayetinde ise Ebu Hureyre şöyle der:
Resulullah (s.a.v)
bize iki aşiyy'den, öğle veya ikindi namazlarından birini kıldırdı. İkinci
rekaü kıldırırken (yanılıp) selam verdi. Sonra mescidin Ön tarafında bulunan
tahtanın yanında durup ellerini birbiri üstüne gelecek şekilde o tahtanın
üzerine koydu. Yüzünde hiddet (belirtileri) görülüyordu. Bu sırada "namaz
kısaldı, namaz kısaldı" diyerek aceleyle mescitten çıkanlar oldu. Cemaatin
içerisinde Ebu Bekr ile Ömer de vardı. Fakat bu ikisi, (konu ile ilgili)
Resulullah (s.a.v)'e bir şey söylemekten çekindiler. Bu esnada Resulullah (s,a.v)'in
"Zu'1-Yedeyn" adını verdiği bir adam kalkıp:
Ey Allah'ın resulü!
Unuttun mu, (yoksa) namaz kısaltıldı mı?1 dedi. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v):
Unutmadım, (namaz da)
kısaltılmadı' buyurdu. Zu'1-Yedeyn:
Evet! Unuttun' dedi.
Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v), cemaate dönüp:
Zu'1-Yedeyn doğru mu
söylüyor? buyurdu. Cemaat:
Evet' diye işarette
bulundular.[645]
Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v) yerine dönüp kalan iki rekatı kıldırdı. Sonra selam verdi.
Tekbir aldı, her zamanki secdesi kadar yada ondan daha uzun secde yapıp başını
(secde yerinden) kaldırdı. Tekrar tekbir aldı, normal secdesi kadar yada ondan
daha uzunca bir secde daha yaptı. Sonra (başını secde yerinden) kaldırdı ve
takbir aldı.
(Hadisin
ravisi Eyyûb) der ki: Muhammed'e: '(Peygamber) yanılmada selam verdi mi?'
denildi. O da: 'Bunu, Ebu Hureyre'nin söylediğini hatırlamıyorum, fakat İmran
b. Husayn'ın "Sonra selam verdi" dediğini haber aldım' dedi.
[646]
Ebu Dâvud bununla
ilgili olarak şöyle der:
Hammâd'm (bundan
önceki) hadisi daha tamdır. (Hadisin ravisi Mâlik önceki hadisteki) Bize"
sözünü söylemeden ResuluIIah (s.a.v) namaz
kıldırdı" dedi. İşaret ettiler" sözünü İnsanlar: 'Evef dediler"
şeklinde ifade etti. (Hadisin ravisi Mâlik rivayetine şöyle devam etti:) Sonra
(başını secde yerinden) kaldırdı" (dedi, fakat) Tekbîr aldı. Sonra (sehiv
secdesi için) tekbir aldı ve diğer secdeleri kadar veya onlardan daha uzun
secde etti ve sonra (başım secde yerinden) kaldırdı" demedi."
(Mâlik'in) hadisi (bu
şekilde) tamamlandı. Bundan sonrasını zikretmedi.
Ebu Dâvud (devamla)
der ki: Hammâd b. Zeyd dışında hadisin ravi-Ierinden hiçbirisi tekbir
aldı" sözü ile İşaret ettiler" sözünü, söylemedi.
[647]
Ebu Davud'un bu manada
başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Ebu Hureyre:
"ResuluIIah (s.a.v) bize namaz kıldırdı (diye başlayıp) "İmrân b.
Husayn'ın: Sonra selam verdi" dediği bana haber verildi' cümlesinin sonuna
kadar tamamen Hammâd (bir önceki) hadisinin manasını (nakletti).
(Hadisin ravisi Seleme
devamla) dedi ki: (Muhammed ibn Sîrîn'e:) Teşehhüd de (zikredildi mi)? dedim. O
da: 'Teşehhüd hakkında bir şey işitmedim, fakat bana teşehhüdünde bulunmuş
olması daha uygun geliyor' dedi.
(Seleme, Hammâd'ın
hadisinde zikredilen) "ResuluIIah ona 'Zu'l-Yedeyn' adını vermişti"
ifadesini, "işaret ettiler" ifadesini ve "(Resulullah'ın yüzünde)
hiddet (vardı) ifadesini zikretmedi.
[648]
Yine Ebu Davud'un bu
hadisle ilgili başka bir rivayetinde,
Allah kendisine kesin
olarak bildirinceye kadar ResuluIIah (s.a.v) sehiv secdelerini yapmadı"
ifadesi yer almaktadır.[649]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Bilahare selam verdikten
sonra sehiv secdelerini[650] yaptı.
[651]
Yine Ebu Davud'un
diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
sehiv secdelerini yaptı.
[652]
Tirmizî, Buhârî ile
Müslim'in ittifak ederek rivayet ettikleri (birinci rivayeti) nakletmişlerdir.
[653]
Yine Tirmizî'nin kısa
olarak rivayet ettiği diğer bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
sehiv secdesini selamdan sonra yaptı.
[654]
Nesâî'de, bu hadisi;
Buhârî, Müslim ve Ebu Dâvud'da (geçen bazı rivayetlere uygun bir şekilde)
rivayet etmiştir.[655]
Yine Nesâî'nin diğer
bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v,)
Zu'1-Yedeyn günü, selamdan sonra iki secde yaptı.
[656]
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
namazda yanıldığını zannederek
selamdan sonra sehiv secdesi yapü.[657]
Yine Nesâî'nin diğer
bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
oturduğu halde sehiv secdelerini yaptı. Sonra da selam verdi.
[658]
Yine Nesâî'nin bir
başka rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), selamdan
önce ve selamdan sonra hiçbir zaman secde etmedi.
[659]
61. Abdullah
ibn Mâlik ibn Bu hay ne (r.a)tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah
(s.a.v), öğle namazının ilk iki rekatından sonra, aralarında (teşehhüd için)
oturmadan (direkt üçüncü rekat için) ayağa kalktı. Namazını tamamladığında,
iki secde yaptı. Daha sonra bu iki secdenin ardından selam verdi.
[660]
(Hadisin lafzı,
Buhârî'ye aittir.) (Buhârî'nin)
diğer bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v),
bize namazların birinden iki rekat kıldırdı. Sonra (birinci teşehhüde)
oturmadan (üçüncü rekat için) ayağa kalktı. Cemaat de, onunla birlikte ayağa
kalktı. Resulullah (s.a.v) namazını tamamladığında, biz selam vermesini
beklerken, o, selam vermeden önce (Allahu Ekber diye) tekbir alıp oturduğu
halde (yanılmadan dolayı) iki secde yaptı, sonra da selam verdi.
[661]
Yine Buhârî'nin buna
benzer bir rivayeti şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
bize namaz kıldırdı. (İlk teşehhüde) oturmadan önce ilk iki rekattan (üçüncü
rekat için) ayağa kalktı. Namazına devam etti. Namazını tamamladığında,
cemaat, onun selam vermesini beklerken, o, selam vermeden önce tekbir alıp
secde yaptı. Sonra başını (secde yerinden) kaldırdı. Sonra tekbir alıp secde
yaptı. Sonra başını (secde yerinden) kaldırıp selam verdi.
[662]
Yine Buhârî'nin başka
bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
öğle namazının (ilk teşehhüdünde) oturması gerekirken (üçüncü rekat için) ayağa kalktı. Namazını
tamamlayınca, selam vermeden önce oturduğu yerde her secde için tekbir alıp iki
secde yaptı. Cemaat da, Peygamber (s.a.v)'in unuttuğu oturmanın teşehhüdün)
yerine onunla birlikte bu iki secdeyi yaptı.
[663]
Bu hadisi{n metnini),
Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
Ebu Dâvud'da, (en
baştaki hadisin) bir benzerini rivayet etmiştir. Fakat bu rivayetinde
"öğle namazı" ifadesini belirtmemiştir.
[664]
Yine Ebu Dâvud, bu
manada başka bir hadis daha rivayet etmiş ve daha sonra da, "Bizden
ayakta (kıyamda) iken tahiyyat (duası) okuyan kimseler vardı" sözünü ilave
etmiştir.
[665]
Tirmizî'nin
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Peygamber (s.a.v),
öğle namazının (ilk teşehhüdünde) oturması gerekirken (üçüncü rekat için) ayağa
kalktı. Namazını tamamlayınca, selam vermeden önce oturduğu yerde her secde
için tekbir alıp İki secde yaptı. Cemaat da, Peygamber (s.a.v)'in unuttuğu
oturmanın (teşehhüdün) yerine onunla birlikte bu iki secdeyi yaptı.
[666]
Nesâî, Tirmizî'nin
rivayetine (benzeyen bir hadisi) rivayet etmiştir.
[667]
Yine Nesâî'nin bir rivayeti şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v),
namaz kıldırdı. İkinci rekattan sonra oturmak isterken ayağa kalkıp namazına
devam etti. Namazın sonuna gelince, selam vermeden önce iki defa secde etti.
Sonra da selam verdi.
[668]
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v),
namaz kıldırdı. İkinci rekatta(n sonra) ayağa kalktı. (Bunun sahabiler, uyarma
mahiyetinde ona) tesbihde bulundular.
[669]
(Fakat o) namazına devam etti. Namazı bitirince, selam vermeden önce iki defa
secde etti. Sonra da selam verdi.
[670]
62. Enes b.
Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Biz, Peygamber
(s.a.v) ile birlikte sıcağın aşın olduğu zamanlarda namaz kılardık, (içimizden)
bîrimiz, (aşırı sıcaktan dolayı) yüzünü yere koymaya güç yetiremediğinde,
elbisesini (yere) serip onun üzerinde secde ederdi.[671]
Nesâî'nin rivayetinde
ise şu ifade yer almaktadır:
Biz, öğlen
sıcaklarında Peygamber (s.a.v)'in arkasında namaz kıldığımız zaman, sıcaktan
korunmak için elbiselerimizin üstünde secde
[672]
yapardık.
[673]
63. Abdullah
ibn Muğaffel (r.a)'tan rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a.v) şöyle
buyurdu:
Her iki ezan arasında
bir namaz vardır.
[674] Her
iki ezan arasında bir namaz vardır. Üçüncüsünde, 'dileyen kimse için (her iki
ezan arasında bir namaz vardır)' buyurdu.[675]
Bu hadisi(n metnini)
bir topluluk rivayet etmiştir.
Bu ifade; Tirmizî'de
bir defa, Ebu Davud'da ise iki defa geçmektedir.
64. Ebu
Hurcyrc (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
İmam, "Amin"
dediği zaman, siz de "Amin" deyiniz. Çünkü kimin "Amin"
demesi, meleklerin "Amin" demesi (vakti)ne denk gelirse, o kişinin
geçmiş günahları bağışlanır.
[676]
(Hadisin ravisi) İbn
Şihâb dedi ki: "Resulullah (s.a.v)'de "amin" derdi." Bu
hadisi(n metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
[677]
Buhârî'nin rivayetinde Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
(Namazda Kur'an)
okuyan kimse, "Amin" dediği zaman siz de "Amin" deyiniz.
Çünkü kimin "Amin" demesi, meleklerin "Amin" demesi
(vakti)ne denk gelirse, o kişinin geçmiş günahları bağışlanır.[678]
Buhârî'nin başka bir
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Sizden birisi
(namazda) "Amin" dediği zaman, melekler de gökte "A-min"
deseler ve bunların her ikisi(nin söylemiş olduğu bu "Amin" sözü) birbirine
denk gelirse, o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.[679]
Müslim'de (buna
benzer) bir rivayeti nakletmiştir.
[680]
Yine Buhârî'nin diğer
bir rivayetinde.Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
İmam (namazda): Gayri'l-mağdûbi
aleyhim vele'd-dâllîn1 dediği zaman, siz de "Amin" deyiniz. Çünkü
her kimin Amin" sözü, meleklerin "Amin" demesi (vakti)ne denk
gelirse, o kişinin geçmiş günahları bağışlanır.[681]
Müslim'in bir
rivayetinde Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
(Namazda
Kur'an)"okuyan kimse, Gayril-mağdûbi aleyhim vele'd-dâllîn' dediği zaman,
arkasında bulunan kimse de: "Amin" der ve o kimsenin (bu) sözü, gök
halkının ("Amin") sözüne denk gelirse, o kimsenin geçmiş günahları
bağışlanır.[682]
Ebu Dâvud ile Nesâî;
birinci, üçüncü ve dördüncü ve Tirmizî'de birinci rivayeti nakletmiştir.
65. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Sizden biri, namaz,
kendisini (namaz kıldığı yerde) alıkoyduğu müddetçe namaza devam etmiş olur.
(Çünkü) o kimseyi ailesine dönmekten alıkoyan şey, namazdan başka bir şey
değildir.
[683]
Bu hadisifn metnini,)
Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
[684]
Buhârî'nin rivayet
ettiği hadisin başında, Müslim'in aynı senedle rivayet ettiği hadiste olmayan
şu ilave vardır:
Sizden biri, abdestini
bozmadıkça, namaz kıldığı yerde
[685]
bulunmakta devam ettiği müddetçe melekler, ona: Allahümme iğflr lehu, Allahümme
irhamhu' (Allahım! Ona mağfiret eyle. Allahım! Ona merhamet eyle) diye dua
ederler.
[686]
Daha sonra Buhârî, bu
hadisi sonuna kadar rivayet etmiştir.
Yine Buhârî'nin rivayetinde,
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sizden biri, namaz,
kendisini (namaz kıldığı yerde) alıkoyduğu müddetçe namaza (devam etmiş) olur.
Namazdan ayrılmadığı ve abdestini bozmadıkça,
[687]
melekler, ona: 'AHahümme iğfir lehu Allahümme verhamhu
HAllahım! Ona mağfiret
eyle. Allahım! Ve ona merhamet eyle) diye dua ederler.
[688]
Yine Buhârî'nin başka
bir rivayetinde, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Bir kul namazı
bekleyerek abdestini bozmadan mescitte bulunduğu müddetçe namaza devam etmiş
olur. (Ebu Hureyre, bu hadisi söyleyince,) yabancı bir adam, ona:
Ey Ebu Hureyre! Hades
(abdesti bozan şey) nedir?' diye sordu. Ebu Hureyre'de:
Sesli yellenmeyi kast
ederek 'sestir' diye cevap verdi.
[689]
Müslim'in bir rivayetinde, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz ki sizden
birisi, (namaz için) oturduğu yerde bulunduğu müddetçe melekler ona salat
getirirler ve abdestini bozmadığı müddetçe de, ona:
Allahümme iğfir lehu,
Allahümme irhamhu' (Allahım! Ona mağfiret eyle. Allahım! Ona merhamet eyle)
diye dua ederler. Sizden birisi, namaz, kendisini (namaz kıldığı yerde) alıkoyduğu
[690]
müddetçe namazda (sayılır).[691]
Yine Müslim'in başka bir rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
Kul, namaz kıldığı
yerde beklediği müddetçe namaza devam etmiş olur. Melekler, o kişi (yerinden)
gidinceye kadar yada abdestini bozuncaya kadar: 'Allahümme iğfir lehu,
Allahümme irhamhu' (Allahım! Ona mağfiret eyle. Allahım! Ona merhamet eyle)
diye dua ederler.
(Hadisin ravisi, Ebu
Hureyre'ye:) 'Abdesti bozan şey nedir? diye sordum. O da: Sessiz ve sesli
yellenmektir' diye cevap verdi.
[692]
Yine Müslim'in başka
bir rivayetinde, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sizden birisi namazı
bekleyerek oturduğu müddetçe abdestini bozmadıkça namazda (sayılır). Melekler,
ona: Allahümme iğfir lehu, Allahümme
irhamhu' (Allahim! Ona
mağfiret eyle. Allahım! Ona merhamet eyle) diye dua ederler.
[693]
Ebu Dâvud'da (buna
benzer bazı hadisleri) nakletmiştir.
Tirmizî'nin
rivayetinde ise, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sizden birisi, namazı
(namaz kıldığı yerde) beklemeye devam ettiği müddetçe namaza devam etmiş olur.
Sizden birisi abdestini bozmadıkça, mescitte kaldığı müddetçe, melekler, ona:
'Allahümme iğfir lehu, Allahümme irhamhu' (Allahım! Ona mağfiret eyle.
Allahım! Ona merhamet eyle) diye dua ederler.
[694]
66. Ebu Hureyre
(r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"İmam (namazda
rükudan doğrulurken): 'Semiallâhu limen ha mi d eh
(Allah, kendisini hamd
eden kimseyi işitir) dediği zaman, siz de: 'Allahümme Rabbena
leke'1-hamd" (Allahım! Rabbimiz! Hamd, yalnızca sana mahsustur) deyin.
[695]
Çünkü kimin bu sözü, meleklerin bu sözüne denk gelirse, o kişinin geçmiş
günahları bağışlanır.
[696]
67. Abdullah
ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurmaktadır:
"Namazlarınızın bir
kısmını evlerinizi kılın.[697]
Evlerinizi kabirlere çevirmeyin.
[698]
68. Abdullah
ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resulullah
(s.a.v) (yolculuk sırasında) binek üzerinde yüzü nereye yönelik olursa olsun (o
tarafa doğru) başıyla ima ederek teşbihte bulunurdu ( nafile namazını
kılardı). (Hadisin ravisine göre;) Abdullah ibn Ömer de, böyle yapardı.[699]
Bu hadisi(n metnini,)
Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Yine Müslim'in rivayetinde, şu ifade yer
almaktadır:
"Resulullah
(s.a.v) (yolculuk sırasında) binek üzerinde yüzü nereye yönelik olursa olsun (o
tarafa doğru) teşbihte bulunurdu (nafile namazı kılardı). Vitri de onun
üzerinde kılardı.
[700]
Yalnız binek üzerinde farz namaz kılmazdı.[701]
Buhârî ile Müslim'in,
Saîd b. Yesâr'dan şöyle rivayette bulunmuşlardır:
Ben, Abduiah ibn Ömer
ile birlikte Mekke yolunda yürüyordum. Sabah olacağından endişe edince,
(bineğimden) inip vitir namazını kıldım. Sonra ona yetiştim. Bunun üzerine
Abdullah ibn Ömer, (bana):
Neredeydin?' diye
sordu. Ben de;
Sabah olacağından
endişe ettim. Bunun üzerine vitir namazını kıldım' diye cevap verdim. Abdullah
ibn Ömer;
Resulullah (s.a.v)'de
senin için güzel bir örnek yok mu?' dedi. Ben de:
Evet! Vallah dedim.
Abdullah ibn Ömer:
Resulullah (s.a.v)
vitir namazını deve üzerinde kılardı' dedi.[702]
Buhârî'nin bir rivayetinde, Nâfi' derki:
Abdullah ibn Ömer,
bineği üzerinde (nafile) namaz kılardı ve vitri
de onun üzerinde
kılardı. (Daha sonra da) Peygamber (s.a.v)'in böyle yaptığını haber verirdi.[703]
Yine Buhârî'nin başka
bir rivayetinde, Abdullah ibn Dinar şöyle der:
Abdullah ibn Ömer,
yolculuk esnasında bineği üzerinde, bineği hanai arafa yönelirse (o tarafa doğru) ima ederek (nafile)
namazın, kılardı
tuaha
Sonra da) Peygamber (s.a.v)'in böyle yaptığını bildirirdi
[704]
Yine Buhârî'nin diğer
bir rivayetinde, Abdullah ibn Ömer şöyle der:
Peygamber (s.a.v)
yolculuk esnasında bineği üzerinde, bineği yönünü hangi tarafa çevirirse (o
tarafa doğru) namazını kılardı. Farzlardan başka gece namazını ima ederek
kılardı. Vitir namazını da bineği üzerinde kılardı.[705]
Müslim'in rivayetinde
ise Abdullah ibn Ömer şöyle der:
Ben, Resulullah
(s.a.v)'i bir eşek üzerinde Hayber'e
[706]
doğru yönelmiş olduğu halde (nafile) namaz kılarken gördüm.
[707]
Yine Müslim'in başka
bir rivayetinde ise Abdullah ibn Ömer şöyle der:
Peygamber (s.a.v)in
bineği, onu nereye döndürürse (o tarafa doğru nafile) namaz kılardı.[708]
Yine Müslim'in diğer
bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v) in
devesi, onu hangi tarafa döndürürse nafile namazım (sübha)
[709] (o
tarafa doğru) kılardı.[710]
Yine Müslim'in başka
bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v),
Mekke'den Medine'ye doğru gelirken, devesi hangi tarafa dönerse o tarafa doğru
(nafile) namaz kılardı.
(Abdullah ibn Ömer)
der ki: Her nereye dönerseniz dönün Allah'ın vechi oradadır
[711]
ayeti bu konu hakkında nazil oldu.
[712]
Yine Müslim'in diğer
bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v),
bineği hangi tarafa dönerse (o tarafa doğru nafile) namaz kılardı.
(Hadisin ravisi
Abdullah ibn Dinar der ki:) Abdulah ibn Ömer'de böyle yapardı.
[713]
Yine Müslim'in başka
bir rivayetinde ise şu ifade almaktadır:
"Resulullah
(s.a.v), bineği üzerinde vitir namazını kılardı.[714]
Ebu Davud'un bir
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Yalnız binek üzerinde
farz namaz kılmazdı.[715]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayetinde ise "Hayber" kelimesi yer almaktadır.
[716]
Tirmizî'nin
rivayetinde ise, Saîd b. Yesâr şöyle der:
Bir yolculuk esnasında
Abdullah ibn Ömer ile birlikte idim. Derken ondan geri kaldım. (Tekrar ona
yetişdiğimde, bana:)
Nerdeydin?' dedi. Ben
de:
Vitir namazı kıldım'
dedim. Bunun üzerine:
Resulullah (s.a.v)'de
senin için güzel bir örnek yok mu? Çünkü ben, Resulullah (s.a.v)'i bineği
üzerinde vitir namazı kılarken gördüm' dedi.[717]
Yine Tirmizî'nin
rivayet ettiği diğer rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
Mekke'den Medine'ye doğru gelirken, bineği hangi tarafa dönerse o tarafa doğru
bineğinin üzerinde nafile namaz kılardı.
Daha sonra Abdullah
ibn Ömer,
Doğu da batı da
Allah'ındır"
[718]
ayetini okudu. Bunun üzerine Abdullah ibn Ömer:
İşte bu ayet, bu
hususta nazil oldu' dedi.
[719]
Nesâî'nin rivayetinde
ise şu ifade yer almaktadır:
Yalnız binek üzerinde
farz namaz kılmazdı.
[720]
Ayrıca Saîd b. Yesâr'a
dayanan rivayeti,
[721]
içerisinde Bakara: 2/115 ayeti ile iniş sebebini bildiren rivayeti ve
Müslim'in naklettiği rivayeti nakletmiştir.
[722]
69. Aişe
(r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir: Abdullah b. Şakîk der ki: Aişe'ye:
Peygamber (s.a.v)
oturarak hiç namaz kılar mıydı?' diye sordunf: Aişe:
Evet! İnsanlar onu
ihtiyarlattıktan sonra (oturarak kıldı)' diye vap verdi.
[723]
Müslim'in rivayetinde,
Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v)'in
yaşı ilerleyip (vücudu) ağırlaşınca, çoğunlukla namazım oturarak kılardı.[724]
Yine Müslim'in başka
bir rivayetinde, Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber fs.a.v), bir
çok namazını oturarak kılmadan vefat etmedi.[725]
Yine Müslim'in diğer
bir rivayetinde ise, Alkame b. Vakkas şöyle der:
Aişe'ye:
Resulullah (s.a.v),
oturarak kıldığı iki rekati nasıl yapardı?' diye sordum. O da:
İkisinde de (Kurandan
bölümler) okurdu. Rükuya gitmek istediğinde ise ayağa kalkar, sonra da rükuya
giderdi.[726]
Resulullah (s.a.v)
(bazen namazda) oturduğu yerde (Kurandan bölümler) okurdu. Rükuya gitmek
istediğinde ise ayağa kalkıp bir insanın kırk ayet okuyabileceği kadar ayakta
dururdu.[727]
Buhârî ile Müslim,
Urve'den şöyle bir rivayette bulunmuşlardır:
Aişe, Urve'ye;
Resulullah (s.a.v)'iıı, gece namazını yaşlanıncaya kadar hiçbir vakit oturarak
kıldığını görmediğini, (yaşı ilerleyince) oturarak (Kur'an'dan bölümler)
okuduğunu, rükuya varmak istediğinde ise ayağa kalkıp otuz ayet yada kırk ayet
kadar (Kur'an'dan bölümler) okuyup sonra rükuya vardığını
[728]
haber vermiştir.[729]
(Konu ile ilgili
Müslim'in) rivayetinde ise, Hz. Aişe şöyle der:
Ben, Resulullah
(s.a.v)'i, gece namazlarının hiç birinde oturarak (Kur'an'dan bölümler) okuduğunu
görmedim. İhtiyarladığı zaman, oturarak (Kur'an'dan bölümler) okumaya başladı.
Hatta okuduğu sureden otuz yada kırk ayet kalınca, ayağa kalkıp onları ayakta
okurdu, Sonra da rükuya giderdi.[730]
Buhârî'nin bir
rivayetinde ise, Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v)
oturarak namaz kılardı. Oturarak namaz kıldığında, (Kurandan bölümler) okurdu.
Okuduğu sureden otuz yada kırk ayet kadar kalınca, ayağa kalkar ve ayaktayken
bir o kadar daha ayet okurdu. Sonraya rükuya varırdı. Sonra da secdeye varırdı.
Sonra ikinci rekatta da, ilk yaptığı gibi yapardı. Namazını bitirince, bakardı;
eğer ben uyanık olursam benimle konuşurdu. Eğer uyumakta isem yan üstü
uzanırdı.
[731]
Ebu Dâvud ile
Tirmizî'de bu hadisi rivayet etmiştir.
Yine Tirmizî, Ebu
Dâvud ile Nesâî'nin rivayetinde, Abdullah b. Şakîk şöyle der:
Aişe'ye:
Resulullah (s.a.v)'in
nafile namazını sordum. O da:
(Bazı) geceleyin uzun
uzun ayakta durarak yada uzun uzun oturarak namaz kılardı.[732]
Ayakta (Kur'an'dan bazı bölümler) okuduğu zaman rüku ve secdesini ayakta yapardı.
Oturarak (Kur'an'dan bazı bölümler) okuduğu zaman ise rüku ve secdesini
oturduğu yerde yapardı.[733]
Yine Nesâî'nin
rivayetlerinde "Peygamber (s.a.v)'i
bağdaş kurmuş oturarak namaz kılarken gördüm
[734]"bunun
gibi
[735] Bu hadis ile ilgili bir
hata olduğunu zannetmiyorum
[736]
gibi ifadeler yer almaktadır.
70. Abdullah
ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir: "Ben, Peygamber (s.a.v) ile
birlikte yolculuk ettim. Onun yolculuk sırasında nafile kıldığını görmedim.
Zikri yüce olan Allah, "Doğrusu Allah'ın resulünde sizin için güzel bir
örnek vardır
[737] buyurdu.[738]
(Lafız, Buhârî'ye
aittir.)
Müslim'in, Yezîd ibn
Züreyy'den yaptığı rivayet şu şekildedir:
(Hafs der ki:) Bir
hastalığa yakalanmıştım. Abdullah ibn Ömer, bana geçmiş olsuna gelmişti. Ona,
yolculukta nafile kılınıp kılınmayacağım sordum. Bunun üzerine Abdullah ibn
Ömer:
Ben, Resulullah
(s.a.v) ile birlikte bir yolculukta bulundum. Onu nafile kılarken görmedim.
[739]
Eğer ben, nafile kılacak olsaydım, farz namazın tamarnını kılardım. Çünkü yüce
Allah, Doğrusu Allah'ın resulünde sizin için güzel bir örnek vardır
[740]
buyurdu.
[741]
Buhârî'nin, Âsım'dan
yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Asım, Abdullah ibn
Ömer'in şöyle dediğini işitti: Ben, Resulullah (s.a.v) İle birlikte bir
yolculukta bulundum. O, yolculuk sırasında iki rekattan fazla kılmıyordu. Ebu
Bekr, Ömer ve Osman ile de birlikte yolculukta bulundum. Onlar da yolculukta
nafile kılmıyorlardı.
[742]
Müslim'in, Asım'dan
yaptığı rivayette Abdullah ibn Ömer şöyle der:
Peygamber (s.a.v)
Mina'da yolcu namazı kıldı. Ebu Bekr ile Ömer ve sekiz yada altı yıl Osman'da
orada yolcu namazı kıldı.
Hafs der ki: Abdullah
ibn Ömer, Mina'da iki rekat namaz kılardı. Sonra yatağına gelirdi. Ben:
Ey amca! Bu iki
rekattan sonra iki rekat daha namaz kılsan olmaz mı?' dedim. O da:
Öyle yapsaydım, namazı
tamam kılmış olurdum' dedi.
[743]
Yine Müslim'in, Asım'dan yaptığı rivayet şu şekildedir:
Abdullah ibn Ömer ile
birlikte Mekke yolunda yolculukta bulundum. Öğle namazını bize iki rekat
kıldırdı. Sonra dönüp geldi. Biz de onunla birlikte döndük. Konakladığı yere
gelip oturdu. Onunla birlikte biz de oturduk. Bir ara namaz kıldığı yere bir öz
atıp bir takım kimselerin ayakta olduklarını görüp;
Bunlar ne yapıyorlar?'
diye sordu. Ben de:
Teşbihte bulunuyorlar
(nafile namaz kılıyorlar)' dedim. Bunun üzerine Abdullah ibn Ömer:
Ben teşbih yapacak
olsam,
[744] mutlaka namazımı
tamamlardım. Kardeşimin oğlu! Ben, Resulullah (s.a.v) ile birlikte bir
yolculukta bulundum. Allah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o (yolculuk
sırasında) iki rekattan fazla (nafile) namaz kılmadı. Ebu Bekr İle birlikte
yolculukta bulundum. Allah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o da (yolculuk
sırasında) iki rekattan fazla (nafile) namaz kılmadı. Ömer ile birlikte
yolculukta bulundum. Allah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o da (yolculuk sırasında)
iki rekattan fazla (nafile) namaz kılmadı. Sonra Osman ile birlikte yolculukta
bulundum. Allah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o da (yolculuk sırasında) iki
rekattan fazla (nafile) namaz kılmadı. Çünkü yüce Allah idi 'Doğrusu Allah'ın
resulünde sizin için güzel bir örnek vardır.[745]
buyurdu.[746]
Ebu Davud'un rivayeti,
Müslim'in bu rivayetine benzer durumdadır. Tirmizî'nin rivayetinde ise,
Abdullah ibn Ömer şöyle der:
Ben; Peygamber
(s.a.v), Ebu bekr, Ömer ve Osman ile birlikte yolculukta bulundum. Onlar öğle
ve ikindi(nin farzlarını) ikişer rekat olarak kılarlardı. Bundan önce ve sonra
bir namaz kılmazlardı.
Abdullah ibn Ömer der
ki: Ben (yolculuk sırasında iki rekat olarak kılınan farz namazların)
öncesinde ve sonrasında (nafile) namaz kılacak olsam, (iki rekat olarak
kıldığım namazları dört rekata) tamamlardım.
[747]
Nesâî'nin rivayetinde
ise, Asım şöyle der:
Abdullah ibn Ömer ile
birlikte bir yolculukta bulundum. O, öğle ve ikindi namazlarının farzlarını)
ikişer rekat olarak kıldı. Sonra da yaygısına çekildi. Cemaatin teşbih
çektiğini (nafile namaz kıldığını) görünce:
Onlar ne yapıyorlar?'
diye sordu. Ben de:
Teşbih çekiyorlar (nafile
namaz kılıyorlar) dedim. Bunun üzeri ne Abdullah ibn Ömer:
Eğer farz namazdan
önce ve sonra namaz kılmam gerekseydi, (iki rekat olarak kıldığım) farz namazı
tamamlardım. Resulullah (s.a.v) ile birlikte bulundum. O, yolculukta olduğu
zaman iki rekattan fazla kılmazdı. Ebu Bekr ölünceye kadar böyle yaptı. Ömer ve
Osman'da, böyle yaptı dedi.
[748]
71. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Sizden birisi
namaz kılmaya kalktığı zaman şeytan ona gelip Ç rekat kıldığını bilmeyecek
kadar zihnini karıştırır. Birinize böyle bir şey olduğu zaman, oturarak iki
defa secde yapsın.[749]
(Lafız, Buhârî'ye
aittir.)
Bir rivayette ise şu
ifade yer almaktadır:
Namaz için nida
getirildiği zaman şeytan ezanı işitmemek için dönüp sesli yellenerek kaçar.[750]
Ezan bitirildiği zaman dönüp geri gelir. Namaz için kamet getirilince, yine
dönüp kaçar. Kamet getirme bitirilince yine gelir, (namaz kılan) kişi ile
nefsi (kalbi)
[751]
arasına sokulup: "filanca şeyi hatırla, filanca şeyi hatırla"
diyerek (namazdan önce insanın) hiç de aklında olmayan şeyleri hatırlatır
durur.
[752] Sonunda kişi kaç rekat
kıldığını bilemez olur. İşte herhangi biriniz; üç rekat mi, yoksa dört rekat
mi kıldığını bilemediği zaman oturduğu yerde iki secde
[753]
yapsın.[754]
Müslim'in rivayeti ise
şu şekildedir:
"Doğrusu namaz
için nida getirildiği zaman şeytan dönüp kaçar. (Kaçıp giderken) onun sesli bir
yellenmesi olur (deyip) bu hadisin bir benzerini
zikretti.[755]
Ebu Dâvud ile Tirmizî,
ilk (baştaki hadisin metnini) rivayet etmiştir.
Yine Ebu Davud'un bir
diğer rivayetinde, Namaz kılan kişi selam vermeden önce otururken..."
ilavesi yer almaktadır.[756]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayetinde, Selam vermeden önce iki defa secde yapsın, sonra da
selam versin" ifadesi yer almaktadır.[757]
Nesâî'nin rivayetinde
ise şu ifade yer almaktadır:
Namaz için nida
getirildiği zaman şeytan dönüp sesli yellenerek kaçar. Kamet getirme
bitirildiği zaman zaman dönüp geri gelir. (Namaz kılan) kişi ile kalbi arasına
sokulup (namazdan önce insanın aklına gelmeyen şeyleri ona) hatırlatıp durur.
Sonunda kişi kaç rekat kıldığını bilemez olur. İşte sizden birinin başına böyle
bir durum gelirse, iki secde yapsın.[758]
72. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki
münafıklara en ağır gelen namaz, yatsı ile sabah namazlarıdır. Fakat onlar,
sabah İle yatsı namazlarında neler olduğunu bilseler emekleyerek bile olsa
kesinlikle bu iki namaza gelirlerdi. İçimden öyle geçti ki; namaz için (kamet
getirilmesini) emredeyim de kamet getirilsin, sonra bir adama emredeyim de
cemaata namazı kıldırsın. Sonra yanlarında odun demetleri bulunan bazı
adamları yanıma alarak namaza gelmeyen o gruba gideyim ve evlerini onların
üzerine ateşle yakayım!
[759]
(Hadisin lafzı,
Müslim'e aittir.)
[760]
Yine benzeri bir
rivayetin sonunda, Namaza çıkmayan kimselerin evlerini onların üzerlerine)
yakayım"
ifadesi
yer almaktadır.
[761]
Buhârî, Resulullah
(s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Nefsim elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, içimden öyle geçti ki; (bir çok) odun toplanmasını
emredeyim. Odunlar toplansın. Sonra namaz için (ezan okunmasını) emredeyim,
ezan okunsun. Sonra birine emredeyim de o insanlara imam olsun. Sonra o cemaati
bırakayım da namaza gelmeyen erkeklerin üzerine gidip evlerini onlann üzerlerine
yakayım.
[762] Yine nefsim elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, onların herhangi birisi, (burada) semiz etli bir kemik
parçası yada iki tane güzel paça bulunacağını bilseydi, muhakkak yatsı
namazına gelip
[763] hazır
bulunurdu.
[764]
Yine Buhârî'nin bir
rivayetinde, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
İçimden öyle geçti ki;
namaz için (kamet getirilmesini) emredeyim, kamet getirilsin. Sonra (namaz
için kamet getirildiğine) şahit olduğu halde namaza gelmeyen topluluğun
üzerine gidip evlerini onlann üzerlerine yakayım.[765]
Müslim'in rivayetinde,
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Resulullah (s.a.v),
bir namazda bazı kimseleri görememişti. Bunun üzerine şöyle buyurmuştu:
İçimden öyle geçti ki;
bir adama cemaata namaz kıldırmasını emredeyim. Sonra o cemaata gelmeyen bazı
adamlara gideyim.
[766]
Onlar hakkında emir vereyim de odun demetleriyle evlerini onlann üzerlerine
yaksınlar. Bunlardan biri, yağlı bir kemik bulacağını bilseydi, ona (yatsı
namazına) mutlaka gelirlerdi.[767]
Yine Müslim'in başka
bir rivayetinde, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
İçimden öyle geçti ki;
gençlerime benim için odun demetleri hazırlamalarını emredeyim. Sonra bir
adama cemaata namazı kıldırmasını emredeyim. Sonra da bazı evler, içindekilerin
üzerlerine yakayım.[768]
Ebu Dâvud ile Nesâî,
Buhârî'nin ilk (rivayetine benzer bir metni) rivayet etmişlerdir.
[769]
Yine Müslim ile Ebu
Davud'un başka bîr rivayetinde, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
İçimden öyle geçti ki;
gençlerime odun demetleri toplamalarını emredeyim. Sonra da özürsüz olarak
(cemaata gelmeyip) namazı evlerinde kılanlara gideyim ve evlerimi yakayım.
(Hadisin ravilerinden
Yezîd b. Yezîd der ki:) Yezîd ibnu'l-Esamm'a:
Ey Ebu Avf!
(Resulullah, bununla;) Cuma namazını mı, yoksa başka bir namazı mı kast etti?'
diye sordum. Bunun üzerine Yezîd ibnu'l-Esamm:
Eğer ben, bunu, Ebu
Hureyre'yi, Resulullah (s.a.v)'den (böylece) rivayet ederken işitmemişsem
kulaklarım sağır olsun. Çünkü Ebu Hu-rey re, bunun; Cuma namazı mı, yoksa başka
bir namaz mı olduğunu söylemedi' dedi.[770]
Tirmizî'nin kısa
olarak rivayet ettiği rivayette, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: içimden öyle geçti
ki; gençlerime odun demetleri toplamalarını emredeyim, namaz için (kamet
getirilmesini) emredeyim de kamet getirilsin. Sonra da Sonra (namaz için kamet
getirildiğine) şahit olduğu halde namaza gelmeyen topluluğun evlerini onların
üzerlerine yakayım.[771]
73. Ebu
Hureyre (r.a)!tan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v)
şöyle buyurmaktadır:
Sizden birisi, başını,
imam secdede iken kaldırınca
[772]
Allah'ın, onun başını eşek başına yada suretini eşek suretine çevireceğinden
[773]
korkmaz mı?
[774]
74. Abdullah
İbn Abbâs (r.anhüma)'dan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurmaktadır:
"Kendilerinden
razı olunmuş bir çok adamlar, ki, bence onların en razı olunanı, Ömer
ibnu'I-Hattâb'tir- Peygamber (s.a.v)'in, sabah namazından sonra güneş işrak edinceye
( o vakte gelinceye) kadar (nafile) namaz kılmaktan yasaklamış olduğunu benim
yanımda şahadet etmişlerdir.
[775]
Bir rivayette ise, (Güneş) tulu' edinceye
[776]
(kadar) ve güneş batıncaya kadar ikindi namazından sonra (nafile namaz
kılmaktan yasakladı)" ifadesi yer almaktadır.
[777]
Bu hadisi(n bu
şekildeki metnini); Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî rivayet etmiştir.
Nesâî'nin rivayetinde
ise Abdullah ibn Abbâs şöyle der:
Peygamber (s.a.v)'in
bir çok sahabilerinden -ki bunlar içerisinde en çok sevdiğim, Ömer'dir
Resulullah (s.a.v) in şafaktan sonra güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından
sonra da güneş batıncaya kadar (nafile) namaz kılmayı yasakladığını
[778]
duydum.[779]
Yine Nesâî'nin kısa
bir şekildeki rivayetinde, Abdullah ibn Abbâs şöyle der:
"Resulullah (s.a.v)
ikindi namazından sonra (nafile) namaz kılmayı yasaklamıştır.
[780]
75. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Resulullah {s.a.v)
şöyle buyurmaktadır:
"Kim namazın bir
rekatına yetişirse, o namaza yetişmiş
[781]
demektir.[782]
Bir rivayette ise, Kim
imamla birlikte kılınan namazın bir rekatına yetişirse," ifadesi yer
almaktadır.[783]
Başka bir rivayette
ise, Namazın tamamına yetişmiş demektir" ifadesi yer almaktadır.
[784]
Bu hadisifn bu
şekildeki metnini); Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
Geri kalanlar ise,
birinci rivayet (hususunda) Buhârî ile Müslim'in rivayetine katılmışlardır.
76. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Kim güneş doğmadan
önce sabah namazının bir rekatine yetişirse, (sabah namazına) yetişmiş olur.
Kim de güneş batmadan önce ikindi namazının bir rekatine yetişirse (ikindi
namazına) yetişmiş
[785]
olur.[786]
Bu hadisi(n bu
şekildeki metnini) bir topluluk rivayet etmiştir.
Buhârî ile Nesâînin
rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
Sizden birisi güneş
batmadan önce ikindi namazından bir secdeye
[787]
yetiştiğinde, namazını tamamlasın. Güneş doğmadan önce sabah namazının bir
secdesine yetiştiğinde de namazını tamamlasın.
[788]
Yalnız Nesâî'nin
rivayetinde, ilk secdesine" ifadesi iki defa
yer almaktadır.[789]
77. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v)
şöyle buyurmaktadır:
"Sıcak
şiddetlendiği zaman (öğle) namazı(nı) serinliğe bırakınız.
[791]
Çünkü sıcağın şiddeti,
cehennemin kükremesindendir.
[792]
Bu hadisifn bu
şekildeki metnini), bir topluluk rivayet ermiştir.
78. Aişe
(r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"ResuluIIah
(s.a.v) ikindi namazını henüz Aişe'nin odasında güneş varken ve gölge Aişe'nin
odasından yükselmeden kılardı.
[793]
Buhârî der ki: Ebu
Usâme, bu hadisi, Hişâm yolundan, "Aişe'nin odasının içerisinden"
şeklinde rivayet etmiştir.
[794]
Başka bir rivayette ise Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v) ikindi
namazım, güneş, Aişe'nin odasından çıkmadan kılardı.[795]
Diğer bir rivayette
ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v)
ikindi namazını, güneş, benim odama vurmakta iken
[796]
kılardı.
[797]
Bu hadisi(n bu
şekildeki metnini), Buhârî iie Müslim rivayet etmiştir. Tirmizî ile Nesâî ise,
ilk (baştaki hadisn metnini) rivayet etmişlerdir. Ebu Davud'un rivayetinde ise
şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v)
ikindi namazını, güneş, Aişe'nin odasında iken henüz (ışığı) yükselmeden (odadan
çıkıp gölge yayılmadan) kılardı.[798]
79. Aişe
(r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir;
Mümin kadınlar,
Resulullah (s.a.v) ile birlikte sabah namazında örtülerine bürünmüş olarak
hazır bulunurlardı. Sonra namazı kıldıkları zaman evlerine dönerlerdi. (Fakat
daha henüz ortalık) alaca karanlık olduğundan dolayı onları hiç kimse
tanımazdı.
[799]
(Hadisin lafzı,
Buhârî'ye aittir.)
Bir rivayette ise şu
ifade yer almaktadır:
Sonra mü'min kadınlar,
evlerine dönerler. (Fakat) Resulullah (s.a.v) (sabah) namazını, alaca karanlıkta
kıldırdığı için
[800]
tanınmazlardı.[801]
Bunun bir benzeri rivayet daha var.
Bu hadisi(nu bu
şekildeki metnini), bir topluluk rivayet etmiştir. Buhârî'nin diğer rivayeti
ise şu şekildedir:
Mü'min kadınlar,
(sabah namazını kıldıktan sonra evlerine geri) dönerler.[802]
(Fakat) alaca karanlıktan dolayı tanınmazlardı yada kadınlar birbirlerini
tanımazlardı.
[803]
80. Abdullah
ibn Ömer (r.anhümâ)Tdan rivayet edilmştir: Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurmaktadır:
"İkindi namazını
kaçıran kimse, sanki ailesini ve malını
[804] kaybetmiştir.
[805]
Bu hadisi(n bu
şekildeki metnini), bir topluluk rivayet etmiştir.
Ebu Davud'un başka bir
rivayetinde, ifadesi yer almaktadır.[806]
81. Ebu
Katâde (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Bir gece Peygamber
(s.a.v) ile birlikte yolculuk ediyorduk. Topluluktan biri:
Ey Allah'ın resulüf
Bizlere bir gece sonu konaklaması yap tirs an
dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Uyuya kalıp namazı
geçireceğinizden korkarım' buyurdu. Bilâl:
Ben sizleri
uyandırırını' dedi.
Bunu üzerine yattılar.
Bilal'de arkasını, bindiği deveye dayadı. Derken gözleri kapanıp o da uyuya
kaldı. Sonunda Peygamber (s.a.v) güneşin doğmasıyla uyandı. Resulullah (s.a.v):
Ey Bilal! Sözün nerede
kaldı?' buyurdu. Bilâl:
Üzerime böyle bir uyku
hiç çökmedi' diye cevap verdi. Resulullah
(s.a.v):
Yüce Allah,
ruhlarınızı dilediği zaman kabzeder, dilediği zaman geri gönderir. Ey Bilâl!
Kalk, insanlara namaz için ezan oku' buyurdu.
Daha sonra Resulullah
(s.a.v) abdest aldı ve güneş yükselip beyaz-laşınca kalktı, kafileye cemaatle
namaz kıldırdı.
[807]
Bu hadisi(n bu
şekildeki metnini), Buhârî ile Nesâî rivayet etmiştir. Ebu Davud'un bir
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Peygamber (s.a.v) bir
yolculukta idi. Birden yoldan ayrıldı. Onunla birlikte ben de aynldım. (Bana:)
Bak bakalım (hiç
kimseyi görebiliyor musun)?1 buyurdu. Ben de:
Biz yedi kişi oluncaya
kadar, bu bir süvari, bu ikisi iki süvari, bunlar üç süvari ...' dedim. Sabah
namazını kast ederek:
Bize namazımızı
geçirtmeyiniz1 buyurdu.
Uyuya kaldılar. Ancak
güneşin hararetiyle uyanabildiler. Uyanır uyanmaz hemen kalktılar ve birazcık
yürüdüler. Biraz sonra konaklayıp abdest aldılar. Bilal ezan okudu. Önce sabah
namazının iki rekat (sünnet)ini, sonra da farzını kılıp
[808]
(hayvanlarına) bindiler. Sahabiler, birbirlerine:
(Uyua kaldığımız için namazı kaçırdığımızdan
dolayı) namazımızda kusur yaptık1 dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Uyuya kalmaktan dolayı
kusur yoktur. Kusur, ancak uyamkken-dir. Biriniz namazı unutursa, hatırladığı
zaman kılsın. Ertesi gün de ise (o namazı) vaktinde kılsın
[809]
buyurdu.[810]
Yine Ebu Davud'un
diğer bir rivayetinde, şu ifade yer almaktadır:
(Ebu Katâde;) 'Resulullah
(s.a.v), emirler ordusunu
[811]
gönderdi' deyip (daha sonra) şu olayı anlattı:
Bizi ancak doğmakta
olan güneş uyandırdı. Namazımız (geçti) diye korkuyla kalktık. Resulullah
(s.a.v), güneş yükselinceye kadar:
Yavaş olun, acele
etmeyin' buyurdu. (Güneş yükselince,) Resulullah
(s.a.v):
Sizden, sabah namazının
(sünnet olan) iki rekatini devamlı kılmakta olanlar (şimdi de) kılsın'
buyurdu.
Bunun üzerine önceden
(sünnet olan) iki rekati kılmayı itiyad eden de etmeyen de kalkıp kıldı. Sonra
Resulullah (s.a.v), namaz için ezan okunmasını emretti. Ezan okundu. Bunun
üzerine Resulullah (s.a.v), kalkıp bize (sabah) namazını(n farzını) kıldırdı.
Namaz bitince:
Dikkat ediniz! Allah'a
hamd ederiz ki, biz, bizi namazdan alıkoyan dünya işlerinden bir şeyde
değildik. Fakat ruhlarımız, Allah'ın
elinde (olduğu için uyuya kaldık). Allah, ruhlarımızı, dilediği zaman geri
gönderir. Sizden her kim, yarının sabah namazına vaktinde yetişirse, onunla
birlikte onun gibisini (bugün vaktinde kılamadığı sabah namazını) kaza etsin'
buyurdu.[812]
Yine Ebu Dâvud,
Tirmizî ile Nesâî'nin rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
Sahabiler, Peygamber
(s.a.v)'e; (uyuya kaldıkları için) namazı kaçirdık-lannı söylediler. Bunun
üzerine Peygamber (s.a.v):
Uyuya kalmaktan dolayı
namazı kaçırmada bir kusur yoktur. Kusur ancak diğer namaz vakti girinceye
kadar namazı kılmayan kimsede vardır.
[813] Buna
göre kim uyuya kalma işini yaparsa uyandığı zaman o namazı kılsın' buyurdu.
[814]
Tirmizî ile Nesâî'nin
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Kusur, ancak
uyamkkendir. Sizden birisi, namazı unuttuğu yada uyuya kaldığı zaman,
hatırladığı zaman o namazı kılsın.[815]
82. Enes b.
Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resululiah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Kim bir namazı
(kılmayı) unutursa, onu hatırladığı zaman kılsın O namaz için bundan başka bir
kefaret yoktur.
(Hadisin ravisi)
Katâde, 'Beni zikretmek için namazı dosdoğru kıl
[816] ayetini okudu.
[817]
(Hadisin Iafeı,
Buhârî'ye aittir.)
Bir rivayette ise şu
ifade yer almaktadır:
Sizden birisi uyuya
kaldığından yada gaflet (e dalıp unuttuğun) dan dolayı namaz kılmadığında, onu
hatırladığı zaman kılsın.
[818]
Çünkü
Allah,
'Beni zikretmek için namazı dosdoğru kıl
[819]
buyurmaktadır.
[820]
Tirmizî ile Nesâfnin
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Kim bir namazı
(kılmayı) unutursa, hatırladığı zaman onu kılsın.[821]
Nesâî'nin bir başka
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resululiah (s.a.v)'e:
Bir kimse uyuya kalıp
veya gafletinden dolayı namaz kılmayan kimsenin durumu (ne olacak)?' diye
soruldu. Resululiah (s.a.v):
O namazın kefareti,
onu hatırladığında kılmaktır' diye cevap verdi.
[822]
Ebu Dâvud ise, ilk
(baştaki hadisin metnine uygun bir şekilde bu hadisi) rivayet etmiştir.
83. Enes b.
Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v), bir
attan düşüp vücudunun sağ tarafı zedelenmişti. Bunun üzerine biz, ziyaret için
onuna yanma girdik. Derken namaz vakti geldi. Peygamber (s.a.v), bize oturarak
namaz kıldırdı. Biz de arkasında oturarak namazı kıldık. Namazı bitirince:
İmam ancak kendisine
uyulmak için (imam olmuş)tur. O tekbir alığı zaman sizde tekbir alın. Secde
ettiği zaman siz de secde edin. (Başını secdeden) kaldırdığında siz de
kaldırın. İmam, 'Semiallahu limen hamideh1 (Allah, kendisine hamd eden kimseyi
işitir) dediği zaman siz de, 'Rabbena ve Ieke'1-hamd1 (Rabbimiz! Hamd yalnızca
sanadır) deyin. İmam oturarak namaz kıldığında sîz de toptan oturarak namaz
kılın' buyurdu.
[823]
(Hadisin lafzı,
Müslim'e aittir.)
(Hadisin) ravilerinden
birisi (bu hadisi rivayet edip daha sonra da), İmam ayakta kıldığı zaman siz de
ayakta kılın"
cümlesini
ilave etmiştir.[824]
Bu hadisifn bu
şekildeki metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.[825]
Humeydî der ki: "Diğer rivayetlerin manalan birbirine yakındır." Yine
Humeydî şu ilaveyi yapmıştır: "'İmam oturarak namaz kıldığında siz de
oturarak kılın' sözü; Peygamber (s.a.v)'in eski bir hastalığı sırasında
olmuştu. Ölümüne doğru hastalığında İse yine oturarak namaz kıldırdı. İnsanlar,
onun arkasında ayakta namaz kıldılar. Peygamber (s.a.v), onlara oturmayı
emretmedi. Dolayısıyla Peygamber (s.a.v)'in sonuncu uygulamasını alırız.
[826]
Bu hadisi; Ebu Dâvud,
Tirmizî ve Nesâî rivayet etmiştir. Yine Nesâî, bu hadisi kısa olarak şöyle
rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.v) bir
defasında attan sağ tarafı üzerine düşmüştü.
[827]
Bunun üzerine sahabiler, Resulullah (s.a.v)'i geçmiş olsuna geldiler. Namaz
vakti olmuştu. Resulullah (s.a.v), namazı kıldırmayı bitirince:
İmam kendisine uyulmak
İçin (imam olmuş)tur. Rükuya vardığı zaman siz de rükuya varın. (Başını rüku d
an) kaldırdığında siz de kaldırın. Secde ettiği zaman siz de secde edin. İmam,
'Semiallahu limen hamideh' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitir) dediği
zaman siz de, 'Rabbena leke'1-hamd' (Rabbimiz! Hamd yalnızca sanadır) deyin'
buyurdu.
[828]
84. Abdullah
ibn Mes'ud (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah
(s.a.v), bana, teşehhüdü,
[829]
Kurandan bir sure öğretir gibi öğretti: "et-Tahiyyâtu lillâhi
ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhi
ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ i badi İlâhi's-sâlihîn eşhedu enlâ ilahe
illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu' (Bütün tehiyyeler,
salavât ve tayyibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve
bereketleri de senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah'ın salih kullan üzerine
olsun. Ben, Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in;
Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahadet ederim)
[830]
(Hadisin lafzı,
Buhârî'ye aittir.)
Bir rivayette ise
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sizden birisi namazda
oturduğu zaman: 'et-Tahiyyâtu lillâhi desin (deyip) hadisi zikretti.
[831]
Ayrıca ibâdillâhis-sâlihîn"
(Selam, Allah'ın salih kullan üzerine olsun) sözü ile ilgili olarak; Çünkü
sizler bu sözü söylediğiniz zaman muhakkak Allah'ın gökteki ve yerdeki her bir
salih kuluna selam vermiş olursunuz" ilavesi var.[832]
Başka bir rivayette
ise, Bundan sonra (na-mazda) dilediğini istemekte
[833]
serbesttir" ifadesi yer almaktadır.[834]
Bu hadis(ler)i, Buhârî
ile Müslim rivayet etmiştir.
Nesâî ise birinci
rivayeti nakletmiştir. Yalnız Nesâî'nin bu rivayetinde, ifadesi yerine sözü yer
almaktadır.[835]
Yine Nesâî ile
Tirmizî'nin rivayetinde ise, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Resulullah (s.a.v),
bize, ikinci rekatta(n sonra) oturduğumuzda: et-Tahiyyâtu dememizi
[836]
öğretti.
[837]
Ebu Davud'un
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
"Biz Resulullah
(s.a.v) ile birlikte namazda oturduğumuzda, -Selâmu alâllâhi kable ibâdihi' (Selam,
kullarından önce Allah'ın üzerine olsun), es-Selâmu alâ fulân ve[838] (Selam,
filan ve filanın üzerine olsun) derdik. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Selam, Allah'adır'
demeyin. Çünkü Allah ('in bizzat kendisi) Selâm'dır.
[839]
Sizden birisi, (teşehhüd için) oturduğu zaman: et-Tahiyyâtu
[840]
lillâhi ve's-Salavâtu
[841]
ve't-Tayyibâtu
[842]
es-Selâmu aleyke
eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhi ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ
ibâdillâhi's-sâlihîn' (Bütün tehiyyeler, salavât ve tayyibât Allah'adır. Selam
sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun.
Selam, bizim ve Allah'ın salih kulları üzerine olsun. Ben, Allah'tan başka
ilah olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü
olduğuna da şahadet ederim) desin.
Sizden birisi
'ibâdillâhi's-sâlihîn (Allah'ın saiih kulları üzerine selam olsun) sözünü
söylerse, yerdeki ve gökteki yada yer ve gök arasındaki bir salih kula isabet
etmiştir. (Sonra da)
'Eşhedu enlâ ilahe
illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu' (desin) buyurdu.
Resulullah {sözüne
devamla):
(Bunu okuyan kimse
daha) sonra beğendiği herhangi bir duayı seçip onu okusun' buyurdu.[843]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayetinde, şu ifade yer almaktadır:
Biz namazda (teşehhüd
için) oturduğumuzda ne diyeceğimizi bilmezdik. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v)'e de, (bizim bilmediğimiz) öğretilmişti."
(Daha sonra hadisin
ravisi Temîm, önceki hadisi) buna benzer bir sekide rivayet etti.
[844]
Şerik der ki: Önceki
hadisin bir benzerini (Abdullah ibn Mes'uddan) rivayet edip (sonra da) şöyle
der:
ResuluIIah (s.a.v),
bize bazı sözler öğretiyordu. Fakat onları, teşehhüdü öğrettiği gibi (düzenli)
öğretmiyordu. Bu sözler şunlardır:
Allahım! Bizim
kalplerimizi(n arasını) birleştir. Aramızdaki problemleri düzelt ve bize
kurtuluş yollarını göster. Bizi (küfrün) karanlık-lar(ın)dan aydınlığ(ın)a
çıkar ve büyük günahların görüneninden ve görünmeyeninden uzaklaştır. Bize,
kulaklarımızda, gözlerimizde, kalbimizde eşlerimize ve çocukalrımızda bol hayr
ver. Tevbelerimizi kabul eyle! Çünkü Sen, tevb eleri kabul edensin,
merhametlisin. Bizi; nimetlerine şiikı edenlerden, onları itiraf edenlerden,
razı olanlardan eyle! Ve bize nimetlerini tamamla!'
[845]
Başka bir rivayette
ise, Alkame şöyle der:
ResuluIIah (s.a.v),
Abdullah ibn Mesudun elinden tutup mazda (okunacak) teşehhüdü öğretti.
(Hadisin ravisi)
A'meş'in rivayetindeki duanın aynısını zikretti. (Söz konusu olan A'meş, hadisine
ilave olarak, ResuluIIah veya Abdullah ibn Mes'ud şöyle dedi:)
Bunu (^teşehhüdü)
söylediğin veya tamamladığın zaman, namazını
tamamladın (demektir). (Bundan
sonra) istersen kalk,
istersen
otur.[846]
Nesâî'nin rvayetinde
ise Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Biz, (her) iki
rekati(n sonunda); Rabimizi tekbîr, tahnıîd ve tes-bîhden başka diyecek bir şey
bilmiyorduk. Fakat Muhammed (s.a.v), bize, hayrın başlangıç ve bitimini (bütün
hayrları) öğretip her iki re-katta(n sonra) oturduğunuzda:
et-Tahiyyâtu lillâhi
ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu
[847]
es-Selâmu aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhİ ve Berakâtuhu es-Selâmu
aleynâ ve alâ ibâdîllâhi's-sâlihîn, Eşhedu enlâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden
abduhu ve resûluhu1 (Bütün tehiyyeler, salavât ve tayyibât Allah'adır. Selam
sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun.
Selam, bizim ve Allah'ın saîih kullan üzerine olsun. Ben, Allah'tan başka ilah
olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna
da şahadet ederim) deyin buyurdu.
[848]
Nesâî'nin başka bir
rivayetinde ise, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
ResuluIIah (s.a.v),
bize; namazdaki teşehhüdü ve ihtiyaç anındaki teşehhüdü de öğretti. Namazdaki
teşehhüd şöyledir:
et-Tahiyyâtu lillâhi
ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhİ
ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn, Eşhedu enlâ ilahe
illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu1 (Bütün tehiyyeler,
salavât ve tayyibât
Allah'adır. Selam sana
ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun. Selam,
bizim ve Allah'ın salih kullan üzerine olsun. Ben, Allah'tan başka ilah
olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna
da şahadet ederim)
[849]
Yine Nesâî'nin diğer
bir rivayetinde, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Biz, Resulullah s.a.v ile
beraberdik. Hiçbir şey bilmiyorduk. Resulullah (s.a.v), bize, namazdaki her
oturuşta:
et-Tahivyâtu Hllâhi
ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aley-ke eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhi
ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn, Eşhedu enlâ ilahe
illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu' (Bütün tehiyyeler,
salavât ve tay-yibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve
bereketleri de senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah'ın salih kulları
üzerine olsun. Ben, Allah'tan başka İlah olmadığına şahadet ederim. Ben,
Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahadet ederim) deyin buyurdu.
[850]
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayetinde, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Namaz kılarken ne
okuyacağımızı bilmiyorduk. Resulullah (s.a.v), bize, 'cevâmiu'l-kelim1 (=Az söz
ile çok manayı ifade eden edebî vecizeler) öğretip bize:
et-Tahivyâtu lillâhl
ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aley-îıe evyuhe'n-Nebiyyu ve
Rahmetullâhi ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn, Eşhedu
enlâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu' (Bütün
tehiyyeler, salavât ve tay-yibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın
rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah'ın salih
kullan üzerine olsun. Ben, Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Ben,
Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahadet ederim) deyin buyurdu.
[851]
Yine Nesâî'nin bir
diğer rivayetinde, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Biz, Resulullah
(s.a.v) ile birlikte namaz kıldığımız zaman: 'es-Selâmu alâllâh' (Selam,
Allah'ın üzerine olsun), es-Selâmu alâ Cibril' (Selam, Cebrail'in üzerine olsun),
'es-Selâmu alâ Mîkâîl' (Selam, Mikail'in üzerine olsun) derdik. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v):
es-Selâmu alâllâh' (Selam,
Allah'ın üzerine olsun) demeyin. Çünkü Allahfın bizzat kendisi) Selâmdır.
Fakat:
et-Tahivyâtu Hllâhi
ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aleyke eyyuhen-Nebiyyu ve Rahmetullâhi
ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn, Eşhedu enlâ ilahe
illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu1 (Bütün tehiyyeler,
salavât ve tay-yibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve
bereketleri de senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah'ın salih kullan
üzerine olsun. Ben,
Allah'tan başka ilah
olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna
da şahadet ederim) deyin buyurdu.[852]
Yine Nesâî'nin bir
başka rivayetinde, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Biz, Resululah (s.a.v)
ile birlikte namazda (teşehhüd için) oturduğumuz zaman: es-Selâmu alallâhi min
ibâdihi' (Kullarmın selamı, Allah'ın üzerine olsun), 'es-Selâmu ala filan
filan' (Selam, filan ve filan kimsenin üzerine olsun) derdik. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
es-Selâmu alallâh' (Selam,
Allah'ın üzerine olsun) demeyin. Çünkü AHah('ın bizzat kendisi) Selâmdır. Fakat
sizden birisi (teşehhüd için) oturduğu zaman şöyle desin:
et-Tahiyyâtu lillâhi
ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aley-ke eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhi
ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihtn' (Bütün tehiyyeler,
salavât ve tayyibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve
bereketleri de senin üzerine olsun).
Çünkü siz,
ibâdillâhi's-sâlihîn' (Selam, Allah'ın salih kulları üzerine olsun) dediğiniz
zaman, yerdeki ve gökteki bütün salih kullara dua etmiş olursunuz.
Eşhedu enlâ ilahe
illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu' (Ben, Allah'tan başka
ilah olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü
olduğuna da şahadet ederim) (deyin).
(Bunu okuyan kimse
daha) sonra beğendiği herhangi bir duayı seçip onu okusun.
[853]
85. İbn Ebi
Leylâ'dan rivayet edilmiştir:
Bana, Ka'b b. Ucre
(r.a) rastlamıştı. (Bana) şöyle dedi:
Sana bir hediye takdim
edeyim mi? (Bir defasında) Resulullah (s.a.v) yanımıza çıkıp gelmişti. (Ona:)
(Ey Allah'ın Resulü!)
Sana nasıl 'Selâm
[854]
vereceğimizi öğrendik. Fakat sana nasıl 'Salât
[855]
okuyacağı (m ızı bilmiyoru) dedik.[856] Resulullah
(s.a.v)'de:
Allahım! Muhammed'e ve
Onun aile halkına,
[857]
İbrahim'e salat buyurduğun gibi salat eyle! Şüphesiz ki Sen, Hamîd ve Mecîdsin.
Allahım! Muhammed'e ve Onun aile halkına, İbrahim'e İhsan eylediğin bereket
gibi bereket ihsan eyle! Çünkü Sen, Hamîd ve Mecîdsin' deyin buyurdu.[858]
Bu, Buhârî ile
Müslim'in rivayetidir.
Tirmizî, Ebu Dâvud ile
Nesâî İse hediye" kelimesini zikretme-misler, bunların rivayet ettikleri
hadisin baş kısmı, Ka'b b. Ucre dedi ki: Ey Allah'ın resulü!. dedik"
şeklinde ve son kısmı ise İbrahim'e
ihsan eylediğin bereket gibi bereket ihsan eyle! Çünkü Sen, Hamîd ve
cîdsin" biçimindedir.
[859]
Nesâtnin bir
rivayetinde hediye" kelimesi yer almaktadır.[860]
86. Abdullah
ibn Abbâs (r.anhümâ)dan rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v): Yedi organ; alın, iki avuç, dizler ile ayaklar üzerine secde etmekle
ve saç(lar) ile elbise(ler)i toplamamakla emr-olunduk.
[861]
(Hadisin lafzı, Buhârî'ye aittir.)
Bir rivayet de ise, Peygamber
(s.a.v): Secde etmekle em rol unduk
ifadesi yer almaktadır.[862]
Yine hadis
ravilerinden birisi (bu hadisi bu şekilde) rivayet etmiştir.
Başka bir ravinin
rivayetin de secde etmekleemrolundum
[863]
ifadesi yer almaktadır.[864]
Yine bu ravilerden birisinin rivayetin de, yedi kemik
[865]
üzerine" ifadesi yer almaktadır.
[866]
Başka bir rivayette
ise şu ifade yer almaktadır:
Peygamber (s.a.v): Ben
yedi kemik üzerine, eliyle burnuna işaret ederek (yüz eller, dizler, ayakların
uçlan üzerine secde etmekle ve elbise ile saç(lar)ı toplamamakla emroİundum.
Yine diğer bir
rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
Peygamber (s.a.v),
yedi (şey) üzerine secde etmekle emrolundu. Saç-ları ile elbiseflerini)
toplamakla (da) yasaklandı.
Ebu Davud'un bir
rivayetinde, emrofundum" ifadesi yer almaktadır.
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamberiniz, yedi
organ üzerine secde etmekle ve saç ile elbiseflerini) toplamamakla emrolundu.
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayetinde herhangi bir ilave olmaksızın, Yedi organ üzerine secde
etmekle" ifadesi yer almaktadır.
Tirmizî ile Nesâî ise,
bu hadisi, (en başta rivayet edilen hadise göre değil de) Buhârî ile Müslim'in son
rivayetine (uygun bir şekilde) rivayet etmişlerdir.
87. Hz. Ali
(r.a)'dan rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v) Ahzab günü (bir rivayete göre ise: Hendek -savaşının yapıldığıgün)
[867]
şöyle buyurdu:
Bizi, ta güneş
batıncaya kadar orta namazdan nasıl alı koy dul arsa, Allah'da onların kabirlerini
ve evlerini ateşle
[868]
doldursun.
[869]
Bir rivayette ise, Bizi,
orta namazdan,
[870]
(yani) ikindi namazından alıkoydular" ifadesi yer almaktadır.
Sonra Bir başka rivayette
ise, yatsıyı kıldırdı" ilavesi yer almaktadır.[871]
Bu; Buhârî, Müslim ile
Tirmizî'nin (naklettiği) rivayetlerdir. Ebu Dâvud İle Nesâfnin rivayetleri ise
bunlara in rivayetleri ise bunlara benzerdir.
88. Enes b.
Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Reulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Secdede itidal üzere
bulunun.
[872] Sizden birisi, (secdede
iken) köpeğin yayması (gibi) kollarını yaymasın.[873]
Bu hadisi(n bu
şekildeki metnini); Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî ile Nesâî rivayet
etmiştir.
Buhârî'nin başka bir
rivayetinde şu ilave vardır:
"(Namaz kılarken
sıkışıp) tükürdüğü zaman, önüne ve sağ tarafına tükürmesin. Çünkü namaz kılan
kimse, Rabbi ile münacaat etmektedir.[874]
89. Aişe
(r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v)in bir hasırı vardı. Onu geceleyin kendisine hücre yapıp (-yada etrafına
işaretler koyup) içinde namaz kılardı. Gün-düzleyin ise onu (yere) yayıp
üzerinde otururdu. Derken cemaat Peygamber (s.a.v)'in (arkasında) toplanıp
onun namazına uymaya başladılar. Ta ki (böylece) çoğaldılar. (Namazı bitirip)
döndü ve şöyle buyurdu:
Ey cemaat! Güç
yetirebileceğiniz amellere bakm. Çünkü siz usanmadıkça Allah usanmaz. Allah
katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı yapılanıdır.
[875]
Bir rivayette, şu
ilave vardır:
Muhammed'in ev halkı,
bir amel işledikleri zaman, artık ona devam ederler.
[876]
Bir rivayette ise şu
ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v)'e:
Allah katında
amellerin en sevimlisi hangisidir?' diye soruldu. Resulullah (s.a.v)'de:
Az da olsa devamlı
olanıdır
[877] buyurdu.[878]
Bir rivayette ise, O Güç
yetirebileceğiniz amelleri yapın" ilavesi yer almaktadır.
[879]
Bir rivayette ise
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Doğru yolu tutun.
(İbadetleriniz ve amelleriniz hususunda) aşırı gitmeyin. Şunu iyi bilin ki;
sizden birisini, kendi ameli cennete girdiremeyecektir. Amellerin Allah'a en
sevimli olanı, az da olsa devamlı olanıdır.
[880]
Başka bir rivayette
ise, şu ilave vardır:
(İnsanları, ameller
üzerine sevabla) müjdeleyip sevdir)in. Şu muhakkak ki, hiçbir kimseyi kendi
ameli cennete girdi re m ez' buyurdu. Sahabiler:
Ey Allah'ın resulü!
Seni de mi (kendi amelin cennete girdiremez)' diye sordular. Resulullah
(s.a.v):
Evet beni de! Ancak
Allah, beni, bir mağfiret ve bir rahmetle bürüyüp korumuştur' buyurdu.
[881]
Bunlar, Buhârî ile
Müslim'in naklettikleri rivayetlerdir. Buhârî'nin rivayetinde, Hz. Aişe der ki:
Resulullah (s.a.v)'in
en çok sevdiği amel, sahibinin üzerinde (sürekli olarak) devam ettiği ameldir.
[882]
Müslim'in rivayetinde
ise Hz. Aişe şöyle der:
Allah katında
amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır."
(Hadisin ravisi) der
ki: Aişe bir ameli işlediği zaman onu devamlı yapardı.[883]
Tirmizî'nin
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v)'e
en çok sevdiği amel, az da olsa devamlı olanıdır.
[884]
Yine Tirmizî'nin başka bir rivayetinde şu ifade yer almaktadır: da:
Aişe ile Ümmü
Seleme'ye:
Resulullah (s.a.v)'e
en sevimli olan şey nedir?' diye soruldu. Onlar
Az da olsa devamlı
olan (amel)' dediler.[885]
Ebu Davud'un
rivayetinde ise Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Güç yetirebileceğiniz
ameler)i yapın. Çünkü siz usanmadikça Allah maz. Allah katında amellerin en
sevimlisi, az da olsa devamlı yapıla.[886]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayetinde ise Alkame şöyle der:
Aişe'ye:
Resulullah (s.a.v)'in
ibadet ediş şekli nasıldı? Günlerinden birine tahsis ettiği bir şey olur
muydu?' diye sordum. O da:
Hayır! Onun ameli,
devamlıydı. Resulullah (s.a.v)'in güç yetire-bildiği bir şeye hanginiz güç yetirebilir
ki!1 diye cevap verdi.[887]
Nesâî'nin rivayetinde
ise Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v)'in
bir hasırı vardı. Gündüzleyin onu yayardı. Geceleyin ise onu hücre yapıp
(=yada etrafına işaretler koyup) içinde namaz kılardı. Cemaat, Resulullah
(s.a.v)'in hasır üzerinde namaz kıldığını öğrenince, Resulullah (s.a.v) ile
birlikte namaz kılmaya başladılar. Resulullah (s.a.v) ile onların arasında o
hasır vardı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Güç yetirebileceğiniz
amel(ler)i yapın. (Çünkü siz usanmadıkça şanı yüce olan Allah usanmaz. Şam yüce
olan Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı yapılanıdır'
buyurdu.[888]
Daha sonra Resululiah
(s.a.v) o hasır üzerinde namaz kılmayı terk etti. Şanı yüce olan Allah, onun
ruhunu alıncaya kadar bir daha o hasırın üzerinde (namaz kılmaya) dönmedi.
Resululiah (s.a.v) bir şey yaptığında onu devamlı yapardı.[889]
90. Ömer b.
Ebi Seleme (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v), bir
elbise içerisinde, i kî ucunu çapraz bağlamış olarak namaz kılardı.
[890]
(Birinci rivayet) Bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır;
Ömer b. Ebi Seleme,
Peygamber (s.a.v)'i, Ümmü Seleme'nin evinde, bîr elbise içerisinde, iki ucunu
omuzlarının üzerine atmış vaziyette namaz
kılarken görmüştü.[891]
(İkinci rivayet)
Başka bîr rivayette
İse, Ömer b. Ebi Seleme der ki:
Peygamber (s.a.v)'i,
Ümmü Seleme'nin evinde, bir tek elbiseye8" sarınmış olarak, iki ucunu da
omuzlannın üzerine koymuş olarak namaz kılarken gördüm.
[892]
(Üçüncü rivayet)
Bir diğer rivayette,
"bürünmüş olarak" ifadesi yer almaktadır.[893]
Bir başka rivayette
ise, bağlamış olarak" ifadesi yer almaktadır.[894]
Bir rivayette ise,
omuzlan üzerine" ilavesi vardır.
[895]
Bu rivayetleri, Buhârî
ile Müslim nakletmiştir.
Tirmizî, bu hadisin
ikinci şeklini; Nesâî'de birinci şeklini; Ebu Dâvud'da üçüncü şeklini rivayet
etmiştir.
91. Enes b.
Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Enes'in ninesi
Müleyke, kendi yaptığı bir yemeğe Resulü I lalı (s.a.v)'i davet etmişti.
[896]
Resulullah (s.a.v)'de (davete icabet edip) o yemekten yemişti. Sonra da:
Haydi kalkın! Size
namaz kıldırayım
[897]
buyurdu.
Enes der ki: Bunun
üzerine ben, kalkıp çok kullanılmaktan kararmış bir hasın(mızı getirmeye)
gittim. (Yumuşaması için) o hasırın üzerine biraz su serptim.
[898]
Daha sonra Resulullah (s.a.v), o hasırın üzerinde namaza durdu. Yetim
[899] ile
ben de, Resulullah (s.a.v) in arkasında saf tuttuk. Yaşlı kadın da
[900]
arkamıza durdu. (Böylece) Resulullah (s.a.v), bize iki rekat namaz kıldırdı.[901]
Sonra çekip gitti.
[902]
Bu hadisi{n bu
şekildeki metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayeti
de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
Enes ile annesine yada teyzesine
[903]
namaz kıldırmıştı. Enes der ki: Resulullah (s.a.v), beni sağ tarafına ve kadını
da arkamıza durdurmuştu.[904]
Müslim'in başka bir
rivayetin de, Enes şöyle der:
"Resulullah
(s.a.v), ahlak yönünden insanları en güzeliydi. O, bizim evde bulunduğu sırada
bazen namaz (vakti) girerdi. Hemen altındaki yaygının temizlenmesini
emrederdi. Bunun üzerine yaygı süpürülürdü. Sonra da (yumuşaması için hasınn
üzerine biraz) su serpildi. Daha sonra ResuluUah (s.a.v) imam olurdu. Biz de
onun arkasında dururduk. Bunun üzerine bize namaz kıldırırdı.
Enes'lerin yaygısı,
hurma yaprağındandı.[905]
Ebu Dâvud, Tirmizî ile
Nesâî, birinci rivayeti nakletmiştir.
Ebu Davud'un başka bir
rivayetinde ise Enes şöyle der:
Peygamber (s.a.v),
(bazen) Ümmü Süleym'i ziyaret ederdi. Bazen (bu ziyaret esnasında) namaz
(vakti) girerdi. Peygamber (s.a.v), bize ait ve üzerine biraz su serpilmiş
hasırdan ibaret olan bir yaygı üzerinde namaz(mı) kılardı.[906]
Nesâî'nin başka bir
rivayetinde Enes şöyle der:
"Ümmü Süleym,
ResuluUah (s.a.v)'den; evine gelip namaz kılmasını ve namaz kıldığı yeri de
namazgah edineceğini söyledi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), Ümmü Süleym'in
evine geldi. Ümmü Süleym, hemen hasın getirdi. (Yumuşaması için) hasırın
üzerine biraz su serpti. ResuluUah (s.a.v). hasır üzerinde namaz kıldı. Onlar
da, ResuluUah (s.a.v) ile birlikte namaz İddilar.[907]
91. Enes b.
Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v) ile birlikte Medine'den Mekke'ye (doğru yola) çıktık.
[908]
Medine'ye döndüğümüz zamana kadar bize, (akşam namazından başka namazları hep)
ikişer rekat kıldırdı.
Enes'e: 'Mekke'de
biraz kaldınız mı?' diye soruldu. O da: 'Orada on (gün) kaldık' diye cevap
verdi.[909]
Buharı ile Müslim'in
kısa bir şekilde naklettikleri rivayet de, şu ifade yer almaktadır:
"Peygamber
(s.a.v) ile birlikte on gün kaldık. Namazı(mızı da)
[910] kısalttık.
[911]
93. Ebu
Hurcyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah
(s.a.v), mescide girmişti. Onun arkasından bir kişi
[912] (de
mescide) girip namaz kılmıştı. Sonra da Resulullah (s.a.v)'e selam verdi.
Resulullah (s.a.v)'de onun selamını alıp (ona):
Dön de namazını
(yeniden) kıl. Çünkü sen namazını kılmadın' buyurdu. O kişi dönüp evvelce
kıldığı gibi namazı tekrar kıldı. Sonra Peygamber (s.a.v)'e gelip selam verdi.
Resulullah (s.a.v):
Dön de namazını
(yeniden) kıl. Çünkü sen namaz kılmadın' buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı.
Nihayet o kişi:
Seni hak (din) ile
gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben, bundan daha iyisini becereniiyorıım.
Bana (namaz kılmanın doğrusunu) öğret' dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Namaza kalktığın zaman
tekbir al. Sonra kolayına geldiği kadar Kuran oku. Sonra rüku et ve
(organların) yattşıncaya kadar rüku d a kal. Sonra (başını rükudan) kaldırıp
iyice doğrul. Sonra secdeye varıp (organların) yatışın caya kadar secde et.
Sonra (başını secde yerinden) kaldır ve (organların) yatışıncaya kadar otur ve
bunu bütün namazlarında (böyle) yap' buyurdu.[913]
Buna benzer bir
rivayet daha olup bu rivayetin içerisinde,
"Ve aleykesselâmu, (deyip daha sonra) dön" ifadesi yer
almaktadır
[914]
Yine buna benzer bir
rivayetin içerisinde şu ifade yer almaktadır:
Namaza kalktığın zaman
güzelce bir şekilde abdest al. Sonra kıbleye dönüp tekbir al. Sonra da kolayına
geldiği kadar Kuran oku..[915]
Başka bir rivayette
ise şu ifave yer almaktadır:
(Organların)
yatışıncaya kadar otur. Sonra secdeye varıp (organların) yatışıncaya kadar
secde et. Sonra (başını secde yerinden) kaldır
ve (organların) yatışı ne aya kadar otur.
Bunu bütün namazlarında (UIe) yap.[916]
Ebu Davud'un bir
rivayetinde ise şu ilave yer almaktadır:
"Bunu (böyle)
yaptığın zaman namazın tamamdır. Bundan tiğin şey kadar namazından eksiltmiş
olursun.[917]
94. Abdullah
ibn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a.v) Medine'de
akşam ile yatsı namazını (n fanfan
nı birleştirerek) yedi (rekat) olarak ve öğle ile
ikindi namazını da (birleştirerek) sekiz (rekat) olarak kıldı."
Eyyûb: 'Acaba bunu
yağmurlu bir gecede kıldı?' diye sordu. Abdullah ibn Abbâs:
Umulur ki' diye cevap
verdi.[918] (Birinci rivayet) Bir
rivayette, Abdullah ibn Abbâs şöyle der;
Resulullah (s.a.v) ile
birlikte iki namazı bir arada kılmak suretiyle sekiz (rekat olarak) ve (yine)
iki namazı bir arada kılmak suretiyle yedi (rekat olarak) namaz kıldım.
Amr der ki: (Ebu
Şa'sâa'ya:)
Ey Ebu Şa'sâa!
Zannederim, öğleyi te'hir ve ikindiyi ise acele kıldı. Akşam namazını te'hir ve
yatsı namazını da acele kıldı dedi. Ebu Şa'sâa:
Ben de bunu (öyle)
zannediyorum1 dedi.
[919]
(İkinci rivayet)
Müslim'in bir
rivayetinde, Abdullah ibn Abbâs şöyle der:
Resulullah (s.a.v),
hiçbir korku ve yolculuk hali yokken,
[920]
öğle namazı ile ikindi namazını bir arada ve akşam namazı ile yatsı namazını (n
farzlarını birleştirerek) bir arada kıldı.
[921]
Yine Müslim'in bir
rivayetinde, şu ilave vardır:
(Hadisin ravisi)
Ebu'z-Zubeyr der ki: '(Ravi) Saîd b. Cübeyr Acaba Resulullah (s.a.v), bunu
niçin (böyle) yaptı?' diye sordum. Saîd (b. Cü-beyr)'de şöyle dedi:
Ben de, (bu meseleyi)
senin sorduğun gibi Abdullah ibn Abbâs'a sordum.' Oda:
Resulullah (s.a.v),
ümmetinden hiçbir kimseyi meşakkate sokmamak istedi' diye cevap verdi.[922]
Yine Müslim'in buna
benzer başka bir rivayeti daha var. Bu rivayette, Abdullah ibn Abbâs'ın, Hiçbir
korku ve yağmur hali.[923] yokken" ifadesi
yer almaktadır.[924]
Yine Müslim'in başka
bir rivayetinde, Abdullah b. Şakîk el-Ukaylî der ki:
Bir gün Abdullah ibn
Abbâs, ikindiden sonra bize hutbe verdi. Bu hutbe ta güneş kaybolup yıldızlar
görününceye kadar devam etti. Halk: 'Namaza namaza ....' demeye başladı.
Derken yanına Temîm oğullarından fütursuz ve sözünü esirgemeyen bir adam gelip:
Namaza namaza ....'
dedi. Bunun üzerine Abdullah ibn Abbâs:
Annesiz kalasıca! Bana
sünneti mi öğretiyorsun?' dedi. Sonra da:
Ben, Resulullah
(s.a.v)in öğle namazı ile ikindi namazını ve akşam ile de yatsı namazım (n
farzlarını birleştirerek) bir arada kıldığım gördüm' dedi.
Abdullah b. Şakîk:
'(Abdullah ibn Abbâs'ın) bu sözünden kalbime bir şüphe düştü. Hemen Ebu
Hureyre'ye gidip ona (Resulullah'ın öğle namazı ile ikindi namazını ve akşam
ile de yatsı namazını birleştirerek bir arada kılıp kılmadığını) sordum.O,
Abdullah ibn Abbâs'ın (bu) sözünü doğruladı dedi.[925]
Yine Müslim'in diğer
rivayetinde, Abdullah b. Şakîk el-Ukaylî der ki:
Bir adam, Abdullah ibn
Abbâs'a:
Namaz(ı kıl)' dedi.
Abdullah ibn Abbâs sustu. Sonra (yine ona):
Namaz(ı kıl)' dedi.
Abdullah ibn Abbâs (yine) sustu. Sonra (yine ona):
Namaz(ı kıl)1 dedi.
Abdullah ibn Abbâs (yine) sustu. Sonra (bu sözü söyleyen adama);
Annesiz kalasıca!
Namaz (kılmay)ı, bize mi öğreteceksin? Biz, Resulullah (s.a.v) döneminde iki
namazı (birleştirerek) bir arada kı-liyor-duk' diye cevap verdi.[926]
Ebu Dâvud, Tirmizî ve
Nesâî; Müslim'in 49 (705) nolu hadisine benzer bir şekilde rivayette
bulunmuşlardır.[927]
Yine Ebu Davud'un,
Yatsı (namazı)" ile ilgili kısma kadar rivayet ettiği hadis, muttefekun
aleyhtendir.[928]
Yine Ebu Davud'un,
başka bir rivayetinde, Hiçbir yağmur hali yokken..." ilavesi yer
almaktadır.[929]
Yine Ebu Davud'un,
Hiçbir yolculuk hali yokken" ifadesine kadar rivayet ettiği başka bir
rivayeti, Müslim'in bir rivayetine benzemektedir.[930]
Yine Ebu Dâvud, şu
rivayeti de ilave etmiştir:
(Hadisin ravisi)
Ebu'z-Zübeyr, bu hadisi rivayet edip (sonra da) şöyle dedi:
(Bu olay,) Tebük
seferine
[931] çıktığımızda oldu.[932]
Nesâî, ikinci rivayeti
nakletmiştir. Bu hadis, muttefekun aleyhtendir. Bu hadisin lafzı şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) ile
Medine'de sekiz (rekat olarak) bir arada ve yedi (rekat olarak) bir arada
kıldım. Öğle namazını te'hir etti, ikindi namazını ta'ci! etti, akşam namazını
te'hir etti ve yatsı namazını da ta'cil etti.
[933]
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayeti, ziyadesiz bir şekilde Müslim'in bir rivayetine benzemektedir.
[934]
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayeti de şu şekildedir:
Abdullah ibn Abbâs,
Basra'da, (meşgul olduğu bir günde) öğle ile ikindi namazını ve akşam ile yatsı
namazını (birleştirerek) bir arada kıldı. Aralarında başka bir namaz kılmadı.
Abdullah ibn Abbâs,
Medine'de, Resulullah (s.a.v) ile birlikte öğle namazı ile ikindi namazını
sekiz (rekat olarak) bir arada kıldığını ve ikisi arasında başka bir namaz
kılmadığını söyledi.
[935]
95. Aişe
(r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v)
şöyle buyurmaktadır:
Sizden birisi namaz
kılarken uyuklarsa, uykusu dağılıncaya kadar uyuyuversin. Çünkü uyuklayarak namaz kılacak olursa,
belki istiğfar edeyim derken, kendine söver.
[936]
(Birinci rivayet)
Bir rivayette ise şu
ifade yer almaktadır:
Sizden birisi, namaz
kılarken uyuklarsa, (uykulu vaziyette namaz kılmayı) bıraksın.
[937]
Çünkü (uykulu bir vaziyette kıldığı namaz sırasında) farkında olmadan kendine
beddua
[938] edebilir.
[939]
(İkinci rivayet)
Nesâî, ikinci rivayeti
nakletmiştir. Geri kalanlar ise, ilk rivayeti nakletmişlerdir.
96. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"(Namazda imam
yanıldığında) teşbih (subhânallah' demek) erkekler
[940]
içindir. El çırpmak ise
[941]
kadınlar içindir.[942]
Tirmizî der ki: Hz.
Ali şöyle dedi:
Peygamber (s.a.v)
namaz kılarken ondan izin istediğim zaman, subhânallah derdi.[943]
Nesâî'de, bu hadisi,
rivayet etmiştir.
[944]
97. Aîşe
(r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resulullah
(s.a.v) gecenin her vaktinde; başında, ortasında ve sonunda vitir namazı
kılmıştır. Onun vitir namazı kılma (vakti), seherde son bulmuştur.[945]
Bu hadisifn bu
şekildeki metnini); Buhârî, Müslim ile Nesâî rivayet etmiştir.
Buhârî'nin rivayet
ettiği hadisin lafzı şu şekildedir:
"Resulullah
(s.a.v), her gece vitir (namazı) kılmıştır. Onun vitir namazını kılma (vakti),
seherde son bulmuştur.[946]
Tirmizî'nin
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Vefatı yaklaştığında
Resulullah (s.a.v)'in vitir namazını kılma (vakti),
[947]
seherde son bulmuştur.[948]
Ebu Davud'un rivayetinde,
(hadisin ravisi Mesrûk) der ki:
Aişe'ye:
Resulullah (s.a.v),
vitri hangi vakitte kılardı?1 diye sordum. O da:
ye
sordum.
Gecenin başında,
ortasında ve sonunda kılardı. Bunların hepsini yaptı. Ama vefatına doğru (vitir
namazını) seher (vaktin)e kadar geciktirirdi'dedi.
[949]
Tirmizî'nin
rivayetinde ise, (hadisin ravisi Abdullah b. Ebi Kays) der ki:
Aişe'ye:
Resulullah (s.a.u)in,
vitir namazı nasıldı; vitir namazım, gecenin başında mı kılardı, yoksa sonunda
mı kılardı?' diye sordum. Aişe:
Bunların hepsini de
yapmıştır. Vitir namazını, bazen gecenin başında kılardı, bazen de gecenin
sonunda kılardı' diye cevap verdi. Bunun üzerine ben:
Allah'a hamd olsun ki,
şeriat işinde (bize) genişlik (kolaylık) kılmıştır!1 dedim. Sonra, (Aişe'ye):
Resulullah (s.a.v)'in,
(vitir namazındaki) kıraati nasıldı; gizli mi, yoksa açıktan mı okurdu?' diye
sordum. Aişe:
Bunların hepsini de
yapardı. Bazen gizli okurdu, bazen de açıktan okurdu!' diye cevap verdi. Ben:
Allah'a hamd olsun ki,
şeriat işinde (bize) genişlik (kolaylık) kılmıştır!' dedim. Sonra, (Aişe'ye
tekrar):
Cünüplük halinde ne
yapardı; uyumadan önce mi yıkanırdı, yoksa yıkanmadan önce mi uyurdu?' diye
sordum. Aişe:
Bunların hepsini de
yapardı. Bazen yıkanıp sonra uyur, bazen de abdest alıp sonra uyurdu' diye cevap
verdi. Ben (yine):
Allah'a hamd olsun ki,
şeriat işinde (bize) genişlik (kolaylık) kılmıştır!'dedim.
[950]
Ebu Davud'un lafzı ise
şu şekildedir:
(Abdullah b. Ebi Kays
der ki:) Aişe'ye, Resulullah (s.a.v)'in vitir namazını (ne vakitte kıldığını)
sordum. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Bazen gecenin başında,
bazen de sonunda (vitir namazını) kılardı' dedi. Ona:
(Vitir namazı
kılarken) kıraati nasıldı? Gizli mi okurdu, yoksa açıktan mı okurdu?' diye
sordum. O da:
Bunların hepsini
yapardı. Bazen gizli okurdu, bazen de açıktan okurdu. (Cünüb olunca,) bazen
gusledip uyurdu. Bazen de abdest alıp uyurdu diye cevap verdi.
Ebu Dâvud der ki:
"(Aişe'nin 'Bazen gusledip uyurdu' sözüyle) 'cünüp olunca' (demek
istediğini) Kuteybe değil, başkası söylemiştir.
[951]
98. Aişe
(r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v), nafile namazlardan hiçbirinde, sabah namazının (farzından önce) iki
rekat (sünneti kılma)da olduğu kadar devamlı değildi.[952]
(Birinci rivayet)
Bir rivayette ise,
Sabah namazının (farzından önceki) iki rekat (sünnet kılmaya) devam
etmede...." ifadesi yer almaktadır.[953]
Bir rivayette ise, Hz.
Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v),
nafile namazlardan hiçbirinde, sabah namazının (farzından önce) iki rekat
(sünneti kılma) da olduğu kadar sürat gösterdiğini
[954]
görmedim.[955]
Bu hadis(Ierin bu
şekildeki metnin)i, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Müslim'in diğer bir
rivayetin de, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sabah namazının iki
rekat (sünnet)i, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayrhdır.
[956]
Yine Müslim'in başka
bir rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v),
fecrin doğduğu vakitte (kılman) iki rekat (sünnet) hakkında:
Bu iki rekat namaz,
bana, bütün dünyadan daha sevimlidir' buyurdu.[957]
Ebu Dâvud, birinci
rivayeti nakletmiştir. Tirmizî'de, (bu hadisi,) Müslim'in bir rivayetin(e
uygun bir şekild)e nakletmiştir.[958]
Nesâî ise şu rivayeti
nakletmiştir:
Sabah namazınfm
farzın)dan önce (kılınan) iki rekat (sünnet) namazı, bütün dünyadan daha
hayrlıdır.[959]
99. Enes b.
Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Mescide
tükürmek, günahtır. Kefareti ise onu (yere) gömmektir.
[960]
Ebu Davud'un başka bir
rivayetinde, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Mescide tükürmek,
günahtır.[961] Kefareti ise (kişinin)
onu (yere) gömmesidir.[962]
Yine Ebu Davud'un
diğer bir rivayetinde ise, en-Nuhâa" (bal-gam çıkarma/sümkürme)
[963]
ifadesi yer almaktadır.[964]
100. Ebu
Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resululiah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Rabbîmiz, her gece,
gecenin son üçte biri kaldığında en alt ya inip:
Hani Bana dua eden
kimse? Onun duasını kabul edeyim ! Hani Benden istek dileyen? Onun istediğini
vereyim! Hani Benden bağışl ma dileyen? Onu bağışlayayım!' buyurur.
[965]
(Birinci rivayet)
Bu hadisfn bu
şekildeki metnin)i, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayeti
şu şekildedir:
Şüphesiz ki Allah,
mühlet verir. Gecenin ilk üçte biri
[966]
gittiği vakit en alt semaya inip:
[967]
Var mı bağışlanma
dileyen! Var mı tevbe eyleyen! Var mı isteyen! Var mı dua eden!1 buyurur. (Bu
durum,) tan yeri aydınlamncaya kadar (böyle devam eder).[968]
Yine Müslim'in başka
bir rivayeti de şu şekildedir:
Gecenin yarısı yada
üçte ikisi geçtiği zaman şanı pek yüce olan Allah, en alt semaya inip:
Var mı isteyen?
(İstediği şey ona) verilecek! Dua eden var mı? Duası kabul edilecek! Bağışlanma
isteyen var mı? Ona mağfiret olunacak! buyurur. (Bu durum,) sabah aydmlamncaya
kadar (böyle devam eder).
[969]
Yine Müslim'in diğer
bir rivayeti ise şu şekildedir:
Allah, her gece,
[970] en
alt semaya inip:
Melik, Benim! 'Melik,
Benim Var mı Bana dua eden? Onun duasını kabul edeyim! Var mı Benden isteyen?
İstediğini vereyim! Var mı Benden mağfiret dileyen? Onu affedeyim!1 buyurur.
(Bu durum,) tan yeri ağanneaya kadar (böyle devam eder).
[971]
Yine Müslim'in buna
benzer başka bir rivayeti daha var.
Yine Müslim'in diğer
bir rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
Daha sonra (yüce
Allah): Yoksul ve zalim olmayan (Allah')a, kim ödünç (borç) verecek' buyurur.
[972]
Yine Müslim'in buna
benzer diğer bir rivayeti daha var. Bu rivayetin içerisinde ise şu ifade yer
almaktadır:
Sonra şanı pek yüce
olan Allah, iki elini yayıp:
Yoksul ve zalim
olmayan (Allah)a, kim ödünç (borç) verecek buyurur.[973]
Ebu Dâvud, birinci
rivayeti nakletmiştir. Tirmizî ise, beşinci rivayeti nakletmiştir.
101.
Abdullah ibn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edişlmiştir:
Peygamber (s.a.v)
geceleyin teheccüd namazına
[974]
kalktığı zaman
[975]
(şöyle) derdi:
Allahım! Rabbimiz!
Gökleri, yeri ve bunların içindekileri ayakta tutan (Kayyim)
[976]
Sensin. Hamd, Sana mahsustur. Göklerin, yerin ve bunların içindekilerin mülkü
Senindir. Hamd, Sana mahsustur. Göklerin, yerin ve bunların içindekilerin nuru
[977]
Sensin. Hamd, Sana mahsustur. Sen haksin.
[978]
Senin va'din haktır. Sana kavuşmak haktır. Senin sözün haktır. Cennet (haktır)
ve cehennem de haktır. Peygamberlerin haktır. Muhammed haktır. Kıyamet haktır.
Allahım! Yalnız Sana teslim oldum. Ancak Sana iman ettim. Ancak Sana dayandım.
Yalnız Sana yöneldim. Ben (Senin düşmanlarına karşı) ancak (Senin verdiğin
oüç)le mücadele ettim.
[979] Ancak
Senin hükmüne baş vurdum.
[980]
Benim gerek önceki ve gerekse de sonradan işlediğim günahlarım ile gizli ve
aşikar yaptıklarımı
[981]
bağışla.
[982]
Bir rivayette şu ifade
yer almaktadır:
Mukaddim
[983]
olan Sensin, Muahhir
[984]
olan sensin. Senden başka ilah yoktur. Senin dışında bir ilah da yoktur.[985]
Bir başka rivayette
ise şu ifade yer almaktadır:
Allahım! Hamd,
Sana mahsustur. Göklerin, yerin
ve bunların İçindekilerin rabbi
Sensin.
[986]
Bu rivayetler, Buhârî
ile Müslim'in naklettiği rivayetlerdir.
Tirmizî'nin de buna
benzer bir rivayeti var. Fakat bu rivayetin içerisinde, "bunların içindekilerin Peygamberlerin haktır.
Senin sözün haktır Mukaddim
olan Sensin, Muahhir olan sensin. Senden başka ilah yoktur. Senin dışında bir
ilah da yoktur" ifadeleri olmayıp diğer ifadeler yer almaktadır.[987]
Ebu Davud'un bir
rivayeti, Tirmizî'nin rivayetine benzemektedir. Yalnız (burada) Mülk/melik
[988]
kelimesi yerine Rabb" kelimesi geçmektedir.
Nesâî'nin bir
rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Allah Hamd, Sana
mahsustur. Göklerin, yerin ve bunların içindekilerin nuru Sensin. Hamd, Sana
mahsustur. Gökleri, yeri ve bunların içindekileri ayakta tutan Sensin. Hamd,
Sana mahsustur. Göklerin, yerin ve bunların içindekilerin meliki Sensin. Hamd,
Sana mahsustur.
Sen haksin. Senin
va'din haktır. Cehennem haktır. Kıyamet haktır. Peygamberler hakür. Muhammed
haktır. Yalnızca Sana teslim oldum. Ancak Sana dayandım. Ancak Sana iman
ettim. Ben (Senin düşmanlarına karşı) ancak (Senin verdiğin güç) mücadele
ettim. Ancak Senin hükmüne başvurdum. Benim gerek önceki ve gerekse de sonradan işlediğim
günahlarım ile gizli
ve aşikar yaptıklarımı bağışla.
Mukaddim olan Sensin,
Muahhir olan sensin. Senden başka ilah yoktu" Güç ve kuvvet, ancak Aliyy
[989] ve
Azîm
[990] olan Allah'a aittir.[991]
102.
Abdullah ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir: "Bir kişi ayağa
kalkıp:
Ey Allah'ın resulü!
Gece namazı nasıl kılınır?' diye sordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
(Gece namazı,) ikişer
ikişer (kılınır). Sabah (vaktinin gireceğimden korkarsan, bir rekat kıl'
buyurdu.
[992]
Bu hadis(in bu
şekildeki metinin)i; Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud ile Nesâî rivayet etmiştir.
Tirmizî, bu rivayete Namazının
sonunu bir rekat yap" şeklinde bir ilave yapmış, fakat Hz. Peygamber
(s.a.v)'e soru soran kimsenin sorusuna yer vermemiştir.
[993]
Yine Ebu Davud'un ve
Nesâî'nin başka bir rivayetinde şu husus yer almaktadır:
Bedevilerden biri,
Peygamber (s.a.v)'e; gece namazının (nasıl kılındığını} sordu. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v), iki parmağıyla şöyle işaret ederek:
(Gece namazı,) ikişer
ikişer (kılınır).
[994] Vitir,
gecenin sonunda ise bir rekat (olarak kılınır)
[995]
buyurdu.[996]
Tirmizî'nin, Ebu
Davud'un ve Nesâî'nin bir rivayetinde ise, Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurmaktadır:
Gece ve gündüz
[997] (kılınan
nafile) namazı, ikişer ikişer (kılınır).
[998]
Tirmizî der ki:
"Abdullah ibn Ömer'den gelen bu hadis hakkında görüş ayrılığı olmuştur.
Bazıları, bu hadisin merfu olduğunu söylemiştir. Bazıları da mevkuf olduğunu
belirtmiştir. Bu konuda gündüz" kelimesi olmaksızın Resulullah (s.a.v)
şöyle buyurmaktadır: "Gece namazı, ikişer ikişer (kılınır)" şeklinde
Abdullah ibn Ömer'den rivayet edilen hadis sahihtir.
[999]
Nesâî der ki: Bu
hadis, yani içerisinde gündüz" kelimesi geçen hadis yanlıştır.[1000]
103. Aişe
(r.anhâ)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v), geceleyin, sabah namazının iki rekat (sünnet)i ve (bir de, bir rekat)
vitir namazı ile birlikte on üç rekat namaz kılardı.[1001]
Bir rivayette, Hz.
Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v)'in
geceleyin (kıldığı) namaz, on rekat idi. Bir sec-yle (rekatla) vitir ve sabah
namazının iki rekat (sünnet)ini kılardı. İşte bu şekilde geceleyin kıldığı
namazlar on üç rekat
[1002]
olurdu.
[1003] Başka bir rivayette,
Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v),
geceleyin on bir rekat namaz kılardı. Şafak doğduğu zaman hafif iki rekat
(daha) namaz kılardı. Sonra müezzin gelip ezanı okuyuncaya kadar sağ tarafına
yaslanırdı.
[1004]
Konu ile ilgili başka
bir rivayet ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
(geceleyin) on bir rekat namaz kılardı. İşte bu, onun (geceleyin kıldığı)
namazdır. Sizden birisi, başını secde (yerinden) kaldırmadan önce elli ayet
okuyacak kadar secde de beklerdi. Sabah namazı-(nın farzi)ndan önce iki rekat
(daha) namaz kılardı. Sonra müezzin (sabah) namazı için (ezan okumaya)
gelinceye kadar sağ tarafına yaslanırdı.[1005]
Bununla ilgili başka
bir rivayet ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
geceleyin, bir (rekat) vitir namazı ile birlikte on bir rekat namaz kılardı.
Onu bitirdiği zaman müezzin (sabah namazı için el:an okumaya) gelinceye kadar
sağ tarafına yaslanırdı. (Müezzinin gelişine müteakiben) hafif iki rekat
(daha) namaz kılardı.[1006]
Yine başka bir
rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v),
yatsı namazını -ki insanlar, bu namaza 'Ateme' derler- bitirdikten sonra sabah
namazıfn farzı)na kadar on bir rekat (daha) namaz kılardı. Her iki rekat
arasında selam verirdi. Bir rekatta vitir kılardı.[1007]
Müezzin sabah namazı için (ezan okuyup) sustuğu, sabahın olduğunu iyice
anladığı ve {namaz vaktinin geldiğini haber vermek için) müezzin ona geldiği
zaman kalkıp hafif iki rekat (daha) namaz kılardı. Sonra müezzin kamet için
gelinceye kadar sağ tarafına yaslanırdı.[1008]
Yine diğer bir
rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v),
geceleyin, on üç rekat namaz kılardı. Bunlardan beş (rekat)i ile vitir kılardı.
En son iki rekatta oturup selam verinceye kadar bu beş (rekat)in hiç birinde
[1009]
oturmazdı.[1010]
Yine başka bir
rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v),
geceleyin, on üç rekat namaz kılardı. Sonra sabah ezanını işittiğinde, hafif
iki rekat namaz kılardı.[1011]
Konu ile ilgili başka
bir rivayet ise şu şekildedir:
Ebu Seleme ibn
Abdurrahman, Aişe'ye:
Resulullah (s.a.v),
Ramazan (ayın)da nasıl namaz kılardı?' diye sordu. Aişe:
Ramazanda ve
Ramazan'ın dışında (geceleyin) on bir rekattan fazla (nafile) namaz kılmazdı.
(Önce) dört rekat namaz kılardı. Artık bu namazların güzelliğini ve uzunluğunu
sorma! Sonra dört rekat (daha) namaz kılardı. Bunların da güzelliğini ve
uzunluğunu sorma! Sonra üç rekat (daha) namaz kılardı. Ben;
Ey Allah'ın Resulü!
Vitir namazını kılmadan mı uyuyacaksın?' dedim. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v):
Ey Aişe! Gerçekten
beni gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz!
[1012]
buyurdu.
[1013]
Bu rivayetler, Buhârî
ile Müslim'in naklettiği rivayetlerdir. Yine Buhârî'nin bir rivayetinde, Hz. Aişe
şöyle der:
Peygamber (s.a.v)
yatsı namazını kıl(ar)dı. Sonra ayakta sekiz rekat (daha) kıl(ar)dı. İki rekat
ta, (sabah olunca) iki ezan
[1014]
arasında kıl(ar)dı. Bu iki rekatı, hiçbir zaman bırakmazdı.
[1015]
Yine Buhârî'nin başka
bir rivayetinde, Mesrûk ibnu'1-Ecda' şöyle der:
Yine Aişe'ye; Resulullah
(s.a.v)'in geceleyin (kaç rekat nafile) namaz kıldığını sordum. Oda:
Sabah namazının iki
rekat (sünneti) dışında yedi, dokuz ve on bir rekat idi1 diye cevap verdi.[1016]
Müslim'in rivayeti ise
şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
(geceleyin) sabah namazının iki rekat (sünneti) ile birlikte on üç rekat namaz
kılardı.[1017]
Yine Müslim'in, Ebu
Seleme'den yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Aişe'ye:
Resuluüah (s.a.v)'in
(geceleyin kaç rekat) namaz kıldığını sordum. O
da:
Resulullah (s.a.v),
(geceleyin) on üç rekat namaz kılardı.[1018]
(Önce) sekiz rekat kılardı. Sonra (bir rekat) vitir kılardı. Oturmuş olduğu
halde iki rekat (daha) kılardı. Rükuya varmak istediğinde ayağa kalkıp (sonra
da) ıtika varırdı. Sonra sabah namazıfnın farzından önce), ezan ile kamet
arasmdai!: rekat (daha) namaz kılardı.[1019]
Yine Müslim'in buna
benzer bir rivayeti daha var. Bu rivayetin içerisi^ şu ifde yer. almaktadır:
Ayakta, içerisinde
(bir rekat ta) vitir namazının bulunduğu dokuz rekat namaz kılardı.
[1020]
Yine Müslim'in başka
bir rivayetinde, Ebu Seleme şöyle der:
Aişe'ye gelip (ona):
Ey anneciğim! Bana,
Resulullah (s.a.v)'in (geceleyin kaç rekat) namaz kıldığını haber verir misin?'
diye sordum. Bunun üzerine Aişe:
Resulullah (s.a.v)'in,
Ramazan'da ve Ramazan'ın dışında geceleyin (İddığı) namazı; on üç rekat idi. Bu
on üç rekat namazın içerisinde, sabahna-mazının iki rekat (sünneti de) var1
diye cevap verdi.
[1021]
Yine Müslim'in, Ebu
Ishâk'tan yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Esved ibn Yezîd'e:
Aişe'nin, kendisine,
ResuluUah (s.a.v)'in namazları ile ilgili neler söylediğini' sordum. Aişe:
Resulullah (s.a.v),
gecenin başında uyurdu. Sonunu ise ihya ederdi. Sonra ailesi ile ilgili.bir
(cinsel ilişki) ihtiyacı olursa, ihtiyacını görüp (akabinde) uyurdu. Birinci
ezan vakti olduğunda (yatağından) sıçrardı.
(Ravi: Vallahi, Aişe
"kalktı" demedi' der.)
Sonra üzerine su
dokunurdu.
(Ravi: 'Vallahi, Aişe
"yıkandı" demedi. Fakat ben, onun ne demek istediğini biliyorum'
der.)
Eğer cünüp değilse,
bir insanın namaz için aldığı abdest gibi abdest alırdı. Sonra da namaz
kılardı' demiş.
[1022]
Ebu Dâvud, bu
rivayetin; birinci, ikinci, dördüncü, yedinci, sekizinci ve dokuzuncu metnini
rivayet etmiştir.
İkinci rivayetinin
içerisinde, Sabah namazının iki rekatlik (sünnetini) kılardı" şeklinde
ifade yer almaktadır.[1023]
Yine Ebu Davud'un, bu
rivayetin birinci şekli ile ilgili rivayeti; Buhârî'nin naklettiği bir rivayete
uygun düşmektedir.
Yine Ebu Davud'un, bu
rivayetin ikinci şekli ile ilgili rivayeti; Müslim'in bir rivayetine uygun
düşmektedir.
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti de şu şekildedir:
ResuluIIah (s.a.v),
yatsı namazını bitirdikten sonra sabah oluncaya kadar on bir rekat namaz
kılardı. Her iki rekatta bir selam verirdi. Bir rekatta vitir kılardı. Secdede
iken başını kaldırmadan önce elli ayet okuyacak kadar beklerdi. Müezzin sabah
namazının birinci ezanını
[1024]
bitirince kalkıp hafif iki rekat namaz kılardı. Sonra da müezzin gelinceye
kadar sağ tarafına yaslanırdı.
[1025]
Yine Ebu Davud'un
diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
ResuluIIah (s.a.v),
geceleyin on üç rekat namaz kılardı. Dokuz rekat ta,
[1026]
vitir kılardı - yada Aişe buna benzer bir şey söyledi
[1027] ve
oturarak iki rekat (daha) namaz kılardı. Sonra da ezan ile kamet arasında
sabah namazının iki rekat (sünnetini) kılardı.
[1028]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
ResuluIIah (s.a.v),
(geceleyin) dokuz rekat ta, vitir kılardı. (İhtiyarladıktan) sonra yedi rekat
vitir kılar oldu. Vitri kıldıktan sonra oturarak iki rekat (daha) namaz kılardı.
Bu iki rekatta (oturarak) okur, nikuya varmak istediğinde, ayağa kalkıp rükuya
varırdı, sonra da secdeye varırdı.[1029]
Yine Ebu Davud'un
Esved ibn Yezîd'den yaptığı başka rivayet ise şu şekildedir:
"Esved ibn Yezîd,
Aişe'nin yanına girip ona; ResuluIIah (s.a.v)'in geceleyin (kaç rekat) namaz
kıldığını sormuştu. Bunun üzerine Aişe:
Resulullah {s.a.v)
geceleyin on üç rekat namaz kılardı. (İhtiyarladıktan) sonra iki rekatı terk
etti. On bir rekat kılar oldu. Daha sonra vefat etti. Vefat ettiği sıralarda
geceleri dokuz rekat kılmakta idi
[1030] ve
geceleyin (kıldığı) namazın sonuncusu da vitir olurdu.[1031]
Tirmizî ise bu
rivayetin; beşinci, yedinci ve dokuzuncu metnini rivayet etmiştir. Yedinci
rivayetin metninde şu ilave yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v),
(geceleyin sabah namazının farzından önce) müezzin ezan okuduğunda kalkıp hafif
iki rekat namaz kılardı.[1032]
Yine Tirmizî'nin başka
bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v),
geceleyin, dokuz rekat namaz kılardı.[1033]
Yine Tirmizî'nin diğer bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v),
geceleyin, (gece) namazı kılamadığı zaman, (ki bazen) uyku onu namazdan
aiıkoyar veya (uykulu) gözlerine yenilirdi gündüzleyin on iki rekat (nafile)
namaz kılardı.[1034]
Nesâî'de; beşinci,
dokuzuncu ve ikinci ile üçüncü rivayeti de Müslim'in iki rivayetine ve (ayrıca
bu hadisi) Ebu Davud'un birinci rivayetine (uygun bir şekilde) rivayet
etmiştir.
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayetinde Esved b. Yezîd şöyle der:
Aişe'ye; Resulullah
(s.a.v)'in (geceleyin kaç rekat) namaz kıldığını sordum. Bunun üzerine Aişe:
Gecenin ilk bölümünde
uyurdu. Sonra (ikinci bölümünde) kalkıp namaz kılardı. Sahur vakti geldiğinde,
vitri kılardı. Daha sonra da yatağına gelip yatajrdı. Eğer (cinsel ilişki
yapmak) ihtiyacı istediğinde, yatağına değil de hanımlarının yanına giderdi.
(Üçüncü bölümünde ise) sabah ezanını işittiğinde hemen kalkardı. Cünüp ise
guslederdi. Cünüp değilse, abdest alıp namaz (kılmak için mescide) çıkardı'
diye cevap verdi.[1035]
104. Aişe
(r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resulullah
(s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) kalkıp
halka namaz kıldırdı. (Ayakta iken) kıraati uzattı. Sonra rükuya vardı. Rükuyu
uzattı. Sonra başını (kıyam için rü-kudan) kaldırdı. (Kıyamda iken yine)
kıraati uzattı. Bu, ilk kıraattan daha azdı Sonra rükuya vardı. Rükuyu ilk
rükudan daha az uzattı. Sonra başını (rükudan) kaldırıp (secdeye varıp) iki
secde yatı. Sonra (ikinci rekat için) ayağa kalktı. İkini rekatı da bunun gibi
yaptı. (Namazı bitirdikten) sonra ayağa kalkıp:
Güneş ve ay, bir
kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar. Fakat güneş ve ay, Allah'ın
varlığının delillerin d endir. Allah, bunları kullarına gösterir. Güneş ve ayın
tutulduklarını gördüğünüz zaman hemen namaz kılmaya koşun!' buyurdu.[1036]
Yine buna benzer başka
bir rivayet daha var. Yalnız bu rivayetin devamı şu şekildedir:
Sonra selam verdi.
Güneş açıldı. Halka güneşin ve ayın tutulması ile ilgili bir hutbe irad edip:
Güneş ve ay, Allah'ın
varlığının delilleı indendir Hiç bir kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar.[1037]
Tutulduklarını gördüğünüz zaman hemen namaz kılmaya koşun!' buyurdu.[1038]
Konu ile ilgili başka
bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)
zamanında güneş tutulmuştu.
[1039]
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) mescide çıktı. Halk da onun arkasında saf
tuttu.[1040] Sonra (namaz için)
tekbir aldı. Resulullah (s.a.v) uzunca bir (zammı) sure okudu. Sonra tekbir
al(ıp rükuya var)di. Uzunca bir rüku yaptı. Sonra (rükudan doğrulur-ken):
'Semiallâhu limen hamiden' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti) buyurdu.
Ayakta durup secdeye varmadı. (Yine) uzunca bir (zammı sure) okudu. Bu, ilk
(okuduğu zammı) sureden daha kısa idi. Sonra tekbir al(ıp rükuya var)dı. Uzunca
bir rüku yaptı. Bu, ilk (yaptığı) rükudan daha kısa idi. Sonra (rükudan
doğrulurken): 'Semiallâhu limen hami deh. Rabbena vele-ke'1-hamd' (Allah,
kendisine hamd eden kimseyi işitti. Rabbİmİz! Hamd, yalnızca senin içindir)
buyurdu. Sonra secdeye vardı. Son rekatta da, bunun (ilk rekattakiler) gibi
dedi. {Böylece namazı,) dört rüku ve dört secdeyle tamamlamış oldu.
[1041]
(Namazdan) ayrılmadan önce güneş açıldı. (Namazı bitirdikten) sonra ayağa
kalkıp Allah'a layık olduğu şekliyle övgüde bulundu. Sonra da:
Güneş ve ay, Allah'ın
varlığının delillerindendir. Hiç bir kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar.
Tutulduklarını gördüğünüz zaman hemen namaz kılmaya koşun!' buyurdu.
Kesîr b. Abbâs,
Abdullah ibn Abbâs'ın şöyle söylediğini haber vermiştir:
Peygamber (s.a.v), iki
rekatlık (Küsûf) namazını, dört rüku ve dört secdeyle kılardı.
Zührî der ki: Urve'ye:
Kardeşin (Abdullah
ibnü'z-Zübeyr,) Medine'de güneş tutulduğu gün, (Küsûf namazını, rekat ve kılma
yönünden) sabah namazının (farzı) gibi kıldı. İki rekat üzerine (herhangi bir
rekatı) ilave etmedi' dedim. Urve:
Evet! Öyle yaptı.
Çünkü o, (bu konudaki) Sünneti ıskalamıştır dedi.[1042]
Buhârî der ki:
"Küsûf namazında kıraati açıktan okuma ile ilgili bu hadisi, Zührî'den
rivayet etme hususunda Süfyan ibn Hüseyin ile Süleyman ibn Kesîr, İbn Nemir'e
mutabaat etmişlerdir.
[1043]
Yine konu ile ilgili
diğer bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v),
Husuf (Ay tutulması) namazı
[1044]
sırasında kıraati açıktan okudu. Kıraati bitirdiği zaman (Allahu Ekber) diye
tekbir alıp rükuya vardı. (Başını) rükudan kaldırdığı zaman 'Semiallâhu limen
hamideh. Rabbena veleke'1-hamd' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti. Rabbimiz!
Hamd, yalnızca senin içindir) buyurdu.
Sonra Küsûf (güneş
tutulması) namazında da kıraate başlayıp (bu namazı,) iki rekat içinde dört
rüku ve dört secdeyle (kıldırırdı).
(Hadisin ravisi Velîd
der ki:) Evzâî ile bir çoğu; Zührî'den, Urve yoluyla Hz. Aişe (r.anhâ)'nin
şöyle dediğini belirtmişlerdir:
"Resulullah
(s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Bi's-salâti câmiaten'
(Cematle namaza hazır olun) diye nida etmek üzere bir münadi çıkardı. Daha
sonra (cemaatin) önüne geçip iki rekt içinde dört rüku ve dört secdeyle (Küsûf)
namaz(ını) kıldırdı."
Buhârî der ki:
"(Küsûf/güneş tutulması namazında kıraati) açıktan okuma ile ilgili bu
hadisi; Zührî'den rivayet etme hususunda Süfyan ibn Hüseyin ile Süleyman ibn
Kesîr, İbn Nemîr'e mutabaat etmişlerdir.[1045]
Baş kısmı buna benzer
başka bir rivayet daha var. Bu rivayetin devamında şu husus yer almaktadır:
Sonra (rükudan
doğrulurken): 'Semiallâhu limen hamideh. Rabbena veleke'1-hamd' (Allah,
kendisine hamd eden kimseyi işitti. Rabbimiz! Hamd, yalnızca senin içindir)
buyurdu. Sonra ayağa kalkıp uzunca (bir zammı sure) okudu. Bu, ilk kıraattan
daha kısa idî.[1046]
Sonra tekbir al(ıp rükuya var)dı. Uzunca bir rüku yaptı. Bu, ilk rükudan daha
kısa idi. Sonra (rükudan doğrulurken): 'Semiallâhu limen hamideh. Rabbena
veleke'l hamd' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti. Rabbimiz! Hamd,
yalnızca senin içindir) buyurdu. Sonra secdeye vardı. (Hadisin ravisi
Ebu't-Tâhir: 'Secdeye vardı' ifadesini zikretmedi) Sonra diğer rekatı da, bunun
ilk rekattakiler gibi yaptı. (Böylece namazı,) dört rüku ve dört secdeyle tamamlamış
oldu. (Namazdan) ayrılmadan önce güneş açıldı. (Namazı bitirdikten) sonra ayağa
kalkıp layık olduğu şekliyle Allah'a övgüde bulundu. Sonra da:
Güneş ve ay, Allah'ın
varlığının delillerindendir. Hiç bir kimsenin ölümü yada hayatı için
tutulmazlar. Tutulduklarını gördüğünüz zaman hemen namaz kılmaya koşun!'
buyurdu."
Yine Resulullah
(s.a.v): Allah, (onları) üzerinizden açı(p korkularınız yok olu)ncaya kadar
namaz lalın' buyurdu.
Yine Resulullah
(s.a.v): 'Bu makamımda, size vaat edilen her şeyi gördüm.
[1047]
Kendimi, cennetten bir salkım üzüm koparmak isterken gördüm' buyurdu.
"Biraz daha
ilerledim. (Bir rivayette hadisin ravisi: 'Ukaddimu' (ilerledim) yerine
'Etekaddemu' fiilini kullanmıştır.) Cehennemin birbirine çarpan dalgalarını
gördüm. Bunun üzerine biraz geriledim. Orada, (Kabe için) adanan.develerin
yükten ve binmekten azat edilmesi adetini getiren İbn Lühayy
[1048]
gördüm' buyurdu."
Görüldüğü üzere, (hadisin ravisi) Ebu't-Tâhir'in hadisi;
"Hemen namaz kılmaya koşun!" ifadesiyle bitmektedir. O, bundan
sonrasını nakletm emiştir.
[1049]
Başka bir rivayette
ise Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v)
zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resu-luilah (s.a.v) ayağa kalkıp
(halka) namaz kıldırdı. Kıyamı gerçekten uzattı. Sonra rükuya vardı. Rükuyu
gerçekten uzattı. Sonra başını (rükudan) kaldırdı. Kıyamı gerçekten uzattı.
Bu, ilk kıyamdan daha az idi. Sonra rükuya vardı. Rükuyu gerçekten uzattı. Bu,
ilk rükudan daha az idi. Sonra secdeye vardı. Sonra Resulullah (s.a.v)
(namazdan) ayrıldı. Güneş açıldı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), halka hutbe
irad edip Allah'a hamd etti ve övgüde bulundu, (sonra da):
Güneş ve ay, Allah'ın
varlığının delillerindendir. Hiç bir kimsenin ölümü yada hayatı için
tutulmazlar. Tutulduklarını gördüğünüz zaman tekbir alıp Allah'a dua edin,
namaz kılın ve sadaka verin!
Ey Muhammed ümmeti!
Köle ve cariyesinin zina etmesine, Allah'tan daha çok kıskançlık gösteren hiç
kimse yoktur.
Ey Muhammed ümmeti!
Allah adına yemin ederim ki, eğer benim bildiğimi bilseydiniz, mutlaka az gülüp
çok ağlardınız' buyurdu.[1050]
Bir rivayette, Dikkat
edin ki, tebliğ ettim mî?" ilavesi yer almaktadır.
[1051]
Yine başka bir
rivayette, Sonra ellerini kaldırıp: Allahim! Tebliğ ettim mi?' buyurdu"
ilavesi yer almaktadır.
[1052] Yine başka bir
rivayette İse Hz. Aişe şöyle der:
Dilenen Yahudi bir
kadın (bana) gelip:
Allah seni kabir
azabından korusun' dedi. Bunun üzerine Aişe, Resulullah (s.a.v)'e:
Ey Allah'ın resulü!
İnsanlar kabirlerinde azab görüyorlar mı?' diye sordu. O da:
Kabir azabından
Allah'a sığınının' buyurdu.
Sonra Resulullah
(s.a.v), (oğlu İbrahim'in son anlarını yaşadığını haber aldığından) erkenden
bir bineğe bin(ip dışarı çik)tı. Derken güneş tutuldu. Kuşluk vakti geri dönüp
(mescidin bitişiğinde hanımlarına ait olan) odaların aralarına uğradı.
Sonra kalkıp namaza
durdu. Halk ta, onun arkasına (saf tutup) durdu. Uzun süren bir kıyamda durdu.
Sonra uzun süren bir rüku yaptı. Rükudan kalkıp uzunca bir kıyamda durdu. Bu,
birinci kıyamdan biraz daha kısa idi. Sonra uzun süren bir rüku yaptı. Bu,
birinci rükudan biraz daha kısa idi. Sonra rükudan kalkıp secdeye vardı.(Secdeden
sonra tekrar) kıyama kalktı ve uzun süren bir kıyamda durdu. Bu, birinci
(rekattaki) kıyamda biraz daha kısa idi. Sonra uzun süren bir rüku yaptı. Bu,
birinci (rekattaki) rükudan biraz daha kısa idi. Sonra rükudan kalkıp secdeye
vardı. (Sonra namazdan) ayrıldı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Allah, ne söylemesini
diledi ise onları söyledi' buyurdu.
Sonra sahabilerine,
kabir azabından (Allah"a) sığınmalarını emretti.[1053]
Yine buna benzeyen
başka bir rivayet daha var. Bu rivayetin sonunda şu husus yer almaktadır:
Ben, sizin,
kabirlerinizde, Deccâl'in fitnesi gibi fitneye uğradığı üm. Amre der ki: Bunun
üzerine Aişe'nin:
Bunun üzerine
Aişe'nin:
Ben, Rcsulullah
(s.a.v)'in, bundan sonra cehennem azabından
bundan sonra cehennem azabın
ve kabir azabından
(Allah'a) sığındığını duyuyordum' dediğini işittim. Bu rivayetler, Buhârî ile
Müslim'in naklettiği rivayetlerdir. Yine Müslim'in bir rivayeti şu şekildedir:
[1054]
Peygamber (s.a.v),
(Küsûf/güneş tutulması namazını,) altı riiku
[1055] ve
dört secdeyle kılmıştır.[1056]
Yine Müslim'in başka
bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resu-lullah (s.a.v) aşırı derecede
bir kıyam yaptı. Uzun süre ayakta durdu. Sonra rükuya vardı. Sonra (rükudan)
doğruldu. Sonra rükuya vardı. (Böylece) üç rüku ve dört secdeli iki rekat namaz
kıldı.
Sonra güneş açılmış
olduğu halde namazdan ayrıldı. Rükuya varacağı zaman, "Allahu Ekber"
derdi. Sonra da rükuya varırdı. (Rükudan) başını kaldırdığı zaman, "Semiallâhu
limen hanı i deh" (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti) diyerek
doğrulurdu. Allah'a, hamd ve övgüde bulunurdu. Sonra da:
Güneş ve ay, hiç bir
kimsenin ölümü yada hayatı İçin tutulmazlar. Güneş ve ay, Allah'ın varlığının
delillerindendir. Allah, onlarla kullarını korkutur. Şu halde siz, bir güneş
tutulması gördüğünüz zaman, güneş açılıncaya kadar Allah'ı zikredin' buyurdu.
[1057]
Tiımizî ise bu
rivayetin, birinci metnini,
İkinci rekatı da,
bunun (lk rekattakiler) gibi yaptı" ifadesine kadar rivayet etmiştir.[1058]
Yine Tirmizî'nin başka
bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v),
Küsûf (Güneş Tutulması) namazını kıldı ve bu namazda kıraati açıktan okudu.[1059]
Ebu Dâvud ise, H2.
Aişe'den şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.v)
zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Re-sulullah (s.a.v) hemen mescide
gitti, (namaza) durup tekbir aldı. Halk da onun arkasında saf tuttu. Resulullah
(s.a.v), uzunca bir (zammı sure) okudu. Sonra tekbir al(ıp rükuya var)dı.
Uzunca bir rüku yaptı. Sonra başını (rüku-dan) kaldırırken: 'Semiallâhu Iimen
hamideh. Rabbena veleke'1-hamd' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi İşitti.
Rabbimiz! Hamd, yalnızca senin içindir) buyurdu. Sonra ayakta durup uzunca (bir
zammı sure) okudu. Bu, ilk kıraattan daha kısa idi. Sonra tekbir alip rükuya
vardı. Uzunca bir rüku yaptı. Bu, ilk rükudan daha kısa idi. Sonra (rükudan
doğrulurken): 'Semiallâhu Iimen hamideh. Rabbena veleke hamd' (Allah, kendisine
hamd eden kimseyi işitti. Rabbimiz! Hamd, yalnızca senin içindir) buyurdu.
Sonra diğer rekat da, bunun (ilk rekattakiler) gibi yaptı. İşte böylece (güneş
tutulması namazını,) dört rüku ve dört secde ile tamamlamış oldu. (Namazdan)
ayrılmadan önce güneş açıldı.[1060]
Yine Ebu Davud'un bu
rivayetin son rivayetini, Müslim'inkine benzemektedir. Yalnız bu rivayetin
orta kısmından itibaren şu husus yer almaktadır:
Her rekatta üç rüku
olmak ve üçüncü rükudan sonra secdeye varmak suretiyle iki rekat (namaz
kılıyordu). Hatta o gün kıyamın uzunluğundan dolayı (bazı) insanlar bayılıp
üzerlerine su kovaları(yla su) dökülürdü.[1061] Resulullah
(s.a.v), (bu namazda) rükuya vardığı zaman, "Allahu Ekber",
doğ-rulduğu zaman da 'Semiallâhu Iimen hamideh1 (Allah, kendisine hamd eden
kimseyi işitti) derdi. Resulullah (s.a.v), bu namazı, güneş açılıncaya kadar
devam etti. Sonra:
Güneş ve ay, hiç bir
kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar. Onlar, Allah'ın varlığının
delillerindendir. Allah, onlarla, kullarını korkutur. O halde ay ve güneşi
tutulursa, hemen namaz kılmaya koşun' buyurdu.[1062]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) (mescide) çıkıp
cemaate namaz kıldırdı. (Bu namazda) kıyama durdu. (Kıyamdaki) kıraatini tahmin
ettim. Bakara suresi (kadarı)nı okuduğunu zannettim.
(Hadisin ravisi,
hadisi nakledip daha sonra sözüne şöyle devam etti:) Sonra iki defa secde
yaptı. Sora kalkıp kıraati yine uzattı. Onun buradaki okuyuşunu d tahmin ettim.
Al-i îmrân suresi (kadarı)nı okuduğunu zannettim.[1063]
(Hadisin ravisi bundan
sonra) Ebu Davud'un lafzı ile ilgili hadisin geri kalanını rivayet etmiş, fakat
hadisin (normal) lafzını rivayet etmemiştir. Yine Ebu Davud'un diğer bir
rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Re-sulullah (s.a.v): 'Namaz
toplayıcıdır
[1064]
(diye çağırması için) bir kimseyi (halka) gönderdi.[1065]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
yani güneş tutulması namazında, kıraati uzun tutmuş ve (bu namazda) kıraati
açıktan988 okumuştur.[1066]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
Güneş ve ay, bir
kimsenin ölümü yada hayaü için tutulmazlar. O halde güneşin ve ayın
tutulduklarını gördüğünüz zaman Allah'a dua edin, tekbir getirin ve sadaka
[1067]
verin.[1068]
Nesâî ise bu
rivayetin, üçüncü metnini rivayet etmiş olup bu metnin içerisinde, Halk, onun
arkasında saf tuttu" ifadesi yer almaktadır.[1069]
Yine Nesâî, bu
rivayetin dördüncü metnini rivayet edip bu metnin içerisinde, Güneş tutulması
namazında kıraati açıktan okudu
[1070]
Yine Nesâî, bu
rivayetin beşinci metnini rivayet edip bu metnin içerisinde "(Kabe için)
adanan develerin yükten ve binmekten azat edilmesi adetini getiren"
ifadesi yer almaktadır.
[1071]
Yine Nesâî, bu
rivayetin altıncı metnini rivayet edip bu metnin içerisinde, "zina"
ifadesi yer almaktadır.[1072]
Yine Nesâî, bu
rivayetin yedinci metnini rivayet edip bu metnin içerisinde, "kabir
azabı" ifadesi yer almaktadır.[1073]
Yine Nesâî, bu
rivayetin birinci metnini, Müslim'in bir rivayetine benzemektedir.
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayeti daha var. Fakat bu rivayeti, Ebu Davud'un naklettiği bir rivayete
benzemektedir.
Bir rivayeti ise şöyle
nakletmiştir:
Resulullah (s.a.v)
zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resu-luilah (s.a.v) abdest alıp
'namaz toplayıcıdır' diye namaza çağrılmasını emretti. (Kalkıp namaza) durdu.
Namazda kıyamı uzattı.
Aişe: '(Kıyamda)
Bakara suresini okuduğunu zannediyorum1 dedi.
Sonra rükuya vardı. Rükuyu
uzattı. Sonra (rükudan doğrulurken) 'Semiallâhu limen hamiden' (Allah,
kendisine hamd eden kimseyi işitti) buyurdu. Sonra (önceki) durduğu kadar
ayakta.durdu. Secdeye varmadı. Sonra (yine) rükuya varıp (akabinde) secdeye
vardı. Sonra (ikinci rekat için) ayağa kalktı. Birinci rekatta yaptığı gibi iki
rüku ile bir secde yapıp sonra oturdu. Bu sırada güneş açıldı.
[1074]
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), zemzem
kuyusunun önünde Kusûf (güneş tutulması) namazı kıldı. (Bu namazda,) dört rüku
ve dört de secde yaptı.
[1075]
Yine Nesâî'nin diğer
bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), bir kimseye:
'Namaz toplayıcıdır diye (halka) çağrıda bu-lun-ması emretti. Bunun üzerine
cemaat toplandı, saf oldular. Resulullah (s.a.v), dört rüku ve dört secdeyle
iki rekat (cemaate) namaz kıldırdı.
[1076]
Yine Nesâî'nin konu
ile ilgili başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
kusûf (güneş tutulması) namazında dört rüku ve dört secde yaptı. Namazda,
kıraati açıktan okudu. Başını (her) rükudan kaldırışında: 'Semiallâhu limen
hamiden. Rabbena veleke'1-hamd' O Allah. kendisine hamd eden kimseyi işitti.
Rabbimiz! Hamd, yalnızca senin içindir) buyururdu.
[1077]
Yine Nesâî'nin konu
ile ilgili diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Güneş tutulmuştu.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), birinin; 'namaz toplayıcıdır' diye
çağırmasını emretti. (Bu çağrı üzerine) cemaat toplandı. Resulullah (s.a.v),
onlara (güneş tutulması) namazı kıldırdı. Namazda (iftitah) tekbiri aldı. Sonra
uzunca (bir zammı sure) okudu. Sonra tekbir alıp rükuya var)dı. Rükuyu, kıyam
gibi yada kıyamdan daha fazla uzattı. Sonra başını (rükudan) kaldırırken:
'Semiallâhu limen hamiden' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti) buyurdu.
(Doğrulduğunda) uzunca (bir zammı sure) okudu. Bu, ilk kıraatten daha kısa idi.
Sonra tekbir al(ıp rükuya var)dı. Rükuyu uzunca yaptı. Bu, ilk rükudan daha
kısa idi. Sonra başını (rükudan) kaldırırken: 'Semiallâhu limen hami d eh' (Allah,
kendisine hamd eden kimseyi işitti) buyurdu. Sonra tekbir al(ıp secdeye var)dı.
Secdeye, rüku gibi yada rükudan daha fazla uzattı. Sonra tekbir alıp başını
kaldırdı. Sonra tekbir alıp secdeye vardı. Sonra tekbir alıp ayağa kalktı.
(Kıyamda) uzunca (bir zammı sure) okudu. Bu, İlkinden daha kısa idi. Sonra
tekbir al(ıp rükuya var)dı. Sonra bir rüku yaptı. Bu, ilk rükudan daha kısa
idi. Sonra başını (rükudan) kaldırırken: 'Semiallâhu limen hamiden' (Allah,
kendisine hamd eden kimseyi işitti) buyurdu. Sonra (bir zammı sure) okudu. Bu,
ikinci kıyamdaki ilk kıraatten daha kısa idi. Sonra tekbir al(ip rükuya
var)dı. Rükuyu uzunca yaptı. (Bu,) ilk rükudan daha az idi. Sonra tekbir alıp
başını (rükudan) kaldırırken: 'Semiallâhu limen hami d eh' (Allah, kendisine hamd
eden kimseyi işitti) buyurdu. Sonra tekbir alıp secdeye vardı. Bu secdesi, ilk
secdelerinden daha kısa idi. Sonra teşehhüde oturdu. Sonra selam verdi.
Cemaatin içerisinde
ayağa kalkıp Allah'a hamd etti ve övgüde bulundu. Daha sonra da:
Güneş ve ay, hiç bir
kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar. Onlar, Allah'ın varlığının
delillerindendir. İkisi yada ikisinden birisi tutulursa, şanı yüce olan
Allah'ı anmak üzere namaza koşun!!' buyurdu.[1078]
105.
Abdullah ibn Zeyd el-Müzenî (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v), yağmur duası için şu musallaya çıktı. Dua etti. Yağmur istedi. Sonra
kıbleye dönüp elbisesini ters çevirdi.[1080]
(Hadisin lafzı,
Buhârî'ye aittir.)
[1081]
Bir rivayette ise,
Sonra iki rekat namaz kıldı" ilavesi yer almaktadır.
[1082] Buhârî der ki:
(Süfyan) ibn Uyeyne,
(bu yağmur duası hadisinin ravisini,) ezan sahibi olan Abdullah ibn Zeyd
zannediyordu. Fakat bu zan, bir vehimdir. Çünkü bu (yağmur duası hadisinin
ravisi olan) zat, Abdullah ibn Zeyd ibn Asım el-Mâ-zinî olup
Mâzinu'l-Ensâr'dır.
[1083]
Bu hadis(in bu
şekildeki metinlerin)i, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Ebu Davud'un bir
rivayetinde, şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v),
sahabeleriyle birlikte (musallaya) yağmur duasına çıkıp onlara iki rekat namaz
kıldırdı. Bu rekatlarda kıbleye karşı durup bu iki rekatta kıraati açıktan
okudu ve elbisesini ters çevirdi. Ellerini kaldırıp dua etti
[1084] ve
yağmur istedi.[1085]
Yine Ebu Davud'un
diğer bir rivayetinde, Abdullah ibn Zeyd şöyle der:
Resulullah (s.a.v) bir
gün yağmur duasına çıktı. Allah'a dua eder(ken), insanlara sırtını çevirerek
-Süleyman b. Davud'un dedifğine göre): Kıbleye döndü- elbisesini ters çevirdi.
Sonra da iki rekat namaz kıldı.
(Hadisin ravisi) İbn
Ebi'z-Zibh (rivayetinde) 'Resulullah (s.a.v) bu iki rekatta okudu1 dedi.
İbnu's-Serh'de (İbn
Ebi'z-Zibh'in, bununla;) açıktan okumayı kast ettiğini ilave etti.[1086]
Ebu Davud'un bu
hadisle ilgili başka bir rivayeti daha var. Yalnız bu rivayette
"namaz" ifadesi geçmemektedir. Bu rivayet, şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)
elbisesini çevirip sağ tarafını sol omuzu
[1087]
üzerine, sol tarafını da sag omuzu üzerine koydu. Sonra şanı yüce olan Allah'a
dua etti.[1088]
Yine Ebu Davud'un
başka bir rivayetinde, Abdullah ibn Zeyd şöyle der:
Resulullah (s.a.v),
üzerinde 'Hamîsa
[1089] denilen
siyah elbisesi olduğu halde yağmur duasına çıktı. Resulullah (s.a.v) (önce)
elbisesinin aşağısını yukarıya koymak istedi. Fakat ağır gelince,
[1090]
sağ tarafını sol tarafına, sol tarafını da sağ omuzu üzerine koydu.
[1091]
Yine Ebu Davud'un konu
ile ilgili diğer bir rivayetinde, Abdullah ibn
şöyle der:
Zeyd şöyle der:
Resulullah (s.a.v),
yağmur duası için musallaya çıktı. Dua etmek isteyince, kıbleye döndü. Sonra
da elbisesini ters çevirdi.
[1092]
Nesâî'de, bu
rivayetin, birinci metnini ilaveyle rivayet etmiştir.
[1093]
Yine Nesâî'nin bir rivayeti şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v),
üzerinde 'Hamîsa' denilen (desenli) siyah bir elbise olduğu halde yağmur
duasına çıkmıştı.[1094]
Yine Nesâî'nin başka
bir rivayeti de şu şekildedir;
Abdullah ibn Zeyd,
Resulullah (s.a.v) ile birlikte yağmur duasına çıkmıştı. Resulullah (s.a.v)
elbisesini ters çevirdi. Arkasını da cemaate dönerek dua etti. Daha sonra da
iki rekat namaz kıldı. Namazda kıraati açıktan okudu.
[1095]
Yine Nesâî'nin diğer
bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber
(s.a.v)yağmur duasına çıkmıştı. İki rekat namaz kıldı ve elbisesini ters
çevirdi.[1096]
Abdullah ibn Zeyd,
Resulullah (s.a.v)'i, yağmur duasında görmüştü. Resulullah (s.a.v), kıbleye
dönmüştü, elbisesini ters çevirmişti ve ellerini
[1097]
kaldırmıştı.
[1098]
Nesâî, bu rivayetin,
ikinci şekli ile son şeklini Ebu Davud'un rivayetine (uygun bir biçimde)
nakletmiştir.
Tirmizî'de, bu
rivayetin, birinci şeklini rivayet etmiştir.
106. Sehl
ibn Ebi Hasme (r.a)'tan rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.v), korku
anında sahabelerine namaz kildırmişti. Onları arkasına iki saf yapmıştı. Hemen
arkasında bulunan kimselere bir rekat kıldırmıştı. Sonra ayağa kalkmış ve
arkasındakiler bir rekat namaz kılıncaya kadar ayakta durmuştu. Sonra geri
saftaki 1 er ilerlemiş, ön saftakiler de gerilemişler. Bu suretle
(ilerleyenlere) bir rekat kıldırmıştı. Sonra Resulullah (s.a.v), gerileyenler
bir rekat namaz kılıncaya kadar oturmuş, sonra da selam vermişti.
[1099]
(Hadisin lafzı, Müslim'e aittir.)
[1100]
Yezîd b. Rûmân
yoluyla, Salih ibn Havvâftan, onun da Zatu'r-Rikâa gazvesi
[1101]
meydana geldiği gün Resulullah (s.a.v) İle birlikte korku namazını
[1102]
kılan bir kimseden gelen rivayet ise şu şekildedir:
Bir grup, Peygamber
(s.a.v) ile birlikte saf olmuş, bir grupta düşmanın karşısına durmuştu.
Resulullah (s.a.v), yanındakilere bir rekat namaz kıldırıp sonra ayakta durmuş,
(namaz kılan grup) namazı kendi kendilerine tamamlamışlar. Sonra namazı
tamamlayıp düşmanın karşısına saf olmuşlar. (Bu defa) diğer grup gelmiş.
Resulullah (s.a.v), onlara da kalan rekatı kıldırmış. Sonra oturup beklemiş.
Cemaat, namazı kendi kendilerine tamamlamışlar. Sonra da Resulullah (s.a.v),
onlara selam verdirmiş.
[1103]
Tirmizî'nin de buna
benzer bir rivayeti var. Fakat rivayetinin sonunda,
Bu namaz; imam için
iki, (savaşa katılan Müslümanlardan her bir) grup için ise bir rekattır"
ilavesi yer almaktadır.
[1104]
Ebu Dâvud, bu
rivayetin birinci şeklini; Buhârî ile Müslim'in rivayetlerine (benzer bir
biçimde) rivayet etmiştir.
Nesâînin rivayeti ise
şu şekildedir:
"İmam kıbleye
dönüp ayakta durur. (Müslümanlardan) bir grup, imamla birlikte, diğer bir grup
ta düşman tarafında yüzleri düşmana karşı durur, imam, arkasındakiler; bir
rüku, iki secde ile bir rekat namaz kıldırır. Sonra bunlar, (durdukları) yerde
kendi başlarına bir rüku ve iki secde yapıp diğerlerinin yerlerine giderler.
(Bu defa) onlar, (imamın arkasına) geli(p saf oluklar. (Yine aynı şekilde)
imam, onlara da; bir rüku, iki secde ile bir rekat na maz kıldırır. Böylece
imam, iki rekat ve cemaat ise bir rekat namaz kılmış olur. Bunun için her iki
grup ta bir rüku ile iki secde yapıp birer rekat daha namaz kılarlar. Bu namaz;
imam için iki, (savaşa katılan Müslümanlardan her bir) grup için ise bir
rekattır. Sonra onlar da bir rüku ve iki secde yaparlar.[1105]
Yine Nesâî'nin kısa
şekildeki başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resuiullah (s.a.v),
arkasındaki safa bir rekat namaz kıldırdı. Sonra bunlar, (düşmanın karşısında
bulunan) diğerlerinin yerin)e gittiler. Onlar da (Resulullah'ın arkasına) gelip
durdular. Resuiullah (s.a.v), onlara da bir rekat namaz kıldırdı.[1106]
[1] İsrâ': 17/71
[2] Nahl: 16/44, 64
[3] Ebu'1-Bekâ, Külliyât, s. 370, 402
[4] İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, 7/33
[5] İbn Teymiyye, Fetava, 13/10; Keşfu'z-Zünûn, 1/635-636
[6] Buhârî, İlm 30
[7] Buhârî, Menâkıb 23
[8] Buhârî, İlm 27
[9] Buhârî, İlm 9, Hac 132; Ebu Dâvud, İlm 10; Tirmizî,
İlm 7
[10] Müsned, 2/403
[11] Süleymâniye kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, nr. 541, vr
136-174
[12] Müslim, Mukaddime 5
[13] Buhârî, İlm 34; Dârimî, Mukaddime 43
[14] İbn Abdilberr, Câmiu'1-Beyâni'l-İlm, 1/331
[15] M. Mustafa el-A'zâmî, İlk Devir Hadis Edebiyatı, s.
58-161; İmtiyaz Ahmed, Delâilu't-tev-sîki'l-mübekkir Ii's-sünneti ve'1-hadîs,
s. 416-590
[16] Kitâbu'1-İlel, s. 738
[17] el-Câmi', es-Sünen, el-Muvatta
[18] Râmehürmüzî, Muhad-disu'1-Fasl, s. 611-614
[19] A'lâmun-nübelâ, 19/206
[20] İslam Ansiklopedisi, T.D.V., İstanbul 1997, 15/30-36
[21] Seyyid Hüseyin Nasr, İslam: İdealler ve gerçekler, s.
91
[22] The Authenticity of the Tradition Literatüre, s. 1
[23] Goldziher, AÜİFD, 19/223-235
[24] Bu hadisi rivayet eden sahabilerin isim listesi,
tahricleri ve bu hadis ile ilgili açıklama için b.k.z: Kettânî, Mütevatir
Hadisler, trc. Hanifı Akın, Karınca Yayınlan, İstanbul 2003 s 44-56
[25] Etudes sur tradition İslamique, s. 162-163
[26] Bu hadis ile ilgili olarak b.k.z: Kettânî, Mütevatir
Hadîsler, trc. Hanifı Alan, Karınca Yayınları, İstanbul 2003, s. 35-43
[27] İsrâ': 17/84
[28] el-Akîde ve'ş-şerîa, s. 44
[29] Etudes sur tradition İslamique, s. 217
[30] İslam Tarihi, 1/86
[31] İslam Tarihi, 1/88
[32] Dozy, 1/161-165
[33] İslam Tarihi, 1/90
[34] İslam Tarihi, 1/91
[35] The Early Development of Muham-medanism, s. 66, 70, 76
[36] İzziyye Ali Taha, Mecelletü'l-Buhûsi'l-İslâmiyye, s.
284-285
[37] İbn Hacer, el-İsâbe, 7/438
[38] Müslim, Müsakât 56
[39] trc. Mustafa Ertürk, İslam Fıkhı ve Sünnet, İstanbul
1995
[40] Müsned, 2/90; Tirmizî, Birr 31
[41] 18/21, 22
[42] Müslim, Eşribe 141
[43] islam and the West, s. 105-107
[44] Buhârî, Enbiyâ 50; Müslim, İlm 6
[45] Buhârî, İ'tisâm 25, Tevhîd 51
[46] M. Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler, s. 56-61
[47] DMİ, 7/230-247
[48] Beyrut 1403/1983
[49] Riyad 1404/1984
[50] Riyad 1408/1987
[51] Tunus 1991
[52] M. S. Hatipoğîu, Batıdaki Hadis Çalışmaları Üzerine,
Birinci İslam Araştırmaları Sempozyumu, İzmir 1985, s. 84-94
[53] Muhammed'in Hayatı, s. 4
[54] Studies on islam, s. 99-111/ İslam Ansiklopedisi,
T.D.V. İstanbul 1997, 15/40-44
[55] İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, 19/448
[56] Buhârî, İmân 40
[57] Buhârî, İlm 9, 37
[58] Subhî es-Sâlih, s. 63-69
[59] İbn Teymiyye, Mecmuu Fetâvâ, XIII/366
[60] Buhârî, Tefsir, 2/11
[61] el-Ümm, VII/250. 254
[62] Bakara 2/282; Talâk: 65/2
[63] Hâkim, Müstedrek, 1/109-110
[64] NahI: 16/89
[65] En'âm: 6/38
[66] Nahl: 16/44, 64
[67] Haşr: 59/7
[68] Hadim Hüseyin İlâhî bahş, s. 233-238
[69] a.g.e., s-238-242
[70] Fazlurrahman, Islamic Methodology in History, s. 10-11
[71] İslam Ansiklopedisi, T.D.V., İstanbul 1997, 15/44^47
[72] Ebu Dâvud, Sünnet 5
[73] Ebu Dâvud, Menâsik 87; Nesâî, Hac 224
[74] Buhân, Ahkâm 20, Hiyel 15; İmam Ahmed, Müsned, 4/320
[75] Buhârî", Büyü1 95; Nesâî, Kaza 31
[76] İbn Hacer, Fethu'I-Bârî, Kahire 1959, 11/435-440
[77] Buhârî, Humus 18, Meğâzî 54; Müslim, Ci-hâd42
[78] Karâfî, İhkâm, s. 96-108
[79] Buhârî, İmân 22, Itk 15; Müslim, Eymân 40
[80] Buhârî, Sulh 10, 14, Husûmât 20-21
[81] Buhârî, Şirb 6, 7, 8; Müslim, Fezâil 129
[82] Buhârî, Büyü' 73; Müslim, Itk 8, 14
[83] Buhârî, Büyü' 85; Ebu Dâvud, Büyü' 22
[84] Buhârî, Hibe 12; Müslim, Hibât 9, 10, 17
[85] Müslim, Talâk 36
[86] Buhârî, Libâs 28, 36, 45; Müslim, Libâs 2, 28, 31, 64
[87] Buhârî, Hars 18
[88] Ahzâb: 33/28-29
[89] Buhârî, Zekât 4; Müslim, Zekât 31
[90] Buharî, Ezan 29, 34; Müslim, Mesâcid 251-254
[91] Buhârî, Edeb 29; Müslim, İmân 73
[92] Ebu Dâvud, Salâtl37
[93] Buhârî, Hac 148; Ebu Dâvud, Menâsik 86-87
[94] Buhârî, Zebâih 33; Müslim, Sayd 44
[95] Buhârî, İlm 39; Müslim, Vasiyet 22
[96] Prof. Dr. Hayreddin Karaman, İslam'ın Işığında Günün
Meseleleri 2, İz Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 17-30
[97] Bu hadis imamlarının biyografileri için Hafız
Zehebî'nİn "Siyerü A'lâmi'n-nübelâ" ile Hafız Mizzî'nin
"Tehzîbü'I-kemâl" adlı eserine bakabilirsiniz.
[98] bakara: 2/32
[99] Kişinin yaptığı işler, niyete göre değer kazanır. Bu
durum Allah katında da, kulun yanında da böyledir. Aynı eylemi yapan iki ayrı
kişi, niyetlerindekî farklılık sebebiyle birbirine zıt karşılık görebilirler.
Çünkü şer'i hükümler ve dinî sorunmluluklar, iki esas üzerine kuruludur:
a. Organlarla yapılan ameller, işler, hareketler
ve davranışlar.
b. Kalbin bir şeye yönelmesi, onu kastetmesi, o
şeye varması, onu kabullenmesi şeklindeki kaibî ameller
Bu sebeple bütün
amellerin değer kazanması, ilk önce İçimizdeki gizli niyetlere, ikinci olarak
ta organların görünürdeki fiil ve hareketlerine dayanmaktadır.
Niyet Hadisi; kişinin
yapmış olduğu hareketin değeri ancak niyetine bağlıdır. Herkesin sevap ve
cezası, niyet ettiği iyilik ve kötülükten ibarettir. 0 halde her çeşit
hareketimiz üzerinde niyetin büyük bir önemi vardır.
Bütün ameller, değerini, niyete göre kazandığı için, İslam alimleri,
eserlerini, bu hadisle başlatmayı genellikle adet edinmişlerdir, (ç)
[100] Buhâri, Eymân 23, Itk 6, Nikâh 5, Hiyel 1; Müslim,
İmaret 155 (1907)
[101] Buhâri, Bed'ü'1-Vahy 1, İmân 41, Itk 6,
Menâkıbu'I-Ensâr 45, Nikâh 5, Hiyel 1; Müslim, İmaret 155 (1907); Ebu Dâvud,
Talâk 11 (2201); Tirmizi, Fezaİlu'I-Cihâd 16 (1647); Nesâî, Taharet 60, İbn
Mâce, Zühd 26 (4227); Ahmed b. Hanbel, 1/25
[102] Buhâri, Bed'ü'I-Vahy 1, İmân 41, Itk 6, Nikâh 5, Eymân
23, Hiyel 1; Müslim, İmaret 155 (1907)
[103] Hamlyyct" kelimesi sözlükte; fanatizm, tutuculuk,
izzeti nefis, gayret, kavim ve kabile müdafaası gibi anlamlara gelmektedir.
Buna göre kişi, Allah yoluna çıktığında, bu tür bir amaca kendisini nispet
edecek olursa, bunun yaptığının doğru olmadığı anlatılmak istenilmektedir, (ç)
[104] Allah'ın kelimesinden maksat; "La İlahe
illallah"dır. Bu kelime-i tevhidi yaymak, ulaştırmak ve her tarafa hakim
kılmak için savaşan kimseler, Allah yolunda savaşmış olurlar. Bunun dışında
herhangi bir maksatla savaşa çıkan kimselerin ise Allah yolunda savaşmış
olmalarından bahsedilemez, (ç)
[105] Buhâri, Cihad 15, Farzu'1-Hums 10; Müslim, İmaret
149-150 (1904); Ebu Dâvud, Cihad 15 (2517); Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 16 (1646);
Nesâî, Cihad 21; İbn Mâce, Cihad 13 (2783); Ahmed b. Hanbel, 4/404, 405, 417
[106] Buhâri, fim 45, Cihad 15, Farzu'1-Hums 10, Tevhid 28;
Müslim, İmaret 149, 150, 151 (1904)
[107] Ebu Dâvud, Cihad 15 (2517); Nesâî, Cihad 21
[108] İman" kelimesi, sözlükte; bir kişiyi söylediği
sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuruyla
benimsemek, karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer
vermeyecek biçimde içten yürekten inanmak" anlamlarına gelir. Terim olarak
ise; Hz. Peygamber (s.a.v)'i, yüce Allah'ın getirdiği kesin olarak bilinen hükümler
(=zarürât-ı diniyye)de tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz
kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir. İmanın
hakikati ve özü, kalbin tasdikidir. Kaibin tasdiki, imanın değişmeyen asiî
unsurudur. Yalnız kalpte neyin gizli olduğunu İnsanlar bilemediği için,
kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması, o kişinin, dünyada bu söz ve
İkrarına göre bir işleme tabi tutulması gerekmektedir. Bu sebeple kalpte
bulunan İnancın dil ile ifade edilmesi, İmanın bir parçası değil adeta onun
dünyevi şartıdır.
Amel: İradeye dayalı
işT davranış ve eylem demektir. Esasen tasdik ve ikrar da birer eylemdir.
Ancak amel deyince daha çok kalp ile dil dışında kalan organların ameli anlaşılmaktadır.
Bu durumda iman ve amel birbirinden ayrı şeyler olmasına, amelin imanın bir
parçası olmamamsma rağmen her İkisi arasında çok sıkı bir bağ ve ilişki
bulunmaktadır. Çünkü amelin geçerli olabilmesi için iman şart kılınmaktadır.
Kur'an'ın bir çok
ayetinde iman ile Salih amel yan yana zikredilmiş, müminlerin salih amelleri
işleyerek maddi-manevi gelişmelerini sağlamaları ısrarla istenmiştir. Çünkü
düşünce ve kalp alanından eylem ve hareket alanına çıkamamış olan iman,
meyvesiz bir ağaca benzer. Kalpte mevcut olan iman ışığının hiç sönmeden
parlaması ve giderek gücünü artırması, salih amellerle mümkün olur. Ayrıca
İmanın olgunluğuna ermesi, imanı üstün bir dereceye getirmek ve böyle iman
sahiplerine Allah'ın vaat ettiği sonsuz nimetlere kavuşmak için de amel
gereklidir.
İnsan sadece inanılması gerekli hususları tasdik edip ameli umursamayan
bir tavır sergileyip yasaklan çiğnerse, dine, Allah'a ve Peygamber'ine olan
bağlılığı yavaş yavaş azalır. Günün birinde kalbindeki iman ışığı da sönüp
gider. 0 halde amelin, hem imanı güçlendirmede üstlendiği rol ve hem de
müminin cehennem azabından kurtularak nimetlere ulaşmasına aracı olması ve
Rabbine karşı kulluk görevini gerçek anlamda yerine getirmesi bakımından önemi
çok büyüktür, (ç)
[109] Bu hadis; imânın, amellerden teşekkül eden bir takım
şubeleri ve dalları olduğunu, bu dallardan ve şubelerden tecrid edilmiş bir
İmânın kamil bir İmân olmayacağını ifade etmektedir. Ayrıca İmânın yetmiş
küsur şubeden meydana geldiği ve İmânın, haya gibi dışa vuran alametleri olduğu
ifade edilerek İmânın dışa vuran alametleri olduğu belirtilmiştir.
Bazı rivayetlerde,
"altmış küsur", bazılarında "yetmiş küsur", bazılarında
tereddütlü olarak "altmış küsur yada yetmiş küsur", Tirmizî'nin
rivayetinde "altmış dört bölüm" olarak geçmektedir. Ancak burada
vurgulanan; sayısal değer değil, İmânın tezahürlerinin sayısal değerlerle
kayıtlanamayacağıdır. Zira Arapça'da yetmiş, altmış veya katlarıyla ifade
edilen sayısal değerler çokluktan kinaye lafızlardır.
Kısacası: İmânın kemali, ameller ve tamamı ise taatlerledir. Taatieri
benimseyerek bu şubelere katmak, tasdik cümlesinden olup tasdike delil sayılır,
(ç)
[110] Buhârî, İmân 3; Müslim, İmân 57, 58 (35); Ebu Dâvud,
Sünnet 14 (4676); Tirmizî, İmân 6 (2614); Nesâî, İmân 16; İbn Mâce, Mukaddime 9
(57); Ahmed b. Hanbel, 2/414, 445
[111] Buhârî, İmân 3
[112] Müslim, İmân 58;
[113] Tirmizî, İmân 6 (2614) 22 Tirmizî, İmân 6 {2614}
[114] Nesâî, İmân 16
[115] Muaz'ın Yemen'e vali olarak gönderilmesi, hicretin 9.
yılında Tebük gazasından sonra olmuştur, (ç)
[116] Kitap ehli: Kendilerine Allah tarafından peygamber
gönderilen ve kitap İndirilen gayri müslimlerdir. Yemenliler de, Kitap ehli
idiier. "et-Telvih"de, Yemenlilerin, o sırada Yahudi oldukları
kaydedilmektedir.
Kitap ehli, her ne
kadar Allah'ın varlığını kabul etseler bile, Allah'ı mahlukatına benzetip O'nu
cisimlestiren Yahudiler ile O'na çocuk ve eş nispet eden Hıristiyanlar,
gerçekte, Allah'ı bilmiş değillerdir. Dolayısıyla Resululiah (s.a.v), Muaz'a;
onlara ilk önce kelime-i şahadeti teklif etmesini, daha sonra da namazın ve
Zekâtın onlara farz olduğunu bildirmesini istemiştir.
Oruç hicretin 2. yılında, hac ise hicretin 9. yılında farz kılınmasına
rağmen hadiste geçmemesi ile ilgili olarak İbnu's-Salah fö. 643/1245), bunun,
ravilere ait bir hata olduğunu belirtir, (ç)
[117] En kıymetli mallardan Zekât alınmamasının nsdeni; mal
sahiplerine bir lütuf ve onların kalplerini İslam'a ısındırmaktır, (ç)
[118] Buhârî, Zekât 1, Meğâzî 60; Müslim, İmân 29 (19); Ebu
Dâvud, Zekât 5 (1584); Tirmizî, Zekât 6 (625); Nesâî, Zekât 1, 46; İbn Mâce,
Zekât 1 (1783); Ahmed b. Hanbel, 1/233
[119] Buhârî, Zekât 41, Tevhidi
[120] Yüce Allah, insanın gönlünden geçirip de uygulama
sahasına koymadığı kötü düşüncelerden sorumlu tutmamıştır. İslam'ın ilk
yıllarında Müslümanlar,bu çeşit düşüncelerden dolayı endişeleniyorlardı. Fakat
yüce Allah, "Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey yükle-mez"
(Bakara: 2/286} ayetiyle Müslümanları bu endişelerden kurtarmıştır, (ç)
[121] Buhârî, Eymân 15, Itk 6; Müslim, İmân 201, 202 (127);
Ebu Dâvud, Talak 14 (2209); Tirmizî, Talâk 8 (1183); Nesâî, Talâk 22; İbn Mâce,
Talâk 14 (2040); Ahmed b. Hanbel, 2/398,425,474,481,491
[122] Buhârî, Itk 6
[123] Ebu Dâvud, Talâk 14 (2209)
[124] Resulullah (s.a.v), "İnsanlar, 'Allah'tan başka
ilah yoktur1 deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Kim 'Allahtan
başka ilah yoktur' derse, malını ve canını benden korumuş olur. Ancak İslam'ın
hakkı müstesna. Onun asıl hesabı, Allaha kalmıştır' buyurduğu halde, nasıl olur
da sen insanlarla savaşırsın?1 diye sordu. Ebu Bekr:
Resulullah (s.a.v), hicretin 11. yılında
Rebiülevvel ayının 12'sinde Pazartesi günü öğleye doğru vefat etmiş, Benu Sâide
Sakifesi denilen yerde bir araya gelen Müslümanların İstişaresi sırasında Hz.
Ömer, Hz. Ebu Bekr'e hemen orada beyat etmiş, ondan sonrada oradakilerin hepsi
Hz. Ebu Bekr'e beyat etmişlerdi. Böylece Hz. Ebu Bekr halîfe seçilmiş oldu. O
sırada bazı Müslüman gruplar, dinden dönmeye başlamışlardı. Hattabî (ö.
388/998)'ye göre, bunlar 2 sınıftır:
1. Dinden Tamamen
Dönenler: a. MüseyÜmetu'l-Kezzâb'm peygamberlik iddiasını tasdik eden Benu
Hanife ile Esvedu'l-Ansî'ye uyanlar. Bunların hepsi, Hz. Muhammed (s.a.v)'İn
peygamberliğini inkar ediyorlardı. Hz. Ebu Bekr, onlarla savaşıp
Müseylimetu'I-Kezzâb'ı Yemame'de, Esvedu'l-Ansfyi de San'a'da öldürttü. Onlara
uyanların çoğu, öldürüldü. Kalanlar ise kaçıp dağıldılar.
b. Dinin bütün
hükümlerini inkar edip namaz-Zekât gibi İbadetleri terk edenler. Bunlar,
cahiliyet dönemindeki eski hallerine dönmüşlerdi.
2. Namaz ile Zekatı
Birbirinden Ayıranlar: Bunlar, namazın farz olduğunu kabul ediyor, fakat
Zekâtı vermiyorlardı. Bunların içinde Zekât vermek isteyip de reislerinden korktukları
için veremeyenler de vardı. Bazıları da, Allah'ın, "onların mallarından,
kendilerini temizleyeceğin bir Zekât al" {Tevbe: 9/103) hitabını, sadece
Hz. Peygamber (s.a.v)'e özgü kılıp Zekât vermekten kaçınmışlardı.
Sahabe-İ kiram, namaz
kılmayan kimselerle harp edileceği ile ilgili icması vardı. Hz. Ebu Bekr,
Zekâtı namaza kıyas yaparak Zekât vermeyen kimselere savaş açmaya karar vermişti.
Burada, Hz. Ömer'in
hadisin genel anlamını dikkate almasına karşın Hz. Ebu Bekr'in kıyasla hüküm
vermesi, amm (=genel) bir hükmün kıyasla tahsis edilebileceğine delildir, (ç)
[125] Buhârî, Zekât 1, İ'tisam 2, İstitabetu'I-Murteddîn 3;
Müslim, İmân 32 (20), 33-35 (21); Ebu Dâvud, Zekât 1 (1556); Nesâî, Zekât 3;
Tirmizî, İmân 1 (2610); İbn Mâce, Mukaddime 9 (71); Ahmed b. Hanbel, 2/277,
423, 475, 476, 502
[126] Buhârî, İ'tisam 2; Müslim, İmân 32 (20)
[127] İntiharın helal olduğuna inanarak bir şekilde canına
kıyan kimse ebedi cehennemliktir. Çünkü bu kimse, canına kıymayı helal
görmektedir. Bu sebeple de ebedi cehennemde kalmayı hak etmektedir. Fakat
nefsine uyarak intihar eden kimse İse ebedi cehennemlik değildir. Bunlar
hakkında cehennemde ebedi kalmak, uzun müddet orada yanmadan kinaye dir. B.k.z:
Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yayınlan, İstanbul
1973, 1/424-426
Ayrıca Aliah Rasulu bu
hadisinde, çeşitli metotlarla canına kıyan kimsenin yaptığı bu işin, son derece
çirkin bir eylem olduğuna dikkat çekmekte ve inananları bu tür eylemlerden sakındırmak
(=terhib) için şiddetli bir cehennem azabı tehdidinde bulunmuştur, (ç)
[128] Buhârî, Tıb 56; Müslim, İmân 175 (109); Ebu Dâvud, Tıb
11 (3872); Nesâî, Cenâiz 68; Tirmizî, Tib 7 (2044); İbn Mâce, Tıb 11 (3460);
Ahmed b. Hanbel, 2/254, 478
[129] Nesâî, Cenâiz 68
[130] Ebu Dâvud, Tıb 11 (3872)
[131] Ağacın altında yapılan bu bey'ata, "Rıdvan
Bey'atı" denilir. Bu bey'at, Mekke'ye 8 mil uzaklıkta bulunan Hudeybiye'de
büyük bir ağacın altında olmuştur. Bu olayın özeti şu şekildedir:
Hz. Peygamber (s.a.v),
hicretin 6. yılında Zilkade ayında yanında 1400 kadar sahabi olduğu halde umre
yapmak amacıyla Mekke'ye doğru yola çıkmıştı. Fakat Kureşliler, Müslümanların
Mekke'ye girmelerine engel olmaları üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), Hz. Osman'ı,
Kureyşlilerle görüşmesi için Mekke'ye göndermişti. Onun öldürüldüğü
söylentileri üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), Kureyşlilerle savaşmaya karar
verdi. Bunun için sahabilerinden, ölünceye kadar savaşacaklarına ve savaş
meydanından kaçmayacaklarına dair bu ağacın altında bey'at aldı. Fakat
Müslümanlar ile Mekkeüler arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma, İslam
Tarihİ'nde "Hudeybiye Anlaşması" olarak bilinir, (ç.)
[132] Bu yeminde maksat; "Şöyle edersem kâfir olayım,
Yahudi olayım..." gibi yeminlerdir. Burada tehdit ve azab bakımından
mübalağaya işaret vardır. O kişinin, bu sözüyle Yahudi olacağı veya İslam'dan
uzak olacağı anlamına gelmez. Hz. Peygamber (s.a.v)'İn, "Namazı terk eden
kflfir olmuştur" sözü de bu şekildedir.
İbn Hacer (ö. 852/1447)
ve Münzirî (ö. 656/1258)'de, bu tür sözlerle yemin eden kimsenin, Yahudi ve
kâfir olmayacağı doğrultusundadır.
Bu tür sözler, şeriat
örfünde yemin sayılır mı, sayılmaz mı? Bu sözlerin yerine getirilmemesi halinde
kefaret gerekir mi, gerekmez mi meselesi ihtilaflıdır.
tbnü'l-Cevzî (ö.
597/1200)'ye göre; küfür olan dinlerden birine yemin eden kişi, kâfire benzer.
İmam Şafiî (ö. 204/819} ile İmam Mâlik (ö. 179/795)'e göre; bu tür sözler yemin
olmayıp bu tür bir sözde durmamak kefareti gerektirmez.
İmam Ebu Hanîfe (ö.
150/767), İmam Ahmed (6.241/795), Nehaî, (ö. 95/713), Evzâî (ö. 157/774), Sevrî
(ö. 161/777) ise bu tür sözlerin yemin mahiyetinde olup bozulması halinde
kefaretin gerekli olduğu görüşündedirler. Örneğin, Allah zıhar yapana kefareti
emretmiştir. Çünkü zıhar, günah ve yalan bir sözdür. Anılan sözlerle yemin
etmek de günahtır. Bundan dolayı kefaret gerekir.
Bununla ilgili olarak
213 nolu hadise bakabilirsiniz, (ç)
[133] İnsanın nefsi, mutlak olarak, kendisinin değil,
Allah'ındır. Kişi, kendi nefsi hususunda istediği gibi tasarrufta bulunmaz.
Ancak Allah'ın İzin verdiği şekilde tasarrufta bulunabilir. Burada insanın,
kendisini öldürmesinin günahının başkasını öldürmenin günahı gibi olduğu
anlatılmaktadır.
[134] Bu, "Allah hastama şifa verirse, filanca kimse
hür olsun" sözü gibi. Yine sahibi olmadığı halde bir köleyi azad etmek
veya başkasının koyununu kurban etmek üzere adakta bulunan kişi, adağını
yerine getirmesine gerek yoktur.
Burada kişi, kendisine
ait bir şey üzerinde değil de, başkasına ait bir şey üzerinde tasarruf sahibi
olmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla da kişi, başkasıyla ilgili adakta bulunması
halinde bu adağını yerine getirmesine gerek yoktur, (ç)
[135] Buhârî, Cenâiz 84, Eymân 7; Müslim, İmân 176-177
(110); Ebu Dâvud, Eymân 7 (3257); Tirmizî, İman 16 (238); Nesâî, Eymân 7; İbn
Mâce, Keffârât 3 (2098); Ahmed b. Hanbel, 4/33, 34
[136] Buradaki benzetme, günah hususundadır. Bazıları da,
bunun, haram olması hususunda olduğunu söylemişlerdir. Çünkü mümini öldürmek,
onu nasıl tasarruftan alıkoyarsa, lanet etmekte onu rahmetten alı koyar, (ç)
[137] Buhârî, Edeb 44, 73; Müslim, İmân 177 (110)
[138] Bu ifade, insanın, kendinde olmayan bir şeyi varmış
gibi gösterme hususunda her İddiayı kapsamaktadır. Malı yok kendini zengin
göstermek, soyunu büyük tanıtmak, alim değilken alim görünmek gibi. (ç)
[139] Müslim, İmân 176 (110}
[140] Tirmizî, İmân 16 (238)
[141] Buhârî, Edeb 44; Müslim, İmân 176 (110); Nesâî, Eymân
31; Tirmizî, İmân 16 (238); Ebu Dâvud, Eymân 7 (3257)
[142] Burada zina yapmak, içki içmek, hırsızlık yapmak,
ganimet malından aşırmak gibi günah olan fiilleri yapan kimse, bu yaptıkları
eylemleri helal saymadığı müddetçe, onun için tevbe kapısı açıktır. Tevbe
ederlerse, cezalan düşer. Tevbe etmeden ölecek olurlarsa, işleri Allah'a kalır.
Dilerse affeder, dilemezse affetmez.
Müminler, bu tür günahları işlemeleri sebebiyle dinden çıkmazlar.
Mümindirler, fakat günahkardırlar. Bu günahları işlemek suretiyle İmânları
zayıflar, (ç)
[143] Buhârî, Mezalim 30, Eşribe 1; Müslim, İmân 100 (57);
Ebu Dâvud, Sünnet 15 Wı, Imân XI (2627); Nesâî, Sârik 1; ibn Mâce, Rten 3
(3936);' Ahmed b
[144] Müslim, İmân 100 (57)
[145] Müslim, İmân 101-102 (57)
[146] Müslim, İmân 103
[147] Tirmizî, İmân 11 (2627)
[148] Nesâî, Sârik 1
[149] İslam'ın şartlarını belirten hadis, "beş
şart" olarak bilinmektedir. Yalnız bunların dışında daha başka şartlan
Kur'anda bulmak mümkündür: İyiliği emredip kötülükten kaçındırma, cihad,
adalet, anne-babaya iyi davranma, infak, Peygambere itaat etme gibi.
Bu beş şart, İslam'ın ibadete yönelik farzlarıdır. Bunun dışında
İslam'ın inanç esasları, Muamelat (=insanlar arası ilişkiler), Ceza ile ilgili
esaslar, Ahlak ile ilgili esaslar, Siyaset ile ilgili esaslar vb. esaslar
vardır. İslam bu şekilde bir bütün olur. Yoksa ibadet ile ilgili beş şart, İslam'ın
kendisi değildir, (ç)
[150] Dımâm ibn Sa'lebe, Hz. Peygamber {s.a.u)in yanına
Mekke'nin fethinden sonra hicretin dokuzuncu yılında gelmiştir. Bu yıl,
"Heyetler Yılı" olarak bilinir.
Dımâm ibn Sa'lebe'nİn, Hz. Peygamber (s.a.v)'İn yanına gelmeden önce,
Müslüman olup olmadığı konusu ihtilaflıdır. Buhârî {Ö. 256/870}'ye göre,
Müslüman olup Hz. Peygamber (s.a.v)'e sordukları sorular gerçekte sorular
olmayıp tekrar etme mahiyetindedir. Abdullah ibn Abbâs'dan gelen rivayete göre
ise; Dımâm'ın, sorularını bitirdikten sonra kelime-i şahadet getirdiği, sonra
kavminin yanına dönerek onlara İslamiyeti anlattığı ve hepsinin Müslüman
oldukları kaydedilmektedir, (ç)
[151] Buhârî, İlm 6; Müslim, İmân 10 (12); Ebu Dâvud, Salât
23 (486); Tirmizî, Zekât 2 (619); Nesâî, Sıyâm 1; İbn Mâce, İkâme 194 (1399);
Ahmedb. Hanbel, 3/109
[152] Sahabiler, Hz. Peygamber (s.a.v)'e çok soru
soruyorlardı. Hatta bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v), bazılarının kendisini
zor durumda bırakmak İçin soru sorduklarını hissederek gazaba gelip yüzü
kıpkırmızı olmuştu. Onlara, kızgın ve Öfkeli bir şekilde ne sorurlarsa cevap
vereceğini söyledi. Bunun üzerine sahabiler sormaktan çekinir olmuşlardı. Bunun
üzerine "çok şeyler sormayın" (Maide: 5/101) ayeti inmiştir. Artık
bu ayetten sonra bir müddet kimse Hz. Peygamber (s.a.v)'e soru sorumaz
olmuştu. Enes'in sözü buna işaret ermektedir.
Soru sormak yasak edildikten sonra sahabiler, çöl halkından birinin
sormasını arzu etmeleri, onlara henüz bu yasağın ulaşmadığından ötürü onların
mazur sayılacakları içindir. Aklı başında biri olmasını istemeleri, böyle bir
kimsenin, kendileri için lüzumlu olan şeyleri sorması içindir. Böylece herkes
bundan yararlanabileceklerdi, (ç)
[153] Müslim, İmân 10 (12}
[154] Tirmizî, Zekât 2 (619)
[155] Nesâî, Sıyâm 1
[156] EbuDâvud,Salât23(486}
[157] Abdulkays kabilesi, Rebia kabilesinin bir koludur.
Bahreyn tarafında yaşamaktaydılar. Mudar kabilesi, aslında Rebia kabilesinin
kardeşi olmakla birlikte henüz o sırada müşrik idiler. Bundan dolayı
Rebialilar, Medine'ye gidemiyorlardı. Ancak haram ayların gelmesini bekliyorlardı.
Çünkü müşrikler, haram aylara hürmetten dolayı savaşmazlardı. Haram aylar;
Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Receb. Bu konuda alimlerin irtifakı vardır. Bu
aylarda savaşmak, Hz. İbrahim (a.s) zamanında haram kılınmıştı. Bu yasak,
İslam'ın ilk yıllarına kadar devam etmişti. Nihayet Receb ayında savaş helal
kılınmış, diğerlerinde yine -haram olarak kalmıştır. Hatta bazılarına göre,
Receb ayında bile savaşmak haramdır. Bunun sırrı, güvenliği sağlamaktır, (ç)
[158] Resulullah (s.a.v)'in, "dört hususu emretmesine
rağmen, çoğu rivayetlerde beş şey zikredilmektedir. Bu probleme bir çok cevap
vermişlerdir. Bu probleme cevap verme mahiyetinde en makbul olanı, İbn Battal
(ö. 449/1057)'m, "Sahîh-i Buhârî" şerhinde verdiği şu cevaptır.
Buna göre Resulullah (s.a.v)'in, onlara dört hususu emretmesine rağmen
beşinciyi de anmasının nedeni, onların kafir olan Mudarr kabilesine karşı
girişecekleri saldırılar sebebiyle onlara taltifte bulunmak istemiştir, (ç)
[159] Bu yasak, bir müddet devam ettikten sonra Büreyde
hadisiyle nesh edilmiştir. Ebu Hanîfe, Şafiî ve alimlerin çoğunun görüşü de bu
şekildedir. Büreyde hadisi İçin b.k.z: Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3698) Bu konuda
daha geniş bilgi için 253 nolu hadisin açıklamasına bakabilirsiniz, (ç)
[160] Buhârî, İmân 40, İlm 25; Müslim, İmân 23, 24, 25 (17);
Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3692); Tirmizî, İmân 5 (2611); Nesâî, İmân 25; İbn Mâce,
Zühd 18 (4187); Ahmed b. Hanbel, 1/228
[161] Müslim, İmân 23 (17)
[162] İbn Mâce, Zühd 18 (4186)
[163] Müslim, İmân 23 (17); Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3692)
[164] İbnu's-Salâh (ö. 643/1245)'a göre, hadiste haccm
zikredilmemesi, o zaman henüz haccın farz kıhnmamasmdan dolayıdır. Fakat aynı
rivayette orucun zikrediimemesi, ravinin ihma-lindendir. Yani Hz. Peygamber
(s.a.v)'den meydana gelen bir ihtilaftan değil, rauiierin bel-leyiş ve zabt
hususundaki farklardan doğan ihtilaftandır, (ç )
[165] Tirmizî, îmân 5 (2741)
[166] Nesâî, İmân 25; Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3692)
[167] Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3692)
[168] Humus (=beşte bir) vergisinden maksat, düşmandan cihad
yoluyla elde edilen malların, "Biliniz ki, ganimet olarak aldığınız
şeylerin beşte biri: Allah'a, peygamber'e, yakın akrabalara, öksüzlere,
muhtaçlara ve yolculara aittir" (Enfâl: 8/41) emrine uyarak ayette
belirtilen yerlere vermektir, (ç)
[169] Ebu Dâvud, Sünnet 14 (4677)
[170] Temizlik", (manevi pislikten) ve necasetten
temizlenmek anlamında bir fıkıh terimidir. İslam dini, özü İtibariyle, manevi
kirlerden arınma (hades), Allah'ı tanıma, O'na İtaat ve ibadet ermeden ibaret
gibi görünse de ruhun yücelişi ve İnsanın böyle manevî bir bağlantı ortamına
geçebilmesi için insanı çevreleyen fizik şartların da buna uygun olması
gerekir. İbadet hayatıyla ve manevi temizlenme ile beden ve çevre temizliğ
arasında sıkı bir bağın kurulması, hatta Kur'an'da temizlikten, hem maddî ve
hem de manevî temizliği kapsayacak şekilde gene! bir anlatımla söz edilmesi
böyle bir anlam taşır.
Öte yandan İslam dini,
ferdin ahiret kadar dünya hayatında da her yönden mutlu ve huzurlu olmasını
arzu ettiği, Müslümanların sağlıklı ve güvenli bir toplum oluşturmasını dinî
hayat için adeta ön şart mesabesinde gerekli gördüğü için, başta beden
temizliği olmak üzere maddî temizliği de dinî mükellefiyet kapsamında görmüş,
bu konuda ferde bir dizi ödev ve sırumluluk yüklemiştir.
İslam'da genel
anlamdaki temizlik ile ibadet amaçlı temizlik, birbirini tamamlar ve birlikte
bir anlam ifade eder. Bu sebeple İslam bilginleri, temizliği; maddî temizlik,
hükmî temizlik ve manevî temizlik şeklinde üç aşamalı bir faaliyet olarak
görmüşlerdir. Beden, elbise ve çevre temizliği şeklinde ifade edilebilecek olan
maddî temizliğin de, genei-de, ibadete hazırlık ve ön şart olarak, bazı
durumlarda ibadet olarak değerlendirilmiş olması, ona, İslam'da bir ibadet içeriği
kazandırıldığını gösterir. Abdest ve gusül, hükmî temizlik mesabesindedir.
Üçüncü kademede ise
kişinin organlarını gıybet, yalan, haram yemek, kalbini haset, kibir, gösteriş,
hırs ve benzeri kötü huy ve hastalıklardan, hatta benlik ve bilincini Allah'tan
başkasından (mâsivâ} temizlemesi gelir.
Müslümanın kademe
kademe arınması ve temizlenmesi, Allah'ın huzuruna böyie bir safiyet ve
arılıkla çıkması öğütlenir, (ç)
[171] Bu hadis, süt ve benzeri yağlı şeyleri yiyip içtikten
sonra ağzı yıkamanın müstehab olduğunu göstermektedir.
Yine Resulullah (s.a.v)'in "Sevîk" (arpa ve buğdayı un haline
getirip ateşte pişirmek suretiyle yapılan yiyecek) denilen yiyeceği yedikten
sonra ağzını suyla çalkaladığını bildiren rivayet, yağsız yiyecekleri yedikten
sonra da ağzı yıkamanın müstehab olduğunu göstermektedir. Bu rivayet için
b.k.z: Buhârî, Vudû' 51 Yine yemekten önce ve sonra ellerin yıkanması da,
müstehabttr. (ç)
[172] Buhârî, Vudû1 52, Eşribe JL2; Müslim, Hayz 95 (358);
Ebu Dâvud, Taharet 76 (196); Tir-mizî, Taharet 66 (89); NeJâî, Taharet 124; İbn
Mâce, Taharet 68 (517); Ahmed b. Hanbel, 1/223,227, 329
[173] Abdest: Farsça "âb" (su) ve "dest"
(el) kelimelerinden oluşan ve "el suyu" anlamına gelip belirli
ibadetlerin yerine getirilmesinin ön şarh olan ve kendisi de ibadet mahiyetinde
görülen bir çeşit hükmî temizliktir.
Arapça karşılığı ise
güzellik, temizlik ve parlaklık anlamına gelen "vudû"dur.
Terim olarak ise abdest; "belli organları usulüne uygun olarak
suyla yıkamak ve bazılarını da eldeki su ıslaklıgıyla meshetmek" şeklindeki
ibadet temizliği olarak tarif edilir, (ç)
[174] Hadisin çeşitli varyantlarında, Resulullah {s.a.v),
abdest organlarının bazısını üç, bazısını iki ve bazısını da bir defa
yıkamıştır. Bu şekilde alınan abdestin sahih olduğundan şüphe yoksa da her abdest
organını birer birer yıkamak farz, ikişer ikişer ve üçer üçer yıkamak ise,
müstehabtır.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in çeşitli zamanlarda böyle değişik şekilde abdest
alması, bu şekillerin her birinde abdest almanın caiz olduğunu göstermek
içindir. Bunları bir sözle bir defada da açıklayabilirdi. Fakat sözün
yorumlamaya İhtimali var. Uyguluma da ise böyle bir ihtimal yoktur. Çünkü
uygulamanın, insanın ruh hali üzerindeki etkisi daha büyük olur. (ç)
[175] Buhârî, Vudû' 22, 38; Müslim, Taharet 18 (235), 19
(236); Ebu Dâvud, Taharet 51 (118, 119, 120); Tirmizî, Tahâret27 (35), 36 (47);
Nesâî, Taharet 80, 81, 82; İbn Mâce, Taharet 51 (434); Ahmed b. Hanbel, 3/443,
4/237
[176] Buhârî, Vudû' 38; Müslim, Taharet 18 (235); Ebu Dâvud,
Taharet 51 (118); Tirmizî, Taharet 24; Nesâî, Taharet 80, 81
[177] Buhârî, Vudû1 45
[178] Buhârî, Vudû123
[179] Müslim, Taharet 19 (236)
[180] Ebu Dâvud, Taharet 51 (118)
[181] Ebu Dâvud, Taharet 51 (119)
[182] Ebu Dâvud, Taharet 51 (120)
[183] Nesâî, Taharet 80, 81
[184] Tirmizî, Taharet 24 (32)
[185] Tirmizî, Taharet 27 (35)
[186] Tirmizî, Taharet 36 (47)
[187] Nesâî, Taharet 82
[188] Burada daha Önce kıble olan Kudüs'e dönülme kast
edilmektedir, (ç)
[189] Buhârî, Vudû' 12, 14; Müslim, Taharet 61 (266); Ebu
Dâvud, Taharet 5 (12) Nesâî, Taharet 22; îbn Mâce, Taharet 18 (322); Ahmed b.
Hanbel, 2/4, 12, 13, 41, 299
[190] Kible'ye dönük abdest bozmayı yasak mı, yoksa serbest
mi olduğu meselesi, konu ile İlgili farklı hadislerin gelmesinden dolayı farklı
görüşlerin çıkmasına neden olmuştur. Yasak olduğunu belirtenler de, abdest
bozmayı yasaklayan hadisin hükmü üzerinde ihtilaf etmiştir. Bu konudaki
görüşleri şöyle özetleyebiliriz:
a. Kırda abdest bozarken kıble'ye yönelmek
haramdır. Fakat evlerde bulunan etrafı kapalı tuvaletlerde abdest bozarken
kıbleye yönelmekte bir sakınca yoktur. İmam Mâlik (Ö. 179/795), İmam Şâfıî (ö.
204/819), Abdullah ibn Abbas, Abdullah ibn Ömer bu görüştedirler.
b. Gerek kırda ve gerekse de evlerdeki
tuvaletlerde abdest bozarken kıbleye yönelmek caiz değildir. Fakat evlerde
kıbleye sırtını dönerek abdest bozmakta bir sakınca yoktur. Ebu Hanîfe, Ebu
Eyyub el-Ensari ve Mücahid bu görüştedirler. Bu görüş, İmam Ahmed, sahabe ve
bazı tabiundan da rivayet olunmuştur.
c. Kırda ve evlerde kıbleye yönelerek abdest
bozmakta bir sakınca yoktur. Urve b. Zubeyr ile İmam Mâlik'in hocası Rabia b.
Abdurrahman bu görüştedir.
d. Kıbleye ve Kudüs'e karşı yönelerek yada
sırtını dönerek büyük abdest bozmak, haramdır. İbrahim en-Nehaî ile İbn Şirin
bu görüştedir.
e. Kıbleye karşı yönelerek yada sırtını dönerek
büyük abdest bozma yasağı, sadece Medi-nelilerle, kıblesi Medinelilerle aynı
yönde bulunan memleketler halkına aittir. Bu, Ebu Avane (ö. 316/928)'nin
görüşüdür.
f. Sadece binalar içerisinde kıbleye sırtını
dönerek büyük abdest bozmak caizdir. Buda, Ebu Yusuf un görüşüdür.
Konumumla ilgili
hadisleri esas alan bazı sahabiler ile alimlere göre ise; kırda yada binalar
içerisinde kıbleye sırtını dönerek büyük abdest bozmak caizdir.
Bazı alimler, bu iki
konuda gelen hadislerin arasını birleştirmeye çalışmışlardır. Bunun için nesh
yoluna gidilerek; kıbleye dönerek abdest bozma ile ilgili yasağın, Hz.
Peygamber (s.a.u)'in vefatından bir yıl önce kaldırıldığı belirtilmiştir.
Fakat Hadis Usulü'nde,
zahiren birbirine aykırı gibi görünen hadislerin arasını birleştirmek mümkün
iken nesh yoluna gidilmez. Burada ise bu hadislerin arasını birleştirmek mümkündür.
Nesh'e gerek yoktur. Buna göre kıbleye yönelerek abdest bozmayı yasaklayan hadisler,
açıkta kıbleye dönerek abdest bozmakla ilgilidir. Bunun caiz olduğunu belirten
hadisler ise, etrafı kapalı tuvaletlerde abdest bozmakla ilgilidir. Her ne
kadar İmam Ebu Ha-nîfe'nin bu tür tuvaletlerde kıbleye dönülemeyeceğini ifade
eden bir rivayet varsa da, caiz gördüğüne dair de bir rivayet vardır. Ahmed
Davudoğlu, İbn Abidin Terceme ve Şerhi, 1/588 (ç)
[191] Buhârî, Vudû' 12
[192] Müslim, Taheret 61 (266)
[193] Ebu Dâvud, Taharet 5 {12) Nesâî, Taharet 22
[194] Bu hadis, kurumuş olan spermin ovalamakla
temizleneceği görüşünde olanların delillerin-dendir. Fakat bu konu, alimler
arasında ihtilaflıdır.
İmam Şafiî (ö. 204/819),
Said ibnu'I-Müseyysb (ö. 92/712), Atâ (ö. 115/733)'ya göre, sperm (=meni)
temizdir. İmam Ahmed'İn iki rivayetinden tercih edileni de bu şekildedir. Bu
görüşte olanların delili, spermin ovalanmakla izale edilebildiğini gösteren
rivayettir. Bunlara göre, sperm pis olsaydı, ovalamakla temizlenmezdi.
Hanefi mezhebine göre
ise, sperm pistir. Yaş olanı ancak yıkamakla ve kuru olanı da ovalamak
suretiyle temizlenebilir.
Konu ile ilgili Hz. Aişe hadisi, bu görüşün delillerindendir. Spermin
ovalamak suretiyle giderilmesi, onun temiz olmasını gerektirmez, (ç)
[195] Buhârî, Vudû1 64, 65; Müslim, Taharet 105-106 (288),
108 (289), 109 (290); Ebu Dâvud, Taharet 135 (371, 372, 373); Tirmizî, Taharet
85 (116), 86 (117); Nesâî, Taharet 187, 188; İbn Mâce, Taharet 81 (536); Ahmed
b. Hanbei, 6/35, 43, 47, 67, 97, 132, 135
[196] Müslim, Taharet 108 (289)
[197] Müslim, Taharet 105 (288)
[198] Müslim, Taharet 106
[199] Müslim, Taharet 109 (290)
[200] Tirmizî, Taharet 86 (117)
[201] Tirmizî, Taharet 85 (116)
[202] Ebu Dâuud- Taharet 135 (373)
[203] Ebu Dâuud, Taharet 134 (371)
[204] Ebu Dâvud, Taharet 134 (372)
[205] Nesâî, Taharet 188
[206] Nesâî, Taharet 188
[207] Ahmed b. Hanbel, 6/132
[208] Hayız", Fıkıh literatüründe; ergenlik çağına
giren sağlıklı kadının rahminden düzenli aralıklarla akanı ifade
eder.Kadınlarda ergenlikten menopoza kadar görülen bu fizyolojik olaya da;
hayız hali (=regl/mensturasyon), adet görme, adet kanaması, ay başı hali gibi
isimler verilir.
Hayız hali; kadında döl
yatağının (=rahmin) İç yüzünü kaplayan zarın, yumurtanın döl-lenmeyip ölmesi ve
hormon salgısının kesilmesi üzerine parçalanarak kanla birlikte dışarı
atılmasından ibarettir.
Hayız kanının
kesilmesiyle kadının temizlik dönemi başlar. İki hayız kanı arasındaki süre-ye,
temizlik süresi denilir.
Fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre; kadınlar, 9 yaşlarından itibaren
adet görmeye başlayıp yaklaşık 50-55 yaşlarına geldiklerinde adetten
kesilirler. Bu rakamlar, fıkıh bilginlerinin tecrübe birikimlerine göre
verilmiş süreler olup bu konuda fiilî adet görmenin başlaması ve sona ermesi,
esastır. Bugünkü tıbbî bilgiler, adet kanamasının 11-13 yaşlarında başlayıp
45-50 yaşlarında sona erdiğini, adet süresinin de 3-6 gün civarında olduğunu
ifade etmektedir. Bu rakam, Hanefi mezhebine göre adetin en az süresi 3, en
uzun süresi ise 10 gündür, iki adet arasında kalan en az temizlik süresi de 15
gündür. Yalnız fizikî bünye, psikolojik durum ve çevre şartlarına bağlı olarak
kadınların adet çağı ve süresi, farklılık gösterebilmektedir, (ç)
[209] Resulullah (s.a.v)'in hanımlarının odaları, Mescİd-i
Nebevi'nin etrafında idi. Odalardan mescide açılan pencereler vardı. İşte Hz.
Peygamber (s.a.v) itikafta iken, başını Hz. Aişe'nin odasına açılan pencereden
uzatırdı. O da, Hz. Peygamber {s.a.v)'İribaşını yıkayarak tarardı.
[210] "İ'tikâf kelimesi, sözlükte; "durmak,
kalmak, devam etmek" gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise; îtikaf
niyetiyle cemaatin toplanıp namaz kıldığı, imamı ve müezzini bulunan bir camide
durmak" demektir. İ'tikâf, Ramazân ayının son on gününde yapılır. İ'tikâfa
durmak, sünnettir, (ç)
[211] Hadis, itikafta olan kişinin camiden çıkmaması
gerektiğine delildir. Ayrıca İtİkaflı kişinin, vücudunun bir kısmını mescitten
çıkarması, onun itikafına zarar vermez. İtikafta bulunan kişinin, başını
yıkaması ve saçlarını taraması yada hayızlı bir kadına yıkatması ve taratması
caizdir.
Ayrıca alimler; saçı traş etmeyi, koltuk altlarını yolmayı ve tırnaklan
kesmeyi de buna dahil etmişlerdir, (ç)
[212] Buharı, Hayz 2, İ'tikâf 2, 3, 4, Libâs 76; Müslim,
Hayz 6-10 (297); Ebu Dâvud, Siyam 19 (2467, 2468, 2469); Tirmizî, Savm 80
(804); Nesâî, Hayz 20, 21; İbn Mâce, Sıyâm 63 (1776); Ahmed b. Hanbel, 6/32,
81, 100, 208, 271
[213] Burada hayızlı kadının vücudunun temiz olduğu ifade
edilmektedir, (ç)
[214] Buharı, İ'tikâf 2
[215] Buhârî, İ'tikâf 19; Nesâî, Hayz 20
[216] Buhârî, İ'tikâf 3; Müslim, Hayz 7
[217] Müslim, Hayz 6 (297); Tirmizî, Savm 80 (804); Ebu
Dâvud, Savm 19 (2467)
[218] Buhârî, Hayz 2; Müslim, Hayz 8; Nesâî, Hayz 21
[219] Müslim, Hayz 10
[220] Buhârî, Hayz 5; Müslim, Hayz 8
[221] Müslim, Hayz 6 Ebu Dâvud, Sıyâm 79 (2467)
[222] Ebu Dâvud, Sıyâm 79 (2469)
[223] Buhârî, Hayz 5, İ'tikâf 4; Nesâî, Hayz 21
[224] Harûrâ: Küfeye iki mil uzaklıktaki bir köyün adıdır.
Haricilerin toplandıkları ilk yerdir. Bu nedenle Haricilere, bu köye nispetle,
"Harûriyye" denilmiştir. Siffîn savaşında ortaya çıkan meselenin
çözümlenmesi için hakem tayin edilmişti. Hariciler, "Hüküm ancak
Allah'ındır" sözünü düstur edindikleri için, hem Hz. Ali (ö. 40/660) ve
hem de Muaviye (ö. 60/679) ile taraftarlarını tekfir edip her iki taraftan da
ayrılmışlardı. Bu nedenle onlar, din ile hakkın haricine çıktıkları ve Hz.
Ali'den ayrıldıkları için "Hariciler" {=çıkanlar/karşı çıkanlar) diye
meşhur olmuşlardır, (ç)
[225] Hz. Aişe (ö.58/677)'nin, kadına böyle soru sormasının
nedeni; Haricilerin, hayız olan kadının hayız müddetince kılamadığı namazları,
temizlendikten sonra kaza etmesinin gerektiğini kabul etmeleriydi, (ç)
[226] Hayız olan kadın, genel kabule göre; namaz kılamaz,
oruç tutamaz, kocasıyla cinsel ilişkide bulunamaz. Bunun yanı sıra Hanefiler
dahil fakihlerin çoğunluğuna göre, hayızli kadının; Kur'an okuması, Mushafı
eline alması, mescide girip orada kalması caiz değildir. Bu konuda hayızlı
kadın, cünüp kimse gibidir. Dolayısıyla ihtiyaç halinde mescide girebilirler,
duâ ve zikir niyetiyle duâ ayetlerini, Fatiha, İhlas gibi sureleri, besmeleyi,
kemle-i tevhid ile şahadeti okuyabilirler.
Mâliki fıkıhçıları ise,
bazı sahabe ve tabiun alimlerinden rivayet edilen görüşlerin desteğiyle,
kadının, hayız süresi içerisinde Kur'an okuyabileceğini, fakat hayız kanı
kesildiği andan itibaren gusledip temizleninceye kadar cünüp hükmünde olup
Kuran okuyamayacaklarını belirtmişlerdir. İbn Hazm (ö. 456/1063), bu şartı da
aramaz.
Mâlikîler ve İbn Hazm
dahil bir grup İslam alimi, cünüplük halinin iradî, hayızın ise gayri iradî
oluşundan hareketle hayızh kadın lehine bir ayırım yapmayı gerekli
görmüş,özellikle Mâlikîler, kadınların Kur'an öğretimi ve öğrenimi için böyle
bir ruhsata ihtiyacı bulunduğu noktasından hareket etmişlerdir.
Hayızh kadının, hayız sebebiyle ibadet edememesi, dinin ona tanıdığı bir
muafiyettir. Bu ibadetleri yapamadığı için dinî bir sıkıntı, eksiklik ve
sorumluluk duyması yersizdir. İbadetlerde, sayı ve süreden ziyade niyet ve
fıkrî-ruhî yoğunluk önemlidir, (ç)
[227] Buhârî, Hayz 20; Müslim, Hayz 67 (335); Ebu Dâvud,
Taharet 104 (262, 263); Tirmizî, Taharet 97 (130), Savm 68 (787); Nesâî, Hayz
17, Savm 64; İbn Mâce, Taharet 119 (631); Ahmed b. Hanbel, 6/231-232
[228] Asıl adı, Muâze bint. Abdullah el-Adeviyye'dir. îbn
Maîn, bu kadının, güvenilir birisi olduğunu belirtmiştir. Hicretin 83. yılında
vefat etmiştir, (ç)
[229] Namaz ibadeti, bedenî olma bakımından oruca
benzemektedir. Hayızlı olan kadmlanı orucu kaza etmeleri gerekir. Çünkü oruç
ibadeti, yılda bir defa yapılmaktadır. Dolayısıyla tutulamayan oruç için kaza
edilmesinde bir güçlük yoktur. Hayız (=ay hali/regl) hali ise genelde, her ay
meydana gelmesinden ötürü günlük ibadet olan namazın birikmesine böylece de
ibadette güçlük doğmasına sebep olur. Allah ise, kuluna güçlük dilemez. Bı
nedenle de İslam, bu güçlüğü kaldırmıştır, (ç)
[230] Müslim, Hayz 69
[231] Tirmizî, Taharet 97 (130)
[232] Müslim, Hayz 68
[233] Nesâî,Savm64
[234] Nesâî,Hayzl7
[235] Teyemmüm" kelimesi sözlükte; bir İşe yönelmek,
bir şeyi kast etmek" anlamına gelir. Dinî literatürde ise; suyu temin etme
veya kullanma imkanının bulunmadığı dırımlarda büyük ve küçük hükmî kirliliği
gidermek maksadıyla temiz toprak veya yer cinsinden sayılan bir maddeye sürülen
ellerle yüzü ve iki kolu mesh etmekten ibaret hükmî temizlik demektir. Abdest
ve gusül normal durumlarda suyla yapılan ve maddî bir temizlenme özelliği
taşıyan hükmî bir temizlik iken teyemmüm istisnai hallerde başvurulan, abdest
ve gusül yerine geçen sembolik bir işlemdir. İslam'ın, mükellefler için böyle
bir İmkanı getirmiş olması, hem namaz başta olmak üzere İbadetlerin yerine
getirlmesine önem vermiş olmasının ve hem de kolaylığı ilke edinmiş olmasının
sonucudur. Hanefilere ve Mâlikilere göre, teyemmümde, tertip şart değildir.
Hanefi alimlerinden bazıları, Abdullah ibn Abbâs hadisine dayanarak,
suyu kullanma İmkanı olduğu halde abdestin yerine teyemmümün caiz olduğunu
söylemişlerdir. Bu hadis İçin b.k.z: Ebu Dâvud, Taharet 122 (329)
Kur'an'da teyemmüm
İmkanıyla ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır: "Eğer hasta olur veya
yolculukta bulunursanız yada biriniz ayak yolundan gelirse veyahut kadınlarla
temasta bulunur da su bulamazsanız, temiz toprakla teyemmüm edin. Onunla yüzlerinize
ve kollarınıza mesh edin" (Mâide: 5/6)
Teyemmümle ilgili bu
hüküm, hicretin 5. yılında inmiş olup Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından
uygulamalı olarak gösterilmiştir, (ç)
[236] Seriyye: Hz. Peygamber (s.a.v)'in bizzat katılmayıp
kendi yerine bir komutan eşliğinde gönderdiği askeri birliğe verilen isimdir,
(ç)
[237] Ammâr, burada ictihad etmiş ve cünüplük halinin
abdesteizliğe benzemediği zannıyla teyemmümü gusle kıyas etmiştir. Ayrıca bu
olayda, Ammâr'ın, teyemmümün asimi bildiği anlaşılmaktadır.
Yine Resulullah (s.a.v) zamanında sahabenin içtihadı caiz midir?, değil
midir meselesi Fıkıh Usulü alimleri arasında ihtilaflıdır. Esah olan görüşe
göre, caizdir, (ç)
[238] Buhârî, Teyemmüm 4, 5, 7, 8; Müslim, Hayz 112 (368);
Ebu Dâvud, Taharet 121 (322, 323, 324, 326, 327, 328); Nesâî, Taharet 196, 199,
200, 201; Tirmizî, Taharet 110 (144); İbn Mâce, Taharet 91 (569); Ahmed b.
Hanbel, 4/320
[239] Ebu Dâvud, Taharet 121 (322)
[240] Ebu Dâvud, Taharet 121 (323}
[241] Ebu Dâvud, Taharet 121 (324)
[242] Teyemmümde, bir vuruşun yeterli olduğunu söyleyen
alimler varsa da, İki vuruşun farz olduğunu söyleyenler ise Hanefiler,
Şâfıîler ve Mâükilerdir. (ç)
[243] Ebu Dâvud, Taharet 121 (327)
[244] Ebu Dâvud, Taharet 121 (328)
[245] İslam alimleri, teyemmümde, el ve kollardan nerelere
kadar mesh yapılacağı konusunda üç görüşe ayrılmışlardır:
a. Parmak uçlarından
omuzlara kadar mesh edilmesi görüşüdür. Bu görüş, İmam Zühri {ö 124/741)'ye
aittir.
b. Yalnız bileklere kadar mesh edilmesi
gerektiğini söyleyenlerin görüşü. Bu görüş ise, Ammâr b. Yâsir'den gelen sahih
bir hadise dayanmaktadır.
c. Dirsekler de dahil,
dirseklere kadar mesh edilmesi görüşü. Bu görüş; Hanefiler de dahil, cumhurun
görüşüdür, (ç)
[246] Nesâî, Taharet 198
[247] Tirmizî, Taharet 110 (144}
[248] Tirmizî, Taharet 110 (144}
Ammârdan gelen bu iki
farklı teyemmüm uygulaması şöyle uzlaştırılmaya çalışılmıştır: Teyemmümün, yüz
ve ellerin meshinden ibaret olduğu hakkındaki Ammâr hadisi, hasen-sa-hihtîr.
"Omuzlar ve koltuk altları" hadisi ise, "yüz ve eller"
hadisine ters düşmemektedir. Çünkü Ammâr, teyemmümde, meshin, omuzlara ve koltuklara
kadar ulaştırılmasını Peygamber (s.a.v)'in emrettiğini söylemiyor. Sadece
"şöyle ve şöyle yaptık" diyor. Ammâr, cünüp olduğunda durumunu
Peygamber (s.a.u)'e sorunca, ona, yüzü ve elleri mesh etmeyi emretmiş. O da,
Peygamber (s.a.v)'in kendisine öğrettiği gibi yüz ve ellerde karar kılmıştır.
Çünkü Ammâr, Hz. Ömer'le geçen olayda, Peygamber (s.a.v)'in, kendisine yüz ve
elleri öğrettiğini ve kendisinin, Peygamber (s.a.v}den öğrendiği husus üzerinde
karar kıldığını göstermektedir, (ç)
[249] Ebu Hureyre'nin, Hz. Peygarnber (s.a.v)'den geri
kalmasının sebebi şudur: Resulullah (s.a.v), sahabilerinden biriyle
karşılaştığında, onunla tokalaşır ve ona duâ ederdi. Ebu Hureyre, cünüp olması
sebebiyle kendisinin pis olduğunu zannetmiş ve dolayısıyla Resulullah
(s.a.v)'le tokalaşmaktan korkmuştur. Bundan dolayı da onun yanından sıvışarak
yıkanmaya gitmiştir. Resulullah (s.a.v)'de, onun bu yaptığın şaşırarak
"Subhanallah! Mümin kişi pis olmaz" buyurmuştur, (ç)
[250] Mü'minin pis olmamasının nedeni; onun, cünüplük sebebiyle
pis olmayacağı ve başkasını pisletmeyeceğidir. Bu sebeple cünüp birisiyle
konuşmak, ona dokunmak yada tokalaşmakta bir sakınca yoktur.
"Müşrikler,
necistir" (Tevbe: 9/28) ifadesiyle kast edilen husus; onların inançlarının
ve fiillerinin pisliğidir. Bedenlerinin pisliği değil.
Ölünün pis olup olmayacağı tartışma konusu olmuştur. Hanefi alimlerinden
Aynî'ye göre; ister ölü ve ister diri olsun hiçbir şekilde Müslüman'ın necis
olamaz, (ç)
[251] Subhanallah" kelimesi, burada, taaccüp ve hayret
etmek için kullanılmıştır, (ç)
[252] Buharı, Gusl 23, 24; Müslim, Hayz (371); Ebu Dâvud,
Taharet 91 (231); Tirmizî, Taharet 89 (121); Nesâî, Taharet 172; İbn Mâce,
Taharet 80 (534); Ahmed b. Hanbel, 2/471
[253] Buhârî, Gusl 24
[254] Müslim, Hayz 371
[255] Ölen kimsenin azap çekmesini iki şekilde açıklamak
mümkündür:
"
1. Ruh açısından: Ölen kimselerin ruhları, kabirdeki sorgulamalarına
göre gittikleri berzah hayatında, eğer dünyada günahkar kimselerden iseler
orada mutsuz ve huzursuz bir hayat sürdürmeleri, onlar İçin bir azap şeklidir.
Çünkü Kıyamet kopuncaya kadar bu şekilde bir hayat geçirmeleri, manevi açıdan
onları hüzünlendirir. Bu da onları mutsuz kılar. 2. Beden Açısından: Ölen
kimsenin, kabirde; Yılan-çıyan ve haşerat tarafından ısırılması ve sokulması,
cehennemlik olan kimseye sabah-akşam cehennemdeki yerinin gösterilmesi, bazı
kötü kimselerin toprak tarafından kabul edilmeyip insanlara ibret olsun diye
dışarı atılması gibi hususlar, (ç)
[256] İdrardan sakınmamak; adam öldürmek, zina yapmak gibi
günahların en büyüklerinden sayılmazsa da, namazın sıhhatine engel olduğu için
kabir azabına sebep olmaktadır, ç
[257] Koğuculuk ise; zarar vermek maksadıyla insanlar
arasında söz taşımaktır. Ya devamlı olduğu için yada insanlar arasında büyük
felaketlerle sebep olduğu için kabir azabına sebep olmuştur, fç)
[258] islam alimlerine göre; Resulullah (s.a.v), hurma
dallarını mezarların üzerine dikmekle azab gören kabir sahiplerine şefaatçi olmak istemiştir.
[259] Bunârî, Vudû' 55, 56, Cenâiz 89; Müslim, Taharet 111
(292); Tirmizî, Tahâret53 (70);
Ebu Dâvud, Taharet 11 (20, 21); Nesâî, Cenâiz 116; İbn Mâce, Taharet 26
(347); Ahmed
b.
Hanbel, 1/225
[260] Nesâî, Cenâiz 116
[261] Müslim, Taharet 111 (292); İbn Mâce, Taharet 26 (347)
[262] Buhârî, Vudû'55
[263] Hz. Peygamber (s.a.v)'in ayakta işemesi ile ilgili
çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
İmam Şafiî (ö.
204/819), Hz. Peygamber (s.a.v)'in bel ağrısından dolayı ayakta işediğini belirtmiştir.
Bazılarına göre ise; çöplük, necaset yeri olduğu için oturmaya müsait
değildi. Dolayısıyla Hz.
Peygamber (s.a.v), devamlı oturarak küçük abdest bozması adeti olduğu halde
böyle
bir
yerde ayakta işedi.
Bazılarına göre ise,
idrarın sıçramayacağı yerlerde ayakta işemenin caiz olduğunu göstermek için
böyle hareket etmiş olma ihtimali daha kuvvetlidir.
Bazılarına göre İse,
Hz. Aişe hadisi, Hz. Peygamber (s.a.v)'İn evdeki yada kapalı yerdeki durumunu
anlatması sebebiyle evlerde veya kapalı yerlerde oturarak işenilmesi gerektiği,
Huzeyfe'den gelen hadisin ise, açıka alanda yada evin dışında caiz olduğunu
belirtmişlerdir.
Ayrıca Hz. Aişe, Hz.
Peygamber (s.a.v)'in ayakta İşediğini söyleyen kimsenin sözüne inanılmaması
gerektiğini belirtmiş olsa da, Hz. Aişe, Hz. Peygamber (s.a.v)'in ancak evdeki
halini bilebilir. Halbuki sahabenin büyüklerinden olan Huzeyfe'nin şahadetine
göre, Hz. Peygamber (s.a.v), Medine'de bir çöplükte ayakta dikilerek küçük
abdest bozmuştur. Yine Hz. Ali, Hz. Ömer ve Zeyd b. Sâbit'in de ayakta
işedikleri sabittir. Bütün bu durumlar, ayakta işemenin mekruh olduğunu, fakat
idrar sıçramasından emin olunduğu zaman ke-rahetsiz olarak caiz olduğunu
gösterir. Hanefi ve Şafiî fıkıhçilannin görüşü bu şekildedir. Yine ayakta
işemek, Hanbeli mezhebine göre mubah, Mâliki mezhebine göre ise sıçrama
ihtimali yoksa caiz, aksi takdirde mekruhtur. B.k.z: Ahmed Davudoğlu, İbn
Abidin Ter-cemesi, 1/592-593; N. Yeniel - H. Kayapınar, Sünen-i Ebu Dâvud
Terceme ve Şerhi, 1/50-51; Komisyon, Sünen-i Nesâî, 1/46-48 (ç)
[264] Buhârî, Vudû' 60, 62; Müslim, Taharet 73 (273); Ebu
Dâvud, Taharet 12 (23); Tirmizî, Taharet 9 (13); Nesâî, Taharet 24; İbn Mâce,
Taharet 13 (305, 306); Ahmed b. Hanbel, 5/382, 394. 402
[265] Burada geçen "cild" kelimesi; bazılarına
göre, İsrail oğullarının sırtlarına giydikleri kürktür ve bazılarına göre ise
zahiri anlamda tendir, (ç)
[266] Hadis, bu ümmete gösterilen kolaylıklara delildir.
İsrail oğulları ise bunun zıddına zor şeylerle emrolunmuşlardı. İdrar sıçrayan
yeri makasla kesmek, bunlardan sadece birisidir. Alimler, iğne ucu kadar ufak
idrar damlalarının hükmü hususunda ihtilaf etmişlerdir. imam Mâlik (ö.
179/795)'e göre bu tür idrar damlalarını yıkamak müstehabür, Şâfiîlere göre
farzdır, imam A'zam Ebu Hanîfe (ö. 150/767} ise her necasetin az miktarında
olduğu gibi burada da kolaylık gösterip yıkamanın lazım olmadığını
belirtmiştir, (ç)
[267] Müslim, Taharet 273
[268] Ebu Dâvud, Taharet 12 (23)
[269] Ebu Dâvud, Taharet 12 (23)
[270] Henüz yemek yemeye başlamamış çocukların İdrarının
temizleniş biçimi alimler
arasında ihtilaf konusu
olmuştur. İmam Şafiî (ö. 204/819), İmam Ahmed (Ö.241/795) gibi bazı alimler;
Ebu Dâvud (ö. 275/888), Tirmizî (ö. 279/892), İbn Mâce (ö. 273/886)'nin rivayet
ettiği "kızın idrarı yıkanır, oğlan çocuğunun idrarının üzerine su
serpilir" hadisine dayanarak kız çocuğu ile oğlan çocuğunun İdrarını
ayırmışlardır. Hanefi mezhebi ile İmam Mâlik (Ö. 179/795) gibi bazı alimlere
göre ise kız ve oğlan çocuklarının idrarları arasında fark yoktur. Her
ikisinin idrarı da pistir. Ancak yıkanmakla temizlenir.
Yemek yiyen çocukların
idrarı, ittifakla ancak yıkanmakla temizlenebilir, (ç)
[271] Buhârî, Vudû' 59; Müslim, Taharet 103 (287); Ebu
Dâvud, Taharet 135 (374); Tirmizî, Taharet 54 (71); Nesâî, Taharet 189; İbn
Mâce, Taharet 77 (524); Ahmed b, Hanbel, 6/355
[272] Müslim, Taharet 103 (287)
[273] Müslim, Taharet 103 (287), Selam (287); Tirmizî,
Taharet 54 (71)
[274] Buhârî, Vudû1 31, Salât 47, Et'ime 5; Müslim, Taharet
66 (268); Ebu Dâvud, Libâs 41 (4140); Tirmizî, Cum'a 75; Nesâî, Taharet 90; İbn
Mâce, Taharet 42 (401); Ahmed b. Hanbel, 6/96, 130,147, 187,188
[275] Buhârî, Salât 47; Müslim, Taharet 67 .
Hadis, Hz. Peygamber (s.a.v)'in, her işe
sağdan başladığını ifade ermektedir. Fakat hadisin bazı varyantlarında
"bütün işlerinde" ifadesinin yer almaması; hadisin, genellik ifade etmediği
ve bazı harici unsurlarla sınırlandırıldığı ifade edilmiştir. Bu konu ile
ilgili olarak İmam Nevevî (ö. 676/1277)şöyIe der:
"Sağdan başlama
meselesi, şeriatın daimi bîr kuralıdır. Bu kural şu şekildedir: Saygı ve değer
yönünden olan; elbise ve mest giymek, mescide girmek, misvakı kullanmak, sürme
çekmek, tırnak kesmek, bıyık kısaltmak, saç taramak, koltuk altı tıraşı yapmak,
saç kesmek, namazda sağa selam vermek, Taharet organlarını yıkamak, heladan
çıkmak, yiyip İçmek, tokalaşmak, Hacerü'l-Esved taşını öpmek ve benzeri
durumlarda sağdan başlamak müstehaptır. Bunun zıddı olan helaya girmek,
mescitten çıkmak, burnu silmek, Taharet lenmek, elbise, don ve mest çıkarmak
gibi şeylerde İse soldan başlamak müstehaptır. Bütün bunlar, sağ tarafın
yücelik ve şerefindendir."
Bazıları da şöyle
demişlerdir: Bu meselenin aslı şöyledir: Yapılması hoş ve iyi olan İşlerde
sağdan başlamak müstehaptır. Soldan başlaması müstehap olan fiiller, -fıtrat
gereği- iyi olan şeyler değildir. Bunlar, ya terk edilmesi iyi olan yada
yapılması hoş olmayan işlerdir." (Ç)
Ebu Dâuud, Libâs 41 (4140)
[277] Müslim, Taharet 66 (268); Tirmizî, Cum'a 75; İbn Mâce,
Taharet 42 (401)
[278] Mübaşeret: Çıplak olarak, uücudu vücuda
dokundurmaktır. Bazı durumlarda, cinsel ilişki için kullanılıyorsa da, burada,
ittifakla birinci manada kullanılmıştır.
Hadis, Resulullah
(s.a.v)'in, diz kapağı ile göbeği arası kapalı olan hayız halindeki hanımlarından
istifade ettiğini göstermektedir. Buna göre kişinin, her ne şekilde olursa
olsun, hanımının, göbek İle diz kapağı arası hariç vücudun geri kalan kısmıyla
faydalanması helaldir.
Hayiztı kadınla cinsel
ilişki, Kur'an'in açık ifadesi ve sahih hadislerle yasaklanmıştır. Hane-filere
göre, kişinin, haram olduğunu bildiği halde hayizlı hanımiyla cinsel ilişkide
bulunması günahtır. Tevbe edip istiğfar etmesi lazımdır. Cumhura göre ise, bir
yada yarım dinar sadaka vermesi müstehaptır. Bazılarına göre ise vaciptir.
Hanefilere göre, kan
kesildikten sonra gusül abdesti almadığı halde, üzerinden bir namaz vakti
geçmesi halinde kişinin hanımıyla cinsel ilişki de bulunmasında bir sakınca
yoktur. (Ç)
[279] Buhârî, Hayz 5; Müslim, Hayz 1-2 (293); Ebu Dâvud,
Taharet 106 (268, 273}; Tirmizî, Taharet 99 (132); Nesâî, Hayz 12, 13; İbn
Mâce, Taharet 121 (635); Ahmed b. Hanbel, 6/33, 34, 78, 90, 113, 123,128,143,
174
[280] Buhârî, Hayz 5
[281] Ebu Dâvud, Taharet 106 (273); İbn Mâce, Taharet 121
(635)
[282] Hubus" kelimesi, "Habîs" kelimesinin
çoğulu olup "erkek şeytanlar" anlamına gelmektedir. Habâis" ise "Habise"
kelimesinin çoğulu olup "dişi şeytanlar" anlamına gelmektedir.
İbnü'l-Arabî (ö. 643/1148)'ye göre, bu kelime; çirkin şeyler için
kullanılır. Hubs, genellikle, sözde sövmeyi, inançta küfrü, yiyeceklerde
haramı, içeceklerde zararlı şeyleri ifade eder. Tuvalete girmek isteyen kimse,
bu Duayı okumalıdır. Çünkü tuvaletler, Allah'ın açıkça zikredilmesi uygun
olmayan yerler olduğu için şeytanlar, buralarda, çokça eğleşir ve insan oğluna
daha çok musallat olurlar. Tuvalete girerken şeytanlardan Allah'a sığınmak, bu
nedenden dolayı gereklidir. Açık arazide abdest bozmak da, tuvalette abdest
bozmak gibi Allah'a sığınmayı gerektirir. Tuvalete girerken Allah'a sığınmayı
unutan kimse, İslam alimlerinin çoğunluğuna göre, girdikten sonra kalben
Allah'a sığınır, (ç)
[283] Hz. Peygamber (s.a.v)'in abdest bozacağı yere girerken
Allah'a sığınması; kulluğunu göstermek, ümmetine abdest bozmanın edeblerinİ
öğretmek içidir. Aslında o, bütün kötülüklerden ve şeytanlardan korunmuştur,
(ç)
[284] Buhârî, Vudû' 9, Deavât 15; Müslim, Taharet 122 (375);
Ebu Dâvud, Taharet 3 (4, 5); Tirmizî, Taharet 4 (5); Nesâî, Taharet 18; İbn
Mâce, Taharet 9 (296); Ahmed b. Hanbel, 3/409
[285] Buhârî, Vudû'9
[286] Müslim, Taharet 122 (375)
[287] İslam hukukçuları, kadınların gördükleri kanı üçe
ayırmışlardır: 1. Hayız (=adet) Kanı, 2. Nifas {=Ioğusa) Kanı, 3. İstihaze
Kanı.
İstihaze Kanı: Rahim
içi damarlardan hayız ve nifas hali dışında bir hastalık veya yapısal bir
bozukluk sebebiyle gelen özür kanıdır. Diğer bir ifadeyle, İstihaze; kadının
hayız ve loğusalık dışındaki kanamalarının genel adıdır.
İstihaze kanı
konusunda, her bir kadının kendi tecrübe ve kanaatinin önemli olduğu ve nihai
olarak tıp biliminin tespitlerinin ölçü alınması gerektiği bilinmelidir.
İstihaze kanı; dinmeyen burun kanaması, tutulamayan idrar ve yaradan sürekli
kan akması gibi sadece abdesti bozan bir özür halidir. Bu durumdaki kadın,
gerekli maddî-bedenî temizliği yapar, gerekli tedbirleri alır ve özürlü
kimselere tanınan ruhsat ve muafiyetleri kullanarak her bir namaz vakti için
ayrı ayrı namaz abdesti alıp ibadetlerini yerine getirir. Hanefi mezhebine
göre; adet hali belli olan müstehaza bir kadının hayzının bittiği, adet halinin
geçmesiyle bilinir.Kadın adet zamanını şaşırırsa araştırır. Adet günlerinin
geçtiğine kanaat getiremezse, bildiği günlerin en azıyla amel eder.
Yeni hayız görmeye başlayan bir kızın adet hali, sabit olmaksızın kanı
kesilmeyip devam edecek olursa, her ayın on günü adet haline sayılır, yirmi gün
de temizlik müddeti sayılır. (Ç)
[288] Bu kanın, hayız kanı değil de, damardan gelen bir kan
olması nedeniyle boy abdestini gerektirmemesi gerekir. O halde Resulullah
(s.a.v), istihaze halinde boy abdesti alınması gerektiğini niçin emretmiştir?
Resulullah (s.a.v)'in bu emri, hayızdan yıkanma şeklinde yorumlanır.
Resulullah (s.a.v)'in sözünün özeti: "Bu devam eden kan, hayız kanı değil,
istihaze kanıdır. Hayız günlerin geçince boy abdesti al ve namazını kıl"
şeklindedir. İmam Şafiî {ö. 204/819), istihaze olan Ümmü Habîbe'nin, her namaz
için tetavvu olarak boy abdesti aldığını söylemektedir. Cumhura göre,
Resulullah (s.a.v), Ümmü Habîbe'ye; her namaz için boy abdestini emretmemiştir.
Müslim, Hayz 63 .{334); Tirmizî, Taharet 96 (129)'de de geçtiğine göre; bu
hanım, boy abdesti alma işini, kendi başına yapmıştır. Ebu Dâvud, Taharet 109
{285)'de, bunun, Evzaî (ö. 157/774)'den başka hiç bir kimsenin söylemediği
belirtilmiştir.
Ayrıca her namaz için
boy abdesti alma işini, kanın azalmasını sağlamak için bir tedavi metodu olduğu
şeklinde yorumlamak ta mümkündür.
Ümmü Habîbe hadisinin, Fatıma bint. Ebi Hubeyş hadisiyle nesh edildiği
de ileri sürülmüştür.
Hattabî (ö. 388/998)'ye
göre; bu hadis, kısa bir şekilde rivayet edilmiştir. Kadının hali, genişçe bir
şekilde açıklanmamıştır. Her istihazalı ^kadına boy abdesti almak vacip
değildir. Boy abdesti alma emri; gelen kanın, hayız kanı mı, yoksa istihaze
kanı mı olduğunu ayı-ramayan yada gününü, vaktini ve sayısını unutan kimse
kadın İçin geçerlidir. Böylesi bir kadın, hiçbir namazını terk edemez ve her
namaz için yıkanması gereklidir, (ç)
[289] Burada geçen "Hind"in, hadisin ravisi olan
Ebu Bekr ibn Abdurrahman'ın hanımı mı, yoksa akrabası mı olduğuna dair hiçbir
yerde bir bilgiye rastlanılmam ıştır. İbn Hacer (ö. 852/1447)'in,
"el-İsâbe" adlı eserinin sonunda bir "Hind"den bahsedilmiş,
fakat kim olduğu açıklanmamıştır, (ç)
[290] Buhârî, Hayz 26; Müslim, Hayz 63-66 (334); Ebu Dâyud,
Taharet 110 (288, 289, 290, 291}; Tirmizî, Taharet 96 (129); Nesâî, Hayz 2, 3,
4; İbn Mâce, Taharet 115; Ahmed b. Hanbel, 6/71, 215, 296
[291] Müslim, Hayz 64
[292] Buhârî, Hayz 26; Ebu Dâvud, Taharet 110 (288}
[293] Ebu Dâvud, Taharet 110 (288)
[294] Müslim, Hayz 63 (334); Tirmizî, Taharet 96 (129)
[295] Müslim, Hayz 66
[296] Leğenin kanla dolu olmasından maksat; saf kanla dolu
olması demek değildir. İşin aslı, o leğen içinde yıkandığında leğendeki suyun
içerisine damlayan kan, suyun rengini kan rengine çevirmiş olmasıdır, (ç)
[297] Müslim, Hayz 65; Ebu Dâvud, Taharet 107 (279)
[298] Ebu Dâvud, Taharet 109 (285); Nesâî, Hayz 2, 4
[299] Ebu Dâvud, Taharet 110 (288)
[300] Ebu Dâvud, Taharet 110 (289, 290, 291)
[301] Ebu Dâvud, Taharet 110 (292); Müslim, Hayz 63 (334);
Nesâî, Hayz 4
[302] Ebu Dâvud, Taharet 110 (292)
[303] Kadınların öteden beri gelen adetlerinin biyolojik
sebeplerine uymadığı İçin şeytanın vur-masıyla adet kanamasının meydana
gelmeyeceği bir gerçektir. Bu tür kanamalar, bazı kadınlarda olduğu malumdur.
Bunun, bünye ve hastalık sebebiyle, özellikle de sıcak ülkelerde kanamanın
fazla olması sebebiyle damar çatlamasında olacağı açıktır. Böyle bir durumda
Peygamber (s.a.v)'in tavsiye buyurduğu yol; belli bir müddet sonra yıkanmak ve
özürlüler gibi, her namaz ayrı birer abdest alarak namazını kılmaktır.
Ayrıca şu mananın da netlik kazanması lazımdır ki; şeytanın vurması,
onun fırsat gözetleyip kadını kandırması, insanın en zayıf olduğu yönünden
gelip istediğini yaptırması demektir. B.k.z: G. Scognamillo & A. Arslan,
Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Şeytan, Karizma Yay. 3. baskı, İst. 2002, s.
217
[304] Nesâî, Taharet 135, Hayz 4
[305] Nesâî, Taharet 135
[306] Ebu Hubeyş'in asıl adı, Kays b. Muttalib'dir. (ç)
[307] Buhârî, Hayz 19, 24; Müslim, Hayz 62 (333); Ebu Dâuud,
Taharet 108 (282), 112 (298); Tirmizî, Taharet 93 (125); Nesâî, Hayz 4, 6; İbn
Mâce, Taharet 115 (621, 624); Ahmed b. Hanbel, 6/128, 129
[308] Buhârî, Hayz 24
[309] Buhârî, Hayz 24
[310] Ebu Dâvud, Taharet 108 (282)
[311] Ebu Dâvud, Taharet 112 (298)
[312] Bu ifade, hayzın başlangıcını ve bitiş zamanını
belirtmek içindir. İstihazalı kadın, ya kanın sıfatından yada adet günlerinde
kanın gelmesinden, gelen kanın hayız kanı olduğunu bilir. Fatıma bint. Ebu
Hubeyş'in de, adet hali bilinen bir kadın olduğu ihtimal dahilindedir.
Hanefiler İle İmam Ahmed (ö. 241/795)'in meşhur olan görüşüne göre; bu meselede,
kanın rengine değil, adet haline itibar edilir, (ç)
[313] Nesâİ, Taharet 138, Hayz 6
[314] Nesâî, Taharet 138, Hayz 6
[315] Resulullah (s.a.v)'in, Hz. Ömer'e "Abdest al,
cinsel organım yıka, sonra da uyu" buyurması, abdest imanın öne
alınmasını gerektirmez. Çünkü cümleleri birbirine bağlayan atıf edatı olan
"vau" harfi, tertibe delalet etmez. Sadece iki şeyin bir arada
toplanmasını ifade eder. Buna göre hadiste, abdest almakla cinsel organını
yıkama işlerinin ikisinin de yap-ıulmasi emredilmektedir. Nitekim hadisin İmam
Mâlik (ö. 179/795)'ten rivayet, "cinsel organını yıka, abdest al, sonra
da uyu" şeklindedir. Hadiste abdestin önce alınması, onu tazim ve teberrük
içindir. Buhârî'nin rivayetinde abdest alma, emir sığasıyla değil, "Abdest
aldığı zaman uyur" şeklinde şart sığasıyla gelmiştir, (ç)
[316] Buhârî, Gusi 25, 27; Müslim, Hayz 23 (306); Ebu Dâvud,
Taharet 86 (221); Tirmizî, Taharet 88 {120}; Nesâî, Taharet 167; İbn Mâce,
Taharet 99 (585); Ahmed b. Hanbel, 1/125
[317] Cünüp olan kimsenin, uyumadan önce abdest alması
meşrudur. Ancak bunun hükmü hususunda ihtilaf edilmiştir.
Süfyan es-Sevrî, Saîd
ibnu'l-Müseyyeb, İmam Ebu Yûsufa göre; cünüp kimsenin abdest almadan uyuması
caizdir.
Evzâî (ö. 157/774),
İmam Şafiî (ö. 204/819), İmam Mâlik (ö. 179/795), İmam Ahmed b. Hanbeî (ö.
241/795), İmam Azam Ebu Hanîfe (ö. 150/767) ve alimlerin çoğuna göre; cünüp
kimsenin uyumadan önce abdest alması müstehabtır. Bunlar, konu ile ilgili
hadiste, "abdestin emredilmesini" mendub olma şeklinde
yorumlamışlardır.
Bir grup alim de, burada,
"abdestin alınması"ndan maksadın; "sözlük anlamı itibariyle
abdest alma" olduğunu belirtmişlerdir. Bunlara göre, gerekli olan, eİleri
ve cinsel organını yıkamaktır. İbnü'l-Cevzî (ö. 597/1200), bunun hikmetinin;
meleklerin pislik ve kötü kokudan uzaklaşıp şeytanların yaklaşması olduğunu
söylemektedir. Şah Veliyyullah Dihlevî (ö. 1176/1762)'de, "cünüplük,
meleklerin melekliğine zıt olduğuna göre, mümin hakkında uy gun olan, cünüp
olarak uyumamak ve yemeği uzatmamaktadır. Eğer boy abdesti alması mümkün olmazsa
abdestiterk etmemesi gerekir" der. (ç)
[318] Buhârî, Gusl 27
[319] Buhârî, Gusl 25
[320] Müslim, Hayz 23 (306)
[321] Tirmizî, Taharet 88 {120}
[322] Buhârî, Gusl 25, 27; Müslim, Hayz 21 (305), 26 (307);
Ebu Dâvud, Taharet 87 (222, 223), 88 (224); 89 (226, 228), Vitr 8 (1437);
Tirmizî, Taharet 87 (118, 119); Nesâî, Taharet 163, 164, 165, 166, Gusl 5; İbn
Mâce, Taharet 99 (584), 104 (593); Ahmed b. Hanbel, 6/92,102,103, 119, 120
[323] Buhârî, Gusl 27
[324] Müslim, Hayz 21 (305)
[325] Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre, cünüp kimsenin
bir şey yemek isterse, ellerini yıkamalıdır.
İmam Ahmed b. Hanbel
(ö. 241/795)'e göre; cünüp oian kişinin uyumazdan, ikinci defa İlişkide bulunmazdan
veya yiyip içmezden Önce cinsel organını yıkamakla beraber abdest alması müstehabtır. İmam Mâlik (ö.
179/795) ile İmam Şâfıî (ö. 204/819)'ye göre; ellerine pislik bulaşmışsa onları yıkar.
İmam A'zam Ebu Hanîfe
(ö. 150/767)'ye göre ise, cünüp olan kişi, bir şey yemek isterse, ellerini yıkar, ağzını
da suyla çalkalar. Abdest almadan uyumasında bir sakınca olmamakla birlikte alması daha
uygundur.
Yalnız burada abdest almak, ruhsat olarak gösterilmektedir. Boy abdesti
almak ise azimet
olarak
İfade edilmektedir. Azimet ise, ruhsattan daha faziletlidir, (ç)
[326] Müslim, Hayz 22 (305)
[327] Müslim, Hayz 26 {307}
[328] Ebu Dâvud, Taharet 87 (222)
[329] Ebu Dâvud, Taharet 87 (223)
[330] Ebu Dâuud, Taharet 88 (224)
[331] Hz. Aişe, burada, soru biçimine uyarak Resulullah
(s.a.v)'in, vitri; bazen gecenin başında ve bazen de gecenin sonunda kıldığını
söylemiştir. Halbuki Resulullah (s.a.v)'in, vitri, gecenin ortasında kıldığı
da olmuştur, (ç)
[332] Hanefilere göre; gece namazındaki kıraat; hem açıktan
ve hem de sessiz olarak okumak caizdir. Hanefî alimlerinden Aynî (ö. 855/1451):
"Sahih olanın; okuyanın zamanı, yeri ve haliyle sınırlandığını, sesli veya
sessiz okumada bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiğini"
söyler, (ç)
[333] Ebu Dâvud, Taharet 89 (226)
[334] Tirmizî, Taharet 87 (118)
[335] Tirmizî, Taharet 87 (119)
[336] Ebu Dâvud, Taharet 89 (228)
[337] Nesâî, Taharet 163
[338] Nesâî, Taharet 163
[339] Nesâî, Taharet 164
[340] Nesâ\, Taharet 165
[341] Müslim, Hayz 26 (307); Ebu Dâvud, Taharet 89 (226)
[342] Nesâî,GusI5
[343] Bu ifadeden; Resululİah (s.a.v)'in ayaklarını yıkamak
için yerini değiştirdiği ve ayaklarını yıkama İşini en sona bıraktığı
anlaşılmaktadır.
Cumhur, bu tür
rivayetlere dayanarak mutlak olarak boy abdestinde ayaklan en son yıkamanın
müstehab olduğu görüşüne varmıştır.
İmam A'zam Ebu Hanîfe (ö. 150/767) ve öğrencilerine göre, gusledilen
yer; leğen, küvet gibi suyun biriktiği bir yer durumunda ise ayakları yıkama
işini en sona bırakmak, değilse abdestin hemen sonunda yıkamak müstehabür. (ç)
[344] Buhârî, Gusl 1, 5; Müslim, Hayz 37 (317); Ebu Dâvud,
Taharet 97 {245); Tirmizî, Taharet 76 (103); Nesâî, Taharet 161, Gusl 14, 15,
22; İbn Mâce, Taharet 94 (573); Ahmed b. Hanbel, 6/236, 325, 330, 2/129
[345] Burada Hz. Peygamber (s.a.v)'in, avret yerini yıkama
esnasında eline herhangi bir kokunun bulaşmış olma ihtimaline karşılık
ellerini yere iyice sürttüğü anlaşılmaktadır. Bu da, Hz. Peygamber (s.a.v)'in,
temizliğe ne derece önem verdiğini ve hoş olmayan kokuların bedeni üzerinde
kalmaması için ne kadar dikkat ettiğini göstermektedir, (ç)
[346] Buhârî, Gusl 21
[347] Buhârî, Gusl 8
[348] Boy abdesti ve namaz abdesti sırasında ağza ve buma su
vermenin hükmünün ne olduğu konusunda alimler arasında görüş ayrılığı vardır:
Ahmed b. Hanbel (ö.
241/795)'e göre; boy abdesti ve namaz abdesti sırasında ağza ve
burna su vermek
farzdır.
İmam Mâlik (ö. 179/795)
ve İmam Şâfıî (ö. 204/819) alimlerine göre ise; hem boy abdes-
tinde ve hem de namaz
abdestinde sünnettir.
Hanelilere göre ise;
boy abdestinde farz olup namaz abdestin de farz değildir, (ç)
[349] Başım da üç defa yıkadı. Sonra bedenine su döktü"
ifadesinden; Resulullah (s.a.v)'in saçlarının arasını ovalamadığı, sadece suyu
dökmekle yetindiği anlaşılır. Fakat başka rivayetlerde, daha su dökünmeye
başlamadan vücutta kıl olan yerlerini ovaladığı zikredilmiştir. Burada
ravinin, hadisi uzatmamak için bunu zikretmemiş olduğu anlaşılacağı gibi, Hz.
Peygamber (s.a.v)'in ovalamayı bazen terk ettiği de anlaşılabilir, (ç)
[350] Buhârî, Gusl 10
[351] Bu ifadeden; bir kimsenin, boy abdesti yada namaz
abdesti alan kimseye yardım etmesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır, (ç)
[352] Buhârî, Gusl 11
[353] Buhârî, Gusl 16
[354] Buhârî, Gusl 18
[355] Müslim, Hayz 38
[356] Cabir b. Abdullah (ö. 74/693), İbn Ebi Leyla (ö.
148/765) ve Saîd b. Müseyyeb (ö. 92/ 712), bu hadise dayanarak, boy abdesti ve
namaz abdesünden sonm kurulanmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Şâfiîlerin meşhur olan
görüşüne göre, silinmeyi terk etmek müstehabtır. Hz. Osman, Hasan b. AH, Enes
b. Mâlik, Hasen el-Basrî, İmam Mâlik, İmam Ahmed ve İmam A'zam Ebu Hanîfe'ye
göre; boy abdesti ve namaz abdestinden sonra kurulanmada bir mekruhluk
görmemişlerdir. Bunlar görüşlkerine, İbn Mâce'nin Selmân el-Fârisî'den ri vayet
ettiği, "ResuluIIah (s.a.v) abdest aldı, üzerinde olan yün cübbeyi ters
çevirdi ve onunla yüzünü sildi" hadisi ile Tirmizî'nin Hz. Aişe'den
rivayet ettiği "Resulullah (s.a.v)'in bir bez parçası vardı. Abdestten
sonra bununla kurulanırdı" hadisini delil
olarak kabul etmişlerdir.
Resulullah (s.a.v)'İn
havlu kullanmaması, her zaman kullandığının aksinedir. Onuri bu hareketi, o
gün havlu kullanma İhtiyacını hissetmemesinden veya serinleme isteğinin bulunmamasından
olsa gerektir, (ç)
[357] Ebu Dâvud, Taharet 97 (245)
[358] Tirmizî, Taharet 76 (103)
[359] Nesâî, Taharet 161
[360] Nesâî, Gusl 15
[361] Nesâî, Gus! 22
[362] Buhârî, Gusl 1, 15; Müslim, Hayz 35 (316}; Ebu Dâvud,
Taharet 97 (240, 241, 242, 243, 244); Tirmizî, Taharet 76 (104); Nesâî, Taharet
152, 153, 155, 156, 157; İbn Mâce, Taharet 94 (574); Ahmed b. Hanbel, 6/52,
70, 72, 96,101,110, 143
[363] Buhan, Gusl 15
[364] Müslim, Hayz 36
[365] Müslim, Hayz 43 (321)
[366] Müslim, Hayz 39 {318}
[367] Hz. Peygamber (s.a.v) saçlarını ve vücudundaki kılları
ovalayarak aralarına suyun geçmesini sağlıyordu. Suyun, tenine değmesiyle
oranın temizlenmesine kanaat getirdiği an, üç defa başına su alarak bütün
vücudunu yıkıyordu. Artan su kalırsa, hepsini birden vücuduna döküyordu.
Mâlikîlere göre; sık
olsun, seyrek olsun, vücuttaki bütün kılların ovalanması vaciptir. Şafiî ve
Hanbelilere göre ise, ovalanmadığı takdirde su deriye ulaşıyorsa kılların
ovalanması mendub, ulaşmıyorsa vaciptir.
Hanefilere göre ise; ovalanmadan su deriye kadar ulaşırsa saçın ve
sakalın ovalanması müstehab, ovalanmadan deriye ulaşmazsa farzdır, (ç)
[368] Ebu Dâvud, Taharet 97 (242)
[369] Ebu Davud, Taharet 97 (243)
[370] Bu ifade, kadınların başlarını beş defa yıkamalarının
müstehab olduğunu gösterir. Ancak
senedde adı geçen Cümey'den dolayı bu hadis zayıf kabul
edilmiş ve delil olarak kabul edilmemiştir. Ayrıca Ebu Dâvud, Taharet 99 (251)'de,
kadınların saç örgülerinin durumu
ve başlarına üç defa su dökülebileceklerine dair açık
ifadeler vardır, (ç)
[371] Ebu Dâvud, Taharet 97 (241)
[372] Bu kap, süt sağacak kaba denir. Uzunluğu ve genişliği,
bir karıştan azdır, (ç)
[373] Ebu Dâvud, Taharet 97 (240)
[374] Nesâî, Taharet 152
[375] Nesâî, Taharet 153
[376] Nesâî, Taharet 155
[377] Nesâî, Taharet 156
[378] Nesâî, Taharet 157
[379] Nesâî, Taharet 157
[380] Tirmizî, Taharet 76 (104)
[381] İsİam dini, namazın yerine getirilmesini, dini temel
veciblerinden saymış olmasının yanı sıra her türlü mükellefiyette zorluğu
gidermeye ve kolaylığı temein etmeye de ayrı bir önem vermiştir. Bunun bir
örneği de, mükelelfler için mestler üzerine mesh yaparak abdest alam ve böylece
üzerine düşen ibadetleri yerine getirme imkanı vermiş olmasıdır.
"Mesh": Bir şey üzerinde eli gezdirmek, o şeyi elle silmek demektir.
Fıkıh literatüründe; bir çeşit hükmi temizlik İşlemi olup abdestte elin
ıslaklığıyla bir uzuv, mest veya herhangi bir şey üzerinde yapılan bir temizlik
çeşididir.
Dinimizin, ibadetlerde
kolaylığı tercih etmiş olması sebebiyle ayaklara mest yada benzeri bir şey
giyildiğinde, abdest için bunun çıkarılması ve ayağın yıkanması İstenmeyip
mestin üzerine mesh yapma caiz görülmüştür.
"Mest": Deri
ve benzeri maddelerden ayaklara giymek maksadıyla yapılan, ayakları topuklarla
birlikte örten, içine su geçinmeyecek veya yere konduğunda kendi kendine dik
durabilecek bir ayakkabı çeşididir.
Abdest alıken mestin
üzerinde eiin üç parmağı kadar yerin elin ıslaklığıyla bir defa mesh edilmesi
gerekir. Bunun için mestin abdestli olarak giyilmiş, mestin ayağın abdestte yıkanması
gereken yerlerini tamamen kaplamış olması aranır.
Abdesti bozan durumlar,
mest üzerine meshi de bozar. Üzerine mesh edilen mestin ayaktan çıkması veya
çıkarılması, mestin içerisine giren suyun bir ayağın yandan fazlasını ıslatmaı,
mesh süresinin sona ermesi meshi bozar.
Mestler üzerien emsh
etme süresi; yolcu olmayanlar için 24 saat, yolcular için 72 saattir. Bu süre,
mestin abdestli olarak giyilmesinden sonra abdesti bozan ilk durumdan baslar. (Ç)
[382] Cerîr b. Abdullah'ın, ayaklarını mesh ettiğini gören
bazı kimseler, ona: "Senin bu abdest
alış şeklin, Maide
suresi inmeden önce vardı. Maide suresi indikten sonra ayağa mesh etme izni
kaldırılmıştır" dediler. Bunun üzerine Cerîr: "Ben Maide suresi
indikten sonra Müslüman oldum' der. Cerîr, bu sözüyle; "Ben Resulullah
{s.a.vj'in mestli ayağına bu şekilde mesh ederek abdest alışını Maide suresi
indikten sonra gördüm. Dolayısıyla sizin, Maide suresi ayaklara mesh etmenin
hükmünü kaldırmıştır demeniz yanlıştır" demek istemiştir. (ç)
[383] Buhârî, Salât 25; Müslim, Taharet (272); Ebu Dâvud,
Taharet 60 (154); Tirmizî, Taharet 70 (93); Nesâî, Taharet 96; İbn Mâce,
Taharet 84 (543); Ahmedb. Hanbel, 4/358, 361
[384] Maİde suresinden kast edilen ise; abdest ayetidir. Bu
ayet, Benî Mustalık gazvesi sırasında inmiştir. Cerîr İse, ondan sonra Müslüman
olmuştur. Buna göre bu abdest ayetinin hükmü, yani ayakların yıkanması emri,
mest giymeyenlerle ilgili genel bir emirdir.
Cerîr'in hadisi İse; ayağında mest bulunan kimselerin ayaklarına mesh
edebileceklerini açıklama mahiyetinde meshin hükmünü, yıkamanın genel hükmünün
dışına çıkarmaktadır. (ç)
[385] EbuDâvud, Taharet 60 (154}
[386] Nesâî, Taharet 96
[387] Tirmizî, Taharet 70 (94)
[388] Buhârî, Vudû' 35, 48; Müslim, Taharet 75 (274); Ebu
Dâvud, Taharet 60 (149, 150, 151); Tirmizî, Taharet 72 (97), 73 (98), 74 (99);
Nesaî, Taharet 66, 87, 96, 97; İbn Mâce, Taharet 84 (545); Ahmed b. Hanbel,
4/245,246, 247,251,253,254
[389] Buhârî, Salât 25
[390] Buhârî, Cihad 90, Libâs 10
[391] Buhârî, Vudû1 35
[392] Tebük seferi, hicretin 9. yılında Bizanslılara karşı
düzenlenmiş bir seferdir, (ç)
[393] Buhârî, Meğâzî 81
[394] Bu ifade, meshlerin sahih olabilmesi için abdestii
iken giyilmelerinin şart olduğuna delalet eder. (ç)
[395] Buhârî, Vudû149
[396] Müslim, Taharet 79
[397] Müslim, Taharet 82
[398] Müslim, Taharet 83
[399] Bu ifade, meshlerin sahih olabilmesi için âbdestli
iken giyilmelerinin şart olduğuna delalet eder. (ç)
[400] Bu hadis; Hz. Peygamber (s.a.u)'in, mestler üzerine
mesh ettiğini anlatmaktadır. Yalnız Imamiyye, Hariciler ve Davud ez- Zahirî,,
Peygamber (s.a.v)'in abdest öğrettiği bir kişiye: "Ayaklarım yıka, yoksa
namazın kabul olmaz sözü ile Maide süresindeki abdest ayetlerini ve "Vay
o topukların ateşteki haline" hadisini delil getirerek "meshin caiz
olduğuna dair gelen hadisler nesh edilmiştir" demektedirler. Bunların bu
iddialıma şu şekilde cevap verilmiştir:
a. Hz. Peygamber (s.a.v)'in "ayaklarını
yıka" sözündeki emri; "abdest ancak yıkamakla olur" anlamına
gelmeyip meshin caiz olduğunu ifade eden hadisler bunu göstermektedir.
b. Yine onların, mesh
İle ilgili hadislerin nesh edildiğine dair iddiaları, doğru değildir. Çünkü
abdest ayeti, Müğreysİ gazvesi sırasında, hicretin 5. yılında nazil olmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in, mestlerini mesh ettiği ile ilgili konumuzla ilgili
hadis, Tebük seferinde hicretin 9. yılında meydana gelmiştir.
c. Onların, "mesh, abdest
ayetiyle nesh edilmiştir" İddiaları yanlıştır. Abdest ayetlerinin, meshİ
nesh edici bir yönü yoktur. Yalnız yıkamak mı, yoksa mesh mi daha faziletlidir
meselesi üzerinde ihtilaf vardır. Bu konuda İmam Mâlik, İmam Şâfıî, îmam A'zam
Ebu Hanî-fe'ye göre; yıkamanın, daha faziletli olduğu görüşündedirler. Çünkü
yıkamak, asıldır.
Halbuk alimlerin büyük
çoğunluğu, meshin caiz olduğu görüşündedirler. Örneğin, İmam A'zam Ebu Hanîfe
bu konuda şöyle der: "Bana ulaşan mesh hadisleri, gündüz aydınlığı kadar
açık, kesin ve parlak olmadıkça onların üzerinde bîr şey söylemedim. Mesh caiz
görmeyenlerin küfre düşeceklerinden korkarım. Çünkü mesh ile ilgili hadisler,
hemen hemen mütevatir drecesinde kuvvetli (=müstefız) hadislerdir." (ç)
[401] EbuDâvud, TahâretöO (151)
[402] EbuDâvud, Taharet 60 (150)
[403] EbuDâvud, Taharet 60 (156)
[404] Tirmizî, Taharet 75 (100)
[405] Nesâî, Taharet 96
[406] Nesâî, Taharet 96
[407] Abdest alırken baş, boyun ve kulakların mesh edilmesi,
abdestin aslî hükmüdür. Mest, nk ve sargı üzerine mesh ise yıkama yerine geçen
(=bedej, halef) bir işlemdir, (ç)
[408] Nesâî, Taharet 97
[409] Abdun-ahman ibn Avf, cennetle müjdelenmiş ve sahabenin
önde gelenlerinden birisidir. (Ç)
[410] Bu ifade; faziletçe üstün olan kimsenin, kendisinden
faziletçe daha aşağı olan kişiye namazda uymasının caiz olduğunu
göstermektedir, (ç)
[411] Nesâî, Taharet 66
[412] Nesâî, Taharet 87
[413] Nesâî, Taharet 96
[414] Nesâî, Taharet 87
[415] Kadının ihtilam olmasının hükmünü Peygamber (s.a.v)'e
sormak, kadın İçin adeten ayıp bir şey sayıldığı için kadın, ilk önce Peygamber
(s.a.v)'e nezaketle ve özür belirterek soruyu sormaktadır. Halbuki kişi,
yararına uygun olan şeyleri sormaktan utanmaması gerekir. Utanılacak cinsten de
olsa, bilmediği bir şeyi soran kimseyi ayıplamak doğru değildir. Kadın da
erkek gibi İhtilam olur ve ondan da sperm gelir, (ç)
[416] Bu ifadeden; erkeğin suyunun galip gelmesi halinde
çocuğunun babaya, kadının suyunun galip gelmesi halinde İse çocuğun anneye
benzeyeceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla doğan çocuk, babasına benzediği gibi
annesine de benzeyebilir, (ç)
[417] Buhârî, İlm 50, Gusl 22, Enbiya 1, Edeb 68, 79;
Müslim, Hayz 32 (313); Ebu Dâvud, Taharet 95 (237); Tirmizî, Taharet 90 (122);
Nesâî, Taharet 131; İbn Mâce, Taharet 107 (600); Ahmed b. Hanbel, 6/306
[418] Müslim, Hayz 32 (313)
[419] Buhârî, İlm 50
[420] Buhârî, Enbiya 1, Edeb 68
[421] Tirmizî, Taharet 90 (122)
[422] Nesâî, Taharet 131
[423] Ebu Dâvud, Taharet 95 (237)
[424] Buhârî, Vudû' 26; Müslim, Taharet 87 (278); Ebu Dâvud,
Taharet 49 (103, 104, 105); Tirmizî, Taharet 19 (24); Nesâî, Taharet 1; İbn
Mace, Taharet 40 (393); Ahmed b. Han-bei, 2/265, 284, 403, 500,
[425] Burada uykudan uyanan kimsenin, elini yıkaması
emredllmektedir. Elinde ibrik gibi bir su kabının bulunmaması halinde yıkamadan
elini abdest alacağı kaba sokmaması İstenilmektedir.
İbn Kayyim (ö.
751/1350) gibi bazı aiimelere göre; yıkama emri taabbudidir. Yanibunun
hikmetini akıl kavrayamaz. Sadece kulların kulluklarını göstermeleri için
verilmiş bir emirdir. Ancakhadiste, yıkama emrinin sebebi açıklanmış
olduğundan bu görüş reddedilmiştir. Hadisten anlaşıldığına göre, bu emrin
sebebi; insanın gece ellerinin nerelerde gezindiğini bilmemesidir. Geceleyin
eller, vücudun pis yerlerinde dolaşarak yada sivilceli ve yaralı yerleri
kaşıyarak pislenebilirler. Dolayısıyla kaba sokmadan önce elleri yıkama emrinin
hikmeti budur.
Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî alimlerine göre. su kabına daldırmadan elleri
yıkamak sünnettir. Çünkü kişinin ellerinin nerede gezdiğini bilmemesinin bu
yıkamaya sebep olarak gösterilmesi, ellerin temiz olup olmaması şüphesinin bu
emrin sebebi olduğunu gösterir. Bu da, bu emrin hakiki manası olan vaciplik
ifade etmekten çıkması demektir. Dolayısıyla bu imamlar, uykudan kalkıpta
abdest almak isteyen kimsenin ellerini kaba sokmadan yıkamasının hükmünün
sünnet olduğunu söylemişlerdir, (ç
[426] Müslim, Taharet 88
[427] Ellerin üç kere yıkanması müstehabtır. (ç)
[428] Müslim, Taharet 88
[429] Buhârî, Vudû1 26
[430] Ebu Dâvud, Taharet 49 (103)
[431] Tirmizî, Taharet 19 (24)
[432] Ebu Dâvud, Taharet 49 (105)
[433] Nesâî, Taharet 1
[434] Buhârî, Vudû' 18, 19; Müslim, Taharet 63 (267); Ebu
Dâvud, Taharet 18 (31); Tirmizî, Taharet 11 (15); Nesâî, Taharet 23, 42; İbn
Mâce, Taharet 15 (310); Ahmed b. Hanbel, 5/300
[435] Resulullah (s.a.u)'in uygulamalarından biri; sağ
elini, yiyecek ve içecek şeylerde ve sol elini İse temizlik işlerine ayırmıştı.
Bu durum, insanın büyük abdest bozması halini de kapsamaktadır. Şâfiîler ile
Hanbelİlerden bazılarına göre, bu şekilde temizlenmek haramdır. Cumhura göre
ise sağ elle silinmenin hükmü, tenzihen mekruhtur, (ç)
[436] Suyu bir nefeste içmek, su içme adabına uymayan bir
davranıştır.Islamî edebe göre; su, üç nefeste içilir. Ayrıca bir nefeste
içmekte; ağzadan gelen akıntının suya karışması ve ağız kokusunun kaba sinmesi
gibi durumlardan dolayı o kapdan su içenlerin yada bakan kimselerin iğrenmesi
söz konusudur. Suyu yavaş yavaş içmek, mide açısından daha sağlıklı bir
durumdur. Yine yemek yerken yemeği üflemek te, bu duruma girmektedir, (ç)
[437] Buhârî, Vudû119
[438] Buhârî, Vudû118
[439] Müslim, Taharet 63 (267)
[440] Müslim, Taharet 65 (267)
[441] Nesâî, Taharet 23, 42
[442] Tirmizî, Taharet 11 (15)
[443] Buhârî, Cum'a 8, Temenni 9; Müslim, Taharet 42 (252);
Ebu Dâvud, Taharet 25 (46); Tirmizî, Taharet 18 (22); Nesâî, Taharet 7; İbn
Mâce, Taharet 7 (287); Ahmed b. Hanbel, 2/245, 299, 429, 460, 509
[444] Misvak: Dişleri temizlemek için kullanılan lifli bir
ağacın dallarına denir. Bu dallar, genellikle, bir karış boyunda kesilerek
ucundan kabuğu soyularak lifleri çıkarılır ve bu kısımla dişler fırçalanır.
Misvakın en iyisi, "Erâk" ağacından olanıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v)
çeşitli hadislerinde Müslümanları misvak kullanmaya teşvik etmiştir. Abdest
alırken, abdestin bozulma durumu yoksa namaza başlamadan önce ve diğer zamanlarda
ağzın tmizlenmesi güzel bir davranıştır. Zaten hadisin metninde geçen
"sivak" kelimesi; hem diş fırçalamada kullanılan ağaç dalına ve hem
de bizzat fırçalama eylemine denir ki, bu da, dişlerin, bu dal parçası veya
benzeri bir şeyle fırçalanmasıdır. Bununla birlikte dişlerin kirlerini gideren
ve ağzı temizleyen her türlü fırça ve malzeme kullanmak sünnete uygundur.
Misvak kullanmak, Hz. Peygamber (s.a.v) için farz ise de, ümmetine
mendubtur. Ümmetien farz kılınmayışının nedeni, "zorluk korkusu"dur.
(ç)
[445] Müslim, Taharet 42 (252)
[446] Her nekadar namazı vaktinde kılmak en faziletli durum
ise de, bu hadis; yatsı namazını, gecenin ilk üçte birine kadar veya yarısına
kadar geciktirmenin mendub olduğunu gös-termektedirr. Bu sayede kişi, namazı
bekleme sevabı alır. Çünkü insan, namazı beklediği sürece namazdaymış gibi
sevap alır. Buhârİ'nin bir rivayetinde, "Siz namazı beklediğiniz müddetçe
namazdasınız" buyurulmaktadır. (ç)
[447] Ebu Dâvud, Taharet 25 (46)
[448] Erkeklerden çıkan maddeler dört çeşittir:
a. İdrar: İdrar, ittifakla necistir. Affedilen
mikdarı aştığı takdirde yıkanması şarttır.
b. Vedî: Bazen idrarın peşinden çıkan yapışkan
bir maddedir. Bu da idrar gibi necistir.
c. Meni (=sperm): Şehvetten dolayı akan sıvıdır.
Boy abdestini gerektirir.
d. Mezi: Beyaza benzeyen yapışkan bir sıvıdır.
Oynaşma veya öpüşme esnasında bazen erkekten yada kadından gelir. Pistir. Fakat
boy abdestini gerektirmez. Bundan dolayı ancak abdest almak gerekir.
Soru sormak ve fetva istemek hususunda vekil tayin etmek caizdir.
Kişinin, hanımın yakınlarıyla, örfen ayıp kabul edilen meselelerde direkt
olarak konuşmayıp bir aracı kişiyle çözümlemesi uygundur, (ç)
[449] Buhârî, İlm 51, Vudû1 34, Gusl 13; Müslim, Taharet 17
(303); Ebu Dâvud, Taharet 82 (206, 207, 208, 209); Tirmizî, Taharet 83 (114);
Nesâî, Taharet 112, Gusl 28; İbn Mâce, Taharet 70 (504); Ahmed b. Hanbel,
1/124, 126
[450] Buhârî, Gusl 13
[451] Müslim, Hayz 19 (303)
[452] Şafiîlere ve Hanefilere göre; necaset mahallinin
yıkanması yeterlidir. Dolayısıyla meziden dolayı erkeklik organıyla birlikte
hayalarda yıkanmalıdır, (ç)
[453] Ebu Dâvud, Taharet 82 (208)
[454] Ebu Dâvud, Taharet 82 (209}
[455] Ebu Dâvud, Taharet 82 (206)
[456] Tirmizî, Taharet 83 (114)
[457] Nesâî, Taharet 112
[458] Nesâî, Taharet 112
[459] Nesâî, Taharet 112
[460] Nesâî, Gusl 28
[461] Nesâî, Gusl 28
[462] Nesâî, Gusl 28
[463] Nesâî, Gusl 28
[464] Nesâî, Taharet 112
[465] Ebu Eyyûb'un "istiğfarı"; bazılarına göre,
tuvaletleri kıbleye karşı yapanlar içindir. Çünkü günahkarlar için istiğfarda
bulunmak sünnettir. Bazıları da, bu sitiğfarın, kıbleye karşı oldukları için
yapıldığını söylerler. Fakat hadisin zahiri manasına göre, söz konusu istiğfarı
yapanlar, başkaları için değil kendi nefisleri için yapmışlardır.
Abdest bozmak günah olmadığı halde, buradaki istiğfara neden gerek
duyulduğuna; takva ehli kimselerin adetinin bu şekilde olması belirtilmiştir.
Çünkü takva ehli kimseler, günaha girmekten korunmak için kendilerini daima
kusurlu görerek istiğfarda bulunurlar, (ç)
[466] Buhârî, Vudû' 11, Salât29; Müslim, Taharet59 (264);
Ebu Dâvud, Tahâret4 (9); Tirmizî, Taharet 6 (8); Nesâî, Taharet 19, 20, 21; İbn
Mâce, Taharet 17 (318); Ahmed b. Hanbel, 5/416, 417, 421
[467] Bu kişinin, Şifâ'nın ailesinin kölesi yada Ebu
Talha'mn kölesi olduğu söylenmiştir.
[468] Rivayetlerde hem Şam ve hem de Mısır isminin geçmesi,
Ebu Eyyûb'un bu iki şehre geldiği ve ikisinde de tuvaletlerin yönlerinin
kıbleye doğru olduğunu gördüğü ve bundan dolayı canının sıkıldığı geçmektedir,
(ç)
[469] Büyük ve küçük abdest yaparken, ön ve arkayı, kıbleye
dönme yasağının zahirine bakan imam A'zam Ebu Hanîfe ve bir grub alim, hem
kırda ve hem de kapalı yerlerde bunun yasak olduğunu söylemişlerdir. Diğer
fıkıhçılar İse, bu yasağın sadece kıra özgü olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Bununla ilgili açıklama daha önce geçmişti, (ç)
[470] Nesâî, Taharet 19
[471] Alimlerin açıklamasına göre; abdest bozarken doğuya ve
batıya dönme emri, Medineliler ile Medine hizasında bulunup da doğuya ve batıya
döndüğü zaman Kabe karşısına ve arkasına gelmeyenler hakkındadır. Bununla
birlikte dünyanın diğer memleketlerinde yaşayanlar, bu emre göre hareketle
abdest bozarken Kabe'nin ön veya arka taraflarında kalmamasına dikkat
edeceklerdir. Çünkü kıbleye karşı saygı göstermek, müslümanların görevlerindendir.
Hadiste kast edilen husus budur, (ç)
[472] Nesâî, Taharet 20
[473] Nesâî, Taharet 21
[474] Buhârî, Vudû1 33; Müslim, Taharet 90 (279); Ebu Dâvud,
Taharet 37 (71, 72, 73); Tirmizî, Taharet 68 (91); Nesâî, Taharet 52, Mİyâh 7;
İbn Mâce, Taharet 31 (363, 364); Ahmed b. Hanbel, 2/460
[475] Hadisin metninde geçen "veleğa" kelimesi;
köpeğin, dilinin kenarıyla su içmesi anlamında kullanılır. Bu konuda bir çok
rivayet gelmiştir. Bu rivayetler, şu dört hususu içermektedir: a. Birinci
yıkayışta toprakla ovmak, b. Yedincisinde toprakla ovmak caizdir. Ancak birincide
toprakla ovmak daha İyidir, c. Bu yıkayışların her hangi birisinde toprakla
ovmak yeterlidir, d. Sekizince de toprakla ovmak.
Hanefilere göre kabı
yedi kere yıkamakve toprakla ovmak gerekmez. Meşhur alim Tahavî, Hanefilerİn bu
görüşü hakkında özetle şöyle der:
"Köpek bir kabı yaladığı zaman o kabı hemen dök. Sonrada üç kere
yıka" (Tehâ-nevî, İ'lau's-Sünen, 1/197, Zeylaî, Nasbu'r-R'aye, 1/131)
hadisini Ebu Hureyre rivayet etmiştir. Yedi defa yıkamanın vacipliği bu
hadisle kaldırılmıştır. Çünkü yedi defa lafzını da Ebu Hureyre rivayet
etmiştir. Hiçbir sahabenin, Hz. Peygamber (s.a.v)'den işittiğinin tersine amel
etmesi veya fetva vermesi hela! olmaz. Demek ki, ikinci hadis, birincinin hükmünü
kaldırdığından Ebu Hureyre ikinci hadisle amel etmiştir. EbuHureyre'den rivayet
eden raviler için bu hadis, haberi ahad olması bakımından zayıf sayılabilirse
de haberi bizzat Resulullah (s.a.v)'den işiten Ebu Hureyre için zayıflık söz
konusu değildir. Çünkü Ebu Hureyre, bu hadisle amel etmiştir." (ç)
[476] Müslim, Taharet 89 (279); Nesâî, Taharet 52, Miyâh 7
[477] Müslim, Taharet 89 (279)
[478] Cumhura göre; köpek, necistir. Salyasıda necistir.
Dolayısıyla salyasının girdiği kabı, yedi kere yada üç kere yıkamak vaciptir.
Fakat "hayvanların size tutuverdiklerinden de yiyin" (Maide: 5/4)
ayeti, av sırasında köpeğin yaladığı hayvanın etini bundan istisna etmektedir,
(ç)
[479] Müslim, Taharet 91 (279); Ebu Dâvud, Taharet 37 (71)
[480] Müslim, Taharet 92 (279)
[481] Kedinin su içtiği kabın yıkanması, kedinin salyasının
pis olmasından dolayı olmayıp sadece temizliğe riayet içindir. Yalnız
Hanefiler, bu hadisle, yabani kır kedisinin artığının ve salyasının ğis
olduğuna hükmetmişlerdir. Bunun sebebi de; pis şeylerle beslenmelerinden
dolayıdır, (ç)
[482] Ebu Dâvud, Taharet 37 (72)
[483] Ebu Dâvud, Taharet 37 {73)
[484] Tirmizî, Taharet 68 (91)
[485] Buhârî, Vudû1 63, Hayz 9; Müslim, Taharet 110 (291);
Ebu Dâvud, Taharet 130 (360, 361, 362); Tirmizî, Taharet 104 (138); Nesâî,
Taharet 185; İbn Mâce, Taharet 118 (629); Ahmed b. Hanbel, 6/346, 353
[486] Kan, her halükarda necistir. Namaz kılabilmek için
elbiseden kanın çıkarılması şarttır. Ha-nefilere göre; ağır sayılan necis madde
eğer katı ise yaklaşık olarak 3.5 gramı (= 1 dirhem), sıvı ise el ayasını
(=avuç içini) kapsayacak miktarı ve fazlası vücut, elbise veya namaz kılınacak
yerde bulununca namazın sıhhatine engel olur. (ç)
[487] Nesâî, Taharet 185
[488] Ebu Dâvud, Taharet 130 (360)
[489] Ebu Dâvud, Taharet 130 (362)
[490] Buhârî, Vudû' 68; Müslim, Taharet 95 (282); Ebu Dâvud,
Taharet 36 (69, 70); Tirmizî, Taharet 51 (68); Nesâî, Taharet 46, Gusi 1; îbn
Mâce, Taharet 25 (344); Ahmed b. Hanbel, 2/246, 259,265, 362
[491] Müslim, Taharet 95 (282)
[492] Durgun suya işemenin yasaklanmasının sebebi; o suya
abdest almak ve boy abdesti almak için ihtiyaç duyulacağındandır. Hanefi ve
Şâfiîlere göre, bu durum, suyun çokluğuna ve azlığına göre değişir. Pislik.az
suyu mutlaka murda eder. Çok su ise renk, koku ve tat gibi üç özelliğinden biri
bozulmadıkça pislenmez. Ancak Hanefiler ile Şâfİîler, çok suyun miktarı
konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Hanefî mezhebinde, suyun çokluğu, 10 .
10 arşındır.
İnsanların yararlandıkları herhangi bir suya işemek yasaklanmıştır. Az
olsun yada çok olsun durgun suyun kirletilmemesi, çevre sağlığı bakımından
oldukça önemlidir. Ayrıca suya İşemek ile suda yıkanmak, birbirinden farklı
şeylerdir, (ç)
[493] Tirmizî, Taharet 51 (68); Nesâî, Taharet 46, Gusl 1
[494] Ebu Dâvud, Taharet 36 (69); Nesâî, Taharet 46, Gusl 1
[495] Ebu Dâvud, Taharet 36 (69)
[496] Nesâî, Gusl 1
[497] Nesâî, Gusl 1
[498] Nesâî, Gusl 1
[499] Buhârî, Libâs 63, 64, İsti'zan 51; Müslim, Taharet 49
(257); Ebu Dâvud, Tereccül 16 (4198); Tİrmizî, Edebl4 (2756); Nesâî, Taharet
10; İbn Mâce, Taharet 8 (292); Ahmed b. Hanbel, 2/239, 283, 410, 489
[500] Fıtrat" ile ilgili çeşitli açıklamalar
yapılmıştır. Bunlar içerisinde en güzeli olanlarından birisi şudur: Fıtrat;
Allah katında değişmeyen dini esaslar ve Hz. İbrahim (a*.s)'ın ve onun
neslinden gelen peygamberlerin sünnetleridir.
Hadiste anılan bu beş
şeyin fıtrattan, yani mehur manasıyla sünnetten olduğu zikredilmektedir. Hiç
kuşkusuz bunu, "Beş şey fıtrattır" şeklinde değil, "Beş şey
fıtrattandır" şeklinde bir ifade tarzının seçilmiş olmasından anlıyoruz
ki, fıtratın tamamı beş değil, daha fazladır. Nitekim Ebu Davud, Taharet 29
(53)'de Hz. Aise'den gelen hadiste, on şeyin fıtrattan olduğu rivayet
edilmiştir. Bu iki hadis arasında bir çelişki yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v)
Hz. Aişe hadisinde, fıtrattan olan şeylerden on tanesini, Ebu Hureyre'den gelen
hadiste ise beş tanesini anmıştır. Hatta İbnü'I-Arabî, fıtrattan olan otuz
kadar şey saymıştır.
a. Sünnet Olmak: Bu ifade, hem kadınlar için ve
hem de erkekler için geçerlidir. Erkeklerin sünnet edilme keyfiyetleri
bellidir. Fakat kadınlarla ilgili sünnet olma, Türkiye'de mevcut olan bir
durum değildir.
b. Kasıkları Traş Etmek: Kasık traşı, jilet ile
olduğu gibi, yolmak veya başka bir yolla da yapılabilir. Önmelİ olan, fazla
kılların alınmasıdır.
c Bıyıkları Kısaltmak:
Üst dudakların kırmızısı görürün ünceye kadar sarkan kısımları kesmektir. Fakat
bazı rivayetlerde, "kazıyınız" ve bazı rivayetlerde ise
"kesiniz" ifadesi geçmektedir ki, bunun ikisiyle de amel etmek caizdir.
d. Tırnak Kesmek:
Parmaklara zarar vermemek kaydıyla dipten kesmek müstehabtır.
e. Koltuk Altındaki Kılları
Yolmak: Koltuk altındaki kıllar için asıl olan yolmak ise de, traş etmekle de
sünnet yerine getirilmiş sayılır. Önemli olan, kılların kesilmesidir, (ç)
[501] Müslim, Taharet 49 (257); Ebu Dauud, Tereccül 16
(4198); İbn Mâce, Taharet 8 (292)
[502] Namaz" diye tercüme edilen "salât"
kelimesi, Arapça'da; dua etmek, övmek, ta'zim
etmek gibi anlamlara
gelmektedir.
Terim olarak ise belli
eylemler ve özel rükünlerle yüce Allah'a kulluk etmektir. Namaz, yüce
yaratıcınınbir emri olduğu için yerine getirilir. Ayrıca namaz kılan kimsenin;
yüce Allah'ın kudret ve kuvvetini, azabını, rahmetini, hayal ve hafızasına
nakşederek nefsini tehzib etmesi ve bu suretle kendisini her türlü
fenalıklardan, hatalardan, suçlardan alı-koyar. Çünkü Allah düşüncesi ve kalbi
Allah'a bağlama, insanı her türlü fenalıktan alıkoyan Namaz da, Allah'ı
sürekli hatırlamanın en büyük vesilesidir. Nite kim ayette, "Beni hatırlamak/anmak
İçin namaz kıl" (Tâhâ: 20/14) buyuruimaktadır.
İslam'ın başlangıç
yıllarında namaz, sabah ve akşamleyin kılınan ikişer rekatten ibaret İken
(A'râf: 7/205), yaygın kabul gören görüşe göre, Mi'rac olayından sonra beş
vakit namaz farz kılınmıştır, (ç)
[503] Buhârî, Ezan 71; Müslim, Salât 127 (436); Ebu Dâvud,
Salât 93 (662, 663); Tirmizî, Salât 53 (227); Nesâî, İmame 25; İbn Mâce, İkâme
50 (994); Ahmed b. Hanbel, 4/271, 272, 276, 277
[504] Safların düzeltilmesinden maksat; bir safta bulunan
cemaatin tamamıyla bir hizada durmasıdır. Safların arasındaki boşlukları
doldurmaya, tesviye denir. Hadisin çeşitli rivayetlerinde geçen
"tesviye", "İtmam" ve "İkâme" hep safları
düzeltme manasında kullanılmıştır. "Allah yüzlerinizi başka başka
taraflara çevirir" ifadesinden maksat; safları düz tutmayan kimseler
hakkındaki tehdittir. Cemaat, çeşitli yönlere dönerek safları bozunca, cezalan
da suçlan cinsinden olmak üzere yüzleri başka kılıklara döndürülecektir.
Bazılarına göre ise bu ifade; "Allah aranıza düşmanlık ve kin sokar, kalplerinizi
değiştirir" şeklindedir. Namazda safları düzelimek, İmam A'zam {ö.
150/767), İmam Şafiî (ö. 204/819)ve İmam Mâlik (ö. 179/795)'e göre sünnettir,
(ç)
[505] Müslim, Salât 128 (436)
[506] Ebu Dâvud, Salât 93 (662)
[507] Ebu Dâvud, Salât 93 (665)
[508] Buharı, Ezan 21, Cum'a 18; Müslim, Salât 151-154
(602); Ebu Dâvud, Salât 54 (572, 573); Tirmizî, Salât 127 (327); Nesâî, İmame
57; İbn Mâce, Mesâcîd 14 (775); Ahmed b. Hanbel, 2/270,489
[509] Erkekler, yalnız başlarına yada cemaatle farz namaz
kılacakları zaman kamet getirilir. Kamette, Ezanın sözleri aynen okunur.
Sadece "Hayye ale'l-felâh"tan sonra iki kere "Kad
kameti's-salâh" (=namaz başladı} denilir. Kamet, vakit namazlarında
sünnettir. KameV vaktin değil namazın sünneti olduğu için kaza namazı kılarken
de kamet okumak sünnet kabul edilmiştir, (ç)
[510] Namaz için kamet getirilirken koşarak giden kimse
yorulur ve namaza bitkin bir vaziyette
başlar. Böyle yorgun ve
bitkin bir şekilde kılman namazda ise beklenilen huşu' elde edilmez. Fakat
namaz vaktinde ağırbaşlı ve sakin bir şekilde giden kimse, mescide kametten,.
önce varacağı için namaza rahat bir şekilde kılar. Bu nedenle hiçbir telaş ve
yorgunluk bü-° lunmadan kılınan namaz, elbette huşu' ile daha mükemmel olur.
Cuma namazı hakkında
"Allah'ın zikrine koşun" (Cum'a: 9) ifadesinede yer alan koşmak;
yürüyüp gitmektir. Burada mecazi anlatım vardır. Hadisteki koşmak ise hakiki
anlamında kulamlmıştır.
Hadisin zahirine göre; koşularak gidilen namaz, mutlaktır. Cuma namazı
veya başka bir namaz arasında fark yoktur, (ç)
[511] Hadisin çeşitli varyantlarında geçen, "kaza
etmek" ile "tamamlamak" ifadelerinin aynı anlama gelip
gelmediği konusunda İhtilaf edilmiştir. İmama sonradan yetişen bir kimsenin
imamla birlikte kıldığı rekatler, namazın başı mıdır, yoksa sonu mudur?
meselesindeki görüş ayrıhğıda buradan çıkmaktadır.
Cumhura göre; bu
durumda kişinin imamla birlikte kıldığı kısmı namazın başıdır. Hz. Ali (ö.
40/660), Hasan el-Basrî (ö. 110/728), İmam Şâfıî (ö. 204/819) ve bazıları bu
görüştedir.
Süfyân es-Sevrî (ö. 161/777), Ebu Hanîfe (ö. 150/767), İmam Ahmed (Ö.
241/795) ve bazılarına göre de; bu durumda kişinin imamla kıldığı kısım,
namazın sonudur. Tek başına kaza ettiği bölüm ise, namazın başıdır. Yalnız
namazın bir bölümünde cemaate yetişen kimse, cemaat sevabı alır. (ç)
[512] Müslim, Salât 151 (602)
[513] Müslim, Salât 154 (602)
[514] Müslim, Salât 152 (602)
[515] Buhârî, Salât 101; Müslim, Salât 261 (507); Ebu Dâvud,
Salât 108 (701); Tirmizî, Salât 134 (336); Nesâî, Kıble 8; İbn Mâce, İkâme 37
(945); Ahmed b. Hanbei, 4/116
[516] Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek, çok
çirkin bir iştir. Bunu yapan kimse günahkar olur. Namaz kılan kimse, namazını,
ister tek başına ister imama uyarak kılıyor olsun önünden geçmek isteyen
kimseye engel olmalıdır. Bunun nedeni, namaz kılan kimsenin zihnini bozmak ve
huşu'sunu bozmaktır.
Geçilmesi mekruh olan yerin mikdan, bazılarına göre; secde yeri,
bazılarına göre ise iki yada üç saf, bazılarına göre ise üç arşın, bazılarına
göre ise beş arşın, bazılarına göre ise kırk arşındır, (ç)
[517] Tirmizî, Salât 134 (336)
[518] Buhârî, Salât İlm 18, Salât 90; Müslim, Salât 254-257
(504); Ebu Dâvud, Salât 109 (703, 704), 112 {715, 716, 717); Tirmizî, Salât 135
(337); Nesâî, Kıble 7; İbn Mace, İkâme 38 {947, 949); Ahmed b. Hanbel, 1/347
[519] Ebu Dâvud, Salât 112 (717)
[520] Ebu Dâvud, Salât 112 (717)
[521] Sütrc: Namaz kılan kimsenin, namaz kılarken önünden
geçme ihtimali bulunan yerde önüne koyduğu şeydir. Öne konulan sütrenin
mahiyeti ile ilgili çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Ebu Dâvud, Salât 102
(689)'da geçen hadise göre; önce duvar, ağaç ve benzeri tabii süt-reler tercih
edilir. Bunlardan birisi bulunmaz ise o zaman sütre olarak baston dikilir. Baston
da bulunmazsa o zaman kıbleye doğru uzanan bîr çizgi yada soldan sağa doğru
mih-rab gibi kavisli bir çizgi çizilir.
Sütreye doğru namaz
kılan kimse, sütreyi, ya sağ yada sol yönüne doğru koymalıdır. Direkt önüne
koymamalıdır.
Sütre İle namaz kılan
kimsenin arasından geçmek haramdır. Namaz kılmakta olan kimse, önünden
geçilmesini engel olmakla yükümlüdür. Fakat namaz esnasında önünden geçen
kimseye müdahale etme hakkının oluşması İçin sütre olma niteliği taşıyan bir
nesnenin önüne konulmuş olması lazımdır (B.k.z: Ebu Dâvud, Salât 102 (689), 107
(700) ). Ebu Dâvud, Salât 107 (700)'de geçtiği üzere; namaz kılmakta olan
kimse, önünden geçen kimse kendisine yakınsa ona eliyle engel olur, uzaksa
işaretle yada "subhanellah" diyerek sesini yükseltmekle engel olur.
Hanefi alimlerine göre; efdal olan, namaz kılan kimsenin, önünden geçen
kimseye müdahale etmemesidir. Çünkü müdahalede bulunan kimsenin dikkati daha
da dağılacaktır, (ç)
[522] İmam Mâlik, İmam Şâfıî ve Ebu Hanîfe'ye, selef ve
halef imamlarının cumhuruna göre namaz kılmakta olan kimsenin önünden köpek,
kadın, eşek ve daha başka bir şeyin geçmesiyle namaz bozulmaz. Bu konudaki
görüşlerinin delili, Ebu Dâvud, Salât 114 (720)'de geçen "kişinin namazını
hiçbir şey bozmaz" hadisi ile konumuzla alakalı Abdullah ibri Abbâs'ın,
Veda haccında bir eşek üzerinde Hz. Peygamber (s.a.v)'in Mina'da cemaate namaz
kıldırırken önlerinden geçmesine rağmen bir tepki göstermemeleri ile ilgili
hadistir.' Ayrıca bu tür varlıkların namazı bozmaları, namaz kılan kimsenin
dikkatinin dağılmasından dolayı namaz kılan kimsenin huşu'suna engel teşkil
etmelerinden kinayedir. Çünkü namaz kılan kimse, önünden bu tür varlıkların
geçmesiyle dikkati dağıldığından namazdan elde edeceği sevabı azalmaktadır.
Zaten konumuzla alakalı Abdullah ibn Abbâs hadisi; kendisi ve FadI, eşek
üzerinde olduğu halde önlerinden geçmeleri ve iki kızın safların önüne gelerek
birbirleriyle çekişmeleri üzerine Peygamber (s.a.v)'in onların arasını bulması
hep önünden geçilmesiyle namazın bozulmadığını göstermektedir, (ç)
[523] Ebu Dâvud, Salât 109 (704)
[524] Burada hayızli kadın ile, "hayız görme çağına
erişmiş baliğa kadın" kast edilmektedir. Dolayısıyla hayızlı kadın ile
hayızlı olmayan kadın arasında bir arasında bir fark yoktur. Eşek, köpek,
domuzun; namaz kılmakta olan kimsenin dikkatini dağıtması, yarahlışların-daki
fevkalade dikkat çekici özelliklerle ilgilidir.
Kadının dikkat dağıtması ise; onun cinsel cazibesi, ve erkekler için
zaaf kaynağı olmasıyla ilgilidir. Namazda gaye; ibadet olması ve Allah'a
bağlılık olması hasebiyle kadının, namaz kılan kimsenin önünden geçmesiyle,
namaz kılan kimsede olması gereken bu durumlar ile kadın sevgisiyle karışırsa o
zaman namazın hikmetinin ortadan kalkacağı bilinen bir durumdur. İşte burada
kadının zikredilmesinin nedeni budur, (ç)
[525] Ebu Dâvud, Salât 109 (703)
[526] Mina: Mekke ile Arafat arasında, İkisini birbirine
bağlayan yol üzerinde bir yerdir. Burası birinci ve ikinci Akabe bey'atlannda
Hz. Peygamber (s.a.s) ile Medineliler arasındaki görüşmenin gerçekleştiği
yerdir. Kuzeyinde Sabir dağı bulunmaktadır. Akabe Cemresi ile Muhassir Vadisi
arasında kalan yere Mina denilir.
[527] Ebu Dâvud, Salât 112 (715)
[528] Buhârî, Cezau's-Sayd 25
[529] Fadl: Peygamberimizin amcası Abbâs'ın oğludur.
Dolayısıyla Abdullah ibn Abbâs'ın da kardeşidir, (ç)
[530] Tirmizî, Salât 135 (337)
[531] Arafat: Mekke'nin yirmi km. uzaklığında ve doğusunda
bulunan bir dağ. Aynı adı taşıyan ova içinde yaklaşık yetmiş metre kadar
yükseklikte bir tepe görünümündedir. Tepeye koyu yeşil taş yığınları hakimdir.
Arafat'a "CebelüY-rahme" (Rahmet Dağı) da denir. Hac ibadetinin
rükünlerinden biri olan Vakfe'nin yapıldığı yer olmasından dolayı büyük bir önem taşımaktadır.
Bu dağın, ismini nasıl aldığı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür, ç
[532] Nesâî, Kıble 7
[533] Nesâî, Kıble 7
[534] İki görüşünden birine göre İmam Mâlik (ö. 179/795),
İmam Şâfıî (ö. 204/819) ve İmam Ahmed {ö. ö. 241/795)'e göre; eller, omuzların
hizasına kadar kaldırılır. Hanefiiere göre ise; eller, kulakların yumuşağına
kadar kaldırılır. Hanefilerin bu konudaki deiili; Müslim'in, Mâlik
ibnu'l-Huveyris'den naklettiği şu rivayette: "Peygamber (s.a.v) ellerini
kaldırdığı zaman ta kulaklarının hizasına vardırırdı" denilmektedir. Bu
manada bir başka hadisi, Dârekutnî, sahih bir senedle Enes'den rivayet
etmiştir. Tahâvî (ö. ö. 321/933)'nin Berâ b. Azib'den rivayet ettiği bir
hadiste; ellerin baş parmakları kulak yumuşağına yaklaşacak surette
kaldırılacağı bildirilmektedir.
Kısacası; bu görüşlerin
hepsine delalet eden meşhur ve mahfuz rivayetler vardır. Bu hadisler, bu
hususta müsaade ve cevaza delalet ederler, (ç)
[535] Hadis, namaz için başlama tekbiri alınırken ellerin
kaldırılacağını açıkça ifade etmektedir, jbn Münzir "el-Mühezzeb"
şerhinde ise İftitâh tekbiri alırken elleri kaldırmanın müstehab olduğu
hususunda bu ümmetin İcma ettiğini belirtmiştir.
Ellerin nasıl
kaldırılacağı meselesi ihtilaflıdır. Tahâvî (ö. 321/933)'ye Söre, parmaklar yayılarak
ellerin içi kıbleye karşı gelecek şekilde kaldırılacaktır. Tahâvî, bu görüşünü;
Taberânî (Ö. 360/970)'nin "el-Evsat" adlı kitabında Abdullah İbn
Ömer'den merfu olarak "Herhangi biriniz namaz kılmaya niyetlenirken
ellerini kaldırsın, ellerinin içlerini kıbleye karşı çevirsin" şeklinde
rivayet ettiği hadise dayandırmaktadır.
Tirmizî (ö.
279/892}'nin Ebu Hureyre'den merfu olarak "Peygamber (s.a.v) namaz kılmaya
kalktığı zaman ellerini ne fazla açardı ve ne de fazla kapardı" şeklinde
rivayet ettiği hadis zayıf kabul edilmiştir.
Buhârî (ö. 256/S70)'nin
rivayetinde, ellerin İftitâh tekbiri ile beraber kaldırılacağı; Müslim (ö.
261/S75)'in rivayetinde ise ilk önce eller kaldırılıp sonra tekbir alınacağı
bildirilmektedir. Resulullah (s.a.v), bu her iki şeklin caiz olduğunu
bildirmek için böyle yapmıştır. Hanefi mezhebinde, her İki görüşte yer
almıştır.
Bazıları, el kaldırmanın bir teabbüd olduğunu söylemiş, bazıları da
bunun tevhide İşaret olduğunu ileri sürmüşlerdir. El kaldırmanın hikmeti
hususunda daha bir çok görüş vardır. (Ç)
[536] Buhârî, Ezan 83, 84, 85, 86; Müslim, Salât 21-23
(390); Ebu Dâvud, Salât 114-115 (721, 722), 115-116 {741, 742, 743); Tirmizî,
Salât 76 (255); Nesâî, İftitâh 1, 2, 3, 86; İbn Mâce, İkâme 15 (858); Ahmed b.
Hanbel, 2/147
[537] Buhârî, Ezan 83
[538] Hadis, secdeye giderken ve secdeden doğrulurken
ellerin kaldmlmayacağına delildir. Fa-kihlerin çoğunun görüşü de bu
doğrultudadır, (ç)
[539] Buhârî, Ezan 85
[540] Buhârî, Ezan 86
[541] Merfu': Hz. Peygamber (s.a.v)'den gelen hadise denir,
(ç)
[542] Mevkuf: Sahabeden gelen hadise denir, ç
[543] İmam Mâlik (ö. 179/795)'in iki meşhur görüşünden
birine göre; eller, göğüsler hizasına kadar kaldırılır,
[544] Ebu Dâvud, Salât 115-116 (741)
[545] Ebu Dâvud, Salât 115-116 (743)
[546] Hanefîlere göre ise, namazda eller yalnızca İftitah
tekbiri alınırken kaldırılır. Sütyân es-Sevrî (ö. 161/777), İbrahim en-Nehaî
(ö. 95/713), İbn Ebi Leylâ (ö. 14/765}'nın görüşü de bu doğrultudadır. İbn
Kasım'm, İmam Mâlik'den rivayet ettiği meşhur ve Mâlİkilerce kabul edilen görü§
de budur.
Tirmizî (ö. 279/892),
"Sahabe ile tabiinin bir oklarının görüşleri de budur" diyor.
"el-Be-dâyi" isimli eserde, Abdullah ibnn Abbâs'm, "Resulullah
(s.a.v)'in cennetle müjdelediği on zat, İftitah tekbirinden başka namazın
hiçbir yerinde ellerini kaldırmazdı" dediği rivayet olunmaktadır.
Başkaları Abdullah ibn Mes'ud, Câbİr b. Semure, Berâ b. Âzib, Abdullah ibn
Ömer ve Ebu Saîd el-Hudrf'den de aynı görüşü paylaştıklarını söylemişlerdir.
Hanefilerin diğer bir delili de; Ebu Davud'un Salât 116-117 (749)'da, Berâ b.
Âzib'den gelen rivayette; "Peygamber (s.a.v) namaz için İftitah tekbiri
aldığı zaman ellerini ta baş parmakları kulak yumuşaklarına varıncaya kadar
kaldırır, bir daha bunu tekrarlamazdı" denilmektedir. Ayrıca bu hadisi,
Tahâvî ile İbn Ebi Şeybe'de rivayet etmiştir. Nesâî, İftitah 87'de,
Abdullah'tan şöyie bir hadis gelmiştir: "Size Resulullah (s.a.v)'İn namazını
(nasıl kıldığını) haber vereyim?' dedi. (Orada bulunanlar) Evet deyince,
Abdullah kalktı. (Namaza başlarken) ellerini kaldırdı. Bir daha da kaldırmadı."
Ayrıca Hanefiler;
rükuya giderken ve rükudan doğrulurken ellerin kaldırılacağına dair rivayetlerin,
İslamiyetin ilk "yıllımda geçerli olduğunu, daha sonra bu hadislerin nesh
edildiğini söylemişlerdir. Neshe delil İse; Abdullah ibn Zübeyr'den gelen hadistir.
Bu hadis göre; "Abdullah, namazda rükuya giderken ve rükudan doğrulurken
elleri kaldıran bir zat görmüş. Ona: 'Böyle yapma! Çünkü bu, Resulullah
(s.a.v)'in bîr zamanlar yaptığı bîr iştir. Sonra onu terk etti'
demiştir." Yine neshi, Tahâvînin sahih bir senedle Mü-cahid'den rivayet
ettiği hadis te doğrulamaktadır. Bu hadiste Mücahİd: "Abdullah ibn Ömer'in
arkasında namaz kıldım. İftitah tekbirinden başka namazın hiçbir yerinde
ellerini kaldırmazdı" demiştir. Tahâvî, bu hadisi rivayet ettikten sonra
şöyle der: "İşte Abdullah ibn Ömer..., Peygamber (s.a.v)'in vaktiyle
ellerini kaldırdığını görmüş, sonra bundan vazgeçmiştir. O, bunu ancak kendince
nesh sabit olduğundan yapmıştır." Bu hadisi, İbn Ebi Şeybe'de rivayet
etmiştir.
Bununla birlikte
Hanefiler ile diğer görüş sahipleri arasında, bu rivayetler ile ilgili çeşitli
tartışmalar yapılmıştır. Her biri kendi görüşünün doğruluğunu ortaya koymaya,
diğerinin görüşünü ise çürütmeye çalışmışlardır.
Kısacası; bu görüşlere
delalet eden çeşitli rivayetler vardır. Bu rivayetler, bu hususta müsaade ve
cevaza delalet ederler, (ç) Ebu Dâvud,
Salât 114-115 (722)
[547] Ebu Dâvud,Salât 114-115 (721)
[548] Nesâî, îftifâh 1, 2, 3
[549] Nesâî, İftitâh 86
[550] Nesâî, Sehv3
[551] İftitâh tekbiri, yani namaza başlarken "Allahu
Ekber" demek; Ebu Hanîfe, Mâlik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, sahabe-i kiram
iie tabiunun büyük çoğunluğuna göre vacip (=farz)dir. Sadece Kadı İyaz (ö.
544/1149) ile diğer bazı alimler, İftitâh tekbirinin; Said ibnu'l- Müseyyeb (ö.
92/712}, Hasan el-Basrî (ö. 110/728), Zührî (ö. 124/742), Katâde (ö. 118/736)
ve Evzaî (ö. 157/774)'ye göre vacip (-farz) değil, sünnet olduğunu
belirttiklerini rivayet etmişlerdir, (ç)
[552] Nesâî, Sehv 70
[553] Açıktan okunan nanazlarda İmamın besmeleyi açıktan
okuyup okumaması meselesi, ilim adamlar: arasında büyük görüş ayrılıklarına
sebep olmuştur.
1. Bazı sahabiler, namazda besmele
okumamışlardır.
2. Bazı sahabiler ise, namazda besmele
okumuşlardır. Namazda besmelenin okunacağını söyleyenler ise kendi aralarında 2
gruba ayrılmıştır:
a. Besmele, namazda açıktan (sesli) okunur.
b. Besmele, namazda gizli (=sessiz) okunur.
Bu görüş ayrılığı, besmelenin, Fatiha'dan bir ayet olup olmadığı
meselesine dayanmaktadır. Hanefilere ve Hanbelilere göre; Resulullah (s.a.v),
Fatiha suresini okurken besmeleyi de mutlaka okumuş, fakat gizli okuduğu için
işitilmem iştir. Şafıîlere göre ise; besmele, Fa-tiha'nin ilk ayetidir.
Dolayısıyla da okunuşta Fatiha'ya tabidir. Fatiha'nm gizli okunduğu yerlerde
gizli, açıktan okunduğu yerlerde ise açıktan okunur. İmam Mâlik'e göre ise,
farz namazlarda besmele hiç okunmaz. Nafile namazlarda ise dileyen okur,
dileyen okumaz. Çünkü besmele, Fatiha'dan bir ayet değildir, (ç)
[554] Buhârî, Ezan 89; Müslim, Salât 50-52 (399); Ebu Dâvud,
Saiât 121-122 (782); Tirmizî, Salât 68 (246); Nesâî, İftitâh 21, 22; İbn Mâce
İkâme 4 (813)- Ahmed b. Hanbel, 3/101, 111,114, 168,178,183
[555] Buhârî, Ezan 89
[556] Müslim, Salât 52 (399)
[557] Nesâî, İftitâh 20
[558] Nesâî, İftitâh 22
[559] Buhârî, Amel fı's-Salât 8; Müslim, Mesâcîd 47-49
(546); Ebu Dâvud, Salât 170-171 (146); Tirmizî, Salât 162 (380); Nesâî, Sehv 7;
İbn Mâce, İkâme 62 (1026); Ahmed b. Hanbel, 3/426, 5/426
[560] Buhârî, Amel fi's-Salât 8;. Müslim, Mesâcîd 49 (546)
[561] Hz. Peygamber (s.a.v), namaz kılan kimsenin secde
yerinde bulunan küçük çakıl taşlarını düzeltmekten men etmektedir. Eğer mutlaka
yapılması gerekiyorsa, bunun, bir defada yapılmasını emretmektedir. Hz.
Peygamber (s.a.v)'in sadece küçük çakıl taşlarını söz konusu etmesi, yasağın
sadece bu taşlara mahsus olmasını gerektirmez. Secde yerindeki kum ve toprakların
düzeltilmesi de aynı yasağın hükmü içerisine girmektedir. Ebu Dâvud, Salât
170-171 (145)'de; Hz. Peygamber {s.a.v), küçük taşların düzeltilmesini
yasaklarken buna illet olarak; o esnada rahmetin namaz kılan kimseye yönelmekte
olduğunu göstermiş ve rahmete önem göstererek yasaktan önce illetini
belirtmiştir, (ç)
[562] Müslim, Mesâcîd 47 (546)
[563] Müslim, Mesâcîd 47 (546)
[564] Tİrmizî, Salât 162 (380)
[565] Ebu Dâvud, Salât 170-171 (146)
[566] Nesâî,Sehv7
[567] Rükuya varınca iki elin parmaklarını birbirine
geçirerek dizlerin arasına koymaya "tafbîk" denir. İslam'ın ilk
yıllarında uygulama böyle iken sonradan yasaklanarak yürürlükten kaldırılmıştır.
Ahmed Naim efendi, tatbikin, haram değil de tenzihen mekruh olduğunu belirtmiştir.
Bu konuda Ömer ile Sa'd'm, tatbikden yasakladıkları halde namazın iadesini emretmediklerini
delil getirir.
Elleri diz kapaklan
üzerin koymaya ise "Tefrîc" denir.
Terficİn tatbike tercih edilmesinin hikmeti olarak Hz. Aişe şöyle der:
"Tatbik, Yahudilerin-den fiillerinden olduğu için Peygamber {s.a.v) bunu
yasaklamıştır. Hakkında yasak nazil olmayan hususlarda Ehl-i Kitaba uymak,
Peygamber (s.a.vj'in hoşuna giderdi. Sonraları onlara muhalefet etmek kendsine
emrolundu." B.k.z: Ahmed Naim, Tecrİd Tercemesi, 2/793 {441 nolu hadis),
(ç)
[568] Buhârî, Ezan 118; Müslim, Mesâcîd 29-31 (535); Ebu
Dâvud, Salât 145-146 (867); Tirmizî, Salât 77 (259); Nesâî, İftitâh 91 {=Tatbîk
1); İbn Mâce, İkâme 17 (873); Ahmed b. Hanbel, 1/182
[569] Ümmü Fadl: Abdullah ibn Abbâs'ın annesidİr. Asıl adı,
Lübâbe binti'l-Hâris el-Hilâifdir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in hanımı Meymune'nin
kız kardeşidir. Hz. Hatice'den sonra ilk Müslüman olan kadın olduğu söylenir,
(ç)
[570] Mürselât: 77/1
[571] Buhârî, Ezan 98, Meğâzî 83; Müslim, Salât 173 (462);
Ebu Dâvud, Salât 127-128 (810); Tirmizî, Salât 116 (308); Nesâî, İftitâh 64;
İbn Mâce, İkâme 9 (831); Ahmed b. Hanbel, 6/338, 340
[572] Müslim, Salât 173 (462)
[573] Mürselât: 77/1
[574] Buhârî, Ezan 98; Müslim, Salât 173 (462)
[575] Buhârî, Megâzî'83; Müslim, Salât 173 (462)
[576] Ebu Dâvud, Salât 127-128 (810); Muvatta, Nida 24
[577] Resulullah (s.a.v)'in son kıldığı namazın hangisi
olduğu meselesi alimler arasında tartışma konusu olmuştur. Çünkü BuhârîYıİn Hz.
Aişe'den rivayet ettiği hadiste, Resululîah (s.a.v)'in son kıuldığı namaz öğle
namazıdır. Hadis alimleri bu iki hadisi şöyle uzlaştırmıştır:
Hz. Aişe'nin rivayet
ettiği hadis mescitte, Ümmü Fadl'ın rivayet ettiği hadis ise evinde imam olarak
kıldığı son namazdır. Nesâî'de geçen bu hadis, bu görüşü desteklemektedir. Bu
hadis, akşam namazında "Mürselat" suresinin okunduğunu
göstermektedir. Ebu Dâvud, Salât 127-128 (811)'da ise Resulullah (s.a.v)'in
"Tûr" suresini okuduğu, Nesâî, Iftitâh 67'de ise A'raf suresini ikiye
bölerek her rekatte bir bölümünü okuduğu belirtilmektedir. Bu tür hadislere
dayanılarak, Resulullah (s.a.v)'in akşam namazlarında nadiren uzun sureleri
okuduğunu belirtilir. Dolayısıyla akşam namazında uzun sureleri okumanın
müs-tehab olduğu belirtilmiştir.
HanefÜer, Beyine suresinden aşağısının kısa sure olarak kabul ettiği
için akşam namazlarında Beyyine'den sonra gelen kısa surelerinin okunmasının
sünnet olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü onların bu konudaki delillerinden
birisi; Hz. Ömer'in, Ebu Musa el-Eş'arîye yazdığı, "Akşam namazında kısa
sureleri, yatsıda orta, sabah namazında ise uzun sureleri oku" şeklindeki
hadistir (ç)
[578] Tirmİzî, Salât 116 {308}
[579] Nesâî, İftitâh 64
[580] Normalde en faziletli olan, namazı vaktinde kılmaktır.
Fakat Tirmizîde geçen "Eğer ümmetime meşakket vermemiş olsaydım yatsıyı
gecenin üçte biri yada yarısına kadar ertelemelerini emrederdim" hadisi;
yatsı namazının en faziletli vaktinin, gecenin son üçte birinde olduğu ifade
edilmektedir. Dolayısıyla kişi yatsı namazını ertelediğinde kendinde güç bulabilir
ve uykuya yenilmediği takdirde yatsıyı gecenin son üçte birine ertelemesi
müste-habtır. Başta Tahâvî (ö. 321/933), İmam Mâlik (ö. 179/795), İmam Ahmed
(ö. 241/795), sahabilerile tabiunun bir çoğu, yatsıyı gecenin son üçte birine
ertelemeyi müstehab kabul etmişlerdir,
{ç)
[581] Buharı, Ezan 100, 102, Tefsiru Sure-i Tin (95) 1,
Tevhid 52; Müslim, Salât 175 (464);
Ebu Dâvud, Sefer 6 (1221); Tirmizî, Salât 231 (310);
Nesâî, İftitâh 73; İbn Mâce, İkâme
10 (834, 835); Ahmed b. Hanbel, 4/284, 286, 291, 298,
301, 302, 303, 304
[582] Buhârî, Ezan 100, 102, Tefsiru Sure-i Tin (95) 1,
Tevhid 52; Müslim, Salât 175 (464)
[583] Kur'an'daki sureler, tertip sırasına göre uzun ve kısa
oluşları şu şekildedir:
a. Seb'u't-Tıval: Fatiha'dan sonra gelen 7 uzun
sure. Bunlar; Bakara, Âl-i İmrân, Nisa, Mâide, En'am, A'râf
b. Miûn: Ayet sayılan 100'den fazla veya buna
yakın olan surelere denir.
c. Mesânî: Ayet
sayıları 100'den az olan surelere denir.
d. Mufassal: Daha kısa ve besmeleli fasılaları
çok olan surelere denir. Bu da, 3 kısma ayrılır:
1. Hucurât suresinden
Burûc suresine kadar olan olan surelere "Tıval", 2. Burûc suresinden
Beyyine suresine kadar olan surelere "Evsat", 3. Beyyine suresinden
Nâs suresine kadar olan surelere ise "Kısar" denir.
Bu hadis, Resulullah
(s.a.v)'in seferde yada hazarda yatsı namazlarında "Evsat-i mufassal"
denilen Burûc suresi üe Beyyine sureleri arasındaki kısa sureleri okuduğunu
göstermektedir. Çünkü Tin suresi, bu bolüm içerisinde yer almaktadır. Ayrıca
bu hadis, yolculuk esnasında kılınan namazlarda kıraati kısa tutmanın caiz
olduğuna işaret etmektedir, (ç)
[584] Nesâî, İftiran 72
[585] Namazda Fatİha'nin okunması; İmam Şafiî, İmam Mâlik ve
İmam Ahmed'e göre farz ve Ebu Hanîfe'ye göre ise vacibtir. Ebu Hanîfe,
Kur'an'dan bir miktarın okunmasını yani kıraati farz anlamıştır. Bu konudaki
dayanağı ise "Kur'an'dan kolay geleni (ne ise onu) okuyun"
(Müzzemmil: 73/20) ayetidir. Dolayısıyla farz olan şey Fatiha okumak değil
Kur'an okumaktır, (ç)
[586] Buhârî, Ezan 94; Müslim, Salât 34-37 (394); Ebu Dâuud,
Saiât 131-132 (822); Tirmizî, Salât 183 (247); Nesâî, İftiran 24; İbn Mâce,
İkâme 11 (837); Ahmed b. Hanbel, 5/321, 322
[587] Ebu Dâuud, Saiât 131-132 (822)
[588] Nesâî, İftitâh 24; Ebu Dâuud, Salât 131-132 (822);
Müslim, Salât 37 (394)
[589] Buhârî, Ezan 17, 18, 49; Müslim, Mesâcîd 292-293
(674); Ebu Dâuud, Salât 60 (589); Tirmizî, Salât 37 (205); Nesâî, Ezan 7, 8,
İmame 4; İbn Mâce, İkâme 46 (979); Ahmed b. Hanbel, 3/436, 5/53
[590] Buhârî, Ezan 18, 49; Müslim, Mesâcîd 292 (674)
[591] Buhârî, Ezan 18
[592] İmamlığa layık olmanın en önde gelen şartı; bazılarına
göre, fıkhı en iyi şekilde bilen, bazılarına göre ise Kur'an-ı en güzel
şekilde okuyan, daha sonra İse günahtan sakınmakta da ha titiz olan, daha yaşlı
olan, ahlakı en güzel olan tercih edilir. Eşitlik halinde kıua çekilir yada
cemaatin tercihiyle birisi imamlığa seçilir.
Daha yaşlı olan kimseden maksat; Müslüman olarak yaşanan yaştır. Yoksa
yeni Müslüman olmuş bir ihtiyar daha önce Müslüman olan bir gence tercih
edilemez, (ç)
[593] Müslim, Mesâcîd 293 (674)
[594] Bu rivayete göre, imamlık için kıraatta eşitlik olunca
yaşça büyük olanı tercih edilir, (ç)
[595] Müslim, Mesâcîd 293 (674)
[596] Az önce geçen "Haydi ailelerinizin yanına geri
dönün. Onların içerisine yerleşin. Onlara (burada öğrendiğiniz hususları)
öğretin ve onlara, filanca namazı filanca vakitte ve filanca namazı da filan
vakitte kılmalarını emredin. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri size Ezan
okusun" ifadesi başka bir rivayette "Namaz vakti geldiği zaman Ezanı
okuyun" şeklindedir. Ayrıca diğer bir rivayette, "Yolculuğa
çıktığınız zaman Ezan okuyun, kamet getirin" ifadesi yer almaktadır. Bu
iki ifade arasında görünüşte iki ayrı hüküm ifade etmektedir:
1. a ) Birinci rivayete
göre, ailelerinin yanına varıp onlara namazı emrettikten sonra Ezan okumaları
emredilmektedir. b ) İkinci hadise göre ise, hemen Medine'den çıkar çıkmaz daha
ailelerinin yanına varmadan yolculuk halinde iken Ezan okumaları
emredilmektedir.
2. Bu iki rivayet arasındaki bir başka farklılık
ise şöyledir: a ) Birinci rivayette, Ezanın içlerinden biri tarafından
okunması emredilmektedir. b ) İkinci rivayette ise, ikisine birden Ezan
okumaları emredilmektedir.
Her ne kadar görünüşte
bu rivayetler arasında fark varsa da, gerçekte en küçük bir ayrılık dahi
yoktur. Çünkü bîr hadiste, evlerine vardıkları zaman Ezan okumalarının
emrediimesi, yolculuk esnasında Ezan okumalarına engel değildir. Yine ikinci
hadiste, yolculuk esnasında Ezan okumalarının emrediimesi, yolculuk bittikten
sonra evlerinde Ezan okumalarına engel değildir.
ikisine birden Ezan
okumalarının emredilmesinin hikmeti, ikisinin de Ezan okumaya liyakat
bakımından eşit olmalarıdır. Çünkü Ezan okuma hususunda yaşlı olmak gibi
şartlar aranmaz. Çünkü bir rivayette, "Namaz vakti geldiğinde içinizden
biri size Ezan o-kusun, (yaşça) büyük olanınız sîze İmam olsun" ifadesi
yer almaktadır, (ç)
[597] Nesâî, Ezan 7, İmame 4
[598] Tirmizî, Saiât 37 (205)
[599] Bu rivayete göre ise, imamlık İçin ilimde eşitlik
olunca yaşça büyük olanı tercih edilir, (ç)
[600] Ebu Dâvud, Salât 60 (589)
[601] Buharı, Salât 60, Teheccüd 25; Müslim,
Salâtu'l-Müsâfirîn 69-71 (714); Ebu Dâvud, Salât 19 (467, 468); Tirmizî, Salât
118 (316); Nesâî, Mesâcîd 37; İbn Mâce, İkâme 57 (1013); Ahmed b. Hanbel,
5/311, 295, 303
[602] Ebu Dâvud, Salât 19 (467)
[603] Ebu Dâvud, Salât 19 (468)
[604] Tahiyyatu'I-mescid namazı, mescidin selamlanması,
saygı gösterilmesi anlamına gelmiş olsa bile, esasında mescitlerin sahibi olan
Allah'a saygı ve tazim anlamını İçermektedir, Her ne kadar burada hadisin
zahiri tahiyyatu'l-mescid namazının vacip olmasını gerektiriyorsa da, Buhârî,
Müslim, Ebu Dâvud ve Nesâînin Dımâm İbn Sa'iebe'den rivayet ettikleri hadis,
beş vaktin dışındaki namazları tatavvu' {=nafile} olarak nitelendirmektedir.
Dolayısıyla tahiyyatu'l-mescid namazı, vacip değildir.
Hanefilere göre,
tahiyyatu'l-mescid namazı müstehabür. En azı iki rekat ve en çoğu için ise bir
sınır yoktur. Namaz kılınması mekruh olan vakitlerde ve Cuma günü hatip hutbe
okurken tahiyyatu'l-mescid namazı kılmak mekruhtur.
Tahiyyatu'l-mescid namazı, mescide girildiğinde hemen kılınması mı
gerektiği yada biraz oturduktan sonra kılınıp kılınamayacağı meselesi
ihtilaflıdır. Hanefî ve Mâİİkilere göre; mescide girince uzun zaman da geçmiş
olsa bile oturduktan sonra tahiyyatu'l-mescid namazı kılmabilir. Ayrıca bir
günde birkaç defa camiye giren kimsenin bir defa tahiyyatu'l-mescid namazı
kılması kafidir, (ç)
[605] Buhârî, Salât 60, Teheccüd 25; Müslim,
Salâtu'l-Musâfirin 70 (714)
[606] Bu hadis, Ezan kelimelerinin ikişer ikişer ve kamet
kelimelerinin de birer birer okunacağını söyleyen İmam Şafiî İle İmam Ahmed'İn
delilidir.
Hanefilere göre ise, Ezânm başında bulunan tekbirler dört kere, bunun
dışındaki cümleielr İse Ezânm sonundaki kelime-i tevhid hariç hepsi iki kere
okunur. Tevhid ise bir kere okunur. Toplamı on beş cümledir. Kamet de ise
ayrıca iki kere "kad kameti's-salâtu" denilir. Hanefilerin bu
konudaki delili; Tirmizî, Ezan 25; Ebu Dâvud, Salât 28 (499); İbn Mâce, Ezan 1;
Dârimi, Salât 3; Ahmed b. Hanbel, 4/43'de geçen Abdullah b. Zeyd hadisidir, (ç)
[607] Buhârî, Ezan 2, Ebu Dâvud, Salât 29 (508)
[608] Buhârî, Ezan 2, 3, Enbiya 50; Müslim, Satât 2-5 (378);
Ebu Dâvud, Salât 29 (508); Tirmizî, Ezan 27 (193); Nesâî, Ezan 2; İbn Mâce,
Ezan 6 (730); Ahmed b. Hanbel, 3/103
[609] Namaza çağrı mesabesinde olan Ezana icabet, fiilî ve
kavlî olmak üzere İki durumda incelenebilir:
1. Fiilî İcabet: Bu iki kısm ayrılır: a. )
Ezanla namaz vakti bildirildiğine göre, vakit içerisinde mükellefin namaz
kılarak yapmış olduğu fiilî İcabettir, b. } Şartlarını yerine getiren
mükellefin, namazını cemaatle eda etmek için cemaate katılma icabetidir.
2. Kavlî İcabet:
Müezzinin söylediklerini aynen tekrar ederek yapacağı icabettir.
Ezanı işiten kimse,
hayye ale'lerin dışında bütün cümleleri aynen söylemesi, hayye ale'Ierde İse
"La havle velâ kuvvete illâ billahi'1-alivyi'l-azîm" demesi mendubtur
B.k.z: Müslim, Salât 12; Ebu Dâvud, Salât 36 (527). Ezana sadece kalbî icabet etmek
yeterli olmayıp dil ile de telaffuz etmek mendubtur.
Her ne kadar bu hadisin
zahirine göre Ezana icabet etmek farz gibi görünse de, hadisteki "Ezan
sesi duyunca, müezzinin dediğini siz de söyleyin" emrinin hükmünü farz
olmaktan çıkarıp müstehaba çeviren delil, Müslim, Salât 9'da geçen şu
hadistir: Resulullah (s.a.v) fecr doduğu zaman baskın yapardı. Ezanı
dinletirdi. Eğer Ezan sesi işitirse, baskından vazgeçer. İşitmezse, baskın
yapardı. Bir defa Allahu Ekber, Allahu Ekber1 diyen birini işitti. Bunun
üzerine Resulullah (s.a.v): 'İslam fıtratı üzere' buyurdu. Sonra o kişi:
'Eşhedü enlâ ilahe illallah, 'Eşhedü enlâ İlahe illallah' dedi. Resuiullah
(s.a.v) ise: 'Cehennemden çıktı' buyurdu. Daha sonra Ezanı okuyan kimsenin, bir
keçi çobanı olduğunu anladılar."
Ezan okunurken ve kamet
getirilirken cemaatin konuşmaması, mescit dışında bulunanların Kur'an
okumaması, selam almaması, kısacası müezzine icabetten başka bir şeyie meşgul
olmaması gerekir, (ç)
[610] Buhâri, Ezan 7; Müslim, Salât 7 (383); Ebu Dâvud,
Salât 36 (522); Tirmizî, Ezan 40 (208); Nesâî, Ezan 33; İbn Mâce, Ezan 4 (720);
Ahmed b. Hanbel, 3/6, 53, 78
[611] Buhârî, Salât 31, Sehv 2; Müslim, Mesâcîd 89-96 (572);
Ebu Dâvud, Salât 189-190 (1019, 1020, 1021, 1022}; Tirmizî, Salât 172 (392,
393); Nesâî, Sehv 25, 26; İbn Mâce, İkâme 129 (1203), 130 (1205), 133
(1211,1212); Ahmed b. Hanbel, 1/279, 424, 455
[612] Buhârî, Sehv 2; Müslim, Mesâcîd 92 (572)
[613] Sehiv kelimesi, sözlükte; "yanılma, unutma ve
dalgınlık" gibi anlamlara gelmektedir. BurW göre sehiv secdesi; yanılma, unutma
veya dalgınlık gibi durumlar yüzünden namazın vaciplerinden birini terk yada
geciktirme durumunda namazın sonunda yapılan secdelere denilir.
Sehiv secdesi sayesinde
namazda meydana gelen kusur düzeltilmiş, eksiklik telafi edilmiş olur. Namaz
esnasında huşu'lu olmak esas olmakla birlikte, çeşitli nedenlerle İnsanlar namazlarında
yanılabilirler. Peygamberimiz bu tür durumlarda namaz kılan kimsenin kendini
suçlamasını ve karamsarlığa düşmesinin Önüne geçerek kişiyi rahatlatmak,
vesveseden kurtarmak ve her yanılmada namazı yeni baştan kılmanın önüne geçmek
maksadıyla, asli olan bir farzın terk edilmediği durumlarda bir telafi ve bir
düzeltme mekanizması olarak sehiv secdesi uygulamasını öngörmüştür.
Sehiv secdesi, Hanefilere göre vacib, Mâlikî ve Şafıîiere göre sünnet,
Hanbelilere göre ise bazen vacip, bazen sünnet, bazen de mubah olur. Hanefilere
göre sehiv secdesi gerektiği halde bunu yapmayan kişi, günah işlemiş olur.
Fakat namazı batıl olmaz, (ç)
[614] Hadis, sehiv secdesinin selamdan sonra olduğunu söyleyen
Hanefilerin delilleri arasındadır, (ç)
[615] Namazda konuşmak, namazı bozduğu halde Hz. Peygamber
(s.a.v)'in konuştuktan sonra sehiv secdesi yapması, namazda konuşmanın haram
kılınmazdan önceki zamanlara yorumlanmıştır, (ç)
[616] Müslim, Mesâcîd 95 (572)
[617] Sahabİlerin, fazla rekata kaîkan Hz. Peygamber
(s.a.v)'i ilk anda uyarmayışlarının nedeni, dört rekatli fatz namazın beş
rekata çıkması ihtimalinin mevcudiyetindendir.
Çünkü Sahabiier, Hz. Peygamber (s.a.v)'in beşinci rekata kalkmasıyla
namazın beş rekata çıktığını zannetmişlerdi. Hz. Peygamber {s.a.v) yaptığı
hatanın farkında varmadığı için onlara, fNe oldu?' diye sorarak ortada bir şey
o!up olmadığını anlamak istemiştir. Namazda hata ettiği kendisine haber
verilince, hemen kıbleye karşı teşehhüd durumunda oturmuş ve iki sehiv secdesi
yapmıştır. Namazdan sonra da sahabilerine kısa bir ko9nuşma yapmıştır, (ç)
[618] Peygamberlerden fıi! hususunda hatanın meydana geiip
gelmeyeceği konusu alimler arasında tartışma konusu oimuştur. Cumhura göre
fiiller hakkında unutmak peygamberlere de caizdir. Yalnız onlar hataları üzere
bırakılmazlar. Yüce Allah, onların hatalarını kendilerine bildirerek onlara
doğru olanı gösterir, (ç)
[619] Müslim, Mesâcîd 93 (572)
[620] Müslim, Mesâcîd 93 (572)
[621] Bu hadis, bize; kişi hata yaptığı zaman etrafındaki
insanlar tarafından uyarıldıği zaman, kendi hatasına kılıflar ve bahaneler
değil, hatasının telafisi yoluna gitmesi gerektiğini göstermektedir. Çünkü
insan hata yapabilir, dolayısıyla hata düzeltilmesi gereklidir. Hata üzerinde
ısrar edilmemelidir, (ç)
[622] Bu rivayet ise, sehiv secdesinin selamdan önce
olduğunu söyleyen Şâfiîler ile Hanbelilerin delilleri arasında yer almaktadır,
(ç)
[623] Müslim, Mesâcîd 92 (572)
[624] Müslim, Mesâcîd 92 (572)
[625] Müslim, Mesâcîd 94 (572)
[626] Nesâî, Sehv 25; Ebu Dâvud, Salât 189-190 (1020)
[627] Nesâî, Sehv 26; Müslim, Mesâcîd 92 (572)
[628] Kılınan namazın öğle miT yoksa ikindi mi olduğu İle
ilgili tartışma, bu konuda her iki vakit ile ilgili rivayetlerin gelmesinden
kaynaklanmaktadır, (ç)
[629] Nesâî, Sehv 26
[630] Hanefilere göre sehiv secdesi yapıldıktan sonraki
oturuşta tahiyyat okumak ve selamla namazdan çıkmak vaciptir. Salli ve Barik
Dualarının sehiv secdesinden önce mi, yoksa sehiv secdesinden sonra mı
okunacağı konusunda iki farklı görüş vardır.
Son oturuşta sehiv secdesi öncesinde her iki tarafa selam verileceği
görüşü, Ebu Hanîfe (ö. 150/767) ile EbuYusuf (ö. 182/797)'a aittir. İmam
Muhammed (ö. 189/8051'e göre ise sadece sağ yana selam verdikten sonra sehiv
secdesi yapılır, (ç)
[631] Tirmizî, Salât 172 (392)
[632] Tirmizî, Salât 172 (393)
[633] Buhârî, Sehv 3, 4; Müslim, Mesâcîd 97-100 (573); Ebu
Dâvud, Salât 188489 (1008, 1009, 1010, 1011, 1012); Tirmizî, Salât 172 (394),
175 (399); Nesâî, Sehv 22, 23; İbn Mâce, İkâme 134 (1214); Ahmed b. Hanbel,
2/460
[634] Buhârî, Sehv 4
[635] Zu'1-Yedeyn'İn asıl adı hakkında çeşitli görüşler
ileri sürülmüştür. Müslim'deki İmran b. Hu-sayn hadisine dayanarak bir çok
alim, bu zatın, Hirbak es-Sülemî olduğunu sözylemiştir. İbn Hibbân ise, Hirbak
ile Zu'!-Yedeyn'in ayrı kişiler olduğunu belirtmiştir. İbn Hacer (ö. 852/1447)
ise "eI-İsabe"de Zu'1-Yedeyn'in Abdi Amr b. Nedla el-Huzaî olduğunu
kaydetmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v), ona, elleri uzun olduğu için yada çok
cömert olduğundan dolayı "iki el sahibi" anlamında
"Zu'1-Yedeyn" adını vermiştir, (ç}
[636] Buhârî, Sehv 5, Salât 88; Müslim, Mesacîd 97 (573}
[637] Hz. Peygamber (s.a.v)'in hiddetlenmesine neyin sebep
olduğu kesin olarak belli değildir. Bazı alimler, Hz. Peygamber (s.a.v)'in
Müslümanlarla ilgili bir işten dolayı namazdan önce hiddetlendiği ve bu halde
namaza durup bu yüzden yanıldığını söylemişlerdir. Bazıları da Müslim'deki
İmran b. Husayn hadisine dayanarak, Hz. Peygamber (s.a.v)'in yanlışlıkla selam
verdikten sonra kendi evine girdiğini, fakat Zu'1-Yedeyn'in "Unuttun mu,
yoksa namaz kısaltıldı mı?" sorusuna canı sıkıldığını ve bu halde mescide
geri geldiğini ve hadisi metninde ileri ve geri almanın olduğunu
belirtmişlerdir. Ahmed Naim Efendi'de "Tecrid Tercemesi"nde bu ikinci
görüşü tercih ettiği için diğer olasılığa hiç temas etmemiştir, (ç)
[638] Müslim, Mesâcîd 97 (573)
[639] Müslim, Mesâcîd 97 (573}
[640] Buhârî, Ezan 69
[641] Buhârî, Sehv 3
[642] Konu ile ilgili bu rivayetler, Hz. Peygamber
(s.a.u)'in dört rekatli bir namazın ikinci rekatından sonra selam verip bir
müddet bekledikten, yerinden ayrıldıktan hatta konuştuktan sonra namazın kalan
kısmını kıldırdığını ifade etmektedir. Bu konuda mezheplerin görüşleri kısaca
şu şekildedir:
İmam Şafiî'den iki
görüş nakledilmiştir. Bunlardan en sağlam olanına göre, namaza devam etmek
sahihtir. Yalnız İmam Şafiî'nin, namazın batıl olduğuna dair olan içtihadı da
Şâfiîler arasında mevcuttur.
İmam Mâlik, abdest
bozulmadıkça zaman ve ara verme, ne kadar uzun olursa olsun, namaza devam
etmenin caiz olduğu görüşündedir.
İmam A'zam Ebu Hanîfe
ve öğrencilerine göre ise; imam, sehven iki rekatta selam verirse, bulunduğu
yerde yüzünü kıbleden çevirmedikçe ve insan kelamı konuşmadıkça namazın kalan
kısmı eda edilir. Mescidin tamamı, namaz mahalli olduğu İçin tek mekan hükmündedir.
Dolayısıyla imam konuşmadığı müddetçe yönünü kıbleden çevirmiş de olsa, namazına
devam ermesi, caizdir. Fakat camiden çıktıktan sonra yanıldığını hatırlarsa
artık devam edemez. Yeni baştan kılmalıdır.
Görülüyor ki, sehiv
secdesi konusunda Hanelilerin içtihadı, diğer mezheplere göre daha katı bir
durumdadır. Çünkü bu, namazda olması gereken huşu' ve huzu'ya daha uygundur,
(ç)
[643] Müslim, Mesâcîd 99 (573)
[644] Müslim, Mesâcîd 99 (573)
[645] Hanefiler; bu hadise, Abdullah ibn Mes'ud ve Zeyd b.
Erkam'ın rivayet ettikleri hadislere dayanarak namazda sadece ima ve işaretin
caiz olduğunu, bilmeyerek ve unutarak konuş-
manın namazı bozacağı görüşüne sahip olmuşlardır, (ç)
[646] Ebu Dâvud, Salât 188-189 (1008)
[647] Ebu Dâvud, Salât 188-189 (1009)
[648] Ebu Dâvud, Salât 188-189 (1010)
[649] Ebu Dâvud, Salât 188-189 (1012}
[650] Hz. Peygamber (s.a.v)'in namaz kılarken yanılıp sehiv
secdesi yaptığı ve bunun birden fazla olduğu ile ilgili rivayetler var.
Alimlerin tespitine göre; Hz. Peygamber (s.a.v), namazdaki bir sehiv
(yanılma)dan dolayı beş defa secde yapmıştır. Bunlar:
1. Buhârî'deki İbn Buhayne hadisinde görüldüğü
üzere; Hz. Peygamber (s.a.v)'in, iki rekat kıldıktan sonra teşehhüdsüz üçüncü
rekata kalkması,
2. Konumuzla alakalı Zu'l-Yedeyn
hadisinde geçtiğine göre; üçüncü rekattan sonra selam
3. İmran b. Husayn hadisinden anlaşıldığına
göre; beş rekat kılması,
4. Abdullah ibn Mes'ud hadsinde geçtiğine göre;
beş rekat kılması,
5. Ebu Saîd el-Hudrî hadisinde geçtiğine göre;
şüphe etmesi, (ç)
[651] Ebu Dâvud, Salât 188-189 (1016)
[652] Ebu Dâvud, Salât 188-189 (1017)
[653] Tirmizî, Salât 175 (399)
[654] Tirmizî, Salât 172 (394)
[655] Nesâî, Sehv 22; Buhârî, Sehv 5, Salât 88; Müslim,
Mesâcîd 97, 99 (573); Ebu Dâvud, Salât 188-189 (1008)
[656] Nesâî, Sehv 23
[657] Nesâî, Sehv 23
[658] Nesâî, Sehv 76
[659] Nesâî, Sehv 23
[660] Buhârî, Sehv 1, 5; Müslim, Mesâcîd 85-87 (570); Ebu
Dâvud, Salât 193-194 (1034, 1035); Tirmizî, Salât 171 (391); Nesâî, Sehv 21,
28; İbn Mâce, İkâme 131 (1206, 1207);
Ahmed b. Hanbel, 1/376, 409, 2/460, 468, 4/427, 431
[661] Buhârî, Sehv 1; Müslim, Mesâcîd 85 (570)
[662] Buhârî, Eymân 15
[663] Buhârî, Sehv 5; Müslim, Mesâcîd 86 (570)
[664] Ebu Davûd,Salât 193-194 (1034)
[665] Ebu Davûd,Salât 193-194 (1035)
[666] Tirmizî,Salâtl71 (391}
[667] Nesâî, Sehv 21, 28
[668] Nesâî, İftitâh 196
[669] imam yanıldığında cemaatin onu "subhanallah"
sözüyle uyarması meşru bir durumdur. (Ç)
[670] Nesâî, İftitâh 196
[671] Buharı, Salât 13, Amel fi's-Salât 9; Müslim, Mesâcîd
191 (620); Ebu Dâvud, Salât 92 {660}; Tirmizî, Cum'a 58 (584); Nesâî, İftitâh
149; İbn Mâce, İkâme 64 (1033); Ahmed b. Hanbeİ, 3/119, 184, 190
[672] Yazın sıcak günlerinde öğleyi serinlik zamanında
kılmak müstehabtır. Namaz kılan kimsenin üzerine giymiş olduğu elbisenin bir
ucuna çeşitli nedenlerden ötürü secde etmesi caizdir, (ç)
[673] Nesâî, İftitâh 149
[674] HattâbîVıin İfadesine göre; metinde geçen "iki
ezân"dan birisi ezan, diğeri de kamettir. Araplar, dile kolay geldiği İçin
iki ayrı ismi tağlib yoluyla tensiye sîğasıyla ifade ederler. Kara olmadıkları
halde su ve hurma İçin "Esvedeyn" (=iki kara), Ebu Bekr ve Ömer için
"Ümerân" (iki Ömer), güneş ve ay için "kamereyn" (=iki ay)
demeleri gibi. Hadisin metninde gecen "namaz" kelimesinden, nafile
namaz anlamında kullanılmıştır. Hadiste geçen "dileyen kimse için"
kaydı, bu namazdan maksadın nafile namaz olduğunu gösterdiği gibi, namaz
kelimesinin nekre olarak gelmiş olması da ezan ile kamet arasında belli bir
nafilenin değil, bütün nafilelerin kılınabileceğine işaret etmektedir.
Hanefıİere göre, ezan ile kamet arasının ne kadar ayrılacağı meselesinde görüş
ayrılığı vardır, (ç)
[675] Buhârî, Ezan 14, 16; Müslim, Salâtu'l-Musâfırîn 304
(838); Ebu Dâvud, Tatavvu 11 (1283); Tirmizî, Salât 22 (185); Nesâî, Ezan 39;
İbn Mâce, İkâme 110 (1162); Ahmed b. Hanbeİ, 4/86, 5/54, 56
[676] Buhârî, Ezan 111, Deavât 63; Müslim, Salât 71 (409),
72.76 (410); Ebu Dâvud, Salât 167-168 (934, 935, 936); Tirmizî, Salât 116
(250); Nesâî, îftitâh 33, 34; İbn Mâce, İkâme
14 (851, 852); Ahmed b. Hanbel, 2/458
[677] Buhârî, Ezan 111; Müslim, Salât 72 (410)
[678] Buhârî, Deavât 63
[679] Buhârî, Ezan 112
[680] Müslim, Salât 74-75 (410)
[681] Buhârî, Ezan 113
[682] Müslim, Salât 76 (410)
[683] Ezân 36; Müslim' Mesâcîd 273-275; Ebu Dâvud, Salât 20
(469 470
471); Tırmızî, Salât 128 (330); Nesâî, Mesâcîd 40; İbn Mâce, Mesâcîd 19
(799)- Ahmed b' Hanbel, 2/486
[684] Buhârî' Ezân 36i Müslim, Mesâcîd 275
[685] Bu ifadenin; insanın evindeki namaz kıldığı yer için
kullanılması muhtemel olduğu gibi tum mescitler için kullanılmış olması da
muhtemeldir, (ç)
[686] Buhârî, Ezân 36
[687] Bazı alimler, mescitte yel çıkarmanın haram olduğunu
beürtmişlerse de, alimlerin çoğu bunun haram olmadığını, fakat sakınılması
gereken bir husus olduğunu söylemişlerdir. Mescitte abdestsiz olarak oturmak,
meleklerin Dualarına engel İse de caizdir, (ç)
[688] Buhârî, Bed'ü'1-halk 23
[689] Buhârî, Vudû' 36
[690] Bu ifadeden maksat; o şahsın, namaz kıldığı yerde bir
sonraki namazın girmesini beklemesi ve yerinden ayrılmasıdır. Buna göre namaz
kılınan yerde oturup diğer namaz vaktini bekleyen bir kimse sanki namaz
içindeymiş gibi sevaba müstahak olur. Her ne kadar o ki-se, gerçek anlamda
nama2da değilse bile hükmen namazda sayılır. Çünkü bu kimsenin evine, ailesini
yanına dönmemesine sebap, namazı beklemesidir. (ç)
[691] Müslim, Mesâcîd 273
[692] Müslim, Mesâcîd 274
[693] Müslim, Mesâcîd 276
[694] Tirmizî, Salât 128 (330)
[695] Bu hadîs; imamın rükudan doğrulurken "Semiallâhu
limen hamideh" diyeceği görüşünde olan Abdullah ibn Mes'ud, Ebu Hureyre,
Ebu Hanîfe İle İmam Mâlik'in delilidir.
Yalnız başına namaz
kılmakta o!an kimseye gelince, Mâlikî ve Hanbelîlere göre; her iki duayı da
okur.
Şafiî alimlerine göre
ise; namaz kılan kimse, ister imam, İster cemaat, isterse tek başına olsun bu
iki cümleyi de okur.
Hanefilerine göre İse;
yalnız başına namaz kılan kişinin durumu ihtilaflıdır. Bazılarına göre yalnız
başına namaz kılan kimse sadece, "Rabbena leke'1-hamd" der. Hafız
Zeylaî (ö. 762/1360)'ye göre; Hanefi alimlerinin büyük çoğunluğu bu görüştedir.
Ebu Bekr er-Râ-zfye göre ise; yalnız başına namaz kılan kimse sadece
"Semiallâhu limen hamideh" der. Çünkü bu kimse, her ne kadar namazı
tek başına kılıyorsa da aslında kendisinin imamıdır. Kısacası; bu duaları
okumak müstehabtır. Zaten namazın her anı bir zikirdir. Dolayısıyla namaz kılan
kimse namazda bu tür duaları hep okumaya çalışmalıdır, (ç)
[696] Buhârî, &ân 125, Bed'ü'I-halk 33; Müslim, Salât 71
(409); Ebu Dâvud, Salât 139-140 (484); Tirmizî, Salât 86 (267); Nesâî, Tatbik
23; İbn Mâce, İkâme 18 (875); Ahmed b. Hanbel, 2/459
[697] Hz. Peygamber (s.a.v)'in evlerde kılınmasının tavsiye
ettiği namazlar, nafile namazlardır. Ayrıca "Evlerinizi kabirlere
çevirmeyin" sözüyle; içerisinde namaz kılınmayan evleri kabirlere, taat
ve ibadetten gafil olanları da ölülere benzetmektedir.
Hz. Peygamber
(s.a.v)'in, nafile namazları, evde kılmaya teşvik etmesindeki hikmet; riyadan
uzak ve evlere rahmet meleklerinin inmesine sebep olmasıdır. Ayrıca bu sebeple
evde kadın ve çocuklara namazı öğretmek ve çocukları namaza alıştırmak gibi
başka büyük faydaları da vardır, (ç)
[698] Buhârî, Salât 52, Teheccüd 37; Müslim,
Salâtul-Musâfırîn 208-209 (777); Ebu Dâvud, Salât. 198-199 (1043), Vitr 11
(1448); Tirmizî, Salât 213 (451); Nesâî, Kıyâmu'I-Leyl 1; İbn Mâce, İkâme 186
(1377); Ahmed b. Hanbel, 2/16
[699] Buhârî, Vitr 5, 6, Taksiru's-Salât 7, 8, 12; Müslim,
Salâtu'l-Musâfirîn 31-39 (700); Ebu Dâvud, Sefer 8 (1224, 1226); Tirmizî, Vitr
14 (472), Tefsire Sure-i Bakara 2 (2958); Nesâî, Kıble 2, Kıyâmu'I-Leyl 33; İbn
Mâce, İkâme 127 (1200); Ahmed b. Hanbel, 2/4, 7, 13, 20, 38, 40, 41, 44
[700] Hadis, binek üzerinde nafile namaz kılınabileceğine,
vitir namazının da binek üzerinde kılınabileceğine, fakat farz namazı kılmanın
caiz olmadığını ifade ermektedir. Hanefılere göre; binek nereye dönerse namazı
o tarafa doğru kılmak mendubtur. Bineğin döndüğü tarafı bırakıp ta başka tarafa
dönmek caiz değildir. Çünkü bunun için bir zaruret yoktur. Ayrıca binek
üzerinde namaz kılmak için yolculuk şart değildir. Namaza niyetlenirken
kıbleye karşı dönmek şart değildir. Yine bu namaz, ima ile de kılınır. Farz ve
vacip namazlar ile sabah namazının sünnetini, binek üzerinde kılmak caiz
değildir. Fakat imam Muhammed'e göre; farz namazı üılamama gibi bir özür
durumunda binek ü-zerinde farz namaz kılmak caizdir, (ç)
[701] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 39 (700)
[702] Buhârî, Vitr 5; Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 36 (700)
[703] Buhârî, Taksiru's-Salât 7
[704] Buhârî, Taksiru's-Salât 8
[705] Buhârî, Vitr 6
[706] Hayber: Şam-Medine yolu üzerinde Medine'nin 150 km.
kuzeyinde bir yerleşim merkezidir. Hicretin 7. yılında feth edilmştir. (ç)
[707] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 35 (700}
[708] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 32 (700)
[709] SübhaMan maksat; nafile namazdır. Teşbihin hakikati
noksanlıklardan tenzih etmektir. Yalnız mecazen tahmid, temcid ve diğer
hususlarda kulanıldığı gibi cüz'ü zikir; kullu irade kabilinden mecaz-ı mürsel
olmak üzere nafile namaza da "Sübha" denilir, (ç)
[710] Müslim, Saatul-Musâfırîn 31 (700)
[711] Bakara: 2/115
[712] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 33 (700)
[713] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 37 (700)
[714] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 38 (700)
[715] Ebu Dâvud, Sefer 8 (1224)
[716] Ebu Dâvud, Sefer 8 (1226)
[717] Tirmizî, Vitr 14 (472)
[718] Bakara: 2/115
[719] Tirmizî, Tefsiru Sure-i Bakara 2 (2958)
[720] Nesâî, Kıble 2
[721] Nesâî, Kiyâmu'I-Leyl 33
[722] Nesâî, Kıble 2
[723] Buhârî, Taksiru's-Salât 20, Teheccüd 16; Müslim,
Salâtu'l-Musâfîrîn 111 (731), 115-117 (732); Ebu Dâvud, Salât 174-175 (953,
954, 955, 956); Tirmizî, Saiât 158 (374, 375);
Nesâî, Kıyâmu'1-Leyl 18, 19, 22; İbn Mâce,
İkâme 140 (1226, 1227, 1228); Ahmed b. Hanbel, 6/30, 98, 100, 112
[724] Müslim, Salâtu'l-Musâfırîn 117 (732)
[725] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 116 (732)
[726] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 114 (732)
[727] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 113 {732}
[728] Bu hadis; bir rekatın yarısını oturarak ve yarısını da
ayakta kılmanın caiz olduğunun delilidir. Mâlik, Şafiî, Ebu Hanîfe ve alimlerin
çoğunun görüşü bu şekildedir, (ç)
[729] Buhârî,Taksiru's-SaIât20
[730] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 111 (731)
[731] Buhârî,Taksİru's-Salât20
[732] Bu hadise göre; Hz. Peygamber (s.a.v)'in, hem ayakta
ve hem de oturarak namaz kılması
ya aynı gecede olmuş
yada ayrı gecelerde olmuştur.
Nafileye ayakta
başlayan kimse, rükusunu da ancak ayakta, oturduğu yerde başlayan kimse de ancak
oturarak yapabilir. Bu, Mâlikiler ile Hanefilerin görüşüdür, (ç)
[733] Tirmizî, Safât 128 (375); Ebu Dâvud, Salât 174-175
(955); Nesâî, Kıyâmul-Leyl 18, 19
[734] Nesâî, Kıyâmul-Leyl 22
[735] Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 18
[736] Nesâî, Kıyâmu'1-Leyl 22
[737] Ahzâb: 33/21
[738] Buhârî, Taksiru's-Salât 11; Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn
8-9 (689); Ebu Dâvud, Sefer 7 (1223); Tirmîzî, SaJât 39 (544); Nesâî,
Taksiru's-Salât 5; İbn Mâce, İkâme 75 (1071); Ah-med b. Hanbel, 2/20, 44, 45,
56, 57, 83, 84
[739] Hadis; Resulullah (s.a.v)'İn, yolculukta beş vakit
namaza bağlı olarak kılınan revatıb sünnetleri kılmadığını ve Raşid
halifelerin de aynı yolu takip ettiklerini ifade etmektedir. Yalnız alimler,
beş vaktin sünnetlerinden başka nafile namazların yolculuk sırasında kılınabileceği
hususunda görüş birliğine varmıştır.
Bununla birlikte bazı
sahabiler, İmam Ahmed, İmam Şafiî, Ebu Hanîfe ve alimlerin çoğuna göre;
yolculukta sünnet namazların kılınabileceğini belirtmişlerdir. Şafiî
alimlerinden olan İmam Nevevî (ö. 676/1277) bu konu île İlgili olarak şöyle
der: "ihtimal Peygamber (s.a.v)'in sünnetleri konukladığı yerde kılması
muhtemeldir. Fakat Abdullah ibn Ömer, onun, sünnetleri kıldığını görmemiş
olabilir. Çünkü nafileyi evde kılmak, daha faziletlidir. Yada sünnetlerin bazen
terk edilebileceğine dikkatleri çekmek için onları bazı vakitlerde
kılmamişür." (ç)
[740] Ahzâb: 33/21
[741] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 9 (689}
[742] Buhârî, Taksiru's-Salât 11
[743] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 18 (694}
[744] Yani 'beş vakit namaza bağlı olarak kılınan sünnet
namazlarını kılacak olsam, farz namazı dört rekat olarak tamamlardım. Bu, benim
için daha makbuldür. Fakat ben, bunların ikisini de yapmıyorum. Yolculukta
sünnete uygun olan namaz şekli; dört rekatli farz namazları iki rekat kılmak
ve sünnetleri de terk etmektir1 demektir, (ç)
[745] Ahzâb: 33/21
[746] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 9 (689)
[747] Tirmizî,Salât39(544)
[748] Nesâî,Taksiru's-Salât5
[749] Buhârî, Sehv 6, 7; Müslim, Salât 16-20 (389); Ebu
Dâvud, Salât 191-192 (1030, 1031); Tirmİzî, Salât 174 (397); Nesâî, Sehv 25;
İbn Mâce, İkâme 135 (1216, 1217); Ahmed b Hanbel, 2/330
[750] Alimler, bu tür hadislere dayanarak şeytanın gerçek
anlamda yellenip yellenmeyeceği konusunda ihtilaf etmişlerdir.
Aynî (ö. 855/1451), bu
yellenmenin bir temsil olduğunu belirtir. Şeytanın Ezandan kaçması, korkudan
perişan olmuş bir adamın haline benzetilmiştir.
Bazılarına göre;
şeytanın Kur'an okumadan ve namazdan kaçmayıp Ezan sesinden kaçması, Kıyamet
gününde onu İşittiğine şahadet etmemek içindir. Çünkü bir hadiste geçtiğine
göre; müezzinin sesini işiten İnsan, cin ve her şey Kıyamet gününde onu
işittiğine şahadet edecektir.
Bazılarına göre ise;
şeytanın kaçması, Ezanın azametindendir. Çünkü Ezan, dinin bütün kurallarına
kpsayan ve İslam'ın şiarını ilandan ibarettir. Dolayısıyla şeytan, bunları
işitmeye tahammül edemez.
Bazılarına göre ise; şeytanın kaçması, yeis ve ümitsizlik halindendir.
Çünkü şeytan, tevhidin ilanını duyunca insana vereceğinden ümidini keser, (ç)
[751] Buhârî, burada geçen "nefis" kelimesini,
"kalb" diye tefsir etmiştir, (ç)
[752] Namaz kılan ve Kur'an okuyarak Allah'a münacatta
bulunan kimseden şeytan kaçmaz. Çünkü o hallerde kendisine vesvese kapıları
açıktır. İstediği gibi kulun damarlarına kadar sokularak her türlü vesveseyi
onun hatırına getirebilir. O derecede ki, namaz kılan kimse kendinden geçerek
kaç rekat kıldığını bile unutabilir. Bundan kurtulmanın yolu, hatıra gelen
şeyi derhal reddetmek ve hatıra gelen vesveseyi düşünmemektir, (ç)
[753] Hadis; namazında kıldığı rekat sayısında şüphe edip de
bir tarafı tercih edemeyen kimsenin, namazının sonunda sehiv secdesi yapmasına
işaret etmektedir.
Hanefılere göre; rekat
sayısında şüphe eden kimseye bu hal ilk defa meydana geliyorsa namazını iade eder.
Bu konudaki delil, Taberânî (ö. 360/970)'nin "el-Kebir" adlı adlı eserinde
geçen şu hadistir: "Namazın kaç rekat kıldığını hatırlamayan bir kimsenin
ne yapacağı, Resulullah (s.a.v)'e soruldu. Resulullah (s.a.v): 'Namazını iade
etsin. (Namazın sonunda da) oturarak iki defa secde yapsın' buyurdu. "
Bir kimseye bu şüphe ilk defa değil de, fazlaca meydana geliyorsa, kendi
kendine araştırır. Kanaati ne tarafa meylederse, ona göre hareket edip namazını
tamamlar. Namazı İadeye gerek yoktur. Eğer kanaati bir tarafa yönelmezse o
zaman şüphesindeki az tarafa itibar eder. Bununla ilgili hadis daha önce
geçmişti, (ç)
[754] Buhârî, Sehv 6; Müslim, Salâtu'l-Musâfırîn 16 (389)
[755] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 18 (389)
[756] Ebu Dâvud, Salât 191-192 (1031)
[757] Ebu Dâvud, Salât 191-192 (1032)
[758] Nesâî,Sehv25
[759] Buharı, Ezan 29, Husumât 5, Ahkam 52; Müslim, Mesâcîd
251-253 (651); Ebu Dâvud, Satât 46 (548, 549); Tirmizî, Salât 48 {217}; Nesâî,
İmame 49; İbn Mâce Mesâcîd 18 f797);Ahmedb. Hanbel, 2/424
[760] Müslim, Mesâcîd 252 (651)
[761] Buhârî, Ezan 34
[762] Resulullah (s.a.v), camiye gelmeyen kimselerin
evlerini yakhrmamıştır. Kadı İyâz (ö. 544/ 1149)'m ifadesine göre; namaz İçin
cemaatin farz oluşu, İslam'ın İlk zamanlarında münafıkların namazı terk
etmelerine engel olmak içindi. Daha sonra bu farziyetin hükmü kaldırılmıştır.
(ç)
[763] Müslim'in rivayetinden anlaşıldığı üzere; bu hadisin
vurud sebebi, Resulullah (s.a.v)'in, bazı sahabileri sabah ve yatsı
namazlarında cemaat İçinde görememesidir. Çünkü sabah ve yatsı namazına devam
etmeme işinin, münafıklara ait bir özellik olduğunu vurgulamaktadır. Ki
böylece gerçek sahabiler, münafıklardan ayırt edilmiş olsun.
Bu tür hadisler, cemaate gelemeyip namazı evde de kılmayan münafıkları
da İlgilendirmektedir. Çünkü münafıklar, gösteriş İçin namazı camide kılıp
evlerine gittiklerinde kılmazlardı. Dolayısıyla hadis; münafıklar hakkında
değil, cemaata katılımı devamlı sağlamak için müslüman sahabiler hakkında varid
olmuştur, (ç)
[764] Buhârî, Ezan 29
[765] Buhârî, Husumat 5
[766] Hadisin tehdit ve korkutmasının zahirinden, bütün
namazlarda cemaatle namaz kılmanın
Farzı ayn olduğu
anlaşılmaktadır. Bu görüş; Hanbeliİer, Euzaî gibi alimlere aittir.
Şafiî ve Mâlikî
alimlerine göre ise, cemaatle namaz kılmak, farzı kifayedir.
Hanefıiere göre ise;
sünnet-i müekkededir. Hanefıler bu konuda "Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan
namazdan yirmi beş derece daha faziletlidir" hadisidir.
[767] Müslim, Mesâcîd 251 (651)
[768] Müslim, Mesâcîd 253 (651)
[769] Ebu Dâvud, Salât 46 (548)
[770] Ebu Dâvud, Salât 46 (548)
[771] Tırmizî, Salât 48 (217)
[772] Hadis; imamdan önce başını secdeden kaldıran yada
imamdan önce rükudal kalkan kimse için büyük bir tehdit içermektedir, (ç)
[773] İbn Hacer ile Aynî, bu suret değişikliğinin, hakiki
manada olduğunu söylemişlerdir. Fakat Kadı Ebu Bekr ibnü'l-Arabî (ö. 543/1148)'ye
göre ise; Allah'ın eşek başına çevirdiği bir kimse bu ümmette mevcut değildir.
Çünkü bu ümmet, bir başka şekle dönüşmekten münezzehtir. Burada kastedilen
husus; olsa olsa, eşeğin huyu olan ahmaklık ve inatçılıktır. Çünkü böyle bir
kimse, İmama uymaya niyet etmiş olmasına rağmen imama uymamakta, dolayısıyla da
avami İfadeyle, eşeklik etmektedirler.
Alimlerin büyük çoğunluğuna göre; başını imamdan önce kaldırmak haram
ise de bundan dolayı namazın adesi gerekmez, (ç)
[774] Buharı, Ezan 53; Müslim, Salât 114-116 (427); Ebu
Dâvud, Salât 75 (623); Tirmizî, Salât 56 (582); Nesâî, İmame 38; İbn Mâce,
İkâme 41 (961); Ahmed b. Hanbef, 2/456
[775] Buhârî,
Mevâkîtu's-Salât 30; Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 286-287 (826); Ebu Dâvud, Tatavvu 10 (1276); Tirmizî, Salât
20 (183); Nesâî, Mevâkît 32; İbn Mâce, İkâme 147 (1250); Ahmed b, Hanbel, 1/18
[776] Kerahat vakitlerinin sınırını açıklayan hadisler,
farklı lafızlarla geldikleri için, konu ile hükümler de bu rivayetler
çerçevesinde değerlendirilmiş, dolayısıyla fakihler bu konuda görüş ayrılığına
düşmüşlerdir. Örneğin, hadisin metninde "Güneş işrak edinceye (=aydmlık
verinceye) kadar" lafzı, bazı yerde Güneş tulu' edinceye kadar"
şeklinde gelmektedir. Tulu'nun başlangıcından işraka kadar olan vaktin, namaz
için yasaklanmış vakit olduğuna delalet eden hadisler çoktur.
Yine güneşin yükselmesine kadar olan zamanı kerahet vakti sayanlar; 'çÜ£
lafzını, ö'p manasında özel bir tulu1 ile açıklamışlardır. Dolayısıyla her iki
lafızla gelen rivayetler arasında fark gözetmezler, (ç)
[777] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 30; Müslim,
Salâtu'l-Musâfirîn 286-287 (826); Ebu Dâvud, Tatavvu 10 (1276); Tirmizî, Salât
20 (183)
[778] Hanefiler, bu tür hadisleri delil getirerek sabah
namazından sonra güneş doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar, ikindi namazından
sonra da güneş batincaya kadar; tahiyyetü'l-mescid namazı, abdest namazı, tavaf
namazı gibi bir sebebe bağlı olarak kılınan nafile namazların mekruh olduğu
hükmüne varmışlardır. Şâfiîlere göre; bu iki vakitte tahiyyetü'l-mescid, abdest
namazı ve tavaf namazı gibi namazları kılmak caizdir. Bunun dışında kalan
nafileleri kıimak ise caiz değildir, (ç)
[779] Nesâî, Mevâkît 32
[780] Nesâî, Mevâkît 35
[781] Hadis; zahiri anlamıyla mutlaktır. Dolayısıyla bütün
namazlarla alakalıdır. Bununla birlikte bir rekata yetişen kimsenin namaza
yatışmış olmasından maksat; cemaatın farzına yetişmiş, eda hükmüne yetişme
veya vücubuna yetişme manalarından biri de olabilir, (ç)
[782] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 17, 28; Müslim, Mesâcîd
161-162 (607); Ebu Dâvud, Salât 233-235 (1121); Tirmizî, Salât 25 (524); Nesâî,
Mevâkît 30; İbn Mâce, İkâme 91 (1122); Ahmed b. Hanbel, 2/280
[783] Müslim, Mesâcîd 162 (607)
[784] Müslim, Mesâcîd 162 (607)
[785] Hadis; güneş batmadan önce ikindinin veya güneş
doğmadan Önce de sabahın birer rekatine yetişen kimsenin bu vakitlere yetişmiş
olacağına işaret etmektedir. Bununla birlikte ikindi namazının bir rekatini
kıldıktan sonra güneş batıverse, bütün alimlerin ittifakıyla, namaz bozulmaz.,
o namazın tamamlanması gerekir. imam Şafiî, İmam Mâlik ile Ahmed b. Hanbel'e
göre; sabah namazı, ikindi namazı gibidir. Yani bir rekatini kıldıktan sonra
güneş doğarsa namaza devam etmek gerekir. Ebu Hanîfe'ye göre ise; sabah namazı
kılınırken güneşin doğması halinde namaz bozulmuş olur. (ç)
[786] Buhârî, Mevâkîru's-Salât 17, 28; Müslim, Mesâcîd 163
(608); Ebu Dâvud, Salât 5 (412); Tirmizî, Salât 23 (186); Nesâî, Mevâkît 11,
28; İbn Mâce, İkâme 11 (699); Ahmed b. Hanbel, 2/348
[787] Burada
"secde"den maksat; Müslim'in
rivayetinde açıklandığı üzere
"rekaf'ür. B.k.z: Ahmed
Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, 3/567 İst. 1975 (ç)
[788] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 17, 28; Nesâî, Mevâkît 11, 28
[789] Nesâî, Mevâkît 11
[790] Metinde geçen "Hâcira" kelimesi, zeval
vaktinden sonra güneşin sıcaklığının şiddetli olduğu zamandır. Bu vakitte
insanlar, sıcağın şiddetinden dolayı çalışmayı terk ettikleri için bu ad
verilmiştir, (ç)
[791] Bu hadis; yaz aylarında öğle namazını, ortalık
serinleyinceye kadar ertelenmesi tavsiye edilmektedir. Yalnız öğle namazının
ortalık serinleyinceye kadar ertelenmesinin hikmetinin ne olduğu konusunda
ihtilaf edilmiştir. Bazı alimlere göre; geciktirme, meşakkati uzaklaştırmak
içindir. Çünkü sıcak, huşuya engel olur. Bazılarına göre ise; sıcağın
şiddetlendiği bu vaktin, azabın yayılma vaktî olmasıdır. Bazılarına göre ise
nedenini araştırmak lüzumsuzdur. Çünkü namazı serinliğe bırakmayı bizzat
Peygamber (s.a.v) bildirmiştir. Öyleyse bununla ilgili araştırmanın bir
anlamı, yoktur.
Bu hükmün; sadece
cemaati mi, yoksa tek başına kılanlarıda kapsayıp kapsamadığı konusu
ihtilaflıdır. Fakat hadisin zahirine göre; cemaat ile tek başına kılan kimse
arasında fark yoktur.
Alimler, cehennemin
kükremesini iki şekilde açıklamışlardır:
1. Bu, bir teşbih ve temsildir. Yani öğle
vaktinin sıcağı, cehennemin kükremesi gibi şiddetli
olur.
2. Bu söz, hakiki manasında kullanılmıştır.
Öğle vaktîndeki şiddetli sıcak, cehennemin kükremesinin etkisiyledir. Nevevî,
bu görüşü savunanlar İçerisinde yer almaktadır, (ç)
[792] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 9; Müslim, Mesâcîd 230-232
(645); Ebu Dâvud, Salât 4 (402); Tirmizî, Salât 5 (157); Nesâî, Mevâkît 5; Ibn
Mâce, Salât 4 (677); Ahmed b. Hanbel, 2/266, 394
[793] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 13, Farzu'1-Hums 4; Müslim,
Mesâcîd 168-170 (611); Ebu Dâvud, Salât 5 (407); Tirmizî, Salât 6 (159); Nesâi,
Mevâkît 8; İbn Mâce, Salât 5 (683); Ahmed b. Hanbel, 6/37, 85, 199, 204, 279
[794] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 13
[795] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 13
[796] Benim odama vurmakta iken" ifadesi; Peygamber
(s.a.v)'in ikindi namazını vaktin başında kıldığını açıklamaktadır.
"Henüz (sünesin
ışığı) yükselmeden" ifadesi; güneşin ışığı odadan çıkmadan anlamındadır.
Çünkü Hz. Aişe'nin odası, dar ve alçak idi. Bu nedenle de güneş çabucak çekilir
ve görünmez olurdu.
"Gölge Aişe'nin
odasından yükselmeden" ifadesi; gölgenin odanın içerisine yayılmasıdır.
"Zuhur" (yükselme) kelimesinin; güneşe nispetle odadan çıkmak ve
gölgeye nispetle İse odanın içine yayılmak manasında gelmesi itibariyle
birbirine zıt değildir. Çünkü gölgenin yayılması, ancak güneş çıktıktan sonra
mümkün olur.
Bu hadis; İkindi
namazını edada acele etmemn daha faziletli olduğunu söyleyen İmam Şafiî,
Hattâbî ile Nevevî gibi alimlerin görüşlerini desteklemektedir.
Hanefîlere göre; İkindi namazını, vaktin başında değil de sonunda kılmak
kılmak müste-habür. (ç)
[797] Müslim, Mesâcîd 170 (611)
[798] Ebu Dâvud, Salât 5 (407)
[799] Buhârî, Salât 13, Mevâkîtu's-Salât 27, Ezan 165;
Müslim, Mesâcîd 230-232 (645); Ebu Davud, Salât 8 (423); Tirmizî, Salât 2
(153); Nesâî, Mevâkît 21; İbn Mâce, Salât 2 (669); Ahmed b. Hanbel, 6/33, 37,
179, 248
[800] Bu hadîs; sabah namazını ortalık iyice aydınlanmadan
alaca karanlıkta kılmanın daha faziletli olduğuna delet etmektedir, imam
Mâlik, İmam Şafiî ile İmam Ahmed bu görüştedir. Hanefiler ise; sabah namazını
biraz aydınlığa bırakmak daha faziletlidir. Bu görüş, Hz. Ali ile Abdullah ibn
Mes'ud'dan da rivayet edilmiştir. Bu görüş sahiplerinin delili; RafT b.
Ha-dîc'ten gelen "Sabah namazını aydınlığa bırakınız" hadisi ile
Buhârî ile Müslim'in Abdullah ibn Mes'ud'dan gelen, "Resululah (s.a.v)'i
iki namaz hariç hiçbir namazı vakti dışında kıldığını görmedim. Bunlar,
{Müzdelife'de) akşam ile yatsıyı cem etti. O gün sabah namazını da vaktinden
evvel kıldı" hadisidir.
Kısacası; Hz. Peygamber (s.a.v)'in sabah namazını, bazen alacakaranlıkta
ve bazen de ortalık ağardiğında kıldığını gösterir. Çünkü her iki uygulama da
vardır, (ç)
[801] Müslim, Mesâcîd 231 (645)
[802] Bu hadis; kadınların mescitlere gidebilecekleri ve
erkeklere karışmaksizın namazı müteakip hemen mescidi terk edip evlerine
dönmelerine işaret etmektedir, (ç)
[803] Buhârî, Ezan 165
[804] Hadis; ikindi namazını kaçırma ve geciktirmenin çok
kötü bir hareket olduğuna ve bu du-rama düşen bir kimsenin aile ve malını
kaybetmiş gibi üzülmeye layık olduğuna işaret etmektedir, (ç)
[805] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 14; Müslim, Mesâcîd 200-201
(626); Ebu Dâvud, Salât 5 (414, 415); Tirmizî, Salât 14 (175); Nesâî, Salât 17;
İbn Mâce, Salât 6 (685); Ahmed b. Hanbel, 2/75
[806] Ebu Dâvud, Salât 5 (414)
[807] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 35, Tevhid 31; Müslim,
Mesâcîd311 (681); Ebu Dâvud, Salât 11 (437, 438, 439, 440, 441); Tirmİzî, Salât
16 (177); Nesâî, Mevâkîtu's-Salât 53, 54, İmame 47; İbn Mâce, Salât 10 (698);
Ahmed b. Hanbel, 5/307
[808] Bu hadis; geçmiş namazların kazasında Ezan okumanın
meşru olduğunu, sabah namazının sünnetinin farzıyia birlikte öğleye kadar kaza
edilebileceğini ve uyku yada unutma sebebiyle namazı vaktinden sonraya
bırakmakta günah olmadığını göstermektedir, (ç)
[809] Ebu Dâvud, Salât 11 (437)
[810] Ertesi gün de ise (o namazı) vaktinde kıtsın"
İfadesi; alimler arasında bazı görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Bu sözün
zahiri, geçirilen bir namazın bir defa, hatırlandığı zaman da bir de ertesi
günkü vaktinde olmak üzere iki defa kaza edilmesini gerekli, göstermektedir.
Nitekim bazı alimler, bu cümleyi bu şekilde anlamışlar, ancak ertesi günkü
vakit te kazayı müstehab kabul etmişlerdir. Şu da var ki, cumhur-u ulema, bu
görüşü benimsememiş, seleften hiç birisi kaza edilen bir namazın ertesi günkü
vaktinde tekrar kılınmasını müstehab görmemiştir. Çünkü "Menhel" adlı
kitabın yazarı, bunun, ravinin bir vehmi olduğu söylemiştir. Ayrıca Tirmizî
ile başkaları, Buhârî'nin, bu hadisi, galat kabul ettiğini söylemişlerdir.
Yine Altı hadis imamının Enes'den rivayet ettiği "Bir namazı unutan
kimse onu hatırladığı zaman kılsın. O namaz için bundan başka bir kefaret
yoktur" hadisi ile Nesâî'nin Imran b. Husayn'dan rivayet ettiği
"Sahabiler: Ey Allah'ın resulü! Bu geçen namazı yarınki vaktinde tekrar
kaza etmeyelim mi?' dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): Hayır, Allah
sizi ribadan men ettiği halde onu sizden alır mı?' buyurdu" hadisi, bu
cümlenin galat olduğu yada raviden bir vehmin olduğu fikrini doğrulamaktadır,
(ç)
[811] Bazı sarihler, "Emirler Ordusu'Yıun, Mute
savaşındaki ordu olduğu söylenmişse de bu doğru değildir. Çünkü Resulullah
(s.a.v), bu savaşa katılmamıştır.
"Emirler Ordusu" sözü, hadisi rivayet eden ravinin bir vehmi
değilse, bu ordu, olsa olsa, Hayber'i fetheden ordu olabilir. Çünkü bu savaşta,
Hz. Peygamber (s.a.v), baş ağrısına tutulduğu için sancağiilk gün Ebu Bekr'e,
ertesi gün Ömer'e, daha sonra ise Hz. Ali'ye vermştir. Fetih, Hz. Ali'nin
eliyle gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu orduda üç ayrı emir görev almıştır.
Öyleyse "Emirler Ordusu" denilip de içerisinde Hz. Peygamber
(s.a.v)'in bulunduğu anlaşılan ordunun, Hayber savaşındaki ordu olduğunu
anlamak, gayet doğal ve mantıklıdır, (ç)
[812] Ebu Dâvud, Salât 11 (438)
[813] Buna göre özürsüz olarak uyuma ve unutma sebebiyle
namazı vaktinde kılamamaktan dolayı günah yoktur. Günah, özürsüz olarak vaktinde
kılamamaktan dolayıdır, (ç)
[814] Müslim, Mesâcîd 311 (681); Ebu Dâvud, Salât 11 (441);
Tirmizî, Salât 16 (177); Nesâî, Meuâkît 53
[815] Tirmîzî, Salât 16 (177); Nesâî, Mevâkît 53
[816] Taha: 20/14
[817] Buhârî, Mevâkîfu's-Salât 37; Müslim, Mesâcîd 314-316
(684); Ebu Dâvud, Salât 11 (442); Tirmizî, Salât 17 (178); Nesâî, Mevâkît 52,
53; İbn Mâce, Salât 10 (695, 696); Ahmed b. Hanbel, 3/100, 282
[818] Hadis; unutularak vaktinde kılınmayan namazın,
hatırlandığı zaman kaza etmekten başka bir kefaretinin olmadığını
belirtmektedir. Yalnız unuttuğundan dolayı günahkar olmaz. Kerahat vakti
dışında hatırladığı zaman o namazı kılması gerekir, (ç)
[819] Taha: 20/14
[820] Müslim, Mesâcîd 316 (684)
[821] Tirmizî, Salât 17 {178); Nesâî, Mevâkît 52
[822] Nesâî, Mevâkît 53
[823] Buhârî, Salât 18, Ezan 51, Taksiru's-Salât 17; Müslim,
Salât 77-81 (411); Ebu Dâvud, Saİât 68 (601); Tirmizî, Salât 150 (361); Nesâî,
İmame 16, 40, İbn Mâce, İkâme 144 (1238); Ahmed b. Hanbel, 3/162
[824] Buhârî, Ezan 51; Müslim, Salât 77 (411)
[825] Müslim, Salât 79
[826] Buhârî, Ezan 51
[827] İbn Hibbân (ö. 354/965)'ın rivayetinden anlaşıldığına
göre; hadiste anlatılan olay, hicretin 5. yılında olmuştur. Çeşitli
rivayetlerin ifadesinden anlaşıldığına göre; Resulullah (s.a.v) attan düşerek
bir hurma kütüğüne çarpıp ayağı çıkmıştı. Bunun üzerine sahabiler, onu ziyarete
gittiler. Namaz vakti gelince Resulullah (s.a.v) oturduğu yerden imam olarak
kendilerine namaz kıldırmışrj. Sahabiler, namazı ayakta kıldıklarını görünce,
oturmalarını İşaret etmişti. Onlar da oturarak kılmışlardı.
Bununla birlikte
çeşitli rivayetlerin İfadelerindekİ farklılıklar, olayların ayrı ayrı zamanlarda
meydana gelmiş olması ihtimalini de mümkün kılmaktadır. Yalnız oturarak kılınan
bu namazın, farz veya nafile olduğu hususu ilim adamları arasında
İhtilaflıdır. Hanbeliier; ayakta namaz kılmaya gücü yeten-kimselerin, ayağa
kalkmaktan aciz olan kimse arakasında oturarak kılmasının caiz olduğunu kabul
ediyorlarsa da bu namazın sahih olabilmesi için imamın görevli mahale imamı
yada devlet reisi olmasını şart koşmuşlar ve bunların dışındaki imamların
arkasında bu şekilde kılınacak namazın caiz olmadığını söylemişlerdir.
Şafiîler ile Hanefılere göre ayağa kalkamayan kimsenin arakasında namaz
kılmak caizdir. Yalnız cemaatin namazı ayakta kılması şarttır. Bu konuda Buhârî
ile Müslim'in Hz. Aişe'den rivayet ettikleri Peygamber (s.a.v)'in son
hastalığında namaz kıldırmakta olan Ebu Bekr'in soluna gelip oturarak oturduğu
yerden namaz kıldırdığına dair olan hadisi delil getirmişlerdir, (ç)
[828] Nesâî, İmame 16
[829] Teşehhüd" kelimesi, sözlükte; "şehadet
getirme" anlamına gelmektedir. Şehadet getirmekten kasıt ise, Kelime-i
şehadeti söylemektir. Bir de, teşehhüd, bir namaz terimi olarak; ka'delerde {=
oturmalarda) okunan ve içerisinde Kelime-i şehadetin de yer aldığı öze! bir
duadır. Bu nedenle de namazda bu duanın okundupu bölüme, teşehhüd denilmiştir.
Teşehhüd duası; Resufullah (s.a.v)'in miraç yolculuğu sırasında yüce Allah'la
yaptığı konuşmayı anımsatmaktadır. Şu halde "müminin miracı" olarak
nitelendirilen namazdaki teşehhüd, ruhen ve kalben hüşyar olan müminlere, günde
beş vakit, Resulullah (s.a.v)'in kulluk hayatındaki en zirve olan miraç
safhasını yaşatmaktadır, (ç)
[830] Buhârî, Ezan 148, 150, Amel fi's-Salât 4; Müslim,
Salât 55 (402); Ebu Dâvud, Salât 177-178 (969); Tîrmtzî, Salât 99 (289); Nesâî,
İftitâh 190; İbn Mâce, Salât 24 (899); Ahmed b. Hanbel, 1/437
[831] Buhârî, Deavât 17; Müslim, Salât 55 (402)
[832] Buhârî, Amel fi's-Salât 4; Müslim, Salât 55 (402)
[833] Bu ve benzeri İfadeler; namaz kılan kimsenin
teşehhüdden sonra dilediği duayı yapabileceğini göstermektedir. Fakat Kur'an
lafızlarına benzeyen ve Peygamber (s.a.v)'den rivayet edilen dualardan
istediğiyle duâ edilebilir. Yalnız fesaddan sakınmak için insanların sözlerine
benzeyen şeylerle duâ edilmez, (ç)
[834] Müslim, Salât 55, 57 (402)
[835] Nesâî, İftitâh 190
[836] Ebu Bekr el-Bezzâr (ö. 292/904), Abdullah ibn Mes'ud'dan
gelen bu teşehhüd ile ilgili olarak şöyle der: "Bu, teşehhüd hakkında
gelen en sahih hadistir. Yirmi küsur yoldan rivayet edilmiştr."
Müslim'de:
"İnsanlar, Abdullah ibn Mes'ud'un teşehhüdünde icma etmişlerdir. Çünkü
onun arkadaşları, birbirine muhalif değildir. Diğerleri ise muhaliftir"
demektedirler. Hanefilere ve HanbelÜere göre, teşehhüd hadisler içerisinde
tercihe şayan olanı, Abdullah ibn Mes'ud'unkidir.
Abdullah ibn Abbâs'dan gelen teşehhüd ise, altı hadis kitabının hepsinde
geçmemektedir. Abdullah ibn Abbâs'ın teşehhüd hadisinde sadece
"mubarekât" kelimesi fazladır. Hanefiferdeki sahih olan görüşe göre,
her iki oturuşta teşehhüd okumak vaciptir, (ç)
[837] Tirmizî, Salât 99 (289); Nesâî, İftitâh 190
[838] Sahabiler, önceleri, oturuşlarda "Selam, filan ve
filanın üzerine olsun" diyorlardı. Buradaki filan ve filandan maksat;
meleklerdir. Buhârî'dekİ, "Biz, Resulullah (s.a.v)'in arkasında namaz
kıldığımız zaman, selem, Cebrail'e ve Mîkail'e olsun derdik" şeklindeki
hadis ile Müslim ve İbn Mâce'deki "kullarından" tarzındaki rivayet bu
filanların, melekler olduğuna işarettir, (ç)
[839] Selâm:
Allah'ın güzel isismlerin
(=Esma-İ Hüsna'dan)dır. Bir
kimseye, "es-Selâmu
aleyke" denildiği zaman bu şu demektir: Selam olan Allah, seni gözetir ve
muhafaza eder. Allah, selameti, kullarına verir. Bizzat kendisi selamete muhtaç
değildir. Afet ve tehlike gelmesi mümkün olanlar için kullanılan bu lafzın,
bizzat Allah için kullanılması doğru değldir. Bu sebeple Resulullah (s.a.v),
sahabilerini, böyle söylemekten men etmiştir, (ç)
[840] Tahiyyât" kelimesi, "Tahiyye"
kelimesinin çoğuludur. Manası, selamdır. Ayrıca Beka, azamet, afet ve
kusurlardan salamet ve mülk manalarına gelir.
[841] Salavat" kelimes hakkında değişik manalar
verilmiştr. Bu manaları şu şekilde özetlemek mümkündür: Beş vakit, namaz, bütün
şeriatlardaki her türlü farz ve nafile, bütün ibadetler, dualar, ve rahmet, (ç)
[842] Tayyibât", sözün güzeli ve "Allah övülmeye
layık" demektir. Bunu, Allah'a zikr, Duâ ve övgü gibi Salih sözler ve
Salih ameller diye manalandıranlar da vardır.
Tahiyyâf'in ^aviî
ibadetler, "Salavaf'ın fiilî ibadetler ve "Tayyibâf'ın 'se ma'î
sadakalar olduğunu söyleyenler de vardır, (ç)
[843] Ebu Dâvud.Salât 177-178 (968}
[844] Ebu Dâvud,Salât 177-178 (969)
[845] Ebu Dâvud, Salât 177-178 (969)
[846] Ebu Dâvud, Salât 177-178 (970)
[847] Teşehhüdün buraya kadar olan bölümünde hitap Allah'a,
bundan sonrasında ise Resulü-nedir. (ç)
[848] Nesâî, İftitâh 190
[849] Nesâî, İftitâh 190
[850] Nesâî, İftitâh 190
[851] Nesâî, İftitâh 190
[852] Nesâî, İftitâh 190
[853] Nesâî, Sehu 56
[854] Resulullah (s.a.u)'e selam verme, tahiyyat Duasında
Peygamber! "Selam", Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun"
şeklinde geçmektedir. Bu nedenle de teşehhüdde okunan tahiyyat duâsıyla, Hz.
Peygamber (s.a.v)'e selam verilmiş olunmaktadır, (ç)
[855] Salât", rahmet ve duâ anlamına gelmektedir.
Burada Salât, hem Hz. Peygamber (s.a.v)'e ve hem de onun aile halkına
yapılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v)'e Salât getirilmesinin nedeni hakkında
çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Namaz dışında Hz. Peygamber (s.a.v)'e salavat getirmenin hükmü
ihtilaflıdır. Hanefiler, bu konuda Ahzab: 33/56 ayetini göz.önünde bulundurarak
ömürde bir defa salavat getir menin farz, bunun dışında her anıldığında salavat
getirmenin vacip ve mecliste birkaç defa anıldığında her defasında salavat
getirmenin müstehab olduğu görüşündedir, (ç)
[856] Ey imân edenler! Ona (=peygambere) salevatt ve selam
getirin" {Ahzab: 33/56) ayeti nazil olunca, sahabeler, Resulullah
(s.a.v)'e gelip saievat getirmenin keyfiyetini sormuşları. Hz. Peygamber
(s.a.v)'e sorulan sorunun, "salevat nedir?" tarzında değil de,
"sana nasıl saievat okuyalım?" şeklindedir. Bu ifade; sahabilerin
salevat kelimesi hakkında bilgilerinin olduğunu, fakat salevatm keyfiyetini Öğrenmek
İstediklerini gösterir.
Hanefilere göre; teşehhüdden sonra salli-barik okumak vacip
değil,.sünnettir, (ç)
[857] Muhammed'in aile halkı" ifadesinden maksadın ne
olduğu hakkında değişik görüşler İleri sürülmüştür. Bunları şöyle özetlemek
mümkündür:
1. Resuluıllah'a
yakınlığından dolayı kendisine Zekât verilmesi caiz olmayanlar, bunların da kim
oldukları konusunda ihtilaf edilmiştir: a. Sadece Haşİm oğulları, b. Haşim ve
Muttalib oğulları, c. Hz. Fatıma ile Ali'nin çocukları olan Hasan ve Hüseyin'in
soyundan Kıyamete kadar gelecek olan nesil.
2. Kayıtsız şartsız Hz. Peygamber (s.a.v)'e
yakınlığı olanlar,
3. Kıyamete kadar Hz.
Peygamber (s.a.vj'in izinden giden bütün Müslümanlar,
4. Müslümanların takva
sahipleri
Yalnız bu kelimeyle;
duada ümmet, övgüde takva sahipleri, Zekât konusunda kendilerine
Zekât verilmeyenler
kast edilebilir.
"Muhammed'in ail? halkı"na salevat getirmek, Hanefilere göre
vacip değil, sünnettir.
[858] Buhârî, Deavât 32, Enbya 10, Tefsiru Sure- Ahzab 10;
Müslim, Salat 66 (406); Ebu Dâvud, Salât 178-179 (976); Tirmizî, Salât20 (483);
Nesâî, Sehv 51; İbn Mâce, Salât25 (904); Ahmed b. Hanbel, 4/241, 242
[859] Ebu Dâvud, Salât 178-179 (976); Tirmizî, Salât 20
(483); Nesâî, Sehv 51
[860] Nesâî, Sehv 51
[861] Buhârî, Ezan 133, 134, 137, 138; Müslim, Salât 227-231
(490); Ebu Dâvud, Salât 150-151 (889, 890); Tirmizî, Salât (273); Nesâî, İftİtâh
40; İbn Mâce, İkâmet 19 (883, 884); Ahmed b. Hanbel, 1/285, 286
[862] Buhârî, Ezan
[863] emrolundum" yada "peygamberiniz" gibi
ifadeler; Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait özel bir emir olduğunu ifade ediyorsa da,
alimlerin çoğuna göre; "yedi organ üzerine secde etmek, Resulullah {s.a.v)'e
olduğu gibi ümmetine de farzdır." (ç)
[864] Yedi kemik yada yedi organ; yüz, eller, dizler ile
ayaklardır. Yedi organ üzerine secde etmek, imam Şâfıî ile Hanbelilere göre
farzdır. Ebu Hanîfe'ye, Mâlikiİere ve fıkıh alimlerinin çoğunluğuna göre ise,
sadece alın üzerine secde etmek farzdır. Diğer organlar üzerine secde etmek,
sünnettir. İmam Şafiî'nin bir görüşü de böyledir. Yalnız İbnu'l-Hümam'a göre
ise eller, dizler ile ayaklar üzerine secde etmek vaciptir, (ç)
[865] Buhârî' Ezân ;Müs'im, Salât 228, 230 (490)
[866] Buhârî, Ezân ;Müslim, Salât 227-228 (490)
[867] Hendek Savaşı: Bazı rivayetlere göre, hicretin 4. yılı
Şevval ayında, bazılarına göre İse hicretin 5. yılı Zİ'1Ka'de ayında meydana
gelmiştir.
Mekkeliler ile Gatafan
müşrikleri ile Yahudiler ortaklaşa olarak Müslümanlarla savaştıkları için bu
savaşa "Ahzâb Savaşı"da denilir.
"Hendek
Savaşı" denilmesinin sebebi ise; İran asıllı olan Selman-ı Fârisî'nin
fikriyle Medine etrafına hendek kazılarak Medine'nin savunulmasıdır.
Bu savaşta Müslümanların
sayisı.3.000, karşı tarafın sayısı ise 10 yada 12. 000 kişi idi. 24 gün
karşılıklı ok atışından sonra, Resuiullah (s.a.v)'İn kullandığı bir casus
vasıtasıyla düşman kuvvetlerinin arası açılmış, sonunda şiddetli bir fırtına
çıkıp müşriklerin ağırlıklarını uçurunca müşrikler geri dönüp gitmek zorunda
kalmışlardı. Bu savaşta, Müslümanlar 6 şehid, müşrikler İse 3 ölü vermişlerdi.
Bu savaşta, Hz. Peygamber (s.a.v) ile sahabilerİ, ikindi namazını
vaktinden geriye bırakmışlardı. Henüz meşru olmadığı için korku namazını
kılmamışlardı. Bu gün için savaş sebebiyle namazı ertelemek caiz değildir.
Çünkü böyle bir durumda artık "Korku Namazı" kılınır, (ç)
[868] Hz. Peygamber (s.a.v)'in, müşriklere bedduada
bulunmasının nedeni; Hendek savaşında Müslümanları meşgul edip ikindi namazını
kılmalarına fırsat vermemeleridir. Bu hadis, bize; zalimler için zulmüne uygun
olarak beddua etmenin caiz olduğunu göstermektedir, (ç)
[869] Buharı, Cihad, 97, Meğazî 27, Deavât 57; Müslim,
Mesacîd 202-205 (627); Ebu Dâvud, Saiât 5 (409); Tirmizî, Tefsiru Sure-i Bakara
(2987); Nesâî, Salât 14; İbn Mâce, Salât 6 (684); Ahmed b. Hanbel,l/79,154
[870] Salâtu'l-Vusta (=Orta Namaz)"ın, hangi
"namaz olduğu konusu alimler arasında tartışma konusu olmuştur. Hafız
Dimyatı (ö. 749/1348), bu konuda "Keşfu'l-Muğatta
ani's-Salâti'l-Vusta" adında bir kitap yazmış ve burada 19 görüş
zikretmiştir. Abdullah ibn Mes'ud, Ebu Hureyre, Ahmed b. Hanbel, Şâfiîlerin
çoğuna ve Hanefilerin sahih olan görüşüne göre, "Salâtu'l-Vusta",
ikindi namazıdır, (ç) Müslim, Mesâcîd 205 (627), 206 (628)
[871] Müslim, Mesâcîd 205 (627)
[872] Bu ifade; "tamamen büzülerek kollarınızı
yanlarınıza, karnınıza, uyluklarınıza bitiştirmediğiniz gibi kollarınızı da
tamamen gerilerek köpeğin yaptığı gibi yere sermeyin. Aksine secde halinde
ellerinizi yere koyarak dirseklerinizi kaldırın, iki taraftan kanat gibi açın,
karnınızı da uyluklarınızdan uzak tutun" demektir.
Alimlere göre;
dirsekleri yerden kaldırarak koltukların altı görünecek derecede açmak
müs-tehabtır. Bunun aksini yapan kimsenin namazı sahih olmakla birlikte
tenzihen mekruhtur. Bu şekilde namaz kılmak; kibirden uzak, tevazuya daha
uygun, alın ile burnun yere secde etmelerine daha müsait ve tembel kimselerin
haline benzemekten daha uzaktır. Çünkü kollarını yere sererek secde eden kimse,
hadiste de belirtildiği üzere, köpeğin yere serilerek yatmasına benzer. Böyle
bir kimsenin bu şekildeki hali, onun namaza önem vermediği intibaını gösterir.
Kolların bu şekilde yere serilerek köpeğin yatışına benzetilmesi;
ümmetin bu davranıştan tiksinmesi ve böyle bir şeyden uzaklaşması içindir, (ç)
[873] Buhârî, Ezan 141; Müslim, Mesâcîd 233 (493); Ebu
Dâvud, Salât 153-154 (897); Tİrmizî, Salât 89 (276); Nesâî, İftitâh 50; İbn
Mâce, İkâme 21 (892); Ahmed b. Hanbel, 3/115, 177,179,274
[874] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 8
[875] Buhârî, İmân 31, Rikak 18; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn
215-216 (782); Ebu Dâvud, Tatavvu' 27 (1368, 1370}; Tİrmizî, Edeb 70 (2856);
Nesâî, Kiyâmu'l-Leyl 17; İbn Mâce, Zühd 28 (4238); Ahmed b. Hanbel, 6/84,128,
244, 249
[876] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 215 (782)
[877] Hadisi şerif, ibadete devamı teşvik etmektedir. Çünkü
devamlı olarak yapılan az ibadet, bir müddet sonra bırakılan çok ibadetten daha
hayrlıdır. Zira devamlı olarak yapılan İbadet az bile olsa, Allah'a taat,
zikir, murakabe ve ihlası devam ettirir. Bu devamlılık sayesinde az amel,
devam etmeyen çok ameli kat kat geçer.
Hz. Peygamber (s.a.v) her ayın başında, ortasında ve sonunda üç gün,
haftanın Pazartesi ve Perşembe günlerinde oruç tutması, buna bir örnektir, (ç)
[878] Buhârî, Rikak 18
[879] Buhârî, Rikak 18
[880] Buhârî, Rikak 18
[881] Buhârî, Rikak 18
[882] Buhârî, Rikak 18
[883] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 218 (782)
[884] Tirmizî, Edeb 70 (2856}
[885] Tirmizî, Edeb 70 (2856)
[886] EbuDâvud,Tatawu',27(1368)
[887] Ebu Dâvud, Tatavvu1, 27 (1370); Müslim,
Salâtul-Musâfirîn 217 (783) .
[888] Hadisi şerif, ibadet ile ilgili olarak kısaca şunu
ifade etmektedir: Gücünüzün yettiği amelleri işleyin. Gücünüzün yetmediği için
devam edeceğiniz amellere girişmeyin. Çünkü gücünüzün yetmeyeceği ameller,
size bıkkınlık verir. Bu sebeple de onu terk etmek zorunda kalır-smız.Siz
bıkmadan ibadete devam ettiğiniz müddetçe, Allah da o ibadetin mükafatını vermeye
devam eder. Fakat siz bıkıp ta bu amelinizi bırakıverecek olursanız, Allah
sizin bu bıkkınlığınıza ve amelinizi terk edişinize karşılık olarak bu
ibadetiniz için size vermekte olduğu mükafatı keser. Yani siz İbadetinize son
vermedikçe Allah da sevab vermeye son vermez.
Her ne kadar bu hadis,
ibadetlerle ilgili olarak insanın gücünün yettiği ve devamlı yapabileceği
amellere sarılmayı tavsiye ediyorsa da bu tavsiye aslında, sadece ibadetlere
ait değildir. İbadetler dışında kalan diğer meşru işler de bu tavsiyenin
kapsamına girmektedir. Meşru olan işlerin Allah'a en hoş geleni ve mükafata en
çok layık olanı, az bile olsa, de vamlı ve düzenli olanıdır. Çünkü önemli olan,
çokluk değil, düzenli ve devamlı olanıdır. Bu da, ifrat ve tefritten sakınarak
iki uç arasında bir orta yolu tutmakla mümkündür. "Allah usanmaz"
"ifadesi, Allah terk etmez" anlamındadır, (ç)
[889] Nesâî, Kıble 13
[890] Buhârî, Salât 4; Müslim, Salât 278-280 (517); Ebu
Dâvud, Salât 77 (628); Tirmizî, Salât 137 (339); Nesâî, Kıble 14; İbn Mâce,
Salât 69 (1049); Ahmed b. Hanbel, 1/256, 265, 303, 320
[891] Buhârî, Salât 4
[892] Hadisin metninde geçen "sevb" kelimesi,
elbise demektir. Kelimenin asıl anlamı; dokunuş bez, keten, ipek ve yün gibi
kumaşlar için kullanılır.
O zamanın tam takım
elbisesi; bir "İzar" ve diğeri de "rida" olmak üzere iki
ayrı kumaştan meydana gelirdi. "İzar", futa gibi bele bağlanır,
"Rida" İse İhram gibi omuza atılırdı. İşte bu ikisi, bir elbise
teşkil ederdi. Dolayısıyla burada "bir tek elbise" sözünden maksat;
omuza atılan ridadır. Çünkü rida; bir ucu sol omuzun üzerinden, diğer ucu da
sağ omuzun altından geçirilerek yada göğüs tarafından veya arkadan bağlamak
suretiyle bürünülen elbisedir. Böyle çapraz bir şekilde bürünmeye;
"teveşşuh", "iltihaf' ve "İstimal" denir. Kumaşın iki
ucunu bağlamaktaki hikmet; rüku esnasında örtünün düşmemesini ve namaz kılan
kimsenin kendi avret yerlerini görmemesini sağlamaktır. Yalnız bu örtünün, bütün
avret yerlerini örtecek kadar geniş ve uzundu. Yoksa beline bağlardı. İbn Cerîr
(ö. 676/1277), Tavus (ö. 106/724), İbrahim en-Nehaî (ö. 95/713) ve bir rivayette
Ahmed b. Hanbel (Ö. 241/795) bu görüşe katılmayarak bir tek elbise içerisinde
namaz kılmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Bunlar, bu konuda Abdullah ibn
Ömer'den gelen "iki elbise İçerisinde namaz kilma"yı ifade eden
hadisi delil almışlardır. İmam Mâlik (ö. 179/795), İmam Şâfıî (ö. 204/819), bir
rivayette Ahmed b. Hanbel ve Ebu Hanîfe (ö. 150/767); bir tek elbise içerisinde
nama kılmanın caiz olduğunu belirtmişlerdir. Tek elbise içerisinde erkeklerin
namaz kılma durumu; İslamiyet'in ilk yıllarında Müslümanların sıkıntı ve
imkansızlıklarından dolayı bir parçadan ibaret olan elbiseyi giymeleri ve bu
elbiseyi de, namaz içerisinde avret yerleri gözükmesin diye boyunlarına bağlama
mecburiyetinden kaynaklanmaktaydı.
Tek elbise içerisinde namaz kılmayı caiz gören alimler, iki elbiseyi
giymeyi emreden Abdullah ibn Ömer hadisini daha faziletli olmakla tefsir
etmişlerdir. Çünkü asıl olan, elbiseyi, omuzdan aşağıya doğru sarkıtarak
örtünmektir. Bu şekilde örtülen elbise, avret mahallini kapamaya yetmiyorsa, o
zaman bele bağlayarak örtünmek lazımdır. Sonuç olarak; önemli olan, elbisenin
sayısı ve cinsi değil, avret yerlerinin örtülmesidir. (ç)
[893] Müslim, Salât 278 (517}
[894] Müslim, Salât 280 (517)
[895] Müslim, Salât 280 (517)
[896] Bir davete icabetin; sünnet mi, vacip mi, yoksa farzı
kifaye mi olduğu meselesi tartışma konusu olmuştur.
[897] Bu ifade; 'cemaat İçerisinde kadınlar da bulunduğu
zaman nasıl saf oluşturularak namaz kılınacağını öğretmek için size namaz
kıldırayım' demektir. Resulullah (s.a.v)'in evlerde bu şekilde cemaat
oluşturarak namaz kıldırmakla camiye gelemeyen kadınlara da cemaatle namazın
nasıl kılınacağını öğretmiş olmaktadır.
Ayrıca bu hadis, cemaat halinde kılınan namazda kadınların safın
arkasında ayrıca saf tutacaklarını
göstermektedir, (ç)
[898] Enes,'in, hasırın üzerine su serpmesi; onu yumuşatmak
ve tozunu almak olduğu gibi, uzun müddet kullanılması sebebiyle bir pisliğin
bulaşmış olması ihtimalinden dolayı da olabilir. Yalnız burada geçen ç-ÜIt
"Nadh" kelimesi, su serpmek anlamına geldiği gibi, yıkamak anlamına
da geldiğinden dolayı Enes'İn hasın yıkamış olması da mümkündür. Ancak birinci
ihtimal daha kuvvetlidir, (ç)
[899] Yetim ile kast edilen, Dumeyr b. Sa'd el-Himyerî'dir.
Dumeyr, Resulullah (s.a.v)'in azadlı kölesidir. (ç)
[900] Bununla kast edilenin, Enes'in annesi Ümmü Süleym yada
Müleyke olduğu ileri sürülmüştür, (ç)
[901] Bu hadis; cemaatle namaz kılmanın caiz olduğunu
göstermektedir, (ç)
[902] Buhârî, Salât 20, Ezan 78, 161, 164, Teheccüd 25;
Müslim, Mesâcîd 266 (658), 267 (659}; 268 (660); Ebu Dâvud, Salât 70 (612), 91
(658); Tirmizî, Salât 59 (234); Nesâi, Mesâcîd 43, İmame 19; İbn Mâce, Salât 44
(975); Ahmed b. Hanbel, 3/217 Enes'in teyzesinin adı, Ümmü Haram olup
Resulullah (s.a.v)'in süt annesidir. Ümmü Haram, Enes'in annesi Ümmü Süleym
ile birlikte otururdu. Bu bakımdan Resulullah (s.a.v), sık sık bu iki kadını
ziyarete giderdi. Bazen bu ziyaret saatlerine, namaz vakti İsabet ederdi. Bu
sebeple de namazın ilk sünnetini yada farz namaza bağlı olarak kılınan revatib
sünnetlerinden birini orada kılardı, (ç)
[903] Müslim, Mesâcîd 269 (660)
[904] Hadisi şerif; hasır, post, elbise, seccade, yaygı ve
sergiler üzerinde namaz kılmanın caiz olduğunu açıklamaktadır. Bu yaygıların,
hurma yaprağı gibi bitkilerden yada hayvan derilerinden yapılmış olması önemli
değildir. Önemli olan bunların temiz olmasıdır, (ç)
[905] Müslim, Mesâcîd 267 (659)
[906] Ebu Dâvud, Salât 91 (658)
[907] Nesâî, Mesâcîd 43
[908] Veda Haccı için hicretin 10. yılında Zilka'de ayının
25 Cumartesi günü öğle ile ikindi arasında Medine'den Mekke'ye doğru yola
çıkılmıştır. O günü öğfe namazı Medine'de dört, ikindi namazı ise Zulhuleyfe'de
iki rekat olarak kıldırılmış ve Zilhicce'nin 4. Pazar sabahı Mekke'ye
varılmıştır. Hac ibadeti yerine getirildikten sonra Zilhicce'nin 14. Çarşamba
günü sabahı Mekke'den çıkılıp Medine'ye dönülmüştü.
ResuluUah (s.a.v)'in
Mekke'de kaç gün kaldığı konusu alimler arasında tartışmalıdır. Enes hadisi, bu
müddetin 10 gün olduğunu göstermektedir. Hanefiler ise bu konuda Ebu Dâvud,
Sefer 10 (1231); Nesâî, Taksiru's-Salât 4; İbn Mâce, İkâme 76'deki hadisleri
esas alarak ResuluUah (s.a.v)'in Mekke'de 15 gün kaldığını ileri sürmüşlerdir.
Dolyısıyla da bir yerde 15 günden daha az kalmaya niyet eden kimse, Akşam
namazı hariç, namazlarını, ikişer rekat olarak kılar.
Yalnız Enes hadisinde geçen 10 gün ifadesi; ResuluUah (s.a.v)'in sadece
Mekke'de değil, Mekke ile birlikte Mina'da kaldığı günü belirtmektedir. Ayrıca
Enes hadisi, Mekke'nin Fethi ile ilgili olmayıp Veda Haccı ile ilgilidir, (ç)
[909] Buhârî, Taksiru's-Salât 1, Meğâzî 49; Müslim,
Salâtul-Musâfirîn 15 (693); Ebu Dâvud, Sefer 10 (1233); Tirmizî, Salât 40
(548); Nesâî, Taksiru's-Salât 4; İbn Mâce, İkâme 76 (1077); Ahmed b. Hanbel,
3/187,190, 282
[910] ResuluUah (s.a.v), İslamiyet'in ilk yıllarında öğle,
ikindi, yatsı ve sabah namazlarını ikişer rekat, akşam namazını ise üç rekat
olarak kılardı. O, bu namazları, henüz kıble, Kabe'ye çevrilmezden önce
kılmıştır. Resulullah (s.a.v), bir öğle namazını İki rekat olarak Beyt-İ
Makdis'e doğru kıldıktan sonra Cebrail gelmiş, onu Kabe'ye doğru çevirerek iki
rekat daha kılmasını işaret etmiş, bundan sonra ikindi ve yatsıyı dörder rekat,
sabah namazını iki rekat kılmasını emredip: "Ey Muhammedi İlk kıldığın
farz, ümmetinin yolcuları ile gazilerine aittir" demiştir.
Bundan sonra yolculuğa
çıkan kimseler, Akşam namazı hariç dört rekatli farz namazları ikişer rekat olarak
kılmaya devam etmişlerdir, (ç)
[911] Buhâri, Meğâzî 49
[912] Resulullah (s.a.v)'in arkasından mescide giren kişi,
Hallâd b. Râfi1 (r.a)'dır. Alimler
arasında "Müsî Hadisi" diye bilinen bu hadis; bir çok ihtilaflı
meseleleri İhtiva etmekte
ve tarafların hepsi için delil olma niteliği taşımaktadır, (ç)
[913] Buharı, Ezan 94, 122, İsti'zan 18; Müslim, Salât 45-46
(397); Ebu Dâvud, Salât 143-144 (856); Tirmizî, Salât 110 (303); Nesâî, İftitâh 8; İbn
Mâce, Salât 72 (1060); Ahmed b. Hanbel, 2/437
[914] Müslim, Salât 45 (397); Ebu Dâvud, Salât 143-144
(856); Nesâî, İftitâh 8
[915] Müslim, Salât 46 (397); Ebu Dâvud, Salât 143-144 (856)
[916] Buhârî, İsri'zan 18
[917] Ebu Dâvud, Salar 143-144 (856)
[918] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 12, Teheccüd 30; Müslim,
Salâtu'i-Musâfirîn (705); Ebu Dâvud Sefer 5 (1210, 1211, 1214); Tirmizî,
Salât24 (187); Nesâî, Mevâkîtu's-Salât 47; İbn Mâce Salât 74 (1069); Ahmed b.
Hanbel, 1/221, 223, 251,273, 283
[919] Buhârî, Teheccüd 30; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 55
(706)
[920] Bazı alimler, hazarda, namazları birleştirmenin
özürsüz olarak caiz olmadığını söylemiştir. Bazıları ise, bu hadisi delil
getirerek bir ihtiyaçtan dolayı hazarda iki namazın arasını birleştirmek
suretiyle bir arada kılınabileceğini söylemişler, ancak bunun âdet
edinilmemesını şart koşmuşlardır. İbn Şîrîn, İbnü'l-Münzir, Kaffâl el-Kebîr bu
görüştedirler, (ç)
[921] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 49 (705)
[922] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 50 (705)
[923] Yağmur"dan dolayı iki namazın birleştirilerek bir
arada kılınabileceği görüşünde olan haleften ve seleften bir çok ilim adamı
vardır.
Şâfıîlerden Müzeni (ö.
264/878), Ebu Hanîfe {Ö. 150/767) ve diğer bazı alimlere göre ise yağmurdan
dolayı namazları birleştirerek bir arada kılmak kesinlikle caiz değildir.
Bunlara göre; namazların birleştirilerek bir arada kılınabileceğine dair
hadislerdeki "cem' erme" kelimelerinden maksat; hakiki manada cem
(=birleştirme) değil, şeklî manada cem' etmektir. Buna göre birinci namazı son
vaktinde, İkinci namazı ise ilk vaktinde kılmaktır ki, ilk bakışta insana bu
her iki namazın da bir vakitte kılındığı intibaını verir. Bu görüşü; Kurtubî
(ö. 671/1273), İmamu'l-Harameyn (ö. 478/1085}, Tahâvî (ö. 321/933} ve İbn
Seyyidinnas (ö. 734/1333) bu görüşü takdir edip tercih etmişlerdir.
İbn Hacer (ö. 852/1447) de der ki: "Resulullah (s.a.v)'in namazları
cem1 ederek kıldığını ifade eden Ebu Davud hadisinin 'şeklî olarak
birleştirerek kılmak' manasına geldiği kabul edilirse, namazın şartı olan vakit
korunmuş olur. Hem de bu hadis, bu şekilde te'vile müsaittir. Fakat takdim ve
te'hir suretiyle cem' manasına te'vil edilecek olursa, o zaman namaz, özürsüz
olarak şart olan vaktin dışına çıkarılmış olur." (ç)
[924] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 54
[925] Müslüm, Salâtu'l-Musâfirîn 57
[926] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 58
[927] Ebu Dâvud, Sefer.5 (1210); Tirmizî, Salât 24 (187);
Nesâî, Mevâkîtu's-Salât 47
[928] Ebu Dâvud, Sefer 5 (1210}
[929] Ebu Dâvud, Sefer 5 (1211)
[930] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 49 (705); Ebu Dâvud, Sefer
5 (1210)
[931] Tebük: Arap yarım adasının kuzeyinde, Medine ile
Şam'ın ortasında bir yerin adıdır. Tebük Seferi; Hz. Peygamber (s.a.v)'in
hicretin 9. yılında, Şam'da toplanan 40 bin kişilik Bizans ordusuna karşı
savaşmak üzere Medine'den Tebük'e kadar sevk ettiği en son ve en güçlü askeri
hareketidir. Bu seferde, savaş çıkmayıp geri Medine'ye dönülmüştür, (ç)
[932] Ebu Dâvud, Sefer 5 (1210}
[933] Nesâî, Mevâkîtu's-Salât 44
[934] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 49 (705); Nesâî,
Mevâkîtu's-Salât 47
[935] Nesâî, Mevâkîtu's-Salât 44
[936] Buhâri, Vudû' 53; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 222
(786); Ebu Dâvud, Tatavvu' (1310); Tirmizî, Salât 146 (355); Nesâî, Taharet
117; İbn Mâce, İkâme 184 (1370); Ahmed b. Hanbel, 6/202
[937] Farz veya nafile namazları kılarken, ister gündüz ve
ister gece olsun, kişiyi uyku basacak olursa bu uykuyu dağıtıncaya kadar
kişinin yatıp uyuması müstehabtır. Ancak farz namazlar için bu durum, namaz
vaktinin çıkmaması şartına bağlıdır, (ç)
[938] Ebu Dâvud, Vitr (1532)'de de geçtiğine göre; insanın
kendi aleyhine bedDuâ etmesi yasaklanmıştır, (ç)
[939] Nesâî, Taharet 117
[940] İmamın, namaz esnasında namazla ilgili hareketlerinde
veya kıraatte yanıldığını kendisine haber vermek için erkeklerden oluşan
cemaatin "subhânallah" demesinin caiz olduğu hu susunda ittifak
vardır. Bunun dışındaki kelimelerin söylenip söylenmeyeceği konusunda alimler
arasında görüş ayrılığı vardır, (ç)
[941] Hadis, namazda ihtiyaç hasıl olduğu zaman kadınların
el çırpmasını gerekli görmektedir. Hanefilere göre, kadın, namazda bir
ihtiyaçtan dolayı el çırpacak olursa namazı bozulur. Çünkü onlara göre,
kadınlarla ilgili bu ifade, namazla ilgili değildir. Bu İzin, kadınların,
namazın dışında bulundukları zamanlarda geçerlidir. Mâlikilere göre, kadınların
namazda el çırpmaları mekruhtur. Şafiî ve Hanbelilere göre ise, el çırpma, çok
yapılırsa namaz bozulur, (ç)
[942] Buhârî, Amel fı's-Salât 5; Müslim, Salât 106 (422);
Ebu Dâvud, Salât 168-169 (939); Tirmizî, Salât 155 (369); Nesâî, Sehv 16; İbn
Mâce, İkâme 65 (1034); Ahmed b. Hanbel, 2/479
[943] Tirmizî, Salât 155 (369)
[944] Nesâî, Sehv 16
[945] Buhârî, Vitr 2; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 136-138
(745); Ebu Dâvud, Vitr 8 (1435, 1437); Tirmizî, Vitr 4 (456), Fezâilu'l-Kur'an
16 (2924); Nesâî, Kıyâmu'I-Leyl 30; İbn Mâce, İkâme 121 (1185); Ahmed b.
Hanbel, 6/46, 47, 73, 94,100, 107
[946] Buhârî, Vitr 2
[947] Hadis; vitir namazını, gecenin herhangi bir vaktinde
kılmanın caiz, ama fecrin doğmasından hemen önceki vakitte kılmanın efdal
olduğunu göstermektedir.
Vitrin ilk vakti, cumhura göre; yatsı namazı kılındıktan sonradır. Ebu
Hanîfe'ye göre, vitir ile yatsının vakti aynıdır. İmam Şafiî'ye göre ise vitrin
vakti, yatsı namazı eda edildikten sonra sonradır. Bu görüş ayrılığı; vitrin,
Ebu Hanîfe'ye göre vacib ve diğerlerine göre İse sünnet oluşu görüşüne
dayanmaktadır. Bu tertip, rivayet açısından gereklidir. Vitrin müstehab vakti;
gecenin sonudur, (ç)
[948] Tirmizî, Vitr 4 (456)
[949] EbuDâvud,VitrS(1435)
[950] Tırmızı, Fezâilu'I-Kur'an 23 (2924)
[951] EbuDâuud, Vitr8(1437)
[952] Buhârî, Teheccüd 27; Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn (725);
Ebu Dâvud, Tatavvu1 2 (1254); Tirmizî, Salât 190 (416); Nesâî, Kiyâmu'I-Leyl
56; İbn Mâce, İkâme 102 (1150); Ahmed b. Hanbel, 6/265
[953] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 94 (724)
[954] Hadis; sabah namazının farzından önce kılman iki rekat
sünnetin, müekked sünnetlerden olduğunu göstermektedir. Hatta Hanefi
alimlerinden Îbnu'l-Hümâm (ö. 861/1457)'a göre, sünnet namazlar içerisinde en
faziletli sabah namazının sünnetidir. Çünkü Resululiah (s.a.v), hazarda ve seferde
sabah namazının sünnetini hiç terk etmemiştir. Hatta sabah namazı kazaya
kaldığında, bu iki rekatlık sünnet namazını da kaza olarak kılmıştır, (ç)
[955] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 95 (724)
[956] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 96 (725}
[957] Müslim, Salâtu'l-Musâfîrîn 97 (725)
[958] Müslim, Salâtu'l-Musâfîrîn 96 (725); Tirmizî, Salât
190 (416)
[959] Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 56
[960] Buhârî, Salât 37; Müslim, Mesâcîd 55 (552); Ebu Dâvud,
Salât 22 (474 475 476)- Tırmızî, Cum'a 49
(572); Nesâî, Mesâcîd 30; İbn Mâce, Mesâcîd 10 (762)- Ahmed b. Hanbel, 3/183,
232
[961] Bu hadisi şerif; önce mescide tükürmeyi günah olarak
nitelemekte, sonra da bu günahın kefaretinin, o tükürüğün İzalesi gerektiğini
belirtmektedir.
Tercümede
"günah" diye geçen "hatie" kelimesi, tam günah karşılığı
olan "İsm" ile ilgili değil de, Müslümanın, bu işi ancak hata ile
yapabileceğine işaret içindir. Hadisteki bu ifadeden, bazı alimler, mescide
tükürmeyi günah kabul ederken, bazıları da bu konudaki diğer rivayetleri de göz
önüne alarak tükürüğün gömülmesi halinde günah olmadığını, gömülmedigi takdirde
günahın söz konusu olduğunu belirtmişlerdir. Bu konudaki görüş ayrılığı; bu
hadis ile tükürme ihtiyacı duyan kimsenin sol tarafına yada sol ayağının altına
tükürmesini tavsiye eden (Ebu Dâvud, Salât 22 (478), Nesâî, Taharet 192;
Tirmizî, Cum'a 49; İbn Mâce, İkâme 61) hadisten kaynaklanmaktadır. Mescide
tükürmeyi günah kabul eden Nevevî (ö. 676/1277), konumuzla alakalı bu hadisi
"amm" (-genel) kabul etmiş, diğer hadisi ise "mescide olmadığı
takdirde" kaydı ile tahsis etmiştir.
İslam dininin, temizliğe verdiği önem ve başka İnsanları rahatsız etmeme
prensibi gereği mescide tükürmenin yada sümkürmenin, günah olmadığı kabul
edilse bile, en azından Müslümanın edebine aykırı olduğu açıktır. Dolayısıyla
Müslümanlar, mescitleri kirletmekten ve ibadet için gelen mümin kardeşini
rahatsız etmekten kaçınmalıdır. Ayrıca Müslüman kişi, yerleşim bölgelerindeki
yollara, sokaklara, caddelere ve benzeri yerlere tükürmekten de her zaman
kaçınmalıdır, (ç)
[962] Bu hadisi şerif; önce mescide tükürmeyi günah olarak
nitelemekte, sonra da bu günahın kefaretinin, o tükürüğün izalesi gerektiğini
belirtmektedir.
Tercümede "günah" diye geçen iüı*- "hatîe" kelimesi,
tam günah karşılığı olan f\ "ism" ile ilgili değil de, Müslümantn, bu
işi ancak hata ile yapabileceğine işaret içindir. Hadisteki bu ifadeden, bazı
alimler, mescide tükürmeyi günah kabul ederken, bazıları da bu konudaki diğer
rivayetleri de göz önüne alarak tükürüğün gömülmesi halinde günah olmadığını,
gömülmedigi takdirde günahın söz konusu olduğunu belirtmişlerdir. Bu konudaki
görüş ayrılığı; bu hadis ile tükürme ihtiyacı duyan kimsenin ol tarafına yada
sol ayağının altına tükürmesini tavsiye eden (Ebu Dâvud, Salât 22 (478), Nesâî,
Taharet 192; Tirmizî, Cum'a 49; İbn Mâce, İkâme 61) hadisten kaynaklanmaktadır.
Mescide tükürmeyi günah kabul eden
Nevevî, konumuzla alakalı bu hadisi
"amm" (=genel) kabul etmiş, diğer hadisi ise "mescide olmadığı
takdirde" kaydı ile tahsis etmiştir, islam dininin, temizliğe verdiği önem
ve başka İnsanları rahatsız etmeme prensibi gereği mescide tükürmenin yada
sümkürmenin, günah olmadığı kabul edilse bile, en azından Müslümanın edebine
aykırı olduğu açıktır. Dolayısıyla Müslümanlar, mescitleri kirletmekten ve
ibadet için gelen mümin kardeşini rahatsız etmekten kaçınmalıdır. Ayrıca Müslü
man kişi, yerleşim bölgelerindeki yollara, sokaklara, caddelere ve benzeri
yerlere tükürmekten de her zaman kaçınmalıdır, (ç)
[963] İlk rivayette, "tükürük" kelimesinin
karşılığı olarak, 3Ca3i "el-Busâk", ikinci rivayette 'et-Tefl",
üçüncü rivayette "en-Nuhâa" ve başka bir rivayette ise Ül>ll
"el-Buzâk" ifadesi geçmektedir, "et-Tefi" kelimesi, az
tükürük; "el-Buzâk" kelimesi, balgam karışımı tiksindirici bol
miktardaki tükürük, "en-Nuhâa" kelimesi ise balgam çıkarmak yada
süm-kürmek anlamındadır.
Bu farklılıklar; hadisenin tekerrüründen dolayı yada rivayetin birinin
mana olarak yapılmış olmasından ötürü olmuş olabilir, (ç)
[964] Ebu Dâvud, Salât 22 (476)
[965] Buhârî, Teheccüd 14, Deavât 14, Tevhid 35; Müslim,
Salâtu'l-Musâfirîn 168-172 (758); Ebu Dâvud, Tatavvu' 21 (1315), Sünnet (4733);
Tirmizî, Deavât 78 (3493); Nesât (el-Kübrâ), Amelü'1-Yevm vel-Leyl 6/123
(10310, 10311, 10312, 10313), 6/124 (10314, 10317), 6/125 (10318, 10319,
10320), Amelü'1-Yevm ve'l-Leyl 1/339 (477, 478, 479), 1/340 (480), 1/341 (483,
484,485), 1/342 (486); İbn Mâce, İkâme 182 (1366); Ahmed b. Hanbel, 2/282, 487
[966] Hadisin rivayetleri arasında bazı farklılıklar var.
Çünkü hadisin bazı rivayetlerinde, "gecenin son üçte biri kaldığında
iner" denilirken, bazılarında "gecenin İlk üçte biri geçtiği zaman
iner", bazılarında "gecenin yarısı yada üçte ikisi geçtiği zaman
iner" ve bazılarında "gece yarısı yada gecenin son üçte birinde
iner" ifadeleri var. Tirmizî (ö. 279/892) gibi bazı muhadisîere göre; bu
rivayetlerin hepsi sahihtir. Nevevî (ö. 676/1277)'de, "Resuluüah
(s.a.v)'in bu vakitlerin hepsini ayrı ayrı zamanlarda söylemiş olması
mümkündür" diyerek Tirmizî'nin görüşüne katılmıştır, (ç)
[967] Nuzûl Hadisi" diye bilinen bu hadis, kütüb-ü s
itte de ve onun dışındaki sahih hadis kitaplarında sayıları yirmiye kadar
ulaşan bir sahabi topluluğundan rivayet edilmiştir. Bu hadisin çeşitli
varyantlarında yüce Allah hakkında "Nuzûl", "Hubût",
"Sakin olmak", 'Yukarı çıkmak" gibi ifadeler geçmektedir.
Selefin salihînin bir
kısmı, bu tür müteşabih hadis ve ayetleri olduğu gibi kabul etmiş, bu tür
müteşabihlerde geçen el, yüz, inmek gibi kelimelerin, yaratıklarda olan ele,
yüze ve inmeye benzemediğini, fakat mahiyetini ancak Allah'ın bileceği bir
inme, bir el ve yüz olduğunu söyleyerek icmali bir te'vil yoluna gidip yüce
Allah'ı mahlukatına benzetmekten, O'na keyfiyet ve kemiyet isnadından
kaçınmışlardır.
Selefi salihinden sonra
gelen müteahhirin alimlerine göre; bazı müteşabih ayet ve hadislerin, bazı
hallerde Islsam'ın genel çerçevesine, akla, Arap dili gramerine uygun, yüce
Allah'a layık bir şekilde tafsilî olarak te'vil etmişlerdir.
Müteahhirin alimleri, bu yolu seçerken hiçbir şekilde selefin yolundan
ayrılmayı düşünmemişlerdir. Ancak içinde bulundukları şartlar onları buna
zorlamıştır. Çünkü sahabe, Hz. Peygamber {s.a.v) ile birlikteliğin verdiği bir
imkanla bu tür konularda tereddütlere düşmekten oldukça uzaktı. Zamanla
çeşitli mezheplerin ortaya çıkmasıyla ortam tamamen değişmiş ve bu tür nasları
yüce Allah'a uygun bir şekilde, aklı tatmin edici ve mü'minleri zararlı
akımların etkisinden koruyucu bir te'vil yoluna gitme zorunluluğu ortaya
çıkmıştır. Hatta bunlardan bazıları: "Eğer biz, selefi salihinin şartları
içerisinde bulunmuş olsaydık, asla bu tür ihtilaflı konulara girmezdik"
demişlerdir.
[968] Bununla birlikte müteahhirin alimlerinin müdekkîkleri,
yaptıkları te'vilin, yegane ve en isabetli bir te'vil olduğunu söylemekten de
kaçınmışlar ve "Bu kelimelerin en doğru manaî^ Allah bilir"
demişlerdir.
İmam Mâlik,
"nüzûl"u iki şekilde te'vil ettiği rivayet edilmektdir:
1. "Allah'ın emri",
"rahmeti", "melekleri nazil olur" demektir.
2. 'Yüce Allah'ın Dua edenin Duasını kabul
etmesi, ona lütuf ve merhametle muamele etmesi" demektir.
İmam Kurtubî {ö.
671/1273) gibi bazı alimler; "yunzilü" fiili, "indirir"
manasına müteaddi (=geçişli) bir fiil olduğundan, bu fiile bîr meful takdir
ederek bu cümleyi, "Allah, {bir melek) İndirir" şeklinde
tamamlamışlardır. Kurtubî (ö. 671/1273), bu görüşüne delil olarak, "Sonra
(Allah,) bir münadiye; Duâ eden yok mu? demesini emreder" şeklinde Nesâî
(Ö. 303/915)'de geçen rivayeti göstermektedir.
Bazılarına göre ise,
"nüzul" fiili, bazı rivayetlerde, "yetenezzelü" şeklinde
"tenezzül" anlamında geçtiğinden dolayı buradaki inmenin,
"manevi nüzul" olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü yüce Allah'ın azamet
ve celali, fakir ve hakir kimselere Önem vermemeyi gerektirdiği halde yüce
Allah, bir lütuf olarak onların hallerine rahmet buyurmayı tenezzül eder. Aynî
(Ö. 855/1451)'ye göre ise, "nüzul" kelimesi; Ham, kavi, ikbâl, teveccüh,
bir hükmün ortaya çıkması gibi çeşitli manaları olan müşterek bir kelime olduğu
için bu kelimenin, yüce Allah'ın, kendisiyle vasıflanması caiz olan bir manada
yorumlanması en doğru bir harekettir, (ç)
[969] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 170 (758)
[970] Bu hadis; gece namazının ecir ve sevabının büyük
olduğunu, gece namazını özellikle gecenin son saatlerinde kılmanın daha
faziletli olduğu, bu vakitlerde yapılan duaların ve istiğfarların daha makbul
olduğu, dolayısıyla mümin kullara bu vakitlerde uyanık olmaları tavsiye
edilmektedir, (ç)
[971] Müslim, Salâtu'l-Musâfirin 169 (758)
[972] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 171 (758)
[973] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 171 (758)
[974] Teheccüd" kelimesi, gece namazdır. Bu kelime,
teheccede" kökünden türemiş olup
uyumak" manasına geldiği gibi, "uyanık
kalmak" manasına da gelir. Teheccüd namazı,
önceleri Hz. Peygamber (s.a.v) ile
sahabilere farz iken, beş vakit namazın farz kılınması üzerine teheccüd
namazı sahabilere farz olmaktan çıkmış, fakat Hz. Peygamber (s.a.v)'e farz olma özelliğini
devam ettirmiştir, (ç)
[975] Bu hadis; Hz. Peygamber (s.a.v)'in geceleyin teheccüd
namazına kalktığı zaman bu Duayı okuduğunu ifade etmektedir, (ç)
[976] Kayyim", Kayyûm" ve "Kayyâm"
kelimeleri aynı manada olup; "varlığı kendisinden olup başkasını var eden,
ayakta tutan" demektir, (ç)
[977] Göklerin, yerin ve bunların içindekilerin nuru"
ifadesinden maksat; gökler ile yerin
nurunu yaratarak onları nurlandıran Sensin"
demektir. Ebu
Ubeyde, bu cümlenin; "yerde ve gökte bulunanlar, ışıklarını ancak Senden
alırlar" manasına
geldiğini söylemiştir. Hartâbî
(ö. 388/998)'de, Allah'ın "Nur" ismini açıklarken; "görmeyen
O'nun nuruyla görür. Şaşıran
O'nun hidayetiyle yol bulur. İşte "Allah göklerin nurudur" sözü de bu
anlamdadır.
Yani
gökler ile yerin nuru, Allah'tandır demektir, (ç)
[978] Burada geçen "Hakk" kelimesinin manası;
varlığı kesin demektir. Varlığı gerçekleşecek
olan her şey, haktır. Yüce Allah'ın
varlığı, ezelden ebede kadar uzanan ve kendi zatının gerektirdiği bir
varlıktır, (ç)
[979] Yani bana verdiğin kuvvet ve delillerle Seni inkar
edenlere karşı mücadele ettim ve onları kesin delillerle ve kuvvetle mağlup
ettim, (ç)
[980] Yani hakkı İnkar eden kimselere karşı yalnızca Seni
hak tanıdım. Kafirlerin ve müşriklerin yaptıkları gibi, putları, kahinleri,
ateşi değil ancak Senin hükmünü tanırım, (ç)
[981] Bu İki cümle de; Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Allah'ın
huzurunda iken O'na karşı olan müte-vaziliği, O'na karşı beslediği ta'zim
duygulan ve ayrıca ümmetine, Duanın adab ve erkanını öğretme arzusu vardır,
(ç)
[982] Buhârî, Teheccüd 1, Deavât 9; Müslim,
Salâtu'l-Musâfîrîn 199 (769); Ebu Dâvud, Salât 118-119 (771); Tirmizî, Deavât
29 (3418); Nesâî, Kıyâmu'l-Ley! 9; İbn Mâce, İkâme 180 (1355); Ahmed b. Hanbel,
1/298
[983] Mukaddim: "Varlık ve şerefte yada zaman ve
mekanda eşyayı birbirine takdim eden" anlamında yüce Allah'ın güzel
isimİerindendir. (ç)
[984] Muahhir: "Geri bırakan" anlamında Allah'ın
güzel İsimlerinden biridir, (ç)
[985] Buhârî, Teheccüd 1, Deavât 9
[986] Buhârî, Tevhid 8, 64; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 199
(769)
[987] Tirmizî,Deavât29(3418)
[988] Bu kelimenin geçtiği yer İçin b.k.z: Buhârî, Teheccüd
1
[989] Aliyy: "Her türlü kusur, kötülük ve
noksanlıklardan uzak olan" anlamında Allah'ın güzel isimlerindendir. (ç)
[990] Azîm: "Büyüklük ve yücelik sahibi olan"
anlamında Allahm güzel isimlerinden biridir, (ç)
[991] Nesâî, Kıyâmu'1-Leyl 9
[992] Buhârî, Salât 84, Teheccüd 10, Vitr 1-2; Müslim,
Salâtu'l-Musâfirîn 145-148 (749); Ebu Dâvud, Tatavvu' 24 (1326), Vitr 3 (1421);
Tirmizî, Safât 206 (437); Nesâî, Kıyâmu'1-Leyl 26, 30, 34, 35; İbn Mâce, İkâme
171 (1318, 1319, 1320); Ahmed b. Hanbel, 2/49, 66, 71, 77, 79
[993] Tirmizî, Salât 206 (437)
[994] Gece namazları ikişer rekattır. Yani her iki rekatta
bîr selam verilir. İmam Şafiî, İmam Mâlik, İmam Ahmed ile Hanefilerden Ebu
Yusuf ile İmam Muhammed, bu görüştedir. \,&\ imam A'zam Ebu Hanîfe'ye göre
ise gece namazları dört rekattır. Delili ise; Aişe'den, "Peygamber
(s.a.v) yatsı namazını cemaatle kılıp evin dönerdi. Sonra da dört rekat namaz
kılıp yatağına utanırdı" (Ebu Dâvud, Tatavvu' 26 (1346)) şeklinde rivayet
edilen hadistir.
Yine İmam Ahmed'in, "Müsned", 4/4'inde, Abdullah
ibnu'z-Zübeyr'den, "Peygamber (s.a.v) yatsıyı kıldıktan sonra dört rekat
daha kılardı. Bir rekatla da vitir kılardı. Sonra uyur, ondan sonra gece
namazını kılardı" şeklinde rivayet edilen hadis de bu görüşü doğrulamaktadır,
(ç)
[995] Sahabe-i kiramı hiçbir nafile namazı kılmadan bir
rekat vitir namazı kıldıkları sahih hadislerle sabittir. İçlerinde İmam ŞâfİÎ
ile İmam Mâlik'in de bulunduğu cumhuru ulemaya göre, vitir namazını bir rekat
olarak kılmak meşrudur.
Hanefilere göre ise vitir namazını bir rekat olarak kılmak asla caiz
değildir. Delilleri ise, Aişe'nin rivayet ettiği, "Resulullah (s.a.v)
vitir namazının ikinci rekatında selam vermezdi" {Nesâî, Kıyâmu'1-Leyl
36) hadisi İle Hâkim'in "Müstedrek"İnde, Buhârî ile Müslim'in
şartlarına göre sahih senedle rivayet ettiği "Resulullah (s.a.v) vitri üç
rekat olarak kılardı. Selamı da ancak sonunda verirdi" hadisi delil
getirmişlerdir, (ç)
[996] Ebu Dâvud, Vitr 3 (1421); Nesâî, Kıyâmu'1-Leyl 34
[997] Yine bu hadisi; Tirmizî, Cum'a 65 (597)'de, Ebu Dâvud,
Tatavvu' 12 (1295)'de, Nesâî, Kıyâmu'1-Leyl 26'da, İbn Mâce, İkâme 172 (1322),
İbn Hibbân, "Sahih", (636)'da, İbn Huzeyme'de, Hâkim,
"Ulûmu'l-Hadîs"de, Beyhakî, 2/487'de rivayet etmiştir.
Musannifin belirttiği
gibi Tirmizî der ki: "Abdullah ibn Ömer'den gelen bu hadis hakkında görüş
ayrılığı olmuştur. Bazıları, bu hadisin merfu olduğunu söylemiştir. Bazıları da
mevkuf olduğunu belirtmiştir. Bu konuda gündüz" kelimesi olmaksızın
"ResuluIİah (s.a.v} şöyle buyurmaktadır: "Gece namazı, ikişer ikişer
(kılınır)" şeklinde Abdullah ibn Ömer'den rivayet edilen hadis
sahihtir." Nesâî der ki: "Bu hadis, yani içerisinde
"gündüz" kelimesi geçen hadis yanlıştır." Hafız Zeylaî (ö.
762/1360), Nasbu'r-Râye, 2/13'de der ki: "Nesâî,
"Sünenü'l-Kübrâ"da dedi ki: Bu hadisin İsnadı, ceyyiddir. Fakat
Abdullah İbn Ömer'in arkadaşlarından bir topluluk, Ezdfye muhalefet edip
hadisin İçerisinde j0ı "gündüz" kelimesine yer vermemişlerdir. Bu
muhalefet eden kimseler içerisinde; Salim, Nâfî', Tâvûs'da var. Daha sonra
Nesâî, bu üç kimsenin rivayetini nakletmiştir...."
Yine Ebu Nuaym, 'Târîhu
İsbehân'da, bu konuda Aişe'den gelen hadisi, İbrahim el-Harbî'de
"Garîbu'l-Hadîs"te Ebu Hureyre'den gelen hadisi rivayet etmiştir.
Şeyhü'l-İslam İbn Teymiyye (ö. 728/1327)'de, Fetâvâ, 2/55'de der ki: "Bu;
güvenilir meşhur hadis ravilerinin, Abdullah ibn Ömer'den yaptıkları rivayete
ters düşmektedir. Çünkü bu güvenilir raviler, bu hadisi, Buhârî İle Müslim'in
"Sahîh"lerinde; "Adamın biri, Resulullah (s.a.v)'e, gece
namazının nasıl kılındığını sormuştu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): Gece
namazı, ikişer ikişer (kılınır). Sabahın olacağından korkarsa, tek rekat
kıl" şeklinde rivayet etmişlerdir. İşte bundan dolayıdır ki, İmam Ahmed ve
araştırmacı bir çok hadis alimi, bu hadisi zayıf kabul etmiştir. İşte bu, sika
raviden kaynaklanan bir fazlalıktır denilmez.....
Derim ki: Münzirî (ö.
656/l258)'nin, "Tehzîbu Süneni Ebu Dâvud", 2/87da dediği gibi,
bazıları, bu fazlalığı sahih kabul etmiştir.
Hafız İbn Hacer
el-Askalanî (ö. 852/1447)'de, "Fethul-Bârî", 2/397, 398'de şöyle der:
"İbn Huzeyme ve bîr çok hadis alimi, Gece ve gündüz (kılınan nafile)
namazı, ikişer ikişer (kılınır)" şeklinde Ali el-Ezdî yoluyla Abdullah ibn
Ömer'den merfu' olarak rivayet edilen hadisin sahih olduğunu kabul
etmişlerdir. Çünkü hadis imamlarının çoğu, Abdullah ibn Ömer'in arkadaşlarından
olan hadis hafızlarının yer vermedikleri ji^Jı "gündüz" şeklindeki
bu fazlalığın peşine düşüp bu fazlalığın varlığını) ispat ermeye
çalışmışlardır. Nesâfde, bu hadisin ravilerinin (bu fazlalığa yer
vermemelerinde) dolayı bu fazlalığın yanlış olduğunu belirtmiştir.
İbn Vehb, bu hadisi,
sağlam bir isnadla Abdullah ibn Ömer'den. Gece ve gündüz (kılınan nafile)
namazı, ikişer ikişer (kılınır)" şeklînde mevkuf ola rak rivayet etmiştir.
İbn Abdilberr'de bu hadisi bu yoldan rivayet etmiştir. Belki de el-Ezdî, bu
hadisin; mevkuf mu, yoksa merfu' mu olduğunu karıştırıştır. Dolayısıyla bu
fazlalık, şazz değilse, sahih hadiste bulunması gerekli şartlan ileri süren
kimselerin metoduna göre sahih değildir.
İbn Ebi Şeybe (ö. 235/849), başka bir yoldan Abdullah ibn Ömer'den, Peygamber (s.a.v), gündüzleyin dörder dörder
namaz kılardı" şeklinde bir hadis rivayet etmiştir. Bu, Yahya ibn Maîn'in
anlattıklarına uygun düşmektedir, (ç)
[998] Tirmizî, Cum'a 65 (597); Ebu Dâvud, Tatavvu' 12
(1295); Nesâî, Kıyâmu'1-Leyl 26
[999] Tirmizî, Cum'a 65 (597)
[1000] Nesâî, Kıyâmu'1-Leyl 26
[1001] Buhârî, Teheccüd 10; Müslim, Salâtu'l-Musâfırîn
121-122 (736), 123-124 (737); Ebu Dâuud, Tatavvu1 26 (1334, 1335, 1336, 1337,
1338, 1339, 1340, 1341, 1360); Tirmizî, Salât 208 (439, 440, 441), 210 (443,
444), (445); Nesâî, Kıyâmu'I-Leyl 30, 35, 36, 44, 53; İbn Mâce, İkâme 181
(1358, 1359,1360); Ahmed b. Hanbel, 6/32
[1002] Hz, Peygamber {s.a.v), ilk zamanlarda, yatsı namazını
ve son sünneti kıldıktan sonra bir süre uyur ve gecenin ikinci yarısında kalkıp
vitir namazıyla birlikte içinde bulunduğu şartlara göre yedi İle on üç rekat
arasında değişen sayıda gece namazı kılardı. Farz olsun, nafile olsun, gece
kılman bütün namazlara "Gece Namazı" denilmekle birlikte, bir Fıkıh
terimi olarak, "Gece Namazı" denilince; geceleyin kılınan vitir ve
teheccüd namazları anlaşılır. Her ne kadar akşam ve yatsı namazları geceleyin
kıhnırlarsa da bunlar "Gece Namazı"ndan sayılmazlar. Çünkü geceleyin
yatsı namazından sonra uyumadan veya bir miktar uyuduktan sonra kılınan
namazlara "Gece Namazı" (Salâtu'l-Leyl) denir. Gece Namazı kılmak,
mendubtur.
Teheccüd Namazı ise, bir miktar uyuduktan sonra kalkıp
kılınan namazlara denir. Teheccüd namazı, Hz. Peygamber (s.a.v)'e farz bir
namazdı. Fakat bu namazı nastl kıldığı konusunda mezhep imamları arasında görüş
ayrılığı vardır. Teheccüd Namazı ile ilgili ihtilafların sadece eda ediliş
tarzı ile ilgili olduğu, fakat onun ümmet üzerine vacip olmadığına dair ittifak
bulunduğu, vitrin ise hem edasında ve hükmünde ihtilaf bulunduğu anlaşılır. Hz.
Peygamber (s.a.v), Teheccüd Namazını, çeşitli zamanlarda farklı şekillerde
kıldığı için gece namazlarının rekat sayıları ve keyfiyetleri de birbirinden
farklıdır. Bu farklılık, Hz. Peygamber (s.a.v)'in içinde bulunduğu zaman ve
şartlarda kaynaklanmaktadır. Ancak değişmeyen bir şey varsa o da, hiç
aksatmadan ve devamlı olarak gece namazını kılmış olmasıdır. Kaçıracak olursa,
Tİrmizîde geçen ifadeye göre, gündüzleyin on iki rekat kılardı. İşin gerçeği şu
ki; Hz. Peygamber (s.a.v), ilk zamanlardaki ruhî ve tabiî duruma göre, bazen
yedi, bazen dokuz ve bazen de sabah namazının iki rekat sünnetiyle birlikte on
üç rekat gece namazı kılmıştır. Bu on üç rekat namaz, şu şekilde açıklanmıştır:
1. Vitir ile birlikte
dokuz rekat,
2. Vitirden sonra
oturarak iki rekat,
3. Sabah namazının Ezanı ile kameti arasında iki rekat daha. (ç)
[1003] Müslim, Salâtu'l-Musâfırîn 128 (738)
[1004] Buhârî, Deavât 5
[1005] Buhârî, Vitr 1, Teheccüd 3
[1006] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 121 (736)
[1007] Vitrin bir rekat kılınacağına delil gösterilen bu
hadislerden hiç birisi, başlı başına bir rekata niyet edilerek vitir
kılındığını açık olarak ifade etmemektedir. Vitrin, başlı başına bir rekat kılınmış olması,
sadece bir kanaatten İbarettir, (ç)
[1008] Salâtu'l-Musâfirîn 122 (736)
[1009] Şafiıler, bu hadisi delil alarak, vitir namazını, bir
selamla beş rekat olarak kılmanın caiz olduğunu söylemişlerdir. bu hadis' muzdarib
olup delil olma niteliğinden uzaktır, (ç)
[1010] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 123 (737)
[1011] Buhârî, Teheccüd 28
[1012] Hz. Peygamber (s.a.v)'in uykusunun, abdestini
bozmaması; onunla ilgili özel bir durumdur, (ç)
[1013] Buhârî, Salâtu't-Terâvîh 1, Menakib 21; Müslim,
Salâtu'l-Musâfırîn 125 (738)
[1014] sabah namazının Ezanı ile kameti (ç)
[1015] Buhârî, Teheccüd 22
[1016] Buhârî, Teheccüd 10
[1017] Müslim, Saiâtu'l-Musâfirîn 124 (737)
[1018] Bu hadis ile Hz. Peygamber (s.a.v)'in on bir rekat
namaz kıldığını ifade eden daha önceki hadis arasında herhangi bir çelişki
yoktur. Çünkü konu ile ilgili daha önceki hadiste sabah namazının iki rekatlık
sünneti dahil değildi, (ç)
[1019] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 126 (738)
[1020] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 126 (738)
[1021] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 127 (738)
[1022] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 129 (739)
[1023] Ebu Dâvud, Tatavvu' 26 (1334)
[1024] Bununla; sabah namazının ikinci Ezanı kast
edilmektedir. Kamete nispetle "birinci Ezan" tabiri kullanılmıştır,
(ç)
[1025] Ebu Dâvud, Tatauvu' 26 (1336)
[1026] Bazı rivayetlerde ise, "yedi rekat ta vitir
kılardı" ifadesi yer almaktadır. Bu durumda, yedi rekatın içerisine, gece
namazına başlarken kılman iki rekat namaz hesaba katılmamış olur. Bu iki rekat
ta, buna katıldığı zaman o zaman dokuz rekat olmuş olur.
[1027] Rauinin bu ifadesi, hadisinin lafızlarını aynen
muhafaza ederek değil de mana olarak naklettiğini gösterir, (ç)
[1028] Ebu Dâvud, Tatavvu' 26 (1350)
[1029] Ebu Dâvud, Tatavvu'26 (1351)
[1030] Resulullah (s.a.v)'in geceleri vitir namazı ve vitir
namazından sonra oturarak kıldığı iki rekat ile birlikte on üç rekat namaz
kılarken, daha sonra bunların iki rekatını terk ederek vitirden sonra oturarak
kıldığı iki rekat namaz dahil vitirle birlikte toplam on bir rekat gece namazı
kılmaya başlamıştır. Daha sonra yaşı ilerleyince, iki rekat daha azaltarak vitirden
sonra oturarak kıldığı iki rekat dahil vitirle birlikte kıldığı gece
namazlarının sayısını dokuz rekata indirmiştir.
Geceleri dokuz rekat namaz kılmaya devam ettiği günlerde vefat etmiştir.
Burada anlatılan sayılara, sabah namazının iki rekatiık sünneti dahil değildir.
Çünkü sabah namazının iki rekatiık sünnetini kılmayı asla bırakmamıştır, (ç)
[1031] Ebu Dâvud, Tatavvu'26 (1363)
[1032] Tirmizî, Vitr 6 (459)
[1033] Tirmİzî,Salât210(443)
[1034] Tirmizî, Salât (445)
[1035] Nesâî, Kıyâmu'1-Leyl 30
[1036] Buhârî, Küsûf 2, 4; Müslim, Küsûf 1, 2, 3, 4, 6 (901);
Ebu Dâvud, îstiskâ1 3 (1177), 4 (1180), 5 (1187, 1188), 6 (1190), 7 (1191);
Tirmizî, Cum'a 44 (561), 45 (563); Nesâî, Küsûf 6, 7, 10,11; İbn Mâce, İkâme
152 (1263); Ahmed b. Hanbel, 6/168
[1037] Hicretin 10. yılında Hz. Peygamber (s.a.v)'in,
Mariye'den olan oğlu İbrahim ölmüştü. Bu sırada güneş tutulması gerçekleşmişti.
İşte bu güneş tutulması olayı, Hz. Peygamber (s.a.v)'in oğlu ibrahim'in ölümüne
denk gelmişti. Bu nedenle bazı kimseler, güneşin, ibrahim'in ölümünden dolayı
tutulduğu inancına varmışlardı. Aslında bu zan, onlara, bazı müneccimlerin:
"Güneş, bazı büyüklerin ölümü veya bazı büyük işlere haberci olmak üzere
tutulur" sözlerinden geçmişti.
Hattâbî (ö.
388/998)'nin bildirdiğine göre; cahiliyye döneminde insanlar bu kanaate sahiptiler.
Hz. Peygamber {s.a.v}, bu yanlış kanaati kaldırmak için güneş ve ayın bazı
insanların ölümü veya hayatı için tutulmadıklarını, bunun, yüce Allah'ın
kudret ve azametine delalet eden olaylardan olduklarını söylemiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v),
bu sözleriyle; güneş ve ayın hiçbir güce sahip olmadıklarına, bütün kuvvetin
Allah'ın elinde olduğuna, onların Allah'ın emrine amade iki yaratık olduklarına
İşaret ermiştir. Ayrıca böyle bir şeyle karşılaştıkları zaman, hemen namaza
sığılmasını emretmiştir.
Bu, korku ve felaket anlarında namaz, duâ ve istiğfar gibi yollarla yüce
Allah'a sığınmaya teşvik etmektedir, (ç)
[1038] Buhârî, Bed'ül-Haik 4
[1039] Küsûf Namazı, çeşitli şekillerde rivayet edilmiştir.
Özet olarak:
1. İki rekattır, diğer
nafileler gibi kılınır.
2. İki rekattır, ancak
her rekatta iki rüku vardır.
3. iki rekattır, ancak
her rekatta üç rüku vardır.
4. iki rekattır, ancak
her rekatta dört rüku vardır.
5. İki rekattır, ancak
her rekatta beş rüku vardır.
Bu farklı rivayetler,
Küsûf Namazının keyfiyetinde alimlerin ihtilafına sebep olmuştur.
Şevkânî (ö. 1250/1834),
alimlerin, bu namazın sünnet oluşunda ittifak ermekle birlikte kılınış biçiminde
farklı görüşlere sahip olduklarını belirtir.
Nevevî'de bu konuyu şöyle özetler: Mâlik, Şafiî, Ahmed ve cumhura göre
bu namaz, iki rekat
olup her rekatta iki rüku vardır. Ebu Hanîfe, Sevrî ve Nehaî ise bu namazın,
diğer
nafileler
gibi her rekatta tek rüku olmak üzere iki rekat olduğu görüşündedir, (ç)
[1040] Bu ifade; Küsûf Namazının, cemaatle kılınacağına delil
kabul edilmiştir, (ç)
[1041] Bu ifade; Küsûf Namazının, her rekatta ikişer olmak
üzere dört rükulu olduğunu söyleyen
Şafiî, Mâliki ve Hanbelilerin görüşüne delildir, (ç)
[1042] Buhârî, Küsûf 4
[1043] Buhârî, Küsûf 19
(Süfyan ibn Hüseyin'in naklettiği hadisi, Tİrmizî ve Süleyman ibn
Kesîr'in naklettiği rivayeti İse Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.) (ç)
[1044] Şafiî ve Hanbelilere göre; Husuf Namazı, her rekatta
ikişer rüku olmak üzere iki rekattır. Cemaatle kılınır. Delilleri ise; Beyhakî
(ö. 458/1066) 'in, Hasan el-Basrî yoluyla Abdullah ibn Abbâs'a izafeten rivayet
ettikleri bir haberdir. Bu haber de, Abdullah ibn Abbâs, Basra'da emir iken ay
tutulduğunda, cemaate iki rekat namaz kıldırdı ve her rekatta ikişer defa rüku
yaptığı bildirilmektedir. Yalnız senedindeki İbrahim b. Muhammed'den dolayı bu
hadis zayıf kabul edilmiştir.
Mâliki ve Hanefilere
göre ise; Husuf Namazı, iki rekattır. Diğer nafileler gibi rekatları tek
rukuludur. Bu namaz, münferiden kılınır.
Bu namazla ilgili ihtilaflar, Küsûf Namazı ile ilgili ihtilaflarda kaynaklanmaktadır,
(ç)
[1045] Buhârî, Küsûf 19
[1046] Küsûf Namazında, kıyamlardan birincisinin uzunluğu,
ikincisine nispetle daha uzundur. Kukuiarın uzunluğu da, Kıyamlar kadardn-.
Rükular arasındaki kiyâmlarda mümkün mertebe uzun süreler okunur. Küsûf
Namazı, güneş açılıncaya kadar devam edilmelidir, (ç)
[1047] Bu ifade; Hz. Peygamber (s.a.u)'in dünyada, dünyevî
felaketleri ile zaferleri ve ahirette ise cennet ile cehennemde olan şeyleri
gördüğünü göstermektedir ki, İbn Lühayy'ı cehennemde gördüğünü anlatmaktadır,
(ç)
[1048] İbn Lühayy'ın asıl isminin ne olduğu konusunda farklı
görüşler gelmiştir. Bazılarına göre Ömer, bazılarına göre Amr, bazılarına göre
Ebu Temâme, bazılarına göre ise Amr İbn Amir el-Huzâî'dİr.
Hz. İbrahim'in "Hanif dinini ilk değiştiren kişi bu adamdır. İbadet
için putlar dikmiş ve onlara kurban kesilmek üzere develer tahsis etmiştir,
(ç)
[1049] Müslim, Küsûf 3 (901)
[1050] Müslim, Küsûf 1 (901)
[1051] Müslim, Küsûf 1 (901)
[1052] Müslim, Küsûf 2 (901)
[1053] Buhârî, Küsûf 7, 12
[1054] Müslim, Küsûf 8 (908)
[1055] Ibn Hacer (Ö. 852/1447), metinler arasındaki bu
farklılığı göz önünde bulundurarak, rivayetleri arasını ulaştırmak için, Hz.
Peygamber (s.a.v) döneminde bîrden fazla güneş tutulması olayının
gerçekleştiğini söyleyerek Hz. Peygamber (s.a.v)'in her birinde değişik bir
uygulamada bulunmuş olabileceğini ileri sürmüştür, (ç)
[1056] Müslim, Küsûf 7 (901)
[1057] Müslim, Küsûf 6 (901)
[1058] Tirmizî, Cum'a 44 (561)
[1059] Tirmizî, Cum'a 45 (563)
[1060] Ebu Dâvud, İstiska 4 (1180)
[1061] Bu namazdaki kıyamın uzunluğundan dolayı sahabelerden
bazıları bayılmış veya bayılacak hal gelmişlerdi.
Metindeki
"üzerlerine su kovaları (yla su) dökülürdü" cümlesinin akla getirdiği
ilk mana bayılanları ayıltmak için üzerlerine kovalar dolusu su dökülüşüdür. O
zaman akla: "Peki cemaat tüm namazda olduğun göre, onların üzerine suyu
kim dökmüştür?" şeklinde biı soru gelebilir. Bu soruya: "Suyun, namaz
bittikten sonra dökülmüş olması veya bayılma abdest ve namazları bozulduğu içi
biraz kendilerine su dökülmüş olması da muhtemeldir1 diye cevap verilmiştir.
Bazı alimler de, "üzerlerine su kovalarımla su) dökülürdü"
sözünün; çok terlemekter kinaye olduğunu, bazı alimler de sahabelerin sanki
üzerlerine kovalara dolusu su dökül müş gibi kan ter içinde kaldıklarının ifade
edilmek istendiğini söylemişlerdir, (ç)
[1062] Ebu Dâvud, İstiska 4 (1177)
[1063] Ebu Dâuud, İstiska 5 (1187)
[1064] İbn Dakîk el-îd (ö. 702/1301), güneş tutulması
namazında, Ezan ve kametin olmadığı hususunda görüş birliği olduğunu
belirtmiştir, (ç)
[1065] Ebu Dâvud, İstiska 6 (1190)
[1066] Daha önceki rivayette, Hz. Aişe'nİn, Resulullah
(s.a.v)'İn okuduğu sureyi tahmin ettiği bildirildiği halde, burada Resulullah
(s.a.v)'in açıktan okuduğu açıkça ifade edilmektedir. Bu durum, hadisler
arasında tezat varmış gibi görünse de aslında herhangi bir tezat yoktur. Çünkü
Resulullah (s.a.v)'in aslında bu namazda açıktan okuduğu halde Hz. Aişe uzak
bîr yerde olduğu için Resulullah (s.a.v)'in sözlerini İyice anlayamamış ve
tahminen okunan surelerin Bakara ve Âl-İ İmran olduklarını çıkarmış olması
mümkündür. Yada olay, birkaç defa tekerrür etmiş, Resulullah (s.a.v)
bazılarında açıktan okuduğu halde, bazılarında gizli okumayı tercih etmiş
olabilir, (ç)
Ebu Dâvud, İstiska 5 (1188)
[1067] Küsûf Namazında; İmam Azam, İmam Mâlik ve İmam Ahmed'e
göre hutbe yoktur. Çünkü Resulullah {s.a.v), güneş tutulunca, namaz
kılınmasını, Duâ edilmesini ve sadaka kılınmasını tavsiye etmiş, hutbeyi
emretmemiştir. İmam Şafiîye ve bazı hadisçilere göre ise bu namazda hutbe
okunması müstehabtır. (ç)
[1068] Ebu Dâvud, istiska 7 (1191)
[1069] Nesâî, Küsûf 7, 11
[1070] Nesâî, Küsûf 18
[1071] Nesâî, Küsûf 11
[1072] Nesâî, Küsûf 11,23
[1073] Nesâî, Küsûf 11,12
[1074] Nesâî, Küsûf 13
[1075] Nesâî, Küsûf 12
[1076] Nesâî, Küsûf 6
[1077] Nesâî, Küsûf 18
[1078] Nesâî, Küsûf21
[1079] İstiskâ': "Su istemek" anlamına gelir.
İhtiyaçları olup su bulamayanların, gniş lsanlasrs çıkıp duâ ve yakarışta
bulunarak yüce Allah'tan yağmur niyaz etmelerine İstiskâ' {yağmur isteme
duası}, bu niyaz esnasında kılınan namaz da istiskâ' namazı denir. Yağmur
Duasının meşru oluşunda, bütün alimler görüş birliğine varmışlardır.
Meşruiyeti, Kitap ve sünnetle sabittir. Kitaptan delili; "Ey kavmim!
Rabbinizden bağışlamasını dileyin. Sonra da tevbe edin ki, size gökten bol bol
yağmur göndersin" (Hûd: 11/52) ile "Dedim ki: Rabbinizden bağışlanma
dileyin. Doğrusu O, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur
İndirsin" {Nûh: 71/10-11).
Burada Hûd ile Nûh
peygamberlerin, duâ ve istiğfar konusundaki tavsiyeleri kendi ümmetlerine ise
de, Allah'ın ve Resulü'nün bunu reddetmemesi, onlara ait olan hükmün bizim
için de geçerli olmasını gerektirir. Üzerinde durduğumuz hadisler, sünnetten
olan delillerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v), yağmur duası için boş bir araziye çıkmıştı.
Yağmur duasında İki rekat namaz kılmıştı. Bu namaz sırasında kıraati açıktan
okumuştu. Halka namazdan ön- CG hutbe vermi3fi- Hbisesini ters çevirmişti, (ç)
[1080] Buhârî, İstiskâ1 1, 4; Müslim, İstiskâ1 1-4 (894); Ebu
Dâvud, İstiskâ' 1 (1161, 1162, 1163, 1164); Tirmizî, Cum'a 43 (556); Nesâî,
İstiskâ' 2, 5, 7, 8, 11, 12,-14; İbn Mâce, İkâme 153 (1267); Ahmed b. Hanbel,
4/38, 39, 40 44
[1081] Buhârî, Deavât 24
[1082] Buhârî, İstiskâ' 4; Müslim, (894)
[1083] Buhârî, İstîskâ' 4
(Buhârî, bu konudaki isim benzediği ile ilgili yanlışlığı önlemek için
bu bilgiyi verme gereğini duymuştur.) (ç)
[1084] Bazı rivayetlerde, önce namaz kılındığı sonra da dua
edildiği, bazı rivayetlerde ise önce duâ edildiği sonra da namaz kılındığı,
yine bazı rivayetlerde önce hutbe verildiği sonra namaz kılındığı ve yine bazı
rivayetler de önce namaz kılındığı sonra da hutbe verildiği şeklinde ifadelerin
farklı olmasının nedeni; Resulullah (s.a.v)'in, birden çok yağmur duasına
çıkmış olup her birinde ayrı ayrı şekilleri uygulamış olmasındandır, (ç)
[1085] Ebu Dâvud, îstiskâ11(1161)
[1086] Ebu Dâvud, İstiskâ' 1 {1162)
[1087] Atik: Aslında omuz ile boyun arasındaki kısma denilir.
Türkçe'de bu organ için ayrı bir kelime kullanılmadığı İçin "omuz" diye
tercüme edilmiştir, (ç)
[1088] Ebu Dâvud, İstiskâ' 1 (1163)
[1089] Hamîsa: Kare biçiminde yün veya başka bir şeyden
dokunmuş İki tarafında iki işaret olan bir elbisedir. Bazıları, bunu, siyah
renkli olarak ta kayıtlar, (ç)
[1090] Rivayetten anlaşıldığına göre; Hz. Peygamber (s.a.v),
çıkmış olduğu bir yağmur duasında elbisesini alt üst etmek; yani alt ucunu
yukarıya, üst ucunu da aşağıya almak istemiştir. Fakat elbisenin ağır olması
sebebiyle bu iş kendisine zor gelince, ondan vazgeçmiş, bu Dolayısıyla yağmur
duasına (ç)
[1091] Ebu Dâvud, İstiskâ'1(1164)
[1092] Ebu Dâvud, İstiskâ11{1167)
[1093] Nesâî, İstiskâ'2
[1094] Nesâî, İstiskâ' 3
[1095] Nesâî, İstiskâ1 5
[1096] Nesâî, İstiskâ'6
[1097] Ebu Dâvud, İstiskâ' 2 (1171)'deki Enes hadiside;
Resulullah (s.a.v) yağmur duasında; ellerini, koltuklarının beyazlığı
görününceye kadar uzatmış, avuçlarını da yere doğru tutmuştur.
Nevevî (ö. 676/1277}, alimlerden çoğunun; bir belayı uzaklaştırmak için
yapılan dualarda avuçların içinin yere, hayrh bir şeyi istemek için yapılan
dualarda ise ellerin semaya doğru tutulmasının sünnet olduklarını
söylediklerini bildirir. Çünkü Allah'tan hayrh bir şey istenildiğinde, ellerin
semaya doğru kaldırılması ile ilgili hadis şu şekildedir: "Allah'tan bir
şey istediğiniz zaman, avucunuzun içiyle isteyin. Sirtıyla istemeyin. Duayı bitirince,
avuçlarınızı yüzlerinize sürün" B.k.z: Ebu Dâvud, Vitr 23 (1485); ibn
Mâce, Duâ 13 (ç)
[1098] Nesâî, İstiskâ'8
[1099] Buhârî, Meğâzî 29; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 309
(841); Ebu Dâvud, Sefer 13 (1237), 14 (1238, 1239); Tirmİzî, Cum'a 46 (565);
Nesâî, Salâtu'l-Havf 1; İbn Mâce, İkâme 151 (1259); Ahmed b. Hanbel, 3/448
[1100] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 309 (841)
[1101] Zatu'r-Rikâa Gazvesi; Necd bölgesinde Gatafan
topraklarında meydana gelmiş bir gazvenin adıdır. Buhârfye göre; bu savaş,
hicretin yedinci yılında, bazılarına göre hicretin dördüncü yılında ve
bazılarına göre İse hicretin beşinci yılında meydana gelmiştir.
Bu savaşa, "Zatu'r-Rikâa" denilmesinin sebebi; Müslüman
askerlerin ayaklan delindiği ve bu sebeple de ayaklarına bez bağladıkları için
"yamalı" anlamında bu isim verilmiştir. Yine bu savaşın meydana
geldiği yerde; siyah, beyaz ve kırmızı renkleri olan bir dag bulunduğu İçin bu
savaşa bu ismin verildiği de söylenir, (ç)
[1102] Burada korku ile kast edilen, zelzele, deprem ve
yangın gibi musibetler anında kılınması tavsiye edilen nafile namazlar değil,
savaş devam ederken kılınacak vakit namazlarıdır. Çünkü savaşın en şiddetli
anında bile beş vakit namazın kazaya bırakılmasına ruhsat verilmemiştir.
Savaşın şiddetli anlarında bile namazın edası emredilmiştir. Abdullah ibn Ömer,
İmam Mâlik, İmam Şafiî, Hanefîler ile alimlerin çoğuna göre; savaş korkusunun
rekat sayılarına hiçbir etkisi yoktur. Bunlara göre; namazın kısaltılması,
savaş İle ilgili değil, sefer İle ilgilidir. Çünkü sahabeler, bu yerlerde, yolcu
konumunda idiler. Korku namazı, Müzeni (ö. 264/878) ile Ebu Yusuf (ö. 182/798)
dışında bütün alimlere göre her zaman geçerlidir, (ç)
[1103] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 310 (842)
[1104] Tırmizî, Cum'a 46 (565)
[1105] Nesâî, Salâtu'I-Havf 1
[1106] Nesâî, Salâtu'1-Havf 1