Namazda Dua
Ve Zikirde Bulunmak
Hadisin Açık
Delaletinden Şu Hüküm Anlaşılıyor:
Hadislerin
Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları:
Namazda İken
Verilen Selamı İşaretle Alıp Cevaplamak
Hadislerin
Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları:
Namazda İken
Sağa, Sola İltifat Etmek
Hadislerin
Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları:
Farklı
Rivayetler Ve Hükümleri:
Camide Ve
Namaz Kılarken Parmak Çıtlatmak Ve Parmakları Birbirine Kenetlemek
Hadislerin
Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları:
Hadislerin Ve
Rivayetlerin Tahlili:
Namazda İken
Yılan Ve Akrep Öldürmek Namazı Bozar Mı?
Hadislerin
Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İctihadları:
Hadislerin
Tahlili Ve Diğer Rivayetler:
Namazda İken
Kalbe Gelen Vesvese Namazı Bozmaz
Felaket Ve
Musibet Günlerinde Farz Namazlarda Kunut Okumak
Bu Konuda
Diğer Hadisler Ve Rivayetler:
Namaz Kılan
Kimsenin Önünde Sütre Bulundurması
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îctihadları:
Hadislerin
Tahlili Ve Diğer Rivayetler:
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamların İstidlal Ve Îctihadları
Hadislerin
Tahlili Ve Diğer Rivayetler:
Farzlara Tabi
Olan Dört Rekatlı Namazlar Ve Faziletleri
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îctihadları:
Hadislerin
Tahlili Ve Diğer Rivayetler:
Hadisler
Işığında Mezhep İmamlarının Istidlal Ve Îctihadları:
Hadislerin
Tahlili Ve Diğer Rivayetler
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamların İstidlal Ve Îctihadları
Hadislerin
Tahlili Ve Diğer Rivayetler
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri
Hadislerin
Tahlili Ve Diğer Rivayetler
Duha (Kuşluk)
Namazı Ve Fazileti
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri
Hadislerin
Tahlili Ve Diğer Rivayetler
Hadis Ve
Rivayetlerin Işığı Altında İmamların Îctihad Ve İstidlalleri
Abdest
Aldıktan Sonra İki Rekat Namaz Kılmak
Mezhep
İmamlarının İctihad Ve İstidlalleri
Hadislerin
Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları
Nafile
Namazın Cemaatle Kılınması
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamların İstidlal Ve İctihadları
Namaz
Kılınması Mekruh Olan Vakitler
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îctihadları
Kur'an'da
Secde Ayetlerinin Yer Aldığı Sureler
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının Îstidlal Ve Îctihadları
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İctihadları
Secde-i Sehv
(Namazda Yanılma Secdesi)
Hadislerin
Işığında, Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İctihadları
Hadislerin
Işığında Mezhap İmamlarının İstidlal Ve Îhticacları
Cemaatle
Namaz Kılmanın Gereği
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İctihadları
Kadınların
Camiye Gitmesi ve Cemaate Katılması
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri
Camiye
Sekinet Ve Vekarla Gitmek
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlalleri
İmamın Namazı
Hafif Tutup Uzatmaması
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları
Namazda Bir
Çocuk Veya Bir Kadınla Cemaat Oluşturmak
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları
Namazda
Mukimin Misafire Uyması
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları
Farz Kılanın
Nafile Kılana Uyması
Hadisler
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları
Oturarak
Namaz Kılanın Ayakta Durana, Ayakta Duranın Oturarak Kılana Uyması
Hadis Ve
Rivayetlerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlaller Ve İhticacları
Müteveddi’in
Müteyemmime Uyması
Bu İki
Rivayetlerin Işığında Mezhep İmamlarının İctihadları
İmamın Saffın
Ortasına Denk Gelecek Şekilde Önde Durması
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve Îhticacları
Namazda
Cemaatin Arasında Kadın Ve Çocukların Yeri
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal Ve İhticacları
Namazda
İmamın veya Cemaatin Yüksek Yerde Durması Sakıncalı Mıdır?
Konuyla
İlgili Hadisler Ve Rivayetler:
Hadislerin
Işığında Mezhep İmamlarının Görüşleri
Sünneti,
Farzı Kıldığı Yerin Gayrinde Kılmak
Hadislerin
Işığında Fakih İmamlarının Görüş Ve İhticacları
Hastanın
Namaz Kılmasıyla İlgili Fıkhi Hükümler
Hadislerin
Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları
Hadislerin
Işığında Fakih İmamlarının İctihad Ve İhticacları
İki Namazı
Birarada Kılmak (Cem'u Takdim-Cem'u Te'hir)
Hadislerin
Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları
Hadislerin
Işığında Fakih İmamlarının İstidlal Ve İhticacları
Cuma
Namazının Kırk Kişilik Bir Cemaatle Kılınması
Konuyla
İlgili Hadisler Ve Rivayetler
Fakih
Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları
Cuma
Farzından Önce Ve Sonra Sünnet Namaz
Konuyla
İlgili Hadis Ve Rivayetler
Mezhep
İmamlarının İstidlal Ve İhticacları
İmam Minbere
Çıkınca Selam Vermesi Ve Oturunca Da Ezan Okunması
Hadisler
Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları
Rivayetlerin
Işığında Fakih İmamların İstidlal Ve İhticacları
Fakih
İmamlarının İstidlal Ve İhticacları
Bayram
Namazında Tekbir Sayısı Ve Yeri
Hadislerin
Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları
Bayram
Namazından Ne Önce, Ne De Sonra Nafile Kılınır
Rivayetlerin
Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları
Hadislerin
Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları
Namaz baştan sonuna kadar belirlenmiş şekilde zikir ve
duadan ibarettir. Ancak bu ibadeti yaparken onun dışında olan birtakım zikir
ve duada bulunmak doğru olur mu veya namazı bozar mı? Bu soruya ancak ilgili
hadisleri ve müctehid imamların tesbit, istinbat ve ictihadlarını nakledince
cevap vermiş oluruz.
Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın kendi babasından yaptığı
rivayette, onun şöyle dediğini nakletmiştir:
"Farz olmayan bir namazda Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimizin okuduğu surede ne kadar cennet ve cehennem kavramları anılınca
O'nun şöyle Allah'a sığındığını duydum:
"Cehennem ateşinden Allah'a sığınırım ve Cehennemliklere
veyl olsun!"[1]
Farz olmayan bir namazı kılarken, cehennem ve azaptan
söz edilen yerde, ondan Allah'a sığınmak; tesbih ve tazimden söz edilen yerde,
Cenab-ı Hakkı tesbih ve tenzih etmek meşrudur. Aynı zamanda bunun müstehab
olduğunu söyleyen müctehidler de vardır.
Nitekim Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, o şöyle
haber vermiştir:
"Ayın dolunay haline geldiği gecede ben
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte kalkıp namaz kılarak ibadette
bulunduk. Rasulüllah (s.a.v.) Bakara, Al-i İmran ve Nisa surelerini okuyordu.
Bu halde iken ne kadar korkutucu bir ayete geldiyse, Allah'a dua edip istiazede
bulundu (O'na sığındı). Ne kadar beşaret va'deden bir ayete geldiyse, mutlaka
Allah'a dua edip O'na rağbet eyledi."[2]
Musa b. Ebi Aişe'den yapılan rivayette, adı geçen
şöyle demiştir
"Bir adam evinin damında namaz kılıyordu. Zamm-ı
Sureyi okurken, "Artık bunu yapan (o yüce kudret) ölüleri diriltmeye
kadir değil midir?" [3] mealindeki
ayeti okuyunca: "Seni tenzih eder tesbihte bulunurum, evet sen
kadirsin!" dedi. Bunun üzerine kendisinden neden böyle yaptığı sorulunca,
şu cevabı verdi:
"Ben bunu Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden
işittim, o da böyle yapıyordu."[4]
Bu hadislerin ravilerinin sıka (güvenilir) olduğu
tesbit edilmiş, sadece birinci hadisin ravisi Musa b. Ebi Aişe'nin irsal
yaptığı, yani rivayet zincirinde bir sahabenin adını anmadığı görülmüştür.
Bununla beraber abid ve güvenilir bir kişi olduğunu et-Takrib sahibi
belirtmiştir.[5]
Bu konudaki hadis ve rivayetlerin çoğunun sahih
olduğuna bakılınca, müctehid imamların hepsinin nafile namazlarda zamm-ı sure
okunurken dua ve zikirde bulunmanın sünnet veya müstehab olduğunda ittifak
etmeleri akla gelebilir. Ancak onlardan her birinin kendi yöntem ve metoduyla
yaptığı tesbit, istidlal ve ictihadlar az farklı olarak ortaya çıkmıştır. Şöyle
ki:
a) Hanefilere
göre: Namazda insanların sözüne benzer şekilde dua etmek, zikir ve tesbihte
bulunmak namazı bozar. Bu husustaki kuralları ise şöyledir: Namaz esnasında
Kur'an'da ve Hadiste olmayan bir dua veya tesbih ile dua ve tesbihte bulunmak
namaza münafî sayılır ve o gibi dileklerin insanlardan talep edilmesi de
gayr-i mümkün addedilmez. O bakımdan kişinin namaz kılarken Allah'ın
kitabından, Rasulüllah'ın (s.a.v.) sünnetinden istediği dua ve zikirlerle duada
bulunabilir, zikredebilir. Bir de insanlardan istenmesinin gayr-i mümkün
görüldüğü hususları da istemekte bir sakınca yoktur. Mesela rızık
istemek, mal ve çocuklarda feyiz ve
bereketin doğmasını talep etmek bu cümledendir. Yani bu gibi isteklerle namaz
bozulmaz.[6]
b) Malikilere
göre: Nafile namazda dünya ve ahiretle ilgili hayırlı şeyleri istemek, buna
benzer dileklerde bulunmak mutlaka namazı bozmaz. Hatta insanlardan istenmesi
mümkün olan şeyleri bile Allah'tan istemekte bir sakınca söz konusu değildir.[7]
c) Şafîilere
göre: Namaz esnasında namazı bozan dua, haram veya gayr-ı mümkün bir şey
istemekle ilgilidir. Bunun dışında kişi namazda istediği şekilde dünya ve
ahiret hayrını dile getirip Cenab-ı Hak'tan isteyebilir. Şu şartla ki, o
dileğini Allah'tan başkasına arzetmemeli ve O'ndan başkasından istememeli...[8]
d) Hanbelilere
göre: Namaz esnasında namazı bozan dua, kitap ve sünnette varid olmayanıdır ve
aynı zamanda ahiretle ilgili bulunmayanıdır. Mesela dünyevi ihtiyaçları ve
gerekli şeyleri istemek: Allah'ım! Bana güzel bir zevce ihsan eyle gibi
isteklerde bulunmak bu cümledendir.[9]
Diğer bir rivayete göre: Ahmed b. Hanbel, namazda
yapılan bu gibi dua ve zikirlerin cehren değil gizli yapılması halinde doğru
olabileceğini söylemiştir.[10]
İmam Şafii ise, belirtilen ölçüler çerçevesinde nafile
namazlarda rahmet ayetine gelince, ilahi rahmet ve cenneti istemek; azap
ayetine gelince, cehennem ve ateşinden Allah'a sığınmak müstehabdır.[11]
Bu konuda diğer bir rivayet de Avf b. Malik (r.a.) den
yapılmıştır. Adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte
bulunuyordum. (Gece ibadetine) kalktım. Rasulüllah (s.a.v.) önce ağzını
misvakladı ve abdest aldı. Sonra kalkıp namaza durdu: Fatiha'yı okumaya
başladı, arkasından Bakara suresini okudu. Bu arada ne kadar bir rahmet
ayetine geldiyse duraklayıp (Allah'tan rahmet) diledi. Ne kadar bir azap
ayetine geldiyse duraklayıp (ondan Cenab-ı Hakk'a) sığındı. Sonra rukü'a vardı,
ayakta durduğu kadar rukü'da bekledi ki o esnada şöyle diyordu: "Sübhane
zi'1-ceberuti ve'1-melekuti ve'1-kibriyai ve'1-azameti". Sonra secdeye
vardı ve rüku'da durduğu kadar orada durdu da bu esnada şöyle diyordu:
"Sübhane zi'1-ceberuti ve'1-melekuti ve'1-kibriyai ve'l-azameti. Sonra
(kalkıp ikinci rek'atte Fatihadan sonra) Al-i İmran suresini ve arkasından bir
sure, bir sure daha okudu. Sonra birinci rek'atte yaptığının bir benzerini
yaptı."[12]
Bu hadisin isnadında yer alan ricalin hepsi sıka
(güvenilir)dır. Darekutni de aynı görüşü izhar etmiştir.[13]
1) Nafile
namazlarda kıraat esnasında geçen rahmet ayetlerine gelinince Allah'tan rahmet
dilemek; azap ayetlerine gelinince cehennem ateşinden Allah'a sığınmak,
müstehabdır.
2) Namazda bu
tarz bir dilek ve sığınmanın cehren söylenmesinde bir
sakınca yoktur.
3) Gece kalkıp
ibadet ederken, iki rekat namaz kılmak ve bu namazda uzun sureleri okumak
kimine göre sünnet, kimine göre müstehabdır.
4) Yine gece
namazında rüku’ ve secdeyi uzatıp Cenab-ı Hakk'a tazimde bulunarak tesbihte
bulunmak müstehabdır.
Namaz her yönüyle saygı, tazim ve teslimiyet
makamıdır. Namaza aykırı söz ve davranışlarda bulunmak, hem onun faziletini
düşürür, hem de bozulmasına sebep olur. O bakımdan biz bu ibadeti kemal-i
edeple yerine getirirken, kendiliğimizden bir şey ilave edemeyiz ve ondan bir
şey de noksanlaştıramayız. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den nasıl tesbit
edilip rivayette bulunulmuşsa, onu aynen uygulamakla mükellefiz.
Namazda iken başkasına sözlü olarak selam verilmez.
Başkasının da namaz kılan kimseye selam vermesi pek uygun değildir. Ancak
Rasulüllah (s.a.v.) zamanında verilen selamın işaretle alınıp cevaplandırıldığı
sahih rivayetle sabit olmuştur. Şöyle ki:
İbni Ömer (r.a.) diyor ki:
"Bilal'a sordum, dedim ki: Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz namazda iken mü'minler ona selam verirdi. (Bu durumda Rasulüllah
(s.a.v.) ne yapar veya karşılık verir miydi?)" Bilal bana şunu söyledi:
"Evet, eliyle işaret ederdi."[14]
İbni Ömer'in (r.a.) Suhayb'den (r.a.) yaptığı rivayete
göre, Suhayb (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize uğradığımda onu
namaz kılar bir halde buldum. Kendisine selam verdim, O da bana işaretle cevap
verdi, yani selamımı işaretle alıp işaretle cevapladı."
İbni Ömer (r.a.) diyor ki:
"Pek bilemiyorum, ancak Suhayb'ın
"Parmağıyla işaret etti" dediğini biliyorum."[15]
Tirmizi diyor ki:
"Bu iki hadis de bana göre sahihtir. Aynı zamanda
Ümmü Seleme'nin (r.a.) ikindiden sonra iki rekatle ilgili hadisinde ve Hz. Aişe
(r.a.) ile Cabir (r.a.) nın, Rasulüllah'ın son ölüm hastalığında oturarak namaz
kılmasıyla ilgili hadislerinde Rasulüllah'ın (s.a.v.) arkasında bulunanların ayağa
kalktıklarında onlara işaret edip oturmalarını emrettiği sıhhat derecesinde
tesbit edilmiştir."[16]
a) Hanefîlere
göre: Namaz kılmakta olan kimse, yanılarak birine selam verir ve sadece "es-Selam"
der ve sonra da namazda olduğunu hatırlarsa, namazı bozulur.
Bunun gibi namazda iken verilen selamı ister
yanılarak, ister bilerek cevaplarsa namazı bozulur. Çünkü selam vermek veya
alıp cevaplamak, zikir türünden değildir. Ancak bu durumda verilen selamı
sözlü olarak değil de elinin işaretiyle veya başının hafif hareketiyle
cevaplarsa ya da parmağıyla işaret ederek cevaplarsa, sahih kavle göre namazı
bozulmaz.[17]
b) Şafiilere
göre: Namazda iken verilen selamı sözlü olarak cevaplamak namazı bozar. Nitekim
Ata, Nahai, İshak ve Ebu Sevr'de aynı görüş ve ictihaddadırlar.[18]
c) Tabiinden
Said b. Müseyyeb, el-Hasan ve Katade'ye göre: Verilen selamı sözlü olarakta
cevaplamakta bir sakınca yoktur.[19]
Bu anlatım tarzından anlaşılan şudur ki: Verilen
selamı parmak işaretiyle alıp cevaplamakta bir sakınca söz konusu değildir.
d) Malikilere
göre: Sahnunun İbn Kasım'a: "Namazda iken adamın bazı ihtiyacını ifade
için işarette bulunmasını İmam Malik mekruh görüyor muydu?" sormasına
karşılık şu cevabı vermiştir:
"Onun mekruh saydığını bilmiyorum. Ben şahsen
bunda bir sakınca görmüyorum, yeter ki yapılan işaret hafif olsun. Nitekim
İmam Malik'in verilen selamın işaretle alınıp cevaplanmasında bir beis
görmediği kesindir. Zira İmam şöyle dedi:
"Farz veya nafile namazda olan kimse, kendisine
selam verilince, onu ya el ya da baş işaretiyle cevaplasın."[20]
e) Hanbelilere
göre: Namaz kılmakta olan kimseye selam vermekte bir sakınca yoktur. Ancak onun
redd-i selam yapması halinde namazı bozulur. Yani namaz kılmakta olan kimse
kendisine verilen selamı ne sözlü, ne de işaretle cevaplıyamaz.[21]
İmam Ahmed bu konuda İbn Mes'ud (r.a.) hadisiyle
istidlal etmiştir. Şöyle ki: İbn Mes'ud (r.a.): "Rasulüllah'a (s.a.v.)
uğradım, namaz kılıyordu. Kendisine selam verdim, ama O selamımı cevaplamadı.
Namazını kıldıktan sonra bana şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki Cenab-ı Hak emrini dilediği şekilde
ortaya kor ve şüphesiz ki Allah namazda konuşmamanız hakkında emrini ortaya
koymuştur."
Bu hususu belirttikten sonra selamıma karşılık
verdi."[22]
Hadislerin açık delaletinden anlaşıldığı üzere, diğer
üç mezhebin tesbit, istidlal ve ictihadları daha sıhhatlidir. Ebu Davud'un
rivayet ettiği: "Namazda ne ğırar ne de teslim vardır"
mealindeki hadise gelince: Verilen selamı işaretle alıp cevaplamaya değil,
sözlü olarak cevaplamaya delalet etmektedir.
"Gırar": Namazda bir
şey noksan kılmak anlamına geldiği gibi, İmam Ahmed'in yorumuna göre, ne selam
vermek ne de verilen selamı alıp cevaplamak manasına gelmektedir.[23]
1- Namaz kılan
kimseye selam vermekte bir sakınca yoktur. Hanefîlere ve Hanbelilere göre,
verilmemesi daha uygundur.
2- Namaz
kılmakta olan kimse verilen selamı sözlü olarak cevaplarsa, ittifakla namazı
bozulur.
3- Namazda iken
verilen selamı parmak, ya da baş işaretiyle alıp cevaplamak müstehabdır.
Namaz, ibadetin özeti, kalp huzurunun aynası, edep ve
terbiyenin en zarif makamıdır. Cenâb-ı Hakk'ın yüksek kudreti karşısında
aczimizi, ihtiyacımızı, mutlak anlamda baş eğmemizi söz ve davranışımızla
ortaya koyduğumuz bir dönemdir. O bakımdan bu çok mübarek ibadeti yerine
getirirken kalp ve, kalıbımızı Hakk'a yönelterek tam huzur ve huşu üzere bulunduğumuzu
göstermemiz kadar tabii ne olabilir?
Ancak önemli bir konu zuhur ettiğinde göz ucuyla hafif
sağa veya sola bakmakta pek sakınca görülmemiştir. Zira böyle hallerde
belirtilen şekilde bakmamak daha çok kalbi meşgul edebilir.
Nitekim ashâb-ı kiramdan Enes (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bana şöyle
buyurdu:
"Namazda iltifattan sakın! Çünkü namazda iltifat
helak olmaya sebep olabilir. Ama herhalde bir tarafa iltifat etmek
gerekiyorsa, bu da tetavvu’ (nafile) namazda olabilir, farzda değil."[24]
Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor
ki:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e namazda iken
iltifattan sordum. Buyurdu ki:
"Şeytanın kuldan kapıp çaldığı bir
davranıştır."[25]
Ebu Zer (r.a.) ise şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki:
"Kul namazda iltifatta bulunmadığı (sağa-sola bakmadığı)
sürece, Allah (rahmet ve gufranıyla) ona yönelmiş olur. Kul yüzünü başka tarafa
çevirince, Cenab-ı Hak, ondan (rahmet ve gufran) yüzünü çevirir."[26]
Yukarıdaki 23 ve 24 nolu hadislerin sahih olduğunda
ittifak edilmiştir. 25 nolu hadisin isnadında Ebu'l-Ahvas bulunuyor. Bu zat
hakkında farklı tesbitler olmuştur:
Ebu Zer'den rivayet eden Ebu'l-Ahvas'den ancak Zührî
rivayet etmiştir. Bu da onun güvenilir olduğuna bir işarettir. Ancak hadis
alimlerinin ileri gelenleri daha da net bir görüş ortaya koymuşlar ve
Ebu'l-Ahvas'ın sıka, yani güvenilir olduğunu belirtmişlerdir. Yahya b. Main
ise, onu "sıka"dan saymamıştır. İbn Kattan'da "Onunla ilgili bir
durum bilinmemektedir" demiştir.[27]
a) Hanefilere
göre: Mekruh olan iltifatın ölçü ve sınırı, yüzü kıbleden ayırıp başka tarafa
çevirmektir. Ama göz ucuyla sağa veya sola bakmak mekruh değildir; yeter ki yüz
kıbleden çevrilmiş olmasın. Nitekim sahih tesbit ve rivayete göre, Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz namaz kıldırırken bazan ashabının, Cenab-ı Hakk'ın huzurunda
nasıl durup davrandıklarını tesbit için göz ucuyla, -yüzünü kıbleden
ayırmaksızın- atf-ı nazarda bulunurdu.[28]
Ayrıca Hanefilere göre: Zorunlu bir hal olmadığı halde
namazda göğsünü kıbleden çeviren kimsenin namazı bozulur. Zorunlu bir hal
karşısında göğsünü çevirmesi bir rükün eda edecek kadar süre devam ederse,
namaz yine bozulur.
b) Şafiîlere
göre: Namazda göğsü kıbleye müteveccih bulundurmak şarttır, yüzü müteveccih
bulundurmak şart değildir. Aynı zamanda savaş ve benzeri durumlarda, korkulu,
tehlikeli zamanlarda kıbleden başka cihete yönelip namaz kılmakta bir sakınca
yoktur.[29]
Namazda iken başkası tarafından göğsü kıbleden başka
yana çevrilenin de namazı bozulur. Ancak unutarak veya bilmeyerek göğsünü
kıbleden başka yana çevirenin namazı bozulmaz.[30]
Bazı hallerde namazda iken göz ucuyla sağa veya sola
bakmakla namaz bozulmaz. Ancak, namazda genel anlamda sağa, sola iltifat
mekruhtur.[31]
c) Malikilere
göre: Namazda iken ayaklar kıble cihetinden ayrılmadığı takdirde yüzün veya
göğsün kıbleden ayrılmasıyla namaz bozulmaz.[32] Böylece bu
mezhebe göre de, namazda iken göz ucuyla sağa, sola iltifat mekruh değildir.
d) Hanbelîlere
göre: Göz işaretiyle iltifat namazı bozmayacağı gibi, namaz kılan kimse
bütünüyle kıbleden başka cihete yönelmedikçe de namazı bozulmaz.[33]
Böylece bu mezhebe göre, namazda göğsün veya yüzün
kıbleden başka cihete çevrilmesi namazı bozmaz, ancak böyle yapmak mekruhtur,
göz ucuyla iltifat ise mekruh değildir.
Yukarıda 23, 24, 25 nolu hadislerin açık delâletinden,
namazda iltifatın yani sağa-sola bakmanın mekruh olduğu anlaşılıyor. Buna
rağmen müctehid imamların istidlal ve ictihadları farklı hüküm ortaya
koymuştur. Zira bu konuda bize kadar gelen rivayetler sadece sözü edilen üç
hadis değil, başka rivayetler de vardır. Şöyle ki:
Hakim'in Şeyhayn'in şartına uygun rivayet ettiği
hadiste İbn Abbas (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namazda bazan,
boynunu çevirmeksizin göz ucuyla sağa iltifat ederdi."
el-Hazimî bu rivayetin hasen olduğunu belirtmiştir.
Şevkanî bunun garip olduğuna dikkat çekmiştir. Zira ravilerden Fazl b. Abdillah
teferrüd etmiş; başkası da bunu İklime'den murselen rivayet etmiştir.
Buna rağmen ilim adamlarından bir kısmı bu ve bu anlamdaki
rivayetlerle istidlal ederek namazda boynu döndürmeksizin göz ucuyla iltifatta
bulunmakta bir sakınca olmadığını belirtmişlerdir. Nitekim Atâ, İmam Malik,
Ebu Hanife ve arkadaşları, Evzaî ve Küfe ilim adamlarının da ictihadları
böyledir.
Bazı ilim adamları da sözü edilen
"iltifatın" İbn Sirîn'e isnad edilen hadisle neshedildiğini
söylemiştir. İbn Sirîn diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.) namaza kalkıp durunca,
sağa-sola nazar ederdi. "(Mü'minler gerçekten korktuklarından kurtulup
umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar ki, namazlarında saygı dolu bir korkuyla
eğilirler." mealindeki Mü'minun süresi 1. ve 2. ayetler inince
Rasulüllah (s.a.v.) artık hep önüne (secde mahalline) bakmaya başladı."[34]
Bu hadis murselse de birtakım şahidleri vardır.
Aynı görüşte olanlar bir de Ebu Hureyre'nin (r.a.) şu
hadisiyle de istidlal etmişlerdir:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namaz kılarken
gözünü göğe doğru çevirirdi. Mü'minun suresi 1. ve 2. ayet inince artık çevirmeyip
önüne baktı."
Müctehid imamların dayanak seçip istidlal ettikleri
bir diğer hadis de Sehl b. Hanzele'nin (r.a.) rivayet ettiğidir. Şöyle ki:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namaz kılarken
tasvip edildi (yani sabah ezanında es-salatü hayrun mine'n-nevm denildi).
Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şi'be doğru iltifat etti (göz ucuyla
baktı)."[35]
Zira Rasulüllah (s.a.v.) o gece bir süvariyi şi'be,
yani iki dağ arasındaki geçide göndermişti. Namazda onun oradan ayrılıp
ayrılmadığına nazarda bulundu.
Ebu Davud'un tahric ettiği bu hadisi aynı zamanda Hakim,
Şeyhayn'in şartı üzere tahric etmiştir.
1- Namazda
yüzü kıbleden çevirmek mekruhtur.
2- Göğsü
çevirmek namazı bozar. Ancak İmam Şafii'ye göre, zorunlu bir sebepten dolayı
çevirir de bir rükün miktarı devam etmezse, namaz bozulmaz.
3- Namazda bir
hacetten dolayı göz ucuyla sağa-sola iltifat etmekte bir sakınca yoktur. Keyfi
olarak yapılmasında kerahet söz konusudur.
4- Savaş ve
korkulu anlarda göğsü çevirmeksizin yüzü çevirmeye cevaz verilmiştir. Ancak bu
hususla ilgili birtakım farklı ictihadlar da söz konusudur.
Müslümanın her yerde, özellikle cami ve mescidlerde
edep, terbiye, nezaket ve saygı kurallarına riayet etmesi sünnettir. Zira
müslüman kişi iman nuruyla aydınlandığı ve böylesine paha biçilmez manevi bir
cevheri kalbinde taşıdığı için vakarlıdır, ağır başlıdır, fakat mütevazidir ve
halim, selimdir.
Camiler Hakk'a ibadet edilen, dini ilimlere sahne olan
kutsal yerlerdir. Oralarda laubali davranışlarda bulunmak mekruhtur. Hele bir
de namaz kılmaya duran kimsenin çok daha ciddi ve saygılı bulunması gerekir.
Camide ve namaz kılarken parmak çıtlatmak da
lâubaliliğe delalet eden davranışlardan biri sayılmıştır. Parmakları birbirine
kenetlemek de böyle..
Ebu Said.(r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz mescidde bulunduğu sırada
parmaklarını birbirine kenetlemesin. Zira böyle yapmak şeytandandır. Hem sizden
biriniz camide bulunduğu sürece namazda sayılır da bu hal oradan çıkıncaya
kadar devam eder."[36]
Kâ'b b. Ucre (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen
diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle
buyurduğunu işittim:
"Sizden biriniz abdest alıp namaz kılmak üzere
(evinden, iş yerinden) çıkarsa, artık parmaklarını birbirine geçirip
kenetlemesin. Çünkü o bu durumda hep namazda sayılır."[37]
Yine Kâ'b b. Ucre (r.a.) den yapılan rivayete göre,
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz namazda parmaklarını kenetleyen bir adama
gözü ilişti, hemen kalkıp onun parmaklarını birbirinden ayırdı."[38]
Hz. Ali (r.a.) dan yakılan rivayete göre, Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Namazda iken parmaklarını çıtlatma!."[39]
a) Hanefilere
göre: Namazda parmakları birbirine kenetlemek veya parmak çıtlatmak mekruhtur,
sünnete aykırıdır. Çünkü böyle yapmakta saygı ifade eden huşu’ terkedilmiş
olur. Aynı zamanda parmakları kenetlemekle, sağ eli sol el üzerine koymak,
teşehhüdde ise dizler üzerine koymakla ilgili sünnet terkedilmiş olur.[40]
b) Diğer üç
mezhebe göre de: hem teşbîk (kenetlemek), hem de tefkı' (parmak çıtlatmak)
mekruhtur.[41]
Mecmau'z-zevaid'de 34 nolu hadisin hasen olduğu
belirtilmiştir. Bu ve diğer hadisleri dikkate alan İmam Nevevî, hem camide,
hem de namazda parmakları kenetlemenin ve çıtlatmanın mekruh olduğunu belirtmiş
ve bunun kesin bir hüküm olduğuna dikkat çekmiştir.[42]
İmam Nahaî 'de aynı görüş ve ictihaddadır.
el-Irakî'nin ise, İbn Ömer ve İbn Salim'in namazda
iken parmaklarını kenetlediklerini, Tirmizi'nin şerhinde nakletmesi, delil
olarak alınmamıştır. Rivayete göre, Hasan el-Basri'nin de mescidde parmaklarını
kenetlediği nakledilmiştir. Ulema bu rivayeti de delil seçmemiştir.
Nitekim İmam Ahmed'in ve Taberanî'nin, Enes b. Muaz'ın
merfu’ olan hadisini delil gösterip, adı geçenin şöyle dediğini rivayet
etmişlerdir:
"Şüphesiz ki namazda gülmek, iltifat etmek,
parmak çıtlatmak gibi hareketlerin hepsi aynı çizgidedir."
Ancak bu rivayetin isnadında İbn Lehi'a bulunuyor ki,
bu zatın rivayetinin bir kısmına pek itibar edilmemiştir.
35 nolu hadisin isnadında Tirmizi'ye göre meçhul bir
adam vardır. Ancak Ebu Davud bu adamın künyesini tesbit etmiş ve hadisi şöyle
rivayet etmiştir:
"Bana Ebu Sümame el-Hayyat haber verdi, o da
Kâ'b'den rivayet etti.."
İbn Hibban ise Ebu Sümame'yi sıkat (güvenilir raviler)
arasında zikretmiştir.[43]
36 nolu hadisin isnadında Alkame b. Amr bulunuyor. Bu
zatın zayıf hadis rivayet ettiği söylenir. Buna benzer 37 nolu hadisin
isnadında el-Haris el-A'ver bulunuyor. Ancak bu konudaki hadislerin tamamı
biraraya gelince kuvvet kazanıyor ve gerek camide, gerekse camiye giderken ve
bilhassa namazda parmakları kenetlemenin ve çıtlatmanın mekruh olduğu kesinlik
kazanıyor.
1- Müslümanın
gerek toplum arasında, gerekse cadde ve sokaklarda yürürken parmak çıtlatması
veya parmaklarını birbirine kenetlemesi tenzihen mekruhtur.
2- Camide ve
namaz kılarken sözü edilen iki harekette bulunmak mekruhtur.
3- Zarurî
hallerde bu kerahet kalkar.
İslam, insan
hayatına ve sağlığına yeterince önem vermiş ve "hakk-ı hayat
muhteremdir" diyerek onu layık olduğu dereceye yükseltmiştir. Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizin koruyucu hekimlikle ilgili yüzün üstündeki hadisleri,
İslam'ın insan sağlığına verdiği değerin çizgisini belirlemektedir.
O bakımdan
mü’minin namazda bile olsa, ortaya çıkan yılan, akrep ye benzeri zehirli ve tehlikeli
haşereyi öldürmesine ruhsat verilmiştir.
Nitekim Ebu
Hureyre (r.a.) den yapılan rivayette diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, namazda iken iki siyahın (yılan ve akrebin) öldürülmesini
emretti."[44]
Böylece namaz
içinde istisnai olarak namaz dışı harekette bulunmaya cevaz verildiği
anlaşılıyor. Bunu kuvvetlendirir mahiyette, Hz. Aişe (r.a.) validemiz şöyle
diyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, kapı içeriden kilitli olduğu sırada evde namaz kılıyordu.
Ben kapıya geldim (ve tıkıldattım). Rasulüllah (s.a.v.) yürüyerek geldi, kapıyı
açtıktan sonra yerine döndü."[45]
Hz. Aişe bu
olayı anlatırken, evin kapısının kıble cihetinde olduğunu belirtmiştir. Bundan
anlaşılan odur ki, nafile namazda bir ihtiyaca mebni kıble cihetine yürüyüp
geri dönmek namazı bozmaz. Yılan ve akrep konusunda Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz, diğer bir hadislerinde buna yakın bir anlatımla şöyle buyurmuştur:
"Namazda
bile olsanız, iki siyahı (yılan ve akrebi) öldürünüz."[46]
Bu hadisler,
kişinin nafile namazda iken ortaya çıkan akrep ve yılanı öldürmesinin vücubuna
delalet etmekteyse de, buradaki emrin, ilim adamlarının çoğuna göre
"nedb" ifade ettiği belirlenmiştir. Aynı zamanda bu öldürme olayında
meydana gelen hareketlerle namazın bozulmayacağı istidlal edilmiştir.
İlim adamlarının
bir kısmı ise, bu hadisi veya hadisleri, "Namazı olduğu yerde kesin ve
öylece öldürün" şeklinde yorumlamışlardır.
Ancak hemen
belirtelim ki, böyle bir hareket hususiyet taşıdığından "amel-i
kesîr" ile kıyas edilmez. O bakımdan böylesine özellik arzeden bir
hareketin namazı bozmayacağı hakkındaki ictihad ve yorum ağırlık kazanmıştır.
a) Hanefilere göre: Hadiste geçen emir, ruhsat ve ibahe
manasınadır. Çünkü bu iki zehirli hayvanı öldürmek, namaz harici bir özellik
taşımaktadır, yani namaza dahil amellerden değildir. O bakımdan sözü edilen
hayvan öldürülürken fazla hareket ortaya çıkarsa, namaz bozulur.[47]
Mecmeul-Enhür
sahibi de, "sözü edilen iki hayvanı öldürmek mekruh değildir" derken bunu
namaz ile takyid etmekte, yani kişinin namaz kılarken bu hayvanları öldürmesi
mekruh sayılmaz demek istemektedir.[48]
b) Şafiî'lere göre: Namazda iken ortaya çıkan yılan veya
akrebi öldürmekte bir sakınca yoktur. el-Hasan, İshak ve rey taraftarları da
aynı görüş v e ictihaddadırlar.[49]
c) Hanbelilere göre: Namazda iken sözü edilen zehirli
hayvanları öldürmekte bir beis (sakınca) yoktur.
d) İmam Nahai'ye göre: Namazda iken yılan ve akrebi
öldürmek mekruhtur. Ancak namazı bırakıp öylece öldürürse, o takdirde o namaza
yeniden başlaması gerekir.[50]
Yukarıda
geçen 41 nolu Ebu Hureyre (r.a.) nin rivayet ettiği hadisi, İmam Tirmizi
hasenlemiş, yani "hasen"dir diye tesbitte bulunmuştur. Aynı zamanda
İbn Hibban aynı hadisi kendi sahihinde nakletmiş ve Hakim bunu sahihlemiştir.
Bu konuda
Hakim, İbn Abbas'dan bir rivayet yapmışsa da, isnadının zayıf olduğu anlaşılmış
ve İbn Mace de buna benzer bir rivayete yer vermişse de isnadında Mendel
bulunuyor ki, Zehebi bu zat üzerinde durmuş ve Ahmed b. Hanbel'in onun için
"zayıftır" dediğini nakletmiştir.[51]
Şevkani ve
el-Iraki'ye göre, cumhur-i ulema, namazda iken yılan ve akrebi öldürmenin
mekruh olmadığını ortaya koymuştur. Ancak en-Nahai ile Katade, cumhura muhalif
olarak şöyle demişlerdir: "Namazda iken yılan veya akreb sana
saldırmadıkça onu öldürme!"[52].
Yapılan sahih
rivayete göre hem Hz. Ömer (r.a.), hem de Hz. Ali (r.a.) namazda iken yılan
veya akrep öldürmüşler veya öldürmeye azmetmişlerdir.
42 nolu Hz.
Aişe (r.a.) hadisini İmam Tirmizi hasenlemiş ve Nesai ise şu cümleyi de fazla
olarak nakletmiştir: "Nafile namaz kılarken.."
Bu sahih
rivayetlerden anlıyoruz ki, nafile namaz kılarken, kapı kıble tarafında olursa,
fazla bir hareket göstermeden adım atıp kapıyı açmak mekruh değildir.
İnsan, zıd
duyguların sürtüşüp tartıştığı bir ortamı içinde taşımaktadır. Namaza durup
Hakk'a yöneldiğinde ruhu yüce ve kutsal aleme doğru kanat açarken, nefsi
İblis'in sık sık gönderdiği sinyallerin tesiri altında kalıp aşağı aleme kapı
açar da birtakım vesvese ve temayüller baş gösterir.
Bu durumda
namazın fazileti mi düşer, yoksa olduğu gibi bozulur mu?
Ebu Hüreyre
(r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bu konuda her
türlü şüpheyi giderecek anlamda ümmetini şöyle aydınlatmıştır:
"(Ezan
okunup) namaza davet başladığında şeytan arkasını dönüp uzaklaşır da bu arada
ezanı duymamak için birtakım uygunsuz sesler çıkarır. Ezan okunup bitince, o
dönüp gelir. İkamet edilmeye başlayınca, o yine arkasını dönüp uzaklaşır;
ikamet tamamlanınca dönüp gelir de kişiyle nefsi (kalbi) arasına birtakım
vesveseler sokar: "Şunu hatırla, bunu hatırla" diye diye kişiyi
(tesir altına alır ve o da) olmadık şeyleri aklına getirmeye başlar. Öyle ki bu
arada kaç rek'at namaz kıldığını şaşırır.
O bakımdan
sizden biriniz namaz kılarken üç rek'at mı, yoksa dört mü kıldığını bilmediği
zaman (teşehhüd halinde) oturur bir vaziyette iki secde yapar (yanılma secdesi)."[53]
Dört mezhebe
göre de, namazda iken kalbe gelen vesvese ve benzeri kalbi amellerden dolayı
namaz bozulmaz. Çünkü insanın yaratılışında hakim olan vasıf ve özelliği
gereği, bu gibi şüphe ve vesveselerden kurtulması pek mümkün değildir. Her kişi
derece ve makamına, takva ve teslimiyetine göre, birtakım vesvese ve şüphelerin
tesiri altında kalır. Önemli olan, namaz boyunca kalbi bu tür şeylere
kaptırmamak, gelen şüphe ve vesveseyi atıp okuduğu ayet ve surenin manasını
düşünerek idrak içinde ibadetini tamamlamaktır.
Bunun için
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ümmetine yol göstererek şöyle buyurmuştur:
"Seni
şüpheye düşüren şeyi bırak, şüpheye düşürmeyen şeye yönel!"[54]
Rasulüllah’ın
(s.a.v.) bu emir ve tavsiyesi genellik arzetmekte, hem namazı, hem de namaz
dışı birçok konuları kapsamına almaktadır.
50 nolu hadiste
"durat" lafzı kullanılmıştır. Kadı Iyaz'a göre, bu zahiri manasına
hamledilebilir. Çünkü şeytan da kendine has bir cisimdir ve onun yellenmesi de
doğru olabilir. Çoğuna göre, bu onun ezan ve kametten şiddetli nefretine
delalet eder anlamda bir anlatım tarzıdır. Nitekim Müslim'in rivayetinde
"husas" lafzı nakledilmiştir ki bu, şiddetli düşmanlık manasına
gelir.
Şüphesiz
müminin Cenab-ı Hakk'a en çok yakınlık sağladığı zaman, farz namazları huşu ile
eda ettiği anlardır. Felaket ve musibetler kapıyı çaldığında, vakit
namazlarını eda ederken kunutta bulunmak, ilahi inayet ve rahmetin tecellisine
vesile olur. Çünkü "kunut", Allah'a ümit bağlayıp dua etmek ve bu
vesileyle namazda kıyamı uzatmaktır.
Ebu Malik
el-Eşcai diyor ki: Babama sordum:
"Babacığım.
Şüphesiz sen hem Rasulüllah'ın (s.a.v.), hem de Ebu Bekir, Ömer, Osman ve
Ali'nin (Allah hepsinden razı olsun) arkasında namaz kıldın. İşte şurada Küfe
ve beş yıla yakın bir süre geçmiş bulunuyor. Onlar namazda kunut duası yaptılar
mı?"
Babası ona
şöyle haber veriyor:
"Oğulcağızım!
Bu, sonradan uydurulup ortaya çıkarılmıştır."
Bir diğer
rivayette, aynı hadiste soru şu şekilde yer almıştır:
"Onlar
sabah namazında kunut okurlar mıydı?"
Nesai'nin
tesbit ve rivayetinde ise şu lafızlarla nakledilmiştir:
"Ogulcağızım!
Rasulüllah'ın (s.a.v.) arkasında namaz kıldım, O kunut yapmadı; Ebu Bekir'in
arkasında namaz kıldım o da kunut yapmadı; Ömer'in arkasında namaz kıldım o da
kunut yapmadı, Osman'ın arkasında namaz kıldım, o da kunut yapmadı; Ali'nin
arkasında namaz kıldım, o da kunut yapmadı." Sonra da oğluna şöyle dedi:
"Ogulcağızım!
bu bid'adır."[55]
Enes (r.a.)
den yapılan rivayette adı geçen şöyle diyor:
"Doğrusu
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir ay süreyle kunut duası yaptı ve sonra
bıraktı."
Diğer bir
lafızla şöyle demiştir:
"Bir ay
kunut duası yapıp Arap kabilelerinden bazıları aleyhine dua etti, sonra
bıraktı."
Başka bir
lafızla da şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Kurra'dan
bazı kişiler öldürülünce bir ay süreyle kunut yaptı. Ben hiçbir zaman
Rasulüllah'ın o derece üzüldüğünü görmedim."[56]
Yine Enes
(r.a.) den yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir:
"Kunut
(önceleri) akşam ve sabah (namazında) yapılırdı."[57]
Kunut duası
hakkında Kütüb-i Sitte'de, aynı zamanda Müsned-i Ahmed ile Daremi ve
Taberani'de yirmiye yakın, fakat birbirinden farklı rivayetlere rastlamak
mümkündür. Şüphesiz bütün bu rivayetleri biraraya getirip söyleniş
sebepleriyle, cereyan tarzını ve mukaddem ile muahhar olanını, hükmü
kaldırılanla kaldırılmayanı tesbit ve ayırt etmeden hüküm çıkarmak mümkün
değildir. Müctehid imamlar bu rivayetleri belirtilen doğrultuda inceleyip ona
göre istidlal ve istinbatta bulunmuşlardır.
Biz burada
önce yapılan rivayetlerin başlıklarını birer özet şeklinde sıraladıktan sonra
müctehid imamların istidlal ve ictihadlarını yansıtmaya çalışacağız:
1- Rasulüllah (s.a.v.) sadece bir ay süreyle kunut
duası okuduktan sonra onu terketmiştir.
2- Bir ay süreyle yatsı namazında okuduktan sonra
bırakmıştır.
3- Yalnız sabah namazında okumuştur.
4- Bir ay süreyle ikindi ve akşam, sonra da yatsı namazlarında
okumuştur.
5- Bir ay süreyle sabah namazında rukü'dan kalkınca okumuştur.
6- Peygamber (s.a.v.) birinin aleyhine dua etmek
istediği zaman, namazda rukü'dan kalkınca kunut duası okurdu.
7- Yatsı namazının son rekatından kalkınca kunut
okurdu.
8- Sabah ve akşam namazlarında kunut okurdu.
9- Vitir namazında kunut okurdu.
10- Peygamberle birlikte (s.a.v.) namaz kıldım, kunut
okuduğunu görmedim.
11- Ubey b. Ka'b (r.a.) ramazanın son yarısında (vitir
namazında) kunut okurdu.
12- Abdullah b. Ömer (r.a.) hiçbir
namazda kunut okumazdı.
13- Ebu Hüreyre (r.a.) öğle namazında kunut okurdu.
14- Sabah namazında rukü'dan evvel ve sonra kunut okurdu.
15- Sabah namazında ikinci rek'atin rüku'undan
kalkıldığı zaman kunut okunur.
a) Hanefilere göre: İmam Ebu Hanife, kunutun vacib, Ebu
Yusuf ile Muhammed sünnet olduğuna kaildirler. Kunut duası bütün sene sadece
vitir namazının üçüncü rek'atinde rüku'dan önce yapılır.[58]
b) Şafiilere göre: Sabah namazının ikinci rek'atinde
rukü'dan kalkılıp doğrulduğunda kunut okumak sünnettir. Bu dua yapılırken
ellerin içi göğe doğru kaldırılır ve sonunda yüze sürülmez. İmam bu duayı
cehren (aşikar) okur, cemaat ise "amin" der. Ayrıca felaket ve
musibet günlerinde de kunut okumak meşrudur."[59]
c) Hanbelilere göre: Kunut duası, senenin tamamında
vitir namazında sadece bir rek'atinde sünnettir. Aynı zamanda bu, İbn Mes'ud'un
(r.a.), İbrahim'in, İshak'ın ve rey tarafdarlarının görüş ve ictihadıdır.
Hasan'dan da bu anlamda bir rivayet yapılmıştır.
İmam
Ahmed'den yukarıdaki beyanın hilafına bir rivayet daha yapılmıştır ki, onda,
kunut duasının sadece ramazan ayının son yarısında sünnet olduğu
belirtilmiştir. Nitekim bu, Hz. Ali (r.a.) ile Ubey b. Ka'b (r.a.) den rivayet
edilmiştir. İmam Malik ile İmam Şafii de aynı doğrultuda ictihad etmişlerdir.[60]
Kunut
duasıyla ilgili rivayetler arasında en güzeli, Hasan b. Ali'nin (r.a.)
rivayetidir. Adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bana birtakım (dua anlamında) sözler öğretti ki, onları
vitir namazında okuyorum"[61]
d) Malikilere göre: İmam Malik, "sabah namazında
rukü'dan önce de, sonra da kunut duası okunabilir" demiştir. Kunut
duasını unutup okumayan kimseye yanılma secdesi gerekmez. Aynı zamanda kunut
için belirlenmiş bir dua da yoktur. Onun için vakitlerden biri de belirlenemez.
Dünya ve ahiret hacetlerinden dolayı namazlarda kunut okunabilir. Bunun gibi,
namaz kılan kimse bu kabil ihtiyaçlarını ayakta, teşehhüdde ve secdede dile
getirebilir.
Kunut duası
aşikar değil, gizli okunur.
Süfyan b.
Habib'in Ebu Sabit'ten, onun da Abdurrahman b. Süveyd el-Kahili'den yaptığı
rivayete göre, Hz. Ali (r.a.) sabah namazında kunut olarak şu duayı yapmıştır:[62]
Yahya'nın
Malik'den, onun da Nafı'dan yaptığı rivayete göre, Nafı' şöyle demiştir:
"Doğrusu
Abdullah b. Ömer (r.a.) hiçbir namazda kunut duası yapmazdı."[63]
İmam Malik
daha çok bu rivayeti delil ve dayanak seçmiştir.
Taberani'nin,
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz hiçbir namazında kunut duası
yapmamıştır" mealindeki rivayetinin isnadında Bişr b. Harb ed-Dari
bulunuyor ki, bu zat zayıftır. İmam Ahmed onun kavi olmadığını söylemiştir.[64]
İbn Mace'nin
Ümmü Seleme (r.a.) den yaptığı rivayette: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz
sabah namazında kunut duası edilmesini men'etti" denilmektedir. Aynı
hadisi Darekutni de rivayet etmişse de isnadında zaiflik söz konusudur.
el-Iraki'nin:
"Ebu Bekir, Ömer, Ali ve İbn Abbas'ın (Allah hepsinden razı olsun) kunut
duası yaptıkları sahihtir"dediği tesbit edilmiştir. Böylece bir konu, bir
mesele hakkında sahihlik düzeyinde isbat ile nefîy tearuz ederse, isbat nefyin
önüne alınıp onunla amel edilir. Bu kurala göre, kunut duası meşrudur ve belirlenen
namazda okunması sünnet veya müstehabdır.
el-Hazimi'nin
yaptığı araştırma ve tesbite göre: Kunut duasının meşru olduğu hakkında 19 kadar
sahabeden, 12 kadar tabiinden ve birçok müctehid imamdan rivayet vardır. Bütün
bunlar "meşru"dur diyenlerin görüş ve ictihadına ağırlık kazandırmaktadır.
Yine yapılan
ciddi araştırma ve tesbitlere göre: Kunut duası rüku'dan sonra yapılmalıdır.
Zira böyle söyleyenlerin rivayeti daha çok ve daha sahihtir. Muhaddis
Beyhaki'de aynı görüştedir. Nitekim Hasan el-Basri (r.a.) şöyle demiştir:
"Bedir
Savaşına katılan 28 sahabenin arkasında namaz kıldım, hepsi de sabah namazında
rüku'dan sonra kunut duası okurdu."
Ne var ki,
Hafız İbn Hacer, bu rivayetin isnadında zayıf bir ravinin bulunduğunu
belirtmiştir.[65]
İbn Ömer
(r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, sabah namazının ikinci rek'atinin rüku'undan başını
kaldırıp Semi'allahu Limen Hamidehu, Rabbena Leke'l-Hamd dedikten sonra şöyle
dua ederdi:
"Allah'ım,
falana, falana ve falana lanet eyle (onları rahmet ve inayetinden
uzaklaştır)"
Bir süre
sonra şu ayet indi:
"Senin
elinde emirden bir şey yoktur; Allah ya onların tevbesini kabul eder, ya da
onlara azab eder. Çünkü onlar zalimlerdir."[66]
Bunun üzerine
Rasulüllah (s.a.v.) o müşrik ve münafıklar aleyhine duadan vazgeçmiştir.[67]
1- Her gün sabah namazında ikinci rek'atin rüku'undan
kalkıldığında elleri kaldırıp belirlenen kunut duasını okumak sünnettir. (Bu,
Şafiilere göredir)
2- Her gün vitir namazının son rek'atinde Fatiha ve
zamm-ı sureden sonra rüku'a varmadan ve elleri kaldırmadan kunut duası okumak
sünnettir veya vacibdir. (Bu, daha çok Hanefîlere göredir.)
3- Musibet ve felaket çöktüğü günlerde farz namazların
son rek'atinde rüku'dan sonra kunut duası yapmak meşrudur.
Namaz, kul ile
Rabbı arasında işleyen bir yoldur. O, Rabbına yakınlık sağlamaya yönelirken
kendini bilmezin birinin gelip bu yol üzerinde durması, yani secde mahallinden
geçmesi büyük saygısızlık kabul edilir.
O bakımdan
hem namaz kılanın huzurunun bozulmaması, hem de önünden geçen kimsenin günahkar
olmaması için namaz kılan mü'minin kapalı yerde ise, kıble cihetindeki duvara
veya dolap ve benzeri bir cisme iyice yanaşması, yani eğilip rahat secde
edebilecek kadar bir mesafe ayarlaması sünnettir. Açık ve büyükçe kapalı yerde
buna imkan bulamadığı takdirde, en az 60-70 cm. uzunluğunda ve bir parmak
kalınlığında bir cismi dikey olarak önüne tesbit etmesi uygun olur.
Ebu Said
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Sizden
biriniz namaz kılacağı zaman bir sütreye doğru namaz kılsın ve ona
yaklaşsın."[68]
Hz. Aişe
(r.a.) validemizden yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz'den Tebuk Seferi'nde namaz kılan kimsenin sütresi hakkında
soruldu. Buyurdu ki:
"Deve
üzerinde semerin gerisinde süvarinin sırtını dayadığı dikey ağaç gibi.."[69]
Bu da bir
zira'ın üçte ikisi uzunluğunda idi. O bakımdan sütrenin en kısası bu kadar
olanıdır, en uzununa ise bir sınır koymaya gerek yoktur.
İbn Ömer
(r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bayram günü namazgaha çıktığı zaman, emrederdi de mızrağı
önüne dikilirdi ve O da o mızrağa yönelmiş halde namaza durur, mü'minler de
Onun arkasında yerlerini alıp dururlardı. Ve Rasulüllah (s.a.v.) bunu çıktığı
seferlerinde ihmal etmez, yapardı."[70]
Ebu Hüreyre
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Sizden
biriniz namaz kılmaya başlayacağı zaman, önüne bir şey koysun. Bir şey
bulamıyacak olursa, elindeki değneği diksin. Yanında değneği de yoksa, bir
çizgi çeksin. Artık bu durumda önünden geçen kimse ona bir zarar vermez."[71]
a) Hanefilere göre: Sütre namaz kılan kimsenin gelip
geçenlere engel olmak ve uyarıda bulunmak üzere ön kısmına diktiği herhangi
bir cisim veya yaklaştığı duvar, dolap ve benzeri şeylerdir. Namaz için böyle
yapmak müstehabdır. Sütre en az bir zira' (yaklaşık 60-70 cm.) uzunluğunda olmalıdır.
Bundan kısası hakkında farklı görüş ve ictihadlar varsa da daha uzunu hakkında
farklı görüş yoktur.
Kuhustanî'ye
göre: Sözü edilen sütre, arkası dönük olup ayakta veya oturmuş bir insan
olabileceği gibi, bir hayvan da olabilir.[72]
Bunun aksine,
yüzü namaz kılana yönelik olan adam, mahremi olmayan kadın, uykuda olan kimse,
deli ve kafirin sütre edinilmesi caiz değildir.
Aynı zamanda
sütre denilen ve dikey olarak öne dikilen cismin en az bir parmak kalınlığında
olmasına dikkat edilmelidir.[73]
b) Şafîilere göre: Namaz kılan kimsenin, duvara, dikey
direğe, sütuna veya dikey konulan değneğe yönelip namaz kılması sünnettir. Bunlar yoksa yere seccade
sermesi, o da yoksa, geçenlere engel olmak için önüne
bir çizgi çekmesi sünnettir.
Sahih kavle
göre, namaz kılanın önünden geçmek haramdır.[74]
c) Hanbelilere göre: Kıble cihetine sütre koyup veya
duvar ve benzeri şeyi sütre edinip öylece namaz kılmak müstehabdır. Nitekim
kapalı yerlerde kıble cihetindeki duvara yaklaşıp onu sütre edinmek daha uygun
olur. Bunun gibi, sütun, direk ve benzeri şeyleri de sütre edinmekte fayda
vardır. Açık yerlerde ise, mızrak, değnek ve benzeri şeyleri namaz kılınan
yerde kıble cihetine dikey olarak yerleştirip öylece namaz kılmak suretiyle
istihbab yerine gelmiş olur. Bu konuda farklı görüş izhar eden olmamıştır.
Nitekim Peygamber (s.a.v.) seferi durumlarda ve bir de açık havada namaz
kılarken ya önüne mızrak dikmiş, ya da çökmüş vaziyette olan deveyi sütre
edinmiştir.
Sütre
edinilen cismin uzunluğunun bir zira’ (yaklaşık 60-70 cm.) olması ve bir parmak
kalınlığında bulunması da müstehabdır.[75]
d) Malikilere göre: Sütrenin en az zira'ın üçte iki uzunluğunda
olması müstehabsa da İmam Malik diyor ki:
"Onun
bir zira' (60-70 cm.) olması veya bir mızrak uzunluğunda bulunması bence daha
uygun olur." Açık havada deve veya benzeri bir hayvanı da sütre etmekte
bir sakınca yoktur. Zira Nafi'den, onun da İbn Ömer'den yaptığı rivayete göre,
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz çöküp durmakta olan devesini kıble cihetine alıp
onu sütre edinerek namaz kılmıştır.
Bununla
beraber namaz kılanın önünden geçen hiçbir şeyden dolayı namaz bozulmuş olmaz.[76]
19 nolu Ebu
Said hadisinin isnadında Muhammed b. Aclan bulunuyor. Buhari bu zatın
biyografisini verirken onu zayıf raviler arasında zikretmiştir. Yahya el-Kattan
ise, "onun Nafi'den rivayet ettiği hadiste ıztırap vardır" demiştir.
Ahmed b.
Hanbel, İbn Maîn, İbn Uyeyne ve Ebu Hatim, İbn Aclan'ın Muhammed b. Ömer'den
daha sıka olduğunu belirtmişlerdir. Bunda hiç kimse şüphe etmemiştir.[77]
Hadisin
geriye kalan ricalinin hepsi sahih kimselerdir.[78] Bu sebeple mezhep imamları Ebu Said hadisiyle
istidlalde bulunmakta bir sakınca görmemişlerdir.
20 nolu Hz.
Aişe (r.a.) hadisi sahih kabul edilmiş ve sütre edinmenin meşruiyetine
delaletinde dayanak olarak seçilmiştir.
Nitekim 21
nolu İbn Ömer hadisi, bu konuya daha da açıklık kazandırmakta ve açık havada
namaz kılan kimsenin sütre koyması, yani kıble cihetine bir şey dikip öyle
namaza durması müstehab sayılmış ve bunun meşruiyetinde farklı görüş izhar eden
olmamıştır.
22 nolu Ebu
Hüreyre (r.a.) hadisini aynı zamanda İbn Hibban da tahric etmiş ve Beyhaki onu
sahihlemiştir. Ancak Süfyan b. Uyeyne bu hadisin zayıf olduğunu belirtmiş, İbn
Salah ise onu muzdarip hadise misal göstermiştir. Büluğu'l-Meram sahibi bu
hadisin muzdarip olduğunu iddia edenlerin isabet kaydetmediklerini belirterek
sıhhatına kail olmuştur. Nitekim bu rivayeti kuvvetlendiren hayli sahih
hadisler mevcuttur.
1- Kapalı yerde namaz kılarken kıble cihetindeki duvar
veya dolap ve benzeri bir şeyi sütre edinmek ve ona yaklaşmak suretiyle namazı
eda etmek müstehabdır.
2- Gerek açık, gerek kapalı yerlerde arkası dönük bir
kimseyi veya yerinde duran bir hayvanı sütre edinmek meşru'dur.
3- Açık yerlerde bir zira’ uzunluğunda cisim dikip
öylece namaza durmak müstehabdır.
4- Dikilecek cisim bulunmadığı zaman belirgin bir çizgi
çizmek de müstehab sayılmıştır.
5- Namaz kılan kimsenin secde mahallinden veya
ellerinin ya da dizlerinin geleceği yerden geçmek namazı bozmaz. Ne var ki,
geçen kimse günahkar olur.
6- Mahremi olmayan kadını ve bir de kafiri deliyi ve
uyumakta olan kimseyi sütre edinmek caiz değildir.
İslam,
insanın günlük hayatını ilahi nizam düzeyinde değerlendirirken bedenle ruh,
dünya ile ahiret arasında köprü kurar ve denge sağlamayı emreder. Böylece iki
hayata birden sarılmanın gereğini belirtirken, her iki hayatta mutlu ve
bahtiyar; huzurlu ve güvenli olmanın gerçek kıstas ve ölçüsünü ortaya koyar.
Farz namaz,
aklı başında ergen olan her müslümanın bizzat yapması lüzumlu ibadettir. O
bakımdan bu ibadet hiçbir zaman vekil tutmak suretiyle eda edilemez. Zira her
müslümanın namazı vakitlerinde kemal-i edep ve huzur ile kılmasının
sayılmayacak kadar ecirleri söz konusudur. Farz namazlarda bilerek veya bilmeyerek
birtakım kusurlar meydana gelirse, sünnet namazlarla bu gedikler kapatılmış
olur. O bakımdan vakti ve sıhhati müsait olan mü'minlerin farz namazlarla
birlikte sünnet namazları kılmaları tavsiye edilmiş ve bununla Rasulüllah'a
(s.a.v.) daha çok yaklaşma imkanının doğacağına dikkat çekilmiştir.
Böylece
İslam, zamanı ve sıhhati müsait olanlara bir yandan sünnet namazları, bir
yandan da nafile namazları tavsiyede bulunur ve bununla insanın bir günlük
hayatını en güzel ve en dengeli şekilde değerlendirme yolunu gösterir.
Abdullah b.
Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz'den şunu öğrenip hıfzettim: Öğle farzından önce iki
rek'at, öğle farzından sonra iki rek'at, akşam farzından sonra iki rek'at,
yatsı farzından sonra iki rek'at ve sabah farzından önce iki rek'at ki, bu öyle
bir saatte cereyan ederdi ki, ben o saatte Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yanına
giremezdim. Hz. Hafsa (r.a.) bana şöyle haber verdi:
"Fecir
doğup müezzin ezan okuyunca, Rasulüllah (s.a.v.) iki rek'at namaz
kılardı."[79]
Abdullah b.
Şakik'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Hz.
Aişe (r.a.) dan, Rasulüllah'ın (s.a.v.) namazından sordum. O şöyle dedi:
"Rasulüllah
(s.a.v.) öğle farzından önce iki rek'at, öğle farzından sonra iki rek'at; akşam
farzından sonra iki rek'at, yatsı farzından sonra iki rek'at ve sabah farzından
önce iki rek'at namaz kılardı."[80]
Ebu Süfyan
kızı Ümmü Habibe (r.a.) dan yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin
şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Kim
bir gündüz ve bir gecede farz namazlardan başka oniki rek'at namaz kılarsa,
onun için Cennet'te bir ev yapılır."
Tirmizi ise
bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:
"Kim bir
gün ve gecede oniki rek'at namaz kılarsa, onun için Cennette bir ev yapılır:
Dört rek'at öğle farzından önce, iki rek'at öğle farzından sonra, iki rek'at
akşam farzından sonra, iki rek'at yatsı farzından sonra ve iki rek'at da sabah
farzından önce."
Nesai de Ümmü
Habibe hadisini Tirmizi gibi rivayet etmiş, şu farkla ki, o "iki rek'at
ikindi farzından önce" lafzını ilave etmiştir.[81]
a) Hanefîlere göre: Sabah farzından önce, öğle farzından
sonra, akşam farzından sonra ve yatsı farzından sonra iki rek'at nafile
(müekked) namaz kılınır. Aynı zamanda öğle farzından önce de iki rek'at
kılınır.
Bu tertip,
kılınan sünnet namazın kuvvet derecesine göredir. Nitekim Müslim'in rivayetinde
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu belirtilmiştir:
"Sabahın
iki rek'at (sünneti) hem dünyadan, hem de ondaki her şeyden hayırlıdır."
Aynı zamanda
terkedilen hiçbir sünnet kaza edilmez, ancak sabahın iki rek'at sünneti
farzıyla birlikte terkedilirse, zevalden önce kaza etme imkanı olduğu
takdirde, farzla birlikte sünnet de kaza edilir. el-Bahr kitabında deniliyor
ki:
"Kim
sabahın iki rek'at sünnetini inkar ederse onun küfre gitmesinden endişe
edilir."
el-Mebsut'ta
ise, bu sünnetlerden söz edilirken önce öğle sünnetiyle başlanılmıştır.[82]
b) Şafîilere göre: Nafile namazlar iki kısımdır: Bir
kısmı cemaatle kılınması sünnet değildir, (bir kısmı ise, teravih gibi, cemaatle
kılınması sünnettir.)
Cemaatle
kılınması sünnet olmayan nafile (revatib), farz namazlarla birlikte
kılınanlarıdır: Öğle farzından önce iki rek'at, öğle farzından sonra iki
rek'at, akşam ve yatsı farzlarından sonra ikişer rek'at.. Bazısına göre, yatsı
vaktinde hiçbir ratib (sünnet) namaz yoktur. Bir kısmına göre, öğle farzından
önce dört rek'at ratib vardır. Bir kısmına göre ise, öğle farzından sonra da
dört rek'at ratib vardır. Bazısına göre, ikindi farzından önce dört rek'at
ratib vardır ve bunların hepsi sünnettir. İhtilaf ancak müekked olan revatib
hakkındadır. Akşam farzından önce hafif iki rek'at sünnet kılınır. Yahya
en-Nevevi'ye göre, sahih tesbitle, bu iki rek'at sünnettir.[83]
c) Hanbelilere göre: Tetavvuat (sünnet ve nafile)
namazlar iki kısımdır: Biri cemaatle kılınması sünnet olanıdır: Güneş tutulma, istiska
(yağmur talep etme)
ve teravih namazları
bu cümledendir. Diğeri, münferid kılınanlarıdır ki bu da iki kısımdır:
Biri muayyen (belirli) olan sünnettir, diğeri mutlak nafiledir. Muayyen olan
sünnet birkaç, çeşittir. Onlardan biri, farzlarla birlikte kılınan revatib
(sünnet namazlar)dır. Bunlar 10 rek'attir: iki rek'at öğle farzından önce, iki
rek'at öğle farzından sonra, iki rek'at akşam farzından sonra, iki rek'at yatsı
farzından sonra ve iki rek'at de sabah farzından önce..
Ebu'l-Hattab
diyor ki:
"Dört
rek'at de ikindi farzından önce.." Nitekim İbn Ömer'in (r.a.) yaptığı
rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İkindi
farzından önce dört rek'at (sünnet) kılana Allah rahmet eylesin."[84]
Akşam
farzından önce hafif iki rek'at ise, İmam Ahmed'in zahiri kavline göre, sadece caizdir,
sünnet değildir.[85]
d) Malikilere göre: Farzlara tabi olan nafile namazlar
iki kısma ayrılır: Biri revatib, diğeri başka olanıdır. Revatib, öğle farzından
önce vakti girdikten sonra, öğle farzından sonra, ikindi farzından önce vakit
girdikten sonra, akşam farzından sonra kılınan sünnetlerdir; bunlarla ilgili
belli bir sayı yoktur. Ancak efdal
olanı, hakkında hadis
varid olanlarıdır ki onlar:
Öğle farzından önce dört rek'at, öğle farzından sonra dört rek'at, ikindi
farzından önce dört rek'at ve akşam farzından sonra (evvabin namazı olarak)
altı rek'attir. Bunların hükmü, hepsinin müekkeden mendup olmasıdır.
Akşam
farzından önce nafile kılmak, vakit dar olduğu için mekruhtur. Yatsı farzından
önce ise, nafile namaz kılmak hakkında bir nass varid olmamıştır.[86]
76 nolu İbn
Ömer hadisinde öğle farzından önce iki rek'at denilirken, başka sahih bir
rivayette dört rek'at denilmektedir. Bu, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin bazan
iki, bazan da dört kıldığı ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Nitekim Hz.
Aişe'den (r.a.) de bu hususta dört rek'at lafzı rivayet edilmiştir. Diğer bir
ihtimal ise, Rasulüllah'ın (s.a.v.) bu sünnetin iki rek'atini camide, iki
rek'atini evine döndüğünde kıldığıdır. Bunun aksi de söz konusu olabilir: Öğle
farzından önce iki rek'ati evde, iki rek'ati de mescidde kıldığı düşünülebilir.
İbn Ömer (r.a.) O'nun sadece mescidde kıldığı iki rek'ati görmüştür. Evde
kıldığı iki rek'ate ise, Hz. Aişe (r.a.) muttali olmuştur.[87]
Akşam
namazından sonra iki rek'at sünnetten söz edilirken, Buhari "evinde"
diye bir kayıt koymuştur. Diğer bir rivayetinde ise, "akşam ve yatsı
farzından sonraki sünneti evinde kılar" şeklindedir. Bazı ilim adamları bu
rivayetle istidlal edip gece namazlarının (ki akşam ve yatsı sünnetleri buna
dahildir), evde kılınması efdaldir. Gündüz sünnetlerini ise evde değil, camide
kılmak daha iyidir. Nitekim İmam Malik ve İmam Sevri'den de bu anlamda
rivayetler vardır.
74 nolu Ümmü
Habibe (r.a.) hadisi için Tirmizi "hasen ve sahih" kaydını
koymuştur. İbn Hibban da bu hususu açıklayarak hadisin sahih olduğunu
belirtmiştir.
İbn Mace'nin
yaptığı rivayette ise, bu konuda şu hadis nakledilmiştir:
"Kim bir
günde oniki rek'at kılarsa, Allah onun için Cennet'te bir ev yapar: Sabah
farzından önce iki rek'at, öğle farzından önce ve sonra ikişer rek'at, (ravi
diyor ki:) Sanıyorum ki iki rek'at ikindi farzından önce, iki rek'at, sanıyorum
ki akşam namazından sonra ve iki rek'at de son işa (yatsı farzından
sonra).."
Bu hadisin
isnadında Muhammed b. Süleyman el-Esbehani bulunuyor ki, bu zat zayıftır.
Nitekim Ebu Hatim: "Onunla ihticac edilmez" demiştir. Nesai onun
zayıf olduğunu belirtmiştir. İbn Adiy, o çok az hadis rivayet etmiştir, diyerek
pek güvenilir olmadığına işarette bulunmuştur.[88]
Rivayetlerin tamamı,
bu on iki rek'atin müekked olduğunu göstermektedir ki hepsi de farzlara tabi
olan sünnetlerdir.
Ancak Ümmü
Habibe hadisi hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır: Tirmizi yatsıdan sonra
iki rek'at isbat ederken, ikindiden önce iki rek'atın sübut bulmadığını
söylemiştir. Nesai onun aksine bir tesbit ortaya koymuştur. Hz. Aişe (r.a.)
hadisi ise, yatsı farzından sonra iki rek'atin sübutunu ortaya koymakta, ikindi
farzından önce iki rek'atin sübut bulmadığını göstermektedir. Ebu Hüreyre
(r.a.) den rivayet edilen hadiste ise, ikindiden önce iki ve yatsıdan sonra iki
rek'atın ve öğle farzından önce de iki rek'atın sübutu söz konusudur.
1- Sünnet namazlar iki kısma ayrılır: Cemaatle
kılınanlar ve münferiden yerine getirilenler.
2- En kuvvetli ve faziletli müekked sünnet, sabah
farzından, önce kılınan iki rek'at namazdır.
3- Sabah farzından önce, öğle farzından önce ve sonra,
akşam farzından sonra ve yatsı farzından sonra kılınan iki rek'at namaz müekked
sünnettir. Rasulüllah (s.a.v.) bunları terketmemiştir.
4- Öğle farzından önce ve sonra kılınan dört rek'at
sünnetlerin ikişer rek'ati gayr-i müekkeddir. Bunun gibi, ikindi fqrzından önce
ve bir de yatsı farzından önce kılınan dört rek'at namaz da gayr-ı müekkeddir.
5- Malikilere göre, bunların hepsi müekked mendup namazlardır.
Bir önceki
konuda da değindiğimiz gibi, sünnet namazlar, farzlarda meydana gelen
noksanlıkları kapamaya yönelik bulunuyor. Aynı zamanda bunların birtakım
faziletleri ve sevaba kapı açan özellikleri söz konusudur.
Ancak sünnet
namazlar, yani farza tabi olan revatib iki kısma ayrılır: Müekked olan ve
gayr-i müekked olanlar. Birincisi, Rasulüllah ve ashabının devam edip
terketmedikleri sünnetlerdir. İkincisi, ara sıra kılıp bazan da terkettikleri
sünnetlerdir.
Müekked
sünnetleri bir önceki konuda belirtmiş bulunuyoruz. Burada ikinci kısımla
ilgili olan hadisleri ve rivayetleri nakledeceğiz.
Ümmü Habibe
(r.a.) dan yapılan rivayette şöyle demiştir:
Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizden işittim, şöyle buyurdu:
"Kim
öğle farzından önce dört, sonra dört rek'at namaz kılarsa, Allah onu Cehennem
ateşine haram kılar."[89]
İbn Ömer
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
"İkindi
farzından önce dört rek'at namaz kılana Allah rahmet eylesin."[90]
Bera' b. Azib
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Kim
öğle farzından önce dört rek'at kılarsa, gecesini teheccüd ile geçirmiş gibi
olur. Kim de yatsıdan sonra dört rek'at kılarsa Kadir gecesinde kılınan benzeri
namaz gibi sayılır."[91]
a) Hanefilere göre: İkindi farzından önce dört veya iki
rek'at, akşam namazından sonra altı rek'at, yatsı farzından önce ve sonra dört
rek'at namaz menduptur.
Gündüzleyin
kılınan nafile namazlarda bir selamla dört rek'attan fazla rek'at tutmak mekruh
olduğu gibi, geceleyin kılınan nafile namazlarda da bir selamla sekiz rek'atten
fazla tutmak mekruhtur. Bununla beraber gece ve gündüz her dört rek'ati bir
selamla kılmak efdaldır. İmameyne göre, geceleyin kılınan nafile namazların
her iki rek'atini tür selamla tamamlamak efdaldır.[92]
b) Şafîilere göre: Gayr-i müekked sünnetler on iki
rek'attir: Öğle farzından önce müekked iki rek'atın dışında iki rek'at de, yine
müekked sünnetin dışında farzdan sonra; Cumadaki durumda öğle farzından önceki
ve sonraki gibidir. İkindiden önce dört rek'at, akşam farzından önce iki rek'at.
Bunu hafif tutmak sünnettir.[93]
c) Hanbelilere göre: Öğle farzından önce dört, sonra
dört rek'at kılmak müstehabdır. (Bunların ikisi müekked sayılır) İkindi
farzından önce dört rek'at de müstehabdır. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.): "İkindi
farzından önce dört rek'at kılana Allah rahmet eylesin" buyurmuştur.
Bu namazlarda her iki rek'at bir selamla birbirinden ayrı tutulur. Akşam
farzından sonra, iki rek'at müekkedin dışında dört rek'at daha kılmak
müstehabdir. Akşam namazından önce iki rek'at ise, sünnet değil sadece caizdir.[94]
d) Malikilere göre: Öğle farzından önce dört ve sonra
dört, ikindi farzından önce dört ve akşam farzından sonra altı rek'at kılmak
müekkeden menduptur. Akşam vaktinde ise, farzdan önce nafille kılmak -vaktin
darlığı sebebiyle- mekruhtur. Yatsı farzından önce ise, nafile namaz kılmak
hakkında şari'den sarih bir nass varid olmamıştır.[95]
86 nolu Ümmü
Habibe hadisi, Mekhul tarikiyle rivayet edilmiştir, Nesai'ye göre, Mekhul bu
hadisi Anbese b. Ebi Süfyan'dan işitmemiştir. Münzeri de aynı görüştedir. İbn
Kattan ise bu hadisi muallel saymıştır; yani dış görünüşü ile kusursuz gibiyse
de sıhhatini zedeleyen bir kusur vardır. Tirmizi ise aynı hadisi Ebu
Abdirrahman Kasım b. Abdirrahman tarikıyla rivayet edip sahihlemiştir. Ne var
ki bu Kasım'ın zayıf olduğunu söyleyenler vardır. Bununla beraber sıka
(güvenilir) olduğunu kabul edenler de hayli çoktur. Nitekim İbn Hibban da onun
bu rivayetini sahihlemiştir. Bu sebeple müctehidlerin çoğu hadisle istidlal etmişlerdir.
87 nolu İbn
Ömer hadisini Tirmizi "hasen" diye kaydederken, İbn Hibban ve İbn
Huzayme onu sahihlemişlerdir. İsnadında Muhammed b. Mehran bulunuyorsa da, İbn
Hibban ve İbn Adiy gibi iki hadis alimi ve hafızı onun sıka (güvenilir)
olduğunu belirtmişlerdir.[96]
Bu babda Hz.
Ali'nin (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ikindi farzından önce iki rek'atte bir selam vermek
suretiyle dört rek'at namaz kılardı. Taberani de el-Kebir ve el-Evsat'ında bunu
kuvvetlendirir anlamda Amr b. As (r.a.) dan şu hadisi rivayet etmiştir:
"Kim
ikindi farzından önce dört rek'at kılarsa ateş ona dokunmaz."
Hadislerin
tamamı, ikindi farzından önce dört rek'at nafile kılmanın müstehab olduğuna
delalet etmektedir.
88 nolu Bera
b. Azib hadisinin isnadında Nahid b. Şalini el-Bahili ve Ammar bulunuyor ki,
el-Iraki, "Bunlar hakkında cerh ve ta'dile rastlayamadım, demiştir.
Taberani bu manada bir diğer hadisi Bera'dan rivayet etmiştir. Ancak onun
isnadında Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Leyla bulunuyor ki bu zatın hafızası
zayıf kabul edilmiştir. Nitekim Zehebi onun hakkında şu ifadeyi kullanmıştır:
"Saduktur, ancak hafızası pek iyi değildir. Sıka (güvenilir) olduğu
belirlenmiştir."[97]
Taberani de
yine buna yakın anlamda bir hadis rivayet edilmişse de isnadında Yahya b. Ukbe
bulunuyor ki bu zat sıka (gevenilir) değildir.
Sonuç olarak
konumuzu oluşturan hadis, öğle farzından önce dört rek'at namazın meşruiyetine
delalet etmektedir. Aynı zamanda yatsı farzından sonra da dört rek'at namazın
meşruiyeti söz konusudur.
1- Öğle farzından önce, müekked sünnetin yanında iki
rek'at daha kılmak ve öğle farzından sonra yine iki rek'at müekked sünnetle
birlikte iki rek'at kılmak müstehabdır.
2- İkindi farzından önce dört rek'at kılmak müstehabdır.
3- Akşam farzından sonra iki rek'at müekkedle birlikte
dört rek'at daha kılmak müstehabdır.
4- Yatsı farzından sonra iki rek'at müekked sünnetle
birlikte iki rek'at daha kılmak müstehabdır. İmam Malik'e göre, bunların hepsi
müekked mendupdur.
5- Şafii ve Hanbeli'ye göre, sözü edilen dört
rek'atları birer selamla ikişer rek'at halinde kılmak müstehabdır.
6- Akşam farzından önce iki hafif rek'at kılmak, İmam
Ahmed'e göre caiz, diğer iki imama göre müstehab, İmam Malik'e göre mekruhtur.
Çünkü vakit oldukça dar sayılır.
Vitr,
"tek" demektir. Yatsı farzından sonra tek rek'at üzere kılındığından
ona bu isim verilmiştir. Hanefi Mezhebine göre, vacib; diğer üç mezhebe göre
sünnettir. İmam Ebu Hanife'den bu namaz hakkında üç rivayet tesbit edilmiştir:
Farzdır, vacibdir, sünnettir. Ancak son olarak onun "vacibdir"
sözünde karar kıldığı söylenmekte ve hüküm ona göre belirtilmektedir.
Ebu Hüreyre
(r.a.) den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Vitir
namazını kılmayan bizden değildir."[98]
Hz. Ali
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Vitr,
diğer farzlar ölçüsünde vücubiyet ifade etmez. O ancak Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimizin sünnet kıldığı bir sünnettir."[99]
Eyyub (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Vitr
(namazı) haktır. Artık kim onu beş rek'at olarak kılmak isterse, öyle yapsın.
Kim de onu üç rek'at olarak kılmak isterse, öyle yapsın. Kim de onu bir rek'at
olarak kılmak isterse öyle yapsın."[100]
Ebu Davud ise
bu hadisi naklederken şu lafızla rivayeti tesbit etmiştir:
"Vitr
namazı her müslüman üzerine haktır."
İbn Ömer
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen Vitir Namazının ilk iki rek'atini
üçüncü rek'atinden bir selamla ayırırdı ve bazan da selamdan sonra bazı
hacetinden dolayı emir de verdiği olurdu."[101]
İbn Ömer
(r.a.) ile İbn Abbas (r.a.), Rasulüllah (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu
işittiklerini söylemişlerdir.
"Vitir
namazı, gecenin sonuna doğru bir rek'attir."[102]
Hz. Aişe
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir.
''Rasulüllah
(s.a.v.) yatsı namazını bitirince fecir doğuncaya kadar (arada geçen zaman
parçası içinde) onbir rek'at namaz kılar ve her iki rek'atte bir selam verir,
son bir rek'atı de kılıp selamla bitirirdi.."[103]
a) Hanefilere göre: Vitir namazı vacibdir. İmam Ebu
Hanife'den bunun sünnet olduğuna dair bir rivayet yapılmışsa da, son tesbitlere
göre imam bu görüşünden vaz geçmiştir. Zira eğer sünnet olsaydı, gecenin sonuna
geciktirilmesi caiz olmazdı, yani yatsının farzıyla birlikte kılınması
gerekirdi. Oysa vitir namazını gecenin son üçte birine kadar geciktirmekte bir
sakınca olmamakla beraber, hatta böyle yapılmasının efdal olduğunu söyleyenler
de eksik değildir.[104]
Vitir namazı
bir selamla üç rek'attir. İmam Şafii bu namazın rek'at sayısında mükellefin
serbest olduğunu, dilerse bir rek'at, dilerse üç rek'at, dilerse beş, yedi,
dokuz veya onbir rek'at olarak kılabilir. İmam Zühri ise, "vitir namazı
Ramazan ayında üç rek'at, sair zamanlarda bir rek'at olarak kılınır"
demiştir.
Vitir
namazının vakti, yatsı namazının vaktidir. Ancak yatsıdan önce, yani bu vaktin
farzından önce kılınması sahih olmaz. Fecir doğuncaya kadar vakti sürer.
İmam Ebu
Yusuf’a göre, yatsı farzından hemen sonra kılınır.[105]
b) Şafiilere göre: Vitir namazı sünnettir. En azı bir,
en çoğu onbir rek'attir. Onüç rek'at diyen de olmuştur. Her iki rek'atinde bir
selam verilir ve son kalan bir rak'at tek olarak kılınır.
Vitir
namazının vakti, yatsı namazıyla fecir doğması arasında geçen zamandır. Bu
namazı gecenin en sonuna doğru en son kılınan namaz olarak bırakmak sünnettir.
Ramazan ayının son ikinci yarısında ise, vitir namazının üçüncü rek'atinde
kunut duası okumak menduptur.[106]
c) Hanbelilere göre: Vitir namazı bir rek'attir, aynı
zamanda müekked sünnettir. Ancak bunu üç veya daha fazla rek'ata çıkarmakta
bir sakınca yoktur. Nitekim Osman b. Affan, Sa'd b. Ebi Vakkas, Zeyd b. Sabit,
İbn Abbas, İbn Ömer, İbn Zübeyr, Ebu Musa, Muaviye ve Aişe (Allah hepsinden
razı olsun) bu namazı bir rek'at olarak kılmışlardır. Buna itiraz eden de
olmamıştır. İbn Ömer (r.a.): "Vitir bir rek'attir. Bu, Rasulüllah'ın
(s.a.v.), Ebu Bekr'in ve Ömer'in vitridir" demiştir.
Ebu'l-Hattab
ise, "Vitrin en azı bir, en çoğu onbir, kemal mertebesinin en aşağısı ise
üç rek'attir" demiştir.[107]
d) Malikilere göre: Vitir müekked menduptur (sünnettir).
Onu iki rek'at şeklinde kılmak mekruhtur veya ona iki rek'at eklemek
mekruhtur. Ancak bir rek'at eklenirse, namaz bozulmaz, iki rek'at eklenirse
kılınan namaz hükümsüz kalır.
Vitrin biri
ihtiyari, diğeri zaruri olmak üzere iki vakti vardır: İhtiyari vakti, yatsı
farzından sonra olan vakittir. O bakımdan kılınan yatsı farzının vakit girmeden
kılındığı anlaşılırsa, o takdirde vitir namazı da iade edilir. Zaruri vakti
ise, fecir doğduktan sabah namazı tamamlanıncaya kadar olan zamandır. O
bakımdan kişi sabah namazını kılarken, vitir namazını kılmadığını hatırlarsa,
sabah namazını olduğu yerde kesip vitri kılması menduptur. İsterse kişi bu
durumda imam veya münferid olsun farketmez. Bu durumda vitir namazını özürsüz
olarak zaruri vakte kadar geciktirmek mekruhtur. Sabah namazını kıldıktan
sonra vitir namazını kılmadığını hatırlarsa, artık vitri kaza etmesi gerekmez;
çünkü sünnet namazdır, yani nafile kapsamına girer ve kazası vacip değildir.[108]
95 nolu Ebu
Hüreyre hadisini aynı zamanda İbn Ebi Şeybe de rivayet etmiştir. Ancak
isnadında Halil b. Mürre bulunuyor. Ebu Hatim ve Buhari'ye göre, bu zat
zayıflar arasında bulunuyor.
Ebu Zer'a ise
onun salih bir kişi olduğunu söylemiştir.[109]
Hadisin
senedinde zayıf bir ravinin bulunmasından dolayı müctehid imamların çoğu bu
hadisi dayanak seçmemişler ve istidlale uygun görmemişlerdir.
96 nolu Hz.
Ali hadisini ise, Tirmizi hasenlemiş ve el-Hakim de sahihlemiştir. Bu sebeple
müctehidlerce istidlale uygun görülmüştür.
97 nolu Ebu
Eyyub hadisini Ebu Hatim, Darekutni ve başka hadis alimleri sahihlemişlerdir.
Hafız İbn Hacer de bu tesbitin isabetli olduğunu belirtmiştir. Aynı hadisi az
değişik lafızlarla İbn Hibban, Darekutni ve el- Hakim de tahric etmişlerdir.[110]
98 nolu İbn
Ömer hadisi sahihtir. Aynı zamanda vitir namazının üç rek'atinden ikisini, son
rek'atinden selamla ayırmanın meşruiyetine delalet etmektedir.
100 nolu Hz.
Aişe hadisine gelince: Hz. Aişe (r.a.) dan bu konuda birbirinden farklı dört
rivayet yapılmıştır:
"Peygamber
(s.a.v.) onüç rek'at kılar ve beş rek'atle vitri yerine getirirdi."
Rasulüllah (s.a.v.) ne ramazan ayında, ne de başka zamanlarda (geceleyin)
onbir rek'atten fazla kılmazdı. Önce dört rek'at kılardı ki onun güzelliğini ve
uzunluğunu sorma. Sonra yine dört rek'at kılardı; onunda güzelliğini ve
uzunluğunu sorma. Sonra da üç rek'at kılardı." "Rasulüllah (s.a.v.) dokuz
rek'at namaz kılar ve ancak sekizinci rek'atte teşehhüde otururdu. Sonra kalkıp
dokuzuncu rek'ati kılar selam verirdi. Sonra da yani selam verdikten sonra oturduğu
halde iki rek'at daha kılıp selam verirdi. Ve işte bu onbir rek'at eder. Sonra
yaşlanınca vitri dokuz rek'at olarak kılardı."
Bütün bu
farklı rivayetlerden dolayı Hz. Aişe hadisinde ızdırab olduğu söylenir. Zira
aralarında bir tercih yapmak çok zordur.
Şevkani ise,
bu rivayetlerin arasını telif etmenin mümkün olduğunu ye hepsinin de onbir
rek'atla ilgili bulunduğunu kaydetmiştir.[111]
Vitir namazı
konusunda daha birçok rivayetler vardır. Beyhaki el-Hilafiyatta: "Allah
tektir, teki sever. O halde ey Kur'an ehli siz vitir namazını kılın"
hadisini; İbn Ebi Şeybe ve Ahmed b. Hanbel: "Allah size bir namazı
fazla kıldı, onu muhafaza edin; o, vitir namazıdır" hadisini rivayet
etmiştir. Bunun isnadında iki zayıf tesbit edildiğinden istidlale uygun
görülmemiştir. Hafız Bezzar: "Şüphesiz Allah size bir namaz ile
emretmektedir; o, vitirdir" Beyhaki: "Şüphesiz Allah size bir
namaz artırdı; o, vitirdir" mealindeki hadisi rivayet etmişlerdir.
Ancak ikinci hadisin isnadında birtakım farklı tesbitler söz konusudur.
İbn Mes'ud
(r.a.) den yapılan rivayette, şöyle dediği tesbit edilmiştir:
"Vitir
her müslümana vacibdir."
Ancak bu
hadisin isnadında Cabir el-Cu'fi bulunuyor ki, cumhur bunun zayıf olduğunu
belirtmiştir. Sevri ise onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir.
Şüphesiz bu
hadisler dikkate alınınca, bir kısmı vitrin vücuhuna, bir kısmı sünnet olduğuna
delalet etmektedir. Cumhur ise, bu namazın vacib değil, sünnet olduğuna
kaildir. Cumhura bu babda Ebu Hanife muhalefet etmiştir. Başka da ona muvafakat
eden olmamıştır.
Nitekim İbn
Ömer (r.a.) dan yapılan sahih rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) vitir namazını
deve üzerinde bulunduğu bir sırada inmeden kılmıştır. Eğer bu namaz farz veya
vacib olsaydı, hayvan üzerinde kılınması caiz olmazdı.
Diğer yandan "Vitir
haktır." "Vitir namazını muhafaza edin" şeklindeki
rivayetler ise, onun vücubuna delalet etmektedir.
1- Ebu Hanife'ye göre, vitir namazı üç rek'attir ve
vacibdir.
2- Şafii'ye göre, en azı bir, en
çoğu onüç rek'attir ve sünnettir.
Üç rek'at olarak kılındığı takdirde, iki rek'atin sonunda selam verilir ve
sonra kalan bir rek'at tek olarak kılınır.
3- Hanbeli imamına göre, vitir bir rek'attir ve müekked
sünnettir. Ancak isteyen üç veya daha fazla (tek olmak kaydıyla) rek'at
kılabilir.
4- İmam Malik'e göre, Vitir bir rek'attir ve müekked
sünnettir. Biri ihtiyari, diğeri iztirari olmak üzere iki vakti vardır.
Teravih,
"terviha"nın çoğuludur. Aslı masdar olup "rahata
kavuşturma", "rahatlatma" gibi manalara gelir.
Her iki veya
her dört rek'at sonunda kısa bir süre dinlenme; faslına geçildiği veya yemekten
sonra sindirim sistemini rahata kavuşturduğu veya iftardan sonra mü'minlerle
toplu halde yapılan ibadetle ruha huzur ve neşe bahşettiği için ona bu isim verilmiştir.
Teravih
namazıyla ilgili hayli rivayetler vardır... İlim adamlarının, müctehid
imamların bu konuda tesbit ve istidlalleri az farklıdır.
Ebu Hüreyre
(r.a.) dan yapılan rivayette, şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, ramazanda gece ibadetini tergib ve teşvik ederken onun
mutlaka yerine getirilmesini (azimet düzeyinde) emretmedi. Rasulüllah (s.a.v.)
şöyle buyurdu:
"Kim
inanarak, sevabını yalnız Allah'tan bekleyerek ramazan geceleri kalkıp ibadet
ederse, geçmiş günahları bağışlanır." (Kul ve millet hakkı müstesna)[112]
Abdurrahman
b. Avf (r.a.) den yapılan sahih rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz
şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz
ki Cenab-ı Hak ramazan orucunu farz kıldı; ben de ramazan geceleri namaz kılıp
ibadet etmeyi sünnet kıldım. Artık kim ramazan orucunu tutar ve inanarak,
karşılığını yalnız Allah'tan bekleyerek kalkıp ibadet ederse, anasından doğduğu
gündeki gibi günahlarından çıkmış olur."[113]
Cübeyr b.
Nüfeyr'den, o da Ebu Zer (r.a.) den rivayet ediyor. Ebu Zer (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizle birlikte oruç tuttuk ve ramazandan yedi gün geçtikten
sonra bizimle beraber gece ibadetine (teraviha) başladı, gecenin üçte biri
geçinceye kadar buna devam etti. Üçüncü gün bizimle birlikte bu ibadete
kalkmadı, beşinci günü kalktı ve gecenin yarısı geçinceye kadar devam etti.
Bunun üzerine biz O'na:
"Ya
Rasulallah! Bu gecemizden kalan kısmı da nafile namazla geçirsek ya?"
dedik. Buyurdu ki:
"Kim
imamla birlikte kalkar da imam bitirip ayrılıncaya kadar namaza devam ederse,
ona bütün bir geceyi ibadetle geçirmişcesine sevap yazılır."
Bundan sonra
Rasulüllah (s.a.v.) ramazandan üç gün kalıncaya kadar bizimle birlikte gece
namazı (teraviha) gelmedi. Üçüncü günü gelip bizimle o namazı kılarken ehlini
ve eşlerini de çağırdı ve bizimle namaz kılmaya başladı ve o kadar devam etti
ki, sahuru kaçıracağımızdan endişe ettik."[114]
Hz. Aişe
(r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz Mescid'de namaz kıldı; müslümanlar da Onun kıldığı namazı
kıldı ve insanlar iyice (rağbet edip) çoğaldı. Sonra üçüncü gece veya dördüncü
gece insanlar namaz için gelip toplandılarsa da Rasulüllah (s.a.v.) onların
yanına çıkmadı. Sabah olunca da şöyle buyurdu:
"Sizin
ne yapıp işlediğinizi gördüm; beni sizin yanınıza çıkmaktan alıkoyan tek şey,
bu namazın size farz kılınır endişesi idi."
Bu olay
ramazanda cereyan etti."[115]
Abdurrahman
b. Abdi'l-Kaari’den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ramazanda
Ömer b. Hattab ile birlikte mescide doğru çıktık. İnsanlar dağınık bir şekilde
ayrı ayrı namaz kılıyor; adam namaz kılarken bir grup onun kıldığı gibi
kılıyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi:
"Bunları
bir tek kari’ (güzel kur'an okuyan bir zat)ın arkasında toplamayı, (yani cemaat
halinde bu namazı kılmalarını) uygun görüyorum" Sonra Ömer (r.a.) buna azmederek
müslümanları Ubey b. Ka'b'ın imamlığı altında topladı. Bir gece sonra Ömer'le
birlikte mescide çıktığımızda, insanların hepsinin bir tek kari’ (Kur'an okuyan
imamın) arkasında ona uyup namaz kılmakta olduklarını gördük. Bunun üzerine
Hz. Ömer (r.a.):
"Bu ne
güzel bid'attır! Bu namazı gecenin sonuna doğru geciktirmek üzere uyuyanlar,
gecenin evvelinde kılanlardan daha üstündürler, yani faziletleri daha
büyüktür."[116]
a) Hanefilere göre: Teravih namazı, erkek ve kadınlara
müekked sünnettir. Bunda ashabın icma'ı vardır. Onlardan sonra gelen ilim
adamlarından hiç biri bunu red ve inkar etmemiştir. O bakımdan teravih namazını
inkar eden kimse günahkar ve yoldan sapmış sayılır, aynı zamanda şehadeti
makbul tutulmaz.
Teravih namazı,
ramazanın her gecesinde bütün bir ay yatsı namazından sonra kılınır; gecenin
sonuna kadar vakti devam eder. Vitir namazından önce de, sonra da kılınmasında
bir sakınca yoktur. Ancak ilim adamlarının ileri gelenleri, bunun vitirden önce
kılınmasını daha uygun görmüşlerdir.
Yirmi rek'at
olarak cemaatle kılınması sünnettir. Ancak bu sünnet kifayet üzere
sayıldığından, cemaatten bir kısmının kalmasıyla diğerlerinden cemaatle kılma
sünneti sakıt olur. Her iki rek'atte bir selam verilebileceği gibi, her dört
veya her sekiz rek'atte de bir selam verilebilir. Ancak iki veya dört rek'atte
bir selam vermek efdaldır. Her dört rek'atin sonunda bir süre oturmak
müstehabdır.
Ayrıca
teravih namazını hatimle kılmanın da sünnet olduğu söylenir. Ayakta kılmak
mümkün olduğu takdirde oturarak kılmak mekruhtur.[117]
Teravih
namazından sonra ramazana mahsus olmak üzere Vitir Namazı da cemaatle kılınır.
Bunda icma' vardır.
b) Şafiilere göre: Teravih namazı, erkek ve kadınlara
müekked sünnettir. Cemaatle kılınması da sünnettir. Ancak bu namazın cemaatle
kılınması sünnet-i ayndır, yani her kişinin cemaate katılması sünnettir. Bir
kısmının katılmasıyla bu sünnet katılmayanlardan sakıt olmaz. O bakımdan evinde
teravih kılmak isteyen kimsenin, ev halkıyla cemaat halinde kılması sünnettir.
Yalnız başına kıldığı takdirde namazı sahih kabul edilir, ama cemaat sevabını
kaçırmış olur.
Teravih
namazı yirmi rek'at olarak kılınır, her iki rek'atte bir selam verilir. Hepsini
bir tek selam ile kılmak caiz ve sahih değildir..[118]
Ömer b.
Abdilaziz zamanında Teravih namazı otuz altı rek'ate çıkarılmıştır. Bunun
sebebi müslümanların Mescid-i Haram'da bu namazı kılarken her dört rek'atin
sonunda Kabe'yi bir defa tavaf etmeleridir; yani tavaf dolayısıyla uzayan
teravih vaktine beraberlik sağlamaktır.
Vakti ise,
yatsı namazından sonra başlar, fecir doğuncaya kadar devam eder. Vitir
namazından önce kılınması efdaldır.
Teravih
namazının cemaate bıkkınlık vermediği takdirde hatimle kılınması sünnettir. Şu
şartla ki, imam kıraati çok acele okumayacak, harflerin mahreçlerini birbirine
karıştırmayacak, Allah kelamını anlaşılır bir tarz ve sadelikle okuyacak.[119]
c) Hanbelilere göre: Teravih namazı müekked sünnettir.
Tamamı yirmi rek'attir. Cemaatle kılınması efdaldır. Cemaate ağır gelmeyecek,
meşakkat doğurmayacak hususu dikkate alınarak kıraati uzatmamak efdaldır.
Teravihten sonra vitir namazının da cemaatle kılınması müstehabdır.[120] Diğer bir tesbite göre, teravih namazını cemaatle
kılmak sünnet-i ayndır, yani her kişinin bizzat cemaate katılmasıyla cemaat
sevabına erişmesi mümkündür. Bir kısmının katılmasıyla diğerlerinden bu sünnet
sakıt olmaz.[121]
d) Malikilere göre: Teravih namazı, namaz kılma durumunda
olan her erkek ve kadına te'kiden menduptur. Aynı zamanda cemaatle kılınması
da menduptur.
Ayrıca bu namazı
yatsının farzından sonra, vitir, namazından önce kılmak sünnettir. Vitirden
sonra kılmak ise, mekruhtur.
Tamamı 36
rek'at olmakla beraber yirmi rek'at olarak da kılmakta bir sakınca yoktur. Her
iki rek'atin sonunda oturmak suretiyle yirmi rek'atin sonunda selam vermek
kerahetle sahihtir. Ramazan süresince teravih namazını hatimle kılmak
menduptur. Ancak imam hafız değilse, hatimle kılmamakta bir sakınca yoktur..[122]
109 nolu Ebu
Hüreyre hadisi sahihtir ve istidlale engel bir durum yoktur.
İbadetin en
güzeli ve en makbulü, şartlarına uygun kalp yatışkanlığıyla eda edilen
farzlardan sonra, gecenin sükûnetinde her türlü gösterişten, art niyetten uzak
olarak kılınan namaz, yapılan zikir, dua ve tesbihtir.
O bakımdan
başta Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ve ashab-ı kiram olmak üzere bu ümmetin
salihleri, velileri, kamil ilim adamları gece ibadetine ayrı bir ilgi duymuşlar
ve başka bir özen göstermişlerdir.
İslam
fıkhında bu namaza "teheccüd" denilmiştir. Bunun manası, uyumayıp
kalkmak demektir. Bu manayla, gece bir süre uyuduktan sonra kalkıp namaz
kılmaya, zikir ve duada bulunmaya bu isim verilmiştir.
Ebu Hüreyre
(r.a.) den yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden "Farz
namazdan sonra hangi namaz daha üstündür ve fazileti muciptir?" diye
soruldu. Efendimiz şöyle cevap verdi:
"Gecenin
içinde kılınan namaz."
O'na yine:
"Ramazan'dan sonra hangi oruç daha üstündür?" diye soruldu. Buyurdu
ki:
"Allah'ın
ayı Muharrem orucu."[123]
Amr b.Absete
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin
şöyle buyurduğunu işitmiştir:
"Kulun
rabbısına en yakın olduğu anlar, gecenin sonuna doğru (kalkıp namaz kıldığı,
zikrettiği) zamandır. Artık sen o saatte Allah'ı zikredenlerden olmaya güç
getirebiliyorsan, öyle ol!.."[124]
Abdullah b.
Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Oruçların
Allah yanında en çok sevileni, Davud'un orucudur. Yine Allah yanında namazın en
çok sevileni, Davud'un namazıdır. Davud (a.s.) gece yarısı uyur ve (kalan
kısmın) üçte birinde kalkardı. Altıda birinde uyurdu. Ve O, bir gün oruç tutar,
bir gün iftar ederdi."[125]
Övülen ve
misal verilen Davud'un (a.s.) namaz ve orucu, nafile kapsamına girenidir.
Hz. Aişe
(r.a.) dan soruldu:
Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizin geceleyin (namaz kılarken) kıraati nasıldı?
Cevap verdi:
"Bazan
gizli okur, bazan da aşikar okurdu."[126]
a) Hanefilere göre: Gece kalkıp namaz kılmak, ibadet etmek
menduptur. ilim adamlarından bir cemaate ve usulcülerin ileri gelenlerine göre,
bu namaz Rasulüllah'a (s.a.v.) farz idi. Diğer bir gruba göre, Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz hakkında da tetavvu’ idi. Onun için tetavvu' olan bir namaz,
ümmeti için sünnet kabul edilir.
Özellikle
gece namazını, gecenin son bölümüne geciktirmek sünnettir ve daha faziletlidir.
Gece
namazının sekiz rek'at olması tavsiye edilmişse de, bunun azının iki, çoğunun
sekiz veya yedi, dokuz, onbirdir. Hatta onüç olduğunu söyleyenler de vardır.
Tabii tek rakamlarda vitir namazı da buna dahildir.
Şüphesiz
teheccüd namazı Allah'a yakınlık sağlar ve günahların temizlenmesine vesile
olur.[127]
Fetava-yi
Hindiyye'de de teheccüd namazından sözedilirken şu kısa bilgi verilmiştir:
"Nafilelerden biri de "gece namazı"dır. Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimizin teheccüdünün tavanı sekiz, tabanı iki rek'at idi."[128]
b) Şafiilere göre de teheccüd namazı nafiledir. Bunu
itiyad haline getiren kimsenin terketmesi mekruhtur. Ancak zaruri haller
müstesna.. Nitekim Buhari ve Müslim'in yaptıkları rivayete göre, Rasulüllah
(s.a.v.) Abdullah b. Amr b. As’a (r.a.) şöyle buyurmuştur:
"Sen
artık falan kimse gibi olma! O, gece kalkıp namaz kılardı, sonra onu
bırakıverdi."
Gece
namazında kıraat, gizli ile aşikar arasında bir tonda olmalıdır. Ancak teravih
namazı müstesna, o aşikar okunur. Bütün geceyi ibadetle geçirmek, sağlığa
zararlı olacağından mekruh sayılmıştır. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) bu hususta
Abdullah b. Amr'i uyardığı söz konusudur. Aynı zamanda geceler arasında yalnız
cuma gecesini namaz ve ibadete tahsis etmek de mekruhtur. Nitekim Müslim'in
yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Cuma
gecesini, geceler arasında seçip namaz ve ibadete tahsis etmeyin!"[129]
c) Hanbelilere göre: Teheccüd'ün efdalı, gecenin son
bölümünde olanıdır. Nitekim Rasulüllah"ın (s.a.v.) Amr b. Anbese'ye bu
hususta tavsiyeleri olmuştur.
Aynı zamanda
gecenin son üçte biri kalınca Cenab-ı Rabbi'l-Alemin'in rahmet ve gufranıyla
dünya semasına tecelli etmesi ve kullarına seslenmesiyle ilgili hadis, bu
namazın gecenin son bölümünde kılınmasının daha faziletli olduğuna delalet
etmektedir.
Gece namazına
kalkıldığında ağzı misvaklamak sünnettir. Aynı zamanda" teheccüde iki
hafif rek'atle başlamak da müstehabdır.[130]
Ayrıca bu
namaz, vitir dahil onbir veya onüç rek'ate kadar kılınabilir. Nitekim İbn
Abbas'ın (r.a.) Rasulüllah'ın onüç rek'at, Hz. Aişe'nin (r.a.) da onbir rek'at
kıldığını söylediklerine dair sahih rivayet varid olmuştur.
Teheccüd
namazını itiyad haline getiren kimsenin, onu kaçırdığı takdirde bu mezhebe
göre, onu sabah namazından sonra öğle namazına kadar olan süre içinde kaza
etmesi müstehabdır.[131]
d) Malikilere göre de, teheccüd namazı menduptur ve
ikişer rek'at halinde kılınması sünnettir.[132]
Bu konuda İbn
Adiy'yin, Taberani'nin ve Beyhaki'nin Bilal'dan yaptıkları, "Size
gereken gece kalkıp (teheccüd) namazı kılmaktır. Çünkü bu sizden önceki
salihlerin yol ve adetidir" mealindeki rivayetin isnadında el-Leys'in
katibi Abdullah b. Salih bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı tesbitler söz
konusudur. Zehebi bu isim üzerinde durmamıştır.
İbn Mace'nin
Cabir (r.a.) den rivayet ettiği: "Kimin gece namazı çok olursa,
gündüzleyin yüzü güzel olur" mealindeki hadisin isnadında şüphe
vardır. el-Iraki bunun mevzu' hadise benzerliğine dikkat çekmiştir.[133]
120 nolu Ebu
Hüreyre hadisi sahihtir ve istidlale, salih görülmüştür. .
121 nolu Amr
b. Anbese hadisinin isnadındaki ricalin hepsi sahihtir. Bunu kuvvetlendirir
mahiyette Kütüb-i Sitte'de geçen Ebu Hüreyre (r.a.) hadisidir. Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz: "Cenab-ı Hak her gece, gecenin üçte biri geçince
(rahmet ve gufranıyla) dünya semasına iner ve şöyle buyurur: Gerçek melik
benim. Artık kim bana dua edip istekte bulunursa onu karşılarım, kim benden bir
istekte bulunursa veririm; kim istiğfarda bulunursa, onu bağışlarım. İşte bu
hal fecir doğuncaya kadar sürer" buyurmuştur.
Buna yakın
birkaç hadis daha rivayet edilmişse de yapılan ciddi araştırmalarla münker veya
zayıf oldukları tesbit edilmiştir.
122 nolu
Abdullah b. Amr hadisi de sahihtir ve istidlale salih görülmüştür. Böylece
gecenin üçte ikisi geçtikten sonra teheccüd namazına kalkmanın ve bir gün oruç
tutup bir gün iftar etmenin Allah yanında sevilen bir ibadet olduğuna açık
delalet vardır.
123 nolu Hz.
Aişe hadisinin ricalinin hepsi sahihtir.. Bu babda konuyu kuvvetlendirir
anlamda şu rivayet de vardır: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, Ebu Bekir'e:
"Sana
uğradım, okuyordun, ama sesini çok alçaltıp hafif tutuyordun?" buyuranca, o,
"Münacaatta
bulunduğum zat beni duymaktadır" diye cevap verdi. Bunun üzerine
Resulüllah (s.a.v) ona:
"Sesini
biraz yükselt" buyurdu. Sonra Ömer'e dedi ki:
"Sana
uğradım, (namazda) okuyordun ve sesini yükseltiyordun?" Bunun üzerine Ömer:
"Ben
uyuyanları uyandırıyorum, şeytanı da kovup uzaklaştırıyorum" diye cevap
verdi. Resulüllah (s.a.v) ona:
"Sesini
biraz alçalt!" buyurdu.
Nitekim Ebu
Davud'un İbn Abbas (r.a) dan yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah'ın
(s.a.v) kıraati, odasında ve evinde bulunanlara duyuracak bir tonda idi."
Buna yakın
anlamda Ebu Davud'un yaptığı rivayette, Ebu Hüreyre (r.a) diyor ki:
"Resulüllah'ın
(s.a.v) geceleyin kıraatine gelince: Bazan sesini yükseltir, bazan da
alçaltırdı."
Şüphesiz
bütün bu rivayetler geceleyin kılınan namazla ilgilidir. Gündüz namazına
gelince, ister farz, ister nafile olsun, cemaatle kılınmadığı takdirde
çevresindekilerin işitmeyeceği dikkate alınarak bir kıraat yapılır; daha
doğrusu sadece kendisi işitecek kadar hafif okur. Nitekim Resulüllah (a.s)
ashabına uğradığında namaz kıldıklarını ve kıraatte birbirlerine duyuracak
kadar seslerini yükselttiklerini görünce onlara şöyle tavsiyede bulundu:
"Şüphesiz
namaz kılan kimse, ancak aziz ve celil olan Rabbına münacaatta bulunuyor. O
bakımdan kime münacaatta bulunduğuna dikkat etsin ve Kur’an okurken birbirinize
duyuracak şekilde sesinizi yükseltmeyin."
Bu hadisi
Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş ve el-Irakî de bunun isnadının sahih olduğunu
belirtmiştir.
Gece namazına
kalkıldığında önce hafif sayılacak şekilde iki rek'at namaz kılmak, sonra da
kıyamı uzun tutmak suretiyle ikişer rek'at halinde kılmak müstehabdır.
Nitekim Hz.
Ayşe'den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Resulüllah
(s.a.v) Efendimiz gece namazına kalkınca, önce hafif iki rek'at ile
başlardı."[134]
Ebu Hüreyre
(r.a) ise, şöyle demiştir: Resulüllah (s.a.v) Efendimiz'den duydum buyurdu ki:
"Sizden
biriniz geceleyin kalkınca, namazına önce hafif iki rek'atle başlasın."[135]
Bu iki hadis
de sahihtir ve gece namazına önce hafif iki rek'at kılmak suretiyle başlamanın
meşruiyetine delalet etmektedir.
Şüphesiz
böyle yapmanın birtakım faydaları söz konusudur:
a- Önce bedene az bir hareket sağlamayı ve ondan sonra
ayakta daha fazla durmaya yönelmeyi amaçlar.
b- Daha iyi toparlanmaya, ilahi huzurda daha çok saygı
ve tazimle durmaya yardımcı olur.
1- Gecenin bir bölümü geçtikten sonra uykudan kalkıp
teheccüd namazı kılmak sünnet veya müstehapdır.
2- Bu namaz Resulüllah (s.a.v) Efendimiz hakkında vacib
idi.
3- Gece namazının en azı, iki, en çoğu sekiz rek'attır.
4- Vitir namazıyla birlikte bu onbir rek'at eder.
5- Gece namazına önce hafif sayılır anlamda iki
rek'atle başlamak, sonra diğer rek'atlerde kıyam ve kıraati uzatmak sünnet veya
müstehapdır.
6- Gece namazına daha çok gecenin üçte ikisi geçtikten
sonra kalkmak müstehapdır.
7- Gece namazını itiyad haline getiren kimsenin onu bir
mazeret yokken terketmesi, Şafiîlere göre mekruhtur.
8- Gece namazında, çevreyi rahatsız etmemek şartıyla
sesi biraz yükseltmekte bir sakınca yoktur. Bazan az yüksek sesle, bazan da
hafif alçak sesle kıraatte bulunmak suretiyle kılmak daha uygundur. Öyle ki,
sesi, ortam ve şartları dikkate alarak ayarlamak müstehabdır.
9- Gece namazı kalbi yufkalaştırıp irfanı artırır.
Yüzde ilahi letafetin tecellisine sebep olur.
10- Rahmet meleklerinin daha çok yaklaşmasını, şeytanın
uzaklaşmasını sağlar.
Sabah namazından sonra
güneş doğup bir mızrak (yaklaşık 35-45 dakikalık süre) yükselinceye kadar namaz
kılmak müctehid imamların çoğuna göre mekruhtur, imamlardan bir kısmına göre
ise, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar kaza namazı kılınabilir.[136]
Kuşluk vakti olunca,
hayata yepyeni bir güçle, tazelenmiş imanla dönmek ve o günü kalp huzuruyla ve
ilahi murakaba şuuruyla geçirmek için en az iki rek'ât namaz kılmak sünnettir.
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz fırsat ve imkan buldukça bu namaza devam etmiş ve
ashabına da tavsiyede bulunmuştur.
Yapılan sahih rivayete
göre, Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir:
"Gönül dostum
Rasulüllâh (s.a.v.) bana şu üç şey ile tavsiyede bulundu:
1- Her ay üç
gün oruç tutmayı,
2- Kuşluk
vakti iki rek'at namaz kılmayı,
3- Uyumadan
önce vitir namazını kılmayı.."[137]
Ebu Zer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden
herbiriniz sabahladığında her eklemine karşı bir sadaka gerekir. Her tesbih
bir sadakadır, her tahmid bir sadakadır ve her tehlil de bir sadakadır; her
tekbir de bir sadakadır; iyilikle emretmek de bir sadakadır, kötülükten
men'etmek de bir sadakadır. Bunların hepsine karşılık, kuşluk vakti kılınan
iki rek'at namaz kafi gelir."[138]
Bu manayla Rasulüllah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İnsanda 360 eklem
vardır. Her ekleme karşılık bir sadaka vermesi gerekir."
Bunun üzerine ashab-ı
kiram:
"Ya Rasulallah!
Kimin buna gücü yeter?" deyince, Efendimiz (s.a.v.):
"Mescide
atılan sümüğü savıp gidermek veya yolda (gelip geçenlere eziyet veren) şeyi
uzaklaştırıp atmak (bu sadakalara bedel kafi gelir). Buna da gücü yetmeyen kimseye
iki rek'at kuşluk namazı yeter."[139]
Nuaym b, Hemmar (r.a.)
den, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Aziz ve Celil
olan rabbınız buyurdu ki; Ey ademoğlu! Günün evvelinde benim için dört rek'at
namaz kıl, günün sonunda ben sana yeterli olayım."[140]
a) Hanefi
mezhebine göre: Duha (kuşluk) namazı menduptur. En azı iki, en çoğu oniki
rek'attir. Vakti ise, güneş (bir mızrak
boyu) yükseldikten zevale kadar olan zaman parçasıdır.[141]
b) Şafîilere
göre: Kuşluk namazının en azı iki, efdalı altı, ekseri oniki rek'attir.
Bazısına göre, efdalı sekiz rek'attir. Her iki rek'atte bir selam vermek
menduptur.[142].
Kuşluk namazı
sünnettir. Vakti ise, Hanefilerde olduğu gibi, güneş bir mızrak boyu
yükseldikten sonra başlar, zeval vaktine kadar devam eder. Gündüzün dörtte biri
geçtikten sonra kılınması ise efdaldır.[143]
c)
Hanbelilere göre: Kuşluk namazı müstehabdır. Vakti ise güneş biraz yükselip
ısısı artıp şiddetlendiği zamandır. Bu namaza devam etmek, Ebu'l-Hattab'a göre
müstehabdır. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bunu ashabına tavsiye
etmiştir.
Bazılarına göre,
kuşluk namazına devam etmek müstehab değildir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) ona
devam etmemiştir.[144]
d)
Malikilere göre: Kuşluk namazı te'kiden menduptur, "sünnettir"
diyenler de olmuştur. Bu namazı, ikindi namazıyla güneş batması arasında geçen
süre kadar güneş doğduktan sonra geciktirmek efdaldır.[145]
134 nolu Ebu Hüreyre
hadisinin ricali sahihtir. Nitekim bunu kuvvetlendirir mahiyette bir diğer
rivayet yine Ebu Hüreyre'den (r.a.) yapılmıştır. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Duha (kuşluk)
namazının iki rek’atine devam edip koruyan kimsenin günahları deniz köpüğü
kadar bile olsa, bağışlanır."
Tirmizi bu hadisi
hasenlemiş ve Ebu Said'den (r.a.) yaptığı rivayetle bunun arasında bağ
kurmuştur. Şöyle ki, Ebu Said diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bazan duha namazına öyle devam ederdi ki, biz "artık
bir daha onu bırakmayacak" derdik. Bazan da öyle bırakırdı ki, biz
"artık bir daha bu namazı kılmayacaktır" derdik."
Muaz el-Adviyye diyor
ki: Hz. Aişe'ye (r.a.) sordum:
"Rasulüllah (s.a.v.)
kuşluk namazı kılar mıydı?"
O bana şu cevabı
verdi:
"Evet, dört
rek'at kılar ve Allah'ın dilediği kadar rek'atleri artırırdı."
Bunu, Müslim, Nesai ve
Tirmizi rivayet etmişlerdir.
Bu konuda birçok
rivayet daha vardır. İbn Kayyım bunları yedi maddede toplamıştır:
1-
Sünnettir.
2-
Rasulüllah (s.a.v.) bazı olay ve sebeplerden dolayı kuşluk vakti namaz
kılmıştır. Nitekim Mekke'nin fetih günü Ümmü Hani' (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) çok hafif olmak üzere kuşluk vakti sekiz rek'at namaz kıldı." O
bakımdan emirler bu namaza "Fetih Namazı" da demişlerdir.
3- Seferden
dönünce bu vakte rastladığı zaman namaz kılmıştır. Hz. Aişe (r.a.) validemiz bu
konuda şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) seferden dönünce eve girmeden mescide girer ve iki rek'at namaz
kılardı."
4- Bir
sahabinin evinde kuşluk vakti namaz kılması, kuşluk vaktiyle değil,
ev sahibine namaz
nasıl kılınır hususunu göstermek
ve öğretmek içindi.
5- Müstehab
bile değildir..
6- Bazan
kalmak, bazan terketmek müstehabdır.
7-
Bid'attir, kılınmaması daha doğru olur. İbn Ömer'den de bu anlamda bir rivayet
vardır.
Muhaddis el-Hakim ise,
bu namazın sünnet olduğunu isbat eder anlamda yirmi kadar sahabeden rivayet
yapmış ve bu konuda özel bir bölüm meydana getirmiştir. Suyuti de bu konuyla
ilgili rivayetleri biraraya getirerek bir cüz oluşturmuş ve sünnet veya
müstehab olduğunu belirtmiştir.
Böylece bütün,
rivayet, tesbit ye görüşler biraraya getirildiğinde, kuşluk namazının sünnet
veya müstehab olduğu ağırlık kazanıyor. 135 nolu Ebu Zer hadisinin senedi
sahihtir.
136 nolu Nuaym b.
Hemmar hadisi üzerinde hayli ihtilaf (görüş ve tesbit farkları) vardır. Önce
"Hemmar" ismi üzerinde durulmuştur: Kimine göre "Hammâr",
kimine göre "Hemmar", kimine göre "Heddar", kimine göre
"Hemmam" ve kimine göre de "Hammar"dır
O bakımdan bu isim
şüpheyle karşılanmıştır.
1- Kuşluk
namazı, sünnet veya müstehabdır.
2- En azı
iki rek'at, en çoğu oniki rek'attir. Dört veya sekiz rek'at olarak kılınması
efdaldır.
3- İki
rek'atte bir selam yermek efdaldır.
4- Kuşluk
namazının vakti, güneş bir mızrak boyu yükselince (yaklaşık 35-45 dakikalık
süre) başlar, zevale kadar devam eder.
5-
Malikilere göre, vacib kuvvetinde sünnettir.
6- Hergün
mutlaka devam edilmesi sünnet değildir.
7- Büyük ecir
ve mükafatlara vesiledir.
Cami ve mescidler,
Cenab-ı Hakk'a ibadet edilen kutsal evlerdir. Oralarda ancak Allah'a kulluk
ölçüleri içinde ve kuralları doğrultusunda mü'minler izzet ve şeref kazanıp
gerçek kişiliklerini bulurlar. Aynı zamanda fanilere kul olma zilletinden
kurtulup Hakk'a yakınlık sağlamanın mutluluğuna erişirler.
Şüphesiz mabedler,
ilahi rahmet ve gufranın bolca tecelli ettiği, rahmet dileyen meleklerin
nöbetleşe uğradığı müstesna yerlerdir. O bakımdan abdestli bir vaziyette cami
ye mescidlere giren müslümanın, oraya hürmet ve tazim niyetiyle oturmadan önce
hafif anlamda Allah rızasını arzulayarak iki rek'at namaz kılması tavsiye
edilmiştir.
Ebu Katade (r.a.), dan
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden
biriniz mescide girdiği zaman, iki rek'at kılmadıkça oturmasın."[146]
Cabir b. Abdillah
(r.a.) dan yapılan rivayete göre: Gatafan kabilesinden Selik cuma günü mescide
girdiğinde oturdu. O sırada Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz hutbe irad ediyordu.
Ona iki rek'at namaz kılıp öyle oturmasını emretti."[147]
Müslim'in yaptığı
tahricde ise konu şöyle ifade edilmiştir:
"Gatafan
kabilesinden Selik, Hz. Peygambere (s.a.v.) sattığı devenin bedelini almak üzere
Mescide geldiğinde, Rasulüllah (s.a.v.) ona iki rek'at kılmasını emretti."
Bu iki rivayetten
birinden namaz kılmadan oturması nehyedilmiş, diğerinde ise namaz kılması
emredilmiştir. Rivayetlerin zahiri, emrin vücuba; nehyin bu vücubun tahkikina,
terkinin de tahrimine delalet etmektedir. Buna dayanarak Zahiriler
"Tahiyyetü'l-Mescid Namazı"nın vücubuna kail olmuşlardır.
Cumhur ise bu konudaki
diğer rivayetleri de dikkate alarak, Tahiyyetü'l-Mescid Namazının sünnet
olduğunu belirtmiştir. İmam Nevevi de "bu hususta ümmetin icma'ı
vardır" diyerek cumhurun görüşüne katılmıştır.
Cumhur bu konuda
birçok delillerle birlikte daha çok şu rivayeti göz önünde bulundurmuştur:
"Camiye girip içerideki cemaatin omuzlarını aşarak ilerleyen adama,
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Otur, cidden (cemaata) eziyet
ettin!" buyurmuş ve fakat Tahiyyetü'l-Mescid namazı kılmasını
emretmemiştir."
Aynı zamanda bu
namazın vacib olmadığına delil olarak da, "ashab-ı kiramın zaman zaman
mescide girip çıktıkları olurdu ki, bu girişlerinde namaz kılmazlardı"
rivayeti söz konusudur. İbn Ebu Şeybe bunu Zeyd b. Eslem'den rivayetle
nakletmiştir.[148]
a)
Hanefilere göre: Tahiyyetü'l-mescid, yani mescidin rabbına tazim namazı
sünnettir. Zira tahiyyet yere değil, yerin sahibinedir. Cami ve mescidlerin
sahibi ise ancak Cenab-ı Rabbi'l-Alemin'dir.
Mescid ve cami
denilince umum ifade ederse de, Mescid-i Haram istisna teşkil eder. Zira oraya
girildiğinde Tahiyyetü'l-Mescid değil de onun yerine tavaf yapılır. Ancak tavaf
yapmak istemeyen kimsenin yine hürmeten orada da iki rek'at namaz kılması
tavsiye edilmiştir.
Tahiyyetü'l-mescid
namazı iki rek'attir. Arzu eden dört rek'at kılabilirse de efdal olanı iki
rek'atle yetinmektir. Aynı zamanda bu namaz kerahet vaktine tesadüf ettiği
takdirde kılınmaz. Mesela: Fecirden sonra veya ikindi farzından sonra cami veya
mescide giren kimse Tahiyyetü’l-mescid namazı kılmaz, belki tesbih ve tehlilde
bulunur ve Hz. Peygamber'e (s.a.v.) salat-ü selam getirir.
Cami ve mescide giren
kimsenin oturmadan önce Tahiyyetü'l-Mescid namazı kılması meşru' kılınmıştır.
Bazısına göre, az oturup öyle kalkıp kılması uygun olur, denilmişse de birinci
tesbit ve görüş daha sahihtir.[149]
b) Şafiilere
göre: Tahiyyetü'l-Mescid namazı sünnet olarak iki rek'attir. Camiye giren
kimsenin hemen farza veya başka bir sünnete durması da bu namazın yerine geçer
ve böyle durumlarda ayrıca iki rek'at kılmaya gerek yoktur. Ancak bir tek
rek'at kılmakla gerçekleşmeyeceği gibi, sahih kavle göre cenaze, tilavet
secdesi ve şükür secdesi de Tahiyyetü'l-Mescid yerine geçmez. Cami ve mescide
tekrar girmekle de bu namaz da tekrarlanır.[150]
Kerahet vakti söz konusu değildir.
Camiye girip oturmak
isteyen kimsenin abdestli ise en az iki rek'at kılması sünnettir. Bu da
oturmadan önce yerine getirilir. Ancak farzı kaçırmak veya vaktin çıkması
tehlikesi söz konusu olduğu zaman terkedilir.[151]
c)
Hanbelilere göre: Cami ve mescide giren kimseye oturmadan önce iki rek'at
namaz kılmak sünnettir. Bununla beraber girip namaz kılmadan oturan kimseye
yine de kalkıp iki rek'at Tahiyyetü'l-Mescid kılması sünnettir. Hanbeliler bu
konuda Ebu Katade hadisiyle Gatafanlı Selik olayıyla istidlal etmişlerdir.[152]
d)
Malikilere göre: Tahiyyetü'l-Mescid sadece iki rek'attir. Aynı zamanda te'kiden
menduptur. Sünnet olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Tahiyyetü'l-Mescid,
cami ve mescide oturmak maksadıyla giren kimseye menduptur; ama sırf bir
kapısından girip diğer kapısından çıkmak için giren kimseye mendup değildir.[153]
Abdest namazdan önce,
Hakk'a takarrup için yapılan bir ameliyedir; aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın
huzuruna iç ve dış temizliğini biraraya getirmek suretiyle çıkmak için yerine
getirilen bir farizadır.
Abdestin sayılmayacak
kadar faydaları söz konusudur. O bakımdan Cenab-ı Hak böylesine fazileti cami’
bir ibadeti yerine getirmemizi bize müyesser kıldığı için iki rek'at namaz
kılmak suretiyle O'na arz-ı ubudiyyette bulunmak kadar tabii ne olabilir?
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, sabah namazında Bilal'e
şöyle demiştir:
"Ya Bilal!
İslam'da işlediğin en çok umut veren amelinden bana haber ver. Çünkü gerçekten
ben Cennette hemen önümde senin ayakkabının tıkırtı sesini duydum."
Bunun üzerine Bilal
şöyle dedi:
"Benim yanımda en
çok ümit beslediğim amelim, gece olsun, gündüz olsun, ne kadar abdest aldımsa,
bana takdir edilen namaz (müyesser kılınan) ne ise onu yerine getirdim"
Yani abdestten sonra namaz kıldım.[154]
Dört mezhebe göre de,
abdestten sonra; sefere çıkılırken ve seferden dönüldüğünde ikişer rek'at namaz
kılmak menduptur. Çünkü hiç kimse evinden ayrılırken kıldığı iki rek'at
namazdan daha hayırlı bir şey geriye bırakmış olmaz.[155]
Ka'b b. Malik (r.a.)
da diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz seferden mutlaka gündüzleyin daha çok kuşluk vakti gelmiş
olurdu. Şehre girince önce mescide girer iki rek'at namaz kıldıktan sonra
orada bir süre otururdu."[156]
İstihare,
"hayır" kökünden türetilen mezid masdardır. Türkçemizde buna
"Allah'tan hayır dileme, hayır umma" diyoruz.
Cenab-ı Hak ilmiyle,
kudretiyle, rahmet ve inayetiyle her şeyi kapsayıp kuşatmış, her zerreye nüfuz
etmiş ve eşyayı bütünüyle tasarrufu altında tutmuştur. O'na nisbetle geçmiş,
gelecek ve şimdiki zaman diye bir kavramı söz konusu değildir.
O kudret kalemiyle
beşerin kader çizgisini çizmiş; bize nisbetle olmuş, olacak her şeyi takdir
edip belirlemiştir.
Bu bakımdan bir mesele
hakkında tereddüt ettiğimiz veya teşebbüs etmek istediğimiz bir iş, bir konuya
doğru adım atmaya cesaret edemediğimiz neticenin iyi mi, yoksa kötü mü
olacağını kestiremediğimiz zaman, Rasulüllah'ın (s.a.v.) tarif ettiği şekilde
Cenab-ı Hakk'a yönelip O'ndan hayır ve yardım, ilham ve işaret beklememiz
tavsiye edilmiştir.
Bunun için önce
"İstihare"de bulunmamız sünnettir.
Cabir b. Abdillah
(r.a.) diyor ki:
Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz, bize hemen her işte, Kur'an'dan nasıl bir sure öğretiyorduysa,
öylece istiharede bulunmamızı da öğretti. O şöyle buyurdu:
"Sizden
biriniz bir işe başlamaya azmedip yönelince, önce farz namazdan başka olmak
üzere iki rek'at namaz kılsın ve arkasından şöyle desin: Allah'ım Senin ilminle
Senden hayır diler ve umarım; Senin kudretinle Senden kudret isterim ve Senin o
büyük fazl-u kereminden dilerim. Çünkü gerçekten Senin kud-retin yeter, benîm
kudretim yetmez; Sen bilirsin, ben bilmem. Sen gaybleri çokça bilensin.
Allah'ım! Eğer şu
(teşebbüs etmek istediğim) işin benim dinim, geçimim ve akıbetim için
hayırlıysa, (veya şöyle der: Şimdi ve şimdiden sonraki durumum ve işim için
hayırlıysa), onu bana takdir edip kolaylaştır; sonra da onu benim için mübarek
kıl. Eğer bu iş dinim, geçimim ve akıbetim için (veya şöyle der: Şimdiki ve
şimdiden sonraki durumum için) şer ve kötüyse, onu benden çevirip uzaklaştır,
beni de ondan... Hayır ve iyilik ne yandaysa onu bana takdir eyle ve sonra da
beni hoşnut kıl onunla. Bunları söyledikten sonra asıl haceti ne ise onu söyler."[157]
Îbn Mes'ud (r.a.)
diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz bize istiharede bulunmamızı öğretti. O şöyle buyurdu:
"Sizden
biriniz bir işe teşebbüste bulunmayı dilediği zaman şöyle desin:..."[158]
Ebu Bekir Sıddik
(r.a.) diyor ki:
Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz bir işe teşebbüsü murad ettiği zaman, şöyle dilek ve duada bulunurdu:
"Allah'ım! Bunu benim için hayırlı eyle ve seç.."[159]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz'den işittim şöyle buyuruyordu:
"Sizden
biriniz bir iş ve durumu irade ettiği zaman şöyle dua ve dilekte bulunsun:
Allah'ım! Senin ilminle Senden hayır diliyorum.."
Sonunda da şunu
söyler:
"La havle
vela kuvvete illa billah."[160].
İbn Abbas ve İbn Ömer
(Allah ikisinden de razı olsun) şöyle demişlerdir:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz, bize nasıl Kur'an'dan bir sure öğretiyorduysa, öylece istiharede
bulunmayı da öğretti. Şöyle dilek ve duada bulunmamızı buyurdu:
"Allah'ım!
Senden hayır ve iyilik diliyorum"[161] .
Sa'd b. Ebi Vakkas
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ademoğlunun
saadetine delalet eden (hususlardan biri de), Aziz ve Celil olan Allah'a
istihare etmesi, O'ndan hayır ye iyilik ummasıdır."[162]
154 nolu Cabir hadisinde,
iki rek'at namaz kılmakla emredilmesi, vücup ve farziyeti gerektirmemektedir.
Zira sahih tesbitlere göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bedevinin:
"Şu beş vakit namazı
Allah mı farz kıldı?" şeklindeki sorusuna,
"Evet" diye cevap vermiş ve bedevinin,
"Bundan fazlası
var mıdır?" sorusuna ise,
"Hayır, meğer
ki nafile kılasın" buyurmuştur.
Şüphesiz bu hadis, sadece beş vakit namazın farz kılındığına açık delil olarak
bulunuyor.
Dört mezhep
imamlarının hepsi de istihare namazının meşruiyetini kabul etmiştir.
a)
Hanefilere göre: İstihare, hayırlı bir işi arzulamak ve hayırla sonuçlanmasını
dilemektir. O bakımdan gelecekle ilgilidir. Cenab-ı Hakk'ın iki durunıdan hayırlı
olanını izhar etmesi için O'na yönelip iki rek'at namazla bu husustaki dileği
arzetmekle gerçekleşir.[163]
Abdurrahman
el-Ceziri'ye göre de, istihare namazı dört mezhebin fıkhında menduptur.[164] İbn
Kudame de Cabir hadisini naklederek bu namazın mendup olduğuna temas etmiştir.
1- Bir işe
başlamada tereddüt hasıl olduğu zaman, istiharede bulunmak menduptur.
2- İstihare
namazı iki rek'attir ve diğer namazlar gibi kılınır.
3- Namazdan
sonra Cabir (r.a.) hadisinde geçen dua okunur.
Bilindiği gibi, nafile
namazlardan Teravih, Husuf (ay tutulma), Küsuf (güneş tutulma) namazı cemaatle
kılınır. Vitri sünnet kabul eden mezheplere göre, bu namaz da ramazanda
cemaatle kılınır.
Diğer nafile
namazların münferiden kılınması tavsiye edilmiş ve cemaatle kılınması ise,
çoğu imamlara göre mekruh sayılmıştır.
Zeyd b. Sabit (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Namazın
efdalı (en üstünü ve faziletlisi), kişinin kendi evinde kıldığı namazdır;
ancak farz namazlar müstesna.."[165]
Hz. Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimizden (namazın mescidde kılınmasıyla, evde kılınması hakkında) sordum.
Buyurdu ki:
"Ama kişinin
kendi evinde kıldığı namaz nurdur. O halde evinizi nurlandırın!"[166]
Cabir (r.a.) den yapılan
rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden
biriniz mescidde namazını kılıp yerine getirdikten sonra, namazından kendi evi
için de bir nasip (pay) ayırsın. Çünkü Cenab-ı Hak onun evinde kıldığı namazından
bir hayır meydana getirir."[167]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Evlerinizi
kabirler yapmayın. Çünkü gerçekten şeytan, içinde Bakara Suresi okunan evden
kaçar."[168]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Evlerinizde
(de) namaz kılınız, onları kabir yapmayınız!"[169]
Utban b. Malik (r.a.)
anlatıyor:
"Ya Rasulallah! Dedim.
Şüphesiz benim evimle bulunduğum semt mescidi arasına (zaman zaman) sel
giriyor. O bakımdan şunu arzu ediyorum: Evime şeref versende onun bir yerinde
namaz kılsan ve ben de o yeri mescid edineyim."
Bunun üzerine
Rasulüllah (s.a.v.) ona:
"İleride öyle
yaparım" buyurdu. Bir süre sonra
onun evine geldi ve:
"Nerede namaz
kılmamı arzu ediyorsun?" diye
sordu.
Ravi diyor ki:
"Evimde münasip
bir yere işaret ettim. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz kalkıp orada namaza durdu,
biz de Onun arkasında saf olduk ve bize iki rek'at namaz kıldırdı."
Bu rivayete dayanıp
istidlalde bulunanlara göre, nafile namazını cemaatle kılmak sahihtir. Ancak
müctehid imamların tesbit, yorum ve ihticacları farklıdır.
a)
Hanefilere göre: Ramazan dışında nafile namazı cemaatle kılmak mekruhtur. Ancak
Ramazan'da Teravih namazı nafile kapsamına girmekle beraber cemaatle kılınması
meşru' kılınmıştır. O bakımdan nafile namazları cemaatle kılmamak ihtiyata
daha uygundur.[170]
Yine nafile namazları evde
kılmak efdaldır. Rasulüllah (s.a.v.) bu konuda gösterişten uzak kalacağına
işaretle şöyle buyurmuştur:
"Farz namaz
dışında adamın kıldığı en faziletli ve üstün namaz, evinde kıldığıdır."[171]
Nitekim yapılan sahih
rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz sabahın iki rek'at sünnetini
evinde kılıp öylece Mescid'e gelirdi. Hem cemaatle namaz kılmak İslam'ın
şeairindendir ve farzlara, vaciplere mahsus bir sünnettir. Nafileler için
meşru’ değildir. Sadece Teravih namazı bir istisna teşkil eder ki, o da
Rasulüllah'ın (s.a.v.) fiiliyle sübut bulmuştur.[172]
b) Şafiilere
göre: Kaza ve nafile namazlarda cemaat farz ve sünnet değildir.[173]
c)
Hanbelilere göre: Tetavvuat, yani nafile namazlar, biri cemaatle, diğeri
münferiden kılınmak üzere iki kısımdır. Cemaatle kılmanı, ay tutulma, güneş
tutulma ve teravih namazlarıdır. Münferiden kılmanı ise, beş vakit farza tabi
olan sünnetlerle diğer nafile namazlardır.
Sünnet ve nafile namazların
ise evde kılınması efdaldır. Nitekim Rafi’ b. Hudayc (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz Beni Abdi'l-Eşhel kabilesine uğrayıp bize geldi. Akşam namazını
kıldırdıktan sonra şöyle buyurdu:
"Akşamın iki
rek'at sünnetini evinizde kılınız."[174]
d)
Malikilere göre: Nafile namazları gece veya gündüz cemaatle kılmakta bir
sakınca yoktur. Bunun gibi adam kendi evinde nafile namazları ev halkıyla
cemaat halinde kılabilir.[175]
Nafile namazlar evde
cemaat halinde kılınabilir diyenlerin dayandıkları birtakım rivayetler vardır:
a) İbn Abbas
(r.a.) diyor ki:
"Bir gece
Rasulüllah'ın (s.a.v.) arkasında durup namaz kıldım; ancak Onun sol tarafında
durmuş bulunuyordum; O başımı tutup beni sağ tarafına doğru çekip
götürdü."[176]
b) Enes b.
Malik (r.a) diyor ki:
"Ben ve evimizde
(büyüttüğümüz) yetim bir çocuk annem Ümmü Süleym'le birlikte Resulüllah'ın
arkasında cemaat olup namaz kıldık. Biz iki çocuk Resulüllah’ın arkasında,
annem de bizim arkamızda durmuş bir halde Resulüllah'a uyduk."[177]
Bu iki rivayet sahih
olmakla beraber kılınan namazın nafile olduğu İbn Abbas rivayetinden
anlaşılıyorsa da, ikinci rivayetten anlaşılmıyor. Hem bunlar haber-i vahid
olduğundan müctehidlerin çoğu delil olarak seçmemiştir. Sadece İmam Malik bu
rivayetlerle istidlal etmiştir.
1- İster
farzlara bağlı sünnetler, isterse diğer nafile namazlar olsun, bunlar cemaatle
kılınmaz; cemaatle kılınmasında kerahet vardır.
2- Nafile
namazlardan Teravih, Ay Tutulma ve Güneş Tutulma namazları cemaatle kılınır,
bunda kerahet yoktur. Bu, Hanbelilere göredir.
3- İmam
Malik'e göre, nafile namazlar gece olsun, gündüz olsun cemaatle kılınabilir.
Özellikle adamın kendi evinde ev
halkıyla cemaat olup kılmasında bir sakınca yoktur.
İslam, Allah'ın
insanlara en son mesajı olarak yepyeni hükümlerle, kalıcı müeyyidelerle
donatılmış ve furuatta, ahkamda diğer dinlerden ayrı hükümler getirmiş ve kötü
adet ve geleneklerden ayrılıp ruha taze gıda veren esas ve prensipler koymuştur.
O bakımdan, Allah'a
ortak koşan müşriklerin Allah'tan başkasına ibadet ettikleri vakitlerde
müslümanların namaz kılmasını yasaklamış ve bunun için birtakım kerahet
vakitlerini belirlemiştir.
Ebu Said (r.a.) den yapılan
rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İkindi farzından sonra
güneş batıncaya kadar hiçbir namaz (meşru) değildir. Aynı zamanda sabah
farzından sonra güneş doğuncaya kadar hiçbir namaz yoktur"[178]
Diğer bir anlatım ve
lafızla şöyle buyurulmuştur:
"İki namazdan sonra
namaz yoktur: Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından
sonra güneş batıncaya kadar.."
Ömer b. Hattab (r.a.)
den yapılan rivayete göre, "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, sabah
namazından sonra güneş doğuncaya kadar; ikindi namazından sonra güneş batıncaya
kadar namaz kılmayı yasaklamıştır."[179]
Amr b. Absete (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Peygambere
(s.a.v.):
"Ya Nebiyyellah! Bana
namazdan sözet" dedim. Buyurdu ki:
"Sabah
namazını kıl, sonra güneş doğup yükselinceye kadar namaz kılma, bekle. Çünkü
gerçekten güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğmaktadır ki o sırada kafirler
ona secde ederler. Sonra namaz kıl, zira namaz meşhûd ve mahdûrdür (yani melekler
ona şahid olup hazır olurlar).Ta ki gölge yerinde titreşip (dikey mızrak
misali) sağa sola meyletmediği vakte kadar (istediğin takdirde namaz
kılabilirsin). Güneş tam istivaye gelince, o sırada Cehennem iyice köpürüp
kızışır. Gölge (doğuya) doğru yönelince
namaz kıl. Çünkü gerçekten namaz meşhûd ve mahdûrdür. İkindi vaktine kadar
(istediğin kadar namaz kılabilirsin), İkindi farzını kılınca, güneş bâtincaya
kadar namaz kılma. Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasında guruba gider ki o
sırada kafirler ona secde eder."[180]
Ukbe b. Amir (r.a.) diyor
ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bizi şu üç vakitte namaz kılmaktan ve ölülerimizi defnetmekten
men'etti:
1- Güneş
çıkıp belirginleşerek yükseldiği zaman,
2- Öğleye
doğru istivaye gelip (herşeyin gölgesinin titreşip kaldığı) vakit;
3- Guruba
yönelip batıncaya kadar geçen süre
içinde..[181]
a)
Hanefilere göre: Mekruh olan üç vakit var ki, o vakitlerde farz, vacib ve
nafile olarak hiçbir namaz kılınmaz:
1- Güneş
doğup bir mızrak (35-45 dakikalık süre) boyu yükselinceye kadar,
2- Güneşin
gök kubbesinin ortasına gelip her şeyin gölgesinin titreşip durduğu istiva
vaktinden batıya meyledinceye kadar geçen süre içinde,
3- İkindiden
sonra güneşin sararıp gözün ferini almayacak duruma geldiği vakitten batıncaya
kadar geçen süre içinde. Ancak o günün henüz eda edilmeyen ikindi farzı
kerahetle kılınır.[182]
Hanefiler bu konuda
Ukbe b. Amir hadisiyle istidlal etmişlerdir. .
Sözü edilen bu üç
vakitte nafile namaz kılmak tahrimen mekruhtur. İsterse o nafile namaz bir
sebebe dayansın; abdestten sonra tavsiye edilen iki rek'at namaz,
tahiyyetü'l-mescid namazı gibi.
İmam Ebu Yusuf’a göre,
istiva vaktinde nafile kılmak mekruh değildir.
Ayrıca fecir doğduktan
sonra sabahın iki rek'at sünnetinin dışında nafile kılmak da mekruhtur. Aynı
zamanda sabahın farzından sonra da nafile kılmak mekruh sayılmıştır. Bunlar
gibi ikindi farzından sonra, isterse güneş sararmarmş ve gözün ferini alacak
kadar parlak olsun yine de nafile namaz kılmak mekruhtur.
Akşam farzından önce
de nafile kılmak mekruhtur. Bunun gibi, cuma günü hatip hutbeye çıktığı andan
namaz kıldırıncaya kadar geçen süre içinde nafile kılmak mekruh sayılmıştır.
Farz namaz için ikamet
getirildiğinde, sabah sünneti müstesna olmak üzere, nafile kılmak keza
mekruhtur. Bayram namazından önce evde; sonra ise camide nafile kılmak da
kerahet kapsamına girmektedir. Hac günlerinde Arafat ile Müzdelife arasında
akşam namazı yatsı vaktine geciktirilir ve bu iki farz arasında nafile
kılınmaz, kerahet söz konusudur.
Bunlardan başka, sofra
hazır olduğunda, küçük veya büyük abdes sıkıştırdığında, farzı eda etmek için
vakit daraldığında da nafile kılmak mekruhtur.[183]
b) Şafiilere
göre: Mekke haremi dışında istiva vaktinde, güneş doğunca, sabah farzından
sonra güneş doğup yükselinceye kadar, ikindi farzından sonra, güneş sararıp
batıncaya kadar namaz kılmak mekruhtur. Ancak belli sebebe dayanan namazlar bu
genellemenin dışında kalır: Kaçırılan farz namaz, güneş tutulma namazı,
tahiyyetü'l-mescid namazı, şükür secdesi, başlanıp da bozulan nafilenin kazası
bu cümledendir.[184]
c)
Hanbelilere göre: Sabah namazından sonra güneş doğup bir mızrak boyu
yükselinceye kadar, güneş gök kubbesinin ortasına gelip her şeyin gölgesinin
titreşip yerinde kaldığı (istiva) zamanı ve bir de ikindi farzından sonra güneş
batıncaya kadar geçen süre içinde namaz kılmak mekruhtur.
Ancak kazaya kalmış
namazları; ister mutlak, isterse mukayyed olsun nezir (adak) namazları, tavaf
namazı, cenaze namazı bu genellemenin dışında kalır, yani bunlar için kerahet
vakti söz konusu değildir.[185]
d)
Malikilere göre: Hadislerde belirtilen üç vakitte namaz kılmak men'edilmiştir:
Sabah namazından sonra güneş doğup yükselinceye kadar; istiva vaktinde ve bir
de ikindi farzından sonra güneş batıncaya kadar..[186]
Bu konuda ondan fazla
sahih rivayet vardır. Onlardan bir kısmını nakletmekte yarar görüyoruz:
Taberani'nin Abdullah
b. Amr (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sabah
farzından sonra güneş doğuncaya kadar ve ikindi farzından sonra güneş batıncaya
kadar namaz kılmayın."
Taberani'nin Zeyd b.
Sabit (r.a.) den yaptığı rivayete göre:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ikindi farzından sonra namaz kılmayı men'etmiştir."
Tirmizi'nin Seleme b.
Ekva' (r.a.) den yaptığı rivayete göre:
"Rasulüllah
(s.a.v.) her farz namazdan sonra mutlaka iki rek'at nafile kılardı; ancak sabah
ve ikindi farzından sonra kılmazdı."
Cumhur da sabah ve
ikindi farzlarından sonra namaz kılmanın mekruh olduğunu belirtmiştir. İmam
Nevevi ise bu hususta ittifak hasıl olduğunu söyler. Hafız İbn Hacer de aynı
görüştedir. Ancak seleften bir cemaatin, mekruh vakitle ilgili hükmün
kaldırıldığını iddia ettiğini nakletmekte ve bu hususta geniş bilgi
vermektendir. Zahiriler de bu husustaki nehyin mensuh olduğuna kaildirler.
İmam Şafii ise, bu iki
vakitte bir sebebe dayanan namazlar kılınabilir, demiştir.[187]
Bunların delili,
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin kaçırdığı öğle sünnetini ikindi farzından sonra
kılmasıdır.
İbn Hazm ise, kerahetle
ilgili hükmün nesh edildiğini belirtmiş ve şu hadisin nasih olduğunu iddia
etmiştir:
"Sabah
farzından bir rek'ate -henüz güneş doğmadan- yetişen kimse ve güneş henüz
batmadan ikindi farzından bir rek'ate yetişen kimse (o namaz yetişmiş
sayılır.)"
Oysa bu hadis, vaktin
geciktirilen farzıyla ilgilidir, diğer namazlarla ilgili değildir. O bakımdan
kerahet hükmünü neshettiği söylenemez.
Hz. Aişe'nin (r.a.)
azadlı kölesi Zekvan'ın yaptığı rivayete göre: Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz hem ikindi farzından sonra namaz kılar, hem
de (başkasını ondan) men'ederdi. Aynı zamanda oruç tutup itftar etmeden ikinci
gün oruca başlardı ve visali (iftar etmeden iki günü birbirine bağlayarak oruç
tutmayı) men'ederdi."
Bu rivayetin senedinde
Muhammed b. İshak'ın, Muhammed b. Amr b. Ata'dan yaptığı rivayet söz konusudur
ki, Muhammed b. Amr hakkında birtakım sözler söylenmiştir. O bakımdan bu rivayete
pek itibar edilmemiştir.
1-
Sabah farzından güneş doğup
yükselinceye, ikindi farzından, güneş batıncaya kadar namaz kılmak
tahrimen mekruhtur. Aynı zamanda istiva vaktinde de namaz kılmak mekruhtur.
2- Sözü
edilen bu üç vakitte farz, vacib ve nafile namazlardan hiç biri kılınmaz.
Ancak geciktirilen ikindi farzı kerahetle kılınır.
Bu, daha çok rey
tarafdarı olan imamlara göredir.
3- Fecir
doğduktan sonra sabah sünnetinden başka nafile namaz kılmak; sabah farzından
sonra nafile namaz, akşam farzından önce nafile namaz kılmak mekruhtur.
4-
Belirtilen bu iki vakitte kaza namazı kılmak mekruh değildir.
5- Bir
sebebe dayanan namazları sözü edilen kerahet vakitlerinde kılmakta bir sakınca
yoktur. Bu, daha çok İmam Şafii'nin ictihadıdır.
6- Nezir,
tavaf, cenaze ve benzeri belli sebebi olan namazlar için kerahet vakti yoktur,
her zaman kılınabilir. Bu, Hanbelilere göredir.
7-
Zahirilere göre: Mekruh olan vakitlerle ilgili hüküm neshedilmiştir. O bakımdan
farz, vacib ve nafile namazlar her zaman kılınabilir.
Tilâvet'ten maksat,
Kur'an'da geçen secde ayetlerinin okunması ve o sebeple Cenab-ı Hakk'a secde
edilmesidir.
Müctehidlerden bir
kısmına göre, Kur'an'ın 15, bir kısmına göre ise 14 yerinde secde ayeti
geçmektedir. Aradaki fark, Hac Suresinde bir mi, yoksa iki mi secde ayeti
bulunduğundan kaynaklanmaktadır. İmam Malik’e göre 11 yerde geçer.
Kur'an'dâki secde
ayetlerini okuyan veya okunduğunu duyan mü'minlerin abdestli bir vaziyette
Allah'a secde etmeleri vâcib olur. Zira sözü edilen ayetlerde ya doğrudan, ya
da dolayısıyla secde emredilmektedir. Şüphesiz ilahi emre uymak vücubu
gerektirir ve aklı başında olan ergen her müslümana da yakışan ancak böyle
yapmasıdır. Zira Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Kulun Cenab-ı Hakk'a
en yakın olduğu zaman, secdede bulunduğu anlardır" buyurarak,
secdenin önemini ve lüzumunu belirtmiştir. Namaz ibadetinin dindeki yerinin
önemi ve yüksek fazileti de bir yönüyle içendeki secdeden dolayıdır.
1- Â'raf:
7/206.
2- Ra'd:
13/15.
3- Nahl:
16/48.
4- İsra:
17/107.
5- Meryem:
19/58.
6- Hac:
22/18.
7- Furkan:
25/60.
8- Neml:
27/25.
9- Secde:
32/15.
10- Sad:
38/24.
11-
Fussilet: 41/38.
12- Necm:
53/62.
13- İnşikak:
84/21.
14- Alak:
96/19.
Amr b. As (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona, Kur'an'dan
onbeş secde ayeti okutmuştur. Onlardan üçü mufassal (Necm, İnşikak, Alak) surelerdedir;
ikisi de Hac suresindedir."[188]
İbn Mes'ud (r.a.) den
yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) ve'n-Necm suresini okudu ve secde
etti, onunla beraber bulunanlar da secde ettiler; ancak Kureyş'ten bir şeyh
(yaşlı adam veya kabilenin ileri geleni) secde etmedi, o sadece yerden bir avuç
kumlu çakıllı toprak alıp alnına doğru yükseltti ve "Bu bana yeter"
dedi.
Ravi Abdullah diyor
ki:
"Ben o adamın bir
süre sonra kafir olarak öldürüldüğünü gördüm."[189]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz Necm suresini okuyup secde etti; Onunla birlikte
müslümanlar, müşrikler, cin ve ins hepsi secde ettiler."[190]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"İnşikak suresi
ile Alak suresi okunduğunda Peygamber (s.a.v.) Efendimizle birlikte secde
ettik."[191]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz minber üzerinde bulunduğu
bir sırada Sad suresini okudu, secde ayetine gelince minberden inip secde etti
ve insanlar da onunla birlikte secde ettiler. Başka bir gün ise, yine Sad
suresini okudu ve secde ayetine gelince orada bulunanlar bir tarafa meyledip
secdeye hazırlandılar. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz onlara: "Bu
ancak bir peygamberin tevbesiyle ilgili bir secdedir; ama sizin bir tarafa
secde için meyledip hazırlandığınızı görüyorum" buyurdu ve minberden
inip secde etti, oradaki insanlar da onunla birlikte secde ettiler."[192]
a)
Hanefîlere göre: Kur'an'ın 14 yerinde geçen secde ayetleri okunduğu zaman, hem
okuyanın hem de işitenin ve dinleyenin -isterse dinlemeyi kasdetsin, isterse
etmesin- secde etmesi vacib olur.[193]
Secde ayetinin
tamamını veya yarısını, ya da çoğunu "secde" kelimesiyle birlikte
okuyan kimsenin secde etmesi keza vacib olur.
Okunan secde ayeti
ister Arapça, ister başka bir dile çevrilmiş şekliyle tilavet edilsin fark
etmez; yani her iki durumda da secde gerekli olur.
Namazda imam secde
ayetini okursa, hem onun, hem de cemaatin secde etmesi vacib olur. Cemaatten
biri okursa, ne kendisinin, ne de imamının secde etmesi gerekir. Ancak İmam
Muhammed'e göre, namaz kılındıktan sonra o kimsenin secde etmesi gerekir.
Namaz dışındaki kimse,
ister namaz kıldıran imamdan, isterse cemaatten birinden secde ayetini
işitirse, kendisinin secde etmesi vacib olur.[194]
Sureyi okuyup secde
ayetini atlamak mekruhtur.
Namazda içinde secde
ayeti bulunan sure okunur da secde ayetiyle zamm-ı sure noktalanırsa ayrıca
secde etmeye gerek kalmaz, mücerred rüku'a gitmek ve arkasından secde etmek
kafî gelir.
b) Şafîileri
göre: Tilavet secdesi sünnettir ve secde ayetleri Kur'an'ın 14 yerinde geçer.
İkisi Hac suresindedir. Sad süresindeki ise, şükür secdesidir. O bakımdan
şükür secdesi namaz dışında okunursa secde etmek müstehab olur. Namaz içinde
ise ondan dolayı secde edilmez.
Namazda imanı secde
ayetini okursa, hem onun, hem de cemaatin secde etmesi sünnet olur. Namaz
dışında secde ayetini okuyan veya işiten kimse, secdeye niyet ederek ellerini
kaldırır, tekbir getirir ve namaz secdesi gibi secde eder. Zira tilavet secdesinde
tekbir getirmek şarttır.[195] .
c)
Hanbelilere göre: Secde ayeti 14 yerdedir. Bu tesbit aynı zamanda Ebü Bekir,
Ali, İbn Mes'ud, Ammar, Ebu Hüreyre, İbn Ömer (Allah hepsinden razı olsun) ve
tabiinden bir cemaatin kavlini yansıtmaktadır.
Tilavet secdesi ancak
abdestli yapılır. Öyle ki, nafile namaz kılmak için şart olan ne ise, aynı
şeyler tilavet secdesi için de şarttır.
Abdestsiz veya cünüp
kimse secde ayetini işitirse, hemen onun için abdest alması veya gusletmesi
gerekmez ve bu durumda secde etmesi de sünnet değildir.
Secde için tekbir
getirilir ve secdeden kalkılınca selam verilir. Mekruh sayılan vakitlerde
tilavet secdesi yapılmaz. Tilavet secdesi müekked sünnettir; yerine getirilirse
hasendir, terkedilirse bir şey lazım gelmez.[196]
d) Malikilere
göre: Kur'an'ın 11 yerinde secde ayeti vardır. Mufassal olan üç suredeki
secdeyle ilgili ayet, tilavet secdesi kapsamına girmemektedir.
Secde
ayetini okuyan kimsenin ister namazda, ister namaz dışında olsun secde etmesi
müstehabdır. Abdestsiz kimsenin secde ayetini okumaması daha uygundur.[197]
185 nolu Amr b. As
hadisini aynı zamanda Darekutni ve Hakim tahric etmişlerdir. el-Münzeri ve
Nevevi hasenlerken, Abdulhak ve İbn Kattan zayıf saymışlardır. Zira isnadında
meçhul olan Abdullah b. Metin el-Küllabi buluyor, aynı zamanda tanınmayan,
maruf olmayan Hars b.Said el-Itki el-Mısri ondan rivayet etmiştir.[198]
Secde ayetlerinin
sadece 11 olduğunu mufassal surelerde geçen üç ayetin secdeyle ilgili
bulunmadığını iddia edenlere gelince. Onlar bu konuda İbn Abbas'ın (r.a.) şu
rivayetiyle ihticacda bulunmuşlardır: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz
Medine'ye göç edip geldiğinden beri mufassalda geçen secde ayetlerini okurken
secde etmedi."[199]
Bu rivayetin isnadında
Ebu Kudame el-Hars b. Ubeyd ve bir de Matar el-Varrak bulunuyor ki, bu iki
zatın zayıf olduğu ve rivayetleriyle ihticacın sahih olmadığı belirtilmiştir.
Zehebi, Matar ismi
üzerinde durmuş ve şu bilgiyi vermiştir: İbn Sa'd'e göre, onun rivayetinde zaaf
vardır. Ebu Hatim'e göre: Bu zat zayıftır. Ahmed b. Hanbel ile Yahya da onun
zayıf olduğunu söylemişlerdir.[200]
187
nolu İbn Abbas hadisi, 188 nolu Ebu Hüreyre hadisi, 189 nolu Ebu Said hadisinin
isnadları sahihtir ve istidlal ve ihticaca elverişlidir.
1- Kur'anda
secde ayetleri, Hanefî, Şafii ve Hanbeli imamlarına göre 14, İmam Malik'e
göre, 11'dir.
2- Tilavet
secdesi vacibdir. Bu Hanefilere göredir.
3- Tilavet
secdesi sünnettir. Bu, Şafii ve Hanbeli imamlarına göredir. İmam Malik'e göre,
müstehabdır.
4- Tilavet
secdesi dört mezhebe göre de abdestli yapılabilir.
5- Tilavet
secdesi, namazdaki secde ölçüsünde yapılır, bir defa baş (alın) yere konularak
kaldırılır.
6- Tilavet
secdesinde tekbir getirmek şarttır. Bu, İmam Şafii'ye göredir.
7- Tilavet
secdesi yapılıp baş kaldırılınca selam verilir. Bu, Hanbeli imamlarına
göredir.
8-
"Secde ayetini okuyanın da, işitenin de, dinleyenin de secde etmesi,
vacibdir" diyenlere göre vacib, "sünnettir" diyenlere göre
sünnettir.
9- Namazda
imam secde ayetini okursa, hem kendisinin, hem de cemaatinin secde etmesi vacib
veya sünnet olur.
10- İçinde
secde ayeti bulunan sureyi okurken secde ayetini atlamak mekruhtur.
11- Secde
ayetini işiten kimse, abdestsiz ise, bunun için abdest alması gerekmez. Bu,
Hanbeli imamlarına göredir.
12- Secde
ayetini okuyan kimsenin abdesti yoksa, abdest alıp secde etmesi gerekir. Bu,
daha çok Hanefî imamlarına göredir.
Şükür: Verilen nimetten, elde edilen başarıdan, sevindirici
haberden, vücutta duyulan ağrı, sızı ve hastalıktan kurtulup şifa bulmaktan,
karşılaşılan bir felaketi savmaya muvaffak olmaktan, sevdiğine kavuşmaktan,
korktuğundan kurtulup güvene kavuşmaktan, sıkıntıları ve üzüntüleri atmaktan
dolayı Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve keremini, inayet ve rahmetini, tecelli eden
hidayetini düşünerek O'nun huzurunda başı yere eğip alnı zeminin üzerine
koymak suretiyle secde etmekten ve Yüce Rabbımızın yardım ve lütfunu bizden
yana artırmasını dilemekten ibarettir.
İslam'ın
özelliklerinin başında gelen güzel hasletlerden biri de, hemen her konuda
Cenab-ı Hakk'ı hatırlamamızı, O'nun sonsuz kudretinin damgasını müşahede
ederek O'na hamd etmemizi, verdiği sayısız nimetleri hatırladıkça O'na
şükretmemizi telkin ve tavsiye etmesidir.
Şüphesiz bu durumda
mü'minin her hali ve işi hayra yönelir ve hayırla sonuçlanır. Ayrıca ruhunda
gelişme ve arınma, kalbinde irfan, yüzünde letafet başlar ve onun yüzünde
tezahür eden bu ilahi letafeti görenler, ister istemez Allah'ı hatırlar.
Aklını kullanan bir
fani için bundan daha büyük bahtiyarlık ne olabilir?
Ebu Bekre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz, kendisini sevindiren ve müjde anlamında kendisine verilen
haberden dolayı Allah'a şükür olsun diye yere kapanıp secde ederdi."[201]
Buna yakın bir
rivayeti Ahmed b. Hanbel şu lafızla nakletmiştir:
"Ebu Bekre
(r.a.), şuna şahit olmuştur kî, Rasulüllah'ın (s.a.v.) düşmanına karşı gidip
savaşan askerinin zafer sağladığı kendisine müjdelendjğinde, mübarek başını Hz.
Aişe'nin (r.a.) dizi üzerine koyup uzanmış bir halde idi, bu müjde üzerine
hemen kalkıp yere kapanarak secde etti ve secdesini uzattı. Sonra başını
secdeden kaldırıp kendine ait yüksekçe kısma geçerek kıbleye yöneldi."[202]
Abdurrahman b. Avf
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz (mescidden) çıkıp kendisine ait evin yüksekçe kısmına girdi ve
kıbleye yönelerek secde etti; secdesini hayli uzattı. Sonra başını kaldırıp
şöyle buyurdu:
"Şüphesiz
Cibril bana geldi ve şöyle haber verdi: "Aziz ve Celil olan Allah sana
buyuruyor ki, kim seni salat-u selam ile anarsa, ben de onu rahmet ve
gufranımla anarım. Kim de sana selam verirse, ben de ona selam veririm." Bunun üzerine Allah'a şükür olsun diye secde
ettim"[203]
Sa'd b. Ebi Vakkas
(r.a.) den yapılan rivayette şöyle anlatıyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizle birlikte Medine'ye gitmek üzere Mekke'den çıkıp hareket
ettik. Azvera mevkiine yakın bir yere geldiğimizde, Rasulüllah (s.a.v.)
devesinden indi ve bir süre ellerini kaldırarak Rabbına dua ve niyazda bulundu.
Sonra da yere kapanıp secde etti ve bir süre secdede kaldı; sonra secdeden
kalktı ve ellerini bir süre kaldırdı (dua etti). Sonra yine yere kapanıp secde
etti ve bunu üç defa tekrarladıktan sonra şöyle buyurdu:
"Doğrusu
Rabbımdan dilekte bulundum, ümmetim için şefaat ettim. O, bana ümmetimin üçte
biri(nin bağışlandığı haberi)ni verdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür
olsun diye secde ettim. Sonra başımı kaldırdım, yine Rabbımdan ümmetimi
(bağışlamasını) istedim. O, bana ümmetimin üçte birini de (bağışladığının
müjdesini) ve.rdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür olsun diye secde
ettim. Sonra secdeden kalkıp tekrar Rabbım'dan ümmetimi (bağışlamasını)
diledim. O, ümmetimin son kalan üçte birini (de bağışladığının müjdesini)
verdi. Bunun üzerine yere kapanıp Rabbıma şükür olsun diye secde ettim."[204]
a)
Hanefilere göre: Şükür secdesi mekruhtur. Zira Cenab-ı Hakk'ın nimetlerini
saymamız mümkün değildir. Eğer O'nun her nimetine karşı şükür secdesi vacib
olsaydı o takdirde her an, her lahza secde etmek gerekir. Çünkü ilahi nimetler
kullarından yana çokça durmadan gelmekte ve birbirini izlemektedir.
Bu mezhebin diğer imam
ve ilim adamları, bu görüş ve ictihadın mensuh olduğunu söylemişler, delil
olarak da Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden sonra ashabın ileri gelenlerinin
şükür secdesi yaptıklarını göstermişlerdir. Mesela Yemame fethedildiği zaman
Ebu Bekir (r.a.) Allah'a şükür olsun diye yere kapanıp secde etmiştir. Yermuk
Savaşı zaferle sonuçlanınca Hz. Ömer (r.a.) şükür olsun diye yere kapanıp secde
etmiştir. Hz. Ali’nin de (r.a.) bu anlamda secde ettiği bilinmektedir.
Böylece "şükür
secdesi" Allah'a bir yakınlıktır ki kişi ondan dolayı sevaba erer.[205]
Bu konuda fetva,
ikincilerin istidlal ve ictihadına göredir.
Abdurrahman el-Ceziri
de, Hanefi mezhebine göre, şükür secdesinin müstehab kabul edildiğini ve
müftabih kavlin bu olduğunu belirtmiştir.
Şükür secdesi, tilavet
secdesi gibi bir defa yapılır ve ancak namaz dışında yapılması caizdir.[206]
O bakımdan namaz
içinde bir nimeti veya savılan bir musibeti hatırlayarak şükretmekle namaz
bozulur, o namazı yeniden kılmak gerekir. Zira Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin
namaz içinde şükür secdesi yaptığı vaki değildir. Ashab-ı Kiram da yapmamıştır.
b) Şafiilere
göre: Şükür secdesi müstehabdır, yapılmasında bir sakınca yoktur. Çünkü bize
kadar gelen rivayetlere göre, hem Rasulüllah (s.a.v.), Hem Ebu Bekir (r.a.),
hem Ömer (r.a.), hem de Ali (r.a.) şükür secdesinde bulunmuşlardır.
Başkaları bu secdeyi
inkar edip mekruh olduğunu söylüyorlar, biz ise Allah'a secde etmekte bir
sakınca görmüyoruz.[207]
Bu mezhebe göre de,
şükür secdesi ancak namaz dışında yapılır. Namaz içinda yapılırsa, namaz bozulur
ve iadesi gerekir.
Şükür secdesi bir tek
secde halinde yapılır.[208]
c)
Hanbelilere göre: Nimet yenilendiği ve sıkıntı giderildiği zaman şükür secdesi
yapmak müstehabdır. Şafii, İshak, Ebu Sevr ve İbn Münzir de aynı görüştedirler.
Oysa hem Rasulüllah'ın
(s.a.v.), hem de ashabının şükür secdesi yaptıkları rivayet yoluyla sabit
olmuştur. Ancak namaz içinde şükür secdesi yapmak caiz değildir. Aksi halde
namaz bozulur. Meğer ki unutur veya böyle yapmanın caiz olmadığını bilmeden
yaparsa namazı bozulmaz.[209]
d)
Malikilere göre: Şükür secdesi mekruhtur. Ancak bir nimete erişildiği veya bir
sıkıntı ve musibet defedildiği zaman iki rek'at namaz kılmak müstehabdır.[210]
201 nolu Sa’d b. Ebi
Vakkas (r.a.) hadisi üzerinde duran el-Münzeri, "Bunun isnadında Musa b.
Yakub ez-Zemei bulunuyor ki bu zat hakkında bazı tesbit ve görüşler ortaya
çıkmıştır.[211] Zehebi de bu zat
üzerinde durarak şu bilgiyi vermiştir:
"İbn Mein onu
sikadan saymıştır. Nesai ise onun kaviy olmadığını belirtmiş; Ebu Davud onun
salih olduğuna dikkat çekmiştir. İbn Adiy de onun rivayetinde bir sakınca
olmadığını söylemiştir.[212]
Bu konuda Ebu Davud'un
Ebi Musa el-Eş'ari (r.a.) den yaptığı rivayette, Rasulüllah. (s.a.v) Efendimiz
şöyle buyurmuştur:
"Ümmetim, ümmet-i
merhumedir (ilahi rahmete mazhar olmuş bir ümmettir.) Ümmetim üzerine ahirette
azap yoktur; onun azabı dünyadaki fitneler, depremler ve öldürme
olaylarıdır."
Bu hadisin isnadında
Abdurrahman b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ud bulunuyor ki, hakkında hayli şeyler
söylenmiştir. Ukayli, bu zatın ömrünün sonuna doğru iyice bozulup bunamaya yüz
tuttuğunu ve o bakımdan hadisinde ıztırap bulunduğunu belirtirken, İbn Hibban,
onun hadisinin karışık bir durum arzettiğini, ayırt etmenin çok zor olduğunu
söylemiş ve terkedilmesinin daha uygun olduğuna dikkat çekmiştir.[213]
Bunun gibi 198 nolu
Ebu Bekre hadisi üzerinde durulmuştur. Tirmizi onun "hasen ve garib"
olduğunu belirtmiştir. Ancak isnadında Bekkar b. Abdilaziz bulunuyor ki, bu
zat zayıf kabul edilmiştir. Nitekim el-Ukayli ve başkaları da aynı görüşü
izhar etmişlerdir. Ancak İbn Mein gibi değerli bir hadis alimi, "O,
salihü'l- hadistir" demiştir.
Zehebi bu zatla ilgili
bilgi verirken, İbn Mein ile İbn Adiy'in görüşlerini nakletmiş ve İbn Adiy'in
şöyle dediğini belirtmiştir:
"Bu, hadisleri
yazılan zayıf ravilerden biridir. Ancak onun hadisini nakletmekte bir sakınca
görmüyorum."[214].
Bu tesbit ve
görüşlerden çıkaracağımız sonuç şudur: Hem Ebu Bekre, hem de Sa'd b. Ebi Vakkas
hadisiyle istidlal edilebilir.
200 nolu Abdurrahman
b, Avf (r.a.) hadisine gelince: Bezzar ve İbn Ebi Asım bu hadisi tahric
etmişlerdir. el-Ukayli ise bunu zuafa (zayıf raviler ve zayıf hadisler)
arasında zikretmiştir.
Bu konuda İbn Mace'nin
Enes (r.a.) den yaptığı rivayetin ise, senedinde zaaf ve ıztırap, vardır; o
bakımdan istidlale salih değildir.
1- Bir
nimete erişildiğinde veya bir sıkıntı ve musibet giderildiğinde, Allah'a şükür
olsun diye secde etmek müstehabdır.
2- Şükür
secdesi, tilavet secdesi gibi bir tek secde olarak yapılır..
3- Tilavet
secdesinde şart olan hususlar bunda da şarttır.
4-
Malikilere göre, mekruhtur. Ancak gerektiğinde şükür olsun diye iki rek'at
namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
5- Hanefi
imamları bu konuda farklı ictihadda bulunmuşlardır. Ebu Hanife bunu mekruh
sayarken, diğer imamlar müstehab kabul etmiştir.
İnsanın hem iç alemi,
hem de dış alemi zıdların sürtüşüp tartıştığı alanlardır. İç aleminde nefsinde
kümelenen hayvani duygularla, ruhunda yer alan meleki duygu ve sıfatlar; dış
aleminde ise, iç aleminde yer alan bu duyguları destekleyen şeytan ve melekler
bulunuyor.
Böylesine karmaşık bir
atmosfer içinde bulunan mü'min, ilahi emre uyarak ibadetini, özellikle de
namazı yerine getirirken iç ve dışında yer alan menfi kuvvetler daha çok
harekete geçer ve birtakım vesvese doğurmaya çalışırlar. Ruhundaki manevi cevherle
iman ve akıl birleşirce, bu cereyanın önüne geçebilir ve tesirini gidermeye
muktedir olurlar. İşte böyle bir ortamda mü'min namaz kılarken yanılabilir.
Gerçek böyle olunca da
onun bu yanılmasıyla meydana gelen boşluk ne ile, nasıl doldurulabilir? İslam
fıkhında "yanılma secdesi" diye çevirisini yaptığımız "secde-i
sehv"in vücubu açılan bu boşluğu doldurur.
Ebu, Hüreyre (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle anlatıyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz iki aşiy namazından (öğle ve ikindi) birini bize kıldırdı;
iki rek'at kılıp sonra selam verdi. Arkasından kalkıp Mescid'de destek mahiyetinde
uzatılan tahtaya dayandı, sanki öfkeli bir hali vardı. Sağ elini sol elinin
üstüne koyup parmaklarını birbirine kenetledi ve sağ yanağını sol elinin ayası
üstüne koydu. Acele işi olanlar ise süratle Mescid'in kapısından çıktılar da şöyle
dediler: "Namaz kısaltıldı". Cemaat arasında Ebu Bekir ile Ömer de
bulunuyordu, ama (üstün saygılarından olsa gerek) Peygamberle konuşmaktan
çekindiler. Cemaat arasında kendisine "Zü'1-yedeyn" denilen bir adam bulunuyordu; o:
"Ya Rasulallah! Unuttunuz
mu, yoksa namazı kısalttınız mı?" diye sordu. Peygamber (s.a.v.):
"Ne unuttum,
ne de namaz kısaltıldı" dedikten
sonra ashabına döndü ve sordu:
"Zü'l-yedeyn'in
dediği gibi bir olay mı oldu?"
Onlar da:
"Evet..."
diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ileri geçip terkettiğini
kıldıktan sonra selam verdi; sonra tekbir getirip secde etti. Bu normal secdesi
gibi idi veya ondan biraz uzunca. Sonra başını kaldırıp tekbir getirdi. Sonra
yine tekbir getirerek secde etti. Bu normal secdesi gibi idi veya biraz
uzunca.. Sonra tekbir getirerek başını kaldırdı.
Bazan da (raviden)
sordular, o da "Sonra selam verdi" dediği olmuştur.[215]
İmran b. Husayn (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ikindi namazını üç rek'at olarak kıldıktan sonra kalkıp
evine gitti. (Diğer bir rivayette: Kalkıp odasına girdi.) Hırbak adında bir
adam kalkıp peygamber'e (s.a.v.) doğru yaklaştı ki elinde uzunluk (veya davar
bağlamak için ip) bulunuyordu. Peygamber'e (s.a.v.) yaptığı hususu hatırlattı.
Bunun üzerine peygamber öfkeli bir halde ve üstlüğünü yerde sürükleyerek
çıkageldi ve cemaate yaklaşıp sordu:
"Bu adam doğru
mu söylüyor?" Onlar da:
"Evet.."
diye cevap verince, Peygamber (s.a.v.) bir rek'at daha kıldıktan sonra selam
verdi ve arkasından iki secde yaptı ve tekrar selam verdi."[216]
Ata'dan yapılan
rivayete göre, İbn Zübeyr (r.a.) akşam namazını kıldı ve (unutup) iki rek'atte
selam verdikten sonra kalkıp Hacerü'l-esved'i istilam etmek istedi. Cemaat
"sübhanellah" dedi. Bunun üzerine o: "Size ne oluyor?" diye
sordu. Durumu öğrenince kalan bir rek'ati daha kıldı ve iki secde yaptı.
Ba durum İbn Abbas'a
(r.a.) anlatıldığında şöyle dedi:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimizin sünnetinden sapmamış, uzaklaşmamıştır."[217]
a)
Hanefilere göre: Kişi namaz kılarken yanılır da bir şey fazla veya noksan
yaparsa, bundan dolayı namazın sonunda iki secde yapar. Ancak bu iki secdeyi
yapacak kadar vaktin bulunması gerekir. Mesela sabah namazında yanılır da
namazın sonunda yanılma secdesi yapacağı zaman güneş doğarsa, kendisinden bu
secdeler sakıt olur.
Yanılma secdesi,
namazın sonunda iki tarafa selam verildikten sonra yapılır. Diğer bir görüşe
göre, sadece sağ tarafa selam verilir ve arkasından yanılma secdesi yapılır.
İki secdeden sonra teşehhüdde bulunur, yani et-Tehiyat okur ve peygamber
(s.a.v.) Efendimize salat-ü selam getirir, öylece selam verir.
Yanılma secdesi,
namazda rüku’ ve otururken bir ayet okumaktan veya bir rüknü öne almaktan veya
geriye almaktan veya bir rüknü tekrar etmekten, ya da bir vacibi değiştirmekten
veya unutarak terketmekten dolayı gerekir.[218]
Namazın ortalarında
gelip imama uyan (mesbûk) da imamla birlikte yanılma secdesi yapar.
b) Şafiilere
göre: Farz olsun, nafile olsun namazda şu dört şeyden dolayı yanılma secdesi
yapmak sünnettir: Namazda yapılması emredilen şeyin tamamını veya bir kısmını
terketmek. Men'edilen bir şeyin tamamını veya bir kısmını işlemek.
Bu da sekiz yerde
meydana gelebilir: Birinci teşehhüdde, teşehhüdde oturmada, kunutda, kunut için
kıyamda, peygamber (s.a.v.) Efendimize salat-ü selamda, O'nun âline salat-ü
selamda (bu da son teşehhüdde ve bir de kunuttan sonra terkedildiği takdirde
yanılma secdesi sünnet olur) bunlardan bir kısmıdır.[219]
Bu mezhebe göre,
yanılma secdesi teşehhüdden sonra selam verilmeden önce yapılır. O bakımdan
teşehhüdün sonunda selam verdikten sonra yanılma secdesini hatırlarsa, artık
vakti geçmiş olduğundan yapılmaz.[220]
c)
Hanbelilere göre: Yanılma secdesinin beş şeyden dolayı Peygamber (s.a.v.)
tarafından yapıldığı tesbit edilmiştir: Üç veya dört rek'atli farzın ikinci
rek'atinde selam verince yanılma secdesi yapmıştır. Namazda bir fazlalık veya
noksanlık yaptığında yine yanılma secdesinde bulunmuştur. İkinci rek'atte
oturacağı yerde ayağa kalktığında yine yanılma secdesi yapmıştır.
Selam verdikten sonra
kıldığı namazdan bir şey noksan bıraktığını hatırlarsa, dönüp noksan olanı
tamamlar ve selam verdikten sonra iki yanılma secdesi yapar. Sonra teşehhüde
oturur ve selam vererek namazdan çıkar.[221]
d)
Malikilere göre: Namaz kıldıran imam, bir rek'at noksan kıldırır ve
hatırlamadan selam vererek namazdan çıkar; bu arada cemaatten biri ona:
"Namazı noksan bıraktın, onu tamamla der, o da öteki cemaate bunun doğru
olup olmadığını sorar, cemaat de doğru olduğunu haber verirse, imam dönüp o
cemaate bir rek'at daha kıldırır ve teşehhüdden sonra selam verir, sonra
yanılma secdesi yapar ve tekrar teşehhüde oturup selam verir.
Münferiden kılan
kimse, bir veya iki rek'at noksan kılar, onun bu durumunu gören bir kimse
kendisini uyarır, o da yanındaki diğer insanlara onun doğru söylediğini
soraysa, artık namazı hükümsüz olur, yeniden kılması gerekir.[222]
212 nolu Ebu Hüreyre
hadisi birçok tarikle rivayet edilmiştir. Hafız Selahuddin el-Alâî bunları
biraraya getirip sadre şifa verecek bir açıklamada bulunmuştur. Böylece hadisin
sahih olduğu, muhtelif tariklerden rivayeti ise ona kuvvet kazandırdığı ortaya
çıkıyor. O bakımdan İmam Ebu Hanife, bu konuyla ilgili diğer hadisleri de
dikkate alarak hepsinden bir sonuç çıkarmak suretiyle istidlal ve ihticacda
bulunmuştur.
213 nolu İmran hadisi
de sahihtir. Ebu Hüreyre hadisiyle bu hadis aynı namaz ve aynı olayı değil,
ayrı ayrı yanılmaları gösteriyor.
214 nolu Ata' hadisini
aynı zamanda Hafız Bezzar tahric etmiş; Taberani de hem el-Kebir, hem de
el-Evsat'ta zikretmiştir. İsnadındaki rical sahih kabul edilmiştir. O bakımdan
istidlal ve ihticaca salihtir.[223]
Kılmakta olduğu namazı
iki rek'at mı, üç rek'at mı kıldığında veya üç rek'at ile dört rek'at arasında
şüphe ederse, ne yapması gerekir? Şüphesiz bu hal namaz kılanların çoğunda meydana
gelmekte ve birtakım tereddütlere yol açmaktadır.
İlgili hadisleri ve
imamların tesbitlerini naklettikten sonra konu daha iyi anlaşılmış olacak ve
tereddütler de kalkmış bulunacak.
Abdurrahman b. Avf
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle diyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizden işittim, buyurdu ki:
"Sizden
biriniz namazında şek (şüphe) ederse, yanı bîr rek'at mi, iki rek'at mi
kıldığını kesin bilmezse, bir rek'ât kılmış kabul eder ve öyle tamamlar. İki
veya üç rek'at kıldığını bilmezse, onu iki rek'at kılmış kabul eder ve öylece
tamamlar. Üç rek'atle dört rek'at arasında şek edip hangisini kıldığını
bilmezse, onu üç kılmış kabul eder ve öylece tamamlar. Sonra da namazını
bitirip oturmuş bir vaziyette henüz selam vermeden iki secde yapar."[224]
Ebu Said el-Hudri
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden
biriniz namazda şek (şüphe) eder de üç mü, yoksa dört rek'at mı kıldığını
bilmezse, şüpheyi atsın ve kalbinin yatıştığına göre namazını bina etsin, yani
tamamlasın. Sonra da henüz selam vermeden (namazın sonunda) iki secde yapsın.
Bu durumda eğer beş rek'at kılmış oluyorsa, (iki secde yapmak suretiyle) onu
çift rek'atli yapmış olur. (Çünkü iki yanılma secdesi bir rek'at yerine geçer.)
Yok eğer dört rek'atli kılmış oluyorsa, (o iki secde) şeytanı zelil ve hakir
kılmış olur."[225]
İbrahim'in Alkame'den,
onun da İbn Mes'ud (r.a.) den yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz namaz kıldırdı. (İbrahim diyor ki: Namazda bir şey fazla veya noksan
yaptı). Selam verince, kendisine:
"Ya Rasulallah! Namazda bir
olay meydana geldi.." denildi. O da:
"Hayır, o ne
gibi bir olaydı?" diye sordu.
Cemaat de:
"Şu kadar şu kadar
namaz kıldırdın" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.)
ayaklarını bulunduğu halden çevirip kıbleye yöneldi, iki secde yaptıktan sonra
selam verdi. Sonra da yüzünü bize çevirerek şöyle buyurdu:
"Doğrusu şu
ki, namazda bir şey ortaya çıkarsa, onu size haber verdim, ama ben de bir insanım,
sizler unuttuğunuz gibi ben de unutabilirim. Unuttuğum zaman bana hatırlatın.
Hem sizden biriniz namazında şek (şüphe) ederse, (zann-i galibe göre) isabetli
olanı seçsin de ona göre tamamlasın ve arkasından selam versin ve iki secde
yapsın."[226]
Ebu Hüreyre (r.a) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (a.s) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki
şeytan, ademoğluyla onun nefsi arasına girer de o ne kadar, kaç rek'at namaz
kıldığını bilmez olur. Sizden biriniz böyle bir şüphe hissederse, (namazın
sonunda) selam vermeden önce iki secde yapsın."[227]
Abdullah b, Cafer
(r.a) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim namazında
şek (şüphe) ederse, (namazın sonunda) selam verdikten sonra iki secde
yapsın."[228]
a)
Hanefilere göre: Namazında şek (şüphe) edip üç mü, dört mü kıldığında tereddüd
meydana gelir ve bu halde ilk olarak vaki oluyorsa, o takdirde o namazı bozar
ve yeniden kılar. Ama bu hal sık sık vaki oluyorsa o takdirde zann-i galibe
göre amel eder, Zann-i galibde bulunamazsa, az olan tarafı ihtiyar edip ona göre
namazını tamamlar ve namazın sonunda selam verdikten sonra yanılma secdesi
yapar.
Son teşehhüde oturup
et-tehiyyatı okuduktan veya selam verdikten sonra kaç rek'at kıldığında şek
ederse, artık o şekke itibar edilmez ve namazı tamam kabul edilir.
Namazda iken kaç
rek'at kıldığında şüphe arız olur da bir rükün geçecek kadar bir süre bunun
üzerinde düşünür, sonra da kaç rek'at kıldığını kesin şekilde hatırlarsa bu
düşünmesinden dolayı namazın sonunda yanılma secdesi gerekir.[229]
b) Şafiilere
göre: Üç mü, dört mü rek'at kıldığında şüphe ederse, bir rek'at daha kılar ve
namazın sonunda yanılma secdesi yapar. Hatta selam vermeden önce şüphesi zail
olursa, yine de yanılma secdesi yapar. Sahih olan da budur.
Böylece üçüncü
rek'atte iken üç ve dört rek'at kıldığında şüphe eder ve sonra aynı rek'atte üç
kıldığını hatırlarsa, artık yanılma secdesi yapmaz. Ama dördüncü rek'atte böyle
bir şüphe doğar ve az sonra dört rek'at kıldığını hatırlasa bile, yine de
yanılma secdesi yapar.
Selam verdikten sonra
bir farzı terkettiğinde şüphe ederse, artık bu şüphe onun namazına tesir etmez,
yani namazı tamam kabul edilir:[230]
c)
Hanbelilere göre: İmam kıldırmakta olduğu namazı kaç rek'at kıldırdığında şüphe
ederse, zann-i galibe göre amel eder. Sonra da selamdan sonra secde eder. İmam Ahmed'den
yapılan bir diğer rivayette, selam vermeden önce yanılma secdesi yapar.
Ancak bu mezhebin
imamlarının çoğuna göre, ister imam, ister münferid olsun, namazda kaç rek'at
olduğunda şüphe eder ve zann-i galib hasıl olmaz, her iki taraf eşitlik arzederse,
yakin hasıl ettiğine göre amel edip namazını tamamlar ve selam vermeden önce
yanılma secdesi yapar.[231]
d)
Malikilere göre: Namazda fazla bir rek'at kıldığına zann-i galib hasıl olursa
selamdan sonra; bir rek'at noksan kıldığına zann-i galib hasıl olursa, selamdan
önce yanılma secdesi yapar.
Aynı zamanda kendisine
yanılma secdesi gereken kimse, namazın sonunda selamdan önce ve sonra unutur
da yanılma secdesi yapmazsa, o kendisinden sakıt olmaz, hatırladığı zaman
yerine getirir.[232]
221 nolu Abdurraliman
b. Avf hadisi malûldür. Çünkü bunu İbn İshak Mekhul'den, o da Küreyb'den, o da
İbn Abbas (r.a.) dan, o da Abdurrahman'dan rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel
ise, aynı hadisi kendi müsnedinde İbn Aliyye'den, o da İbn İshak'dan, o da
Mekhul'dan murselen rivayet etmiştir.
İbn İshak diyor ki:
"Hüseyin b.
Abcüllah'la buluştum. O bana:
"Bunu sana isnad
ederek rivayet edeyim mi?" diye sordu. Ben de:
"Hayır"
dedim. Bu defa o bana:
"Ama siz bana onu
Küreyb haber vermiştir diye tahdis edin" dedi, Hüseyin ise cidden
zayıftır. Rivayetine pek itibar edilmez.
Sonra aynı hadisi
İshak b. Rahuye ve Heysem b. Küleyb kendi müsnedlerinde Zühri tarıkıyla
Abdullah b. Abdillah'dan o da İbn Abbas (r.a.) dan muhtesaran rivayet
etmişlerdir. Ancak bu ikisinin de isnadında İsmail b. Müslim el-Mekki bulunuyor
ki, bu zat zayıftır.[233]
Zehebi bu zat hakkında
özetle şu malumatı vermektedir:
"Ebu Zür'a, onun
zayıf olduğunu, Ahmed b. Hanbel ve diğer ilim adamları onun münkerü'l-hadis
sayıldığını; Nesai ve diğer hadis alimlerinin, "o
metrukü'l-hadistir" dediklerini söylemişlerdir.[234]
222 nolu Ebu Said
hadisine gelince: İbn Münzir diyor ki:
"Bu babda en
sahih hadis, Ebu Said hadisidir." Nitekim bu hadis le istidlal edenler
olmuş ve namazda rek'at sayısında kalpte doğan şek ve şüpheyi atmak vacibtir ve
yakin üzere tamamlamak daha uygun. Cumhur da bu görüştedir. Aynı zamanda
yanılma secdesinin selam vermeden önce yapılmasının vücubu da bu hadisten istidlal
edilmiştir.
223 nolu İbrahim b. Alkame hadisi de sahihtir; o
bakımdan istidlale salih görülmüştür.
224 nolu Ebu Hüreyre
hadisi de sahihtir. Müctehidlerin bir kısmı bununla istidlal etmiştir ki, İmam
Şafii onlardan biridir.
225 nolu Abdullah b.
Cafer hadisinin isnadında Mus'ab b. Şeybe vardır. Nesai bu zat için "Münkerü'l-Hadis" demiştir.
İbn Main ise onu sıkat (güvenilir hadis ravileri) arasında anmıştır. Ahmed b.
Hanbel ise, "Mus'ab birçok münker hadis rivayet etmiştir" diyerek
sıka olmadığını belirtmiştir. Darekutni, onun kavi olmadığını söylemiştir.[235]
Son iki hadisi
kuvvetlendirir mahiyette Beyhaki'nin Enes (r.a.) den yaptığı şu rivayettir:
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Sizden
biriniz namazında şek (şüphe) ederse, şekki atsın, yakın üzere kılıp
tamamlasın."
Bu hadisin isnadındaki
ricalin hepsi sıka (güvenilir) kimselerdir.
Birinci hadisi
kuvvetlendirir anlamda Ebu Davud'un Abdullah b. Cafer'den yaptığı rivayet söz
konusudur. Bu rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim namazında
şek ederse, selam verdikten sonra iki secde yapsın."
Ancak yapılan ciddi
araştırma ile, bu hadisin isnadında Mus'ab b. Umeyr bulunuyor. Nesai bu zatın
münkerü'l-hadis olduğuna dikkat çekmiştir. Aynı zamanda isnadında Utbe b.
Muhammed b. Haris bulunuyor. Iraki bu zatın maruf olmadığını belirtmiştir.
Beyhaki ise, onun bu rivayetinde bir sakınca olmadığını söylemiştir.[236]
1- Namazda
kaç rek'at kıldığında şüpheye düşen kimsenin zann-ı galib ile amel etmesi
gerekir. Ancak bu hal ilk defa vaki oluyorsa, namazı iade etmesi gerekir. Sık
sık vaki oluyorsa, iade etmesine gerek yoktur. Kaç rek'at kıldığına daha çok
kalbi yatışıyorsa ona göre kılıp tamamlar ve namaz sonunda yanılma secdesi
yapar.
2- Namazın
sonunda selam vermeden önce veya sonra kaç rek'at kıldığında şüphe ederse,
artık o şüpheye itibar edilmez ve namaz tamam kılındı kabul edilir.
3- Namazda
şek edip zann-ı galibe göre namazını tamamlayan kimse, namazın sonunda selam
verdikten sonra yanılma secdesi yapar ve bu vacibdir.
Bu üç madde
Hanefilerin ictihadına göredir.
4- Namazda
üç mü, dört mü kıldığında şüphe eder ve üç kıldığını kabul edip bir rek'at daha
ilave eder ve namazın sonunda selam vermeden şüphesi zail olursa, yine de
yanılma secdesi yapar. Bu daha çok Şafîilerin ictihadını yansıtır.
5- Selam
verdikten sonra şüpheye düşerse, artık o şüphe ile amel etmez. Bu, hem
Hanefılerin, hem de Şafîilerin ictihadına göredir.
6-
Yanılma secdesi selam
verilmeden önce yapılır. Bu Şafiilerle, Malikilerin
ictihadıdır.
İslam dini, ferdi
cemaate bağlayarak, onu onlardan kopmaz bir parça yapar. Ferdin cemaatten
ayrılmasına, meşru sınırlar içinde onlarla kaynaşmaktan uzak kalmasına cevaz
vermez. Zira İslam'a göre, bir müslüman yalnız kendisi için var değildir ve sadece
kendi çıkarı için çalışıp kazanmaz; aynı zamanda birçok önemli konularda
kişisel çıkarını ön plana almaktan kaçınır; toplumdan yana birtakım hayırlı
hizmet verir. Böylece fert hem kendisi, hem ailesi, hem de İslam cemaati için
vardır ve çalışır.
Namaz, oruç, zekat, hac,
adak, keffaret ve benzeri ibadetlerin hedeflerinden biri. belki en önemlisi,
cemaatle kaynaşıp onlardan biri olmak ve ümmet yapısında kardeşlik düzeyinde
sosyal adaleti sağlamaktır.
Bu sebeple İslam dini,
günde beş vakit camiye gidip cemaat halinde namaz kılmayı müekked sünnet kılmış
ve bu sünnete riayet edenleri kat kat ecir ve sevapla müjdelemiştir.
Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz ile ashabı bu sünnete önem vermiş ve islam birliğini ve kardeşliğini
pekiştirmişlerdir. Cami onların hem ibadet, hem kaynaşma, hem birlik kurma,
hem de ilim ve irfan merkezi olmuştur.
O bakımdan müslümanın
camiye, caminin de müslümana ihtiyacı söz konusudur.
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Münafıklara
en ağır gelen namaz, yatsı ile sabah namazıdır. Eğer insanlar bu iki namazda
ne (gibi sevap ve faziletlerin) bulunduğunu bilmiş olsalardı, emekleyerek bile
olsa o iki namaza gelirlerdi.
And olsun ki, şöyle
kasdettim: Kılınsın diye namaz ile emredeyim; sonra da adama, insanlara namaz
kıldırması için emir vereyim ve sonra da yanlarında birer kucak odun taşıyan
birtakım adamları beraberimde alıp namaza (cemaate) katılmayan, hazır olmayan
kavmi (topluluğu)n evlerini ateşle yakıp üzerlerine (yıkayım)."[237]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Eğer evlerde
kadınlar ve çocuklar olmasaydı, yatsı namazını kılarken gençlerimize emredeyim
de evlerde bulunanları ateşle yaksınlar."[238]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre: A'ma bir adam Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelip:
"Ya Rasulallah! Beni camiye
kadar elimden tutup götürecek bir kimsem yoktur"
dedi ve evde kılması için ruhsat istedi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) o
a'maya evinde namaz kılması için ruhsat verdi. A'ma dönüp gitmeye başlayınca
Rasulüllah (s.a.v.) onu çağırdı ve sordu:
"Ezan sesini
duyuyor musun?" O da:
"Evet duyuyorum"
diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona:
"O halde
çağrıya icabet et (yani mescide gel, cemaate katıl)" buyurdu. "[239]
Aynı olayı Amr b. Ümmi
Mektum (r.a.) anlatıyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimize dedim ki:
"Ya Rasulallah! Ben iki
gözümden arızalıyım. Benim elimden tutup rehberlik eden bir kimse var ama bana
uygun değildir, pek anlaşamıyoruz. O bakımdan evimde namaz kılmama ruhsat
vermeyi uygun görür müsünüz?"
Bunun üzerine
Rasulüllah (s.a.v.) bana sordu:
"Nida, yani
ezan sesini işitiyor musun?" Ben
de:
"Evet,
işitiyorum" dedim.
"O halde sana
ruhsat vermeyi uygun görmüyorum"
buyurdu. "[240]
İbn Ömer (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Cemaatle
kılınan namazın, yalnız başına kılınan namazdan yirmi yedi derece üstünlüğü
vardır."[241]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Adamın
cemaatle kıldığı namaz, evinde ve sokağında yalnız başına kıldığı namazdan
yirmi şu kadar derece üstündür."[242]
a)
Hanefilere göre: Ezan sesini duyan müslümanlara, ona icabet etmeleri vacibdir.
Ancak bu icabet camiye gitmek anlamında değil, müezzinin dediklerini demek ve
sonunda Vesile duasını okumak manasınadır.
Cemaatle namaz kılmak,
aklı başında, hür ve kudreti yeten müslüman erkeklere vaciptir. Bir sıkıntı ve
meşakkat söz konusu olmadığında cemaate katılmaları gereklidir.
O halde cemaate
katılmak, kadınlara, ergen olmayan çocuklara, delilere, kölelere, yürüme
kudreti olmayanlara, eli, ayağı kesik bulunanlara, güç ve takati kalmamış
yaşlılara ve hastalara vacib değildir.
Cemaat en az iki
kişiyle gerçekleşir, yani imamla birlikte bir kişinin bulunmasıyla cemaat
oluşur ve namaz kılınır.
Bulunduğu semtteki
camide cemaate yetişemiyen kimsenin yakınında başka cami varsa oraya gitmesi
tavsiye olunur. Bununla beraber kendi semtindeki camide yalnız başına kılması
da uygundur.[243]
Hanefilerin önemli bir
kısmı buradaki vücubu, müekked sünnet manasına hamletmişlerdir.
b) Şafiilere
göre: Cemaatle namaz kılmak, cuma hariç diğer beş vaktin farzını eda etmekte
müekked sünnettir. Bazısına göre, farz-ı kifayedir. Ancak bu farz veya müekked
sünnet erkekler hakkında caridir. Kadınlar için ne farz, ne de müekked
sünnettir.
Ancak bu konuda
yetkili fakih olarak bilinen Şeyhülislam Zekeriya el-Ensari diyor ki:
"Kesinlik arzeden en sahih tesbite göre, cemaate katılıp namaz kılmak
erkeklere farz-ı kifayedir. Kadınlar hakkında ise, cami ve mescidler haricinde,
yani kendi evlerinde kılmaları daha uygundur.
İmam henüz selam
vermeden ona ulaşan kimse, cemaate katılmış ve sevabına ermiş sayılır. Sahih
olan da budur.
Soğuk, aşırı sıcak,
yağmur, çamur, hastalık, çok yaşlılık gibi hallerde bu farz veya müekked sünnet
kalkar.[244]
c)
Hanbelilere göre: Beş vakit namazı cemaatle kılmak vacibdir, şart değildir.
Aynı zamanda cemaatle namaz kılmak namazın sıhhatinin şartlarından değildir.
Yalnız başına namaz kılan kimsenin namazı sahihtir.
Cemaat en az iki
kişiyle gerçekleşir. Bu hususta ayrı görüş ortaya koyan olmamıştır. Aynı
zamanda evde veya kırda-bayırda da cemaat olup namaz kılmakla bu vücup yerine
gelmiş olur. Bazısına göre, bizzat camiye gidip oradaki cemaate katılmak
vacibdir. Ancak bu durumda cami yakın olursa hüküm böyledir. Çünkü yeryüzünün
her yanı temiz olduktan sonra bu ümmete mescid kılınmıştır. Nerede namaz vakti
girerse, orada namaz kılabilirler.[245]
d)
Malikilere göre: Cemaatle camilerde namaz kılmak müekked sünnettir. Onlardan bir kısmı bunun farz-ı kifaye
olduğunu söylemiştir. Ama birinci görüş ve tesbit daha meşhurdur.[246]
Namazın cemaatle
kılınması hususunda hemen hemen dört mezhebin istidlal ve ictihadları bazı
istisnalarla aynı noktada birleşiyor.
234 nolu Ebu Hüreyre
hadisi sahihtir ve istidlale salihtir.
235 nolu Ebu Hüreyre
hadisinin isnadında Ebu Mi'şer bulunuyor ki bu zat zayıf sayılır. Zehebi onun
isminden söz eder ken fazla bir bilgi vermemiştir.
237 nolu Amr hadisini
aynı zamanda İbn Hibban ve Taberani de rivayet etmişlerdir.
238 nolu İbn Ömer
hadisi sahihtir. Onu kuvvetlendiren bir diğer hadisi Ebu Davud, Nesai ve İbn
Mace, Ubey b, Ka'b (r.a.) den şöyle rivayet etmişlerdir:
"Adamın diğer bir
adamla (cemaat olup) namaz kılması, yalnız başına kılmasından daha iyi ve
faziletlidir. Adamın iki adamla (cemaat olup) namaz kılması, bir adamla cemaat
olup namaz kılmasından daha iyi ve faziletlidir. Artık cemaat ne kadar çok
olursa, bu Allah yanında daha güzel ve daha sevimlidir."
Ayrıca Tirmizi'nin
işarette bulunduğu ve lafzını İbn Seyyidü'n-nas'ın zikrettiği Muaz hadisi de bu
konuda delil olarak gösterilmektedir. Hadis şöyledir:
"Cemaatle kılınan
namazın, adamın yalnız başına kıldığı namazdan yirmi beş derece üstünlüğü
vardır."
Bu rivayetleri
kuvvetlendiren dört hadis daha rivayet edilmiştir. Çoğunda 25 derece
zikredilirken, azında yirmi yedi derecedenilmiştir.
Bu cümleden olarak
Ahmed b. Hanbel'in isnadını Şerik el-Kadı'ya ulaştırdığı rivayette de 27 derece
olarak belirtilmişse de, bu hadisin hıfzında zaaf bulunduğu tesbit edilmiştir.[247]
Böylece ilim adamları,
cemaatle kılınan namazın yalnız başına kılınan namazdan 25 derece ile 27 derece
arasındaki farka dikkat çekerek hangisinin racih olduğu hakkında farklı yorum
ve görüş belirtmişlerdir:
a)
Bazısına göre, 25 derece ile
ilgili olan rivayetler çoğunluktadır; o bakımdan tercihe
şayandır.
b) Bazısı
ise, 27 dereceyle ilgili hadisi rivayet edenler adaletle isim yapmış hadis
hafızlarıdır. O bakımdan tercihe daha uygundur.
Bu iki görüş arasında
bir köprü kurmak isteyenler ise şöyle yorum getirmişlerdir:
1- Az olanı zikretmek, çok olanı olumsuz kılmaz.
2- Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize önce bu fazilet ve
üstünlüğün 25 derece, sonra da 27 derece olduğu bildirilmiştir.
3- Bu fark, caminin uzaklık ve yakınlığıyla ilgilidir:
Uzak olan camiye gidene 27 derece, yakın camiye gidene 25 derece sevap ve
fazilet vardır.
4- Namaz kılan kişinin takva ve huşu'uyla ilgili bir
farktır. Namazda daha çok saygı, edep ve huşu' içinde olana 27, daha az olana
25 derece ecir vardır.
5- Erken gitmekle ilgilidir: Cami ve cemaate daha erken
gidene 27, daha sonra gidene 25 derece vardır.
6- Cemaatin çokluğuyla ilgilidir: Cemaati çok olana 27,
az olana 25 derece ecir ve fazilet vardır.
7- 27 derece yatsı ve sabah namazıyla, 25 derece diğer
üç vakitle ilgilidir.
8- Aşikar ve gizli kıraatle ilgilidir.
1- Namaz
için cami ve cemaate gidip katılmak müekked sünnettir.
2- Bir
kısınma göre, farz-ı kifayedir.
3- Cemaate
katılmak, onlarla birlikte olmak tslamın şiarı ve Hz. Peygamberin değişmeyen
sünnetidir.
4- Çok
yaşlılar, hastalar, gözleri arızalı olanlar, el ve ayağı kesik bulunanlar,
kadınlar, deliler ve çocuklar hakkında bu sünnet kalkar. Ancak a'manın elinden
tutup camiye götüren kimse bulunursa ve o a'ma da ezan sesini duyacak kadar
camiye yakınsa, cemaate katılması keza sünnettir.
5- Çok
soğuk, çok sıcak, çok çamurlu günlerde, fırtına ve kasırga baş gösterdiğinde
cemaati terketmekte bir sakınca yoktur.
6- Cami
dışında herhangi bir yerde cemaat olup namaz kılmanın da fazileti büyüktür;
aynı zamanda sünnet yerine getirilmiş sayılır. Çünkü arzın her tarafı temiz
olduğundan bu ümmete mescid kılınmıştır. Ancak camiye gidip oradaki cemaate
katılmanın ayrı bir yeri ve hikmeti söz konusudur.
7- Kadınlar,
bir fitne endişesi olmadığı, camide erkekleri muhazat bakımından [248]
müşkil duruma düşürmedikleri takdirde cemaate katılabilirler.
8-
Çocukları, yani henüz temyiz çağına girmeyen küçükleri cami ve cemaate götürmek
mekruhtur.
İslamda cami ve
cemaatin yeri ve önemi çok büyüktür. Aynı zamanda camiler İslam kültürünün
merkezi sayılır. Cami, minare görmeyen, ezan sesi duymayan nesiller, dini
kültür bakımından son derece cılız kalırlar.
Bugün hâlâ Rusya'da,
Bulgaristan'da, Yunanistan'da, Yugoslavya ve benzeri ülkelerde müslüman cemaat
bulunuyor ve kendi dini kültürlerine göre hayatlarını sürdürebiliyorlarsa, bunda
caminin rolü çok büyüktür. Eğer o yerlerde cami, minare ve ezan olmasaydı,
zamanla müslümanlar kendi dini kültürlerinden, adet ve geleneklerinden
uzaklaşır ve birkaç nesil geçince şekil değiştirirlerdi.
Kadınların cami ve
cemaate katılmasına gelince: Evdeki önemli işlerini aksatmadıkları, gidip
gelirken bir fitne söz konusu olmadığı ve çocuklarının bakımına bir zarar
getirmediği takdirde onların da cami ve cemaate iştirakinde bir sakınca yoktur.
Çünkü nesli kendi kucaklarında yetiştirip şekillendiren annelerin de cami
kültürüne ihtiyaçları vardır.
İbn Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a. v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kadınlarınız
geceleyin (akşam ve yatsı, bir de sabah namazı için) camiye gitmek için sizden
izin isterlerse, onlara izin veriniz!"[249]
Diğer bir lafızla şöyle
buyurulmuştur:
"Kadınları
camilere gitmekten men'etmeyîniz. Evleri ise onlar için hayırlıdır."[250]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Hangi kadına
bahur (buhur) tütsüsü (güzel koku) dokunur (böyle bir koku sürünür)se, bizimle
birlikte son işaye (yatsı namazına) hazır olmasın."[251]
Ümmü Seleme (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kadınlar için
en hayırlı mescidler, onların evlerinin uzantısındaki köşedir."[252]
a)
Hanefilere göre: Kadınların, bir fitneye sebebiyet verdiği takdirde cami ve
cemaate çıkması mekruhtur. Fitne sözkonusu olmadğı takdirde cemaate
katılmalarında bir sakınca yoktur.[253]
Ayrıca kadınlar kendi
aralarında cemaat olup birlikte namaz kılabilirler. Ancak imam olan hanımın
önde değil onların ortasında durması söz konusudur. Nitekim Hz. Aişe'nin
(r.a.) ikindi namazını, Ümmü Seleme'nin başka bir namazı onların arasında
durmak suretiyle kıldırdığı vakidir. Ne var ki onların cemaat olup namaz
kılmaları tenzihen mekruh sayılmıştır.[254]
b) Şafiilere
göre: Erkeklerin cemaatle kılmasında olduğu gibi, kadınların da kendi
aralarında cemaat olup namaz kılmaları müstehabdır.[255]
Kasani diyor ki:
Şafiilerin müstehab dediği kadın cemaati hakkındaki hüküm, İslam’ın ilk
yıllarında idi. Sonraları bu hüküm kaldırılmıştır. Özellikle genç kadın ve
kızların camiye gitmesi, cemaate katılması mübah görülmemiştir. Nitekim Hz.
Ömer (r.a.) genç kadınları cami ve cemaatten men'etmiştir. Bunun da sebebi
fitnedir. Yaşlı kadınların ise, camiye gitmelerinde ve cemaate katılmalarında
bir sakınca yoktur.[256]
c)
Hanefilere göre: Yanlarında mahremi bulunmayan kadınları cemaat edinip namaz
kılmak mekruhtur. Ancak camilerde, cemaatin bulunduğu vakitlerde bunda bir
sakınca yoktur. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, mescidde namaz
kıldırırken o gibi kadınlar da cemaate katılmıştır. Hz. Aişe (r.a.) de diyor
ki:
"Kadınlar Peygamber
(s.a.v.) ile birlikte cemaat olup namaz kılarlar ve namaz bitince de örtülerine
bürünerek çıkıp giderlerdi. Ancak kadının kendi evinde namaz kılması daha
faziletlidir.[257]
237 nolu İbn Ömer
hadisi, Sahihayn'de "Evleri ise onlar için hayırlıdır" lafzı
yoktur. Bu fazlalığı İbn Huzayme kendi sahihinde tahric etmiştir. Taberani de
bu anlamdaki lafza yer vermiş ve onu isnad-i hasen ile rivayet etmiştir.
Ayrıca İbn Ömer ve onu
müteakip hadisi kuvvetlendirir anlamda bir hadisi Ebu Hüreyre şöyle rivayet
etmiştir:
"Allah'ın
emetlerini (O'na kulluk eden kadınları) Allah'ın mescidlerinden men'etmeyiniz.
Ancak kadınlar güzel koku sürünmedikleri halde cami ve mescidlere
gitsinler."[258]
Böylece kadınların camiye
giderken, cemaate katılırken güzel koku sürünmesi men'edilmiştir. Çünkü böyle
bir davranış fitneye sebebiyet verebilir ve camide erkeklerin huzurunu bozabilir.
Nitekim Îbn Mes'ud'un eşi
Zeyneb'den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) bir diğer hadislerinde
şöyle buyurmuştur:
"Sizden
biriniz (kadınlardan biri) mescide gidip orada bulunmak isterse, güzel koku
sürünmesin!"
Müslim'in rivayet
ettiği bu hadis de yukarıdaki rivayetleri kuvvetlendirmektedir.
İbn Ömer hadisiyle
istidlal edenler, aynı zamanda kadınların kocalarından izin almadan evlerinden
dışarı çıkmalarının mekruh olduğunu belirtmişler ve kadınların cemaate
katılmasının vacib olmadığını istinbat etmişlerdir. Zira eğer vacib olsaydı,
kocalarından izin almalarına gerek kalmazdı.
240 nolu Ümmü Seleme
hadisini aynı zamanda Ebu Yala tahric etmiştir, Taberani de el-Kebir'de ona yer
vermiştir. Ancak isnadında İbn Lehbea bulunuyor ki bu zat üzerinde durulmuş ve
birtakım görüşler ortaya konmuştur.
Ahmed ve Taberani'nin
tesbit ve rivayetlerine göre: Ümmü Humayd es-Saidi (r.a.) Rasulüllah'a
(s.a.v.)gelerek şöyle demiştir:
"Ya Rasulallah!
Seninle birlikte (senin arkanda cemaat olup) namaz kılmak istiyorum."
Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona şöyle buyurmuştur:
"Bilirsin ki, senin
kendi evinde namaz kılman kendi hücrende namaz kılmandan hayırlıdır. Hücrende
namaz kılman, bulunduğun evin herhangi bir yerinde namaz kılmandan hayırlıdır.
Bulunduğun evde namaz kılman, mescidde namaz kılmandan hayırlıdır. Kendi
semtindeki cami ve mescidde namaz kılman, (büyük) cemaatin olduğa camide namaz
kılmandan hayırlıdır."
Açıklama:
Burada geçen
"beyt", ailenin barındığı çatı altı; "hücre", etrafı
duvarla çevrili avlu; "dar" ise, evin kapsadığı saha demektir. Tabii
bu isimlerin daha başka manaları da vardır.
1-
Kadınların kendi aralarında cemaat olup namaz kılmaları Hanefilere göre
tenzihen mekruhsa da Şafîilere göre müstehabdır.
2-
Kadınların güzel koku sürünüp camiye gitmeleri, cemaate katılmaları mekruhtur.
3- Fitneye
sebep olmadıkları takdirde kadınlar zaman zaman camilere gidebilirler ve
cemaate katılabilirler.
4- Ancak
kadınların evlerinde ibadetlerini yerine getirmeleri daha hayırlıdır.
5- Kadınlar
camiye gitmek istedikleri zaman kocalarından izin istemelidirler.
6- Kadınlar
camiye gidip cemaate katılmak istedikleri takdirde, erkeklerin gerisinde
durmaları gerekir.
"Sekinet" bu
konuda, acele etmeyip vekarla, normal adımlarla gitmek anlamına gelir.
Müslüman her zaman,
her yerde ağırbaşlı, vekarlı, sabırlı, temkinli, edepli, terbiyeli ve
nezaketlidir. Düşmanla savaşırken bile o, edep ve nezaketini korur, ama cesaret
ve enerjisini bütünüyle ortaya koyarak sonuç almaya çalışır.
İbadet her yerde
sükûnet, huzur, gönül yatışkanlığı ister. Nasıl küçük ve büyük abdest bozma
ihtiyacı hissedilince namaza durmak mekruhsa, cemaate yetişmek için camiye
acele koşarak nefes nefese gitmek de öylece mekruhtur. Hem İslam dini, güzel
ahlakı, malı, aileyi nasıl korumayı farz kılmışsa, sağlığı da korumayı farz
kılmıştır. Acele tıka-basa yemek yemeyi, bardaktaki suyu bir nefeste içmeyi
mekruh saymıştır. Zira bu gibi hareketler sağlığı bozar. Camilere cemaate
ulaşabilmek için de acele edip hızlı adımlarla yürümek, koşmak iki yönden
zararlıdır: Biri, ibadeti huzurla, rahat bir davranışla kılmaya engel olur.
Diğeri, kalbi yorar, özellikle yaşlı kişilerin kalp krizi geçirmesine sebep
olabilir. Aynı zamanda yolda bir kazaya uğrama tehlikesi doğurabilir. Bunların
da ötesinde, camiye gitmek ve cemaate katılmak üzere evinden, işyerinden çıkan
kimse bir bakıma namazda sayılır. O sebeple hareketlerini ona göre ayarlaması
tavsiye edilmiştir.
Ebu Katade'den (r.a.)
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Birara Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizle birlikte namaz kılarken bazı adamların nefes nefese ses
çıkardıklarını duydu. Namazı kıldırınca onlara şöyle sordu:
"Size neler oldu da (öyle nefes nefese içeri girdiniz?)"
Onlar da:
"Namaza yetişmek
için acele ettik" diye cevap verdiler. Peygamber (s.a.v.) onlara:
"Böyle
yapmayın! Namaza geldiğiniz zaman sekinet ve vekarlı olmaya gerekli olun; sürat
göstermeyin. Yetiştiğinizi kılın, kaçırdığınızı tamamlayın."[259]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İkaameti
(veya ezanı) duyduğunuz zaman, sekinet ve vekara dikkat ederek namaza doğru
yürüyün, acele etmeyin. Yetiştiğinizi kılınız, kaçırdığınızı (kalkıp)
tamamlayınız"[260]
Müslim'in rivayetinde
ise, şu lafızla nakledilmiştir:
"Namaz için
ikaamet getirildiği zaman, hiçbiriniz namaza acele yürüyerek gitmesin üzerinde
sekinet ve vekar olduğu halde yürüyerek gitsin... Yetiştiğini kıl,
yetişemediğini kaza et."[261]
Bu konuda rivayet
edilen hadislerin hepsi sahihtir ve istidlale, ihticaca salihtir. O bakımdan
cami ve cemaate giderken hızlı adımlarla gitmenin, koşarak yol almanın ve nefes
nefese camiye girip imama uymanın mekruh olduğunda bütün müctehidler görüş
birliği halindedir.
Hadislerde iki ayrı
emir lafzı kullanılmıştır: "etimmû" ve "fakdû"... Ancak
birinci lafızın daha çok kullanıldığını görüyoruz. "Kaza" kavramı her
ne kadar vaktinde kılınmayan namazı kaza etme manasında yaygınsa da,
"eda" manasına da geldiği ve başlanılan bir işi bitirip ondan fariğ
olma manasında da kullanılmıştır. O bakımdan hadislerde geçen ve aynı hükmü
taşıyan bu iki ayrı lafzın eşanlamlı olduğunda şüphe yoktur.
1- Ezan
okunmaya başlayınca, mümkün olduğu
takdirde işi bırakıp sekinet ve vekarla camiye gitmek sünnettir.
2- Biraz
gecikme meydana geldiği takdirde de acele etmeyip yine normal şekilde yürüyerek
gitmek sünnettir.
3- Bunun
aksine hızlı adımlarla veya koşarak, nefes nefese gitmek mekruhtur.
4- İmama
namazın bir kısmında yetişen kimseye "mesbuk" denilir. Bu durumda
olan kimse, yetiştiği rek'atin rüku'una yetişirse, o rek'ate yetişmiş sayılır
ve yetiştiği kısmı imama uyarak kılar, imam selam verince o kalkar,
yetişemediği rek'atleri kendi başına kılarak namazı tamamlar.
5- Bu arada
imam yanılma secdesi yaptığı takdirde mesbuk da onunla birlikte bu secdeye
iştirak eder.
Günde beş vakit camiye
gidip cemaate katılmak nasıl müekked sünnetse, imam ve müezzinin de namazı, dua
ve tesbihleri sünnete uygun yerine getirip cemaate bıkkınlık ve sıkıntı
verecek kadar uzatmamaları da öylece sünnettir. Zira camiye gelip cemaate
katılan müslümanların çoğunu şu üç grupta düşünmemiz gerekmektedir:
a) Yaşlı
olup abdestini uzun süre tutamayanlar,
b) Hasta
olup uzun süre beklemeye tahammülü olmayanlar,
c) İş, güç
sahibi olup bir an önce işinin, tezgahının, masasının başına dönmek
ihtiyacında olanlar veya zorunda kalanlar...
İmam ve müezzinin
kendi cemaatlerini çok iyi tanımaları ve ona göre namazı, süre bakımından
ayarlamalıdırlar. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ile dört halife zamanında bu
ölçü ve sünnete hep dikkat edilir ve farz namaz kılınınca cemaat serbest
bırakılırdı: Artık isteyen sünnet namazı camide, isteyen evinde ve iş yerinin
müsait bir yerinde kılabilirdi. Tesbih ve dua da, bugünkü toplu halde merasim
şeklinde değildi. Öyle ki isteyen bunları camide, isteyen evinde veya iş
yerinde yerine getirirdi.
Müezzin ise, gereksiz
nağmelerden, mukaddem elerden kaçınıp tesbih ve duayı kısa tutmaya özen
göstermelidir. Cuma günleri iç ezanı çok yüksek sesle ve fazla nağme yaparak
okuması da sünnete aykırıdır. Çünkü dış ezan okunmuş ve namaz vakti zaten
duyurulmuştur.
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden
biriniz cemaate namaz kıldıracağı zaman, namazı hafif tutsun. Çünkü cemaat
arasında zayıf, hastalıklı ve yaşlı kimseler vardır. Kendi başına kılınca
dilediği kadar uzatabilir."[262]
"Arkasında namaz
kıldığım hiçbir imam arasında, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden namazı daha
hafif tutan ve daha tamam kıldıranı görmedim."[263]
Enesi (r.a) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Doğrusu
nabaşlayıp girerim ve onu uzatmak isterim ana o sırada çocuğun ağlamasını
duyarım ve o sebeple namazı uzatmayı geçerim; çünkü onun ağlamasından
annesinin aklının ona takılıp üzüntü duyduğunu biliyorum."[264]
Bu konudaki hadislerin
hemen hepsi sahihtir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih görülmüş ve mezhep
imamlarının hepsinin görüş ve ictihadı aynı noktada toplanıp birleşmiştir.
Müslim'in yaptığı
rivayette, cemaate katılan üç grup arasında bir de "sağır" kelimesi
ilave edilmiştir ki bu, yaşı küçük olanlara delalet etmektedir.
Taberani ise, bu
konuda Osman b. Ebi As'dan yaptığı rivayette, "hamil" ve
"murzi" kavramlarına yer verilmiştir ki, birincisi gebe kadına,
ikincisi çocuk emziren kadına delalet etmektedir; yani cemaat arasında gebe ve
çocuk emziren kadın da bulunabilir. O bakımdan namazı hafif tutup uzatmamak
daha uygun olur.
İbn Mace'nin bu konuda
Osman b. Ebi As'dan yaptığı rivayetin isnadında Muhammed b, Abdillah el-Kadı
bulunuyor ki, cumhur bu zatın zayıf olduğunu söylemiştir. Ama İbn Main ve İbn
Sa'd onun sıka, yani güvenilir olduğunu belirtmiştir.
1- Cemaate
namaz kıldıran imamın namazı uzatmayıp hafif tutması sünnettir.
2- İmam,
camiye gelen cemaatinin durumunu her zaman göz önünde bulundurmak ve aralarında
kimlerin bulunduğunu bilmekle yükümlüdür.
3- Yalnız
başına namaz kılan kimse, zamanı müsaitse, vakit içinde kılmakta olduğu namazı
istediği kadar uzatabilir. Elverir ki, bu uzatma onu işinden, mesleğinden ve
maişetini te'minden alıkoymasın.
4- İmam
namazı hafif tutunca, rükünlere, farz ve vaciblere çok dikkat etmeli ve namazı
noksan bırakacak veya rüknü, farzı ihlal edecek kadar acele etmemelidir. Aksi
halde ya namazı bozulur, ya da kerahet işlemiş olur.
5- Çocukları
camiye sokmak mekruhtur. O bakımdan mescidde namaz kıldırırken mescide komşu
olan evlerden çocuk ağlama sesi işitilirse, o takdirde namazı hafif tutmak yine
sünnet sayılır. Çünkü o çocuğun annesi cemaate katılmış olabilir.
6- Geniş
zamanı ve sağlık durumu müsait olan kimseler, namazın uzun tutulmasını
istememelidirler ve imam da onların arzusuna göre bir tavır içine
girmemelidir. Çünkü cemaatin çoğunu oluşturanların durumu daha önemlidir.
7-
Müezzinler de bu hususları dikkate alarak, tesbih ve duaları sünnet
çerçevesinde kısa tutmalıdırlar. Aksi halde kerahet işlemiş olurlar.
"İmam", çok
yönlü bir kavramdır. Konumuzda ise, namazda kendisine uyulan ehil kimse
demektir. Bunun dışında kelime olarak şu manalara delalet eder:
a) Önder,
lider.
b) Önde
bulunan, söz sahibi olan.
c) Mezhep
bahsinde kendisine uyulan, taklid edilen.
d) Şer'i
konularda görüş ve rey sahibi bulunan.
e) İlmin
herhangi dalında uzman olup sözü senet kabul edilen.
f) İslam
ülkesini idare etme makamından olan halife, İmam, cami ve mescidde müslüman cemaatin
önüne geçip namaz kıldırırken, aynı zamanda birliği, dirliği,
itaat ve saygıyı telkin etmekte, onlardan olan lider ve hükümdara meşru konularda
itaat ve bağlılığı kendi şahsında sembolize etmektedir.
Namazda, bütün rükün,
farz ve vaciplerde, imama uymak vaciptir. Rükün, farz ve vaciplerde imamın
önüne geçmek mekruhtur ve bazı hallerde böyle bir davranış namazın bozulmasına
sebep olur.
Ebu Hureyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İmam ancak,
kendisine uyulması için öne geçip imamlık yapmaktadır. O bakımdan ona muhalefet
etmeyiniz: Tekbir getirince, tekbir getiriniz, rüku’a varınca siz de rüku'a varın. O, Semi'allahu
limen hamidehu deyince, siz "Allahümme Rabbena leke'1-hamd" deyin. O
secde edince siz de edin. O oturarak namaz kılınca, siz de hepiniz oturarak
namaz kılınız."[265]
Diğer bir rivayette
şöyle buyurulmaktadır:
"İmam ancak
kendisine uyulmak için imamdır. O bakımdan imam tekbir getirince siz de tekbir
getirin; ama o tekbir getirmeden tekbir getirmeyin. Rüku'a varınca siz de
rüku'a varın; ama o rüku'a varmadan siz varmayın. Secde edince siz de secde
edin; o secde etmeden siz secde etmeyin."[266]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden
biriniz imamdan önce başını kaldırınca, başının eşek başına çevirilmesinden
endişe etmez mi veya Cenab-ı Hakk'ın onun suretini eşek suretine döndürmesinden
korkmaz mı?"[267]
Enes b. Malik (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ey insanlar!
Şüphesiz ki ben sizin imamınızım; o bakımdan rüku'da da, secdelerde de, ayakta
dururken de, otururken de ve namazdan çıkıp ayrılırken de benim önüme
geçmeyin."[268]
Yine Enes (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İmam ancak
kendisine uyulsun diye öne geçip imam olmuştur. O halde o rüku'a varmadıkça
rüku'a varmayın, o başını kaldırmadıkça başınızı kaldırmayın."[269]
a)
Hanefilere göre: İmama uyan kimsenin, imamdan önce rüku'a varması, secde etmesi
ve rüku ile secdeden ondan önce kalkması mekruhtur.[270].
İmama uyan kimse bir
rükünde imamın önüne geçerse, isterse bu geçişi kasden, isterse yanılarak
olsun, namazı bozulur. Ancak geçtiği rüknü dönüp imamla birlikte veya imam o
rüknü yaptıktan hemen sonra yaparsa, namazı bozulmaz.[271]
b) Şafîilere
göre: İmama uyan kimsenin namaz ef’alinde imama uyması vacibdir; ama kıraat ve
teşehhüdde öne geçmesi veya geri kalmasıyla namaz bozulmaz.
İmama uyanın başlama
fiilinin, imamın başlama fiilinden hem sonra gerçekleşmesi hem de imamın bir
fiili bitirmesiyle ona uyanın o fiile başlaması, imama fiillerde uymayı
sağlamış olur. Bununla beraber fiil ve kavide imamla aynı anda başlarsa, namazına
bir zarar vermez, sadece kerahet işlemiş olur. Ancak İftitah Tekbir'i bu
genellemenin dışında kalır; yani namaza dururken bu tekbiri imamla birlikte
getiren kimsenin namazı bağlantı yapmaz, yani imama uymuş olmaz. O bakımdan
imama uyan kimsenin bütün tekbirleri imamın tekbirlerinden sonra alması
gerekir.
Me'mum (imama uyan
kimse) bir rükünde imamdan geri kalır, mesela imam rüku'u bitirip başını
kaldırırken me'mum
henüz kıraatle meşgul olursa, en sahih
kavle göre namazı bozulmaz. Ancak kerahet işlemiş olur. Tabii unutarak veya
yanılarak böyle yapmasında kerahet de söz konusu değildir.
İmam iki rüknü
tamamladığı halde me'mum geride kalırsa, mesela imam ikinci secdeyi tamamlayıp
kıyama kalkarken me'mum henüz birinci secdede bulunursa, bu bir özürden dolayı değilse,
namazı bozulur.[272]
c)
Hanbelilere göre: Rükünlerde imamın önüne geçmek caiz değildir. O halde
imamının rüku'undan önce rüku'a varıp kalkar ve bunu kasden bilerek yaparsa,
namazı bozulur mu? Bir kavle göre, namazı bozulur; diğer kavle göre, sadece bir
rükünde öne geçtiği için bozulmaz. Mezhep imamlarının bir kısmına göre, hangi
rükün olursa olsun, me'mum imamın önüne geçerse namazı hükümsüz olur. Bir
kısmına göre ise, sadece rüku'da imamın önüne geçerse namazı bozulur, diğer
rükünlerde geçmesinde kerahet varsa da namaz bozulmaz. Ama rüku'da da böyle
yapmanın namazı bozacağını bilmiyorsa veya yanılarak öyle yapıyorsa, namazı
bozulmaz.
İmamın herhangi bir
rükünde me'mumun önüne geçmesiyle me'mum arkadan acele edip ona yetişmek için
kaçırdığı rüknü yerine getirir ve öylece namaza devam ederse, namazı bozulmaz.[273]
d)
Malikilere göre: Me'mumun imamını kasden bir rükün geçerse, mesela imam rüku
yapmadan önce o rüku' yaparsa, namazı bozulmaz. Ancak yanılarak böyle yaparsa,
dönüp imamıyla birlikte yine o rüknü yerine getirir. Kasden bilerek yaptığı takdirde
kerahet işlemiş olur.[274]
Bu babda ayrıca
Buhari, Müslim, Ebu Davud ve İbn Mace'nin Hz. Aişe (r.a.) dan; Müslim, Ebu
Davud, Nesai ve İbn Mace'nin Cabir (r.a.) den; Ahmed ve Taberani'nin İbn
Ömer'den; Taberi'nin el-Kebir'de Muaviye'den rivayet ettikleri hadisler vardır
ki, hepsinin ricali sahihtir. Ayrıca İbn Hibban'ın Ebu Ümame'den (r.a.)
naklettiği bir hadis daha vardır.
Hadislerin zahiri
delaletinden anlıyoruz ki, imamdan önce rüku' ve secdeye varmak, ondan önce
başı kaldırmak mekruhtur, ama namazı bozmaz. Tavsiye edilen husus ise, me'mumun
imama uyması, her rüknünde imamı takip etmesidir.
Nitekim Ebu Hüreyre
(r.a.) hadisinde, imamdan önce rükünleri yapmaya başlayan, yani ondan önce
rüku'a ve secdeye varan, ondan önce başını secdeden kaldırıp ayağa kalkan kimsenin
bu davranışının ahmaklığına delalet ettiğini anlıyoruz. Zira "eşek" e
benzetilme mecazi bir anlatım tarzıdır ki, ahmaklığa ve bönlüğe delalet
etmektedir.
1- İmamdan
önce rüku' ve secde etmek, ondan önce rüku ve secdeden baş kaldırmak mekruhtur.
2- İmamdan
önce bir rüknü yerine getiren kimsenin namazı bozulur. Bu, İmam Ebu Hanife'nin
ictihadıdır.
3- Me'mumun
bir rükün öne geçmekle namazı bozulmaz, sadece kerahet işlemiş olur. Bu
Hanbeli ve Maliki imamlarının ictihadıdır.
4- İmamdan
bir rükün geride kalan me'mumun namazı bozulmaz, şu şartla kî, o rüknü selam
vermeden önce yerine getirmiş olsun. İki rükün geri kalırsa, namazı bozulur.
Bu, daha çok Şafîi imamların imamların ictihadıdır.
İslam’a göre, cemaat
rahmettir, ayrılmak, bölünmek azaptır. Cemaatin nüvesini, cemaat halinde
kılınan namaz oluşturur. O bakımdan kişinin kendi evinde eşiyle veya temyiz
çağına girmiş çocuğuyla cemaat olup namaz kılması, yani kendisinin imam olup
onlardan birini arkasında cemaat olarak bulundurması müstehabdır ve cemaat
sevabına erişmesine vesiledir.
Konuyla ilgili
hadisler:
İbn Abbas (r.a) diyor
ki:
"Teyzem Meymune'nin
(r.a.) evinde geceledim. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz gece kalkıp namaz
kılmaya başladı. Ben de kalktım ve O'nun sol tarafında durup onunla birlikte
namaz kılmaya başladım. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) başımdan tutup beni
sağ tarafına aldı."[275]
Diğer bir lafızla
şöyle rivayet edilmiştir:
"On yaşında
bulunduğum günlerde idi. Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimizle birlikte namaz kılmaya kalktım ve Onun sol yanında durdum. Ama O
beni tutup sağ yanında durdurdu."[276]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim geceleyin
uyanır ve aile halkını da uyandırıp hep birlikte iki rek'at namaz kılarlarsa,
Allah'ı çokça zikreden kullardan yazılırlar."[277]
a)
Hanefilere göre: Cemaat iki kişiyle gerçekleşir. İsterse imamdan başka o bir
kişi kadın veya köle veya temyiz çağına girmiş çocuk olsun fark etmez. Çünkü
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz iki kişiyi mutlak anlamda cemaat saymıştır.[278]
b) Şafiilere
göre: İsterse akleden bir çocukla olsun namazı camide cemaat halinde kılmak,
başka yerde cemaatle kılmaktan efdaldır. Evdeki hanımla birlikte evde cemaat
olup kılmak ise, camide kılmaktan efdaldır. Bu, her zaman için değil, ihtiyaç
duyulduğu vakitle ilgilidir.[279]
c)
Hanbelilere göre: Kadınla çocuğun erkeklere imam olması caiz değildir. Ama
imam olan erkeğe temyiz çağındaki çocuğun veya kadının uyması caizdir. Yani
cemaat bunlarla da oluşabilir.[280]
263 nolu İbn Abbas
(r.a.) hadisinde, "sol tarafında durdum" sözünden şu üç ihtimal ve
yorum ortaya çıkmaktadır:
1- Tam sol
yanında aynı hizada durdum.
2- Az geride
durup uydum.
3- Epeyce
geride durup uydum.
Nitekim Maliki
imamları, cemaatin tam imamın hizasında durmasında bir sakınca olmadığını
belirtmişler ve ikinci delil olarak şu rivayeti göstermişlerdir: İbn Mes'ud
(r.a.) diyor ki:
"Günün ortasında
Hz. Ömer'in (r.a.) yanına girdiğimde, tesbih ve zikirde bulunduğunu gördüm.
(Namaz kılmaya kalktı). Ben de geçip onun arkasında durdum. Bunun üzerine beni
tutup kendine yaklaştırdı ve sağ yanına getirip tam hizasında durdurdu."[281]
Malik b. Nafî' de
şöyle diyor:
"Namazlardan bir
namazda Abdullah b. Ömer'in arkasında durdum, benden başka onun yanında kimse
yoktu. Abdullah (r.a.) eliyle beni tutup kendi hizasına getirdi (de öylece
namaz kıldık)."[282].
İmam Ebu Hanife bu
rivayetleri delil seçnıemiştir. O bakımdan ona göre, imama uyan bir kişi ise,
imamın sağ tarafında, hiç değilse dört parmak kadar gerisinde durması gerekir.
İmam Şafii'nin bir kavline göre de, cemaatin imamın tam hizasında durmasında
bir sakınca yoktur.
Ebu Said ve Ebu
Hüreyre hadisini mevkufen rivayet edenler olduğu gibi, Nesai ve İbn Mace
mürselen tahric etmişlerdir.
Bu manada bir diğer
hadisi Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz buyurdu:
"Allah şu
adama rahmet eylesin ki, geceleyin kalkar da namaz kılar ve eşini de uyandırır.
Eşi kalkmak istemezse, yüzüne su serper. Allah rahmet etsin o kadına ki, gece
kalkıp namaz kılar ve kocasını da uyandırır. Kocası kalkmak istemezse yüzüne su
serper."[283]
Ancak bu hadisin
isnadında Muhammed b. Aclan bulunuyor. İmam Ahmed ile Yahya onun sıka
(güvenilir) olduğunu belirtmişlerdir. Buhari onun rivayetiyle istişhad
etmiştir. Müehhirinden bazı ilim adamları bu zat hakkında
konuşmuşlardır. Yahya el-Kattan onun Nafi'den rivayet ettiği hadisinin
muzdarip olduğunu söylemiştir. İmam Malik de onun alim olmadığını belirtmişse
de Zehebi bu zatın sıka olduğuna dikkat çekerek ilim adamlarının görüşlerine
yer vermiştir.[284]
Böylece Muhammed b.
Aclan'ın rivayetiyle istidlalin sahih olduğu ağırlık kazanmış oluyor.
1- Cemaat
iki kişiyle de gerçekleşir, imamın arkasında aklı eren bir çocuğun durup uyması
veya bir kadının uyması caizdir.
2-
Müctehidlerin bir kısmına göre, aklı eren çocuğun imameti sahihtir. Bir
kısmına göre ise, sahih değildir.
3- Kadının
erkeklere imam olması caiz değildir. Bunda dört mezhep müttefiktir.
4- Nafile
namazı ev halkıyla birlikte cemaat halinde kılmanın caiz olduğunu söyleyenler vardır.
İmamların çoğuna göre, mekruhtur.
5- İmama
uyan bir kişi ise, imamın sağ tarafında durması sünnettir.
6- İmama
uyan bir kişinin imamın sağında ve tam hizasında durup ona uyması Maliki ve bir
rivayete göre Şafii imamlarına göre sahihtir.
7- Aynı zamanda
cemaatin imamın hizasında durup uymasında da -Malikilere göre- bir sakınca
yoktur.
8- Hanefî ve
Hanbelilere göre, cemaatin imamın arkasında durması, hiç değilse dört parmak
miktarı bir mesafe hesaplayarak yanında yer alması gerekir. Aksi halde namazları
sahih olmaz.
İmam isminin çok yönlü
bir kavram olduğunu az yukarıda belirtmiştik. Bu çok önemli, aynı zamanda
Rasulüllah'ın (s.a.v.) bizzat yürüttüğü ve yerine getirdiği ulvi hizmeti
yüklenecek kimsede birtakım vasıfların bulunması söz konusudur. Zira
şahsiyetini bulmuş bir imamın, dirayeti, ehliyeti ve gelişkin olan sosyal yönü,
örnek ahlakı ile cemaati üzerinde çok olumlu tesirler bırakacağında şüphe
yoktur. O, bu özellikleriyle her bakımdan toparlayıcı, barıştırıcı,
birleştirici ve yönlendirici rol oynar.
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"(Müslümanlardan)
üç kişi olunca, onlardan biri diğerlerine imamlık yapsın. Onların imamete en
haklı ve layık olanı, en güzel ve en doğru okuyanıdır."[285]
Ebu Mes'ud Ukbe b. Amr
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Kavim ve
topluluğa, Allah'ın kitabını en iyi okuyan kimse imamlık eder. Eğer kıraatte
eşit durumda olurlarsa, sünneti en iyi bilen imam olur. Sünneti bilmede de eşit
durumda olurlarsa, daha önce hicret eden imam olur. Hicret etmede de eşit
durumda olurlarsa, daha yaşlı olanı imam olur. İmamlık yapmak isteyen adam,
başkasının mülk-ü tasarrufunda olan yerde (evinde, bahçesinde, çiftliğinde, iş
yerinde) imamlık yapmasın; aynı zamanda başkasının evinde ve ikram ettiği
sofrasına ancak sahibinin izniyle otursun."[286]
Malik b. Huveyris
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ben ve arkadaşım
birlikte Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize geldik. Bir süre kaldıktan sonra
Rasulüllah (s.a.v.) yanından ayrılıp evimize, kabilemize dönmek istedik. Bunun
üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Namaz vakti
girince, ezan okuyun, ikamette bulunun ve ikinizden büyük olanınız imam
olsun"[287]
Yine Malik b. Huveyris
(r.a.) den yapıları rivayete göre, adı geçen, Peygamber (s.a.v.) Efendimizden,
şöyle buyurduğunu işittiğini haber veriyor:
"Bir kavmi
(cemaat ve topluluğu) ziyaret eden kimse onlara
imamlık etmesin, onlardan biri imamlık yapsın."[288]
Bu rivayetleri, İbn
Ömer'in (r.a.) Hz. Peygamberden (s.a.v.) rivayet ettiğini şu genel anlamdaki
hadis kuvvetlendirmektedir.
"Üç (sınıf)
kimse kıyamet gününde miskten tepeler üzerinde olacaktır:
1-
Hem Allah'ın, hem de efendisinin hakkını ödeyen (yerine getiren) köle,
2-
İmamlık ettiği kavmin (cemaatin) kendisinden razı olduğu adam,
3-
Her gece (ve gündüz) beş vakit namaz için ezan okuyup çağrıda bulunan
adam."[289]
a)
Hanefilere göre: Bulunulan evde ve yerde ev sahibi veya ücretle tutulmuş adam
varken veya biri imamlık için orada bulunuyorsa, imamlığın bütün vasıflarını
kendi üzerinde taşıyan ziyaretcidense, diğerleri (görevliler) imamlığa daha
haklı ve layıktırlar.
Bu ortamın dışında bir
yerde toplanmış bulunan cematten namaz ahkamını en iyi bilen ve kıraati sünnete
uygun yerine getiren kimse imam olur. Bu konuda eşit durumda olurlarsa, daha
yaşlı olan imam olur. Bu durumda da eşit olurlarsa, daha çok haram ve şüpheli
şeylerden sakınan kimse imam olur. Bu hususta da eşit durumda olurlarsa, ahlakı
en güzel olanı; bunda da eşit olurlarsa, yüzü en çok çekici ve güven telkin
edici olan imam olur. Bu hususta da eşit durumda olurlarsa, soy bakımından daha
şerefli olan imam olur. Bu husuta da eşit olurlarsa, sesi en güzel olan imam
olur. Bu hususta da eşit olurlarsa, elbisesi daha temiz ve zarif olan kimse
imam olur. Bütün bu vasıflarda eşit olurlarsa, aralarında kur'a çekilir.
Ancak o yerde vazifeli
imam bulunduğu veya sultanın yetkili adamı hazır olduğu takdirde, belirtilen
vasıflar dikkate alınmaksızın imamlık görevini bunlar yerine getirir.[290]
b) Şafiilere
göre: Cemaat arasında mahallin amiri bulunuyorsa, onun öne geçip imamlık
yapması; o yoksa görevli imamın öne geçip imamlık yapması menduptur. Sonra da
bir ücret karşılığı tutulan ve bu sebeple oranın sakini sayılan kimse -eğer bu
göreve ehilse- imamlık yapar.
Belirttiğimiz bu
vasıftaki kimseler yoksa, daha fakih olanı, sonra daha kıraati düzgün olanı,
sonra daha zahid bulunanı, sonra haram ve şüphelerden daha çok kaçmanı, sonra
İslamda daha çok ömür geçireni, sonra nesep bakımından daha üstün olanı, sonra
ahlakı, huyu ve yaşayışı daha güzel olanı, sonra elbisesi daha temiz ve nezih
olanı, sonra sesi daha güzel olanı, sonra yüzü daha çekici bulunanı, sonra da
evli olanı öne geçip imam olur.
Bütün bu sıfatlarda
eşit olurlarsa, aralarında kura çekilir. Bununla beraber imamlığa daha layık
olan kimsenin bir başkasını yerine geçirmesinde de bir sakınca yoktur.[291]
c)
Hanbelilere göre: Ebu Mesud’un hadisinde belirtilen sıra gözetilir. Nitekim
İmam Ahmed, önce Allah'ın kitabını en iyi okuyan, kıraati en düzgün olan öne
geçirilir demiştir.[292]
Bu ölçüyü dikkete alan
Hanbeli fukahası şöyle bir sıralamada bulunmuşlardır:
a) Daha
fakih olup kıraati daha güzel olan,
b) Fakih
olup kıraati daha güzel ve düzgün olan,
c) Daha çok
tecvide riayet eden, namaz ahkamını bilen,
d) Namazla
ilgili konulan daha iyi bilip hafızasında tutan,
e) Sonra
yaşı ileri olan,
f) Sonra da
daha takva sahibi ve haram ile şüpheli şeylerden daha çok kaçınan kimse öne
geçip imam olur.[293]
d)
Malikilere göre: Cemaat toplanır da hepsi de imamete elverişli vasıfta olursa,
sultanın veya naibinin öne geçirilip imamlık yapması mendup olur. İsterse,
başkaları daha fakih ve daha üstün olsunlar fark etmez. Sonra da caminin
görevli imamı gelir. Bir evde iseler, ev sahibi imam olur. O evde ücretle
tutulan bir imam varsa, ev sahibine takdim edilir. Ev sahibi erkek değil de
kadınsa, o takdirde birini naib seçip onun imamlık yapmasını sağlar. Sonra
namaz ahkamını daha iyi bilen, sonra da hadis fennini iyi bilen, sonra da
kıraati iyi bilen öne geçer. Sonra da fazla ibadet eden, sonra İslam’a
intisapta mukaddem olan, sonra nesebi yüksek olan, sonra ahlakı daha güzel
olan, sonra elbisesi ve bedeni daha temiz ve nezih olan öne geçer. Bütün bu
sıfatlarda eşit durumda olurlarsa, aralarında kura çekilir.[294]
273 nolu Ebu Said
hadisinde "üç kişi olunca.." kaydı tahdidi değildir, yani mefhumuna
bu babda itibar edilmez. Rasulüllah (s.a.v.) bununla birarada bulunan birden
fazla cemaati kasdetmiştir.
Bu hadisle istidlal
edenlere göre, kıraati daha iyi olanın daha fakih olana tercih edileceği hükmü
çıkarılmıştır. Nitekim Ahnef b. Kays, İbn Sirin, Sevri, Ebu Hanife ve Ahmed de
bu hadisle ihticac etmişlerdir.İmam Şafii ile İmam Malik daha fakih olanın
tercih edileceğini belirtmişlerdir.
275 nolu Malik b. Hüveyris
hadisi de sahihtir. İki kişiden yaşı daha büyük olanının imamlık yapması
hususuna gelince, ikisinin kıraatte eşit olduklarına, fıkıhta da aynı çizgi
üzerinde bulunduklarına delalet vardır. Bununla beraber "ekber"den
maksat, kıraat ve fıkıhta daha ileri seviyede bulunanı olabilir. Nitekim
Müslim ve Ahmed'in aynı hadisi naklederken şu fazlalıkla tesbitini yapmışlardır:
"O gün için
ikimiz ilimde eşit durumda bulunuyorduk.."
Bu hadisten bir önceki
274 nolu Ebu Mes'ud hadisi hem sahihtir, hem de bu babda en sağlam ölçüyü
vermektedir.
276 nolu Malik b.
Hüveyris hadisini Tirmizi hasenlemiştir. İsnadında Ebu Atıyye bulunuyor. Ebu
Hatim onun maruf olmadığını belirtmiştir. Ancak Taberani'nin isnad-ı sahihle
İbn Mes'ud (r.a.) den yaptığı rivayet bu hadisin sıhhatına şehadet etmektedir.
Şöyle ki: Rasulüllah (s.a.v.): "Ev sahibinin öne geçmesi
sünnettir" buyurmuştur.
277 nolu İbn Ömer
hadisini de Tirmizi hasenlemiştir. Ancak isnadında Ebu'l-Yakzan Osman b. Umeyr
el-Beceli bulunuyor ki bu zat, zayıftır. Ahmed b. Hanbel ve diğer hadis
alimleri onun zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir. İbn Main, "O bir şey
değildir" derken, Nesai onun kaviy olmadığını söylemiştir. Darekutni de bu
zatın rivayetlerinde zaiflik bulunduğunu söylemiştir.[295]
1-
Toplanılan bir evde cemaatle namaz kılınmak istendiğinde, ev sahibi imam olur.
Bu, kimine göre, müstehab, kimine göre sünnettir.
2- Ev
sahibi, bu ulvi vazifeyi başka birine havale edebilir. Bunda bir sakınca
yoktur.
3- Diğer
umumi toplantı yerlerinde ise, sultan veya naibi bulunuyorsa, onlar imamlık
yapar. Bulunmuyorsa, görevli imam öne geçer. O da yoksa, kıraat ve fıkıhta daha
bilgili olan tercih edilir.
4- Cami ve
mescidlerde ise, görevli kimse öne geçer. Ondan izin almadan başkasının daha
ehil de olsa öne geçmesi doğru olmaz.
5- Gerek Ebu
Mes'ud hadisinde belirtilen sıfatlar, gerekse mezhep imamlarının yaptıkları
sıralamalar dikkate alınır ve bütün bunlarda cemaat eşit durumda olursa,
aralarında kura çekilir.
Fasık, Arapça sıfat
olup günah işleyen, ilahi emirlerin dışına çıkan kimse hakkında kullanılır.
Böylesine dikkat çekici günah işleyen bir adamın cemaatin önüne geçip namaz
kıldırması ne derece uygun veya doğru olur? Gerçi peygamberler dışında günah
işlemeyen, kusuru bulunmayan kimse yoktur. Herkes iman ve irfanı, takva ve
fazileti nisbetinde birtakım günah ve kusur işleyebilir. Ancak Allah'tan utanıp
korkmadığı gibi, çevresinden de çekinmeyen ve öylece açıktan günah işleyen,
ahlak dışı söz ve davranışlarda bulunan bir müslümanın imam olması hep
yadırganmıştır. Çünkü imam cemaate güzel misal teşkil eden, onlar üzerinde her
haliyle olumlu tesir bırakan kişi demektir.
Bununla beraber konu
ihtilaflı bir seyir izlemiştir.
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Hiçbir kadın
hiç bir erkeğe imam olmasın; hiçbir (cahil) bedevi, hiçbir muhacire (Mekke'den
Medine'ye hicret edene) imamlık etmesin. Aynı zamanda hiçbir facir de hiçbir
mü'mine imamlık etmesin. Meğer ki sultan ile kahredilmiş ve sultanın kılıç veya
değneğinden korkmuş buluna.."
(O takdirde fasık ve facirin imametine ses çıkarmayabilir)[296]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
"İmamlarınızı
hayırlı kişilerinizden seçin. Çünkü imamlar (bir bakıma) sizinle Rabbınız
arasında temsilcileriniz (ve elçileriniz) dir."[297]
Mekhul'dan, o da Ebu
Hüreyre (r.a.) den rivayet etmiştir. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki:
"Her emir
(lider ve hükümdür, önder ve kumandan) ile birlikte cihada çıkmanız size
vacibdir. İster o emir iyi ve ahlaklı olsun, isterse facir (günah işleyen,
kötü işlerle vakit geçiren biri) olsun. Her iyi kimsenin ve facirin arkasında
namaz kılmanız da size vaciptir; isterse o facir büyük günah işlemiş
olsun."[298]
Abdulkerim el-Bekka
diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimizin ashabından 10 kadarına ulaştım, hepsi de zalim ve
mütecaviz imamların arkasında namaz kılıyorlardı"[299]
Bu son rivayeti
kuvvetlendirir anlamda Ebu Davud şu hadisi kendi müsnedinde nakletmiştir:
"(Müslüman
olduğu takdirde) her ölünün namazını kılınız ve her emir (hükümdar ve kumandan)
la birlikte cihada çıkınız."[300]
a)
Hanefilere göre: Akli dengesi yerinde olan her müslüman erkek imamlık
yapabilir. Yeter ki, namaz ahkamını bilen ve kıraati düzgün olan biri olsun. O
bakımdan kölenin, bedevinin, iki gözünden arızalı olanın ve veled-i zinanın ve
fasık'ın imameti caizdir.[301]
Hanefiler bu konuda
son üç rivayetle istidlal etmişler ve ayrıca Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin "Her
iyinin ve facirin arkasında namaz kılın!" tavsiyesiyle ihticacda bulunmuşlardır.
Şüphesiz sözü edilen
kişilerin arkasında ancak daha ehil kimse bulunmadığı zaman namaz kılmakta bir
sakınca yoktur.
b) Şafiilere
göre: Adaletle vasıflanan kimsenin imameti, fasıkın imametinden evladır; yani
ilahi sınırları koruyan kimse varken fasıkın, arkasında namaz kılmak mekruhtur.
Bunun gibi bid'adcının da arkasında namaz kılmak mekruh sayılmıştır.
İki gözünden arızalı
olanın ve bir de kölelik kaydı altında bulunanın imamlık yapmasında bir sakınca
yoktur.[302]
c)
Hanbelilere göre: Bid'atçı, fasık ve rafizinin arkasında namaz kılınmaz; ancak
sultan tarafından bir tehdit ve ceza verme endişesi söz konusu olduğu zaman
kılınır ve sonra iade edilir.[303]
Hanbeli imamları bu
konuda Cabir hadisiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
d) İmam
Malik'e göre: Fasıkın arkasında namaz kılmak caiz değildir. Çünkü imamet bir
bakıma emanettir; fasık ise haindir, emanete ehil değildir. O bakımdan fasıkın
şehadeti muteber tutulmamıştır. Çünkü şehadet de emanet kapsamına girmektedir.[304]
284 nolu Cabir
hadisinin isnadında Abdullah b. Muhammed et-Temimi bulunuyor ki, bu zat
münkerü'l-hadistir. İbn Hibban, "onun rivayetiyle ihticacda bulunmak caiz
değildir" demiştir. Veki' ise onun hadis uydurduğuna dikkat çekmiştir.
Ayrıca aynı hadisin isnadında Ali b. Zeyd b. Cüd'an bulunuyor ki, bu zat da
zayıf olarak bilinmektedir.[305]
285 nolu İbn Abbas
(r.a.) hadisinin isnadında Sellam b. Süleyman el-Medaini bulunuyor ki, bu zat
zayıftır. Ebu Hatim onun kavi olmadığını belirtirken, İbn Adiy onun münkerü'l-hadis
olduğunu söylemiştir. El-Ukayli de bu zatın rivayet ettiği hadislerde hayli
münkerler vardır diyerek muteber olmadığına işarette bulunmuştur.[306]
286 nolu Ebu Hüreyre
hadisini Beyhaki tahric etmiştir ve hadis munkatı'dır. İbn Hibban ise bunu
zayıflar arasında saymıştır. Nitekim isnadında Abdullah b. Muhammed b. Yahya b.
Urve bulunuyor ki, bu zat metruktür.[307]
Abdulkerim
el-Bekka'nın rivayetine gelince:
a) Şevkani
"Onun rivayeti ihticaca salih değildir" demiştir.
Çünkü sahabenin
yaşadığı, asırda emir ve liderlerin çoğu dîn, diyanet sahibi kişilerdi. Hemen
hepsi de beş vakit namazlarını kılarlardı. Sonra Emeviler döneminin ortalarına
doğru emirler iyice bozuldu ve çoğu facir sayılacak çizgide bulunuyordu.
Darekutni'nin rivayet
ettiği hadiste buyuruluyor ki:
"La ilahe illallah
diyen kimsenin arkasında namaz kılın ve yine la ilahe illallah diyen kimsenin
cenaze namazını kılınız!"
Bu hadisin isnadında
Osman b. Abdirrahman bulunuyor ki, bu zatın yalancı olduğuna kail olanlar
vardır. Onlardan biri de ünlü hadis alimi Yahya b. Main'dir.[308]
Nesai ile Darekutni onun metruk olduğunu belirtmişlerdir. [309]
1- İslam
birliğinin zede almaması için, kıraati yerinde olup namaz ahkamını bilen ve
aklı başında olan kimsenin imameti sahihtir. Bu, Ebu Hanife'ye göredir.
2- Adaletle
tanınan ve namaz kıldırmaya ehil olan kimse dururken fasıkın arkasında namaz
kılmakta kerahet vardır.
3- Köle,
a'ma ve veled-i zina imamlık yapabilir. Ancak veled-i zinanın arkasında namaz
kılmak birtakım şüphelere yol açıyorsa,
o takdirde kerahet vardır.
4- İmam
Malik'e göre, fasık ve facir'in arkasında namaz kılmak caiz değildir.
5-
Hanbelilere göre, bid'atçının, fasıkın ve rafîzinin arkasında namaz kılınmaz.
Ancak sultan tarafından bir zorlama varsa kılınır ve arkasından kaza edilir.
İslam dini, yolculuk
halinde bulunan mü’minlere ibadette birtakım kolaylıklar getirmiştir. Mesela:
a) Dört
rek'atlı farz namazlar iki rek'at halinde kılınır.
b) Sünnet
namazları terketmekte bir sakınca yoktur.
c) Mestleri
meshetme süresi üç gün, üç gece uzatılabilir.
d) Yolculuk
ramazana tesadüf ederse, orucu bozmaya ruhsat vardır.
Ancak yolculuk halinde
olan kimse, mukim (eyleşik) olanlara imamlık yapabilir mi? Çünkü mukimin dört
rek'at, misafirin iki rek'at kılması söz konusudur.
Bu sorunun cevabını
ancak ilgili hadisleri ve müctehid imamların görüş ve tesbitlerini naklettikten
sonra vermiş oluruz.
İmran b. Husayn (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz ne kadar bir sefere çıktıysa, mutlaka dönünceye kadar (dört rek'atlı
farzları) iki rek'at olarak kıldı. Fetih zamanında Mekke'de 18 gece kaldı ve
akşam namazı hariç diğer namazları cemaate ikişer rek'at olarak kıldırdı ve
(selam verince de) şöyle buyurdu:
"Ey Mekke
halkı! Kalkınız iki rek'at daha kılınız. Çünkü bizler sefer halinde olan bir
kavmiz (topluluğuz)"[310]
Ömer (r.a.) den:
"Hz. Ömer (r.a.)
Mekke'ye ayak basınca, oradaki cemaate iki rek'at kıldırdı ve (selam verince
onlara) şöyle dedi:
"Namazınızı
tamamlayın. Çünkü biz sefer halinde olan bir kavmiz (topuluğuz)."[311]
a)
Hanefilere göre: Misafirin mukime uyması sahihtir. Vakit namazında ona
yetiştiği takdirde niyet edip tabi' olur. Ama vakit çıktığı takdirde ona uyması
sahih olmaz. Çünkü misafırin farzı vakitten sonra değişmez. Değişmesine sebep
olan vakit ise çıkmış bulunuyor.
Mukimin misafire
uyması ise, hem vakit içinde, hem de vaktin dışında sahihtir. Çünkü misafirin
namazı her iki halde de bir değinmemektedir. İkinci rek'atin sonunda
ettahiyyata oturmak misafir için farz, mukim için farz değildir. O bakımdan da
zayıfı kuvvetli üzerine bina etmek caizdir.
Misafir dört rek'atli
namazı, imam olurken iki rek'at kılar, ona uyan mukim ise, dört rek'at olarak
tamamlar.
İmamlık yapan
misafirin selam verdikten sonra, kendisine uyan mukimlere: "Siz namazınızı
tamamlayın; çünkü biz yolculuk halinde bulunuyoruz" demesi müstehabdır.[312]
b) Şafiilere
göre: Yolculuk halinde olanlarla eyleşik bulunanlar biraraya geldikleri zaman,
eyleşik olanlardan birinin imam olması müstehabdır. Bununla beraber yolculuk
halinde olanlardan birinin öne geçip namaz kıldırmasında bir sakınca yoktur.
Yolculuk halinde olan
misafirlerle mukimlerden oluşan cemaate misafirlerden biri imamlık edecek
olursa, iki rek'at kıldırır. Mukim olanlar kalkıp iki rek'at daha kılmak
suretiyle namazlarını tamamlarlar; misafir olanlar isterlerse dört rek'ate,
isterlerse iki rek'ate niyet edebilirler. Dört rek'ate niyet edenler de imam
selam verdikten sonra kalkıp iki rek'at daha ilave ederek tamamlarlar.[313]
c)
Hanbelilere göre: Misafir farz namazlardan birinde imama uyabilir. Dört
rek'atli namazlarda ister tamamına, ister bir kısmına yetişmiş olsun, yine dört
rek'at olarak kılması gerekir. Misafirin uyduğu imamın mukim mi, yoksa misafir
mi olduğunu bilmediği durumda da yine dört rek'at kılar, isterse imamın misafir
olduğu sonradan anlaşılmış olsun. Tabii misafir yalnız başına kıldığı zaman,
dört rek'atli namazları iki rek'at olarak kılar.
Ancak uyduğu imamın
misafir olduğunu kesin bilen yolcu, iki rek'ate niyet eder.
Böylece misafirin
mukimlere imamlık yapması caizdir. Ancak iki rek'atin sonunda selam verince,
arkasındaki cemaate: "Siz namazınızı tamamlayın; çünkü ben misafirim"
demesi müstehabdır.[314]
d)
Malikilere göre: Misafir dört rek'atli farzda mukim olan imama uyarsa, ister bu
uyması vakit içinde olsun, ister dışında olsun, başladığı namazı dört rek'at
olarak tamamlar. Ancak bu durumda misafirin en az bir rek'ate ulaşması gerekir.
Aksi halde o imama uyarak başladığı namazı iki rek'at olarak kılar. Bunun gibi
mukim olanlar da misafire uyabilirler. Ancak onlar, imam selam verdikten sonra
kalkıp namazlarını tamamlarlar.[315]
298 nolu İmran b.
Husayn hadisini aynı zamanda Tirmizi tahric edip hasenlemiştir. Beyhaki de
bunun isnadının hasen olduğuna değinmiştir. Ancak yapılan ciddi araştırmaya
göre, hadisin isnadında Ali b. Zeyd b. Cud'an bulunuyor ki, bu zat zayıftır.
Hadis kritiğinde bulunan ilim adamlarının çoğu bu kişi hakkında hep şüphe izhar
etmişlerdir. Hatta Yezid b. Züray' onun rafızi olduğunu iddia etmiştir.[316]
Ne var ki, onun
rivayet ettiği bu hadisin birtakım şevahidi bulunduğunu dikkate alan Tirmizi
onu bu bakımdan hasenlemiştir.
Ömer (r.a.) den
yapılan rivayet ise, sahihtir. Çünkü isnadındaki ricalin hepsi sıka (güvenilir)
kimselerdir.
İmam Malik'in Nafi'den
yaptığı rivayete göre: Abdullah b. Ömer (r.a.) Mina'da imama uyduğu zaman dört,
rek'at olarak kılardı; yalnız başına kılanca iki rek'atin sonunda selam verip
seferilere mahsus şekilde namazını tamamlardı. Yani dört rek'atli namazları
iki rek'at olarak kılardı. İmama uyunca dört rek'at olarak kılardı.[317]
1- Misafirin
mukime, mukimin de misafire uyması caizdir.
2- Misafir,
mukim olan imama uyduğu takdirde dört rek'at olarak kılar.
3- Misafir
mukim olan imama ancak vakit içinde uyabilir. Vakit çakınca artık kazaya kalan
namazı imamla birlikte kılmaz. Bu, Hanefilere göredir.
4- Misafir
imama uyan mukimler, imam selam verdikten sonra kalkıp iki rek'at daha kılmak
suretiyle namazlarını dört rek'at olarak tamamlarlar.
5- Misafir
olan kimse mukim olan imama namazın son bir rek'atinde yetişirse, yine de o
namazı dört rek'at olarak kılar. Daha az bir kısımda ulaşırsa, artık iki rek'at
olarak kalar. Bu, İmam Malik'e göredir.
6- Misafir
olan imam, mukimlere namaz kıldırdığında iki rek'atin sonunda selam verir ve
cemaatine: "Siz namazınızı tamamlayın; çünkü ben misafirim" der.
Fukaha onun böyle demesini müstehab saymışlardır.
7- Misafirlerle
mukimler bir araya geldiklerinde, mukim olanlardan birinin imam olması
müstehabdır. Bu İmam Şafii'ye göredir.
Bu konuda hakim olan
fıkhi kural şudur: Farz kuvvetli, nafile zayıf sayılır. O bakımdan kuvvetlinin
zayıf üzerine bina edilmesi caiz değildir. Bununla beraber fakih müctehidlerin
tesbit, görüş ve ihticacları biraz farklılık arzetmektedir.
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre: "Ashab-ı Kiram'dan Muaz (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v.)
ile birlikte son yatsıyı kılar, sonra kendi (semtindeki) insanlara döner ve
(aynı namazı) onlara kıldırırdı."[318]
Muaz
b. Rıfaa'dan yapılan rivayette, Beni Seleme Kabilesinden Süleym adında bir
adam Peygamber (s.a.v.) Efendimize gelerek şöyle diyor:
"Ya Rasulallah! Doğrusu Muaz b. Cebel, bizim uyumuş olmamız
gereken bir vakitte çıkıp geliyor -ki biz erken uyuyup gündüzleyin işlerimizde
bulunmak istiyoruz- ve bizi namaza davet ediyor. O sebeple biz de çıkıp onunla
birlikte namaz kılıyoruz ve o, namazımızı hayli uzatıyor. (Böylece tam uykumuzu
alamıyoruz)." Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz:
"Ya
Muaz! Sen fitneci olma. Ya bizimle namaz kıl, ya da (kavminle de kılacak
olursan) namazı onlardan yana hafif tut" diye buyurdu.[319]
a)
Hanefîlere göre: Farz namaz kılanın nafile kılana uyması caiz değildir.
İsterse o farz nezredilmiş (adanmış) bir namaz olsun fark etmez. Çünkü farz
kavi, nafile ise zayıftır. Kavi zayıfa bina edilemez.[320]
b) Şafiilere
göre: Farz kılan kimsenin nafileye niyet eden kimseye uyması caizdir. Çünkü bu
husus sahih sünnet ile sabit olmuştur. Hem namaz kılanlardan her birinin niyeti
kendine aittir; başkasının niyetinin ona uymaması, onun namazını bozmaz.[321]
c)
Hanbelilere göre: Farz kılanın nafile kılana uyması hakkında iki rivayet
vardır: Birincisi, böyle bir uymanın sahih olmadığıdır. Nitekim İmam Ahmed bu
hükmü kesin belirtmiş ve Hanbeli fukahasının çoğu da benimsemiştir. Zühri ve
rey tarafdan olan müctehid fakihler de aynı görüşü izhar etmişlerdir. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "İmam ancak kendisine uyulsun diye imam
olmuştur. Artık ona (namazda) muhalefet
etmeyin!" buyurmuştur.
Fukahadan az bir
kısmına göre ise, bu caizdir. Esrem de buna cevaz verenler arasında bulunuyor.[322]
d)
Malikilere göre: Farz kılanın nafile kılana uyması caiz değildir. O bakımdan
uyan kimsenin namazı sahih olmaz.[323]
307 nolu Muaz b. Rıfaa
hadisinin isnadı sahihtir, ricali sıkadır. O bakımdan istidlale salihtir. Ancak
Şafîiler ve bir de Hanbeli fukahasından az kimse dışında diğer müctehidler bu
rivayetle istidlal etmemişlerdir. Nitekim İmam Şafii bu hadis hakkında şöyle
demiştir:
"Bu konuda
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden bir tarikle rivayet edilen bu hadisten daha
sabit başka bir rivayet bilmiyorum."[324]
Aynı hadisi az değişik
lafızla Buhari, edeb: 73, Müslim, salat: 178, Ebu Davud, salat: 124, Nesai,
imamet: 39, 41'de rivayet etmişlerdir.
Ebu Cafer Tahavi ise,
Muaz hadisini kendi mezhebi doğrultusunda tevil ederek şöyle demiştir:
"Rasulüllah'ın (s.a.v.) "Ya bizimle namaz kıl, ya da (kavminle de
kılacak olursan) namazı onlardan yana hafif tut" buyurması, ikisinden
birini ihtiyar etmesine delalet etmektedir. Yani bizimle kılacak olursan, artık
onlara kıldırma, onlara kıldırmak istiyorsan, bizimle kılmadan git"[325]
Tahavi'nin bu te'vili
pek isabetli değildir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, "Onlarla
kıldırmak istiyorsan bizimle kılmadan git" şeklinde değil, "Ya
bizimle kıl, ya da (kavminle de kılacak olursan) namazı onlardan yana hafif
tut" buyurması, ikisinden birine tercihe yönelik bir anlatım değil, "İstersen
hem bizimle kıl, hem de onlara kıldırdığın zaman uzatma, hafif tut"
şeklinde bir uyarı ve tavsiyedir.
Zira 306 nolu Cabir
hadisinin son kısmında şu cümlenin yer aldığı rivayet yoluyla sabit olmuştur:
"Bu ikinci defa
kılması onun için tetavvu'dur, kavmi için farz olan vakit namazıdır."
Şevkani:
"Bu cümle senet
bakımından en racih, mana bakımından en sahih olanıdır" demiş ve
Tahavi'nin:
"Bu cümle Cabir'in zan
ve tahminidir" sözüne değinerek: "Böyle bir iddiada bulunmak
merduttur. Çünkü Cabir'in Muaz'la birlikte namaz kıldığı ve bu cümleyi ondan
duyduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira Cabir (r.a.) böyle fazla bir hükmü ilave
etmekten hem korkar, hem de huşu' ve aldığı dini kültüre sığmaz."
Kaldı ki, Muaz'ın
namaz kıldırdığı şahısların hepsi de sahabi idi. Bunların otuzunun Akabe
bey'atine katılanlar, kırkının da Bedir savaşına iştirak edenler olmak üzere
70 kişi olduğu söylenir.
Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimizin: "Bir farz namazı aynı günde iki defa kılmayın"
emri, iki defasında da farz olarak kılınmasını men'e yöneliktir. Sonra bu
hadisin farz ve nafile niyetiyle de olsa aynı namazın iki defa kılınmayacağını
söylesek bile, bunun Muaz hadisiyle neshedildiği uzak bir ihtimal değildir.
Çünkü sözü edilen
hadisin hükmünün kaldırıldığına delalet eden bir diğer rivayet mevcuttur.
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kendi araç ve
eşyanız yanında namaz kıldıktan sonra cemaat mescidine geldiğinizde, onlarla
beraber (aynı) namazı kılın. Çünkü bu ikinci defa kılmanız sizin için nafile
olur."
Bu rivayeti ashab-ı
sünen tahric etmiş ve İbn Huzayme bunu sahihlemiştir. Yapılan tesbitlere göre,
Rasulüllah (s.a.v.) bunu hayatının son döneminde Veda Haccı'nda iken
söylemiştir.
Bunun gibi, Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizin, kendisinden sonra iş başına geçecek (zalim)
hükümdarların namaz vaktini geciktirerek kıldırdıkları takdirde, mü’minlerin o
namazı vakit içinde kendi evlerinde kılıp öyle mescide gelmelerini ve o
hükümdarların arkasında aynı namazı nafile niyetiyle kılmalarını tavsiye buyurduğu
da sahih rivayetle sabit olmuştur.
1- Farz
kılanın nafile kılana uyması caiz değildir. Bu İmam Malik ve İmam Ebu Hanife'ye
göredir.
2- İmam
Şafii'ye göre: Caizdir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) zamanında ashab-ı kiramın
böyle yaptığı sahih rivayetle sabit olmuştur. Nitekim Muaz hadisi bunun başlıca
şahidi olarak bulunuyor.
3- Aynı farz
namazı iki defa kılmakta bir sakınca yoktur. Birincisi vaktin, farzı olarak
eda edilmiş olur, ikincisi nafile yerine geçer.
4- Vakit
namazını evinde veya iş yerinde kıldıktan sonra camiye gelen ve aynı namazın
cemaat halinde kılınmaya başlandığına
yetişen kimse, niyet edip imama uyar ve bu onun için nafile olur.
Farz namazlarda gücü,
kudreti, sağlığı yerinde olan kimsenin niyet, iftitah tekbiri ve kıraat
süresince ayakta durması farzdır. Bununla beraber zorunlu bir sebepten dolayı
ayakta duramıyacak olursa, oturduğu yerde, ayakta durup namaz kıldıran kimseye
uymasında bir sakınca yoktur. Aynı zamanda ayakta durup namaz kılan kimsenin
oturarak namaz kılana uyması doğru olur mu? Bu konudaki hadis ve rivayetleri;
fakih müctehidlerin görüşlerini getirdikten sonra mesele açıklığa kavuşturulmuş
olur.
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz (vefatına yakın günlerde) hastalandığı zaman, büründüğü bir
elbise içinde oturarak Ebu Bekir'in (r.a.) arkasında namaz kıldı."[326]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz vefat ettiği hastalığında oturarak Ebu Bekir (r.a.) ın
arkasında namaz kıldı."[327]
Yine Hz. Aişe (r.a.)
den yapılan rivayette, şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ağrı ve sızıdan şikayetçi olduğu bir halde oturarak namaz
kılarken, arkasında ayakta durup Ona uyan bir cemaat bulunuyordu. Onlara oturup
öyle namaz kılmalarını işaret etti. Sonra namazı bitirince onlara şöyle
buyurdu:
"İmam ancak
kendisine uyulsun diye imametlik yapmaktadır. O bakımdan imam rüku'a varınca
siz de varın, başını rüku’dan kaldırınca siz de kaldırın; oturarak namaz kılıyorsa
siz de oturarak kılın."[328]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayette diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz attan düştü ve sağ yanı berelendi. Bunun üzerine Rasulüllah'ı
(s.a.v.) sormak, geçmiş olsun demek üzere yanına girdik. Namaz vakti de girmiş
oldu. Oturduğu yerde bize namaz kıldırdı, biz de Onun arkasında oturarak namaz
kıldık. Namazı bitirince şöyle buyurdu:
"İmam ancak
kendisine uyulsun diye imametlik yapmaktadır. O tekbir getirince siz de tekbir
getirin; o secde edince, siz de secde edin; o başını kaldırınca siz de
kaldırın; o (semi'allahu limen hamidehu) deyince, sîz (rabbena leke'1-hamd)
deyin. O oturarak namaz kılınca hepiniz de oturup namaz kılın."[329]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz Medine'de bir ata bindi ve at Onu bir hurma kökünün üzerine
düşürüverdi. O sebeple Rasulüllah'ın (s.a.v.) ayağında çıkık meydana geldi.
Biz Onu ziyaret edip sormak üzere kendisine gittiğimizde , Hz. Aişe'ye ait
meşrube (elbise, yiyecek ve benzeri şeyler konulan tavansız odacık veya kiler)
de oturmuş olarak tesbih eder (namaza durmak üzere) bir halde bulduk. Biz de hemen
arkasına geçip uyduk. Sesini çıkarmadı. Sonra bir defa daha geldik, kendisini
sorduk ve O oturarak farz namaza başladı. Biz de arkasında durduk; derken
oturmamızı işaret etti, oturduk. Namazı bitirince şöyle buyurdu:
"İmam oturarak
namaz kılarsa, siz de oturarak kılın; o ayakta kılacak olursa, siz de ayakta
kılın. Faris halkının kendi ileri gelen liderlerine yaptıkları gibi
yapmayın."[330]
a)
Hanefîlere göre: Ayakta duranın, rüku' ve secde yapıp oturarak namaz kılan
kimseye uyması sahihtir, rüku' ve secdeyi işaretle yerine getiren kimseye
uyması sahih değildir.[331]
Böylece ayakta durup
namaz kılanın, oturarak namaz kılana uyması caizdir. Nitekim Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ömrünün son günlerinde rahatsızlığından dolayı oturarak
namaz kılarken o vaziyette cemaat Ona uyuyordu. Ancak İmam Muhammed'e göre bu
sahih değildir. Çünkü ayakta duranın hali kamil, oturanın ise nakıstır.[332]
b) Şafiilere
göre: İmam ayakta durmaya takat getiremezse, oturarak namaz kıldırır. Cemaat bu
vaziyette ona uyar. Bunda bir sakınca yoktur. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz son günlerinde
oturarak cemâatine namaz kıldırmıştır. Ancak cemaat ayakta durup imama uyar. O
oturarak kıldığı için onlar oturmaz. Rasulüllah'ın (s.a.v.) önce buna izin
verdiği, sonra vefatına yakın bu hükmü kaldırdığı Hz. Aişe (r.a.) hadisinden
istidlal edilmektedir.[333]
İmam ayakta durmaya
gücü yettiği halde oturarak cemaate namaz kıldırırsa, cemaatin namazı sahih ve
yeterlidir; imam isaet işlemiş olduğundan iade etmesi gerekir.[334]
c)
Hanbelilere göre: Oturarak namaz kılanın arkasında ayakta durup namaz kılma
hususunda iki husus vardır: Birincisi, cemaatin namazının bu vaziyette sahih
olmadığıdır ki, İmam Ahmed de buna meyletmiştir. Çünkü ona göre: İmam oturmuş
halde ise, cemaat onun arkasında durup namaz kılacak olurlarsa, gerçek anlamda
ona uymamış sayılırlar. Ancak cemaat de imam gibi oturarak kılarsa, o takdirde
sahih olur.
Aynı zamanda imam
ayakta durmaya gücü yettiği halde oturarak namaz kıldırırsa, ayakta duranlar
ona uymaz.[335]
d)
Malikilere göre: İmam Malik'ten yapılan iki rivayetten birinde, ayakta duracak
kadar kudreti olan kimsenin, oturarak namaz kılana uyması sahih değildir.
İmam Malik ve İmam
Muhammed b. Hasen bu konuda şu hadisle istidlal ve ihticac etmişlerdir:
"Benden sonra
artık hiç kimse, oturarak imama uymasın!"
Bu hadisi Darekutni
tahric etmiştir. Çünkü ayakta durmak namazın rükünlerinden biridir. Bu rüknü
yerine getirmeye kudreti yeten kişinin, kudreti yetmeyen kişiye uyması sahih
olmaz.[336]
313 nolu Enes ve 314
nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir. Her iki rivayet de Ebu Bekr'in imam olduğuna
açık biçimde delalet etmektedir.
315 nolu Hz. Aişe
hadisi de sahih kabul edilmiştir. 316 nolu Enes ve 317 nolu Cabir hadisi fakih
imamlar ve diğer hadis âlimleri tarafından sahih kabul edilmişse de, İmam
Şafii'ye göre, bunların hükmü kaldırılmış, yani neshedilmiştir. Zira
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz vefatından birkaç gün önce, bir rivayete göre,
bir gün veya iki gün evvel oturarak da olsa öne geçmemiş, Ebu Bekr'in imam
olmasını emretmiş ve kendisi de oturmuş bir halde ona uyarak namazını
kılmıştır.
Fakih müctehidlerin
çoğu ise, bu hadislerle istidlal edip oturarak namaz kıldırmak zorunda olan
imama, ayakta durup uymanın sahih olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim İshak,
Evzai, İbn Münzir ve Davud ez-Zahiri de aynı görüşü izhar etmişlerdir. Cumhur
da aynı görüştedir.
Muhaddis Abdurrezzak
ise şöyle demiştir: "İmam ne kadar oturarak namaz kıldırdıysa, cemaatin de
oturarak kıldığını gördüm, bunun aksini müşahede etmedim. Bu, birçok kanaldan
rivayet edilen bir sünnettir. İbn Hibban da ismi geçen üç sahabiden aynı
rivayeti yapmıştır. Ashabdan bunun hilafına bir rivayet yapılmamıştır.[337]
Tabiin'den de aynı
görüş Cabir b, Zeyd ve Ebu'ş-Şa'şa'den rivayet edilmiş ve onlardan buna
muhalefet eden çıkmamıştır. Yani imam oturarak namaz kıldırmak zorunda kalırsa,
cemaatin de oturarak ona uyması gerekir.
Kadı Iyaz ise,
"Rasulüllah'dan (s.a.v.) sonra hiç kimsenin oturarak namaz kıldıran imama
oturarak uyması sahih ve caiz olmaz, o ancak Rasulüllah'a (s.a.v.) has bir hal
idi." demiştir.
Şa'bi'nin Cabir'den
rivayet ettiği ve Darekutni'nin tahricde bulunduğu: "Benden sonra hiç
kimse oturarak imama uymasın!" mealindeki hadise gelince: Bunun
üzerinde hayli durulmuş ve ravi Cabir el-Cu'fî'nin metruk olduğu söylenmiştir.
Seçkin ilim adamlarından bir kısmı bu zatı tezkiye etmiş ve güvenilir olduğunu
belirtmişlerdir. Muhaddis Yahya'nın ise onun rivayetlerini terkettiğini
Abdullah b. Ahmed bildirmektedir. İmam Ebu Hanife'de onun çok yalancı bir kimse
olduğuna dikkat çekmiştir. Nesai onun metruk olduğunu söyleyenler arasında yer
almıştır.[338]
Sonuç olarak Cabir’in
hadisiyle istidlal ve ihticacın uygun olmadığı ortaya çıkıyor ve böylece İmam
Şafii ile İmam Muhammed'in delillerinin zayıf olduğu ağırlık kazanıyor.
1- Ayakta
duranın, oturarak namaz kılana uyması sahihtir; şu şartla ki, bu durumda olan
imamın rüku' ve secdeyi doğrudan yerine getirmesi gerekmektedir.
2- Oturarak
namaz kılan, fakat rüku' ve secdeyi işaretle yerine getiren imama, ayakta
durup rüku ve secde yapma kudreti olan
cemaatin uyması sahih olmaz.
Bu iki görüş de
Hanefilere aittir.
3-
Rahatsızlığından dolayı oturarak namaz kıldıran imama uyanlar, oturarak değil,
ayakta durarak uyarlar. Bu, İmam Şafii'nin görüşüdür.
4- İmam gücü
yettiği halde ayakta durmayıp oturarak namaz kıldırırsa, ona uyan cemaatin
namazı tamamdır, imamın namazı ise sahih değildir, iade etmesi gerekir. Bu da
İmam Şafii'nin ictihadıdır.
5- Oturarak
namaz kıldıran imama ayakta durup uymak sahih değildir. Bu, Ahmed b.Hanbel'in
görüşüdür. İmam Malik de aynı görüştedir.
6- Evzai, Zahiri
ve İshak'a göre, imam oturarak namaz kıldırıyorsa, cemaatin de oturması
gerekir. Ashab ve Tabiin zamanında da uygulama böyle idi.
"Su ile abdest
alanın, toprak ile teyemmüm edene uyması.."
"Müteveddi"
sıfattır, genellikle su ile normal ölçülere ve kurallara göre abdest alan
kimse hakkında; "müteyemmim" ise, herhangi bir sebepten dolayı su
bulamayan veya su bulunduğu halde onu kullanamayan ve o yüzden namaz için
toprağa ellerini sürmek suretiyle teyemmüm eden kimse hakkında kullanılır.
Bu durumda olan kimse,
su ile abdest alan kimsenin önüne geçip imamlık yapabilir mi? Yani müteveddi'in
müteyemmime uyması sahih ve caiz olur mu?
Konuyla ilgili
hadisleri ve müctehid imamların görüş ve tesbitlerini nakledince bu sorunun da
cevabı verilmiş olacak.
Tabiinden Said b.
Cübeyr'den yapılan rivayette, İbn Abbas (r.a.) beraberinde Rasulüllah'ın
(s.a.v.) ashabından birkaç zat olduğu halde bir seferde bulunuyorlardı. Ammar
b. Yasir (r.a.) da onların arasında idi. Peygamber'e (s.a.v.) olan yakınlığı
dikkate alınarak namazda öne geçiriliyor, imamet hizmetini o yerine
getiriyordu.
Bir gün yine Ammar
(r.a.) arkadaşlarının önüne geçip imam olarak namaz kıldırdıktan sonra gülerek
onlara şu haberi verdi: Kendisine ait Rum asıllı cariyeyle yattığı ve o yüzden
cünüp olduğu, ancak teyemmüm ederek namaz kıldırdığını söyledi.[339]
Buna benzer bir olay
da Amr b. As (r.a.) ın başından geçmiştir. Şöyle ki: Amr (r.a.) bir grup
ashabla birlikte Zatü's-Selasil gazvesi sebebiyle seferde bulunurlarken Amr
gece uykuda ihtilam oluyor ve hava çok soğuk olduğundan su ile yıkanmaya cesaret
edemiyor ve o sebeple teyemmüm ederek sabah namazını kıldırıyor.
Medine'ye döndüklerinde
durum Hz. Peygambere (s.a.v.) arzediliyor. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.)
ona:
"Ya Amr! Cünüp
olduğun halde mi arkadaşlarına namaz kıldırdın?" diye sorunca; o şöyle diyor:
"Ya Rasulallah!
Hava soğuktu. Allah ise kendinizi öldürmeyiniz buyurmaktadır."
Amr'ın bu cevabına
Rasulüllah (s.a.v.) tebessüm etti ve başka bir şey demedi.[340]
a)
Hanefilere göre: Müteveddi'in müteyemmime uyup namaz kılması caizdir. Çünkü bu
konuda toprak suyun yerine geçmekte ve aynı hükmü almaktadır. O bakımdan bu
ikisiyle de namazın şartı vücut bulmuş oluyor.[341]
b) Şafiilere
göre: Müteveddi'in müteyemmime uyup namaz kılması sahihtir. Zira her ikisi de
nass-ı kur'an ve sünne-ti Rasulüllah
ile sabit olmuştur.[342]
c)
Hanbelilere göre: Şafiilerle aynı görüştedirler; yani su ile abdest alan kimsenin
suyu kullanamayan veya bulamayan ve fakat toprak ile teyemmüm eden kimseye uyup
namaz kılması caizdir.[343]
Hanefilere göre,
teyemmüm mutlak bedeldir; yani zaruri bir kayıt olmaksızın abdest yerine
geçmektedir. Şafiiler ise, onların hilafına bir yorumda bulunmuşlar ve
teyemmümün zaruri bedel olduğunu belirtmişlerdir. O bakımdan bu mezhebe göre
vakit girmeden teyemmüm edilmez.
d)
Malikilerin bu konuda açık bir ictihad ve görüşlerini tesbit edemedim. Ancak
Sahnun, el-Müdevvenetü'1-Kübra'da İmam Malik'in şöyle dediğini İbn Kasım'dan
nakletmektedir:
"Yolculuk halinde
bulunan adam, yanında yetecek kadar su yoksa, beraberinde taşıdığı eşiyle veya
cariyesiyle cinsel temasta bulunmaz. Ancak suyu kullanmaya engel bir yara veya
hastalık söz konusu ise, o takdirde su bulunmasa bile cinsel temasta bulunması
caizdir. İbn Şihab da aynı görüşü izhar etmiştir."[344]
İbn Abbas (r.a.) den
yapılan rivayetin isnadı sahihtir. O bakımdan fakih müctehidlerin önemli bir
kısmı onunla istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
Amr b. As hadisi de
sahih kabul edilmiş ve ihticaca elverişli sayılmıştır.
Onun bu hadisini
kuvvetlendiren bir diğer hadisi Darekutni, Bera' b. Azıb'den rivayetle,
Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"İmam öne geçip
cemaate namaz kıldırır ve abdestsiz olduğunu hatırlarsa, cemaatinin namazı kafi
gelir, onun ise iade etmesi gerekir."
Ne var ki, bu hadisin
isnadında Cüveybir b. Said bulunuyor ki bu zat zayıf ve metruktur. Aynı zamanda
isnadında inkıta' da vardır.[345]
Yine bu manada sahih
bir rivayeti Ebu Davud'da görüyoruz ki, İbn Hibban onu sahihlemiştir: Beyhaki
de aynı tesbitte bulunmuştur:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz sabah namazına başladı, sonra eliyle cemaate işaret ederek yerinizde
bekleyiniz diyerek ayrıldı, az sonra saçlarından su damladığı halde gelip
namazı kıldırdı. Sonra şöyle buyurdu:
"Ben de ancak
sizin gibi bir beşerim; doğrusu cünüp idim (hatırlayınca gidip guslettim ve
geldim.)"
Müteyemmimin müteveddi'e
imam olmasının caiz olmadığını ileri süren fakihler ise, şu hadisle istidlal
etmişlerdir:
"Müteyemmim
müteveddi'lere imamlık yapmasın!"
Ancak bu hadisin zayıf
olduğu anlaşılmış ve o bakımdan ihticaca salih görülmemiştir.
1- Su
bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanma imkanı olmadığında namaz için
toprakla teyemmüm etmek meşrudur. Bu, kitap, sünnet ve icma' ile sabit
olmuştur.
2-
Müteveddi'in müteyemmime uyması sahih ve caizdir..
3- Mukim
kimse su bulamadığı için teyemmüm ederse, abdestli olan kimsenin ona uyması
sahih olmaz. Çünkü o adamın ileride su bulunca kıldığı namazı iade etmesi
gerekir. Bu, imam Şafii'ye göredir. Ancak seferi haldeyse veya bir hastalıktan
dolayı su kullanamıyorsa, o takdirde müteveddi'in ona uyması sahih olur.
4-
Hanefilere göre, Teyemmüm mutlak anlamda abdeste bedeldir. Şafiilere göre,
zaruri bedeldir.
5-
Malikilere göre, yolculuk halinde bulunan adam, yanında gusledecek suyu yoksa
ve te'min de edemeyecekse, beraberinde taşıdığı eşiyle veya cariyesiyle cinsel
temasta bulunmaz.
6- Abdest
nasıl namazın şartlarından biriyse, onun yerine geçen teyemmüm de namazın
şartlarından biri sayılır.
İmamın, namazda
kendisine uyulan kimse olduğundan cemaatin önünde birinci saffın ortasına denk
gelecek şekilde durması söz konusudur. Bu düzenleme cemaatin hem imamı görüp
hareketlerini izlemesi, hem de sesini daha rahat duyması bakımına yönelik
olduğu gibi, uyulan kimse olması bakımından da önemlidir.
Bunun gibi imamın
arkasında durup ona uyan cemaatin nasıl bir sıra tertiplemeleri sünnettir? Zira
cemaatin düzenli saf halinde durması, İslam'ın her hususta disipline önem
veren, düzenden yana olan bir din olduğunun başka bir göstergesi sayılır.
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İmamı
ortalayın ve (safta) aranızdaki boşlukları kapayınız."[346]
Ebû Mes'ûd el-Ansarı
(r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz namazda omuzlarımıza dokunurdu da şöyle buyururdu:
"Saflarınızı
düzgün tutunuz, farklı şekilde durmayın, sonra kalpleriniz de farklılaşma
gösterir. Sizden ergen aklı başında olanlar arkamda yer alsın; sonra da
sırayla diğerleri onların arkasında, diğerleri de onların arkasında saf olup
yerlerini alsınlar."[347]
İbn Mes'ud (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden ergen
olup aklı melekesi yerinde olanlar arkamda yer alsın. Sonra da sırasıyla
diğerleri onların arkasında ve sonra da diğerleri de onların arkasında saf olup
yerlerini alsınlar. Bir de sokak, çarşı ve pazarlardaki gürültü, patırtı,
sürtüşme ve çekişmeden sakının."[348]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Erkek
saflarının hayırlısı, önde olanıdır; şerli olanı da sonda olanıdır. Kadın
saflarının hayırlısı, sonda olanıdır; şerlisi ise, önde olanıdır."[349]
a)
Hanefîlere göre: İmamdan başka üç kişi olursa, imam öne geçer, onlar onun
arkasında bir saf olur. Zira hem Rasulüllah (s.a.v.) böyle yapmıştır, hem de
ümmetin ameli bu doğrultuda cereyan etmiştir.
İmamın, arkasındaki
saffın ortasına denk gelecek şekilde durması sünnettir. Onların sağında, ya da
solunda durursa caizdir, ancak isaet etmiş olur. Bunun cevazına gelince: Böyle
yapmak doğrudan rükünlerle ilgilidir ki o da gerçekleşmiş oluyor. İsaete
gelince: Cemaatin sağ veya sol tarafına gelecek şekilde durmasiyla mütevatir
olan sünneti terketmiş bulunuyor.[350]
b) Şafîilere
göre: İmamın yeri, kendisine uyan cemaatin önüdür, ona uyan ister bir kişi,
ister birden fazla olsun.. O bakımdan
imama uyan iki kimse ise, imam onların önünde durur, onlar da imamın arasında
saf olup dururlar.
İmama uyanlardan bir
kısmı imamın önünde yer alırlarsa, kılınan bu namaz imam ve yan taraftarıyla
arkasında olanlar için kafi gelir, ama önüne geçenler için kafi gelmez. Çünkü,
imamın kendisine uyanların önünde veya hizasında durması sünnettir.[351]
c)
Hanbelilere göre: Sünnet odur ki, imama uyanlar onun arkasında dururlar. Eğer
imamın önünde dururlarsa, bu sahih olmaz. Malikilere göre sahih olur.
İmama uyan bir adam
olursa, imamın sağ arkasında durur, iki adam olursa, tam arkasında yer alıp
durular.[352]
d)
Malikilere göre: Cemaatin imamın önüne taşması sakıncalı değildir. O bakımdan
imama uyanların öne taşıp onun önünde duracak olurlarsa, namazları yine sahih
kabul edilir. Çünkü böyle yapmak, iktidae (yani imama uymaya) engel değildir.[353]
333 nolu Ebu Hüreyre
hadisi hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri susup bir şey dememişlerdir. Nesai ise,
bunun salih olduğunu belirtmiştir. İsnadında Yahya b. Beşir b. Hallad bulunuyor.
İbn Kattan onun meçhulü'1-hal olduğuna dikkat çekmiştir. Abdülhak ise onun bu
isnadının kavi olmadığını söylemiştir.[354]
334 nolu Ebu Mes'ud
hadisini Ebu Davud tahric etmiştir. İstidlale salihtir
335 nolu İbn Mes'ud
hadisini Tirmizi rivayet ettikten sonra hasen-garip olduğunu belirtmiştir. İbn
Seyyidin-nas ise, bu hadisin sahih ve ravisi Halid b. Mehran'ın sıka (güvenilir)
olduğunu söylemiştir. Zira hadisin birçok şahitleri vardır. İmam Müslim'de onun
sahih olduğuna hükmetmiştir.
Bu konuda Taberani
el-Kebir'de Semüre (r.a.) den şu hadisi nakletmiştir:
"Muhacirlerle
Ansarın arkasında bedeviler dursun ki namazda onlar (bu iki) zümreye
uysunlar."
Bunun gibi
Darekutni'nin İbn Abbas (r.a.) den yaptığı rivayette, Rasulüllah'ın (s.a.v.)
şöyle buyurduğu belirtilmiştir:
"Birinci safta
bedeviler, Arap olmayan yabancılar ve bir de henüz ergen olmamış (temyiz
çağındaki) çocuklar öne geçmesin!."
Ancak bu hadisin
isnadında Leys b. Ebi Süleym bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[355]
Yahya b. Main ve Nesai onun zayıf olduğunu
belirtirlerken, İbn Hibban onun ömrünün sonuna doğru hafızasının zayıfladığını
ve rivayetleri birbirine karıştırdığını söylemiştir. Bunlara karşın, Abdülvaris
onun ilim kabı olduğuna değinerek övgüde bulunmuştur.[356]
1- İmamın,
saffın ortasına denk gelecek şekilde önde durması sünnettir.
2- İmamın
arkasında yalnız bir adam bulunursa, onun sağ gerisinde durması sünnettir. İki
veya daha fazla kimse bulunursa, tam arkasında saf olup durmaları sünnettir.
3- İmamın
arkasında birinci safta ergen olup aklı eren kimselerin durması müstehabdır. O
bakımdan İslam fıkhını bilen alimlerin birinci safta yer almasına dikkat
edilmelidir.
4- Cemaatin,
imamın tam hizasında durması halinde, namazları sahih sayılır. Bu, İmam
Şafii'ye göredir.
5- Cemaatin
imamın önüne taşması caiz değildir. Bu üç mezhebe göredir. İmam Malik'e göre,
taşmalarında bir sakınca yoktur.
6- Safların
düzgün tutulması ve arada boşluk bırakılmaması sünnettir.
7- Saf
dışında durup imama uymakta kerahet vardır. İmam Malik'e göre kerahet yoktur.
Namaz ibadeti insana
kişilik kazandırdığı gibi, saygılı olmayı, büyüklerin yerini ve kadrini
bilmeyi, küçükleri sevip korumayı ve birlik, beraberlik olmayı öğretir.
O bakımdan cemaat
halinde namaz kılarken sınıf farkı kalkmakta; herkes Cenab-ı Hakk'ın huzurunda
ve yanında kul olma düzeyinde eşit bulunmaktadır. Ancak bundan bir önceki
konuda belirttiğimiz gibi, aklı eren ergen kişilerin ön safta yer alması tavsiye
edilmiştir. Bu tabirden maksat, namaz ahkamını daha iyi bilip konulara daha
çok aklı erenler kasdedilmektedir. Zira imamın yanılması halinde bu kişilerden
birinin hemen onun yerini işgal etmesi, yani biraz öne geçip imamlık yaparak
namazı tamamlaması söz konusudur. Şayet bu kimseler arka saflarda kalır ve
imamın bir sebepten dolayı namazı olduğu yerde bırakması gerekirse, ehil
olmayan kimselerin öne geçmesi durumu hasıl olur.
Kadınlara gelince,
onların erkeklerin yanında veya önünde bulunmasının birtakım sakıncaları
vardır. En azından şehveti tahrik etme söz konusudur. O bakımdan, onların erkek
ve temyiz çağına girmiş çocukların gerisinde durmaları gerekmektedir.
Abdurrahman b.
Gunm'den, onun da Ebi Malik el-Eş'ari'den, yaptığı rivayete göre, Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, dört rek'atte kıraat ve kıyam hususunda eşitlik sağlardı:
"Birinci rek'ati
diğerlerinden biraz uzun tutardı, ta ki insanlar (cemaate katılanlar) sevaba
nail olsunlar... Erkekleri, (temyiz çağına girmiş) çocukların önünde bulundururdu.
Kadınların da o çocukların gerisinde durmasını sağlardı."[357]
Ebu Davud ise bu
hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:
"Size
Rasulüllah'ın (s.a.v.) namazından haber vereyim mi? Namaza ikamet edilip
durulurken, erkekler saf olup yerlerini alır, çocuklar da onların arkasında saf
olup yerlerini alırlardı."
Enes (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Nenem Müleyke, yapıp
hazırladığı yemek için Rasulüllah'ı (s.a.v.) davet etti. Rasulüllah (s.a.v.)
yemeği yedikten sonra şöyle buyurdu:
"Kalkınız size
namaz kıldırayım."
Bunun üzerine, uzun
süre beklemesinden dolayı kararan bir hasırımız vardı, üzerine su döküp
(temizledim). Rasulüllah (s.a.v.) o hasırın üzerine gelip durdu; ben ve bir
yetim çocuk da Peygamber'in (s.a.v.) arkasında durduk. Yaşlı kadın da bizim
arkamızda durdu. Rasulüllah (s.a.v.) bize iki rek'at namaz kıldırıp
ayrıldı."[358]
Yine Enes (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Ben, evimizdeki yetim çocuk
Rasulullah'ın (s.a.v.) arkasında namaz kıldık. Annem Ümmü Süleym de bizim
arkamızda durdu."[359]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Erkeklerin
saflarının hayırlısı, önde olanıdır, şerli olanı da sonda olanıdır. Kadınların
saflarının hayırlısı, sonda olanıdır; şerli olanı ise, önde olanıdır."[360]
a)
Hanefilere göre: İmamla birlikte bir tek kadın bulunursa, imamın arkasında
durur. Bir erkek, bir de kadın bulunursa, erkek, imamın sağ tarafında, kadın da
arkasında durur. İki erkek, bir kadın olursa, erkekler imamın tam arkasında,
kadın da onların arkasında durur.
Cemaat birçok erkek, kadın
ve ergenlik çağına yaklaşmış çocuklardan oluşuyorsa, erkekler imamın arkasında
saf olup dururlar, onların arkasında çocuklar, onların da arkasında kadınlar
durup imama uyarlar.[361]
b) Bu konuda
Şafîilerin ictihadı, Hanefîlerinkinin bir benzeridir; yani onlar da yukarıda
belirtilen tertip üzere cemaatin saf bağlamasını belirtmişlerdir.[362]
c)
Hanbeliler de aynı görüş ve ictihadı izhar etmişlerdir.[363]
d)
Malikilere göre: Erkek ve kadınların birarada karışık vaziyette namaz kılmaları
mekruhsa da, bu yüzden kimsenin namazı bozulmaz, hepsinin de namazı
tamamlanmış kabul edilir. İade etmelerine gerek yoktur.[364]
Bununla beraber
yukarıda belirtilen tertip üzere saf bağlayıp imama uymaları sünnete daha
uygundur.
344 nolu Ebu Malik
el-Eş'ari hadisi Hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri susup bir şey beyan
etmemişlerdir. Ancak isnadında Şehr b. Havşeb bulunuyor ki bu zat hakkında söz
söyleyenler olmuştur: İmam Ahmed, "O, Esma bint Yezid'den birçok hasen hadis
rivayet etmiştir" derken, İbn Main onun sıka (güvenilir) olduğunu
söylemiştir. Ebu Hatim ise, "Onun rivayetiyle ihticac edilmez"
diyerek güvenilir olmadığına işarette bulunmuştur. Nesai ve İbn Adiy'e göre,
kavi değildir.[365]
345 ve 346 nolu Enes
hadisleri sahihtir ve ihticaca elverişlidir.
347 nolu Ebu Hüreyre
hadisi de sahihtir ve aynı zamanda kadınların saf olup gerek erkek imama tabi'
olmalarının, gerekse kendi aralarında saf bağlayıp cemaat halinde namaz
kılmalarının, caiz olduğuna delalet etmektedir.
Hadiste safların
hayırlısı ve şerlisi diye bir anlatım tarzı bulunuyor. Burada hayırlı
olmasından maksat, fazilet ve sevaptır; şerli olmasından maksat, faziletin terk
edilmesidir.
1- İmamla
birlikte cemaat olarak bir tek erkek bulunursa, imamın sağ gerisinde durması
sünnettir.
2- İmamdan
başka cemaat olarak sadece bir erkek, bir de kadın bulunursa, yine erkek imamın
sağ gerisinde, kadın da imamın arkasında durur.
3- İmamla
beraber iki erkek, iki de kadın cemaat bulunursa, erkekler imamın arkasında,
kadınlar da erkeklerin arkasında durur.
4- Cemaat
erkek, kadın ve ergenlik çağına yaklaşmış çocuklardan oluşuyorsa, erkekler önde
saf olup dururlar. Onların arkasında çocuklar; çocukların arkasında ise
kadınlar saf olup dururlar. Sünnet bu tertibi amirdir.
5- Erkekle
kadınlar karışık vaziyette saf olup imama uyarlarsa, fıkıhta belirtilen
şekilde erkeklerden bir kısmının namazı bozulur. Bu üç imama göredir. İmam
Malik'e göre, hiçbirinin namazı
bozulmaz.
6- İmanım
arkasında yalnız kadınlar cemaat olup namaz kılabilirler. Bunda bir sakınca
yoktur. Ancak bir kadının veya iki kadının yalnız olarak mahremleri yokken
imama uymaları mekruhtur. Çünkü bu durumda birtakım şüpheler doğabilir.
Namaz mümkün olduğu
kadar sadelik, şatafattan uzaklık, uyum ve ahenk isteyen bir ibadettir. Çünkü
böyle bir ibadetle insan Allah'a kul olmanın şuuruyla mahviyet ve muhtaçlığını
dile getirmekte, tevazuun en güzel örneğini sergilemektedir. O bakımdan imamla
cemaatin aynı seviyede bulunup cemaat halinde namaz kılmaları çok daha uygun
olur. Bununla beraber bazı sebeplerden dolayı birinin yüksekçe yerde bulunması
cemaat olmaya engel teşkil etmez.
Hemmam'dan yapılan
rivayette, adı geçen diyor ki:
"Hz. Huzeyfe
(r.a.) Medain'de [366] bir
dükkan (veya yüksekçe bir yer) üzerinde durup namaz kıldırmaya başladı. Bunun
üzerine Ebu Mes'ud (r.a.) onun entarisinden tutup çekti. Huzeyfe (r.a.)
namazını tamamlayıp cemaate dönünce, Ebu Mes'ud (r.a.) ona: "Onların
(imam ve cemaatin) bundan men'edildiğini bilmiyor musun?" dedi. O da:
"Evet sen beni tutup çekince hatırladım" diye cevap verdi"[367]
İbn Mes'ud (r.a.) den
yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, imamın, arkasında namaz kılmak üzere insanlar olduğu halde
(yüksekçe) bir yer üstüne çıkmasını men'etmiştir."[368]
Sehl b. Sa'd (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz, (mescid'e) ilk konulduğu gün çıkıp minberin üzerine oturdu ve o
vaziyette iken tekbir getirerek (namaza başladı). Sonra rüku'a vardı,
arkasından oradan inip gerisin geri çekilerek secde etti. İnsanlar da onunla
birlikte secde etti. Sonra (yerine) döndü, ta ki (namazını tamamlayıp) bitirdi
ve şöyle buyurdu:
"Ey insanlar!
Bunu ancak bana uyasınız ve namazımı öğrenesiniz diye böyle yaptım."[369]
Ebu Hüreyre (r.a.)
mescidin damında durup (mescidin içindeki) imama uyarak namaz kıldı.
Enes (r.a.) ise,
Basra'da Ebu Nafi'in evinde mescidin sağ tarafıyla birleşen bir insan boyu
yükseklikteki gurfe (sahanlık, balkon) de -ki kapısı mescide bakar durumda
idi- durup imama uydu.[370]
a)
Hanefilere göre: Bir veya birkaç kişi mescidin damında durur, imam da mescidin
içinde cemaatin önünde bulunur ve dam ile mescidin iç kısmı arasında bir kapı
veya benzeri bir açıklık olursa, onların imama uyup namaz kılmaları sahih olur.
Bu durumlarda imamın
kıraat ve diğer rükünlerini tam anlamıyla takip edebildikleri takdirde hüküm
böyledir. Aksi halde namazları sahih olmaz.[371]
b) Şafiilere
göre: İmamın kendisine uyan cemaatin bulunduğu yerden yüksekçe bir yerde
durması veya cemaatin ondan yüksekçe bir yerde durup uyması
mekruhtur. Ancak ortam ve yer bunu gerektiriyorsa bunda bir sakınca yoktur.[372]
c)
Hanbelilere göre: İmamın kendine uyan cemaatten yüksekçe bir yerde durup namaz
kıldırması mekruh değildir. İmam Ahmed bu konuda Sehl b. Sa'd hadisiyle
istidlal etmiştir. Ayrıca Ammar b. Yasir'in yüksekçe bir yerde durup namaz
kıldırmasını hüccet olarak almışlardır. Ancak bu yüksekliğin fazla olmaması
uygun olur.[373]
d)
Malikilere göre: İmamın kendisine uyanların bulunduğu yerden yüksekçe bir
yerde durup namaz kıldırması, -ister onlara öğretmek için olsun, ister başka bir
sebepten olsun- mekruhtur. İmam Evzai'nin de ictihadı budur.[374]
354 nolu Hemmam
hadisini İbn Huzeyme, İbn Hibban ve el-Hakim sahihlemişlerdir. Ebu Davud bu
hadisi bir başka vech ile rivayet ederken, imamın, Ammar b. Yasir ve onu tutup
eteğinden çekenin de Huzeyfe olduğunu belirtmiştir. Bu rivayet hem merfu'dur,
hem de isnadında bir meçhul vardır. O bakımdan bizim baş kısma naklettiğimiz
rivayet daha sağlam ve daha kuvvetlidir.[375]
355 nolu İbn Mes'ud
hadisini Hafız et-Telhis'te zikretmiş, fakat sıhhati üzerinde bir şey demeyip
susmuştur.
Ebu Hüreyre'nin
yüksekçe yerde durup imama uyması hakkındaki rivayete gelince: Onu İmam Şafii
ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Buharı ise onu ta'likan zikretmiştir.
Hemmam ve İbn Mes'ud
hadisi dışında kalan rivayetlerin hemen hepsi gerek imamın, gerekse cemaatin
yüksekçe bir yerde durup namaz kılmasının sahih olduğuna delalet etmektedir.
Hemmam rivayeti ile İbn Mes'ud hadisi ise, bunun mekruh olduğunu
göstermektedir.
Yüksekliğin nisbeti
üzerinde birtakım farklı görüşler izhar edilmişse de fakih müctehidlerin çoğuna
göre, cemaatin imamın durumunu bildiği takdirde fazla
yükseklikte bir sakınca yoktur. Cami dışında imamın en çok bir adam boyu
yükseklikte bulunmasında, cami içinde ise bir boydan yüksek yerde durmasında
kerahet olmadığı ağırlık kazanmıştır.
1- İmamın
durduğu yerle cemaatin durduğu yer arasında, imamın durumunu bilmeye engel bir
şeyin olmaması gerekir. Aksi halde imama uyma gerçekleşmez.
2- İmamın
bulunduğu yerin, cemaatin bulunduğu yere nisbetle yüksek olmasında bir sakınca
yoktur. Aynı zamanda cemaatin bulunduğu yerin imamın bulunduğu yere nisbetle
yüksek olması da böyle...
3- O
bakımdan günümüzdeki cami ve mescidlerde bulunan mahfil ve benzeri yüksekçe
kısımlarda durup imama uymakta bir sakınca yoktur.
4- Cami
bitişiğindeki dükkan veya ev gibi bir yerin damında veya balkonunda durup
camideki imama uyabîlmek için, arada açık bir kapı veya benzeri bir menfezin
bulunması ve oradan camiye geçme imkanının mevcut olması şarttır. Aksi halde
orada durup camideki imama uymak sahih olmaz.
5- İmam
Malik’e göre, imamın yüksekçe yerde durup namaz kıldırması mekruhtur
6-
Resulüllah (s.a.v.) Efendimizin minber üzerinde durup namaz kıldırması ve
secde için inip yerde secde etmesi, kendisine has bir durumdur. Nitekim O da
bunu sırf talim için bir defa yapmıştır.
Şüphesiz mü'minin
namaz kıldığı yer, ahirette onun lehine şehadette bulunur. Hem namaz kılan
mü'min vefat edince, namaz kıldığı yer onun için ağlar.
Sonra da cemaatle
kılınan namazda, imam selam verince sünneti mihrabın ya sağına, ya soluna biraz
kayarak, ya da biraz geriye çekilerek kılması; cemaatin de yer müsaitse boş
bulduğu yere kayıp sünneti orada kılması müstehabdır. Çünkü bu durumda
dışarıdan yeni gelenler, farzın kılındığını anlar ve ona göre uygun yer seçip
namazlarını kılarlar.
Muğire b. Şu'be (r.a.)
den yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İmam, farzı
kıldığı yerde (sünneti) kılmaz; oradan biraz (sağa, sola veya geriye)
çekilerek kılar."[376]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden
biriniz (farz) namazı kılınca biraz öne veya geriye kaymaktan veya biraz sağına
veya soluna çekilmekten aciz midir?"[377] veya "acizlik
duyar mı?"
a)
Hanefilere göre: Kılınan farzdan sonra sünnet namaz varsa, artık kişinin o
yerde oturması mekruhtur. Bu kerahet, hem Ebu Bekir, hem de Ömer (r.a.) den
rivayet edilmiştir. Bu daha çok imam hakkında söz konusudur. Ona uyanlara
gelince: Hanefilerin fakihlerinden yapılan rivayete göre, farz namazı
kıldıkları yerden sünnet namaz için ayrılmaları, yani başka bir yana kaymaları
söz konusu değildir. Yani aynı yerde sünneti de kılmalarında bir sakınca
yoktur.[378]
b) Şafîilere
göre: Sünneti kılmak için farz kıldığı yerden ayrılıp başka yerde kılması
sünnettir. Bunun efdalı, ayrılıp sünneti evinde kılmasıdır. Ancak arkalarında namaz
kılan kadınlar bulunuyorsa, onlar namazlarını kılıp tamamlayıncaya kadar
erkeklerin farzdan sonra kalkmayıp onları beklemeleri sünnettir. Camide
bulunuyorsa, farzdan sonra sünneti de camide kılmak istiyorsa, sağ tarafına
kayması daha uygundur.[379]
c) Hanbelilere
göre: İmamın farz kıldığı yerde sünnet kılması mekruhtur. İmam Ahmed'in kesin
görüş ve ictihadı budur. Nitekim Ali b. Ebi Talib (r.a.) de böyle söylemiştir.
İmama uyanlara gelince: Farz kıldıkları yerde sünnet kılmalarında bir sakınca
yoktur. Nitekim İbn Ömer (r.a.) da böyle yapmıştır.[380]
363 nolu Muğire b.
Şu'be hadisinin isnadında Ata' el-Horasani bulunuyor ki bu zat, Muğire b.
Şu'be'ye (r.a.) ulaşmamıştır. Nitekim Ebu Davud da böyle tesbitte bulunmuştur.
el-Münzeri bunu doğrulayarak şöyle diyor:
"Doğrusu Ata
el-Horasani hicri 50. yılda doğmuş ki Hz. Muğire o yılda vefat etmiştir"
el-Hatib de "İlim adamlarının bu tesbitte icma'ı vardır" diyerek
olayı doğrulamıştır.
364 nolu Ebu Hüreyre
hadisinin isnadında İbrahim b. İsmail bulunuyor ki, Ebu Hatim er-Razi onun
meçhul olduğunu belirtmiştir. Buhari de onun nafile namazla ilgili hadisi
sabit değildir demiştir.[381]
Bu iki hadiste de bazı
tesbit ve şüpheler izhar edilmekle beraber, fakih imamların çoğu onlarla
istidlal etmişlerdir.
1- İmamın
farz namazı kıldırıp selam verince, bulunduğu yerden sağa veya sola kayıp
öylece sünnet namazı kılması sünnettir veya müstehabdır.
2- İmama
uyanlar da, bulundukları cami veya mescidde yer müsaitse, sünneti başka yerde
kılarlar; bunun onlar hakkında müstehab olduğunu söyleyen fakihler vardır.
Bununla beraber farzı kıldıkları yerde sünneti de kılmalarında bir sakınca
yoktur.
Bilindiği gibi namazın
birtakım şartları ve rükünleri vardır. Onları yerine getirmek farzdır. Aksi
halde kılınan namaz sahih olmaz. Ancak hasta olan kimsenin o farzlardan birini
veya birkaçını yerine getirmeye gücü yetmezse, o takdirde namazı terketmesi mi
gerekir, yoksa farzlardan birinin düşmesiyle diğer şartlar ve farzlar düşmez
kuralına göre mi amel edilir?
Namaz, kul ile rabbısı
arasında en işlek yoldur; aynı zamanda Hakk'ın huzurunda mahviyet, teslimiyet,
tazim ve dua makamıdır. O bakımdan terki caiz değildir. Meğer ki kişi bunamış
veya komaya girmiş olsun.
Bu sebeple yüce
dinimiz hastanın namaz kılması konusuna ayrı bir bap ayırmış ve nasıl namaz
kılacağını belirlemiştir.
İmran b. Husayn (r.a.)
den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Bende basur vardı. O
sebeple Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden nasıl namaz kılacağımı sordum.
Buyurdu ki:
"Ayakta durup
namaz kıl. Buna gücün yetmezse, oturarak, ona da gücün yetmezse yan üzeri
uzandığın halde namaz kılarsın."[382]
Nesai bunu, şu lafızları
fazla olarak rivayet etmiştir:
"Buna da gücün
yetmezse, sırtüstü uzanıp kılarsın, Allah herkese vus'atına (mevcut imkan, güç ve yeteneğine göre)
teklifte bulunur."
Ali b. Ebi Talih
(r.a.) deri yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Hasta olan
kimse, gücü yeterse ayakta durup namaz kılar. Gücü yetmezse oturarak kılar.
Secde etmeye gücü yetmezse, başını hafif eğer ve böylece secdesi için rüku'una
nisbetle biraz fazla eğer. Ayakta durup namaz kılmaya gücü yetmezse, sağ yanı
üzerine kıbleye yönelik bir halde kılar. Buna da gücü yetmezse, ayakları
kıbleye gelecek şekilde sırt üstü uzanıp kılar."[383]
Hz. Enes (r.a.) den
hastanın nasıl namaz kılacağından sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
"Farz namazda
oturmuş halde rüku' ve secdeleri yapar."[384]
a)
Hanefilere göre: Hasta kimse ayakta duramıyorsa veya durduğu takdirde
hastalığının artmasından korkuyorsa, o takdirde oturarak namaz kılar. Böylece
onun mevcut özürü kendisinden birkaç rüknü düşürmüş oluyor. O bakımdan
oturarak rüku ve secdelerini yerine getirir. Ancak rüku ve secde yapmaya gücü
yetmezse, bu rükünleri başını hafif eğmek suretiyle yerine getirir. Secde için
yüzüne doğru bir cisim yükseltmez. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir
hastayı sormaya gittiğinde, onun bir yastık üzerine secde ettiğini gördü ve
tutup o yastığı bir tarafa itti. Hasta adam secde için bir ağaç budağını veya
kütüğünü önüne koydu. Peygamberimiz (s.a.v.) onu da bir tarafa itti ve şöyle
emretti:
"Gücün yeterse
başını yere koymak suretiyle secdeleri yap. Yetmezse, başını eğerek yap, ancak
secde için biraz daha fazla eğ!"
Ancak Kuhustani ve
bazı fakihler secde için konulan cisim rüku'dan ziyade secde etme durumuna daha
yakın yükseklikte bulunursa, onun üzerine secde etmek caizdir demişlerdir.
Oturarak namaz kılması
mümkün olmuyorsa, o takdirde, sırt üstü uzanıp başının altına bir yastık
yerleştirir ve ayakları kıbleye yönelik olduğu halde namazını baş işaretiyle
kılar, yani rüku ve secde için başını hafif eğer. Başıyla ima etmesi mümkün
olmadığı takdirde namazı geciktirir, yani kazaya bırakır. Artık bu durumda kaş
ve gözüyle işarette bulunmak suretiyle kılmaz.[385]
b) Şafiilere
göre: Namazı ayakta durup kılmaya imkan bulan kimse, rüku' ve secdeleri de
imkan nisbetinde yerine getirir. Ayakta durmaktan aciz olursa, istediği şekilde
oturup öyle kılar. Ancak ayakları uzatıp yayılarak oturmaktansa bağdaş kurup
oturmak efdaldır. Makadı yere koyup dizleri dikerek oturmak mekruhtur.
Oturmaya gücü
yetmiyorsa sağ yanı üzerine uzanıp kılar. Buna da gücü yetmezse, sırt üstü
uzanıp öylece kılar.[386]
c)
Hanbelilere göre: Bu konuda Hanbeliler Hanefilerin görüş ve ictihadına benzer
bir ictihad ortaya koymuşlar, ancak göz işaretiyle de olsa namazını kılar da
onu kazaya bırakmaz hususunu belirtmişlerdir. Aynı zamanda göz işaretiyle de
kılmaya gücü yetmezse, kalbiyle niyet etmesi kafi gelir ve bu durumda da namazını
kazaya bırakmaz.[387]
d)
Malikilere göre; Hasta oturarak namaz kılmaktan aciz olursa, yan üzeri uzanıp
yüzünü kıbleye müteveccih bir halde namaz kılar.[388]
Sırt üstü uzanıp namaz
kılması caiz değildir. İmam Evzai de aynı görüştedir.
369 nolu İmran hadisi
sahihtir ve ihticaca salih kabul edilmiştir.
370 nolu Ali b. Ebi
Talib hadisinin isnadında Hüseyn b. Zeyd bulunuyor ki bu zatın zayıf olduğunu
İbn Medeni belirtmiştir.[389] Ebu
Hatim ise, onun hem maruf hem münker olduğunu söylemiştir. İbn Adiy de onun
hadisinde bazı nekre yanlar bulduğuna dikkat çekmiştir.[390] Bu
bakımdan İmam Nevevi bu hadisin zayıf olduğuna hükmetmiştir.
Bu babda bazı müctehidlerin
istidlale uygun gördüğü şu hadis de rivayet edilmiştir: Bezzar ve Beyhaki'nin
Cabir’den yaptıkları rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) bir hastayı sormaya
gitmişti. Adam secde için önüne bir yastık koymuş, onun üzerine başını koyarak
bu rüknü yerine getiriyordu. Rasulüllah (s.a.v.) yastığı tutup bir tarafa itti,
Adam bir defa bir ağaç budağı veya kütüğünü önüne koydu. Rasulüllah (s.a.v.)
onu da bir tarafa itti ve şöyle buyurdu:
"Gücün
yeterse, (başını) yere koymak suretiyle namaz kıl. Gücün yetmezse, başını
eğerek namaz kıl, ancak secde için başını biraz fazla eğ!"
Bu rivayet hakkında
Ebu Hatim'den sorulunca, şöyle demiştir:
"Doğru olanı, bu
hadisin mevkuf olduğudur, onu merfu’ saymak hatalıdır." Sonra ona:
"Bu hadis Sevfi'den merfu'an rivayet edilmiştir" denilince, şöyle
karşılık vermiştir; "O kayde değer bir şey değildir."[391]
Buluğu'l-Meram'da ise,
bu hadisin isnadının kavi olduğu üzerinde durulmuştur. Nitekim Taberanî de buna
benzer bir hadisi Tarık b. Şihab tarikiyle İbn Ömer (r.a.) den rivayet
etmiştir. Ancak isnadında zaaf bulunduğu söylenir.
1- Hasta
kimse ayakta durup namaz kılmaya gücü yetmezse, oturarak kılar. Bu durumda
rüku' ve secdeyi yapabiliyorsa, yapar.
2- Rüku’ ve
secdeyi normal şekilde yapmaya gücü yetmezse, başını hafif eğerek bu farzları
yerine getirir. Ancak secde için biraz fazla eğer.
3- Oturarak
kılmaya gücü yetmediği takdirde, sağ yanı üzere uzanıp yüzünü kıbleye çevirerek
kılar ve rüku’ ile secde için başını hafif eğerek bu rükünleri yerine getirir.
4- Yan üstü
uzanmaya gücü yetmezse, sırt üstü uzanır, ayakları kıbleye yönelik başının
altında yastık bulunduğu halde, baş işaretiyle namazını kılar.
5- İmam
Malik'e göre, sırt üstü uzanıp baş işaretiyle namaz kılmak caiz değildir.
6- Baş
işaretiyle rüku' ve secdeleri yerine getirmekten acizse, kalben niyet etmesi
kafi gelir. Bu, imam Şafii ve İmam Ahmed'e göredir. İmam Ebu Hanife'ye göre, o
vaziyette namaz kılmaz, kazaya bırakır.
Eyleştiği beldeden,
oturduğu evden ayrılıp sefere çıkan kimse, hangi vasıtayla yolculuk yaparsa
yapsın, seferin getireceği birtakım zorluklar, sıkıntılar ve külfetler vardır.
Bazı istisnalar bu genel kuralı pek değiştirmez. O bakımdan yüce dinimiz her
konuda olduğu gibi, bu konuda da birtakım kolaylıklar getirmiş ve ilahi
ruhsatın kapısını açık tutmuştur. Zira gerçek mü'min hiçbir zaman Allah'a
ibadetten uzak kalmaz ve farz kılınan namazları terketmez. İbadet onun
değişmeyen manevi gıdası; kabir ve ahiretîni aydınlatan nur, dünyasını ahlak ve
fazilet havasıyla dolduran rahmettir. O, eyleşik olduğu günlerde de, yolculuğa
çıktığı dönemlerde de bu gıdaya muhtaçtır.
Bütün bu hikmetlere
dayalı olarak İslamiyet "Yolcu Namazı" diye özel bir bap koymuş ve
ilahi hükümleri bu babın altında anlaşılır bir uslüp ile açıklamıştır.
İbn Ömer (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen şöyle diyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimize arkadaşlık ettim (seferde Onunla birlikte bulundum), yolculukta
iki rek'atten fazla kılmazdı. Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a da arkadaşlık ettim
onlar da öyle."[392]
Ya'la b. Ümeyye'den
yapılan rivayete göre, şöyle anlatıyor:
"Hz. Ömer'e (r.a.)
dedim ki: Cenab-ı Hak Kur'an'da seferi namazdan bahsederken şöyle buyurmaktadır:
"Yeryüzünde
yolculuğa çıktığınızda, küfredenlerin sizi fitneye düşürüp kötülük
edeceklerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda (veya hafif tutmanızda)
size bir vebal yoktur.."
Oysa insanlar bugün
güven içindedirler. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi:
"Senin hayret ettiğin
gibi ben de hayret etmiş, (yani bu konudaki gerçeği anlayamamış) tım. Onun için
bu hususu Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden sordum. Buyurdu ki:
"O bir
sadakadır ki Cenab-ı Hak onunla size tasaddukta bulunmuştur. Artık siz O'nun
sadakasını kabul ediniz!"[393]
Hz. Aişe (r.a.)
anlatıyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizle birlikte ramazan umresine çıkmış bulunuyordum. (Yolculuk
süresince) o iftar etti, ben oruç tuttum, o namazı kısalttı, ben tamam kıldım.
Sonra da Ona:
"Anam, babam sana feda
olsun! Sen iftar ettin, ben oruç tuttum, sen kasr yaptın (dört rek'atlı
farzları iki rek'at olarak kıldın), ben ise tamamladım." Bunun üzerine
Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Çok iyi ettin
ya Aişe!"[394]
a)
Hanefilere göre: Misafir (yolculuğa çıkan kimse) için dört rek'atli farzların
iki rek'at olarak kılınması farz kılınmıştır.
Eyleşik kimsenin
seferi olabilmesi için seferi sayılacak süre için niyet etmesi ve bulunduğu
şehir veya kasabanın evlerinin bittiği yerden çıkıp ayrılması gerekir. Sözü
edilen müddet, deve yürüyüşü veya normal bir kimsenin yürüyüşüyle üç günlük bir
mesafedir. İmam Ebu Yusuf’a göre, iki günlük bir mesafedir.
Hanefi fukahasının
ileri gelenleri bunu 15 fersah olarak belirlemiş ve her gün için beş fersahlık
bir mesafe yürünmesini belirlemişlerdir.[395]
Beş fersah yaklaşık
altı saatlik bir zamanı kapsamaktadır. O takdirde evinden çıkan kimse şehrin
veya kasabanın evlerinin bittiği noktadan itibaren üç konaklık bir mesafeye
gitmeye niyetlenirse, seferi sayılır ve ona göre namaz, oruç ve mestler
üzerine mesh konularını düzenler.
Misafir ne zaman mukim
sayılabilir? Fukaha onun mukim sayılması için dört şeyin sübut bulmasını şart
koşmuşlardır:
1, 2- Açık
anlamda ikamete niyet etmesi, yemi vardığı şehir veya kasaba ve köyde 15 gün
ikamete niyet etmes:i,
3, 4- İkamet
edeceği yerin belirlenip ikamete elverişli bulunması..
O halde misafir
gittiği şehirde ikamete niyet etmez de bugün, yarın ayrılabilirim düşüncesiyle
aylarca bile kalsa, yine misafir sayılır ve dört rek'atli farzları iki rek'at
olarak kılması gerekir.
Aynı zamanda 15 günden
az bir süre, kalacağına niyet ederse, yine de misafirlikten çıkmaz ve sefer
ahkamı aynen cari olur.
Eyleşmek istediği yer,
kalmaya elverişli değilse, her an zorlayıcı bir faktörün ortaya çıkması
mümkünse, o takdirde yine seferi olmaktan çıkmaz. Mesela, askere giden kimse
katıldığı birliğin o yerde ne kadar kalacağını bilemez ve her an ayrılması söz
konusu olabilir. O bakımdan askerlik süresince hep seferi sayılır.[396]
b) Şafiilere
göre: Mübah olan uzun seferde ancak o seferde eda edilecek dört rek'atlı
farzlar kısaltılır, yani iki rek'at olarak kılınır. Eyleşik halde kazaya kalmış
farzları seferde kaza edecek olursa, yine onları dört rek'at olarak kılması
gerekir; ama seferde kazaya kalmış farzları yine seferi halde iken kaza etmek
isterse, ikişer rek'at olarak kılar, eyleşik halde onları kaza etmek isterse
dört rek'at olarak kılar.
Sefere niyetlenip
çıkan kimse, bulunduğu şehrin evlerinin son bulduğu kesimden itibaren seferi
sayılır. Gittiği şehir, kasaba veya köyde 4 gün ikamete niyet ederse, seferi
olmaktan çıkar, mukim sayılır. Ancak oraya girdiği ve çıkacağı gün bu dört
güne dahil değildir. Sahih olan da budur.[397]
Dört rek'atli farzları
iki rek'at olarak kılabilmek için katedilecek mesafenin en az 16 fersah olması,
yani bugünkü uzunluk birimiyle yaklaşık 82 km. olması gerekir. Bu da üzerinde
yük bulunan devenin yürüyüşüne göre takdir edilir.[398]
Bu mezhebe göre,
seferde namazı kısaltmak bir ruhsattır, azimet değildir. O bakımdan seferi
halde bulunan kimse, isterse öğle, ikindi ve yatsı farzlarını dört, isterse iki
rek'at olarak kılar. Hanefilere göre, bu bir azimettir, herhalde iki rek'at
kılınması gerekir.
Aynı zamanda bu
mezhebe göre, namazı kısaltabilmek için seferin mübah olması şarttır. Günah ve
isyan amacıyla çıkılan bir seferde kasr yapmak sahih olmaz.
c)
Hanbelilere göre: 16 fersah (yaklaşık 82 km.) lık bir raesa feyi aşmak üzere
niyet edip bulunduğu kasaba veya şehirden çıkan kimsenin dört rek'atli farzları
iki rek'at olarak kılması caizdir. Ancak bu yolculuğun mübah bir sebebe dayanması
gerekir. Günah işlemek maksadıyla çıkana bu ruhsat yoktur.[399]
Gittiği yerde mutlak
ikamete niyet getiren kimse artık kasr (namazı kısaltma) yapamaz. Aynı zamanda
yirmi vakitten fazla namaz kılacağına niyet ederse, seferi olmaktan çıkar ve
namazları dört rek'at olarak kılar.[400]
Böylece gittiği yerde
dört gün ikamete niyet eden kimse seferi olmaktan çıkar.
d)
Malikilere göre: Gittiği yerde dört gün ikamete niyet ederse, seferi olmaktan
çıkar ve bu durumda giriş ve çıkış günleri buna dahil edilmez. Öyleki yirmi
vakti kılacak bir süre söz konusudur. Aynı zamanda katedeceği mesafenin 16
fersah, yaklaşık 82 km. olması iktiza eder. Mekruh kabul edilen bir seferde
kasr (namazı kısaltma) yapmak da mekruhtur. Sözü edilen mesafe ise, deve
yürüyüşüne göre takdir edilir.[401]
379 nolu İbn Ömer
hadisi, hem sahihtir, hem de Rasulüllah (s.a.v.) çıktığı seferlerinde kasr-ı
salat (namazı kısaltma) yaptığına açıkça delalet etmektedir.
Nitekim bu hadisi
Müslim şu lafızla naklederek açıklayıcı bir hüküm getirmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimize arkadaşlık ettim (çıktığı seferlerinde Onunla beraber
bulundum) (Dört rek'atli namazları) iki rek'at olarak kıldı, bundan fazlasını
kılmadı ve vefat edinceye kadar buna böyle devam etti."
İbn Ömer (r.a.), Ebu
Bekir, Ömer ve Osman'ın da (Allah hepsinden razı olsun) Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz gibi, ölünceye kadar seferde bulundukları süre içinde dört rek'atli
farzları iki rek'at olarak kıldıklarını da belirterek bunun bir ruhsat değil,
azimet olduğuna işarette bulunuyor.
İmam Nevevi ise,
yaptığı tesbite göre, Hz. Osman'ın hilafetinin ilk altı yılı içinde kasr-ı
salat yaptığını, ondan sonra yapmayıp seferde farzları dört rek'at olarak
kıldığını belirtmektedir. Diğer ilim adamları ise, buna itiraz ederek Hz.
Osman'ın (r.a.) sadece hac mevsiminde Mina'da dört rek'at olarak kıldırdığını,
diğer seferlerinde kasr yaptığını söylemişlerdir ki, sahih olan budur. Nitekim
Buhari ve Müslim'de Abdurrahman b. Yezid'den yapılan rivayette, adı geçenin
şöyle dediği nakledilmiştir: "Osman (r.a.) Mina'da bize namazı dört rek'at
olarak kıldırdı. Bu durum Abdullah b. Mes'ud'e (r.a.) anlatılınca, istirca'da
bulundu, yani "înna lillahi ve inna ileyhi raciun" dedikten sonra
şunu ilave etti: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte Mina'da iki
rek'at olarak kıldım; aynı şekilde Ebu Bekir ve Ömer (r.a) ile de Mina'da iki rek'at olarak kıldım. Artık dört rek'at olarak neden
kılındığını keşke bilseydim."
Nevevi kasr-ı salat'ın
azimet değil ruhsat olduğuna kaildir ve Hz. Osman'ın da (r.a.) onu böyle kabul
edip dört rek'at olarak kılmakta bir sakınca görmediğini söyleyerek,
Rasulüllah'ın (s.a.v.): "O bir sadakadır ki Cenab-ı Hak onunla size
tasaddukta bulunmuştur. Artık siz O'nun sadakasını kabul ediniz" hadisini
delil göstermiştir.
Ama Hz. Aişe'den
(r.a.) rivayet edilen diğer bir sahih hadiste ise, bu görüşün isabetsizliğini
ortaya koymaktadır:
"Namaz önce iki
rek'at olarak farz kılındı. Sonra bu seferde olduğu gibi kaldı, hazarde ise
dört rek'at olarak tamamlandı."
Hazarde nasıl dört
rek'ati iki rek'at olarak kılmak veya onu altı rek'ate çıkarmak caiz değilse,
seferde de iki rek'ati dört rek'at kılmak caiz değildir.
Sahih-i Müslim'de ise
bunu kuvvetlendirir anlamda İbn Abbas'dan (r.a.) şu rivayet nakledilmiştir:
"Şüphesiz ki Cenab-ı Hak namazı, peygamberinin dili üzere misafir kişiye
iki rek'at olarak farz kılmıştır. Mukim üzerine ise dört rek'at farz kılmıştır.
Korku vaktinde ise, bir rek'at olarak farz kılmıştır."
Bu rivayetleri
kuvvetlendiren bir diğer rivayet ise Hz. Ömer (r.a.) den şöyle nakledilmiştir:
"Seferi namaz iki
rek'attir; Fıtır (ramazan bayramı) namazı iki rek'attir; cuma namazı iki
rek'attir ve bunlar Muhammed (s.a.v.) lisanı üzere tanı namazdır, kasır
değildir."[402]
Bütün bu rivayetler
seferi namazın iki rek'at olarak farz kılındığına delalet etmektedir.
Seferi namazın iki
rek'at olarak kılınması bir ruhsattır, isteyen onu dört rek'at olarak da
kılabilir, diyenlerin delili ise şöyledir:
Önce Cenab-ı Hak
Kur'an'da bu namazdan bahsederken. "Feleyse aleyküm cünahun en taksuru
mine's-salati" ayetinde "cünah" kelimesini kullanmıştır ki
bu, sadece ruhsata delalet etmektedir.
Aynı zamanda Hz. Osman
(r.a.) Mina'da kendisi seferi olduğu halde oradaki mukim ve misafirlere dört
rek'at olarak kıldırmıştır.
Ömer b. Hattab'ın
(r.a.) yaptığı rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) seferde iki rekat olarak kılmanın
Allah'ın bir sadakası olduğunu nakletmesi, onun ruhsat anlamında olduğunu
göstermektedir.
381 nolu Hz. Aişe
hadisi de buna delalet etmektedir. Ayrıca yine Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan
diğer bir rivayette şöyle dediği tesbit edilmiştir:
"Şüphesiz ki
peygamber (s.a.v.) Efendimiz seferde hem kasır (namazı kısaltma) yapar, hem de
tamamlardı; hem iftar eder, hem de oruç tutardı."
Darekutni bu hadisi
naklettikten sonra "İsnadı sahihtir" demiştir.
Aynı zamanda Hz.
Ömer'den (r.a.) naklettiğimiz gibi rivayet edilen hadisin ricali sahihtir.
Ancak Yezid b. Ziyad İbn Ebi Ca'd üzerinde duranlar olmuştur: Ahmed b. Hanbel
ile İbn Main onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemişlerdir. Aynı hadis diğer
bir tarikle rivayet edilmiştir ki, ricalinin hepsi sahihtir.[403]
Bu konuda bir diğer
hadis İbn Ömer'den şöyle rivayet edilmiştir:
Rasulüllah (s.a.v.) buyurdu
ki:
"Şüphesiz ki
Allah ruhsatlara gelinmesini nasıl seviyorsa, günah kıldığı şeylere
gidilmesinden öylece hoşlanmıyor."[404]
Veya "Cenab-ı Hak
nasıl günah kıldığı şeylere gidilmesinden hoşlanmıyorsa, öylece ruhsat verdiği
şeylere gelinmesinden hoşlanıyor."
İşte seferi namazın
ruhsat mı, yoksa azimet mi olduğunda ihtilaf eden fakih müctehidlerin
dayandıkları deliller bunlardır. İmam Ebu Hanife birincilerin görüş ve
rivayetlerini dayanak seçerken, diğer üç imam ikincilerin rivayetlerini delil
ve dayanak seçmişlerdir.
1- Üç konak
bir mesafeye yolculuk yapan kimsenin dört rek'atli farzları iki rekat olarak
kılması ruhsat veya azimettir.
2- Gittiği
yerde 15 gün (Hanefilere göre); 4 gün (diğer üç mezhebe göre) ikamete niyet
getiren kimse seferi olmaktan çıkar.
3- Seferde kazaya kalan namazlar eyleşik duruma
geçildikten sonra kaza edilmek istendiğinde yine iki rek'at olarak kılınır.
İslam dininin seferi
olan müslümanlar için ruhsat verip kolaylık sağladığı bir diğer husus, öğle ve
ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birleştirip birarada kılınması
keyfiyetidir. Yolculuk halinde olan kimsenin gerek su temin edip abdest
almasında, gerekse vakit içinde namaz kılmasında birtakım zorluklar çıkabilir.
O bakımdan öğle vaktinde şartlar elverdiği takdirde ikindi farzını da öğle
vaktine alıp önce öğle namazını, arkasından ikindi namazını kılmaya ruhsat
verilmiştir. Bunun gibi öğle vakti değil de ikindi vaktinde şartların el
vereceğini düşünerek öğle vakti olunca o vaktin farzını ikindi vaktine
geciktirdiğine niyet eder ve ikindi vakti girince önce öğle, sonra ikindi
farzını kılar.
Akşam ile yatsı
farzları aracındaki takdim ve tehir de böyledir. Ancak bu konuda müctehid
imamların görüş birliği yoktur.
Enes (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bir yerden bir yere, -güneş henüz batı cihetine meyletmeden
önce- hareket edince öğle namazını ikindi vaktine geciktirirdi. İkindi vakti
girince inip iki farzı birarada kılardı. Ama güneş batıya meylettikten sonra
hareket etmek istese, önce öğle namazını, arkasından ikindi
namazını kılar ve öylece binip yoluna devam ederdi."[405]
Müslim'in rivayetinde
ise şöyle deniliyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz iki namazı birarada kılmak istediğinde, öğleyi ikindinin ilk
vakti girinceye kadar geciktirir, sonra iki farzı birarada kılardı."
Muaz (r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Tebuk gazvesinde bulunuyordu. Güneş henüz batı cihetine meyletmeden
hareket etmek istediğinde öğle namazını geciktirir ve böylece onunla ikindi
namazını birarada kılardı. Güneş meylettikten sonra hareket etmek istediği
zaman, öğle ile ikindiyi (öğle vaktinde) birarada kılıp öylece hareket ederdi.
Bunun gibi, akşam
namazından önce hareket etmek istediğinde onu geciktirir ve yatsı ile birarada
(yatsı vaktinde) kılar, sonra hareket ederdi. Akşam namazı vakti girince
hareket etmek istese, yatsı farzını ta'cil edip iki farzı (akşam vaktinde) birarada
kılardı."[406]
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayette diyor ki:
"Peygamber
Efendimiz seferde iken konakladığı yerde güneş batı cihetine meyledince öğle
ile ikindi farzlarını birarada (öğle vaktinde) kılardı. Konakladığı yerde
güneş henüz batıya meyletmemişse hareket etmek istediği takdirde öğle vaktinin
girmesini beklemeden hareket eder ve ikindi vakti girince iki namazı birarada
kılardı.
Bunun gibi konakladığı
yerde akşam vakti girince, akşam ile yatsı namazını birarada kılardı. Akşam
vakti girmeden hareket etmek istediği takdirde ise, akşam namazını yatsı
vaktine geciktirir ve yatsı vakti girince iki namazı birarada kılardı."[407]
a)
Hanefilere göre: İki namazı cem’ edip birarada kılmak ne seferde, ne hazerde ne
de hiçbir özür sebebiyle caiz değildir. Ancak iki durum bu genellemenin dışında
tutulmuştur:
1- Hac
mevsiminde hacce niyet etmiş ihramlı kimsenin Arafat'ta cemaat halinde öğle
ile ikindi namazlarını cem'edip birarada kılması.
2- Yine
hacce niyet edip ihrama giren hacının akşam olmadan Arafat'tan hareket etmesi
ve yatsı vakti Müzdelife'de bulunup ikisini birarada kılması caizdir.
Bu cem’lerde her iki
namaz için bir ezan okunur, herbiri için ayrı kamet getirilir.[408]
İmam Ebu Hanife ve arkadaşları
bu konuda Abdullah b. Mes'ud'un (r.a.) şu rivayetiyle ihticac etmişlerdir:
"Kendisinden
başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki,* Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şu
iki namaz dışında mutlaka her namazı vaktinde kılmıştır: Biri öğle ile ikindiyi
Arafat'ta; diğeri akşam ile yatsıyı Müzdelife'de birarada kılmıştır."
b) Şafiilere
göre: Uzun seferde, bir kavle göre kısa seferde de öğle ile ikindi namazlarını;
akşam ile yatsı namazlarını takdim ve te'hir olarak birarada kılmak caizdir. O
bakımdan vaktin evvelinde hareket ederse, o vaktin namazını geciktirmesi; vakit
girdikten sonra hareket etmek isterse ondan sonraki vaktin takdimini, yani öne
alıp ikisini birarada kılmasını sağlaması efdaldır.
Takdimin, yani öne
almanın üç şartı vardır: Önce vakti giren namazı kılmak, iki namazı birarada
kılmaya niyet etmiş bulunmak, ikisi arasını uzun bir fasılayla açmamak, yani
ardarda kılmak...[409]
c)
Hanbelilere göre: Uzun bir seferde, yani seferi sayılacak bir yolculukta öğle
ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarının arasını birleştirmek suretiyle iki
namazı bir vakitte kılmak caizdir. Nitekim Şafii, Maliki imamları ile İshak ve
İbn Münzir de aynı görüştedirler.[410]
d)
Malikilere göre: Yolculuk halinde yol almaya şiddetli ihtiyaç olduğu takdirde
iki namaz arasını birleştirmek caizdir. Böylece öğle namazını ikindi vaktine
akşam namazını yatsı vaktine geciktirmekte bir sakınca yoktur. Bunun
aksini uygulamak, yani ikindi namazını
öğle vaktine, yatsı namazını akşam vaktine alıp ikisini birarada kılmak da
caizdir. Ancak bu konuda en uygun olanı şudur: Öğle ile ikindi namazını ya öğle
vaktinin sonunda, ya da ikindi vaktinin evvelinde ve yatsı namazıyla akşam
namazını ya akşam namazının vaktinin sonunda, ya da yatsı vaktinin evvelinde
kılmak...[411]
392 nolu Enes hadisi,
ister şiddetli bir ihtiyaca mebni olsun, isterse olmasın seferde cem-i te'hir
ve cem-i takdimde bulunmanın caiz olduğuna delalet etmektedir. Nitekim ashab ve
tabiinden birçoğu bu ruhsatı sefere çıktıklarında uygulamışlardır.
İmam Malik ve onun
ictihadını benimseyenlere göre, bunun caiz olması için seferde yol almanın
şiddetli bir ihtiyaca mebni olması gerekir. Zira Buhari'nin de İbn Ömer'den
(r.a.) yaptığı rivayet buna delalet etmektedir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz yolculuğunda herhalde yol alması gerektiği, yani buna çok
ihtiyaç duyulduğu zaman akşam ile yatsı namazını birleştirip birarada
kılardı."
İbn Abbas (r.a.) dan
da buna benzer bir rivayet vardır.
İmam Evzai bu
rivayetleri yorumlayarak, "iki namazı birarada kılabilmek için bir özrün
bulunması şarttır" demiştir. Özrü olmayan cem-i takdim ve cem-i te'hir
yapmaz.
393 nolu Muaz hadisine
gelince: Onu aynı zamanda İbn Hibban, Hakim, Darekutni ve Beyhaki tahric
etmişlerdir. Tirmizi ise onun hasen ve garip olduğunu belirtmiş ve sebep olarak
da Kuteybe'nin bunda teferrüd ettiğini göstermiştir.
Ebu Davud ise bunun
münker bir hadis olduğuna değinmiş ve cem-i takdim hakkında önümüzde duran bir
hadis yoktur demiştir. İbn Hazm ise bu hadisin Yezid b. Ebi Habib ile muanan
olduğu, [412] onun Ebu Tufayl'den
rivayetinin maruf olmadığını belirterek istidlale salih olmadığına işarette
bulunmuştur. İbnü'l-Medeni "Onun hadisini terkettim" derken, İbn
Hibban, "o, isnadların yerini değiştirir" demiştir.[413]
1- Seferi
sayılacak kadar bir mesafede seyreden yolcunun, öğle vakti girmeden yoluna
devam etmesi söz konusu ise, öğle namazını ikindi vaktine geciktirmesi veya
öğle vakti girdikten sonra yoluna devam etmesi söz konusu ise, ikindi namazını
öğle vaktine alması ve iki namazı bir arada kılması caizdir.
2- Bunun
gibi, akşam vakti henüz girmeden yoluna devam etmesi söz konusu ise, akşam
namazını yatsı vaktine geciktirmesi;, akşam vakti girdikten sonra yoluna devam
etmesi söz konusu ise, yatsı vaktini akşam vaktine alıp iki namazı birarada
kılması caizdir. Buna fıkıhta cem-i takdim ve cem-i te'hir" denilir.
Bu ictihad ve
istinbat, üç imama göredir. Ebu Hanife'ye göre, sadece hac mevsiminde hacca
niyet edip Arafat'a çıkan ihramlı kimsenin öğle vakti cemaat halinde namaz
kılarken ikindi vaktini öğle vaktine alıp ikisini birden kılmaları ve bunun
gibi, akşam vakti olmadan Arafat'tan Müzdelife'ye hareket edildiğinde, akşam
namazını yatsı vaktine geciktirip ikisini birden yatsı vaktinde Müzdelife'de
kılmaları meşrudur.
3- Yolculuğun
şiddetli bir ihtiyaca mebni olması halinde cem-i takdim ve cem-i te'hir yapmak
caiz olur. Bu İmam Malik'in ictihadıdır.
4- Yolculuk
yapan kimsenin bir özrü bulunduğu takdirde iki namazı birarada kılmasına cevaz
verilebilir. Bu, İmam Evzai'nin ictihadıdır.
5- İki
namazı birarada kılmanın birtakım şartları vardır ki, Şafiilerin görüşünü
belirtirken açıklamış bulunuyoruz.
6- Birarada
kılınan iki farz arasında sünnet namaz kılınmaz.
İslam'da cuma
namazının yeri ve önemi kelimeyle anlatılamayacak kadar büyüktür. O kadar ki,
İslam cumasız, cuma da İslamsız düşünülemez. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz
küfrün amansız saldırı ve ablukasından kurtulup Medine'ye hicret ettiğinde,
henüz Medine'ye varmadan yolda Beni Salim b. Avf kabilesinde cuma vakti olunca
ilk cumayı orada kıldırarak İslam’ın devlet hüviyetine girmenin ilk adımını
atmış ve bunun için cumanın lüzumunu belirtmiş oldu. Ondan sonra da hayatı
boyunca -seferi durumlar dışında- cuma namazına devam etmiş ve devam edilmesini
hep emretmiştir.
Böylece cuma namazının
farziyeti, kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuş; terki büyük günah, inkarı
ise küfür kabul edilmiştir.
İbn Mes'ud (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin, cumaya gitmeyip geri kalan
bir kavme şöyle buyurduğu belirtilmektedir:
"Azmettim ki,
insanlara namaz kıldırması için bir adama emredeyim, sonra da cumaya gitmeyip
geri kalanların üzerine evlerini yakıp (yıkayım)."[414]
Ebu Hüreyre ve İbn Ömer'den
(r.a.) yapılan rivayette, Rasulüllah'ın (s.a.v.) minberi üzerinde şöyle
buyurduğunu işittikleri belirtilmektedir:
"Ya şu kavim
ve topluluklar cumayı terketmekten vaz geçerler ya da Cenab-ı Hak onların
kalplerinin üzerini mühürler de hepsi de gafillerden olurlar."[415]
Ebu Ca'd ed-Dameri'den
rivayet edilmiş ki, onun Rasulüllah (s.a.v.) ile sohbeti vardır. Rasulüllah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kim gevşeklik
göstererek üç cumayı (üstüste) terkederse, Allah onun kalbini mühürler."[416]
Abdullah b. Amr (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Cuma (namazı)
nidayı (cuma ezanını) işiten kimseye gereklidir (farzdır)."[417]
Hafse (r.a) dan
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ergen olan
her erkeğe cumaya gitmek vacibdir."[418]
Tarık b. Şihab (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Cuma namazı
cemaat halinde her müslüman üzerine vacib bir haktır; ancak şu dört kimse
müstesna: Başkasının mülkü olan köle, kadın,
çocuk ve hasta"[419]
a)
Hanefîlere göre: Cuma namazı kendisinde şu yedi şartı toplayan herkese farz-ı
ayndır:
1- Erkek
olmak,
2- Hür
olmak,
3- Mukim
(eyleşik) olmak,
4- Şehir,
kasaba veya bunların sınırına giren yerde bulunmak,
5- Zalimden
güven içinde olmak,
6- İki
gözden ve iki ayaktan, arızalı ve sakat bulunmamak, hasta olmamak,
7- Aklı
başında ergen olmak.
İmam Ebu Hanife ile
İmam Ebu Yusuf’a göre: Vaktin farzı, öğle namazıdır. Cuma onun yerine
geçmektedir. Bu, hem özürlü olmayan, hem de özürlü olan hakkında caridir. Ne
var ki, özürlü olmayan kimse cuma namazını bilfiil kılıp yerine getirmekle
me'murdur ve bu onun hakkında kesinlik arzeden bir hükümdür. Özürlü olan kimse
ise, cuma namazını ruhsat yollu kılmakla memurdur. O bakımdan cumayı kıldığı
takdirde öğle namazı üzerinden kalkmış olur ve kıldığı cuma, farz yerini alır.
Ruhsatı terkedecek olursa, emir azimete döner ve kendisine öğle namazı farz
olur.
İmam Muhammed'e göre
ise, yapılan bir rivayette, vaktin farzı cumadır. Ruhsat sebebiyle öğle farzı
onun yerine geçer ve farziyetîni düşürür.
O halde cuma namazı
akli dengesi yerinde olmayanlara, çocuklara, yolculuk halinde bulunanlara,
bunaklara, hastalara, köle ve esirlere, hapis ve zindanda yatanlara farz
değildir.
Bunun gibi şehir ve
kasabaya bağlı olmayan köylerde de cuma kılmak farz değildir. Ancak fakihlerin
bir kısmına göre, köyler şehre veya kasabaya bağlı bulunur da devleti temsil
eden görevliler orada yer alırsa, a takdirde köylerde cuma kılmak farz olur.
Aynı zamanda cuma namazını ya sultan, ya da onun naibinin kıldırması şarttır.
Hutbe ve cemaat de cumanın şartları arasındadır. Cuma namazı kılınan yerin
herkese açık olması da şarttır. Buna "izn-i'amm" denir.
Cemaate gelince, İmam
Ebu Hanife'ye göre, imamdan başka en az üç kişi, İmam Ebu Yusuf'a göre, imamdan
başka iki kişi cemaat kabul edilir ve cuma bunlarla sahih olur.[420]
b) Şafiilere
göre: Cuma namazı, mükellef, hür, mukim olan, sıhhati yerinde olup cumaya
gidemeyecek kadar hasta bulunmayan ergen, aklı başında her erkeğe farzdır.
Cemaati terke ruhsat
verilen kimseye cuma namazı fara; değildir.
Kimin öğle namazı
sahihse, cuma namazı da sahih kabul edilir: Temyiz çağında olan çocuğa, köle,
kadın ve misafire öğle namazı farzdır ve sahihtir. O bakımdan öğleyi bırakıp
cuma namazını ruhsat yollu kılarlarsa, cumaları da sahih olur. O bakımdan
sözünü ettiğimiz bu kimseler cuma camiinden henüz namaza başlanmadan çıkıp
ayrılabilirler. Çünkü bu durumda onlara cuma namazı değil, öğle namazı
farzdır. Ancak hasta ve iki gözünden arızalı kimse cuma için camiye gelirse,
namaz kılmadan ayrılmaları caiz değildir; fakat cuma namazını beklerken
hastalık ve vücutlarındaki arızanın artma endişesi varsa, o takdirde
ayrılabilirler.
Köylerde oturanlara
gelince: Şehir veya kasabada okunan ezan sesini duyabiliyor veya duymadıkları
halde cuma şartlanın haiz kırk kişi bulunuyorsa, o takdirde cuma namazı
kılmaları farzdır.
Kendilerine cuma farz
olmayanların öğle namazını cemaat halinde kılmaları sünnettir.
Cuma namazının vakti
öğle namazının vaktidir. Aynı zamanda ancak cemaatle kılınır. Bu da imamla
birlikte kırk kişi olmasıyla gerçekleşir.[421]
c)
Hanbelilere göre: Cuma namazının vakti, güneş bir mızrak boyu yükselince başlar
ve her şeyin gölgesi bir mislini buluncaya kadar devam eder. Kırk kişiyle
kılınır.
Hanefî ve Şafii
mezheplerinde cuma namazı kimlere farzsa, bu mezhepte de öyle.[422]
d)
Malikilere göre: Cuma namazının vakti, güneş batıya meylettikten sonra başlar
ve batıncaya kadar devam eder. Cuma namazı ancak camilerde kılınır.[423]
Sultan ve naibinin, vali veya naibinin imam olması şart değildir.[424]
400 nolu İbn Mes'ud
hadisi ve 401 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir.
402 nolu Ebu Ca'd
hadisine gelince, onu aynı zamanda İbn Hibban, Hakim ve Bezzar tahric etmişlerdir.
İbn Sikkin ise onu sahihlemiştir. Tirmizi ise Buhari'den naklen onu
tanımadığını belirtmiş ve Ebu Hatim de aynı görüşe katılmıştır. Taberani onun
künyesini açıklarken, isminin Edra’ veya Cünade veya Amr olduğu hakkında
birtakım söylentilerin bulunduğuna değinmiştir.
Bu konuda Cabir (r.a.)
den yapılan rivayette Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Kim özürsüz
olarak üç cumayı (üstüste) terkederse, kalbi mühürlenir."
Bu hadisi Nesaî, İbn Huzeyme ve Hakim rivayet etmişlerdir.
Darekutni ise bu hadis hakkında şunu söylemiştir:
"Bu, Ebu Ca'd
hadisinden daha sahihtir."
Ayrıca bu konuda
Cabir'den (r.a.) ikinci bir hadis daha
rivayet edilmiştir:
"Şüphesiz ki
Allah, şu ayınızda cumayı size farz kılmıştır. Artık kim onu hafife alarak veya
önemsemeyerek terkederse, haberiniz olsun ki Allah onun işlerini bir araya
getirmesin! Bilin ki, Allah onu mübarek kılmasın!... Haberiniz olsun ki, onun
hiçbir namazı (makbul) değildir."[425]
Ancak bu hadisin
isnadında Abdullah el-Belvi (veya Belevi) bulunuyor ki, onun hadisi vahi (zayıf
ve aciz) kabul edilir.[426]
Aynı hadisi Bezzar
tahric etmiş, ancak başka bir vecihle rivayetini sağlamıştır. Onun bu
rivayetinde ise Ali b. Zeyd b. Ced'an bulunuyor. Bu zat hakkında farklı tesbit
ve görüşler vardır; çoğu onun iyi bir hadis hafızı olduğunu söylemiştir. Zeyd
b. Zürey' ise onun Rafızi olduğunu iddia etmiştir, İmam Ahmed'e göre, o
zayıftır. Yahya ise onun kavi olmadığına dikkat çekmiştir.[427]
O bakımdan Darekutni
her iki hadisin de sabit olmadığına kail olmuştur. Nitekim İbn Abdi'l-Ber'de:
"Bu hadisin isnadı vahidir" diyerek ona katılmıştır.
Yine bu konuda
Taberani'nin: "Kim özürsüz olarak: üç cumayı (üstüste) terkederse
münafıklardan yazılır" mealinde rivayet ettiği bir hadis vardır. Ancak
bunun isnadında Cabir ec-Cu'fî bulunuyor ki cumhur onun zayıf olduğunu
belirtmiştir.[428]
Bu konuda bir hadis de Enes
(r.a.) den rivayet edilmiştir ki Deylemi onu Müsned-i Firdevs'de nakletmiştir:
"Kim üstüste
üç cumayı özürsüz olarak terkederse, Allah onun kalbini mühürler."
Taberani el-Kebir'de
Abdullah b. Ebi Evfa'dan şu hadisi rivayet etmiştir:
"Kim cuma günü
nidayı (yani ezanı) işitir de cumaya gelmezse, sonra yine onu işitir yine
gelmez ve bunu üç defa böyle yaparsa, kalbi mühürlenir ve kalbi münafığın
kalbine çevrilir."
el-Iraki "Bunun
isnadı iyi ve güzeldir" demiştir.
400 nolu İbn Mes'ud
hadisine dayanıp cuma namazının mükellef olan her müslüman erkeğe farz olduğunu
istidlal edenler olmuştur.
el-Hattabi ise, cuma
namazının farz-ı ayn ve farz-ı kifaye olduğu hakkında bir takım farklı görüş ve
yorumların bulunduğunu, ancak fukahadan çoğuna göre, farz-ı kifaye olduğunu
nâkletmiştir. Aynı zamanda bunu İmam Şafii'ye isnad edenler de olmuştur. Ebu
İshak el-Mervezi, böyle bir görüşün İmam Şafii'ye isnadının caiz olmadığını
belirterek ortada bir hatanın bulunduğuna dikkat çekmiştir. Zira dört mezhebin
de cuma namazının farz-ı ayn olduğunda ittifakı vardır.
403 nolu Abdullah b.
Amr hadisini Ebu Davud kendi süneninde nâkletmiştir. Ayrıca bir cemaat de onu
Abdullah b. Amr'den rivayet ederken onu Rasulüllah'a (s.a.v.) kadar refi' etmemişlerdir.
Ancak Kubeyse onu Rasulüllah'a (s.a.v.) isnat etmiştir.
Hadisin isnadında
Muhammed b. Said et-Taifi bulunuyor ki bu zat hakkında hayli sözler
söylenmiştir. et-Takrib sahibi onun "saduk" olduğunu; Ebu Bekir b.
Ebi Davud onun "sıka" yani "güvenilir" olduğunu
söylemiştir.[429]
Zehebi ise, bunun
Tavus'tan ve Süfyan es-Sevrî'den yapılan rivayete göre, "meçhul"
olduğunu yazmıştır.[430]
Bu konuda Darekutni'nin
Velid'den, onun da Züheyr b. Muhammed'den yaptığı rivayet vardır ki, bu iki
ravi de ricali sahihten sayılmıştır. Ancak el-Iraki, Züheyr'in Şam ehlinden
bazı menakir rivayet ettiğine dikkat çekmiştir. Aynı zamanda Velid'in de
tedlisde bulunduğunu belirtmiştir.
Nesai'nin Hz.
Hafsa'dan rivayet ettiği hadisin isnadında yer alan ricalin sahih olduğu tesbit
edilmiş; ancak Ayyaş b. Ayyaş'ın sahih olmadığını söyleyenler vardır. Bununla
beraber el-Aceli onun güvenilir olduğunu söylemiştir.[431]
Zehebi ise üç Iyaş
ismini naklederken hiçbirinde "Iyaş b. Iyaş" dememiştir.
404 nolu Tarık b.
Şihab hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiştir. el-Hafız İbn Hacer bu
hadisi; birçok kimsenin sahihlediğini belirtmiştir. el-Hattabi ise, bu hadisin
isnadı üzerinde durmuş ve "Tarık b. Şihab'in Peygamber (s.a.v.) den
işittiği sahih değildir. Ancak Peygamber'e (s.a.v.) ulaştığı kesindir"
demiştir. el-Iraki bu son tesbiti dikkate alarak onun hadisinin sıhhati sübut bulmuş oluyor demiştir.[432]
1- Cuma
namazı ergen, aklı başında, hür, sıhhatli ve mukim olan her müslüman erkeğe
farzdır.
2- Misafire,
kadına, çocuğa, köleye, esir ve tutukluya, deliye, bunağa ve hastaya farz
değildir.
3- Cuma
namazını özürsüz terkeden kimsenin kalbi mühürlenir.
4- Üç cumayı
üstüste özürsüz terkeden kimse münafık yazılır ve kalbi mühürlenerek gafiller
zümresine dahil edilir.
5- Cuma
namazı imam hariç iki kişiyle de kılınabilir. İmam Şafii'ye göre ancak 40
kişiyle kılınması sahih olur. Malikilere göre 12 kişiyle kılınması gerekir.
6- Kadın,
köle, hasta ve misafir cuma namazına katılıp cemaatle kılarlarsa, bu kafi
gelir ve öğle farzının yerine geçmiş olur.
Cuma namazının kaç
kişiyle kılınmasının şart olduğu hakkında farklı ictihad ve istidlaller
olmuştur. Aslında cuma namazı da diğer vakit namazları gibi farzdır; ancak
vakit namazlarını cemaatle kılmak sünnet, cuma namazını cemaatle kılmak
farzdır. Böylece cemaat kavramı bakımından düşünüldüğünde, cumanın da imamla
birlikte iki kişiyle kılınması düşünülebilirse de ictihad bu doğrultuda değil,
rivayetler üzerindeki araştırmaya müstenid olarak farklı sayılar ortaya
koymaktadır.
Abdurrahman b. Ka'b b.
Malik, babası gözlerini kaybedince onun elinden tutup (cami ve cemaate
götürmekte) rehberlik ederdi. Babasından şöyle rivayet etmiştir:
"Babam, cuma günü
ezan okununca Es'ad b, Zürare'yi rahmet ile anardı. Ona: Babacığım, ezanı
işitince Es'ad b. Zürare'yi rahmet ile anıyorsun, neden? diye sorduğum zaman
bana şu cevabı verdi: "Çünkü bizi (cuma için) ilk olarak Naki'de Beni
Beyza Harresi olan Hezmi'n-i Sebite de toplayan odur."
Kendisine:
"O gün kaç kişi
idiniz?" diye sorduğumda ise şu cevabı verdi:
"Kırk adam idik."
Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz Medine'ye henüz gelmeden, Medine'deki müslümanlara cuma namazını ilk
kıldıran kişi, Es'ad b. Zürare'dir.[433]
İbn Abbas (r.a.) diyor
ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizin mescidinde kılınan cumadan sonra ilk kılınan cuma namazı, Bahreyn'de
Cünasi Karye’sinde (köyünde) Abdülkays mescidinde gerçekleşmiştir."[434]
a)
Hanefilere göre: Cumanın sahih olabilmesi için cemaat şarttır ve onların da
imamdan başka en az üç veya iki kişi olması; aynı zamanda hutbeye hazır
bulunması gerekir.
Bunun gibi o üç veya
iki kişiden oluşan cemaatin erkek olması şarttır, isterse o erkekler köle veya
hasta veya misafir olsunlar fark etmez.
b) Şafiilere
göre: İmamla birlikte en az kırk kişi olması, bunların da hür, erkek mükellef,
eyleşik bulunması gerekir. Zira köle, kadın, çocuk ve misafirle cuma cemaatinin
oluşması caiz değildir.
Ayrıca kırk kişinin en
az birinci rek'ati imamla kılması gerekir.
c)
Hanbelilere göre: Şafiilerde olduğu gibi, cemaatin imamla birlikte en az kırk
kişi olması şarttır.
d)
Malikilere göre: imamdan başka en az 12 kişinin bulunması şarttır. Bunların
arasında köle, kadın ve çocuk olmaması gerekir.[435]
418 nolu Abdurrahman
hadisini aynı zamanda İbn Hibban ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Hafız İbn Hacer
bu rivayetin hasen
olduğunu belirtmiştir. Ancak isnadında
Muhammed b. İshak bulunuyor ki bu zat hakkında farklı tesbitler söz konusudur.
Zehebi hadis ricali hakkında bilgi verirken 15 tane Muhammed b. İshak ismine
yer vermektedir. Bunların çoğu sıka değildir.
İmam Şafii ile İmam
Ahmed bu rivayetle istidlal ederek cuma cemaatinin en az 40 kişi olmasını şart
koşmuşlardır. Oysa Es'ad b. Zürare'nin oluşturduğu bu sayıdan söz edilirken
Rasulüllah (s.a.v:) Efendimizin bu hususta bir emir ve tavsiyede bulunduğuna
değinilmemiştir. Sonra da cuma namazı Rasulüllah (s.a.v.) Medine'ye hicret
edince farz kılınmıştır. O bakımdan Hanefi imamları bu rivayeti mesned
seçmemişlerdir.
Bazı ilim adamlarına
göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin kıldırdığı cuma namazlarında cemaatin
kırk kişiden az olduğu görülmemiştir. Aynı zamanda cuma namazı Mekke'de farz
kılınmış, fakat orada cemaat halinde kılınma imkanı bulunmadığı için Medine'ye
hicret edilinceye kadar kılınmamıştır. Bu hususta Taberani'nin İbn Abbas (r.a.)
dan yaptığı bir rivayet söz konusudur. Medine'de ilk defa cuma için toplanan
cemaatin de kırk kişiyi bulduğu bu rivayetler arasında yer almaktadır.
Hanefi ve Maliki
imamları bunun dondurulmuş bir sayı olmadığını, cuma günü Peygamber (s.a.v.)
in hutbe okurken cemaatin çoğunun gıda maddesi getiren kervana gitmesiyle
mescidde sadece 12 kişinin kaldığını belirterek kırk kişinin şart olmadığını
söylemişlerdir.
Bu konuda yine
Taberani'nin İbn Mes'ud el-Ansari'den yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle
dediği belirtilmiştir:
"Muhacirlerden
Medine'ye ilk giden, Mus'ab b. Umeyr (r.a.) dır. Peygamber (s.a.v.) henüz
Medine'ye gelmeden ora halkını cuma namazı için ilk toplayan da odur ve o gün
toplananlar 12 erkek idi."
Yapılan ciddi araştırma
ile, bu rivayetin isnadında Salih b. Ebi'l-Ahdar bulunuyor ki, bu zat zayıf
kabul edilir. Nitekim İbn Main onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. İbn Adiy
de onun hadisi yazılabilen zuafadan olduğunu söylemiştir. Yahya el-Kattan da
aynı görüştedir.[436]
Diğer yanda bu babda
Taberani'nin tahric ettiği şu hadis üzerinde de durulmuştur:
"Cuma, içinde
imamı bulunan ve her karye (köy ve kasaba) da, dört kişi bile mevcut olsa
vacibdir." Diğer bir rivayette:
"İsterse orada
üç kişi bulunsun, dördüncüleri imam olsun, cuma onlara vacib olur."
Hem Taberani, hem de
İbn Adiy bu rivayetin zayıf olduğunu, isnadında bir metruk bulunduğunu
belirtmişlerdir.[437]
40 sayısı üzerinde
duranların bir diğer delili de şu rivayettir:
"Her kırk veya fazla
kişinin bulunmasında cuma, Kurban ve Ramazan Bayramı namazı vardır."
Darekutni Beyhaki'nin
Cabir'den tahric ettikleri bu rivayet de zayıftır. Hatta İmam Âhmed'e göre
isnadında Abdülaziz b. Abdirrahman bulunuyor ki bu adam hem yalancı, hem de
hadis uydurucusudur. Nesai de onun sıka olmadığını belirtmiştir. İbn Hibban
ise, "Onun hadisiyle ihticac caiz değildir" demiştir. Nitekim Beyhaki
de, "Bu rivayetle ihticac olunmaz" diyerek görüşünü ortaya
koymuştur.
Bu konuda 15'e yakın
rivayet vardır. Hepsini nakletmeye gerek görmüyoruz. Çünkü çoğu zayıftır. Zira
rivayetlerde muhtelif rakamlar üzerinde durulmuş, 80, 40, 30, 20, 9 ve 7 gibi
çok farklı sayılar izhar edilmiştir ki bunların ciddi bir dayanağı yoktur.
Özetleyecek olursak, şöyle bir sonuca bağlamamız mümkündür:
Cuma namazı için cemaat
şarttır, fakat kesin bir sayı şart değildir. Çünkü bu hususta Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizden kesin bir beyan sadır olmamıştır.
419 nolu İbn Abbas
hadisi, cuma namazının köyde kılınmasının cevazına delalet etmekteyse de, ilim
adamlarının bu hususta farklı yorumları söz konusudur. Rivayette geçen
"karye" kavramı üzerinde durulmuş, kimine göre köy veya kasaba,
kimine göre şehir kastedildiği belirtilmiştir. Öyle ki sözü edilen bölgede
Cünasi'nin şehir mi, köy mü olduğunda farklı tesbitlere yer verilmiştir:
Zemahşeri ile İbn Esir, onun Bahreyn'de bir kale ismi olduğunu söylemiştir. Ebu
Hasan el-Lahmi ise, onun bir şehir ismi olduğunu belirtmiştir. Bir kısmına göre
ise, önceleri orası köy imiş, sonra şehir durumuna gelmiştir.
Böylece cuma namazının
ancak şehir ve kasabada kılınacağı üzerinde duranlar, yukarıdaki rivayetle
istidlal ettikleri gibi, Hz. Ali'den (r.a.) rivayet edilen şu hadis ile de
istidlal ettikleri vakidir:
"Cuma ve
teşrik ancak mısr-i cami'de caizdir."
Şüphesiz bu rivayet
üzerinde de farklı tesbit ve yorumlar olmuştur.
Oysa Hz. Ömer'in
(r.a.) Bahreyn halkına yazdığı şu yazı, köyde de cumanın kılınmasının cevazına
delalet etmektedir:
"Ne yerde
biraraya gelirseniz, orada cuma namazını kılın."
Nitekim Âbdurrezzak'ın
İbn Ömer'den (r.a.) yaptığı sahih rivayete göre: Mekke ile Medine arasındaki
köylerde halkın toplanıp cuma kıldığı ve ashabdan hiç kimsenin buna itiraz
etmediği anlaşılmaktadır.
1- Cuma
namazımı cemaatta kılınması şarttır.
2- O
bakımdan Cuma namazı münferiden kılınmaz ve kaçırıldığı takdirde kaza edilmez.
3- Cuma
cemaatinin en az üç veya imamdan başka iki kişi olması şarttır. Bu Hanifilerin
ictihadıdır.
4- Cuma
namazı için imamdan başka en az 12 kişinin bulunması şarttır. Bu, imam
Malik'in ictihadıdır.
5- Cuma
namazı imamla birlikte en az kırk kişiyle kılınır. Bu, İmam Şafii ile İmam
Ahmed'in ictihadıdır.
6- Şehir ve
kasabalara bağlı köylerde cuma namazı kılmak.
Cuma farzından ve
hutbesinden önce sünnet namaz var mıdır? Bu hususta fakih imamların ve ilim
adamlarının farklı tesbit ve ihticacları olmuştur.
İbn Kayyım el-Cevzi,
Zadü'1-Mead adlı eserinde cuma farzından önce meşru hiçbir sünnet ve nafile
namaz olmadığını ısrarla belirtmiş ve Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin böyle bir
namaz kılmadığını, bazı deliller göstererek anlatmaya çalışmıştır. Kanaatimce
İbn Kayyım bu konudaki rivayetlerin bir kısmını tesbit edememiştir. Zira bize
kadar gelen rivayetlerden böyle bir namazın meşru olduğunu anlıyoruz.
Nübşete el-Hüzeli
(r.a.) den yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Şüphesiz ki
müslüman kimse cuma günü gusleder ve sonra mescide yönelir de hiç kimseye
eziyet vermeden (yerini alır). Eğer imam hutbeye çıkmamışsa, kendisince
bilindiği şekilde namaz kılar. İmamın hutbeye çıktığını görürse, oturup onu
dinlemeye koyulur ve imanı cuma hutbesini bitirinceye kadar o konuşmayıp
susar.
Bu durumda
eğer bütün günahları
o cumasında mağfiret olunmamışsa, ondan sonraki cumaya keffaret
olur."[438]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim cuma günü
gusleder ve sonra da cumaya gelir, takdir edildiği gibi namaz kılar; sonra imam
hutbesini bitirinceye kadar o susup dinler; sonra da kalkıp imamla beraber
cuma namazını kılarsa, o cumayla gelecek cuma arasındaki (günah ve kusurları)
üç gün de fazlasıyla bağışlanır.."[439]
Yapılan rivayete göre:
"İbn Ömer (r.a.)
cumadan önce kıldığı (sünnet) namazı uzatır ve cuma farzından sonra da iki
rek'at namaz kılardı. Sonra da Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin böyle yaptığını
anlatırdı."[440]
Ebu Said (r.a.) den yapılan
rivayette, diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz minber üzerinde hutbe okurken cuma
günü bir adam mescide girdi. Peygamber (s.a.v.) ona, iki rek'at namaz kılmasını
emretti."[441]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Cuma günü bir
adam içeri girdi, o sırada Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz hutbe irad ediyordu. O
adama: "Namaz kıldın mı?" diye sordu. O da:
"Hayır kılmadım"
diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v) ona:
"İki rek'at
namaz kıl" diye emretti.[442]
a)
Hanefilere göre: Cumadan önce dört, sonra da dört rek'at sünnet kılınır.
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin cumadan önce iki veya dört rek'at namaz kıldığı
ihtilaf konusudur. O bakımdan imam Ebu Yusuf, cumadan sonra altı rek'at namaz
kılmayı tavsiye etmiştir.
Fakihlerin çoğuna
göre, cumadan sonra sünnet olan sadece dört rek'attir.[443]
b) Şafiilere
göre: Cuma farzından önce dört rek'at, farzından sonra ise iki rek'at müekked
sünnet kılınır. Farzdan sonra iki rek'at daha sünnet kılınır ki, bu müekked
değildir.[444]
c)
Hanbelilere göre: Cumadan sonra iki rek'at kılınır. Aynı zamanda bu, altı rek'at olarak da kılınabilir. Cuma
farzından önce kılınan dört rek'at da sadece sünnetttir, yani müekked değildir.[445]
423 nolu Nübşete
hadisinin isnadında Ata' el-Horasani bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı
sözler söylenmiştir. Ancak cumhur bu zatı güvenilir olarak belirlemiştir.[446]
Bu hadisten şu
hükümler çıkmaktadır:
a) Cuma günü
gusletmek meşru'dur.
b) Cuma günü
camiye girilince cemaate eziyet etmemek sünnettir.
c) Hutbe
okunurken susup dinlemek meşru'dur.
d) Hatip
hutbe okumaya başlamadan önce namaz kılmak meşru'dur. Hutbeye başlayınca artık
namaz kılınmaz.
424 ve 425 nolu Ebu
Hüreyre ve İbn Ömer hadisleri sahihtir. Nitekim el-Iraki, İbn Ömer hadisinin
isnadının sahih olduğunu özellikle belirtmiştir. Nesai
aynı rivayete "cumadan önce namazı uzatırdı" sözünü almamıştır.
Bu iki hadis de cuma
farzından önce sünnet namazın meşru'iyetine delalet etmektedir. Ancak zeval
vaktinde kılınmasının mekruh olduğu söz konusudur.
Bu konuda
Darekutni'nin Enes (r.a.) den yaptığı rivayette şöyle belirtilmiştir:
"Bir adam geldi,
ki Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz o sırada hutbe irad ediyordu. Rasulüllah
(s.a.v) o adama: "Kalk iki rek'at namaz kıl" buyurdu ve o adam
iki rek'at namaz kılıncaya kadar Rasulüllah (s.a.v) hutbeyi kesip bekledi."
Şüphesiz bu rivayet de
yukarıdaki rivayetleri kuvvetlendirmekte ve cumadan önce sünnetin meşruiyetini
ortaya koymaktadır.
Ancak Tirmizi'nin
sahihlediği Ebu Said hadisini şu lafizla rivayet etmesi, Rasulüllah'ın (s.a.v)
o sırada hutbeyi kesmediğine delalet etmektedir:
"Bir adam cuma günü
hakir ve perişan bir görünüm içinde geldi. O sırada Peygamber (s.a.v) Efendimiz
hutbe irad ediyordu. O adama iki rek'at namaz kılmasını emretti, ki Peygamber
(s.a.v) hutbesini irada devam ediyordu."
Ancak gerek bu,
gerekse Darekutnî'nin rivayeti, hutbe esnasında sünnet namaz kılmanın
meşru'iyetine delalet ediyorsa da, konuyla ilgili başta naklettiğimiz hadisler
bunun hilafına delalet etmekte ve bir bakıma bu hükmü kaldırdığını
göstermektedir. Nitekim müctehid imamların çoğunun da ictihadı bu doğrultudadır.
1- Cuma günü
öğle vakti girince cuma farzından ve hutbesinden önce dört rek'at veya iki
rek'at sünnet kılmak meşru'dur.
2- Cuma
farzından sonra dört veya iki rek'at, bir kısım müctehidlere göre altı rek'at
sünnet kılmak meşru'dur.
3- Camiye
gelen kimse, hatip henüz hutbeye çıkmamışsa, sözü edilen sünneti kılabilir.
Hatip hutbeye başlamışsa, artık kılmayıp hutbeyi dinler ve susup konuşmaz.
4- Cuma günü
-gereksin, gerekmesin- gusletmek, yani banyo yapmak sünnettir.
5- Hutbe
irad edilirken konuşmak, başka bir şeyle meşgul olmak haramdır.
Cuma namazının ve
hutbesinin birtakım özellikleri vardır ki onlardan çoğu diğer vakit
namazlarının cemaatle kılınmasında yoktur.
Cuma bir taraftan
ergen olan mü'minleri biraraya getirmekle kalmaz, diğer yandan onların
arasında sevgi ve saygı bağlarını kuvvetlendirir; müslüman lidere itaati
öğretir ve disiplinli, düzenli bir hayat sürmelerini ilham eder.
Aynı zamanda imamla
cemaat arasında kopmaz bağlar oluşturur. İmamın minbere çıkıp cemaate selam
vermesi, arkasından ezan okunması ve sonra da kalkıp hutbe irad etmesi
müstesna bir tablo oluşturmakta ve her yanıyla mü'minlere birlik, dirlik,
rahmet, feyiz ve bereket havası estirmektedir.
Cabir (r.a) den
yapılan rivayette, adı geçen şöyle anlatmıştır:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz (cuma günü) minbere çıktığında selam verirdi."[447]
Said b. Yezid'den
(r.a.), adı geçen demiştir ki:
"Cuma günü nida
(ezan)nın evveli, Rasulüllah (s.a.v), Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a)
devirlerinde imam çıkıp minbere oturduğu zaman idi. Hz. Osman (r.a) devrinde
ise, insanlar çoğaldı, o da üçüncü bir nidayı (ezan) Zevra' üzerinde
(okutarak) fazladan ilave etti. Rasulüllah'ın (s.a.v) (cuma günü ezan okuyan)
sadece bir müezzini vardı."[448]
Adiy b. Sabit'den, o da babasından, o da dedesinden
rivayet le demiştir ki:
"Peygamber
(s.a.v) Efendimiz minbere çıkınca, ashabı yüzlerini Ona çevirerek
yönelirlerdi."[449]
"Rasulüllah (s.a.v) minbere çıkıp doğrulunca biz yüzümüzü
ona çevirip yönelirdik."[450]
"Rasulüllah
(s.a.v) minbere çıkıp oturunca Bilal ezan okurdu."[451]
"Cuma günü, imam
çıkıp minber üzerinde oturunca ezan okunurdu."[452]
a)
Hanefîlere göre: Hutbe irad ederken ayakta durmak ve cemaate yönelmek
sünnettir. Hz. Osman (r.a) fazla yaşlanınca oturarak hutbe irad etmiştir.
Ashabdan hiçbiri onun böyle yapmasına itiraz etmemiştir.
İmam hutbe okurken
cemaatin de ona yüzlerini çevirip yönelmeleri sünnettir.[453]
İmam minbere çıkıp
oturunca ikinci ezan okunur.
b) Şafiilere
göre: İmamın minbere çıkınca hazır olanlara selam vermesi ve yüzünü onlara
çevirmesi; aynı zamanda ezan okunup bitinceye kadar oturması sünnettir.[454]
c) Hanbelilere
göre: İmamın minbere çıkınca cemaate yönelip selam vermesi ve sonra oturması
müstehabdır. Müezzin ezanı bitirinceye kadar imamın oturup beklemesi sünnettir.
Aynı zamanda sözü edilen iç ezanın okunması da sünnettir.[455]
d)
Malikilere göre: İmam minbere çıkınca ezan okunur.
Ezan okunması sona
erince cemaatin her şeyi ve konuşmayı bırakıp yüzlerini imama çevirip
yönelmeleri gerekir.
Ezandan önce ve hutbe
bitince cemaat ve imamın namaza başlamadan konuşmalarında bir sakınca yoktur.[456]
Elverir ki bu sıradaki konuşma cami ve ibadetle ilgili soru-cevap şeklinde kısa
ve anlamlı olsun.
432 nolu Cabir
hadisini aynı zamanda el-Esrem kendi süneninde tahric etmiştir. Ancak o şu
lafızla nakletmiş bulunuyor:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz minbere çıkınca insanlara yüzünü çevirip yönelir ve es-selamu
aleyküm derdi."
Ancak İbn Mace'nin
isnadında İbn Lühay'a bulunuyor ki bu zat zayıf kabul edilmiştir.
Bu babda İbn Adiyy'in
İbn Ömer (r.a) den yaptığı şu rivayet de bulunuyor:
"Peygamber
(s.a.v) Efendimiz cuma günü minbere yaklaşınca minberin yanında bulunanlara
selam verir, sonra minbere çıkıp insanlara yüzünü çevirip yöneldikten sonra
tekrar selam verir ve öylece otururdu."
Aynı rivayeti Taberani
ve Beyhaki de nakletmişlerdir. Ancak onların isnadında İsa b. Abdillah
el-Ensari bulunuyor ki, İbn Adiy ve İbn Hibban onun zayıf olduğunu
belirtmişlerdir.[457]
Ayrıca İbn Adiy, onun hiçbir rivayetine uyulmaz, yani itibar
edilmez demiştir.[458]
İmam Şafii de, Seleme
b. Ekva’ (r.a.) den yapılan rivayeti naklediyor:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz iki hutbe okudu ve iki defa oturdu." Aynı zamanda hadisi
imam Şafii'ye nakleden zat şunu da ilave etmiştir:
"Mistirah'ın
önündeki derece (basamak) üzerinde ayakta durdu ve selam verip oturdu. Müezzin
ezanını bitirinceye kadar Rasulüllah Mistirah üzerinde oturup bekledi. Sonra
kalkıp hutbe okudu ve oturdu. Sonra tekrar kalkıp ikinci hutbeyi okudu."
Buraya kadar
sıraladığımız rivayetlerin hepsi, şu hususların meşruluğuna delalet etmektedir:
a) Hatibin
minbere çıkıp yüzünü cemaate çevirdikten sonra selam vermesi,
b) Selamdan
sonra minber üzerine oturup ezanın okunup bitmesini beklemesi,
c) Ezan
bittikten sonra hatibin ayağa kalkıp bir ve ikinci hutbeleri okuması,
d) İki hutbe
arasında az bir süre oturması...
434 nolu Adiy b. Sabit
hadisinin muttasıl olduğunu İbn Mace kaydetmektedir.
Bu anlamda Tirmizi İbn
Mes'ud (r.a) den şunu rivayet etmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz minbere çıkıp doğrulunca yüzünü bize çevirirdi, biz de
yüzümüzü Ona çevirip yönelirdik."
Ancak bunun isnadında
Muhammed b. Fazl b. Atiye bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Nitekim Tirmizi onun
için: "Zahibul-Hadis" demiştir.
Ancak bu babda Buhari
ve Müslim, bir de Nesai Ebu Said'den şunu rivayet etmişlerdir:
"Rasulüllah
(s.a.v) bir gün minber üzerine oturdu ve biz de etrafına toplanıp
oturduk." Buhari bunu bir bab olarak belirlemiştir.
Diğer yandan Adiy
hadisinin bir çok şahitleri vardır ki, hepsini biraraya getirdiğimizde kuvvet
kazanır ve Rasulüllah'ın (s.a.v) minbere çıkınca cemaatin Ona yüzünü çevirip yöneldiklerinin
sıhhati anlaşılır.
433 nolu Saib
hadisinde üç ezandan söz ediliyor ki, bunun biri ikamet, diğer ikisinden biri
dış ezan, biri de iç ezandır ki hepsine birden "nida" denilmiştir.
Ayrıca aynı hadiste
geçen "Zevra" ismi ise, daha çok Mescidin kapısında bulunan büyükçe
bir taşın veya Medine'de bir sokağın ismidir. Diğer bir tesbite göre, üzerinde
ezan okunan bir evdir.
1- İmamın
minbere çıkıp selam vermesi ve öylece oturması sünnettir. Bu İmam Şafii ile
İmam Ahmed'e göredir.
2- İmam
çıkıp minbere oturduktan sonra müezzinin iç ezanı okuması sünnettir.
3- Ezan
süresince imamın oturması da sünnettir.
4- Ezan
bitince imamın kalkıp birinci hutbeyi okumaya başlaması ve cemaatin ona
yüzlerini çevirip yönelmesi sünnettir.
5- İki hutbe arasında hatibin kısa bir süre oturması
sünnettir.
Hutbe cumanın önemli
bölümlerinden biridir. Bir hafta içinde cereyan eden olayları inanç, ahlak ve
ahkam potasında değerlendirip bir komprime haline getirerek cemaate sunmak
hutbenin hikmetini yansıtan özelliklerinin başında gelir.
Böylece Rasulüllah'ın
(s.a.v) sünnetine uyarak hutbeyi az ve öz tutup ruhları serinletecek, kalp ve
kafada derin iz bırakacak, mü'minlere manevi gıda verecek, onları hayata ve
memata hazırlayacak, doğruluk çizgisinde tutacak muhtevada tutmakta sayısız
faydalar vardır.
Bunun dışında hutbenin
birtakım vücub ve sünnetleri, kural ve ölçüleri daha vardır ki onları müctehid
fakihlerin tesbit ve ictihadlarında görmemiz mümkündür.
Ebu Hüreyre (r.a) den
yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"El-Hamdullilah
ile başlanmayan her söz kesik ve marizdir."[459]
Ahmed, Ebu Davud ve
Tirmizi'nin rivayetinde ise şu lafızla rivayet edilmiştir:
"İçinde şehadet (veya
teşehhüd) bulunmayan hutbe kesik el gibidir."
İbn Mes'ud (r.a) den
yapılan rivayete göre; adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz (hutbede) teşehhüdde (şehadet kelimesi anmada) bulunurken
şöyle derdi:
"Hamd Allah'a
mahsustur. O'ndan yardım bekleriz ve günahlarımızın bağışlanmasını O'ndan
dileriz. Nefsimizin şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah kimi doğru yola
eriştirirse, onu sapıtan bir kimse olmaz. Kimi de sapıklığı içinde bırakırsa,
onu doğru yola eriştiren olmaz. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim;
Muhammed'in de Allah'ın kulu ve resulü olduğuna şehadet ederim ki Allah onu hak
ile müjdeci ve uyarıcı olarak kıyamete yakın bir zamanda göndermiştir. Artık
kim Allah'a ve rasulüne itaat ederse, gerçekten o doğruyu bulmuş olur. Kim de Allah'a
ve peygamberine karşı gelirse, o ancak kendine zarar vermiş olur ve Allah'a
hiçbir suretle zarar veremez."[460]
İbn Şihab (r.a) den,
Peygamber (s.a.v) Efendimizin cuma günü (hutbedeki) teşehhüdünden sorulduğunda,
o da yukarıda naklettiğimiz gibi anlatmış ve sadece şu cümlede az bir
değişiklik ifade etmiştir. O da:
"Kim Allah'a
ve Rasulüne karşı gelirse, cidden o azıp sapıtmış olur."[461]
Cabir b. Semure (r.a)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz ayakta durup hutbe okurdu ve iki hutbe arasında oturup birkaç
ayet okur ve insanlara öğütte bulunurdu."[462]
Yine Cabir b. Semure
(r.a) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v) Efendimiz cuma günü (hutbede) meviza (öğüt), kısmını uzatmazdı; Onun hutbedeki
mevizası sadece az birkaç kelimeden (cümleden) ibaretti."[463]
Ümmü Hişam bint Harise
b. Nu'man'dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ben (Kaf
Ve'1-Kur'an'il-Mecid) suresini ancak Rasulüllah (s.a.v) Efendimizin dilinden
aldım ki o, bunu her cuma minber üzerinde hutbe esnasında okurdu."[464]
a)
Hanefîlere göre: İmam Azam Ebu Hanife'ye göre, hutbenin farzı bir tesbih veya
bir tahmid ve tehlilden ibarettir. Yani hatibin minberde bir defa
"el-Hamdu lillah" veya "Allahu Ekber" ya da
"Sübhanellah" demesiyle bu farz yerine gelmiş olur. İmameyne göre,
hutbe denilecek kadar uzun bir zikirde bulunmak farzdır. Bu ya üç ayet
miktarında olması, ya da Kerhi'ye göre, teşehhüd nisbetinde olmasıyla
gerçekleşir.
Hutbeyi ayakta okumak,
taharet üzere bulunmak, iki hutbe şeklinde tutmak, iki hutbe arasında hafif
oturmak, cemaate yüz çevirmiş halde durmak, iki hutbeyi de aşikar okumak, hutbe
arasında bir ayet okumak, takva ile tavsiyede bulunmak ve Peygamber (s.a.v)
Efendimize salat-ü selam getirmek sünnettir. Bunları terketmek ise mekruhtur.[465]
b) Şafiilere
göre: Hutbe okumak farzdır. Bunun rüknü beştir:
1- Allah'a
hamdetmek,
2-
Rasulüllah (s.a.v) Efendimize salat-ü selam getirmek,
3- Takva ile
tavsiyede bulunmak, her iki hutbede de bunu yerine getirmek,
4- Anlaşılır
şekilde bir ayet okumak,
5- Mü'minler
için dua etmek. (Bu ikinci hutbede yerine getirilir)
Hutbelerin vakit
içinde okunması ve ardarda yapılması, hatibin abdestli bulunması, üzerinde necaset
olmaması, avret yerlerinin örtülü olması, kudreti yettiği takdirde ayakta
okuması, iki hutbe arasında oturması ve kırk kişinin dinlemesi şarttır.
Aynı zamanda hutbenin
rükünlerinde tertibe riayet edilmesi, cemaatin susup dinlemesi, hutbenin
minber veya yüksekçe bir yer üzerinde irad edilmesi, yanındakilere selam
vermesi, minbere çıkınca cemaate yönelmesi ve onlara selam verip öylece
oturması ve bu sırada müezzinin kalkıp ezan okuması, hutbenin beliğ bir üslupla
yerine getirilmesi ve uzun tutulmaması, hatibin sağa-sola yönelmeden cemaate
müteveccih durması, sol yanında kılıç bulundurması, iki hutbe arasında ihlas
okuyacak kadar bir süre oturması sünnettir.[466]
c)
Hanbelilere göre: Cuma namazı kılınan cami ve mescidde cuma günü hutbe okumak
şarttır; onsuz cuma sahih olmaz. Hatip minbere çıkınca cemaatin ona yönelmesi
müstehabdır. Her iki hutbede de Allah'a hamdetmek, Peygamber (s.a.v) Efendimize
salat-u selam getirmek de şarttır. Bunlarsız hutbe sahih olmaz. Hatibin iki
hutbe arasında oturması müstehabdır. Aynı zamanda hatibin abdestli olarak hutbe
irad etmesi de sünnettir. Hatibin hutbe esnasında cemaate yüzünü çevirmiş
bulunması da sünnet kabul edilmiştir. İki hutbeyi ardarda yapmak şarttır.
Hatibin hutbe esnasında mü'minler için dua etmesi, aynı zamanda hem kendisi,
hem de hazirun için dua edip af ve mağfiret dilemesi sünnettir.[467]
d)
Malikilere göre: Hutbede Allah'a hamd etmek, Peygamber'e (s.a.v) salat-ü selam
getirmek, bir ayet okumak ve takva ile tavsiyede bulunmak vaciptir.[468]
Ayrıca imamın minberde
iyilikle emretmesi, kötülükten menetmesinde bir sakınca yoktur.[469]
444 nolu Ebu Hüreyre
(r.a) hadisini aynı zamanda Darekutni, İbn Hibban ve Beyhaki tahric
etmişlerdir. Tirmizi onu hasenlemiştir. Ancak hadisin mursel veya merfu olduğu
hakkında görüş ayrılığı vardır.
Bu anlamda İbn Hibban,
el-Askeri ve Ebu Davud, Ebu Hüreyre'den (r.a) merfuan şunu rivayet etmişlerdir:
"Allah'a hamd ile
başlanmayan her matlup olan iş kesik (feyizsiz, bereketsiz) dir."
Buna yakın bir anlatım
ve lafızla Taberani el-Kebir'de Ka'b b. Malik'den bir rivayeti nakletmiştir.
Böylece her bakımdan
matlup olan hutbeye "el-Hamdu lillah" ile başlamanın meşruiyeti
kendiliğinden anlaşılmış oluyor.
445 nolu İbn Mes'ud
hadisinin isnadında İmran b. Daver Ebu'1-Avam el-Basri bulunuyor. Yahya b. Main
ve Nesai'ye göre, bu zat zayıftır. Bununla beraber Buhari onun
rivayetiyle istişhadde bulunmuştur. Affan ise onun sıka (güvenilir) olduğunu belirtmiştir.
İmam Ahmed: "Onun salihü'l-hadis olduğunu umuyorum" demiştir. Ebu
Davud ise onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. İbn Adiy ise, "Onun hadisi
yazılabilir" diyerek olumlu bakmıştır.[470]
İmam Nevevi ise, Müslim'in şerhinde bu hadisi sahihlemiştir.
447 nolu Cabir hadisi
sahihtir. Hutbe esnasında ayakta durmanın meşruiyetine delalet etmektedir.
Aynı zamanda iki hutbe arasında bir süre oturmanın da sünnet olduğunu
göstermektedir. Bu hadisle istidlal eden İmam Şafii ayakta durup hutbe okumanın
vücubuna kail olmuştur. Cumhur ise vacib olmadığını belirtmiştir. Ayrıca İmam
Şafii bu konuda şu hadisle de istidlal ederek ictihadını kuvvetlendirmiştir:
"Benim nasıl
namaz kıldığımı görüyorsanız, öyle namaz kılın!"
Buradaki emir vücubu
gerektirmektedir.
Yine İmam Şafii bu
hadisin iki hutbenin vücubuna delalet ettiğini söylemiştir. Diğer imamlar ise,
sadece birinci hutbenin vacip olduğuna kaildirler. Nitekim el-Iraki,
Tirmizi'nin şerhinde bu konuya yer verip müctehid imamların görüşlerini
açıklamıştır. Cumhur da bu görüştedir.
Hadis diğer yandan
hutbede Kur'an'dan bir veya birkaç ayet okumanın ve müslümanlara öğütte
bulunmanın meşruiyetine delalet etmektedir. İmam Şafii öğüt vermenin vacip
olduğunu söylemiştir. Diğer bir rivayette, bir ayet okumanın da vücubuna kail
olduğu belirtilmektedir. Cumhur ise, bunun vacip olmadığına değinmiştir.
448 nolu Cabir
hadisinin isnadındaki ricalin hepsi sıkat (güvenilirler) dir. Bu, hutbede vaaz
etmenin, ancak onu kısa tutmanın meşruiyetine delalet etmektedir.
449 nolu Ümmü Hişam
hadisi hutbede sadece Kaf' suresinin okunacağına delalet etmemektedir. Zira Rasulüllah'ın diğer kısa sureleri de zaman
zaman okuduğu birçok sahih rivayetlerden anlaşılmaktadır. Nitekim İbn Ebi
Şeybe'nin Sabi'den yaptığı rivayete göre, "Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz
minbere çıkınca yüzünü cemaate çevirir,
sonra es-Selamu aleyküm der ve Allah'a hamd-u senada bulunur ve bir sure
okuduktan sonra otururdu." denilmektedir. Bu da herhangi bir sureyi okumanın
meşru olduğunu göstermektedir.
Diğer yandan Nesai'nin
Cabir b. Semure (r.a) den yaptığı rivayete göre: "Rasulüllah ayakta durup
hutbe irad eder, sonra oturur, sonra
kalkıp birkaç ayet
okur, Allah'ı anardı.." buyurulmaktadır.
el-Iraki bu hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiştir. [471]
1- Hutbenin
farzı bir tesbih, bir tehlil, bir tekbir veya bir tahmidden ibarettir. Bu, İmam
Ebu Hanife'nin ictihadıdır.
2- Hutbe, en
az bir teşehhüd miktarı uzun olmalıdır. Bu, imameynin ictihadıdır.
3- Hutbeyi
ayakta okumak, taharet üzere bulunmak, iki hutbe olarak düzenlemek, iki hutbe
arasında kısa bir süre oturmak, hutbede cemaate yüz çevirmek, cemaatin de
hatibe yüz çevirip yönelmesi, iki hutbeyi de aşikar irad etmek, hutbede ayet
okumak, takva ile tavsiyede bulunmak, öğütle ilgili kısa bilgi vermek
sünnettir.
Bunlar daha çok
Hanefilerin ictihadına göredir.
4- Hutbe
vacibtir veya farzdır.
5- Hutbenin
rüknü beştir: Allah'a hamdetmek, Peygambere salat-ü selam getirmek, takva ile
tavsiyede bulunmak, bir veya birkaç ayet okumak, mü'minler için dua etmek...
Bu, Şafîilerin
ictihadına göredir.
6- İmamın
minbere çıkınca cemaate selam vermesi sünnettir. Bu da Şafîilerin ve
Hanbelilerin ictihadıdır.
7- İki
hutbeyi ardarda yapmak şarttır. Bu, Hanbelilere göredir.
8- Hutbe
esnasında konuşmak, başka bir işle meşgul olmak haramdır.
Müslümanların dini
anlamda, cuma dışında iki büyük bayramı vardır: Fıtr ve Azha... Birincisi,
Ramazan Bayramına, ikincisi Kurban Bayramına delalet eden isimlerdir.
Bu iki bayramda
cumadan farklı şekilde bir kaynaşma, görüşme, selamlaşma, tebrikleşme ve
fakirlere yardım elini uzatma; dostları ve yaşlıları ziyaret etme kendini
gösterir. Böylece küçüklerin, fakirlerin, muhtaçların daha çok sevindirildiği;
büyüklerin daha çok saygı ve ilgiyle ziyaret edildiği bu günlerde şüphesiz ki
İslam'ın yüce hikmetleri söz konusudur.
İman ve kültür birliği
çerçevesinde kalpler feyiz ve rahmet le dolup taşar; vicdanlar huzura kavuşur;
aileler geniş çapta sevgi ve saygı havası içinde kaynaşma ortamı bulur; inanan
herkes için bayram huzur, güven, neşe kaynağı olur.
Bunun için bayram günü
her müslümanın güzel ve temiz elbisesini giymesi, güzel koku sürünmesi, güzel
bir görünüm arzetmesi, daha çok cömert olması ve daha fazla dost ve
yakınlarıyla buluşması sünnet kılınmıştır.
Camiye namaza, dostuna
ve büyüklerine ziyarete giden mü'minin, -düşman tehlikesi yoksa- silah taşıması
mekruhtur.
Mümkün olduğu takdirde
camiye yaya gitmek, camiden eve dönerken başka bir yol izlemek, yolda tekbir
getirmek de sünnettir.
Cafer b. Muhammed'den,
o da babasından, o da dedesinden yaptığı rivayete göre, şöyle demiştir:
"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz her bayramda alaca kumaştan (Yemen mamulü)
üstlük giyinirdi."[472]
Said b. Cübeyr (r.a)
den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"İbn Ömer (r.a)
ile birlikte Mina'da bulunduğum bir sırada ayağının üzengisine mızrak ucu
isabet etmiş ve ayağını üzengiye sıkıştırmıştı. İnip ayağını oradan çektim. Bu
olay Haccac'a (Emeviler döneminde zulmüyle isim yapan Haccac) haber verilince
gelip İbn Ömer'i ziyaret etti ve şöyle dedi: "Ah kimin sana bu mızrağı
vurduğunu bir bilseydik.." İbn Ömer (r.a) ona:
"Bunu sen
yaptırdın!" dedi. Haccac:
"Nasıl
olur?" deyince, İbn Ömer şu cevabı verdi:
"Nasıl olmasın
ki, silah taşınmayan bir günde silah taşıyorsun ve Harem sınırlarına silah
sokuyorsun ki bugüne kadar Hareme silah sokulmadı.."[473]
Hz. Ali (r.a) den
yapılan rivayete göre, şöyle dediği nakledilmiştir:
"Bayram namazına
yaya olarak çıkmak sünnettir. Aynı zamanda (Ramazan Bayramında) sabahleyin
camiye gitmeden bir şey yemek de sünnettir."[474].
Ümmü Atiyye (r.a) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz bize, fıtr ve azha (ramazan ve kurban bayramların) da bakire
ve ergenlik çağına yaklaşan kızları, örtü arkasında oturan kadınları, bir de ayhali
olanları (mescide doğru) çıkarmamızı emretti. Ancak ayhali olanlar namazdan
kendilerini alıkoyuyorlardı. Böylece onlar da (müslümanların bayram gününde)
hayırlara hazır ve şahit oluyor, müslümanların duasına katılıyorlardı.
Bunun üzerine dedim
ki:
"Ya Rasulallah! Bizden
bazısının baş örtüsü yoktur." Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu:
"Artık din
kardeşi kendi örtüsünden ona örtü verip örtünmesini sağlasın."[475]
Büreyde (r.a) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz fıtr (ramazan bayramı) günü bir şey yemeden sabahleyin
(evinden çıkıp mescide) gitmezdi. Azha (kurban bayramı) günü de (namaz
kıldırıp) eve dönünceye kadar bir şey yemezdi."[476]
Enes (r.a) den yapılan
rivayete göre, şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz fıtr (ramazan bayramı) günü birkaç
hurma yemeden (kalkıp sabah ve bayram namazına) gitmezdi. Aynı zamanda
hurmadan da tek sayıya dikkat ederek (yani ya bir, ya üç, ya da beş tane
yerdi)."[477]
İbn Ömer (r.a) den
yapılan rivayete göre, adı geçen demiştir ki:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz, Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) iki bayram namazını da
hutbeden önce kılarlardı."[478]
Cabir b. Semure (r.a)
den yapılan rivayette, demiştir ki:
"Peygamber
(s.a.v) Efendimizle birlikte ne bir, ne de iki defa, birçok defa bayram namazı
kıldım ki bu namazı ezansız ve ikametsiz kılardı."[479]
a)
Hanefilere göre: Cuma namazı kimlere farzsa bayram namazı onlara vaciptir. En
sahih görüş ve tesbit de budur. Cumanın şartları -hutbe dışında- bayram namazı
hakkında da aynen geçerlidir. Hutbe ise, bayram namazında sünnettir ve namazdan
sonra yerine getirilir.
Fıtr (ramazan)
bayramında namaza çıkmadan bir şey yemek ve yenilecek şeyin tek sayıda
tutulmasına dikkat etmek, dişleri misvaklamak, gusletmek (banyo yapmak), güzel
koku sürünmek ve temiz güzel elbise giyinmek müstehabdır.
Camiye gidiş ve dönüş
yollarını ayrı olarak kullanmak da tavsiye edilen sünnetler arasında bulunuyor.
Camiye gidip dönerken,
fıtr (ramazan) bayramında gizli şekilde, kurban bayramında aşikar şekilde
tekbir getirmek müstehabdır.
Bayram namazının
cemaatle kılınması şarttır. Kaçırıldığı takdirde kaza edilmez.[480]
b) Şafiilere
göre: Bayram namazı sünnettir; cemaatle kılınır, yalnız başına kılınmaz, ancak
imamla birlikte bu namazı kaçıran kimse yine imamla birlikte herhangi bir
vakitte kılabilir. Ancak zevaldan önce kılarsa eda, sonra kılarsa kaza olur.[481]
c)
Hanbelilere göre: Bayram namazı kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.
Farz-ı kifayedir; yani mükelleflerden bir kısmının kılmasıyla diğerlerinin
üzerinden kalkmış olur. Güneş bir mızrak boyu yükselince vakti girmiş olur.
Bayram namazına
gidilirken yolda tekbir getirmek, gitmeden önce gusletmek, temiz güzel elbise
giyinmek, güzel koku sürünmek, dişleri misvaklamak (veya fırçalamak), camiye
gitmeden önce Fıtr Bayramı ise bir şey yemek; Kurban Bayramı ise bir şey
yemeden çıkmak müstehabdır.[482]
Bayram namazının
cemaatle kılınması şarttır. Ancak imamla birlikte kaçıranlar, onu diledikleri
vakit kılabilirler.[483]
d)
Malikilere göre: Bayram namazı sünnettir ve cemaatle kılınması şarttır. Diğer
mezheplere göre, müstehab olan şeyler bu mezhebe göre sünnet veya müstehabdır.
Bayram namazına
gidilirken yolda tekbir getirilir. Ancak bunu kendisi ve yanındaki duyacak
kadar bir sesle söyler. İmam hutbeye çıkınca artık cemaat tekbir getirmez. Aynı
gamanda camiden eve dönüldüğünde de tekbir getirilir.[484]
457 nolu Cafer
hadisini, İmam Şafii, şeyhi İbrahim b. Muhammed'den rivayet etmiş; İbrahim de
babasından, babası da kendi babasından rivayet etmiştir.
Hafız İbn Hacer, bu
rivayette İbrahim'in teferrüd etmediğini ve rivayetinin de mursel olduğunu
belirtmiştir. Taberani de aynı hadisi tahric etmiştir.[485]
Bu babda İbn
Huzayme'nin Cabir (r.a) den rivayet ettiği bir hadis vardır. Deniliyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz her iki bayramda ve bir de cuma gönü. kırmızı üstlüğünü
giyerdi."
Bir rivayette o
üstlüğün istebrakden olduğu belirtilmiştir. Ancak bu rivayet zayıftır. Zira İbn
Ömer'in (r.a) yaptığı rivayete göre:
"Babası Ömer
(r.a) çarşıda satılmakta olan istebrakten mamul bir hülle (entari ve üstlük)
buldu ve onu alıp Hz. Peygamber'e (s.a.v) getirerek şöyle dedi:
"Ya Rasulallah!
Bunu satın al da bayramda ve bir de heyetler, temsilciler geldiğinde güzelce
giyinip kuşan." Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v):
"Bu ancak
(ahiret gününde) nasibi olmayan kimselerin elbisesidir." [486] buyurdu.
Çünkü
"istebrak", kalın atlas kumaştır ki, ekseriya yüzü ipek, tersi pamuk
kumaştan imal edilir. Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz, ipek ve atlası lüks sayıp
erkeklere yasaklamıştır.
458 nolu Said hadisi
sahihtir. Cuma ve bayram namazlarında, düşman tehlike ve korkusu olmadığı
takdirde taşınması yasaktır. Zira böyle günlerde kişinin silah taşıması din
kardeşlerine saygısızlık kabul edilir.
459 nolu Hz. Ali
hadisini İbn Mace tahric etmiştir. Ancak isnadında el-Hars el-A'ver bulunuyor
ki, bu zatın yalancı olduğunda ilim adamlarının ittifakı vardır. Nitekim İmam
Nevevi el-Hulasa'da onun "kezzab" çok yalancı olduğuna dikkat
çekmiştir. Gerçi rivayet mana yönünden doğrudur, ancak istidlale salih değildir
Bu babda İbn Mace'nin
İbn Ömer (r.a) den yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle dediği tesbit
edilmiştir: "Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz bayram namazına yaya olarak
çıkar ve yine yaya olarak dönerdi."
Ancak bu hadisin
isnadında Abdurrahman b. Abdillah b. Ömer bulunuyor ki, Ahmed b. Hanbel onun
yalancı olduğunu belirtmiş; Ebu Zer'a, Ebu Hatim ve Nesai onun metruk olduğunu
söylemişlerdir. İmam Buhari de: "O, kendisinden rivayet yapılacak
ravilerden değildir" diyerek sıka olmadığına dikkat çekmiştir.[487]
Ayrıca bu konuda yine
İbn Mace'nin Ebu Rafı'den yaptığı bir diğer rivayet vardır. Orada deniliyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz bayram namazına yaya olarak gelirdi."
Bu hadisin isnadında
Mendel b. Ali ve Muhammed b. Abdillah b. Ebi Rafi’ bulunuyor. Mendel hakkında
farklı görüş ve tesbitler olmuştur: Ahmed b. Hanbel onun zayıf olduğunu
söylerken, İbn Main, "Onun rivayetinde beis (sakınca) yoktur"
demiştir. Muhammed b. Abdillah hakkında ise Buhari: "O, münkerü'l-hadistir"
diyerek tesbitini ortaya koymuştur. İbn Main de onun rivayetinin kayda değer
olmadığına değinmiştir.[488]
460 nolu Ümmü Atiyye
hadisiyle istidlal edilmiştir. Bu babda İbn Mace'nin İbn Abbas (r.a) dan
yaptığı şu rivayet de vardır:
"Peygamber
(s.a.v) Efendimiz her iki bayramda da kızlarını ve kadınlarını (bayram namazı
kılınan yere) çıkarırdı."
Ancak bu rivayetin
isnadında Haccac b. Ertat bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı görüş ve
tesbitler ortaya çıkmıştır.
Taberani ise bu konuda
sözü edilen rivayete yer vermiştir. Ahmed b. Hanbel ise Cabir'den naklen onun
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz iki bayram (namazın) a çıkar ve ehlini de çıkarırdı."
Bu rivayetin de
isnadında yine Haccac b. Ertat bulunuyor.
İbn Ebi Şeybe'nin bu
konuda Hz. Aişe (r.a) dan yaptığı bir rivayet söz konusudur ki, el-Iraki onun
ricalinin sahih olduğunu belirtmiştir.
Böylece Ümmü Atiyye
hadisi, bayram namazında kızların ve kadınların -yer müsait olduğu takdirde-
camiye gitmelerinde bir sakınca olmadığına, böyle yapmanın meşru olduğuna
delalet etmektedir.
461 nolu Büreyde
hadisini aynı zamanda İbn Hibban, Darekutni, Hakim ve Beyhaki tahric
etmişlerdir. İbn Kattan ise bu hadisi sahihlemiştir.
Böylece ramazan
bayramında namaza çıkmadan önce bir şey yemek; kurban bayramında ise bir şey
yemeden çıkmak sünnettir hususu anlaşılıyor.
462 nolu Enes hadisini
ayrıca İbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. Hadis istidlale salihtir. O
bakımdan Ramazan bayramında namaza çıkmadan önce tek sayıya riayet ederek
birkaç hurma veya tatlı bir şey yemenin meşruiyetine delalet etmektedir.
Bu konuda birkaç sahih
rivayet daha vardır. Onları nakletmeye gerek görmüyoruz.
463 nolu İbn Ömer
hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Aynı zamanda bu babda Buhari'nin Gabir
(r.a) dan yaptığı şu rivayet de onu kuvvetlendirmektedir:
"Rasulüllah
(s.a.v) Efendimiz fıtr (ramazan) bayramı günü çıktı ve hutbeden önce namaz
kıldırdı."
İbn Abbas (r.a) diyor
ki:
"Bayram namazında
Resulüllah (s.a.v) ile, Ebu Bekir, Ömer ve Osman ile hazır bulundum hepsi de
hutbeden önce namaz kıldırdılar."[489]
Buhari ve Müslim'in
Enes (r.a) den yaptıkları rivayette de bu konuda Enes şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v) Efendimiz Kurban Bayramı günü önce namaz kıldırdı, sonra hutbe
okudu."
Yine Buhari ve
Müslim'in Cündeb'den yaptıkları rivayette, adı geçenin şöyle haber verdiği
nakledilmiştir: Peygamber (s.a.v) Nahr (Kurban Bayramı) günü önce namaz kıldı,
sonra hutbe irad etti, sonra da kurbanlık hayvanı kesti."
Bütün bu sahih
rivayetlerin, her iki bayramda da hutbeden önce namaz kılmaya ve sonra hutbe
okumaya delalet ettiği anlaşılıyor.
464 No'lu Cabir hadisi
sahihtir ve birçok şahidi vardır.
Nitekim Bezzar'ın Sa'd
b. Ebî Vakkas (r.a) dan yaptığı rivayette, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Peygamber
(s.a.v) Efendimiz bayram namazını ezansız ve ikametsiz kıldı."
1- Bayram
günü temiz, güzel elbise giyinmek,
2- Namaza
çıkmadan önce gusletmek,
3- Güzel
koku sürünüp öylece çıkmak,
4- Camiye
giderken ve dönerken tekbîr getirmek, ancak sesi fazla yükseltmek,
5- Camiye
gidip gelirken ayrı yolları tercih etmek,
6- Cuma ve
bayram namazına silah takmadan, yani silah taşımadan gitmek,
7- Bayram
namazına mümkün olduğu takdirde yaya gidip gelmek,
8- Ramazan
bayramında camiye çıkmadan önce tatlı bir şey yemek, hurma ve benzeri bir şeyse
tek sayıya dikket etmek, başka bir şey ise tek sayı da lokma alıp yemek,
9- Kurban
Bayramında bir şey yemeden camiye gitmek ve ancak namazdan sonra bir şey yemek
sünnettir.
10- Aynı
zamanda bayram namazları hutbeden önce kılınır.
11- Hutbeden
sonra kurban kesilir.
12- Bayram
namazları ezansız ve ikametsiz kılınır.
13- Gerek
bayramlarda, gerekse sair günlerde erkeklerin ipek ve atlas giyinmesi yasaktır.
14- Bayram
namazı ve hutbesi için, yer müsait olduğu takdirde kızların ve kadınların
örtünmüş bir halde camiye gitmeleri meşrudur.
Bayram namazında diğer
farz ve sünnet namazlardan farklı olarak birinci ve ikinci rek'atlerde fazladan
tekbir getirilir.
Zira müslümanların
bayram havasına, sosyal kaynaşmaya, aile sevindirmeye, muhtaçlara yardımda
bulunmaya; küçüklerin sevilmeye, büyüklerin sayılmaya yöneldiği bir günde,
bütün bu fazilet ve mutlulukları yaşamamıza imkan, güç ve kudret veren Cenab-ı
Hakk'ın büyüklüğünü dile getirmemiz kadar tabii ne olabilir? O bakımdan bayram
namazında fazla olarak birkaç tekbir getirilerek bu duygumuz tam bir mahviyet
ve teslimiyet ifadesiyle izhar edilmektedir.
Amr b. Şuayb'den, o da
babasından, dedesinden şöyle rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz bir bayramda 12 tekbir getirdi: Yedisini birinci rek'atte,
beşini ikinci rek'atte... Ve bayram farzından ne önce, ne de sonra (nafile)
namaz kılmadı."[490]
Amr b. Avf (r.a.) den
yapılan rivayete göre:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz iki bayram (namazında) da (fazladan) tekbir getirdi: Birinci
rek'atte kıraatten önce yedi, ikinci rek'atte kıraatten yine önce beş tekbir
.."[491]
Peygamber (s.a.v)
Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Fıtr (Ramazan)
bayramında kılınan namazda tekbir birinci rek'atte yedi defa, ikinci rek'atte
beş defa getirilir ve kıraat de bu tekbirlerden sonradır."[492]
a)
Hanefilere göre: Bayram namazında birinci rek'atte istiftahtan sonra fazla
olarak üç tekbir; ikinci rek'atte ise Fatiha ve zamm-ı sureden sonra üç tekbir
getirilir.
İmam Ebu Yusuf’a göre:
İftitah ve rüku'a varış tekbiriyle birlikte beşi birinci, dördü ikinci rek'atte
olmak üzere dokuz tekbir getirilir. Bunlardan beşi birincide, dördü
ikincidedir.[493]
Tekbirlerde eller
kaldırılır.[494]
b) Şafîilere
göre: Bayram namazında fazla olarak birinci rek'atte iftitah duasından sonra
yedi tekbir getirilir ve her iki tekbir arasında normal uzunlukta bir ayet
okunacak kadar durularak tesbih ve tahmidde bulunulur. İkinci rek'atte ise
kıraatten sonra beş tekbir getirilir ve bu 12 tekbirde de eller kaldırılır.
Sözünü ettiğimiz fazla
tekbirleri getirmek farz değil, sünnettir.[495]
c)
Hanbelilere göre: Birinci rek'atte ihram tekbiriyle birlikte yedi tekbir;
ikinci rek'atte beş tekbir getirilir. Birinci rek'atte tekbirler, istiftah
duasından sonra, kıraatten
önce; ikinci rek'attaki tekbirler
ise kıraatten sonra getirilir.
Fazla tekbirler
getirilirken elleri kaldırmak müstehabdır. Böylece bayram namazında fazla
olarak getirilen tekbirlerin sayısı 11'dir..[496]
d)
Malikilere göre: Birinci rek'atte fazla olarak ihram tekbirinden sonra,
kıraatten önce altı; ikinci rek'atte kıyam tekbirinden sonra, kıraatten önce
beş tekbir getirilir ve bunlar sünnettir. Tekbirler aşikar olarak getirilir.[497]
475 nolu Amr hadisinin
isnadının sahih olduğunu el-Iraki belirtmiştir. Tirmizi de onu sahihlemiş ve bu
hususta Buhari'den nakilde bulunmuştur.
Amr hadisi, bayramda
fazla olarak getirilen tekbirlerin 12 olduğuna ve bayram namazından önce ve
sonra nafile namazın meşru olmadığına delalet etmektedir.
476 nolu Amr b. Avf
hadisini aynı zamanda Darekutni, İbn Adiy ve Beyhaki tahric etmişlerdir.
İsnadında ise, Kesir (veya Küseyr) bin Abdillah bin Amr, bin Avf bulunuyor ki,
İmam Şafii ile Ebu Davud bu zat hakkında şöyle demişlerdir: "O, yalan konusunda
rükünlerden bir rükündür." İbn Hibban da "onun mevzu bir nüshası
vardır" diyerek hadis uydurduğunu
belirtmiştir.[498]
İbn Main onun kayda
değer bir kişi olmadığına dikkat çekmiş, Darekutni onun metruk olduğunu
söylemiştir. Nesai: "O sıka (güvenilir) değildir" diyerek görüşünü
ortaya koymuştur.[499]
Tirmizi onun bu
hadisini hasenlemişse de ilim adamları bunu yeterli kabul etmemişler ve belki
de onun hadisinin birtakım şevahidini dikkate alarak "hasen" demiş
olabileceğine değinmişlerdir.
Bu babda bir diğer
hadisin rivayeti de, Rasulüllah'ın (s.a.v.) müezzini Sa'd el-Müezzin'den
yapılmıştır ki, o, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle namaz kıldığını haber
vermiştir:
"Bayram namazında
birinci rek'atte kıraatten önce yedi, ikinci rek'atte kıraatten yine önce beş
tekbir getirirdi."[500]
İbn Mace'nin rivayet
ettiği bu hadisin isnadında, el-Iraki'ye göre zaaf vardır. O bakımdan istidlale
salih görülmemiştir.
Bu konuda bir diğer
hadisi, Hafız Bezzar, Abdurrahman b. Avf (r.a.) den şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin, iki bayram namazında ucu sivri bir
değnek çıkartılarak (sütre olarak) önüne dikilirdi ve bu namaz kılıncaya kadar
öyle kalırdı. Rasulüllah (s.a.v.) bayram namazında 13 tekbir getirirdi. Ebu
Bekir ve Ömer de öyle yaptılar."
Bu hadisin isnadında
Hasan el-Beceli bulunuyor ki bu zatın linü'l-hadis, yani yumuşak olup zayıf
olmayan ama ona yakın olan hadis rivayet ettiği söylenir. Darekutni bunun
irsalini sahihlemiştir.
Taberani ise el-Kebir'de
İbn Ab'bas (r.a.) dan şu hadisi nakletmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz iki bayram namazında da 12 tekbir getirirdi: Birinci
rek'atte yedi, ikinci rek'atte ise beş.."
Bunun isnadında
Süleyman b. Erkam bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[501]
Ahmed b. Hanbel, "Ondan rivayet yapılmaz" demiştir. İbn Main onun bir şey olmadığını belirtmiş;
Ebu Davud ile Darekutni onun metrukü'l-hadis olduğuna dikkat
çekmişlerdir.[502]
Yine bu babda bir diğer
hadisi Bezzar ve Darekutni İbn Ömer (r.a.) den nakletmişlerdir:
"İki bayramdaki
tekbirler birinci rek'atte yedi, ikinci rek'atte beştir."
Bu hadisin isnadında
Ferec b. Fezale bulunuyor. Ahmed b. Hanbel'e göre bu zat sıka (güvenilir) dir.
Buhari ile Müslim onun münkerü'l-hadis olduğunu belirtmişlerdir.
Bu konuda daha altı kadar
rivayet nakledilmiştir ki, çoğu zayıftır.
1- Bayram
namazında fazladan tekbir getirmek meşrudur.
2- Ebu
Hanife'ye göre, fazla olarak altı tekbir, Ebu Yusuf’a göre, dokuz tekbir
getirilir.
3- İmam
Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre, 12 tekbir getirilir.
4- İmam
Malik'e göre 11 tekbir getirilir.
5-
Tekbirleri getirmek farz değil sünnettir.
6-
Tekbirlerde eller kaldırılır.
7- Tekbirler
arasında tesbih ve tahmidde bulunmak müstehabdır.
8- Tekbirler
aşikar olarak getirilir.
Bilindiği gibi, her
farz namazla birlikte, özellikle çoğunda farzdan önce sünnet namaz meşru
kılınmıştır. Bayram namazı her ne kadar farz değilse de, bazı müctehidlere göre
farza yakın bir kuvvet taşımaktadır, yani vacibtir. İlk hatıra gelen, bu vacipten
önce de nafile kılınmasıdır.
Ancak bu husustaki
rivayetleri farklı hükümler ifade etmesinden dolayı müctehid imamların da
farklı tesbit ve yorumlan ortaya çıkmıştır.
İbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bayram günü (evinden) çıktı ve iki
rek'at bayram namazı kıldı. Bu namazdan ne önce, ne de
sonra (nafile) kılmadı."[503]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen bayram günü (evinden) çıkıp (mescide gitti,
bayram namazını kıldı). Ancak ne bundan önce, ne de sonra nafile kıldığı
görülmedi. O, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin de böyle yaptığını
hatırlattı."[504]
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bayram namazından önce hiçbir şey kılmazdı. Ancak namazı
kılıp evine dönünce iki rek'at (nafile) kılardı."[505]
Ayrıca Buhari bu babda şunu
nakletmiştir:
"Bayram namazından
önce nafile kılmak mekruhtur."[506]
a)
Hanefilere göre: Bayram namazından, yani hutbe okunduktan sonra nafile namaz
kılmak müstehabdır. Hanefiler bu hususta daha çok Hz. Ali'den (r.a.) yapılan
rivayetle istidlal edip onunla ilgili birtakım şahitleri de dikkate
almışlardır.[507]
Böylece bayram
namazından önce evde veya camide, bayram namazından sonra ise camide nafile
namaz kılmak mekruhtur. Zira Rasulüllah'ın (s.a.v.) sadece namazdan sonra evine
döndüğünde iki rek'at nafile kıldığı bilinmektedir.[508]
b) Şafiilere
göre: İmamdan başkasına bayram namazından önce nafile kılmak mekruh değildir,
imama ise, hem namazdan önce, hem de sonra mekruhtur.[509]
c)
Hanbelilere göre: Bayram namazından önce ve sonra hem imamın, hem de ona
uyanların -ister camide, isterse evde olsun- nafile kılmaları mekruhtur.
Bu, aynı zamanda İbn
Abbas ve İbn Ömer'in (r.a.) de mezhebidir.
d)
Malikilere göre: Bayram namazından ne önce, ne de sonra musalla (açık hava
namazgah) da nafile kılınmaz. Cami ve mescidde ise, İmam Malik'ten iki rivayet
nakledilmiştir. Ancak namazdan sonra eve dönüldüğünde nafile kılmakta bir
sakınca yoktur.[510]
488 nolu İbn Abbas
hadisi sahihtir ve ihticace elverişlidir. Tirmizi ile İbn Mace bu hadisi şu
fazlalıkla nakletmişlerdir:
"Bayram
namazından (ve hutbesinden) sonra Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz kadınların
bulunduğu kısma gelerek -ki Bilal da onlarla birlikte bulunuyordu- sadaka
vermelerini emretti. Bunun üzerine kadınlar yüzüklerini ve gerdanlıklarını
çıkarıp tasaddukta bulundular."
489 nolu İbn Ömer
hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiştir ve o da diğeri gibi sahihtir.
Nitekim Tirmizi de bunu sahihlemiştir.
Aynı hadisi Taberani
başka bir tarikle nakletmiştir. Ancak isnadında Cabir el-Cu'fi bulunuyor ki, bu
zat metruk kabul edilmiştir.
490 nolu Ebu Said hadisini
Hakim tahric etmiş ve sahihlemiştir. Ancak isnadında Abdullah b. Muhammed b.
Akil bulunuyor ki, bu zat hakkında birtakım şeyler söylenmiştir: İbn Main onun
zayıf olduğunu, İbn Huzayme, "Onun hadisiyle ihticac olunmaz"
demiştir.[511]
Bu babda İbn Mace'nin
Abdullah b. Amr (r.a.) dan, Bezzar'ın Ali ve İbn Abbas (r.a.) dan yaptıkları şu
rivayet bulunuyor:
"Amr b. Hurays
diyor ki:
"Ali b. Ebi Talib
(r.a.) ile birlikte bir bayram günü çıkmış bulunuyorduk. Bir grup insan ondan
bayram namazından önce ve sonra nafile namazdan sordular. Hz. Ali (r.a.) onlara
bu hususta bir cevap vermedi. Az sonra bir başka grup gelip aynı şeyden sordu,
onlara da cevap vermedi. Sonra namaz; kılınacak yere vardık ve cemaate namaz
kıldırdı; yedi ve beş defa tekbîr getirdikten sonra hutbe irad etti ve sonra da
(minberden) inip bineğine bindi. Orada bulunanlar:
"Ya
Emirel-Mü'minin! Bunlar namaz kılan topluluktur (onlara bir cevap
vermedin)" dediler. O da şöyle buyurdu:
"Sizin benden
sorduğunuz sünnet namazı ben de yapmayı ummadım. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz
bayram namazından ne önce, ne de sonra namaz kılmıştır. Artık isteyen kılar,
isteyen terkeder. İster misiniz namaz kılan bir cemaati men'edip, namaz kılan
bir kulu ondan men'eden durumuna mı düşeyim.!"
el-Iraki: "Bu
rivayetin isnadında İbrahim b. Muhammed b. Numan el-Cu'fi bulunuyor ki ben onun
durumuna tam vakıf değilim. Ama geri kalan ricalinin hepsi sahihtir,
demiştir."[512]
Böylece Hz. Ali
(r.a.), bayram namazından önce ve sonra namaz kılanlara "kılmayın"
demeyi uygun görmediğini belirtmiş oluyor. O günlerde konunun yanlış anlaşılır
endişesiyle böyle bir düşünceye sahip olması ihtimallerden biridir.
Taberani'nin
el-Kebir'de İbn Mes'ud (r.a.) den yaptığı bir rivayet bulunuyor:
"Bayram günü imam
henüz çıkmadan namaz kılmak sünnetten sayılmamıştır."
Bunun ricalinin hepsi
sıka (güvenilir) dir.
Bu konuda yine
Taberani'nin el-Kebir'de Ka'b b. Ucre (r.a.) den yaptığı bir rivayette, adı
geçen sahabinin oğlu Abdulmelik diyor ki:
"Ka'b b. Ucre
(r.a.) ile birlikte bayram namazının kılındığı yere gittik. İmam gelinceye
kadar o oturdu, namaz kılmadı. İmam namaz kıldırıp ayrılınca camidekiler de bir
dizi halinde ayrılmaya başladı. Ben: "Bunları görmüyor musun?" dedim.
O bana şöyle cevap verdi:
"Bu bid'attir ve
sünneti terktir."
el-Iraki bu rivayetin
isnadının ceyyid olduğunu belirtmiştir.
Bununla beraber yine
Taberani el-Kebir'de İbn Ebi Evfa (r.a.) dan yaptığı rivayetle, bayram
namazından önce ve sonra nafile (sünnet) namaz olmadığını belirtmeye
çalışmıştır ki, o rivayet şöyledir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) bayram namazından önce de, sonra da (nafile) namaz kılmamıştır."
Ancak yapılan ciddi
araştırma ile, bu rivayetin isnadında Kaid Ebu'l-Verka' bulunuyor ki, bu zat
metrukü'l-hadistir.[513]
Böylece rivayetlerin
hepsini biraraya getirdiğimiz zaman, bayram namazından önce ve sonra sünnet
namaz olmadığı ağırlık kazanır. Nitekim İbn Abbas ve İbn Ömer'in de mezhebi
budur.
1- Bayram
namazından önce ve sonra sünnet namaz yoktur.
2- Hanefi
imamlarından bir kısmına göre, bayram namazından sonra evine dönen kimsenin
nafile olarak iki rek'at namaz kılması müstehabdır. İmam Malik'de aynı
görüştedir.
3- Şafii
imamlarına göre, bayram namazından önce cemaatin nafile kılmasında bir sakınca
yoktur, imamın kılması ise mekruhtur.
Gerek cuma, gerekse
bayram günlerinde hatibin minberden mü'minlere seslenmesinin ayrı bir yeri ve
önemi vardır. Zira dindarlık daha çok öğüt, vaat ve tavsiyeyle kalplerde yer
eder ve güçlü hatiplerin, uzman ilim adamlarının hutbe, vaaz ve
konferanslarıyla ruhlar üzerinde olumlu tesirler uyandırır.
O bakımdan İslam
bilgiye ne kadar takdir sunmuşsa, bir o kadar güzel, çekici ve çarpıcı konudan
hatiplere de o nisbette takdir sunup ilgi göstermiştir.
Şüphesiz nesli dini
ahlak potasında şekillendiren, kitleyi doğruya yönelten, katı kalpleri
yumuşatıp incelten, kötü niyet ve fena düşünceleri gideren dini, ahlaki
konuşmalardır. Tabii bu konuşmayı beceren, bilgi dağarcığı dolu olan kişiler
yüklendiği takdirde öyledir.
Bunun için Rasulüllah
(s.a.v.) münasebet düştükçe, ihtiyaç hissedildikçe konuşur; ancak konuşmasını
bıkkınlık vermeyecek, tesirini kaybetmeyecek çizgide tutardı, az konuşup çok
şey öğretmeye özen gösterirdi. Cuma ve bayram hutbelerini kısa, fakat kapsamlı
ve tesirli tutar; kalp ve kafalara çok ustaca işlemeye bilhassa dikkat ederdi.
Böylece Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz hutbeyi birtakım kurallara bağlayıp onu gelişigüzellikten,
başıboşluktan kurtarmış ve kendisinden sonraki hatiplere sağlam, tesirli misal
ve kıstaslar emanet etmiştir.
Ebu Said (r.a.) den
yapıları rivayette, adı geçen diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz fıtr ve adha (ramazan ve kurban bayramı) günü namaz
kılınacak yere çıkar ve orada ilk yaptığı şey, namaza başlamak olurdu. Namazı
bitirince, ayağa kalkıp cemaate döner -ki cemaat de kendi saflarında oturmuş
halde bulunurlardı- onlara vaaz eder, tavsiyelerde bulunur ve birtakım emirler
verirdi: Bir taifeyi görevli olarak bir yere göndermeyi veya başka bir şeyi
emretmeyi dilediği zaman onunla emreder ve ayrılırdı."[514]
Tarık b. Şihab (r.a.)
den yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği belirtilmiştir:
"Mervan bir
bayram günü minbere çıktı, henüz bayram namazını kıldırmadan hutbeye başladı.
Bunun üzerine cemaatten bir adam kalkıp şöyle dedi:
"Ya Mervanî
Sünnete muhalefet ettin, bayram günü minberi (dışarı) çıkarttın ki o
çıkarılmazdı; aynı zamanda namazdan önce hutbeye başladın."
Ebu Said diyor ki:
"Şüphesiz o adam
kendine düşeni yaptı. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
işittim:
"Sizden kim
bir münker (sünnet ve kitap dışı bir olay) görürse, gücü yetiyorsa onu eliyle
gidersin; buna gücü yetiniyorsa diliyle onu değiştirmeye çalışsın.
Ona da
gücü yetmiyorsa, kalbiyle giderme
(yollarını araştırsın ve tiksinsin) ki bu imanın en zayıf yanıdır."[515]
Cabir (r.a.) den
yapılan rivayette, diyor ki:
"Bayram günü
Rasulüllah (s.a.v.) ile birlikte hazır bulundum. Hutbeden önce, ezansız ve
ikametsiz olarak namaza başladı. Sonra Bilal'e dayanarak kalktı, Allah'tan korkmayı
emretti, O'na taat-ü ibadette bulunmaya teşvikte bulundu; cemaate vaaz edip
birtakım öğütlerde ve hatırlatmalarda bulundu. Sonra yürüyüp kadınların bulunduğu
kısma geldi, onlara da vaaz edip, öğüt ve hatırlatmalarda bulundu.."[516]
Sa'd el-Müezzin (r.a.)
diyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz hutbenin bölüm ve kısımlarında tekbir getirir ve iki bayram
hutbesinde tekbir getirmeyi çoğaltırdı."[517]
Ubeydullah b. Abdillah
b. Utbe (r.a.) den yapılan rivayette, diyor ki:
"İmamın bayram
gününde iki hutbe okuması ve aralarında bir süre oturması sünnettir."[518]
Ata’dan, o da Abdullah
b. Saib (r.a.) den rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimizle birlikte bayram namazına hazır oldum. Namazı kılıp tamamlayınca,
buyurdu ki:
"Şüphesiz biz
hutbe okuruz; artık hutbe için oturup (dinlemek) isteyen otursun; gitmek
isteyen de gitsin."[519]
a)
Hanefilere göre: Bayram namazından sonra iki hutbe ardarda irad edilir. Birinci
hutbeye peşpeşe dokuz tekbir getirilerek başlanır; ikinci hutbe ise yedi
tekbir getirilerek yerine getirilir. Bu tekbirleri getirmenin müstehab olduğunu
el-Bahr sahibi kendi eserinde belirtmiştir. el-Mücteba'da ise "Bayram
hutbesinde 14 tekbir getirmek sünnettir" denilmiştir. Bayram hutbesinde
daha çok günün önemi üzerinde durulur. Fıtr bayramı ise, fitre konusu da
işlenir. Kurban bayramı ise, kurban kesmek hakkında aydınlatıcı bilgi verilir.[520]
b) Şafîîlere
göre: Bayramlarda erkan ve sünnetleriyle cuma hutbesi gibi hutbe okunur.
Ramazan bayramında fitreyle ilgili bilgi verilir. Kurban bayramında ise,
kurban hakkında bilgi verilerek cemaat aydınlatılır.
Birinci hutbeye
dokuz, ikinci hutbeye
yedi tekbir ile başlamak sünnettir.[521]
c)
Hanbelilere göre: Bayram namazından sonra iki hutbe okumak meşrudur. Birinci
hutbeye dokuz, ikinciye yedi tekbir ile başlanır. Ramazan bayramında fitre
konusu işlenir, sadakanın öneminden bahsedilir. Kurbân bayramında kurban
hakkında bilgi verilir.
Her iki hutbe de
sünnettir. Hutbelere hazır olmak vacib olmadığı gibi, dinlemek de vacib
değildir. Vakti müsait olanların oturup dinlemesi müstehabdir.[522]
d)
Malikilere göre: Bayram hutbesi cuma hutbesine benzer. Hatip minbere çıkınca
az oturup öylece birinci hutbeye başlar.[523]
Bayram hutbesi
sünnettir. İmam Malik'e göre, menduptur. Aynı zamanda namazdan sonra yerine
getirilir. Cuma hutbesine hamd ile başlanırken, bayram hutbesine tekbir ile
başlanır.[524]
499 nolu Ebu Said
hadisi sahihtir. Hutbede vaaz edip öğütte ve tavsiyede bulunmanın istihbabına
delalet etmektedir. Aynı zamanda hutbenin namazdan sonra yerine getirilmesinin
sünnet olduğuna delalet etmektedir.
500 nolu Tarık
rivayeti, emr-i bi'1-ma'rufun ve nehy-i ani'l-münkerin el
ile, olmadığı takdirde
dil ile yapılmasının meşruiyetine delalet etmektedir.
501 nolu Cabir hadisi,
namazın hutbeden önce kılınmasına ve aynı zamanda bayram namazının ezansız,
ikametsiz kılınmasına delalet etmektedir. Ayrıca hutbede öğüt, tavsiye ve
vaazda bulunmanın müstehab olduğunu göstermekte; diğer yandan bayram günü
kadınlara da vaaz-u nasihatte bulunmanın müstehab olduğu anlaşılmaktadır.
502 nolu Sa'd
hadisinin isnadında Abdurrahman b. Sa'd b. Ammar bulunuyor ki bu zat zayıftır.
Ancak Beyhaki bu hadisi
kuvvetlendirir anlamda Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den şunu rivayet
etmiştir:
"Birinci hutbeye
ardarda olmak üzere dokuz, ikinci hutbeye yedi tekbir ile başlamak
sünnettir."
503 nolu Şafii hadisi
ise, bayramda, aralarında oturmak üzere iki hutbenin meşruiyetine delalet
etmekte ve bunun sünnet olduğu anlaşılmaktadır.
504 nolu Ata' hadisi
murseldir; yani senedinden bir sahabi düşmüştür.
Ebu Davud'da aynı tesbitte bulunmuştur. Böylece bayram hutbesinin sünnet
olduğuna delalet etmektedir.
1- Bayram
hutbesi dört mezhebe göre sünnettir.
2- Bayram
hutbesi, bayram namazından sonra yerine getirilir.
3- Hutbelere
genellikle hamd ile başlandığı halde, bayram hutbelerine tekbir ile başlamak
sünnet veya müstehabdır.
4- Birinci
hutbeye dokuz, ikinci hutbeye yedi tekbir ile başlamak müstehabdır.
5- Tekbirler
dışında bayram hutbesiyle cuma hutbesi arasında erkan ve sünnet bakımından fark
yoktur.
6- Ramazan
bayramında sadaka konusunu işlemek müstehabdır. Fitrenin özellikleri ve
yararları, aynı zamanda nisbeti üzerinde de durulur.
7- Kurban
bayramında daha çok kurbanlık hayvanlardan, onların kesilmesinden,
dağıtılmasından bahsedilmesi müstehabdır.
8- Bayram
hutbesi farz ve vacip olmadığından cemaatin onu dinlemek üzere camide oturup
beklemesi gerekmemektedir. Oturup dinleyen me'cur olur, işi olan kimsenin de
çıkıp gitmesinde bir sakınca yoktur. Müctehidlerden bir kısmına göre, terkinde
kerahet vardır.
9- Bayram
hutbesinde imam minbere çıkınca ezan okunmaz. Ancak imamın hutbeye başlamadan
az bir süre oturup öylece ayağa kalkması müstehaptır.
[1] Müsned-i Ahmed, İbn Mace: Abdurrahman b. Ebi Leyla.
[2] Müsned-i Ahmed.
[3] Kur'an-ı Kerim: 75/40.
[4] Ebu Davud, salat: 149.
[5] Neylü'l-Evtar: 2/367.
[6] Abdurrahman el-Cezîri, Kitabu'l-Fıkhi
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa : 1/300.
[7] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/301.
[8] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi
Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/301.
[9] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/301.
[10] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 2/367>
[11] İbn Kudame, el-Muğni: 1/710.
[12] Ebu Davud, Salat: 147, Nesai, Tatbik: 12, 25, 73, 86,
Ahmed: 5/388, 397,400,401-6/24.
[13] Şevkani, Neylü’I-Evtar: 2/368.
[14] Buhari, cuma: 35, Müslim, istiska: 9, Tirmizi, salat:
154, Nesai, Sehv: 6, İbn Mace, ikamet: 59, Taberani, dahaya: 1, Ahmed: 2/10.
[15] Ebu Davud, Salat: 166, Tirmizi, salat: 154, Nesai,
sehv: 6, Daremi, salat: 94.
[16] Neylü'l-Evtar: 2/369.
[17] Mecmeü’1-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/119, 120.
[18] İbn Kudame, el-Muğni: 1/711.
[19] İbn Kudame, el-Muğni: 1/711.
[20] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/99.
[21] İbn Kudame, el-Muğni: 1/711.
[22] lbn Kudame, el-Muğni: 1/712.
[23] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 2/370.
[24] Tirmizi, cumua: 59.
[25] Buhari, ezan: 93, Bed'i-halk: 11, Nesai, sehv: 10,
Ahmed: 6/70, 106.
[26] Ebu Davud, salat: 161, Nesai, sehv: 10, Daremi, salat:
134, Ahmed: 5/172.
[27] Mizanü'l-İ'tidal Fi-Nakdi'r-Rical, Zehebi: 4/9932 nolu
Ebu'l-Ahvas.
[28] Kasani, Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi’:
1/215.
[29] Zekeriye el-Ansari, Fethü'l-Vahhab bi Şerhi
Menhecil-Tullab: 1/35.
[30] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/306.
[31] Fethü'l-Vehhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/52.
[32] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/306.
[33] Abdurrahman el-Ceziri, Kitabu'l-Fıkhi
Ala'l-Mezahibi'l- Arbaa: 1/306.
[34] Fazla bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 1/37.
[35] Ebu Davud, cihad: 16.
[36] Müsned-i Ahmed: 3/43, 54.
[37] Tirmizi, mevakit: 167, Ebu Davud, Salat: 50, Daremi,
salat: 21, Ahmed: 3/43, 54, 4/241, 244.
[38] İbn Mace, ikaamet: 42.
[39] İbn Mace, ikaamet: 42, 43.
[40] Kasani, Bedayi'u's-Sanayi': 1/215, Mecmeu'l-Enhür:
1/123.
[41] Bilgi İçin bak: İbn Kudame, el-Muğni: 1/661, 662.
[42] Bilgi için bak: Kasani, Neylü'l-Evtar: 1/373.
[43] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 2/374.
[44] Tirmizi, salat: 170, Nesai, sehv: 12, İbn Mace,
ikamet: 146, Daremi, salat: 178, Ahmed: 2/233, 248, 255, 473, 475, 49.
[45] Tirmizi, cumua: 69.
[46] Ebu Davud, salat: 165, Tirmizi, mevakıyt: 170, Nesai,
sehv: 12, İbn Mace, ikamet: 146, Daremi, salat: 178, Ahmed: 2/248.
[47] Kasani, Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi':
1/218.
[48] Mecmeu'l-Enhür: 1/126.
[49] İbn Kudame, el-Muğni: 1/663.
[50] İbn Kudame, el-Muğni: 1/163.
[51] Mizanü'l-İ’tidal: 4/180, 8757 nolu Mendel.
[52] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 2/382.
[53] Buhari, ezan: 4, el-amelü fi's-salat: 18, sehv: 6,
bed'-i halk: 11, Müslim, salat: 19, mesacid: 83, Ebu Davud, salat: 31, Nesai,
ezan: 20, 30, Daremi, salat: 11, 174, Taberani, nida: 6, Ahmed: 2/313, 398,
411, 460, 503, 522, 531.
[54] Buhari, büyû': 3, Tirmizi, kıyamet: 60, Nesai, kudat:
11, Daremi, büyû': 2, Ahmed: 6/153.
[55] Nesai, taibiyk: 32.
[56] Ahmed: 3/162,167, 180, 191, 204, 207, 216, 218, 252,
255, 259, 278, 282.
[57] Buhari, cenaiz: 41.
[58] Kasani, Bedayi'u's-sanayi': 1/273.
[59] Ebu Zekeriya Yahya, minhacü't-talibin: 10.
[60] eş-Şerhü'l-Kebir Ala'l-Muğni: 1/784.
[61] İbn Kudame, el-Muğni 1/785, Şafiiler bu duayı
okur.
[62] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/102, 103.
[63] Tenvirü'l-Havalik Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 1/174.
[64] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 1/314,
Şevkani, Neylü'l-Evtar.
[65] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 2/388.
[66] Al-i İmran: 3/128.
[67] Buhari, meğazi: 21, tefsir: 3, 9, daavât: 58, i'tisam:
17, Nesai, tatbiyk: 31, Daremi, salat: 216, Ahmed: 2/93, 147, 255.
[68] Buhari, salat: 90, Ebu Davud, salat: 106, 107, 109,
Tirmizi, mevakıyt: 133, Nesai, kıble: 5, İbn Mace, ikamet: 59, Daremi, salat:
124, 125.
[69] Müslim, salat: 243, 244, Nesai, kıble: 4.
[70] Buhari, ıydeyn: 13, İbn Mace, ikamet: 164.
[71] İbn Mace, ikamet: 36, Ahmed: 2/249, 255, 266.
[72] Haşiyetü't-Tahavi Ala Meraki'l-Felah: 201.
[73] Haşiyetü't-Tahavi Ala.
[74] es-Siracü’l-Vehhac Ala Metni Minhac: 57.
[75] eş-Şerhü'l-Kebir Ala'l-Muğni: 1/622.
[76] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/113, 114.
[77] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 3/633, 7938
nolu Muhammed.
[78] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/1.
[79] Buhari, salat: 90, 94, mevakiyt: 31, 33, ezan: 12, 14,
15, 38, Müslim,salat: 33, 105, 175.
[80] Müslim, Ebu Davud, Müsned-i Ahmed.
[81] Müslim, Nesai, İbn Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed:
6/426, 428.
[82] Mecmeü'l-Enhür Şerhu Mültekal-Ebhur: 1/130.
[83] es-Siracü'l-Vehhac Şerhun Ala Metni'l-Minhac: 63, 64.
[84] İbn Kudame, el-Muğni: 1/762, (Zehebi bu zatın meçhul
olduğunu kaydetmiştir.).
[85] İbn Kudame, el-Muğni: 1/766.
[86] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi's-Erbaa: 1/328, 32.
[87] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/18.
[88] Zehebi, Mizanü'l-İtidal: 3/569, 7619 nolu Muhammed.
[89] Tirmizi, mevakiyt: 189, Ahmed: 1/147, 6/325, 326, 426.
[90] Tirmizi, salat: 201, Ahmed: 2/117.
[91] Ebu Davud, tetavvu’: 8, Tirmizi, mevakıyt: 201,
Ahmed:2/117.
[92] Mecmeü'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/129, 130.
[93] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/328.
[94] İbn Kudame, el-Muğni: 1/765, 766.
[95] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/329.
[96] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/20.
[97] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 3/613, 7825 nolu Muhammed.
[98] Ebu Davud, vitir: 2, 3, Ahmed: 2/443, 5/357, Nesai,
kıyamu'l-leyl: 40.
[99] İbn Mace, ikamet, Nesai, kıyamu'l-leyl: 27, Ahmed:
1/86, 98, 100, 107, 115,148.
[100] İbn Mace, ikamet: 123, Ahmed: 5/357.
[101] Buhari, vitir: 1, Taberani, leyi: 20.
[102] Müslim, müsafirîn: 153, 154, Ebu Davud, Vitir: 3,
Nesai, kıyamu'l-leyl: 34, Ahmed: 2/33, 43, 51, 83, 100, 154.
[103] Ebu Davud, tetavvu': 26, Nesai, sehv: 74, ezan: 41,
Taberani, levl: 8.
[104] Bilgi için bak: Fetava'yi Hindiyye: 1/111.
[105] Kasânî, Bedayiu's-Sanayi, 272.
[106] Zekeriya el-Ansari, Minhacü't-Talibin: 14.
[107] İbn Kudame, el-Muğni: 1/782, 783.
[108] Abdurrahman el-Cezirî, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/336, 337.
[109] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 1/667, 2572 nolu Halil.
[110] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/35.
[111] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/39.
[112] Nesai, siyam: 40, Ahmed: 1/191, 195.
[113] Nesai, siyam: 1, Ahmed: 2/230, 385, 425.
[114] Ebu Davud, ramazan: 1, Nesai, sehv: 103, İbn Mace,
ikamet: 173, Daremi, savm: 54, Ahmed: 5/159, 163.
[115] Buhari, teheccüd: 5, ezan: 80, teravih: 1, Müslim,
müsafirîn: 177, 178, Ebu Davud, ramazan: 1, Nesai, kıyamu'l-leyl: 1, 4.
[116] Buhari, teravih: 1, Taberani, ramazan: 3, 50.
[117] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/135, 136.
[118] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/341.
[119] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/341, 342.
[120] İbn Kudame, el-Muğni: 1/798, 799.
[121] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/341.
[122] el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibil-Arbaa: 1/342, 343.
[123] Müsüm, siyam: 202, 203, Ebu Davud, savm: 55, Tirmizi,
salat: 168, 207, savm: 40, Nesai, kıyamu'l-leyl: 6, Daremi, savm: 45, Ahmed:
2/342, 344.
[124] Müslim, salat: 215, Nesai, mevakiyt: 35, tatbiyk: 78,
Tîrmizi, daâvat: 118, Ahmed: 2/421.
[125] Buhari, teheccüd: 7, enbiya: 37, 38, Müslim, siyam:
189, 190, Ebu Davud, savm: 66, Nesai, siyam: 14, 68, 69,76, 77, Ahmed: 2/314.
[126] Tirmizi, mevakıyt: 212, sevabu'l-kur’an: 23, Nesai,
iftitah: 82, kıyamü'l-leyl: 23, Ahmed: 3/192, 289, 6/149.
[127] Haşiyetü't-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 216, 217.
[128] Fetava-yi Hindiyye: 1/112.
[129] Ebu Yahya Zekeriya el-Ensari, Fethü’l-Vahhab bi-Şerhi
Menheci’t-Tullab: 58.
[130] İbn Kudame, el-Muğni: 1/771, 772, 773’den özetlenerek.
[131] İbn Kudame, el-Muğni: 1/774.
[132] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/329.
[133] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/65.
[134] Müslim, misafirîn: 197, Ahmed: 6/30.
[135] Müslim, misafirîn: 198, Ahmed: 2/399.
[136] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi’: 1/296.
[137] Buhari, teheccüd: 33, savm: 60, Müslim, misafirin: 85,
86, Ebu Davud, vitir: 7, Nesai, siyam: 8, kıyamu'l-leyl: 28, Daremi, salat:
151, savm: 38, Ahmed: 2/229, 233, 254, 258, 260, 5/1 61, 172, 6/440, 450.
[138] Buhari, sulh: 11, cihad: 72, Müslim, misafirin: 84,
zekat: 56, Ebu Davud, tatavvu’: 12, edeb; 160, Ahmed: 2/316, 328.
[139] Müslim, zekat: 54, Ebu Davud, adab: 160, Ahmed: 5/354,
359.
[140] Ebu Davud, Müsned-i Ahmed: 3/359, 4/153.
[141] Feteva-yi Hindiyye: 1/112.
[142] Ebu Yahya Zekeriyya el-Ansari/Fethu'l-Vahhab bi- Şerhi
Menheci't-Tufİab:1/57
[143] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/332.
[144] İbn Kudame, el-Muğni: 1/767, 768.
[145] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/332.
[146] Müslim, misafirîn: 68, 70, Buhari, salat: 60,
teheccüd: 25, Tirmizi, salat: 117, 118, Nesai, mesacid: 36, 37, İbn Mace,
mesacib: 13, Daremi, isti'zan: 56, Taberani, sefer: 58.
[147] Ebu Davud, salat: 88.
[148] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/78.
[149] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 215.
[150] Gamravî, Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 65.
[151] Ebu Yahya Zekeriya, Fethu'l-Vahhab: 1/57.
[152] İbn Kudame, el-Muğni: 1/770.
[153] Abdurrahman el-Cezire, el-Fıkhu
Ala’l-Mezahabi’l-arbaa: 1/331, 333.
[154] Buhari, teheccüd: 17, fezail-i âshab: 123, Ahmed:
2/333, 439.
[155] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/334.
[156] Taberani: Ka'b b. Malik (r.a) den.
[157] Buhari, teheccüd: 25, daâvat: 49, tevhid: 10, Tirmizi,
vitir: 18, İbn Mace, ikamet: 188, Ebu Davud, vitir: 3, Nesai, nikah: 26, 27,
Ahmed: 3/344.
[158] Taberani: İbn Mes'ud (r.a) den.
[159] Tirmizi, vitir: 18, kader: 15.
[160] Ebu Yala el-Mevsalî.
[161] Taberani Fil-Kebîr.
[162] Tirmizi, kader: 15, Ahmed: 1/168.
[163] Haşiyetü't-Tahtavi: 217.
[164] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/335.
[165] Buhari, ezan: 81, i'tisam: 3, Tirmizi, mevakıyt: 213,
Taberani, cemaat: 4, Ahmed: 5/182.
[166] Müslim, müsafirîn: 210, İbn Mace, ikamet: 186, Ahmed:
3/15, 59, 316.
[167] Ebu Davud, menasik: 96, Ahmed: 2/367.
[168] Ebu Davud, menasik: 97, İbn Mace, ikamet: 186, Ahmed:
27367, 4/114, 116.
[169] Buhari, ezan: 154, Nesai, ikamet: 46, sehv: 73, Ahmed:
4/44, 5/449.
[170] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mültekal-Ebhur: 1/137, 138.
[171] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/137, 138.
[172] Kasanî, Bedayi’u’s-Sanayi': 1/297.
[173] Fethü'l-Vehhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/59.
[174] İbn Kudame, el-Muğni: 1/762.
[175] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/97.
[176] Buhari, Müslim, salat: 50, 52, 165, 176, Ebu Davud,
salat: 188, İbn Mace, edeb: 55.
[177] Müsned-i Ahmed: 3/110, 131.
[178] Müslim, müsafirîn: 288, Daremi, salat: 42, 143, Ahmed:
1/18, 3/46, 52 53.
[179] Buhari, mevakıyt: 30, 31, 32, Müslim, müsafirîn: 286,
Ebu Davud, tetavvu': 10, Tirmizi, mevakıyt: 20.
[180] Müslim, iman: 81, Ahmed: 2/18, 23, 26, 72, 73, 90, 92,
111, 118, 121, 126, 4/118, 5/273.
[181] Müslim, müsafirîn: 293, Ebu Davud, cenaiz: 51,
Tirmizi, cenaiz: 41, Nesai, mevakıyt: 31, 34, cenaiz: 89, İbn Mace, cenaiz: 30,
Daremi, salat: 142, Ahmed: 4/151.
[182] Haşiyetü't-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 102.
[183] Haşiyetü't-Tahtavi ala Meraki'l-Felah: 103.
[184] Zekeriya Ansarî, Fethü'l-Vahhab bi-Şerhi
Menheci't-Tullab: 1/32.
[185] İbn Kudame el-Muğni: 1/747, 752.
[186] Suyûtî, Tenvirü'l-Hevalik Şerhün ala Muvalta'i Malik:
1/220, 221'den özetlenerek.
[187] Neylü'l-Evtar: 3/100.
[188] İbn Mace, ikamet: 71, Müsned-i Ebî Davud.
[189] Sahih-i Müslim, Buhari, sücud: 1, 4, 5, menakıb-i
ansar: 29, Ahmed: 1/388.
[190] Buhari, Tirmizi, Ahmed: 1/388, 401,437,443, 462.
[191] Tirmizi, cumua: 50, İbn Mace, ikamet: 71, Daremi,
salat: 163.
[192] Ebu Davud, Tirmizi, cumua: 52, Daremi, salat; 161,
197,Ahmed: 5/156.
[193] Fetava-yi Hindiyye: 1/132.
[194] Mecmeu'l-Enhür Şerhun el-Mülteka'l-Ebhur: 1/156, 157.
[195] Zekeriya el-Ansari, Minhacü't-Talibin: 13, 14.
[196] İbn Kudame, el-Muğni: 1/652, 653.
[197] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/109, 110.
[198] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/109.
[199] Ebu Davud, İbn Sikkîn.
[200] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 4/126, 8587 nolu Matar.
[201] İbn Mace, ikamet: 192, Müsned-i Ahmed.
[202] Âhmed: 1/191, 2/223.
[203] Buhari, ezan: 90, küsuf: 2, salat: 11, Müslim, küsuf:
1, 9, 11, 16, istiska: 4, İbn Mace, İkamet: 158, Ahmed: 1/191, 2/188, 223,
6/32, 53.
[204] Ebu Davud, cihad: 162.
[205] Haşiyetü't-Tahtavi âla Meraki'l-Felah: 27, 272.
[206] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi’l-Arbaa: 1/470.
[207] İmam Şafii, el-Ümm: 1/134.
[208] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/470.
[209] İbn Kudame, el-Muğni: 1/654, 655.
[210] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala’l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/470.
[211] Şevkani, Neylü’l-Evtar: 3/121.
[212] Zehebi, Mizanü'l İ’tidal: 4/227, 8945 nolu Musa.
[213] Neylü'l-Evtar: 3/121.
[214] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 3/120, Zehebi,
Mizanü'l-İ'tidal: 1/341.
[215] Buhari, salat: 88, sehv: 5, lukata: 5, edeb: 45, Ebu
Davud, salat: 189, Nesai, sehv: 22, salat: 177, 202, Ahmed: 2/226, 293.
[216] Buhari, salat: 88, Nesai, sehv: 22.
[217] Müsned-i Ahmed: 1/351.
[218] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/147, 148.
[219] Zekeriya Ansari, Fethu'l-Vahhab bi Şerhi Menheci’t-
Tullab: 1/53.
[220] Ebu Zekeriya Nevevi, Minhacü't-Talibin: 13.
[221] İbn Kudame, el-Muğnî: 1/664, Muvafakuddin İbn Kudame,
eş-Şerhü’l-Kebir:1/664.
[222] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/133.
[223] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/129.
[224] Tirmizi, salat; 174, İbn Mace, ikamet: 132, Ahmed:
1/190, 193, 204.
[225] Müsned-i Ahmed: 3/72, 83, 84, 87.
[226] Buhari, salat: 31, 32, Nesai, sehv: 25, 26, Taberani,
nida: 49, Ahmed: 1/379, 438, 443.
[227] Ebu Davud, İbn Mace, ikamet: 135.
[228] Ebu Davud, Nesai, Ahmed.
[229] Fetavayi Hindiyye: 1/130, 131.
[230] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 60.
[231] İbn Küdame, el-Muğni: 668, 669.
[232] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/133, 137.
[233] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/130.
[234] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 1/248, 249, 945 nolu İsmail.
[235] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 4/120, 8563 nolu Mus'ab,
Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/134.
[236] Şevkani, Neylül-Evtar: 3/130.
[237] Buhari, mevakıyt: 20, ezan: 34, Ebu Davud, salat: 47,
Nesai, iman: 45, İbn Mace, mesacid: 18, Daremi, salat: 53, Ahmed: 5/140, 141.
[238] Müsned-i Ahmed: 1/394, 402, 449, 2/244, 5/206.
[239] Müslim, mesacid: 255, Nesai, imamet: 50.
[240] Ebu Davud, salat: 46, İbn Mace, mesacid: 17, Ahmed:
3/423.
[241] Buhari, ezan: 29, 30, büyü’: 49, Müslim, mesacid: 245,
247, 250, 272, Tirmizi, salat: 47, Nesai, imamet: 42, İbn Mace, mesacid: 16,
Daremi, salat: 56, Ahmed: 1/376, 382, 2/65, 102, 112, 252, 264, 328.
[242] Buhari, Müslim.
[243] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi': 1/155, 156.
[244] Şeyhülislam Zekeriya el-Ansari, Minhacü't-Talibin: 15.
[245] İbn Kudame, el-Muğni: 2/3, 4, Şemsüddin Ebu'l- Ferec,
eş-Şerhu'l-Kebir: 2/4.
[246] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/406.
[247] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/144.
[248] Kadınlarla erkeklerin
namazda aynı hizada, aynı safda beraber durmaları ki, namazı ifsad eden bir
haldir.
[249] Buhari, ezan: 162, cumua: 13, Müslim, salat: 137, 139,
Ebu Davud, salat: 32, Tirmizi, cumua: 48, Ahmed: 2/98, 127, 142, 145.
[250] Buhari, cumua: 13, Müslim, salat: 136, Ebu Davud, salat:
52, Daremi, salat: 57.
[251] Müslim, salat: 143, Ebu Davud, tereccül: 7, Nesai,
zinet: 37, 38, 74, Ahmed: 2/304.
[252] Ahmed: 6/297, 301.
[253] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/155.
[254] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/157.
[255] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/157.
[256] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/157.
[257] İbn Kudame, el-Muğnî: 2/24-27'den özetlenerek.
[258] Buhari, cumua: 13, Müslim, salat: 136, Ebu Davud,
salat: 52, Daremi, salat: 51, Taberani, kıble: 12, Ahmed: 2/16, 151, 5/192,
6/69.
[259] Buhari, ezan: 20, ahkam: 31, Müslim, mesacid: 155,
akdiye: 5, Ahmed: 5/306.
[260] Buhari,cumua: 13, ezan: 23, Ebu Davud, salat: 54, İbn
Mace, mesacid: 14, Ahmed: 2/237, 238, 239, 270, 5/306, 310.
[261] Müslim, mesacid: 151, 152, 153, 154.
[262] Buhari, ilim: 28, ezan: 62, Müslim, salat: 183, 186,
Tirmizi, salat: 61, Nesai, imamet: 35, İbn Mace, ikamet: 48, 49, Daremi, salat:
46.
[263] Buhari, taksir: 12, teheccüd: 31, meğazi; 50, Müslim,
müsafirin: 80, Tirmizi, vitir: 80, Daremi, salat: 151, Ahmed: 5/226, 6/342.
[264] Buhari, ezan: 65, Müslim, salat: 192, Tirmizi, salat:
159.
[265] Buhari, sehv: 9, mecaz: 12, Müslim, salat: 77, 82, 86,
89, Tirmizi, salat: 150, Nesai, eimme: 16, 38, 40, iftitah: 30, tatbiyk: 22,
İbn Mace, ikamet: 13, 144, Daremi, salat: 44, 71.
[266] Ebu Davud, salat: 68, Ahmed: 2/230, 314, 3/110.
[267] Tirmizi, cumua: 56, Nesai, imamet: 37, İbn Mace,
ikamet: 41, Taberani, nida: 56.
[268] Nesai, sehv: 102, Ahmed: 3/102, 126, 154, 245.
[269] Buhari, salat: 18, ezan: 51, 74, 82, 128, tefsir: 17.
[270] Fetava-yi Hindiyye: 1/107.
[271] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/308.
[272] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 75,
76.
[273] İbn Kudame, el-Muğni: 2/14.
[274] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/308.
[275] Buhari, ilim: 41,vudû': 5, ezan: 57, 59,77,
161,daâvat: 10, libas: 75, Müslim, müsafirin: 181, 184, 187, 192, 193, Tirmizi,
salat: 57, Nesai, gusül: 29, imamet: 45, İbn Mace, ikamet: 44, Daremi, salat:
43.
[276] Müsned-i Ahmed: 1/341, 342, 347, 3/326, 421.
[277] Ebu Davud, tetavvu': 18, vitir: 13, ramazan: 1.
[278] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi': 1/156.
[279] Ebu Zekeriya el-Ansari, Fethü'l-Vahhab: 1/59.
[280] İbn Kudame, el-Muğni: 2/54, 55.
[281] İmam Malik, el-Muvatta’; 1/154.
[282] İmam Malik, el-Muvatta': 1/154.
[283] Ebu Davud, tetavvu': 18, vitir: 13, Nesai,
kıyamu'l-leyl: 5, Ahmed: 2/250, 536.
[284] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 3/644, 7938 nolu Muhammed.
[285] Müslim, mesacid: 289, 291, Ahmed: 3/24, 5/53.
[286] Buhari, ezan: 54, Müslim, mesacid: 290, 291, Ebu
Davud, salat: 60, Tirmizi, salat: 60, Nesai, imamet: 3, 5.
[287] Buhari, ezan: 18, 35, Tirmizi, salat: 37, Nesai, ezan:
7, 8, 29, imamet: 4, İbn Mace, ikamet: 46, Ahmed: 5/35.
[288] Tirmizi, salat: 147, Buhari, ezan: 50, Ahmed: 3/436,
437, 5/53.
[289] Tirmizi, birr: 53, cennet: 25, Ahmed: 2/26.
[290] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 163, 164'den
özetlenerek.
[291] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/428.
[292] İbn Kudame, el-Muğni: 17-20'den özetlenerek.
[293] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/429'dan.
[294] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Alal-Mezahibi'l-Arbaa:
1/4291 dan özetlenerek.
[295] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 3/50, 5550
nolu Osman ve Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/181.
[296] İbn Mace, ikamet: 28, 31.
[297] Darekutni, Neylü'l-Evtar: 3/184.
[298] Ebu Davud, Darekutni.
[299] Buhari, kendi tarihinde.
[300] Ebu Davud, cihad: 33.
[301] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi’: 1/156.
[302] Ebu Zekeriya el-Ansari, Fethü'l-Vahhab: 1 /61, 62, 63.
[303] İbn Kudame, el-Muğni: 2/21, 22'den özetlenerek.
[304] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi': 1/156.
[305] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/185.
[306] Zehebi,Mizanü'l-İ'tidal: 2/178, 3346 nolu Sellam.
[307] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/185'den özetlenerek.
[308] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/186.
[309] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 3/43, 5531 nolu Osman.
[310] Ahmed: 3/442, 4/193, 430, 431, 432.
[311] İmam Malik, et-Muvatta’: 1/164.
[312] Mecmeu'l-Enhür Şerhun Ala Mülteka'l-Ebhur: 1/163.
[313] İmam Şafii, el-Ümm: 1/180, 181.
[314] İbn Kudame, el-Muğni: 2/130-132.
[315] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/478.
[316] Bilgi İçin bak: Zehebi, Mizanü'i-İ'tidal: 3/127, 5844
nolu Ali.
[317] İmam Malik, el-Muvatta’: 1/163.
[318] İmam Şafii, el-Ümm: 1/172.
[319] İmam Şafii, el-Ümm:1/172, Ahmed b. Hanbel: 3/124, 299,
300, 308, 369.
[320] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/111.
[321] İmam Şafii, el-Ümm: 1/173.
[322] İbn Kudame, el-Muğni: 2/52.
[323] İbn Kudame, el-Muğni: 2/52.
[324] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/190.
[325] Şerhu Maani'l-Asar: 1/409.
[326] Müslim, salat: 281, 283, Tirmizi, mendubat: 151,
Nesai, imamet: 8, İbn Mace, taharet: 83, ikamet: 69, Ahmed: 1/256, 303, 3/53,
4/27.
[327] Tirmizi, salat: 151.
[328] Buhari, Müslim.
[329] Buhari, ezan: 128, salat: 18, Müslim, salat: 77, 79,
Nesai, imamet: 16, Tirmizi, salat: 150.
[330] Ebu Davud, salat: 68.
[331] Feteva-yi Hindiyye: 1/85.
[332] Mecmeu'l-Enhür: 1/112.
[333] İmam Şafii, el-Ümm: 1/171.
[334] İmam Şafii, el-Ümm: 1/171.
[335] İbn Kudame, el-Muğni: 2/49, 50.
[336] İbn Kudame, el-Muğni: 2/48, eş-Şerhu'l-Kebir: 2/49.
[337] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/194.
[338] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 1/379, 1425 nolu Cabir.
[339] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/196, Ebu Davud, taharet:
124.
[340] Ebu Davud, Darekutni, Ahmed: 4/203, 204.
[341] Mecmeu'l-Enhür: 1/112.
[342] Ebu Zekeriya el-Ansari, Minhacü’t-Talibin: 15.
[343] İbn Kudame, el-Muğni: 2/51.
[344] el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/31.
[345] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/197.
[346] Ebu Davud, salat: 98.
[347] Müslim, salat: 122, Ebu Davud, taharet: 121, Nesai,
taharet: 196, İbn Mace, taharet: 95, Daremi, salat: 51, Ahmed: 4/122, 264, 320,
321.
[348] Müslim, salat: 122, 123, Ebu Davud, salat: 95,
Tirmizi, mevakıyt: 54, Nesai, imamet: 23, 26, İbn Mace, ikamet: 45, Daremi,
salat: 51, Ahmed: 1/457, 4/122.
[349] Müslim, salat: 132, Ebu Davud, salat: 97, Tirmizi,
mevakıyt: 52, Nesai, imamet: 32, İbn Mace, ikamet: 52, Daremi, salat: 52,
Ahmed: 2/485, 3/3, 16, 293, 398.
[350] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/158.
[351] İmam Şafii, el-Ümm: 1/169.
[352] İbn Kudame, el-Muğni: 2/43, 44.
[353] İbn Kudame, el-Muğni: 2/43.
[354] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 4/367, 9469 nolu Yahya.
[355] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/206.
[356] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 3/420'den özetlenerek.
[357] Ahmed: 6/235, 5/344.
[358] Nesai, mesacid: 43, imamet: 19, Buhari, ezan: 41, 161,
salat: 20, teheccüd: 33, Müslim, mesacid: 266, Ebu Davud, salat: 70, 91,
Tirmizi, salat: 59, İbn Mace, mesacid: 8, Ahmed: 3/131, 141.
[359] Buhari, ezan: 78, Nesai, imamet: 62, Ahmed: 3/110,
131, 140.
[360] Müslim, salat: 132, Ebu Davud, salat: 97, Tirmizi,
mevakıyt: 52, Nesai, imamet: 32, İbn Mace, ikamet: 52, Daremi, salat: 52,
Ahmed: 2/485, 3/3, 16, 293, 398.
[361] Kasani, 183, Bedayiu's-Sanayi': 1/159.
[362] Ebu Yahya Zekeriya Ansari, Fethü'l-Vahhab: 1/349.
[363] İbn Kudame, el-Muğni: 2/44.
[364] Sahnûn, Müdevvenetü'l-Kübra: 1/106.
[365] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 2/283, 3754 nolu Sehr.
[366] Medain: Bağdat'ın alt kısmında Dicle nehri kenarında
tarihi bir şehir.
[367] Ebu Davud, salat: 66.
[368] Darekutni.
[369] Buhari, cumua: 26, Nesai, mesacid: 45, Ahmed: 5/339,
Müslim, mesacid: 45.
[370] Said, kendi süneninde.
[371] Feteva-yi Hindiyye: 1/88.
[372] Ebu Zekeriya Nevevi, Minhacü't-Tullab: 16.
[373] İbn Kudame, el-Muğni: 2/40, 41.
[374] İbn Kudame, el-Muğni: 2/40, 41.
[375] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 3/220.
[376] Ebu Davud, İbn Mace, ikamet: 2203.
[377] Ebu Davud, salat: 188, İbn Mace, ikamet: 203, Ahmed:
2/425.
[378] Kasanî, Bedayiu's-Sanayi': 1/160.
[379] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 52.
[380] İbn Kudame, el-Muğni: 2/79, eş-Şerhü'l-Kebir: 2/79.
[381] Bilgi İçin bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/224, Zehebi,
Mizanü'l-İ'tidal: 1/2041 nolu ibrahim.
[382] Buhari, taksir: 19.
[383] Darekutni.
[384] Müsned-i Ahmed: 3/126.
[385] Mecmeu'l-Enhür: 1/153, 154.
[386] el-Gamravi, Siracü'l-Vehhac: 42, 43.
[387] İbn Kudame, el-Muğni: 2685, 86, 87, eş-Şerhü'l-Kebir:
87, 88.
[388] Şemsüddin, eş-Şerhü’l-Kebir: 2/88, 89.
[389] Şevkani, Neyîü'l-Evtar: 3/225.
[390] Zehebi, Mizanü’l-İ’tidal: 1/535, 2002 nolu Hüseyn.
[391] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/225.
[392] Buhari, Müslim.
[393] Müslim, müsafirin: 4, Ebu Davud, sefer: 1, 3, Tirmizi,
tefsir: 4, Nesai, sefer: 1, İbn Mace, ikamet: 73, Daremi, salat: 179, Ahmed:
1/25, 36.
[394] Darekutni, isnad-ı hasen ile...
[395] Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 1/93.
[396] Bilgi için bak: Kasani, Bedayiu's-Sanayi’': 1/ 97, 98.
[397] Ebu Zekeriya Nevevi, Minhacü’l-Talibin: 17.
[398] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/472, 473.
[399] İbn Kudame Şemsüddin, eş-Şerhü'l-Kebir: 90, 91.
[400] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1 472, 473.
[401] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/472, 473.
[402] Nesai, cumua: 37, taksir: 1, lydeyn: 11, Ahmed: 1/37.
[403] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/232.
[404] Müsned-i Ahmed: 2/108.
[405] Buhari, taksir: 6, 14, Müslim, müsafirin: 42, 45, 48,
mevakıyt: 18.
[406] Buhari, tefsir: 15, 16, Müslim, müsafirin: 46,
Tirmizi, cumua: 42, Nesai, mevakıyt: 42, Ahmed: 3/247, 265.
[407] Ahmed b. Hanbel, İmam Şafii, Müsned.
[408] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/487.
[409] el-Gamravi, Siracül-Vehhac: 82.
[410] Şemsüddin İbn Kudame, eş-Şerhü'l-Kebir: 2/114-116.
[411] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/116, 117.
[412] Muan'an hadis: Istima' ve tahdîs sözlerine yer
verilmeden sadece "falan filandan" denilen hadistir
[413] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 3/243, 244.
[414] Müslim, mesacid: 251, 254, Müsned-i Ahmed: 2/531, 539.
[415] Müslim, cumua: 40, Nesai, cumua: 2, Ahmed: 1/239, 254,
335, 2/84.
[416] Nesai, cumua: 2, Tirmizi, cumua: 7, İbn Mace, ikamet:
93, Daremi, salat: 205, Taberani, cumua: 20, Âhmed: 5/8.
[417] Ebu Davud, taharet: 127, Nesai, cumua: 2.
[418] Nesai: Hafse (r.a.) dan.
[419] Ebu Davud, cumua.
[420] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah, 272-278,
Kasani, Sanayi': 1/256-260.
[421] el-Gamravi, Siracü'l-Vehhac: 83-87.
[422] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/374-376.
[423] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/374-376.
[424] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/152, 153.
[425] İbn Mace, ikamet: 78.
[426] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/252.
[427] Fazla bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 3/127,
128, 5844 nolu Ali.
[428] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/253.
[429] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/256.
[430] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 3/563, 7594 nolu Muhammed.
[431] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/258.
[432] Şevkani, Neyiü'l-Evtar: 3/258.
[433] İbn Mace, ikamet: 78.
[434] Buhari, cumua: 11, meğazi: 69, Ebu Davud, salat: 209,
Nesai, cumua: 1, İbn Mace.
[435] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi’l-Arbaa: 1/377-389.
[436] Zehebi, Mizanü' İ'tidal: 2/288, 3769 nolu Salih.
[437] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/263.
[438] Müsned-i Ahmed: 5/75.
[439] Ebu Davud, taharet: 127, Buhari, cumua: 4, 19, Müslim,
cumua: 10, 26, Tirmizi, cumua: 6, Nesai, cumua: 14, Daremi, salat: 191, İbn
Mace, ikamet: 83, Ahmed: 2/460, 3/81, 5/198, 420.
[440] Ebu Davud, salat: 238, Ahmed: 5/32, 6/227.
[441] İbn Mace, ikamet: 72, Ahmed: 3/45.
[442] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/326, Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 1/285'den özetlenerek.
[443] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/326, Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/285'den
özetlenerek.
[444] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/326, Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/285'den
özetlenerek.
[445] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/326, Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/285'den
özetlenerek.
[446] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/288.
[447] İbn Mace, ikamet: 85.
[448] Buhari, cumua: 21, 22.
[449] İbn Mace, ikamet: 98.
[450] Tirmizi, cumua: 14.
[451] İbn Mace, cumua: 15, Ahmed: 3/449.
[452] Buhari, cumua: 22.
[453] Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 1/263, Mecmeu'l-Enhür:
1/171.
[454] Ebu Zekeriya Nevevi, Minhacüt-Tullab: 1/19.
[455] İbn Kudame, el-Muğni: 2/144, 145.
[456] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/148, 149.
[457] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/297.
[458] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 3/316-6579 nolu İsa.
[459] İbn Mace, nikah: 19, Ebu Davud, edeb: 18, Ahmed: 6/35,
184.
[460] Ebu Davud, salat: 223.
[461] Ebu Davud, salat: 224.
[462] Buhari, cumua: 27, Ahmed: 5/87, 88, 89, 90, 91, 92,
93, 94, 95, 97, 100, 101.
[463] Ebu Davud, salat: 225, Ahmed: 4/119.
[464] Müslim, cumua: 52.
[465] Mecmeu'l-Enhür: 1/168.
[466] Mecmeu'l-Enhür: 1/168.
[467] Ebu Yahya Zekeriya, Fethü'l-Vehhab: 1/75, 76.
[468] Mecmeu'l-Enhür: 1/168, İbn Kudame, el-Muğni:
2/149-156'dan özetlenerek.
[469] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/150.
[470] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 3/236, 6282
nolu İmran, Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/300.
[471] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/304.
[472] Şafii, el-Ümm, Ahmed: 1/267, 3/99.
[473] Neylü'l-Evtar: 3/322.
[474] Tirmizi, cumua: 30, İbn Mace, ikamet: 161.
[475] Buhari, ıydeyn: 20, salat: 2, Müslim, ıydeyn: 10,
Ahmed: 6/409, 5/84, Daremi, salat: 223.
[476] İbn Mace, Tirmizi, Müsned-i Ahmed.
[477] Müsned-i Ahmed: 5/353.
[478] Buhari, ıydeyn: 8, Müslim, ıydeyn: 8, İbn Mace,
ikamet: 155.
[479] Müslim, ıydeyn: 7, Ebu Davud, salat: 244, Tirmizi,
cumua: 32, Ahmed: 5/91, 95.
[480] Mecmeu'l-Enhür: 1/172, 173, Abdurrahman el-Ceziri,
el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/349.
[481] Zekeriya el-Ensari, Minhacü't-Talibin: 21, Abdurrahman
el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/349.
[482] eş-Şerhü'l-Kebir: 2/223, İbn Kudame, el-Muğni: 2/223-
227.
[483] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/349.
[484] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/167-169.
[485] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/322.
[486] Müslim, libas: 8, Nesai, ıydeyn: 5, 50.
[487] Bilgi için bak: Zehebî, Mîzanü'l-İ'tidal: 2/571-4900
nolu Abdurrahman.
[488] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/325, Zehebi,
Mizanü'l-İ'tidal: 4/180, 8757 nolu Mendel.
[489] Buhari, ıydeyn: 8, libas: 56, Nesai, ıydeyn: 14,
Ahmed: 1/345, 2/39, 4/45.
[490] İbn Mace, ikamet: 156, Ahmed : 2/180.
[491] İbn Mace, ikamet: 156, 157, Daremi, salat: 22, Ahmed:
16/65, 70.
[492] Darekutni, Ebu Davud, ıydeyn.
[493] Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 1/277.
[494] Mecmeu'l-Enhür: 1/74.
[495] el-Gamravi, Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni Minhac:
95.
[496] Şemsüddin, eş-Şerhü'l-Kebir: 2/238, İbn Kudame, el-
Muğni: 2, 237-239.
[497] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/348.
[498] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/338.
[499] Zehebi, Mizanül-İ’tidal: 3/407, 6943 nolu Kesîr.
[500] İbn Mace, ıydeyn.
[501] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/339.
[502] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü’l-İ'tidal: 2/196, 3427
nolu Süleyman.
[503] Ebu Davud, Nesai, İbn Mace, Buhari, rekat: 21, libas:
57, 59, Ahmed: 1/345, 355.
[504] Tirmizi, Müsned-i Ahmed: 2/57.
[505] İbn Mace, ikamet: 160.
[506] Buhari, ıydeyn: 26.
[507] Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 1/280.
[508] Mecmeu'l-Enhür: 1/173.
[509] Yahya Zekeriya Ensari, Fethü'l-Vahhab: 1/84.
[510] İbn Kudame,
el-Muğni: 2/247, Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/169, 170.
[511] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 2/484, 4536 nolu Abdullah,
Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/342.
[512] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/342.
[513] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 3/342.
[514] Buhari, ıydeyn: 6, zekat: 44, Nesai, ıydeyn: 20.
[515] Ebu Davud, salat: 242, İbn Mace, fiten: 20, Ahmed:
3/10, 52.
[516] Buhari, ıydeyn: 7, 19, Müslim, ıydeyn: 3, 4, Ebu
Davud, salat: 242, Nesai, ıydeyn: 19, Daremi, salat: 224, Ahmed: 3/296, 318.
[517] İbn Mace, ikamet: 158.
[518] İmam Şafii, el-Ümm.
[519] Ebu Davud, udhiye: 7, edeb: 112, 155, Nesai, dahaya:
4, İbn Mace, edahî: 12, cihad: 13, Daremi, salat: 224, Ahmed: 3/2.
[520] Mecmeu'l-Enhür: 1/174.
[521] Ebu Yahya Zekeriya, Fethü'l-Vahhab bi Şerhi
Menheci’t-Tullab: 1/83.
[522] İbn Kudame, el-Muğni ve eş-Şerhü'l-Kabir: 2/243-246.
[523] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/150.
[524] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/353, 354.