Namazda Dua Ve Zikirde Bulunmak. 5

Hadisin Açık Delaletinden Şu Hüküm Anlaşılıyor: 5

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları: 5

Çıkarılan Hükümler: 6

Namazda İken Verilen Selamı İşaretle Alıp Cevaplamak. 6

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları: 6

Çıkarılan Hükümler: 7

Namazda İken Sağa, Sola İltifat Etmek. 7

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları: 8

Farklı Rivayetler Ve Hükümleri: 8

Çıkarlan Hükümler: 9

Camide Ve Namaz Kılarken Parmak Çıtlatmak Ve Parmakları Birbirine Kenetlemek. 9

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları: 9

Hadislerin Ve Rivayetlerin Tahlili: 9

Çıkarlan Hükümler: 10

Namazda İken Yılan Ve Akrep Öldürmek Namazı Bozar Mı?. 10

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları: 10

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler: 11

Namazda İken Kalbe Gelen Vesvese Namazı Bozmaz. 11

Felaket Ve Musibet Günlerinde Farz Namazlarda Kunut Okumak. 12

Konuyla İlgili Hadisler: 12

Rivayet Ettiğimiz Hadislerin Ve Bu Rivayetlerin Işığı Altında Müctehid İmamların İstinbat, İstidlal Ve İctihadları: 13

Bu Konuda Diğer Hadisler Ve Rivayetler: 13

Çıkarılan Hükümler: 14

Namaz Kılan Kimsenin Önünde Sütre Bulundurması 14

Konuyla İlgili Hadisler: 14

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îctihadları: 14

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler: 15

Çıkarılan Hükümler 15

Sünnet Ve Nafile Namazlar 16

Konuyla İlgili Hadisler: 16

Hadislerin Işığında Mezhep İmamların İstidlal Ve Îctihadları 16

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler: 17

Çıkarılan Hükümler: 18

Farzlara Tabi Olan Dört Rekatlı Namazlar Ve Faziletleri 18

Konuyla İlgili Hadisler: 18

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îctihadları: 18

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler: 18

Çıkarılan Hükümler: 19

Vitir Namazı 19

Konuyla İlgili Hadisler: 19

Hadisler Işığında Mezhep İmamlarının Istidlal Ve Îctihadları: 20

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler 20

Çıkarılan Hükümler: 21

Teravih Namazı 21

Konuyla İlgili Hadisler: 21

Hadislerin Işığında Mezhep İmamların İstidlal Ve Îctihadları 22

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler 23

Gece Namazı (Teheccüd) 23

Konuyla İlgili Hadisler: 23

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri 24

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler 24

Çıkarılan Hükümler 25

Duha (Kuşluk) Namazı Ve Fazileti 25

Konuyla İlgili Hadisler: 26

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri 26

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler 26

Çıkarılan Hükümler 27

Tahiyyetü’l-Mescid Namazı 27

Konuyla İlgili Hadisler: 27

Hadis Ve Rivayetlerin Işığı Altında İmamların Îctihad Ve İstidlalleri 28

Abdest Aldıktan Sonra İki Rekat Namaz Kılmak. 28

Konuyla İlgili Hadisler: 29

Mezhep İmamlarının İctihad Ve İstidlalleri 29

İstihare Namazı 29

Konuyla İlgili Hadisler: 29

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 30

Çıkarılan Hükümler 30

Nafile Namazın Cemaatle Kılınması 30

Konuyla İlgili Hadisler: 30

Hadislerin Işığında Mezhep İmamların İstidlal Ve İctihadları 31

Tahliller Ve Rivayetler 31

Çıkarılan Hükümler 32

Namaz Kılınması Mekruh Olan Vakitler 32

Konuyla İlgili Hadisler: 32

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îctihadları 32

Tahliller Ve Rivayetler 33

Çıkarılan Hükümler 34

Tilavet Ve Şükür Secdesi 34

Kur'an'da Secde Ayetlerinin Yer Aldığı Sureler 34

Konuyla İlgili Hadisler: 34

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının Îstidlal Ve Îctihadları 35

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 35

Çıkarılan Hükümler 36

Şükür Secdesi 36

Konuyla İlgili Hadisler 36

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İctihadları 37

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 38

Çıkarılan Hükümler 38

Secde-i Sehv (Namazda Yanılma Secdesi) 38

Konuyla İlgili Hadisler: 38

Hadislerin Işığında, Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İctihadları 39

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 40

Namazda Şek. 40

Konuyla İlgili Hadisler: 40

Hadislerin Işığında Mezhap İmamlarının İstidlal Ve Îhticacları 41

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 41

Çıkarılan Hükümler 42

Cemaatle Namaz Kılmanın Gereği 42

Konuyla İlgili Hadisler: 42

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İctihadları 43

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 44

Çıkarılan Hükümler 44

Kadınların Camiye Gitmesi ve Cemaate Katılması 45

Konuyla İlgili Hadisler: 45

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri 45

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 46

Çıkarılan Hükümler 46

Camiye Sekinet Ve Vekarla Gitmek. 46

Konuyla İlgili Hadisler: 47

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri 47

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 47

Çıkarılan Hükümler 47

İmamın Namazı Hafif  Tutup Uzatmaması 47

Konuyla İlgili Hadisler: 48

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları 48

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 48

Çıkarılan Hükümler 48

Namazda İmama Uymanın Vücubu. 48

Konuyla İlgili Hadisler: 49

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları 49

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 50

Çıkarılan Hükümler 50

Namazda Bir Çocuk Veya Bir Kadınla Cemaat Oluşturmak. 50

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları 50

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 51

Çıkarılan Hükümler 51

İmamet Bahsi Ve İmamın Sıfatı 52

Konuyla İlgili Hadisler: 52

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları 52

Tahliller Ve Rivayetler 53

Çıkarılan Hükümler 53

Fasıkın İmameti 54

Konuyla İlgili Hadisler: 54

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları 54

Tahliler Ve Diğer Rivayetler 55

Çıkarılan Hükümler 55

Namazda Mukimin Misafire Uyması 55

Konuyla İlgili Hadisler: 55

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları 56

Tahliler Ve Diğer Rivayetler 56

Çıkarılan Hükümler 56

Farz Kılanın Nafile Kılana Uyması 57

Konuyla İlgili Hadisler: 57

Hadisler Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları 57

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 57

Çıkarılan Hükümler 58

Oturarak Namaz Kılanın Ayakta Durana, Ayakta Duranın Oturarak Kılana Uyması 58

İlgili Hadisler Ve Rivayetler 58

Hadis Ve Rivayetlerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlaller Ve İhticacları 59

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 59

Çıkarılan Hükümler 60

Müteveddi’in Müteyemmime Uyması 60

İlgili hadisler: 60

Bu İki Rivayetlerin Işığında Mezhep İmamlarının İctihadları 61

Tahliler Ve Diğer Rivayetler 61

Çıkarılan Hükümler 61

İmamın Saffın Ortasına Denk Gelecek Şekilde Önde Durması 62

Konuyla İlgili Hadisler: 62

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îhticacları 62

Tahliller Ve Rivayetler 63

Çıkarılan Hükümler 63

Namazda Cemaatin Arasında Kadın Ve Çocukların Yeri 63

Konuyla İlgili Hadisler: 63

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları 64

Tahliler Ve Diğer Rivayetler 64

Çıkarılan Hükümler 64

Namazda İmamın veya Cemaatin Yüksek Yerde Durması Sakıncalı Mıdır?. 65

Konuyla İlgili Hadisler Ve Rivayetler: 65

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının Görüşleri 65

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 66

Çıkarılan Hükümler 66

Sünneti, Farzı Kıldığı Yerin Gayrinde Kılmak. 66

Konuyla İlgili Hadisler: 66

Hadislerin Işığında Fakih İmamlarının Görüş Ve İhticacları 66

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 67

Çıkarılan Hükümler 67

Hastanın Namaz Kılmasıyla İlgili Fıkhi Hükümler 67

Konuyla İlgili Hadisler: 67

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları 68

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 68

Çıkarılan Hükümler 69

Seferi Namaz. 69

Konuyla İlgili Hadisler: 69

Hadislerin Işığında Fakih İmamlarının İctihad Ve İhticacları 69

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 70

Çıkarılan Hükümler 71

İki Namazı Birarada Kılmak (Cem'u Takdim-Cem'u Te'hir) 72

Konuyla İlgili Hadisler: 72

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 72

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 73

Çıkarılan Hükümler 73

Cuma Namazı Ve Önemi 73

Konuyla İlgili Hadisler: 74

Hadislerin Işığında Fakih İmamlarının İstidlal Ve İhticacları 74

Tahliler Ve Diğer Rivayetler 75

Çıkarılan Hükümler 76

Cuma Namazının Kırk Kişilik Bir Cemaatle Kılınması 76

Konuyla İlgili Hadisler Ve Rivayetler 76

Fakih Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 77

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 77

Çıkarılan Hükümler 78

Cuma Farzından Önce Ve Sonra Sünnet Namaz. 78

Konuyla İlgili Hadis Ve Rivayetler 78

Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları 79

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 79

Çıkarılan Hükümler 79

İmam Minbere Çıkınca Selam Vermesi Ve Oturunca Da Ezan Okunması 80

Konuyla İlgili Hadisler: 80

Hadisler Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 80

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 80

Çıkarılan Hükümler 81

Hutbe Ve Özelliği 81

Konuyla İlgili Hadisler: 81

Rivayetlerin Işığında Fakih İmamların İstidlal Ve İhticacları 82

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 83

Çıkarılan Hükümler 83

Bayram Namazı, Önemi Ve Vakti 84

Konuyla İlgili Hadisler: 84

Fakih İmamlarının İstidlal Ve İhticacları 85

Tahliler Ve Diğer Rivayetler 85

Çıkarılan Hükümler 86

Bayram Namazında Tekbir Sayısı Ve Yeri 87

Konuyla İlgili Hadisler 87

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 87

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 88

Çıkarılan Hükümler 88

Bayram Namazından Ne Önce, Ne De Sonra Nafile Kılınır 88

Konuyla İlgili Hadisler 89

Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 89

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 89

Çıkarılan Hükümler 90

Bayram Hutbesi Ve Hükümleri 90

Konuyla İlgili Hadisler: 91

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 91

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 92

Çıkarılan Hükümler 92


Namazda Dua Ve Zikirde Bulunmak

 

Namaz baştan sonuna kadar belirlenmiş şekilde zikir ve du­adan ibarettir. Ancak bu ibadeti yaparken onun dışında olan bir­takım zikir ve duada bulunmak doğru olur mu veya namazı bozar mı? Bu soruya ancak ilgili hadisleri ve müctehid imamların tesbit, istinbat ve ictihadlarını nakledince cevap vermiş oluruz.

Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın kendi babasından yaptığı ri­vayette, onun şöyle dediğini nakletmiştir:   

"Farz olmayan bir namazda Rasulüllah (s.a.v.) Efen­dimizin okuduğu surede ne kadar cennet ve cehennem kavramları anılınca O'nun şöyle Allah'a sığındığını duy­dum:

"Cehennem ateşinden Allah'a sığınırım ve Cehennem­liklere veyl olsun!"[1]

 

Hadisin Açık Delaletinden Şu Hüküm Anlaşılıyor:                            

 

Farz olmayan bir namazı kılarken, cehennem ve azaptan söz edilen yerde, ondan Allah'a sığınmak; tesbih ve tazimden söz edi­len yerde, Cenab-ı Hakkı tesbih ve tenzih etmek meşrudur. Aynı zamanda bunun müstehab olduğunu söyleyen müctehidler de vardır.

Nitekim Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, o şöyle haber vermiştir:

"Ayın dolunay haline geldiği gecede ben Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte kalkıp namaz kılarak ibadette bulunduk. Rasulüllah (s.a.v.) Bakara, Al-i İmran ve Nisa surelerini okuyordu. Bu halde iken ne kadar korkutucu bir ayete geldiyse, Allah'a dua edip istiazede bulundu (O'na sığındı). Ne kadar beşaret va'deden bir ayete geldiyse, mutlaka Allah'a dua edip O'na rağbet eyledi."[2]

Musa b. Ebi Aişe'den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir

"Bir adam evinin damında namaz kılıyordu. Zamm-ı Sureyi okurken, "Artık bunu yapan (o yüce kudret) ölüleri diriltmeye kadir değil midir?" [3] mealindeki ayeti okuyun­ca: "Seni tenzih eder tesbihte bulunurum, evet sen kadirsin!" dedi. Bunun üzerine kendisinden neden böyle yaptığı sorulunca, şu cevabı verdi:

"Ben bunu Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden işittim, o da böyle yapıyordu."[4]

Bu hadislerin ravilerinin sıka (güvenilir) olduğu tesbit edil­miş, sadece birinci hadisin ravisi Musa b. Ebi Aişe'nin irsal yaptığı, yani rivayet zincirinde bir sahabenin adını anmadığı görülmüştür. Bununla beraber abid ve güvenilir bir kişi olduğunu et-Takrib sahibi belirtmiştir.[5]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları:

 

Bu konudaki hadis ve rivayetlerin çoğunun sahih olduğuna bakılınca, müctehid imamların hepsinin nafile namazlarda zamm-ı sure okunurken dua ve zikirde bulunmanın sünnet veya müstehab olduğunda ittifak etmeleri akla gelebilir. Ancak onlar­dan her birinin kendi yöntem ve metoduyla yaptığı tesbit, istidlal ve ictihadlar az farklı olarak ortaya çıkmıştır. Şöyle ki:

a) Hanefilere göre: Namazda insanların sözüne benzer şekilde dua etmek, zikir ve tesbihte bulunmak namazı bozar. Bu husustaki kuralları ise şöyledir: Namaz esnasında Kur'an'da ve Hadiste olmayan bir dua veya tesbih ile dua ve tesbihte bulunmak namaza münafî sayılır ve o gibi dileklerin insanlardan talep edil­mesi de gayr-i mümkün addedilmez. O bakımdan kişinin namaz kılarken Allah'ın kitabından, Rasulüllah'ın (s.a.v.) sünnetinden istediği dua ve zikirlerle duada bulunabilir, zikredebilir. Bir de insanlardan istenmesinin  gayr-i mümkün  görüldüğü hususları da istemekte bir sakınca yoktur. Mesela rızık istemek, mal ve çocuklarda  feyiz ve bereketin doğmasını talep etmek bu cümledendir. Yani bu gibi isteklerle namaz bozulmaz.[6]

b) Malikilere göre: Nafile namazda dünya ve ahiretle ilgili hayırlı şeyleri istemek, buna benzer dileklerde bulunmak mutlaka namazı bozmaz. Hatta insanlardan istenmesi mümkün olan şeyleri bile Allah'tan istemekte bir sakınca söz konusu değildir.[7]

c) Şafîilere göre: Namaz esnasında namazı bozan dua, ha­ram veya gayr-ı mümkün bir şey istemekle ilgilidir. Bunun dışında kişi namazda istediği şekilde dünya ve ahiret hayrını dile getirip Cenab-ı Hak'tan isteyebilir. Şu şartla ki, o dileğini Allah'tan başkasına arzetmemeli ve O'ndan başkasından istememeli...[8]

d) Hanbelilere göre: Namaz esnasında namazı bozan dua, kitap ve sünnette varid olmayanıdır ve aynı zamanda ahiretle ilgi­li bulunmayanıdır. Mesela dünyevi ihtiyaçları ve gerekli şeyleri istemek: Allah'ım! Bana güzel bir zevce ihsan eyle gibi isteklerde bulunmak bu cümledendir.[9]

Diğer bir rivayete göre: Ahmed b. Hanbel, namazda yapılan bu gibi dua ve zikirlerin cehren değil gizli yapılması halinde doğru olabileceğini söylemiştir.[10]

İmam Şafii ise, belirtilen ölçüler çerçevesinde nafile namaz­larda rahmet ayetine gelince, ilahi rahmet ve cenneti istemek; azap ayetine gelince, cehennem ve ateşinden Allah'a sığınmak müstehabdır.[11]

Bu konuda diğer bir rivayet de Avf b. Malik (r.a.) den yapılmıştır. Adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte bulunuyordum. (Gece ibadetine) kalktım. Rasulüllah (s.a.v.) önce ağzını misvakladı ve abdest aldı. Sonra kalkıp namaza durdu: Fatiha'yı okumaya başladı, arkasından Bakara suresini oku­du. Bu arada ne kadar bir rahmet ayetine geldiyse duraklayıp (Allah'tan rahmet) diledi. Ne kadar bir azap ayetine geldiyse duraklayıp (ondan Cenab-ı Hakk'a) sığındı. Sonra rukü'a vardı, ayakta durduğu kadar rukü'da bekledi ki o esnada şöyle diyordu: "Sübhane zi'1-ceberuti ve'1-melekuti ve'1-kibriyai ve'1-azameti". Sonra secdeye vardı ve rüku'da durduğu kadar orada durdu da bu esnada şöyle diyordu: "Sübhane zi'1-ceberuti ve'1-melekuti ve'1-kibriyai ve'l-azameti. Sonra (kalkıp ikinci rek'atte Fatihadan sonra) Al-i İmran suresini ve arkasından bir sure, bir sure daha oku­du. Sonra birinci rek'atte yaptığının bir benzerini yaptı."[12]                                                   

Bu hadisin isnadında yer alan ricalin hepsi sıka (güvenilir)dır. Darekutni de aynı görüşü izhar etmiştir.[13]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1) Nafile namazlarda kıraat esnasında geçen rahmet ayet­lerine gelinince Allah'tan rahmet dilemek; azap ayetlerine geli­nince cehennem ateşinden Allah'a sığınmak, müstehabdır.

2) Namazda  bu  tarz  bir  dilek ve sığınmanın cehren söylenmesinde bir sakınca yoktur.

3) Gece kalkıp ibadet ederken, iki rekat namaz kılmak ve bu namazda uzun sureleri okumak kimine göre sünnet, ki­mine göre müstehabdır.

4) Yine gece namazında rüku’ ve secdeyi uzatıp Cenab-ı Hakk'a tazimde bulunarak tesbihte bulunmak müstehabdır.

 

Namazda İken Verilen Selamı İşaretle Alıp Cevaplamak

 

Namaz her yönüyle saygı, tazim ve teslimiyet makamıdır. Namaza aykırı söz ve davranışlarda bulunmak, hem onun faziletini düşürür, hem de bozulmasına sebep olur. O bakımdan biz bu ibadeti kemal-i edeple yerine getirirken, kendiliğimizden bir şey ilave edemeyiz ve ondan bir şey de noksanlaştıramayız. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den nasıl tesbit edilip rivayette bulu­nulmuşsa, onu aynen uygulamakla mükellefiz.

Namazda iken başkasına sözlü olarak selam verilmez. Başkasının da namaz kılan kimseye selam vermesi pek uygun değildir. Ancak Rasulüllah (s.a.v.) zamanında verilen selamın işaretle alınıp cevaplandırıldığı sahih rivayetle sabit olmuştur. Şöyle ki:

İbni Ömer (r.a.) diyor ki:

"Bilal'a sordum, dedim ki: Rasulüllah (s.a.v.) Efendi­miz namazda iken mü'minler ona selam verirdi. (Bu durumda Rasulüllah (s.a.v.) ne yapar veya karşılık verir miy­di?)" Bilal bana şunu söyledi:

"Evet, eliyle işaret ederdi."[14]

İbni Ömer'in (r.a.) Suhayb'den (r.a.) yaptığı rivayete göre, Suhayb (r.a.) şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize uğradığımda onu namaz kılar bir halde buldum. Kendisine selam verdim, O da bana işaretle cevap verdi, yani sel­amımı işaretle alıp işaretle cevapladı."

İbni Ömer (r.a.) diyor ki:

"Pek bilemiyorum, ancak Suhayb'ın "Parmağıyla işaret etti" dediğini biliyorum."[15]

Tirmizi diyor ki:

"Bu iki hadis de bana göre sahihtir. Aynı zamanda Ümmü Seleme'nin (r.a.) ikindiden sonra iki rekatle ilgili hadisinde ve Hz. Aişe (r.a.) ile Cabir (r.a.) nın, Rasulüllah'ın son ölüm hastalığında oturarak namaz kılmasıyla ilgili hadislerinde Rasulüllah'ın (s.a.v.) arkasında bulunanların ayağa kalktıklarında onlara işaret edip oturmalarını emrettiği sıhhat derecesinde tesbit edilmiştir."[16]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları:

 

a) Hanefîlere göre: Namaz kılmakta olan kimse, yanılarak birine selam verir ve sadece "es-Selam" der ve sonra da namazda olduğunu hatırlarsa, namazı bozulur.

Bunun gibi namazda iken verilen selamı ister yanılarak, is­ter bilerek cevaplarsa namazı bozulur. Çünkü selam vermek veya alıp cevaplamak, zikir türünden değildir. Ancak bu durumda veri­len selamı sözlü olarak değil de elinin işaretiyle veya başının hafif hareketiyle cevaplarsa ya da parmağıyla işaret ederek cevaplar­sa, sahih kavle göre namazı bozulmaz.[17]

b) Şafiilere göre: Namazda iken verilen selamı sözlü olarak cevaplamak namazı bozar. Nitekim Ata, Nahai, İshak ve Ebu Sevr'de aynı görüş ve ictihaddadırlar.[18]

c) Tabiinden Said b. Müseyyeb, el-Hasan ve Katade'ye göre: Verilen selamı sözlü olarakta cevaplamakta bir sakınca yoktur.[19]

Bu anlatım tarzından anlaşılan şudur ki: Verilen selamı par­mak işaretiyle alıp cevaplamakta bir sakınca söz konusu değildir.

d) Malikilere göre: Sahnunun İbn Kasım'a: "Namazda iken adamın bazı ihtiyacını ifade için işarette bulunmasını İmam Malik mekruh görüyor muydu?" sormasına karşılık şu cevabı ver­miştir:

"Onun mekruh saydığını bilmiyorum. Ben şahsen bunda bir sakınca görmüyorum, yeter ki yapılan işaret hafif olsun. Nite­kim İmam Malik'in verilen selamın işaretle alınıp cevaplan­masında bir beis görmediği kesindir. Zira İmam şöyle dedi:

"Farz veya nafile namazda olan kimse, kendisine selam verilince, onu ya el ya da baş işaretiyle cevaplasın."[20]

e) Hanbelilere göre: Namaz kılmakta olan kimseye selam vermekte bir sakınca yoktur. Ancak onun redd-i selam yapması halinde namazı bozulur. Yani namaz kılmakta olan kimse kendi­sine verilen selamı ne sözlü, ne de işaretle cevaplıyamaz.[21]

İmam Ahmed bu konuda İbn Mes'ud (r.a.) hadisiyle istidlal etmiştir. Şöyle ki: İbn Mes'ud (r.a.): "Rasulüllah'a (s.a.v.) uğradım, namaz kılıyordu. Kendisine selam verdim, ama O selamımı cevaplamadı. Namazını kıldıktan sonra bana şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki Cenab-ı Hak emrini dilediği şekilde ortaya kor ve şüphesiz ki Allah namazda konuşmamanız hakkında emrini ortaya koymuştur."

Bu hu­susu belirttikten sonra selamıma karşılık verdi."[22]

Hadislerin açık delaletinden anlaşıldığı üzere, diğer üç mezhebin tesbit, istidlal ve ictihadları daha sıhhatlidir. Ebu Da­vud'un rivayet ettiği: "Namazda ne ğırar ne de teslim vardır" mealindeki hadise gelince: Verilen selamı işaretle alıp cevapla­maya değil, sözlü olarak cevaplamaya delalet etmektedir.

"Gırar": Namazda bir şey noksan kılmak anlamına geldiği gibi, İmam Ahmed'in yorumuna göre, ne selam vermek ne de veri­len selamı alıp cevaplamak manasına gelmektedir.[23]

 

Çıkarılan Hükümler:                                    

 

1- Namaz kılan kimseye selam vermekte bir sakınca yoktur. Hanefîlere ve Hanbelilere göre, verilmemesi daha uygundur.

2- Namaz kılmakta olan kimse verilen selamı sözlü olarak cevaplarsa, ittifakla namazı bozulur.

3- Namazda iken verilen selamı parmak, ya da baş işaretiyle alıp cevaplamak müstehabdır.

 

Namazda İken Sağa, Sola İltifat Etmek

 

Namaz, ibadetin özeti, kalp huzurunun aynası, edep ve ter­biyenin en zarif makamıdır. Cenâb-ı Hakk'ın yüksek kudreti karşısında aczimizi, ihtiyacımızı, mutlak anlamda baş eğmemizi söz ve davranışımızla ortaya koyduğumuz bir dönemdir. O bakımdan bu çok mübarek ibadeti yerine getirirken kalp ve, kalıbımızı Hakk'a yönelterek tam huzur ve huşu üzere bulun­duğumuzu göstermemiz kadar tabii ne olabilir?

Ancak önemli bir konu zuhur ettiğinde göz ucuyla hafif sağa veya sola bakmakta pek sakınca görülmemiştir. Zira böyle hal­lerde belirtilen şekilde bakmamak daha çok kalbi meşgul edebilir.

Nitekim ashâb-ı kiramdan Enes (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bana şöyle buyurdu:

"Namazda iltifattan sakın! Çünkü namazda iltifat helak ol­maya sebep olabilir. Ama herhalde bir tarafa iltifat etmek gerekiyorsa, bu da tetavvu’ (nafile) namazda olabilir, farz­da değil."[24]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e namazda iken iltifat­tan sordum. Buyurdu ki:

"Şeytanın kuldan kapıp çaldığı bir davranıştır."[25]

Ebu Zer (r.a.) ise şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendi­miz buyurdu ki:

"Kul namazda iltifatta bulunmadığı (sağa-sola bak­madığı) sürece, Allah (rahmet ve gufranıyla) ona yönelmiş olur. Kul yüzünü başka tarafa çevirince, Cenab-ı Hak, on­dan (rahmet ve gufran) yüzünü çevirir."[26]

Yukarıdaki 23 ve 24 nolu hadislerin sahih olduğunda ittifak edilmiştir. 25 nolu hadisin isnadında Ebu'l-Ahvas bulunuyor. Bu zat hakkında farklı tesbitler olmuştur:

Ebu Zer'den rivayet eden Ebu'l-Ahvas'den ancak Zührî ri­vayet etmiştir. Bu da onun güvenilir olduğuna bir işarettir. Ancak hadis alimlerinin ileri gelenleri daha da net bir görüş ortaya koy­muşlar ve Ebu'l-Ahvas'ın sıka, yani güvenilir olduğunu belirt­mişlerdir. Yahya b. Main ise, onu "sıka"dan saymamıştır. İbn Kattan'da "Onunla ilgili bir durum bilinmemektedir" demiştir.[27]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları:

 

a) Hanefilere göre: Mekruh olan iltifatın ölçü ve sınırı, yüzü kıbleden ayırıp başka tarafa çevirmektir. Ama göz ucuyla sağa veya sola bakmak mekruh değildir; yeter ki yüz kıbleden çevrilmiş olmasın. Nitekim sahih tesbit ve rivayete göre, Ra­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz namaz kıldırırken bazan ashabının, Cenab-ı Hakk'ın huzurunda nasıl durup davrandıklarını tesbit için göz ucuyla, -yüzünü kıbleden ayırmaksızın- atf-ı nazarda bu­lunurdu.[28]

Ayrıca Hanefilere göre: Zorunlu bir hal olmadığı halde na­mazda göğsünü kıbleden çeviren kimsenin namazı bozulur. Zorun­lu bir hal karşısında göğsünü çevirmesi bir rükün eda edecek ka­dar süre devam ederse, namaz yine bozulur.

b) Şafiîlere göre: Namazda göğsü kıbleye müteveccih bu­lundurmak şarttır, yüzü müteveccih bulundurmak şart değildir. Aynı zamanda savaş ve benzeri durumlarda, korkulu, tehlikeli za­manlarda kıbleden başka cihete yönelip namaz kılmakta bir sakınca yoktur.[29]

Namazda iken başkası tarafından göğsü kıbleden başka yana çevrilenin de namazı bozulur. Ancak unutarak veya bilmeye­rek göğsünü kıbleden başka yana çevirenin namazı bozulmaz.[30]

Bazı hallerde namazda iken göz ucuyla sağa veya sola bak­makla namaz bozulmaz. Ancak, namazda genel anlamda sağa, sola iltifat mekruhtur.[31]

c) Malikilere göre: Namazda iken ayaklar kıble cihetinden ayrılmadığı takdirde yüzün veya göğsün kıbleden ayrılmasıyla na­maz bozulmaz.[32] Böylece bu mezhebe göre de, namazda iken göz ucuyla sağa, sola iltifat mekruh değildir.

d) Hanbelîlere göre: Göz işaretiyle iltifat namazı bozmaya­cağı gibi, namaz kılan kimse bütünüyle kıbleden başka cihete yönelmedikçe de namazı bozulmaz.[33]

Böylece bu mezhebe göre, namazda göğsün veya yüzün kıbleden başka cihete çevrilmesi namazı bozmaz, ancak böyle yap­mak mekruhtur, göz ucuyla iltifat ise mekruh değildir.

 

Farklı Rivayetler Ve Hükümleri:              

 

Yukarıda 23, 24, 25 nolu hadislerin açık delâletinden, na­mazda iltifatın yani sağa-sola bakmanın mekruh olduğu anlaşılıyor. Buna rağmen müctehid imamların istidlal ve ictihadları farklı hüküm ortaya koymuştur. Zira bu konuda bize kadar gelen rivayetler sadece sözü edilen üç hadis değil, başka rivayetler de vardır. Şöyle ki:

Hakim'in Şeyhayn'in şartına uygun rivayet ettiği hadiste İbn Abbas (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namazda bazan, boynunu çevirmeksizin göz ucuyla sağa iltifat eder­di."

el-Hazimî bu rivayetin hasen olduğunu belirtmiştir. Şevkanî bunun garip olduğuna dikkat çekmiştir. Zira ravilerden Fazl b. Abdillah teferrüd etmiş; başkası da bunu İklime'den murselen ri­vayet etmiştir.

Buna rağmen ilim adamlarından bir kısmı bu ve bu anlam­daki rivayetlerle istidlal ederek namazda boynu döndürmeksizin göz ucuyla iltifatta bulunmakta bir sakınca olmadığını belirt­mişlerdir. Nitekim Atâ, İmam Malik, Ebu Hanife ve arkadaşları, Evzaî ve Küfe ilim adamlarının da ictihadları böyledir.

Bazı ilim adamları da sözü edilen "iltifatın" İbn Sirîn'e isnad edilen hadisle neshedildiğini söylemiştir. İbn Sirîn diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) namaza kalkıp durunca, sağa-sola nazar ederdi. "(Mü'minler gerçekten korktuklarından kurtulup umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar ki, namazlarında saygı dolu bir korkuyla eğilirler." mealindeki Mü'minun süresi 1. ve 2. ayetler inince Rasulüllah (s.a.v.) artık hep önüne (secde mahalline) bakmaya başladı."[34]

Bu hadis murselse de birtakım şahidleri vardır.

Aynı görüşte olanlar bir de Ebu Hureyre'nin (r.a.) şu hadisiyle de istidlal etmişlerdir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz na­maz kılarken gözünü göğe doğru çevirirdi. Mü'minun sure­si 1. ve 2. ayet inince artık çevirmeyip önüne baktı."

Müctehid imamların dayanak seçip istidlal ettikleri bir diğer hadis de Sehl b. Hanzele'nin (r.a.) rivayet ettiğidir. Şöyle ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namaz kılarken tasvip edildi (yani sabah ezanında es-salatü hayrun mine'n-nevm denil­di). Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şi'be doğru iltifat etti (göz ucuyla baktı)."[35]

Zira Rasulüllah (s.a.v.) o gece bir süvariyi şi'be, yani iki dağ arasındaki geçide göndermişti. Namazda onun oradan ayrılıp ayrılmadığına nazarda bulundu.

Ebu Davud'un tahric ettiği bu hadisi aynı zamanda Ha­kim, Şeyhayn'in şartı üzere tahric etmiştir.

 

Çıkarlan Hükümler:

 

1- Namazda yüzü kıbleden çevirmek mekruhtur.

2- Göğsü çevirmek namazı bozar. Ancak İmam Şafii'ye göre, zorunlu bir sebepten dolayı çevirir de bir rükün miktarı devam et­mezse, namaz bozulmaz.

3- Namazda bir hacetten dolayı göz ucuyla sağa-sola iltifat etmekte bir sakınca yoktur. Keyfi olarak yapılmasında kerahet söz konusudur.

4- Savaş ve korkulu anlarda göğsü çevirmeksizin yüzü çevirmeye cevaz verilmiştir. Ancak bu hususla ilgili birtakım fa­rklı ictihadlar da söz konusudur.

 

Camide Ve Namaz Kılarken Parmak Çıtlatmak Ve Parmakları Birbirine Kenetlemek

 

Müslümanın her yerde, özellikle cami ve mescidlerde edep, terbiye, nezaket ve saygı kurallarına riayet etmesi sünnettir. Zira müslüman kişi iman nuruyla aydınlandığı ve böylesine paha biçilmez manevi bir cevheri kalbinde taşıdığı için vakarlıdır, ağır başlıdır, fakat mütevazidir ve halim, selimdir.

Camiler Hakk'a ibadet edilen, dini ilimlere sahne olan kut­sal yerlerdir. Oralarda laubali davranışlarda bulunmak mekruh­tur. Hele bir de namaz kılmaya duran kimsenin çok daha ciddi ve saygılı bulunması gerekir.

Camide ve namaz kılarken parmak çıtlatmak da lâubaliliğe delalet eden davranışlardan biri sayılmıştır. Parmakları birbirine kenetlemek de böyle..

Ebu Said.(r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz mescidde bulun­duğu sırada parmaklarını birbirine kenetlemesin. Zira böyle yapmak şeytandandır. Hem sizden biriniz camide bu­lunduğu sürece namazda sayılır da bu hal oradan çıkıncaya kadar devam eder."[36]

Kâ'b b. Ucre (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu işittim:

"Sizden biriniz abdest alıp namaz kılmak üzere (evinden, iş yerinden) çıkarsa, artık parmaklarını birbi­rine geçirip kenetlemesin. Çünkü o bu durumda hep na­mazda sayılır."[37]

Yine Kâ'b b. Ucre (r.a.) den yapılan rivayete göre, "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namazda parmaklarını kenetleyen bir adama gözü ilişti, hemen kalkıp onun par­maklarını birbirinden ayırdı."[38]

Hz. Ali (r.a.) dan yakılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz  şöyle buyurmuştur:

"Namazda iken parmaklarını çıtlatma!."[39]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları:

 

a) Hanefilere göre: Namazda parmakları birbirine kenetle­mek veya parmak çıtlatmak mekruhtur, sünnete aykırıdır. Çünkü böyle yapmakta saygı ifade eden huşu’ terkedilmiş olur. Aynı za­manda parmakları kenetlemekle, sağ eli sol el üzerine koymak, teşehhüdde ise dizler üzerine koymakla ilgili sünnet terkedilmiş olur.[40]

b) Diğer üç mezhebe göre de: hem teşbîk (kenetlemek), hem de tefkı' (parmak çıtlatmak) mekruhtur.[41]

 

Hadislerin Ve Rivayetlerin Tahlili:

 

Mecmau'z-zevaid'de 34 nolu hadisin hasen olduğu belirtilmiştir. Bu ve diğer hadisleri dikkate alan İmam Nevevî, hem ca­mide, hem de namazda parmakları kenetlemenin ve çıtlatmanın mekruh olduğunu belirtmiş ve bunun kesin bir hüküm olduğuna dikkat çekmiştir.[42]

İmam Nahaî 'de aynı görüş ve ictihaddadır.

el-Irakî'nin ise, İbn Ömer ve İbn Salim'in namazda iken par­maklarını kenetlediklerini, Tirmizi'nin şerhinde nakletmesi, delil olarak alınmamıştır. Rivayete göre, Hasan el-Basri'nin de mescidde parmaklarını kenetlediği nakledilmiştir. Ulema bu rivayeti de delil seçmemiştir.

Nitekim İmam Ahmed'in ve Taberanî'nin, Enes b. Muaz'ın merfu’ olan hadisini delil gösterip, adı geçenin şöyle dediğini ri­vayet etmişlerdir:

"Şüphesiz ki namazda gülmek, iltifat et­mek, parmak çıtlatmak gibi hareketlerin hepsi aynı çizgidedir."

Ancak bu rivayetin isnadında İbn Lehi'a bulunuyor ki, bu zatın rivayetinin bir kısmına pek itibar edilmemiştir.

35 nolu hadisin isnadında Tirmizi'ye göre meçhul bir adam vardır. Ancak Ebu Davud bu adamın künyesini tesbit etmiş ve ha­disi şöyle rivayet etmiştir:

"Bana Ebu Sümame el-Hayyat haber verdi, o da Kâ'b'den rivayet etti.."

İbn Hibban ise Ebu Sümame'yi sıkat (güvenilir raviler) arasında zikretmiştir.[43]

36 nolu hadisin isnadında Alkame b. Amr bulunuyor. Bu zatın zayıf hadis rivayet ettiği söylenir. Buna benzer 37 nolu ha­disin isnadında el-Haris el-A'ver bulunuyor. Ancak bu konudaki hadislerin tamamı biraraya gelince kuvvet kazanıyor ve gerek ca­mide, gerekse camiye giderken ve bilhassa namazda parmakları kenetlemenin ve çıtlatmanın mekruh olduğu kesinlik kazanıyor.

 

Çıkarlan Hükümler:

 

1- Müslümanın gerek toplum arasında, gerekse cadde ve so­kaklarda yürürken parmak çıtlatması veya parmaklarını birbirine kenetlemesi tenzihen mekruhtur.

2- Camide ve namaz kılarken sözü edilen iki harekette bu­lunmak mekruhtur.

3- Zarurî hallerde bu kerahet kalkar.

 

Namazda İken Yılan Ve Akrep Öldürmek Namazı Bozar Mı?

 

İslam, insan hayatına ve sağlığına yeterince önem vermiş ve "hakk-ı hayat muhteremdir" diyerek onu layık olduğu dereceye yükseltmiştir. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin koruyucu hekimli­kle ilgili yüzün üstündeki hadisleri, İslam'ın insan sağlığına ver­diği değerin çizgisini belirlemektedir.

O bakımdan mü’minin namazda bile olsa, ortaya çıkan yılan, akrep ye benzeri zehirli ve tehlikeli haşereyi öldürmesine ruhsat verilmiştir.

Nitekim Ebu Hureyre (r.a.) den yapılan rivayette diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, namazda iken iki siyahın (yılan ve akrebin) öldürülmesini emretti."[44]

Böylece namaz içinde istisnai olarak namaz dışı harekette bulunmaya cevaz verildiği anlaşılıyor. Bunu kuvvetlendirir ma­hiyette, Hz. Aişe (r.a.) validemiz şöyle diyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, kapı içeriden kilitli olduğu sırada evde namaz kılıyordu. Ben kapıya geldim (ve tıkıldattım). Rasulüllah (s.a.v.) yürüyerek geldi, kapıyı açtıktan sonra yerine döndü."[45]

Hz. Aişe bu olayı anlatırken, evin kapısının kıble cihetinde olduğunu belirtmiştir. Bundan anlaşılan odur ki, nafile namazda bir ihtiyaca mebni kıble cihetine yürüyüp geri dönmek namazı bozmaz. Yılan ve akrep konusunda Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, diğer bir hadislerinde buna yakın bir anlatımla şöyle buyur­muştur:

"Namazda bile olsanız, iki siyahı (yılan ve akrebi) öldürünüz."[46]

Bu hadisler, kişinin nafile namazda iken ortaya çıkan akrep ve yılanı öldürmesinin vücubuna delalet etmekteyse de, buradaki emrin, ilim adamlarının çoğuna göre "nedb" ifade ettiği belirlen­miştir. Aynı zamanda bu öldürme olayında meydana gelen hare­ketlerle namazın bozulmayacağı istidlal edilmiştir.   

İlim adamlarının bir kısmı ise, bu hadisi veya hadisleri, "Namazı olduğu yerde kesin ve öylece öldürün" şeklinde yo­rumlamışlardır.

Ancak hemen belirtelim ki, böyle bir hareket hususiyet taşıdığından "amel-i kesîr" ile kıyas edilmez. O bakımdan böylesine özellik arzeden bir hareketin namazı bozmayacağı hakkındaki ictihad ve yorum ağırlık kazanmıştır.

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları:

 

a) Hanefilere göre: Hadiste geçen emir, ruhsat ve ibahe manasınadır. Çünkü bu iki zehirli hayvanı öldürmek, namaz hari­ci bir özellik taşımaktadır, yani namaza dahil amellerden değildir. O bakımdan sözü edilen hayvan öldürülürken fazla hare­ket ortaya çıkarsa, namaz bozulur.[47]

Mecmeul-Enhür sahibi de, "sözü edilen iki hayvanı öldürmek mekruh değildir" derken bunu namaz ile takyid et­mekte, yani kişinin namaz kılarken bu hayvanları öldürmesi mek­ruh sayılmaz demek istemektedir.[48]

b) Şafiî'lere göre: Namazda iken ortaya çıkan yılan veya akrebi öldürmekte bir sakınca yoktur. el-Hasan, İshak ve rey ta­raftarları da aynı görüş v e ictihaddadırlar.[49]

c) Hanbelilere göre: Namazda iken sözü edilen zehirli hay­vanları öldürmekte bir beis (sakınca) yoktur.

d) İmam Nahai'ye göre: Namazda iken yılan ve akrebi öldürmek mekruhtur. Ancak namazı bırakıp öylece öldürürse, o takdirde o namaza yeniden başlaması gerekir.[50]

 

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler:

 

Yukarıda geçen 41 nolu Ebu Hureyre (r.a.) nin rivayet ettiği hadisi, İmam Tirmizi hasenlemiş, yani "hasen"dir diye tesbitte bulunmuştur. Aynı zamanda İbn Hibban aynı hadisi kendi sahi­hinde nakletmiş ve Hakim bunu sahihlemiştir.

Bu konuda Hakim, İbn Abbas'dan bir rivayet yapmışsa da, isnadının zayıf olduğu anlaşılmış ve İbn Mace de buna benzer bir rivayete yer vermişse de isnadında Mendel bulunuyor ki, Zehebi bu zat üzerinde durmuş ve Ahmed b. Hanbel'in onun için "zayıftır" dediğini nakletmiştir.[51]

Şevkani ve el-Iraki'ye göre, cumhur-i ulema, namazda iken yılan ve akrebi öldürmenin mekruh olmadığını ortaya koymuştur. Ancak en-Nahai ile Katade, cumhura muhalif olarak şöyle demişlerdir: "Namazda iken yılan veya akreb sana saldırmadıkça onu öldürme!"[52].

Yapılan sahih rivayete göre hem Hz. Ömer (r.a.), hem de Hz. Ali (r.a.) namazda iken yılan veya akrep öldürmüşler veya öldürmeye azmetmişlerdir.

42 nolu Hz. Aişe (r.a.) hadisini İmam Tirmizi hasenlemiş ve Nesai ise şu cümleyi de fazla olarak nakletmiştir: "Nafile namaz kılarken.."

Bu sahih rivayetlerden anlıyoruz ki, nafile namaz kılarken, kapı kıble tarafında olursa, fazla bir hareket göstermeden adım atıp kapıyı açmak mekruh değildir.

 

Namazda İken Kalbe Gelen Vesvese Namazı Bozmaz

 

İnsan, zıd duyguların sürtüşüp tartıştığı bir ortamı içinde taşımaktadır. Namaza durup Hakk'a yöneldiğinde ruhu yüce ve kutsal aleme doğru kanat açarken, nefsi İblis'in sık sık gönderdiği sinyallerin tesiri altında kalıp aşağı aleme kapı açar da birtakım vesvese ve temayüller baş gösterir.

Bu durumda namazın fazileti mi düşer, yoksa olduğu gibi bozulur mu?

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bu konuda her türlü şüpheyi giderecek anlamda ümmetini şöyle aydınlatmıştır:

"(Ezan okunup) namaza davet başladığında şeytan ar­kasını dönüp uzaklaşır da bu arada ezanı duymamak için birtakım uygunsuz sesler çıkarır. Ezan okunup bitince, o dönüp gelir. İkamet edilmeye başlayınca, o yine arkasını dönüp uzaklaşır; ikamet tamamlanınca dönüp gelir de kişiyle nefsi (kalbi) arasına birtakım vesveseler sokar: "Şunu hatırla, bunu hatırla" diye diye kişiyi (tesir altına alır ve o da) olmadık şeyleri aklına getirmeye başlar. Öyle ki bu arada kaç rek'at namaz kıldığını şaşırır.

O bakımdan sizden biriniz namaz kılarken üç rek'at mı, yoksa dört mü kıldığını bilmediği zaman (teşehhüd halinde) oturur bir vaziyette iki secde yapar (yanılma secde­si)."[53]

Dört mezhebe göre de, namazda iken kalbe gelen vesvese ve benzeri kalbi amellerden dolayı namaz bozulmaz. Çünkü insanın yaratılışında hakim olan vasıf ve özelliği gereği, bu gibi şüphe ve vesveselerden kurtulması pek mümkün değildir. Her kişi derece ve makamına, takva ve teslimiyetine göre, birtakım vesvese ve şüphelerin tesiri altında kalır. Önemli olan, namaz boyunca kalbi bu tür şeylere kaptırmamak, gelen şüphe ve vesveseyi atıp oku­duğu ayet ve surenin manasını düşünerek idrak içinde ibade­tini tamamlamaktır.

Bunun için Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ümmetine yol göstererek şöyle buyurmuştur:

"Seni şüpheye düşüren şeyi bırak, şüpheye düşürmeyen şeye yönel!"[54]

Rasulüllah’ın (s.a.v.) bu emir ve tavsiyesi genellik arzetmekte, hem namazı, hem de namaz dışı birçok konuları kap­samına almaktadır.

50 nolu hadiste "durat" lafzı kullanılmıştır. Kadı Iyaz'a göre, bu zahiri manasına hamledilebilir. Çünkü şeytan da kendine has bir cisimdir ve onun yellenmesi de doğru olabilir. Çoğuna göre, bu onun ezan ve kametten şiddetli nefretine delalet eder an­lamda bir anlatım tarzıdır. Nitekim Müslim'in rivayetinde "husas" lafzı nakledilmiştir ki bu, şiddetli düşmanlık manasına gelir.

 

Felaket Ve Musibet Günlerinde Farz Namazlarda Kunut Okumak

 

Şüphesiz müminin Cenab-ı Hakk'a en çok yakınlık sağladığı zaman, farz namazları huşu ile eda ettiği anlardır. Fela­ket ve musibetler kapıyı çaldığında, vakit namazlarını eda ederk­en kunutta bulunmak, ilahi inayet ve rahmetin tecellisine vesile olur. Çünkü "kunut", Allah'a ümit bağlayıp dua etmek ve bu vesi­leyle namazda kıyamı uzatmaktır.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Malik el-Eşcai diyor ki: Babama sordum:

"Babacığım. Şüphesiz sen hem Rasulüllah'ın (s.a.v.), hem de Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin (Allah hepsinden razı olsun) ar­kasında namaz kıldın. İşte şurada Küfe ve beş yıla yakın bir süre geçmiş bulunuyor. Onlar namazda kunut duası yaptılar mı?"

Babası ona şöyle haber veriyor:

"Oğulcağızım! Bu, sonradan uydurulup ortaya çıkarılmıştır."

Bir diğer rivayette, aynı hadiste soru şu şekilde yer almıştır:

"Onlar sabah namazında kunut okurlar mıydı?"

Nesai'nin tesbit ve rivayetinde ise şu lafızlarla nakledil­miştir:

"Ogulcağızım! Rasulüllah'ın (s.a.v.) arkasında namaz kıldım, O kunut yapmadı; Ebu Bekir'in arkasında namaz kıldım o da kunut yapmadı; Ömer'in arkasında namaz kıldım o da kunut yapmadı, Osman'ın arkasında namaz kıldım, o da kunut yapmadı; Ali'nin arkasında namaz kıldım, o da kunut yapmadı." Sonra da oğluna şöyle dedi:

"Ogulcağızım! bu bid'adır."[55]

Enes (r.a.) den yapılan rivayette adı geçen şöyle diyor:

"Doğrusu Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir ay süreyle kunut duası yaptı ve sonra bıraktı."

Diğer bir lafızla şöyle demiştir:

"Bir ay kunut duası yapıp Arap kabilelerinden bazıları aleyhine dua etti, sonra bıraktı."

Başka bir lafızla da şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Kurra'dan bazı kişiler öldürülünce bir ay süreyle kunut yaptı. Ben hiçbir zaman Rasulüllah'ın o derece üzüldüğünü görmedim."[56]

Yine Enes (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir:

"Kunut (önceleri) akşam ve sabah (namazında) yapılırdı."[57]

Kunut duası hakkında Kütüb-i Sitte'de, aynı zamanda Müsned-i Ahmed ile Daremi ve Taberani'de yirmiye yakın, fakat birbirinden farklı rivayetlere rastlamak mümkündür. Şüphesiz bütün bu rivayetleri biraraya getirip söyleniş sebepleriyle, cere­yan tarzını ve mukaddem ile muahhar olanını, hükmü kaldırılanla kaldırılmayanı tesbit ve ayırt etmeden hüküm çıkarmak mümkün değildir. Müctehid imamlar bu rivayetleri be­lirtilen doğrultuda inceleyip ona göre istidlal ve istinbatta bulun­muşlardır.

Biz burada önce yapılan rivayetlerin başlıklarını birer özet şeklinde sıraladıktan sonra müctehid imamların istidlal ve ictihadlarını yansıtmaya çalışacağız:

1- Rasulüllah (s.a.v.) sadece bir ay süreyle kunut duası okuduktan sonra onu terketmiştir.

2- Bir ay süreyle yatsı namazında okuduktan sonra bırakmıştır.

3- Yalnız sabah namazında okumuştur.

4- Bir ay süreyle ikindi ve akşam, sonra da yatsı namaz­larında okumuştur.

5- Bir ay süreyle sabah namazında rukü'dan kalkınca oku­muştur.

6- Peygamber (s.a.v.) birinin aleyhine dua etmek istediği za­man, namazda rukü'dan kalkınca kunut duası okurdu.

7- Yatsı namazının son rekatından kalkınca kunut okurdu.

8- Sabah ve akşam namazlarında kunut okurdu.

9- Vitir namazında kunut okurdu.

10- Peygamberle birlikte (s.a.v.) namaz kıldım, kunut oku­duğunu görmedim.

11- Ubey b. Ka'b (r.a.) ramazanın son yarısında (vitir na­mazında) kunut okurdu.

12- Abdullah b. Ömer (r.a.)  hiçbir  namazda kunut oku­mazdı.

13- Ebu Hüreyre (r.a.) öğle namazında kunut okurdu.

14- Sabah namazında rukü'dan evvel ve sonra kunut okur­du.

15- Sabah namazında ikinci rek'atin rüku'undan kalkıldığı zaman kunut okunur.

 

Rivayet Ettiğimiz Hadislerin Ve Bu Rivayetlerin Işığı Altında Müctehid İmamların İstinbat, İstidlal Ve İctihadları:

 

a) Hanefilere göre: İmam Ebu Hanife, kunutun vacib, Ebu Yusuf ile Muhammed sünnet olduğuna kaildirler. Kunut duası bütün sene sadece vitir namazının üçüncü rek'atinde rüku'dan önce yapılır.[58]

b) Şafiilere göre: Sabah namazının ikinci rek'atinde rukü'dan kalkılıp doğrulduğunda kunut okumak sünnettir. Bu dua yapılırken ellerin içi göğe doğru kaldırılır ve sonunda yüze sürülmez. İmam bu duayı cehren (aşikar) okur, cemaat ise "amin" der. Ayrıca felaket ve musibet günlerinde de kunut okumak meşrudur."[59]

c) Hanbelilere göre: Kunut duası, senenin tamamında vitir namazında sadece bir rek'atinde sünnettir. Aynı zamanda bu, İbn Mes'ud'un (r.a.), İbrahim'in, İshak'ın ve rey tarafdarlarının görüş ve ictihadıdır. Hasan'dan da bu anlamda bir rivayet yapılmıştır.

İmam Ahmed'den yukarıdaki beyanın hilafına bir rivayet daha yapılmıştır ki, onda, kunut duasının sadece ramazan ayının son yarısında sünnet olduğu belirtilmiştir. Nitekim bu, Hz. Ali (r.a.) ile Ubey b. Ka'b (r.a.) den rivayet edilmiştir. İmam Malik ile İmam Şafii de aynı doğrultuda ictihad etmişlerdir.[60]

Kunut duasıyla ilgili rivayetler arasında en güzeli, Hasan b. Ali'nin (r.a.) rivayetidir. Adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bana birtakım (dua an­lamında) sözler öğretti ki, onları vitir namazında okuyor­um"[61]

d) Malikilere göre: İmam Malik, "sabah namazında rukü'dan önce de, sonra da kunut duası okunabilir" demiştir. Ku­nut duasını unutup okumayan kimseye yanılma secdesi gerekmez. Aynı zamanda kunut için belirlenmiş bir dua da yoktur. Onun için vakitlerden biri de belirlenemez. Dünya ve ahiret hacetlerinden dolayı namazlarda kunut okunabilir. Bunun gibi, namaz kılan kimse bu kabil ihtiyaçlarını ayakta, teşehhüdde ve secdede dile getirebilir.

Kunut duası aşikar değil, gizli okunur.

Süfyan b. Habib'in Ebu Sabit'ten, onun da Abdurrahman b. Süveyd el-Kahili'den yaptığı rivayete göre, Hz. Ali (r.a.) sabah na­mazında kunut olarak şu duayı yapmıştır:[62]

Yahya'nın Malik'den, onun da Nafı'dan yaptığı rivayete göre, Nafı' şöyle demiştir:

"Doğrusu Abdullah b. Ömer (r.a.) hiçbir namazda kunut duası yapmazdı."[63]

İmam Malik daha çok bu rivayeti delil ve dayanak seçmiştir.

 

Bu Konuda Diğer Hadisler Ve Rivayetler:

 

Taberani'nin, "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz hiçbir namazında kunut duası yapmamıştır" mealindeki rivayetinin is­nadında Bişr b. Harb ed-Dari bulunuyor ki, bu zat zayıftır. İmam Ahmed onun kavi olmadığını söylemiştir.[64]

İbn Mace'nin Ümmü Seleme (r.a.) den yaptığı rivayette: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz sabah namazında kunut duası edilmesini men'etti" denilmektedir. Aynı hadisi Darekutni de rivayet etmişse de isnadında zaiflik söz konusudur.

el-Iraki'nin: "Ebu Bekir, Ömer, Ali ve İbn Abbas'ın (Allah hepsinden razı olsun) kunut duası yaptıkları sahihtir"dediği tesbit edilmiştir. Böylece bir konu, bir mesele hakkında sahihlik düzeyinde isbat ile nefîy tearuz ederse, isbat nefyin önüne alınıp onunla amel edilir. Bu kurala göre, kunut duası meşrudur ve be­lirlenen namazda okunması sünnet veya müstehabdır.

el-Hazimi'nin yaptığı araştırma ve tesbite göre: Kunut duasının meşru olduğu hakkında 19 kadar sahabeden, 12 kadar tabiinden ve birçok müctehid imamdan rivayet vardır. Bütün bun­lar "meşru"dur diyenlerin görüş ve ictihadına ağırlık ka­zandırmaktadır.

Yine yapılan ciddi araştırma ve tesbitlere göre: Kunut duası rüku'dan sonra yapılmalıdır. Zira böyle söyleyenlerin rivayeti daha çok ve daha sahihtir. Muhaddis Beyhaki'de aynı görüştedir. Nitekim Hasan el-Basri (r.a.) şöyle demiştir:

"Bedir Savaşına katılan 28 sahabenin arkasında namaz kıldım, hepsi de sa­bah namazında rüku'dan sonra kunut duası okurdu."

Ne var ki, Hafız İbn Hacer, bu rivayetin isnadında zayıf bir ravinin bulunduğunu belirtmiştir.[65]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, sabah namazının ikinci rek'atinin rüku'undan başını kaldırıp Semi'allahu Limen Hamidehu, Rabbena Leke'l-Hamd dedikten sonra şöyle dua ederdi:

"Allah'ım, falana, falana ve falana lanet eyle (onları rahmet ve inayetinden uzaklaştır)"

Bir süre sonra şu ayet indi:

"Senin elinde emirden bir şey yoktur; Allah ya onların tevbesini kabul eder, ya da onlara azab eder. Çünkü onlar zalimlerdir."[66]

Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) o müşrik ve münafıklar aleyhine duadan vazgeçmiştir.[67]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Her gün sabah namazında ikinci rek'atin rüku'undan kalkıldığında elleri kaldırıp belirlenen kunut duasını okumak sünnettir. (Bu, Şafiilere göredir)

2- Her gün vitir namazının son rek'atinde Fatiha ve zamm-ı sureden sonra rüku'a varmadan ve elleri kaldırmadan kunut duası okumak sünnettir veya vacibdir. (Bu, daha çok Hanefîlere göredir.)                                                                      

3- Musibet ve felaket çöktüğü günlerde farz namazların son rek'atinde rüku'dan sonra kunut duası yapmak meşrudur.

 

Namaz Kılan Kimsenin Önünde Sütre Bulundurması

 

Namaz, kul ile Rabbı arasında işleyen bir yoldur. O, Rabbına yakınlık sağlamaya yönelirken kendini bilmezin birinin gelip bu yol üzerinde durması, yani secde mahallinden geçmesi büyük saygısızlık kabul edilir.

O bakımdan hem namaz kılanın huzurunun bozulmaması, hem de önünden geçen kimsenin günahkar olmaması için namaz kılan mü'minin kapalı yerde ise, kıble cihetindeki duvara veya do­lap ve benzeri bir cisme iyice yanaşması, yani eğilip rahat secde edebilecek kadar bir mesafe ayarlaması sünnettir. Açık ve büyükçe kapalı yerde buna imkan bulamadığı takdirde, en az 60-70 cm. uzunluğunda ve bir parmak kalınlığında bir cismi dikey ol­arak önüne tesbit etmesi uygun olur.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz namaz kılacağı zaman bir sütreye doğru namaz kılsın ve ona yaklaşsın."[68]

Hz. Aişe (r.a.) validemizden yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den Tebuk Seferi'nde namaz kılan kimsenin sütresi hakkında soruldu. Buyurdu ki:

"Deve üzerinde semerin gerisinde süvarinin sırtını dayadığı dikey ağaç gibi.."[69]

Bu da bir zira'ın üçte ikisi uzunluğunda idi. O bakımdan sütrenin en kısası bu kadar olanıdır, en uzununa ise bir sınır koy­maya gerek yoktur.

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bayram günü namazga­ha çıktığı zaman, emrederdi de mızrağı önüne dikilirdi ve O da o mızrağa yönelmiş halde namaza durur, mü'minler de Onun arkasında yerlerini alıp dururlardı. Ve Rasulüllah (s.a.v.) bunu çıktığı seferlerinde ihmal etmez, yapardı."[70]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz namaz kılmaya başlayacağı zaman, önüne bir şey koysun. Bir şey bulamıyacak olursa, elindeki değneği diksin. Yanında değneği de yoksa, bir çizgi çeksin. Artık bu durumda önünden geçen kimse ona bir zarar vermez."[71]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îctihadları:

 

a) Hanefilere göre: Sütre namaz kılan kimsenin gelip geçenlere engel olmak ve uyarıda bulunmak üzere ön kısmına dik­tiği herhangi bir cisim veya yaklaştığı duvar, dolap ve benzeri şeylerdir. Namaz için böyle yapmak müstehabdır. Sütre en az bir zira' (yaklaşık 60-70 cm.) uzunluğunda olmalıdır. Bundan kısası hakkında farklı görüş ve ictihadlar varsa da daha uzunu hakkında farklı görüş yoktur.

Kuhustanî'ye göre: Sözü edilen sütre, arkası dönük olup ay­akta veya oturmuş bir insan olabileceği gibi, bir hayvan da olabi­lir.[72]

Bunun aksine, yüzü namaz kılana yönelik olan adam, mah­remi olmayan kadın, uykuda olan kimse, deli ve kafirin sütre edi­nilmesi caiz değildir.

Aynı zamanda sütre denilen ve dikey olarak öne dikilen cis­min en az bir parmak kalınlığında olmasına dikkat edilmelidir.[73]

b) Şafîilere göre: Namaz kılan kimsenin, duvara, dikey direğe, sütuna veya dikey konulan değneğe yönelip namaz kılması sünnettir.  Bunlar yoksa yere  seccade  sermesi,  o  da yoksa, geçenlere engel olmak için önüne bir çizgi çekmesi sünnettir.

Sahih kavle göre, namaz kılanın önünden geçmek haramdır.[74]

c) Hanbelilere göre: Kıble cihetine sütre koyup veya duvar ve benzeri şeyi sütre edinip öylece namaz kılmak müstehabdır. Nitekim kapalı yerlerde kıble cihetindeki duvara yaklaşıp onu sütre edinmek daha uygun olur. Bunun gibi, sütun, direk ve ben­zeri şeyleri de sütre edinmekte fayda vardır. Açık yerlerde ise, mızrak, değnek ve benzeri şeyleri namaz kılınan yerde kıble cihe­tine dikey olarak yerleştirip öylece namaz kılmak suretiyle istihbab yerine gelmiş olur. Bu konuda farklı görüş izhar eden olmamıştır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) seferi durumlarda ve bir de açık havada namaz kılarken ya önüne mızrak dikmiş, ya da çökmüş vaziyette olan deveyi sütre edinmiştir.

Sütre edinilen cismin uzunluğunun bir zira’ (yaklaşık 60-70 cm.) olması ve bir parmak kalınlığında bulunması da müstehabdır.[75]

d) Malikilere göre: Sütrenin en az zira'ın üçte iki uzun­luğunda olması müstehabsa da İmam Malik diyor ki:

"Onun bir zira' (60-70 cm.) olması veya bir mızrak uzunluğunda bulunması bence daha uygun olur." Açık havada deve veya benzeri bir hay­vanı da sütre etmekte bir sakınca yoktur. Zira Nafi'den, onun da İbn Ömer'den yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz çöküp durmakta olan devesini kıble cihetine alıp onu sütre edine­rek namaz kılmıştır.

Bununla beraber namaz kılanın önünden geçen hiçbir şeyden dolayı namaz bozulmuş olmaz.[76]

 

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler:

 

19 nolu Ebu Said hadisinin isnadında Muhammed b. Aclan bulunuyor. Buhari bu zatın biyografisini verirken onu zayıf raviler arasında zikretmiştir. Yahya el-Kattan ise, "onun Nafi'den rivayet ettiği hadiste ıztırap vardır" demiştir.

Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn, İbn Uyeyne ve Ebu Hatim, İbn Aclan'ın Muhammed b. Ömer'den daha sıka olduğunu belirt­mişlerdir. Bunda hiç kimse şüphe etmemiştir.[77]

Hadisin geriye kalan ricalinin hepsi sahih kimselerdir.[78] Bu sebeple mezhep imamları Ebu Said hadisiyle istidlalde bulun­makta bir sakınca görmemişlerdir.

20 nolu Hz. Aişe (r.a.) hadisi sahih kabul edilmiş ve sütre edinmenin meşruiyetine delaletinde dayanak olarak seçilmiştir.

Nitekim 21 nolu İbn Ömer hadisi, bu konuya daha da açıklık kazandırmakta ve açık havada namaz kılan kimsenin sütre koy­ması, yani kıble cihetine bir şey dikip öyle namaza durması müstehab sayılmış ve bunun meşruiyetinde farklı görüş izhar eden olmamıştır.

22 nolu Ebu Hüreyre (r.a.) hadisini aynı zamanda İbn Hibban da tahric etmiş ve Beyhaki onu sahihlemiştir. Ancak Süfyan b. Uyeyne bu hadisin zayıf olduğunu belirtmiş, İbn Salah ise onu muzdarip hadise misal göstermiştir. Büluğu'l-Meram sahibi bu hadisin muzdarip olduğunu iddia edenlerin isabet kaydetmedikle­rini belirterek sıhhatına kail olmuştur. Nitekim bu rivayeti kuvvetlendiren hayli sahih hadisler mevcuttur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kapalı yerde namaz kılarken kıble cihetindeki duvar veya dolap ve benzeri bir şeyi sütre edinmek ve ona yaklaşmak sure­tiyle namazı eda etmek müstehabdır.

2- Gerek açık, gerek kapalı yerlerde arkası dönük bir kim­seyi veya yerinde duran bir hayvanı sütre edinmek meşru'dur.

3- Açık yerlerde bir zira’ uzunluğunda cisim dikip öylece na­maza durmak müstehabdır.

4- Dikilecek cisim bulunmadığı zaman belirgin bir çizgi çizmek de müstehab sayılmıştır.

5- Namaz kılan kimsenin secde mahallinden veya ellerinin ya da dizlerinin geleceği yerden geçmek namazı bozmaz. Ne var ki, geçen kimse günahkar olur.

6- Mahremi olmayan kadını ve bir de kafiri deliyi ve uyu­makta olan kimseyi sütre edinmek caiz değildir.

 

Sünnet Ve Nafile Namazlar

 

İslam, insanın günlük hayatını ilahi nizam düzeyinde değerlendirirken bedenle ruh, dünya ile ahiret arasında köprü kurar ve denge sağlamayı emreder. Böylece iki hayata birden sarılmanın gereğini belirtirken, her iki hayatta mutlu ve bahtiyar; huzurlu ve güvenli olmanın gerçek kıstas ve ölçüsünü ortaya ko­yar.

Farz namaz, aklı başında ergen olan her müslümanın bizzat yapması lüzumlu ibadettir. O bakımdan bu ibadet hiçbir zaman vekil tutmak suretiyle eda edilemez. Zira her müslümanın namazı vakitlerinde kemal-i edep ve huzur ile kılmasının sayılmayacak kadar ecirleri söz konusudur. Farz namazlarda bilerek veya bil­meyerek birtakım kusurlar meydana gelirse, sünnet namazlarla bu gedikler kapatılmış olur. O bakımdan vakti ve sıhhati müsait olan mü'minlerin farz namazlarla birlikte sünnet namazları kılmaları tavsiye edilmiş ve bununla Rasulüllah'a (s.a.v.) daha çok yaklaşma imkanının doğacağına dikkat çekilmiştir.

Böylece İslam, zamanı ve sıhhati müsait olanlara bir yandan sünnet namazları, bir yandan da nafile namazları tavsiyede bulu­nur ve bununla insanın bir günlük hayatını en güzel ve en dengeli şekilde değerlendirme yolunu gösterir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Abdullah b. Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Rasulüllah   (s.a.v.)   Efendimiz'den  şunu   öğrenip hıfzettim: Öğle farzından önce iki rek'at, öğle farzından sonra iki rek'at, akşam farzından sonra iki rek'at, yatsı farzından sonra iki rek'at ve sabah farzından önce iki rek'at ki, bu öyle bir saatte cereyan ederdi ki, ben o saatte Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yanına giremezdim. Hz. Hafsa (r.a.) bana şöyle haber verdi:

"Fecir doğup müezzin ezan okuyunca, Rasulüllah (s.a.v.) iki rek'at namaz kılardı."[79]

Abdullah b. Şakik'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Hz. Aişe (r.a.) dan, Rasulüllah'ın (s.a.v.) namazından sordum. O şöyle dedi:

"Rasulüllah (s.a.v.) öğle farzından önce iki rek'at, öğle farzından sonra iki rek'at; akşam farzından sonra iki rek'at, yatsı farzından sonra iki rek'at ve sabah farzından önce iki rek'at namaz kılardı."[80]

Ebu Süfyan kızı Ümmü Habibe (r.a.) dan yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir:

"Kim bir gündüz ve bir gecede farz namazlardan başka oniki rek'at namaz kılarsa, onun için Cennet'te bir ev yapılır."

Tirmizi ise bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Kim bir gün ve gecede oniki rek'at namaz kılarsa, onun için Cennette bir ev yapılır: Dört rek'at öğle farzından önce, iki rek'at öğle farzından sonra, iki rek'at akşam farzından sonra, iki rek'at yatsı farzından sonra ve iki rek'at da sabah farzından önce."

Nesai de Ümmü Habibe hadisini Tirmizi gibi rivayet etmiş, şu farkla ki, o "iki rek'at ikindi farzından önce" lafzını ilave etmiştir.[81]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamların İstidlal Ve Îctihadları

 

a) Hanefîlere göre: Sabah farzından önce, öğle farzından sonra, akşam farzından sonra ve yatsı farzından sonra iki rek'at nafile (müekked) namaz kılınır. Aynı zamanda öğle farzından önce de iki rek'at kılınır.

Bu tertip, kılınan sünnet namazın kuvvet derecesine göredir. Nitekim Müslim'in rivayetinde Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu belirtilmiştir:

"Sabahın iki rek'at (sünneti) hem dünyadan, hem de ondaki her şeyden hayırlıdır."

Aynı zamanda terkedilen hiçbir sünnet kaza edilmez, ancak sabahın iki rek'at sünneti farzıyla birlikte terkedilirse, zevalden önce kaza etme im­kanı olduğu takdirde, farzla birlikte sünnet de kaza edilir. el-Bahr kitabında deniliyor ki:

"Kim sabahın iki rek'at sünnetini inkar ederse onun küfre gitmesinden endişe edilir."

el-Mebsut'ta ise, bu sünnetlerden söz edilirken önce öğle sünnetiyle başlanılmıştır.[82]

b) Şafîilere göre: Nafile namazlar iki kısımdır: Bir kısmı cemaatle kılınması sünnet değildir, (bir kısmı ise, teravih gibi, ce­maatle kılınması sünnettir.)

Cemaatle kılınması sünnet olmayan nafile (revatib), farz na­mazlarla birlikte kılınanlarıdır: Öğle farzından önce iki rek'at, öğle farzından sonra iki rek'at, akşam ve yatsı farzlarından sonra ikişer rek'at.. Bazısına göre, yatsı vaktinde hiçbir ratib (sünnet) namaz yoktur. Bir kısmına göre, öğle farzından önce dört rek'at ratib vardır. Bir kısmına göre ise, öğle farzından sonra da dört rek'at ratib vardır. Bazısına göre, ikindi farzından önce dört rek'at ratib vardır ve bunların hepsi sünnettir. İhtilaf ancak müekked olan revatib hakkındadır. Akşam farzından önce hafif iki rek'at sünnet kılınır. Yahya en-Nevevi'ye göre, sahih tesbitle, bu iki rek'at sünnettir.[83]

c) Hanbelilere göre: Tetavvuat (sünnet ve nafile) namazlar iki kısımdır: Biri cemaatle kılınması sünnet olanıdır: Güneş tutul­ma,  istiska  (yağmur  talep  etme)  ve  teravih  namazları  bu cümledendir. Diğeri, münferid kılınanlarıdır ki bu da iki kısımdır: Biri muayyen (belirli) olan sünnettir, diğeri mutlak nafiledir. Mu­ayyen olan sünnet birkaç, çeşittir. Onlardan biri, farzlarla birlikte kılınan revatib (sünnet namazlar)dır. Bunlar 10 rek'attir: iki rek'at öğle farzından önce, iki rek'at öğle farzından sonra, iki rek'at akşam farzından sonra, iki rek'at yatsı farzından sonra ve iki rek'at de sabah farzından önce..

Ebu'l-Hattab diyor ki:

"Dört rek'at de ikindi farzından önce.." Nitekim İbn Ömer'in (r.a.) yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İkindi farzından önce dört rek'at (sünnet) kılana Allah rahmet eylesin."[84]

Akşam farzından önce hafif iki rek'at ise, İmam Ahmed'in zahiri kavline göre, sadece caizdir, sünnet değildir.[85]

d) Malikilere göre: Farzlara tabi olan nafile namazlar iki kısma ayrılır: Biri revatib, diğeri başka olanıdır. Revatib, öğle farzından önce vakti girdikten sonra, öğle farzından sonra, ikindi farzından önce vakit girdikten sonra, akşam farzından sonra kılınan sünnetlerdir; bunlarla ilgili belli bir sayı yoktur. Ancak efdal  olanı,  hakkında  hadis  varid  olanlarıdır ki  onlar:  Öğle farzından önce dört rek'at, öğle farzından sonra dört rek'at, ikindi farzından önce dört rek'at ve akşam farzından sonra (evvabin na­mazı olarak) altı rek'attir. Bunların hükmü, hepsinin müekkeden mendup olmasıdır.

Akşam farzından önce nafile kılmak, vakit dar olduğu için mekruhtur. Yatsı farzından önce ise, nafile namaz kılmak hakkında bir nass varid olmamıştır.[86]

 

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler:

 

76 nolu İbn Ömer hadisinde öğle farzından önce iki rek'at de­nilirken, başka sahih bir rivayette dört rek'at denilmektedir. Bu, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin bazan iki, bazan da dört kıldığı ih­timalini kuvvetlendirmektedir. Nitekim Hz. Aişe'den (r.a.) de bu hususta dört rek'at lafzı rivayet edilmiştir. Diğer bir ihtimal ise, Rasulüllah'ın (s.a.v.) bu sünnetin iki rek'atini camide, iki rek'atini evine döndüğünde kıldığıdır. Bunun aksi de söz konusu olabilir: Öğle farzından önce iki rek'ati evde, iki rek'ati de mescidde kıldığı düşünülebilir. İbn Ömer (r.a.) O'nun sadece mescidde kıldığı iki rek'ati görmüştür. Evde kıldığı iki rek'ate ise, Hz. Aişe (r.a.) mut­tali olmuştur.[87]

Akşam namazından sonra iki rek'at sünnetten söz edilir­ken, Buhari "evinde" diye bir kayıt koymuştur. Diğer bir rivaye­tinde ise, "akşam ve yatsı farzından sonraki sünneti evinde kılar" şeklindedir. Bazı ilim adamları bu rivayetle istidlal edip gece na­mazlarının (ki akşam ve yatsı sünnetleri buna dahildir), evde kılınması efdaldir. Gündüz sünnetlerini ise evde değil, camide kılmak daha iyidir. Nitekim İmam Malik ve İmam Sevri'den de bu anlamda rivayetler vardır.

74 nolu Ümmü Habibe (r.a.) hadisi için Tirmizi "hasen ve sa­hih" kaydını koymuştur. İbn Hibban da bu hususu açıklayarak hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.

İbn Mace'nin yaptığı rivayette ise, bu konuda şu hadis nakle­dilmiştir:

"Kim bir günde oniki rek'at kılarsa, Allah onun için Cennet'te bir ev yapar: Sabah farzından önce iki rek'at, öğle farzından önce ve sonra ikişer rek'at, (ravi diyor ki:) Sanıyorum ki iki rek'at ikindi farzından önce, iki rek'at, sanıyorum ki akşam namazından sonra ve iki rek'at de son işa (yatsı farzından sonra).."

Bu hadisin isnadında Muhammed b. Süleyman el-Esbehani bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Nitekim Ebu Hatim: "Onunla ihticac edilmez" demiştir. Nesai onun zayıf olduğunu belirtmiştir. İbn Adiy, o çok az hadis rivayet etmiştir, diyerek pek güvenilir ol­madığına işarette bulunmuştur.[88]

Rivayetlerin tamamı, bu on iki rek'atin müekked olduğunu göstermektedir ki hepsi de farzlara tabi olan sünnetlerdir.

Ancak Ümmü Habibe hadisi hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır: Tirmizi yatsıdan sonra iki rek'at isbat ederken, ikindid­en önce iki rek'atın sübut bulmadığını söylemiştir. Nesai onun ak­sine bir tesbit ortaya koymuştur. Hz. Aişe (r.a.) hadisi ise, yatsı farzından sonra iki rek'atin sübutunu ortaya koymakta, ikindi farzından önce iki rek'atin sübut bulmadığını göstermektedir. Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet edilen hadiste ise, ikindiden önce iki ve yatsıdan sonra iki rek'atın ve öğle farzından önce de iki rek'atın sübutu söz konusudur.

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Sünnet namazlar iki kısma ayrılır: Cemaatle kılınanlar ve münferiden yerine getirilenler.

2- En kuvvetli ve faziletli müekked sünnet, sabah farzından, önce kılınan iki rek'at namazdır.

3- Sabah farzından önce, öğle farzından önce ve sonra, akşam farzından sonra ve yatsı farzından sonra kılınan iki rek'at namaz müekked sünnettir. Rasulüllah (s.a.v.) bunları terketmemiştir.

4- Öğle farzından önce ve sonra kılınan dört rek'at sünnetlerin ikişer rek'ati gayr-i müekkeddir. Bunun gibi, ikindi fqrzından önce ve bir de yatsı farzından önce kılınan dört rek'at namaz da gayr-ı müekkeddir.

5- Malikilere göre, bunların hepsi müekked mendup namaz­lardır.

 

Farzlara Tabi Olan Dört Rekatlı Namazlar Ve Faziletleri

 

Bir önceki konuda da değindiğimiz gibi, sünnet namazlar, farzlarda meydana gelen noksanlıkları kapamaya yönelik bulu­nuyor. Aynı zamanda bunların birtakım faziletleri ve sevaba kapı açan özellikleri söz konusudur.

Ancak sünnet namazlar, yani farza tabi olan revatib iki kısma ayrılır: Müekked olan ve gayr-i müekked olanlar. Birincisi, Rasulüllah ve ashabının devam edip terketmedikleri sünnetlerdir. İkincisi, ara sıra kılıp bazan da terkettikleri sünnetlerdir.

Müekked sünnetleri bir önceki konuda belirtmiş bulunuyoruz. Burada ikinci kısımla ilgili olan hadisleri ve rivayetleri nakle­deceğiz.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ümmü Habibe (r.a.) dan yapılan rivayette şöyle demiştir:

Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden işittim, şöyle buyurdu:

"Kim öğle farzından önce dört, sonra dört rek'at namaz kılarsa, Allah onu Cehennem ateşine haram kılar."[89]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu söylemiştir:

"İkindi farzından önce dört rek'at namaz kılana Allah rahmet eylesin."[90]

Bera' b. Azib (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim öğle farzından önce dört rek'at kılarsa, gecesini teheccüd ile geçirmiş gibi olur. Kim de yatsıdan sonra dört rek'at kılarsa Kadir gecesinde kılınan benzeri namaz gibi sayılır."[91]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îctihadları:

 

a) Hanefilere göre: İkindi farzından önce dört veya iki rek'at, akşam namazından sonra altı rek'at, yatsı farzından önce ve sonra dört rek'at namaz menduptur.

Gündüzleyin kılınan nafile namazlarda bir selamla dört rek'attan fazla rek'at tutmak mekruh olduğu gibi, geceleyin kılınan nafile namazlarda da bir selamla sekiz rek'atten fazla tut­mak mekruhtur. Bununla beraber gece ve gündüz her dört rek'ati bir selamla kılmak efdaldır. İmameyne göre, geceleyin kılınan na­file namazların her iki rek'atini tür selamla tamamlamak efdaldır.[92]

b) Şafîilere göre: Gayr-i müekked sünnetler on iki rek'attir: Öğle farzından önce müekked iki rek'atın dışında iki rek'at de, yine müekked sünnetin dışında farzdan sonra; Cumadaki durum­da öğle farzından önceki ve sonraki gibidir. İkindiden önce dört rek'at, akşam farzından önce iki rek'at. Bunu hafif tutmak sünnettir.[93]

c) Hanbelilere göre: Öğle farzından önce dört, sonra dört rek'at kılmak müstehabdır. (Bunların ikisi müekked sayılır) İkindi farzından önce dört rek'at de müstehabdır. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.): "İkindi farzından önce dört rek'at kılana Allah rahmet eylesin" buyurmuştur. Bu namazlarda her iki rek'at bir se­lamla birbirinden ayrı tutulur. Akşam farzından sonra, iki rek'at müekkedin dışında dört rek'at daha kılmak müstehabdir. Akşam namazından önce iki rek'at ise, sünnet değil sadece caizdir.[94]

d) Malikilere göre: Öğle farzından önce dört ve sonra dört, ikindi farzından önce dört ve akşam farzından sonra altı rek'at kılmak müekkeden menduptur. Akşam vaktinde ise, farzdan önce nafille kılmak -vaktin darlığı sebebiyle- mekruhtur. Yatsı farzından önce ise, nafile namaz kılmak hakkında şari'den sarih bir nass varid olmamıştır.[95]

 

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler:

 

86 nolu Ümmü Habibe hadisi, Mekhul tarikiyle rivayet edil­miştir, Nesai'ye göre, Mekhul bu hadisi Anbese b. Ebi Süfyan'dan işitmemiştir. Münzeri de aynı görüştedir. İbn Kattan ise bu hadisi muallel saymıştır; yani dış görünüşü ile kusursuz gibiyse de sıhhatini zedeleyen bir kusur vardır. Tirmizi ise aynı hadisi Ebu Abdirrahman Kasım b. Abdirrahman tarikıyla rivayet edip sahihlemiştir. Ne var ki bu Kasım'ın zayıf olduğunu söyleyenler vardır. Bununla beraber sıka (güvenilir) olduğunu kabul edenler de hayli çoktur. Nitekim İbn Hibban da onun bu rivayetini sahihlemiştir. Bu sebeple müctehidlerin çoğu hadisle istidlal etmişlerdir.

87 nolu İbn Ömer hadisini Tirmizi "hasen" diye kaydederken, İbn Hibban ve İbn Huzayme onu sahihlemişlerdir. İsnadında Muhammed b. Mehran bulunuyorsa da, İbn Hibban ve İbn Adiy gibi iki hadis alimi ve hafızı onun sıka (güvenilir) olduğunu belirt­mişlerdir.[96]

Bu babda Hz. Ali'nin (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ikindi farzından önce iki rek'atte bir selam vermek suretiyle dört rek'at namaz kılardı. Taberani de el-Kebir ve el-Evsat'ında bunu kuvvetlendirir anlamda Amr b. As (r.a.) dan şu hadisi rivayet etmiştir:

"Kim ikindi farzından önce dört rek'at kılarsa ateş ona dokunmaz."

Hadislerin tamamı, ikindi farzından önce dört rek'at nafile kılmanın müstehab olduğuna delalet etmektedir.

88 nolu Bera b. Azib hadisinin isnadında Nahid b. Şalini el-Bahili ve Ammar bulunuyor ki, el-Iraki, "Bunlar hakkında cerh ve ta'dile rastlayamadım, demiştir. Taberani bu manada bir diğer ha­disi Bera'dan rivayet etmiştir. Ancak onun isnadında Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Leyla bulunuyor ki bu zatın hafızası zayıf kabul edilmiştir. Nitekim Zehebi onun hakkında şu ifadeyi kul­lanmıştır: "Saduktur, ancak hafızası pek iyi değildir. Sıka (güvenilir) olduğu belirlenmiştir."[97]

Taberani de yine buna yakın anlamda bir hadis rivayet edil­mişse de isnadında Yahya b. Ukbe bulunuyor ki bu zat sıka (gevenilir) değildir.

Sonuç olarak konumuzu oluşturan hadis, öğle farzından önce dört rek'at namazın meşruiyetine delalet etmektedir. Aynı zaman­da yatsı farzından sonra da dört rek'at namazın meşruiyeti söz ko­nusudur.

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Öğle farzından önce, müekked sünnetin yanında iki rek'at daha kılmak ve öğle farzından sonra yine iki rek'at müekked sünnetle birlikte iki rek'at kılmak müstehabdır.

2- İkindi farzından önce dört rek'at kılmak müstehabdır.

3- Akşam farzından sonra iki rek'at müekkedle birlikte dört rek'at daha kılmak müstehabdır.

4- Yatsı farzından sonra iki rek'at müekked sünnetle birlikte iki rek'at daha kılmak müstehabdır. İmam Malik'e göre, bunların hepsi müekked mendupdur.          

5- Şafii ve Hanbeli'ye göre, sözü edilen dört rek'atları birer selamla ikişer rek'at halinde kılmak müstehabdır.

6- Akşam farzından önce iki hafif rek'at kılmak, İmam Ahmed'e göre caiz, diğer iki imama göre müstehab, İmam Malik'e göre mekruhtur. Çünkü vakit oldukça dar sayılır.

 

Vitir Namazı

 

Vitr, "tek" demektir. Yatsı farzından sonra tek rek'at üzere kılındığından ona bu isim verilmiştir. Hanefi Mezhebine göre, vacib; diğer üç mezhebe göre sünnettir. İmam Ebu Hanife'den bu na­maz hakkında üç rivayet tesbit edilmiştir: Farzdır, vacibdir, sünnettir. Ancak son olarak onun "vacibdir" sözünde karar kıldığı söylenmekte ve hüküm ona göre belirtilmektedir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Vitir namazını kılmayan bizden değildir."[98]

Hz. Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Vitr, diğer farzlar ölçüsünde vücubiyet ifade etmez. O ancak Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin sünnet kıldığı bir sünnettir."[99]

Eyyub (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Vitr (namazı) haktır. Artık kim onu beş rek'at olarak kılmak isterse, öyle yapsın. Kim de onu üç rek'at olarak kılmak isterse, öyle yapsın. Kim de onu bir rek'at olarak kılmak isterse öyle yapsın."[100]

Ebu Davud ise bu hadisi naklederken şu lafızla rivayeti tesbit etmiştir:

"Vitr namazı her müslüman üzerine haktır."

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen Vitir Namazının ilk iki rek'atini üçüncü rek'atinden bir selamla ayırırdı ve bazan da selamdan sonra bazı hacetinden dolayı emir de verdiği olurdu."[101]

İbn Ömer (r.a.) ile İbn Abbas (r.a.), Rasulüllah (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu işittiklerini söylemişlerdir.

"Vitir namazı, gecenin sonuna doğru bir rek'attir."[102]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir.

''Rasulüllah (s.a.v.) yatsı namazını bitirince fecir doğuncaya kadar (arada geçen zaman parçası içinde) onbir rek'at namaz kılar ve her iki rek'atte bir selam verir, son bir rek'atı de kılıp selamla bitirirdi.."[103]

 

Hadisler Işığında Mezhep İmamlarının Istidlal Ve Îctihadları:  

 

a) Hanefilere göre: Vitir namazı vacibdir. İmam Ebu Hanife'den bunun sünnet olduğuna dair bir rivayet yapılmışsa da, son tesbitlere göre imam bu görüşünden vaz geçmiştir. Zira eğer sünnet olsaydı, gecenin sonuna geciktirilmesi caiz olmazdı, yani yatsının farzıyla birlikte kılınması gerekirdi. Oysa vitir namazını gecenin son üçte birine kadar geciktirmekte bir sakınca olmamak­la beraber, hatta böyle yapılmasının efdal olduğunu söyleyenler de eksik değildir.[104]

Vitir namazı bir selamla üç rek'attir. İmam Şafii bu namazın rek'at sayısında mükellefin serbest olduğunu, dilerse bir rek'at, di­lerse üç rek'at, dilerse beş, yedi, dokuz veya onbir rek'at olarak kılabilir. İmam Zühri ise, "vitir namazı Ramazan ayında üç rek'at, sair zamanlarda bir rek'at olarak kılınır" demiştir.

Vitir namazının vakti, yatsı namazının vaktidir. Ancak yatsıdan önce, yani bu vaktin farzından önce kılınması sahih ol­maz. Fecir doğuncaya kadar vakti sürer.

İmam Ebu Yusuf’a göre, yatsı farzından hemen sonra kılınır.[105]

b) Şafiilere göre: Vitir namazı sünnettir. En azı bir, en çoğu onbir rek'attir. Onüç rek'at diyen de olmuştur. Her iki rek'atinde bir selam verilir ve son kalan bir rak'at tek olarak kılınır.

Vitir namazının vakti, yatsı namazıyla fecir doğması arasında geçen zamandır. Bu namazı gecenin en sonuna doğru en son kılınan namaz olarak bırakmak sünnettir. Ramazan ayının son ikinci yarısında ise, vitir namazının üçüncü rek'atinde kunut duası okumak menduptur.[106]

c) Hanbelilere göre: Vitir namazı bir rek'attir, aynı zaman­da müekked sünnettir. Ancak bunu üç veya daha fazla rek'ata çıkarmakta bir sakınca yoktur. Nitekim Osman b. Affan, Sa'd b. Ebi Vakkas, Zeyd b. Sabit, İbn Abbas, İbn Ömer, İbn Zübeyr, Ebu Musa, Muaviye ve Aişe (Allah hepsinden razı olsun) bu namazı bir rek'at olarak kılmışlardır. Buna itiraz eden de olmamıştır. İbn Ömer (r.a.): "Vitir bir rek'attir. Bu, Rasulüllah'ın (s.a.v.), Ebu Bekr'in ve Ömer'in vitridir" demiştir.

Ebu'l-Hattab ise, "Vitrin en azı bir, en çoğu onbir, kemal mertebesinin en aşağısı ise üç rek'attir" demiştir.[107]

d) Malikilere göre: Vitir müekked menduptur (sünnettir). Onu iki rek'at şeklinde kılmak mekruhtur veya ona iki rek'at ekle­mek mekruhtur. Ancak bir rek'at eklenirse, namaz bozulmaz, iki rek'at eklenirse kılınan namaz hükümsüz kalır.

Vitrin biri ihtiyari, diğeri zaruri olmak üzere iki vakti vardır: İhtiyari vakti, yatsı farzından sonra olan vakittir. O bakımdan kılınan yatsı farzının vakit girmeden kılındığı anlaşılırsa, o takdirde vitir namazı da iade edilir. Zaruri vakti ise, fecir doğduktan sabah namazı tamamlanıncaya kadar olan za­mandır. O bakımdan kişi sabah namazını kılarken, vitir namazını kılmadığını hatırlarsa, sabah namazını olduğu yerde kesip vitri kılması menduptur. İsterse kişi bu durumda imam veya münferid olsun farketmez. Bu durumda vitir namazını özürsüz olarak zaru­ri vakte kadar geciktirmek mekruhtur. Sabah namazını kıldıktan sonra vitir namazını kılmadığını hatırlarsa, artık vitri kaza etme­si gerekmez; çünkü sünnet namazdır, yani nafile kapsamına girer ve kazası vacip değildir.[108]

 

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler

 

95 nolu Ebu Hüreyre hadisini aynı zamanda İbn Ebi Şeybe de rivayet etmiştir. Ancak isnadında Halil b. Mürre bulunuyor. Ebu Hatim ve Buhari'ye göre, bu zat zayıflar arasında bulunuyor.

Ebu Zer'a ise onun salih bir kişi olduğunu söylemiştir.[109]

Hadisin senedinde zayıf bir ravinin bulunmasından dolayı müctehid imamların çoğu bu hadisi dayanak seçmemişler ve istid­lale uygun görmemişlerdir.

96 nolu Hz. Ali hadisini ise, Tirmizi hasenlemiş ve el-Hakim de sahihlemiştir. Bu sebeple müctehidlerce istidlale uygun görülmüştür.

97 nolu Ebu Eyyub hadisini Ebu Hatim, Darekutni ve başka hadis alimleri sahihlemişlerdir. Hafız İbn Hacer de bu tesbitin isa­betli olduğunu belirtmiştir. Aynı hadisi az değişik lafızlarla İbn Hibban, Darekutni ve el- Hakim de tahric etmişlerdir.[110]

98 nolu İbn Ömer hadisi sahihtir. Aynı zamanda vitir na­mazının üç rek'atinden ikisini, son rek'atinden selamla ayırmanın meşruiyetine delalet etmektedir.

100 nolu Hz. Aişe hadisine gelince: Hz. Aişe (r.a.) dan bu ko­nuda birbirinden farklı dört rivayet yapılmıştır:

"Peygamber (s.a.v.) onüç rek'at kılar ve beş rek'atle vitri yerine getirir­di." Rasulüllah (s.a.v.) ne ramazan ayında, ne de başka za­manlarda (geceleyin) onbir rek'atten fazla kılmazdı. Önce dört rek'at kılardı ki onun güzelliğini ve uzunluğunu sor­ma. Sonra yine dört rek'at kılardı; onunda güzelliğini ve uzunluğunu sorma. Sonra da üç rek'at kılardı." "Rasulüllah (s.a.v.) dokuz rek'at namaz kılar ve ancak sekizinci rek'atte teşehhüde otururdu. Sonra kalkıp dokuzuncu rek'ati kılar selam verirdi. Sonra da yani selam verdikten sonra otur­duğu halde iki rek'at daha kılıp selam verirdi. Ve işte bu onbir rek'at eder. Sonra yaşlanınca vitri dokuz rek'at ola­rak kılardı."

Bütün bu farklı rivayetlerden dolayı Hz. Aişe hadisinde ızdırab olduğu söylenir. Zira aralarında bir tercih yapmak çok zor­dur.

Şevkani ise, bu rivayetlerin arasını telif etmenin mümkün olduğunu ye hepsinin de onbir rek'atla ilgili bulunduğunu kaydet­miştir.[111]

Vitir namazı konusunda daha birçok rivayetler vardır. Beyhaki el-Hilafiyatta: "Allah tektir, teki sever. O halde ey Kur'an ehli siz vitir namazını kılın" hadisini; İbn Ebi Şeybe ve Ahmed b. Hanbel: "Allah size bir namazı fazla kıldı, onu mu­hafaza edin; o, vitir namazıdır" hadisini rivayet etmiştir. Bu­nun isnadında iki zayıf tesbit edildiğinden istidlale uygun görülmemiştir. Hafız Bezzar: "Şüphesiz Allah size bir namaz ile emretmektedir; o, vitirdir" Beyhaki: "Şüphesiz Allah size bir namaz artırdı; o, vitirdir" mealindeki hadisi rivayet etmişlerdir. Ancak ikinci hadisin isnadında birtakım farklı tesbitler söz konusudur.

İbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayette, şöyle dediği tesbit edilmiştir:

"Vitir her müslümana vacibdir."

Ancak bu hadisin isnadında Cabir el-Cu'fi bulunuyor ki, cumhur bunun zayıf olduğunu belirtmiştir. Sevri ise onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir.

Şüphesiz bu hadisler dikkate alınınca, bir kısmı vitrin vücuhuna, bir kısmı sünnet olduğuna delalet etmektedir. Cumhur ise, bu namazın vacib değil, sünnet olduğuna kaildir. Cumhura bu babda Ebu Hanife muhalefet etmiştir. Başka da ona muvafakat eden olmamıştır.

Nitekim İbn Ömer (r.a.) dan yapılan sahih rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) vitir namazını deve üzerinde bulunduğu bir sırada inmeden kılmıştır. Eğer bu namaz farz veya vacib olsaydı, hayvan üzerinde kılınması caiz olmazdı.

Diğer yandan "Vitir haktır." "Vitir namazını muhafaza edin" şeklindeki rivayetler ise, onun vücubuna delalet etmektedir.

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ebu Hanife'ye göre, vitir namazı üç rek'attir ve vacibdir.

2- Şafii'ye göre, en azı bir,  en  çoğu  onüç rek'attir ve sünnettir. Üç rek'at olarak kılındığı takdirde, iki rek'atin sonunda selam verilir ve sonra kalan bir rek'at tek olarak kılınır.

3- Hanbeli imamına göre, vitir bir rek'attir ve müekked sünnettir. Ancak isteyen üç veya daha fazla (tek olmak kaydıyla) rek'at kılabilir.

4- İmam Malik'e göre, Vitir bir rek'attir ve müekked sünnettir. Biri ihtiyari, diğeri iztirari olmak üzere iki vakti vardır.

 

Teravih Namazı

 

Teravih, "terviha"nın çoğuludur. Aslı masdar olup "rahata kavuşturma", "rahatlatma" gibi manalara gelir.

Her iki veya her dört rek'at sonunda kısa bir süre dinlenme; faslına geçildiği veya yemekten sonra sindirim sistemini rahata kavuşturduğu veya iftardan sonra mü'minlerle toplu halde yapılan ibadetle ruha huzur ve neşe bahşettiği için ona bu isim ve­rilmiştir.

Teravih namazıyla ilgili hayli rivayetler vardır... İlim adam­larının, müctehid imamların bu konuda tesbit ve istidlalleri az fa­rklıdır.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) dan yapılan rivayette, şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, ramazanda gece ibadeti­ni tergib ve teşvik ederken onun mutlaka yerine getirilmesini (azimet düzeyinde) emretmedi. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Kim inanarak, sevabını yalnız Allah'tan bekleye­rek ramazan geceleri kalkıp ibadet ederse, geçmiş günahları bağışlanır." (Kul ve millet hakkı müstesna)[112]

Abdurrahman b. Avf (r.a.) den yapılan sahih rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki Cenab-ı Hak ramazan orucunu farz kıldı; ben de ramazan geceleri namaz kılıp ibadet etmeyi sünnet kıldım. Artık kim ramazan orucunu tutar ve inanarak, karşılığını yalnız Allah'tan bekleyerek kalkıp ibadet ederse, anasından doğduğu gündeki gibi günahlarından çıkmış olur."[113]

Cübeyr b. Nüfeyr'den, o da Ebu Zer (r.a.) den rivayet ediyor. Ebu Zer (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte oruç tuttuk ve ramazandan yedi gün geçtikten sonra bizim­le beraber gece ibadetine (teraviha) başladı, gecenin üçte biri geçinceye kadar buna devam etti. Üçüncü gün bizimle birlikte bu ibadete kalkmadı, beşinci günü kalktı ve gece­nin yarısı geçinceye kadar devam etti. Bunun üzerine biz O'na:

"Ya Rasulallah! Bu gecemizden kalan kısmı da nafile namazla geçirsek ya?" dedik. Buyurdu ki:

"Kim imamla bir­likte kalkar da imam bitirip ayrılıncaya kadar namaza de­vam ederse, ona bütün bir geceyi ibadetle geçirmişcesine sevap yazılır."

Bundan sonra Rasulüllah (s.a.v.) ramazan­dan üç gün kalıncaya kadar bizimle birlikte gece namazı (teraviha) gelmedi. Üçüncü günü gelip bizimle o namazı kılarken ehlini ve eşlerini de çağırdı ve bizimle namaz kılmaya başladı ve o kadar devam etti ki, sahuru kaçıracağımızdan endişe ettik."[114]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Mescid'de namaz kıldı; müslümanlar da Onun kıldığı namazı kıldı ve insanlar iyice (rağbet edip) çoğaldı. Sonra üçüncü gece veya dördüncü gece insanlar namaz için gelip toplandılarsa da Rasulüllah (s.a.v.) onların yanına çıkmadı. Sabah olunca da şöyle buyurdu:

"Sizin ne yapıp işlediğinizi gördüm; beni si­zin yanınıza çıkmaktan alıkoyan tek şey, bu namazın size farz kılınır endişesi idi."

Bu olay ramazanda cereyan etti."[115]

Abdurrahman b. Abdi'l-Kaari’den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ramazanda Ömer b. Hattab ile birlikte mescide doğru çıktık. İnsanlar dağınık bir şekilde ayrı ayrı namaz kılıyor; adam namaz kılarken bir grup onun kıldığı gibi kılıyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi:

"Bunları bir tek kari’ (güzel kur'an okuyan bir zat)ın arkasında toplamayı, (yani cemaat halinde bu namazı kılmalarını) uygun görüyorum" Sonra Ömer (r.a.) buna az­mederek müslümanları Ubey b. Ka'b'ın imamlığı altında topladı. Bir gece sonra Ömer'le birlikte mescide çıktığımızda, insanların hepsinin bir tek kari’ (Kur'an okuyan imamın) arkasında ona uyup namaz kılmakta ol­duklarını gördük. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):

"Bu ne güzel bid'attır! Bu namazı gecenin sonuna doğru geciktir­mek üzere uyuyanlar, gecenin evvelinde kılanlardan daha üstündürler, yani faziletleri daha büyüktür."[116]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamların İstidlal Ve Îctihadları

 

a) Hanefilere göre: Teravih namazı, erkek ve kadınlara müekked sünnettir. Bunda ashabın icma'ı vardır. Onlardan sonra gelen ilim adamlarından hiç biri bunu red ve inkar etmemiştir. O bakımdan teravih namazını inkar eden kimse günahkar ve yoldan sapmış sayılır, aynı zamanda şehadeti makbul tutulmaz.

Teravih namazı, ramazanın her gecesinde bütün bir ay yatsı namazından sonra kılınır; gecenin sonuna kadar vakti devam eder. Vitir namazından önce de, sonra da kılınmasında bir sakınca yoktur. Ancak ilim adamlarının ileri gelenleri, bunun vitirden önce kılınmasını daha uygun görmüşlerdir.

Yirmi rek'at olarak cemaatle kılınması sünnettir. Ancak bu sünnet kifayet üzere sayıldığından, cemaatten bir kısmının kalmasıyla diğerlerinden cemaatle kılma sünneti sakıt olur. Her iki rek'atte bir selam verilebileceği gibi, her dört veya her sekiz rek'atte de bir selam verilebilir. Ancak iki veya dört rek'atte bir selam vermek efdaldır. Her dört rek'atin sonunda bir süre otur­mak müstehabdır.

Ayrıca teravih namazını hatimle kılmanın da sünnet olduğu söylenir. Ayakta kılmak mümkün olduğu takdirde oturarak kılmak mekruhtur.[117]

Teravih namazından sonra ramazana mahsus olmak üzere Vitir Namazı da cemaatle kılınır. Bunda icma' vardır.

b) Şafiilere göre: Teravih namazı, erkek ve kadınlara müekked sünnettir. Cemaatle kılınması da sünnettir. Ancak bu namazın cemaatle kılınması sünnet-i ayndır, yani her kişinin cem­aate katılması sünnettir. Bir kısmının katılmasıyla bu sünnet katılmayanlardan sakıt olmaz. O bakımdan evinde teravih kılmak isteyen kimsenin, ev halkıyla cemaat halinde kılması sünnettir. Yalnız başına kıldığı takdirde namazı sahih kabul edilir, ama ce­maat sevabını kaçırmış olur.

Teravih namazı yirmi rek'at olarak kılınır, her iki rek'atte bir selam verilir. Hepsini bir tek selam ile kılmak caiz ve sahih değildir..[118]

Ömer b. Abdilaziz zamanında Teravih namazı otuz altı rek'ate çıkarılmıştır. Bunun sebebi müslümanların Mescid-i Haram'da bu namazı kılarken her dört rek'atin sonunda Kabe'yi bir defa tavaf etmeleridir; yani tavaf dolayısıyla uzayan teravih vak­tine beraberlik sağlamaktır.   

Vakti ise, yatsı namazından sonra başlar, fecir doğuncaya kadar devam eder. Vitir namazından önce kılınması efdaldır.

Teravih namazının cemaate bıkkınlık vermediği takdirde ha­timle kılınması sünnettir. Şu şartla ki, imam kıraati çok acele ok­umayacak, harflerin mahreçlerini birbirine karıştırmayacak, Allah kelamını anlaşılır bir tarz ve sadelikle okuyacak.[119]

c) Hanbelilere göre: Teravih namazı müekked sünnettir. Tamamı yirmi rek'attir. Cemaatle kılınması efdaldır. Cemaate ağır gelmeyecek, meşakkat doğurmayacak hususu dikkate alınarak kıraati uzatmamak efdaldır. Teravihten sonra vitir na­mazının da cemaatle kılınması müstehabdır.[120] Diğer bir tesbite göre, teravih namazını cemaatle kılmak sünnet-i ayndır, yani her kişinin bizzat cemaate katılmasıyla cemaat sevabına erişmesi mümkündür. Bir kısmının katılmasıyla diğerlerinden bu sünnet sakıt olmaz.[121]

d) Malikilere göre: Teravih namazı, namaz kılma duru­munda olan her erkek ve kadına te'kiden menduptur. Aynı za­manda cemaatle kılınması da menduptur.

Ayrıca bu namazı yatsının farzından sonra, vitir, na­mazından önce kılmak sünnettir. Vitirden sonra kılmak ise, mek­ruhtur.

Tamamı 36 rek'at olmakla beraber yirmi rek'at olarak da kılmakta bir sakınca yoktur. Her iki rek'atin sonunda oturmak suretiyle yirmi rek'atin sonunda selam vermek kerahetle sahihtir. Ramazan süresince teravih namazını hatimle kılmak menduptur. Ancak imam hafız değilse, hatimle kılmamakta bir sakınca yok­tur..[122]

 

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler

 

109 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir ve istidlale engel bir durum yoktur.

 

Gece Namazı (Teheccüd)

 

İbadetin en güzeli ve en makbulü, şartlarına uygun kalp yatışkanlığıyla eda edilen farzlardan sonra, gecenin sükûnetinde her türlü gösterişten, art niyetten uzak olarak kılınan namaz, yapılan zikir, dua ve tesbihtir.

O bakımdan başta Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ve ashab-ı kiram olmak üzere bu ümmetin salihleri, velileri, kamil ilim adamları gece ibadetine ayrı bir ilgi duymuşlar ve başka bir özen göstermişlerdir.

İslam fıkhında bu namaza "teheccüd" denilmiştir. Bunun manası, uyumayıp kalkmak demektir. Bu manayla, gece bir süre uyuduktan sonra kalkıp namaz kılmaya, zikir ve duada bulun­maya bu isim verilmiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden "Farz namazdan sonra hangi namaz daha üstündür ve fazileti muciptir?" diye soruldu. Efendi­miz şöyle cevap verdi:

"Gecenin içinde kılınan namaz."

O'na yine: "Ramazan'dan sonra hangi oruç daha üstündür?" diye soruldu. Buyurdu ki:

"Allah'ın ayı Muharrem orucu."[123]

Amr b.Absete (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu işitmiştir:

"Kulun rabbısına en yakın olduğu anlar, gecenin sonuna doğru (kalkıp namaz kıldığı, zikrettiği) zamandır. Artık sen o saatte Allah'ı zikredenlerden olmaya güç getirebiliyorsan, öyle ol!.."[124]

Abdullah b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Oruçların Allah yanında en çok sevileni, Davud'un orucudur. Yine Allah yanında namazın en çok sevileni, Davud'un namazıdır. Davud (a.s.) gece yarısı uyur ve (kalan kısmın) üçte birinde kalkardı. Altıda birinde uyurdu. Ve O, bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi."[125]

Övülen ve misal verilen Davud'un (a.s.) namaz ve orucu, na­file kapsamına girenidir.

Hz. Aişe (r.a.) dan soruldu:

Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin geceleyin (namaz kılarken) kıraati nasıldı?

Cevap verdi:

"Bazan gizli okur, bazan da aşikar okurdu."[126]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri

 

a) Hanefilere göre: Gece kalkıp namaz kılmak, ibadet et­mek menduptur. ilim adamlarından bir cemaate ve usulcülerin ileri gelenlerine göre, bu namaz Rasulüllah'a (s.a.v.) farz idi. Diğer bir gruba göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz hakkında da tetavvu’ idi. Onun için tetavvu' olan bir namaz, ümmeti için sünnet kabul edilir.

Özellikle gece namazını, gecenin son bölümüne geciktirmek sünnettir ve daha faziletlidir.

Gece namazının sekiz rek'at olması tavsiye edilmişse de, bu­nun azının iki, çoğunun sekiz veya yedi, dokuz, onbirdir. Hatta onüç olduğunu söyleyenler de vardır. Tabii tek rakamlarda vitir namazı da buna dahildir.

Şüphesiz teheccüd namazı Allah'a yakınlık sağlar ve günahların temizlenmesine vesile olur.[127]

Fetava-yi Hindiyye'de de teheccüd namazından sözedilirken şu kısa bilgi verilmiştir: "Nafilelerden biri de "gece namazı"dır. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin teheccüdünün tavanı sekiz, tabanı iki rek'at idi."[128]

b) Şafiilere göre de teheccüd namazı nafiledir. Bunu itiyad haline getiren kimsenin terketmesi mekruhtur. Ancak zaruri hall­er müstesna.. Nitekim Buhari ve Müslim'in yaptıkları rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Abdullah b. Amr b. As’a (r.a.) şöyle buyur­muştur:

"Sen artık falan kimse gibi olma! O, gece kalkıp namaz kılardı, sonra onu bırakıverdi."

Gece namazında kıraat, gizli ile aşikar arasında bir tonda ol­malıdır. Ancak teravih namazı müstesna, o aşikar okunur. Bütün geceyi ibadetle geçirmek, sağlığa zararlı olacağından mekruh sayılmıştır. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) bu hususta Abdullah b. Amr'i uyardığı söz konusudur. Aynı zamanda geceler arasında yalnız cuma gecesini namaz ve ibadete tahsis etmek de mekruh­tur. Nitekim Müslim'in yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cuma gecesini, geceler arasında seçip namaz ve ibadete tahsis etmeyin!"[129]

c) Hanbelilere göre: Teheccüd'ün efdalı, gecenin son bölümünde olanıdır. Nitekim Rasulüllah"ın (s.a.v.) Amr b. Anbese'ye bu hususta tavsiyeleri olmuştur.

Aynı zamanda gecenin son üçte biri kalınca Cenab-ı Rabbi'l-Alemin'in rahmet ve gufranıyla dünya semasına tecelli etmesi ve kullarına seslenmesiyle ilgili hadis, bu namazın gecenin son bölümünde kılınmasının daha faziletli olduğuna delalet etmekte­dir.

Gece namazına kalkıldığında ağzı misvaklamak sünnettir. Aynı zamanda" teheccüde iki hafif rek'atle başlamak da müstehabdır.[130]

Ayrıca bu namaz, vitir dahil onbir veya onüç rek'ate kadar kılınabilir. Nitekim İbn Abbas'ın (r.a.) Rasulüllah'ın onüç rek'at, Hz. Aişe'nin (r.a.) da onbir rek'at kıldığını söylediklerine dair sa­hih rivayet varid olmuştur.        

Teheccüd namazını itiyad haline getiren kimsenin, onu kaçırdığı takdirde bu mezhebe göre, onu sabah namazından sonra öğle namazına kadar olan süre içinde kaza etmesi müstehabdır.[131]      

d) Malikilere göre de, teheccüd namazı menduptur ve ikişer rek'at halinde kılınması sünnettir.[132]  

 

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler

 

Bu konuda İbn Adiy'yin, Taberani'nin ve Beyhaki'nin Bi­lal'dan yaptıkları, "Size gereken gece kalkıp (teheccüd) namazı kılmaktır. Çünkü bu sizden önceki salihlerin yol ve adetidir" mea­lindeki rivayetin isnadında el-Leys'in katibi Abdullah b. Salih bu­lunuyor ki, bu zat hakkında farklı tesbitler söz konusudur. Zehebi bu isim üzerinde durmamıştır.

İbn Mace'nin Cabir (r.a.) den rivayet ettiği: "Kimin gece namazı çok olursa, gündüzleyin yüzü güzel olur" mealindeki hadisin isnadında şüphe vardır. el-Iraki bunun mevzu' hadise benzerliğine dikkat çekmiştir.[133]

120 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir ve istidlale, salih görülmüştür.                                           .

121 nolu Amr b. Anbese hadisinin isnadındaki ricalin hepsi sahihtir. Bunu kuvvetlendirir mahiyette Kütüb-i Sitte'de geçen Ebu Hüreyre (r.a.) hadisidir. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Cenab-ı Hak her gece, gecenin üçte biri geçince (rahmet ve gufranıyla) dünya semasına iner ve şöyle buyurur: Gerçek melik benim. Artık kim bana dua edip istekte bulunursa onu karşılarım, kim benden bir istekte bulunursa veririm; kim istiğfarda bulunursa, onu bağışlarım. İşte bu hal fecir doğuncaya kadar sürer" buyurmuştur.

Buna yakın birkaç hadis daha rivayet edilmişse de yapılan ciddi araştırmalarla münker veya zayıf oldukları tesbit edilmiştir.

122 nolu Abdullah b. Amr hadisi de sahihtir ve istidlale sa­lih görülmüştür. Böylece gecenin üçte ikisi geçtikten sonra te­heccüd namazına kalkmanın ve bir gün oruç tutup bir gün iftar et­menin Allah yanında sevilen bir ibadet olduğuna açık delalet vardır.

123 nolu Hz. Aişe hadisinin ricalinin hepsi sahihtir.. Bu babda konuyu kuvvetlendirir anlamda şu rivayet de vardır: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, Ebu Bekir'e:

"Sana uğradım, okuyordun, ama sesini çok alçaltıp hafif tutuyordun?" buyuranca, o,

"Münacaatta bulunduğum zat beni duymaktadır" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) ona:

"Sesini biraz yükselt" buyurdu. Sonra Ömer'e dedi ki:

"Sana uğradım, (namazda) okuyordun ve sesini yükseltiyordun?" Bunun üzerine Ömer:

"Ben uyuyanları uyandırıyorum, şeytanı da kovup uzaklaştırıyorum" diye cevap verdi. Resulüllah (s.a.v) ona:

"Sesini biraz alçalt!" buy­urdu.

Nitekim Ebu Davud'un İbn Abbas (r.a) dan yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah'ın (s.a.v) kıraati, odasında ve evinde bulunanlara duyuracak bir tonda idi."

Buna yakın anlamda Ebu Davud'un yaptığı rivayette, Ebu Hüreyre (r.a) diyor ki:

"Resulüllah'ın (s.a.v) geceleyin kıraatine ge­lince: Bazan sesini yükseltir, bazan da alçaltırdı."

Şüphesiz bütün bu rivayetler geceleyin kılınan namazla ilgil­idir. Gündüz namazına gelince, ister farz, ister nafile olsun, ce­maatle kılınmadığı takdirde çevresindekilerin işitmeyeceği dikk­ate alınarak bir kıraat yapılır; daha doğrusu sadece kendisi işitecek kadar hafif okur. Nitekim Resulüllah (a.s) ashabına uğradığında namaz kıldıklarını ve kıraatte birbirlerine duyuracak kadar seslerini yükselttiklerini görünce onlara şöyle tavsiyede bu­lundu:

"Şüphesiz namaz kılan kimse, ancak aziz ve celil olan Rabbına münacaatta bulunuyor. O bakımdan kime münacaatta bulunduğuna dikkat etsin ve Kur’an okurken birbirinize duyuracak şekilde sesinizi yükseltmeyin."

Bu hadisi Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş ve el-Irakî de bu­nun isnadının sahih olduğunu belirtmiştir.

Gece namazına kalkıldığında önce hafif sayılacak şekilde iki rek'at namaz kılmak, sonra da kıyamı uzun tutmak suretiyle ikişer rek'at halinde kılmak müstehabdır.

Nitekim Hz. Ayşe'den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v) Efendimiz gece namazına kalkınca, önce hafif iki rek'at ile başlardı."[134]

Ebu Hüreyre (r.a) ise, şöyle demiştir: Resulüllah (s.a.v) Efendimiz'den duydum buyurdu ki:

"Sizden biriniz geceleyin kalkınca, namazına önce hafif iki rek'atle başlasın."[135]

Bu iki hadis de sahihtir ve gece namazına önce hafif iki rek'at kılmak suretiyle başlamanın meşruiyetine delalet etmekte­dir.

Şüphesiz böyle yapmanın birtakım faydaları söz konusudur:

a- Önce bedene az bir hareket sağlamayı ve ondan sonra ay­akta daha fazla durmaya yönelmeyi amaçlar.

b- Daha iyi toparlanmaya, ilahi huzurda daha çok saygı ve tazimle durmaya yardımcı olur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Gecenin bir bölümü geçtikten sonra uykudan kalkıp teheccüd namazı kılmak sünnet veya müstehapdır.

2- Bu namaz Resulüllah (s.a.v) Efendimiz hakkında vacib idi.

3- Gece namazının en azı, iki, en çoğu sekiz rek'attır.

4- Vitir namazıyla birlikte bu onbir rek'at eder.

5- Gece namazına önce hafif sayılır anlamda iki rek'atle başlamak, sonra diğer rek'atlerde kıyam ve kıraati uzatmak sünnet veya müstehapdır.

6- Gece namazına daha çok gecenin üçte ikisi geçtikten son­ra kalkmak müstehapdır.

7- Gece namazını itiyad haline getiren kimsenin onu bir ma­zeret yokken terketmesi, Şafiîlere göre mekruhtur.

8- Gece namazında, çevreyi rahatsız etmemek şartıyla sesi biraz yükseltmekte bir sakınca yoktur. Bazan az yüksek sesle, ba­zan da hafif alçak sesle kıraatte bulunmak suretiyle kılmak daha uygundur. Öyle ki, sesi, ortam ve şartları dikkate alarak ayarla­mak müstehabdır.

9- Gece namazı kalbi yufkalaştırıp irfanı artırır. Yüzde ilahi letafetin tecellisine sebep olur.

10- Rahmet meleklerinin daha çok yaklaşmasını, şeytanın uzaklaşmasını sağlar.

 

Duha (Kuşluk) Namazı Ve Fazileti

 

Sabah namazından sonra güneş doğup bir mızrak (yaklaşık 35-45 dakikalık süre) yükselinceye kadar namaz kılmak müctehid imamların çoğuna göre mekruhtur, imamlardan bir kısmına göre ise, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar kaza namazı kılınabilir.[136]

Kuşluk vakti olunca, hayata yepyeni bir güçle, tazelenmiş imanla dönmek ve o günü kalp huzuruyla ve ilahi murakaba şuuruyla geçirmek için en az iki rek'ât namaz kılmak sünnettir. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz fırsat ve imkan buldukça bu namaza devam etmiş ve ashabına da tavsiyede bulunmuştur.

 

Konuyla İlgili Hadisler:                                    

 

Yapılan sahih rivayete göre,  Ebu Hüreyre  (r.a.) şöyle demiştir:

"Gönül dostum Rasulüllâh (s.a.v.) bana şu üç şey ile tavsiyede bulundu:

1- Her ay üç gün oruç tutmayı,

2- Kuşluk vakti iki rek'at namaz kılmayı,

3- Uyumadan önce vitir namazını kılmayı.."[137]

Ebu Zer (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden herbiriniz sabah­ladığında her eklemine karşı bir sadaka gerekir. Her tes­bih bir sadakadır, her tahmid bir sadakadır ve her tehlil de bir sadakadır; her tekbir de bir sadakadır; iyilikle emret­mek de bir sadakadır, kötülükten men'etmek de bir sada­kadır. Bunların hepsine karşılık, kuşluk vakti kılınan iki rek'at namaz kafi gelir."[138]

Bu manayla Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnsanda 360 eklem vardır. Her ekleme karşılık bir sa­daka vermesi gerekir."

Bunun üzerine ashab-ı kiram:

"Ya Rasulallah! Kimin buna gücü yeter?" deyince, Efen­dimiz (s.a.v.):

"Mescide atılan sümüğü savıp gidermek veya yolda (gelip geçenlere eziyet veren) şeyi uzaklaştırıp atmak (bu sadakalara bedel kafi gelir). Buna da gücü yetmeyen kim­seye iki rek'at kuşluk namazı yeter."[139]

Nuaym b, Hemmar (r.a.) den, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Aziz ve Celil olan rabbınız buyurdu ki; Ey ademoğlu! Günün evvelinde benim için dört rek'at namaz kıl, günün sonunda ben sana yeterli olayım."[140]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri

 

a) Hanefi mezhebine göre: Duha (kuşluk) namazı menduptur. En azı iki, en çoğu oniki rek'attir. Vakti ise,  güneş (bir mızrak boyu) yükseldikten zevale kadar olan zaman parçasıdır.[141]

b) Şafîilere göre: Kuşluk namazının en azı iki, efdalı altı, ekseri oniki rek'attir. Bazısına göre, efdalı sekiz rek'attir. Her iki rek'atte bir selam vermek menduptur.[142].

Kuşluk namazı sünnettir. Vakti ise, Hanefilerde olduğu gibi, güneş bir mızrak boyu yükseldikten sonra başlar, zeval vaktine kadar devam eder. Gündüzün dörtte biri geçtikten sonra kılınması ise efdaldır.[143]

c) Hanbelilere göre: Kuşluk namazı müstehabdır. Vakti ise güneş biraz yükselip ısısı artıp şiddetlendiği zamandır. Bu nama­za devam etmek, Ebu'l-Hattab'a göre müstehabdır. Çünkü Ra­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz bunu ashabına tavsiye etmiştir.

Bazılarına göre, kuşluk namazına devam etmek müstehab değildir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) ona devam etmemiştir.[144]

d) Malikilere göre: Kuşluk namazı te'kiden menduptur, "sünnettir" diyenler de olmuştur. Bu namazı, ikindi namazıyla güneş batması arasında geçen süre kadar güneş doğduktan sonra geciktirmek efdaldır.[145]

 

Hadislerin Tahlili Ve Diğer Rivayetler

 

134 nolu Ebu Hüreyre hadisinin ricali sahihtir. Nitekim bunu kuvvetlendirir mahiyette bir diğer rivayet yine Ebu Hüreyre'den (r.a.) yapılmıştır. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Duha (kuşluk) namazının iki rek’atine devam edip ko­ruyan kimsenin günahları deniz köpüğü kadar bile olsa, bağışlanır."

Tirmizi bu hadisi hasenlemiş ve Ebu Said'den (r.a.) yaptığı rivayetle bunun arasında bağ kurmuştur. Şöyle ki, Ebu Said diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bazan duha namazına öyle devam ederdi ki, biz "artık bir daha onu bırakmayacak" der­dik. Bazan da öyle bırakırdı ki, biz "artık bir daha bu namazı kılmayacaktır" derdik."

Muaz el-Adviyye diyor ki: Hz. Aişe'ye (r.a.) sordum:

"Rasulüllah (s.a.v.) kuşluk namazı kılar mıydı?"

O bana şu cevabı verdi:

"Evet, dört rek'at kılar ve Allah'ın dilediği kadar rek'atleri artırırdı."

Bunu, Müslim, Nesai ve Tirmizi rivayet etmişlerdir.

Bu konuda birçok rivayet daha vardır. İbn Kayyım bunları yedi maddede toplamıştır:

1- Sünnettir.

2- Rasulüllah (s.a.v.) bazı olay ve sebeplerden dolayı kuşluk vakti namaz kılmıştır. Nitekim Mekke'nin fetih günü Ümmü Hani' (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) çok hafif olmak üzere kuşluk vakti sekiz rek'at namaz kıldı." O bakımdan emirler bu na­maza "Fetih Namazı" da demişlerdir.

3- Seferden dönünce bu vakte rastladığı zaman namaz kılmıştır. Hz. Aişe (r.a.) validemiz bu konuda şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) seferden dönünce eve girmeden mescide girer ve iki rek'at namaz kılardı."

4- Bir sahabinin evinde kuşluk vakti namaz kılması, kuşluk vaktiyle  değil,  ev  sahibine  namaz  nasıl  kılınır hususunu göstermek ve öğretmek içindi.

5- Müstehab bile değildir..

6- Bazan kalmak, bazan terketmek müstehabdır.

7- Bid'attir, kılınmaması daha doğru olur. İbn Ömer'den de bu anlamda bir rivayet vardır.

Muhaddis el-Hakim ise, bu namazın sünnet olduğunu isbat eder anlamda yirmi kadar sahabeden rivayet yapmış ve bu konu­da özel bir bölüm meydana getirmiştir. Suyuti de bu konuyla ilgili rivayetleri biraraya getirerek bir cüz oluşturmuş ve sünnet veya müstehab olduğunu belirtmiştir.

Böylece bütün, rivayet, tesbit ye görüşler biraraya getiril­diğinde, kuşluk namazının sünnet veya müstehab olduğu ağırlık kazanıyor. 135 nolu Ebu Zer hadisinin senedi sahihtir.

136 nolu Nuaym b. Hemmar hadisi üzerinde hayli ihtilaf (görüş ve tesbit farkları) vardır. Önce "Hemmar" ismi üzerinde du­rulmuştur: Kimine göre "Hammâr", kimine göre "Hemmar", ki­mine göre "Heddar", kimine göre "Hemmam" ve kimine göre de "Hammar"dır

O bakımdan bu isim şüpheyle karşılanmıştır. 

      

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kuşluk namazı, sünnet veya müstehabdır.     

2- En azı iki rek'at, en çoğu oniki rek'attir. Dört veya sekiz rek'at olarak kılınması efdaldır.

3- İki rek'atte bir selam yermek efdaldır.

4- Kuşluk namazının vakti, güneş bir mızrak boyu yükselince (yaklaşık 35-45 dakikalık süre) başlar, zevale kadar devam eder.

5- Malikilere göre, vacib kuvvetinde sünnettir.

6- Hergün mutlaka devam edilmesi sünnet değildir.

7- Büyük ecir ve mükafatlara vesiledir.       

 

Tahiyyetü’l-Mescid Namazı

 

Cami ve mescidler, Cenab-ı Hakk'a ibadet edilen kutsal ev­lerdir. Oralarda ancak Allah'a kulluk ölçüleri içinde ve kuralları doğrultusunda mü'minler izzet ve şeref kazanıp gerçek kişiliklerini bulurlar. Aynı zamanda fanilere kul olma zilletinden kurtulup Hakk'a yakınlık sağlamanın mutluluğuna erişirler.

Şüphesiz mabedler, ilahi rahmet ve gufranın bolca tecelli ettiği, rahmet dileyen meleklerin nöbetleşe uğradığı müstesna yer­lerdir. O bakımdan abdestli bir vaziyette cami ye mescidlere giren müslümanın, oraya hürmet ve tazim niyetiyle oturmadan önce hafif anlamda Allah rızasını arzulayarak iki rek'at namaz kılması tavsiye edilmiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Katade (r.a.), dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz mescide girdiği zaman, iki rek'at kılmadıkça oturmasın."[146]

Cabir b. Abdillah (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Gatafan kabilesinden Selik cuma günü mescide girdiğinde oturdu. O sırada Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz hutbe irad ediyordu. Ona iki rek'at namaz kılıp öyle oturmasını emretti."[147]

Müslim'in yaptığı tahricde ise konu şöyle ifade edilmiştir:

"Gatafan kabilesinden Selik, Hz. Peygambere (s.a.v.) sattığı devenin bedelini almak üzere Mescide geldiğinde, Rasulüllah (s.a.v.) ona iki rek'at kılmasını emretti."

Bu iki rivayetten birinden namaz kılmadan oturması nehyedilmiş, diğerinde ise namaz kılması emredilmiştir. Rivayetlerin zahiri, emrin vücuba; nehyin bu vücubun tahkikina, terkinin de tahrimine delalet etmektedir. Buna dayanarak Zahiriler "Tahiyyetü'l-Mescid Namazı"nın vücubuna kail olmuşlardır.

Cumhur ise bu konudaki diğer rivayetleri de dikkate alarak, Tahiyyetü'l-Mescid Namazının sünnet olduğunu belirtmiştir. İmam Nevevi de "bu hususta ümmetin icma'ı vardır" diyerek cum­hurun görüşüne katılmıştır.

Cumhur bu konuda birçok delillerle birlikte daha çok şu ri­vayeti göz önünde bulundurmuştur: "Camiye girip içerideki ce­maatin omuzlarını aşarak ilerleyen adama, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Otur, cidden (cemaata) eziyet ettin!" buyurmuş ve fa­kat Tahiyyetü'l-Mescid namazı kılmasını emretmemiştir."

Aynı zamanda bu namazın vacib olmadığına delil olarak da, "ashab-ı kiramın zaman zaman mescide girip çıktıkları olurdu ki, bu girişlerinde namaz kılmazlardı" rivayeti söz konusudur. İbn Ebu Şeybe bunu Zeyd b. Eslem'den rivayetle nakletmiştir.[148]

 

Hadis Ve Rivayetlerin Işığı Altında İmamların Îctihad Ve İstidlalleri

 

a) Hanefilere göre: Tahiyyetü'l-mescid, yani mescidin rabbına tazim namazı sünnettir. Zira tahiyyet yere değil, yerin sa­hibinedir. Cami ve mescidlerin sahibi ise ancak Cenab-ı Rabbi'l-Alemin'dir.

Mescid ve cami denilince umum ifade ederse de, Mescid-i Haram istisna teşkil eder. Zira oraya girildiğinde Tahiyyetü'l-Mescid değil de onun yerine tavaf yapılır. Ancak tavaf yapmak is­temeyen kimsenin yine hürmeten orada da iki rek'at namaz kılması tavsiye edilmiştir.

Tahiyyetü'l-mescid namazı iki rek'attir. Arzu eden dört rek'at kılabilirse de efdal olanı iki rek'atle yetinmektir. Aynı za­manda bu namaz kerahet vaktine tesadüf ettiği takdirde kılınmaz. Mesela: Fecirden sonra veya ikindi farzından sonra cami veya mescide giren kimse Tahiyyetü’l-mescid namazı kılmaz, bel­ki tesbih ve tehlilde bulunur ve Hz. Peygamber'e (s.a.v.) salat-ü selam getirir.

Cami ve mescide giren kimsenin oturmadan önce Tahiyye­tü'l-Mescid namazı kılması meşru' kılınmıştır. Bazısına göre, az oturup öyle kalkıp kılması uygun olur, denilmişse de birinci tesbit ve görüş daha sahihtir.[149]

b) Şafiilere göre: Tahiyyetü'l-Mescid namazı sünnet olarak iki rek'attir. Camiye giren kimsenin hemen farza veya başka bir sünnete durması da bu namazın yerine geçer ve böyle durumlarda ayrıca iki rek'at kılmaya gerek yoktur. Ancak bir tek rek'at kılmakla gerçekleşmeyeceği gibi, sahih kavle göre cenaze, tilavet secdesi ve şükür secdesi de Tahiyyetü'l-Mescid yerine geçmez. Cami ve mescide tekrar girmekle de bu namaz da tekrarlanır.[150] Kerahet vakti söz konusu değildir.

Camiye girip oturmak isteyen kimsenin abdestli ise en az iki rek'at kılması sünnettir. Bu da oturmadan önce yerine getirilir. Ancak farzı kaçırmak veya vaktin çıkması tehlikesi söz konusu olduğu zaman terkedilir.[151]

c) Hanbelilere göre: Cami ve mescide giren kimseye otur­madan önce iki rek'at namaz kılmak sünnettir. Bununla beraber girip namaz kılmadan oturan kimseye yine de kalkıp iki rek'at Tahiyyetü'l-Mescid kılması sünnettir. Hanbeliler bu konuda Ebu Katade hadisiyle Gatafanlı Selik olayıyla istidlal etmişlerdir.[152]

d) Malikilere göre: Tahiyyetü'l-Mescid sadece iki rek'attir. Aynı zamanda te'kiden menduptur. Sünnet olduğunu söyleyenler de olmuştur.

Tahiyyetü'l-Mescid, cami ve mescide oturmak maksadıyla gi­ren kimseye menduptur; ama sırf bir kapısından girip diğer kapısından çıkmak için giren kimseye mendup değildir.[153]

 

Abdest Aldıktan Sonra İki Rekat Namaz Kılmak

 

Abdest namazdan önce, Hakk'a takarrup için yapılan bir ameliyedir; aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın huzuruna iç ve dış temiz­liğini biraraya getirmek suretiyle çıkmak için yerine getirilen bir farizadır.

Abdestin sayılmayacak kadar faydaları söz konusudur. O bakımdan Cenab-ı Hak böylesine fazileti cami’ bir ibadeti yerine getirmemizi bize müyesser kıldığı için iki rek'at namaz kılmak suretiyle O'na arz-ı ubudiyyette bulunmak kadar tabii ne olabilir?

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, sabah namazında Bilal'e şöyle demiştir:

"Ya Bilal! İslam'da işlediğin en çok umut veren amelinden bana haber ver. Çünkü gerçekten ben Cennette hemen önümde senin ayakkabının tıkırtı sesini duydum."

Bunun üzerine Bilal şöyle dedi:

"Benim yanımda en çok ümit beslediğim amelim, gece olsun, gündüz olsun, ne kadar abdest aldımsa, bana takdir edilen namaz (müyesser kılınan) ne ise onu yerine getirdim" Yani abdestten sonra namaz kıldım.[154]

 

Mezhep İmamlarının İctihad Ve İstidlalleri

 

Dört mezhebe göre de, abdestten sonra; sefere çıkılırken ve seferden dönüldüğünde ikişer rek'at namaz kılmak menduptur. Çünkü hiç kimse evinden ayrılırken kıldığı iki rek'at namazdan daha hayırlı bir şey geriye bırakmış olmaz.[155]

Ka'b b. Malik (r.a.) da diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz seferden mutlaka gündüzleyin daha çok kuşluk vakti gelmiş olurdu. Şehre gi­rince önce mescide girer iki rek'at namaz kıldıktan sonra orada bir süre otururdu."[156]

 

İstihare Namazı

 

İstihare, "hayır" kökünden türetilen mezid masdardır. Türkçemizde buna "Allah'tan hayır dileme, hayır umma" diyoruz.

Cenab-ı Hak ilmiyle, kudretiyle, rahmet ve inayetiyle her şeyi kapsayıp kuşatmış, her zerreye nüfuz etmiş ve eşyayı bütünüyle tasarrufu altında tutmuştur. O'na nisbetle geçmiş, gele­cek ve şimdiki zaman diye bir kavramı söz konusu değildir.

O kudret kalemiyle beşerin kader çizgisini çizmiş; bize nisbe­tle olmuş, olacak her şeyi takdir edip belirlemiştir.

Bu bakımdan bir mesele hakkında tereddüt ettiğimiz veya teşebbüs etmek istediğimiz bir iş, bir konuya doğru adım atmaya cesaret edemediğimiz neticenin iyi mi, yoksa kötü mü olacağını kestiremediğimiz zaman, Rasulüllah'ın (s.a.v.) tarif ettiği şekilde Cenab-ı Hakk'a yönelip O'ndan hayır ve yardım, ilham ve işaret beklememiz tavsiye edilmiştir.

Bunun için önce "İstihare"de bulunmamız sünnettir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Cabir b. Abdillah (r.a.) diyor ki:

Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bize hemen her işte, Kur'an'dan nasıl bir sure öğretiyorduysa, öylece istiharede bulunmamızı da öğretti. O şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz bir işe başlamaya azmedip yönelince, önce farz namazdan başka olmak üzere iki rek'at namaz kılsın ve arkasından şöyle desin: Allah'ım Senin ilminle Senden hayır diler ve umarım; Senin kudretinle Senden kudret isterim ve Senin o büyük fazl-u kereminden dilerim. Çünkü gerçekten Senin kud-retin yeter, benîm kudretim yetmez; Sen bilirsin, ben bilmem. Sen gaybleri çokça bilen­sin.

Allah'ım! Eğer şu (teşebbüs etmek istediğim) işin be­nim dinim, geçimim ve akıbetim için hayırlıysa, (veya şöyle der: Şimdi ve şimdiden sonraki durumum ve işim için hayırlıysa), onu bana takdir edip kolaylaştır; sonra da onu benim için mübarek kıl. Eğer bu iş dinim, geçimim ve akıbetim için (veya şöyle der: Şimdiki ve şimdiden sonraki durumum için) şer ve kötüyse, onu benden çevirip uzak­laştır, beni de ondan... Hayır ve iyilik ne yandaysa onu bana takdir eyle ve sonra da beni hoşnut kıl onunla. Bunları söyledikten sonra asıl haceti ne ise onu söyler."[157]

Îbn Mes'ud (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bize istiharede bulun­mamızı öğretti. O şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz bir işe teşebbüste bulunmayı dilediği zaman şöyle desin:..."[158]

Ebu Bekir Sıddik (r.a.) diyor ki:

Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir işe teşebbüsü murad ettiği zaman, şöyle dilek ve duada bulunurdu: "Allah'ım! Bunu benim için hayırlı eyle ve seç.."[159]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den işittim şöyle buyuruyordu:

"Sizden biriniz bir iş ve durumu irade ettiği za­man şöyle dua ve dilekte bulunsun: Allah'ım! Senin ilminle Senden hayır diliyorum.."

Sonunda da şunu söyler:

"La hav­le vela kuvvete illa billah."[160].

İbn Abbas ve İbn Ömer (Allah ikisinden de razı olsun) şöyle demişlerdir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bize nasıl Kur'an'dan bir sure öğretiyorduysa, öylece istiharede bulunmayı da öğretti. Şöyle dilek ve duada bulunmamızı buyurdu:

"Allah'ım! Senden hayır ve iyilik diliyorum"[161]                                                            .

Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) den yapılan rivayete göre, Ra­sulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ademoğlunun saadetine delalet eden (hususlardan biri de), Aziz ve Celil olan Allah'a istihare etmesi, O'ndan hayır ye iyilik ummasıdır."[162]

154 nolu Cabir hadisinde, iki rek'at namaz kılmakla emredilmesi, vücup ve farziyeti gerektirmemektedir. Zira sahih tesbitlere göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bedevinin:

"Şu beş vakit na­mazı Allah mı farz kıldı?" şeklindeki sorusuna,

"Evet" diye cevap vermiş ve bedevinin,

"Bundan fazlası var mıdır?" sorusuna ise,

"Hayır, meğer ki nafile kılasın" buyurmuştur. Şüphesiz bu hadis, sadece beş vakit namazın farz kılındığına açık delil olarak bulu­nuyor.

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

Dört mezhep imamlarının hepsi de istihare namazının meşruiyetini kabul etmiştir.

a) Hanefilere göre: İstihare, hayırlı bir işi arzulamak ve hayırla sonuçlanmasını dilemektir. O bakımdan gelecekle ilgilidir. Cenab-ı Hakk'ın iki durunıdan hayırlı olanını izhar etmesi için O'na yönelip iki rek'at namazla bu husustaki dileği arzetmekle gerçekleşir.[163]

Abdurrahman el-Ceziri'ye göre de, istihare namazı dört mezhebin fıkhında menduptur.[164] İbn Kudame de Cabir hadisi­ni naklederek bu namazın mendup olduğuna temas etmiştir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bir işe başlamada tereddüt hasıl olduğu zaman, istiharede bulunmak menduptur.

2- İstihare namazı iki rek'attir ve diğer namazlar gibi kılınır.

3- Namazdan sonra Cabir (r.a.) hadisinde geçen dua okunur.

 

Nafile Namazın Cemaatle Kılınması

 

Bilindiği gibi, nafile namazlardan Teravih, Husuf (ay tutul­ma), Küsuf (güneş tutulma) namazı cemaatle kılınır. Vitri sünnet kabul eden mezheplere göre, bu namaz da ramazanda cemaatle kılınır.

Diğer nafile namazların münferiden kılınması tavsiye edil­miş ve cemaatle kılınması ise, çoğu imamlara göre mekruh sayılmıştır.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Zeyd b. Sabit (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Namazın efdalı (en üstünü ve faziletlisi), kişinin kendi evinde kıldığı na­mazdır; ancak farz namazlar müstesna.."[165]

Hz. Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden (namazın mescidde kılınmasıyla, evde kılınması hakkında) sordum. Buyurdu ki:  

"Ama kişinin kendi evinde kıldığı namaz nurdur. O halde evinizi nurlandırın!"[166]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz mescidde namazını kılıp yerine getir­dikten sonra, namazından kendi evi için de bir nasip (pay) ayırsın. Çünkü Cenab-ı Hak onun evinde kıldığı na­mazından bir hayır meydana getirir."[167]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Evlerinizi kabirler yap­mayın. Çünkü gerçekten şeytan, içinde Bakara Suresi oku­nan evden kaçar."[168]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Evlerinizde (de) namaz kılınız, onları kabir yap­mayınız!"[169]

Utban b. Malik (r.a.) anlatıyor:

"Ya Rasulallah! Dedim. Şüphesiz benim evimle bulun­duğum semt mescidi arasına (zaman zaman) sel giriyor. O bakımdan şunu arzu ediyorum: Evime şeref versende onun bir yerinde namaz kılsan ve ben de o yeri mescid ediney­im."

Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona:

"İleride öyle yaparım" buyurdu. Bir süre sonra onun evine geldi ve:

"Nerede namaz kılmamı arzu ediyorsun?" diye sordu.

Ravi diyor ki:

"Evimde münasip bir yere işaret ettim. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz kalkıp orada namaza durdu, biz de Onun arkasında saf olduk ve bize iki rek'at namaz kıldırdı."

Bu rivayete dayanıp istidlalde bulunanlara göre, nafile na­mazını cemaatle kılmak sahihtir. Ancak müctehid imamların tesbit, yorum ve ihticacları farklıdır.

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamların İstidlal Ve İctihadları

 

a) Hanefilere göre: Ramazan dışında nafile namazı cemaatle kılmak mekruhtur. Ancak Ramazan'da Teravih namazı nafile kapsamına girmekle beraber cemaatle kılınması meşru' kılınmıştır. O bakımdan nafile namazları cemaatle kılmamak ih­tiyata daha uygundur.[170]

Yine nafile namazları evde kılmak efdaldır. Rasulüllah (s.a.v.) bu konuda gösterişten uzak kalacağına işaretle şöyle bu­yurmuştur:

"Farz namaz dışında adamın kıldığı en faziletli ve üstün namaz, evinde kıldığıdır."[171]

Nitekim yapılan sahih rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efen­dimiz sabahın iki rek'at sünnetini evinde kılıp öylece Mescid'e ge­lirdi. Hem cemaatle namaz kılmak İslam'ın şeairindendir ve farz­lara, vaciplere mahsus bir sünnettir. Nafileler için meşru’ değildir. Sadece Teravih namazı bir istisna teşkil eder ki, o da Rasulüllah'ın (s.a.v.) fiiliyle sübut bulmuştur.[172]

b) Şafiilere göre: Kaza ve nafile namazlarda cemaat farz ve sünnet değildir.[173]

c) Hanbelilere göre: Tetavvuat, yani nafile namazlar, biri cemaatle, diğeri münferiden kılınmak üzere iki kısımdır. Cemaa­tle kılmanı, ay tutulma, güneş tutulma ve teravih namazlarıdır. Münferiden kılmanı ise, beş vakit farza tabi olan sünnetlerle diğer nafile namazlardır.

Sünnet ve nafile namazların ise evde kılınması efdaldır. Nitekim Rafi’ b. Hudayc (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendi­miz Beni Abdi'l-Eşhel kabilesine uğrayıp bize geldi. Akşam na­mazını kıldırdıktan sonra şöyle buyurdu:

"Akşamın iki rek'at sünnetini evinizde kılınız."[174]

d) Malikilere göre: Nafile namazları gece veya gündüz cemaatle kılmakta bir sakınca yoktur. Bunun gibi adam kendi evinde nafile namazları ev halkıyla cemaat halinde kılabilir.[175]

 

Tahliller Ve Rivayetler

 

Nafile namazlar evde cemaat halinde kılınabilir diyenlerin dayandıkları birtakım rivayetler vardır:

a) İbn Abbas (r.a.) diyor ki:

"Bir gece Rasulüllah'ın (s.a.v.) ar­kasında durup namaz kıldım; ancak Onun sol tarafında durmuş bulunuyordum; O başımı tutup beni sağ tarafına doğru çekip götürdü."[176]

b) Enes b. Malik (r.a) diyor ki:

"Ben ve evimizde (büyüttüğümüz) yetim bir çocuk annem Ümmü Süleym'le birlikte Resulüllah'ın arkasında cemaat olup namaz kıldık. Biz iki çocuk Resulüllah’ın arkasında, annem de bizim arkamızda durmuş bir halde Resulüllah'a uyduk."[177]

Bu iki rivayet sahih olmakla beraber kılınan namazın nafile olduğu İbn Abbas rivayetinden anlaşılıyorsa da, ikinci rivayetten anlaşılmıyor. Hem bunlar haber-i vahid olduğundan müctehidlerin çoğu delil olarak seçmemiştir. Sadece İmam Malik bu rivayetlerle istidlal etmiştir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İster farzlara bağlı sünnetler, isterse diğer nafile namaz­lar olsun, bunlar cemaatle kılınmaz; cemaatle kılınmasında kera­het vardır.

2- Nafile namazlardan Teravih, Ay Tutulma ve Güneş Tutul­ma namazları cemaatle kılınır, bunda kerahet yoktur. Bu, Hanbel­ilere göredir.

3- İmam Malik'e göre, nafile namazlar gece olsun, gündüz ol­sun cemaatle kılınabilir. Özellikle  adamın kendi evinde ev halkıyla cemaat olup kılmasında bir sakınca yoktur.

 

Namaz Kılınması Mekruh Olan Vakitler

 

İslam, Allah'ın insanlara en son mesajı olarak yepyeni hükümlerle, kalıcı müeyyidelerle donatılmış ve furuatta, ahkam­da diğer dinlerden ayrı hükümler getirmiş ve kötü adet ve gele­neklerden ayrılıp ruha taze gıda veren esas ve prensipler koy­muştur.

O bakımdan, Allah'a ortak koşan müşriklerin Allah'tan başkasına ibadet ettikleri vakitlerde müslümanların namaz kılmasını yasaklamış ve bunun için birtakım kerahet vakitlerini belirlemiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İkindi farzından sonra güneş batıncaya kadar hiçbir namaz (meşru) değildir. Aynı za­manda sabah farzından sonra güneş doğuncaya kadar hiçbir namaz yoktur"[178]

Diğer bir anlatım ve lafızla şöyle buyurulmuştur:

"İki namazdan sonra namaz yoktur: Sabah na­mazından sonra güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar.."

Ömer b. Hattab (r.a.) den yapılan rivayete göre, "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar; ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar namaz kılmayı yasaklamıştır."[179]

Amr b. Absete (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Peygambere (s.a.v.):

"Ya Nebiyyellah! Bana namazdan sözet" dedim. Buyurdu ki:

"Sabah namazını kıl, sonra güneş doğup yükselinceye kadar namaz kılma, bekle. Çünkü gerçekten güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğmaktadır ki o sırada kafirler ona secde ederler. Sonra namaz kıl, zira namaz meşhûd ve mahdûrdür (yani melek­ler ona şahid olup hazır olurlar).Ta ki gölge yerinde ti­treşip (dikey mızrak misali) sağa sola meyletmediği vakte kadar (istediğin takdirde namaz kılabilirsin). Güneş tam istivaye gelince, o sırada Cehennem iyice köpürüp kızışır. Gölge (doğuya)   doğru yönelince namaz kıl. Çünkü gerçekten namaz meşhûd ve mahdûrdür. İkindi vaktine ka­dar (istediğin kadar namaz kılabilirsin), İkindi farzını kılınca, güneş bâtincaya kadar namaz kılma. Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasında guruba gider ki o sırada ka­firler ona secde eder."[180]

Ukbe b. Amir (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bizi şu üç vakitte namaz kılmaktan ve ölülerimizi defnet­mekten men'etti:

1- Güneş çıkıp belirginleşerek yükseldiği zaman,

2- Öğleye doğru istivaye gelip (herşeyin gölgesinin titreşip kaldığı) vakit;

3- Guruba yönelip batıncaya  kadar geçen süre içinde..[181]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îctihadları

 

a) Hanefilere göre: Mekruh olan üç vakit var ki, o va­kitlerde farz, vacib ve nafile olarak hiçbir namaz kılınmaz:

1- Güneş doğup bir mızrak (35-45 dakikalık süre) boyu yükselinceye kadar,

2- Güneşin gök kubbesinin ortasına gelip her şeyin gölgesinin titreşip durduğu istiva vaktinden batıya meyledinceye kadar geçen süre içinde,

3- İkindiden sonra güneşin sararıp gözün ferini almayacak duruma geldiği vakitten batıncaya kadar geçen süre içinde. Ancak o günün henüz eda edilmeyen ikindi farzı kerahetle kılınır.[182]

Hanefiler bu konuda Ukbe b. Amir hadisiyle istidlal etmişlerdir.                             .

Sözü edilen bu üç vakitte nafile namaz kılmak tahrimen mekruhtur. İsterse o nafile namaz bir sebebe dayansın; abdestten sonra tavsiye edilen iki rek'at namaz, tahiyyetü'l-mescid namazı gibi.

İmam Ebu Yusuf’a göre, istiva vaktinde nafile kılmak mek­ruh değildir.

Ayrıca fecir doğduktan sonra sabahın iki rek'at sünnetinin dışında nafile kılmak da mekruhtur. Aynı zamanda sabahın farzından sonra da nafile kılmak mekruh sayılmıştır. Bunlar gibi ikindi farzından sonra, isterse güneş sararmarmş ve gözün ferini alacak kadar parlak olsun yine de nafile namaz kılmak mekruh­tur.

Akşam farzından önce de nafile kılmak mekruhtur. Bunun gibi, cuma günü hatip hutbeye çıktığı andan namaz kıldırıncaya kadar geçen süre içinde nafile kılmak mekruh sayılmıştır.

Farz namaz için ikamet getirildiğinde, sabah sünneti müstesna olmak üzere, nafile kılmak keza mekruhtur. Bayram namazından önce evde; sonra ise camide nafile kılmak da kerahet kapsamına girmektedir. Hac günlerinde Arafat ile Müzdelife arasında akşam namazı yatsı vaktine geciktirilir ve bu iki farz arasında nafile kılınmaz, kerahet söz konusudur.

Bunlardan başka, sofra hazır olduğunda, küçük veya büyük abdes sıkıştırdığında, farzı eda etmek için vakit daraldığında da nafile kılmak mekruhtur.[183]

b) Şafiilere göre: Mekke haremi dışında istiva vaktinde, güneş doğunca, sabah farzından sonra güneş doğup yükselinceye kadar, ikindi farzından sonra, güneş sararıp batıncaya kadar na­maz kılmak mekruhtur. Ancak belli sebebe dayanan namazlar bu genellemenin dışında kalır: Kaçırılan farz namaz, güneş tutulma namazı, tahiyyetü'l-mescid namazı, şükür secdesi, başlanıp da bozulan nafilenin kazası bu cümledendir.[184]

c) Hanbelilere göre: Sabah namazından sonra güneş doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar, güneş gök kubbesinin or­tasına gelip her şeyin gölgesinin titreşip yerinde kaldığı (istiva) zamanı ve bir de ikindi farzından sonra güneş batıncaya kadar geçen süre içinde namaz kılmak mekruhtur.

Ancak kazaya kalmış namazları; ister mutlak, isterse mukayyed olsun nezir (adak) namazları, tavaf namazı, cenaze namazı bu genellemenin dışında kalır, yani bunlar için kerahet vakti söz konusu değildir.[185]

d) Malikilere göre: Hadislerde belirtilen üç vakitte namaz kılmak men'edilmiştir: Sabah namazından sonra güneş doğup yükselinceye kadar; istiva vaktinde ve bir de ikindi farzından son­ra güneş batıncaya kadar..[186]

 

Tahliller Ve Rivayetler

 

Bu konuda ondan fazla sahih rivayet vardır. Onlardan bir kısmını nakletmekte yarar görüyoruz:

Taberani'nin Abdullah b. Amr (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sabah farzından sonra güneş doğuncaya kadar ve ikindi farzından sonra güneş batıncaya kadar namaz kılmayın."

Taberani'nin Zeyd b. Sabit (r.a.) den yaptığı rivayete göre:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ikindi farzından sonra namaz kılmayı men'etmiştir."

Tirmizi'nin Seleme b. Ekva' (r.a.) den yaptığı rivayete göre:

"Rasulüllah (s.a.v.) her farz namazdan sonra mutlaka iki rek'at nafile kılardı; ancak sabah ve ikindi farzından sonra kılmazdı."

Cumhur da sabah ve ikindi farzlarından sonra namaz kılmanın mekruh olduğunu belirtmiştir. İmam Nevevi ise bu hu­susta ittifak hasıl olduğunu söyler. Hafız İbn Hacer de aynı görüştedir. Ancak seleften bir cemaatin, mekruh vakitle ilgili hükmün kaldırıldığını iddia ettiğini nakletmekte ve bu hususta geniş bilgi vermektendir. Zahiriler de bu husustaki nehyin mensuh olduğuna kaildirler.

İmam Şafii ise, bu iki vakitte bir sebebe dayanan namazlar kılınabilir, demiştir.[187]

Bunların delili, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin kaçırdığı öğle sünnetini ikindi farzından sonra kılmasıdır.

İbn Hazm ise, kerahetle ilgili hükmün nesh edildiğini belirt­miş ve şu hadisin nasih olduğunu iddia etmiştir:

"Sabah farzından bir rek'ate -henüz güneş doğmadan- yetişen kimse ve güneş henüz batmadan ikindi farzından bir rek'ate yetişen kimse (o namaz yetişmiş sayılır.)"

Oysa bu hadis, vaktin geciktirilen farzıyla ilgilidir, diğer na­mazlarla ilgili değildir. O bakımdan kerahet hükmünü neshettiği söylenemez.

Hz. Aişe'nin (r.a.) azadlı kölesi Zekvan'ın yaptığı rivayete göre: Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz hem ikindi farzından sonra namaz kılar, hem de (başkasını ondan) men'ederdi. Aynı zamanda oruç tutup itftar etmed­en ikinci gün oruca başlardı ve visali (iftar etmeden iki günü birbirine bağlayarak oruç tutmayı) men'ederdi."

Bu rivayetin senedinde Muhammed b. İshak'ın, Muhammed b. Amr b. Ata'dan yaptığı rivayet söz konusudur ki, Muhammed b. Amr hakkında birtakım sözler söylenmiştir. O bakımdan bu rivay­ete pek itibar edilmemiştir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Sabah  farzından güneş  doğup  yükselinceye, ikindi farzından, güneş batıncaya kadar namaz kılmak tahrimen mek­ruhtur. Aynı zamanda istiva vaktinde de namaz kılmak mekruh­tur.

2- Sözü edilen bu üç vakitte farz, vacib ve nafile namazlar­dan hiç biri kılınmaz. Ancak geciktirilen ikindi farzı kerahetle kılınır.

Bu, daha çok rey tarafdarı olan imamlara göredir.

3- Fecir doğduktan sonra sabah sünnetinden başka nafile namaz kılmak; sabah farzından sonra nafile namaz, akşam farzından önce nafile namaz kılmak mekruhtur.

4- Belirtilen bu iki vakitte kaza namazı kılmak mekruh değildir.

5- Bir sebebe dayanan namazları sözü edilen kerahet vakit­lerinde kılmakta bir sakınca yoktur. Bu, daha çok İmam Şafii'nin ictihadıdır.

6- Nezir, tavaf, cenaze ve benzeri belli sebebi olan namazlar için kerahet vakti yoktur, her zaman kılınabilir. Bu, Hanbelilere göredir.

7- Zahirilere göre: Mekruh olan vakitlerle ilgili hüküm neshedilmiştir. O bakımdan farz, vacib ve nafile namazlar her zaman kılınabilir.

 

Tilavet Ve Şükür Secdesi

 

Tilâvet'ten maksat, Kur'an'da geçen secde ayetlerinin okun­ması ve o sebeple Cenab-ı Hakk'a secde edilmesidir.

Müctehidlerden bir kısmına göre, Kur'an'ın 15, bir kısmına göre ise 14 yerinde secde ayeti geçmektedir. Aradaki fark, Hac Suresinde bir mi, yoksa iki mi secde ayeti bulunduğundan kaynaklanmaktadır. İmam Malik’e göre 11 yerde geçer.

Kur'an'dâki secde ayetlerini okuyan veya okunduğunu duy­an mü'minlerin abdestli bir vaziyette Allah'a secde etmeleri vâcib olur. Zira sözü edilen ayetlerde ya doğrudan, ya da dolayısıyla sec­de emredilmektedir. Şüphesiz ilahi emre uymak vücubu gerektirir ve aklı başında olan ergen her müslümana da yakışan ancak böyle yapmasıdır. Zira Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Kulun Cenab-ı Hakk'a en yakın olduğu zaman, secdede bulunduğu an­lardır" buyurarak, secdenin önemini ve lüzumunu belirtmiştir. Namaz ibadetinin dindeki yerinin önemi ve yüksek fazileti de bir yönüyle içendeki secdeden dolayıdır.

 

Kur'an'da Secde Ayetlerinin Yer Aldığı Sureler

 

1- Â'raf: 7/206.

2- Ra'd: 13/15.

3- Nahl: 16/48.

4- İsra: 17/107.

5- Meryem: 19/58.

6- Hac: 22/18.

7- Furkan: 25/60.

8- Neml: 27/25.

9- Secde: 32/15.

10- Sad: 38/24.

11- Fussilet: 41/38.

12- Necm: 53/62.

13- İnşikak: 84/21.

14- Alak: 96/19.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Amr b. As (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona, Kur'an'dan onbeş secde ayeti okut­muştur. Onlardan üçü mufassal (Necm, İnşikak, Alak) sure­lerdedir; ikisi de Hac suresindedir."[188]

İbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) ve'n-Necm suresini okudu ve secde etti, onunla be­raber bulunanlar da secde ettiler; ancak Kureyş'ten bir şeyh (yaşlı adam veya kabilenin ileri geleni) secde etmedi, o sadece yerden bir avuç kumlu çakıllı toprak alıp alnına doğru yükseltti ve "Bu bana yeter" dedi.

Ravi Abdullah diyor ki:

"Ben o adamın bir süre sonra kafir olarak öldürüldüğünü gördüm."[189]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Necm suresini okuyup secde etti; Onunla birlikte müslümanlar, müşrikler, cin ve ins hepsi secde ettiler."[190]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:                                                                      

"İnşikak suresi ile Alak suresi okunduğunda Peygam­ber (s.a.v.) Efendimizle birlikte secde ettik."[191]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz minber üzerinde bulunduğu bir sırada Sad suresini okudu, secde ayetine gelince minberden inip secde etti ve insanlar da onunla birlikte secde ettiler. Başka bir gün ise, yine Sad suresini okudu ve secde ayetine gelince orada bulunanlar bir tarafa meyledip secdeye hazırlandılar. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz onlara: "Bu ancak bir peygamberin tevbesiyle ilgili bir sec­dedir; ama sizin bir tarafa secde için meyledip hazırlandığınızı görüyorum" buyurdu ve minberden inip secde etti, oradaki insanlar da onunla birlikte secde ettiler."[192]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının Îstidlal Ve Îctihadları

 

a) Hanefîlere göre: Kur'an'ın 14 yerinde geçen secde ayet­leri okunduğu zaman, hem okuyanın hem de işitenin ve dinleye­nin -isterse dinlemeyi kasdetsin, isterse etmesin- secde etmesi vacib olur.[193]

Secde ayetinin tamamını veya yarısını, ya da çoğunu "secde" kelimesiyle birlikte okuyan kimsenin secde etmesi keza vacib olur.

Okunan secde ayeti ister Arapça, ister başka bir dile çevrilmiş şekliyle tilavet edilsin fark etmez; yani her iki durumda da secde gerekli olur.

Namazda imam secde ayetini okursa, hem onun, hem de ce­maatin secde etmesi vacib olur. Cemaatten biri okursa, ne kendisi­nin, ne de imamının secde etmesi gerekir. Ancak İmam Muhammed'e göre, namaz kılındıktan sonra o kimsenin secde etmesi gerekir.

Namaz dışındaki kimse, ister namaz kıldıran imamdan, is­terse cemaatten birinden secde ayetini işitirse, kendisinin secde etmesi vacib olur.[194]

Sureyi okuyup secde ayetini atlamak mekruhtur.

Namazda içinde secde ayeti bulunan sure okunur da secde ayetiyle zamm-ı sure noktalanırsa ayrıca secde etmeye gerek kal­maz, mücerred rüku'a gitmek ve arkasından secde etmek kafî ge­lir.        

b) Şafîileri göre: Tilavet secdesi sünnettir ve secde ayetleri Kur'an'ın 14 yerinde geçer. İkisi Hac suresindedir. Sad süresinde­ki ise, şükür secdesidir. O bakımdan şükür secdesi namaz dışında okunursa secde etmek müstehab olur. Namaz içinde ise ondan do­layı secde edilmez.

Namazda imanı secde ayetini okursa, hem onun, hem de ce­maatin secde etmesi sünnet olur. Namaz dışında secde ayetini okuyan veya işiten kimse, secdeye niyet ederek ellerini kaldırır, tekbir getirir ve namaz secdesi gibi secde eder. Zira tilavet secde­sinde tekbir getirmek şarttır.[195]                                .

c) Hanbelilere göre: Secde ayeti 14 yerdedir. Bu tesbit aynı zamanda Ebü Bekir, Ali, İbn Mes'ud, Ammar, Ebu Hüreyre, İbn Ömer (Allah hepsinden razı olsun) ve tabiinden bir cemaatin kav­lini yansıtmaktadır.

Tilavet secdesi ancak abdestli yapılır. Öyle ki, nafile namaz kılmak için şart olan ne ise, aynı şeyler tilavet secdesi için de şarttır.                                                           

Abdestsiz veya cünüp kimse secde ayetini işitirse, hemen onun için abdest alması veya gusletmesi gerekmez ve bu durumda secde etmesi de sünnet değildir.

Secde için tekbir getirilir ve secdeden kalkılınca selam veri­lir. Mekruh sayılan vakitlerde tilavet secdesi yapılmaz. Tilavet secdesi müekked sünnettir; yerine getirilirse hasendir, terkedilirse bir şey lazım gelmez.[196]

d) Malikilere göre: Kur'an'ın 11 yerinde secde ayeti vardır. Mufassal olan üç suredeki secdeyle ilgili ayet, tilavet secdesi kap­samına girmemektedir.

Secde ayetini okuyan kimsenin ister namazda, ister namaz dışında olsun secde etmesi müstehabdır. Abdestsiz kimsenin secde ayetini okumaması daha uygundur.[197]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

185 nolu Amr b. As hadisini aynı zamanda Darekutni ve Ha­kim tahric etmişlerdir. el-Münzeri ve Nevevi hasenlerken, Abdulhak ve İbn Kattan zayıf saymışlardır. Zira isnadında meç­hul olan Abdullah b. Metin el-Küllabi buluyor, aynı zamanda tanınmayan, maruf olmayan Hars b.Said el-Itki el-Mısri ondan ri­vayet etmiştir.[198]

Secde ayetlerinin sadece 11 olduğunu mufassal surelerde geçen üç ayetin secdeyle ilgili bulunmadığını iddia edenlere ge­lince. Onlar bu konuda İbn Abbas'ın (r.a.) şu rivayetiyle ihticacda bulunmuşlardır: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz Medine'ye göç edip geldiğinden beri mufassalda geçen secde ayetlerini okurken secde etmedi."[199]

Bu rivayetin isnadında Ebu Kudame el-Hars b. Ubeyd ve bir de Matar el-Varrak bulunuyor ki, bu iki zatın zayıf olduğu ve rivayetleriyle ihticacın sahih olmadığı belirtilmiştir.

Zehebi, Matar ismi üzerinde durmuş ve şu bilgiyi vermiştir: İbn Sa'd'e göre, onun rivayetinde zaaf vardır. Ebu Hatim'e göre: Bu zat zayıftır. Ahmed b. Hanbel ile Yahya da onun zayıf olduğunu söylemişlerdir.[200]

187 nolu İbn Abbas hadisi, 188 nolu Ebu Hüreyre hadisi, 189 nolu Ebu Said hadisinin isnadları sahihtir ve istidlal ve ihticaca elverişlidir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kur'anda secde ayetleri, Hanefî, Şafii ve Hanbeli imam­larına göre 14, İmam Malik'e göre, 11'dir.

2- Tilavet secdesi vacibdir. Bu Hanefilere göredir.

3- Tilavet secdesi sünnettir. Bu, Şafii ve Hanbeli imamlarına göredir. İmam Malik'e göre, müstehabdır.

4- Tilavet secdesi dört mezhebe göre de abdestli yapılabilir.

5- Tilavet secdesi, namazdaki secde ölçüsünde yapılır, bir defa baş (alın) yere konularak kaldırılır.

6- Tilavet secdesinde tekbir getirmek şarttır. Bu, İmam Şafii'ye göredir.

7- Tilavet secdesi yapılıp baş kaldırılınca selam verilir. Bu, Hanbeli imamlarına göredir.                                       

8- "Secde ayetini okuyanın da, işitenin de, dinleyenin de sec­de etmesi, vacibdir" diyenlere göre vacib, "sünnettir" diyenlere göre sünnettir.

9- Namazda imam secde ayetini okursa, hem kendisinin, hem de cemaatinin secde etmesi vacib veya sünnet olur.

10- İçinde secde ayeti bulunan sureyi okurken secde ayetini atlamak mekruhtur.

11- Secde ayetini işiten kimse, abdestsiz ise, bunun için abdest alması gerekmez. Bu, Hanbeli imamlarına göredir.

12- Secde ayetini okuyan kimsenin abdesti yoksa, abdest alıp secde etmesi gerekir. Bu, daha çok Hanefî imamlarına göredir.

 

Şükür Secdesi

 

Şükür: Verilen nimetten, elde edilen başarıdan, sevindirici haberden, vücutta duyulan ağrı, sızı ve hastalıktan kurtulup şifa bulmaktan, karşılaşılan bir felaketi savmaya muvaffak olmaktan, sevdiğine kavuşmaktan, korktuğundan kurtulup güvene kavuşmaktan, sıkıntıları ve üzüntüleri atmaktan dolayı Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve keremini, inayet ve rahmetini, tecelli eden hiday­etini düşünerek O'nun huzurunda başı yere eğip alnı zeminin üzerine koymak suretiyle secde etmekten ve Yüce Rabbımızın yardım ve lütfunu bizden yana artırmasını dilemekten ibarettir.

İslam'ın özelliklerinin başında gelen güzel hasletlerden biri de, hemen her konuda Cenab-ı Hakk'ı hatırlamamızı, O'nun son­suz kudretinin damgasını müşahede ederek O'na hamd etmemizi, verdiği sayısız nimetleri hatırladıkça O'na şükretmemizi telkin ve tavsiye etmesidir.

Şüphesiz bu durumda mü'minin her hali ve işi hayra yönelir ve hayırla sonuçlanır. Ayrıca ruhunda gelişme ve arınma, kal­binde irfan, yüzünde letafet başlar ve onun yüzünde tezahür eden bu ilahi letafeti görenler, ister istemez Allah'ı hatırlar.

Aklını kullanan bir fani için bundan daha büyük bahtiyarlık ne olabilir?

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Bekre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, kendisini sevindiren ve müjde anlamında kendisine verilen haberden dolayı Allah'a şükür olsun diye yere kapanıp secde ederdi."[201]

Buna yakın bir rivayeti Ahmed b. Hanbel şu lafızla nakletmiştir:

"Ebu Bekre (r.a.), şuna şahit olmuştur kî, Rasulüllah'ın (s.a.v.) düşmanına karşı gidip savaşan askerinin zafer sağladığı kendisine müjdelendjğinde, mübarek başını Hz. Aişe'nin (r.a.) dizi üzerine koyup uzanmış bir halde idi, bu müjde üzerine hemen kalkıp yere kapanarak secde etti ve secdesini uzattı. Sonra başını secdeden kaldırıp kendine ait yüksekçe kısma geçerek kıbleye yöneldi."[202]

Abdurrahman b. Avf (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz (mescidden) çıkıp kendi­sine ait evin yüksekçe kısmına girdi ve kıbleye yönelerek secde etti; secdesini hayli uzattı. Sonra başını kaldırıp şöyle buyurdu:

"Şüphesiz Cibril bana geldi ve şöyle haber verdi: "Aziz ve Celil olan Allah sana buyuruyor ki, kim seni salat-u selam ile anarsa, ben de onu rahmet ve gufranımla anarım. Kim de sana selam verirse, ben de ona selam veririm." Bunun üzerine Allah'a şükür olsun diye secde ettim"[203]

Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) den yapılan rivayette şöyle an­latıyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte Medine'ye git­mek üzere Mekke'den çıkıp hareket ettik. Azvera mevkiine yakın bir yere geldiğimizde, Rasulüllah (s.a.v.) devesinden indi ve bir süre ellerini kaldırarak Rabbına dua ve niyazda bulundu. Sonra da yere kapanıp secde etti ve bir süre sec­dede kaldı; sonra secdeden kalktı ve ellerini bir süre kaldırdı (dua etti). Sonra yine yere kapanıp secde etti ve bunu üç defa tekrarladıktan sonra şöyle buyurdu:

"Doğrusu Rabbımdan dilekte bulundum, ümmetim için şefaat ettim. O, bana ümmetimin üçte biri(nin bağışlandığı haberi)ni verdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür olsun diye secde ettim. Sonra başımı kaldırdım, yine Rabbımdan ümmetimi (bağışlamasını) istedim. O, bana ümmetimin üçte birini de (bağışladığının müjdesini) ve.rdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür olsun diye secde ettim. Sonra secdeden kalkıp tekrar Rabbım'dan ümmetimi (bağışlamasını) diledim. O, ümmetimin son ka­lan üçte birini (de bağışladığının müjdesini) verdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür olsun diye secde et­tim."[204]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İctihadları

 

a) Hanefilere göre: Şükür secdesi mekruhtur. Zira Cenab-ı Hakk'ın nimetlerini saymamız mümkün değildir. Eğer O'nun her nimetine karşı şükür secdesi vacib olsaydı o takdirde her an, her lahza secde etmek gerekir. Çünkü ilahi nimetler kullarından yana çokça durmadan gelmekte ve birbirini izlemektedir.

Bu mezhebin diğer imam ve ilim adamları, bu görüş ve icti­hadın mensuh olduğunu söylemişler, delil olarak da Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden sonra ashabın ileri gelenlerinin şükür secdesi yaptıklarını göstermişlerdir. Mesela Yemame fethedildiği zaman Ebu Bekir (r.a.) Allah'a şükür olsun diye yere kapanıp secde etmiştir. Yermuk Savaşı zaferle sonuçlanınca Hz. Ömer (r.a.) şükür olsun diye yere kapanıp secde etmiştir. Hz. Ali’nin de (r.a.) bu anlamda secde ettiği bilinmektedir.

Böylece "şükür secdesi" Allah'a bir yakınlıktır ki kişi ondan dolayı sevaba erer.[205]

Bu konuda fetva, ikincilerin istidlal ve ictihadına göredir.

Abdurrahman el-Ceziri de, Hanefi mezhebine göre, şükür secdesinin müstehab kabul edildiğini ve müftabih kavlin bu olduğunu belirtmiştir.

Şükür secdesi, tilavet secdesi gibi bir defa yapılır ve ancak namaz dışında yapılması caizdir.[206]

O bakımdan namaz içinde bir nimeti veya savılan bir musibeti hatırlayarak şükretmekle na­maz bozulur, o namazı yeniden kılmak gerekir. Zira Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin namaz içinde şükür secdesi yaptığı vaki değildir. Ashab-ı Kiram da yapmamıştır.

b) Şafiilere göre: Şükür secdesi müstehabdır, yapılmasında bir sakınca yoktur. Çünkü bize kadar gelen rivayetlere göre, hem Rasulüllah (s.a.v.), Hem Ebu Bekir (r.a.), hem Ömer (r.a.), hem de Ali (r.a.) şükür secdesinde bulunmuşlardır.

Başkaları bu secdeyi inkar edip mekruh olduğunu söylüyorlar, biz ise Allah'a secde etmekte bir sakınca görmüyoruz.[207]

Bu mezhebe göre de, şükür secdesi ancak namaz dışında yapılır. Namaz içinda yapılırsa, namaz bozulur ve iadesi gerekir.

Şükür secdesi bir tek secde halinde yapılır.[208]

c) Hanbelilere göre: Nimet yenilendiği ve sıkıntı giderildiği zaman şükür secdesi yapmak müstehabdır. Şafii, İshak, Ebu Sevr ve İbn Münzir de aynı görüştedirler.

Oysa hem Rasulüllah'ın (s.a.v.), hem de ashabının şükür sec­desi yaptıkları rivayet yoluyla sabit olmuştur. Ancak namaz içinde şükür secdesi yapmak caiz değildir. Aksi halde namaz bozulur. Meğer ki unutur veya böyle yapmanın caiz olmadığını bilmeden yaparsa namazı bozulmaz.[209]

d) Malikilere göre: Şükür secdesi mekruhtur. Ancak bir nimete erişildiği veya bir sıkıntı ve musibet defedildiği zaman iki rek'at namaz kılmak müstehabdır.[210]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

201 nolu Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) hadisi üzerinde duran el-Münzeri, "Bunun isnadında Musa b. Yakub ez-Zemei bulunuyor ki bu zat hakkında bazı tesbit ve görüşler ortaya çıkmıştır.[211] Zehebi de bu zat üzerinde durarak şu bilgiyi vermiştir:

"İbn Mein onu sikadan saymıştır. Nesai ise onun kaviy olmadığını belirtmiş; Ebu Davud onun salih olduğuna dikkat çekmiştir. İbn Adiy de onun rivayetinde bir sakınca olmadığını söylemiştir.[212]

Bu konuda Ebu Davud'un Ebi Musa el-Eş'ari (r.a.) den yaptığı rivayette, Rasulüllah. (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Ümmetim, ümmet-i merhumedir (ilahi rahmete mazhar olmuş bir ümmettir.) Ümmetim üzerine ahirette azap yoktur; onun azabı dünyadaki fitneler, depremler ve öldürme olaylarıdır."

Bu hadisin isnadında Abdurrahman b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ud bulunuyor ki, hakkında hayli şeyler söylenmiştir. Ukayli, bu zatın ömrünün sonuna doğru iyice bozu­lup bunamaya yüz tuttuğunu ve o bakımdan hadisinde ıztırap bulunduğunu belirtirken, İbn Hibban, onun hadisinin karışık bir durum arzettiğini, ayırt etmenin çok zor olduğunu söylemiş ve terkedilmesinin daha uygun olduğuna dikkat çekmiştir.[213]

Bunun gibi 198 nolu Ebu Bekre hadisi üzerinde durul­muştur. Tirmizi onun "hasen ve garib" olduğunu belirtmiştir. An­cak isnadında Bekkar b. Abdilaziz bulunuyor ki, bu zat zayıf ka­bul edilmiştir. Nitekim el-Ukayli ve başkaları da aynı görüşü izhar etmişlerdir. Ancak İbn Mein gibi değerli bir hadis alimi, "O, salihü'l- hadistir" demiştir.

Zehebi bu zatla ilgili bilgi verirken, İbn Mein ile İbn Adiy'in görüşlerini nakletmiş ve İbn Adiy'in şöyle dediğini belirtmiştir:

"Bu, hadisleri yazılan zayıf ravilerden biridir. Ancak onun hadisi­ni nakletmekte bir sakınca görmüyorum."[214].

Bu tesbit ve görüşlerden çıkaracağımız sonuç şudur: Hem Ebu Bekre, hem de Sa'd b. Ebi Vakkas hadisiyle istidlal edilebilir.

200 nolu Abdurrahman b, Avf (r.a.) hadisine gelince: Bezzar ve İbn Ebi Asım bu hadisi tahric etmişlerdir. el-Ukayli ise bunu zuafa (zayıf raviler ve zayıf hadisler) arasında zikretmiştir.

Bu konuda İbn Mace'nin Enes (r.a.) den yaptığı rivayetin ise, senedinde zaaf ve ıztırap, vardır; o bakımdan istidlale salih değildir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bir nimete erişildiğinde veya bir sıkıntı ve musibet gide­rildiğinde, Allah'a şükür olsun diye secde etmek müstehabdır.

2- Şükür secdesi, tilavet secdesi gibi bir tek secde olarak yapılır..                                            

3- Tilavet secdesinde şart olan hususlar bunda da şarttır. 

4- Malikilere göre, mekruhtur. Ancak gerektiğinde şükür ol­sun diye iki rek'at namaz kılmakta bir sakınca yoktur.

5- Hanefi imamları bu konuda farklı ictihadda bulun­muşlardır. Ebu Hanife bunu mekruh sayarken, diğer imamlar müstehab kabul etmiştir.

 

Secde-i Sehv (Namazda Yanılma Secdesi)

 

İnsanın hem iç alemi, hem de dış alemi zıdların sürtüşüp tartıştığı alanlardır. İç aleminde nefsinde kümelenen hayvani duygularla, ruhunda yer alan meleki duygu ve sıfatlar; dış ale­minde ise, iç aleminde yer alan bu duyguları destekleyen şeytan ve melekler bulunuyor.

Böylesine karmaşık bir atmosfer içinde bulunan mü'min, ila­hi emre uyarak ibadetini, özellikle de namazı yerine getirirken iç ve dışında yer alan menfi kuvvetler daha çok harekete geçer ve birtakım vesvese doğurmaya çalışırlar. Ruhundaki manevi cev­herle iman ve akıl birleşirce, bu cereyanın önüne geçebilir ve tesi­rini gidermeye muktedir olurlar. İşte böyle bir ortamda mü'min namaz kılarken yanılabilir.

Gerçek böyle olunca da onun bu yanılmasıyla meydana gelen boşluk ne ile, nasıl doldurulabilir? İslam fıkhında "yanılma secde­si" diye çevirisini yaptığımız "secde-i sehv"in vücubu açılan bu boşluğu doldurur.

 

Konuyla İlgili Hadisler:   

 

Ebu, Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle anlatıyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki aşiy namazından (öğle ve ikindi) birini bize kıldırdı; iki rek'at kılıp sonra selam verdi. Arkasından kalkıp Mescid'de destek mahiye­tinde uzatılan tahtaya dayandı, sanki öfkeli bir hali vardı. Sağ elini sol elinin üstüne koyup parmaklarını birbirine kenetledi ve sağ yanağını sol elinin ayası üstüne koydu. Acele işi olanlar ise süratle Mescid'in kapısından çıktılar da şöyle dediler: "Namaz kısaltıldı". Cemaat arasında Ebu Bekir ile Ömer de bulunuyordu, ama (üstün saygılarından olsa gerek) Peygamberle konuşmaktan çekindiler. Cemaat arasında kendisine "Zü'1-yedeyn" denilen bir adam bulu­nuyordu; o:

"Ya Rasulallah! Unuttunuz mu, yoksa namazı kısalttınız mı?" diye sordu. Peygamber (s.a.v.):

"Ne unuttum, ne de namaz kısaltıldı" dedikten sonra ashabına döndü ve sordu:

"Zü'l-yedeyn'in dediği gibi bir olay mı oldu?" Onlar da:

"Evet..." diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ileri geçip terkettiğini kıldıktan sonra selam verdi; sonra tekbir getirip secde etti. Bu normal sec­desi gibi idi veya ondan biraz uzunca. Sonra başını kaldırıp tekbir getirdi. Sonra yine tekbir getirerek secde etti. Bu normal secdesi gibi idi veya biraz uzunca.. Sonra tekbir getirerek başını kaldırdı.

Bazan da (raviden) sordular, o da "Sonra selam verdi" dediği olmuştur.[215]

İmran b. Husayn (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ikindi namazını üç rek'at olarak kıldıktan sonra kalkıp evine gitti. (Diğer bir rivayette: Kalkıp odasına girdi.) Hırbak adında bir adam kalkıp peygamber'e (s.a.v.) doğru yaklaştı ki elinde uzun­luk (veya davar bağlamak için ip) bulunuyordu. Peygam­ber'e (s.a.v.) yaptığı hususu hatırlattı. Bunun üzerine pey­gamber öfkeli bir halde ve üstlüğünü yerde sürükleyerek çıkageldi ve cemaate yaklaşıp sordu:

"Bu adam doğru mu söylüyor?" Onlar da:

"Evet.." diye cevap verince, Peygamber (s.a.v.) bir rek'at daha kıldıktan sonra selam verdi ve arkasından iki secde yaptı ve tekrar selam verdi."[216]

Ata'dan yapılan rivayete göre, İbn Zübeyr (r.a.) akşam na­mazını kıldı ve (unutup) iki rek'atte selam verdikten sonra kalkıp Hacerü'l-esved'i istilam etmek istedi. Cemaat "sübhanellah" dedi. Bunun üzerine o: "Size ne oluyor?" diye sordu. Durumu öğrenince kalan bir rek'ati daha kıldı ve iki secde yaptı.

Ba durum İbn Abbas'a (r.a.) anlatıldığında şöyle dedi:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sünnetinden sapmamış, uzaklaşmamıştır."[217]

 

Hadislerin Işığında, Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İctihadları

 

a) Hanefilere göre: Kişi namaz kılarken yanılır da bir şey fazla veya noksan yaparsa, bundan dolayı namazın sonunda iki secde yapar. Ancak bu iki secdeyi yapacak kadar vaktin bulun­ması gerekir. Mesela sabah namazında yanılır da namazın sonun­da yanılma secdesi yapacağı zaman güneş doğarsa, kendisinden bu secdeler sakıt olur.

Yanılma secdesi, namazın sonunda iki tarafa selam verildik­ten sonra yapılır. Diğer bir görüşe göre, sadece sağ tarafa selam verilir ve arkasından yanılma secdesi yapılır. İki secdeden sonra teşehhüdde bulunur, yani et-Tehiyat okur ve peygamber (s.a.v.) Efendimize salat-ü selam getirir, öylece selam verir.

Yanılma secdesi, namazda rüku’ ve otururken bir ayet okumaktan veya bir rüknü öne almaktan veya geriye almaktan veya bir rüknü tekrar etmekten, ya da bir vacibi değiştirmekten veya unutarak terketmekten dolayı gerekir.[218]

Namazın ortalarında gelip imama uyan (mesbûk) da imamla birlikte yanılma secdesi yapar.        

b) Şafiilere göre: Farz olsun, nafile olsun namazda şu dört şeyden dolayı yanılma secdesi yapmak sünnettir: Namazda yapılması emredilen şeyin tamamını veya bir kısmını terketmek. Men'edilen bir şeyin tamamını veya bir kısmını işlemek.

Bu da sekiz yerde meydana gelebilir: Birinci teşehhüdde, teşehhüdde oturmada, kunutda, kunut için kıyamda, peygamber (s.a.v.) Efendimize salat-ü selamda, O'nun âline salat-ü selamda (bu da son teşehhüdde ve bir de kunuttan sonra terkedildiği tak­dirde yanılma secdesi sünnet olur) bunlardan bir kısmıdır.[219]

Bu mezhebe göre, yanılma secdesi teşehhüdden sonra selam verilmeden önce yapılır. O bakımdan teşehhüdün sonunda selam verdikten sonra yanılma secdesini hatırlarsa, artık vakti geçmiş olduğundan yapılmaz.[220]

c) Hanbelilere göre: Yanılma secdesinin beş şeyden dolayı Peygamber (s.a.v.) tarafından yapıldığı tesbit edilmiştir: Üç veya dört rek'atli farzın ikinci rek'atinde selam verince yanılma secdesi yapmıştır. Namazda bir fazlalık veya noksanlık yaptığında yine yanılma secdesinde bulunmuştur. İkinci rek'atte oturacağı yerde ayağa kalktığında yine yanılma secdesi yapmıştır.

Selam verdikten sonra kıldığı namazdan bir şey noksan bıraktığını hatırlarsa, dönüp noksan olanı tamamlar ve selam ver­dikten sonra iki yanılma secdesi yapar. Sonra teşehhüde oturur ve selam vererek namazdan çıkar.[221]

d) Malikilere göre: Namaz kıldıran imam, bir rek'at nok­san kıldırır ve hatırlamadan selam vererek namazdan çıkar; bu arada cemaatten biri ona: "Namazı noksan bıraktın, onu tamamla der, o da öteki cemaate bunun doğru olup olmadığını sorar, ce­maat de doğru olduğunu haber verirse, imam dönüp o cemaate bir rek'at daha kıldırır ve teşehhüdden sonra selam verir, sonra yanılma secdesi yapar ve tekrar teşehhüde oturup selam verir.

Münferiden kılan kimse, bir veya iki rek'at noksan kılar, onun bu durumunu gören bir kimse kendisini uyarır, o da yanındaki diğer insanlara onun doğru söylediğini soraysa, artık namazı hükümsüz olur, yeniden kılması gerekir.[222]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

212 nolu Ebu Hüreyre hadisi birçok tarikle rivayet edil­miştir. Hafız Selahuddin el-Alâî bunları biraraya getirip sadre şifa verecek bir açıklamada bulunmuştur. Böylece hadisin sahih olduğu, muhtelif tariklerden rivayeti ise ona kuvvet kazandırdığı ortaya çıkıyor. O bakımdan İmam Ebu Hanife, bu konuyla ilgili diğer hadisleri de dikkate alarak hepsinden bir sonuç çıkarmak suretiyle istidlal ve ihticacda bulunmuştur.

213 nolu İmran hadisi de sahihtir. Ebu Hüreyre hadisiyle bu hadis aynı namaz ve aynı olayı değil, ayrı ayrı yanılmaları gösteriyor.

214 nolu Ata' hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar tahric etmiş; Taberani de hem el-Kebir, hem de el-Evsat'ta zikretmiştir. İsnadındaki rical sahih kabul edilmiştir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salihtir.[223]

 

Namazda Şek

 

Kılmakta olduğu namazı iki rek'at mı, üç rek'at mı kıldığında veya üç rek'at ile dört rek'at arasında şüphe ederse, ne yapması gerekir? Şüphesiz bu hal namaz kılanların çoğunda mey­dana gelmekte ve birtakım tereddütlere yol açmaktadır.

İlgili hadisleri ve imamların tesbitlerini naklettikten sonra konu daha iyi anlaşılmış olacak ve tereddütler de kalkmış buluna­cak.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Abdurrahman b. Avf (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle diyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden işittim, buyurdu ki:

"Sizden biriniz namazında şek (şüphe) ederse, yanı bîr rek'at mi, iki rek'at mi kıldığını kesin bilmezse, bir rek'ât kılmış kabul eder ve öyle tamamlar. İki veya üç rek'at kıldığını bilmezse, onu iki rek'at kılmış kabul eder ve öylece tamamlar. Üç rek'atle dört rek'at arasında şek edip hangisini kıldığını bilmezse, onu üç kılmış kabul eder ve öylece tamamlar. Sonra da namazını bitirip oturmuş bir vaziyette henüz selam vermeden iki secde yapar."[224]

Ebu Said el-Hudri (r.a.) den yapılan rivayete göre, Ra­sulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz namazda şek (şüphe) eder de üç mü, yoksa dört rek'at mı kıldığını bilmezse, şüpheyi atsın ve kalbinin yatıştığına göre namazını bina etsin, yani tamam­lasın. Sonra da henüz selam vermeden (namazın sonunda) iki secde yapsın. Bu durumda eğer beş rek'at kılmış oluyor­sa, (iki secde yapmak suretiyle) onu çift rek'atli yapmış olur. (Çünkü iki yanılma secdesi bir rek'at yerine geçer.) Yok eğer dört rek'atli kılmış oluyorsa, (o iki secde) şeytanı zelil ve hakir kılmış olur."[225]

İbrahim'in Alkame'den, onun da İbn Mes'ud (r.a.) den yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namaz kıldırdı. (İbrahim diyor ki: Namazda bir şey fazla veya noksan yaptı). Selam verince, kendisine:

"Ya Rasulallah! Namazda bir olay mey­dana geldi.." denildi. O da:

"Hayır, o ne gibi bir olaydı?" diye sordu. Cemaat de:

"Şu kadar şu kadar namaz kıldırdın" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ayak­larını bulunduğu halden çevirip kıbleye yöneldi, iki secde yaptıktan sonra selam verdi. Sonra da yüzünü bize çevirerek şöyle buyurdu:

"Doğrusu şu ki, namazda bir şey ortaya çıkarsa, onu size haber verdim, ama ben de bir in­sanım, sizler unuttuğunuz gibi ben de unutabilirim. Unut­tuğum zaman bana hatırlatın. Hem sizden biriniz na­mazında şek (şüphe) ederse, (zann-i galibe göre) isabetli olanı seçsin de ona göre tamamlasın ve arkasından selam versin ve iki secde yapsın."[226]

Ebu Hüreyre (r.a) den yapılan rivayete göre, Peygamber (a.s) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki şeytan, ademoğluyla onun nefsi arasına girer de o ne kadar, kaç rek'at namaz kıldığını bilmez olur. Sizden biriniz böyle bir şüphe hissederse, (namazın sonunda) selam vermeden önce iki secde yapsın."[227]

Abdullah b, Cafer (r.a) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim namazında şek (şüphe) ederse, (namazın sonunda) selam verdikten sonra iki secde yapsın."[228]

 

Hadislerin Işığında Mezhap İmamlarının İstidlal Ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Namazında şek (şüphe) edip üç mü, dört mü kıldığında tereddüd meydana gelir ve bu halde ilk olarak vaki oluyorsa, o takdirde o namazı bozar ve yeniden kılar. Ama bu hal sık sık vaki oluyorsa o takdirde zann-i galibe göre amel eder, Zann-i galibde bulunamazsa, az olan tarafı ihtiyar edip ona göre namazını tamamlar ve namazın sonunda selam verdikten sonra yanılma secdesi yapar.

Son teşehhüde oturup et-tehiyyatı okuduktan veya selam verdikten sonra kaç rek'at kıldığında şek ederse, artık o şekke itibar edilmez ve namazı tamam kabul edilir.

Namazda iken kaç rek'at kıldığında şüphe arız olur da bir rükün geçecek kadar bir süre bunun üzerinde düşünür, sonra da kaç rek'at kıldığını kesin şekilde hatırlarsa bu düşünmesinden do­layı namazın sonunda yanılma secdesi gerekir.[229]

b) Şafiilere göre: Üç mü, dört mü rek'at kıldığında şüphe ederse, bir rek'at daha kılar ve namazın sonunda yanılma secdesi yapar. Hatta selam vermeden önce şüphesi zail olursa, yine de yanılma secdesi yapar. Sahih olan da budur.

Böylece üçüncü rek'atte iken üç ve dört rek'at kıldığında şüphe eder ve sonra aynı rek'atte üç kıldığını hatırlarsa, artık yanılma secdesi yapmaz. Ama dördüncü rek'atte böyle bir şüphe doğar ve az sonra dört rek'at kıldığını hatırlasa bile, yine de yanılma secdesi yapar.

Selam verdikten sonra bir farzı terkettiğinde şüphe ederse, artık bu şüphe onun namazına tesir etmez, yani namazı tamam kabul edilir:[230]

c) Hanbelilere göre: İmam kıldırmakta olduğu namazı kaç rek'at kıldırdığında şüphe ederse, zann-i galibe göre amel eder. Sonra da selamdan sonra secde eder. İmam Ahmed'den yapılan bir diğer rivayette, selam vermeden önce yanılma secdesi yapar.

Ancak bu mezhebin imamlarının çoğuna göre, ister imam, is­ter münferid olsun, namazda kaç rek'at olduğunda şüphe eder ve zann-i galib hasıl olmaz, her iki taraf eşitlik arzederse, yakin hasıl ettiğine göre amel edip namazını tamamlar ve selam vermeden önce yanılma secdesi yapar.[231]

d) Malikilere göre: Namazda fazla bir rek'at kıldığına zann-i galib hasıl olursa selamdan sonra; bir rek'at noksan kıldığına zann-i galib hasıl olursa, selamdan önce yanılma secdesi yapar.

Aynı zamanda kendisine yanılma secdesi gereken kimse, na­mazın sonunda selamdan önce ve sonra unutur da yanılma secdesi yapmazsa, o kendisinden sakıt olmaz, hatırladığı zaman yerine getirir.[232]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

221 nolu Abdurraliman b. Avf hadisi malûldür. Çünkü bunu İbn İshak Mekhul'den, o da Küreyb'den, o da İbn Abbas (r.a.) dan, o da Abdurrahman'dan rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel ise, aynı hadisi kendi müsnedinde İbn Aliyye'den, o da İbn İshak'dan, o da Mekhul'dan murselen rivayet etmiştir.

İbn İshak diyor ki:

"Hüseyin b. Abcüllah'la buluştum. O bana:

"Bunu sana isnad ederek rivayet edeyim mi?" diye sordu. Ben de:

"Hayır" dedim. Bu defa o bana:

"Ama siz bana onu Küreyb haber vermiştir diye tahdis edin" dedi, Hüseyin ise cidden zayıftır. Rivayetine pek itibar edilmez.

Sonra aynı hadisi İshak b. Rahuye ve Heysem b. Küleyb ken­di müsnedlerinde Zühri tarıkıyla Abdullah b. Abdillah'dan o da İbn Abbas (r.a.) dan muhtesaran rivayet etmişlerdir. Ancak bu ikisinin de isnadında İsmail b. Müslim el-Mekki bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[233]

Zehebi bu zat hakkında özetle şu malumatı vermektedir:

"Ebu Zür'a, onun zayıf olduğunu, Ahmed b. Hanbel ve diğer ilim adamları onun münkerü'l-hadis sayıldığını; Nesai ve diğer ha­dis alimlerinin, "o metrukü'l-hadistir" dediklerini söylemişlerdir.[234]

222 nolu Ebu Said hadisine gelince: İbn Münzir diyor ki:

"Bu babda en sahih hadis, Ebu Said hadisidir." Nitekim bu hadis le is­tidlal edenler olmuş ve namazda rek'at sayısında kalpte doğan şek ve şüpheyi atmak vacibtir ve yakin üzere tamamlamak daha uygun. Cumhur da bu görüştedir. Aynı zamanda yanılma secdesi­nin selam vermeden önce yapılmasının vücubu da bu hadisten is­tidlal edilmiştir.

223  nolu İbrahim b. Alkame hadisi de sahihtir; o bakımdan istidlale salih görülmüştür.

224 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir. Müctehidlerin bir kısmı bununla istidlal etmiştir ki, İmam Şafii onlardan biridir.

225 nolu Abdullah b. Cafer hadisinin isnadında Mus'ab b. Şeybe vardır. Nesai bu zat  için "Münkerü'l-Hadis" demiştir. İbn Main ise onu sıkat (güvenilir hadis ravileri) arasında anmıştır. Ahmed b. Hanbel ise, "Mus'ab birçok münker hadis rivayet etmiştir" diyerek sıka olmadığını belirtmiştir. Darekutni, onun kavi olmadığını söylemiştir.[235]

Son iki hadisi kuvvetlendirir mahiyette Beyhaki'nin Enes (r.a.) den yaptığı şu rivayettir: Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz namazında şek (şüphe) ederse, şekki atsın, yakın üzere kılıp tamamlasın."

Bu hadisin isnadındaki ricalin hepsi sıka (güvenilir) kimse­lerdir.

Birinci hadisi kuvvetlendirir anlamda Ebu Davud'un Abdul­lah b. Cafer'den yaptığı rivayet söz konusudur. Bu rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim na­mazında şek ederse, selam verdikten sonra iki secde yapsın."

Ancak yapılan ciddi araştırma ile, bu hadisin isnadında Mus'ab b. Umeyr bulunuyor. Nesai bu zatın münkerü'l-hadis olduğuna dikkat çekmiştir. Aynı zamanda isnadında Utbe b. Muhammed b. Haris bulunuyor. Iraki bu zatın maruf olmadığını be­lirtmiştir. Beyhaki ise, onun bu rivayetinde bir sakınca olmadığını söylemiştir.[236]

 

Çıkarılan Hükümler

             

1- Namazda kaç rek'at kıldığında şüpheye düşen kimsenin zann-ı galib ile amel etmesi gerekir. Ancak bu hal ilk defa vaki oluyorsa, namazı iade etmesi gerekir. Sık sık vaki oluyorsa, iade etmesine gerek yoktur. Kaç rek'at kıldığına daha çok kalbi yatışıyorsa ona göre kılıp tamamlar ve namaz sonunda yanılma secdesi yapar.

2- Namazın sonunda selam vermeden önce veya sonra kaç rek'at kıldığında şüphe ederse, artık o şüpheye itibar edilmez ve namaz tamam kılındı kabul edilir.

3- Namazda şek edip zann-ı galibe göre namazını tamamlay­an kimse, namazın sonunda selam verdikten sonra yanılma secde­si yapar ve bu vacibdir.

Bu üç madde Hanefilerin ictihadına göredir.

4- Namazda üç mü, dört mü kıldığında şüphe eder ve üç kıldığını kabul edip bir rek'at daha ilave eder ve namazın sonunda selam vermeden şüphesi zail olursa, yine de yanılma secdesi ya­par. Bu daha çok Şafîilerin ictihadını yansıtır.

5- Selam verdikten sonra şüpheye düşerse, artık o şüphe ile amel etmez. Bu, hem Hanefılerin, hem de Şafîilerin ictihadına göredir.

6- Yanılma  secdesi  selam  verilmeden  önce  yapılır. Bu Şafiilerle, Malikilerin ictihadıdır.

 

Cemaatle Namaz Kılmanın Gereği

 

İslam dini, ferdi cemaate bağlayarak, onu onlardan kopmaz bir parça yapar. Ferdin cemaatten ayrılmasına, meşru sınırlar içinde onlarla kaynaşmaktan uzak kalmasına cevaz vermez. Zira İslam'a göre, bir müslüman yalnız kendisi için var değildir ve sa­dece kendi çıkarı için çalışıp kazanmaz; aynı zamanda birçok önemli konularda kişisel çıkarını ön plana almaktan kaçınır; to­plumdan yana birtakım hayırlı hizmet verir. Böylece fert hem kendisi, hem ailesi, hem de İslam cemaati için vardır ve çalışır.

Namaz, oruç, zekat, hac, adak, keffaret ve benzeri ibadetle­rin hedeflerinden biri. belki en önemlisi, cemaatle kaynaşıp onlar­dan biri olmak ve ümmet yapısında kardeşlik düzeyinde sosyal ad­aleti sağlamaktır.

Bu sebeple İslam dini, günde beş vakit camiye gidip cemaat halinde namaz kılmayı müekked sünnet kılmış ve bu sünnete ri­ayet edenleri kat kat ecir ve sevapla müjdelemiştir.

Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ile ashabı bu sünnete önem ver­miş ve islam birliğini ve kardeşliğini pekiştirmişlerdir. Cami on­ların hem ibadet, hem kaynaşma, hem birlik kurma, hem de ilim ve irfan merkezi olmuştur.

O bakımdan müslümanın camiye, caminin de müslümana ih­tiyacı söz konusudur.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Münafıklara en ağır gelen namaz, yatsı ile sabah na­mazıdır. Eğer insanlar bu iki namazda ne (gibi sevap ve faziletlerin) bulunduğunu bilmiş olsalardı, emekleyerek bile olsa o iki namaza gelirlerdi.

And olsun ki, şöyle kasdettim: Kılınsın diye namaz ile emredeyim; sonra da adama, insanlara namaz kıldırması için emir vereyim ve sonra da yanlarında birer kucak odun taşıyan birtakım adamları beraberimde alıp namaza (cemaate) katılmayan, hazır olmayan kavmi (topluluğu)n evlerini ateşle yakıp üzerlerine (yıkayım)."[237]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Eğer evlerde kadınlar ve çocuklar olmasaydı, yatsı namazını kılarken gençlerimize emredeyim de evlerde bulunanları ateşle yaksınlar."[238]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre: A'ma bir adam Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelip:

"Ya Rasulallah! Beni camiye kadar elimden tutup götürecek bir kimsem yoktur" dedi ve evde kılması için ruhsat istedi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) o a'maya evinde namaz kılması için ruhsat verdi. A'ma dönüp gitmeye başlayınca Rasulüllah (s.a.v.) onu çağırdı ve sordu:

"Ezan sesini duyuyor musun?" O da:

"Evet duyuyorum" diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona:

"O halde çağrıya icabet et (yani mescide gel, cemaate katıl)" buyurdu. "[239]

Aynı olayı Amr b. Ümmi Mektum (r.a.) anlatıyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize dedim ki:

"Ya Rasulallah! Ben iki gözümden arızalıyım. Benim elimden tutup rehberlik eden bir kimse var ama bana uygun değildir, pek anlaşamıyoruz. O bakımdan evimde namaz kılmama ruh­sat vermeyi uygun görür müsünüz?"

Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) bana sordu:

"Nida, yani ezan sesini işitiyor musun?" Ben de:

"Evet, işitiyorum" dedim.

"O halde sana ruhsat vermeyi uygun görmüyorum" buyurdu. "[240]

İbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:                                            

"Cemaatle kılınan namazın, yalnız başına kılınan na­mazdan yirmi yedi derece üstünlüğü vardır."[241]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Adamın cemaatle kıldığı namaz, evinde ve sokağında yalnız başına kıldığı namazdan yirmi şu kadar derece üstündür."[242]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İctihadları

 

a) Hanefilere göre: Ezan sesini duyan müslümanlara, ona icabet etmeleri vacibdir. Ancak bu icabet camiye gitmek an­lamında değil, müezzinin dediklerini demek ve sonunda Vesile duasını okumak manasınadır.

Cemaatle namaz kılmak, aklı başında, hür ve kudreti yeten müslüman erkeklere vaciptir. Bir sıkıntı ve meşakkat söz konusu olmadığında cemaate katılmaları gereklidir.

O halde cemaate katılmak, kadınlara, ergen olmayan çocuklara, delilere, kölelere, yürüme kudreti olmayanlara, eli, ayağı kesik bulunanlara, güç ve takati kalmamış yaşlılara ve has­talara vacib değildir.

Cemaat en az iki kişiyle gerçekleşir, yani imamla birlikte bir kişinin bulunmasıyla cemaat oluşur ve namaz kılınır.

Bulunduğu semtteki camide cemaate yetişemiyen kimsenin yakınında başka cami varsa oraya gitmesi tavsiye olunur. Bunun­la beraber kendi semtindeki camide yalnız başına kılması da uy­gundur.[243]

Hanefilerin önemli bir kısmı buradaki vücubu, müekked sünnet manasına hamletmişlerdir.

b) Şafiilere göre: Cemaatle namaz kılmak, cuma hariç diğer beş vaktin farzını eda etmekte müekked sünnettir. Bazısına göre, farz-ı kifayedir. Ancak bu farz veya müekked sünnet erkek­ler hakkında caridir. Kadınlar için ne farz, ne de müekked sünnettir.

Ancak bu konuda yetkili fakih olarak bilinen Şeyhülislam Zekeriya el-Ensari diyor ki: "Kesinlik arzeden en sahih tesbite göre, cemaate katılıp namaz kılmak erkeklere farz-ı kifayedir. Kadınlar hakkında ise, cami ve mescidler haricinde, yani kendi evlerinde kılmaları daha uygundur.

İmam henüz selam vermeden ona ulaşan kimse, cemaate katılmış ve sevabına ermiş sayılır. Sahih olan da budur.

Soğuk, aşırı sıcak, yağmur, çamur, hastalık, çok yaşlılık gibi hallerde bu farz veya müekked sünnet kalkar.[244]                   

c) Hanbelilere göre: Beş vakit namazı cemaatle kılmak vacibdir, şart değildir. Aynı zamanda cemaatle namaz kılmak na­mazın sıhhatinin şartlarından değildir. Yalnız başına namaz kılan kimsenin namazı sahihtir.

Cemaat en az iki kişiyle gerçekleşir. Bu hususta ayrı görüş ortaya koyan olmamıştır. Aynı zamanda evde veya kırda-bayırda da cemaat olup namaz kılmakla bu vücup yerine gelmiş olur. Bazısına göre, bizzat camiye gidip oradaki cemaate katılmak vacibdir. Ancak bu durumda cami yakın olursa hüküm böyledir. Çünkü yeryüzünün her yanı temiz olduktan sonra bu ümmete mescid kılınmıştır. Nerede namaz vakti girerse, orada namaz kılabilirler.[245]

d) Malikilere göre: Cemaatle camilerde namaz kılmak müekked sünnettir.  Onlardan bir kısmı bunun farz-ı kifaye olduğunu söylemiştir. Ama birinci görüş ve tesbit daha meşhurdur.[246]

Namazın cemaatle kılınması hususunda hemen hemen dört mezhebin istidlal ve ictihadları bazı istisnalarla aynı noktada birleşiyor.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

234 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir ve istidlale salihtir.

235 nolu Ebu Hüreyre hadisinin isnadında Ebu Mi'şer bulu­nuyor ki bu zat zayıf sayılır. Zehebi onun isminden söz eder ken fazla bir bilgi vermemiştir.

237 nolu Amr hadisini aynı zamanda İbn Hibban ve Taberani de rivayet etmişlerdir.

238 nolu İbn Ömer hadisi sahihtir. Onu kuvvetlendiren bir diğer hadisi Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace, Ubey b, Ka'b (r.a.) den şöyle rivayet etmişlerdir:

"Adamın diğer bir adamla (cemaat olup) namaz kılması, yalnız başına kılmasından daha iyi ve faziletlidir. Adamın iki adamla (cemaat olup) namaz kılması, bir adam­la cemaat olup namaz kılmasından daha iyi ve faziletlidir. Artık cemaat ne kadar çok olursa, bu Allah yanında daha güzel ve daha sevimlidir."

Ayrıca Tirmizi'nin işarette bulunduğu ve lafzını İbn Seyyidü'n-nas'ın zikrettiği Muaz hadisi de bu konuda delil olarak gösterilmektedir. Hadis şöyledir:

"Cemaatle kılınan namazın, adamın yalnız başına kıldığı namazdan yirmi beş derece üstünlüğü vardır."

Bu rivayetleri kuvvetlendiren dört hadis daha rivayet edil­miştir. Çoğunda 25 derece zikredilirken, azında yirmi yedi derecedenilmiştir.

Bu cümleden olarak Ahmed b. Hanbel'in isnadını Şerik el-Kadı'ya ulaştırdığı rivayette de 27 derece olarak belirtilmişse de, bu hadisin hıfzında zaaf bulunduğu tesbit edilmiştir.[247]

Böylece ilim adamları, cemaatle kılınan namazın yalnız başına kılınan namazdan 25 derece ile 27 derece arasındaki farka dikkat çekerek hangisinin racih olduğu hakkında farklı yorum ve görüş belirtmişlerdir:

a) Bazısına  göre, 25 derece  ile  ilgili  olan  rivayetler çoğunluktadır; o bakımdan tercihe şayandır.

b) Bazısı ise, 27 dereceyle ilgili hadisi rivayet edenler adaletle isim yapmış hadis hafızlarıdır. O bakımdan tercihe daha uygun­dur.

Bu iki görüş arasında bir köprü kurmak isteyenler ise şöyle yorum getirmişlerdir:

1- Az olanı zikretmek, çok olanı olumsuz kılmaz.

2- Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize önce bu fazilet ve üstünlüğün 25 derece, sonra da 27 derece olduğu bildirilmiştir.

3- Bu fark, caminin uzaklık ve yakınlığıyla ilgilidir: Uzak olan camiye gidene 27 derece, yakın camiye gidene 25 derece sevap ve fazilet vardır.

4- Namaz kılan kişinin takva ve huşu'uyla ilgili bir farktır. Namazda daha çok saygı, edep ve huşu' içinde olana 27, daha az olana 25 derece ecir vardır.

5- Erken gitmekle ilgilidir: Cami ve cemaate daha erken gi­dene 27, daha sonra gidene 25 derece vardır.

6- Cemaatin çokluğuyla ilgilidir: Cemaati çok olana 27, az ola­na 25 derece ecir ve fazilet vardır.

7- 27 derece yatsı ve sabah namazıyla, 25 derece diğer üç vaki­tle ilgilidir.

8- Aşikar ve gizli kıraatle ilgilidir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Namaz için cami ve cemaate gidip katılmak müekked sünnettir.

2- Bir kısınma göre, farz-ı kifayedir.

3- Cemaate katılmak, onlarla birlikte olmak tslamın şiarı ve Hz. Peygamberin değişmeyen sünnetidir.

4- Çok yaşlılar, hastalar, gözleri arızalı olanlar, el ve ayağı kesik bulunanlar, kadınlar, deliler ve çocuklar hakkında bu sünnet kalkar. Ancak a'manın elinden tutup camiye götüren kim­se bulunursa ve o a'ma da ezan sesini duyacak kadar camiye yakınsa, cemaate katılması keza sünnettir.

5- Çok soğuk, çok sıcak, çok çamurlu günlerde, fırtına ve kasırga baş gösterdiğinde cemaati terketmekte bir sakınca yoktur.

6- Cami dışında herhangi bir yerde cemaat olup namaz kılmanın da fazileti büyüktür; aynı zamanda sünnet yerine getiril­miş sayılır. Çünkü arzın her tarafı temiz olduğundan bu ümmete mescid kılınmıştır. Ancak camiye gidip oradaki cemaate katılmanın ayrı bir yeri ve hikmeti söz konusudur.

7- Kadınlar, bir fitne endişesi olmadığı, camide erkekleri muhazat bakımından [248] müşkil duruma düşürmedikleri takdirde cemaate katılabilirler.

8- Çocukları, yani henüz temyiz çağına girmeyen küçükleri cami ve cemaate götürmek mekruhtur.

 

Kadınların Camiye Gitmesi ve Cemaate Katılması

 

İslamda cami ve cemaatin yeri ve önemi çok büyüktür. Aynı zamanda camiler İslam kültürünün merkezi sayılır. Cami, minare görmeyen, ezan sesi duymayan nesiller, dini kültür bakımından son derece cılız kalırlar.

Bugün hâlâ Rusya'da, Bulgaristan'da, Yunanistan'da, Yugos­lavya ve benzeri ülkelerde müslüman cemaat bulunuyor ve kendi dini kültürlerine göre hayatlarını sürdürebiliyorlarsa, bun­da caminin rolü çok büyüktür. Eğer o yerlerde cami, minare ve ezan olmasaydı, zamanla müslümanlar kendi dini kültürlerinden, adet ve geleneklerinden uzaklaşır ve birkaç nesil geçince şekil değiştirirlerdi.

Kadınların cami ve cemaate katılmasına gelince: Evdeki önemli işlerini aksatmadıkları, gidip gelirken bir fitne söz konusu olmadığı ve çocuklarının bakımına bir zarar getirmediği takdirde onların da cami ve cemaate iştirakinde bir sakınca yoktur. Çünkü nesli kendi kucaklarında yetiştirip şekillendiren annelerin de cami kültürüne ihtiyaçları vardır.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

İbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a. v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kadınlarınız geceleyin (akşam ve yatsı, bir de sabah namazı için) camiye gitmek için sizden izin isterlerse, onla­ra izin veriniz!"[249]

Diğer bir lafızla şöyle buyurulmuştur:

"Kadınları camilere gitmekten men'etmeyîniz. Evleri ise onlar için hayırlıdır."[250]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Hangi kadına bahur (buhur) tütsüsü (güzel koku) dokunur (böyle bir koku sürünür)se, bizimle birlikte son işaye (yatsı namazına) hazır olmasın."[251]

Ümmü Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kadınlar için en hayırlı mescidler, onların evlerinin uzantısındaki köşedir."[252]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri

 

a) Hanefilere göre: Kadınların, bir fitneye sebebiyet ver­diği takdirde cami ve cemaate çıkması mekruhtur. Fitne sözkonusu olmadğı takdirde cemaate katılmalarında bir sakınca yoktur.[253]

Ayrıca kadınlar kendi aralarında cemaat olup birlikte namaz kılabilirler. Ancak imam olan hanımın önde değil onların or­tasında durması söz konusudur. Nitekim Hz. Aişe'nin (r.a.) ikindi namazını, Ümmü Seleme'nin başka bir namazı onların arasında durmak suretiyle kıldırdığı vakidir. Ne var ki onların cemaat olup namaz kılmaları tenzihen mekruh sayılmıştır.[254]

b) Şafiilere göre: Erkeklerin cemaatle kılmasında olduğu gibi, kadınların da kendi aralarında cemaat olup namaz kılmaları müstehabdır.[255]

Kasani diyor ki: Şafiilerin müstehab dediği kadın cemaati hakkındaki hüküm, İslam’ın ilk yıllarında idi. Sonraları bu hüküm kaldırılmıştır. Özellikle genç kadın ve kızların camiye gitmesi, cemaate katılması mübah görülmemiştir. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) genç kadınları cami ve cemaatten men'etmiştir. Bunun da sebebi fitnedir. Yaşlı kadınların ise, camiye gitmelerinde ve cemaate katılmalarında bir sakınca yoktur.[256]

c) Hanefilere göre: Yanlarında mahremi bulunmayan kadınları cemaat edinip namaz kılmak mekruhtur. Ancak camilerde, cemaatin bulunduğu vakitlerde bunda bir sakınca yoktur. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, mescidde namaz kıldırırken o gibi kadınlar da cemaate katılmıştır. Hz. Aişe (r.a.) de diyor ki:

"Kadınlar Peygamber (s.a.v.) ile birlikte cemaat olup namaz kılarlar ve namaz bitince de örtülerine bürünerek çıkıp giderlerdi. Ancak kadının kendi evinde namaz kılması daha faziletlidir.[257]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

237 nolu İbn Ömer hadisi, Sahihayn'de "Evleri ise onlar için hayırlıdır" lafzı yoktur. Bu fazlalığı İbn Huzayme kendi sahihinde tahric etmiştir. Taberani de bu anlamdaki lafza yer vermiş ve onu isnad-i hasen ile rivayet etmiştir.

Ayrıca İbn Ömer ve onu müteakip hadisi kuvvetlendirir an­lamda bir hadisi Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmiştir:

"Allah'ın emetlerini (O'na kulluk eden kadınları) Al­lah'ın mescidlerinden men'etmeyiniz. Ancak kadınlar güzel koku sürünmedikleri halde cami ve mescidlere gitsinler."[258]

Böylece kadınların camiye giderken, cemaate katılırken güzel koku sürünmesi men'edilmiştir. Çünkü böyle bir davranış fitneye sebebiyet verebilir ve camide erkeklerin huzurunu bozabi­lir.

Nitekim Îbn Mes'ud'un eşi Zeyneb'den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz (kadınlardan biri) mescide gidip orada bu­lunmak isterse, güzel koku sürünmesin!"

Müslim'in rivayet ettiği bu hadis de yukarıdaki rivayetleri kuvvetlendirmektedir.

İbn Ömer hadisiyle istidlal edenler, aynı zamanda kadınların kocalarından izin almadan evlerinden dışarı çıkmalarının mekruh olduğunu belirtmişler ve kadınların cemaate katılmasının vacib olmadığını istinbat etmişlerdir. Zira eğer vacib olsaydı, kocalarından izin almalarına gerek kalmazdı.

240 nolu Ümmü Seleme hadisini aynı zamanda Ebu Yala tahric etmiştir, Taberani de el-Kebir'de ona yer vermiştir. Ancak isnadında İbn Lehbea bulunuyor ki bu zat üzerinde durulmuş ve birtakım görüşler ortaya konmuştur.

Ahmed ve Taberani'nin tesbit ve rivayetlerine göre: Ümmü Humayd es-Saidi (r.a.) Rasulüllah'a (s.a.v.)gelerek şöyle demiştir:

"Ya Rasulallah! Seninle birlikte (senin arkanda cemaat olup) namaz kılmak istiyorum." Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona şöyle buyurmuştur:

"Bilirsin ki, senin kendi evinde namaz kılman kendi hücrende namaz kılmandan hayırlıdır. Hücrende namaz kılman, bulunduğun evin he­rhangi bir yerinde namaz kılmandan hayırlıdır. Bulun­duğun evde namaz kılman, mescidde namaz kılmandan hayırlıdır. Kendi semtindeki cami ve mescidde namaz kılman, (büyük) cemaatin olduğa camide namaz kılmandan hayırlıdır."

Açıklama:

Burada geçen "beyt", ailenin barındığı çatı altı; "hücre", etrafı duvarla çevrili avlu; "dar" ise, evin kapsadığı saha demektir. Tabii bu isimlerin daha başka manaları da vardır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kadınların kendi aralarında cemaat olup namaz kılmaları Hanefilere göre tenzihen mekruhsa da Şafîilere göre müstehabdır.

2- Kadınların güzel koku sürünüp camiye gitmeleri, cemaate katılmaları mekruhtur.

3- Fitneye sebep olmadıkları takdirde kadınlar zaman za­man camilere gidebilirler ve cemaate katılabilirler.

4- Ancak kadınların evlerinde ibadetlerini yerine getirmeleri daha hayırlıdır.

5- Kadınlar camiye gitmek istedikleri zaman kocalarından izin istemelidirler.

6- Kadınlar camiye gidip cemaate katılmak istedikleri tak­dirde, erkeklerin gerisinde durmaları gerekir.

 

Camiye Sekinet Ve Vekarla Gitmek

 

"Sekinet" bu konuda, acele etmeyip vekarla, normal adımlarla gitmek anlamına gelir.

Müslüman her zaman, her yerde ağırbaşlı, vekarlı, sabırlı, temkinli, edepli, terbiyeli ve nezaketlidir. Düşmanla savaşırken bile o, edep ve nezaketini korur, ama cesaret ve enerjisini bütünüyle ortaya koyarak sonuç almaya çalışır.

İbadet her yerde sükûnet, huzur, gönül yatışkanlığı ister. Nasıl küçük ve büyük abdest bozma ihtiyacı hissedilince namaza durmak mekruhsa, cemaate yetişmek için camiye acele koşarak nefes nefese gitmek de öylece mekruhtur. Hem İslam dini, güzel ahlakı, malı, aileyi nasıl korumayı farz kılmışsa, sağlığı da ko­rumayı farz kılmıştır. Acele tıka-basa yemek yemeyi, bardaktaki suyu bir nefeste içmeyi mekruh saymıştır. Zira bu gibi hareketler sağlığı bozar. Camilere cemaate ulaşabilmek için de acele edip hızlı adımlarla yürümek, koşmak iki yönden zararlıdır: Biri, iba­deti huzurla, rahat bir davranışla kılmaya engel olur. Diğeri, kalbi yorar, özellikle yaşlı kişilerin kalp krizi geçirmesine sebep olabilir. Aynı zamanda yolda bir kazaya uğrama tehlikesi doğurabilir. Bunların da ötesinde, camiye gitmek ve cemaate katılmak üzere evinden, işyerinden çıkan kimse bir bakıma namazda sayılır. O sebeple hareketlerini ona göre ayarlaması tavsiye edilmiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Katade'den (r.a.) yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Birara Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte namaz kılarken bazı adamların nefes nefese ses çıkardıklarını duydu. Namazı kıldırınca onlara şöyle sordu:

"Size neler oldu da (öyle nefes nefese içeri girdiniz?)"

Onlar da:

"Namaza yetişmek için acele ettik" diye cevap verdiler. Pey­gamber (s.a.v.) onlara:

"Böyle yapmayın! Namaza geldiğiniz zaman sekinet ve vekarlı olmaya gerekli olun; sürat göstermeyin. Yetiştiğinizi kılın, kaçırdığınızı tamamlayın."[259]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İkaameti (veya ezanı) duyduğunuz zaman, sekinet ve vekara dikkat ederek na­maza doğru yürüyün, acele etmeyin. Yetiştiğinizi kılınız, kaçırdığınızı (kalkıp) tamamlayınız"[260]

Müslim'in rivayetinde ise, şu lafızla nakledilmiştir:

"Namaz için ikaamet getirildiği zaman, hiçbiriniz na­maza acele yürüyerek gitmesin üzerinde sekinet ve vekar olduğu halde yürüyerek gitsin... Yetiştiğini kıl, yetişemediğini kaza et."[261]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri

 

Bu konuda rivayet edilen hadislerin hepsi sahihtir ve istid­lale, ihticaca salihtir. O bakımdan cami ve cemaate giderken hızlı adımlarla gitmenin, koşarak yol almanın ve nefes nefese camiye girip imama uymanın mekruh olduğunda bütün müctehidler görüş birliği halindedir.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

Hadislerde iki ayrı emir lafzı kullanılmıştır: "etimmû" ve "fakdû"... Ancak birinci lafızın daha çok kullanıldığını görüyoruz. "Kaza" kavramı her ne kadar vaktinde kılınmayan namazı kaza etme manasında yaygınsa da, "eda" manasına da geldiği ve başlanılan bir işi bitirip ondan fariğ olma manasında da kul­lanılmıştır. O bakımdan hadislerde geçen ve aynı hükmü taşıyan bu iki ayrı lafzın eşanlamlı olduğunda şüphe yoktur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ezan okunmaya başlayınca, mümkün olduğu  takdirde işi bırakıp sekinet ve vekarla camiye gitmek sünnettir.

2- Biraz gecikme meydana geldiği takdirde de acele etmeyip yine normal şekilde yürüyerek gitmek sünnettir.

3- Bunun aksine hızlı adımlarla veya koşarak, nefes nefese gitmek mekruhtur.

4- İmama namazın bir kısmında yetişen kimseye "mesbuk" denilir. Bu durumda olan kimse, yetiştiği rek'atin rüku'una yetişirse, o rek'ate yetişmiş sayılır ve yetiştiği kısmı imama uya­rak kılar, imam selam verince o kalkar, yetişemediği rek'atleri kendi başına kılarak namazı tamamlar.

5- Bu arada imam yanılma secdesi yaptığı takdirde mesbuk da onunla birlikte bu secdeye iştirak eder.

 

İmamın Namazı Hafif  Tutup Uzatmaması

 

Günde beş vakit camiye gidip cemaate katılmak nasıl müekked sünnetse, imam ve müezzinin de namazı, dua ve tesbih­leri sünnete uygun yerine getirip cemaate bıkkınlık ve sıkıntı verecek kadar uzatmamaları da öylece sünnettir. Zira camiye gel­ip cemaate katılan müslümanların çoğunu şu üç grupta düşünmemiz gerekmektedir:

a) Yaşlı olup abdestini uzun süre tutamayanlar,

b) Hasta olup uzun süre beklemeye tahammülü olmayanlar,

c) İş, güç sahibi olup bir an önce işinin, tezgahının, ma­sasının başına dönmek ihtiyacında olanlar veya zorunda kalanlar...

İmam ve müezzinin kendi cemaatlerini çok iyi tanımaları ve ona göre namazı, süre bakımından ayarlamalıdırlar. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ile dört halife zamanında bu ölçü ve sünnete hep dikkat edilir ve farz namaz kılınınca cemaat serbest bırakılırdı: Artık isteyen sünnet namazı camide, isteyen evinde ve iş yerinin müsait bir yerinde kılabilirdi. Tesbih ve dua da, bugünkü toplu halde merasim şeklinde değildi. Öyle ki isteyen bunları camide, is­teyen evinde veya iş yerinde yerine getirirdi.

Müezzin ise, gereksiz nağmelerden, mukaddem elerden kaçınıp tesbih ve duayı kısa tutmaya özen göstermelidir. Cuma günleri iç ezanı çok yüksek sesle ve fazla nağme yaparak okuması da sünnete aykırıdır. Çünkü dış ezan okunmuş ve namaz vakti za­ten duyurulmuştur.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz cemaate namaz kıldıracağı zaman, namazı hafif tutsun. Çünkü ce­maat arasında zayıf, hastalıklı ve yaşlı kimseler vardır. Kendi başına kılınca dilediği kadar uzatabilir."[262]

"Arkasında namaz kıldığım hiçbir imam arasında, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden namazı daha hafif tutan ve daha tamam kıldıranı görmedim."[263]

Enesi (r.a) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu nabaşlayıp girerim ve onu uzatmak isterim ana o sırada çocuğun ağlamasını duyarım ve o sebeple namazı uzat­mayı geçerim; çünkü onun ağlamasından annesinin aklının ona takılıp üzüntü duyduğunu biliyorum."[264]

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları

 

Bu konudaki hadislerin hemen hepsi sahihtir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih görülmüş ve mezhep imamlarının hepsi­nin görüş ve ictihadı aynı noktada toplanıp birleşmiştir.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

Müslim'in yaptığı rivayette, cemaate katılan üç grup arasında bir de "sağır" kelimesi ilave edilmiştir ki bu, yaşı küçük olanlara delalet etmektedir.

Taberani ise, bu konuda Osman b. Ebi As'dan yaptığı rivay­ette, "hamil" ve "murzi" kavramlarına yer verilmiştir ki, birincisi gebe kadına, ikincisi çocuk emziren kadına delalet etmektedir; yani cemaat arasında gebe ve çocuk emziren kadın da bulunabilir. O bakımdan namazı hafif tutup uzatmamak daha uygun olur.

İbn Mace'nin bu konuda Osman b. Ebi As'dan yaptığı rivaye­tin isnadında Muhammed b, Abdillah el-Kadı bulunuyor ki, cum­hur bu zatın zayıf olduğunu söylemiştir. Ama İbn Main ve İbn Sa'd onun sıka, yani güvenilir olduğunu belirtmiştir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cemaate namaz kıldıran imamın namazı uzatmayıp hafif tutması sünnettir.

2- İmam, camiye gelen cemaatinin durumunu her zaman göz önünde bulundurmak ve aralarında kimlerin bulunduğunu bilme­kle yükümlüdür.

3- Yalnız başına namaz kılan kimse, zamanı müsaitse, vakit içinde kılmakta olduğu namazı istediği kadar uzatabilir. Elverir ki, bu uzatma onu işinden, mesleğinden ve maişetini te'minden alıkoymasın.

4- İmam namazı hafif tutunca, rükünlere, farz ve vaciblere çok dikkat etmeli ve namazı noksan bırakacak veya rüknü, farzı ihlal edecek kadar acele etmemelidir. Aksi halde ya namazı bozu­lur, ya da kerahet işlemiş olur.  

5- Çocukları camiye sokmak mekruhtur. O bakımdan mescidde namaz kıldırırken mescide komşu olan evlerden çocuk ağlama sesi işitilirse, o takdirde namazı hafif tutmak yine sünnet sayılır. Çünkü o çocuğun annesi cemaate katılmış olabilir.

6- Geniş zamanı ve sağlık durumu müsait olan kimseler, na­mazın uzun tutulmasını istememelidirler ve imam da onların ar­zusuna göre bir tavır içine girmemelidir. Çünkü cemaatin çoğunu oluşturanların durumu daha önemlidir.

7- Müezzinler de bu hususları dikkate alarak, tesbih ve dua­ları sünnet çerçevesinde kısa tutmalıdırlar. Aksi halde kerahet işlemiş olurlar.

 

Namazda İmama Uymanın Vücubu

 

"İmam", çok yönlü bir kavramdır. Konumuzda ise, namazda kendisine uyulan ehil kimse demektir. Bunun dışında kelime ola­rak şu manalara delalet eder:

a) Önder, lider.

b) Önde bulunan, söz sahibi olan.

c) Mezhep bahsinde kendisine uyulan, taklid edilen.

d) Şer'i konularda görüş ve rey sahibi bulunan.

e) İlmin herhangi dalında uzman olup sözü senet kabul edi­len.

f) İslam ülkesini idare etme makamından olan halife, İmam, cami ve mescidde müslüman cemaatin önüne geçip namaz kıldırırken, aynı zamanda birliği, dirliği, itaat ve saygıyı telkin etmekte, onlardan olan lider ve hükümdara meşru konular­da itaat ve bağlılığı kendi şahsında sembolize etmektedir.

Namazda, bütün rükün, farz ve vaciplerde, imama uymak vaciptir. Rükün, farz ve vaciplerde imamın önüne geçmek mek­ruhtur ve bazı hallerde böyle bir davranış namazın bozulmasına sebep olur.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hureyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İmam ancak, kendisine uyulması için öne geçip imamlık yapmaktadır. O bakımdan ona muhalefet etmeyiniz: Tekbir getirince, tekbir getiriniz, rüku’a varınca siz de rüku'a varın. O, Semi'allahu limen hamidehu deyince, siz "Allahümme Rabbena leke'1-hamd" deyin. O secde edince siz de edin. O oturarak namaz kılınca, siz de hepiniz oturarak namaz kılınız."[265]

Diğer bir rivayette şöyle buyurulmaktadır:

"İmam ancak kendisine uyulmak için imamdır. O bakımdan imam tekbir getirince siz de tekbir getirin; ama o tekbir getirmeden tekbir getirmeyin. Rüku'a varınca siz de rüku'a varın; ama o rüku'a varmadan siz varmayın. Sec­de edince siz de secde edin; o secde etmeden siz secde et­meyin."[266]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz imamdan önce başını kaldırınca, başının eşek başına çevirilmesinden endişe etmez mi veya Cenab-ı Hakk'ın onun suretini eşek suretine döndürmesinden korkmaz mı?"[267]

Enes b. Malik (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Ey insanlar! Şüphesiz ki ben sizin imamınızım; o bakımdan rüku'da da, secdelerde de, ayakta dururken de, otururken de ve namazdan çıkıp ayrılırken de benim önüme geçmeyin."[268]

Yine Enes (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İmam ancak kendisine uyulsun diye öne geçip imam olmuştur. O halde o rüku'a var­madıkça rüku'a varmayın, o başını kaldırmadıkça başınızı kaldırmayın."[269]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: İmama uyan kimsenin, imamdan önce rüku'a varması, secde etmesi ve rüku ile secdeden ondan önce kalkması mekruhtur.[270].

İmama uyan kimse bir rükünde imamın önüne geçerse, is­terse bu geçişi kasden, isterse yanılarak olsun, namazı bozulur. Ancak geçtiği rüknü dönüp imamla birlikte veya imam o rüknü yaptıktan hemen sonra yaparsa, namazı bozulmaz.[271]

b) Şafîilere göre: İmama uyan kimsenin namaz ef’alinde imama uyması vacibdir; ama kıraat ve teşehhüdde öne geçmesi veya geri kalmasıyla namaz bozulmaz.

İmama uyanın başlama fiilinin, imamın başlama fiilinden hem sonra gerçekleşmesi hem de imamın bir fiili bitirmesiyle ona uyanın o fiile başlaması, imama fiillerde uymayı sağlamış olur. Bununla beraber fiil ve kavide imamla aynı anda başlarsa, na­mazına bir zarar vermez, sadece kerahet işlemiş olur. Ancak İftitah Tekbir'i bu genellemenin dışında kalır; yani namaza du­rurken bu tekbiri imamla birlikte getiren kimsenin namazı bağlantı yapmaz, yani imama uymuş olmaz. O bakımdan imama uyan kimsenin bütün tekbirleri imamın tekbirlerinden sonra al­ması gerekir.

Me'mum (imama uyan kimse) bir rükünde imamdan geri kalır, mesela imam rüku'u bitirip başını kaldırırken me'mum henüz kıraatle meşgul olursa, en sahih kavle göre namazı bozul­maz. Ancak kerahet işlemiş olur. Tabii unutarak veya yanılarak böyle yapmasında kerahet de söz konusu değildir.

İmam iki rüknü tamamladığı halde me'mum geride kalırsa, mesela imam ikinci secdeyi tamamlayıp kıyama kalkarken me'mum henüz birinci secdede bulunursa, bu bir özürden dolayı değilse, namazı bozulur.[272]

c) Hanbelilere göre: Rükünlerde imamın önüne geçmek caiz değildir. O halde imamının rüku'undan önce rüku'a varıp kalkar ve bunu kasden bilerek yaparsa, namazı bozulur mu? Bir kavle göre, namazı bozulur; diğer kavle göre, sadece bir rükünde öne geçtiği için bozulmaz. Mezhep imamlarının bir kısmına göre, hangi rükün olursa olsun, me'mum imamın önüne geçerse namazı hükümsüz olur. Bir kısmına göre ise, sadece rüku'da imamın önüne geçerse namazı bozulur, diğer rükünlerde geçmesinde kera­het varsa da namaz bozulmaz. Ama rüku'da da böyle yapmanın namazı bozacağını bilmiyorsa veya yanılarak öyle yapıyorsa, na­mazı bozulmaz.

İmamın herhangi bir rükünde me'mumun önüne geçmesiyle me'mum arkadan acele edip ona yetişmek için kaçırdığı rüknü ye­rine getirir ve öylece namaza devam ederse, namazı bozulmaz.[273]

d) Malikilere göre: Me'mumun imamını kasden bir rükün geçerse, mesela imam rüku yapmadan önce o rüku' yaparsa, na­mazı bozulmaz. Ancak yanılarak böyle yaparsa, dönüp imamıyla birlikte yine o rüknü yerine getirir. Kasden bilerek yaptığı tak­dirde kerahet işlemiş olur.[274]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

Bu babda ayrıca Buhari, Müslim, Ebu Davud ve İbn Mace'nin Hz. Aişe (r.a.) dan; Müslim, Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace'nin Cabir (r.a.) den; Ahmed ve Taberani'nin İbn Ömer'den; Taberi'nin el-Kebir'de Muaviye'den rivayet ettikleri hadisler vardır ki, hepsinin ricali sahihtir. Ayrıca İbn Hibban'ın Ebu Ümame'den (r.a.) naklettiği bir hadis daha vardır.

Hadislerin zahiri delaletinden anlıyoruz ki, imamdan önce rüku' ve secdeye varmak, ondan önce başı kaldırmak mekruhtur, ama namazı bozmaz. Tavsiye edilen husus ise, me'mumun imama uyması, her rüknünde imamı takip etmesidir.

Nitekim Ebu Hüreyre (r.a.) hadisinde, imamdan önce rükünleri yapmaya başlayan, yani ondan önce rüku'a ve secdeye varan, ondan önce başını secdeden kaldırıp ayağa kalkan kimse­nin bu davranışının ahmaklığına delalet ettiğini anlıyoruz. Zira "eşek" e benzetilme mecazi bir anlatım tarzıdır ki, ahmaklığa ve bönlüğe delalet etmektedir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İmamdan önce rüku' ve secde etmek, ondan önce rüku ve secdeden baş kaldırmak mekruhtur.

2- İmamdan önce bir rüknü yerine getiren kimsenin namazı bozulur. Bu, İmam Ebu Hanife'nin ictihadıdır.

3- Me'mumun bir rükün öne geçmekle namazı bozulmaz, sa­dece kerahet işlemiş olur. Bu Hanbeli ve Maliki imamlarının icti­hadıdır.

4- İmamdan bir rükün geride kalan me'mumun namazı bo­zulmaz, şu şartla kî, o rüknü selam vermeden önce yerine getirmiş olsun. İki rükün geri kalırsa, namazı bozulur. Bu, daha çok Şafîi imamların imamların ictihadıdır.

 

Namazda Bir Çocuk Veya Bir Kadınla Cemaat Oluşturmak

 

İslam’a göre, cemaat rahmettir, ayrılmak, bölünmek azaptır. Cemaatin nüvesini, cemaat halinde kılınan namaz oluşturur. O bakımdan kişinin kendi evinde eşiyle veya temyiz çağına girmiş çocuğuyla cemaat olup namaz kılması, yani kendisinin imam olup onlardan birini arkasında cemaat olarak bulundurması müstehabdır ve cemaat sevabına erişmesine vesiledir.

Konuyla ilgili hadisler:

İbn Abbas (r.a) diyor ki:

"Teyzem Meymune'nin (r.a.) evinde geceledim. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz gece kalkıp namaz kılmaya başladı. Ben de kalktım ve O'nun sol tarafında durup onun­la birlikte namaz kılmaya başladım. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) başımdan tutup beni sağ tarafına aldı."[275]

Diğer bir lafızla şöyle rivayet edilmiştir:

"On yaşında bulunduğum günlerde idi. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte namaz kılmaya kalktım ve Onun sol yanında durdum. Ama O beni tutup sağ yanında durdurdu."[276]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim geceleyin uyanır ve aile halkını da uyandırıp hep birlikte iki rek'at namaz kılarlarsa, Allah'ı çokça zik­reden kullardan yazılırlar."[277]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cemaat iki kişiyle gerçekleşir. İsterse imamdan başka o bir kişi kadın veya köle veya temyiz çağına gir­miş çocuk olsun fark etmez. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki kişiyi mutlak anlamda cemaat saymıştır.[278]

b) Şafiilere göre: İsterse akleden bir çocukla olsun namazı camide cemaat halinde kılmak, başka yerde cemaatle kılmaktan efdaldır. Evdeki hanımla birlikte evde cemaat olup kılmak ise, ca­mide kılmaktan efdaldır. Bu, her zaman için değil, ihtiyaç duyul­duğu vakitle ilgilidir.[279]

c) Hanbelilere göre: Kadınla çocuğun erkeklere imam ol­ması caiz değildir. Ama imam olan erkeğe temyiz çağındaki çocuğun veya kadının uyması caizdir. Yani cemaat bunlarla da oluşabilir.[280]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

263 nolu İbn Abbas (r.a.) hadisinde, "sol tarafında durdum" sözünden şu üç ihtimal ve yorum ortaya çıkmaktadır:

1- Tam sol yanında aynı hizada durdum.

2- Az geride durup uydum.

3- Epeyce geride durup uydum.

Nitekim Maliki imamları, cemaatin tam imamın hizasında durmasında bir sakınca olmadığını belirtmişler ve ikinci delil ola­rak şu rivayeti göstermişlerdir: İbn Mes'ud (r.a.) diyor ki:

"Günün ortasında Hz. Ömer'in (r.a.) yanına girdiğimde, tesbih ve zikirde bulunduğunu gördüm. (Namaz kılmaya kalktı). Ben de geçip onun arkasında durdum. Bunun üzerine beni tutup kendine yaklaştırdı ve sağ yanına getirip tam hizasında durdurdu."[281]

Malik b. Nafî' de şöyle diyor:

"Namazlardan bir namazda Ab­dullah b. Ömer'in arkasında durdum, benden başka onun yanında kimse yoktu. Abdullah (r.a.) eliyle beni tutup kendi hizasına getir­di (de öylece namaz kıldık)."[282].

İmam Ebu Hanife bu rivayetleri delil seçnıemiştir. O bakımdan ona göre, imama uyan bir kişi ise, imamın sağ tarafında, hiç değilse dört parmak kadar gerisinde durması gerekir. İmam Şafii'nin bir kavline göre de, cemaatin imamın tam hi­zasında durmasında bir sakınca yoktur.

Ebu Said ve Ebu Hüreyre hadisini mevkufen rivayet edenler olduğu gibi, Nesai ve İbn Mace mürselen tahric etmişlerdir.

Bu manada bir diğer hadisi Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu:

"Allah şu adama rahmet eylesin ki, geceleyin kalkar da namaz kılar ve eşini de uyandırır. Eşi kalkmak istemezse, yüzüne su serper. Al­lah rahmet etsin o kadına ki, gece kalkıp namaz kılar ve kocasını da uyandırır. Kocası kalkmak istemezse yüzüne su serper."[283]

Ancak bu hadisin isnadında Muhammed b. Aclan bulunuyor. İmam Ahmed ile Yahya onun sıka (güvenilir) olduğunu belirt­mişlerdir. Buhari onun rivayetiyle istişhad etmiştir. Müehhirinden bazı ilim adamları bu zat hakkında konuşmuşlardır. Yahya el-Kattan onun Nafi'den rivayet ettiği ha­disinin muzdarip olduğunu söylemiştir. İmam Malik de onun alim olmadığını belirtmişse de Zehebi bu zatın sıka olduğuna dikkat çekerek ilim adamlarının görüşlerine yer vermiştir.[284]

Böylece Muhammed b. Aclan'ın rivayetiyle istidlalin sahih olduğu ağırlık kazanmış oluyor.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cemaat iki kişiyle de gerçekleşir, imamın arkasında aklı eren bir çocuğun durup uyması veya bir kadının uyması caizdir.

2- Müctehidlerin bir kısmına göre, aklı eren çocuğun imame­ti sahihtir. Bir kısmına göre ise, sahih değildir.

3- Kadının erkeklere imam olması caiz değildir. Bunda dört mezhep müttefiktir.

4- Nafile namazı ev halkıyla birlikte cemaat halinde kılmanın caiz olduğunu söyleyenler vardır. İmamların çoğuna göre, mekruhtur.

5- İmama uyan bir kişi ise, imamın sağ tarafında durması sünnettir.

6- İmama uyan bir kişinin imamın sağında ve tam hizasında durup ona uyması Maliki ve bir rivayete göre Şafii imamlarına göre sahihtir.

7- Aynı zamanda cemaatin imamın hizasında durup uy­masında da -Malikilere göre- bir sakınca yoktur.

8- Hanefî ve Hanbelilere göre, cemaatin imamın arkasında durması, hiç değilse dört parmak miktarı bir mesafe hesaplaya­rak yanında yer alması gerekir. Aksi halde namazları sahih ol­maz.

 

İmamet Bahsi Ve İmamın Sıfatı

 

İmam isminin çok yönlü bir kavram olduğunu az yukarıda belirtmiştik. Bu çok önemli, aynı zamanda Rasulüllah'ın (s.a.v.) bizzat yürüttüğü ve yerine getirdiği ulvi hizmeti yüklenecek kim­sede birtakım vasıfların bulunması söz konusudur. Zira şahsiyetini bulmuş bir imamın, dirayeti, ehliyeti ve gelişkin olan sosyal yönü, örnek ahlakı ile cemaati üzerinde çok olumlu tesirler bırakacağında şüphe yoktur. O, bu özellikleriyle her bakımdan to­parlayıcı, barıştırıcı, birleştirici ve yönlendirici rol oynar.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"(Müslümanlardan) üç kişi olunca, onlardan biri diğerlerine imamlık yapsın. Onların imamete en haklı ve layık olanı, en güzel ve en doğru okuyanıdır."[285]

Ebu Mes'ud Ukbe b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kavim ve topluluğa, Allah'ın kitabını en iyi okuyan kimse imamlık eder. Eğer kıraatte eşit durumda olurlarsa, sünneti en iyi bilen imam olur. Sünneti bilmede de eşit du­rumda olurlarsa, daha önce hicret eden imam olur. Hicret etmede de eşit durumda olurlarsa, daha yaşlı olanı imam olur. İmamlık yapmak isteyen adam, başkasının mülk-ü ta­sarrufunda olan yerde (evinde, bahçesinde, çiftliğinde, iş yerinde) imamlık yapmasın; aynı zamanda başkasının evinde ve ikram ettiği sofrasına ancak sahibinin izniyle otursun."[286]

Malik b. Huveyris (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ben ve arkadaşım birlikte Rasulüllah (s.a.v.) Efendi­mize geldik. Bir süre kaldıktan sonra Rasulüllah (s.a.v.) yanından ayrılıp evimize, kabilemize dönmek istedik. Bu­nun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Namaz vak­ti girince, ezan okuyun, ikamette bulunun ve ikinizden büyük olanınız imam olsun"[287]

Yine Malik b. Huveyris (r.a.) den yapıları rivayete göre, adı geçen, Peygamber (s.a.v.) Efendimizden, şöyle buyurduğunu işittiğini haber veriyor:

"Bir kavmi (cemaat ve topluluğu) ziyaret eden kimse onlara imamlık etmesin, onlardan biri imamlık yapsın."[288]

Bu rivayetleri, İbn Ömer'in (r.a.) Hz. Peygamberden (s.a.v.) rivayet ettiğini şu genel anlamdaki hadis kuvvetlendirmektedir.

"Üç (sınıf) kimse kıyamet gününde miskten tepeler üzerinde olacaktır:

1- Hem Allah'ın, hem de efendisinin hakkını ödeyen (yerine getiren) köle,

2- İmamlık ettiği kavmin (cemaatin) kendisinden razı olduğu adam,

3- Her gece (ve gündüz) beş vakit namaz için ezan okuyup çağrıda bulunan adam."[289]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Bulunulan evde ve yerde ev sahibi veya ücretle tutulmuş adam varken veya biri imamlık için orada bulu­nuyorsa, imamlığın bütün vasıflarını kendi üzerinde taşıyan ziyaretcidense, diğerleri (görevliler) imamlığa daha haklı ve layıktırlar.

Bu ortamın dışında bir yerde toplanmış bulunan cematten namaz ahkamını en iyi bilen ve kıraati sünnete uygun yerine geti­ren kimse imam olur. Bu konuda eşit durumda olurlarsa, daha yaşlı olan imam olur. Bu durumda da eşit olurlarsa, daha çok haram ve şüpheli şeylerden sakınan kimse imam olur. Bu hususta da eşit durumda olurlarsa, ahlakı en güzel olanı; bunda da eşit olur­larsa, yüzü en çok çekici ve güven telkin edici olan imam olur. Bu hususta da eşit durumda olurlarsa, soy bakımından daha şerefli olan imam olur. Bu husuta da eşit olurlarsa, sesi en güzel olan imam olur. Bu hususta da eşit olurlarsa, elbisesi daha temiz ve zarif olan kimse imam olur. Bütün bu vasıflarda eşit olurlarsa, aralarında kur'a çekilir.

Ancak o yerde vazifeli imam bulunduğu veya sultanın yetkili adamı hazır olduğu takdirde, belirtilen vasıflar dikkate alınmaksızın imamlık görevini bunlar yerine getirir.[290]

b) Şafiilere göre: Cemaat arasında mahallin amiri bulu­nuyorsa, onun öne geçip imamlık yapması; o yoksa görevli imamın öne geçip imamlık yapması menduptur. Sonra da bir ücret karşılığı tutulan ve bu sebeple oranın sakini sayılan kimse -eğer bu göreve ehilse- imamlık yapar.

Belirttiğimiz bu vasıftaki kimseler yoksa, daha fakih olanı, sonra daha kıraati düzgün olanı, sonra daha zahid bulunanı, son­ra haram ve şüphelerden daha çok kaçmanı, sonra İslamda daha çok ömür geçireni, sonra nesep bakımından daha üstün olanı, son­ra ahlakı, huyu ve yaşayışı daha güzel olanı, sonra elbisesi daha temiz ve nezih olanı, sonra sesi daha güzel olanı, sonra yüzü daha çekici bulunanı, sonra da evli olanı öne geçip imam olur.

Bütün bu sıfatlarda eşit olurlarsa, aralarında kura çekilir. Bununla beraber imamlığa daha layık olan kimsenin bir başkasını yerine geçirmesinde de bir sakınca yoktur.[291]

c) Hanbelilere göre: Ebu Mesud’un hadisinde belirtilen sıra gözetilir. Nitekim İmam Ahmed, önce Allah'ın kitabını en iyi okuyan, kıraati en düzgün olan öne geçirilir demiştir.[292]

Bu ölçüyü dikkete alan Hanbeli fukahası şöyle bir sıralamada bulunmuşlardır:

a) Daha fakih olup kıraati daha güzel olan,

b) Fakih olup kıraati daha güzel ve düzgün olan,

c) Daha çok tecvide riayet eden, namaz ahkamını bilen,

d) Namazla ilgili konulan daha iyi bilip hafızasında tutan,

e) Sonra yaşı ileri olan,

f) Sonra da daha takva sahibi ve haram ile şüpheli şeylerden daha çok kaçınan kimse öne geçip imam olur.[293]

d) Malikilere göre: Cemaat toplanır da hepsi de imamete elverişli vasıfta olursa, sultanın veya naibinin öne geçirilip imamlık yapması mendup olur. İsterse, başkaları daha fakih ve daha üstün olsunlar fark etmez. Sonra da caminin görevli imamı gelir. Bir evde iseler, ev sahibi imam olur. O evde ücretle tutulan bir imam varsa, ev sahibine takdim edilir. Ev sahibi erkek değil de kadınsa, o takdirde birini naib seçip onun imamlık yapmasını sağlar. Sonra namaz ahkamını daha iyi bilen, sonra da hadis fennini iyi bilen, sonra da kıraati iyi bilen öne geçer. Sonra da fazla ibadet eden, sonra İslam’a intisapta mukaddem olan, sonra nesebi yüksek olan, sonra ahlakı daha güzel olan, sonra elbisesi ve bede­ni daha temiz ve nezih olan öne geçer. Bütün bu sıfatlarda eşit du­rumda olurlarsa, aralarında kura çekilir.[294]

 

Tahliller Ve Rivayetler

 

273 nolu Ebu Said hadisinde "üç kişi olunca.." kaydı tahdidi değildir, yani mefhumuna bu babda itibar edilmez. Rasulüllah (s.a.v.) bununla birarada bulunan birden fazla cemaati kasdetmiştir.

Bu hadisle istidlal edenlere göre, kıraati daha iyi olanın daha fakih olana tercih edileceği hükmü çıkarılmıştır. Nitekim Ahnef b. Kays, İbn Sirin, Sevri, Ebu Hanife ve Ahmed de bu hadi­sle ihticac etmişlerdir.İmam Şafii ile İmam Malik daha fakih olanın tercih edileceğini belirtmişlerdir.

275 nolu Malik b. Hüveyris hadisi de sahihtir. İki kişiden yaşı daha büyük olanının imamlık yapması hususuna gelince, ikisinin kıraatte eşit olduklarına, fıkıhta da aynı çizgi üzerinde bulunduklarına delalet vardır. Bununla beraber "ekber"den mak­sat, kıraat ve fıkıhta daha ileri seviyede bulunanı olabilir. Nitekim Müslim ve Ahmed'in aynı hadisi naklederken şu fazlalıkla tesbitini yapmışlardır:

"O gün için ikimiz ilimde eşit durumda bulunuy­orduk.."

Bu hadisten bir önceki 274 nolu Ebu Mes'ud hadisi hem sa­hihtir, hem de bu babda en sağlam ölçüyü vermektedir.

276 nolu Malik b. Hüveyris hadisini Tirmizi hasenlemiştir. İsnadında Ebu Atıyye bulunuyor. Ebu Hatim onun maruf ol­madığını belirtmiştir. Ancak Taberani'nin isnad-ı sahihle İbn Mes'ud (r.a.) den yaptığı rivayet bu hadisin sıhhatına şehadet et­mektedir. Şöyle ki: Rasulüllah (s.a.v.): "Ev sahibinin öne geçmesi sünnettir" buyurmuştur.

277 nolu İbn Ömer hadisini de Tirmizi hasenlemiştir. Ancak isnadında Ebu'l-Yakzan Osman b. Umeyr el-Beceli bulunuyor ki bu zat, zayıftır. Ahmed b. Hanbel ve diğer hadis alimleri onun zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir. İbn Main, "O bir şey değildir" derken, Nesai onun kaviy olmadığını söylemiştir. Darekutni de bu zatın rivayetlerinde zaiflik bulunduğunu söylemiştir.[295]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Toplanılan bir evde cemaatle namaz kılınmak isten­diğinde, ev sahibi imam olur. Bu, kimine göre, müstehab, kimine göre sünnettir.

2- Ev sahibi, bu ulvi vazifeyi başka birine havale edebilir. Bunda bir sakınca yoktur.

3- Diğer umumi toplantı yerlerinde ise, sultan veya naibi bu­lunuyorsa, onlar imamlık yapar. Bulunmuyorsa, görevli imam öne geçer. O da yoksa, kıraat ve fıkıhta daha bilgili olan tercih edi­lir.

4- Cami ve mescidlerde ise, görevli kimse öne geçer. Ondan izin almadan başkasının daha ehil de olsa öne geçmesi doğru olmaz.

5- Gerek Ebu Mes'ud hadisinde belirtilen sıfatlar, gerekse mezhep imamlarının yaptıkları sıralamalar dikkate alınır ve bütün bunlarda cemaat eşit durumda olursa, aralarında kura çekilir.

 

Fasıkın İmameti

 

Fasık, Arapça sıfat olup günah işleyen, ilahi emirlerin dışına çıkan kimse hakkında kullanılır. Böylesine dikkat çekici günah işleyen bir adamın cemaatin önüne geçip namaz kıldırması ne derece uygun veya doğru olur? Gerçi peygamberler dışında günah işlemeyen, kusuru bulunmayan kimse yoktur. Herkes iman ve irfanı, takva ve fazileti nisbetinde birtakım günah ve kusur işleyebilir. Ancak Allah'tan utanıp korkmadığı gibi, çevresinden de çekinmeyen ve öylece açıktan günah işleyen, ahlak dışı söz ve davranışlarda bulunan bir müslümanın imam olması hep yadırganmıştır. Çünkü imam cemaate güzel misal teşkil eden, on­lar üzerinde her haliyle olumlu tesir bırakan kişi demektir.

Bununla beraber konu ihtilaflı bir seyir izlemiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Hiçbir kadın hiç bir erkeğe imam olmasın; hiçbir (cahil) bedevi, hiçbir muhacire (Mekke'den Medine'ye hi­cret edene) imamlık etmesin. Aynı zamanda hiçbir facir de hiçbir mü'mine imamlık etmesin. Meğer ki sultan ile kahredilmiş ve sultanın kılıç veya değneğinden korkmuş bulu­na.." (O takdirde fasık ve facirin imametine ses çıkarmayabilir)[296]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

"İmamlarınızı hayırlı kişilerinizden seçin. Çünkü imamlar (bir bakıma) sizinle Rabbınız arasında temsilciler­iniz (ve elçileriniz) dir."[297]

Mekhul'dan, o da Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet etmiştir. Ra­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki:

"Her emir (lider ve hükümdür, önder ve kumandan) ile birlikte cihada çıkmanız size vacibdir. İster o emir iyi ve ahlaklı olsun, is­terse facir (günah işleyen, kötü işlerle vakit geçiren biri) olsun. Her iyi kimsenin ve facirin arkasında namaz kılmanız da size vaciptir; isterse o facir büyük günah işlemiş olsun."[298]

Abdulkerim el-Bekka diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ashabından 10 kadarına ulaştım, hepsi de zalim ve mütecaviz imamların arkasında namaz kılıyorlardı"[299]

Bu son rivayeti kuvvetlendirir anlamda Ebu Davud şu hadisi kendi müsnedinde nakletmiştir:

"(Müslüman olduğu takdirde) her ölünün namazını kılınız ve her emir (hükümdar ve kumandan) la birlikte cihada çıkınız."[300]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Akli dengesi yerinde olan her müslüman erkek imamlık yapabilir. Yeter ki, namaz ahkamını bi­len ve kıraati düzgün olan biri olsun. O bakımdan kölenin, bedevi­nin, iki gözünden arızalı olanın ve veled-i zinanın ve fasık'ın ima­meti caizdir.[301]

Hanefiler bu konuda son üç rivayetle istidlal etmişler ve ayrıca Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin "Her iyinin ve facirin ar­kasında namaz kılın!" tavsiyesiyle ihticacda bulunmuşlardır.

Şüphesiz sözü edilen kişilerin arkasında ancak daha ehil kimse bulunmadığı zaman namaz kılmakta bir sakınca yoktur.

b) Şafiilere göre: Adaletle vasıflanan kimsenin imameti, fasıkın imametinden evladır; yani ilahi sınırları koruyan kimse varken fasıkın, arkasında namaz kılmak mekruhtur. Bunun gibi bid'adcının da arkasında namaz kılmak mekruh sayılmıştır.

İki gözünden arızalı olanın ve bir de kölelik kaydı altında bulunanın imamlık yapmasında bir sakınca yoktur.[302]

c) Hanbelilere göre: Bid'atçı, fasık ve rafizinin arkasında namaz kılınmaz; ancak sultan tarafından bir tehdit ve ceza verme endişesi söz konusu olduğu zaman kılınır ve sonra iade edilir.[303]

Hanbeli imamları bu konuda Cabir hadisiyle istidlal ve ihti­cacda bulunmuşlardır.

d) İmam Malik'e göre: Fasıkın arkasında namaz kılmak caiz değildir. Çünkü imamet bir bakıma emanettir; fasık ise hain­dir, emanete ehil değildir. O bakımdan fasıkın şehadeti muteber tutulmamıştır. Çünkü şehadet de emanet kapsamına girmektedir.[304]

 

Tahliler Ve Diğer Rivayetler

 

284 nolu Cabir hadisinin isnadında Abdullah b. Muhammed et-Temimi bulunuyor ki, bu zat münkerü'l-hadistir. İbn Hibban, "onun rivayetiyle ihticacda bulunmak caiz değildir" demiştir. Veki' ise onun hadis uydurduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca aynı hadisin isnadında Ali b. Zeyd b. Cüd'an bulunuyor ki, bu zat da zayıf ola­rak bilinmektedir.[305]

285 nolu İbn Abbas (r.a.) hadisinin isnadında Sellam b. Süleyman el-Medaini bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Ebu Hatim onun kavi olmadığını belirtirken, İbn Adiy onun münkerü'l-hadis olduğunu söylemiştir. El-Ukayli de bu zatın rivayet ettiği hadis­lerde hayli münkerler vardır diyerek muteber olmadığına işarette bulunmuştur.[306]

286 nolu Ebu Hüreyre hadisini Beyhaki tahric etmiştir ve hadis munkatı'dır. İbn Hibban ise bunu zayıflar arasında saymıştır. Nitekim isnadında Abdullah b. Muhammed b. Yahya b. Urve bulunuyor ki, bu zat metruktür.[307]

Abdulkerim el-Bekka'nın rivayetine gelince:

a) Şevkani "Onun rivayeti ihticaca salih değildir" demiştir.

Çünkü sahabenin yaşadığı, asırda emir ve liderlerin çoğu dîn, diyanet sahibi kişilerdi. Hemen hepsi de beş vakit namazlarını kılarlardı. Sonra Emeviler döneminin ortalarına doğru emirler iy­ice bozuldu ve çoğu facir sayılacak çizgide bulunuyordu.

Darekutni'nin rivayet ettiği hadiste buyuruluyor ki:

"La ilahe illallah diyen kimsenin arkasında namaz kılın ve yine la ilahe illallah diyen kimsenin cenaze na­mazını kılınız!"

Bu hadisin isnadında Osman b. Abdirrahman bulunuyor ki, bu zatın yalancı olduğuna kail olanlar vardır. Onlardan biri de ünlü hadis alimi Yahya b. Main'dir.[308] Nesai ile Darekutni onun metruk olduğunu belirtmişlerdir. [309]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İslam birliğinin zede almaması için, kıraati yerinde olup namaz ahkamını bilen ve aklı başında olan kimsenin imameti sa­hihtir. Bu, Ebu Hanife'ye göredir.

2- Adaletle tanınan ve namaz kıldırmaya ehil olan kimse du­rurken fasıkın arkasında namaz kılmakta kerahet vardır.

3- Köle, a'ma ve veled-i zina imamlık yapabilir. Ancak veled-i zinanın arkasında namaz kılmak birtakım şüphelere  yol açıyorsa, o takdirde kerahet vardır.

4- İmam Malik'e göre, fasık ve facir'in arkasında namaz kılmak caiz değildir.

5- Hanbelilere göre, bid'atçının, fasıkın ve rafîzinin ar­kasında namaz kılınmaz. Ancak sultan tarafından bir zorlama varsa kılınır ve arkasından kaza edilir.

 

Namazda Mukimin Misafire Uyması

 

İslam dini, yolculuk halinde bulunan mü’minlere ibadette birtakım kolaylıklar getirmiştir. Mesela:

a) Dört rek'atlı farz namazlar iki rek'at halinde kılınır.

b) Sünnet namazları terketmekte bir sakınca yoktur.

c) Mestleri meshetme süresi üç gün, üç gece uzatılabilir.

d) Yolculuk ramazana tesadüf ederse, orucu bozmaya ruhsat vardır.

Ancak yolculuk halinde olan kimse, mukim (eyleşik) olanlara imamlık yapabilir mi? Çünkü mukimin dört rek'at, misafirin iki rek'at kılması söz konusudur.

Bu sorunun cevabını ancak ilgili hadisleri ve müctehid imamların görüş ve tesbitlerini naklettikten sonra vermiş oluruz.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

İmran b. Husayn (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ne kadar bir sefere çıktıysa, mutlaka dönünceye kadar (dört rek'atlı farzları) iki rek'at olarak kıldı. Fetih zamanında Mekke'de 18 gece kaldı ve akşam namazı hariç diğer namazları cemaate ikişer rek'at olarak kıldırdı ve (selam verince de) şöyle buyurdu:

"Ey Mekke halkı! Kalkınız iki rek'at daha kılınız. Çünkü bizler sefer halinde olan bir kavmiz (topluluğuz)"[310]

Ömer (r.a.) den:

"Hz. Ömer (r.a.) Mekke'ye ayak basınca, oradaki cema­ate iki rek'at kıldırdı ve (selam verince onlara) şöyle dedi:

"Namazınızı tamamlayın. Çünkü biz sefer halinde olan bir kavmiz (topuluğuz)."[311]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Misafirin mukime uyması sahihtir. Vakit namazında ona yetiştiği takdirde niyet edip tabi' olur. Ama vakit çıktığı takdirde ona uyması sahih olmaz. Çünkü misafırin farzı vakitten sonra değişmez. Değişmesine sebep olan vakit ise çıkmış bulunuyor.

Mukimin misafire uyması ise, hem vakit içinde, hem de vak­tin dışında sahihtir. Çünkü misafirin namazı her iki halde de bir değinmemektedir. İkinci rek'atin sonunda ettahiyyata oturmak misafir için farz, mukim için farz değildir. O bakımdan da zayıfı kuvvetli üzerine bina etmek caizdir.

Misafir dört rek'atli namazı, imam olurken iki rek'at kılar, ona uyan mukim ise, dört rek'at olarak tamamlar.

İmamlık yapan misafirin selam verdikten sonra, kendisine uyan mukimlere: "Siz namazınızı tamamlayın; çünkü biz yolculuk halinde bulunuyoruz" demesi müstehabdır.[312]

b) Şafiilere göre: Yolculuk halinde olanlarla eyleşik bulu­nanlar biraraya geldikleri zaman, eyleşik olanlardan birinin imam olması müstehabdır. Bununla beraber yolculuk halinde olanlar­dan birinin öne geçip namaz kıldırmasında bir sakınca yoktur.

Yolculuk halinde olan misafirlerle mukimlerden oluşan cem­aate misafirlerden biri imamlık edecek olursa, iki rek'at kıldırır. Mukim olanlar kalkıp iki rek'at daha kılmak suretiyle namaz­larını tamamlarlar; misafir olanlar isterlerse dört rek'ate, isterlerse iki rek'ate niyet edebilirler. Dört rek'ate niyet edenler de imam selam verdikten sonra kalkıp iki rek'at daha ilave ederek tamamlarlar.[313]

c) Hanbelilere göre: Misafir farz namazlardan birinde imama uyabilir. Dört rek'atli namazlarda ister tamamına, ister bir kısmına yetişmiş olsun, yine dört rek'at olarak kılması gerekir. Misafirin uyduğu imamın mukim mi, yoksa misafir mi olduğunu bilmediği durumda da yine dört rek'at kılar, isterse imamın misa­fir olduğu sonradan anlaşılmış olsun. Tabii misafir yalnız başına kıldığı zaman, dört rek'atli namazları iki rek'at olarak kılar.

Ancak uyduğu imamın misafir olduğunu kesin bilen yolcu, iki rek'ate niyet eder.

Böylece misafirin mukimlere imamlık yapması caizdir. An­cak iki rek'atin sonunda selam verince, arkasındaki cemaate: "Siz namazınızı tamamlayın; çünkü ben misafirim" demesi müstehabdır.[314]

d) Malikilere göre: Misafir dört rek'atli farzda mukim olan imama uyarsa, ister bu uyması vakit içinde olsun, ister dışında ol­sun, başladığı namazı dört rek'at olarak tamamlar. Ancak bu du­rumda misafirin en az bir rek'ate ulaşması gerekir. Aksi halde o imama uyarak başladığı namazı iki rek'at olarak kılar. Bunun gibi mukim olanlar da misafire uyabilirler. Ancak onlar, imam selam verdikten sonra kalkıp namazlarını tamamlarlar.[315]

 

Tahliler Ve Diğer Rivayetler

 

298 nolu İmran b. Husayn hadisini aynı zamanda Tirmizi tahric edip hasenlemiştir. Beyhaki de bunun isnadının hasen olduğuna değinmiştir. Ancak yapılan ciddi araştırmaya göre, hadi­sin isnadında Ali b. Zeyd b. Cud'an bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Hadis kritiğinde bulunan ilim adamlarının çoğu bu kişi hakkında hep şüphe izhar etmişlerdir. Hatta Yezid b. Züray' onun rafızi olduğunu iddia etmiştir.[316]

Ne var ki, onun rivayet ettiği bu hadisin birtakım şevahidi bulunduğunu dikkate alan Tirmizi onu bu bakımdan hasenle­miştir.

Ömer (r.a.) den yapılan rivayet ise, sahihtir. Çünkü isnadındaki ricalin hepsi sıka (güvenilir) kimselerdir.

İmam Malik'in Nafi'den yaptığı rivayete göre: Abdullah b. Ömer (r.a.) Mina'da imama uyduğu zaman dört, rek'at olarak kılardı; yalnız başına kılanca iki rek'atin sonunda selam verip se­ferilere mahsus şekilde namazını tamamlardı. Yani dört rek'atli namazları iki rek'at olarak kılardı. İmama uyunca dört rek'at ola­rak kılardı.[317]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Misafirin mukime, mukimin de misafire uyması caizdir.

2- Misafir, mukim olan imama uyduğu takdirde dört rek'at olarak kılar.

3- Misafir mukim olan imama ancak vakit içinde uyabilir. Vakit çakınca artık kazaya kalan namazı imamla birlikte kılmaz. Bu, Hanefilere göredir.

4- Misafir imama uyan mukimler, imam selam verdikten sonra kalkıp iki rek'at daha kılmak suretiyle namazlarını dört rek'at olarak tamamlarlar.

5- Misafir olan kimse mukim olan imama namazın son bir rek'atinde yetişirse, yine de o namazı dört rek'at olarak kılar. Daha az bir kısımda ulaşırsa, artık iki rek'at olarak kalar. Bu, İmam Malik'e göredir.

6- Misafir olan imam, mukimlere namaz kıldırdığında iki rek'atin sonunda selam verir ve cemaatine: "Siz namazınızı ta­mamlayın; çünkü ben misafirim" der. Fukaha onun böyle demesini müstehab saymışlardır.

7- Misafirlerle mukimler bir araya geldiklerinde, mukim olanlardan birinin imam olması müstehabdır. Bu İmam Şafii'ye göredir.

 

Farz Kılanın Nafile Kılana Uyması

 

Bu konuda hakim olan fıkhi kural şudur: Farz kuvvetli, na­file zayıf sayılır. O bakımdan kuvvetlinin zayıf üzerine bina edil­mesi caiz değildir. Bununla beraber fakih müctehidlerin tesbit, görüş ve ihticacları biraz farklılık arzetmektedir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Ashab-ı Kiram'dan Muaz (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v.) ile birlikte son yatsıyı kılar, sonra kendi (semtindeki) insanlara döner ve (aynı namazı) onlara kıldırırdı."[318]

Muaz b. Rıfaa'dan yapılan rivayette, Beni Seleme Kabilesin­den Süleym adında bir adam Peygamber (s.a.v.) Efendimize gelerek şöyle diyor:

"Ya Rasulallah! Doğrusu Muaz b. Cebel, bizim uyumuş olmamız gereken bir vakitte çıkıp geliyor -ki biz erken uyuyup gündüzleyin işlerimizde bulunmak istiyoruz- ve bizi namaza davet ediyor. O sebeple biz de çıkıp onunla birlikte namaz kılıyoruz ve o, namazımızı hayli uzatıyor. (Böylece tam uykumuzu alamıyoruz)." Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz:

"Ya Muaz! Sen fitneci olma. Ya bizimle namaz kıl, ya da (kavminle de kılacak olursan) na­mazı onlardan yana hafif tut" diye buyurdu.[319]

 

Hadisler Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Farz namaz kılanın nafile kılana uy­ması caiz değildir. İsterse o farz nezredilmiş (adanmış) bir namaz olsun fark etmez. Çünkü farz kavi, nafile ise zayıftır. Kavi zayıfa bina edilemez.[320]

b) Şafiilere göre: Farz kılan kimsenin nafileye niyet eden kimseye uyması caizdir. Çünkü bu husus sahih sünnet ile sabit olmuştur. Hem namaz kılanlardan her birinin niyeti kendine aittir; başkasının niyetinin ona uymaması, onun namazını bozmaz.[321]                                                                                 

c) Hanbelilere göre: Farz kılanın nafile kılana uyması hakkında iki rivayet vardır: Birincisi, böyle bir uymanın sahih ol­madığıdır. Nitekim İmam Ahmed bu hükmü kesin belirtmiş ve Hanbeli fukahasının çoğu da benimsemiştir. Zühri ve rey tarafdan olan müctehid fakihler de aynı görüşü izhar etmişlerdir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "İmam ancak kendisine uyulsun diye imam olmuştur.  Artık ona (namazda) muhalefet etmeyin!" buyurmuştur.

Fukahadan az bir kısmına göre ise, bu caizdir. Esrem de buna cevaz verenler arasında bulunuyor.[322]

d) Malikilere göre: Farz kılanın nafile kılana uyması caiz değildir. O bakımdan uyan kimsenin namazı sahih olmaz.[323]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

307 nolu Muaz b. Rıfaa hadisinin isnadı sahihtir, ricali sıkadır. O bakımdan istidlale salihtir. Ancak Şafîiler ve bir de Hanbeli fukahasından az kimse dışında diğer müctehidler bu ri­vayetle istidlal etmemişlerdir. Nitekim İmam Şafii bu hadis hakkında şöyle demiştir:

"Bu konuda Rasulüllah (s.a.v.) Efendi­mizden bir tarikle rivayet edilen bu hadisten daha sabit başka bir rivayet bilmiyorum."[324]

Aynı hadisi az değişik lafızla Buhari, edeb: 73, Müslim, salat: 178, Ebu Davud, salat: 124, Nesai, imamet: 39, 41'de ri­vayet etmişlerdir.

Ebu Cafer Tahavi ise, Muaz hadisini kendi mezhebi doğrultusunda tevil ederek şöyle demiştir: "Rasulüllah'ın (s.a.v.) "Ya bizimle namaz kıl, ya da (kavminle de kılacak olursan) na­mazı onlardan yana hafif tut" buyurması, ikisinden birini ihtiyar etmesine delalet etmektedir. Yani bizimle kılacak olursan, artık onlara kıldırma, onlara kıldırmak istiyorsan, bizimle kılmadan git"[325]

Tahavi'nin bu te'vili pek isabetli değildir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, "Onlarla kıldırmak istiyorsan bizimle kılmadan git" şeklinde değil, "Ya bizimle kıl, ya da (kavminle de kılacak olursan) namazı onlardan yana hafif tut" buyurması, ikisinden bi­rine tercihe yönelik bir anlatım değil, "İstersen hem bizimle kıl, hem de onlara kıldırdığın zaman uzatma, hafif tut" şeklinde bir uyarı ve tavsiyedir.

Zira 306 nolu Cabir hadisinin son kısmında şu cümlenin yer aldığı rivayet yoluyla sabit olmuştur:

"Bu ikinci defa kılması onun için tetavvu'dur, kavmi için farz olan vakit namazıdır." Şevkani:

"Bu cümle senet bakımından en racih, mana bakımından en sahih olanıdır" demiş ve Tahavi'nin:

"Bu cümle Cabir'in zan ve tahmini­dir" sözüne değinerek: "Böyle bir iddiada bulunmak merduttur. Çünkü Cabir'in Muaz'la birlikte namaz kıldığı ve bu cümleyi on­dan duyduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira Cabir (r.a.) böyle fazla bir hükmü ilave etmekten hem korkar, hem de huşu' ve aldığı dini kültüre sığmaz."

Kaldı ki, Muaz'ın namaz kıldırdığı şahısların hepsi de sahabi idi. Bunların otuzunun Akabe bey'atine katılanlar, kırkının da Be­dir savaşına iştirak edenler olmak üzere 70 kişi olduğu söylenir.

Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin: "Bir farz namazı aynı günde iki defa kılmayın" emri, iki defasında da farz olarak kılınmasını men'e yöneliktir. Sonra bu hadisin farz ve nafile niyetiyle de olsa aynı namazın iki defa kılınmayacağını söylesek bile, bunun Muaz hadisiyle neshedildiği uzak bir ihtimal değildir.

Çünkü sözü edilen hadisin hükmünün kaldırıldığına delalet eden bir diğer rivayet mevcuttur. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kendi araç ve eşyanız yanında namaz kıldıktan sonra cemaat mescidine geldiğinizde, onlarla beraber (aynı) na­mazı kılın. Çünkü bu ikinci defa kılmanız sizin için nafile olur."

Bu rivayeti ashab-ı sünen tahric etmiş ve İbn Huzayme bunu sahihlemiştir. Yapılan tesbitlere göre, Rasulüllah (s.a.v.) bunu hayatının son döneminde Veda Haccı'nda iken söylemiştir.

Bunun gibi, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin, kendisinden son­ra iş başına geçecek (zalim) hükümdarların namaz vaktini gecik­tirerek kıldırdıkları takdirde, mü’minlerin o namazı vakit içinde kendi evlerinde kılıp öyle mescide gelmelerini ve o hükümdarların arkasında aynı namazı nafile niyetiyle kılmalarını tavsiye buyur­duğu da sahih rivayetle sabit olmuştur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Farz kılanın nafile kılana uyması caiz değildir. Bu İmam Malik ve İmam Ebu Hanife'ye göredir.

2- İmam Şafii'ye göre: Caizdir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) za­manında ashab-ı kiramın böyle yaptığı sahih rivayetle sabit olmuştur. Nitekim Muaz hadisi bunun başlıca şahidi olarak bulu­nuyor.

3- Aynı farz namazı iki defa kılmakta bir sakınca yoktur. Bi­rincisi vaktin, farzı olarak eda edilmiş olur, ikincisi nafile yerine geçer.

4- Vakit namazını evinde veya iş yerinde kıldıktan sonra ca­miye gelen ve aynı namazın cemaat   halinde kılınmaya başlandığına yetişen kimse, niyet edip imama uyar ve bu onun için nafile olur.

 

Oturarak Namaz Kılanın Ayakta Durana, Ayakta Duranın Oturarak Kılana Uyması

 

Farz namazlarda gücü, kudreti, sağlığı yerinde olan kimse­nin niyet, iftitah tekbiri ve kıraat süresince ayakta durması fa­rzdır. Bununla beraber zorunlu bir sebepten dolayı ayakta duramıyacak olursa, oturduğu yerde, ayakta durup namaz kıldıran kimseye uymasında bir sakınca yoktur. Aynı zamanda ayakta dur­up namaz kılan kimsenin oturarak namaz kılana uyması doğru olur mu? Bu konudaki hadis ve rivayetleri; fakih müctehidlerin görüşlerini getirdikten sonra mesele açıklığa kavuşturulmuş olur.

 

İlgili Hadisler Ve Rivayetler

 

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz (vefatına yakın günlerde) hastalandığı zaman, büründüğü bir elbise içinde oturarak Ebu Bekir'in (r.a.) ar­kasında namaz kıldı."[326]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz vefat ettiği hastalığında oturarak Ebu Bekir (r.a.) ın arkasında namaz kıldı."[327]

Yine Hz. Aişe (r.a.) den yapılan rivayette, şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ağrı ve sızıdan şikayetçi olduğu bir halde oturarak namaz kılarken, arkasında ayak­ta durup Ona uyan bir cemaat bulunuyordu. Onlara oturup öyle namaz kılmalarını işaret etti. Sonra namazı bitirince onlara şöyle buyurdu:

"İmam ancak kendisine uyulsun diye imametlik yapmaktadır. O bakımdan imam rüku'a varınca siz de varın, başını rüku’dan kaldırınca siz de kaldırın; otu­rarak namaz kılıyorsa siz de oturarak kılın."[328]

Enes (r.a.) den yapılan rivayette diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz attan düştü ve sağ yanı berelendi. Bunun üzerine Rasulüllah'ı (s.a.v.) sormak, geçmiş olsun demek üzere yanına girdik. Namaz vakti de girmiş oldu. Oturduğu yerde bize namaz kıldırdı, biz de Onun arkasında oturarak namaz kıldık. Namazı bitirince şöyle buyurdu:

"İmam ancak kendisine uyulsun diye ima­metlik yapmaktadır. O tekbir getirince siz de tekbir geti­rin; o secde edince, siz de secde edin; o başını kaldırınca siz de kaldırın; o (semi'allahu limen hamidehu) deyince, sîz (rabbena leke'1-hamd) deyin. O oturarak namaz kılınca hepiniz de oturup namaz kılın."[329]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz Medine'de bir ata bindi ve at Onu bir hurma kökünün üzerine düşürüverdi. O sebe­ple Rasulüllah'ın (s.a.v.) ayağında çıkık meydana geldi. Biz Onu ziyaret edip sormak üzere kendisine gittiğimizde , Hz. Aişe'ye ait meşrube (elbise, yiyecek ve benzeri şeyler konulan tavansız odacık veya kiler) de oturmuş olarak tesbih eder (namaza durmak üzere) bir halde bulduk. Biz de he­men arkasına geçip uyduk. Sesini çıkarmadı. Sonra bir defa daha geldik, kendisini sorduk ve O oturarak farz na­maza başladı. Biz de arkasında durduk; derken oturmamızı işaret etti, oturduk. Namazı bitirince şöyle buyurdu:

"İmam oturarak namaz kılarsa, siz de oturarak kılın; o ay­akta kılacak olursa, siz de ayakta kılın. Faris halkının ken­di ileri gelen liderlerine yaptıkları gibi yapmayın."[330]

 

Hadis Ve Rivayetlerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlaller Ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Ayakta duranın, rüku' ve secde yapıp oturarak namaz kılan kimseye uyması sahihtir, rüku' ve secdeyi işaretle yerine getiren kimseye uyması sahih değildir.[331]

Böylece ayakta durup namaz kılanın, oturarak namaz kılana uyması caizdir. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ömrünün son günlerinde rahatsızlığından dolayı oturarak namaz kılarken o vaziyette cemaat Ona uyuyordu. Ancak İmam Muhammed'e göre bu sahih değildir. Çünkü ayakta duranın hali kamil, oturanın ise nakıstır.[332]

b) Şafiilere göre: İmam ayakta durmaya takat getiremezse, oturarak namaz kıldırır. Cemaat bu vaziyette ona uyar. Bunda bir sakınca yoktur. Nitekim  Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz son günlerinde oturarak cemâatine namaz kıldırmıştır. Ancak cemaat ayakta durup imama uyar. O oturarak kıldığı için onlar oturmaz. Rasulüllah'ın (s.a.v.) önce buna izin verdiği, sonra vefatına yakın bu hükmü kaldırdığı Hz. Aişe (r.a.) hadisinden istidlal edilmektedir.[333]

İmam ayakta durmaya gücü yettiği halde oturarak cemaate namaz kıldırırsa, cemaatin namazı sahih ve yeterlidir; imam isaet işlemiş olduğundan iade etmesi gerekir.[334]

c) Hanbelilere göre: Oturarak namaz kılanın arkasında ayakta durup namaz kılma hususunda iki husus vardır: Birincisi, cemaatin namazının bu vaziyette sahih olmadığıdır ki, İmam Ahmed de buna meyletmiştir. Çünkü ona göre: İmam oturmuş halde ise, cemaat onun arkasında durup namaz kılacak olurlarsa, gerçek anlamda ona uymamış sayılırlar. Ancak cemaat de imam gibi otu­rarak kılarsa, o takdirde sahih olur.

Aynı zamanda imam ayakta durmaya gücü yettiği halde otu­rarak namaz kıldırırsa, ayakta duranlar ona uymaz.[335]

d) Malikilere göre: İmam Malik'ten yapılan iki rivayetten birinde, ayakta duracak kadar kudreti olan kimsenin, oturarak namaz kılana uyması sahih değildir.

İmam Malik ve İmam Muhammed b. Hasen bu konuda şu hadisle istidlal ve ihticac etmişlerdir:

"Benden sonra artık hiç kim­se, oturarak imama uymasın!"

Bu hadisi Darekutni tahric etmiştir. Çünkü ayakta durmak namazın rükünlerinden biridir. Bu rüknü yerine getirmeye ku­dreti yeten kişinin, kudreti yetmeyen kişiye uyması sahih olmaz.[336]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

313 nolu Enes ve 314 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir. Her iki rivayet de Ebu Bekr'in imam olduğuna açık biçimde delalet et­mektedir.

315 nolu Hz. Aişe hadisi de sahih kabul edilmiştir. 316 nolu Enes ve 317 nolu Cabir hadisi fakih imamlar ve diğer hadis âlim­leri tarafından sahih kabul edilmişse de, İmam Şafii'ye göre, bun­ların hükmü kaldırılmış, yani neshedilmiştir. Zira Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz vefatından birkaç gün önce, bir rivayete göre, bir gün veya iki gün evvel oturarak da olsa öne geçmemiş, Ebu Bekr'in imam olmasını emretmiş ve kendisi de oturmuş bir halde ona uyarak namazını kılmıştır.

Fakih müctehidlerin çoğu ise, bu hadislerle istidlal edip otu­rarak namaz kıldırmak zorunda olan imama, ayakta durup uy­manın sahih olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim İshak, Evzai, İbn Münzir ve Davud ez-Zahiri de aynı görüşü izhar etmişlerdir. Cum­hur da aynı görüştedir.

Muhaddis Abdurrezzak ise şöyle demiştir: "İmam ne kadar oturarak namaz kıldırdıysa, cemaatin de oturarak kıldığını gördüm, bunun aksini müşahede etmedim. Bu, birçok kanaldan ri­vayet edilen bir sünnettir. İbn Hibban da ismi geçen üç sahabiden aynı rivayeti yapmıştır. Ashabdan bunun hilafına bir rivayet yapılmamıştır.[337]

Tabiin'den de aynı görüş Cabir b, Zeyd ve Ebu'ş-Şa'şa'den ri­vayet edilmiş ve onlardan buna muhalefet eden çıkmamıştır. Yani imam oturarak namaz kıldırmak zorunda kalırsa, cemaatin de oturarak ona uyması gerekir.

Kadı Iyaz ise, "Rasulüllah'dan (s.a.v.) sonra hiç kimsenin oturarak namaz kıldıran imama oturarak uyması sahih ve caiz ol­maz, o ancak Rasulüllah'a (s.a.v.) has bir hal idi." demiştir.

Şa'bi'nin Cabir'den rivayet ettiği ve Darekutni'nin tahricde bulunduğu: "Benden sonra hiç kimse oturarak imama uymasın!" mealindeki hadise gelince: Bunun üzerinde hayli durulmuş ve ravi Cabir el-Cu'fî'nin metruk olduğu söylenmiştir. Seçkin ilim adamlarından bir kısmı bu zatı tezkiye etmiş ve güvenilir olduğunu belirtmişlerdir. Muhaddis Yahya'nın ise onun rivayetle­rini terkettiğini Abdullah b. Ahmed bildirmektedir. İmam Ebu Hanife'de onun çok yalancı bir kimse olduğuna dikkat çekmiştir. Nesai onun metruk olduğunu söyleyenler arasında yer almıştır.[338]

Sonuç olarak Cabir’in hadisiyle istidlal ve ihticacın uygun ol­madığı ortaya çıkıyor ve böylece İmam Şafii ile İmam Muhammed'in delillerinin zayıf olduğu ağırlık kazanıyor.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ayakta duranın, oturarak namaz kılana uyması sahihtir; şu şartla ki, bu durumda olan imamın rüku' ve secdeyi doğrudan yerine getirmesi gerekmektedir.

2- Oturarak namaz kılan, fakat rüku' ve secdeyi işaretle ye­rine getiren imama, ayakta durup rüku ve secde  yapma kudreti olan cemaatin uyması sahih olmaz.

Bu iki görüş de Hanefilere aittir.

3- Rahatsızlığından dolayı oturarak namaz kıldıran imama uyanlar, oturarak değil, ayakta durarak uyarlar. Bu, İmam Şafii'nin görüşüdür.

4- İmam gücü yettiği halde ayakta durmayıp oturarak na­maz kıldırırsa, ona uyan cemaatin namazı tamamdır, imamın na­mazı ise sahih değildir, iade etmesi gerekir. Bu da İmam Şafii'nin ictihadıdır.

5- Oturarak namaz kıldıran imama ayakta durup uymak sa­hih değildir. Bu, Ahmed b.Hanbel'in görüşüdür. İmam Malik de aynı görüştedir.

6- Evzai, Zahiri ve İshak'a göre, imam oturarak namaz kıldırıyorsa, cemaatin de oturması gerekir. Ashab ve Tabiin za­manında da uygulama böyle idi.

 

Müteveddi’in Müteyemmime Uyması

 

"Su ile abdest alanın, toprak ile teyemmüm edene uyması.."

"Müteveddi" sıfattır, genellikle su ile normal ölçülere ve ku­rallara göre abdest alan kimse hakkında; "müteyemmim" ise, he­rhangi bir sebepten dolayı su bulamayan veya su bulunduğu halde onu kullanamayan ve o yüzden namaz için toprağa ellerini sürmek suretiyle teyemmüm eden kimse hakkında kullanılır.

Bu durumda olan kimse, su ile abdest alan kimsenin önüne geçip imamlık yapabilir mi? Yani müteveddi'in müteyemmime uy­ması sahih ve caiz olur mu?

Konuyla ilgili hadisleri ve müctehid imamların görüş ve tesbitlerini nakledince bu sorunun da cevabı verilmiş olacak.

 

İlgili hadisler:

 

Tabiinden Said b. Cübeyr'den yapılan rivayette, İbn Abbas (r.a.) beraberinde Rasulüllah'ın (s.a.v.) ashabından birkaç zat olduğu halde bir seferde bulunuyorlardı. Ammar b. Yasir (r.a.) da onların arasında idi. Peygamber'e (s.a.v.) olan yakınlığı dikkate alınarak namazda öne geçiriliyor, imamet hizmetini o yerine getiriyordu.

Bir gün yine Ammar (r.a.) arkadaşlarının önüne geçip imam olarak namaz kıldırdıktan sonra gülerek onlara şu haberi verdi: Kendisine ait Rum asıllı cariyeyle yattığı ve o yüzden cünüp olduğu, ancak teyemmüm ederek namaz kıldırdığını söyledi.[339]

Buna benzer bir olay da Amr b. As (r.a.) ın başından geçmiştir. Şöyle ki: Amr (r.a.) bir grup ashabla birlikte Zatü's-Selasil gazvesi sebebiyle seferde bulunurlarken Amr gece uykuda ihtilam oluyor ve hava çok soğuk olduğundan su ile yıkanmaya ce­saret edemiyor ve o sebeple teyemmüm ederek sabah namazını kıldırıyor.

Medine'ye döndüklerinde durum Hz. Peygambere (s.a.v.) arzediliyor. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona:

"Ya Amr! Cünüp olduğun halde mi arkadaşlarına namaz kıldırdın?" diye sorunca; o şöyle diyor:

"Ya Rasulallah! Hava soğuktu. Allah ise kendinizi öldürmeyiniz buyurmaktadır."

Amr'ın bu cevabına Rasulüllah (s.a.v.) tebessüm etti ve başka bir şey demedi.[340]

 

Bu İki Rivayetlerin Işığında Mezhep İmamlarının İctihadları

 

a) Hanefilere göre: Müteveddi'in müteyemmime uyup na­maz kılması caizdir. Çünkü bu konuda toprak suyun yerine geçmekte ve aynı hükmü almaktadır. O bakımdan bu ikisiyle de namazın şartı vücut bulmuş oluyor.[341]

b) Şafiilere göre: Müteveddi'in müteyemmime uyup namaz kılması sahihtir. Zira her ikisi de nass-ı kur'an ve sünne-ti  Ra­sulüllah ile sabit olmuştur.[342]

c) Hanbelilere göre: Şafiilerle aynı görüştedirler; yani su ile abdest alan kimsenin suyu kullanamayan veya bulamayan ve fakat toprak ile teyemmüm eden kimseye uyup namaz kılması caizdir.[343]

Hanefilere göre, teyemmüm mutlak bedeldir; yani zaruri bir kayıt olmaksızın abdest yerine geçmektedir. Şafiiler ise, onların hilafına bir yorumda bulunmuşlar ve teyemmümün zaruri bedel olduğunu belirtmişlerdir. O bakımdan bu mezhebe göre vakit girmeden teyemmüm edilmez.

d) Malikilerin bu konuda açık bir ictihad ve görüşlerini tesbit edemedim. Ancak Sahnun, el-Müdevvenetü'1-Kübra'da İmam Malik'in şöyle dediğini İbn Kasım'dan nakletmektedir:

"Yolculuk halinde bulunan adam, yanında yetecek kadar su yoksa, berabe­rinde taşıdığı eşiyle veya cariyesiyle cinsel temasta bulunmaz. An­cak suyu kullanmaya engel bir yara veya hastalık söz konusu ise, o takdirde su bulunmasa bile cinsel temasta bulunması caizdir. İbn Şihab da aynı görüşü izhar etmiştir."[344]

 

Tahliler Ve Diğer Rivayetler

 

İbn Abbas (r.a.) den yapılan rivayetin isnadı sahihtir. O bakımdan fakih müctehidlerin önemli bir kısmı onunla istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

Amr b. As hadisi de sahih kabul edilmiş ve ihticaca elverişli sayılmıştır.

Onun bu hadisini kuvvetlendiren bir diğer hadisi Darekutni, Bera' b. Azıb'den rivayetle, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle bu­yurduğunu bildirmiştir:

"İmam öne geçip cemaate namaz kıldırır ve abdestsiz olduğunu hatırlarsa, cemaatinin namazı kafi gelir, onun ise iade etmesi gerekir."

Ne var ki, bu hadisin isnadında Cüveybir b. Said bulunuyor ki bu zat zayıf ve metruktur. Aynı zamanda isnadında inkıta' da vardır.[345]

Yine bu manada sahih bir rivayeti Ebu Davud'da görüyoruz ki, İbn Hibban onu sahihlemiştir: Beyhaki de aynı tesbitte bulun­muştur:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz sabah namazına başladı, sonra eliyle cemaate işaret ederek yerinizde bek­leyiniz diyerek ayrıldı, az sonra saçlarından su damladığı halde gelip namazı kıldırdı. Sonra şöyle buyurdu:

"Ben de ancak sizin gibi bir beşerim; doğrusu cünüp idim (hatırlayınca gidip guslettim ve geldim.)"

Müteyemmimin müteveddi'e imam olmasının caiz olmadığını ileri süren fakihler ise, şu hadisle istidlal etmişlerdir:

"Müteyemmim müteveddi'lere imamlık yapmasın!"

Ancak bu hadisin zayıf olduğu anlaşılmış ve o bakımdan ih­ticaca salih görülmemiştir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Su bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanma imkanı olmadığında namaz için toprakla teyemmüm etmek meşrudur. Bu, kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.

2- Müteveddi'in müteyemmime uyması sahih ve caizdir..

3- Mukim kimse su bulamadığı için teyemmüm ederse, abdestli olan kimsenin ona uyması sahih olmaz. Çünkü o adamın ile­ride su bulunca kıldığı namazı iade etmesi gerekir. Bu, imam Şafii'ye göredir. Ancak seferi haldeyse veya bir hastalıktan dolayı su kullanamıyorsa, o takdirde müteveddi'in ona uyması sahih olur.

4- Hanefilere göre, Teyemmüm mutlak anlamda abdeste be­deldir. Şafiilere göre, zaruri bedeldir.

5- Malikilere göre, yolculuk halinde bulunan adam, yanında gusledecek suyu yoksa ve te'min de edemeyecekse, beraberinde taşıdığı eşiyle veya cariyesiyle cinsel temasta bulunmaz.

6- Abdest nasıl namazın şartlarından biriyse, onun yerine geçen teyemmüm de namazın şartlarından biri sayılır.

 

İmamın Saffın Ortasına Denk Gelecek Şekilde Önde Durması

 

İmamın, namazda kendisine uyulan kimse olduğundan ce­maatin önünde birinci saffın ortasına denk gelecek şekilde dur­ması söz konusudur. Bu düzenleme cemaatin hem imamı görüp hareketlerini izlemesi, hem de sesini daha rahat duyması bakımına yönelik olduğu gibi, uyulan kimse olması bakımından da önemlidir.

Bunun gibi imamın arkasında durup ona uyan cemaatin nasıl bir sıra tertiplemeleri sünnettir? Zira cemaatin düzenli saf halinde durması, İslam'ın her hususta disipline önem veren, düzenden yana olan bir din olduğunun başka bir göstergesi sayılır.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Ra­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İmamı ortalayın ve (safta) aranızdaki boşlukları ka­payınız."[346]

Ebû Mes'ûd el-Ansarı (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namazda omuzlarımıza dokunurdu da şöyle buyururdu:

"Saflarınızı düzgün tutunuz, farklı şekilde durmayın, sonra kalpleriniz de fa­rklılaşma gösterir. Sizden ergen aklı başında olanlar ar­kamda yer alsın; sonra da sırayla diğerleri onların ar­kasında, diğerleri de onların arkasında saf olup yerlerini alsınlar."[347]

İbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden ergen olup aklı melekesi yerinde olanlar ar­kamda yer alsın. Sonra da sırasıyla diğerleri onların arkasında ve sonra da diğerleri de onların arkasında saf olup yerlerini alsınlar. Bir de sokak, çarşı ve pazarlardaki gürültü, patırtı, sürtüşme ve çekişmeden sakının."[348]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Erkek saflarının hayırlısı, önde olanıdır; şerli olanı da sonda olanıdır. Kadın saflarının hayırlısı, sonda olanıdır; şerlisi ise, önde olanıdır."[349]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre: İmamdan başka üç kişi olursa, imam öne geçer, onlar onun arkasında bir saf olur. Zira hem Rasulüllah (s.a.v.) böyle yapmıştır, hem de ümmetin ameli bu doğrultuda cereyan etmiştir.

İmamın, arkasındaki saffın ortasına denk gelecek şekilde durması sünnettir. Onların sağında, ya da solunda durursa caiz­dir, ancak isaet etmiş olur. Bunun cevazına gelince: Böyle yapmak doğrudan rükünlerle ilgilidir ki o da gerçekleşmiş oluyor. İsaete gelince: Cemaatin sağ veya sol tarafına gelecek şekilde durmasiyla mütevatir olan sünneti terketmiş bulunuyor.[350]

b) Şafîilere göre: İmamın yeri, kendisine uyan cemaatin önüdür, ona uyan ister bir kişi, ister birden fazla olsun..  O bakımdan imama uyan iki kimse ise, imam onların önünde durur, onlar da imamın arasında saf olup dururlar.

İmama uyanlardan bir kısmı imamın önünde yer alırlarsa, kılınan bu namaz imam ve yan taraftarıyla arkasında olanlar için kafi gelir, ama önüne geçenler için kafi gelmez. Çünkü, imamın kendisine uyanların önünde veya hizasında durması sünnettir.[351]

c) Hanbelilere göre: Sünnet odur ki, imama uyanlar onun arkasında dururlar. Eğer imamın önünde dururlarsa, bu sahih ol­maz. Malikilere göre sahih olur.

İmama uyan bir adam olursa, imamın sağ arkasında durur, iki adam olursa, tam arkasında yer alıp durular.[352]

d) Malikilere göre: Cemaatin imamın önüne taşması sakıncalı değildir. O bakımdan imama uyanların öne taşıp onun önünde duracak olurlarsa, namazları yine sahih kabul edilir. Çünkü böyle yapmak, iktidae (yani imama uymaya) engel değildir.[353]

 

Tahliller Ve Rivayetler

 

333 nolu Ebu Hüreyre hadisi hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri susup bir şey dememişlerdir. Nesai ise, bunun salih olduğunu belirtmiştir. İsnadında Yahya b. Beşir b. Hallad bulu­nuyor. İbn Kattan onun meçhulü'1-hal olduğuna dikkat çekmiştir. Abdülhak ise onun bu isnadının kavi olmadığını söylemiştir.[354]

334 nolu Ebu Mes'ud hadisini Ebu Davud tahric etmiştir. İstidlale salihtir

335 nolu İbn Mes'ud hadisini Tirmizi rivayet ettikten sonra hasen-garip olduğunu belirtmiştir. İbn Seyyidin-nas ise, bu hadi­sin sahih ve ravisi Halid b. Mehran'ın sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir. Zira hadisin birçok şahitleri vardır. İmam Müslim'de onun sahih olduğuna hükmetmiştir.

Bu konuda Taberani el-Kebir'de Semüre (r.a.) den şu hadisi nakletmiştir:

"Muhacirlerle Ansarın arkasında bedeviler dur­sun ki namazda onlar (bu iki) zümreye uysunlar."

Bunun gibi Darekutni'nin İbn Abbas (r.a.) den yaptığı rivay­ette, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu belirtilmiştir:

"Birinci safta bedeviler, Arap olmayan yabancılar ve bir de henüz ergen olmamış (temyiz çağındaki) çocuklar öne geçmesin!."

Ancak bu hadisin isnadında Leys b. Ebi Süleym bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[355] Yahya b. Main ve Nesai onun zayıf olduğunu belirtirlerken, İbn Hibban onun ömrünün sonuna doğru hafızasının zayıfladığını ve rivayetleri birbirine karıştırdığını söylemiştir. Bunlara karşın, Abdülvaris onun ilim kabı olduğuna değinerek övgüde bulunmuştur.[356]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İmamın, saffın ortasına denk gelecek şekilde önde durması sünnettir.

2- İmamın arkasında yalnız bir adam bulunursa, onun sağ gerisinde durması sünnettir. İki veya daha fazla kimse bulunursa, tam arkasında saf olup durmaları sünnettir.

3- İmamın arkasında birinci safta ergen olup aklı eren kim­selerin durması müstehabdır. O bakımdan İslam fıkhını bilen alimlerin birinci safta yer almasına dikkat edilmelidir.

4- Cemaatin, imamın tam hizasında durması halinde, na­mazları sahih sayılır. Bu, İmam Şafii'ye göredir.

5- Cemaatin imamın önüne taşması caiz değildir. Bu üç me­zhebe göredir. İmam Malik'e göre, taşmalarında bir sakınca yok­tur.

6- Safların düzgün tutulması ve arada boşluk bırakılmaması sünnettir.

7- Saf dışında durup imama uymakta kerahet vardır. İmam Malik'e göre kerahet yoktur.

 

Namazda Cemaatin Arasında Kadın Ve Çocukların Yeri

 

Namaz ibadeti insana kişilik kazandırdığı gibi, saygılı ol­mayı, büyüklerin yerini ve kadrini bilmeyi, küçükleri sevip ko­rumayı ve birlik, beraberlik olmayı öğretir.

O bakımdan cemaat halinde namaz kılarken sınıf farkı kalk­makta; herkes Cenab-ı Hakk'ın huzurunda ve yanında kul olma düzeyinde eşit bulunmaktadır. Ancak bundan bir önceki konuda belirttiğimiz gibi, aklı eren ergen kişilerin ön safta yer alması tav­siye edilmiştir. Bu tabirden maksat, namaz ahkamını daha iyi bi­lip konulara daha çok aklı erenler kasdedilmektedir. Zira imamın yanılması halinde bu kişilerden birinin hemen onun yerini işgal etmesi, yani biraz öne geçip imamlık yaparak namazı tamamla­ması söz konusudur. Şayet bu kimseler arka saflarda kalır ve imamın bir sebepten dolayı namazı olduğu yerde bırakması gerekirse, ehil olmayan kimselerin öne geçmesi durumu hasıl olur.

Kadınlara gelince, onların erkeklerin yanında veya önünde bulunmasının birtakım sakıncaları vardır. En azından şehveti tahrik etme söz konusudur. O bakımdan, onların erkek ve temyiz çağına girmiş çocukların gerisinde durmaları gerekmektedir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Abdurrahman b. Gunm'den, onun da Ebi Malik el-Eş'ari'den, yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, dört rek'atte kıraat ve kıyam hususunda eşitlik sağlardı:

"Birinci rek'ati diğerlerinden biraz uzun tutardı, ta ki in­sanlar (cemaate katılanlar) sevaba nail olsunlar... Erkekleri, (temyiz çağına girmiş) çocukların önünde bulundurur­du. Kadınların da o çocukların gerisinde durmasını sağlardı."[357]

Ebu Davud ise bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Size Rasulüllah'ın (s.a.v.) namazından haber vereyim mi? Namaza ikamet edilip durulurken, erkekler saf olup yerlerini alır, çocuklar da onların arkasında saf olup yerle­rini alırlardı."

Enes (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Nenem Müleyke, yapıp hazırladığı yemek için Rasulüllah'ı (s.a.v.) davet etti. Rasulüllah (s.a.v.) yemeği yedikten sonra şöyle buyurdu:

"Kalkınız size namaz kıldırayım."

Bunun üzerine, uzun süre beklemesinden do­layı kararan bir hasırımız vardı, üzerine su döküp (temizledim). Rasulüllah (s.a.v.) o hasırın üzerine gelip durdu; ben ve bir yetim çocuk da Peygamber'in (s.a.v.) ar­kasında durduk. Yaşlı kadın da bizim arkamızda durdu. Rasulüllah (s.a.v.) bize iki rek'at namaz kıldırıp ayrıldı."[358]

Yine Enes (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Ben, evimizdeki yetim çocuk Rasulullah'ın (s.a.v.) ar­kasında namaz kıldık. Annem Ümmü Süleym de bizim arkamızda durdu."[359]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Erkeklerin saflarının hayırlısı, önde olanıdır, şerli olanı da sonda olanıdır. Kadınların saflarının hayırlısı, sonda olanıdır; şerli olanı ise, önde olanıdır."[360]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: İmamla birlikte bir tek kadın bulunur­sa, imamın arkasında durur. Bir erkek, bir de kadın bulunursa, erkek, imamın sağ tarafında, kadın da arkasında durur. İki erkek, bir kadın olursa, erkekler imamın tam arkasında, kadın da on­ların arkasında durur.

Cemaat birçok erkek, kadın ve ergenlik çağına yaklaşmış çocuklardan oluşuyorsa, erkekler imamın arkasında saf olup du­rurlar, onların arkasında çocuklar, onların da arkasında kadınlar durup imama uyarlar.[361]

b) Bu konuda Şafîilerin ictihadı, Hanefîlerinkinin bir benzeridir; yani onlar da yukarıda belirtilen tertip üzere cemaatin saf bağlamasını belirtmişlerdir.[362]

c) Hanbeliler de aynı görüş ve ictihadı izhar etmişlerdir.[363]                                        

d) Malikilere göre: Erkek ve kadınların birarada karışık vaziyette namaz kılmaları mekruhsa da, bu yüzden kimsenin na­mazı bozulmaz, hepsinin de namazı tamamlanmış kabul edilir. İade etmelerine gerek yoktur.[364]

Bununla beraber yukarıda belirtilen tertip üzere saf bağlayıp imama uymaları sünnete daha uygundur.

 

Tahliler Ve Diğer Rivayetler

 

344 nolu Ebu Malik el-Eş'ari hadisi Hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri susup bir şey beyan etmemişlerdir. Ancak isnadında Şehr b. Havşeb bulunuyor ki bu zat hakkında söz söyleyenler olmuştur: İmam Ahmed, "O, Esma bint Yezid'den birçok hasen ha­dis rivayet etmiştir" derken, İbn Main onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir. Ebu Hatim ise, "Onun rivayetiyle ihticac edilmez" diyerek güvenilir olmadığına işarette bulunmuştur. Nesai ve İbn Adiy'e göre, kavi değildir.[365]

345 ve 346 nolu Enes hadisleri sahihtir ve ihticaca elve­rişlidir.

347 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir ve aynı zamanda kadınların saf olup gerek erkek imama tabi' olmalarının, gerekse kendi aralarında saf bağlayıp cemaat halinde namaz kılmalarının, caiz olduğuna delalet etmektedir.

Hadiste safların hayırlısı ve şerlisi diye bir anlatım tarzı bu­lunuyor. Burada hayırlı olmasından maksat, fazilet ve sevaptır; şerli olmasından maksat, faziletin terk edilmesidir.           

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İmamla birlikte cemaat olarak bir tek erkek bulunursa, imamın sağ gerisinde durması sünnettir.

2- İmamdan başka cemaat olarak sadece bir erkek, bir de kadın bulunursa, yine erkek imamın sağ gerisinde, kadın da imamın arkasında durur.

3- İmamla beraber iki erkek, iki de kadın cemaat bulunursa, erkekler imamın arkasında, kadınlar da erkeklerin arkasında du­rur.

4- Cemaat erkek, kadın ve ergenlik çağına yaklaşmış çocuklardan oluşuyorsa, erkekler önde saf olup dururlar. Onların arkasında çocuklar; çocukların arkasında ise kadınlar saf olup du­rurlar. Sünnet bu tertibi amirdir.

5- Erkekle kadınlar karışık vaziyette saf olup imama uyar­larsa, fıkıhta belirtilen şekilde erkeklerden bir kısmının namazı bozulur. Bu üç imama göredir. İmam Malik'e göre,  hiçbirinin na­mazı bozulmaz.

6- İmanım arkasında yalnız kadınlar cemaat olup namaz kılabilirler. Bunda bir sakınca yoktur. Ancak bir kadının veya iki kadının yalnız olarak mahremleri yokken imama uymaları mek­ruhtur. Çünkü bu durumda birtakım şüpheler doğabilir.

 

Namazda İmamın veya Cemaatin Yüksek Yerde Durması Sakıncalı Mıdır?

 

Namaz mümkün olduğu kadar sadelik, şatafattan uzaklık, uyum ve ahenk isteyen bir ibadettir. Çünkü böyle bir ibadetle in­san Allah'a kul olmanın şuuruyla mahviyet ve muhtaçlığını dile getirmekte, tevazuun en güzel örneğini sergilemektedir. O bakımdan imamla cemaatin aynı seviyede bulunup cemaat ha­linde namaz kılmaları çok daha uygun olur. Bununla beraber bazı sebeplerden dolayı birinin yüksekçe yerde bulunması cemaat ol­maya engel teşkil etmez.

 

Konuyla İlgili Hadisler Ve Rivayetler:

 

Hemmam'dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Hz. Huzeyfe (r.a.) Medain'de [366] bir dükkan (veya yüksekçe bir yer) üzerinde durup namaz kıldırmaya başladı. Bunun üzerine Ebu Mes'ud (r.a.) onun entarisin­den tutup çekti. Huzeyfe (r.a.) namazını tamamlayıp cema­ate dönünce, Ebu Mes'ud (r.a.) ona: "Onların (imam ve ce­maatin) bundan men'edildiğini bilmiyor musun?" dedi. O da: "Evet sen beni tutup çekince hatırladım" diye cevap verdi"[367]

İbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, imamın, arkasında na­maz kılmak üzere insanlar olduğu halde (yüksekçe) bir yer üstüne çıkmasını men'etmiştir."[368]

Sehl b. Sa'd (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, (mescid'e) ilk konul­duğu gün çıkıp minberin üzerine oturdu ve o vaziyette iken tekbir getirerek (namaza başladı). Sonra rüku'a vardı, arkasından oradan inip gerisin geri çekilerek secde etti. İnsanlar da onunla birlikte secde etti. Sonra (yerine) döndü, ta ki (namazını tamamlayıp) bitirdi ve şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Bunu ancak bana uyasınız ve namazımı öğrenesiniz diye böyle yaptım."[369]

Ebu Hüreyre (r.a.) mescidin damında durup (mescidin içindeki) imama uyarak namaz kıldı.

Enes (r.a.) ise, Basra'da Ebu Nafi'in evinde mescidin sağ ta­rafıyla birleşen bir insan boyu yükseklikteki gurfe (sahanlık, bal­kon) de -ki kapısı mescide bakar durumda idi- durup imama uydu.[370]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının Görüşleri

 

a) Hanefilere göre: Bir veya birkaç kişi mescidin damında durur, imam da mescidin içinde cemaatin önünde bulunur ve dam ile mescidin iç kısmı arasında bir kapı veya benzeri bir açıklık olursa, onların imama uyup namaz kılmaları sahih olur.

Bu durumlarda imamın kıraat ve diğer rükünlerini tam an­lamıyla takip edebildikleri takdirde hüküm böyledir. Aksi halde namazları sahih olmaz.[371]

b) Şafiilere göre: İmamın kendisine uyan cemaatin bulun­duğu yerden yüksekçe bir yerde durması veya cemaatin ondan yüksekçe bir yerde durup uyması mekruhtur. Ancak ortam ve yer bunu gerektiriyorsa bunda bir sakınca yoktur.[372]

c) Hanbelilere göre: İmamın kendine uyan cemaatten yüksekçe bir yerde durup namaz kıldırması mekruh değildir. İmam Ahmed bu konuda Sehl b. Sa'd hadisiyle istidlal etmiştir. Ayrıca Ammar b. Yasir'in yüksekçe bir yerde durup namaz kıldırmasını hüccet olarak almışlardır. Ancak bu yüksekliğin fazla olmaması uygun olur.[373]

d) Malikilere göre: İmamın kendisine uyanların bulun­duğu yerden yüksekçe bir yerde durup namaz kıldırması, -ister onlara öğretmek için olsun, ister başka bir sebepten olsun- mek­ruhtur. İmam Evzai'nin de ictihadı budur.[374]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

354 nolu Hemmam hadisini İbn Huzeyme, İbn Hibban ve el-Hakim sahihlemişlerdir. Ebu Davud bu hadisi bir başka vech ile rivayet ederken, imamın, Ammar b. Yasir ve onu tutup eteğinden çekenin de Huzeyfe olduğunu belirtmiştir. Bu rivayet hem merfu'dur, hem de isnadında bir meçhul vardır. O bakımdan bizim baş kısma naklettiğimiz rivayet daha sağlam ve daha kuvvetlidir.[375]

355 nolu İbn Mes'ud hadisini Hafız et-Telhis'te zikretmiş, fa­kat sıhhati üzerinde bir şey demeyip susmuştur.

Ebu Hüreyre'nin yüksekçe yerde durup imama uyması hakkındaki rivayete gelince: Onu İmam Şafii ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Buharı ise onu ta'likan zikretmiştir.

Hemmam ve İbn Mes'ud hadisi dışında kalan rivayetlerin hemen hepsi gerek imamın, gerekse cemaatin yüksekçe bir yerde durup namaz kılmasının sahih olduğuna delalet etmektedir. Hem­mam rivayeti ile İbn Mes'ud hadisi ise, bunun mekruh olduğunu göstermektedir.

Yüksekliğin nisbeti üzerinde birtakım farklı görüşler izhar edilmişse de fakih müctehidlerin çoğuna göre, cemaatin imamın durumunu bildiği takdirde fazla yükseklikte bir sakınca yoktur. Cami dışında imamın en çok bir adam boyu yükseklikte bulun­masında, cami içinde ise bir boydan yüksek yerde durmasında ke­rahet olmadığı ağırlık kazanmıştır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İmamın durduğu yerle cemaatin durduğu yer arasında, imamın durumunu bilmeye engel bir şeyin olmaması gerekir. Aksi halde imama uyma gerçekleşmez.

2- İmamın bulunduğu yerin, cemaatin bulunduğu yere nisbetle yüksek olmasında bir sakınca yoktur. Aynı zamanda cemaa­tin bulunduğu yerin imamın bulunduğu yere nisbetle yüksek ol­ması da böyle...

3- O bakımdan günümüzdeki cami ve mescidlerde bulunan mahfil ve benzeri yüksekçe kısımlarda durup imama uymakta bir sakınca yoktur.

4- Cami bitişiğindeki dükkan veya ev gibi bir yerin damında veya balkonunda durup camideki imama uyabîlmek için, arada açık bir kapı veya benzeri bir menfezin bulunması ve oradan ca­miye geçme imkanının mevcut olması şarttır. Aksi halde orada durup camideki imama uymak sahih olmaz.

5- İmam Malik’e göre, imamın yüksekçe yerde durup namaz kıldırması mekruhtur

6- Resulüllah (s.a.v.) Efendimizin minber üzerinde durup na­maz kıldırması ve secde için inip yerde secde etmesi, kendisine has bir durumdur. Nitekim O da bunu sırf talim için bir defa yapmıştır.

 

Sünneti, Farzı Kıldığı Yerin Gayrinde Kılmak

 

Şüphesiz mü'minin namaz kıldığı yer, ahirette onun lehine şehadette bulunur. Hem namaz kılan mü'min vefat edince, namaz kıldığı yer onun için ağlar.

Sonra da cemaatle kılınan namazda, imam selam verince sünneti mihrabın ya sağına, ya soluna biraz kayarak, ya da biraz geriye çekilerek kılması; cemaatin de yer müsaitse boş bulduğu yere kayıp sünneti orada kılması müstehabdır. Çünkü bu durum­da dışarıdan yeni gelenler, farzın kılındığını anlar ve ona göre uy­gun yer seçip namazlarını kılarlar.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Muğire b. Şu'be (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İmam, farzı kıldığı yerde (sünneti) kılmaz; oradan bi­raz (sağa, sola veya geriye) çekilerek kılar."[376]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz (farz) namazı kılınca biraz öne veya geriye kaymaktan veya biraz sağına veya soluna çekilmekten aciz midir?"[377] veya "acizlik duyar mı?"

 

Hadislerin Işığında Fakih İmamlarının Görüş Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Kılınan farzdan sonra sünnet namaz varsa, artık kişinin o yerde oturması mekruhtur. Bu kerahet, hem Ebu Bekir, hem de Ömer (r.a.) den rivayet edilmiştir. Bu daha çok imam hakkında söz konusudur. Ona uyanlara gelince: Hanefilerin fakihlerinden yapılan rivayete göre, farz namazı kıldıkları yerden sünnet namaz için ayrılmaları, yani başka bir yana kaymaları söz konusu değildir. Yani aynı yerde sünneti de kılmalarında bir sakınca yoktur.[378]

b) Şafîilere göre: Sünneti kılmak için farz kıldığı yerden ayrılıp başka yerde kılması sünnettir. Bunun efdalı, ayrılıp sünneti evinde kılmasıdır. Ancak arkalarında namaz kılan kadınlar bulunuyorsa, onlar namazlarını kılıp tamamlayıncaya kadar erkeklerin farzdan sonra kalkmayıp onları beklemeleri sünnettir. Camide bulunuyorsa, farzdan sonra sünneti de camide kılmak istiyorsa, sağ tarafına kayması daha uygundur.[379]

c) Hanbelilere göre: İmamın farz kıldığı yerde sünnet kılması mekruhtur. İmam Ahmed'in kesin görüş ve ictihadı budur. Nitekim Ali b. Ebi Talib (r.a.) de böyle söylemiştir. İmama uyanla­ra gelince: Farz kıldıkları yerde sünnet kılmalarında bir sakınca yoktur. Nitekim İbn Ömer (r.a.) da böyle yapmıştır.[380]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

363 nolu Muğire b. Şu'be hadisinin isnadında Ata' el-Horasani bulunuyor ki bu zat, Muğire b. Şu'be'ye (r.a.) ulaşmamıştır. Nitekim Ebu Davud da böyle tesbitte bulunmuştur. el-Münzeri bunu doğrulayarak şöyle diyor:

"Doğrusu Ata el-Horasani hicri 50. yılda doğmuş ki Hz. Muğire o yılda vefat etmiştir" el-Hatib de "İlim adamlarının bu tesbitte icma'ı vardır" diyerek olayı doğrulamıştır.

364 nolu Ebu Hüreyre hadisinin isnadında İbrahim b. İsmail bulunuyor ki, Ebu Hatim er-Razi onun meçhul olduğunu belirt­miştir. Buhari de onun nafile namazla ilgili hadisi sabit değildir demiştir.[381]

Bu iki hadiste de bazı tesbit ve şüpheler izhar edilmekle be­raber, fakih imamların çoğu onlarla istidlal etmişlerdir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İmamın farz namazı kıldırıp selam verince, bulunduğu yerden sağa veya sola kayıp öylece sünnet namazı kılması sünnettir veya müstehabdır.

2- İmama uyanlar da, bulundukları cami veya mescidde yer müsaitse, sünneti başka yerde kılarlar; bunun onlar hakkında müstehab olduğunu söyleyen fakihler vardır. Bununla beraber farzı kıldıkları yerde sünneti de kılmalarında bir sakınca yoktur.

 

Hastanın Namaz Kılmasıyla İlgili Fıkhi Hükümler

 

Bilindiği gibi namazın birtakım şartları ve rükünleri vardır. Onları yerine getirmek farzdır. Aksi halde kılınan namaz sahih ol­maz. Ancak hasta olan kimsenin o farzlardan birini veya birkaçını yerine getirmeye gücü yetmezse, o takdirde namazı terketmesi mi gerekir, yoksa farzlardan birinin düşmesiyle diğer şartlar ve farz­lar düşmez kuralına göre mi amel edilir?

Namaz, kul ile rabbısı arasında en işlek yoldur; aynı zaman­da Hakk'ın huzurunda mahviyet, teslimiyet, tazim ve dua mak­amıdır. O bakımdan terki caiz değildir. Meğer ki kişi bunamış veya komaya girmiş olsun.

Bu sebeple yüce dinimiz hastanın namaz kılması konusuna ayrı bir bap ayırmış ve nasıl namaz kılacağını belirlemiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

İmran b. Husayn (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Bende basur vardı. O sebeple Rasulüllah (s.a.v.) Efen­dimizden nasıl namaz kılacağımı sordum. Buyurdu ki:

"Ayakta durup namaz kıl. Buna gücün yetmezse, oturarak, ona da gücün yetmezse yan üzeri uzandığın halde namaz kılarsın."[382]

Nesai bunu, şu lafızları fazla olarak rivayet etmiştir:

"Buna da gücün yetmezse, sırtüstü uzanıp kılarsın, Allah herkese vus'atına (mevcut imkan, güç ve yeteneğine göre) teklifte bulunur."

Ali b. Ebi Talih (r.a.) deri yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Hasta olan kimse, gücü yeterse ayakta durup namaz kılar. Gücü yetmezse oturarak kılar. Secde etmeye gücü yetmezse, başını hafif eğer ve böylece secdesi için rüku'una nisbetle biraz fazla eğer. Ayakta durup namaz kılmaya gücü yetmezse, sağ yanı üzerine kıbleye yönelik bir halde kılar. Buna da gücü yet­mezse, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü uzanıp kılar."[383]

Hz. Enes (r.a.) den hastanın nasıl namaz kılacağından sorul­duğunda şu cevabı vermiştir:

"Farz namazda oturmuş halde rüku' ve secdeleri yapar."[384]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Hasta kimse ayakta duramıyorsa veya durduğu takdirde hastalığının artmasından korkuyorsa, o tak­dirde oturarak namaz kılar. Böylece onun mevcut özürü kendisin­den birkaç rüknü düşürmüş oluyor. O bakımdan oturarak rüku ve secdelerini yerine getirir. Ancak rüku ve secde yapmaya gücü yetmezse, bu rükünleri başını hafif eğmek suretiyle yerine getirir. Secde için yüzüne doğru bir cisim yükseltmez. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir hastayı sormaya gittiğinde, onun bir yastık üzerine secde ettiğini gördü ve tutup o yastığı bir tarafa itti. Hasta adam secde için bir ağaç budağını veya kütüğünü önüne koydu. Peygamberimiz (s.a.v.) onu da bir tarafa itti ve şöyle emretti:

"Gücün yeterse başını yere koymak suretiyle secdeleri yap. Yet­mezse, başını eğerek yap, ancak secde için biraz daha fazla eğ!"

Ancak Kuhustani ve bazı fakihler secde için konulan cisim rüku'dan ziyade secde etme durumuna daha yakın yükseklikte bu­lunursa, onun üzerine secde etmek caizdir demişlerdir.

Oturarak namaz kılması mümkün olmuyorsa, o takdirde, sırt üstü uzanıp başının altına bir yastık yerleştirir ve ayakları kıbleye yönelik olduğu halde namazını baş işaretiyle kılar, yani rüku ve secde için başını hafif eğer. Başıyla ima etmesi mümkün olmadığı takdirde namazı geciktirir, yani kazaya bırakır. Artık bu durumda kaş ve gözüyle işarette bulunmak suretiyle kılmaz.[385]                               

b) Şafiilere göre: Namazı ayakta durup kılmaya imkan bu­lan kimse, rüku' ve secdeleri de imkan nisbetinde yerine getirir. Ayakta durmaktan aciz olursa, istediği şekilde oturup öyle kılar. Ancak ayakları uzatıp yayılarak oturmaktansa bağdaş kurup oturmak efdaldır. Makadı yere koyup dizleri dikerek oturmak mekruhtur.

Oturmaya gücü yetmiyorsa sağ yanı üzerine uzanıp kılar. Buna da gücü yetmezse, sırt üstü uzanıp öylece kılar.[386]

c) Hanbelilere göre: Bu konuda Hanbeliler Hanefilerin görüş ve ictihadına benzer bir ictihad ortaya koymuşlar, ancak göz işaretiyle de olsa namazını kılar da onu kazaya bırakmaz hususu­nu belirtmişlerdir. Aynı zamanda göz işaretiyle de kılmaya gücü yetmezse, kalbiyle niyet etmesi kafi gelir ve bu durumda da na­mazını kazaya bırakmaz.[387]

d) Malikilere göre; Hasta oturarak namaz kılmaktan aciz olursa, yan üzeri uzanıp yüzünü kıbleye müteveccih bir halde namaz kılar.[388]

Sırt üstü uzanıp namaz kılması caiz değildir. İmam Evzai de aynı görüştedir.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

369 nolu İmran hadisi sahihtir ve ihticaca salih kabul edil­miştir.

370 nolu Ali b. Ebi Talib hadisinin isnadında Hüseyn b. Zeyd bulunuyor ki bu zatın zayıf olduğunu İbn Medeni belirtmiştir.[389] Ebu Hatim ise, onun hem maruf hem münker olduğunu söylemiştir. İbn Adiy de onun hadisinde bazı nekre yanlar bul­duğuna dikkat çekmiştir.[390] Bu bakımdan İmam Nevevi bu hadisin zayıf olduğuna hükmetmiştir.

Bu babda bazı müctehidlerin istidlale uygun gördüğü şu hadis de rivayet edilmiştir: Bezzar ve Beyhaki'nin Cabir’den yaptıkları rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) bir hastayı sormaya gitmişti. Adam secde için önüne bir yastık koymuş, onun üzerine başını koyarak bu rüknü yerine getiriyordu. Rasulüllah (s.a.v.) yastığı tutup bir tarafa itti, Adam bir defa bir ağaç budağı veya kütüğünü önüne koydu. Rasulüllah (s.a.v.) onu da bir tarafa itti ve şöyle buyurdu:

"Gücün yeterse, (başını) yere koymak suretiyle na­maz kıl. Gücün yetmezse, başını eğerek namaz kıl, ancak secde için başını biraz fazla eğ!"

Bu rivayet hakkında Ebu Hatim'den sorulunca, şöyle demiştir:

"Doğru olanı, bu hadisin mevkuf olduğudur, onu merfu’ saymak hatalıdır." Sonra ona: "Bu hadis Sevfi'den merfu'an ri­vayet edilmiştir" denilince, şöyle karşılık vermiştir; "O kayde değer bir şey değildir."[391]

Buluğu'l-Meram'da ise, bu hadisin isnadının kavi olduğu üzerinde durulmuştur. Nitekim Taberanî de buna benzer bir hadi­si Tarık b. Şihab tarikiyle İbn Ömer (r.a.) den rivayet etmiştir. An­cak isnadında zaaf bulunduğu söylenir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hasta kimse ayakta durup namaz kılmaya gücü yetmezse, oturarak kılar. Bu durumda rüku' ve secdeyi yapabiliyorsa, yapar.

2- Rüku’ ve secdeyi normal şekilde yapmaya gücü yetmezse, başını hafif eğerek bu farzları yerine getirir. Ancak secde için bi­raz fazla eğer.

3- Oturarak kılmaya gücü yetmediği takdirde, sağ yanı üzere uzanıp yüzünü kıbleye çevirerek kılar ve rüku’ ile secde için başını hafif eğerek bu rükünleri yerine getirir.

4- Yan üstü uzanmaya gücü yetmezse, sırt üstü uzanır, ay­akları kıbleye yönelik başının altında yastık bulunduğu halde, baş işaretiyle namazını kılar.

5- İmam Malik'e göre, sırt üstü uzanıp baş işaretiyle namaz kılmak caiz değildir.

6- Baş işaretiyle rüku' ve secdeleri yerine getirmekten acizse, kalben niyet etmesi kafi gelir. Bu, imam Şafii ve İmam Ahmed'e göredir. İmam Ebu Hanife'ye göre, o vaziyette namaz kılmaz, kazaya bırakır.

 

Seferi Namaz

 

Eyleştiği beldeden, oturduğu evden ayrılıp sefere çıkan kim­se, hangi vasıtayla yolculuk yaparsa yapsın, seferin getireceği bir­takım zorluklar, sıkıntılar ve külfetler vardır. Bazı istisnalar bu genel kuralı pek değiştirmez. O bakımdan yüce dinimiz her konu­da olduğu gibi, bu konuda da birtakım kolaylıklar getirmiş ve ilahi ruhsatın kapısını açık tutmuştur. Zira gerçek mü'min hiçbir za­man Allah'a ibadetten uzak kalmaz ve farz kılınan namazları terketmez. İbadet onun değişmeyen manevi gıdası; kabir ve ahiretîni aydınlatan nur, dünyasını ahlak ve fazilet havasıyla dolduran rah­mettir. O, eyleşik olduğu günlerde de, yolculuğa çıktığı dönemlerde de bu gıdaya muhtaçtır.

Bütün bu hikmetlere dayalı olarak İslamiyet "Yolcu Namazı" diye özel bir bap koymuş ve ilahi hükümleri bu babın altında anlaşılır bir uslüp ile açıklamıştır.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

İbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle diyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize arkadaşlık ettim (seferde Onunla birlikte bulundum), yolculukta iki rek'atten fazla kılmazdı. Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a da arkadaşlık ettim onlar da öyle."[392]

Ya'la b. Ümeyye'den yapılan rivayete göre, şöyle anlatıyor:

"Hz. Ömer'e (r.a.) dedim ki: Cenab-ı Hak Kur'an'da se­feri namazdan bahsederken şöyle buyurmaktadır:

"Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, küfredenlerin sizi fit­neye düşürüp kötülük edeceklerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda (veya hafif tutmanızda) size bir vebal yoktur.."

Oysa insanlar bugün güven içindedirler. Bu­nun üzerine Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi:

"Senin hayret ettiğin gibi ben de hayret etmiş, (yani bu konudaki gerçeği anlayamamış) tım. Onun için bu hususu Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden sordum. Buyurdu ki:

"O bir sadakadır ki Cenab-ı Hak onunla size tasaddukta bulun­muştur. Artık siz O'nun sadakasını kabul ediniz!"[393]

Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte ramazan um­resine çıkmış bulunuyordum. (Yolculuk süresince) o iftar etti, ben oruç tuttum, o namazı kısalttı, ben tamam kıldım. Sonra da Ona:

"Anam, babam sana feda olsun! Sen iftar et­tin, ben oruç tuttum, sen kasr yaptın (dört rek'atlı farzları iki rek'at olarak kıldın), ben ise tamamladım." Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Çok iyi ettin ya Aişe!"[394]

 

Hadislerin Işığında Fakih İmamlarının İctihad Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Misafir (yolculuğa çıkan kimse) için dört rek'atli farzların iki rek'at olarak kılınması farz kılınmıştır.

Eyleşik kimsenin seferi olabilmesi için seferi sayılacak süre için niyet etmesi ve bulunduğu şehir veya kasabanın evlerinin bit­tiği yerden çıkıp ayrılması gerekir. Sözü edilen müddet, deve yürüyüşü veya normal bir kimsenin yürüyüşüyle üç günlük bir mesafedir. İmam Ebu Yusuf’a göre, iki günlük bir mesafedir.

Hanefi fukahasının ileri gelenleri bunu 15 fersah olarak be­lirlemiş ve her gün için beş fersahlık bir mesafe yürünmesini be­lirlemişlerdir.[395]

Beş fersah yaklaşık altı saatlik bir zamanı kapsamaktadır. O takdirde evinden çıkan kimse şehrin veya kasabanın evlerinin bittiği noktadan itibaren üç konaklık bir mesafeye gitmeye niyet­lenirse, seferi sayılır ve ona göre namaz, oruç ve mestler üzerine mesh konularını düzenler.

Misafir ne zaman mukim sayılabilir? Fukaha onun mukim sayılması için dört şeyin sübut bulmasını şart koşmuşlardır:

1, 2- Açık anlamda ikamete niyet etmesi, yemi vardığı şehir veya kasaba ve köyde 15 gün ikamete niyet etmes:i,

3, 4- İkamet edeceği yerin belirlenip ikamete elverişli bulunması..

O halde misafir gittiği şehirde ikamete niyet etmez de bugün, yarın ayrılabilirim düşüncesiyle aylarca bile kalsa, yine misafir sayılır ve dört rek'atli farzları iki rek'at olarak kılması gerekir.

Aynı zamanda 15 günden az bir süre, kalacağına niyet ederse, yine de misafirlikten çıkmaz ve sefer ahkamı aynen cari olur.

Eyleşmek istediği yer, kalmaya elverişli değilse, her an zor­layıcı bir faktörün ortaya çıkması mümkünse, o takdirde yine sefe­ri olmaktan çıkmaz. Mesela, askere giden kimse katıldığı birliğin o yerde ne kadar kalacağını bilemez ve her an ayrılması söz konu­su olabilir. O bakımdan askerlik süresince hep seferi sayılır.[396]

b) Şafiilere göre: Mübah olan uzun seferde ancak o seferde eda edilecek dört rek'atlı farzlar kısaltılır, yani iki rek'at olarak kılınır. Eyleşik halde kazaya kalmış farzları seferde kaza edecek olursa, yine onları dört rek'at olarak kılması gerekir; ama seferde kazaya kalmış farzları yine seferi halde iken kaza etmek isterse, ikişer rek'at olarak kılar, eyleşik halde onları kaza etmek isterse dört rek'at olarak kılar.

Sefere niyetlenip çıkan kimse, bulunduğu şehrin evlerinin son bulduğu kesimden itibaren seferi sayılır. Gittiği şehir, kasaba veya köyde 4 gün ikamete niyet ederse, seferi olmaktan çıkar, mu­kim sayılır. Ancak oraya girdiği ve çıkacağı gün bu dört güne da­hil değildir. Sahih olan da budur.[397]

Dört rek'atli farzları iki rek'at olarak kılabilmek için katedilecek mesafenin en az 16 fersah olması, yani bugünkü uzunluk bi­rimiyle yaklaşık 82 km. olması gerekir. Bu da üzerinde yük bulu­nan devenin yürüyüşüne göre takdir edilir.[398]

Bu mezhebe göre, seferde namazı kısaltmak bir ruhsattır, azimet değildir. O bakımdan seferi halde bulunan kimse, isterse öğle, ikindi ve yatsı farzlarını dört, isterse iki rek'at olarak kılar. Hanefilere göre, bu bir azimettir, herhalde iki rek'at kılınması gerekir.

Aynı zamanda bu mezhebe göre, namazı kısaltabilmek için seferin mübah olması şarttır. Günah ve isyan amacıyla çıkılan bir seferde kasr yapmak sahih olmaz.

c) Hanbelilere göre: 16 fersah (yaklaşık 82 km.) lık bir raesa feyi aşmak üzere niyet edip bulunduğu kasaba veya şehirden çıkan kimsenin dört rek'atli farzları iki rek'at olarak kılması caizdir. Ancak bu yolculuğun mübah bir sebebe dayan­ması gerekir. Günah işlemek maksadıyla çıkana bu ruhsat yoktur.[399]

Gittiği yerde mutlak ikamete niyet getiren kimse artık kasr (namazı kısaltma) yapamaz. Aynı zamanda yirmi vakitten fazla namaz kılacağına niyet ederse, seferi olmaktan çıkar ve namazları dört rek'at olarak kılar.[400]

Böylece gittiği yerde dört gün ikamete niyet eden kimse sefe­ri olmaktan çıkar.

d) Malikilere göre: Gittiği yerde dört gün ikamete niyet ederse, seferi olmaktan çıkar ve bu durumda giriş ve çıkış günleri buna dahil edilmez. Öyleki yirmi vakti kılacak bir süre söz konu­sudur. Aynı zamanda katedeceği mesafenin 16 fersah, yaklaşık 82 km. olması iktiza eder. Mekruh kabul edilen bir seferde kasr (namazı kısaltma) yapmak da mekruhtur. Sözü edilen mesafe ise, deve yürüyüşüne göre takdir edilir.[401]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

379 nolu İbn Ömer hadisi, hem sahihtir, hem de Rasulüllah (s.a.v.) çıktığı seferlerinde kasr-ı salat (namazı kısaltma) yaptığına açıkça delalet etmektedir.

Nitekim bu hadisi Müslim şu lafızla naklederek açıklayıcı bir hüküm getirmiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize arkadaşlık ettim (çıktığı se­ferlerinde Onunla beraber bulundum) (Dört rek'atli namazları) iki rek'at olarak kıldı, bundan fazlasını kılmadı ve vefat edinceye ka­dar buna böyle devam etti."

İbn Ömer (r.a.), Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın da (Allah hep­sinden razı olsun) Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz gibi, ölünceye ka­dar seferde bulundukları süre içinde dört rek'atli farzları iki rek'at olarak kıldıklarını da belirterek bunun bir ruhsat değil, azimet olduğuna işarette bulunuyor.

İmam Nevevi ise, yaptığı tesbite göre, Hz. Osman'ın hilafetinin ilk altı yılı içinde kasr-ı salat yaptığını, ondan sonra yap­mayıp seferde farzları dört rek'at olarak kıldığını belirtmektedir. Diğer ilim adamları ise, buna itiraz ederek Hz. Osman'ın (r.a.) sa­dece hac mevsiminde Mina'da dört rek'at olarak kıldırdığını, diğer seferlerinde kasr yaptığını söylemişlerdir ki, sahih olan budur. Nitekim Buhari ve Müslim'de Abdurrahman b. Yezid'den yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği nakledilmiştir: "Osman (r.a.) Mina'da bize namazı dört rek'at olarak kıldırdı. Bu durum Abdul­lah b. Mes'ud'e (r.a.) anlatılınca, istirca'da bulundu, yani "înna lillahi ve inna ileyhi raciun" dedikten sonra şunu ilave etti: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte Mina'da iki rek'at olarak kıldım; aynı şekilde Ebu Bekir ve Ömer (r.a) ile de Mina'da iki rek'at olarak kıldım. Artık dört rek'at olarak neden kılındığını keşke bilseydim."

Nevevi kasr-ı salat'ın azimet değil ruhsat olduğuna kaildir ve Hz. Osman'ın da (r.a.) onu böyle kabul edip dört rek'at olarak kılmakta bir sakınca görmediğini söyleyerek, Rasulüllah'ın (s.a.v.): "O bir sadakadır ki Cenab-ı Hak onunla size tasaddukta bulunmuştur. Artık siz O'nun sadakasını kabul ediniz" hadisini delil göstermiştir.

Ama Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet edilen diğer bir sahih hadiste ise, bu görüşün isabetsizliğini ortaya koymaktadır:

"Namaz önce iki rek'at olarak farz kılındı. Sonra bu seferde olduğu gibi kaldı, hazarde ise dört rek'at olarak tamamlandı."

Hazarde nasıl dört rek'ati iki rek'at olarak kılmak veya onu altı rek'ate çıkarmak caiz değilse, seferde de iki rek'ati dört rek'at kılmak caiz değildir.

Sahih-i Müslim'de ise bunu kuvvetlendirir anlamda İbn Abbas'dan (r.a.) şu rivayet nakledilmiştir: "Şüphesiz ki Cenab-ı Hak namazı, peygamberinin dili üzere misafir kişiye iki rek'at olarak farz kılmıştır. Mukim üzerine ise dört rek'at farz kılmıştır. Korku vaktinde ise, bir rek'at olarak farz kılmıştır."

Bu rivayetleri kuvvetlendiren bir diğer rivayet ise Hz. Ömer (r.a.) den şöyle nakledilmiştir:

"Seferi namaz iki rek'attir; Fıtır (ramazan bayramı) namazı iki rek'attir; cuma namazı iki rek'attir ve bunlar Muhammed (s.a.v.) lisanı üzere tanı na­mazdır, kasır değildir."[402]

Bütün bu rivayetler seferi namazın iki rek'at olarak farz kılındığına delalet etmektedir.

Seferi namazın iki rek'at olarak kılınması bir ruhsattır, is­teyen onu dört rek'at olarak da kılabilir, diyenlerin delili ise şöyledir:

Önce Cenab-ı Hak Kur'an'da bu namazdan bahsederken. "Feleyse aleyküm cünahun en taksuru mine's-salati" ayetinde "cünah" kelimesini kullanmıştır ki bu, sadece ruhsata delalet et­mektedir.

Aynı zamanda Hz. Osman (r.a.) Mina'da kendisi seferi olduğu halde oradaki mukim ve misafirlere dört rek'at olarak kıldırmıştır.

Ömer b. Hattab'ın (r.a.) yaptığı rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) seferde iki rekat olarak kılmanın Allah'ın bir sadakası olduğunu nakletmesi, onun ruhsat anlamında olduğunu göstermektedir.

381 nolu Hz. Aişe hadisi de buna delalet etmektedir. Ayrıca yine Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan diğer bir rivayette şöyle dediği tesbit edilmiştir:

"Şüphesiz ki peygamber (s.a.v.) Efendimiz seferde hem kasır (namazı kısaltma) yapar, hem de tamamlardı; hem iftar eder, hem de oruç tutardı."

Darekutni bu hadisi naklettikten sonra "İsnadı sahihtir" demiştir.

Aynı zamanda Hz. Ömer'den (r.a.) naklettiğimiz gibi rivayet edilen hadisin ricali sahihtir. Ancak Yezid b. Ziyad İbn Ebi Ca'd üzerinde duranlar olmuştur: Ahmed b. Hanbel ile İbn Main onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemişlerdir. Aynı hadis diğer bir tari­kle rivayet edilmiştir ki, ricalinin hepsi sahihtir.[403]

Bu konuda bir diğer hadis İbn Ömer'den şöyle rivayet edil­miştir:

Rasulüllah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Şüphesiz ki Allah ruhsatlara gelinmesini nasıl seviyorsa, günah kıldığı şeylere gidilmesinden öylece hoşlanmıyor."[404]

Veya "Cenab-ı Hak nasıl günah kıldığı şeylere gidilmesinden hoşlanmıyorsa, öylece ruhsat verdiği şeylere gelinmesinden hoşlanıyor."                                                            

İşte seferi namazın ruhsat mı, yoksa azimet mi olduğunda ihtilaf eden fakih müctehidlerin dayandıkları deliller bunlardır. İmam Ebu Hanife birincilerin görüş ve rivayetlerini dayanak seçerken, diğer üç imam ikincilerin rivayetlerini delil ve dayanak seçmişlerdir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Üç konak bir mesafeye yolculuk yapan kimsenin dört rek'atli farzları iki rekat olarak kılması ruhsat veya azimettir.

2- Gittiği yerde 15 gün (Hanefilere göre); 4 gün (diğer üç me­zhebe göre) ikamete niyet getiren kimse seferi olmaktan çıkar.

3- Seferde kazaya kalan namazlar eyleşik duruma geçildikten sonra kaza edilmek istendiğinde yine iki rek'at olarak kılınır.

 

İki Namazı Birarada Kılmak (Cem'u Takdim-Cem'u Te'hir)

 

İslam dininin seferi olan müslümanlar için ruhsat verip ko­laylık sağladığı bir diğer husus, öğle ve ikindi, akşam ile yatsı na­mazlarını birleştirip birarada kılınması keyfiyetidir. Yolculuk ha­linde olan kimsenin gerek su temin edip abdest almasında, gerekse vakit içinde namaz kılmasında birtakım zorluklar çıkabilir. O bakımdan öğle vaktinde şartlar elverdiği takdirde ikindi farzını da öğle vaktine alıp önce öğle namazını, arkasından ikindi namazını kılmaya ruhsat verilmiştir. Bunun gibi öğle vakti değil de ikindi vaktinde şartların el vereceğini düşünerek öğle vakti olunca o vaktin farzını ikindi vaktine geciktirdiğine niyet eder ve ikindi vakti girince önce öğle, sonra ikindi farzını kılar.

Akşam ile yatsı farzları aracındaki takdim ve tehir de böyledir. Ancak bu konuda müctehid imamların görüş birliği yok­tur.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Enes (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir yerden bir yere, -güneş henüz batı cihetine meyletmeden önce- hareket edince öğle namazını ikindi vaktine geciktirirdi. İkindi vakti girince inip iki farzı birarada kılardı. Ama güneş batıya meylettikten sonra hareket etmek istese, önce öğle namazını, arkasından ikindi namazını kılar ve öylece binip yoluna devam ederdi."[405]

Müslim'in rivayetinde ise şöyle deniliyor:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki namazı birarada kılmak istediğinde, öğleyi ikindinin ilk vakti girinceye ka­dar geciktirir, sonra iki farzı birarada kılardı."

Muaz (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Tebuk gazvesinde bulunuyordu. Güneş henüz batı cihetine meyletmeden hareket etmek istediğinde öğle namazını geciktirir ve böylece onunla ikindi namazını birarada kılardı. Güneş meylettikten sonra hare­ket etmek istediği zaman, öğle ile ikindiyi (öğle vaktinde) birarada kılıp öylece hareket ederdi.

Bunun gibi, akşam namazından önce hareket etmek istediğinde onu geciktirir ve yatsı ile birarada (yatsı vak­tinde) kılar, sonra hareket ederdi. Akşam namazı vakti gi­rince hareket etmek istese, yatsı farzını ta'cil edip iki farzı (akşam vaktinde) birarada kılardı."[406]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette diyor ki:

"Peygamber Efendimiz seferde iken konakladığı yerde güneş batı cihetine meyledince öğle ile ikindi farzlarını bi­rarada (öğle vaktinde) kılardı. Konakladığı yerde güneş henüz batıya meyletmemişse hareket etmek istediği tak­dirde öğle vaktinin girmesini beklemeden hareket eder ve ikindi vakti girince iki namazı birarada kılardı.

Bunun gibi konakladığı yerde akşam vakti girince, akşam ile yatsı namazını birarada kılardı. Akşam vakti girmeden hareket etmek istediği takdirde ise, akşam na­mazını yatsı vaktine geciktirir ve yatsı vakti girince iki na­mazı birarada kılardı."[407]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: İki namazı cem’ edip birarada kılmak ne seferde, ne hazerde ne de hiçbir özür sebebiyle caiz değildir. Ancak iki durum bu genellemenin dışında tutulmuştur:

1- Hac mevsiminde hacce niyet etmiş ihramlı kimsenin Ara­fat'ta cemaat halinde öğle ile ikindi namazlarını cem'edip birarada kılması.

2- Yine hacce niyet edip ihrama giren hacının akşam olma­dan Arafat'tan hareket etmesi ve yatsı vakti Müzdelife'de bulunup ikisini birarada kılması caizdir.

Bu cem’lerde her iki namaz için bir ezan okunur, herbiri için ayrı kamet getirilir.[408]

İmam Ebu Hanife ve arkadaşları bu konuda Abdullah b. Mes'ud'un (r.a.) şu rivayetiyle ihticac etmişlerdir:

"Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki,* Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şu iki namaz dışında mutlaka her namazı vaktinde kılmıştır: Biri öğle ile ikindiyi Arafat'ta; diğeri akşam ile yatsıyı Müzdelife'de birarada kılmıştır."

b) Şafiilere göre: Uzun seferde, bir kavle göre kısa seferde de öğle ile ikindi namazlarını; akşam ile yatsı namazlarını takdim ve te'hir olarak birarada kılmak caizdir. O bakımdan vak­tin evvelinde hareket ederse, o vaktin namazını geciktirmesi; vak­it girdikten sonra hareket etmek isterse ondan sonraki vaktin tak­dimini, yani öne alıp ikisini birarada kılmasını sağlaması efdaldır.

Takdimin, yani öne almanın üç şartı vardır: Önce vakti giren namazı kılmak, iki namazı birarada kılmaya niyet etmiş bulun­mak, ikisi arasını uzun bir fasılayla açmamak, yani ardarda kılmak...[409]

c) Hanbelilere göre: Uzun bir seferde, yani seferi sayılacak bir yolculukta öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarının arasını birleştirmek suretiyle iki namazı bir vakitte kılmak caizdir. Nite­kim Şafii, Maliki imamları ile İshak ve İbn Münzir de aynı görüştedirler.[410]

d) Malikilere göre: Yolculuk halinde yol almaya şiddetli ih­tiyaç olduğu takdirde iki namaz arasını birleştirmek caizdir. Böylece öğle namazını ikindi vaktine akşam namazını yatsı vak­tine geciktirmekte bir sakınca yoktur. Bunun aksini  uygulamak, yani ikindi namazını öğle vaktine, yatsı namazını akşam vaktine alıp ikisini birarada kılmak da caizdir. Ancak bu konuda en uygun olanı şudur: Öğle ile ikindi namazını ya öğle vaktinin sonunda, ya da ikindi vaktinin evvelinde ve yatsı namazıyla akşam namazını ya akşam namazının vaktinin sonunda, ya da yatsı vaktinin evve­linde kılmak...[411]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

392 nolu Enes hadisi, ister şiddetli bir ihtiyaca mebni olsun, isterse olmasın seferde cem-i te'hir ve cem-i takdimde bulunmanın caiz olduğuna delalet etmektedir. Nitekim ashab ve tabiinden birçoğu bu ruhsatı sefere çıktıklarında uygulamışlardır.

İmam Malik ve onun ictihadını benimseyenlere göre, bunun caiz olması için seferde yol almanın şiddetli bir ihtiyaca mebni ol­ması gerekir. Zira Buhari'nin de İbn Ömer'den (r.a.) yaptığı rivay­et buna delalet etmektedir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz yolcu­luğunda herhalde yol alması gerektiği, yani buna çok ihtiyaç duyulduğu zaman akşam ile yatsı namazını birleştirip birarada kılardı."

İbn Abbas (r.a.) dan da buna benzer bir rivayet vardır.

İmam Evzai bu rivayetleri yorumlayarak, "iki namazı bira­rada kılabilmek için bir özrün bulunması şarttır" demiştir. Özrü olmayan cem-i takdim ve cem-i te'hir yapmaz.

393 nolu Muaz hadisine gelince: Onu aynı zamanda İbn Hibban, Hakim, Darekutni ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Tirmizi ise onun hasen ve garip olduğunu belirtmiş ve sebep olarak da Kuteybe'nin bunda teferrüd ettiğini göstermiştir.

Ebu Davud ise bunun münker bir hadis olduğuna değinmiş ve cem-i takdim hakkında önümüzde duran bir hadis yoktur demiştir. İbn Hazm ise bu hadisin Yezid b. Ebi Habib ile muanan olduğu, [412] onun Ebu Tufayl'den rivayetinin maruf olmadığını be­lirterek istidlale salih olmadığına işarette bulunmuştur. İbnü'l-Medeni "Onun hadisini terkettim" derken, İbn Hibban, "o, isnadların yerini değiştirir" demiştir.[413]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Seferi sayılacak kadar bir mesafede seyreden yolcunun, öğle vakti girmeden yoluna devam etmesi söz konusu ise, öğle na­mazını ikindi vaktine geciktirmesi veya öğle vakti girdikten sonra yoluna devam etmesi söz konusu ise, ikindi namazını öğle vaktine alması ve iki namazı bir arada kılması caizdir.

2- Bunun gibi, akşam vakti henüz girmeden yoluna devam etmesi söz konusu ise, akşam namazını yatsı vaktine geciktirmesi;, akşam vakti girdikten sonra yoluna devam etmesi söz konusu ise, yatsı vaktini akşam vaktine alıp iki namazı birarada kılması caiz­dir. Buna fıkıhta cem-i takdim ve cem-i te'hir" denilir.

Bu ictihad ve istinbat, üç imama göredir. Ebu Hanife'ye göre, sadece hac mevsiminde hacca niyet edip Arafat'a çıkan ihramlı kimsenin öğle vakti cemaat halinde namaz kılarken ikindi vaktini öğle vaktine alıp ikisini birden kılmaları ve bunun gibi, akşam vakti olmadan Arafat'tan Müzdelife'ye hareket edildiğinde, akşam namazını yatsı vaktine geciktirip ikisini birden yatsı vaktinde Müzdelife'de kılmaları meşrudur.        

3- Yolculuğun şiddetli bir ihtiyaca mebni olması halinde cem-i takdim ve cem-i te'hir yapmak caiz olur. Bu İmam Malik'in ictihadıdır.

4- Yolculuk yapan kimsenin bir özrü bulunduğu takdirde iki namazı birarada kılmasına cevaz verilebilir. Bu, İmam Evzai'nin ictihadıdır.

5- İki namazı birarada kılmanın birtakım şartları vardır ki, Şafiilerin görüşünü belirtirken açıklamış bulunuyoruz.

6- Birarada kılınan iki farz arasında sünnet namaz kılınmaz.

 

Cuma Namazı Ve Önemi

 

İslam'da cuma namazının yeri ve önemi kelimeyle an­latılamayacak kadar büyüktür. O kadar ki, İslam cumasız, cuma da İslamsız düşünülemez. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz küfrün amansız saldırı ve ablukasından kurtulup Medine'ye hicret ettiğinde, henüz Medine'ye varmadan yolda Beni Salim b. Avf ka­bilesinde cuma vakti olunca ilk cumayı orada kıldırarak İslam’ın devlet hüviyetine girmenin ilk adımını atmış ve bunun için cu­manın lüzumunu belirtmiş oldu. Ondan sonra da hayatı boyunca -seferi durumlar dışında- cuma namazına devam etmiş ve devam edilmesini hep emretmiştir.

Böylece cuma namazının farziyeti, kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuş; terki büyük günah, inkarı ise küfür kabul edilmiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

İbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin, cumaya gitmeyip geri kalan bir kavme şöyle buyurduğu belirtilmektedir:

"Azmettim ki, insanlara namaz kıldırması için bir ada­ma emredeyim, sonra da cumaya gitmeyip geri kalanların üzerine evlerini yakıp (yıkayım)."[414]

Ebu Hüreyre ve İbn Ömer'den (r.a.) yapılan rivayette, Rasulüllah'ın (s.a.v.) minberi üzerinde şöyle buyurduğunu işittikleri belirtilmektedir:

"Ya şu kavim ve topluluklar cumayı terketmekten vaz geçerler ya da Cenab-ı Hak onların kalplerinin üzerini mühürler de hepsi de gafillerden olurlar."[415]

Ebu Ca'd ed-Dameri'den rivayet edilmiş ki, onun Rasulüllah (s.a.v.) ile sohbeti vardır. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kim gevşeklik göstererek üç cumayı (üstüste) terkederse, Allah onun kalbini mühürler."[416]

Abdullah b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Cuma (namazı) nidayı (cuma ezanını) işiten kimseye gereklidir (farzdır)."[417]

Hafse (r.a) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Ergen olan her erkeğe cumaya gitmek vacibdir."[418]

Tarık b. Şihab (r.a.) dan yapılan rivayete göre, peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Cuma namazı cemaat halinde her müslüman üzerine vacib bir haktır; ancak şu dört kimse müstesna: Başkasının mülkü olan köle, kadın, çocuk ve hasta"[419]

 

Hadislerin Işığında Fakih İmamlarının İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Cuma namazı kendisinde şu yedi şartı toplayan herkese farz-ı ayndır:

1- Erkek olmak,

2- Hür olmak,

3- Mukim (eyleşik) olmak,

4- Şehir, kasaba veya bunların sınırına giren yerde bulun­mak,

5- Zalimden güven içinde olmak,

6- İki gözden ve iki ayaktan, arızalı ve sakat bulunmamak, hasta olmamak,

7- Aklı başında ergen olmak.

İmam Ebu Hanife ile İmam Ebu Yusuf’a göre: Vaktin farzı, öğle namazıdır. Cuma onun yerine geçmektedir. Bu, hem özürlü olmayan, hem de özürlü olan hakkında caridir. Ne var ki, özürlü olmayan kimse cuma namazını bilfiil kılıp yerine getirmekle me'murdur ve bu onun hakkında kesinlik arzeden bir hükümdür. Özürlü olan kimse ise, cuma namazını ruhsat yollu kılmakla me­murdur. O bakımdan cumayı kıldığı takdirde öğle namazı üzerinden kalkmış olur ve kıldığı cuma, farz yerini alır. Ruhsatı terkedecek olursa, emir azimete döner ve kendisine öğle namazı farz olur.

İmam Muhammed'e göre ise, yapılan bir rivayette, vaktin farzı cumadır. Ruhsat sebebiyle öğle farzı onun yerine geçer ve farziyetîni düşürür.

O halde cuma namazı akli dengesi yerinde olmayanlara, çocuklara, yolculuk halinde bulunanlara, bunaklara, hastalara, köle ve esirlere, hapis ve zindanda yatanlara farz değildir.

Bunun gibi şehir ve kasabaya bağlı olmayan köylerde de cuma kılmak farz değildir. Ancak fakihlerin bir kısmına göre, köyler şehre veya kasabaya bağlı bulunur da devleti temsil eden görevliler orada yer alırsa, a takdirde köylerde cuma kılmak farz olur. Aynı zamanda cuma namazını ya sultan, ya da onun naibi­nin kıldırması şarttır. Hutbe ve cemaat de cumanın şartları arasındadır. Cuma namazı kılınan yerin herkese açık olması da şarttır. Buna "izn-i'amm" denir.

Cemaate gelince, İmam Ebu Hanife'ye göre, imamdan başka en az üç kişi, İmam Ebu Yusuf'a göre, imamdan başka iki kişi ce­maat kabul edilir ve cuma bunlarla sahih olur.[420]

b) Şafiilere göre: Cuma namazı, mükellef, hür, mukim olan, sıhhati yerinde olup cumaya gidemeyecek kadar hasta bu­lunmayan ergen, aklı başında her erkeğe farzdır.

Cemaati terke ruhsat verilen kimseye cuma namazı fara; değildir.

Kimin öğle namazı sahihse, cuma namazı da sahih kabul ed­ilir: Temyiz çağında olan çocuğa, köle, kadın ve misafire öğle na­mazı farzdır ve sahihtir. O bakımdan öğleyi bırakıp cuma na­mazını ruhsat yollu kılarlarsa, cumaları da sahih olur. O bakımdan sözünü ettiğimiz bu kimseler cuma camiinden henüz namaza başlanmadan çıkıp ayrılabilirler. Çünkü bu durumda on­lara cuma namazı değil, öğle namazı farzdır. Ancak hasta ve iki gözünden arızalı kimse cuma için camiye gelirse, namaz kılmadan ayrılmaları caiz değildir; fakat cuma namazını beklerken hastalık ve vücutlarındaki arızanın artma endişesi varsa, o takdirde ayrılabilirler.

Köylerde oturanlara gelince: Şehir veya kasabada okunan ezan sesini duyabiliyor veya duymadıkları halde cuma şartlanın haiz kırk kişi bulunuyorsa, o takdirde cuma namazı kılmaları fa­rzdır.

Kendilerine cuma farz olmayanların öğle namazını cemaat halinde kılmaları sünnettir.

Cuma namazının vakti öğle namazının vaktidir. Aynı za­manda ancak cemaatle kılınır. Bu da imamla birlikte kırk kişi ol­masıyla gerçekleşir.[421]

c) Hanbelilere göre: Cuma namazının vakti, güneş bir mızrak boyu yükselince başlar ve her şeyin gölgesi bir mislini bu­luncaya kadar devam eder. Kırk kişiyle kılınır.

Hanefî ve Şafii mezheplerinde cuma namazı kimlere farzsa, bu mezhepte de öyle.[422]

d) Malikilere göre: Cuma namazının vakti, güneş batıya meylettikten sonra başlar ve batıncaya kadar devam eder. Cuma namazı ancak camilerde kılınır.[423] Sultan ve naibinin, vali veya naibinin imam olması şart değildir.[424]

 

Tahliler Ve Diğer Rivayetler

 

400 nolu İbn Mes'ud hadisi ve 401 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir.

402 nolu Ebu Ca'd hadisine gelince, onu aynı zamanda İbn Hibban, Hakim ve Bezzar tahric etmişlerdir. İbn Sikkin ise onu sahihlemiştir. Tirmizi ise Buhari'den naklen onu tanımadığını be­lirtmiş ve Ebu Hatim de aynı görüşe katılmıştır. Taberani onun künyesini açıklarken, isminin Edra’ veya Cünade veya Amr olduğu hakkında birtakım söylentilerin bulunduğuna değinmiştir.

Bu konuda Cabir (r.a.) den yapılan rivayette Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Kim özürsüz olarak üç cumayı (üstüste) terkederse, kalbi mühürlenir."

Bu hadisi Nesaî, İbn Huzeyme ve Hakim rivayet etmişlerdir. Darekutni ise bu hadis hakkında şunu söylemiştir:

"Bu, Ebu Ca'd hadisinden daha sahihtir."          

Ayrıca bu konuda Cabir'den (r.a.)  ikinci bir hadis daha ri­vayet edilmiştir:

"Şüphesiz ki Allah, şu ayınızda cumayı size farz kılmıştır. Artık kim onu hafife alarak veya önemsemeyerek terkederse, haberiniz olsun ki Allah onun işlerini bir araya getirmesin! Bilin ki, Allah onu mübarek kılmasın!... Haberiniz olsun ki, onun hiçbir namazı (makbul) değildir."[425]

Ancak bu hadisin isnadında Abdullah el-Belvi (veya Belevi) bulunuyor ki, onun hadisi vahi (zayıf ve aciz) kabul edilir.[426]

Aynı hadisi Bezzar tahric etmiş, ancak başka bir vecihle ri­vayetini sağlamıştır. Onun bu rivayetinde ise Ali b. Zeyd b. Ced'an bulunuyor. Bu zat hakkında farklı tesbit ve görüşler vardır; çoğu onun iyi bir hadis hafızı olduğunu söylemiştir. Zeyd b. Zürey' ise onun Rafızi olduğunu iddia etmiştir, İmam Ahmed'e göre, o zayıftır. Yahya ise onun kavi olmadığına dikkat çekmiştir.[427]

O bakımdan Darekutni her iki hadisin de sabit olmadığına kail olmuştur. Nitekim İbn Abdi'l-Ber'de: "Bu hadisin isnadı vahidir" diyerek ona katılmıştır.

Yine bu konuda Taberani'nin: "Kim özürsüz olarak: üç cu­mayı (üstüste) terkederse münafıklardan yazılır" mealinde rivayet ettiği bir hadis vardır. Ancak bunun isnadında Cabir ec-Cu'fî bu­lunuyor ki cumhur onun zayıf olduğunu belirtmiştir.[428]

Bu konuda bir hadis de Enes (r.a.) den rivayet edilmiştir ki Deylemi onu Müsned-i Firdevs'de nakletmiştir:

"Kim üstüste üç cumayı özürsüz olarak terkederse, Allah onun kalbini mühürler."

Taberani el-Kebir'de Abdullah b. Ebi Evfa'dan şu hadisi ri­vayet etmiştir:

"Kim cuma günü nidayı (yani ezanı) işitir de cumaya gelmez­se, sonra yine onu işitir yine gelmez ve bunu üç defa böyle yapar­sa, kalbi mühürlenir ve kalbi münafığın kalbine çevrilir."

el-Iraki "Bunun isnadı iyi ve güzeldir" demiştir.

400 nolu İbn Mes'ud hadisine dayanıp cuma namazının mükellef olan her müslüman erkeğe farz olduğunu istidlal eden­ler olmuştur.                                            

el-Hattabi ise, cuma namazının farz-ı ayn ve farz-ı kifaye olduğu hakkında bir takım farklı görüş ve yorumların bulun­duğunu, ancak fukahadan çoğuna göre, farz-ı kifaye olduğunu nâkletmiştir. Aynı zamanda bunu İmam Şafii'ye isnad edenler de olmuştur. Ebu İshak el-Mervezi, böyle bir görüşün İmam Şafii'ye isnadının caiz olmadığını belirterek ortada bir hatanın bulun­duğuna dikkat çekmiştir. Zira dört mezhebin de cuma namazının farz-ı ayn olduğunda ittifakı vardır.

403 nolu Abdullah b. Amr hadisini Ebu Davud kendi süneninde nâkletmiştir. Ayrıca bir cemaat de onu Abdullah b. Amr'den rivayet ederken onu Rasulüllah'a (s.a.v.) kadar refi' et­memişlerdir. Ancak Kubeyse onu Rasulüllah'a (s.a.v.) isnat etmiştir.

Hadisin isnadında Muhammed b. Said et-Taifi bulunuyor ki bu zat hakkında hayli sözler söylenmiştir. et-Takrib sahibi onun "saduk" olduğunu; Ebu Bekir b. Ebi Davud onun "sıka" yani "güvenilir" olduğunu söylemiştir.[429]

Zehebi ise, bunun Tavus'tan ve Süfyan es-Sevrî'den yapılan rivayete göre, "meçhul" olduğunu yazmıştır.[430]

Bu konuda Darekutni'nin Velid'den, onun da Züheyr b. Muhammed'den yaptığı rivayet vardır ki, bu iki ravi de ricali sahih­ten sayılmıştır. Ancak el-Iraki, Züheyr'in Şam ehlinden bazı menakir rivayet ettiğine dikkat çekmiştir. Aynı zamanda Velid'in de tedlisde bulunduğunu belirtmiştir.       

Nesai'nin Hz. Hafsa'dan rivayet ettiği hadisin isnadında yer alan ricalin sahih olduğu tesbit edilmiş; ancak Ayyaş b. Ayyaş'ın sahih olmadığını söyleyenler vardır. Bununla beraber el-Aceli onun güvenilir olduğunu söylemiştir.[431]

Zehebi ise üç Iyaş ismini naklederken hiçbirinde "Iyaş b. Iyaş" dememiştir.                               

404 nolu Tarık b. Şihab hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiştir. el-Hafız İbn Hacer bu hadisi; birçok kimsenin sahihlediğini belirtmiştir. el-Hattabi ise, bu hadisin isnadı üzerinde dur­muş ve "Tarık b. Şihab'in Peygamber (s.a.v.) den işittiği sahih değildir. Ancak Peygamber'e (s.a.v.) ulaştığı kesindir" demiştir. el-Iraki bu son tesbiti dikkate alarak onun hadisinin sıhhati sübut bulmuş oluyor demiştir.[432]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cuma namazı ergen, aklı başında, hür, sıhhatli ve mukim olan her müslüman erkeğe farzdır.

2- Misafire, kadına, çocuğa, köleye, esir ve tutukluya, deliye, bunağa ve hastaya farz değildir.

3- Cuma namazını özürsüz terkeden kimsenin kalbi mühürlenir.

4- Üç cumayı üstüste özürsüz terkeden kimse münafık yazılır ve kalbi mühürlenerek gafiller zümresine dahil edilir.

5- Cuma namazı imam hariç iki kişiyle de kılınabilir. İmam Şafii'ye göre ancak 40 kişiyle kılınması sahih olur. Malikilere göre 12 kişiyle kılınması gerekir.

6- Kadın, köle, hasta ve misafir cuma namazına katılıp ce­maatle kılarlarsa, bu kafi gelir ve öğle farzının yerine geçmiş olur.

 

Cuma Namazının Kırk Kişilik Bir Cemaatle Kılınması

 

Cuma namazının kaç kişiyle kılınmasının şart olduğu hakkında farklı ictihad ve istidlaller olmuştur. Aslında cuma na­mazı da diğer vakit namazları gibi farzdır; ancak vakit namaz­larını cemaatle kılmak sünnet, cuma namazını cemaatle kılmak farzdır. Böylece cemaat kavramı bakımından düşünüldüğünde, cu­manın da imamla birlikte iki kişiyle kılınması düşünülebilirse de ictihad bu doğrultuda değil, rivayetler üzerindeki araştırmaya müstenid olarak farklı sayılar ortaya koymaktadır.

 

Konuyla İlgili Hadisler Ve Rivayetler

 

Abdurrahman b. Ka'b b. Malik, babası gözlerini kaybedince onun elinden tutup (cami ve cemaate götürmekte) rehberlik ederdi. Babasından şöyle rivayet etmiştir:

"Babam, cuma günü ezan okununca Es'ad b, Zürare'yi rahmet ile anardı. Ona: Babacığım, ezanı işitince Es'ad b. Zürare'yi rahmet ile anıyorsun, neden? diye sorduğum za­man bana şu cevabı verdi: "Çünkü bizi (cuma için) ilk ola­rak Naki'de Beni Beyza Harresi olan Hezmi'n-i Sebite de toplayan odur."

Kendisine:

"O gün kaç kişi idiniz?" diye sorduğumda ise şu cevabı verdi:

"Kırk adam idik."

Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz Medine'ye henüz gelmeden, Medine'deki müslümanlara cuma namazını ilk kıldıran kişi, Es'ad b. Zürare'dir.[433]

İbn Abbas (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin mescidinde kılınan cumadan sonra ilk kılınan cuma namazı, Bahreyn'de Cünasi Kar­ye’sinde (köyünde) Abdülkays mescidinde gerçekleşmiştir."[434]

 

Fakih Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cumanın sahih olabilmesi için cemaat şarttır ve onların da imamdan başka en az üç veya iki kişi olması; aynı zamanda hutbeye hazır bulunması gerekir.

Bunun gibi o üç veya iki kişiden oluşan cemaatin erkek ol­ması şarttır, isterse o erkekler köle veya hasta veya misafir olsun­lar fark etmez.

b) Şafiilere göre: İmamla birlikte en az kırk kişi olması, bunların da hür, erkek mükellef, eyleşik bulunması gerekir. Zira köle, kadın, çocuk ve misafirle cuma cemaatinin oluşması caiz değildir.

Ayrıca kırk kişinin en az birinci rek'ati imamla kılması gere­kir.

c) Hanbelilere göre: Şafiilerde olduğu gibi, cemaatin imamla birlikte en az kırk kişi olması şarttır.

d) Malikilere göre: imamdan başka en az 12 kişinin bulun­ması şarttır. Bunların arasında köle, kadın ve çocuk olmaması gerekir.[435]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

418 nolu Abdurrahman hadisini aynı zamanda İbn Hibban ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Hafız İbn Hacer bu rivayetin hasen olduğunu belirtmiştir. Ancak isnadında Muhammed b. İshak bulu­nuyor ki bu zat hakkında farklı tesbitler söz konusudur. Zehebi hadis ricali hakkında bilgi verirken 15 tane Muhammed b. İshak ismine yer vermektedir. Bunların çoğu sıka değildir.

İmam Şafii ile İmam Ahmed bu rivayetle istidlal ederek cuma cemaatinin en az 40 kişi olmasını şart koşmuşlardır. Oysa Es'ad b. Zürare'nin oluşturduğu bu sayıdan söz edilirken Rasulüllah (s.a.v:) Efendimizin bu hususta bir emir ve tavsiyede bu­lunduğuna değinilmemiştir. Sonra da cuma namazı Rasulüllah (s.a.v.) Medine'ye hicret edince farz kılınmıştır. O bakımdan Ha­nefi imamları bu rivayeti mesned seçmemişlerdir.

Bazı ilim adamlarına göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin kıldırdığı cuma namazlarında cemaatin kırk kişiden az olduğu görülmemiştir. Aynı zamanda cuma namazı Mekke'de farz kılınmış, fakat orada cemaat halinde kılınma imkanı bulunmadığı için Medine'ye hicret edilinceye kadar kılınmamıştır. Bu hususta Taberani'nin İbn Abbas (r.a.) dan yaptığı bir rivayet söz konusu­dur. Medine'de ilk defa cuma için toplanan cemaatin de kırk kişiyi bulduğu bu rivayetler arasında yer almaktadır.

Hanefi ve Maliki imamları bunun dondurulmuş bir sayı ol­madığını, cuma günü Peygamber (s.a.v.) in hutbe okurken cemaa­tin çoğunun gıda maddesi getiren kervana gitmesiyle mescidde sadece 12 kişinin kaldığını belirterek kırk kişinin şart olmadığını söylemişlerdir.

Bu konuda yine Taberani'nin İbn Mes'ud el-Ansari'den yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle dediği belirtilmiştir:

"Muhacirlerden Medine'ye ilk giden, Mus'ab b. Umeyr (r.a.) dır. Peygamber (s.a.v.) henüz Medine'ye gelmeden ora halkını cuma namazı için ilk toplayan da odur ve o gün toplananlar 12 erkek idi."

Yapılan ciddi araştırma ile, bu rivayetin isnadında Salih b. Ebi'l-Ahdar bulunuyor ki, bu zat zayıf kabul edilir. Nitekim İbn Main onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. İbn Adiy de onun ha­disi yazılabilen zuafadan olduğunu söylemiştir. Yahya el-Kattan da aynı görüştedir.[436]

Diğer yanda bu babda Taberani'nin tahric ettiği şu hadis üzerinde de durulmuştur:

"Cuma, içinde imamı bulunan ve her karye (köy ve kasaba) da, dört kişi bile mevcut olsa vacibdir."   Diğer bir rivayette:

"İsterse orada üç kişi bulunsun, dördüncüleri imam olsun, cuma onlara vacib olur."

Hem Taberani, hem de İbn Adiy bu rivayetin zayıf olduğunu, isnadında bir metruk bulunduğunu belirtmişlerdir.[437]

40 sayısı üzerinde duranların bir diğer delili de şu rivayettir:

"Her kırk veya fazla kişinin bulunmasında cuma, Kurban ve Ramazan Bayramı namazı vardır."

Darekutni Beyhaki'nin Cabir'den tahric ettikleri bu rivayet de zayıftır. Hatta İmam Âhmed'e göre isnadında Abdülaziz b. Abdirrahman bulunuyor ki bu adam hem yalancı, hem de hadis uydurucusudur. Nesai de onun sıka olmadığını belirtmiştir. İbn Hibban ise, "Onun hadisiyle ihticac caiz değildir" demiştir. Nitekim Beyhaki de, "Bu rivayetle ihticac olunmaz" diyerek görüşünü or­taya koymuştur.

Bu konuda 15'e yakın rivayet vardır. Hepsini nakletmeye ge­rek görmüyoruz. Çünkü çoğu zayıftır. Zira rivayetlerde muhtelif rakamlar üzerinde durulmuş, 80, 40, 30, 20, 9 ve 7 gibi çok farklı sayılar izhar edilmiştir ki bunların ciddi bir dayanağı yoktur.

Özetleyecek  olursak, şöyle bir  sonuca bağlamamız mümkündür:

Cuma namazı için cemaat şarttır, fakat kesin bir sayı şart değildir. Çünkü bu hususta Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden kesin bir beyan sadır olmamıştır.

419 nolu İbn Abbas hadisi, cuma namazının köyde kılınmasının cevazına delalet etmekteyse de, ilim adamlarının bu hususta farklı yorumları söz konusudur. Rivayette geçen "karye" kavramı üzerinde durulmuş, kimine göre köy veya kasaba, kimine göre şehir kastedildiği belirtilmiştir. Öyle ki sözü edilen bölgede Cünasi'nin şehir mi, köy mü olduğunda farklı tesbitlere yer veril­miştir: Zemahşeri ile İbn Esir, onun Bahreyn'de bir kale ismi olduğunu söylemiştir. Ebu Hasan el-Lahmi ise, onun bir şehir ismi olduğunu belirtmiştir. Bir kısmına göre ise, önceleri orası köy imiş, sonra şehir durumuna gelmiştir.

Böylece cuma namazının ancak şehir ve kasabada kılınacağı üzerinde duranlar, yukarıdaki rivayetle istidlal ettikleri gibi, Hz. Ali'den (r.a.) rivayet edilen şu hadis ile de istidlal ettikleri vakidir:

"Cuma ve teşrik ancak mısr-i cami'de caizdir."

Şüphesiz bu rivayet üzerinde de farklı tesbit ve yorumlar olmuştur.

Oysa Hz. Ömer'in (r.a.) Bahreyn halkına yazdığı şu yazı, köyde de cumanın kılınmasının cevazına delalet etmektedir:

"Ne yerde biraraya gelirseniz, orada cuma namazını kılın."

Nitekim Âbdurrezzak'ın İbn Ömer'den (r.a.) yaptığı sahih ri­vayete göre: Mekke ile Medine arasındaki köylerde halkın to­planıp cuma kıldığı ve ashabdan hiç kimsenin buna itiraz etme­diği anlaşılmaktadır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cuma namazımı cemaatta kılınması şarttır.

2- O bakımdan Cuma namazı münferiden kılınmaz ve kaçırıldığı takdirde kaza edilmez.

3- Cuma cemaatinin en az üç veya imamdan başka iki kişi olması şarttır. Bu Hanifilerin ictihadıdır.

4- Cuma namazı için imamdan başka en az 12 kişinin bulun­ması şarttır. Bu, imam Malik'in ictihadıdır.

5- Cuma namazı imamla birlikte en az kırk kişiyle kılınır. Bu, İmam Şafii ile İmam Ahmed'in ictihadıdır.

6- Şehir ve kasabalara bağlı köylerde cuma namazı kılmak.

 

Cuma Farzından Önce Ve Sonra Sünnet Namaz

 

Cuma farzından ve hutbesinden önce sünnet namaz var mıdır? Bu hususta fakih imamların ve ilim adamlarının farklı tesbit ve ihticacları olmuştur.

İbn Kayyım el-Cevzi, Zadü'1-Mead adlı eserinde cuma farzından önce meşru hiçbir sünnet ve nafile namaz olmadığını ısrarla belirtmiş ve Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin böyle bir na­maz kılmadığını, bazı deliller göstererek anlatmaya çalışmıştır. Kanaatimce İbn Kayyım bu konudaki rivayetlerin bir kısmını tesbit edememiştir. Zira bize kadar gelen rivayetlerden böyle bir na­mazın meşru olduğunu anlıyoruz.

 

Konuyla İlgili Hadis Ve Rivayetler

 

Nübşete el-Hüzeli (r.a.) den yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki müslüman kimse cuma günü gusleder ve sonra mescide yönelir de hiç kimseye eziyet vermeden (yerini alır). Eğer imam hutbeye çıkmamışsa, kendisince bilindiği şekilde namaz kılar. İmamın hutbeye çıktığını görürse, oturup onu dinlemeye koyulur ve imanı cuma hut­besini bitirinceye kadar o konuşmayıp susar.

Bu  durumda  eğer  bütün  günahları  o  cumasında mağfiret olunmamışsa, ondan sonraki cumaya keffaret olur."[438]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre: Peygam­ber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim cuma günü gusleder ve sonra da cumaya gelir, takdir edildiği gibi namaz kılar; sonra imam hutbesini bitirinceye kadar o susup dinler; sonra da kalkıp imamla be­raber cuma namazını kılarsa, o cumayla gelecek cuma arasındaki (günah ve kusurları) üç gün de fazlasıyla bağışlanır.."[439]

Yapılan rivayete göre:

"İbn Ömer (r.a.) cumadan önce kıldığı (sünnet) namazı uzatır ve cuma farzından sonra da iki rek'at namaz kılardı. Sonra da Rasulüllah (s.a.v.) Efen­dimizin böyle yaptığını anlatırdı."[440]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz minber üzerinde hutbe okurken cuma günü bir adam mescide girdi. Peygamber (s.a.v.) ona, iki rek'at namaz kılmasını emretti."[441]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Cuma günü bir adam içeri girdi, o sırada Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz hutbe irad ediyordu. O adama: "Namaz kıldın mı?" diye sordu. O da:

"Hayır kılmadım" diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v) ona:

"İki rek'at namaz kıl" diye em­retti.[442]

 

Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cumadan önce dört, sonra da dört rek'at sünnet kılınır. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin cumadan önce iki veya dört rek'at namaz kıldığı ihtilaf konusudur. O bakımdan imam Ebu Yusuf, cumadan sonra altı rek'at namaz kılmayı tav­siye etmiştir.

Fakihlerin çoğuna göre, cumadan sonra sünnet olan sadece dört rek'attir.[443]

b) Şafiilere göre: Cuma farzından önce dört rek'at, farzından sonra ise iki rek'at müekked sünnet kılınır. Farzdan sonra iki rek'at daha sünnet kılınır ki, bu müekked değildir.[444]

c) Hanbelilere göre: Cumadan sonra iki rek'at kılınır. Aynı zamanda bu, altı rek'at olarak da kılınabilir. Cuma farzından önce kılınan dört rek'at da sadece sünnetttir, yani müekked değildir.[445]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

423 nolu Nübşete hadisinin isnadında Ata' el-Horasani bulu­nuyor ki, bu zat hakkında farklı sözler söylenmiştir. Ancak cum­hur bu zatı güvenilir olarak belirlemiştir.[446]

Bu hadisten şu hükümler çıkmaktadır:

a) Cuma günü gusletmek meşru'dur.

b) Cuma günü camiye girilince cemaate eziyet etmemek sünnettir.

c) Hutbe okunurken susup dinlemek meşru'dur.

d) Hatip hutbe okumaya başlamadan önce namaz kılmak meşru'dur. Hutbeye başlayınca artık namaz kılınmaz.

424 ve 425 nolu Ebu Hüreyre ve İbn Ömer hadisleri sahihtir. Nitekim el-Iraki, İbn Ömer hadisinin isnadının sahih olduğunu özellikle belirtmiştir. Nesai aynı rivayete "cumadan önce namazı uzatırdı" sözünü almamıştır.

Bu iki hadis de cuma farzından önce sünnet namazın meşru'iyetine delalet etmektedir. Ancak zeval vaktinde kılınmasının mekruh olduğu söz konusudur.

Bu konuda Darekutni'nin Enes (r.a.) den yaptığı rivayette şöyle belirtilmiştir:

"Bir adam geldi, ki Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz o sırada hutbe irad ediyordu. Rasulüllah (s.a.v) o adama: "Kalk iki rek'at namaz kıl" buyurdu ve o adam iki rek'at na­maz kılıncaya kadar Rasulüllah (s.a.v) hutbeyi kesip bekle­di."

Şüphesiz bu rivayet de yukarıdaki rivayetleri kuvvetlendir­mekte ve cumadan önce sünnetin meşruiyetini ortaya koymak­tadır.

Ancak Tirmizi'nin sahihlediği Ebu Said hadisini şu lafizla rivayet etmesi, Rasulüllah'ın (s.a.v) o sırada hutbeyi kesmediğine delalet etmektedir:

"Bir adam cuma günü hakir ve perişan bir görünüm içinde geldi. O sırada Peygamber (s.a.v) Efendimiz hutbe irad ediyordu. O adama iki rek'at namaz kılmasını emretti, ki Peygamber (s.a.v) hutbesini irada devam ediyordu."

Ancak gerek bu, gerekse Darekutnî'nin rivayeti, hutbe es­nasında sünnet namaz kılmanın meşru'iyetine delalet ediyorsa da, konuyla ilgili başta naklettiğimiz hadisler bunun hilafına delalet etmekte ve bir bakıma bu hükmü kaldırdığını göstermektedir. Nitekim müctehid imamların çoğunun da ictihadı bu doğrultudadır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Cuma günü öğle vakti girince cuma farzından ve hutbe­sinden önce dört rek'at veya iki rek'at sünnet kılmak meşru'dur.

2- Cuma farzından sonra dört veya iki rek'at, bir kısım müctehidlere göre altı rek'at sünnet kılmak meşru'dur.

3- Camiye gelen kimse, hatip henüz hutbeye çıkmamışsa, sözü edilen sünneti kılabilir. Hatip hutbeye başlamışsa, artık kılmayıp hutbeyi dinler ve susup konuşmaz.

4- Cuma günü -gereksin, gerekmesin- gusletmek, yani banyo yapmak sünnettir.

5- Hutbe irad edilirken konuşmak, başka bir şeyle meşgul ol­mak haramdır.

 

İmam Minbere Çıkınca Selam Vermesi Ve Oturunca Da Ezan Okunması

 

Cuma namazının ve hutbesinin birtakım özellikleri vardır ki onlardan çoğu diğer vakit namazlarının cemaatle kılınmasında yoktur.                              

Cuma bir taraftan ergen olan mü'minleri biraraya getirme­kle kalmaz, diğer yandan onların arasında sevgi ve saygı bağlarını kuvvetlendirir; müslüman lidere itaati öğretir ve disiplinli, düzenli bir hayat sürmelerini ilham eder.

Aynı zamanda imamla cemaat arasında kopmaz bağlar oluşturur. İmamın minbere çıkıp cemaate selam vermesi, ar­kasından ezan okunması ve sonra da kalkıp hutbe irad etmesi müstesna bir tablo oluşturmakta ve her yanıyla mü'minlere birlik, dirlik, rahmet, feyiz ve bereket havası estirmektedir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Cabir (r.a) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle anlatmıştır:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz (cuma günü) minbere çıktığında selam verirdi."[447]

Said b. Yezid'den (r.a.), adı geçen demiştir ki:

"Cuma günü nida (ezan)nın evveli, Rasulüllah (s.a.v), Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) devirlerinde imam çıkıp min­bere oturduğu zaman idi. Hz. Osman (r.a) devrinde ise, in­sanlar çoğaldı, o da üçüncü bir nidayı (ezan) Zevra' üzerinde (okutarak) fazladan ilave etti. Rasulüllah'ın (s.a.v) (cuma günü ezan okuyan) sadece bir müezzini vardı."[448]

Adiy b.  Sabit'den, o da babasından, o da dedesinden rivayet le demiştir ki:

"Peygamber (s.a.v) Efendimiz minbere çıkınca, ashabı yüzlerini Ona çevirerek yönelirlerdi."[449]

"Rasulüllah  (s.a.v) minbere çıkıp doğrulunca biz yüzümüzü ona çevirip yönelirdik."[450]

"Rasulüllah (s.a.v) minbere çıkıp oturunca Bilal ezan okurdu."[451]

"Cuma günü, imam çıkıp minber üzerinde oturunca ezan okunurdu."[452]

 

Hadisler Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Hutbe irad ederken ayakta durmak ve cemaate yönelmek sünnettir. Hz. Osman (r.a) fazla yaşlanınca oturarak hutbe irad etmiştir. Ashabdan hiçbiri onun böyle yap­masına itiraz etmemiştir.

İmam hutbe okurken cemaatin de ona yüzlerini çevirip yönelmeleri sünnettir.[453]

İmam minbere çıkıp oturunca ikinci ezan okunur.

b) Şafiilere göre: İmamın minbere çıkınca hazır olanlara selam vermesi ve yüzünü onlara çevirmesi; aynı zamanda ezan okunup bitinceye kadar oturması sünnettir.[454]

c) Hanbelilere göre: İmamın minbere çıkınca cemaate yönelip selam vermesi ve sonra oturması müstehabdır. Müezzin ezanı bitirinceye kadar imamın oturup beklemesi sünnettir. Aynı zamanda sözü edilen iç ezanın okunması da sünnettir.[455]

d) Malikilere göre: İmam minbere çıkınca ezan okunur.

Ezan okunması sona erince cemaatin her şeyi ve konuşmayı bırakıp yüzlerini imama çevirip yönelmeleri gerekir.

Ezandan önce ve hutbe bitince cemaat ve imamın namaza başlamadan konuşmalarında bir sakınca yoktur.[456] Elverir ki bu sıradaki konuşma cami ve ibadetle ilgili soru-cevap şeklinde kısa ve anlamlı olsun.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

432 nolu Cabir hadisini aynı zamanda el-Esrem kendi süneninde tahric etmiştir. Ancak o şu lafızla nakletmiş bulunuy­or:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz minbere çıkınca insanlara yüzünü çevirip yönelir ve es-selamu aleyküm derdi."

Ancak İbn Mace'nin isnadında İbn Lühay'a bulunuyor ki bu zat zayıf kabul edilmiştir.

Bu babda İbn Adiyy'in İbn Ömer (r.a) den yaptığı şu rivayet de bulunuyor:

"Peygamber (s.a.v) Efendimiz cuma günü minbere yak­laşınca minberin yanında bulunanlara selam verir, sonra minbere çıkıp insanlara yüzünü çevirip yöneldikten sonra tekrar selam verir ve öylece otururdu."

Aynı rivayeti Taberani ve Beyhaki de nakletmişlerdir. Ancak onların isnadında İsa b. Abdillah el-Ensari bulunuyor ki, İbn Adiy ve İbn Hibban onun zayıf olduğunu belirtmişlerdir.[457] Ayrıca İbn Adiy, onun hiçbir rivayetine uyulmaz, yani itibar edilmez demiştir.[458]

İmam Şafii de, Seleme b. Ekva’ (r.a.) den yapılan rivayeti naklediyor:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz iki hutbe okudu ve iki defa oturdu." Aynı zamanda hadisi imam Şafii'ye nakleden zat şunu da ilave etmiştir:

"Mistirah'ın önündeki derece (basamak) üzerinde ayakta durdu ve selam verip oturdu. Müezzin ezanını bitirinceye kadar Rasulüllah Mistirah üzerinde oturup bekledi. Sonra kalkıp hutbe okudu ve oturdu. Sonra tekrar kalkıp ikinci hutbeyi okudu."

Buraya kadar sıraladığımız rivayetlerin hepsi, şu hususların meşruluğuna delalet etmektedir:

a) Hatibin minbere çıkıp yüzünü cemaate çevirdikten sonra selam vermesi,

b) Selamdan sonra minber üzerine oturup ezanın okunup bitmesini beklemesi,

c) Ezan bittikten sonra hatibin ayağa kalkıp bir ve ikinci hutbeleri okuması,

d) İki hutbe arasında az bir süre oturması...   

434 nolu Adiy b. Sabit hadisinin muttasıl olduğunu İbn Mace kaydetmektedir.

Bu anlamda Tirmizi İbn Mes'ud (r.a) den şunu rivayet etmiştir:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz minbere çıkıp doğrulunca yüzünü bize çevirirdi, biz de yüzümüzü Ona çevirip yönelirdik."

Ancak bunun isnadında Muhammed b. Fazl b. Atiye bulu­nuyor ki, bu zat zayıftır. Nitekim Tirmizi onun için: "Zahibul-Hadis" demiştir.

Ancak bu babda Buhari ve Müslim, bir de Nesai Ebu Said'den şunu rivayet etmişlerdir:

"Rasulüllah (s.a.v) bir gün min­ber üzerine oturdu ve biz de etrafına toplanıp oturduk." Buhari bunu bir bab olarak belirlemiştir.

Diğer yandan Adiy hadisinin bir çok şahitleri vardır ki, hep­sini biraraya getirdiğimizde kuvvet kazanır ve Rasulüllah'ın (s.a.v) minbere çıkınca cemaatin Ona yüzünü çevirip yöneldiklerinin sıhhati anlaşılır.

433 nolu Saib hadisinde üç ezandan söz ediliyor ki, bunun biri ikamet, diğer ikisinden biri dış ezan, biri de iç ezandır ki hep­sine birden "nida" denilmiştir.

Ayrıca aynı hadiste geçen "Zevra" ismi ise, daha çok Mesci­din kapısında bulunan büyükçe bir taşın veya Medine'de bir sokağın ismidir. Diğer bir tesbite göre, üzerinde ezan okunan bir evdir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İmamın minbere çıkıp selam vermesi ve öylece oturması sünnettir. Bu İmam Şafii ile İmam Ahmed'e göredir.

2- İmam çıkıp minbere oturduktan sonra müezzinin iç ezanı okuması sünnettir.

3- Ezan süresince imamın oturması da sünnettir.

4- Ezan bitince imamın kalkıp birinci hutbeyi okumaya başlaması ve cemaatin ona yüzlerini çevirip yönelmesi sünnettir.

5- İki  hutbe arasında hatibin kısa bir süre oturması sünnettir.

 

Hutbe Ve Özelliği

 

Hutbe cumanın önemli bölümlerinden biridir. Bir hafta içinde cereyan eden olayları inanç, ahlak ve ahkam potasında değerlendirip bir komprime haline getirerek cemaate sunmak hutbenin hikmetini yansıtan özelliklerinin başında gelir.

Böylece Rasulüllah'ın (s.a.v) sünnetine uyarak hutbeyi az ve öz tutup ruhları serinletecek, kalp ve kafada derin iz bırakacak, mü'minlere manevi gıda verecek, onları hayata ve memata hazırlayacak, doğruluk çizgisinde tutacak muhtevada tutmakta sayısız faydalar vardır.

Bunun dışında hutbenin birtakım vücub ve sünnetleri, kural ve ölçüleri daha vardır ki onları müctehid fakihlerin tesbit ve ictihadlarında görmemiz mümkündür.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Hüreyre (r.a) den yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"El-Hamdullilah ile başlanmayan her söz kesik ve ma­rizdir."[459]

Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizi'nin rivayetinde ise şu lafızla rivayet edilmiştir:

"İçinde şehadet (veya teşehhüd) bulunmayan hutbe kesik el gibidir."

İbn Mes'ud (r.a) den yapılan rivayete göre; adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz (hutbede) teşehhüdde (şehadet kelimesi anmada) bulunurken şöyle derdi:

"Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım bekleriz ve günahlarımızın bağışlanmasını O'ndan dileriz. Nefsimizin şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah kimi doğru yola eriştirirse, onu sapıtan bir kimse olmaz. Kimi de sapıklığı içinde bırakırsa, onu doğru yola eriştiren olmaz. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim; Muhammed'in de Allah'ın kulu ve resulü olduğuna şehadet ederim ki Allah onu hak ile müjdeci ve uyarıcı olarak kıyamete yakın bir zamanda göndermiştir. Artık kim Allah'a ve rasulüne itaat ederse, gerçekten o doğruyu bulmuş olur. Kim de Allah'a ve peygamberine karşı gelirse, o ancak kendine zarar ver­miş olur ve Allah'a hiçbir suretle zarar veremez."[460]

İbn Şihab (r.a) den, Peygamber (s.a.v) Efendimizin cuma günü (hutbedeki) teşehhüdünden sorulduğunda, o da yukarıda naklettiğimiz gibi anlatmış ve sadece şu cümlede az bir değişiklik ifade etmiştir. O da:

"Kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse, cidden o azıp sapıtmış olur."[461]

Cabir b. Semure (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz ayakta durup hutbe okurdu ve iki hutbe arasında oturup birkaç ayet okur ve insanlara öğütte bulunurdu."[462]

Yine Cabir b. Semure (r.a) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v) Efendimiz cuma günü (hutbede) meviza (öğüt), kısmını uzatmazdı; Onun hutbedeki mevizası sadece az birkaç kelimeden (cümleden) ibaretti."[463]

Ümmü Hişam bint Harise b. Nu'man'dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ben (Kaf Ve'1-Kur'an'il-Mecid) suresini ancak Rasulüllah (s.a.v) Efendimizin dilinden aldım ki o, bunu her cuma minber üzerinde hutbe esnasında okurdu."[464]

 

Rivayetlerin Işığında Fakih İmamların İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: İmam Azam Ebu Hanife'ye göre, hutbe­nin farzı bir tesbih veya bir tahmid ve tehlilden ibarettir. Yani hatibin minberde bir defa "el-Hamdu lillah" veya "Allahu Ekber" ya da "Sübhanellah" demesiyle bu farz yerine gelmiş olur. İmameyne göre, hutbe denilecek kadar uzun bir zikirde bulunmak farzdır. Bu ya üç ayet miktarında olması, ya da Kerhi'ye göre, teşehhüd nisbetinde olmasıyla gerçekleşir.

Hutbeyi ayakta okumak, taharet üzere bulunmak, iki hutbe şeklinde tutmak, iki hutbe arasında hafif oturmak, cemaate yüz çevirmiş halde durmak, iki hutbeyi de aşikar okumak, hutbe arasında bir ayet okumak, takva ile tavsiyede bulunmak ve Pey­gamber (s.a.v) Efendimize salat-ü selam getirmek sünnettir. Bun­ları terketmek ise mekruhtur.[465]

b) Şafiilere göre: Hutbe okumak farzdır. Bunun rüknü beştir:

1- Allah'a hamdetmek,

2- Rasulüllah (s.a.v) Efendimize salat-ü selam getirmek,

3- Takva ile tavsiyede bulunmak, her iki hutbede de bunu yerine getirmek,

4- Anlaşılır şekilde bir ayet okumak,

5- Mü'minler için dua etmek. (Bu ikinci hutbede yerine geti­rilir)

Hutbelerin vakit içinde okunması ve ardarda yapılması, hat­ibin abdestli bulunması, üzerinde necaset olmaması, avret yerleri­nin örtülü olması, kudreti yettiği takdirde ayakta okuması, iki hutbe arasında oturması ve kırk kişinin dinlemesi şarttır.

Aynı zamanda hutbenin rükünlerinde tertibe riayet edilme­si, cemaatin susup dinlemesi, hutbenin minber veya yüksekçe bir yer üzerinde irad edilmesi, yanındakilere selam vermesi, minbere çıkınca cemaate yönelmesi ve onlara selam verip öylece oturması ve bu sırada müezzinin kalkıp ezan okuması, hutbenin beliğ bir üslupla yerine getirilmesi ve uzun tutulmaması, hatibin sağa-sola yönelmeden cemaate müteveccih durması, sol yanında kılıç bulun­durması, iki hutbe arasında ihlas okuyacak kadar bir süre otur­ması sünnettir.[466]

c) Hanbelilere göre: Cuma namazı kılınan cami ve mescidde cuma günü hutbe okumak şarttır; onsuz cuma sahih olmaz. Hatip minbere çıkınca cemaatin ona yönelmesi müstehabdır. Her iki hutbede de Allah'a hamdetmek, Peygamber (s.a.v) Efendimize salat-u selam getirmek de şarttır. Bunlarsız hutbe sahih olmaz. Hatibin iki hutbe arasında oturması müstehabdır. Aynı zamanda hatibin abdestli olarak hutbe irad etmesi de sünnettir. Hatibin hutbe esnasında cemaate yüzünü çevirmiş bulunması da sünnet kabul edilmiştir. İki hutbeyi ardarda yapmak şarttır. Hatibin hut­be esnasında mü'minler için dua etmesi, aynı zamanda hem kendi­si, hem de hazirun için dua edip af ve mağfiret dilemesi sünnettir.[467]

d) Malikilere göre: Hutbede Allah'a hamd etmek, Peygam­ber'e (s.a.v) salat-ü selam getirmek, bir ayet okumak ve takva ile tavsiyede bulunmak vaciptir.[468]

Ayrıca imamın minberde iyilikle emretmesi, kötülükten me­netmesinde bir sakınca yoktur.[469]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

444 nolu Ebu Hüreyre (r.a) hadisini aynı zamanda Darekutni, İbn Hibban ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Tirmizi onu hasenlemiştir. Ancak hadisin mursel veya merfu olduğu hakkında görüş ayrılığı vardır.

Bu anlamda İbn Hibban, el-Askeri ve Ebu Davud, Ebu Hüreyre'den (r.a) merfuan şunu rivayet etmişlerdir:

"Allah'a hamd ile başlanmayan her matlup olan iş kesik (feyizsiz, bereketsiz) dir."

Buna yakın bir anlatım ve lafızla Taberani el-Kebir'de Ka'b b. Malik'den bir rivayeti nakletmiştir.

Böylece her bakımdan matlup olan hutbeye "el-Hamdu lillah" ile başlamanın meşruiyeti kendiliğinden anlaşılmış oluyor.

445 nolu İbn Mes'ud hadisinin isnadında İmran b. Daver Ebu'1-Avam el-Basri bulunuyor. Yahya b. Main ve Nesai'ye göre, bu  zat  zayıftır. Bununla beraber Buhari onun rivayetiyle istişhadde bulunmuştur. Affan ise onun sıka (güvenilir) olduğunu belirtmiştir. İmam Ahmed: "Onun salihü'l-hadis olduğunu umuy­orum" demiştir. Ebu Davud ise onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. İbn Adiy ise, "Onun hadisi yazılabilir" diyerek olumlu bakmıştır.[470] İmam Nevevi ise, Müslim'in şerhinde bu hadisi sahihlemiştir.

447 nolu Cabir hadisi sahihtir. Hutbe esnasında ayakta dur­manın meşruiyetine delalet etmektedir. Aynı zamanda iki hutbe arasında bir süre oturmanın da sünnet olduğunu göstermektedir. Bu hadisle istidlal eden İmam Şafii ayakta durup hutbe oku­manın vücubuna kail olmuştur. Cumhur ise vacib olmadığını be­lirtmiştir. Ayrıca İmam Şafii bu konuda şu hadisle de istidlal ederek ictihadını kuvvetlendirmiştir:

"Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız, öyle namaz kılın!"

Buradaki emir vücubu gerektirmektedir.

Yine İmam Şafii bu hadisin iki hutbenin vücubuna delalet ettiğini söylemiştir. Diğer imamlar ise, sadece birinci hutbenin vacip olduğuna kaildirler. Nitekim el-Iraki, Tirmizi'nin şerhinde bu konuya yer verip müctehid imamların görüşlerini açıklamıştır. Cumhur da bu görüştedir.

Hadis diğer yandan hutbede Kur'an'dan bir veya birkaç ayet okumanın ve müslümanlara öğütte bulunmanın meşruiyetine de­lalet etmektedir. İmam Şafii öğüt vermenin vacip olduğunu söylemiştir. Diğer bir rivayette, bir ayet okumanın da vücubuna kail olduğu belirtilmektedir. Cumhur ise, bunun vacip olmadığına değinmiştir.

448 nolu Cabir hadisinin isnadındaki ricalin hepsi sıkat (güvenilirler) dir. Bu, hutbede vaaz etmenin, ancak onu kısa tut­manın meşruiyetine delalet etmektedir.

449 nolu Ümmü Hişam hadisi hutbede sadece Kaf' suresi­nin okunacağına delalet etmemektedir. Zira  Rasulüllah'ın diğer kısa sureleri de zaman zaman okuduğu birçok sahih rivayetlerden anlaşılmaktadır. Nitekim İbn Ebi Şeybe'nin Sabi'den yaptığı ri­vayete göre, "Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz minbere   çıkınca yüzünü cemaate çevirir, sonra es-Selamu aleyküm der ve Allah'a hamd-u senada bulunur ve bir sure okuduktan son­ra otururdu." denilmektedir. Bu da herhangi bir sureyi oku­manın meşru olduğunu göstermektedir.

Diğer yandan Nesai'nin Cabir b. Semure (r.a) den yaptığı ri­vayete göre: "Rasulüllah ayakta durup hutbe irad eder, sonra oturur, sonra  kalkıp  birkaç   ayet  okur, Allah'ı anardı.." buyurulmaktadır. el-Iraki bu hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiştir. [471]                             

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hutbenin farzı bir tesbih, bir tehlil, bir tekbir veya bir tahmidden ibarettir. Bu, İmam Ebu Hanife'nin ictihadıdır.

2- Hutbe, en az bir teşehhüd miktarı uzun olmalıdır. Bu, imameynin ictihadıdır.

3- Hutbeyi ayakta okumak, taharet üzere bulunmak, iki hut­be olarak düzenlemek, iki hutbe arasında kısa bir süre oturmak, hutbede cemaate yüz çevirmek, cemaatin de hatibe yüz çevirip yönelmesi, iki hutbeyi de aşikar irad etmek, hutbede ayet oku­mak, takva ile tavsiyede bulunmak, öğütle ilgili kısa bilgi vermek sünnettir.

Bunlar daha çok Hanefilerin ictihadına göredir.

4- Hutbe vacibtir veya farzdır.

5- Hutbenin rüknü beştir: Allah'a hamdetmek, Peygambere salat-ü selam getirmek, takva ile tavsiyede bulunmak, bir veya birkaç ayet okumak, mü'minler için dua etmek...

Bu, Şafîilerin ictihadına göredir.

6- İmamın minbere çıkınca cemaate selam vermesi sünnettir. Bu da Şafîilerin ve Hanbelilerin ictihadıdır.

7- İki hutbeyi ardarda yapmak şarttır. Bu, Hanbelilere göredir.

8- Hutbe esnasında konuşmak, başka bir işle meşgul olmak haramdır.

 

Bayram Namazı, Önemi Ve Vakti

 

Müslümanların dini anlamda, cuma dışında iki büyük bay­ramı vardır: Fıtr ve Azha... Birincisi, Ramazan Bayramına, ikinci­si Kurban Bayramına delalet eden isimlerdir.

Bu iki bayramda cumadan farklı şekilde bir kaynaşma, görüşme, selamlaşma, tebrikleşme ve fakirlere yardım elini uzat­ma; dostları ve yaşlıları ziyaret etme kendini gösterir. Böylece küçüklerin, fakirlerin, muhtaçların daha çok sevindirildiği; büyüklerin daha çok saygı ve ilgiyle ziyaret edildiği bu günlerde şüphesiz ki İslam'ın yüce hikmetleri söz konusudur.

İman ve kültür birliği çerçevesinde kalpler feyiz ve rahmet le dolup taşar; vicdanlar huzura kavuşur; aileler geniş çapta sevgi ve saygı havası içinde kaynaşma ortamı bulur; inanan herkes için bayram huzur, güven, neşe kaynağı olur.

Bunun için bayram günü her müslümanın güzel ve temiz el­bisesini giymesi, güzel koku sürünmesi, güzel bir görünüm arzetmesi, daha çok cömert olması ve daha fazla dost ve yakınlarıyla buluşması sünnet kılınmıştır.

Camiye namaza, dostuna ve büyüklerine ziyarete giden mü'minin, -düşman tehlikesi yoksa- silah taşıması mekruhtur.

Mümkün olduğu takdirde camiye yaya gitmek, camiden eve dönerken başka bir yol izlemek, yolda tekbir getirmek de sünnettir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Cafer b. Muhammed'den, o da babasından, o da dedesinden yaptığı rivayete göre, şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz her bayramda alaca kumaştan (Yemen mamulü) üstlük giyinirdi."[472]

Said b. Cübeyr (r.a) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"İbn Ömer (r.a) ile birlikte Mina'da bulunduğum bir sırada ayağının üzengisine mızrak ucu isabet etmiş ve ayağını üzengiye sıkıştırmıştı. İnip ayağını oradan çektim. Bu olay Haccac'a (Emeviler döneminde zulmüyle isim ya­pan Haccac) haber verilince gelip İbn Ömer'i ziyaret etti ve şöyle dedi: "Ah kimin sana bu mızrağı vurduğunu bir bil­seydik.." İbn Ömer (r.a) ona:

"Bunu sen yaptırdın!" dedi. Haccac:

"Nasıl olur?" deyince, İbn Ömer şu cevabı verdi:

"Nasıl olmasın ki, silah taşınmayan bir günde silah taşıyorsun ve Harem sınırlarına silah sokuyorsun ki bugüne kadar Hareme silah sokulmadı.."[473]

Hz. Ali (r.a) den yapılan rivayete göre, şöyle dediği nakledil­miştir:

"Bayram namazına yaya olarak çıkmak sünnettir. Aynı zamanda (Ramazan Bayramında) sabahleyin camiye gitmeden bir şey yemek de sünnettir."[474].

Ümmü Atiyye (r.a) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz bize, fıtr ve azha (ramazan ve kurban bayramların) da bakire ve ergenlik çağına yaklaşan kızları, örtü arkasında oturan kadınları, bir de ayhali olanları (mescide doğru) çıkarmamızı emretti. Ancak ayhali olanlar namazdan kendilerini alıkoyuyorlardı. Böylece onlar da (müslümanların bayram gününde) hayırlara hazır ve şahit oluyor, müslümanların duasına katılıyorlardı.

Bunun üzerine dedim ki:

"Ya Rasulallah! Bizden bazısının baş örtüsü yoktur." Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu:

"Artık din kardeşi kendi örtüsünden ona örtü verip örtünmesini sağlasın."[475]

Büreyde (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz fıtr (ramazan bayramı) günü bir şey yemeden sabahleyin (evinden çıkıp mescide) gitmezdi. Azha (kurban bayramı) günü de (namaz kıldırıp) eve dönünceye kadar bir şey yemezdi."[476]

Enes (r.a) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz fıtr (ramazan bayramı) günü birkaç hurma yemeden (kalkıp sabah ve bayram na­mazına) gitmezdi. Aynı zamanda hurmadan da tek sayıya dikkat ederek (yani ya bir, ya üç, ya da beş tane yerdi)."[477]

İbn Ömer (r.a) den yapılan rivayete göre, adı geçen demiştir ki:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz, Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) iki bayram namazını da hutbeden önce kılarlardı."[478]

Cabir b. Semure (r.a) den yapılan rivayette, demiştir ki:

"Peygamber (s.a.v) Efendimizle birlikte ne bir, ne de iki defa, birçok defa bayram namazı kıldım ki bu namazı ezansız ve ikametsiz kılardı."[479]

 

Fakih İmamlarının İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Cuma namazı kimlere farzsa bayram namazı onlara vaciptir. En sahih görüş ve tesbit de budur. Cu­manın şartları -hutbe dışında- bayram namazı hakkında da aynen geçerlidir. Hutbe ise, bayram namazında sünnettir ve namazdan sonra yerine getirilir.

Fıtr (ramazan) bayramında namaza çıkmadan bir şey yemek ve yenilecek şeyin tek sayıda tutulmasına dikkat etmek, dişleri misvaklamak, gusletmek (banyo yapmak), güzel koku sürünmek ve temiz güzel elbise giyinmek müstehabdır.

Camiye gidiş ve dönüş yollarını ayrı olarak kullanmak da tavsiye edilen sünnetler arasında bulunuyor.

Camiye gidip dönerken, fıtr (ramazan) bayramında gizli şekilde, kurban bayramında aşikar şekilde tekbir getirmek müstehabdır.

Bayram namazının cemaatle kılınması şarttır. Kaçırıldığı takdirde kaza edilmez.[480]

b) Şafiilere göre: Bayram namazı sünnettir; cemaatle kılınır, yalnız başına kılınmaz, ancak imamla birlikte bu namazı kaçıran kimse yine imamla birlikte herhangi bir vakitte kılabilir. Ancak zevaldan önce kılarsa eda, sonra kılarsa kaza olur.[481]

c) Hanbelilere göre: Bayram namazı kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur. Farz-ı kifayedir; yani mükelleflerden bir kısmının kılmasıyla diğerlerinin üzerinden kalkmış olur. Güneş bir mızrak boyu yükselince vakti girmiş olur.

Bayram namazına gidilirken yolda tekbir getirmek, gitmed­en önce gusletmek, temiz güzel elbise giyinmek, güzel koku sürünmek, dişleri misvaklamak (veya fırçalamak), camiye gitmed­en önce Fıtr Bayramı ise bir şey yemek; Kurban Bayramı ise bir şey yemeden çıkmak müstehabdır.[482]

Bayram namazının cemaatle kılınması şarttır. Ancak imam­la birlikte kaçıranlar, onu diledikleri vakit kılabilirler.[483]

d) Malikilere göre: Bayram namazı sünnettir ve cemaatle kılınması şarttır. Diğer mezheplere göre, müstehab olan şeyler bu mezhebe göre sünnet veya müstehabdır.

Bayram namazına gidilirken yolda tekbir getirilir. Ancak bunu kendisi ve yanındaki duyacak kadar bir sesle söyler. İmam hutbeye çıkınca artık cemaat tekbir getirmez. Aynı gamanda cam­iden eve dönüldüğünde de tekbir getirilir.[484]

 

Tahliler Ve Diğer Rivayetler

 

457 nolu Cafer hadisini, İmam Şafii, şeyhi İbrahim b. Muhammed'den rivayet etmiş; İbrahim de babasından, babası da ken­di babasından rivayet etmiştir.

Hafız İbn Hacer, bu rivayette İbrahim'in teferrüd etmediğini ve rivayetinin de mursel olduğunu belirtmiştir. Taberani de aynı hadisi tahric etmiştir.[485]

Bu babda İbn Huzayme'nin Cabir (r.a) den rivayet ettiği bir hadis vardır. Deniliyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz her iki bayramda ve bir de cuma gönü. kırmızı üstlüğünü giyerdi."

Bir rivayette o üstlüğün istebrakden olduğu belirtilmiştir. Ancak bu rivayet zayıftır. Zira İbn Ömer'in (r.a) yaptığı rivayete göre:

"Babası Ömer (r.a) çarşıda satılmakta olan istebrakten mamul bir hülle (entari ve üstlük) buldu ve onu alıp Hz. Peygamber'e (s.a.v) getirerek şöyle dedi:

"Ya Rasulallah! Bunu satın al da bayramda ve bir de heyetler, temsilciler geldiğinde güzelce giyinip kuşan." Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v):

"Bu ancak (ahiret gününde) nasibi olmayan kimselerin elbisesidir." [486] buyurdu.

Çünkü "istebrak", kalın atlas kumaştır ki, ekseriya yüzü ipek, tersi pamuk kumaştan imal edilir. Rasulüllah (s.a.v) Efendi­miz, ipek ve atlası lüks sayıp erkeklere yasaklamıştır.

458 nolu Said hadisi sahihtir. Cuma ve bayram namaz­larında, düşman tehlike ve korkusu olmadığı takdirde taşınması yasaktır. Zira böyle günlerde kişinin silah taşıması din kardeşlerine saygısızlık kabul edilir.

459 nolu Hz. Ali hadisini İbn Mace tahric etmiştir. Ancak is­nadında el-Hars el-A'ver bulunuyor ki, bu zatın yalancı olduğunda ilim adamlarının ittifakı vardır. Nitekim İmam Nevevi el-Hulasa'da onun "kezzab" çok yalancı olduğuna dikkat çekmiştir. Gerçi rivayet mana yönünden doğrudur, ancak istidlale salih değildir

Bu babda İbn Mace'nin İbn Ömer (r.a) den yaptığı riva­yette, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir: "Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz bayram namazına yaya olarak çıkar ve yine yaya olarak dönerdi."

Ancak bu hadisin isnadında Abdurrahman b. Abdillah b. Ömer bulunuyor ki, Ahmed b. Hanbel onun yalancı olduğunu be­lirtmiş; Ebu Zer'a, Ebu Hatim ve Nesai onun metruk olduğunu söylemişlerdir. İmam Buhari de: "O, kendisinden rivayet yapılacak ravilerden değildir" diyerek sıka olmadığına dikkat çekmiştir.[487]

Ayrıca bu konuda yine İbn Mace'nin Ebu Rafı'den yaptığı bir diğer rivayet vardır. Orada deniliyor ki: "Rasulüllah (s.a.v) Efen­dimiz bayram namazına yaya olarak gelirdi."

Bu hadisin isnadında Mendel b. Ali ve Muhammed b. Abdil­lah b. Ebi Rafi’ bulunuyor. Mendel hakkında farklı görüş ve tesbitler olmuştur: Ahmed b. Hanbel onun zayıf olduğunu söylerken, İbn Main, "Onun rivayetinde beis (sakınca) yoktur" demiştir. Mu­hammed b. Abdillah hakkında ise Buhari: "O, münkerü'l-hadistir" diyerek tesbitini ortaya koymuştur. İbn Main de onun rivayetinin kayda değer olmadığına değinmiştir.[488]

460 nolu Ümmü Atiyye hadisiyle istidlal edilmiştir. Bu bab­da İbn Mace'nin İbn Abbas (r.a) dan yaptığı şu rivayet de vardır:

"Peygamber (s.a.v) Efendimiz her iki bayramda da kızlarını ve kadınlarını (bayram namazı kılınan yere) çıkarırdı."

Ancak bu rivayetin isnadında Haccac b. Ertat bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı görüş ve tesbitler ortaya çıkmıştır.

Taberani ise bu konuda sözü edilen rivayete yer vermiştir. Ahmed b. Hanbel ise Cabir'den naklen onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz iki bayram (namazın) a çıkar ve ehlini de çıkarırdı."

Bu rivayetin de isnadında yine Haccac b. Ertat bulunuyor.

İbn Ebi Şeybe'nin bu konuda Hz. Aişe (r.a) dan yaptığı bir rivayet söz konusudur ki, el-Iraki onun ricalinin sahih olduğunu belirtmiştir.

Böylece Ümmü Atiyye hadisi, bayram namazında kızların ve kadınların -yer müsait olduğu takdirde- camiye gitmelerinde bir sakınca olmadığına, böyle yapmanın meşru olduğuna delalet et­mektedir.

461 nolu Büreyde hadisini aynı zamanda İbn Hibban, Darekutni, Hakim ve Beyhaki tahric etmişlerdir. İbn Kattan ise bu ha­disi sahihlemiştir.

Böylece ramazan bayramında namaza çıkmadan önce bir şey yemek; kurban bayramında ise bir şey yemeden çıkmak sünnettir hususu anlaşılıyor.

462 nolu Enes hadisini ayrıca İbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. Hadis istidlale salihtir. O bakımdan Ramazan bay­ramında namaza çıkmadan önce tek sayıya riayet ederek birkaç hurma veya tatlı bir şey yemenin meşruiyetine delalet etmektedir.

Bu konuda birkaç sahih rivayet daha vardır. Onları naklet­meye gerek görmüyoruz.

463 nolu İbn Ömer hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Aynı zamanda bu babda Buhari'nin Gabir (r.a) dan yaptığı şu rivayet de onu kuvvetlendirmektedir:

"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz fıtr (ramazan) bayramı günü çıktı ve hutbeden önce namaz kıldırdı."

İbn Abbas (r.a) diyor ki:

"Bayram namazında Resulüllah (s.a.v) ile, Ebu Bekir, Ömer ve Osman ile hazır bulundum hepsi de hutbeden önce namaz kıldırdılar."[489]

Buhari ve Müslim'in Enes (r.a) den yaptıkları rivayette de bu konuda Enes şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v) Efendimiz Kur­ban Bayramı günü önce namaz kıldırdı, sonra hutbe okudu."

Yine Buhari ve Müslim'in Cündeb'den yaptıkları rivayette, adı geçenin şöyle haber verdiği nakledilmiştir: Peygamber (s.a.v) Nahr (Kurban Bayramı) günü önce namaz kıldı, sonra hutbe irad etti, sonra da kurbanlık hayvanı kesti."

Bütün bu sahih rivayetlerin, her iki bayramda da hutbeden önce namaz kılmaya ve sonra hutbe okumaya delalet ettiği anlaşılıyor.

464 No'lu Cabir hadisi sahihtir ve birçok şahidi vardır.

Nitekim Bezzar'ın Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a) dan yaptığı ri­vayette, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Peygamber (s.a.v) Efendimiz bayram namazını ezansız ve ikametsiz kıldı."

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram günü temiz, güzel elbise giyinmek,

2- Namaza çıkmadan önce gusletmek,

3- Güzel koku sürünüp öylece çıkmak,

4- Camiye giderken ve dönerken tekbîr getirmek, ancak sesi fazla yükseltmek,

5- Camiye gidip gelirken ayrı yolları tercih etmek,

6- Cuma ve bayram namazına silah takmadan, yani silah taşımadan gitmek,

7- Bayram namazına mümkün olduğu takdirde yaya gidip gelmek,

8- Ramazan bayramında camiye çıkmadan önce tatlı bir şey yemek, hurma ve benzeri bir şeyse tek sayıya dikket etmek, başka bir şey ise tek sayı da lokma alıp yemek,

9- Kurban Bayramında bir şey yemeden camiye gitmek ve ancak namazdan sonra bir şey yemek sünnettir.

10- Aynı zamanda bayram namazları hutbeden önce kılınır.

11- Hutbeden sonra kurban kesilir.

12- Bayram namazları ezansız ve ikametsiz kılınır.

13- Gerek bayramlarda, gerekse sair günlerde erkeklerin ipek ve atlas giyinmesi yasaktır.

14- Bayram namazı ve hutbesi için, yer müsait olduğu tak­dirde kızların ve kadınların örtünmüş bir halde camiye gitmeleri meşrudur.

 

Bayram Namazında Tekbir Sayısı Ve Yeri

 

Bayram namazında diğer farz ve sünnet namazlardan farklı olarak birinci ve ikinci rek'atlerde fazladan tekbir getirilir.

Zira müslümanların bayram havasına, sosyal kaynaşmaya, aile sevindirmeye, muhtaçlara yardımda bulunmaya; küçüklerin sevilmeye, büyüklerin sayılmaya yöneldiği bir günde, bütün bu fazilet ve mutlulukları yaşamamıza imkan, güç ve kudret veren Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğünü dile getirmemiz kadar tabii ne olab­ilir? O bakımdan bayram namazında fazla olarak birkaç tekbir getirilerek bu duygumuz tam bir mahviyet ve teslimiyet ifade­siyle izhar edilmektedir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Amr b. Şuayb'den, o da babasından, dedesinden şöyle rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir bayramda 12 tekbir getirdi: Yedisini birinci rek'atte, beşini ikinci rek'atte... Ve bayram farzından ne önce, ne de sonra (nafile) namaz kılmadı."[490]

Amr b. Avf (r.a.) den yapılan rivayete göre:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki bayram (namazında) da (fazladan) tekbir getirdi: Birinci rek'atte kıraatten önce yedi, ikinci rek'atte kıraatten yine önce beş tekbir .."[491]

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Fıtr (Ramazan) bayramında kılınan namazda tekbir birinci rek'atte yedi defa, ikinci rek'atte beş defa getirilir ve kıraat de bu tekbirlerden sonradır."[492]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Bayram namazında birinci rek'atte istiftahtan sonra fazla olarak üç tekbir; ikinci rek'atte ise Fatiha ve zamm-ı sureden sonra üç tekbir getirilir.

İmam Ebu Yusuf’a göre: İftitah ve rüku'a varış tekbiriyle birlikte beşi birinci, dördü ikinci rek'atte olmak üzere dokuz tekbir getirilir. Bunlardan beşi birincide, dördü ikincidedir.[493]

Tekbirlerde eller kaldırılır.[494]

b) Şafîilere göre: Bayram namazında fazla olarak birinci rek'atte iftitah duasından sonra yedi tekbir getirilir ve her iki tek­bir arasında normal uzunlukta bir ayet okunacak kadar durularak tesbih ve tahmidde bulunulur. İkinci rek'atte ise kıraatten sonra beş tekbir getirilir ve bu 12 tekbirde de eller kaldırılır.

Sözünü ettiğimiz fazla tekbirleri getirmek farz değil, sünnettir.[495]

c) Hanbelilere göre: Birinci rek'atte ihram tekbiriyle bir­likte yedi tekbir; ikinci rek'atte beş tekbir getirilir. Birinci rek'atte tekbirler,  istiftah  duasından  sonra,  kıraatten  önce;  ikinci rek'attaki tekbirler ise kıraatten sonra getirilir.

Fazla tekbirler getirilirken elleri kaldırmak müstehabdır. Böylece bayram namazında fazla olarak getirilen tekbirlerin sayısı 11'dir..[496]

d) Malikilere göre: Birinci rek'atte fazla olarak ihram tek­birinden sonra, kıraatten önce altı; ikinci rek'atte kıyam tekbirin­den sonra, kıraatten önce beş tekbir getirilir ve bunlar sünnettir. Tekbirler aşikar olarak getirilir.[497]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

475 nolu Amr hadisinin isnadının sahih olduğunu el-Iraki belirtmiştir. Tirmizi de onu sahihlemiş ve bu hususta Buhari'den nakilde bulunmuştur.

Amr hadisi, bayramda fazla olarak getirilen tekbirlerin 12 olduğuna ve bayram namazından önce ve sonra nafile namazın meşru olmadığına delalet etmektedir.

476 nolu Amr b. Avf hadisini aynı zamanda Darekutni, İbn Adiy ve Beyhaki tahric etmişlerdir. İsnadında ise, Kesir (veya Küseyr) bin Abdillah bin Amr, bin Avf bulunuyor ki, İmam Şafii ile Ebu Davud bu zat hakkında şöyle demişlerdir: "O, yalan ko­nusunda rükünlerden bir rükündür." İbn Hibban da "onun mevzu bir nüshası vardır"   diyerek hadis uydurduğunu belirtmiştir.[498]

İbn Main onun kayda değer bir kişi olmadığına dikkat çekmiş, Darekutni onun metruk olduğunu söylemiştir. Nesai: "O sıka (güvenilir) değildir" diyerek görüşünü ortaya koymuştur.[499]

Tirmizi onun bu hadisini hasenlemişse de ilim adamları bunu yeterli kabul etmemişler ve belki de onun hadisinin birtakım şevahidini dikkate alarak "hasen" demiş olabileceğine değinmişlerdir.

Bu babda bir diğer hadisin rivayeti de, Rasulüllah'ın (s.a.v.) müezzini Sa'd el-Müezzin'den yapılmıştır ki, o, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle namaz kıldığını haber vermiştir:

"Bayram namazında birinci rek'atte kıraatten önce yedi, ikinci rek'atte kıraatten yine önce beş tekbir getirir­di."[500]

İbn Mace'nin rivayet ettiği bu hadisin isnadında, el-Iraki'ye göre zaaf vardır. O bakımdan istidlale salih görülmemiştir.

Bu konuda bir diğer hadisi, Hafız Bezzar, Abdurrahman b. Avf (r.a.) den şöyle rivayet etmiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendim­izin, iki bayram namazında ucu sivri bir değnek çıkartılarak (sütre olarak) önüne dikilirdi ve bu namaz kılıncaya kadar öyle kalırdı. Rasulüllah (s.a.v.) bayram na­mazında 13 tekbir getirirdi. Ebu Bekir ve Ömer de öyle yaptılar."

Bu hadisin isnadında Hasan el-Beceli bulunuyor ki bu zatın linü'l-hadis, yani yumuşak olup zayıf olmayan ama ona yakın olan hadis rivayet ettiği söylenir. Darekutni bunun irsalini sahihlemiştir.

Taberani ise el-Kebir'de İbn Ab'bas (r.a.) dan şu hadisi nakletmiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki bayram namazında da 12 tekbir getirirdi: Birinci rek'atte yedi, ikinci rek'atte ise beş.."

Bunun isnadında Süleyman b. Erkam bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[501] Ahmed b. Hanbel, "Ondan rivayet yapılmaz" demiştir. İbn Main onun bir şey olmadığını belirtmiş; Ebu Davud ile Darekutni onun metrukü'l-hadis olduğuna dikkat çekmişlerdir.[502]  

Yine bu babda bir diğer hadisi Bezzar ve Darekutni İbn Ömer (r.a.) den nakletmişlerdir:

"İki bayramdaki tekbirler birinci rek'atte yedi, ikinci rek'atte beştir."

Bu hadisin isnadında Ferec b. Fezale bulunuyor. Ahmed b. Hanbel'e göre bu zat sıka (güvenilir) dir. Buhari ile Müslim onun münkerü'l-hadis olduğunu belirtmişlerdir.

Bu konuda daha altı kadar rivayet nakledilmiştir ki, çoğu zayıftır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram namazında fazladan tekbir getirmek meşrudur.

2- Ebu Hanife'ye göre, fazla olarak altı tekbir, Ebu Yusuf’a göre, dokuz tekbir getirilir.

3- İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre, 12 tekbir getirilir.

4- İmam Malik'e göre 11 tekbir getirilir.

5- Tekbirleri getirmek farz değil sünnettir.

6- Tekbirlerde eller kaldırılır.

7- Tekbirler arasında tesbih ve tahmidde bulunmak müstehabdır.

8- Tekbirler aşikar olarak getirilir.

 

Bayram Namazından Ne Önce, Ne De Sonra Nafile Kılınır

 

Bilindiği gibi, her farz namazla birlikte, özellikle çoğunda farzdan önce sünnet namaz meşru kılınmıştır. Bayram namazı her ne kadar farz değilse de, bazı müctehidlere göre farza yakın bir kuvvet taşımaktadır, yani vacibtir. İlk hatıra gelen, bu vacip­ten önce de nafile kılınmasıdır.

Ancak bu husustaki rivayetleri farklı hükümler ifade etme­sinden dolayı müctehid imamların da farklı tesbit ve yorumlan or­taya çıkmıştır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bayram günü (evinden) çıktı ve iki rek'at bayram namazı kıldı. Bu namazdan ne önce, ne de sonra (nafile) kılmadı."[503]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen bay­ram günü (evinden) çıkıp (mescide gitti, bayram namazını kıldı). Ancak ne bundan önce, ne de sonra nafile kıldığı görülmedi. O, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin de böyle yaptığını hatırlattı."[504]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bayram namazından önce hiçbir şey kılmazdı. Ancak namazı kılıp evine dönünce iki rek'at (nafile) kılardı."[505]

Ayrıca Buhari bu babda şunu nakletmiştir:

"Bayram na­mazından önce nafile kılmak mekruhtur."[506]

 

Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Bayram namazından, yani hutbe okun­duktan sonra nafile namaz kılmak müstehabdır. Hanefiler bu hu­susta daha çok Hz. Ali'den (r.a.) yapılan rivayetle istidlal edip onunla ilgili birtakım şahitleri de dikkate almışlardır.[507]

Böylece bayram namazından önce evde veya camide, bayram namazından sonra ise camide nafile namaz kılmak mekruhtur. Zira Rasulüllah'ın (s.a.v.) sadece namazdan sonra evine döndüğünde iki rek'at nafile kıldığı bilinmektedir.[508]

b) Şafiilere göre: İmamdan başkasına bayram namazından önce nafile kılmak mekruh değildir, imama ise, hem namazdan önce, hem de sonra mekruhtur.[509]

c) Hanbelilere göre: Bayram namazından önce ve sonra hem imamın, hem de ona uyanların -ister camide, isterse evde ol­sun- nafile kılmaları mekruhtur.

Bu, aynı zamanda İbn Abbas ve İbn Ömer'in (r.a.) de mez­hebidir.

d) Malikilere göre: Bayram namazından ne önce, ne de sonra musalla (açık hava namazgah) da nafile kılınmaz. Cami ve mescidde ise, İmam Malik'ten iki rivayet nakledilmiştir. Ancak namazdan sonra eve dönüldüğünde nafile kılmakta bir sakınca yoktur.[510]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

488 nolu İbn Abbas hadisi sahihtir ve ihticace elverişlidir. Tirmizi ile İbn Mace bu hadisi şu fazlalıkla nakletmişlerdir:

"Bayram namazından (ve hutbesinden) sonra Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz kadınların bulunduğu kısma gelerek -ki Bilal da onlar­la birlikte bulunuyordu- sadaka vermelerini emretti. Bunun üzerine kadınlar yüzüklerini ve gerdanlıklarını çıkarıp tasaddukta bulundular."

489 nolu İbn Ömer hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiştir ve o da diğeri gibi sahihtir. Nitekim Tirmizi de bunu sahihlemiştir.

Aynı hadisi Taberani başka bir tarikle nakletmiştir. Ancak isnadında Cabir el-Cu'fi bulunuyor ki, bu zat metruk kabul edil­miştir.

490 nolu Ebu Said hadisini Hakim tahric etmiş ve sahihlemiştir. Ancak isnadında Abdullah b. Muhammed b. Akil bulunuy­or ki, bu zat hakkında birtakım şeyler söylenmiştir: İbn Main onun zayıf olduğunu, İbn Huzayme, "Onun hadisiyle ihticac olun­maz" demiştir.[511]

Bu babda İbn Mace'nin Abdullah b. Amr (r.a.) dan, Bezzar'ın Ali ve İbn Abbas (r.a.) dan yaptıkları şu rivayet bulunuyor:

"Amr b. Hurays diyor ki:

"Ali b. Ebi Talib (r.a.) ile birlikte bir bayram günü çıkmış bulunuyorduk. Bir grup insan ondan bayram namazından önce ve sonra nafile namazdan sordular. Hz. Ali (r.a.) onlara bu hususta bir cevap vermedi. Az sonra bir başka grup gel­ip aynı şeyden sordu, onlara da cevap vermedi. Sonra namaz; kılınacak yere vardık ve cemaate namaz kıldırdı; yedi ve beş defa tekbîr getirdikten sonra hutbe irad etti ve sonra da (minberden) inip bineğine bindi. Orada bulunanlar:

"Ya Emirel-Mü'minin! Bunlar namaz kılan topluluktur (onlara bir cevap vermedin)" de­diler. O da şöyle buyurdu:

"Sizin benden sorduğunuz sünnet namazı ben de yapmayı ummadım. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bay­ram namazından ne önce, ne de sonra namaz kılmıştır. Artık is­teyen kılar, isteyen terkeder. İster misiniz namaz kılan bir ce­maati men'edip, namaz kılan bir kulu ondan men'eden durumuna mı düşeyim.!"

el-Iraki: "Bu rivayetin isnadında İbrahim b. Muhammed b. Numan el-Cu'fi bulunuyor ki ben onun durumuna tam vakıf değilim. Ama geri kalan ricalinin hepsi sahihtir, demiştir."[512]

Böylece Hz. Ali (r.a.), bayram namazından önce ve sonra na­maz kılanlara "kılmayın" demeyi uygun görmediğini belirtmiş oluyor. O günlerde konunun yanlış anlaşılır endişesiyle böyle bir düşünceye sahip olması ihtimallerden biridir.

Taberani'nin el-Kebir'de İbn Mes'ud (r.a.) den yaptığı bir ri­vayet bulunuyor:

"Bayram günü imam henüz çıkmadan namaz kılmak sünnetten sayılmamıştır."

Bunun ricalinin hepsi sıka (güvenilir) dir.

Bu konuda yine Taberani'nin el-Kebir'de Ka'b b. Ucre (r.a.) den yaptığı bir rivayette, adı geçen sahabinin oğlu Abdulmelik diyor ki:

"Ka'b b. Ucre (r.a.) ile birlikte bayram namazının kılındığı yere gittik. İmam gelinceye kadar o oturdu, namaz kılmadı. İmam namaz kıldırıp ayrılınca camidekiler de bir dizi halinde ayrılmaya başladı. Ben: "Bunları görmüyor musun?" de­dim. O bana şöyle cevap verdi:

"Bu bid'attir ve sünneti terktir."

el-Iraki bu rivayetin isnadının ceyyid olduğunu belirtmiştir.

Bununla beraber yine Taberani el-Kebir'de İbn Ebi Evfa (r.a.) dan yaptığı rivayetle, bayram namazından önce ve sonra na­file (sünnet) namaz olmadığını belirtmeye çalışmıştır ki, o rivayet şöyledir:

"Rasulüllah (s.a.v.) bayram namazından önce de, sonra da (nafile) namaz kılmamıştır."

Ancak yapılan ciddi araştırma ile, bu rivayetin isnadında Kaid Ebu'l-Verka' bulunuyor ki, bu zat metrukü'l-hadistir.[513]

Böylece rivayetlerin hepsini biraraya getirdiğimiz zaman, bayram namazından önce ve sonra sünnet namaz olmadığı ağırlık kazanır. Nitekim İbn Abbas ve İbn Ömer'in de mezhebi budur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram namazından önce ve sonra sünnet namaz yoktur.

2- Hanefi imamlarından bir kısmına göre, bayram na­mazından sonra evine dönen kimsenin nafile olarak iki rek'at na­maz kılması müstehabdır. İmam Malik'de aynı görüştedir.

3- Şafii imamlarına göre, bayram namazından önce cemaatin nafile kılmasında bir sakınca yoktur, imamın kılması ise mekruh­tur.

 

Bayram Hutbesi Ve Hükümleri

 

Gerek cuma, gerekse bayram günlerinde hatibin minberden mü'minlere seslenmesinin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Zira din­darlık daha çok öğüt, vaat ve tavsiyeyle kalplerde yer eder ve güçlü hatiplerin, uzman ilim adamlarının hutbe, vaaz ve konferanslarıyla ruhlar üzerinde olumlu tesirler uyandırır.

O bakımdan İslam bilgiye ne kadar takdir sunmuşsa, bir o kadar güzel, çekici ve çarpıcı konudan hatiplere de o nisbette tak­dir sunup ilgi göstermiştir.

Şüphesiz nesli dini ahlak potasında şekillendiren, kitleyi doğruya yönelten, katı kalpleri yumuşatıp incelten, kötü niyet ve fena düşünceleri gideren dini, ahlaki konuşmalardır. Tabii bu konuşmayı beceren, bilgi dağarcığı dolu olan kişiler yüklendiği takdirde öyledir.

Bunun için Rasulüllah (s.a.v.) münasebet düştükçe, ihtiyaç hissedildikçe konuşur; ancak konuşmasını bıkkınlık vermeyecek, tesirini kaybetmeyecek çizgide tutardı, az konuşup çok şey öğretmeye özen gösterirdi. Cuma ve bayram hutbelerini kısa, fa­kat kapsamlı ve tesirli tutar; kalp ve kafalara çok ustaca işlemeye bilhassa dikkat ederdi.

Böylece Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz hutbeyi birtakım kural­lara bağlayıp onu gelişigüzellikten, başıboşluktan kurtarmış ve kendisinden sonraki hatiplere sağlam, tesirli misal ve kıstaslar emanet etmiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler:

 

Ebu Said (r.a.) den yapıları rivayette, adı geçen diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz fıtr ve adha (ramazan ve kurban bayramı) günü namaz kılınacak yere çıkar ve ora­da ilk yaptığı şey, namaza başlamak olurdu. Namazı biti­rince, ayağa kalkıp cemaate döner -ki cemaat de kendi sa­flarında oturmuş halde bulunurlardı- onlara vaaz eder, tavsiyelerde bulunur ve birtakım emirler verirdi: Bir tai­feyi görevli olarak bir yere göndermeyi veya başka bir şeyi emretmeyi dilediği zaman onunla emreder ve ayrılırdı."[514]

Tarık b. Şihab (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği belirtilmiştir:

"Mervan bir bayram günü minbere çıktı, henüz bayram namazını kıldırmadan hutbeye başladı. Bu­nun üzerine cemaatten bir adam kalkıp şöyle dedi:

"Ya Mervanî Sünnete muhalefet ettin, bayram günü minberi (dışarı) çıkarttın ki o çıkarılmazdı; aynı zamanda namaz­dan önce hutbeye başladın."

Ebu Said diyor ki:

"Şüphesiz o adam kendine düşeni yaptı. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyur­duğunu işittim:

"Sizden kim bir münker (sünnet ve kitap dışı bir olay) görürse, gücü yetiyorsa onu eliyle gidersin; buna gücü yetiniyorsa diliyle onu değiştirmeye çalışsın.

Ona  da  gücü yetmiyorsa,  kalbiyle  giderme  (yollarını araştırsın ve tiksinsin) ki bu imanın en zayıf yanıdır."[515]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

"Bayram günü Rasulüllah (s.a.v.) ile birlikte hazır bu­lundum. Hutbeden önce, ezansız ve ikametsiz olarak namaza başladı. Sonra Bilal'e dayanarak kalktı, Allah'tan kork­mayı emretti, O'na taat-ü ibadette bulunmaya teşvikte bulundu; cemaate vaaz edip birtakım öğütlerde ve hatırlatmalarda bulundu. Sonra yürüyüp kadınların bu­lunduğu kısma geldi, onlara da vaaz edip, öğüt ve hatırlatmalarda bulundu.."[516]

Sa'd el-Müezzin (r.a.) diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hutbenin bölüm ve kısımlarında tekbir getirir ve iki bayram hutbesinde tekbir getirmeyi çoğaltırdı."[517]

Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:

"İmamın bayram gününde iki hutbe okuması ve ara­larında bir süre oturması sünnettir."[518]

Ata’dan, o da Abdullah b. Saib (r.a.) den rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimizle birlikte bayram namazına hazır oldum. Namazı kılıp tamam­layınca, buyurdu ki:

"Şüphesiz biz hutbe okuruz; artık hut­be için oturup (dinlemek) isteyen otursun; gitmek isteyen de gitsin."[519]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Bayram namazından sonra iki hutbe ardarda irad edilir. Birinci hutbeye peşpeşe dokuz tekbir getirile­rek başlanır; ikinci hutbe ise yedi tekbir getirilerek yerine getirilir. Bu tekbirleri getirmenin müstehab olduğunu el-Bahr sahibi kendi eserinde belirtmiştir. el-Mücteba'da ise "Bayram hutbesinde 14 tekbir getirmek sünnettir" denilmiştir. Bayram hutbesinde daha çok günün önemi üzerinde durulur. Fıtr bayramı ise, fitre konusu da işlenir. Kurban bayramı ise, kurban kesmek hakkında aydınlatıcı bilgi verilir.[520]

b) Şafîîlere göre: Bayramlarda erkan ve sünnetleriyle cuma hutbesi gibi hutbe okunur. Ramazan bayramında fitreyle il­gili bilgi verilir. Kurban bayramında ise, kurban hakkında bilgi verilerek cemaat aydınlatılır.

Birinci  hutbeye  dokuz,  ikinci  hutbeye  yedi  tekbir  ile başlamak sünnettir.[521]

c) Hanbelilere göre: Bayram namazından sonra iki hutbe okumak meşrudur. Birinci hutbeye dokuz, ikinciye yedi tekbir ile başlanır. Ramazan bayramında fitre konusu işlenir, sadakanın öneminden bahsedilir. Kurbân bayramında kurban hakkında bilgi verilir.

Her iki hutbe de sünnettir. Hutbelere hazır olmak vacib ol­madığı gibi, dinlemek de vacib değildir. Vakti müsait olanların oturup dinlemesi müstehabdir.[522]

d) Malikilere göre: Bayram hutbesi cuma hutbesine benz­er. Hatip minbere çıkınca az oturup öylece birinci hutbeye başlar.[523]

Bayram hutbesi sünnettir. İmam Malik'e göre, menduptur. Aynı zamanda namazdan sonra yerine getirilir. Cuma hutbesine hamd ile başlanırken, bayram hutbesine tekbir ile başlanır.[524]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

499 nolu Ebu Said hadisi sahihtir. Hutbede vaaz edip öğütte ve tavsiyede bulunmanın istihbabına delalet etmektedir. Aynı za­manda hutbenin namazdan sonra yerine getirilmesinin sünnet olduğuna delalet etmektedir.

500 nolu Tarık rivayeti, emr-i bi'1-ma'rufun ve nehy-i ani'l-münkerin   el   ile,   olmadığı   takdirde   dil   ile   yapılmasının meşruiyetine delalet etmektedir.

501 nolu Cabir hadisi, namazın hutbeden önce kılınmasına ve aynı zamanda bayram namazının ezansız, ikametsiz kılınmasına delalet etmektedir. Ayrıca hutbede öğüt, tavsiye ve vaazda bulunmanın müstehab olduğunu göstermekte; diğer yan­dan bayram günü kadınlara da vaaz-u nasihatte bulunmanın müstehab olduğu anlaşılmaktadır.

502 nolu Sa'd hadisinin isnadında Abdurrahman b. Sa'd b. Ammar bulunuyor ki bu zat zayıftır.

Ancak Beyhaki bu hadisi kuvvetlendirir anlamda Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den şunu rivayet etmiştir:

"Birinci hut­beye ardarda olmak üzere dokuz, ikinci hutbeye yedi tek­bir ile başlamak sünnettir."

503 nolu Şafii hadisi ise, bayramda, aralarında oturmak üzere iki hutbenin meşruiyetine delalet etmekte ve bunun sünnet olduğu anlaşılmaktadır.

504 nolu Ata' hadisi murseldir; yani senedinden bir sahabi düşmüştür. Ebu Davud'da aynı tesbitte bulunmuştur. Böylece bayram hutbesinin sünnet olduğuna delalet etmektedir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram hutbesi dört mezhebe göre sünnettir.

2- Bayram hutbesi, bayram namazından sonra yerine getiri­lir.

3- Hutbelere genellikle hamd ile başlandığı halde, bayram hutbelerine tekbir ile başlamak sünnet veya müstehabdır.

4- Birinci hutbeye dokuz, ikinci hutbeye yedi tekbir ile başlamak müstehabdır.

5- Tekbirler dışında bayram hutbesiyle cuma hutbesi arasında erkan ve sünnet bakımından fark yoktur.

6- Ramazan bayramında sadaka konusunu işlemek müstehabdır. Fitrenin özellikleri ve yararları, aynı zamanda nisbeti üzerinde de durulur.

7- Kurban bayramında daha çok kurbanlık hayvanlardan, onların kesilmesinden, dağıtılmasından bahsedilmesi müstehabdır.

8- Bayram hutbesi farz ve vacip olmadığından cemaatin onu dinlemek üzere camide oturup beklemesi gerekmemektedir. Otur­up dinleyen me'cur olur, işi olan kimsenin de çıkıp gitmesinde bir sakınca yoktur. Müctehidlerden bir kısmına göre, terkinde kera­het vardır.

9- Bayram hutbesinde imam minbere çıkınca ezan okunmaz. Ancak imamın hutbeye başlamadan az bir süre oturup öylece ayağa kalkması müstehaptır.

 

 



[1] Müsned-i Ahmed, İbn Mace: Abdurrahman b. Ebi Leyla.

[2] Müsned-i Ahmed.

[3] Kur'an-ı Kerim: 75/40.

[4] Ebu Davud, salat: 149.

[5] Neylü'l-Evtar: 2/367.

[6] Abdurrahman el-Cezîri, Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa : 1/300.

[7] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/301.

[8] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/301.

[9] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/301.

[10] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 2/367>

[11] İbn Kudame, el-Muğni: 1/710.

[12] Ebu Davud, Salat: 147, Nesai, Tatbik: 12, 25, 73, 86, Ahmed: 5/388, 397,400,401-6/24.

[13] Şevkani, Neylü’I-Evtar: 2/368.

[14] Buhari, cuma: 35, Müslim, istiska: 9, Tirmizi, salat: 154, Nesai, Sehv: 6, İbn Mace, ikamet: 59, Taberani, dahaya: 1, Ahmed: 2/10.

[15] Ebu Davud, Salat: 166, Tirmizi, salat: 154, Nesai, sehv: 6, Daremi, salat: 94.

[16] Neylü'l-Evtar: 2/369.

[17] Mecmeü’1-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/119, 120.

[18] İbn Kudame, el-Muğni: 1/711.

[19] İbn Kudame, el-Muğni: 1/711.

[20] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/99.

[21] İbn Kudame, el-Muğni: 1/711.

[22] lbn Kudame, el-Muğni: 1/712.

[23] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 2/370.

[24] Tirmizi, cumua: 59.

[25] Buhari, ezan: 93, Bed'i-halk: 11, Nesai, sehv: 10, Ahmed: 6/70, 106.

[26] Ebu Davud, salat: 161, Nesai, sehv: 10, Daremi, salat: 134, Ahmed: 5/172.

[27] Mizanü'l-İ'tidal Fi-Nakdi'r-Rical, Zehebi: 4/9932 nolu Ebu'l-Ahvas.

[28] Kasani, Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi’: 1/215.

[29] Zekeriye el-Ansari, Fethü'l-Vahhab bi Şerhi Menhecil-Tullab: 1/35.

[30] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/306.

[31] Fethü'l-Vehhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/52.

[32] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/306.

[33] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/306.

[34] Fazla bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 1/37.

[35] Ebu Davud, cihad: 16.

[36] Müsned-i Ahmed: 3/43, 54.

[37] Tirmizi, mevakit: 167, Ebu Davud, Salat: 50, Daremi, salat: 21, Ahmed: 3/43, 54, 4/241, 244.

[38] İbn Mace, ikaamet: 42.

[39] İbn Mace, ikaamet: 42, 43.

[40] Kasani, Bedayi'u's-Sanayi': 1/215, Mecmeu'l-Enhür: 1/123.

[41] Bilgi İçin bak: İbn Kudame, el-Muğni: 1/661, 662.

[42] Bilgi için bak: Kasani, Neylü'l-Evtar: 1/373.

[43] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 2/374.

[44] Tirmizi, salat: 170, Nesai, sehv: 12, İbn Mace, ikamet: 146, Daremi, salat: 178, Ahmed: 2/233, 248, 255, 473, 475, 49.

[45] Tirmizi, cumua: 69.

[46] Ebu Davud, salat: 165, Tirmizi, mevakıyt: 170, Nesai, sehv: 12, İbn Mace, ikamet: 146, Daremi, salat: 178, Ahmed: 2/248.

[47] Kasani, Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/218.

[48] Mecmeu'l-Enhür: 1/126.

[49] İbn Kudame, el-Muğni: 1/663.

[50] İbn Kudame, el-Muğni: 1/163.

[51] Mizanü'l-İ’tidal: 4/180, 8757 nolu Mendel.

[52] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 2/382.

[53] Buhari, ezan: 4, el-amelü fi's-salat: 18, sehv: 6, bed'-i halk: 11, Müslim, salat: 19, mesacid: 83, Ebu Davud, salat: 31, Nesai, ezan: 20, 30, Daremi, salat: 11, 174, Taberani, nida: 6, Ahmed: 2/313, 398, 411, 460, 503, 522, 531.

[54] Buhari, büyû': 3, Tirmizi, kıyamet: 60, Nesai, kudat: 11, Daremi, büyû': 2, Ahmed: 6/153.

[55] Nesai, taibiyk: 32.

[56] Ahmed: 3/162,167, 180, 191, 204, 207, 216, 218, 252, 255, 259, 278, 282.

[57] Buhari, cenaiz: 41.

[58] Kasani, Bedayi'u's-sanayi': 1/273.

[59] Ebu Zekeriya Yahya, minhacü't-talibin: 10.

[60] eş-Şerhü'l-Kebir Ala'l-Muğni: 1/784.

[61] İbn Kudame, el-Muğni 1/785, Şafiiler bu duayı okur.  

[62] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/102, 103.

[63] Tenvirü'l-Havalik Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 1/174.

[64] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 1/314, Şevkani, Neylü'l-Evtar.

[65] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 2/388.

[66] Al-i İmran: 3/128.

[67] Buhari, meğazi: 21, tefsir: 3, 9, daavât: 58, i'tisam: 17, Nesai, tatbiyk: 31, Daremi, salat: 216, Ahmed: 2/93, 147,  255.

[68] Buhari, salat: 90, Ebu Davud, salat: 106, 107, 109, Tirmizi, mevakıyt: 133, Nesai, kıble: 5, İbn Mace, ikamet: 59, Daremi, salat: 124, 125.

[69] Müslim, salat: 243, 244, Nesai, kıble: 4.

[70] Buhari, ıydeyn: 13, İbn Mace, ikamet: 164.

[71] İbn Mace, ikamet: 36, Ahmed: 2/249, 255, 266.

[72] Haşiyetü't-Tahavi Ala Meraki'l-Felah: 201.

[73] Haşiyetü't-Tahavi Ala.

[74] es-Siracü’l-Vehhac Ala Metni Minhac: 57.

[75] eş-Şerhü'l-Kebir Ala'l-Muğni: 1/622.

[76] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/113, 114.

[77] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 3/633, 7938 nolu Muhammed.

[78] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/1.

[79] Buhari, salat: 90, 94, mevakiyt: 31, 33, ezan: 12, 14, 15, 38, Müslim,salat: 33, 105, 175.

[80] Müslim, Ebu Davud, Müsned-i Ahmed.

[81] Müslim, Nesai, İbn Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed: 6/426, 428.

[82] Mecmeü'l-Enhür Şerhu Mültekal-Ebhur: 1/130.

[83] es-Siracü'l-Vehhac Şerhun Ala Metni'l-Minhac: 63, 64.

[84] İbn Kudame, el-Muğni: 1/762, (Zehebi bu zatın meçhul olduğunu kaydet­miştir.).

[85] İbn Kudame, el-Muğni: 1/766.

[86] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi's-Erbaa: 1/328, 32.

[87] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/18.

[88] Zehebi, Mizanü'l-İtidal: 3/569, 7619 nolu Muhammed.

[89] Tirmizi, mevakiyt: 189, Ahmed: 1/147, 6/325, 326, 426.

[90] Tirmizi, salat: 201, Ahmed: 2/117.

[91] Ebu Davud, tetavvu’: 8, Tirmizi, mevakıyt: 201, Ahmed:2/117.

[92] Mecmeü'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/129, 130.

[93] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/328.

[94] İbn Kudame, el-Muğni: 1/765, 766.

[95] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/329.

[96] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/20.

[97] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 3/613, 7825 nolu Muhammed.

[98] Ebu Davud, vitir: 2, 3, Ahmed: 2/443, 5/357, Nesai, kıyamu'l-leyl: 40.

[99] İbn Mace, ikamet, Nesai, kıyamu'l-leyl: 27, Ahmed: 1/86, 98, 100, 107, 115,148.

[100] İbn Mace, ikamet: 123, Ahmed: 5/357.

[101] Buhari, vitir: 1, Taberani, leyi: 20.

[102] Müslim, müsafirîn: 153, 154, Ebu Davud, Vitir: 3, Nesai, kıyamu'l-leyl: 34, Ahmed: 2/33, 43, 51, 83, 100, 154.

[103] Ebu Davud, tetavvu': 26, Nesai, sehv: 74, ezan: 41, Taberani, levl: 8.

[104] Bilgi için bak: Fetava'yi Hindiyye: 1/111.  

[105] Kasânî, Bedayiu's-Sanayi, 272.

[106] Zekeriya el-Ansari, Minhacü't-Talibin: 14.

[107] İbn Kudame, el-Muğni: 1/782, 783.

[108] Abdurrahman el-Cezirî, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/336, 337. 

[109] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 1/667, 2572 nolu Halil.

[110] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/35.

[111] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/39.

[112] Nesai, siyam: 40, Ahmed: 1/191, 195.

[113] Nesai, siyam: 1, Ahmed: 2/230, 385, 425.

[114] Ebu Davud, ramazan: 1, Nesai, sehv: 103, İbn Mace, ikamet: 173, Daremi, savm: 54, Ahmed: 5/159, 163.

[115] Buhari, teheccüd: 5, ezan: 80, teravih: 1, Müslim, müsafirîn: 177, 178, Ebu Davud, ramazan: 1, Nesai, kıyamu'l-leyl: 1, 4.

[116] Buhari, teravih: 1, Taberani, ramazan: 3, 50.

[117] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/135, 136.

[118] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/341.

[119] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/341, 342.

[120] İbn Kudame, el-Muğni: 1/798, 799.

[121] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/341.

[122] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil-Arbaa: 1/342, 343.

[123] Müsüm, siyam: 202, 203, Ebu Davud, savm: 55, Tirmizi, salat: 168, 207, savm: 40, Nesai, kıyamu'l-leyl: 6, Daremi, savm: 45, Ahmed: 2/342, 344.

[124] Müslim, salat: 215, Nesai, mevakiyt: 35, tatbiyk: 78, Tîrmizi, daâvat: 118, Ahmed: 2/421.

[125] Buhari, teheccüd: 7, enbiya: 37, 38, Müslim, siyam: 189, 190, Ebu Davud, savm: 66, Nesai, siyam: 14, 68, 69,76, 77, Ahmed: 2/314.

[126] Tirmizi, mevakıyt: 212, sevabu'l-kur’an: 23, Nesai, iftitah: 82, kıyamü'l-leyl: 23, Ahmed: 3/192, 289, 6/149.

[127] Haşiyetü't-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 216, 217.

[128] Fetava-yi Hindiyye: 1/112.

[129] Ebu Yahya Zekeriya el-Ensari, Fethü’l-Vahhab bi-Şerhi Menheci’t-Tullab: 58.

[130] İbn Kudame, el-Muğni: 1/771, 772, 773’den özetlenerek.

[131] İbn Kudame, el-Muğni: 1/774.

[132] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/329.

[133] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/65.

[134] Müslim, misafirîn: 197, Ahmed: 6/30.

[135] Müslim, misafirîn: 198, Ahmed: 2/399.

[136] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi’: 1/296.

[137] Buhari, teheccüd: 33, savm: 60, Müslim, misafirin: 85, 86, Ebu Davud, vitir: 7, Nesai, siyam: 8, kıyamu'l-leyl: 28, Daremi, salat: 151, savm: 38, Ahmed: 2/229, 233, 254, 258, 260, 5/1 61, 172, 6/440, 450.

[138] Buhari, sulh: 11, cihad: 72, Müslim, misafirin: 84, zekat: 56, Ebu Davud, tatavvu’: 12, edeb; 160, Ahmed: 2/316, 328.

[139] Müslim, zekat: 54, Ebu Davud, adab: 160, Ahmed: 5/354, 359.

[140] Ebu Davud, Müsned-i Ahmed: 3/359, 4/153.

[141] Feteva-yi Hindiyye: 1/112.

[142] Ebu Yahya Zekeriyya el-Ansari/Fethu'l-Vahhab bi- Şerhi Menheci't-Tufİab:1/57

[143] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/332.

[144] İbn Kudame, el-Muğni: 1/767, 768.

[145] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/332.

[146] Müslim, misafirîn: 68, 70, Buhari, salat: 60, teheccüd: 25, Tirmizi, salat: 117, 118, Nesai, mesacid: 36, 37, İbn Mace, mesacib: 13, Daremi, isti'zan: 56, Taberani, sefer: 58.

[147] Ebu Davud, salat: 88.

[148] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/78.

[149] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 215.

[150] Gamravî, Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 65.

[151] Ebu Yahya Zekeriya, Fethu'l-Vahhab: 1/57.

[152] İbn Kudame, el-Muğni: 1/770.

[153] Abdurrahman el-Cezire, el-Fıkhu Ala’l-Mezahabi’l-arbaa: 1/331, 333.

[154] Buhari, teheccüd: 17, fezail-i âshab: 123, Ahmed: 2/333, 439.

[155] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/334.

[156] Taberani: Ka'b b. Malik (r.a) den.

[157] Buhari, teheccüd: 25, daâvat: 49, tevhid: 10, Tirmizi, vitir: 18, İbn Mace, ikamet: 188, Ebu Davud, vitir: 3, Nesai, nikah: 26, 27, Ahmed: 3/344.

[158] Taberani: İbn Mes'ud (r.a) den.

[159] Tirmizi, vitir: 18, kader: 15.

[160] Ebu Yala el-Mevsalî.

[161] Taberani Fil-Kebîr.

[162] Tirmizi, kader: 15, Ahmed: 1/168.

[163] Haşiyetü't-Tahtavi: 217.

[164] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/335.

[165] Buhari, ezan: 81, i'tisam: 3, Tirmizi, mevakıyt: 213, Taberani, cemaat: 4, Ahmed: 5/182.

[166] Müslim, müsafirîn: 210, İbn Mace, ikamet: 186, Ahmed: 3/15, 59, 316.

[167] Ebu Davud, menasik: 96, Ahmed: 2/367.

[168] Ebu Davud, menasik: 97, İbn Mace, ikamet: 186, Ahmed: 27367, 4/114, 116.

[169] Buhari, ezan: 154, Nesai, ikamet: 46, sehv: 73, Ahmed: 4/44, 5/449.

[170] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mültekal-Ebhur: 1/137, 138.

[171] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/137, 138.

[172] Kasanî, Bedayi’u’s-Sanayi': 1/297.

[173] Fethü'l-Vehhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/59.

[174] İbn Kudame, el-Muğni: 1/762.

[175] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/97.

[176] Buhari, Müslim, salat: 50, 52, 165, 176, Ebu Davud, salat: 188, İbn Mace, edeb: 55.

[177] Müsned-i Ahmed: 3/110, 131.

[178] Müslim, müsafirîn: 288, Daremi, salat: 42, 143, Ahmed: 1/18, 3/46, 52 53.

[179] Buhari, mevakıyt: 30, 31, 32, Müslim, müsafirîn: 286, Ebu Davud, tetavvu': 10, Tirmizi, mevakıyt: 20.

[180] Müslim, iman: 81, Ahmed: 2/18, 23, 26, 72, 73, 90, 92, 111, 118, 121, 126, 4/118, 5/273.

[181] Müslim, müsafirîn: 293, Ebu Davud, cenaiz: 51, Tirmizi, cenaiz: 41, Nesai, mevakıyt: 31, 34, cenaiz: 89, İbn Mace, cenaiz: 30, Daremi, salat: 142, Ahmed: 4/151.

[182] Haşiyetü't-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 102.

[183] Haşiyetü't-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 103.

[184] Zekeriya Ansarî, Fethü'l-Vahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/32.

[185] İbn Kudame el-Muğni: 1/747, 752.

[186] Suyûtî, Tenvirü'l-Hevalik Şerhün ala Muvalta'i Malik: 1/220, 221'den özetlenerek.

[187] Neylü'l-Evtar: 3/100.

[188] İbn Mace, ikamet: 71, Müsned-i Ebî Davud.

[189] Sahih-i Müslim, Buhari, sücud: 1, 4, 5, menakıb-i ansar: 29, Ahmed: 1/388.

[190] Buhari, Tirmizi, Ahmed: 1/388, 401,437,443, 462.

[191] Tirmizi, cumua: 50, İbn Mace, ikamet: 71, Daremi, salat: 163.

[192] Ebu Davud, Tirmizi, cumua: 52, Daremi, salat; 161, 197,Ahmed: 5/156.

[193] Fetava-yi Hindiyye: 1/132.

[194] Mecmeu'l-Enhür Şerhun el-Mülteka'l-Ebhur: 1/156, 157.

[195] Zekeriya el-Ansari, Minhacü't-Talibin: 13, 14.

[196] İbn Kudame, el-Muğni: 1/652, 653.     

[197] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/109, 110.

[198] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/109.

[199] Ebu Davud, İbn Sikkîn.

[200] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 4/126, 8587 nolu Matar.

[201] İbn Mace, ikamet: 192, Müsned-i Ahmed.

[202] Âhmed: 1/191, 2/223.

[203] Buhari, ezan: 90, küsuf: 2, salat: 11, Müslim, küsuf: 1, 9, 11, 16, istiska: 4, İbn Mace, İkamet: 158, Ahmed: 1/191, 2/188, 223, 6/32, 53.

[204] Ebu Davud, cihad: 162.

[205] Haşiyetü't-Tahtavi âla Meraki'l-Felah: 27, 272.

[206] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi’l-Arbaa: 1/470.

[207] İmam Şafii, el-Ümm: 1/134.

[208] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/470.

[209] İbn Kudame, el-Muğni: 1/654, 655.

[210] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala’l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/470.

[211] Şevkani, Neylü’l-Evtar: 3/121.

[212] Zehebi, Mizanü'l İ’tidal: 4/227, 8945 nolu Musa.

[213] Neylü'l-Evtar: 3/121.

[214] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 3/120, Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 1/341.

[215] Buhari, salat: 88, sehv: 5, lukata: 5, edeb: 45, Ebu Davud, salat: 189, Nesai, sehv: 22, salat: 177, 202, Ahmed: 2/226, 293.

[216] Buhari, salat: 88, Nesai, sehv: 22.

[217] Müsned-i Ahmed: 1/351.

[218] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/147, 148.

[219] Zekeriya Ansari, Fethu'l-Vahhab bi Şerhi Menheci’t- Tullab: 1/53.

[220] Ebu Zekeriya Nevevi, Minhacü't-Talibin: 13.

[221] İbn Kudame, el-Muğnî: 1/664, Muvafakuddin İbn Kudame, eş-Şerhü’l-Kebir:1/664.

[222] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/133.

[223] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/129.

[224] Tirmizi, salat; 174, İbn Mace, ikamet: 132, Ahmed: 1/190, 193, 204.

[225] Müsned-i Ahmed: 3/72, 83, 84, 87.

[226] Buhari, salat: 31, 32, Nesai, sehv: 25, 26, Taberani, nida: 49, Ahmed: 1/379, 438, 443.

[227] Ebu Davud, İbn Mace, ikamet: 135.

[228] Ebu Davud, Nesai, Ahmed.

[229] Fetavayi Hindiyye: 1/130, 131.

[230] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 60.

[231] İbn Küdame, el-Muğni: 668, 669.

[232] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/133, 137.

[233] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/130.

[234] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 1/248, 249, 945 nolu İsmail.

[235] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 4/120, 8563 nolu Mus'ab, Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/134.

[236] Şevkani, Neylül-Evtar: 3/130.

[237] Buhari, mevakıyt: 20, ezan: 34, Ebu Davud, salat: 47, Nesai, iman: 45, İbn Mace, mesacid: 18, Daremi, salat: 53, Ahmed: 5/140, 141.

[238] Müsned-i Ahmed: 1/394, 402, 449,  2/244, 5/206.

[239] Müslim, mesacid: 255, Nesai, imamet: 50.

[240] Ebu Davud, salat: 46, İbn Mace, mesacid: 17, Ahmed: 3/423.

[241] Buhari, ezan: 29, 30, büyü’: 49, Müslim, mesacid: 245, 247, 250, 272, Tirmizi, salat: 47, Nesai, imamet: 42, İbn Mace, mesacid: 16, Daremi, salat: 56, Ahmed: 1/376, 382, 2/65, 102, 112, 252, 264, 328.

[242] Buhari, Müslim.

[243] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi': 1/155, 156.

[244] Şeyhülislam Zekeriya el-Ansari, Minhacü't-Talibin: 15.

[245] İbn Kudame, el-Muğni: 2/3, 4, Şemsüddin Ebu'l- Ferec, eş-Şerhu'l-Kebir: 2/4.

[246] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/406.

[247] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/144.

[248] Kadınlarla erkeklerin namazda aynı hizada, aynı safda beraber durmaları ki, namazı ifsad eden bir haldir.

[249] Buhari, ezan: 162, cumua: 13, Müslim, salat: 137, 139, Ebu Davud, salat: 32, Tirmizi, cumua: 48, Ahmed: 2/98, 127, 142, 145.

[250] Buhari, cumua: 13, Müslim, salat: 136, Ebu Davud, salat: 52, Daremi, salat: 57.

[251] Müslim, salat: 143, Ebu Davud, tereccül: 7, Nesai, zinet: 37, 38, 74, Ahmed: 2/304.

[252] Ahmed: 6/297, 301.

[253] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/155.

[254] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/157.

[255] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/157.

[256] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/157.

[257] İbn Kudame, el-Muğnî: 2/24-27'den özetlenerek.

[258] Buhari, cumua: 13, Müslim, salat: 136, Ebu Davud, salat: 52, Daremi, salat: 51, Taberani, kıble: 12, Ahmed: 2/16, 151, 5/192, 6/69.

[259] Buhari, ezan: 20, ahkam: 31, Müslim, mesacid: 155, akdiye: 5, Ahmed: 5/306.

[260] Buhari,cumua: 13, ezan: 23, Ebu Davud, salat: 54, İbn Mace, mesacid: 14, Ahmed: 2/237, 238, 239, 270, 5/306, 310.

[261] Müslim, mesacid: 151, 152, 153, 154.

[262] Buhari, ilim: 28, ezan: 62, Müslim, salat: 183, 186, Tirmizi, salat: 61, Nesai, imamet: 35, İbn Mace, ikamet: 48, 49, Daremi, salat: 46.

[263] Buhari, taksir: 12, teheccüd: 31, meğazi; 50, Müslim, müsafirin: 80, Tirmizi, vitir: 80, Daremi, salat: 151, Ahmed: 5/226, 6/342.

[264] Buhari, ezan: 65, Müslim, salat: 192, Tirmizi, salat: 159.

[265] Buhari, sehv: 9, mecaz: 12, Müslim, salat: 77, 82, 86, 89, Tirmizi, salat: 150, Nesai, eimme: 16, 38, 40, iftitah: 30, tatbiyk: 22, İbn Mace, ikamet: 13, 144, Daremi, salat: 44, 71.

[266] Ebu Davud, salat: 68, Ahmed: 2/230, 314, 3/110.

[267] Tirmizi, cumua: 56, Nesai, imamet: 37, İbn Mace, ikamet: 41, Taberani, nida: 56.

[268] Nesai, sehv: 102, Ahmed: 3/102, 126, 154, 245.

[269] Buhari, salat: 18, ezan: 51, 74, 82, 128, tefsir: 17.

[270] Fetava-yi Hindiyye: 1/107.

[271] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/308.    

[272] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 75, 76.

[273] İbn Kudame, el-Muğni: 2/14.

[274] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/308.

[275] Buhari, ilim: 41,vudû': 5, ezan: 57, 59,77, 161,daâvat: 10, libas: 75, Müslim, müsafirin: 181, 184, 187, 192, 193, Tirmizi, salat: 57, Nesai, gusül: 29, imamet: 45, İbn Mace, ikamet: 44, Daremi, salat: 43.

[276] Müsned-i Ahmed: 1/341, 342, 347, 3/326, 421.

[277] Ebu Davud, tetavvu': 18, vitir: 13, ramazan: 1.

[278] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi': 1/156.

[279] Ebu Zekeriya el-Ansari, Fethü'l-Vahhab: 1/59.

[280] İbn Kudame, el-Muğni: 2/54, 55.

[281] İmam Malik, el-Muvatta’; 1/154.

[282] İmam Malik, el-Muvatta': 1/154.

[283] Ebu Davud, tetavvu': 18, vitir: 13, Nesai, kıyamu'l-leyl: 5, Ahmed: 2/250, 536.

[284] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 3/644, 7938 nolu Muhammed.

[285] Müslim, mesacid: 289, 291, Ahmed: 3/24, 5/53.

[286] Buhari, ezan: 54, Müslim, mesacid: 290, 291, Ebu Davud, salat: 60, Tirmizi, salat: 60, Nesai, imamet: 3, 5.

[287] Buhari, ezan: 18, 35, Tirmizi, salat: 37, Nesai, ezan: 7, 8, 29, imamet: 4, İbn Mace, ikamet: 46, Ahmed: 5/35.

[288] Tirmizi, salat: 147, Buhari, ezan: 50, Ahmed: 3/436, 437, 5/53.

[289] Tirmizi, birr: 53, cennet: 25, Ahmed: 2/26.

[290] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 163, 164'den özetlenerek.

[291] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/428.

[292] İbn Kudame, el-Muğni: 17-20'den özetlenerek.

[293] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/429'dan.

[294] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Alal-Mezahibi'l-Arbaa: 1/4291 dan özetlenerek.

[295] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 3/50, 5550 nolu Osman ve Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/181.

[296] İbn Mace, ikamet: 28, 31.

[297] Darekutni, Neylü'l-Evtar: 3/184.

[298] Ebu Davud, Darekutni.

[299] Buhari, kendi tarihinde.

[300] Ebu Davud, cihad: 33.

[301] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi’: 1/156.

[302] Ebu Zekeriya el-Ansari, Fethü'l-Vahhab: 1 /61, 62, 63.

[303] İbn Kudame, el-Muğni: 2/21, 22'den özetlenerek.

[304] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi': 1/156.

[305] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/185.

[306] Zehebi,Mizanü'l-İ'tidal: 2/178, 3346 nolu Sellam.

[307] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/185'den özetlenerek.

[308] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/186.

[309] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 3/43, 5531 nolu Osman.

[310] Ahmed: 3/442, 4/193, 430, 431, 432.

[311] İmam Malik, et-Muvatta’: 1/164.

[312] Mecmeu'l-Enhür Şerhun Ala Mülteka'l-Ebhur: 1/163.

[313] İmam Şafii, el-Ümm: 1/180, 181.

[314] İbn Kudame, el-Muğni: 2/130-132.

[315] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/478.

[316] Bilgi İçin bak: Zehebi, Mizanü'i-İ'tidal: 3/127, 5844 nolu Ali.

[317] İmam Malik, el-Muvatta’: 1/163.

[318] İmam Şafii, el-Ümm: 1/172.

[319] İmam Şafii, el-Ümm:1/172, Ahmed b. Hanbel: 3/124, 299, 300, 308, 369.

[320] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/111.

[321] İmam Şafii, el-Ümm: 1/173.

[322] İbn Kudame, el-Muğni: 2/52.

[323] İbn Kudame, el-Muğni: 2/52.

[324] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/190.

[325] Şerhu Maani'l-Asar: 1/409.

[326] Müslim, salat: 281, 283, Tirmizi, mendubat: 151, Nesai, imamet: 8, İbn Mace, taharet: 83, ikamet: 69, Ahmed: 1/256, 303, 3/53, 4/27.

[327] Tirmizi, salat: 151.

[328] Buhari, Müslim.

[329] Buhari, ezan: 128, salat: 18, Müslim, salat: 77, 79, Nesai, imamet: 16, Tirmizi, salat: 150.

[330] Ebu Davud, salat: 68.

[331] Feteva-yi Hindiyye: 1/85.

[332] Mecmeu'l-Enhür: 1/112.

[333] İmam Şafii, el-Ümm: 1/171.

[334] İmam Şafii, el-Ümm: 1/171.

[335] İbn Kudame, el-Muğni: 2/49, 50.

[336] İbn Kudame, el-Muğni: 2/48, eş-Şerhu'l-Kebir: 2/49.

[337] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/194.

[338] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 1/379, 1425 nolu Cabir.

[339] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/196, Ebu Davud, taharet: 124.

[340] Ebu Davud, Darekutni, Ahmed: 4/203, 204.

[341] Mecmeu'l-Enhür: 1/112.

[342] Ebu Zekeriya el-Ansari, Minhacü’t-Talibin: 15.

[343] İbn Kudame, el-Muğni: 2/51.

[344] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/31.

[345] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/197.

[346] Ebu Davud, salat: 98.

[347] Müslim, salat: 122, Ebu Davud, taharet: 121, Nesai, taharet: 196, İbn Mace, taharet: 95, Daremi, salat: 51, Ahmed: 4/122, 264, 320, 321.

[348] Müslim, salat: 122, 123, Ebu Davud, salat: 95, Tirmizi, mevakıyt: 54, Nesai, imamet: 23, 26, İbn Mace, ikamet: 45, Daremi, salat: 51, Ahmed: 1/457, 4/122.

[349] Müslim, salat: 132, Ebu Davud, salat: 97, Tirmizi, mevakıyt: 52, Nesai, imamet: 32, İbn Mace, ikamet: 52, Daremi, salat: 52, Ahmed: 2/485, 3/3, 16, 293, 398.

[350] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/158.

[351] İmam Şafii, el-Ümm: 1/169.

[352] İbn Kudame, el-Muğni: 2/43, 44.

[353] İbn Kudame, el-Muğni: 2/43.

[354] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 4/367, 9469 nolu Yahya.

[355] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/206.

[356] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 3/420'den özetlenerek.

[357] Ahmed: 6/235, 5/344.

[358] Nesai, mesacid: 43, imamet: 19, Buhari, ezan: 41, 161, salat: 20, teheccüd: 33, Müslim, mesacid: 266, Ebu Davud, salat: 70, 91, Tirmizi, salat: 59, İbn Mace, mesacid: 8, Ahmed: 3/131, 141.

[359] Buhari, ezan: 78, Nesai, imamet: 62, Ahmed: 3/110, 131, 140.

[360] Müslim, salat: 132, Ebu Davud, salat: 97, Tirmizi, mevakıyt: 52, Nesai, imamet: 32, İbn Mace, ikamet: 52, Daremi, salat: 52, Ahmed: 2/485, 3/3, 16, 293, 398.

[361] Kasani, 183, Bedayiu's-Sanayi': 1/159.

[362] Ebu Yahya Zekeriya Ansari, Fethü'l-Vahhab: 1/349.

[363] İbn Kudame, el-Muğni: 2/44.

[364] Sahnûn, Müdevvenetü'l-Kübra: 1/106.

[365] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 2/283, 3754 nolu Sehr.

[366] Medain: Bağdat'ın alt kısmında Dicle nehri kenarında tarihi bir şehir.

[367] Ebu Davud, salat: 66.

[368] Darekutni.

[369] Buhari, cumua: 26, Nesai, mesacid: 45, Ahmed: 5/339, Müslim, mesacid: 45.

[370] Said, kendi süneninde.

[371] Feteva-yi Hindiyye: 1/88.

[372] Ebu Zekeriya Nevevi, Minhacü't-Tullab: 16.

[373] İbn Kudame, el-Muğni: 2/40, 41.

[374] İbn Kudame, el-Muğni: 2/40, 41.

[375] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 3/220.

[376] Ebu Davud, İbn Mace, ikamet: 2203.

[377] Ebu Davud, salat: 188, İbn Mace, ikamet: 203, Ahmed: 2/425.

[378] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi': 1/160.

[379] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 52.

[380] İbn Kudame, el-Muğni: 2/79, eş-Şerhü'l-Kebir: 2/79.

[381] Bilgi İçin bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/224, Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 1/2041 nolu ibrahim.

[382] Buhari, taksir: 19.

[383] Darekutni.

[384] Müsned-i Ahmed: 3/126.

[385] Mecmeu'l-Enhür: 1/153, 154.

[386] el-Gamravi, Siracü'l-Vehhac: 42, 43.

[387] İbn Kudame, el-Muğni: 2685, 86, 87, eş-Şerhü'l-Kebir: 87, 88.

[388] Şemsüddin, eş-Şerhü’l-Kebir: 2/88, 89.

[389] Şevkani, Neyîü'l-Evtar: 3/225.

[390] Zehebi, Mizanü’l-İ’tidal: 1/535, 2002 nolu Hüseyn.

[391] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/225.

[392] Buhari, Müslim.

[393] Müslim, müsafirin: 4, Ebu Davud, sefer: 1, 3, Tirmizi, tefsir: 4, Nesai, sefer: 1, İbn Mace, ikamet: 73, Daremi, salat: 179, Ahmed: 1/25, 36.

[394] Darekutni, isnad-ı hasen ile...

[395] Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 1/93.

[396] Bilgi için bak: Kasani, Bedayiu's-Sanayi’': 1/ 97, 98.

[397] Ebu Zekeriya Nevevi, Minhacü’l-Talibin: 17.

[398] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/472, 473.

[399] İbn Kudame Şemsüddin, eş-Şerhü'l-Kebir: 90, 91.

[400] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1 472, 473.

[401] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/472, 473.

[402] Nesai, cumua: 37, taksir: 1, lydeyn: 11, Ahmed: 1/37.

[403] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/232.

[404] Müsned-i Ahmed: 2/108.

[405] Buhari, taksir: 6, 14, Müslim, müsafirin: 42, 45, 48, mevakıyt: 18.

[406] Buhari, tefsir: 15, 16, Müslim, müsafirin: 46, Tirmizi, cumua: 42, Nesai, mevakıyt: 42, Ahmed: 3/247, 265.

[407] Ahmed b. Hanbel, İmam Şafii, Müsned.

[408] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/487.

[409] el-Gamravi, Siracül-Vehhac: 82.

[410] Şemsüddin İbn Kudame, eş-Şerhü'l-Kebir: 2/114-116.

[411] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/116, 117.

[412] Muan'an hadis: Istima' ve tahdîs sözlerine yer verilmeden sadece "falan filandan" denilen hadistir

[413] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 3/243, 244.

[414] Müslim, mesacid: 251, 254, Müsned-i Ahmed: 2/531, 539.

[415] Müslim, cumua: 40, Nesai, cumua: 2, Ahmed: 1/239, 254, 335, 2/84.     

[416] Nesai, cumua: 2, Tirmizi, cumua: 7, İbn Mace, ikamet: 93, Daremi, salat: 205, Taberani, cumua: 20, Âhmed: 5/8.

[417] Ebu Davud, taharet: 127, Nesai, cumua: 2.

[418] Nesai: Hafse (r.a.) dan.

[419] Ebu Davud, cumua.

[420] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah, 272-278, Kasani, Sanayi': 1/256-260.

[421] el-Gamravi, Siracü'l-Vehhac: 83-87.

[422] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/374-376.

[423] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/374-376.

[424] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/152, 153.

[425] İbn Mace, ikamet: 78.

[426] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/252.

[427] Fazla bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 3/127, 128, 5844 nolu Ali.

[428] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/253.

[429] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/256.

[430] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 3/563, 7594 nolu Muhammed.

[431] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/258.

[432] Şevkani, Neyiü'l-Evtar: 3/258.

[433] İbn Mace, ikamet: 78.

[434] Buhari, cumua: 11, meğazi: 69, Ebu Davud, salat: 209, Nesai, cumua: 1, İbn Mace.

[435] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi’l-Arbaa: 1/377-389.

[436] Zehebi, Mizanü' İ'tidal: 2/288, 3769 nolu Salih.

[437] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/263.

[438] Müsned-i Ahmed: 5/75.

[439] Ebu Davud, taharet: 127, Buhari, cumua: 4, 19, Müslim, cumua: 10, 26, Tirmizi, cumua: 6, Nesai, cumua: 14, Daremi, salat: 191, İbn Mace, ikamet: 83, Ahmed: 2/460, 3/81, 5/198, 420.

[440] Ebu Davud, salat: 238, Ahmed: 5/32, 6/227.

[441] İbn Mace, ikamet: 72, Ahmed: 3/45.

[442] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/326, Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 1/285'den özetlenerek.

[443] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/326, Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/285'den özetlenerek.

[444] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/326, Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/285'den özetlenerek.

[445] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/326, Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/285'den özetlenerek.

[446] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/288.

[447] İbn Mace, ikamet: 85.

[448] Buhari, cumua: 21, 22.

[449] İbn Mace, ikamet: 98.

[450] Tirmizi, cumua: 14.

[451] İbn Mace, cumua: 15, Ahmed: 3/449.

[452] Buhari, cumua: 22.

[453] Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 1/263, Mecmeu'l-Enhür: 1/171.

[454] Ebu Zekeriya Nevevi, Minhacüt-Tullab: 1/19.

[455] İbn Kudame, el-Muğni: 2/144, 145.

[456] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/148, 149.

[457] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/297.

[458] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 3/316-6579 nolu İsa.

[459] İbn Mace, nikah: 19, Ebu Davud, edeb: 18, Ahmed: 6/35, 184.

[460] Ebu Davud, salat: 223.

[461] Ebu Davud, salat: 224.

[462] Buhari, cumua: 27, Ahmed: 5/87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 97, 100, 101.

[463] Ebu Davud, salat: 225, Ahmed: 4/119.

[464] Müslim, cumua: 52.

[465] Mecmeu'l-Enhür: 1/168.

[466] Mecmeu'l-Enhür: 1/168.

[467] Ebu Yahya Zekeriya, Fethü'l-Vehhab: 1/75, 76.

[468] Mecmeu'l-Enhür: 1/168, İbn Kudame, el-Muğni: 2/149-156'dan özetlenerek.

[469] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/150.

[470] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 3/236, 6282 nolu İmran, Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/300.

[471] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/304.

[472] Şafii, el-Ümm, Ahmed: 1/267, 3/99.

[473] Neylü'l-Evtar: 3/322.

[474] Tirmizi, cumua: 30, İbn Mace, ikamet: 161.

[475] Buhari, ıydeyn: 20, salat: 2, Müslim, ıydeyn: 10, Ahmed: 6/409, 5/84, Daremi, salat: 223.

[476] İbn Mace, Tirmizi, Müsned-i Ahmed.

[477] Müsned-i Ahmed: 5/353.

[478] Buhari, ıydeyn: 8, Müslim, ıydeyn: 8, İbn Mace, ikamet: 155.

[479] Müslim, ıydeyn: 7, Ebu Davud, salat: 244, Tirmizi, cumua: 32, Ahmed: 5/91, 95.

[480] Mecmeu'l-Enhür: 1/172, 173, Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/349.

[481] Zekeriya el-Ensari, Minhacü't-Talibin: 21, Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/349.

[482] eş-Şerhü'l-Kebir: 2/223, İbn Kudame, el-Muğni: 2/223- 227.

[483] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/349.

[484] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/167-169.

[485] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/322.

[486] Müslim, libas: 8, Nesai, ıydeyn: 5, 50.

[487] Bilgi için bak: Zehebî, Mîzanü'l-İ'tidal: 2/571-4900 nolu Abdurrahman.

[488] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/325, Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 4/180, 8757 nolu Mendel.

[489] Buhari, ıydeyn: 8, libas: 56, Nesai, ıydeyn: 14, Ahmed: 1/345, 2/39, 4/45.

[490] İbn Mace, ikamet: 156, Ahmed : 2/180.

[491] İbn Mace, ikamet: 156, 157, Daremi, salat: 22, Ahmed: 16/65, 70.

[492] Darekutni, Ebu Davud, ıydeyn.

[493] Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 1/277.

[494] Mecmeu'l-Enhür: 1/74.

[495] el-Gamravi, Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni Minhac: 95.

[496] Şemsüddin, eş-Şerhü'l-Kebir: 2/238, İbn Kudame, el- Muğni: 2, 237-239.

[497] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/348.

[498] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/338.

[499] Zehebi, Mizanül-İ’tidal: 3/407, 6943 nolu Kesîr.

[500] İbn Mace, ıydeyn.

[501] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/339.

[502] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü’l-İ'tidal: 2/196, 3427 nolu Süleyman.

[503] Ebu Davud, Nesai, İbn Mace, Buhari, rekat: 21, libas: 57, 59, Ahmed: 1/345, 355.

[504] Tirmizi, Müsned-i Ahmed: 2/57.

[505] İbn Mace, ikamet: 160.

[506] Buhari, ıydeyn: 26.

[507] Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 1/280.

[508] Mecmeu'l-Enhür: 1/173.

[509] Yahya Zekeriya Ensari, Fethü'l-Vahhab: 1/84.

[510]  İbn Kudame, el-Muğni: 2/247, Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/169, 170.

[511] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 2/484, 4536 nolu Abdullah, Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/342.

[512] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/342.

[513] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/342.

[514] Buhari, ıydeyn: 6, zekat: 44, Nesai, ıydeyn: 20.

[515] Ebu Davud, salat: 242, İbn Mace, fiten: 20, Ahmed: 3/10, 52.

[516] Buhari, ıydeyn: 7, 19, Müslim, ıydeyn: 3, 4, Ebu Davud, salat: 242, Nesai, ıydeyn: 19, Daremi, salat: 224, Ahmed: 3/296, 318.

[517] İbn Mace, ikamet: 158.

[518] İmam Şafii, el-Ümm.

[519] Ebu Davud, udhiye: 7, edeb: 112, 155, Nesai, dahaya: 4, İbn Mace, edahî: 12, cihad: 13, Daremi, salat: 224, Ahmed: 3/2.

[520] Mecmeu'l-Enhür: 1/174.

[521] Ebu Yahya Zekeriya, Fethü'l-Vahhab bi Şerhi Menheci’t-Tullab: 1/83.

[522] İbn Kudame, el-Muğni ve eş-Şerhü'l-Kabir: 2/243-246.

[523] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/150.

[524] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/353, 354.