Çorap, Ayakkabı Ve Mest Üzerine Giyilen, Konçsuz
Lastik Üzerine Meshetmek
Mestleri Giymeden Önce Abdest Almak Şarttır
Mest Üzerine Mesh Müddetinin Belirlenmesi
Mestleri Altına Değil, Üstüne Meshedilir
Namazda Uyumak Veya Uyuklamak Abdesti Bozabilir Mi?
Kadına El Sürmekten Dolayı Abdest Gerekir Mi?
Cinsel Organa Elin Dokunması Abdesti Bozar Mı ?
Deve Etini Yedikten Sonra Abdest Almak Gerekir Mi?
Namaz, Tavaf Ve Mushafa El Sürmek İçin Abdestin Lüzumu
Cünüp Kimsenin Abdest Alıp Öyle Uyuması Tavsiye
Edilmiştir
İki Sünnet Yerinin Kavuşmasından Dolayı Gusül Gerekir
İhtilam Olduğunu Hatırlayan Ve Fakat Islaklık Görmeyen
Veya Gören Kimseye Gusül Gerekir Mi ?
Kafir Müslüman Olduğunda, Diğer Bir Tabirle İslam’a
Girdiğinde Gusletmesi Gerekir Mi?
Ayhali (Hayz) Kanı Kesilince Gusletmek Vacibdir
Ayhali Ve Cünüp Olan Kimsenin Kur’an Okuması Haramdır
Cünüb Kimsenin Mescidden Geçmesine Ruhsat Verilmiştir
Ölüyü Yıkamaktan Dolayı Gusletmek
İhram, Arafatta Vakfe Ve Mekke'ye Girmek İçin
Gusletmek Sünnettir
İstihaza Olan Kadının Her Namaz İçin Gusletmesi
Gerekir Mi?
İstihazadan Dolayı Gereken Hükümler:
Baygınlık Geçirdikten Sonra Gusletmek
Guslün Sıfatı Gusül Nasıl Yapılır?
Guslederken Saç Örgülerini Çözmek Gerekir Mi?
Gusleden Kimsenin Gözlerden Irak Durması Örtünüp,
Öylece Yıkanması
Teyemmüm İçin Sadece Toprağın Belirlenmesi
Vaktin Evvelinde Teyemmüm Edip Namaz Kıldıktan Sonra
Vakit İçinde Su Bulan Kimseye Ne Lazım Gelir?
Zaruri Hallerde Su Ve Toprak Bulunmadığı Takdirde O
Vaziyette Namaz Kıllınabilir Mi?
İki Kanın Özelliklerini Dikkate Alıp, Ayırd Etmek
Âdet Ve Temyiz Ölçüsünü Kaybedenin Ayhalini Altı Veya
Yedi Gün Hesaplaması
Ayhali Olan Kadınla Cinsel Temasta Bulunmak Haramdır
Adet Görme Günlerinde Eşiyle Cinsel Temasta Bulunana
Kefaret Gerekir Mi?
İslâm abdest konusunda
insan sağlığından yana birçok kolaylıklar koymuş, en azından günde dört beş
defa dış organların yıkanmasını emrederek temizliği iki yönde
gerçekleştirmiştir: Ruh ve beden temizliği...
Aşırı derecede
yaşlılara, yolculuk halinde olanlara, hastalara, sakatlara gereken kolaylığın
sağlanması için çok uygun hükümler vaz'etmiştir. Onlardan biri ayaklara giyilen
mest, fotin, çizme ve benzeri ayakkabılar üzerine meshedip belirtilen durumlarda
ayakları bir süre yıkama külfetinden kurtulmaya imkân vermesidir. Özellikle
yolculukta ve soğuk mevsimlerde buna cidden ihtiyaç vardır.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan yapılan rivayette, Hz. Sa'd ona, Resûlüllah'ın (a.s.) mestleri
üzerine meshettiğini haber vermiştir. İbn Ömer onun bu haberini (kendi babası)
Ömer'den (r.a.) sormuş o da "evet", Sa'd sana Peygamber (a.s.)
Efendimiz'den bir şey haber verişe, artık onu başkasından sorma,"
demiştir.[1]
Cerîr (r.a.)'den
yapılan rivayette, deniliyor ki: Cerir idrarını yaptıktan sonra abdest aldı ve
mestleri üzerine meshetti. Bunun üzerine ona: "Sen böyle mi
yapıyorsun?" denilince, o da "evet, Resûlüllah (a.s.) Efendimizi
gördüm, idrarını yaptıktan sonra abdest aldı ve mestleri üzerine
meshetti."[2]
Muğîre b. Şu'be
(r.a.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir:
"Bir yolculukta
Peygamber (a.s.) Efendimizle beraber bululuyordum. Bir ara tabii
ihtiyacını giderdikten sonra abdest
alıp mestleri üzerine meshetti. Ben,
"Unuttun mu ya
Resûlellah!," diye sorduğumda buyurdu ki:
"Bilâkis sen
unuttun. Aziz ve Celîl olan Rabbim böyle yapmamı emretti."[3]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Abdest
alırken daha önce ayaklara giyilen mest ve benzeri ayakkabı üzerine meshetmek
caizdir.
2-Yapılan
mesh, ayakları yıkama yerine geçer,
3- Mestleri
hem yolculuk halinde, hem eyleşik vaziyette meshetmekte bir sakınca yoktur.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların tesbit, istidlal,
ihticac ve görüşleri:
a)
Hanefîlere göre:
Mestler üzerine
meshetmek bütün fakihler ve Ashab-ı Kirâm'a göre caizdir; ancak az kimseler
buna muhalefet etmiştir. İbn Abbas'dan (r.a.) yapılan rivayette, mestler
üzerine meshetmenin caiz olmadığı belirtilmişse de bunun Rafizilere ait bir söz
olduğu anlaşılmıştır.[4]
Hanefîler bu konuda
yukarıdaki hadîslerle birlikte daha çok şu rivayetle istidlal etmişlerdir:
"Eyleşik olan
kimse mestleri üzerine bir gün bir gece meshetsin. Yolculuk halinde olan kimse
üç gün üçgece meshetsin..."
Bu meşhur bir
rivayettir ki, Ashab-ı Kiram'dan, Ömer, Ali, Huzeyme b. Sabit, Ebû Saîd
el-Hudrî, Safvan b. Âssal, Avf b. Mâlik, Ebu Ammare, İbn Abbas ve Aişe (Allah
hepsinden razı olsun) gibi önemli bir cemaatten nakledilmiştir. O kadar ki,
İmam Ebû Yusuf, mestlere meshetmekle ilgili hadîs o kuvvettedir ki, onun
benzeriyle Kur'ân'ın bir hükmü neshedilebilir, demiştir. O, bununla, kuvvetli
meşhur hadîsle âyetin neshedilmesinin cevazını belirtmek istiyordu.
Bu konuda Tabıîn'den
Hasan el-Basrî diyor ki: Bedir savaşına katılmış yetmiş kadar ashaba ulaştım
ki, hepsi de mestler üzerine meshin caiz olduğunu söylüyordu.[5]
O halde mestleri
meshetmek kavlen ve fiilen sünnet ile sabit olmuştur ve bu ümmetin
hasaisindendir.[6]
b) Şâfiilere
göre:
İmam Şafiî diyor ki:
"Bu konuda
Bilâl'ın hadîsi, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin eyleşik halde mestleri üzerine
meshettiğine açık delildir. Çünkü Cemel Kuyusu, hazerdedir. O bakımdan hem
yolcu, hem eyleşik mestlerini meshedebilirler."[7]
Bu mezhebe göre de bir
ayağın değil, her iki ayağın mestleri üzerine meshetmek caizdir. Öyle ki, bir
ayağı yıkamak, diğer ayağı meshetmek caiz değildir.
Fukahanın
"caizdir" tabiri, mestler üzerine meshetmenin vâcib veya sünnet, ya
da haram veya mekruh olmadığına işarettir. Ancak ne var ki, mestler üzerine
meshetmektense ayakları yıkamak afdaldır.[8]
Şafiî fukahâsının
"caizdir" tabiriyle nelere işaret edildiğine bakılınca, mestler
üzerine meshetmenin sadece bir kolaylık olduğu ortaya çıkar. Vâcib olsaydı, o
takdirde âyetle çatışırdı, çünkü Kur'ân'da "ayaklarınızı yıkayın!"
Diye emir vardır. Sünnet olsaydı, ona uymak daha faziletli olurdu. Oysa
mestleri mesh hususunda kişi tamamen serbest bırakılmıştır, dilerse mesh eder,
dilerse mestleri çıkarıp ayaklarını yıkar.
Mestler üzerine
meshetmek hicretin dokuzuncu yılında meşru' kılınmıştır ve bu Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in kavli ve fiilî sünnetiyle sabit olmuştur.[9]
c)
Hanbelilere göre:
Mestler üzerine
meshetmek, ilim ehlinin hemen hepsine göre caizdir. İbn Mübarek diyor ki:
"Mestleri
meshetmek hakkında hiçbir ihtilâf yoktur, caiz olduğunda ittifak vardır. Hasan
el-Basri de diyor ki:
"Ashab-ı
Kiram'dan yetmiş tanesi bana, Resûlüllah'ın (a.s) mestleri üzerine meshettiğini
haber verdi."
Ahmed b. Hanbel'den
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Meshetmek, ayakları
yıkamaktan afdaldır. Çünkü gerek Peygamber (a.s.), gerekse ashabı daima
faziletli ve üstün olanı taleb etmişlerdir. Bu, aynı zamanda Şa'bi'nin
el-Hakem'in ve İshak'ın da mezhebidir. Çünkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Şüphesiz ki
Allah verdiği ruhsatın tutulmasını (yerine getirilmesi) sever."
Hem bu ruhsata uymakla
bid'a ehline muhalefet söz konusudur.[10]
d) Mâlikilere göre:
Mestler üzerine
meshetmek ancak yolculuk halinde olanlar için caizdir, eyleşik kimseler için
meşru' değildir.[11]
Ayrıca mestlerin alt
ve üstünün deriden olması şarttır. Aksi halde mesh caiz değildir. Diğer bir
husus da, mestlere necaset dokunduğu takdirde mesh hükümsüz olur.[12]
Yapılan rivayete göre,
İmam Mâlik'den, bir adam namaz abdesti gibi abdest alır, sonra mestlerini
giyindikten sonra idrarını yapar, sonra mestlerini çıkarır ve tekrar giyinirse
abdestini yenilemesi gerekir mi? Diye soruldu. O da şu cevabı verdi:
"Mestlerini
çıkarsın, ayaklarını yıkasın, Çünkü iki mest üzerine ancak ayaklarını abdest
alıp öylece mestlerine sokan kimse meshedebilir. Ayaklarını abdest alıp
yıkamadan mestlere sokan kimse, mestleri üzerine mesh edemez."
Yine İmam Mâlik'den,
ayaklarında mestleri olduğu halde abdest alan ve fakat mestleri üzerine
meshetmeyi unutup öylece namaz kılan ve bu arada abdest azasındaki ıslaklığı
kuruyan kimseye ne lâzım gelir? O şu cevabı verdi:
"Mestleri üzerine
meshetsin ve kıldığı namazı yeniden kılsın. Bu durumda artık abdestini iade
etmesine gerek yoktur."[13]
İlgili diğer
rivayetler ve tahliller:
İmam Tirmizî, Cerîr
hadisinin bir bakıma Mâide süresindeki abdest âyetini tefsir ettiğini söylüyor.
Çünkü bazıları, abdest âyetinin mestleri mesh'e cevaz verildikten sonra
indiğini ileri sürerek meshle ilgili hükümlerin kaldırıldığını iddia
etmişlerdir. Nitekim Tirmizî, Şehr b. Havşeb'den râvi Cerîr, Mâide suresiniden
önce mi, yoksa sonra mı İslâmiyeti kabul etmiştir? hususunu sorunca, ondan
şöyle duyduğunu söylemiştir:
"Ben ancak
Mâide'den sonra İslâmiyete girdim."
İbn Sirîn'in tesbitine
göre ise, Cerîr, Haccetü'l-vedâ'dan sonra müslüman olmuştur.
İbn Abdilberr diyor
ki:
"Selef-i
salihîn'in fukahasından hiçbirinin mest üzerine meshi inkâr ettiğini
bilmiyorum, sadece İmam Mâlik'in muhalefet ettiği söylenirse de sahih
rivayetler onun da meshin cevazını kabul ettiğini göstermektedir."
İmam Şafiî el-Ümm'de
İmam Mâlik'in bunun cevazını inkâr ettiğine işaret etmişse de mâruf ve
müstakarr olan şudur ki: Mâlikîlerin bu hususta iki kavli vardır: Birinci kavle
göre, mutlaka caizdir. İkinci kavle göre, sadece yolculuk halinde caizdir.[14]
Ayakları yıkamak mı,
yoksa mestler üzerine meshetmek mi afdaldır?
Bu hususta farklı
görüşler vardır. İbn Münzir'e göre, meshetmek afdaldır. Çünkü bid'a ehlinden
bir kısmının bunun cevazına kail olmadıklarını dikkate alarak onları reddetmek
için böyle diyorum, diye ilâve etmiştir.
İmam Nevevi Müslim
şerhinde mestleri mesh bölümünde diyor ki:
"Mestler üzerine
meshetmeyi sahabeden o kadar çok kimse rivayet etmiştir ki, onları
sayamayız."
Hafız İbn Hacer,
el-Feth'de diyor ki:
"Hadîs
hafızlarından öyle bir cemaat mestler üzerine meshin cevazını tasrîh etmiştir
ki, bu tevatür derecesine ulaşmıştır."
İmam Ahmed b. Hanbel
bu konuyla ilgili, Ashab-ı Kirâm'dan kırk merfu' hadîs rivayet edildiğini
söylemiştir.
Ebu Kasım İbn Mende,
kendi Tezkire'sinde seksen sahabinin ismini saymıştır. Tirmizî ve Beyhakî ise
kendi Sünen'lerinde ashabdan önemli bir cemaatin ismini nakletmişlerdir.
Mestler üzerine meshi
inkâr eder mahiyette İbn Abbas Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayetler hakkında
İbn Abdilberr, "hiçbiri, sabit değildir" demiştir. Ebû Hüreyre'den
meshi inkâr anlamında rivayet edilen hadîs hakkında Ahmed b, Hanbel,
"sahih değil, bâtıldır" diyor.
Ahmed
b. Hanbel'in İbn Ömer'den yaptığı bir rivayette, şu olay nakledilmiştir: İbn
Ömer (r.a.) diyor ki, Irak'ta bulunduğum bir sırada Sa'd b. Ebî Vakkas'ı
(r.a.) gördüm, abdest alınca mestlerinin üzerine meshetti. Bunun doğru
olmadığını kendisine söylediğimde, babamdan sormamı söyledi. Bir gün ikimiz
babam Ömer'in (r.a.) yanında biraraya geldiğimizde, o mes'eleyi hemen hatırladı
ve bana dönerek, "şimdi mestler üzerine meshin caiz olup olmadığını babandan
sor!" dedi. Hz. Ömer (r.a.) şu cevabı verdi:
"Biz
hepimiz Peygamber (a.s.) Efendimizle beraber mestlerimizin üzerine meshederdik
ve bunda bir sakınca görmezdik."[15]
1- Abdestli
bir vaziyette giyilen mestler üzerine meshetmek caizdir.
2- Kimine
göre, ayakları yıkamaktansa mestler üzerine meshetmek afdaldır.
3- Mestler
üzerine hem seferde, hem hazarda meshetmek caizdir. İmam Mâlik'e göre, yalnız
seferi halde caizdir.
4-
Mestler üzerine meshetmeyi terkedip her abdestte ayakları yıkamakta bir
sakınca yoktur. Bunun gibi, abdestli giyildikten sonra hazarda (eyleşik halde)
bir gün bir gece, yolculuk halinde üç gün üç gece mestleri meshetmeye ruhsat
verilmiştir.
Ayaklarımızı sıcak ve
soğuktan, mikrop ve necasetten, zedeleyici şeylerden korumak için fotin,
çizme, ayakkabı, mest, çorap ve benzeri şeyleri giyeriz. Ayağa giyilen bu gibi
şeyler üzerine abdest alırken meshetmeye cevaz verildiğine göre, bu cevaz,
ayağa giyilen her şey için geçerli midir? Bunlar arasında yürümeye elverişli
olanı, su geçirmeyeni bulunduğu gibi, yürümeye elverişli olmayıp su geçiren
çorap ve benzeri şeyler de bulunmaktadır. O halde mesele hayli geniş ve
detaylıdır.
İlgili hadîsler:
Bilâl'dan (r.a.)
yapılan rivayette demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimizi ayağındaki mûk ve başındaki himâr üzerine meshederken
gördüm."[16]
Ebû Davud'un bu konuda
yaptığı rivayette ise Bilâl (r.a.) şöyle demiştir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz çıkıp tabii ihtiyacını giderdikten (sonra gelir), ben de ona
su getirirdim. Abdest alır, sarığı ve ayağındaki mûkler üzerine
meshederdi."[17]
Saîd b. Mensür'un kendi
Sünen'inde Hz. Bilâl'den yaptığı rivâyette, adı geçen demiştir ki:
"Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den işittim, buyuruyordu ki:
"Nasif ve mûk
üzerine mesnediniz!"[18]
Muğîre b. Şu'be'den (r.a.)
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz abdest aldı, ayaklarındaki cevreb ve na'l üzerine
meshetti."[19]
Önce hadîslerde geçen
beş tabiri açıklamaya çalışalım:
1) Mûk:
Kalın (k) ile okunur. Kalınca konçsuz bir ayakkabıdır ki, mest üzerine
giyilir. Günümüzde bazı bölgelerde ince
mest üzerine giyilen konçsuz lâstik bu cümledendir.
2) Cevreb:
Her çeşidiyle çorap.
3) Na'l: Her
çeşidiyle üzerinde yürüme imkânı olan ayakkabı.
4) Hîmâr:
Her çeşidiyle başörtüsü.
5) İmame:
Her çeşidiyle sarık.
6) Nasîf:
Başa giyilen sarık, külah, takke, örtü ve benzeri şeyler.
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Ayağa
giyilen mestler üzerine meshetmek caizdir.
2- Ayaktaki
mest üzerine giyilen konçsuz ayakkabı üzerine meshetmekte bir sakınca yoktur.
3- Ayağa
giyilen kalınca çorap üzerine meshedilebilir.
4- Abdest
esnasında başa giyilen sarık ve benzeri şeyler üzerine meshetmek caizdir.
5- Ayağa
giyilen ve yürümeye elverişli olan ayakkabı üzerine meshetmek caizdir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının istidâl, ihticac, tesbit ve
görüşleri:
a)
Hanefîlere göre:
Çorap üzerine
meshetmeye gelince: Deriyle kaplıysa veya alt kısmına yürümeye elverişli olacak
şekilde deri yapıştırılarak ayakkabı durumuna getirilmişse üzerine meshetmek
caizdir. Hanefi imamları arasında bu hususta muhalif bir görüş yoktur.
Çorap ne deriyle
kaplıysa, ne de altına ayakkabı gibi deri vurulmuşsa, o takdirde ince olup suyu
emecek, deriye geçirecek durumda ise, üzerine meshetmek bi'1-icma' caiz
değildir. Çoraplar kalınca ise, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, yine de deriyle kaplı
olmadığı ve altına deri yapıştırılmadığı için caiz değildir. İmam Ebû Yusuf ile
İmam Muhammed'e göre, caizdir. Ancak yapılan, rivayete göre, İmam Ebû Hanife
ömrünün son yıllarında bu hususta İmameyn'in kavline dönmüştür.
İmameyn belirttikleri
cevaz hükmünü Hz. Muğîre b. Şu'be'nin (r.a.) hadîsiyle istidlal etmişlerdir.
(626 no'lu hadîse müracaat edilmesi).
Hem bu husustaki
ruhsat ve cevaz, sıkıntı ve zorluğu gidermeye yöneliktir. Mest, fotin ve
benzeri şeyi çıkarmakta meşakkat vardır. Çorap da bu illet kapsamına
girebilir.
İmam Ebû Hanîfe ise,
meshin cevazı nassan sabit olmuştur, kıyasa gerek yoktur, diyor. O halde mest
ayarında yürümeye elverişli, yolculuk halinde giyilebilen her şey mest manâsına
delâlet eder. Deri ile kaplanmayan veya altına deri monte edilmeyen çorap bu
mânanın dışında kalır.[20]
Mest üzerine giyilen
cürmûk (konçsuz lâstik, ayakkabı ve benzeri şey) üzerine meshetmek caizdir.
Şafiî'ye göre caiz değildir. Mest giymeden sadece cürmûk giyilirse, onun üzerine
meshetmek caiz olur mu? Konçları varsa caiz olur. Bunda icmâ vardır. Nitekim
Hz. Ömer (r.a.) diyor ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'i cürmukları üzerine meshederken gördüm."[21]
Hanefîler cürmûk
üzerine mesha şu şartla cevaz vermişlerdir: Abdestli iken giyilen mestler
çıkarılmadan ve abdest de bozulmadan önce giyilirse, üzerine meshedilir. Abdest bozulduktan sonra mest
üzerine giyilen cürmuk üzerine meshetmek caiz olmaz.
b) Şâfiilere
göre:
Ayağa giyilen mestler
üzerine meshetmenin bir takım şartarı var:
a) Abdest
alındıktan, ayaklar yıkandıktan sonra giyilmiş olması,
b) Ayakta
yıkanması farz olan kısmı kaplayacak ölçüde olması,
c) Temiz
bulunması,
d) Bağcık
delikleri dışında su geçirmeyecek kadar kalın ve sık dokunmuş olması,
e) İhtiyaç
anında yolculuğa çıkılacak dayanıklıkta bulunması..
O bakımdan deriden
olması şart değildir, belirtilen vasıflan taşıyan her mest üzerine
meshedilmesi caizdir.
Mest üzerine giyilen
cürmuk üzerine meshetmek yeterli değildir.[22]
c)
Hanbelilere göre:
Mestleri üzerine mesh
caiz olduğu gibi, cürmuk (mest üzerine giyilen kalınca lastik ve benzeri bir
ayakkabı) üzerine de caizdir. O da mest ayarında sayılır, daha çok soğuk
bölgelerde, mest üzerine giyilir. Mest üzerine mesha kıyasla onun üzerine
meshetmek caiz sayılmıştır. Hasan b. Salih ve rey tarafdarları da bu görüştedirler.
İmam Şafiî ise, Kavl-i Cedid'inde cürmuk üzerine meshetmenin caiz olmadığını
belirtmiştir.
Çorap üzerine mesha
gelince, İbn Münzir diyor ki: Çorap üzerine meshetmenin cevazına kail olan
Ashab-ı Kiramın sayısı dokuzdur: Ali, Ammar, İbn Mes'ud, Enes, İbn Ömer,
Berâ', Bilâl, İbn Ebî Evfâ ve Sehl b. Sa'd... (Allah hepsinden razı olsun)
Ashabdan sonra onların bu görüşünü benimseyen ilim adamları şunlardır: Ata',
el-Hasan, Said b. Müseyyeb, İmam Sevrî, İbn Mübarek, İshak, Yakup ve
Muhammed...
Ebu Hanife, İmam
Mâlik, İmam Evzâî, İmam Şafiî ve başkaları, çorapların altına deri ve benzeri
kalınca bir şey yapıştırılmadığı ve kendisi de kalın olmadığı takdirde üzerine
meshetmenin caiz olmadığını söylemişlerdir.
Hanbelîlerin istidlal
ettiği hadîs 626 nolu Muğire b. Şu'be hadîsidir. Bu hadîsi, İmam Ahmed, Ebû
Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizi: "Hasenün sahîhün"
demiştir.[23]
Abdestte başı mesh
yerine sarık üzerine meshetmenin cevazına Ebubekir Sıddîk kail olmuştur. Aynı
görüşe Ömer b .Hattab, Enes ve Ebû Ümâme (Allah hepsinden razı olsun)
katılmıştır.
Ayrıca Sa'd b. Mâlik
ve Ebu Derdâ (r.a.)'den de aynı anlamda rivayet yapılmıştır. Ömer b. Abdülaziz,
el-Hasan, Katade ve İbn Münzir'in kavli de bu doğrultudadır.
Urve, en-Nahâî, Şa'bî,
Kasım, Mâlik, Şafiî ve rey taraflarları sarık üzerine meshin caiz olmadığına
kaildirler.
Hanbelîlerin bu
mes'ele hakkındaki delilleri, yine Hz. Muğîre b. Şu'be hadîsidir.[24]
İbn Kudame el-Muğnî'de
diyor ki:
Ancak mest veya onun
yerine geçecek ve topukları aşacak ayakkabılar üzerine meshetmek caizdir,
öyleki farz mahallini örtecek, topuklar görünmeyecek ve yürüme imkânı olacak,
kendi bizatihi ayakta duracak ölçüde olması şarttır. Topuklardan aşağı olursa,
üzerine meshetmek caiz olmaz. İmam Mâlik'in yanında sahih olan tesbit budur.[25]
Yine aynı eserde
deniliyor ki:
Farz yerini örten,
yürüme imkânı sağlayan her mest üzerine, ister deriden ister keçeden, isterse
benzeri şeylerden olsun meshetmek caizdir. Ağaç veya madenî bir cisimden
olması da böyle.
Çorap üzerine
meshin cevazı için iki şart gereklidir: Sık
ve kalın olup teni göstermeyecek vasıfta olması, ayağa giyildiği zaman
kendiliğinden duracak, yürümeye elverişli olacak dayanıklıkta bulunması...[26]
d) Mâliklere göre, farz yerini örtecek ve deriden imal
edilmiş bulunacak vasıfta olan mest üzerine mesh caizdir. Burada deriden olması
söz konusu edilirken alt ve üst kısmı kasdediliyor. Yanları ketenle dikili
olabilir ve sık yünden dokunmuş bulunabilir. Önemli olan alt ve üstünün hayvan
derisinden imal edimesidir.[27]
Bu konuda birkaç
rivayet daha vardır. Onlardan biri, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in abdest
bozulduktan sonra değil de tetavvu, anlamında abdest alırken ayakkabıları
üzerine meshettiğidir. Hz. Ali'nin (r.a.) bu anlamda ayakkabısı üzerine
meshettiği rivayet edilir. Abd Hayr'in Hz. Ali'den yaptığı rivayette demiştir
ki: Hz. Ali, içinde su bulunan bir çömlek istedi. Hafif bir abdest aldı ve
ayakkabıları üzerine meshetti ve şöyle dedi:
"İşte abdesti
bozulmayan kimse için, Resülüllah (a.s.) Efendimiz'in abdesti böyle idi."
Ne var ki, müctehid
imamlar bu rivayetlerle istidlal etmemişler ve tek kanaldan gelen bu
rivâyeteri şüpheyle karşılamışlardır.[28]
Çünkü burada "nal" tabiri kullanılmıştır ki, topukları, yani farz yerini
örtmeyecek kadar konçları kısa olan ayakkabı demektir.
1- Mestler
üzerine meshetmek caizdir.
2- Mestlerin
ayaklarda farz yerine örtecek vasıfta olması gerekir.
3- Mestlerin
deriden ma'mul olması şart değildir, su geçirmeyecek, yürümeye elverişli
olacak, teni göstermiyecek evsafta olması şarttır. İmam Mâlik alt ve üstünün
deri olmasını şart koşmuştur. Çünkü mütearif olan budur...
4- O halde
mestler belirtilen evsafta ise herhangi bir maddeden olması farketmez.
5- Mest
üzerine giyilen cürmuk (lastik ve benzeri şeyler) üzerine meshetmek caizdir.
Bunlar mestin yerine geçer ve aynı hükmü taşır.
6- Su
geçirmeyecek kadar kalın ve ayakta duracak kadar mukavemetli, yürümeye
elverişli çorap üzerine meshetmek caizdir. Yeter ki, çorap teni gösterecek
saydam bir maddeden olmasın...
7- Sarık ve
başörtüsü üzerine abdest alırken meshetmek caiz midir? değil midir? Bu az
yukarıda ilgili bölümünde açıklanmıştır.
Mest giymek isteyen
kimse, onun sağlayacağı kolaylıktan yararlanması için giymeden önce namaz
abdesti alıp ayaklarını yıkaması, Abdesti henüz bozulmadan giymesi gerekir.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Muğire b. Şu'be
(r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
"Bir gece
yolculuğunda Peygamber (a.s.) Efendimiz'le beraber bulunuyordum. Mevcut
mataradan su döktüm, o da yüzünü ve iki kolunu yıkadı; başını meshettikten
sonra eğildim, mestlerini çıkarmak istedim. Bana, "Bırak, ben ikisini
de (abdest alıp yıkayarak) temiz bir halde mestlere soktum", buyurdu
ve üzerlerine meshetti."[29]
Ebû Davud'un rivayetinde
ise son kısım şöyle ifade edilmiştir:
"Mestleri
bırak, çünkü gerçekten ben iki ayağımı temiz oldukları halde mestlere
soktum..."[30]
Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
"Resülüllah (a.s.)
Efendimiz abdest aldı, mestleri üzerine meshetti. Bunun üzerine, "Ya
Resûlellah! Ayaklarınızı yıkamadınız?" dediğimde buyurdu ki:
"Onları
(abdest ile yıkamak suretiyle) temiz bir halde mestlere soktum!"[31]
Safvan b. Assel
(r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz, ayaklarımızı abdestli bir vaziyette soktuğumuz takdirde mestler
üzerine meshetmemizi emretti: Sefere çıktığımızda üç (gün ve gece), ikamet
ettiğimizde bir gün bir gece (meshe devam etmemizi), büyük ve küçük abdest
bozmak ve uyumaktan dolayı ayağımızdan çıkarmamamızı, ancak cenâbetten dolayı
çıkarmamıza emretti.[32]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Mestler
üzerine meshedebilmek için ayakların temiz bir halde onlara sokulması gerekir.
Temizlikten maksat,
dört mezhep imamlarına göre, mestler girilmeden önce alınan abdestle ayakların
yıkanmasıdır ki, bu şer'i bir temizliktir. Dâvud ez-Zâhirî'ye göre, şer'î
temizlik değil, ayaklarda necasetin bulunmamasıdır. Bu yorumla Zahirîlere
göre, mestleri giymeden abdest alınmasa bile ayaklar temiz vaziyette mestlere
sokulmuşsa, o takdirde üzerine meshetmek caizdir.
2- Yolculuk
halinde üç gün üç gece, eyleşik halde bir gün bir gece ayakları çıkarıp
yıkamadan mestler üzerine meshetmek caizdir; yeter ki bu sürelerin başında
abdest alınıp ayaklar yıkandıktan sonra mestlere sokulmuş olsun...
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların istidlal, ihticac ve görüşleri:
a)
Hanefîlere göre:
Abdestte mestler
üzerine meshetmek caizdir. Cenabetten dolayı mestler üzerine meshetmek caiz
değildir. Çünkü bu hususta nass mevcuttur. Hem ruhsat sıkıntı ve zorluğu
gidermeye yöneliktir. Abdest günde birkaç defa alınmakla, tekrarlanmaktadır;
gusül böyle değildir.[33]
Mestleri taharet-i
kâmile üzere giymiş olması gerekir. Şöyle ki: Abdestsiz kimse önce iki ayağını
yıkar da mestleri giydikten sonra abdestini tamamlarsa, yine de onları taharet
üzere giymiş sayılır. Bundan sonra abdesti bozulduğunda artık o giydiği mestler
üzerine meshetmesi caiz olur. İmam Şafiî bu görüşe muhalefet ederek, tastamam
abdest alındıktan sonra mestler giyilir ve ancak böyle bir taharetten sonra
giyilen mestler üzerine meshetmek caiz olur, demiştir. Çünkü abdest azasını
yıkamada ayette belirtilen tertip İmam Şafiî'ye göre şarttır.[34]
b) Şâfiîlere
göre:
Mest üzerine meshin
cevazının şartı, mestleri tuhr üzere giymiş olmasıdır. Buradaki tuhr'den
maksat, cünüp olmaması, tastamam abdest alıp ayakarını yıkamış bulunmasıdır. O
halde ayaklarını yıkamadan mestleri giyer ve sonra ayaklarını mestlerin içinde
yıkarsa, mestler üzerine meshetmek caiz olmaz, ancak ayaklarını çıkarıp yıkar
ve öylece giyinirse, o takdirde mesh caiz olur. Ayaklarından birini yıkadıktan
sonra meste sokar, sonra diğer ayağını yıkayıp sokarsa, mesh yine de caiz
olmaz. Ancak ikinci ayağını yıkarken birinci ayağını mestten çıkarır tekrar
yıkarsa o takdirde mesh caiz olur. Aynı zamanda mestlerin necasetten arınmış
temiz bulunması şarttır. Aksi halde onlar ayakta iken namaz kılmak caiz olmaz.[35]
c)
Hanbelîlere göre:
Mest üzerine meshin
şartlarından biri de, kâmil anlamda taharetten sonra giyilmiş olmasıdır.
Hanbeli imamları bu
hususta Hz. Muğîre b. Şu'be'den (r.a.) rivayet edilen iki hadîsle istidlal
etmişlerdir.[36]
Mesh hususunda mestler
giyilmeden önce kâmil anlamda taharetin gerçekleşmiş bulunmasında muhalif
görüş ortaya koyan bir kimse bilmiyoruz. Muğire hadîsleri taharetin gereğini
çok açık şekilde belirtmiştir. Aynı zamanda cenabetten dolayı yapılan gusülde
mest üzerine meshin caiz olmadığı hakkında da muhalif bir görüş ortaya koyan
olmamıştır. Çünkü mest üzerine mesh ancak abdest konusuna bir kolaylık
getirmek, sık sık tekrarlanan ve ayakların yıkanması hususunda sıkıntıyı
gidermek için meşru kılınmıştır. Ruhsatın illeti budur.[37]
d)
Mâlikîlere göre:
Mest üzerine
meshetmenin cevazının şartarından biri de, mestlerin kâmil bir taharetten
(tastamam abdest alındıktan) sonra
giyilmiş olmasıdır. Aynı zamanda mestlerin de her türlü necasetten arınmış
bulunması gerekir. Şayet mestlere necaset dokunursa, üzerine yapılan mesh hükümsüz
kalır.[38]
e) es-Sevrî,
el-Kûfiyyûn, el-Müzani, Ebu Sevr ve Dâvud ez-Zâhirî'ye göre, mestleri abdesti
tamamlamadan giymek caizdir, giydikten sonra abdest tamamlanır. Ebu Hanîfe de
aynı görüştedir.[39]
Onların bu görüşünü
şöyle açıklayabiliriz: Abdestte tertip şart olmadığına göre, bir kimse önce sağ
ayağını yıkadıktan sonra meste sokar veya iki ayağını yıkadıktan sonra meste
sokar ve sonra abdestini tamamlarsa, bu mest üzerine mesha mani değildir.
Konuyla ilgili
rivayetler ve tahliller:
636 nolu Hz. Muğire
hadîsi Tebük savaşı esnasında cerayan etmiştir. O bakımdan Mâide süresinden
sonra olduğunda ittifak vardır. Böyece mestler üzerine meshin hükmü
kaldırılmamıştır. Tirmizî bu hadîsin hasen olduğunu belirtmiştir.
637 nolu hadîsi ayrıca
Nesâî, Tirmizî ve İbn Huzeyme taric etmişlerdir. Tirmizi ile İbn Huzeyme
hadîsi sahîhlemişler, istidlale mesned olabileceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca
İmam Şafiî, İbn Mâce, İbn Hibbân, Darekutnî ve Beyhakî rivayet ederek hadîsin
sıhhatma kuvvet kazandırmışlardır. Tirmizî, Buharî'den rivayetle onun bu hadîs
için "hasen" tabirini kullandığını kaydetmiştir.
1- Mestler
üzerine meshin caiz olmasının şartlarından biri, kâmil anlamda temizlik
sağlandıktan sonra giyilmiş olmasıdır.
2- Abdestini
tamamlamadan mestleri giyen kimsenin, bilahara abdestini tamamlaması,
imamlardan bazısına göre meshin cevazına engel sayılmaz. İmam Şafii'ye göre,
engel sayılır.
3- Yolculuk
halinde mestin müddeti üç gün gece, eyleşik halde bir gün bir gecedir.
4- İmam
Mâlik'e göre, meste necaset dokunması, meshi hükümsüz kılar.
Abdest hususunda mest
üzerine meshetmeye ruhsat verilmesi, ümmet için bir kolaylıktır. Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz bu kolaylığın sınırlarını da çizip belirlemiş ve mesh
konusunu bu yönüyle de kişilerin arzusuna bırakmamıştır.
İlgili hadîsler:
Şürayh b. Hâni' (r.a.)
diyor ki:
"Mestler üzerine
meshetme hususunu Hz. Aişe (r.a.)'dan sordum. Bana, "onu Ali'den sor,
çünkü o, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'le seferlere çıktığı için bunu benden daha
iyi bilir," dedi. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a.)'den sordum, o bana şöyle
dedi:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, yolcu için üç gün, üç gece; mukiym (evinde eyleşik) için bir
gün, bir gecedir, buyurdu."[40]
Huzeyme b. Sâid (r.a.)'den
yapılan rivayette: Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den mestler üzerine meshden
sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
"Misafir
(yolculuk halinde olan kimse) için üç gün, üç gece; mukiym (evinde eyleşik olan
kimse) için bir gün, bir gecedir."[41]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hüküm anlaşılmaktadır:
1- Abdestli
bir vaziyette giyilen mestin meshedilmesi, o abdestin bozulmasıyla başlar;
eyleşik için bu süreden itibaren bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gece
devam eder. Belirtilen her iki süre içinde ne kadar abdest alınırsa, mestler
ayaktan çıkmadığı takdirde üzerine meshetmekle yetinilir.
2- Hz.
Ali'den (r.a.) rivayet edilen hadîs,
haber-i vâhid'in ahkâmda delil olabileceğine delâlet eder.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların istidlal, ihticac ve görüşleri:
a)
Hanefîlere göre:
Mest üzerine meshin
süresi takdir edilmiştir: Yolcu için üç gün, iç gece; eyleşik için bir gün, bir
gecedir. Abdestli bir vaziyette gidilen mestler üzerine mesh süresinin
başlangıcı, o abdestin bozulmasıyla başlar. Bazısına göre, yeni abdest alınıp
üzerine mesnedilince süre başlar. Oysa bu meşhur rivayete muhalif düşmektedir.[42]
Hanefî imamlarınca
mestlerin meshedilebilmesi için yedi şartın
gerçekleşmesi, gerekir:
1- Abdest
alıp ayakları yıkadıktan sonra giyilmesi,
2- Ayak
topuklarını örtecek kadar konçlarının bulunması,
3- Giyilen
mestlerle yürüme imkânının mevcut olması,
4- Mestlerin
her birine ayak parmaklarından üç küçük parmak kadar bir yırtık ve delik
bulunmaması.
5- İp,
bağcık ve benzeri bir şeyle bağlanmaksızın ayakta taşınacak ölçü ve
mukavemette olması,
6- Suyu tene
geçirmeyecek bir yapıya sahip bulunması,
7-
Ayaklardan her birinin ön kısmından el parmaklarının en küçüklerinden üç parmak
miktarı bir bölümün mevcut olması...
Bu, bir kazaya uğrayıp
ayağı tarak kısmından kesilen kimse hakkında aranan bir şarttır. Geriye kalan
ön kısım üç parmak miktarı kadarsa, mest giyebilir ve giydiği mestlerin
üzerine meshetmesi caiz olur. Bu kadar bir miktar kalmamışsa, giydiği mest
üzerine meshetmek caiz olmaz.[43]
b) Şâfiilere
göre:
Mestleri meshetmenin
süresi, eyleşikler için bir gün, bir gece, yolcular için üç gün, üç gecedir.
Sürenin başlangıcı, abdest alıp ayaklarını yıkadıktan sonra giyindiği mestler
ayağında bulunduğu halde abdest bozulunca, bu bozulmanın son vaktinden itibaren
başlar ve belirtilen sürenin sonuna kadar devam eder. Öyleki gerek yolcu,
gerek eyleşik için belirlenen süre içinde mestler ayaktan çıkarılmadıkça her
abdestte üzerlerine meshetmekle yetinilir, ayaklar yıkanmaz.
Şâfiîlerce mestlerin
meshedilebilmesinin bir takım şartları vardır. Onları şöyle
özetleyebiliriz:
1- Abdest
alındıktan sonra giyilmesi,
2- Ayakları
farz mahalli itibariyle örtecek vasıfta olması,
3- Mestlerin
necasetten arınmış bulunması,
4- Bağcık
delikleri dışında su geçirmeyecek bir özellikte olması,
5- Yolculuk
halinde olan kimsenin ayağındaki mestlerle bazı ihtiyâçlarını gidermek için rahatlıkla
yürüyebilmesi ve mestlerin yürüyüşe dayanacak vasıfta bulunması şarttır.[44]
c)
Hanbelî'lere göre:
Mestler kâmil bir
taharetten (tastamam abdestten) sonra giyildikten sonra onlar ayakta bulunduğu
halde abdest bozulduğunda, alınacak abdestle artık ayaklar yıkanmaz, onların
yerine mestler meshedilir.
Mest üzerine meshin
süresi, eyleşik için bir gün, bir gece; yolcu için üç gün, üç gecedir.[45]
Ancak Hanbelî ve Şafiî
mezhebine göre, yolculukta üç gün üç gece mestler üzerine meshedebilmek için
bir takım şartlar vardır:
1- Kasr-ı
salât yapılacak bir mesafe olması,
2- Mübah bir
yolculuğa niyet edilip çıkılması,
3-
Yolculuğun bir maksada yönelik bulunması, (bu İmam Şafiî'ye göredir).
O halde bu iki mezhebe
göre, kasr-i salat yapılmayacak kadar mesafede olmazsa veya günâhı gerektiren
bir yolculuk olursa, o takdirde ancak mestler üzerine bir gün, bir gece
meshetmek caiz olur.[46]
d) Mâlikîlere göre:
Mestler üzerine meshin
belli bir süresi yoktur. Mendup olanı, Cuma'dan Cuma'ya ayakları yıkayıp tam
taharet üzere giymektir. O da eyleşik için değil, yolculuk halinde olanlar için
bir ruhsattır. Eyleşikler hakkında ise, İmam Mâlik'ten iki rivayet vardır:
Birincisi, bir süre belirlemeden onun da meshetmesinin caiz olduğudur.
İkincisi, eyleşik olanın mestleri meshetmesinin caiz olmadığıdır.
İmam Mâlik Übey b.
Ammare'den rivayet edilen şu hadîsle istidlâl etmiştir; Übey b. Ammare (r.a.)
diyor ki: Resûlüllah'a (a.s.)
"Mestler üzerine
meshediyor musun?" diye sordum.
"Evet..." dedi.
"Bir gün
mü?" diye sordum.
"İki gün..." buyurdu. Ben,
"üç gün?.."
diye sordum,
"dilediğin
kadar..." buyurdu.[47]
Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller:
Mestler üzerine mesh
süresi, yani bunun için belli bir vakit tayin edilmesi hususunda Ashab-ı
Kirâm'ın görüş ve ictihadı farklıdır: Ömer b. Hattab, Ali b. Ebî Tâlib, İbn
Mes'ud, İbn Abbas, İbn Ömer, Sa'd b. Ebi Vakkas, Câbir b. Semüre, Ebu Musa
el-Âş'ârî ve Muğîre b. Şû'be (Allah hepsinden razı olsun) eyleşik için bir gün,
bir gece; yolcu için üç gün, üç gece diye belirlenmiş bir sürenin olduğunu
kabul etmişlerdir.
Ebu Derdâ, Zeyd b.
Sabit ve Saîd (Allah hepsinden râzi olsun), bunun belli bir süresi olmadığına
kail olmuşlardır. İmam Mâlik'in de naklettiği gibi, Resûlüllah'ın (a.s.) bazan
bu süreyi yedi gün uzattığı görülmüştür. Bunların dayandığı bir diğer delil de
şudur: Şam'dan gelen Akabe b. Âmır'e (r.a.), Hz, Ömer (r.a.) sormuş:
"Ne zamandan beri
mestlerin üzerine meshetmeye başladın?" O da:
"Yedi gün
önce..." diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) ona:
"Sünnet'e uygun hareket
etmişsin." demiştir.
Bu rivayet üzerinde
hayli durulmuş ve farklı tesbitler ortaya konulmuştur. Ancak eyleşik için bir
gün, bir gece; yolcu için üç gün, üç gece, rivayeti çok daha meşhurdur. O
bakımdan ilim adamlarımızın ve müctehid imamların çoğu meşhur rivayetle
istidlal etmişlerdir. Akabe b. Âmir hadîsi ise garip kabul etmiştir. Garip bir
hadîs'e dayanıp meşhur hadîs terkedilmez. Hem yolcu için ekseri müddetin üç
gün, üç gece olduğunda bir bakıma ittifak vardır.
Câbir el-Cu'fi'nin Hz.
Ömer'den (r.a.) yaptığı, bir gün bir gece ve üç gün üç gece rivayeti, meşhur
olan rivayete muvafık gelmekte ve böylece ona kuvvet kazandırmaktadır.[48]
Ne var ki, İmam Mâlik,
haber-i vahid konusunda Medine halkının amelini esas saymış ve ona göre,
istidlali uygun görmüştür.
Ebû Cafer et-Tahavi
ise Ubey b. Ammare'den yapılan rivayeti şu farklı lâfızla nakletmiştir:
"Ya Resûlellah!
Mestler üzerine meshedeyim mi?"
"Evet...
"
"Bir gün mü, ya
Resûlellah?"
"Evet ve iki
gün..."
"İki gün mü ya
Resûlellah?"
"Evet ve üç gün..."
"Üç gün mü ya
Resûlellah?"
"Evet", buyurdu ve bu yedi defa, denilinceye kadar sürdü.
Sonra Resûlüllah (a.s.) ona: "Arzu ettiğin kadar meshet!" buyurdu[49]
Ebu Cafer et-Tahavî aynı
rivayeti iki ayrı tarikten naklen zikrederek hadîsin kuvvet derecesini
belirtmek istemiştir. Sonra bir topluluğun bu rivayetle istidlal ettiğini,
böylece onlara göre mestler üzerine hazarda ve seferde meshetmenin belli bir
süresi olmadığını söylemiştir.
Ayrıca Akabe b. Amr
(r.a.)'den yapılan rivayeti de yine farklı bir tesbitle şöyle naklediyor:
"Şam'dan hareket
edip Ömer b. Hattab'a (r.a.) geldim. Şam'dan cuma günü çıkmıştım, Medine'ye de
Cuma günü ayak basmış oldum. Hz. Ömer'in (r.a.) huzuruna girdim, ayağımda
Mecrimakaniy (cinsinden) mest bulunuyordu, Hz. Ömer (r.a.) bana sordu:
"Mestini ne zaman
ayağından çıkarmıştın ya Akabe!?"
"Cuma günü
giyinmiştim ve bugün de Cuma", dedim.
"Sünnet'e uygun
hareket ettin", buyurdu.[50]
Ebû Cafer aynı
rivayeti iki ayrı tarikden daha naklederek, birinde, sadece "uygun
hareket ettin..." sözü yer alıyor, "sünnete uygun..."
denilmiyor.
Bu rivayetle istidlal
edenler, mest üzerine mesh için bir sürenin belirlenmediğini, çünkü Hz.
Ömer'in (r.a.) bu konuda sünnete dikkatleri çektiği söyleniyor.
Bunun hilâfına, diğer
ilim adamları, sözü edilen "sünnete uygun..." tabirinden,
Resûlüllah'ın sünneti değil de, sahabenin sünneti olduğunu söylemişlerdir.
Çünkü sünnet bazen Resûlüllah'tan, bazan da halifelerinden nakledilir. Nitekim
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, "Size gereken, benim sünnetime ve doğru
yolda yürüyen, hidâyete eren halîfelerin sünnetine uymaktır..."
buyurmuştur.[51] Ebû Cafer et-Tahavî,
mestler üzerine meshetmenin belli bir süresi bulunduğuna, yani bunun için
belli bir süre tayin edildiğine dair yirmiye yakın hadîs rivayet etmiştir.
Böylece mesh müddetinin eyleşik için
bir gün, bir gece, yolcu için üç gün, üç gece olduğu hakkındaki rivayet ve
görüşlerin ağırlık kazandığına ve şöhret derecesine ulaştığına dikkatleri
çektikten sonra, şunu ilâve ediyor: "İşte bu rivayetler ve bizim belirttiklerimiz,
İmam Ebû Hanife ve iki arkadaşının kavlidir..."
Şevkanî ise, Übey b.
Ammare'nin hadîsi üzerinde durarak Ebû Davud'un şöyle dediğini naklediyor:
"Bunun isnadında farklı tesbit ve görüşler vardır, kaviy olmadığı
belirlenmiştir." Buhari de buna yakın bir ifade kullanmıştır. İmam Ahmed
b. Hanbel, bu rivayetin ricali mâruf değildir, demiştir. Dare-Kutni de aynı
rivayeti tahrîc ettikten sonra şöyle demiştir:
"Bunun isnadı
sübut bulmamıştır. İsnadında şu üç meçhul kimse vardır: Abdurrahman, Muhammed
b. Yezîd ve Eyyub b. Katan... Rivayet ve isnad bu ölçüde olunca artık onunla
istidlal ve ihticac söz konusu değildir."[52]
Ayrıca bu konuda şu
sahîh hadîs istidlal ve ihticaca uygun görülmüştür:
"Şüphesiz ki
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz yolcu için geceleriyle birlikte üç gün, mukiym için
bir gün bir gece, abdest alıp abdestli bir şekilde mestleri giydiği takdirde
meshetmeye ruhsat vermiştir."
Bu hadîsi Abdurrahman
b. Ebî Bekre kendi babasından, o da Hz. Peygamber'den (a.s.) rivayet etmiş,
el-Esrem kendi Sünen'ine almış, İbn Kuzeyme ve Dare-kutnî tahrîc etmiştir.
el-Hattâbî ise, "Bunun isnadı sahihtir" demiştir. İmam Şafiî
sahihlemiş, ayrıca İbn Huzayme de "sahîh"tir demiştir.
Ayrıca geniş bilgi
için Nasburraye: 1/190'a bakılması tavsiye olunur.
1- Mestler
üzerine meshin cevazı için, tastamam abdest alındıktan sonra giyilmesi
şarttır.
2- Mesh
müddeti, eyleşik için bir gün, bir gecedir. Yolcu için üç gün, üç gecedir.
3- Mestleri mesh süresinin başlangıcı, giyildikten sonra abdestin bozulmasıyla
başlar.
4- İmam
Mâlik'e göre, mesh için belli bir süre yoktur. Yolcu istediği süre
meshedebilir. Eyleşik için ruhsat yoktur.
Mestlerin altı yere
dokunduğu halde üstü meshedilir. Bunda kolaylık vardır. Hz. Ali'den (r.a.) dinî
hükümlerin, kişilerin mantığına göre olup olmayacağıyla ilgili bir takım
şeyler sorulmuştu. O, şu cevabı vermiştir:
"Eğer din
kişilerin mantığına göre olsaydı, buna ruhsat verilseydi, ben, mestlerin
üstüne değil altına meshederdim. Ama Resûlüllah (a.s.) Efendimiz giydiği
mestlerin üzerini meshetmiştir, biz kişisel mantığımıza değil, Resûlüllah'a
(a.s.) uyarız ve O'na uymakla emrolunmuşuzdur."
Konuyla ilgili
hadisler:
Muğire b. Şu'be'den
(r.a.) yapılan rivayette demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimizi mestlerin üzerine meshederken gördüm."[53]
Hz. Ali'den (r.a.)
yapılan rivayette şöyle demiştir:
"Eğer din kişinin
rey'i (görüş ve mantığı) ile olsaydı, mestin altını meshetmek üstünü
meshetmekten daha uygun olurdu. Ama ben, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'i gördüm,
mestlerinin üzerine meshediyordu."[54]
Sevr b. Yezîd'den, o
da Recâ, b. Hayve'den, o da Muğîre b. Şu'be'nin kâtibi Verrâd'dan, o da Muğire
b. Şu'be'den (r.a.) rivayet etmiştir. Muğire (r.a.) demiştir ki:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz mestin hem üstünü, hem altını meshetti."[55]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Abdest
alırken mestlerin üzeri meshedilir ve bu farz yerine geçer; yani ayakları
yıkama yerine kaim olur,
2- Mestlerin
hem üstünü, hem altını meshetmek caizdir.
3- Din
kişilerin re'yine göre değildir. Cumhurun ittifak ettiği görüş muteberdir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş, ictihad, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefilere göre:
El parmaklarıyla üç
parmak enine ve uzunluğuna eşit gelecek şekilde mestlerin üst kısmını meshetmek
farzdır. Şu şartla ki, mesh edilen kısım ayak ile işgal edilmiş bulunsun...
b) Şâfiîlere
göre:
Mestlerin üstünden
hangi bölüme denk gelirse gelsin bir miktar meshetmek farzdır. İsterse bir tek
ıslak parmağı götürüp getirmeden dokundurmuş yani mest üzerine koymuş olsun
kâfi gelir.[56]
Şafiiler bunu başı
meshetmeye kıyas ederek ictihadda bulunmuşlardır. Onlara göre, nasıl başın az
bir kısmına ıslak el veya parmağı koymakla farz yerine gelirse, mestleri
meshetmekte de bu miktar farzın yerine gelmesi için kâfidir. O bakımdan konç
kısma, ökçe kısma, yanlar ve alt kısma ıslak eli dokundurmakla farz yerine
gelmez, yani bu bölümlere meshetmek caiz değildir. Topuklar hizasına gelen
kısma meshetmek caizdir. Mestler üzerinde kıl bulunur da ıslaklığın deriye
geçmesine engel teşkil ederse, yapılan mesh sahih olmaz.
c)
Hanbelilere göre:
Mestlerin üstünün çoğu
kısmını meshetmek farzdır. Alt kısmını meshetmek ise müstehabdır. Abdest
aldıktan sonra mestleri meshetmeyi unutur da sonra hatırlarsa, sadece
meshetmekle yetinir, abdesti yeniden almasına gerek yoktur. Ama süre uzarsa, o
takdirde abdesti iade etmesi menduptur. Bunun gibi, mestleri meshetmeyi unutup
o vaziyette namaz kılmışsa, hatırlayınca vakit geçmişse, mest üzerine meshedip
namazı iade etmesi gerekir.
d)
Mâlikîlere göre:
Mestlerin üstünü
olduğu gibi meshetmek farzdır. Alt kısmını meshetmek ise müstehabdır.
Mâlikilerden bazısına göre, alt kısmını meshetmek vâcibdir. Abdest aldıktan
sonra mestler üzerine meshetmeyi terkederse, o vaziyette kıldığı namazı vakit
çıkmamışsa iade eder.[57]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, görüşler ve tahliller:
Hz. Ali'den (r.a.)
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in ıslak parmaklarıyla
mestlerinin üzerine hat hat meshettiğini
görmüştür..." İmam Nevevî, bu rivayetin zayıf olduğunu belirtmiştir. Câbir
(r.a.)'den yapılan rivayette ise, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in kendilerine
meshetmeyi öğrettiği kişilere, elleriyle mestlerin kısmından başlayarak bilekle
topuğun birleştiği kısma kadar meshedilmesini gösterdiği, belirtilmiştir ki,
parmakların arasını açarak bir defa sürdüğü ifade edilmektedir.
Hafız İbn Hacer, bu
hadîsin isnadının zayıf olduğuna dikkatleri çekmiş ve şöyle demiştir:
"Anladım ki,
mestlerin keyfiyet ve kemiyeti hakkında itimad edilen bir hadis vârid
olmamıştır."[58]
Muğire b. Şu'be'den
(r.a.) rivayet edilen 662 no'lu hadis haklında Bülûğu’l-merâm şarihi Sıddîk
Hasan Han diyor ki: İmam Tirmizî bu rivayeti yaptıktan sonra şöyle demiştir:
"Bu hadîs ma'luldür."[59]
Nitekim Ebû Zer'â'dan ve Muhammed'den bu hadis hakkında sorduğumda şöyle
dediler: "Sahîh değildir. Çünkü Muğîre'nin kâtibinden rivayet edilmiş,
hadîs metninde Muğîre'nin Peygamber (a.s.)
Efendimiz'den işittiği belirtilmemiştir.[60]
el-Esrem'in Ahmed b.
Hanbel'den yaptığı rivayette ise, Ahmed b. Hanbel'de bu hadîsin zayıf olduğunu
belirtmiştir.
Abdurrahman b. Mehdi
ise bu hadîsi İbn Mübarek'den, o da Sevr'den rivayet etmiştir. Sevr ise şöyle
demiştir: "Ben Recâ'dan duydum, o da Muğîre'nin kâtibinden rivayet etmiş,
fakat kâtibin de Muğîre'den rivayet ettiğini belirtmemiştir. O yüzden hadîs
"mursel" oluyor.
Böylece mestlerin hem
altını, hem üstünü meshetmek hakkındaki rivayet zayıf olduğu ortaya çıkmış
bulunuyor. O bakımdan istidlale pek uygun görülmemiştir. Sahîh hadîsler ise,
meşru' olan meshin mestin üstüne yapılanıdır, altına değil... Nitekim es-Sevri,
Ebu Hanîfe, el-Evzâî ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. İmam Mâlik, İmam
Şafiî ve bu ikisinin arkadaşları, ayrıca Zührî ve İbn Mübarek yukarıdakilerin
hilâfına hem üstüne, hem altına meshedilir demişlerdir. Ashab-ı Kirâm'dan Sa'd
b. Ebî Vakkas ve Tabiîn'den Ömer b. Abdülaziz'in de ictihadı bu doğrultudadır.
Ancak gerek İmam Mâlik, gerek İmam Şafiî böyle ictihad etmekle beraber
mestlerin sadece üstüne meshetmeyi kâfi görmüşler, alt kısmına meshedilmediği
takdirde bir şey lâzım gelmiyeceğini söylemişlerdir. Hatta İmam Mâlik,
"kim mestlerinin yalnız altına mesheder de üstünü terkederse, kâfi gelmez,
vakit içinde veya dışında kıldığı namazı iade etmesi gerekir." İmam
Şafiî'den de meşhur olan rivayet, bu anlamdadır; yani sadece üstüne meshetmekle
yetinmek kâfidir, farz yerine gelmiş olur.
1- Mestlerin
üstüne meshetmek farzdır ve farzın yerine gelmesi hususunda kâfidir.
2- Mesh,
ıslak elin içiyle ayakların uç kısmından yukarıya doğru sürtülerek çekilir.
3- Mestlerin
üstüne meshedilirken altına meshetmekte bir sakınca yoktur. (Bu İmam Şafiî ile
İmam Mâlik'in ictihadıdır.)
4- Sadece
ıslak eli mestlerin üstüne koymakla da mesh yapılmış olur.
Abdest iç ve dış
temizliğini birarada gerçekleştiren ilâhî emirlerden biridir. Mü'minin mi'racı
sayılan namaza böylesine bir temizlikle başlamak kadar tabii ne olabilir?
Çünkü Cenâb-ı Hak, her türlü ta'zîme, ihtirama, sevgiye ve saygıya lâyıktır. O
iyice temizlenen kullarını çok sevdiğini açıklayarak imân ehlinin tertemiz bir
hayat sürmelerini dilemiştir. Bizi ve melekleri tiksindiren küçük ve büyük
abdest bozma, sözü edilen temizliği zedelemektedir; o bakımdan Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz ön ve arkadan çıkan herhangi bir şey abdesti bozar, buyurarak
genel bir ölçü vermiştir. Bu ölçü doğrultusunda abdest bozulduğu takdirde,
namaz kılabilmek, Kur'ân'a el sürmek, Kabe'yi tavaf etmek için yeniden abdest
almak gerekir. Çünkü bu amellerin hepsi muhteremdir ve ilâhî beyândan
alınmadır.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
"Sizden biri,
abdesti bozulduğu zaman abdest almadıkça Allah onun namazını kabul
buyurmaz."
Bu rivayet üzerine
Hadramevt halkından bir adam, "Hades (abdestsizlik) nedir, ya Ebâ
Hüreyre!?" diye sordu. O da şöyle cevap verdi: "Sessiz veya sesli
yellenmektir. "[61]
Mesh hakkında
Safvan'dan rivayet edilen hadiste ise "lâkin dışkıdan, idrardan ve uykudan
(dolayı abdest bozulur)," denilmiştir. İleride bunu belirteceğiz.
Ma'dan b. Ebî
Talha'dan, o da Ebû Derdâ'nın yaptığı rivayette demiştir ki: "Peygamber
(a.s.) Efendimiz kustu ve hemen arkasından abdest aldı."
Râvî Ma'dan devamla
diyor ki: Dimeşk camiinde Hz. Sevbân'la karşılaştım ve bu hadisi ona
söylediğimde şöyle karşılık verdi:
"Ebû Derdâ doğru
söylemiştir. (O gün) ben, Resûlüllah'ın abdest suyunu döküyordum..."[62]
Tirmizî, bu babda en
sahih rivayet de budur! demiştir.
İsmail b. Iyâş'dan, o
da İbn Cüreyc'den, o da İbn Ebî Müleyke'den, o da Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayetle
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Kime namazda
kusmak veya burun kanaması veya boğazından (ağız dolusu kusmuk ve benzeri bir)
şey gelir veya mezyi isabet ederse, namazı bırakıp hemen gidip abdest alsın;
sonra da o vaziyette konuşmayarak namazını kalan yerden bina edip tamamlasın."[63]
Enes (r.a.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz kan aldırdı, abdest almadan namaz kıldı ve kan aldırdığı
yerden başkasını yıkamadı."[64]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Namaz
ancak abdestli halde kılınır. Abdesti bozulan kimse yeniden abdest almadıkça,
Allah onun namazını kabul etmez. Kıldığı namaz caiz olmaz.
2- İster
sessiz, ister sesli olsun yellenmek abdesti bozar.
3- Dışkı ve
idrardan dolayı abdest bozulur, bunlar ister az çıksın, ister çok çıksın
farketmez.
4- Uyku da
abdesti bozan sebeplerden biridir.
5- Kusmak da
abdesti bozar.
6- Namazda
kusmak, burun kanaması veya benzeri bir sebepten abdesti bozulan kimse namazı
kaldığı yerde bırakıp konuşmadan, oyalanmadan abdest alırsa, gelip yarıda
kalan namazı kaldığı yerden kılıp tamamlar.
7- Kan
aldırmak abdesti bozmaz.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların tesbit, ictihad, istinbat, istidlal ve yorumları:
a)
Hanefilere göre:
Abdesti
"hades" bozar. Hades iki kısma ayrılır, hakikî ve hükmî. Hakikî
hades hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. İmam Ebû Hanîfe, İmam Ebû
Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, diri kimseden necisin çıkmasıdır. Bu ister ön
ve arka gibi tabii yollardan; isterse yara, bereden, ağız ve burundan kan,
kusmuk ve benzeri şey çıksın farketmez.
Ön ve arkadaki tabii
yollardan çıkan şeyler ister idrar, dışkı, mezyi, vedyi, ayhali kanı ve loğusa
kanı gibi mutad şeyler olsun; isterse bir damar çatlaması neticesi çıkan kan
olsun farketmez. Çünkü hadîsler bu hususta genel ve özel ölçüde bilgi
vermektedir. Ebü Ümame el-Bahilî'den (r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in yanına girdim ve kendisine (mevcut
yiyecekten) avuçlayıp bir avuç takdim ettim. Onu yedikten sonra müezzin geldi.
Ben de "abdest... ya Resûlellah!" dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Bize abdest
ancak çıkan şeyden dolayı gerekir, giren şeyden dolayı değil..."[65]
Bu ifadeyle Resûlüllah
(a.s.) bedenden çıkan şeyleri umum mânada kullanmıştır. Diğer bazı hadîslerde
ise abdesti bozan şeyler müteferrik olarak beyân edilmiştir.
Böylece Hanefilere
göre, idrar ve dışkıdan çıkan şey isterse az bir şey olsun mutlaka abdesti bozar.
Çünkü içden dışa bir çıkış ve mahrecin çıkış noktasında beliriş söz konusudur.
Mahreçlerin başı bedenin zahirinden sayılır. Çıkan şey ister etrafa yayılsın
ister yayılmasın akıntı halinde olsun, olmasın farketmez. Bunun gibi mezyi,
vedyi, meni, ayhali kanı ve loğusalık kanı ile bir damar çatlamasından dolayı
akan kan da necis sayılır, bunların az miktarda da olsa, dışarı çıkması abdesti
bozar. Ayhali ile loğusa kanından maksat, kadın abdestli iken yeni akmaya
başlayanıdır, yani ayhalinin başlaması anında gelen kandır. Ayhali başladıktan
sonra zaten kadın hep abdestsiz sayılır ve o vaziyette namaz kılması haramdır.
Aynı zamanda tabii yoldan çıkan ve aslında necis olmayan taş ve benzeri şeyler
de necasetin bulunduğu mahreçten geldiği çin necis sayılır ve abdest bozulur.
Arkadan çıkan yel,
haddi zatında temizse de necis bulunan bir yoldan geldiği için o da abdesti
bozar.
Tenasül aletinden ve
kadının fercinden çıkan yel, zahir rivâyete göre abdesti bozmaz. İmam
Muhammed'e göre bozar. İmam Kerhî'ye göre de bozmaz.
Kusuntuya gelince,
ağız dolusu olduğu takdirde abdesti bozar, daha az olursa bozmaz. İmam Züfer'e
göre, kusuntu az olsun, çok olsun abdesti bozar.
Bunlar gibi, uyku da
abdesti bozan sebeplerden biridir. Yukarıdaki hadîste buna işaret edilmiştir.
İster namazda, isterse namaz dışında uzanık bir halde uyuyan kimsenin abdesti
bozulmuş kabul edilir. Bu husustaki delillerden biri de İbn Abbas (r.a.)'dan
yapılan rivayettir ki, İbn Abbas şöyle demiştir: "Resûlüllah (a.s.)
namazda iken (gece namazı olduğu kuvvetle muhtemeldir) uyudu, o kadar ki derin
nefes ve horultusu işitildi. Sonra (namazı kılıp) şöyle buyurdu:
"Ayakta,
rükû'da', secdede, oturmuş halde uyuyan kimseye abdest gerekmez; abdest ancak
uzanık halde uyuyana gerekir."[66]
b) Şâfiîlere göre:
Hadesin sebepleri,
yani abdesti bozan sebepler dört grupta toplanmıştır :
1- Ön ve
arkadan meni dışında çıkan bir şey.
Bu ister gözle görülen
bir madde olsun, ister görülmeyen bir şey olsun farketmez. O halde yellenmek de
abdesti bozan sebeplerden biridir. Ön ve arkadan çıkan şey, ister necis olsun,
ister olmasın farketmez, her iki durumda da abdest bozulur.
2- Mak'âdın
yerle bitişip iyice yerleşmesi halinde uyumak dışında herhangi bir sebeple
akim zail olması.
Akim zail olmasının
bazı sebepleri vardır : Belirttiğimiz durum dışında uyumak, cinnet getirmek,
iyice sarhoş olmak ve bayılmak bu cümledendir. O halde mak'âdım iyice yere
dayayıp yerleştirmeden uyumak, cinnet getirmek, sarhoş olmak ve bayılmak
abdesti bozar.
3- Erkekle
kadının tenlerinin birbirine dokunması, kişinin mahremi, yani nikâhı kendisine
haram olan yakım bu genellemenin dışındadır. İki cinsin tenlerinin birbirine
dokunmasıyla ikisinin de abdesti bozulur. En zahir kavi de budur. Bir de henüz
iştiha çağma girmemiş kız'm tenine dokunması abdesti bozmaz. Ayrıca saça,
dişe ve tırnağa dokunmak da abdesti bozmaz. Çünkü bunlar deri kapsamına
girmez.
4- El
ayasıyla, ister erkek, ister kadın, ister kendi nefsinin, ister başkasının
cinsel organına dokunması, da abdesti bozar, Parmak aralarının, elin üst
kısmının dokunması abdesti bozmaz.[67].
c)
Hanbelîlere göre:
Ön ve arkadan dışarı
çıkan her şey abdesti bozar. İki tabii yoldan çıkan şeyler, mutad ve gayr-i
mutad olmak üzere iki kısımdır. Mutad olanları, idrar, dışkı, menî, mezyi,
vedyî ve yellenmektir. Bunların dışarı çıkmasıyla abdestin bozulacağında icma'
vardır. İbn Münzîr'de aynı hususu belirtmiştir. Gayr-i mutad olanları ise, kan,
kurt, küçük taş, kıl ve benzeri şeylerdir Bunlardan birinin dışarı çıkmasıyla
abdest yine bozulur.
Sevri, Şafiî, İshak ve
rey tarafdarları da aynı görüştedirler. İmam Mâlik ise, bunların nadirattan
olduğunu dikkate alarak abdesti bozmayacağını söylemiştir.
Cinsel organlardan
dışarı çıkan hava da Hanbelîlere göre abdesti bozar.[68]
Yine bu mezhep
imamlarına göre, kişi ne vaziyette bulunursa bulunsun uyuduğu takdirde abdesti
bozulur, ancak çok az bir uyku bozmaz ki bundan uyuklama kasdediliyordur.
Onlardan bazısı ise bu az uyuklamayı ayakta veya oturarak bir vaziyette takyid
etmiştir.
d)
Mâlikîlere göre:
Hafif bir uyku,
uyuklama dışında uyku ne vaziyette olursa olsun abdesti bozar. Ancak makâdının
altına mahreci kapatacak şekilde bir minder veya bez parçası yerleştirir de
öylece oturarak uyursa abdest bozulmaz, ama bu vaziyetteki uyuma uzun sürerse
bozulur.[69]
Cinnet getirmek, bayılmak,
sarhoş olmak ve uyumak aklın zail olmasına neden olduğundan abdesti bozar.
Bunda icma' vardır. Riddet (dinden çıkıp murtedd olmak) da bu mezhebe göre
abdesti bozar. Kahkahayla gülmek abdesti bozan sebeplerden biri değildir.
Elin cinsel organa
dokunması hakkında İmam Ahmed'den iki rivayet vardır: Birincisine göre, abdesti
bozar; ikincisine göre, bozmaz.
Aşırı kusmak, aşırı
derecede kan akması ve yaradan fazla miktarda kurt-parazit çıkması hakkında şu
genel kaideyle amel edilir: Ön ve arkanın dışında kalan herhangi bir yerden kan
çıkar, mevcut yarada parazitler oluşup düşmeye başlar, fazla miktarda kusmak
gibi şeylere dikkat edilir, necis olanları abdesti bozar, olmayanları bozmaz.
İmam Ahmed'den yapılan bir rivayete göre bunlardan fahiş miktarda olanlar
bozar.[70]
Konuyla ilgili
rivayetler, görüşler ve tahliller:
668 no'lu hadîsin
sıhhati üzerinde yorum yapan olmamıştır. O bakımdan istidlale ve ihticaca şayan
görülmüştür.
669 no'lu hadîs'i
ayrıca İbn Carud, İbn Hibbân, Dâre-Kutni, Beyhakî', Taberânî, Hâkim ve İbn
Mende az bir değişiklikle rivayet etmişlerdir, şöyleki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz kustuktan sonra (orucunu bozup) iftar etti..."
Râvî Ma'dan diyor ki:
"Dimeşk
mescidinde Sevbân (r.a.) ile karşılaştığımda ona dedim ki, Ebû Derdâ (r.a.)
bana şöyle haber verdi..." Bunun üzerine Hz. Sevbân (r.a.):
"Ebû Derdâ doğru
söylemiştir. O sırada ben, Resûlüllah'ın (a.s.) abdest suyunu
döküyordum."
İbn Mende bu hadisin
isnadının sahih ve muttasıl olduğunu kaydetmiştir. Buharî ve Müslim bunun isnadında
ihtilâf vaki olduğu için kendi kitaplarına almamışlardır. Tirmizî bu konuda
diyor ki:
"Hadîsi, Hüseyin
el-Muallim tecvîd etmiştir." Ne var ki, hadîs üzerinde hayli ihtilâf söz
konusudur. O bakımdan Beyhakî, bunun isnadında ihtilâf vardır, demiştir. Diğer
bir yerde ise, isnadında ızdırab bulunduğunu söylemiştir. O bakımdan ihticaca
uygun değildir, diye ilâve etmiştir.
O bakımdan müctehid
imamların kusuntu hakkındaki görüşleri farklıdır. Yukarıda da belirttiğimiz
gibi, İmam Ebû Hanîfe ve arkadaşları ağızdan çıkan kusuntunun mide'den
gelmesini, bir defada ağız dolusu olmasını abdesti bozan sebeplerden biri
olarak belirtmişlerdir. İmam Şafiî ve arkadaşları, kusuntunun abdesti bozan
sebeplerden biri olmadığına hükmetmişlerdir.
670 no'lu hadîsin muallel
olduğunu söyleyenler çoğunluktadır. Çünkü İsmail b. Iyâş, Hicazlı olan İbn
Cüreyc'den rivayet etmiştir ki, onun, sözü edilenlerden rivayeti genellikle
zayıf kabul edilmiştir. Ebû Hatim ise, "İsmâil’in rivayeti
hatalıdır", derken, İbn Mâîn, onu zayıflar arasında zikretmiştir. Beyhaki
bu hadîs için, en uygun olanı, mursel sayılmasıdır. Böylece senedinden bir
sahabinin düştüğü sanılmaktadır. Süleyman İbn Erkam ise bunu merfu'an rivayet
etmişse de bu zât metruktür.
Bu konudaki rivayeti
Dare-Kutnî, İbn Âdiy ve Taberânî şu lâfızla nakletmişlerdir:
"Sizden
biriniz namazda iken burnu kanarsa, namazdan ayrılıp akan kanı yıkasın, sonra
da abdestini iade etsin ve namazına yönelsin!"
Hafız İbn Hacer,
râvîlerin arasında Süleyman b. Erkam bulunuyor ki, bu zât metruktür, diyor.[71]
Böylece hadîs üzerinde
hayli farklı görüşler ortaya çıktığından müctehid imamlar ve diğer ilim
adamlarının görüşleri de farklı olmuştur. Yukarıda kısmen açıkladığımız gibi,
İmam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Ahmed b. Hanbel ve İshak akan
kanın abdesti bozan sebeblerden biridir, demişlerdir. Ancak burundan veya
vâcudun herhangi bir yerinden çıkan kanın akıntı yapacak kadar olması şarttır.
İbn Abbas, İmam Mâlik, İmam Şafiî, İbn Ebî Evfâ, Ebü Hüreyre, Cabir b. Zeyd,
İbn Müseyyeb, Mekhul ve Rabi'a (Allah hepsinden razı olsun) kanın abdesti
bozmayacağını ifade etmişlerdir.
671 nolu hadîsi aynı
zamanda Beyhakî de rivayet etmiştir. Hafız İbn Hacer bu hadîsin isnadında Salih
bin Mukatil bulunuyor ki: bu zat zayıftır, demiştir. Nevevi onu zayıflar
faslında zikretmiştir.
Hadîsin açık delâletinden,
vücuttan çıkan kanın abdesti bozmayacağı anlaşılıyorsa da, kuvvetli bir
ihtimalle bundan maksat az bir kanın çıkması söz konusudur. Nitekim Ahmed b.
Hanbel bu anlamda ictihadda bulunmuştur. Maksadın az kan olduğunu kuvvetlendiren
bir başka rivayeti, Dare-Kutnî'nin Ebu Hüreyre'den (r.a.) merfu'an rivayet
ettiği şu hadîstir:
"Kanın bir
damla, iki damlasından dolayı abdest gerekmez, meğerki akıntı yapan bir kan
olsun.."
Ancak bu hadîsin râvilerinden
biri Muhammed b. Fazıl b. Atıyye bulunuyor ki, bu zat mekrûktur. Hafız İbn
Hacer de onun zayıf olduğunu söylemiştir. Ahmed b. Hanbel, "onun hadîsi,
yalancı gurubun hadisidir" demiştir.[72]
İbn Abbas (r.a.)'dan
rivayet edilen, "Kan aldırmanın izini kan aldırılan yerden yıkayıp
gidermen senin için yeterlidir," mealindeki hadîsle daha çok İmam
Şafiî istidlal ve ihticacda bulunmuştur.
1- Ön ve
arkadan çıkan her şey abdesti bozar. Ancak İmam Mâlik'e göre mutad olmayan
şeylerin çıkması abdesti bozmaz. Ahmed b. Hanbel'e göre, mutad, gayr-i mutad
çıkan her şey abdesti bozar.
2- Vücuttan
çıkıp akan kan abdesti bozar. İmam Şafiî'ye göre, kan, irin ve benzeri
şeylerden dolayı abdest bozulmaz.
3- Uyumak da
abdesti bozar. İmam Mâlik'e göre, mak'âdını iyice oturtulmuş bir minder veya
bir beze dayanıp mütemekkin bir vaziyette uyumak dışında diğer bütün uyku
halleri abdesti bozar.
4- Kusmak
ağız dolusu olup bir defada çıkarsa abdesti bozar. İmam Şafii'ye göre bozmaz.
5- Kan
aldırmak abdesti bozmaz.
Namaz, kulun Allah'ına
karşı ubudiyet makamında üstün saygısını, ta'zîm ve tekrîmini ifade eder. O
bakımdan son derece uyanık ve edeb üzere bulunmayı icap ettiren bir ibâdettir.
Namazdan önce abdestin emredilmesinin sayısız yararlarından biri de, uyuşukluğu
atmak, kan dolaşımını ayarlamak, sinir sistemini düzene sokup uyanık ve zinde
bir halde ilâhî huzurda durmayı sağlamaktır. Bununla beraber bazen yorgunluk,
uykusuzluk ve benzeri şeylerden veya fazla yemek yemekten dolayı namazda
insana uyuklama gelir. Bazan da kısa bir süre uyumuş olunabilir. O takdirde ne
lâzım gelir?
Konuyla ilgili
hadîsler ve onların ışığında müctehid imamların görüş ve ictihadları bu soruyu
cevaplamaktadır:
Hz. Ali'den (r.a.)
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
"Göz kıçın
bağıdır. Artık kim uyursa abdest alsin!"[73]
Muâviye (r.a.)'den
yapılan rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Göz kıçın
bağıdır. Gözler uyuduğu zaman bağ çözülür."[74]
Safvan b. Âssal
(r.a.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, biz seferde bulunduğumuz zaman ayaklarımızdaki mestleri
geceleriyle birlikte üç gün çıkarmamamızı, ancak cenabetten dolayı çıkarmamızı
bize emrederdi. Dışkı, idrar (gibi tabii ihtiyaçları gidermeden) ve uyumaktan
dolayı çıkarmamamıza söylerdi."[75]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Uyumak
abdesti bozar.
2- Yolculuk
halinde üç gün, üç gece mestler üzerine meshedilir. Ancak cenabetten dolayı
mestlerin çıkarılması gerekir. Diğer tabii ihtiyaçların giderilmesi veya uyku
uyunması sebebiyle abdest bozulunca mestleri çıkarmaya gerek yoktur, belirlenen
süre içinde diğer aza yıkanırken onlar üzerine meshedilir.
3- Böylece
uyku da abdesti bozan sebepler arasında bulunuyordur.
4- Abdestli
iken uyuyan kimse, ister namaz dışında, ister namaz içinde olsun, bazı haller
müstesna abdesti bozulur.
Hadîslerin ışığı
altında müctehid imamların görüş, ictihad ve istidlalleri:
Bu hususu az önce
imamların görüşünü naklederek kısmen olsun aydınlatmıştık, önemine binaen biraz
daha izahta bulunmamız gerekiyor:
a)
Hanefîlere göre:
Gerek namaz içinde,
gerekse namaz dışında uzanık bir halde uyumak mutlaka abdesti bozar. Fukahanın
bu hususta farklı görüşü yoktur.[76]
b)
Hanbelîlere göre:
Kişi hangi vaziyette
bulunursa bulunsun, çok az hafif bir uyku dışında uyuması mutlaka abdesti
bozar.[77]
c) Şâfiilere
göre:
Mak'âdını iyice yere
oturtup uyumanın dışında diğer vaziyetlerde vaki olan uyku abdesti bozar.
d)
Mâlikilere göre:
Ağır ve uzun uyku
abdesti bozar, uyuyan hangi vaziyette bulunursa bulunsun farketmez. Ama hafif
bir uyku abdesti bozmaz. Ancak ağır uyku hâlinde mat'âdının altına bir minder
veya bez yerleştirip öyle oturup uyumuşsa, o takdirde abdesti bozulmaz.[78]
Bu konuda diğer
rivayetler, görüşler ve tahliller: 679 nolu Hz. Ali (r.a.)
hadîsiyle, 680 no'lu Muâviye
(r.a.) hadîsi hakkında İmam Ahmed b. Hanbel’den sorulduğunda şöyle demiştir:
"Hz. Ali'nin hadisi
daha çok sübut bulmuş ve daha çok kaviydir."
680 no'lu hadîsi aynı
zamanda Darekutnî ile Beyhakî'de rivayet etmişlerdir. Ancak isnadında Bakıyye,
Ebubekir b. Ebî Meryem'den rivayet etmiştir ki, bu zat zayıftır.
Ebû Hatim, her iki
hadîsin de zayıf olduğunu belirtmiştir, el-Münzirî ise, İbn Salah ve Nevevî'nin
görüşü doğrultusunda Hz. Ali'nin hadîsinin hasen olduğunu söylemiştir.
İmam Şevkanî bu
hadislerin ve diğer rivayetlerin ışığında ilim adamlarının sekiz sınıfa
ayrıldığını söyleyerek, her birlerinin görüşünü şöyle açıklamıştır:
Birinci mezhep: Kişi hangi durumda bulunursa bulunsun, uyku abdesti
bozmaz. Bu, ashabdan Ebû Musa el-Aş'ârî'den Tabiînden Saîd b. Müseyyeb'den Ebû
Miclez, Humeyd el-A'rac ve Şia'dan nakledilmiştir. Şiâdan maksad imamiyye
mezhebidir.
Bunlar Hz. Enes'ten
(r.a.) rivayet edilen şu hadîsle istidlal etmişlerdir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimizin ashabı son işâyı beklerken (uyuklayıp) başları sallanırdı,
sonra da kalkıp abdest almaları namaz kılarlardı."[79]
İkinci mezhep: Uyku az olsun çok olsun, hemen her durumda abdesti
bozar. İmam Nevevî diyor ki: Bu Hasan el-Basrî'nin, Müzeni, Ebû Ubeyd b. Kasım
Selâm, İshab b. Rahûye'nin mezhebidir. Bu manâda İbn Abbas'dan (r.a.) ve Ebû
Hüreyre'den rivayet yapılmıştır.
Bunlar Hz. Ali, Muâviye ve
Safvan b. Âssal'ın (Allah hepsinden razı olsun) hadîsleriyle istidlal
etmişlerdir. Nitekim Hz. Ali'den yapılan bir rivayette şöyle demiştir:
"Kim uyursa
abdest alsın!.."
Üçüncü mezhep: Çok uyku her halde ve durumda abdesti bozar. Azı ise
bozmaz. İmam Nevevî diyor ki: "Bu, Zührî'nin, Rabi'a ve Evzâî'nin, İmam
Mâlik'in ve iki rivayetten birine göre, İmam Ahmed'in mezhebidir. Bunlar da 685
no'lu Enes hadîsiyle istidlal etmişlerdir. Ayrıca, "Kim uykuyu
hakkederse kendisine abdest gerekir," mealindeki hadîsi kendilerine
sened seçmişlerdir.
Dördüncü mezhep: Rükû’, secde, kıyam, kuûd durumlarından bir durum
üzere uyumak, ister kişi namazda olsun, ister namaz dışında olsun abdesti
bozulmaz. Ama yanüstü ve sırtüstü uyursa abdesti bozulur.
İmam Nevevî diyor ki:
"Bu, İmam Ebû
Hanîfe'nin, Davud'un ve bir rivayette Şafiî'nin mezhebidir. Ancak Şafiî'nin
mezhebidir denilmesi garip karşılanmıştır."
Bunlar daha çok şu hadîsle
istidlal etmişlerdir:
"Kul secdede
iken uyursa, Allah onunla meleklerine karşı iftihar eder."
Yani kulunun bu güzel
halini meleklerine över.[80]
Hadîsi Beyhakî rivayet
etmiş ve zayıf olduğunu belirtmiştir. Ancak imamların bundan başka dayandıkları
bazı rivayetler daha vardır.
Beşinci mezhep: Abdesti, ancak rükû' ve secdede olanın uyuması bozar.
İmam Nevevî diyor ki: "Bunun bir benzeri Ahmed b. Hanbel'den rivayet
edilmiştir. Ayrıca bu mezhebin görüşünü el-Bedrü't-Tamam sahibiyle
Sübülü's-Selâm sahibi şu lâfızla açıklamışlardır: "Uyku abdesti bozar,
ancak rükû' ve secdede uyuyanın uykusu bozmaz" cümlesinin başındaki
olumsuzluk ifade eden (Lâ) harfini zikretmemişlerdir. Müslim şerhinde ise (Lâ)
edatıyla nakledilmiştir.
Altıncı mezhep: Abdesti ancak secdede olanın uykusu bozar, diğer
uykular bozmaz. İmam Nevevî diyor ki:
"Bu da İmam
Ahmed'den rivayet edilmiştir. Çünkü secde hali yellenmeye çok daha
müsaittir."
Yedinci mezhep: Namazda hangi hal üzere bulunursa bulunsun uyuması
abdesti bozmaz. Ama namaz dışında uyumak abdesti bozar. el-Bahr kitabında bu
görüş Zeyd b. Ali'ye ve Ebû Hanîfe'ye nisbet edilmiştir. Bunlar da "Kul
secdede iken uyursa, Allah onunla meleklerine karşı iftihar eder..."
mealindeki hadîsle istidlal etmişlerdir.
Sekizinci mezhep: Mak'âdı iyice yere oturtulmuş bir halde oturarak
uyursa, ister az olsun, ister çok olsun uyuması abdesti bozmaz. Aynı zamanda
bu durumda ister namaz içinde bulunsun, ister dışında olsun farketmez.
İmam Nevevî diyor ki:
"Bu, İmam
Şafiî'nin mezhebidir. Çünkü ona göre uyku bizatihi abdest bozucu değildir,
sadece o yellenmenin bir delilidir. Bunların delili, Hz. Ali'nin, İbn Abbas'ın
ve Muâviye'nin rivayet ettikleri hadislerdir.[81]
685 nolu hadîste
ashab-ı kirâm'ın son işâyı beklerden uyuklayıp başlarının ileri geri gidip
geldiği rivayetine gelince, bu, onların mak'âdları üzerine mütemekkin oldukları
halde oturduklarına ve bu vaziyette abdestin bozulmasının söz konusu
olamıyacağına delâlet etmektedir.
Böylece rivayetlerin
tamamından şu sonuç çıkmaktadır: Uyku bizatihi abdest bozucu değildir,
yellenmeye sebeb olduğu için onu bu vasıfla anmışlar. Nitekim İbn Abbas
(r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz uyudu, o kadar ki, hafif horlamasını işittim. Sonra kalkıp
abdest almadan namaz kıldı."
Bu hadîs sahîh kabul
edilmiştir, ancak bilindiği gibi, peygamberlerin gözleri uyur ama kalbleri
uyumazdı. O bakımdan Resûlüllah (a.s.) Efendimiz hem mütemekkin oturur, hem de
kendinden haberli bulunurdu. Diğer bir yorumla, bu gibi haller O'nun
özelliklerindendir, ümmete teşmil edilmez.
Sahih kabul edilen bu
hadîs de, uykunun bizatihi abdest bozucu olmadığına delâlet etmektedir.
Uyku gibi, cinnet,
sarhoşluk, baygınlık da abdesti bozan sebepler arasında zikredilmiştir. Çünkü o
vaziyette bulunan kişi hem kendini, hem abdestini kontrol etmekten çok uzaktır.
Yezîd b.
Abdurrahman'dan yapılan rivayette ise, yine bu manâ ve hükmü kuvvetlendirir
anlamda beyân mevcuttur. Adı geçen, Katade'den, o da Ebû Âliye'den, o da İbn
Abbas (r.a.)'dan naklen Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
bildirmiştir.
"Secde
halinde uyuyan kimseye yanüstü uzanmadıkça abdest gerekmez. Çünkü uzandığı
zaman mafsalları gevşeyiverir."[82]
Râvî Yezid, ed-Dâlânî
olarak bilinir. İmam Ahmed onun rivayeti hakkında lâbe'se demiştir. İlim
adamlarından bazısı, irsal yaptığı için onun hadîslerini zayıf saymışlardır.
Aynı hadîsi az farkla Ebû
Dâvud, Tirmizî ve Dârekutni şöyle rivayet etmişlerdir:
"Oturak bir
halde uyuyan kimseye abdest gerekmez, abdest ancak uzanarak uyuyana gerekir.
Çünkü uzanarak uyuyan kimsenin mafsalları gevşeyiverir."
Beyhakî ise şu lafızla
tahrîcde bulunmuştur:
"Yanını yere
uzatmadığı takdirde oturarak veya ayakta veya secdede uyuyan kimseye abdest
vâcib olmaz."
Hem Tirmizî, hem Ebû
Dâvud bu hadîsin zayıf olduğuna dikkatleri çekmişlerdir. Tirmizî el-Ilel'de
bunu zikretmiştir.
Zeylâî bu hadîs üzerinde
dönüp dolaşan görüşleri bir bir naklettikten sonra hadîsin bu şekliyle sahih
olmadığını, Muhammed b. İsmail'den sorulunca, "lâ şey'e" dediğini,
Ahmed b. Hanbel’in Nesâî ve İbn Maîn'in "lâ be'se" dediklerini
belirtiyor ve netice mâna yönünden sahîh olduğuna işarette bulunuyor.[83]
1- Namaz
içinde ve dışında ayakta, secdede ve mütemekkin vaziyette otururken uyumak
abdesti bozmaz.
2- Uzanık
bir halde uyumak abdesti bozar.
Canlı varlıklarda
erkekle dişi arasında bir takım bağlar vardır ki bu doğuştan onda mevcut olan
cinsel duygudan kaynaklanır. Ergen olmuş erkeklerle kadın arasındaki cinsel
cazibeyi anlatmaya gerek görmüyoruz. Tenlerinin birbirine dokunmasıyla cinsel
bir elektriklenmenin meydana gelmemesi pek düşünülemez. Bu da bir takım kötü
niyetlerin doğmasına, doğan kötü niyetlerin açığa çıkmasına neden olabilir.
İslâm Dini, herkesin namus ve şerefinin, haysiyet ve itibarının kutsal
olduğunu, hiç kimsenin buna saldırmasına cevaz vermediğini çeşitli vesilelerle
açıklamıştır.
O bakımdan nikâhı
kendine düşen bir kadınla, kadın ise bir erkekle el sıkışması yasaklanmıştır.
Aynı zamanda abdestli bulunan kadın ve erkeğin tenlerinin birbirine
dokunmasıyla abdestlerinin bozulacağına dikkatleri çekerek, özellikle kadınları
her türlü saldırı ve kötü niyetten koruyup uzak tutmuştur.
Bu konuyla ilgili
Kur'ân'daki şu âyet de müctehid imamların ihticac ve istidlaline dayanak
gösterilir:
"Ey imân
edenler! Sarhoş iken -ne dediğinizi bitinceye kadar- cünüp iken -yoldan
geçmeniz müstesna- gusledinceye kadar namaza (ve mescide) yaklaşmayın. Eğer
hasta veya yolculukta iseniz, sizden biriniz tabii ihtiyacını gidermekten
gelmişse veya kadınlara dokunmuşsanız, bu durumda su da bulamamışsanız, temiz
bir toprağa teyemmüm edip yüzlerinize ve ellerinize sürün... Şüphesiz ki Allah
çok affedici ve çok bağışlayıcıdır."[84]
"Kadınlara
dokunmuşsanız" cümlesiyle terceme ettiğimiz "Lâ-mestüm" fiilini,
"Lemestüm" şeklinde de okuyanlar olmuştur. Lems sözlükte el
dokundurmak, eli bir yere sürmektir. Araplar arasında kinaye olarak cinsel temas anlamında da kullanıldığı
vâkidir. İmam Şafii bunu hakikî mânasına hamledip erkeğin elinin veya teninin
kadının tenine veya eline dokunması abdesti bozar, demiştir. İmam Ahmed ile
İmam Mâlik ise şehvetle dokunmanın abdesti bozacağına hükmetmişlerdir. İmam Ebû
Hanife ise, âyetteki lems sözünden cinsel temas kinaye ediliyor, diyerek tenin
tene dokunmasıyla abdestin bozulmayacağını söylemiştir.
Şimdi ilgili hadîsleri
nakledip konuyu açıklamaya çalışalım:
İbrahim et-Teymî'den,
o da Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet ediyor. Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki:
"Şüphesiz ki
Peygamber (a.s.) Efendimiz eşlerinden bazısını öptükten sonra abdest almadan
namaz kılardı."[85]
Muâz b. Cebel
(r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
"Bir adam,
Peygamber (a.s.) Efendimiz'e gelerek dedi ki: Tanıdığı kadınla karşılaşıp
adamın kendi karısına -cinsel temas dışında- yaklaştığı her şeyle (ilgi kurup)
yaklaşan kimse hakkında ne buyurursunuz?
Râvî diyor ki, o
sebeple Allah şu âyeti indirdi:
"Gündüzün iki ucunda
ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu,
iyi düşünenlere bir öğüt, bir hatırlatmadır."
Bunun üzerine Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz o adama şöyle buyurdu:
"Abdest al,
sonra namaz kıl..."[86]
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz namaz kılarken (geceleyin) ben onun yanıbaşında cenaze gibi
serpilmiş bir halde bulunurdum, tâ ki vitir namazını kılmayı dilediğinde
ayağıyla bana dokunurdu.(kendimi toparlayıp secde etmesine rahat imkân vermem
için böyle yapardı)."[87]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Erkeğin
teninin kadının tenine dokunması abdesti bozmaz.
2- Ancak
kadına şehvetle dokunulduğu takdirde abdest bozulur.
3- Beş vakit
namaz birçok günâhların bağışlanmasına vesiledir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, ictihad, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Aşırı şehevî bir duygu
olmaksızın erkeğin teninin kadının tenine dokunması abdesti bozmaz. Ancak
şehevî duyguyu harekete geçiren bir dokunma istihsanen abdesti bozmuş sayılır.
Kıyasa bakılırsa, bu hal abdesti bozan sebeplerden biri değildir. Şehevi duyguyu
harekete geçirse bile, arayerde elbise ve benzeri bir madde bulunursa, abdesti
bozmaz. Ancak cinsel organda bir ıslaklık belirdiği takdirde abdest bozulur.
Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göredir.
Sahih rivayetle
nakledilen Ebû Yüsr olayını ise İmam Ebû Hanîfe bu anlamda yorumlamıştır.
Rivayete göre, bal satıcısı Ebû Yüsr (r.a.), Peygamber (a.s.) Efendimiz'e
gelerek dedi ki:
"Ya Resûlellah!
Cinsel temas dışında kalan hemen, her hususta eşime dokundum..." Bunun
üzerine Efendimiz (a.s.) ona şöyle buyurdu:
"Abdest al ve
iki rek'ât namaz kıl!"
İmam Ebû Hanîfe böyle
bir mübaşeretin sulanmaya yol açacağını, cinsel organda ıslaklık belireceğini,
ancak o kesimdeki hararetten dolayı ıslaklığın çarçabuk kuruyacağını dikkate
alarak abdestin istihsanen bozulacağını söylemiş ve hadîsin taşıdığı hükmün
aşırı mübaşeretten dolayı ıslaklıkla ilgili bulunduğunu bir yorum olarak
ortaya koymuştur.
Hanefîler bundan
ziyade 692 nolu Hz. Aişe (r.a.)
hadîsiyle istidlal etmişlerdir.[88]
b) Şâfiîlere
göre:
İmam Şafiî, ilgili âyeti
yorumladıktan sonra, imam Mâlik'den, onun da İbn Şihab'dan, onun da Salim b. Abdillah'tan,
onun da babası Abdullah'tan rivayetle diyor ki:
"Kim karısını
öper veya eliyle dokunup tenine yapışırsa, kendisine abdest gerekir."
İbn Ömer'in bu sözüne
yakın manâda İbn Mes'ud'dan da bize kadar ulaşan rivayet vardır. Şöyle ki: Adam
eliyle karısına dokunup okşar veya teninin bir kısmını onun tenine -arada bir
hail (engel) olmaksızın- şehvetle veya şehvetsiz dokundurursa, kendisine abdest
vâcib olur. Aynı zamanda kadına da abdest almak vâcib olur.[89]
Erkekle dişinin
derilerinin birbirine dokunması iki tarafın da abdestini bozar. İsterse erkek
idiş veya iktidarsız olsun veya biri ölü olsun yine de abdest bozulur. Ancak
ölünün abdesti bozulmaz. Derilerin birbirine dokunması isterse bilerek kasden
olsun, isterse hatâen olsun yine hüküm aynıdır.[90]
c) Hanbelîlere
göre:
İmam Ahmed'in
mezhebinde meşhur olan kavle göre, kadına şehvetle el veya bedenin herhangi bir
kısmını dokundurmak abdesti bozar. Şehvetsiz dokunma abdesti bozmaz. Bu aynı
zamanda Alkame, Ebû Ubeyde, Nahâî, Hakem, Hammad, Sevrî, İshak ve Şa'bî'nin
kavlidir. Çünkü bu saydıklarımız şöyle demişlerdir: "Kadını şehvetle öpene
abdest almak vâcib olur, rahmetle öpene vâcib olmaz. Öpmekten dolayı abdestin
vücubunu gerekli görenler arasında İbn Mes'ud, İbn Ömer, Zührî, Zeyd b. Eslem,
Mekhûl, Yahya el-Ansarî, Rabi'â, Evzâî, Sa'd b. Abdülaziz ve İmam Şâfii de
bulunuyordur.
İmam Ahmed diyor ki:
"Gerek
Medîneli'ler, gerekse Kûfe'liler son yıllara kadar öpmenin lems olduğunu ve
bundan dolayı abdestin bozulacağını söylerler ve bunu böyle kabul ederlerdi.
İmam Ebû Hanîfe ortaya çıkınca, bu defa öpmek ve lems abdesti bozmaz."
dediler ve bu hususta Urve'nin hadisiyle istidlal ettiler. Biz onların bu
görüşünü galat (yanlış) görüyoruz.[91]
eş-Şerhü'1-Kebîr'de de
buna yakın bir ifade kullanılmıştır. Baş kısmında şöyle deniliyor:
"Abdesti bozan beşinci sebeb, erkeğin derisinin şehvetli kadının derisine
dokunmasıdır. İmam Ahmed'den ise bu konuda farklı rivayetler yapılmıştır: Bir
rivayete göre, derinin deriye dokunması herhalde abdesti bozar, ister şehvetle
olsun, ister şehvetsiz olsun farketmez. Bu aynı zamanda İmam Şafiî'nin
mezhebidir. Diğer bir rivayete göre, derinin deriye dokunması herhal ü kârda
abdesti bozmaz. Bu, İbn Abbas'dan rivayet edilmiştir. Aynı zamanda Tavus,
el-Hasan, Mesruk ve arkadaşlarının görüşüdür. Ebû Hanife'nin de kavli böyledir.[92]
d)
Mâlikîlere göre:
Abdestli kimse elini
veya bedeninden herhangi bir kısmını (nikâhı kendisine düşen) bir kadına
şehvetle dokundurur veya şehvetle dokundurmadığı halde dokununca şehevî lezzet
duyarsa abdesti bozulur. Ancak dokunan da ve dokunulanda bir takım şartlar
aranır. Dokunan erkeğin ergen olması, lezzet almayı arzulaması veya dokunduktan
sonra lezzet duyması gerekir. Dokunulan kadının dokunulduğu yerin açık olması
veya çok ince hafif bir şeyle örtülü bulunması gerekir. Örtü kalın olursa
abdesti bozmaz.[93]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, görüşler ve tahliller:
692 nolu hadîs için
Ebû Dâvud "mürsel" demiştir. Senedinden bir sahabinin düştüğüne
işarettir. Çünkü İbrahim et-Teymî, Hz. Aişe'den (r.a.) işitmemiştir, ondan
işiten bir sahabiden işittiği sanılmaktadır. Bununla beraber Nesâî diyor ki:
"Bu babda, mursel
de olsa bu rivayetten daha güzeli yoktur."
İmam Tirmizî diyor ki:
"Muhammed b.
İsmail'den işittim, bu hadîsin zayıf olduğunu söylüyordu."
Aynı hadîsi Ebû Dâvud,
Tirmizî ve İbn Mâce, Urve b. Zübeyir tarikıyla Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet
etmişlerdir.
İbn Hazm bu konuda
diyor ki:
"Bu babda hiçbir
şey sahih olmasa gerek. Eğer sahih bir şey varsa, o da lems'ten dolayı abdest
almayı bildiren ilgili âyet inmeden önceki zamana aittir."
Ayrıca bu konuda İmam
Şafiî, Mi'bed b. Nübate tarikiyle Muhammed b. Ömer'den, o da İbn Atâ'dan, o da
Hz. Aişe'den şu hadisi rivayet etmiştir:
"Şüphesiz ki,
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz eşlerinden bir kısmını öper ve bundan dolayı abdest
almazdı."
İbn Abdilberr bu
hadîsi sahihlerken Hafız İbn Hacer zayıf kabul etmiştir. Bununla beraber
müctehidlerin bir kısmı istidlale elverişli görmüşlerdir.
693 no'lu hadîsi
Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî tahric etmiştir. Bunlar bunu Abdülmelik b. Ömer'den,
o da Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan, o da Muâz'dan rivayet etmiştir. Ancak
hadîste inkıta' vardır, çünkü Abdurrahman, Muâz'dan işitmemiştir. Ayrıca aynı
hadîsi Şu'be Abdurrahman'dan rivayet ederek mursel bir ölçüde zikretmiştir,
Nesâî'nin rivayeti gibi...
Kıssanın aslı Buhari
ve Müslim'de, abdest ve namaz emri olmaksızın geçer.
İmam Ebû Hanîfe ve
İmam Ebû Yusuf, ilgili hadîslerde zaaf gödükleri için istidlal etmemişler.
İstidlal edenler ise, bu konuda birçok rivayetin bulunması bu açığı kapatmakta
ve konuya kuvvet kazandırmaktadır, diye cevap vermişlerdir. Hz. Peygamberin
(a.s.), tanıdığı kadına cinsel temastan başka her türlü temasla yaklaşan adama
abdest almasını emretmesi, işlediği günahtan dolayı olsa gerek. Çünkü abdestin
bir takım günâhları temizleyeceği hakkında sahîh rivayetler mevcuttur.
İbn Abbas (r.a.) ise
tercüman-ı Kur'ân kabul edilmiştir. O ilgili âyette geçen "lems"
tabirinden cima' mânasını almış ve böyle tefsirde bulunmuştur. Hem Arapların
çoğu "falanın karısı hiçbir lâmisin elini geri çevirmez" derlerken,
bundan kinaye olarak zinayı kasdetmişlerdir. Yukarıdaki yorumlar,
"tenlerin birbirine dokunması abdesti bozar" diyenlerin
delilleridir.[94]
1- Kendisine
nikâhı haram olmayan yabancı bir kadının eline veya bedeninden herhangi bir
yerine elle ve bedenin herhangi bir yeriyle dokunmak abdesti bozar. Bu ister
şehvetle olsun, ister olmasın farketmez. (Bu, İmam Şafiî'nin ictihad ve
görüşüdür).
2- Kadına
şehvet kasdiyle dokunmak veya böyle bir kasıt olmaksızın dokununca lezzet
almak abdesti bozar. (Bu, İmam Mâlik'in ictihadıdır.)
3- Kadına
şehvetle dokunmak abdesti bozar.
Şehvetsiz dokunmak bozmaz. (Bu, İmam Ahmed'in ictihadıdır; ondan yapılan iki
rivayetten biridir).
4- Kadına
şehvetle dokunup fahiş mübaşerette bulunmak istihsanen abdesti bozar. Çünkü
bu durumda cinsel organın ıslanması söz
konusudur. Bunun dışında normal şekilde dokunmak abdesti bozmaz. (Bu, İmam A'zam Ebû Hanîfe'nin ve
arkadaşlarının ictihadıdır).
5-
Kadına şehvetle dokunduktan sonra,
İmam A'zam'ın ictihadına göre, o kadın
yabancı bir kadınsa irtikâb edilen günâhın bağışlanmasına vesîle olur umuduyla
abdest almakta fayda vardır.
İslâm, edep ve terbiye
dinidir. Hemen her konuda yüksek ahlâki; edep ve terbiyeyi; fert ve ailenin
iffet, namus, şeref ve itibarının korunmasını ön plâna alır. En önemli dış
organlarımızdan biri olan ellerimizi tertemiz tutmamızı, rastgele şeylere
sürmekten kaçınmamızı emreder. Elin günlük hayatımızda yeri başka bir organla
kapatılamıyacak kadar geniştir. Devamlı açıkta olan bu değerli ve yararlı
organımızı Peygamber (a.s.) Efendimizin sünneti doğrultusunda kullanmamız
kendi menfaatimizin gereğidir.
Abdesti bozan sebepler
arasında bazı mezhep imamlarına göre, elin cinsel organa dokunması da
zikredilmektedir. O bakımdan konuyla ilgili hadisleri ve müctehid imamların
görüş ve tesbitlerini bilmemizde fayda vardır.
İlgili hasdîsler:
Büsre bint Safvân'dan
(r.a.) yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim tenasül
aletine elini sürerse, abdest almadan namaz kılmasın!"[95]
Ahmed ve Nesâi'nin
tesbit ve rivayetinde ise az kelime farkıyla şöyle tesbit edilmiştir:
"Tenasül aletine
elini süren kimse abdest alır..."
Ümmu Habibe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu işittiğini
söylemiştir:
"Cinsel
organına elini süren kimse abdest alsın!"[96]
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Kim elini,
arada bir perde bulunmaksızın tenasül organına uzatıp dokundurursa, abdest
kendisine vâcib olur."[97]
Amr b. Şuayb'den o da
babasından yaptığı rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Hangi
bir adam cinsel organına el sürerse abdest alsın!"[98]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Elini
cinsel organına süren erkek ve kadının abdesti bozulur.
2- Hem kendi
cinsel organına, hem de başkasının cinsel organına el süren erkek ve kadının
abdesti bozulur.
3- Arada bir
örtü bulunduğu takdirde elin dokunmasıyla abdest bozulmaz. O halde çıplak elin
çıplak cinsel organa dokunması söz konusudur.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefilere göre:
Tenasül aletine, cinsel
organa ve dübüre el dokundurmak abdesti bozmaz. İmam Şafiî'ye göre, cinsel
organa el sürmek, abdesti bozan üç sebebten biridir. Ancak bu sürmenin elin
içiyle olması şarttır. İmam Şafiî ve arkadaşları, 702 no'lu Büsre bint Safvân
hadisiyle istidlal etmişlerdir. Bu hadisin isnadları sahihtir. Ancak biz
Hanefiler, İbn Mâce hâriç beşlerin Mülâzim b. Amr'den, onun da Abdullah b.
Bedir'den, onun da Kays b. Tâlk'den, onun da babasından, onun da Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'den yaptığı rivayetle istidlal etmiş bulunuyoruz: Peygamber
(a.s.) Efendimiz'den namazda elini tenasül organına süren adam hakkında
sorulduğunda şöyle buyurmuştur:
"O (tenasül
aleti) ancak senden bir parçadır..."[99]
b) Şâfiîlere
göre:
Abdesti bozan dördüncü
şey, elin içiyle -diri olsun, ölü olsun; küçük olsun, büyük olsun; bilerek
sürsün veya yanılarak dokunsun- insanın cinsel organına dokunmasıdır.
Dokunulan cinsel organ ister dokunan kimsenin olsun, ister başkasının olsun
fark etmez. Bunun ön ve arka olması da aynıdır, yani elinin içini ister cinsel
organına, ister dübürüne dokundursun, her iki surette de abdest bozulur.
Dokunan el isterse felçli olsun hükmü değiştirmez.[100]
Şâfiîler bu konuda
Tirmizî'nin sahih kabul ettiği Büsre hadîsiyle, İbn Hibbân'ın sahih kabul
ettiği Ebû Hüreyre hadîsiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
Şâfiîler elin üstüyle
parmak aralarını bu kaideden istisna ederek illetini şöyle açıklamışlardır:
"İnsan ancak elinin içini o gibi yerlere dokundurmak veya sürmekle zevk
alır. Parmak araları, elin üst kısmı o zevki vermez."[101]
c)
Hanbelilere göre:
Ferc'e el sürmek
abdesti bozan sebeplerden biridir. Ferc: hades mahrecine verilen bir isimdir
ki, hem erkeğin, hem kadının cinsel organını ve dübürünü kendi kapsamına alır.
Ancak bütün bunlar hakkında mezhebin farklı görüş ve tesbitleri söz konusudur:
Ahmed b. Hanbel'den
iki rivayet vardır:
Birincisi, belirtilen
organlara el sürmek abdesti bozar şeklindedir. Bu aynı zamanda İbn Ömer, Saîd
b. Müseyyeb, Atâ', Ebban b. Osman, Urve, Süleyman b. Yaşar, Zührî, Evzâî ve
Şafiî'nin de mezhebidir. İmam Mâlik'den meşhur olan rivayet de bu anlamdadır.
Ayrıca Ömer b. Hattab'dan, Ebû Hüreyre ve İbn Sirîn'den de bu hususta
rivayetler yapılmıştır.
İkincisi, belirtilen
dokunma ve sürtünmeden dolayı abdest gerekmez şeklindedir. Bu, Hz. Ali'den,
Ammâr'dan, İbn Mes'ûd, Huzayfe, İmrân b. Husayn ve Ebû Derdâ'dan (Allah
hepsinden razı olsun) rivayet edilmiştir. Rabi'a, Sevrî, İbn Münzir ve rey
tarafdarları da aynı görüştedirler. Bunlar daha çok Talk hadîsiyle istidlâl
etmişlerdir.
Birinci rivayette ise,
Büsre ve Ebû Hüreyre (r.a.) hadîsleriyle istidlâl edilmiştir. Nitekim İmam
Buhari, "Bu babda en sahih şey, Büsre'nin hadîsidir" demiştir. Ebû
Zer'a ise, Ümmu Habîbe'nîn de hadîsi sahihtir,
diyerek konuya bu açıdan ağırlık kazandırmıştır.[102]
İmam Ahmed, ancak
kasden bilerek elini dokunduranın abdesti bozulur, yanılarak dokunursa bir şey
gerekmez, demiştir.
Hanbelî mezhebinde de,
ister kendininkine, ister başkasınınkine dokunsun fark etmez. Her iki durumda
da abdest bozulur. Aynı zamanda dokunulan cinsel organ ister küçük yaştaki,
ister büyük yaştaki insana ait olsun hükmü değiştirmez. Evzâî'ye göre, iştiha
yaşına gelmemiş çocukların cinsel organına el sürmek abdesti bozmaz. Oysa
hadîs-i şeriflerde takyid yapılmamış, hepsini kapsayacak anlamda bir ifade
kullanılmıştır.[103]
d)
Mâlikîlere göre:
İmam Mâlik'den meşhur
olan rivayete göre, elin tenasül organına dokunması abdesti bozan sebeplerden
biri olarak gösterilmiştir. Ancak bunun bir takım şartları vardır:
1- Kendi
cinsel organına dokundurması,
2- Ergenlik
çağına girmiş bulunması,
3- Arayerde
bir örtünün olmaması,
4- Elin
içiyle dokunması, veya parmak uçlarıyla veya parmak araları ve yan kısımlarıyla
dokunmanın gerçekleşmesi şarttır. Bu durumda ister zevk duysun, ister duymasın,
ister kasden dokundursun, ister unutarak fark etmez. Bütün bu hükümler erkekle
ilgilidir. Kadın elini kendi fercine dokundurursa abdest bozulmaz. Aynı
zamanda kadın ve erkek kendi ellerini kendi dübürlerine dokundursalar yine abdestleri bozulmaz. Başkasının cinsel
organına el dokundurmak ise, nikâhı kendisine helâl olan kadının tenine tenle
dokundurma hükmüne girer.[104]
Ayrıca bu konuda
Muvatta' Şerhi Tenvîrül-Havâlik'te beş kadar hadîs delil olarak rivayet edilip
erkeğin elini kendi cinsel organına sürmesi halinde abdestin bozulacağı
istidlal edilmiştir.[105]
İlgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller:
702 no'lu hadîsi İmam
Mâlik, İmam Şafiî başta olmak üzere İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Cârud
da rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvud diyor ki:
"İmam Ahmed'e
"Büsre'nin hadisi sahih değildir" dediğimde, "hayır sahihtir"
dedi. Aynı zamanda Darekutnî ile Yahya b. Maîn de onun hadîsini
sahîhlemişlerdir. Nitekim Hz. Urve'den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Bu hadîsi
Büsre'den işitmek için kalkıp kendisine gittim, sordum, evet onu ben rivayet
ettim, diye cevap verdi."
Cinsel organa elin
dokunmasıyla abdestin bozulmayacağına kail olanlar ise Talk b. Ali'nin
hadîsiyle ihticac etmişlerdir. Ebû Dâvud, Tirmizi, Nesâî, İbn Mâce, Ahmed ve
Darekutnî onu şu lâfızla rivayet etmişlerdir:
"Adam eliyle tenasül
organına dokunuyor, kendisine abdest gerekir mi?" Bu soru üzerine
Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur:
"O ancak
senden bir parçadır (vücudun diğer parçalarına elini dokundurman ne ise, oraya
dokundurman da odur.)"
Amr b. Ali bunu
sahîhlemiştir. Ona göre, bu, Büsre'nin hadîsinden daha çok sübut derecesinde
bulunuyordur. Nitekim Ali el-Medeni de bu hadîsin Büsre hadîsinden daha hasen
olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ebû Cafer et-Tahavî, Mülazim hadîsinin isnadı
doğrudur, muzdarip de değildir diyerek buna ağırlık vermiştir.[106]
Kays b. Talk b. Ali'nin rivayet ettiği aynı hadîsi Mülâzım b. Amr de rivayet
ettiği için Ebû Cafer et-Tahavî, "Mülâzım hadîsi" diye bahsetmiştir.
İmam Şafiî, Ebû Hatim,
Ebû Zer'â Darekutnî, Beyhaki ve İbn Cevzi, Kays b. Talk ve Mülâzim hadîsinin zayıf
olduğunu söylemişlerdir. İbn Hibbân, Taberânî, İbn Arabi ve diğer bazı ilim
adamları sözü edilen hadîsin hükmünün kaldırıldığına kaildirler. O bakımdan
Beyhaki, "Büsre'nin hadisini Talk hadisine tercihte bu kavl kâfi
gelir" demiştir. Hem Buharî ve Müslim de Talk'ın hiçbir rivâyetiyle
ihticac etmemişlerdir. Oysa Büsre'nin hadîsinin bütün râvîleriyle ihticacı
uygun görmüşlerdir.
Ayrıca İmam Şafiî
diyor ki:
"Biz, Kays b.
Talk isminden sorduk, onu bilip tanıyana rastlayamadık."[107]
Ebû Hatim, Ebû Zer'â ve
arkadaşlarına göre, Kays b. Talk'ın hadîsiyle ihticac edilmez. Nitekim cinsel
organa elini sürüp de abdest almayanlar veyl ile tehdîd edilmişlerdir. Ebû
Hüreyre ve Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet edilen hadîste şöyle buyurulmuştur:
"Ellerini
cinsel organlarına sürüp de abdest almayanlara veyl olsun!"[108]
Bilindiği gibi, veyl
ile vaîd, vücubu gerektiren bir tabirdir.
Câbir (r.a.)'den
yapılan rivayette ise, kasden elini sürerse abdesti bozulur, yanılarak
dokundurursa, bozulmaz, şeklinde bir ifade kullanmıştır.
Sıddik Hasan Han, Kays
b. Talk'ın değil, Talk b. Ali'nin hadisini şerhederken şöyle diyor:
"Beşler bu hadîsi tahrîc etmiştir; İbn Hibbân da onu sahihlemiştir.
"Hafız Zehebî ise, Talk'ın rivayet ettiği hadîsi şu sözüyle över:
"Talk'ın hadîsi Büsre'nin hadîsinden daha hasendir". İbn Medînî'yi
şöyle tarif ediyor: "O, asrının hafızıdır, hadîs ilminde imamdır; hicrî
161 yılında doğmuştur. Buharî, Ebû Dâvud onun talebesidir." Nesâî de
diyor ki:
"İbn Medînî sırf
hadîs ilmi için yaratılmıştır." Nevevî de şöyle diyor:
"Onun yüze yakın
te'lîfâti vardır..."[109]
Talk hadîsini Taberânî
de sahihlemiştir.
Anlaşıldığı gibi birbirine
muarız iki rivayet hakkında ilim adamlarının görüş ve tesbitleri hayli
farklıdır. Ancak iki rivayetten birini reddetmek de mümkün değildir. Birinin diğerini neshettiği iddiası da
isbatlanmamıştır. O bakımdan müctehid
imamların bir kısmı Talk hadîsiyle, bir kısmı da Büsre hadîsiyle ihticac
etmiştir. 703 no'lu Ümmu Habîbe hadîsine gelince, "ferc" tabiri kullanılmıştır
ki, hem erkek, hem kadın cinsel organına
şâmil gelir. Aynı zamanda dübürü da kendi kapsamına alır. Çünkü Araplar ona da
zaman zaman "ferc" demişlerdir. Böylece abdesti bozma hususunda
sadece adamın kendi cinsel organına dokunmasını söyleyerek bunu
hususlandıranların görüşünün sıhhatli olmadığı ortaya çıkıyor. Bu anlamda Hz.
Aişe'den. (r.a.) şu hadîs rivayet edilmiştir ki, Ümmu Habîbe'nin hadîsini
kuvvetlendirmektedir:
"Sizden
biriniz eliyle fercine dokunduğu zaman abdest alsın..."[110]
Ancak bu hadisin
râvileri arasında Abdurrahman b. Abdullah el-Ömerî bulunuyor ki, zayıf kabul
edilmiştir. Zehebî de Yahya b. Maîn'den naklen bu zatın zayıf olduğunu
belirtmiş. İmam Ahmed'in onun hakkında şöyle dediğini nakletmiştir: "Onun
hadîsi hiçbir şeye eşit değildir (sahih hadîs ölçülerinden hiçbirine uygunluk
göstermemektedir). Hadisleri hemen hemen münker sayılmıştır. Yalancı olduğu
için de elime geçen hadîslerini yırtıp imha ettim."
Buharî onun hakkında
şöyle diyor:
"O ve kardeşi
Kasım hakkında hayli söz söylenir..." Nesâî ise onun metrukü'l-hadis
olduğunu belirtmiştir.[111]
704 no'lu Ebû Hüreyre
hadîsini İbn Hibbân kendi Sahih'inde rivayet edip "Senedi sahih, nakilleri
âdil bir hadîstir" demiştir. İbn Hâkim ve İbn Abdilberr onu sahihlemişler;
Beyhaki ile Taberânî tahrîc etmişlerdir. İbn Seken diyor ki, "Bu babda
rivayet edilenlerin en güzeli..." İmam Şafii, Hafız Bezzar ve Darekutnî
de Yezîd b. Abdülmelik tarikiyle rivayet etmişlerdir.[112]
Nesâî ise, onun metruk
olduğunu söylerken, başkaları da zayıf kabul etmiştir. Bununla beraber başta
İmam Şafiî olmak üzere bazı değerli müctehid ve ilim adamları bu hadîsle
ihticac etmişlerdir.
705 no'lu Amr b. Şuayb
hadîsini İmam Tirmizî sahih kabul etmiştir. Ravileri arasında Bakıyye b. Velid
bulunuyor ki, bu zat hakkında iyi tesbit yapmayan bazı ilim adamları
"zayıf" derken, Zehebî onun ünlü bir hadîs âlimi olduğunu belirtiyor
ve birçok mu'haddîslerin onun rivayetine itibar ettiğine dikkatleri çektikten
sonra İbn Mübarek'in şu sözünü naklediyor: "Bakıyye sadûktur. Ancak bazı
döneklerden işittiğini de yazıyor." Ahmed b. Hanbel onun hakkında diyor
ki:
"Bakıyye benim
yanımda İsmail b. Iyâş'dan daha sevimlidir..."[113]
Tahavî bu konuda
kırkın üstünde rivayet tesbit etmiştir. Hepsini ayrı ayrı buraya nakletmemize
hacmimiz müsait değildir. Birbirine muarız gibi görünen hadîsleri nakledip
birtakım tahliller yaptıktan sonra cinsel organa el dokundurmaktan dolayı
abdestin gerekmiyeceği kanaatini izah ediyor ve bu, Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf,
Muhammed b. Hasan'in kavlidir, diyerek konuyu bağlıyor.[114]
1- Cinsel
organa el sürmek veya dokundurmak abdesti bozmaz. Çünkü o da vücuttan diğer
parçalar gibi bir parçadır. (Bu, İmam Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının kavlidir).
2- Kadın,
erkek; yaşlı, küçük, ölü ve diri her insanın cinsel organına el sürmek veya dokundurmak
abdesti bozduğu gibi, dübürüne de el sürmek abdesti bozar. (Bu, İmam Şafiî ve
arkadaşlarının kavlidir).
3- Bilerek
kasden elini cinsel organına süren kimsenin abdesti bozulur. Yanılarak,
unutarak sürenin bozulmaz. (Bu daha çok İmam Ahmed'in görüşlerinden biridir).
4- Kişinin
kendi cinsel organına dokunması bazı şartlarla abdesti bozar: Ergen olması,
arayerde perde bulunmaması, elin içi veya parmak uçları ya da yanlarıyla
dokunması gibi... (Bu, İmam Mâlik'in kavlidir.)
Bu konuda da müctehid
imamlar mevcut rivayet ve hadîsler üzerinde kendi ölçülerine göre ciddî bir
inceleme, araştırma ve tesbitten sonra ikiye ayrılmışlardır: Bir gruba göre,
abdesti bozar, diğer gruba göre bozmaz.
İlgili hadîsler:
Gabir b. Samure
(r.a.)'den yapılan rivayete göre, bir adam, Resûlüllah (a.s.) Efendimize,
"Koyun, keçi etinden
dolayı abdest alalım mı?" diye sordu. Efendimiz ona:
"İstersen
abdest alabilirsin, istersen almazsın!" buyurdu. Adam:
"Deve etinden dolayı
abdest alalım mı?" diye sordu. Peygamber (a.s.):
"Evet... deve
etinden dolayı abdest al!"
buyurdu. Adam:
"Koyun keçi
ağılında namaz kılayım mı?" diye sordu. Efendimiz,
"Evet..." buyurdu. Adam:
"Koyun keçi
ağılında namaz kılayım mı?" diye sordu. Efendimiz,
"Evet.." buyurdu. Adam,
"Deve ağılında
namaz kılayım mı?" diye sordu. Efendimiz,
"Hayır..." diye cevap verdi.[115]
Berâ' b. Âzib (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'den deve etinden dolayı abdest (gerekip gerekmiyeceği)
soruldu. "Deve etinden dolayı abdest alın!" diye buyurdu.
Koyun, keçi etinden soruldu. "Onlardan dolayı abdest almayın!"
buyurdu. Deve ağılında namaz kılmaktan
soruldu. "Orada namaz kılmayın; çünkü oralar şeytanlardan (pek boş değil)dir."
buyurdu. Koyun keçi ağılında namaz kılmaktan soruldu, "Oralarda namaz
kılın; çünkü koyun keçi berekettir." buyurdu.[116]
Zilğurre'den yapılan
rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir tarafa giderken bir
bedevi ortaya çıkıp dedi ki:
"Ya Resûlellah!
Namaz vakti bize erişince (vakit olunca) bizde deve ağılında isek, orada namaz
kılalım mı?"
"Hayır! O
yerde namaz kılmayın", buyurdu,
"Deve etini yemekten
dolayı abdest alalım mı?"
"Evet,
alın", buyurdu.
"Koyun keçi ağılında
namaz kılalım mı?"
"Evet orada
namaz kılın", buyurdu.
"Koyun keçi etini
yemekten dolayı abdest alalım mı?"
"Hayır", diye cevap verdi.[117]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Deve eti
yiyen kimsenin namaz kılmak, tavaf etmek, Mushafa el sürmek için abdest alması
vâcibdir.
2- Deve
ağılında namaz kılmak mekruhtur.
3- Koyun ve
keçi etini yiyen kimsenin bundan dolayı belirtilen şeyleri yerine getirmek
için abdest alması vâcib değildir, daha önce abdest alıp abdesti bozulmamışsa,
yeniden abdest almasına gerek yoktur.
4- Koyun ve
keçi ağılında namaz kılınabilir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının tesbit, görüş, ihticac ve
istidlalleri:
a) Hanefî,
Şafiî, Mâliki ve Sevrî mezhebinde deve etini yiyen kimsenin abdesti bozulmaz. O
da diğer yiyecekler gibidir. Hem Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, tabii yollardan
dışarı çıkan şeyler abdesti bozar, dışardan giren şeyler bozmaz diyerek genel
bir kaide koymuştur.
b)
Hanbelîlere göre:
Deve etini ister çiğ,
ister pişmiş yesin, abdestli kişinin abdesti herhalde bozulur. Bu hususu
bilsin, bilmesin farketmez. Nitekim Cabir b. Semure, Muhammed b. İshak, İshak
b. Rahuye, Ebû Hayseme, Yahya b. Yahya ve İbn Münzir de aynı görüş ve
ictihaddadırlar.[118]
Birinci grup şu hadîsle
istidlal etmiştir: İbn Abbas (r.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) şöyle
buyurmuştur:
"Abdest ancak
(vücuttan) dışarı çıkan şeylerden dolayıdır, giren şeylerden dolayı
değil..."[119]
İkincilerin delîli,
yukarıda naklettiğimiz Cabir b. Semure ve Bera' b. Aziz hadîsleridir.
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller:
722 no'lu Cabir
hadîsinin bir benzerini İbn Mâce, Muharib b. Dessar'dan, rivayet etmiştir.
Ayrıca Ebû Dâvud ile Tirmizî de aynı hadîsi nakletmişlerdir. Beyhakî sözünü
ettiğimiz iki hadîsin de sahih olduğunu, söylemiş, Ahmed b. Hanbel'de aynı
görüşü izhar etmiştir.
İmam Nevevî, sözü
edilen hadîslerin hükmünün kaldırıldığına kail olanları, o bakımdan deve etini
yemekten dolayı abdestin bozulmayacağını söyleyenleri şöyle sıralamıştır: Dört
halîfe, Ubey b. Kâ'b, İbn Abbas, Ebû Derdâ, Ebû Talhâ, Âmir b. Rebi'â, Ebû
Ümame, Tabiîn'den önemli bir cemaat, İmam Mâlik, İmam Ebû Hanîfe, İmam Şafiî ve
arkadaşları. Deve etini yemekten dolayı abdestin bozulacağına kail olanlar ise
şunlardır: Ahmed b. Hanbel, İshâk b. Rahuye, Yahya b. Yahya, Ebubekir b. Munzir
ve İbn Huzeyme... Hafız Ebubekir Beyhâki de bu ikincilerin görüşünü seçmiştir.
Hadîs ashabı ise, mutlaka abdestin bozulacağına kaildirler.
İmam Şafiî'den yapılan
bir rivayette ise şöyle demiştir:
"Eğer deve etiyle
ilgili hadîs sahîhse ben onunla hükmederim."[120]
İbn Hibbân'ın Câbir
hadîsini naklederek onun şöyle dediğini açıklıyor: "Ateşin dokunduğu (eti
yemekten) dolayı abdestin bozulup bozulmayacağı hususunda, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in son emri ve ondan son anlaşılanı, ateşin dokunduğu (eti yemekten)
dolayı abdestin bozulmayacağıdır."
İmam Nevevî bu hadîsin
umum ifade ettiğini, deve etinden dolayı abdest gerekir hadîsinin ise husus
ifade ettiğini, hususun umuma takdim edileceğini belirtmiştir. Bazısı da hastan
sonra gelen amm, onu nesheder. O takdirde, deve etinden dolayı abdest gerekir,
hükmü kaldırılmış sayılır. Ne var ki, burada neshi kabul etmeyenler
çoğunluktadır.
el-Hâzimî ise, bazı
ilim adamlarının bu konuda mensûh olanın, ateşin dokunduğu şeyi yemekten dolayı
abdestin gerekmediğidir. Nâsıh ise, ateşin dokunduğu şeyi yemekten dolayı
abdestin gerektiğidir. Zührî de aynı görüştedir.
İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Şafii'den yapılan rivayette, bu konuda şöyle dedikleri belirtiliyor:
"Gerek deve
etinden, gerekse ateş okunan şeyi yemekten dolayı abdestin gerekeceği
hakkındaki Câbir ve Berâ' hadîsleri, ya Câbir'den rivayet edilen son hadîsle
nesholmuştur, ya da abdest ile ilgili emir, tenzife (nezafeti iyice sağlamaya,
gereken temizliği yapmaya) yöneliktir."[121]
Câbir'den rivayet edilen
son hadîs şöyledir:
"Şüphesiz ki
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in son emri, ateşin temas ettiği şeyden dolayı abdestin gerekmemesidir."[122]
Diğer bazı ilim
adamları ise, deve etini yemekten dolayı abdest emri, vücub için değil,
istihbab içindir. Oysa bu hilaf-ı zahir sayılır. Çünkü istihbaba delâlet eden
bir kayıt yoktur.[123]
723 no'lu Berâ'
hadîsine gelince: Bunu Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hibbân ve İbn Cârud da rivayet
etmişlerdir. İbn Huzeyme kendi Sahîh'inde diyor ki:
"Bu hadîs
hakkında hadîs ilim adamları arasında görüş ayrılığı izhar edeni görmedim.
Çünkü nakil cihetiyle sahih, nakledenler ise adildir." Tirmizî de bunun
Berâ'dan rivayet edildiğini sahihlemiştir.[124]
İmam Ahmed ile Beyhakî
bu babda daha çok Câbir b. Semure ile Berâ' hadîsinin sahîh olduğunu belirtmişlerdir.
İshak b. Râhuye de böyle demiştir. Hafız İbn Hacer de onların bu görüşünü
et-Telhîs'te nakletmiştir.
O bakımdan Nevevî,
deve etinden dolayı abdest bozulur hükmünü ve buna dayalı mezhebi delil
bakımından en kuvvetli kabul etmiştir. Her ne kadar cumhur onun hilâfına bir
görüş ortaya koymuşsa da hadîslerin sıhhati onu böyle bir netice çıkarmaya
sevk etmiştir.[125]
Ebû Cafer et-Tahavî
konuyla ilgili hadîsleri şöyle naklediyor:
Zeyd b. Sâbit'ten
(r.a.) yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Ateşin
değiştirdiği şey (i yemekten) dolayı abdest alın!"
Aynı hadîsin dört ayrı
tarikdan daha rivayet edildiğini naklettikten sonra Ebu Saîd b. Ebî Süfyan b.
Muğîre'den şu haberi naklediyor:
"Ümmu Habîbe
(ra.)'nin yanına girdiğimde, benim için sevik (kavut) istedi, ondan yiyip
içtim. Sonra bana şöyle dedi: "Kardeşim oğlu! Abdest al..." Ben de
"abdestimi bozacak bir şey yapmadım" deyince, şu haberi verdi: "Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, ateşin dokunduğu şeyden dolayı abdest alınız." buyurdu.[126]
Tahavî aynı hadîsi iki
ayrı tarikle de rivayet ederek ona ağırlık kazandırmıştır.
Ayrıca Ebubekre tarikiyle
Ebû Hüreyre'den (r.a.) Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
naklediyor:
"Ateşin değiştirdiği
şeyden dolayı, isterse o şey kurutulmuş keş parçası olsun, abdest alınız!"
Buna yakın bir anlamda
Muhammed b. Huzeyme tarikiyle Ebû Hüreyre (r.a.)'den, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Kurutulmuş
keş parçasından dolayı abdest alınız!"
Yukarıdaki iki hadîsi
İbn Ebî Dâvud tarikiyle yine Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayetle te'yid etmiş
dört rivayet daha getirerek hadîsin sıhhat derecesine dikkatleri çekmiştir.
Et yemekten dolayı
abdestin gereğine delâlet eden bir diğer hadisi ise Mevlâ Muâviye'den şöyle
naklediyor:
"Mescid'e geldiğimde,
oradaki cemaatin yaşlı bir zatın etrafında toplanıp onu dinlediklerini gördüm.
"Bu kimdir?" diye sorduğumda, "Sehl b. Hanzele"dir dediler.
Şöyle dediğini işittim: Resûlüllah (a.s.) Efendimiz buyurdu ki:
"Kim et
yiyecek olursa, abdest alsın."[127]
Tahavî bu
rivayetlerden sonra Resûlüllah'ın (a.s.) et yedikten sonra abdest almadan
namaz kıldığını belirten hadisleri naklediyor. Biz bunlardan birkaç tanesini
konunun önemini dikkate alarak buraya alıyoruz:
İbn Abbas'dan (r.a.)
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) bir koyunun kürek kısmını yedikten sonra abdest almadan kalkıp namaz
kıldı."
İbn Huzeyme'nin İbn
Abbas'dan (r.a.) yaptığı rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz ekmek ve et yedikten sonra abdest almadan kalkıp namaz
kıldı..."
Muhammed b. Amr b.
Atâ'dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: Bir gün İbn Abbas'ın
(r.a.) yanına giriyor ki o sırada İbn Abbas Meymune'nin evinde bulunuyormuş.
İbn Abbas (r.a.) iki elimin üzerine vurarak şöyle dedi:
"İnsanların ateş
dokunan şeyden yedikten sonra abdest aldıklarına hayret ediyorum! Allah'a and
olsun ki Resûlüllah (a.s.) bir gün kendi elbisesini üzerinde toplamış idi, az
sonra kendisine tirit getirildi, ondan yedikten sonra abdest almadan kalkıp
namaz kıldı..."
Ümmü Seleme'den (r.a.)
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Kızartılmış
kaburga takdim ettim. Ondan yedi ve abdest almadı."
Câbir b. Abdillah'tan
(r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki:
"Beraberimizde
Resûlüllah'ın da bulunduğu bir sırada bize bir miktar pişmiş yemek getirildi.
Hep birlikte yedikten sonra namaza kalkdık, bizden hiçbir kimse abdest
almadı... Sonra da geriye kalan yemeği akşama doğru yedikten sonra kalkıp
ikindi namazını kıldık, bizden hiçbir kimse elini suya sürmedi, yani abdest
almadı."
Bu mealde otuza yakın
rivayetleri sıraladıktan sonra konuyu şöyle bağlıyor: "Koyun ve keçi
etinden dolayı nasıl abdest almak gerekmiyorsa, onun gibi deve etinden dolayı
da abdest gerekmez. Bu, İmam Ebû Hanife'nin, Ebû Yusuf'un ve Muhammed b.
Hasan'ın kavlidir.[128]
Zeylai, Nasburraye'de
abdesti bozan sebepler üzerinde durup ilgili hadîslerin tahlil ve tesbitini
yaparken bu konuya yer vermemiştir. Nitekim Hanefî mezhebine ait kaynak fıkıh
kitaplarının çoğunda da deve eti ve ateşte pişirilmiş yiyecekler üzerinde pek
durulmamıştır. Çünkü Hanefilere göre, bu meseleyle ilgili hükümler
neshedilmiştir.
el-Fıkhu
Alâ'l-Mezahibil-Arbaa adlı kitapta ise, Hanbelîlerin görüş ve ictihadı
belirtilerek, onlara göre, deve etini yemek yeniden abdest almayı gerektirir
hususu kısaca açıklanmıştır.[129]
1- Gerek
deve etinden, gerekse ateşte pişirilmiş yemeklerden dolayı abdest gerekmez. (Bu
üç mezhebin kavlidir).
2- Deve
etinden dolayı abdest gerekir. (Bu Hanbelîlerin görüş ve ictihadıdır.)
Namaz mü'minin
mi'racıdır. Bir bakıma Allah ile mükalemede bulunma makamı, ilâhî huzura kabul
edilme vaktidir. O bakımdan iç ve dış temizliğiyle birlikte kalb huzuru, edep
ve terbiye tavrı ister. İç ve dış temizliği abdest ile sağlanır. Edep ve
terbiye ise bu temizliğin gereği ve tabii neticesidir. Temizliğe riâyet
etmiyenin imânı noksandır; edep ve terbiyesi olmayanın gerçek anlamda dini ve
dindarlığı yoktur.
Tavaf, yeryüzünde
Allah'a ibâdet için konulan ilk mâbed Kabe'nin etrafında yedi defa dönmek
suretiyle durmadan Hakk'ı teşsbih ve tenzih eden eşyanın hareketine uymak,
kâinatın Hakk'ın irâdesi doğrultusunda hareket halinde olduğuna kalben ve
fiilen katılmaktır. Başka bir deyimle, nefsin mertebelerini aşıp Hakk'a
teslimiyeti isbatlamak, ruhen O'na yükselmeyi arzulamaktır. Böylesine ulvi ve
kutsal bir makamda abdestli bulunmak elbette gereklidir. İçin dışa vuran bir
mahviyet ve arınmak şuuruyla kulluğun gereğini yerine getirmek kadar normal ne
olabilir?
Mushaf, konuşan bir
öğüt, kalbe ışık tutan bir lamba, ruhu cilayan bir yaldız; kulu Allah ile
konuşturan manevî bir cihazdır. İnsan hayatını ilâhî düzen doğrultusunda tanzim
eden bir rehber; isanlığa medeniyeti öğreten bir kitabtır. Kudret kalemiyle
yazılmış, Levh-i mahfuz'a konulmuş, oradan Dünya semasına indirilmiş ve oradan
da Melek Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed'in (a.s.) kalbine ilka edilmiştir.
Ona kemal-i edeple el sürmek, saygının bütün inceliklerine dikkat ederek okumak
lâzımdır. Böyle bir kitaba abdestsiz el sürmek saygısızlık sayılır.
Onun için İslâm, namaz ve
tavaf için abdestli olmayı nasıl şart kılmışsa, Mushaf'a el sürmek için de
abdestli bulunmayı ya vâcib, ya da sünnet kılmıştır. Bu fark, ilim adamlarının
ictihad farkından doğmaktadır.
İlgili hadîsler:
İbn Ömer'den (r.a.)
yapılan rivayette, Resûlülah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
bildirmiştir:
"Allah
abdestsiz (kılınan) namazı ve bir de hıyanet ve sirkat hırsızlık yoluyla elde
edilen (bir maldan verilen) sadakayı kabul etmez."[130]
Resûlüllah (a.s.)
Efendimizin Yemen'de bulunan Amr b. Hazm'e yazdığı mektubda şöyle buyurmuştu: "Kur'ân'a
ancak temiz (abdestli) olan dokunabilir."[131]
İbn Ömer'den (r.a.)
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Mushafa ancak
taharet üzere (abdestli iken) el dokundurulur."[132]
Tavus'dan o da Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'e (onun saadet günlerine) yetişen bir adamdan yapılan
rivayette, Peygamber (a.s.)’ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Beytullahı
tavaf etmek de bir namazdır (ibâdettir). O halde tavaf yaptığınız zaman konuşmayı
azaltınız."[133]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-
Abdestsiz namaz caiz değildir. Abdest namazın şartlarından
biridir.
2- Hile,
hıyanet, gasb ve hırsızlık yoluyla elde edilen bir maldan verilen zekât ve
sadaka Allah katında makbul değildir.
3- Kur'ân'a
ancak tahir olan el sürebilir.
4- Kabe'yi
tavaf da (bir bakıma) namazdır ve o bakımdan abdestsiz tavaf sahih değildir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit, ihticac ve
istidlalleri:
a)
Hanefîlere göre:
Hades (abdestsizlik ve
cenabettik) in bir takım hükümleri vardır: Namaz ancak abdestli bir halde
kılınır. Mushafa -üzerinde kılıfı yoksa- el sürülmez. Şafiî'ye göre, abdestsiz
bir halde Mushafa el sürmekte bir sakınca yoktur. Çünkü ona göre, Kur'ân'ı
abdestsiz bir halde nasıl okumak caizse, ona el sürmek de caizdir.[134] Ne
var ki, Kâsânî'nin Şafiilerle ilgili bu tesbiti ana kaynaklara uymamaktadır.
Hanefîler bu konuda,
el-Esrem ve Dârekutni'nin rivayet ettikleri 739 nolu hadîsle istidlal
etmişlerdir. Ayrıca Kur'ân'da, "Ona ancak arınıp temizlenmiş olanlar
dokunabilir." mealindeki âyette geçen muttahhar'ı, abdestli olan kimse
olarak yorumlamışlardır.[135]
Kur'ân'a tazîm
vâcibdir. Üzerine abdestsizlik vaki olan bir elle ona dokunmak ta'zîmi zedeler.
Muhafa el sürmeyi onu abdestsiz okumanın cevazına kıyas doğru değildir, çünkü
abdestte elleri yıkamak farzdır, ağzı yıkamak farz değildir. Aynı zamanda
üzerinde âyet yazılı olan dirheme de el sürülmez. Çünkü Mushafa hürmet, ondan
yazılı bulunan âyetlere hürmeti gerektirir. O bakımdan hanefilerden çoğuna
göre, tefsir kitabına da abdetsiz el sürmek câiz değildir. Çünkü o da bir
bakıma Mushaf sayılır. Fıkıh kitaplarına abdestsiz el sürmekte ise bir sakınca
yoktur.
Abdestsiz bir
vaziyette Kabe'yi tavaf sahih değildir. Şayet bu vaziyette tavaf ederse
noksanlıkla beraber caiz sayılır. Çünkü Kabe'yi tavaf namaza benzetilmiştir.[136]
Şöyle ki tavaf hakikî anlamda namaz değildir, o bakımdan abdestsiz yapılmasında
kerahet vardır.
b) Şâfiilere
göre:
Abdestsiz bir
vaziyette namaz kılmak haramdır. Cünüp olma hali de böyledir. Bunda icma'
vardır. Nitekim Sahîhayn'de "Allah sizden birinin namazını -abdestsiz
olduğu zaman, abdest almadıkça- kabul etmez," mealinde Resûlüllah'ın
hadîsi rivayet edilmiştir. Cuma hutbesi, tilâvet secdesi, şükür secdesi de
namaz mânasına yorumlanır ve onlar da abdestsiz bir vaziyette yerine getirilmez.
Abdestsiz bir halde
Kabe'yi tavaf etmek de haramdır. Çünkü Peygamber (a.s.) Efendimiz tavaf için
abdest almış ve "hacc menâsikîni benden alıp öğrenin!" buyurmuştur.
Hem "tavaf namaz mesabesindedir" diye hadîs rivayet
edilmiştir. Ancak ne var ki, Allah Teâlâ, tavaf esnasında konuşmayı helâl
kılmıştır. Artık kim tavaf esnasında konuşmak isterse ancak hayr üzerine
konuşsun.[137]
Mushafa abdestsiz bir
halde el sürmek veya yapraklarına dokunmak da haramdır. Allah Teâlâ, "Ona
ancak arınıp temizlenmiş olanlar dokunabilir," buyurmuştur. Bu, nehiy
mânasında bir haberdir. Onu abdestsiz bir halde taşımak da haramdır. Ancak yanmasından,
sele kapılmasından veya bir kâfirin tecavüzüne uğramasından endişe edildiği
zamanlarda hemen abdest alma imkânı yoksa abdestsiz taşınabilir. Hatta bu
vaziyette onu taşıyıp kurtarmak vâcibdir. Tevrat ve İncil hakkındaki hüküm
böyle değildir, yani onları abdestsiz taşımakta bir sakınca yoktur. Çünkü insan
eli dokunup tahrifata uğramış, çoğu yerleri ilâhî vasfını kaybetmiştir.
Mushafın bitişik
cildine abdestsiz dokunulmaz. Çünkü cildi de ondan bir parça sayılır. Bitişik
değilse, el sürmekte bir sakınca yoktur.[138]
Kur'ân tefsîrine,
gelince, tefsir kısmı Kur'ân metninden çoksa, hüküm eksere göre olduğundan onu
abdestsiz bir vaziyette tutup, açıp okumakta bir sakınca yoktur. Ama Kur'ân
metni tefsire eşit veya ondan fazla ise, o takdirde abdestsiz el sürmek
haramdır.
Kur'ân'ı eşya
arasında, sandıkta, kutuda abdestsiz bir vaziyette taşımak helâldir.[139]
c)
Hanbelîlere göre:
Abdestsizlik ve
cenabetten temizlenen kimse ancak Mushafa el sürebilir. Bu husus, İbn Ömer,
el-Hasan, Atâ, Tavus, Şa'bî ve Kasım b. Muhammed'den rivayet edilmiştir.
(Allah hepsinden razı olsun). Aynı zamanda bu, İmam Mâlik, İmam Şafiî ve rey
tarafdarlarının kavlidir. Onlara Davud ez-Zahîrî'den başka muhalif olan bir
kimse bilmiyoruz. Davud'a gelince, o Mushafa abdestsiz bir vaziyette el
sürmeyi mübah saymıştır. O, bu hususta Peygamber (a.s.) Efendimizin Kayser'e
yazdığı mektubla ihticac etmiştir. Çünkü mektubta Kur'ân'dan âyet yazılı
bulunuyordu. Hammad ise, elinin arkasıyla Mushafa dokunur, bunda bir sakınca görmezdi.
Çünkü ona göre, "mess" tabiri, elin içiyle dokunmak veya sürmektir,
dışıyla değil.[140]
Hanbelîler hem Vakı'â
sûresi 79. âyetle, hem de Hz. Peygamber'in (a.s.) Amr b. Hazm'e yazdığı
mektupta "Kur'ân'a ancak tahir olan el sürebilir" mealindeki
el-Esrem'in rivayet ettiği hadîsle ihticac etmişlerdir.
Resûlüllah'ın (a.s.)
Kayser ve diğer ülkelere gönderdiği mektupta âyet yazması, mektup kasdıyla
yazılmıştır. O bakımdan mektupta, fıkıh ve benzeri kitaplarda yazılı olarak
âyetler bulunabilir ve bunlara abdestsiz dokunulabilir. Çünkü içindeki âyetten
dolayı onlar mushaf hüviyetini almaz, o bakımdan mushaf hürmetini de taşımaz.
Aksini iddia etmek, Kur'ân'ı ezber bilenlerin bedeninin de abdestsiz
dokunulmasının sakıncalı olduğu sonucunu doğurabilir. Oysa fıkıhta böyle bir
iddia veya kaide söz konusu değildir.
Kur'ân'ı kılıfının
sapından abdestsiz bir vaziyette tutup kaldırmakta bir sakınca yoktur. Ebû
Hanife'nin de ictihadı böyledir. İmam Mâlik buna muhaliftir. Ona göre, mushafı
kılıfıyla veya kılıfının kulpuyla tutmak da helâl olmaz.
İçinde âyet yazılı
bulunan tefsir, fıkıh ve benzeri kitaplara abdestsiz dokunmak caizdir.[141]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller:
Her namaz için abdest
almak şart mıdır? Daha önce abdestli bulunan kimsenin o abdestle bir kaç namaz
kılmasında bir sakınca var mıdır? İlim adamları Kur'ân'da abdestle ilgili
âyete dayanarak ve hadîslerin ışığı altında farklı görüşler ortaya koymuşlardır:
a) Seleften
bazısı, her namaz için yeniden abdest almak vâcibdir, demiştir
b) Diğer
bazısı ise, önceleri hüküm böyle idi, sonra bu hüküm kaldırıldı şeklinde bir
görüş belirtmişlerdir.
c) Bazısına
göre, ise âyetteki emir nedb üzerine hamledilir, öyleki, abdestli bulunan bir
kimsenin başka bir namaz kılmak istediğinde yeniden abdest alması menduptur.
d) Diğer bir
kısmına göre ise, abdest ancak abdesti olmayana meşru' kılınmıştır; ne var ki
her namaz için yeniden abdest almak müstehab sayılmış ve bunun nur üstüne nur
olduğu ifâde edilmiştir.
Bu son görüş ağırlık
kazanmıştır. Fetva ona göredir. Nitekim Abdullah b. Hanzele'den (r.a.) yapılan
rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz önceleri her namaz için ayrı bir abdest alınmasını emretmişti.
Namaz kılmak isteyen kimse ister abdestli olsun, ister olmasın, herhalde yeniden
abdest alması gerekirdi. Bu meşakkat doğurunca kaldırıldı, sadece abdesti
olmayan kimsenin namaz için abdest alması vâcib olarak kaldı."[142]
Hz. Büreyde'den (r.a.)
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz önceleri her namaz için bir abdest alırdı. Fetih günü
(Mekke'nin fethedildiği gün) birkaç namazı bir abdestle kıldı. Bunun üzerine
Hz. Ömer (r.a.) Ona dedi ki: "Daha önce yapmadığın bir şeyi
yaptın?..." Resûlüllah (a.s.) ona: "Bile bile yaptım (cevazını
belirtmek için)" diye cevap verdi.[143]
Ayrıca Daremî, "Abdest
ancak hadesden dolayı gerekir" mealindeki hadîsle istidlal ederek,
her namaz için yeni bir abdest almanın müstehab olduğunu söylemiştir.
"Ümmetime
meşşakkat vermiyeceğini bilseydim, her namaz için yeni bir abdest ile
emrederdim ve her abdestle beraber (dişleri) misvaklamayı vâcib
kılardım."[144]
Mealindeki hadîs, her namaz
için abdestli bulunduğu halde yeni bir abdest almanın gerekli olmadığına çok
açık şekilde delâlet etmektedir. Nitekim müctehid imamların hemen hepsi bu
sahih rivayetlerle ihticac etmişlerdir.
"Peygamber (a.s.)
her namaz için bir abdest alırdı..." mealindeki hadîs, yukarıdaki
hadîslerle açıklanmakta ve bunun vâcib olmadığı neticesi ağırlık kazanmaktadır.
Hem koyun ve keçi etinden dolayı abdest alıp almayacağını soran adam, "arzu
edersen al, arzu edersen alma..." buyurması, daha önceki abdestle
namaz kılmakta bir sakınca olmadığına delâlet etmektedir.
738 nolu hadîsle her
ne kadar ihticac edilmişse de, isnadında Süveyd b. Ebî Hatim bulunuyor ki bu
zat zayıftır. Nevevî de onun zayıf olduğunu söylemiştir. O bakımdan müctehid
imamların hepsi onunla ihticac etmemiştir.
Hem hadîste geçen
tahir sıfatı, mü'min hakkında kullanıldığı gibi, büyük ve küçük hadesten
temizlenen kimse hakkında da kullanılır. Aynı zamanda bedeninde necaset
bulunmayan kimseye de delâlet eder. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz "Mü'min
necis olmaz..." buyurmuştur. O bakımdan tahir tabiri mutlaka abdestli
olan kimse demek değildir.
739 nolu Tavus
tarikiyle rivayet edilen hadîsi İbn Hüzeyme ve İbn Hibban sahihi emişler.
Tirmizî, "bu hadîs merfu' ve mevkuf rivâyet edilmiş; merfu' oluşu sadece
Atâ' hadîsinden bilinmektedir." demiştir. Atâ'ın bunu merfu' mu, mevkuf mu
rivayet ettiğinde ihtilâf edilmiştir. Nesâî, Beyhakî, İbn Salah, Münzirî ve
Nevevî mevkuf olduğuna kail olmuşlar. Ref, rivayeti ise zayıftır.
Hafız İbn Hacer ise,
Ata' b. Sâib'in sadûk olduğunu, ondan bazan merfu', bazan da mevkuf rivayetler
vardır. Ama kendisi sıka (güvenilir)'dır, demiştir.
Resûlüllah (a.s.)
Efendimizin Yemen'de Amr b. Hazm'e yazdığı mektupta: "Kur'ân'a ancak
tahir olan el sürebilir..." mealindeki hadîsi Zeylâî kendi kitabında
naklederek bunun ayrıca İbn Ömer'den, Hakim b. Huzam'dan ve Osman b, Ebî As'dan
da rivâyet edildiğini kaydetmektedir.
Amr b. Hazım'dan
rivayet edilene Nesâi Kendi Sünen'inde Kitabü'ddiyat bölümünde; Ebu Dâvud
Merasil'de Muhammed b. Bekâr b. Bilâl'dan o da Yahya b. Hamza'dan, o da
Süleyman b. Erkam'dan, o da Zührî'den, o da Ebubekir b. Muhammed b. Muhammed
b. Amr b. Hazım'den rivayet etmiştir.
Bu konudaki İbn Ömer
(r.a.) hadîsini Taberâni kendi Mu'cem'inde, Darekutnî ve Beyhakî kendi
Sünenlerinden rivayet etmişlerdir. Râvileri arasında Süleyman b. Musa
bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı tesbitler yapılmıştır: Buhari, onun
münkerlere yer verdiğini söyler. Bazı hadîsçiler ise onu sıka kabul eder. Nesâî
ise, "o kaviy değildir," demiştir.
Bu konuda Osman b. Ebû
As hadîsini ise, Taberânî kendi Mu'cem'in de rivayet etmiştir. Bu rivayet
üzerine farklı tesbit söz konusu değildir. İsnadında bir aksaklık görülmemiştir.[145]
1- Namaz
ancak abdestli bir halde kılınabilir.
Abdestsiz namaz sahih değildir, kabul olunmaz.
2- Her namaz
için bir abdest şart değildir. Bir abdestle birkaç vakit namaz kılmakta bir
sakınca yoktur.
3- Abdest üzerine
abdest almak, yani her namaz için yeni bir abdest almak müstehabdır.
4- Abdestsiz
bir halde Mushafa el sürmek caiz değildir. Ancak Davud ez-Zahirî'ye göre,
caizdir.
5- Tavaf bir
bakıma namaz demektir, abdestsiz yapılması mekruhtur. (Bu daha çok Hanefîlerin
ictihadıdır. Şafiî ve diğer imamlara göre, abdestsiz bir vaziyette Kabe'yi
tavaf etmek haramdır.)
İslâm her konuda
temizliği ön plâna alır. Yatsı namazından sonra cünüp olan kimsenin o
vaziyette uyuması hoş karşılanmamış,
cinsel organını iyice yıkayıp namaz abdesti gibi bir abdest aldıktan sonra
yatağına uzanıp uyuması tavsiye edilmiştir. Tabii bu tavsiye, o saatlerde
yıkanma imkânı bulanlara göre değildir, herhangi bir sıkıntı yoksa, yıkanıp
uyumak daha uygundur. Ancak fecir doğuncaya kadar arada farz bir namaz vakti
olmadığından daha çok elleri ve utanç yerlerini tertemiz yıkadıktan sonra mümkünse
namaz abdesti gibi bir abdest alması müstehab sayılmıştır. Bu, bütünüyle ruh ve
beden sağlığını korumaya, maddî ve mânevi pislik ve mikroplardan sakınmaya
yönelik bir tedbirdir. Aynı zamanda rahat bir uyku uyuyabilmenin de bunda payı
vardır.
O bakımdan Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz böyle durumlarda elini ve utanç yerlerini iyice yıkadıktan ve çoğu
zaman namaz abdesti gibi bir abdest almadan uyumamıştır.
İlgili hadîsler:
İbn Ömer (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Hz. Ömer (r.a.) Peygamber (a.s.) Efendimiz'den şöyle sormuştur:
"Ya Resûlellah!
Bizden biri cünüp iken uyuyabilir mi?"
"Evet, abdes
aldığı zaman uyuyabilir, (bunda bir sakınca yoktur)," buyurmuştur.[146]
Hz. Ayşe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz cünüp iken uyumak istediğinde cinsel organını yıkar, namaz
için abdest alındığı gibi abdest alırdı."[147]
Yine Hz. Aişe
Validemiz'den (r.a.) yapılan rivayette demiştir:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz cünüp olduğu zaman, (bir şeyler) yemek veya uyumak istediğinde
abdest alırdı."[148]
Ammar b. Yasin
(r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz cünübe, bir şey yemek veya içmek ya da uyumak istediği zaman namaz
için abdest alır gibi abdest almasına ruhsat verdi."[149]
Ebu Said (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Sizden biri eşiyle cinsel temasta bulunduktan sonra tekrar temasta
bulunmak isterse abdest alsın!"[150]
Hadislerin açık
delaletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Yatsı
namazını kılmak şartıyla cünüp bir halde uyumakta bir sakınca yoktur.
2- Cünüp bir
halde uyumak isteyen kimsenin namaz için abdest alır gibi abdest alması ve
bundan önce cinsel organını yıkaması müstehabdır.
3- Cünüp bir
vaziyette bir şey yemek veya içmek istediğinde, abdest alması öylece yiyip
içmesi müstehabdır.
4- Eşiyle
cinsel temasta bulunduktan sonra henüz gusletmeden tekrar temasta bulunmak
isterse, cinsel organını yıkaması ve
namaz abdesti gibi abdest alması müstehabdır.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamlarının istidlal ve ihticacları:
a) Hanefilere
göre:
Cünüp kimsenin
yıkanmadan uyumasında veya tekrar cinsel temasta bulunmasında bir sakınca
yoktur. O vaziyette uyumak isterse, namaz abdesti gibi abdest alması
müstehabdır. Abdest almadan uyuyabilir. Çünkü abdest bi-nefsihi kurbet
değildir, namaz ve benzeri ibâdetleri yerine getirmenin şartıdır. Uyumakta
böyle bir şey söz konusu değildir.
Ayrıca, cünüp kimse
bir şey yemek veya içmek istediğinde sadece elini yıkayıp ağzını çalkaması
kâfidir.
Hanefilere göre bu
konuda baş kısma aldığımız Hz. Ömer'den (r.a.) rivayet edilen hadîsle ve Hz.
Aişe (r.a.)'dan rivayet edilen şu hadîsle istidlal etmişlerdir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz cünüp bir halde elini (gusül) suyuna dokundurmadan
uyurdu."[151]
b)
Hanbelilere göre:
Cünüp kimse sadece
abdest alıp mescidde oturabilir. İshak b. Rahuye de aynı görüştedir. İlim
ehlinden çoğu, bu caiz değildir, demiştir.
Hanbelîler bu hususta
Zeyd b. Eslem'den (r.a.) yapılan şu rivayetle ihticac etmişlerdir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'in ashabı abdestsiz bir vaziyette Mescid'de oturup
konuşurlardı. Bazısı da cünüp olduğu halde sadece abdest alıp içeri girerek
sohbete katılırdı."[152]
Bu haber, onların sözü
edilen konuda icma' ettiklerini ve umuma has bir hüküm taşıdığını gösterir.
Hem abdest alınınca hades hükmü hafiflemiş olur; su bulunmadığı zaman yapılan
teyemmüme benzer.
Cünüp kimsenin sadece
abdest almasıyla hadesi hafifletmesinin delili şudur: Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz cünüp kimseye uyumak istediği zaman abdest ile emretmiştir. Bir şey
yemek veya içmek isteyene veya henüz yıkanmadan tekrar cinsel temasta bulunmaya
teşebbüs edene abdest müstehab kılınmıştır. Ama ayhali olan kadın abdest alsa
bile camide oturması mübah değildir, çünkü onun bu durumda aldığı abdest sahih
sayılmamıştır.[153]
c)
Mâlikilere göre:
Yahya'nın İmam
Mâlik'den, onun da Abdullah b. Dinar'dan, onun da Abdullah b. Ömer'den (r.a.)
yaptığı rivayette, Hz. Ömer'in (r.a.), Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den
geceleyin cünüp olduğunda ne yapmasını tavsiye edeceğini sorması, Peygamberin
de (a.s.) abdest al, cinsel organını yıka ve ondan sonra uyu, diye buyurması
delil olarak alınmıştır. Ayrıca Mâlikîler şu hadîslerle de istidlal ve
ihticacda bulunmuşlardır: Urve'nin kendi babasından, onun da Peygamber (a.s.)
Efendimizin zevcesi Hz. Aişe'den yaptığı rivayette Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
"Sizden biri eşiyle
cinsel temasta bulunur ve sonra da gusletmeden uyumak isterse, namaz için
alınan abdest gibi bir abdest almadıkça uyumasın!"
İmam Mâlik'in Nâfi'den
yaptığı rivayete göre: Abdullah b. Ömer (r.a.) cünüp iken uyumak veya bir şey
yemek istediğinde yüzünü ve dirseklere kadar iki elini yıkar, başını
meshettikten sonra yemek yer veya uyurdu...."[154]
Böylece Abdullah b.
Ömer'in (r.a.) ayaklarını yıkamadığı, sadece abdest organlarından ikisini
yıkayıp başını meshetmekle yetindiği anlaşılıyor. Çünkü sözü edilen hususta
abdest almak, namaz kılmak, tavaf yapmak veya Kur'ân'a el sürmek ve okumak
için değil, temiz bir vaziyette, cenabetin ağırlığını hafifleterek uyumaktır.
O bakımdan ayaklarını yıkamaya gerek görmemiştir. İslâm fıkhında senet ve
kaynak kabul edilen Abdullah b. Ömer'in böyle yapması, mutlaka bir sünnete
dayanmaktadır. Mâlikilerin de görüşü bu doğrultudadır.
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller: 753 nolu hadîsi, Buhari ve Müslim şu
değişiklikle rivayet etmişlerdir:
"Abdest alsın,
sonra uyusun!"
Yine bu ikisinin bir diğer
rivayetinde şu farklılık göze çarpmaktadır:
"Abdest al,
cinsel organını yıka, sonra uyu!"
Bu son lafzın içinde
bulunduğu hadîsi İmam Mâlik aynen Muvatta'da rivayet etmiştir.
İmam Nevevi diyor ki:
"Ömer hadîsi emir
sıygasınla ve şart sıygasıyla gelmiştir. Zahirine bakıp hükmedenler,
gusletmeden uyumak isteyen cünüp kimsenin abdest almasını vâcib kabul etmişlerdir.
Zahiriler ve Malikiler'den İbn Habîb aynı görüştedirler, Cumhur ise bunun
istihbabına kaildir. Müctehid imamların da ictihadı bu doğrultudadır. Nitekim
İbn Huzeyme ile İbn Hibbân'ın kendi Sahîh'lerinde İbn Ömer'den tahrîc
ettikleri hadîste şöyle denilmiştir:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz'den, bizden biri cünüp iken uyuyabilir mi? diye sorulduğunda şu
cevabı vermiştir; Evet, uyuyabilir, isterse abdest alır..."
İlim adamlarının çoğu,
bu durumda abdest alınırken İbn Ömer'in yaptığı gibi değil, namaz için abdest
alınan abdest gibi tastamam bir abdest alınır. Çünkü namaz abdesti gibi, tabiri
her türlü farklı görüşü reddetmektedir. İbn Ömer'e gelince, belki bir
mazeretinden dolayı ayaklarını yıkamamış olabilir. Bununla beraber İbn Ömer'in
yaptığı temizlik gibi bir temizlik yapmakta hiçbir sakınca yoktur. Çünkü abdest
ile tavsiye, ağırlığı hafifletmek, temizliği sağlayıp öylece rahat bir uyku
uyumaktır.
Nitekim İbn Ebî
Şeybe'den sıka rical senediyle Şeddad b. Evs'den (r.a.) demiştir ki:
"Sizden biri
geceleyin cünüp olduğunda, uyumak isterse, abdest alsın, çünkü abdest cenabet
guslünün yarısıdır."[155]
Gerek konunun başında,
gerekse bu arada rivayet edilen hadîsler'in çoğu Resûlüllah fiiline
dayanmaktadır. Ömer ve Ebû Said hadîsleri ise, kavlidir, yani Peygamber (a.s.)
Efendimiz'in mübarek dilinden çıkan sözlerle sabittir.
İlim adamlarından bir
kısmı, cünüp kimse gusletmeden bir şey yemek ve içmek veya uyumak isterse,
abdest alır, ama tekar cinsel temasta bulunmak isterse, önce gusletmesi
afdaldır, demişlerse de Buharî ve Müslim'in sahîh bir senedle Hz. Enes'den
yaptıkları rivayette deniliyor ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz bir tek gusülle zevcelerini dolaşır (onlarla cinsel temasta
bulunurdu)." Bu, namaz vakti geçmiyorsa, özellikle gece saatlerinde cünüb
olduktan sonra hemen yıkanmanın vâcib olmadığını gösterir.
İmam Nevevî de aynı
görüşte olup sadece ikinci defa cinsel temasa geçmeden yıkanmanın müstehab
olduğunu söylemiştir. Çünkü Resûlüllah (a.s.) Efendimizin bir gecede eşlerine
ayrı ayrı uğrayıp her biriyle cinsel temasta bulunduktan sonra yıkandığını
Ahmed b. Hanbel ve diğer Sünen sahihleri Ebû Râfis (r.a.)'den rivâyet edilen
hadîsle belirtmişlerdir... Hatta bunun farkına varan sahabiden biri, "Ya
Resûlellah! Hepsi için bir gusülle yetinseniz ya.." deyince, "böyle
yapmak daha iyi ve daha temizdir..." buyurmuştur.
Bu her iki şeklin
cevazına delâlet etmekte ve diğer konularda olduğu gibi kolaylığı
getirmektedir. Aynı hususu Sıddîk
Hasan Han, Bulûğu'1-merâm şerhinde
belirterek abdest almak mendubsa da her iki halin caiz olduğunu söylemiştir.[156]
Dörtlerin Hz. Aişe
(r.a.)'den rivayet ettikleri hadîste ise, Resûlüllah (a.s.) cünüp iken suya
dukunmadan uyuduğuna gelince, bu malûldür. Musannif illet sebebini Ebu İshak'ın
el-Esved'den, onun da Hz. Aişe'den yaptığı rivayet olarak açıklamıştır. Nitekim
Zehebî bu zatın münker olduğunu söyledikten sonra İbn Hibbân'ın, "Ebu
İshak'ın hadîsiyle ihticac edilmez" dediğini nakletmiştir.[157]
Resûlüllah (a.s.)
Efendimizin cünüb iken bir şey yemek veya içmek istediğinde iki elini yıkadığı
ve sonra yiyip içtiği rivayetine gelince: Hazreti Aişe (r.a.) diyor ki:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz, cünüp iken bir şey yemek veya içmek istediğinde iki elini yıkadıktan
sonra yiyip içerdi."[158]
Diğer bir rivayette
ise Hz. Aişe (r.a.) şöyle söylemiştir:
"Peygamber (a.s.)
Efendimizin eşlerine ihtiyacı olduğu zaman onlara gelip (hacetini yerine
getirdikten sonra) döner ve suya dokunmazdı."
Tirmizî'nin yaptığı
rivayette ise şu lafızlarla Hz. Aişe'den nakledilmiştir:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz cünüb iken uyur ve suya dokunmazdı..."[159]
765 nolu hadîs sahih
kabul edilmiş, hiç kimse bunun zayıf olduğunu söylememiştir. 766 nolu hadisler
ise, İmam Ahmed'e göre, sahîh değildir. Ebu Dâvud bu rivayetin vehm olduğunu belirtmiş;
Yezîd b. Harun onun hatalı olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ahmed b. Salih ise bu
hadîsin rivayet edilmesi helâl değildir, diyerek gayr-i sahih olduğunu
söylemiştir. Ancak Beyhakî onu sahihlemiştir.
Bununla beraber ilim
adamları "uyurdu da suya dokunmazdı" sözünü, gusletmek için suya
dokunmazdı şeklinde yorumlamışlardır. Öyleki: Ellerini yıkar, bazan abdest de
alır, ancak gusletmezdi. Çünkü gece yarısından sonra teheccüd namazına
kalkıncaya kadar müsait bir vakit söz konusu idi.
1- Yatsı
namazı kılındıktan sonra cünüp olan kimsenin abdest alıp öylece uyuması
müstehabdır.
2- Abdest
alırken, ayaklarını yıkamadığı takdirde bir şey gerekmez. Nitekim İbn Ömer
(r.a.) öyle yapmıştır.
3- Cünüp
iken bir şey yemek veya içmek istendiğinde, elleri iyice yıkamak sünnettir. Bu
arada ağza su alıp çalkalamak müstehabdır. Abdest almak da müstehab
sayılmıştır.
4- Cinsî
temastan sonra henüz gusletmeden önce tekrar temasta bulunmak isteyen kimsenin
cinsel organını yıkaması ve namaz abdesti gibi bir abdest alması müstehabdır.
5- Her
cinsel temas için gusletmek gerekmez; birkaç defa temasta bulunan kimsenin
hepsi için bir defa gusletmesi kâfidir.
Bulûğ (ergenlik),
yetişmiş bir çocuğun, erkekse baba, kızsa anne olabilecek yaşa gelmesidir. Buna
erkek çocuklarda daha çok akıl-baliğ olmak denir. Hayatın bu döneminde erişmiş
bir gençte üretim organları artık iyice gelişmiştir. Delikanlıda erkeklik
bezleri salgı yapmaya başlamış kızda da yumurtalık aşılanmaya hazır yumurta
yapabilecek hale gelmiştir.
Erkek ve kadının
cinsel organından şehvetle dışarı çıkan az koyu ve sarımtırak sıvıya meni
denir.
Her vesileyle
temizliği ön plâna alan ve insan sağlığını koruyan İslâmiyet bu durumda
gusletmeyi emreder. Böylece din insan hayatının her bölümüyle ilgilenir ve onu
başıboşluktan kurtararak atılan her adımda, yapılan her işte ve düşünülen her
konuda yüce yaratanı hatırlatır, kul ile Allah arasında kopmaz bağlar vücuda
getirir.
İlgili hadîsler ve
rivayetler:
Hz. Ali'den (r.a.) yapılan
rivayette, şöyle demiştir:
"Ben kendisinden
çok mezyi akan bir adamdım. Bundan dolayı (gusül gerekip gerekmiyeceğini)
Peygamber (a.s.) Efendimiz'den sordum; buyurdu ki: Mezyiden dolayı abdest,
meniden dolayı gusül gerekir."[160]
Ahmed b. Hanbel'in
yaptığı rivayette, Resûlüllah (a.s.) ona şöyle buyurmuştur:
"(Erkeklik
bezinden salgılanan) suyu fışkırtarak dışarı attığında cenabetten dolayı
guslet; fışkırtmadığı takdirde gusletme!"[161]
Ümmu Seleme (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Ümmu Süleym şöyle demiştir: Peygamber (a.s.) Efendimiz'e
dedim ki:
"Ya Resûlellah!
Şüphesiz ki Allah hakkın (söylemekten) haya etmez; ihtilam olduğu zaman kadına
gusül gerekir mi?" Peygamber (a.s.):
"Evet, kadın
(üreme organın salgıladığı) suyu gördüğü zaman (gusül gerekir.)"
Bunun üzerine Ümmu
Seleme (söze karışarak) sordu:
"Kadın da ihtilam olur
mu?!" Peygamberimiz ona:
"Ellerin toprağa
muhtaç olsun! Kadına çocuğu neden benzer?" buyurdu.[162]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Şehevî
duygudan dolayı beyazımsı ince bir suyun fışkırmaksızın ve şehevi bir zevk
duymaksızın cinsel organdan akmasından dolayı gusül gerekmez, abdest gerekir.
Buna mezyi denir.
2- Şehvetle
fışkırıp dışarı akan az koyu ve sarımtırak renkteki meniden dolayı gusül
gerekir.
3- Erkekten
fışkırarak şehvetle dışarı çıkan meni, kadında fışkımaksızın şehvetle akıp
çıkar ve bundan dolayı her ikisine de gusül gerekir.
Hadîslerin ışığı
altında müctehid imamların tesbit, görüş istidlal, ihticac ve ictihadları:
a)
Hanefîlere göre:
Guslü gerektiren
sebebler üçtür: Onlardan bir cenabettir.
Bu ise iki şeyle sübut bulur:
1- Meninin şehvetle fışkırarak dışarı çıkmasıdır. Uyanık
ve uyku hali arasında bir fark yoktur. Buradaki şehvet, erkeklik bezinden ve
kadının yumurtalığından meninin şehvetle ayrılması demektir. Bu kadına elle
dokunmaktan veya şehvetle bakmaktan, veya uykuda iken düşazıtmaktan ya da
istimnadan kaynaklanır.[163]
O halde cenabetin
sözlük mânası, meninin şehvetle çıkmasıdır. "Adam cünüp oldu," yani
kadınla cinsel temasta bulunarak şehveti yerine getirdi, demektir. Hadîste
geçen "meninin çıkması," şehvetle çıkmaya hamledilir.[164]
İmam Ebû Yusuf,
şehvetle yerinden ayrılan menî şehvetle fışkırarak değilde, şehvet sakin
olduktan sonra dışarı çıkarsa, bundan dolayı gusül gerekmez diyerek hadîste
kasdedilen çıkışın bu anlamda olduğuna yorumlamıştır.
b) Şâfiîlere
göre:
Guslü gerektiren
sebebler beştir. Onlardan biri de meninin ya mu'tad mahrecden, ya da mutad yolu
kapalıysa sulb veya terâibden çıkmasıdır. Sulb, erkeklerde bel nahiyesine
verilen bir isimdir. Terâib , kadınlarda göğüs kemikleri nahiyesine denir.[165]
Mutad ve gayr-i mu'tad
yoldan çıkan meni şu dört özelliğinden biriyle bilinip tanınır: Fışkırarak
çıkmak veya fışkırmayıp lezzet duyularak çıkmak veya az geldiği için hem
fışkırmadan, hem de fazla lezzet duyulmadan çıkarsa, ekşimiş hamur kokusu neşretmek
veya bu durumda çıkıp kurumuşsa kurumuş yumurta akına benzemek... Bu
özelliklerden hiçbiri yoksa, o takdirde çıkan sıvıdan dolayı gusül gerekmez.[166]
Anlaşıldığı gibi,
şafiiler meninin mutlaka yerinden şehvetle ayrılmasını veya şehvetle dışarı
fışkırmasını gerekli görmemişler, onda sadece belirttiğimiz dört vasıfdan
birinin gerçekleşmesini dikkate almışlardır.
Aranılan dört vasıfta
kadın ve erkek arasında fark yoktur. Hangisinden çıkan sıvı belirtilen
vasıflardan birini taşıyorsa, o takdirde çıkan sıvının meni olduğu kabul edilir
ve guslü gerektirir.[167]
Şâfiiler bu konuda "el-Mâu
mine'1-mâi=Su, sudan dolayı gerekir" mealindeki hadîsle istidlal
etmiştir.
c)
Hanbelilere göre:
Guslü gerektiren
sebebler altıdır. Onlardan biri, meninin dışarı çıkmasıdır. Meni, kalın bir
sıvıdır, şehevî duygu kabardığında fışkırarak dışarı atılır. Kadının menisi
ise, ince ve sarıdır.
Hanbeliler bu hususta
Ümmu Seleym hadîsiyle ve diğer ilgili hadîslerle istidlal etmişler ve bir
hastalık ve soğuktan dolayı olup şehevî bir duygu neticesi olmayan meninin mücerred
çıkmasından dolayı gusül gerekmez, demişlerdir. Nitekim Ebu Hanîfe ile Mâlik'in
de kavli budur. Şafiî ise, bundan dolayı gusül gerekir, demiştir."[168]
d)
Mâlikîlere göre:
Cinsel temassız lezzet
ile dışarı çıkan meniyle, lezzet duyduktan bir süre sonra çıkan meniden dolayı
gusül gerekir. İsterse bu durumda meni çıkmadan gusletmiş olsun, isterse
olmasın farketmez, her iki halde de lezzetten bir süre sonra meninin çıkması
guslü gerektiren sebeplerden biri sayılır. Ama duyulan lezzet cinsel temasdan
neş'et ediyor, duhul vaki olduğu halde inzal vaki olmuyor ve cinsel organını
dışarı çektikten sonra inzal meydana geliyorsa, bu durumda, inzal meydana
gelmeden gusletmişse, artık tekrar gusletmesi gerekmez.[169]
1- Meninin
şehvetle yerinden ayrılıp dışarı çıkması guslü gerektirir. (Bu, İmam Ebû Hanîfe
ve İmam Muhammed'e göredir.)
2- Mutad
yoldan, orası kapalıysa gayr-i mutab yoldan (sulh veya terâibden) çıkan meni
fışkırarak veya lezzet duyularak veya sadece ekşimiş hamur kokusu neşrederek veya
kurumuş bir halde ise, yumurta akına benzer bir vasıfta bulunarak çıkmışsa, o
taktirde gusül gerekir. (Bu şâfiilere göredir.)
3- Şehevî
duygunun kabarmasıyla dışarı çıkan meniden dolayı gusül gerekir. Başka bir
sebepten dolayı çıkarsa, guslü gerektirmez. (Bu, Hanbelilere göredir.)
4- Şehvetle
yerinden ayrılan meni, ister şehvet ve lezzetle, ister şehvet ve lezzet duygusu
kesildikten sonra dışarı çıksın, her iki halde de guslü gerektirir. (Bu,
Mâlikilere göredir.)
5- Şehvetle
yerinden ayrılan meni ister erkekten, ister kadından akıp dışarı çıksın, her
ikisi için de guslü gerektirir.
Erkek ve kadının,
cinsel organının sünnet edilen bölümünün kavuşmasına "iltika-i
hataneyn" denir. Böyle bir durumda inzal vaki olsun olmasın, yani erkek ve
kadının menisi dışarı çıksın çıkmasın gusül gerekir. Böylece İslâm her hususta
Allah'ı hatırlatmayı amaç edinirken, bir yandan da temizliği her vesileyle ön
plâna almıştır. Sünnet yerlerinin mücerred kavuşması da bu iki önemli
hususu beraberinde getirmektedir.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Erkek,
kadının dört şu'besi arasına oturduktan sonra harekete geçmek için gücünü
kullanmaya başlarsa, üzerine gusül vâcib olur."[170]
Şuâb: Şi'be'nin çoğuludur. Sözlükte bir şeyden bir bölüm,
bir dal, iki boynuz arasındaki kısım, su yolu, dağdaki yarık gibi mânalara
gelir. Hadîste ise, ya kadının iki eli ve iki ayağı arası veya iki ayağıyla iki
uyluğu arası veya iki bacağı ve iki uyluğu arası manası kasdedilmiştir.
Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette, Peygamber
(a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Adam eşinin dört
şi’besi arasına oturur, sonra da onun sünnet yeri kadının sünnet yerine
dokunursa gusül gerçekten vâcib olur."[171]
Tirmizî bu hadîsi
sahîhlemiştir. Ancak onun tesbit ve rivayetinde şu cümle yer almıştır:
"Sünnet yeri
sünnet yerine tecavüz ederse gusül vâcib olur."
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1- Erkek
kadının iki bacağı ve uyluğu arasında oturup cinsel organının sünnet kısmını
onun sünet kısmına sokup dokundurursa, gusül gerekli olur.
2- Bu
durumda erkek ve kadından meni gelmesi, dışarı çıkması söz konusu değildir.
Mücerred cinsel organların birbirine kavuşmasıyla gusül vâcib olur.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının ictihad, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Guslü vâcib kılan
sebeblerden biri de, inzal vaki olmaksızın iki sünnet yerinin kavuşmasıdır.
Çünkü Cenâb-ı Peygamber (a.s.) Efendimiz, "sünnet yerleri buluşup
haşefe (penisin baş kısmı) kaybolup belirsiz olunca, inzal vaki olsun olmasın
gusül vâcib olur," buyurmuştur. Hem böyle bir birleşme inzalin
başlıca nedenleri arasında bulunuyordur. O bakımdan mücerred haşefenin kadının
cinsel organına girip belirsiz olması, inzal yerine geçer. Dübürle kavuşması da
öyle.[172]
Hanefîler bu konuda
Ebu Hüreyre (r.a.), Hz. Aişe (r.a.) hadîsleriyle ve az yukarıda naklettiğimiz
hadîsle istidlal etmişlerdir.[173]
b) Şâfiîlere
göre:
Guslü gerektiren
beşinci sebeb, haşefe (penisin baş kısmı) nın, o kısım kesikse o miktarda bir
kısmın -dikleşmiş olmasa bile- kadının cinsel organına girmesidir. Aynı hüküm
belirtilen kısmın dübüre veya bir hayvanın cinsel organına girmesiyle
gerçekleşir.[174]
c)
Hanbelilere göre:
İki sünnet yerinin
kavuşması, yani haşefenin (penisin baş kısmının) kadının fercine girmesi,
guslü gerektiren sebeplerden biridir. Sadece sünnet yerlerinin birbirine
dokunması, âlimlerin ittifakıyla guslü gerektirmez. Ancak Davud ez-Zahiri bu
hususta muhalefet ederek, meni akmadıkça gusül vâcib olmaz demiştir.
Hanbelilere göre,
medhulu biha diri olsun, ölü olsun, insan olsun hayvan olsun, ferc veya dübüre
girsin farketmez, hepsinden dolayı gusül vâcib olur.[175]
d) Mâlikilere
göre:
Onlar da Hanbelîlerin
görüşündedirler.[176]
İmam Mâlik bu meselede, "İki sünnet yeri kavuştuğu zaman gusül vâcib
olur" mealindeki Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Aişe (Allah hepsinden
razı olsun) hadîsiyle, ayrıca Abdurrahman b. Avf'ın oğlu Ebu Seleme'nin Hz.
Aişe'den "neler guslü gerektirir?" şeklinde sorması ve Hz. Aişe'nin
(r.a.) ona "Sünnet kısmı sünnet kısmına tecavüz edince gusül vâcib
olur" açıklamasıyla ve bir de İmam Mâlik'in Ebu Musa el-Eş'ârî'nin (r.a.)
Hz. Aişe'ye gelerek, "Adam eşiyle cinsel temasta bulunurken
gevşeyiveriyor, meni akıtmıyor, bundan dolayı gusül gerekir mi?" soruyor;
o da "Sünnet kısmı sünnet kısmına tecavüz eder, (haşefe ferce girerse)
gusül elbette vâcib olur," diye cevap vermesiyle istidlal ve ihticac
etmişlerdir.[177]
Konuyla ilgili diğer
hadîsler, rivayetler, görüşler ve tahliller:
İnzalsız cinsel
temastan dolayı gusül gerekeceği hakkında bazı farklı görüş ve rivayetler olsa
dahi dört halîfe, ashab ve tabiîn cumhuru bunda görüş birliği izhar
etmişlerdir. O kadar ki, İbn Abdilberr, sahabenin icma' ettiğini söylemiştir.
Bazıları ise, "el-Mâu
mine'1-mâi=Su, sudan dolayı gerekir," mealindeki Buhari ve Müslim'in
ittifakla rivayet ettikleri hadîsle istidlal ederek inzal olmadıkça gusül
gerekmez demişlerdir.
Tahavî de bu konuda
ashabın ileri gelenlerinin görüş ve ictihadını şöyle sıralıyor: Zeyd b. Halid
el-Cühenî'den yapılan rivayette, Hz. Osman'dan (r.a.) cinsel temasta bulunup
meni akıtmayan adamdan soruldu, o şöyle cevap verdi:
"Ona ancak abdest
almak gerekir." Sonra da şöyle ilâve etti:
"Ben bunu
Peygamber (a.s.) Efendimiz'den işittim..."[178]
Aynı râvî diyor ki:
Konuyu bir de Ali b. Ebî Tâlib, Zübeyir b. Avam, Talha b. Abdillah ve Ubey b.
Kâ'b'den (Allah hepsinden razı olsun) sordum, onlar da Hz. Osman'ın dediği gibi
cevap verdiler.
Zeyd b. Halid'den
yapılan bir diğer rivayette şöyle dediği tesbit edilmiştir: "Hz. Osman'dan
karısıyla cinsel temasta bulunup inzalda bulunmayan adamdan sordum. Bana, ona
gusül gerekmez, diye cevap verdi. Aynı soruyu gelip Zübeyir b. Avam'a ve Ubey
b. Kâ'b'e sordum. Onlar da onun dediği gibi cevap verdiler.[179]
Urve'nin kendi babasından,
onun da Ebu Eyyub el-Ansarî'den, onun da Ubey b. Kâ'b'den yaptığı rivayette,
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"İksalda
(İnzalsız cinsel temasta) ancak abdest almak (veya temizlik) vardır."
Bu hadîsi biraz daha
açıklar mâna ve muhtevada diğer bir rivayet Hişam b. Urve'den, o da babasından,
o da Ebu Eyyub el-Ansarî'den, o da Ubey b. Kâ'b'den (Allah hepsinden razı
olsun) rivayetle, dedi ki: Resûlüllah'tan cinsel temasta bulunup iksal
yapmadan, yani meni akıtmayan adam hakkında sordum. Buyurdu ki:
"Kendisine isabet
eden şeyi (ıslaklık ve benzerî şeyleri) yıkayıp temizler ve namaz abdesti gibi
abdest alır..."
Böylece bundan bir
önceki hadîste tahur sözünden abdest ve diğer bazı temizliğin kasdedildiği
anlaşılmış oluyor.
Sözünü ettiğimiz
hükmün aksine sahîh rivayetler tesbit edilmiştir. Önce onları nakledip sonra
tahlillere geçmek istiyoruz:
Ebu Sâîd (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Su (gusül)
sudan (meni) dolayı gerekir."[180]
Bunu daha açıklayan ve
kuvvetlendiren bir diğer rivayette ise şöyle deniliyor: Ebu Hüreyre (r.a.)
diyor ki:
"Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz ansardan bir adama haber gönderip çağırttı. O da biraz gecikerek
geldi. Resûlüllah (a.s.) ona:
"Seni alıkoyan
neydi?" diye sorunca o da,
"Eşimle cinsel temasta
bulunuyordum, derken senin habercin gelince (olduğu gibi bırakıp) yıkandım ve
benden bir şey (akıntı, inzal da) ortaya çıkmadı" diye cevap verdi. Bunun
üzerine Resûlüllah (a.s.) ona:
"Su (gusül)
sudan (meni) dolayı gerekir. Gusül meni akıtan üzerine vâcib olur,"[181] buyurdu.
Tahavi bu hadîsi
açıklarken diyor ki:
"Bir cemaat bu
hadîsle istidlal ederek, eşiyle cinsel temasta bulunup meni akıtmayan kimseye
gusül gerekmiyeceğini söylemiştir."
Birincilerin görüşünü
savunanlar ise daha önce naklettiğimiz hadîslere ve daha çok Hz. Aişe
(r.a.)'dan rivayet edilen şu habere dayanarak ihticacda bulunmuşlardır:
"Hz. Aişe (r.a.)
validemize, eşiyle cinsel temasta bulunup meni akıtmayan adam hakkında
soruldu. O şu cevabı verdi:
"Benle Resûlüllah
(a.s.) aynı şeyi yaptık ve ondan dolayı ikimizde guslettik."[182]
Birbirini nakzeder
gibi görünen hadislerin sıhhatında şüphe yoktur. Ancak hadîs kritiğini yapan
ilim adamlarının tesbitine göre, "Su, sudan dolayı gerekir"
mealindeki hadisin hükmü kaldırılmıştır. Çünkü bunun İslâm'ın ilk yıllarında
söylendiği ağırlık kazanmış ve ilim adamlarının çoğu mensûh (hükmü
kaldırılmış) olduğuna hükmetmişlerdir. Nitekim Sehl b. Saîd'in Ubey b.
Kâ'b'den (r.a.) yaptığı rivayete göre, adı geçen bu hususta şunu söylemiştir:
"Su sudan
dolayı gerekir" hükmü İslâm'ın
ilk yıllarında idi Allah emrini sağlamlaştırıp (rayına) oturtunca, o hükmü
men'edip kaldırdı."[183]
Aynı mânada bir diğer
rivayette ise yine Übey (r.a.) şöyle demiştir:
"Su, sudan
dolayı gerekir" hükmü, İslâm'ın
ilk yıllarında bir ruhsat idi. Sonra bu ruhsat kaldırılıp men'edildi ve
gusüledilmesi emredildi."
İşte büyük sahabi Hz.
Übey (r.a.) konunun başında naklettiğimiz hadîslerin "su, sudan dolayı
gerekir" mealindeki hadîsi nashattiğini söylemiştir. Başka delil aramaya
ne gerek...
"Su, ancak
sudan dolayı gerekir" mealindeki
hadîsi başta Müslim olmak üzere Ebu Dâvud ve başka hadîsçiler rivayet etmişlerdir.
Mensûh olduğunu kabul edenler ise hayli çoktur. Zeylâî bu hususa temasla diyor
ki:
"Sözü edilen
hadîsin hükmü kaldırılmıştır. Çünkü sahih tesbitlerle inzal vaki olmaksızın
haşefenin kadının fercine girmesiyle gusül gerekeceği belirlenmiştir. Buharî
ve Müslim'de Übey b. Kâ'b'ın hadîsi bu cümledendir. Ayrıca Ebû Dâvud, Tirmizi
ve İbn Mâce'nin Sehl b. Sa'd tarikiyle Ubey b. Kâ'b'den yaptığı sahih rivayette,
adı geçenin şu açıklaması, az yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu konuda yeterli
bir belge sayılır: "Su, ancak sudan dolayı gerekir" hükmü
İslâm'ın ilk yıllarında bir ruhsat idi, sonra bu yasaklandı."
Şeyh Takıyyüddîn
el-İmam adlı eserinde diyor ki:
"Bu hadîs ma'lûl
kabul edilmiştir. Çünkü içinde Zühriy'le Sehl arasında bir inkıta' söz
konusudur. Nitekim Beyhâkî, bu hadîsi Zührî'nin Sehl'den işitmediğini kesin bir
ifade kullanarak söylemiştir. Ancak onun arkadaşlarından işittiği doğru
olabilir.[184]
İkrime'den, onun da
İbn Abbas (r.a.)'dan yaptığı rivayette, adı geçen "Su ancak sudan
dolayı gerekir" mealindeki hadîsin yorumunu yaparken şöyle demiştir:
Bu ancak ihtilamla ilgilidir. Rüyasında kadınla cinsel temasta bulunduğunu
görür fakat inzal vaki olmazsa, ona gusletmek gerekmez.[185]
Gerek Zeylaî, gerek
diğer ilim adamları hem bu rivayeti, hem de yorumu sıhhatli bulmamışlardır.
Fethülallâm müellifi
de bu konuda diyor ki: İki sünnet yerinin kavuşmasından dolayı gusül vâcib
olur, inzal vaki olsun olmasın farketmez, hükmü bakidir. "Su ancak
sudan dolayı gerekir" mealindeki hadis bununla nesholunmuştur. Cumhur
sözünü ettiğimiz sahih hadîsle istidlal ederek bu hadîsin mefhumunun mensûh
olduğunu belirtmiştir.[186]
Ebu Cafer et-Tahavi
konuyla ilgili otuza yakın rivayet tesbit ederek nakletmiş, meraklılara geniş
malzeme vermiştir. Biz sadece birkaç tanesini nakletmiş bulunuyoruz.
Konuyu daha da
açıklığa kavuşturmak ve ilgililerin şüphesini bütünüyle gidermek için dört
önemli rivayeti daha kitabımıza naklederek, "Su ancak sudan dolayı
gerekir" mealindeki hadîsin hükmünün kaldırıldığı hakkında yeterli
bilgi vermiş olacağız. Özellikle Übey b. Kâ'b'ın hadisini diğer önemli
kaynaklardan nakletmekte yarar görüyoruz.
Bu konuda Râfi'in
hadîsi üzerinde durulmuşsa da çoğu ilim adamları sıhhatini tesbit ederek
istidlale elverişli bulunduğunu belirtmişlerdir. Zeylâî bu hususta geniş bilgi
vererek aydınlatıcı tahlillerde bulunmuştur ki, yukarıda kısmen nakletmiş
bulunuyoruz. Şevkanî de Neylü'l-evtar'da konuyu yeterince açıklığa kavuşturmuştur.
Ubey b. Kâ'b
(r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
"Şüphesiz şu
fetva ki; su ancak sudan dolayı gerekir, (hükmü) bir ruhsattır, diyorlar;
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, İslâm'ın
ilk yıllarında ona ruhsat verdi, sonra da (bu ruhsatı kaldırıp) gusletmeyi
emretti."[187]
Diğer bir lafızla
şöyle demiştir:
"Su ancak sudan
dolayı gerekir, hükmü, İslâm'ın başlangıcında bir ruhsat idi; sonra ondan
men'olundu."[188]
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, şöyle demiştir:
"Bir adam, Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'den, eşiyle cinsel temasta bulunup sonra meni akıtmayıp
kendini tutan kimse hakkında sordu. (Hz. Aişe de orada oturuyordu.) Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz ona şöyle dedi:
"Doğrusu benle
bu (Aişe) aynı şeyi yapıyoruz, sonra da guslediyoruz."[189]
Rafı' b. Hudayc
(r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
"Ben eşimin göbeği
üzerinde bulunduğum bir sırada Resûlüllah (a.s.) Efendimiz beni çağırdı. Meni
akıtmadan (boşalmadan) kalkıp guslettim ve dışarı çıkıp durumu Hz. Peygamber'e
anlattım. Buyurdu ki:
"Sana bir şey
gerekmez. Su (ancak) sudan dolayı gerekir."
Râfi' devamla diyor
ki: Ondan sonra Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bize gusletmekle emretti.[190]
1- Cinsel
temasta bulunup meni akıtmayan adam gusletmek gerekir. Kadının da gusletmesi
vâcib olur.
2- İki
sünnet yeri kavuştuğunda, yani penisin baş kısmının kadının fercine girip
kaybolduğu takdirde hem erkeğe, hem kadına gusletmek vâcib olur. Bu durumda
inzal vaki olsun, olmasın hüküm değişmez.
3- Yine
haşefenin, yani penisin baş kısmının dübüre girmesiyle de inzal vaki olsun
olmasın gusul gerekir. (Tabii böyle yapmak haramdır.)
4- Bu konuda
çoğu imamlara göre, diri, ölü, hayvan ve insan hakkında aynı hüküm caridir.
Gerçi ölü ve hayvan ile şehevî temasta bulunmak yasaklanmış ve büyük
günahlardan kabul edilmiştir. Ancak bu sınırı aşıp temasta bulunana gusül
gerekir mi, gerekmez mi? Söz konusudur.
İhtilâm (düş azmak)
ergenlik çağına giren erkek ve kızlarda sık sık meydana gelen hallerden
biridir. Bazen boşalma olur, bazan olmaz. Hangi durumda gusül gerekir? Konuyla
ilgili hadîsleri ve müctehid imamların tesbit, görüş ve istidlallerini
naklettikten sonra bu sorunun cevabı ortaya çıkar.
Havle bint Hakim
(r.a.)'den yapılan rivayette, deniliyor ki:
Havle (r.a.) Peygamber
(a.s.) Efendimiz'den kadının rüyada erkeğin gördüğünü görmesi hakkında sordu.
Peygamber (a.s.) Efendimiz ona şöyle buyurdu:
"İnzal vaki
olmadıkça (meni akmadıkça) kendisine gusül gerekmez. Nasıl ki erkekten meni
gelmedikçe kendisine gusül gerekmiyorsa..."[191]
Ahmed b. Hanbel aynı hadîsi
şu lafızla tesbit ve rivayet etmiştir: Havle (r.a.), Hz. Peygamber'den (a.s.)
rüyasında ihtilâm olan kadından sordu. Peygamberimiz (a.s.) şu cevabı verdi:
"Islaklık
gördüğü zaman gusletsin!"[192]
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'den, ıslaklık görüp ihtilâm olduğunu hatırlamayan adamdan
sordu. Şöyle buyurdu:
"Gusleder..."
Ayrıca ihtilâm oluğunu
hatırlayıp kendinde ıslaklık görmeyen adamdan soruldu. Buyurdu ki:
"Ona gusül
gerekmez..."
Bunun üzerine Ümmu Süleym (r.a.),
"Kadın onu (ıslaklığı) görür de kendisine gusül gerekir?" diyerek
hayretini belirtti. Resûlullah
(a.s.) ona:
"Evet kadınlar
ancak erkeklerin bir parçasıdır."[193]
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş ve ihticacları:
a)
Hanefilere göre:
Uykuda ihtilâm olup
ıslaklık görmeyen erkek veya kadına gusül gerekmez. İbn Rüstem kendi
Nevadir'inde diyor ki: "Adam ihtilâm olup meni cinsel organından dışarı
çıkmazsa, kendisine gusül gerekmez. Kadın ihtilâm olur da ıslaklık fercinin
zahirine çıkmazsa, fine de gusletmesi gerekir. Çünkü kadın oturduğunda fercinin
açık halî söz konusudur. Islaklık bu durumda dışarı çıkmış sayılır.[194]
Adam uykudan
uyandığında yatağında veya elbisesinde mezyi gibi ıslaklığa rastlar ve uykuda
ihtilâm olduğunu hatırlarsa, bi'l-icmâ' kendisine gusül gerekir. İhtilâm
olduğunu hatırlamazsa, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre, yine de
gusletmesi vâcib olur. Çünkü ıslaklığın mutlaka bir sebebi vardır. Uyku ise
ihtilâma elverişli sanılan bir haldır. Mezyin ince oluşu, hava ile veya kişinin aldığı bazı gıda sebebiyle bağlantılı
görülebilir. O bakımdan ihtiyaten gusül edilir.[195]
b) Şâfiilere
göre:
Erkek veya kadın
uykuda ihtilâm olur da uyandığında ıslaklık görürse, gusül gerekir.
Islaklıktan maksad meninin dışarı çıkmasıdır. Kadında ise, oturduğu zaman
cinsel organının açık vaziyeti, yani görülen kısmı onun dış kısmı sayılır ve
ıslaklık oraya kadar gelmişse, gusletmesi gerekir.
Islaklığa
rastlanmadığı takdirde, mücerred uykuda ihtilâm olduğunu gören kimseye gusül
gerekmez.[196]
Ancak uykudan
uyandığında elbise veya bedeninde gördüğü ıslaklığın meni veya mezyi olduğunda
şüphe ederse, kendisine herhalde gusül gerekmez. Ancak ihtiyaten meni olduğunu
düşünerek gusleder. Ama mezyi olduğuna daha çok kanaat getiriyorsa, o takdirde,
ıslaklığı yıkadıktan sonra sadece abdest almakla yetinir.[197]
c)
Hanbelilere göre:
Rüyasında ihtilâm
olduğunu görür, fakat uyanınca hiçbir ıslaklık belirtisine rastlamazsa,
kendisine bundan dolayı gusül gerekmez. İlim ehli bu hususta icmâ' etmiştir.
Ancak uyandıktan sonra yürüdüğünde meni akmaya başlar veya uyandıktan kısa bir
süre sonra meni boşalırsa, o takdirde kendisine gusül vâcib olur. İmam
Ahmed'in bu doğrultuda net ve kesin görüşü var... Çünkü durumun zahirine
bakılınca, meni yerinden ayrılmış ve uyanıncaya kadar bir duraklama geçirmiş,
uyanınca da akmaya başlamıştır.
Bunun aksine uyanınca
beden veya elbisesinde meniye rastlar, ama ihtilâm olduğunu hatırlamazsa, yine
de gusül gerekir. Bu hususta ayrı bir görüş ortaya koyanı bilmiyoruz.
Bu manâdaki hüküm aynı
zamanda Hz. Ömer'den, ve Hz. Osman'dan rivayet edilmiş; İbn Abbas, Ata', Saîd
b. Cübeyr, Şa'bî ve Nahâî ile Hasan, Mücahid, Katade, İmam Mâlik, İmam Şafiî ve
İshak b. Rahuye de böyle demişlerdir. Çünkü beden veya elbisesinde meninin
bulunması, onun hatırlayamadığı ihtilâmın neticesidir. Nitekim rivayete göre,
Hz. Ömer (r.a.) Müslümanlara sabah namazını kıldırıp dışarı çıkınca elbisesinde
meniye rastlamış ve "Ben herhalde ihtilâm olmuşumdur" diyerek
gusletmiş ve elbisenin o kısmını yıkamıştır. Buna yakın bir olay da Hz.
Osman'dan (r.a.) nakledilmiştir. Aynı zamanda Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den,
adamın ıslaklık görüp ihtilâm olduğunu hatırlıyamadığı sorulunca, şu cevabı
verdi:
"Gusleder..."
İhtilâm olduğunu
hatırlayıp üzerinde ıslaklık görmeyen adam hakkında sorulunca şu cevabı
vermiştir: "Ona gusül gerekmez..."[198]
Uykudan uyandığında
beden veya elbisesinde ıslaklık görür, ancak onun meni veya mezyi olduğunu
tefrik edemez, hangisi olduğunu bilmezse, İmam Ahmed'e göre yine de gusletmesi
gerekir. Meğerki kendinde ibride (soğuk ve rutebetin ağır basmasıyla meydana
gelen bir hastalık, bel gevşemesi de denilebilir) veya benzeri bir rahatsızlık
bulunan, o takdirde gusletmesine gerek yoktur. Veya eşiyle oynaşmışsa, o
takdirde görülen ıslaklığın mezyi olduğu anlaşılır.[199]
d)
Mâlikîlere göre:
Bu mezhep imamlarına göre,
uykuda ihtilâm olup uyanınca ıslaklık görmeyen kimseye gusül gerekmez.
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller:
Ümmu Seleme hadisinde
Peygamber (a.s.), "su (meni inzal) ettiğinde gusletmesi gerekir"
mealindeki haberden rüyasında ihtilâm olduğunu hatırlayan ve fakat beden veya
elbisesinde ıslaklığa rastlamayan kimseye gusül gerekmiyeceği açık şekilde
anlaşılıyor.[200]
798 nolu hadîs
hakkında Süyuti el-Cami'u'1-Kebîr'de "Bu sahihtir" diyor. İbn Hacer
el-Fetih'te bundan söz etmiş, ancak sahih, gayr-i sahih bir ifade
kullanmamıştır.
800 nolu hadisin
ricali sahih kabul edilmişse de râvîlerinden Abdullah b. Ömer el-Ömeri hakkında
farklı tesbitler vardır. Zehebî ise bu zat hakkında şunları tesbit edip
söylemiştir: "Kendisi saduk'dur" (doğrudur.) Hıfzetme yeteneğinde ise
bir şey vardır. Hem Nâfi'den hem de bir cemaatten rivayet etmiştir.
Ahmed b, Ebî Meryem,
İbn Maîn'den, bu zatın rivayetinde bir beis bulunmadığını belirtmiştir.
Hadîsleri yazılabilir. Dâremi de diyor ki: İbn Maîn'e sordum, Abdullah'ın
Nâfi' hadîsini rivayetteki durumu nedir? dedim. "Salih ve sıkadır"
diye cevap verdi. Ahmed b. Hanbel de onun için "Sâlihtir, rivayetinde bir
beis görmüyorum" demiştir. Nesâî ve başkası onun kaviy olmadığına
dikkatleri çekmişlerdir. İbn Medenî ise, onun zayıf olduğunu söylemiştir. İbn
Hibban, onda salahın galib olduğu, ibâdete ağırlık verdiğini, bu yüzden
hadîsleri hıfzda, ciddi biçimde korumada biraz gaflet etmiştir, o bakımdan
fahiş hatâ yaptığı söylenebilir, diyerek görüşünü ortaya koymuştur.[201]
Abdullah hakkındaki
görüş ve tesbitlerin tamamı dikkate alınınca, rivayetinin sahih olduğu ortaya
çıkıyor, daha doğrusu ağırlık kazanıyor. Bununla beraber hadis iki illetle
ma'lûl sayılır: Birincisi, Abdullah b. Ömer el-Ömerî'nin raviler arasında
bulunması; ikincisi teferrüd edişi... O bakımdan sıhhat ve hasen derecesine
pek ulaşmıyor, denilebilir.
1- Uykusunda
ihtilâm olduğunu hatırlayan ve fakat beden ya da elbisesinde ıslaklığa rastlamayan
kimseye gusül gerekmez.
2-
Uyandığında beden veya elbisesinde ıslaklık bulan, bunun meni olduğuna zann-i
galip hâsıl eden kimseye gusül gerekir.
3- Gördüğü
ıslaklığın mezyi olduğunu kestiriyorsa, gusül gerekmez.
4- Meni ve
mezyiden hangisi olduğunu kestiremiyorsa, ihtiyaten gusleder.
5- Kadın
uykusunda ihtilâm olur, uyandığında fercinin dışında ıslaklık görmez, ancak
oturuş vaziyetinde fercinin dışına ulaşan bir ıslaklık bulursa gusleder.
Bilindiği gibi, küfür
manevî bir murdarlıktır ki insan ruhunu kirletmekte, kalbini karartmaktadır. O
bakımdan inkarcıların Harem sınırına sokulması yasaklanmıştır.
İslâm bu kiri
temizleyen, kişinin ruhunu ve kalbini ağartan tek ve tek çaredir. Onun için
kâfir İslâm'a girince, kelime-i şehabetle birlikte gusledince içindeki o
manevî kirlerle birlikte dışındaki kirleri de temizlemiş olur.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Kays b. Âsım'dan
yapılan rivayete göre, adı geçen İslâm'a girince, Peygamber (a.s.) Efendimiz
ona su ve sidir ile yıkanmasını emretmiştir."[202]
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Sümame İslâm'a
girince, Peygamber (a.s.) şöyle buyurdu:
"Onu falan
oğullarının hâitina götür de yıkanmasını söyleyin..."[203]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Kâfir
İslâm'a girince gusletmekle emrolunur.
2- Müslüman
olan kâfirin yıkanması vâcibdir. Çünkü emir vücubu gerektirir.
3- Küfrün
zahirî ve bâtınî bütün kirlerini gidermesi için de, gusledeceği suya sidir ve
benzeri güzel koku karıştırması müstehabdır.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Müstehab olan gusülden
biri de, İslâm'a giren kâfirin yıkanmasıdır. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz,
gelip İslâm'a girmek isteyenlere gusletmelerini emretmiştir. Emrin en aşağı
derecesi, nedb ve istihbabdır.
Bu hüküm, o İslâm'a
girdiğinde cünüp olduğu bilinmediği takdirde böyledir. Cünüp bir halde gelip
İslâm'a girdiği biliniyorsa, o takdirde ne yapılır? Meşayih (fıkıh ilminde söz
sahibi âlimdir) bu hususta farklı görüş ortaya koymuştur: Kimine göre, cünüp
olduğu için gusletmesi gerekmez. Çünkü kâfirler, kurbiyeti gerektiren şer'i
hükümlerle muhatab değillerdir. Gusül ise niyet getirmek suretiyle kurbet
ifade eder. Bu da kâfir için lüzumlu değildir. Diğer bir kısmı ise, cünüp bir
halde İslâm'a girmişse, bundan dolayı gusletmesi gerekir, demiştir.[204]
Fetâvâ-yı Hindiyye'de
ise bu konu şöyle açıklanmıştır:
"Guslün çeşitleri
dokuzdur: Üçü farzdır. Onlar, cenabetten, hayz ve nifastan dolayı gusletmek
farzdır. Biri vâcibdir, o da ölüyü yıkamaktır. Nitekim Serahsî'nin
el-Muhit'inde de bu husus belirtilmiştir. Ayrıca kâfir cünüp olduktan hemen
sonra İslâm'a girerse, zahir-i rivayette gusletmesi vâcib olur. Kâfire kadının
ayhali kanı kesildikten sonra İslâm'a girerse, bundan dolayı gusletmesi gerekmez
[205]
İbn Nüceym,
Kenzü'd-dakayık şerhinde, cünüp olarak İslâm'a giren kâfirin gusletmesi
vâcibdir diyenlerin kavlini tercih etmiş ve bunun daha sahîh olduğunu
belirtmiştir.[206]
b) Şafiîlere
göre:
İmam Şafiî diyor ki:
Müşrik İslâm'a girince, gusletmesini ve tıraş olmasını müstehab sayarım. Böyle
yapmaz da, cünüp de değilse, sadece abdest alması kâfi gelir ve bu abdestle
namaz kılar.[207]
c)
Hanbelîlere göre:
Hanbelî imamları bu
meselede Kays b. Âsim (r.a.) hadîsiyle istidlal edip buradaki emrin vücubu
iktiza ettiğini belirtmişlerdir. Nitekim yapılan rivayete göre, Sa'd b. Muâz ve
Useyd b. Hudayr; Mus'âb b. Umeyr ile Es'âd b. Zürare'den (r.a.) İslâm'a girmek
istediklerini, girdikleri zaman ne yapmaları gerektiğini sorduklarında onlar
şu cevabı vermişti:
"Guslederiz,
hak olan şehadeti söyleriz.."
Kâfir cünüp olduktan
sonra İslâm'a girerse, küfür halindeyken yıkanmış olsun olmasın, cenabetten
dolayı kendisine gusül gerekmez. Bu, İslâm'a girmekten dolayı guslü vâcib kabul
edenlere göredir; aynı zamanda Ebû Hanife'nin kavlidir. İmam Şafiî ise, her ki
halde de gusleder, demiştir. Ebubekir de bu görüşü ihtiyar etmiştir. Çünkü
teklifin yokluğu guslün vücubunu engellemez, çocuk ve deli hakkında olduğu
gibi, çocuk ergen olunca, gusleder. Deli iyileşince gusletmesi gerekli olur.
Hanbelîlerin bu
husustaki delili, erkek ve kadınlardan hayli kişi gelip İslâm'a girdiğinde, hiç
birine cünüp olduklarını hatırlatarak gusletmelerini söylediğinin
işitilmediğidir, yani Peygamber (a.s.) Efendimiz hiç birine böyle bir emir
vermemiştir.
İslâm'a giren kimsenin
suya sidir karıştırıp yıkanması müstehabdır. Öyleki, İslâm'a girdiği için
gusletmesi vâcib, gusül suyuna sidir karıştırması müstehabdır. Aynı zamanda
tıraş olması da müstehab sayılmıştır. Çünkü Peygamber (a.s.)'ın İslâm'a giren
bir kişiye, "kendinden küfrün kıllarını giderip at" diye
buyurduğu bilinmektedir.[208]
d)
Mâlikîlere göre:
Kâfir İslâm'a girdiği
zaman, ister yeni İslâm'a girmiş olsun, ister mürtedlikten dönerek girsin;
ister İslâm'a girmeden önce yıkanmış olsun, ister yıkanmamış olsun, küfürdeki
günlerinde kendisinden guslü gerektiren bir sebeb vücut bulsun bulmasın,
gusletmesi vâcibdir.[209]
Hristiyan olan eşini cenabetten dolayı gusletmeye zorluyamaz. Ancak ayhalinden
temizlenince gusletmesi için icbar eder.[210]
İmam Sevri'nin de
mezhebi budur. Sözü edilen hususta Mâliki mezhebiyle aynı görüştedir.
İslâm'a giren kâfirin
gusletmesi vâcibdir, diyenler yukarıda naklettiğimiz iki hadîsle ve bir de
Taberânî'nin naklettiği Vasile ve Katade hadîsiyle, Hâkim'in naklettiği Akil b,
Ebî Talib hadîsiyle ihticac etmişlerdir. Yapılan ciddi araştırmalara göre,
gerek Taberâni'nin, gerekse Hâkim'in naklettiği hadis ve ayrıca Semame hadisi
zayıftır. Hafız İbn Hacer de aynı görüşü izhar etmiştir.
Bunun müstehab olduğunu
söyleyenler ise, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in her İslâm'a giren kimseye
gusletmesini emretmemiştir. Eğer bu vâcib olsaydı, mutlaka Resûlüllah (a.s) onu
ihmal etmezdi. O halde bu hususta bir kısmına emretmesi, bir kısmına emretmemesi,
kâfirin İslâm'a girince gusletmesinin gerekli olmadığına delâlet eder,
neticesine dayanarak ihticacda bulunmuşlardır. Aynı zamanda şu hadîsle de
istidlal ederek istihbabın terciha daha uygun olduğunu söylemişlerdi:
"İslâm
kendinden önceki şeyleri kökünden kesip atar..."[211]
809 nolu Semâme
hadîsini Abdurrezzak, Beyhakî, İbn Huzeyme ve İbn Hibban da rivayet
etmişlerdir. Aslı ise Buharî ve Müslim'de geçer, ancak bu iki kaynakta gusül
ile emredildiğine dair bir lafız yoktur, sadece, Semame'nin guslettiği
belirtilmiştir.
1- Kâfirin
İslâm'a girince gusletmesi, bazı müctehidlere göre müstehab, bazısına göre
vâcibdir.
2- Cünüp
olduktan sonra İslâm'a giren kâfirin gusletmesi, yine bazı müctehidlere göre
vâcib, bazısına göre vâcib değildir.
3- Kâfir
İslâm'a girince gusledeceği suya sidir veya ona benzer güzel kokusu olan bir
madde karıştırıp yıkanması müstehabdır.
Kadının cinsel
olgunluk devresinde her ay dölyolundan belirli süre kan gelmesine
"ayhali" veya "âdet görme" denir. Arapça buna
"hayz" adı verilir. Bunun bazı sıkıntıları olmakla beraber birçok
faydaları da söz konusudur. İslâm Dini, her konuda kolaylık sağladığı gibi, bu
hususta da bir takım kolaylıklar getirmiştir: Kadın âdet görme süresi içinde
namaz kılmaz, oruç tutmaz, cinsel temasta bulunmaz, Kur'ân'a el sürmez, onu
okumaz ve Kabe'yi tavaf etmez. Ancak hac menasikini yerine getirip farz olan
tavafı yerine getirmeden âdeti başlar ve kafile de hareket edecek olursa, kadın
o vaziyette yıkanıp farz olan tavafı yerine getirir. Bu bir istisnadır ki,
zorlayıcı sebeblere dayanır... İleride bu hususlar yeterince açıklanacaktır...
Kadının âdet görme süresi
sona erer, kan kesilirse, gusletmesi gerekir. Bununla ilgili hadisleri
naklediyoruz:
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki: Ebû Hubeyş kızı Fatıma'nın (dölyatağından) sık
sık kan gelirdi. Peygamber (a.s.) Efendimiz'den sordu. O da şöyle buyurdu:
"O bir damar
(çatlamasından gelen) kandır; âdet görme değildir. Hayız (âdet görme) geldi mi
namazı bırak; gitti mi yıkan ve namaz kıl."[212]
Hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Bir
hastalık, damar çatlaması sebebiyle devamlı ya da sık sık dölyatağından gelen
kan, istihza kanıdır, ayhali kanı değildir. Bu durumda olan kadın özürlü
sayılır ve her vakit namazı için yeniden abdest alır.
2- Âdet
görme kanı gelmeye başlayınca belli süresi içinde namaz bırakılır. O vaziyette
namaz kılmak haram olur.
3- Süresi bitip
kan kesilince yıkanmak vâcib olur ve hangi vakit içinde kesilmişse o vaktin
namazı kılınarak namaza başlanır...
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit ve istidlalleri:
a)
Hanefîlere göre:
Farz olan gusül üçtür:
Birincisi, cenabetten, ikincisi, âdet görmekten, üçüncüsü, loğusalıktan dolayı
farzdır.
Hayız (ayhali veya
âdet görme) günlerinde kadınlara cinsel temasta bulunmak Kur'ân âyetiyle
yasaklanmıştır:
"Âdet görme halinde
iken kadınlardan uzak durun; temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. İyice
temizlendikleri zaman Allah'ın size emrettiği yerden (üreme organından) onlara yaklaşın..."[213]
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz de sık sık dölyatağından kan gelen kadına: "Ayhali bulunduğun
günler namazı bırak. Sonra (kan kesilince) guslet ve namaz kıl!"
buyurmuştur. Bu, guslün farz olduğuna delâlet etmektedir.[214]
b) Şâfiîlere
göre:
Guslü gerektiren
sebepler beştir. Onlardan biri hayız (âdet görme) dir. Cünüb kimseye namaz
kılmak haram olduğu gibi, hayız olan kadına da temizleninceye kadar namaz haramdır.[215]
Allah'ın kitabında
açıkça, ayhali olan kadınlar iyice temizlenmedikçe onlara yaklaşmayın!
buyurulmuştur. Bu temizlik (sünnetle belirlenen) gusüldür. Âyette geçen
birinci tuhür, kanın kesilmesi, ayhali süresinin sona ermesi demektir. İkinci
tuhür ise, gusletmektir.[216]
c)
Hanbelilere göre:
Gerçekte guslü
gerektiren hayız (ayhali) ve nifas (loğusalık) tır. Çünkü bunlar birer
hadestir. Kesilmesi guslün vücubunun şartıdır, aynı zamanda sıhhatinin da
şartı sayılmıştır.
Hayız ve nifastan
dolayı guslün vücubunda farklı görüş izhar eden olmamıştır. Nitekim Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz birçok hadîsleriyle hayızdan temizlenen kadınlara
gusletmelerini emretmiştir: Fatıma bint Ebî Hubeyş'e: "Hayızlı
bulunduğun günlerde namazı bırak; (kan kesilince, süre dolunca) gusledip namaz
kıl!" buyurmuştur ki Buhari ve Müslim bu hadisi ittifakla rivayet
etmişlerdir.[217]
Ayrıca Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz Ümmu Seleme, Adiy b. Sabit, Ümmu Habîbe, Seni kızı Sehle ve
Hamme bint Cahş'a âdet bitince yıkanmayı emretmiştir.[218]
d) Mâlikîlere
göre:
Guslü gerektiren
sebeplerden biri de hayız ve nifas kanıdır. Devamlı veya sık sık gelen kan
ise, hayız değildir. Artık hangi kadın hayız kanını görürse, o kanın
kesilmesiyle gusületmesi vâcib olur. Bu konuda bütün müctehidler görüş birliği halindedir,
muhalefet eden olmamıştır.[219]
1- Kadın
hayız kanını istihaze kanından ayırd ettiği takdirde, hayız kanının süresini
itibar edip ona göre gusleder.
2- İstihaze
olan kadının dölyatağındaki bir damar çatlamasından veya başka bir hastalıktan
dolayı kan kaybettiği kesinleşince, özür sahibi kabul edilir ve her namaz vakti
girince abdest alır.
3- Hayız
(âdet görme) kanı süresi bitince kesilir ve gusül farz olur.
Kur'ân bütünüyle Allah
Kelamı'dır. Onu tertemiz melek indirmiştir ve en temiz kalbe ilka etmiştir.
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz onu hep taharet üzere okumuş ve yazdırmıştır. Ancak
sözünü ettiğimiz taharetten maksat nedir? Abdest de bir tuhurdur, gusül de bir
tuhurdur.
İlgili hadîsler:
Hz. Ali (r.a.)'den
yapılan rivayette, şöyle demiştir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz (helaya gidip) tabii ihtiyacını giderdikten sonra çıkar ve
Kur'ân okurdu; bizimle beraber et yerdi ve Onu Kur'ân okumaktan -cenabetten
başka- hiçbir şey alıkoymazdı."[220]
Tirmizî'nin aynı
hadîsi şu değişik lafızla rivayet ettiği belirlenmiştir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz cünüp olmadığı sürece hemen her halü kârda bize Kur'ân
okuturdu..."[221]
İbn Ömer (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: "Cünüp ve ayhali
olan kimse Kur'ân'dan hiçbir şey okumasın!"[222]
Câbir (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber
vermiştir: "Ayhali ve lohusa olan kadın Kur'ân'dan bir şey okumasın!"[223]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- El ve
ağız temiz olduğu takdirde abdestsiz Kur'ân okumak caizdir.
2- Abdestsiz
bir halde Mushaf'a el sürmek caiz değildir.
3- Abdestsiz
bir vaziyette et yemekte bir sakınca yoktur. Diğer yemekler de öyle...
4- Cünüb
kimsenin Kur'ân okuması caiz değildir.
5- Ayhali
olan kadının Kur'ân okuması caiz değildir. Loğusa olan kadın da öyle...
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, ictihad, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Abdestsiz bir halde
Kur'ân okumakta bir sakınca yoktur. Ancak bu vaziyette Mushafa el sürmek caiz
değildir. Cünüb kimsenin Kur'ân okuması, Mushaf'a el sürmesi caiz değildir.[224]
Hanefîler bu hususta yukarıda
naklettiğimiz hadîslerle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
Hayız ve nifasın
hükmüne gelince: Namaz kılmaktan, oruç tutmaktan, Kur'ân okumaktan, Mushafa el
sürmekten men'edilir. Ancak mushaf üzerindeki kılıfa dokunmasında bir sakınca
yoktur. Mescide girmeleri ve Kabe'yi tavaf etmeleri de yasaklanmıştır.[225]
b) Şâfiilere
göre:
Abdestsiz kimseye
namaz, tavaf, Mushaf'ı taşımak, yapraklarına el sürmek ve sahîh kavle göre
Mushafın cildine dokunmak haramdır. Abdestsiz kimseye haram olan şeyler cünüb
kimseye de haramdır, fazla olarak da mescidde oturmak, Kur'ân okumak da
haramdır... Ayhali olan kadına, cünüb kimseye haram olan şeyler haramdır; fazla
olarak da, mescidin içinden geçmek, oruç tutmak da haramdır.[226]
c)
Hanbelîlere göre:
Bu husustaki (tahrimî)
kerahat, Hz. Ömer, Hz. Ali, el-Hasan, Nahâî, Zührî, Katade, İmam Şafiî ve rey
tarafdarlarından rivayet edilmiştir. İmam Evzâî, cünüp, hâiz ve nüfesa ancak
bineğe binerken, inerken duâ mahiyetindeki âyetleri okuyabilir. İbn Abbas'a
göre, virdlerine devam edebilir. Saîd b. Müseyyeb'e göre, Kur'ân okuyabilirler.
İçlerinde Kur'ân yok mudur? İmam Mâlik'ten yapılan rivayete göre, ayhali olan
kadın Kur'ân okuyabilirse de cünüb okuyamaz. Çünkü ayhali olan kadının günleri
uzayıp gitmektedir. Kur'ân okumaktan men'edilirse, unutma tehlikesiyle
karşılaşabilir.
Nitekim Hz. Ali'nin
(r.a.) "Resûlüllah (a.s.) Efendimizi, cenâbetlik dışında Kur'ân okumaktan
alıkoyan hiçbir şey yoktu..." demesi bu hususta yeterli delil sayılır.
İmam Tirmizî bu hadîsin hasen ve sahîh olduğunu belirtmiştir.
İbn Ömer'in (r.a.) "Ayhali
olan ve cünüb kimse Kur'ân'dan bir şey okumasın!" mealindeki
rivayetinde İsmail b. Ayyaş bulunuyor ki, Buharî bu zatın zayıf olduğunu
söylemiştir. Buharî'ye göre, İsmaîl b. Ayyaş ancak Şam ehlinden rivayet edebilir,
Hicaz ehlinden yaptığı rivayetler zayıf kabul edilir.[227]
Çünkü kendisi
Şam'lıdır...
Zehebî ise bu zatı
övmekte, kadrini yüceltip güvenilir olduğunu belirtmektedir. Davud b. Amr'ın
şöyle dediğini naklediyor:
"İsmail b.
Ayyaş'ın yanında hiç kitap görmedim." Bunun üzerine Ahmed b. Hanbel ona
soruyor:
"Ne kadar hadîs
ezberinde bulunuyordu?" Cevap veriyor:
"Birçok hadîs
ezberimde idi..." Bunun üzerine Ahmed b. Hanbel diyor ki:
"On bin hadîs
ezberinde idi değil mi?" O da,
"on bin, yine on
bin, yine on bin (yani otuz bin) hadîs hıfzetmiş bulunuyordu.[228]
824 no'lu Hz. Ali
(r.a.) hadîsini aynı zamanda İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim, Bezzar, Darekutnî ve Beyhâkî de rivayet etmişlerdir.
İbn Hibban hadîsi sahihlemiştir. İbn Huzeyme ise, "Bu hadis sermayemin üçte
biridir" derken Şu'be, "Bundan daha güzel bir hadîs rivayet
etmedim" demiştir. İmam Şafiî ise, "Hadîs ehli bu hadîsin sıhhatini
tesbit edememişlerdir" diyerek râvilerinden Abdullah b. Seleme'nin çok
yaşlandıktan sonra bunu rivayet ettiğine dikkatleri çekmek istemiştir. Nevevî
ise, Tirmizî'nin bu hadîs hakkında diğer muhaddislere muhalefet ederek zayıf
olduğunu belirtmiştir, diyor.[229]
826 no'lu İbn Ömer hadîsinin râvî silsilesinde
İsmail b. Ayyaş bulunuyor ki, az önce bu zat hakkında geniş bilgi naklettik.
827 no'lu Câbir
hadîsine gelince, rivayet zincirinde Muhammed b. Fazıl bulunuyor ki, bu zat
metruktür ve uydurma hadîs söylediği iddia edilir. Ahmed b. Hanbel onun
hadîsinin ehl-i kazib hadîsi olduğunu söylerken Yahya onun hadîsi yazılmaz,
demiştir. Fellâs ise onun yalancı olduğunu belirtmiştir.[230]
Ayrıca aynı ravî
rivayeti mevkufen nakletmiştir ki, rivayet zincirinde Yahya b. Ebî Enîse (veya
Üneyse) bulunuyor ki, bu zat da yalancılıkla isim yapmıştır. O bakımdan İmam
Beyhaki sözü edilen hadîs için "kaviy değildir" demiş ve Hz. Ömer'in
(r.a.) cünüb halde Kur'ân okumayı hoş karşılamadığı rivayetinin sahîh olduğunu
belirtmiştir.
1- Abdestsiz
bir vaziyette Kur'ân okumakta bir sakınca yoktur.
2- Abdestsiz
bir vaziyette Kur'ân'a el sürmek haramdır.
3- Cünüb
kimsenin Kur'ân okuması, Mushafa el sürmesi haramdır.
4- Ayhali
olan kadının o vaziyette, yani temizlenmeden önce Kur'ân okuması, Mushafa el
sürmesi haramdır. Ancak İmam Mâlik'e göre, Mushafa el sürmeden Kur'ân okumasına
ruhsat verilebilir.
5- Loğusa
olan kadının da durumu bundan farksızdır.
Daha önce de
belirttiğimiz gibi, cenabet, arızî bir murdarlıktır ki, guslü gerektirir.
Allah'ın güzel nimetlerinden yararlanırken O'nun ismini anmak, iç ve dış
temizliği sağlamak kulluğumuzun gereğidir. O bakımdan cünüb kimse mânevi bir
kir içinde sayılır. O vaziyette namaz kılması, Kur'ân okuması, camide
oturması, tavaf yapması, Mushafa el sürmesi haramdır. Çünkü bu saydıklarımızın
hepsi edep, terbiye, nezafet, dikkat ve ihlâs isteyen ibâdetlerdir.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette demiştir ki:
"Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz Mescid'den bana seslenerek, bir seccade bana sunuver, buyurdu. Ben de
"Doğrusu ben hâiz (ayhali) bulunuyorum" dedim. Buyurdu ki:
"Senin ayhalin
elinde değildir..."[231]
Hz. Meymune (r.a.)'dan
yapılan rivayette demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, bizden biri ayhali olduğu halde onun yanına girer de başını
onun kucağına kor ve Kur'ân okurdu. Sonra da bizden biri seccadesiyle kalkar,
ayhali olduğu halde onu Mescid'e kordu."[232]
Cabir (r.a.)'den
yapılan rivayette demiştir ki:
"Bizden biri cünüb
olduğu halde geçmek suretiyle Mescid'de yürürdü."[233]
Zeyd b. Eslem
(r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'in ashabı cünüp iken Mescid'de yürürlerdi."[234]
Hz. Aişe (r.a.)'den yapılan
rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz geldi, onun ashabının evlerinin yüzü (kapıları) Mescid'e doğru idi.
Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Şu evlerin
yüzünü Mescid'den çeviriniz!"
Sonra Peygamber (a.s.)
içeri girdi ve ashab-ı kiram da haklarında bir ruhsat iner umuduyla hiçbir şey
yapmadılar. Bunun üzerine Peygamber (a.s.):
"Şu evlerin
yüzünü (kapıları) Mescid'den çeviriniz; çünkü gerçekten ben Mescid'i ayhali
olan kadına ve bir de cünüp kimseye helâl kılmıyorum."[235]
Ümmu Seleme (r.a)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şu Mescid'in
yüksekçe yerine girip (çıkıp) yüksek sesle şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki
Mescid, ayhali olan kadına ve bir de cünüb kimseye helâl değildir."[236]
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Ayhali
iken kadın elini Mescid'e uzatabilir ve hemen girip çıkabilir.
2- Ayhali
olan kadının yanında Kur'ân okumakta bir sakınca yoktur.
3- Cünüb
kimsenin, oturmamak kaydıyla Mescid'e girip yürümesi, bir kapısından girip
diğer kapısından çıkması haram değildir, buna ruhsat verilmiştir.
4- Ayhali
olan kadının ve bir de cünüb kimsenin cami ve mescidlere girip oturmaları helâl
değildir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, yorum, istidlal, ihticac
ve tesbitleri:
a)
Hanefîlere göre:
Ayhali, loğusa ve
cünüp kimseye cami ve mescitlere girmek haramdır. Onların girişi ister oturmak,
ister geçmek için olsun farketmez. et-Tahzîb'de ise şöyle deniliyor:
"Ayhali olan kadın o vaziyette, içinde cemaatle namaz kılınan mescide
giremez." Ancak mescidde su bulunur da başka bir yerden te'mini mümkün
olmazsa girmesine ruhsat verilmiştir. Bunun gibi cünüb, ve âdet görme halinde
bulunan kadın; bir canavardan, hırsızdan veya soğuktan korkarlarsa, o takdirde
cami ve mescitlere girip kalmalarında bir sakınca yoktur. Ancak bu hususta
evlâ olan şu ki, mescide saygı olsun diye teyemmüm ederler. Tatarhaniye'de de
aynı husus belirtilmiştir.
Mescid'in damı içi
gibidir. Cenaze namazı için cami dışındaki alan ile bayram namazlarının
kılındığı açık hava namazgahları bu hükme girmez, yani bu iki yere cünüb ve
ayhalindeki kadın girebilir. Aynı zamanda bu ikisinin kabirleri ziyaret
etmesinde de bir sakınca görülmemiştir.[237]
b) Şâfiîlere
göre:
Cünüb kimsenin cami ve
mescitlere girip oturması haramdır. Ancak içinden yürüyüp geçmek suretiyle
girmesine ruhsat verilmiştir. Ayhali iken kadının da cami ve mescitlere
girmesi haramdır. Bir kapıdan girip diğer kapıdan çıkmak üzere girdiğinde eğer
içeriyi kirletme endişesi yoksa, kerahetle caiz olur.[238]
c)
Hanbelîlere göre:
Cünüb, loğusa ve
ayhali olanların mescidde oturmaları haramdır. Çünkü Cenâb-ı Hakk: "Ey
iman edenler! Sarhoş iken ne dediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken, yoldan
geçmeniz müstesna, gusledinceye kadar namaza (ve mescide) yaklaşmasın..." [239] buyurmuştur.
Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki: "Peygamber (a.s.) geldiğinde, ashabının
evlerinin ön cephesi (kapıları) Mescide açılıyordu. Bu bakımdan şöyle buyurdu:
"Şu evlerin yüzünü
(kapılarını) Mescidden başka yana çevirin. Çünkü gerçekten ben mescidi ne
ayhali olan kadına, ne de cünübe helâl kılmıyorum."
Ancak bir ihtiyaçtan
dolayı mescidin içine girip diğer kapısından çıkmakta bir sakınca
görülmemiştir. O da yol mescidin içinden geçtiği takdirde böyledir. Yol
geçmediği takdirde bu caiz değildir.
Mescidin içinde
yürüyüp geçmeyi mübah kılanlar şunlardı : İbn Mesûd, İbn Abbas, İbn Müseyyeb,
İbn Cübeyr, el-Hasan, İmam Mâlik ve İmam Şafiî... Sevrî ile İshak b. Rahuye
(veya Rahaveyh)'den yapılan rivayete göre, mescidden geçmekten başka çare bulamayan
kimse teyemmüm eder. Rey tarafdan olanların da kavli bu doğrultudadır. Çünkü
Cenâb-ı Peygamber, "Ben mescidi ayhali olan kadına ve cünübe helâl
kılmıyorum!" buyurmuştur.[240]
Hanbelîler bu
mes'elede bir de Hz. Aişe ve Zeyd b. Eslem hadîsleriyle ihticac etmişlerdir.
d)
Mâlikîlere göre:
Cünüp ve ayhali olan
kadının cami ve mescide girip oturması haramdır. Ancak camiyi kirletmemek
kaydıyla, yol içinden geçiyorsa o takdirde geçmesine ruhsat verilmiştir. Zeyd
b. Eslem konuyu, şu âyeti okuyarak açıklamıştır:
"Cünüb iken
-yoldan geçmeniz müstesna- gusledinceye kadar namaza (ve mescide)
yaklaşmayın..."[241]
İmam Mâlik,
abdestsizin mescidde oturmasında bir sakınca görmediğini belirtmiştir.[242]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, görüşler ve tahliller:
835 no'lu hadîsi
Tirmizi sahîhlemiş ve "Müslim'in tashîhiyle sahihtir" demiştir.
Ancak ayhali olan kadının mescide girmesine cevaz hususunda bu hadîsle istidlal
edilebilir mi? Çünkü Resûlüllah'ın (a.s.) Hz. Aişe'ye, (r.a.) "Seccadeyi
bana sunuver!" buyurmasında iki değişik mâna anlaşılmaktadır:
Birincisi, Hz. Aişe'nin hücresi Mescid'in tam bitişiğinde idi, o halde eliyle
içeriye doğru uzatması söz konusu olabilir. İkincisi, seccadeyi sunması, bizzat
içeri girip vermesiyle münavele gerçekleşmiş olabilir. Birinci yorum biraz daha
ağırlık kazanmıştır. Çünkü sahih tesbitlerle anlaşılmıştır ki, Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz mescidi cünüb'e ve ayhali olan kadına haram kılmıştır.
O bakımdan Süfyan
es-Sevrî, İmam Ebû Hanîfe ve rey tarafdan müctehidler ayhalinde bulunan
kadının mescide girmesi, oturması, içinden yolda olsa yürüyüp geçmesi
haramdır, demişlerdir. Diğer müctehid imamlar ise, mescidi kirletme endişesi
olmadığı takdirde içinde yürüyüp geçebilir, demişlerdir.
836 no'lu Meymune (r.a.) hadîsinin Nesâî'deki
isnadı şöyledir: Muhammed b. Mansur bize haber verdi, o, Süfyan'dan, o da,
Menbuz'dan, o da mü'minlerin anası Meymune'den (r.a.) rivayet etmiştir.
Muhammed b. Mansur sıka (güvenilir)'dir. Menbûz'a gelince, İbn Maîn gibi
değerli bir hadîs hafızı onun da sıka olduğunu söylemiştir. Aynı zamanda
hadîsin rivayet olarak birçok şahidleri vardır. Ayhali kadının hücresinde
Kur'ân okunduğu Buhari ve Müslim'de rivayet edilmiştir.
837 no'lu Câbir
(r.a.) hadîsiyle 838 no'lu Zeyd b. Eslem (r.a.) hadîsi istidlale uygun
görülmüştür. Nitekim cünüb kimsenin mescidin içinden geçip gitmesine cevaz
verenler bu rivayetlerle ihticac etmişlerdir. İbn Mes'ud, İbn Abbas ve İmam Şafiî
onların başında gelmektedir. İmam Ebû Hanîfe ile diğer rey tarafdarları 838
no'lu Hz. Aişe hadisiyle istidlal edip cünüp ve ayhali olan kadının cami ve
mescidlere girmesine, oturmasına ve yol olarak geçmesine cevaz vermemişlerdir.
Nitekim sözünü ettiğimiz
hadîs sahih kabul edilmiştir.
839 no'lu Ümmu Seleme
hadisine gelince, onu aynı zamanda Taberânî de rivayet etmiştir. Ebû Zer'â ise,
Hz. Aişe hadîsinin sahih olduğuna dikkatleri çekmiş ve Ümmu Seleme hadîsi
hakkında biraz şüphe izhar etmiştir. İbn Hazım da bunun zayıf olduğunu ve
râvilerinden Eflet b. Halîfe'nin meçhuller arasında sayıldığını belirtmiştir. O
bakımdan Eflet'in rivâyetiyle ihticac sahih değildir, diyerek Hz. Aişe
hadîsine ağırlık vermiştir. Oysa İbn Hazım'ın bu tesbiti pek ilgi görmemiştir.
Çünkü İbn Hibban gibi değerli hadîs hafızı onun sıka (güvenilir) olduğunu
tesbit etmiştir. Ebû Hatim onun hadîs ilminde şeyh olduğunu, Ahmed b. Hanbel,
rivayetinde bir sakınca bulunmadığını söylemiştir.
Zeyd b. Eslem hadîsi
üzerinde duranlar ise, rivayet zincirinde Hişâm b. Sa'd bulunuyor ki, Ebu Hatim
onun rivâyetiyle ihticac sahih değildir, demiştir. Aynı zamanda İbn Main,
Ahmed b. Hanbel ve Nesâî onun zayıf olduğunu tesbit etmişlerdir.[243]
Zeylâî ise, "Hz.
Aişe hadîsinin sahih olduğu söyleniyorsa da, ben onun ancak hasen olduğunu
söyleyebilirim" demiştir.
Seyyid Sabık bu konuyu
işlerken Hz. Aişe hâdîsiyle Ümmu Seleme hadîsiyle istidlal edildiğini ve o
nedenle cünüb kimsenin, ayhali olan kadının mescidde oturmalarına ruhsat
verilmediğini, onlar için haram kılındığını, ancak içinden yol geçiyorsa,
yürüyüp geçmelerine ruhsat verildiğini belirtiyor, sonra da Zeyd b. Eslem
hadîsini şâhid olarak gösteriyor, Resûlüllah'ın (a.s.) cünüb bir halde
mescidde yürüdüklerine dikkatleri çekiyor. Çünkü evlerinin kapıları Mescid'e
doğru açılıyor, cünüb oldukları zaman su bulamayınca, başka bir çıkış yolu da
olmayınca Mescid'den geçmek zorunda kalıyorlardı. O nedenle Nisa sûresi 43.
âyet inerek geçmelerine ruhsat verildi, diyerek konuyu bağlıyor.[244]
1- Âdet
görmekte olan kadın o vaziyette; loğusa ve cünüb olanın cami ve mescide
girmesi helâl kılınmamıştır. Mezhepler bu mes'elede ittifak halindedir.
2- Cami veya
mescidin içinden geçiş sağlayan yol olursa, o takdirde kirletmemek kaydıyla
geçmelerine ruhsat verilmiştir. İmam Ebû Hanîfe buna muhalif kalmıştır.
3- Cünüb,
ayhali ve loğusanın Kur'ân dinlemesinde bir sakınca olmadığı gibi, onların
oturduğu odada da okunmasına cevaz verilmiştir.
4- Sözü
edilen kişilerin Kur'ân okuması men'edilmiştir. Ancak duâ kasdıyla ilgili bazı
âyetlerden parçalar okumalarına ruhsat verilmiştir.
İslâm, beden
temizliğini ibâdetle birleştirmiştir. Birini diğerinden ayırmak mümkün
değildir. 1400 yıl önce insan sağlığını korumak için dinimizin ve onun yüce
muallimi Hz. Muhammed'in (a.s.) koyduğu prensipler, tavsiyeler ve sergilediği
vâcib ve sünnetler her türlü takdirin üstündedir. Bâtı'nın bugünkü baş
döndürücü tekniğine bakınca bir aşağılık kompleksine kapılmamalıyız.
Geçmişlerine baktığımızda şu tabloyla karşılaşırız. Batı'da vücudun belli
zamanlarda yıkanması ancak son yüzyılda âdet olmuştur. Bu arada, birçok Avrupa
ülkelerinde aylarca, yıllarca yıkanmayan, suya girmeyen kimseler pek çoktu.
Bunlar, vücutlarının pis kokusunu kapatmak için bol bol koku sürerlerdi. Gene
Avrupa'da, yıkanma âdeti başladıktan sonra bile bugünkü anlayışımızda bir
temizlik görüşüne ulaşabilmek için yıllar geçmiştir.
Oldukça yakın yıllara
kadar, bir suyun içine girip ovalanmak, aynı banyo suyu ile birkaç kişinin daha
yıkanması olağandı. Buna karşılık Doğu'da, özellikle Müslüman ülkelerde çok
eskiden beri çok daha sağlıklı ve düzenli bir yıkanma yolu tutulmuştur.
Müslümanlığın şartlarından olan temizlik, sık sık yıkanmayı şart koştuğu gibi,
temiz su ile yıkanmayı da bir zorunluluk haline getirmiştir.
Bilindiği gibi,
derinin içinde her yana yayılmış bir halde birçok kan damarları, ter bezleri,
sinir uçları vardır. Deri bunlar sayesinde beslenir, vücutta zehirleri dışarı
atar, dışardan gelen te'sirlerin sertliğini, yumuşaklığını, soğukluğunu,
sıcaklığını duyar.
Derinin bu işleri
gereği gibi yerine getirebilmesi için temiz olması, yani üzerindeki gözenek
denilen ufacık deliklerin açık bulunması gerekir. Zira deri daima terlediği
için vücut, elbiseyle örtülü de olsa, dışarıdan gelen tozlar, ufak yabancı
cisimler terle karışarak bir kir tabakası meydana getirir. Bu tabaka
gözenekleri kapar, vücudun deri yolundan solunumuna engel olur. Ayrıca bir
takım mikroplar da bu kirlerin içine karışınca, derinin üzerinde iltihaplar, sivilceler,
çıbanlar olur; mikroplar bu yoldan vücuda girme imkânı bulur. İşte bütün
bunlardan dolayı sık sık yıkanmamız gerekir.
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz Allah'tan aldığı irfan ve bilgiyle insan sağlığını korumak için
temizliğin, onu sağlayan yıkanmanın önemi üzerinde yeterince durmuş ve yukarıda
belirttiğimiz gibi, temizlikle ibâdeti birleştirip günlük yaşayışımızla
birleştirmiştir.
İslâm dini, yalnız
cenâbetlikten dolayı gusletmeyi emretmemiş, sünnet doğrultusunda haftada birkaç
defa banyo yapmayı müstehab saymış ve bunun için birtakım mânevi mükâfatlar
va'detmiştir.
İlgili hadîsler:
İbn Ömer (r.a.)'dan yapılan
rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Sizden biri
cum'â'ya gittiğinde gusletsin!"[245]
Aynı hadîsi Müslim şu
lâfızla rivayet etmiştir:
"Sizden biri
cumaya gitmeyi irâde ettiği zaman gusletsin!"
Ebû Sâid (r.a.)'den yapılan
rivayette Peygamber (a.s.) Efendimiz, şöyle buyurmuştur:
"Cuma gününün
guslü her ihtilâm olana vâcibdir; misvak kullanmak ve kudreti yettiği kadarıyla
güzel koku sürünmek de öyle..."[246]
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Her
müslümana, her yedi günde bir gün başını ve bedenini yıkaması hak (vâcib)
dır."[247]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Cuma
namazına hazırlanıp gitmek üzere olan kimsenin bu niyetle gusletmesi vâcibdir
veya sünnettir.
2- Cuma günü
ihtilâm olan herkese gusletmek vâcibdir. Aynı zamanda o gün misvak kullanmak ve
güzel koku sürünmek de öyle...
3- Haftada
bir gün yıkanmak vâcibdir...
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Gusül bazan farz,
bazan vâcib, bazan sünnet, bazan da müstehabdır. Vâcib olan gusül ölüleri
yıkamaktır. Sünnet olanı, cuma, arafe ve iki bayram günü yıkanmaktır.
Cuma günü sünnet veya
müstehab olan şeyler şunlardır: Cuma günü namaz için hazırlanan kimsenin güzel
koku sürünmesi, en temiz ve güzel elbisesini giyinmesi ve bunlardan önce
gusledip bir temizlik yapması bu cümledendir. Çünkü Cuma İslâm'ın en büyük
şiarından biridir.[248]
b) Şâfiîlere
göre:
Cuma namazını irade
edip hazırlanmak üzere bulunan kimsenin gusletmesi sünnettir. Faziletini
kaçırmamak için terki mekruhtur.
Şâfiiller bu mes'elede
Buhari ve Müslim'in, Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri sahih
hadîslerle istidlal etmişlerdir.
Yine bu mezhebe göre,
Cuma günü fecir doğduktan sonra ve bir de Cuma'ya gideceğine az kala yıkanması
efdaldır, yani fecirden sonra fazilet vakti başlar ve Cuma'ya gitmeye az kala
bir zamana kadar devam eder.[249]
İmam Şafiî diyor ki:
"Adamın Cuma günü gusül ve benzeri şeylerle ciddi bir temizlik yapması,
saçlarının fazlasını alıp tıraş olması, tırnaklarını kesip bedeninin her
yerine güzel koku sürünmesi misvak kullanıp nezafet hususunda itinâ göstermesi
müstehabdır. Aynı zamanda bayramlarda, toplantılarda ve benzeri yerlerde
bulunmakta sözü edilen nezafeti yerine getirmekte te'kiden müstehabdır. Bunun
gibi Cuma'ya hazır olacak, kadın dışında erkek, köle, çocuk ve diğer
kimselerin temizlik yapması, çirkin kokuları kendinden gidermesi müstehabdır.[250]
c)
Hanbelilere göre:
Cumaya gitmek isteyen
kimsenin gusletmesi, tertemiz elbisesini giyinmesi ve güzel koku sürünmesi
müstehabdır. Bu hususta muhalif bir görüş yoktur. Çünkü konuyla ilgili birçok
sahih rivayetler mevcuttur. İlim ehlinin ekserisi bunun vâcib olmadığına
kaildir. İmam Tirmizî, Resûlüllah'ın (a.s.) ashabından beri bu ameliye (gusül,
temizlik, güzel koku sürünmek) devam edegelmiştir, diyor. Evzâi' Sevrî, İmam
Mâlik, İmam Şafiî' İbn Münzir ve rey tarafdarları da aynı görüştedirler.
Bazısına göre, bu bir icma' sayılır.
İbn Abdilberr diyor
ki:
"Müslüman ilim
adamlarından öncekilerle sonrakiler, Cuma guslünün farz ve vâcib olmadığında
icma' etmiştir. Ancak İmam Ahmed'den yapılan bir başka rivayette, vâcib
olduğunu söylemiştir. Aynı zamanda Ebû Hüreyre, Amir b. Selîm, Ammar b. Yasîr
(Allah hepsinden razı olsun) ve diğer bazı ashab da vacib olduğuna kail
olmuşlardır. Onlara göre, bu husustaki Peygamber emri vücub ifade eder.
Oysa bu emrin vücub değil,
istihbab ifade ettiği şu hadîsten anlaşılmaktadır.
"Kim Cuma günü
abdest alırsa, o ne güzel şey! Kim de guslederse, şüphesiz ki gusül
efdaldır."[251] Tirmizi bu hadîsin hasen olduğunu belirtmiştir.
Ayrıca Ebû Hüreyre'den (r.a.) yapılan rivayette Resûlüllah (a.s.) şöyle
buyurmuştur:
"Kim güzel bir
abdest alır, sonra Cuma'ya gelir ve (hatibi) dinleyerek susup konuşmazsa, o
cumayla gelecek cuma arasındaki günâhları bağışlanır, fazla olarak da üç
günlük günâhı affedilir. Kim de (yerdeki) toz ve çakıla el sürerse cumanın
faziletini ibtal etmiş olur."[252]
Guslün vakti, fecir
doğduktan sonra başlar. Fecirden önce yıkanmak bu maksad için yeterli
sayılmaz. Nitekim Mücahid, el-Hasan, Nahaî' Sevri ve Şafiî de aynı
görüştedirler. Evzaî'den yapılan rivayete göre, fecirden önceki gusül de
yeterli sayılır.[253]
d)
Mâlikîlere göre:
Cuma günü fecir
doğduktan sonra gusletmek menduptur. Ayrıca genel temizlik yapmak, güzel koku
sürünmek, yeni ve temiz elbise giyinmek ve Kehf sûresini okumak menduptur.[254]
İmam Mâlik "Cuma sabahı cuma için gusledip camiye giden ve bu arada
abdesti bozulduğu için çıkıp abdest alan adamın guslü bozulmuş sayılmaz. Ama
gusülden sonra yemek yer veya uyursa, guslünü iade etsin. Hem cuma, hem
cenabetten dolayı bir gusül yapmak kâfidir," demiştir.[255]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller:
846 no'lu İbn Ömer
hadisinin birçok tariki vardır. İmamlardan çoğu bunu rivayet etmiştir. İbn
Mende'nin tesbitine göre, sözü edilen hadîsi Nâfî'den üçyüze yakın kimse
rivayet etmiş, İbn Ömer dışında yirmidört kadar sahabiden nakledilmiştir.
Ayrıca bu konuda onun üstünde sahih hadîs tesbit edilmiştir. Böylece
rivayetlerin tamamı, cuma günü gusletmenin meşru'iyyetine delâlet etmektedir.
Zahirîlerle bazı ilim adamları hadislerde geçen "gusledin!" emrinin
zahirine bakarak bunun vâcib olduğuna
kail olmuşlarsa da cumhur bunun sünnet veya müstehab olduğunda müttefiktir.
847 nolu Ebû Said hadîsini
muhaddîslerden yedisi rivayet etmiştir. Müslim'de ise bu hadîsin sonunda şu
fazlalık nakledilmiştir:
"Kadınlara ait
güzel kokudan olsa bile sürünmek..."
Bu fazlalık, cuma günü
güzel koku sürünmenin müekked olduğuna delâlet eder.
Hadîste "Cuma
gününün guslü her ihtilâm olana vâcibdir" buyurulması, o gece ihtilâm
olanların çokluğuna işarettir. Aynı zamanda cuma günü gusletmenin müekked bir
istihbab anlamı taşıdığına işarettir. Yoksa, ihtilâm olan kimseye gusül zaten
vâcibdir. Ayrıca burada "vacib" sıfatının kullanılması, guslün vâcib
olduğuna değil, istihbabın te'kidini beyândır. Çünkü aynı cümlede atıf olacak,
güzel koku sürünmek, misvak kullanmak da zikredilmiştir. Bilindiği gibi, gerek
güzel koku, gerekse misvak kullanmak sünnettir veya müstehabdır.
848 no'lu Ebû Hüreyre
hadîsinde geçen "yedi günde bir gül"den maksat, cuma günüdür.
Buradaki "hak" tabirine bakıp istidlal edenler, cuma günü gusletmenin
vâcib olduğuna kail olmuşlarsa da cumhur bu görüşe muhaliftir. O halde
"hak" tabiri, yıkanmada istihbabın te'kidine işarettir...
İbn Ömer'den yapılan
rivayette deniliyor ki: Cuma günü hutbe okunduğu bir sırada bulunuyorduk,
derken ilk muhacirlerden bir adam içeri girdi. Hz. Ömer (r.a.) ona:
"Bu hangi
saattir?" diyerek kınadı. O da,
"Doğrusu meşgul
bulunuyordum, ehlime (evime ve çocuklarıma) dönmeden ezan sesini işittim, o
bakımdan fazla bir şey yapmadan ancak abdest alabildim..." diye cevap
verdi. Hz. Ömer (r.a.),
"Sadece abdest
aldın öyle mi? Bilirsin ki Resûlüllah (a.s.) Efendimiz gusül ile
emrederdi..." dedi.[256]
Yapılan tesbitlere
göre, içeri geç gelen zat Hz. Osman (r.a.) imiş. Nitekim Müslim'in rivayetinde
bu husus belirtilmiştir. İbn Abdü-berr, bu hususta muhalif bir görüş ortaya
koyanı bilmiyorum, demiştir.
Hadîste geçen "gusül
ile emrederdi" cümlesinden maksad, o gün guslün te'kiden müstehab
olduğudur... Nitekim Semure b. Cündeb'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim cuma için
abdest alırsa, sünnete uymuş ve en güzeldir o sünnet. Kim de guslederse, bu
daha üstündür."[257]
Aynı hadîsi İbn
Huzeyme de tahcîc etmiş, Tirmizî hasen olduğunu söylemiştir. Katade ise
el-Hasen'den murselen rivayet etmiştir. Hasan'ın Semure'den rivayeti ittisal
üzerine hamledilir ve bu hadîsi sahihler.
Urve'nin Hz. Aişe
(r.a.)'dan yaptığı rivayette, demiştir ki:
"İnsanlar
konaklarından ve çevredeki köylerden cuma namazına gelirlerdi. (Üzerlerinde) abae denilen giysi
ile gelirlerdi de toz ve ter içinde kalırlardı. O yüzden kendilerinden (kerih)
koku çıkardı... Onlardan biri Peygamber (a.s.) Efendimiz'e geldi. Ona: "Bu
gününüz için iyice temizlenseniz ya!.." buyurdu[258]
Bu hadîste cuma günü
gusletmenin vâcib olmadığına delâlet etmektedir.
Evs b. Evs
es-Sakafî'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin şöyle
buyurduğunu işitmiştir: "Kim (başını) ve (bedenini) yıkar, vaktin
evvelinde (cumaya) gider, hutbeye yetişir; (bir şeye) binmeyip (o vaziyette
imama yaklaşır da kulak verip dinler, faydasız söz (ve davranışta) bulunmazsa,
her adımına karşılık orucuyla namazıyla bir yıllık amelin (ecri) vardır."[259]
Tirmizî'nin hasen
kabul ettiği bu hadîs de cuma günü gusletmenin faziletli bir sünnet olduğuna
delâlet etmektedir.
Ebû Hüreyre'nin,
"Gönül dostum bana üç şey ile tavsiyede bulundu: ".... ve cuma
günü gusletmek..." [260]
mealindeki rivayeti de sözü edilen guslün müstehab olduğuna delâlet etmektedir.
Fethülallam sahibi,
Ebu Hüreyre'den rivayet edilen, "Kim guslettikten sonra cum'a namazına
gider, (nafileden) makdur olanı kılar, sonra da İmam hutbesini bitirinceye
kadar susup (dinler) ve onunla beraber (cuma) namazını kılarsa, o cum'ayla
diğer cuma arasındaki (günâh ve kusurları) bağışlanır, fazla olarak da üç günlük
(günâh ve kusurları bağışlanır)." [261]
mealindeki hadîse dayanarak cuma günü gusletmenin vâcib olmadığını istidlal
etmiştir. Aynı zamanda o gün için mümkün olan nafile namaz kılmayı da ihmal
etmemesi müstehabdır, diyor. Bu "tahiyyetü'l-mescid" olabilir.[262]
1- Cuma günü
fecir doğduktan cuma ezanı vakti yaklaşıncaya kadar geçen süre içinde gusletmek
sünnet veya müstehabdır. Ancak guslü gerektiren bir sebep mevcutsa, o takdirde
gusletmek farzdır; bu aynı zamanda cuma guslü yerine de geçer.
2- Cuma günü
genel bir temizlik yapmak sünnettir.
3- Cuma günü
güzel koku sürünmek ve temiz elbise giyinmek müstehabdır.
4- Cuma günü
mümkün olduğu kadar erken camiye gitmek ve tahiyyetü’l-mescid namazını kılmak
müstehabdır.
5- Hutbeyi
susup dinlemek müekked sünnettir; kimine
göre vâcibdir.
6- Hutbe
okunurken konuşmak, cumanın faziletini düşürür.
Bilindiği gibi, iki
dinî bayramımız vardır: Ramazan ve Kurban bayramı... Müslümanların yüce
Mevlâlarına karşı kulluk görevini yerine getirebilme başarısına erişmelerinin
veya buna muvaffak olmalarının sevincini hep birarada kutlayıp paylaşması
bayramın hikmetlerinden biridir. Büyüklerin ziyaretine gidip ellerini öpmek,
küçükleri sevindirmek, fakir ve muhtaçlara yardım etmek, dost ve komşulara
gidip bayramlaşmak gibi birleştirici, barıştırıcı, kaynaşma ve kardeşlik
bağlarını sıklaştırıcı; yardımlaşma ve dayanışma gibi denge ve düzen sağlayıcı
amaçların gerçekleşmesi bu günlerdle çok daha belirgin ve anlamlıdır.
Toplumla içice olurken
cömertliğin, sevgi ve saygının, temizlik ve nezâketin bütün ölçülerini
sergilemek kadar tabii ne olabilir?. O bakımdan Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
cuma ve bayram günlerinde sözü edilen hususlara çok daha fazla, özen gösterir
ve her haliyle örnek olurdu.
Özellikle bayram
günleri genel bir temizlik yapıp guslettikten sonra cami ve cemaata gitmek,
dost ve yakınlarla bayramlaşmak müekked sünnetlerden biridir. Bu hususta birçok
tavsiyeler vardır. Bizim konumuz ise bayram günlerinde yıkanmak olduğundan
onunla ilgili hadîsi nakledip ilim adamlarının görüş ve istidlallerini nakletmekle
yetinmek istiyoruz:
el-Fakih b. Sa'd
(r.a.)'den yapılan rivayette -ki bu zatın Peygamber (a.s.) Efendimizle
sohbetleri olmuştur- demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz cuma, arafe, fıtır ve nahr günleri guslederdi."
Onun için el-Fakih de
bu günlerde eşine ve çocuklarına yıkanmalarını, ciddi temizlik yapmalarını
emrederdi.[263]
Aynı hadîsi Bezzar,
Bağavî ve İbn Kani'de rivayet etmişlerdir. İbn Mâce ise, İbn Abbas (r.a.)
hadîsinden rivayet etmiş, cuma kelimesini zikr etmemiştir.
Hafız İbn Hacer'e
göre, hadîsin isnadı zayıftır. Bezzar'ın aynı hadîsi Ebu Râfi'den rivayeti de
zayıf kabul edilmiştir.
Hadîsin isnadında
zayıflık görülmüşse de, Resûlüllah'ın (a.s.) fiili bunu kuvvetlendirmektedir.
Aynı zamanda ashab-ı kiram da sözünü ettiğimiz günlerde banyo yapıp temizliğe
özen göstermişlerdir. O bakımdan bayram günlerinde gusletmek, yani yıkanıp
temizlenmek sünnet veya müstehab sayılmıştır.
Hadîsin ışığında
müctehid imamların görüş ve tesbitleri:
a) Hanefîlere göre:
Fıtır (Ramazan
bayramı) günü erkeklerin gusletmesi, misvak kullanması, en güzel elbiselerini
-ister yeni, ister kullanılmış olsun tertemiz- giyinmesi müstehabdır. Aynı
zamanda gümüş yüzük takınması, güzel koku sürünmesi erkenden camiye gitmesi,
hutbeyi yakından dinlemesi, namazdan önce fıtır sadakasını gereken yere
vermesi, o günün sabah namazım semtin camiinde kılması namazgaha yaya olarak
gitmesi, dönerken ayrı bir yol seçmesi de müstehabdır.[264]
b) Şâfiilere
göre:
İki bayram gününde
gusletmek sünnettir. Aynı zamanda en güzel elbiseyi giyinmek, güzel koku
sürünmek, tırnakları kesmek, kötü kokuları gidermek de sünnettir.[265]
Nâfi' tarikiyle
yapılan rivayette Abdullah b. Ömer fıtır bayramında yıkanır, henüz namazgaha
çıkmadan bunu yerine getirirdi. Rebi'in Şafiî'den yaptığı rivayete göre, Hz.
Ali (r.a.) bayram, cuma ve arafe günlerinde ve bir de ihrama girmek istediğinde
guslederdi.
İmam Şafiî diyor ki,
ben bütün bu günlerde gusletmeyi sünnet kabul ediyorum, ama bunlar arasında
cuma guslünden daha müekkedi yoktur, diyorum. Bununla beraber sadece abdest
almakla yetinirse, umarım ki bu da kâfi gelir.[266]
c)
Hanbelîlere göre:
Bayram için gusledip
temizlenmek müstehabdır. Nitekim İbn Ömer (r.a.) fıtır (Ramazan) bayramında
guslederdi. Bu anlamda bir hüküm ifade eden davranış da Hz. Ali'den rivayet
edilmiştir. Gusletmenin müstehab olduğunu Alkame, Ürve, Atâ, Nahaî, Şa'bî,
Katade, Ebu Zennad, İmam Mâlik ve İmam Şafiî ile İbn Münzir söylemiştir. Zira
bu hususta İbn Abbas ve Fâkih b. Sa'd 'in "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
fıtır ve Uzhiye (Ramazan ve Kurban bayramı) günlerinde guslederdi"
mealinde rivayet ettikleri hadîsle istidlal edilir.
Ayrıca İbn Mâce şu
hadîsi rivayet etmiştir:
"Şüphesiz ki bugün
(cuma günü) Allah'ın müslümanlara bayram kıldığı bir gündür. Artık gusledin.
Kimin de yanında güzel koku varsa, ondan sürünmesinde kendisine bir zarar
gelmez ve misvake gerekli olun..."
Bu rivayete göre cuma
da bayram sayılıyor. Hem bayram günü insanların biraraya toplandığı, namaz için
cemaat olduğu bir gündür ki, cumaya benzer. Sadece abdest alana bu da kâfi
gelir. Çünkü gusletmekle ilgili emir vücubu değil, istihbabı ifâde eder.
Hem bayram günü iyi
bir temizlik yapmak, bulabildiği en güzel elbiseyi giyinmek, güzel koku
sürünmek ve misvak ile dişleri temizlemek, cuma için belirttiğimiz gibi,
müstehabdır.
Bayram ve cuma günleri
guslün vakti fecir doğduktan sonra başlar. Fecirden önce yıkanan sözü edilen
guslün sevabına nail olmaz.[267]
d)
Mâlikilere göre:
Mâlikîler bu meselede
Abdullah b. Ömer'in (r.a.) fıtır bayramında namazgaha gitmeden önce
guslettiğini dikkate alarak bayramlarda gusletmenin müstehab olduğunu
söylemiştir.[268] İmam Mâlik "ben
bunu Cuma için gusül gibi hasen görüyorum" demiştir.
Böylece dört mezhebin
de bayram günlerinde gusletmenin müstehab veya sünnet olduğunda birleştikleri
anlaşılıyor. Her ne kadar bu konuda sıhhatında ittifak edilen bir hadîs yoksa
da, ashabın fiili, bunun müstehab olduğuna delil sayılır.
Ayrıca konunun başında
el-Fâkih b. Sa'd’den rivayet edilen hadîs zayıf olsa bile amel edinilmeye
salihtir. Nitekim Urve b. Zübeyir, bayram günü guslettikten sonra, bu
sünnettir, demiştir.[269]
Tahliller ve
neticeler:
Hafız Bezzar,
"Ben bayram günü gusletmekle ilgili sahih bir hadîs hıfzetmiş değilim,
derken, el-Bedrü'1-münîr'de, "İki bayram gusliyle ilgili hadîsler
zayıftır" demiştir. Buna rağmen sahabeden bu hususta sağlam örnekler ve
fiiller vardır. Çünkü Zeyd b. Ali'nin el-Mecku'unda, Ahkâm usûlünde ve
eş-Şifâ'da Hz. Ali'den yapılan rivayette, şöyle demiştir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz bize cuma, arafe ve bayram günleri gusletmemizi emretti."
1- Bayram
günü fecir doğduktan sonra gusletmek sünnettir veya müstehabdır.
2- Bayram
günlerinde yıkanıp temizlenmek, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz elbise
giyinmek sünnettir.
İslâm, insanın, hem
dirisine, hem ölüsüne üstün değer vermiştir. Doğduğu an tertemiz yıkanmasını,
yaşadığı sürece sık sık temizlik yapmasını, ölüncede yıkanıp paklanmasını
emreden bu dindir.
Çünkü Allah şüphesiz
çokça tevbe edenleri ve çokça temizlenip arınanları sever.
Ölen din kardeşimizi
yıkamak dinî ve insanî görevimizdir. Onu yıkadıktan sonra yıkanmamız, onu
taşırken abdestli bir halde tamamız tavsiye edilmiştir. Bunda birçok faydalar
söz konusudur:
a) Ölü
yıkamak biraz da cesaret işidir. Bununla beraber yıkayanın sinirleri gerilir.
b) Elde
olmayarak bazan bir tiksinme hissedebilir.
c) Yıkarken
su serpintilerinin dokunmasıyla iyi bir temizlenmeye ihtiyâç hissedilir.
Ölüyü taşırken, abdest
almak, sinirleri tenbîh eder, insana maddî ve mânevi güç kazandırır ve Allah'ı
daha çok hatırlamaya yardımcı olur.
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Kim bir ölü
yıkarsa gusletsin; kim de onu taşırsa abdest alsın!"[270]
İbni Mâce bu rivayeti
naklederken "abdest" lâfzını zikretmemiştir. Ebû Dâvud ise,
"bunun hükmü kaldırılmıştır" demiştir.
Bazı ilim adamları ise,
hadisin manâsı şudur:
"Ölüyü taşımak
ve teşyi' etmek isteyen, onun namazını kılmak için abdest alsın..."
Mus'âb b. Şeybe'den, o
da Talk b. Habîb'den, o da Abdullah b. Zübeyr'den, o da Aişe (r.a.)'dan, o da
Peygamber (a.s.) Efendimiz'den rivayetle, Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
"Dört şeyden
dolayı gusledilir: Cuma (ya hazırlanmak) dan dolayı, cenabetten dolayı, ölü
yıkamaktan dolayı, kan aldırmaktan dolayı..."[271]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Ölü
yıkayan kimsenin, bu işi bitirdikten sonra gusletmesi müstehabdır.
2- Cenaze
taşıyan kimsenin abdestli olması müstehabdır.
3- Cumaya
hazırlanmak için gusletmek ve kan aldırdıktan sonra gusletmek de müstehabdır.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Ölüyü yıkadıktan sonra
gusletmek menduptur. Gerek kan aldırdıktan, yani kan verdikten sonra, gerekse
ölü yıkadıktan sonra hilaftan çıkmak için gusletmek mendup sayılmıştır.[272]
b) Şâfiîlere göre:
İmam Şafiî diyor ki:
"Cenabet
guslünden sonra bana göre daha uygun olan gusül, ölüyü yıkamaktan dolayı
olanıdır. Ben bunun hiçbir durumda terkedilmesini istemiyorum."[273]
Böylece şâfiîlere göre, ölüyü yıkamaktan dolayı gusletmek müstehabdır. Onlardan
bir kısmı da şu hadîse dayanarak, "Şüphesiz ki sizin ölüleriniz temiz olarak
ölür, o bakımdan ellerinizi yıkamanız size yeter!" [274]
mendup olduğunu söylemişlerdir.
c)
Mâlikîlere göre:
Ölüyü yıkadıktan sonra
gusletmek müstehabdır. Nitekim Hz. Ali ve Ebu Hüreyre (r.a.)'den de bu anlamda
rivayetler yapılmıştır.
Konumuzun başına aldığımız
Ebû Hüreyre hadîsi aynı zamanda Beyhakî de tahrîc etmiş, ne var ki, râvi
silsilesinde Salih Mevla't-Tev'eme de bulunuyor ki bu zat zayıf kabul
edilmiştir. Bezzar ise bu hadîsi üç ayrı tarikle Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet
etmiştir. İbn Hibban da onu rivayet edenler arasında bulunuyor. Beyhakî hadîsin
mevkuf olduğunu belirtiyor, Buharî de ona yakın bir ifade kullanmıştır. Ahmed
b. Hanbel ise sözü edilen konuda sahîh bir şey yoktur, diyerek görüşünü ortaya
koymuştur. Zehebî de aynı görüştedir. İbn Münzir ise, bu babda sabit olan bir
hadîs yoktur, derken İbn Ebî Hatim, babasından rivayetle, hadîsin güvenilir
râviler tarafından ref edilmediğini, yani merfu' bir hadîs olmadığını, sadece
mevkuf olduğunu kaydetmiştir.
Hafız İbn Hacer ise,
hadîsin Tirmizî ve İbn Hibban tarafından sahihlandığına dikkatleri çekiyor ve
Darekutnî'nin güvenilir râvilerden naklettiğini söylüyor. İbn Hazım da hadîsin
sıhhati üzerinde durup zayıf olmadığını belirterek Süfyan b. Süheyl tarıkıyla onun babasından, o da İshak
Mevlâ Zâide'den, o da Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet ettiğini açıklıyor.
Maverdi ise
hadîsçilerin bu hadîsi en az 120 tarikten tahrîcle rivâyet etmişlerdir, diyor.
Görüldüğü gibi,
konunun başına koyduğumuz hadîsin sıhhati hakkında ittifak yoktur, O halde
bütünüyle reddi de mümkün değildir.
Gelelim, bu hadîsin
delâlet ettiği hükümle amel edenlere ve etmeyenlere:
a) Hz. Ali,
Ebû Hüreyre ve İmamiyye mezhebine mensub olanlar, bu hadîse dayanarak ölü
yıkayan kimsenin gusletmesinin vâcib blduğunu söylemişlerdir.
b) İmam Mâlik, İmam Şafiî'nin arkadaşları ise müstehab
olduğuna kaildirler. Onlar hadîsteki "gusletsin" emrini nedb manâsına
almışlardır. Aynı zamanda yukarıda da naklettiğimiz gibi, Hz. Ayşe (r.a.)'dan
rivayet edilen şu hadisle istidlal ettikleri söylenir:
"Şüphesiz ki,
sizin ölüleriniz temiz olarak ölür; (onları yıkamaktan dolayı) ellerinizi
yıkamanız size kâfi gelir."[275]
Diğer bir delilleri de
Hz. Ömer'den yapılan şu rivayettir:
"Biz ölüyü yıkar,
kimimiz bundan dolayı gusleder, kimimiz de gusletmezdik..."[276]
Hafız İbn Hacer bunun
da isnadının sahîh olduğunu söyler.
c) İmam Ebû
Hanîfe ve İmam Leys'e göre, ölüyü yıkayan kimsenin gusletmesi ne vâcib ne de
müstehabdır.
Bunlar şu rivayetle
istidlal etmişlerdir:
"Ölüyü
yıkamaktan dolayı size gusül
gerekmez..."[277]
Beyhakî ise bu hadisi
sahihlemiştir. Ancak merfu' değil, mevkuf olduğunu belirtmiştir. Diğer bir
delilleri de şu hadîstir:
"Ölüleriniz
için necistir, demeyin; çünkü mü'mîn ne diri, ne de ölü olarak necisdir."[278]
871 no'lu Mus'âb b. Şeybe
hadîsine gelince, Ebu Ze'r'â, Ahmed, Buharî bu hadîsin zayıf olduğunu
belirtmiştir. İbn Huzeyme ise bunu sahihlemiştir.
Böylece hadîs, sözü
edilen dört şeyden dolayı guslün meşru' olduğuna delâlet ediyor. Nitekim Hz.
Ali'den (r.a.) yapılan rivayette, "Kan aldırmaktan dolayı gusletmek
sünnettir. Ama abdest alıp temizlenmen de sana yeter." buyurmuştur.
Darekutnî'nin yaptığı rivayette, Resülüllah (a.s.) Efendimizin hacametle kan
aldırdıktan sonra sadece kan alınan yeri yıkamakla yetindiği, tesbit
edilmiştir. Ancak hadîsin rivayet zincirinde Salih b. Mukatil vardır ki bu zat
zayıf kabul edilmiştir. Darekutnî onun kaviy olmadığını söyler. Zehebî de onun
bu halinden söz ederek aynı hususları kaydetmiştir.[279]
Hz. Ali'nin yukarıdaki
rivayetini kuvvetlendirir mahiyette bir başka rivayet de Abdullah b. Ebubekir
(r.a.)'dan yapılmıştır ki bu zat, Amir b. Hazm'ın oğludur: Umeys kızı Esma
(r.a.), bilindiği gibi, Ebubekir Sıddık'ın eşidir. Ebubekir (r.a.)'nın vefatı
ve yaptığı vasiyeti gereği, eşi Esma onu yıkadıktan sonra çıkıp Muhacirlerden
hazır olanlara sormuştu:
"Şüphesiz ki,
bugün çok soğuk bir gündür ben de oruçluyum. Kocamı yıkamamdan dolayı bana
gusül gerekir mi?" Onlar da:
"Hayır..."
diye cevap vermişlerdir.[280]
Aynı rivayeti Beyhakî,
Vâkıdî tarikiyle Zührî'nin kardeşinin oğlundan, o da Urve'den, o da Hz.
Aişe (r.a.)'dan nakletmiştir.
Bu da, ölüyü yıkayan
kimsenin, gusletmesinin sadece müstehab olduğuna delâlet etmektedir.
1- Ölüyü
yıkayan kimsenin gusletmesi müstehabdır. (Bu, İmam Mâlik ve İmam Şafiî ve
arkadaşlarına göredir).
2- İmam Ebû
Hanife ve arkadaşlarına göre, ne vacib ne de müstehabdır.
3- Ölüyü
yıkayan kimsenin sadece abdest alması veya ellerini iyice yıkaması kâfi gelir.
4- Ölüyü
taşıyanların abdest alması menduptur. (İmamların çoğuna göre, ne müstehab, ne
de mendubdur.)
İhram'a girmek,
dünyadan el-etek çekip bütünüyle âhirete yölelmek demektir. O halde böylesine
ruhu arındıran, kalbi yönlenliren ve biriken günâhları temizleyen bir ibâdete
başlarken gusledip genel bir temizlik yapmak kadar tabii ne olabilir? İslâm her
zaman ve her yerde temizliği emreden bir dindir.
Arafat'ta vakfe yapmak
için gusletmek de uygun ve sünneti ihya etme bakımından önemli bir ameliyedir.
Orası Cibrü-i Emîn'in asıl heyetiyle indiği, vahyin nüzulüne mekân seçildiği,
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in son hutbesini irad ettiği kutsal yerlerden
biridir. Duaların en çok kabul edildiği bir mekân olarak bilinir. O halde bunca
mânevi ve kutsal bir havaya guslederek girmek, büyük feyizlere ve üstün
sevaplara kapı açacağından hiç şüphe edilmemelidir.
Mekke'de İslâm nurunun
ilk fışkırdığı, Allah'a ibâdet için ilk mabedin orada kurulduğu, peygamber ve
velilerin gelip yüzsürdüğü çok mukaddes bir beldedir. Orada İbrahim'in makamı,
İsmail'in hicri bulunmaktadır.
Aynı zamanda Allah'ın
mukaddes tanıttığı her şey Kıyâmet'e kadar mukaddestir, hiçbir güç bu
kudsiyyeti kaldıramaz. O halde Allah'ın kutsal tanıttığı mübarek beldeye iç ve
dış temizliği yapıp öylece girmek, Allah'a karşı saygı ifade eder. O bakımdan
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, böyle bir tavsiyede bulunmuştur.
İlgili hadîsler:
Zeyd b. Sabit
(r.a.)'den yapılan rivayette, Zeyd, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'i (İhram'a
girip) Telbiye getirmek için elbisesini çıkarıp guslettiğini gördüğünü,
söylemiştir.[281]
Hz. Ayşe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz ihrama girmek istediğinde başını hıtmî ve uşnan ile yıkar, az
da olsa zeytin yağı (na güzel kokuyu karıştırıp) sürünürdü."[282]
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Umeys kızı Esma,
Muhammed b. Ebîbekir'i (hac yolunda Zulhulayfe'ye yakın Hudaybiye anlaşmasının
yapıldığı ağacın yanında doğurdu. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz,
Ebubekir'e, Esma'nın gusledip öylece telbiye getirmesini söylemesini
emretti."[283]
Cafer b. Muhammed
kendi babasından şöyle rivayet etmiştir:
"Hz. Ali (r.a.)
iki bayram, cuma, arafe ve bir de ihrama girmek istediği gün guslederdi."[284]
İbn Ömer (r.a.)'dan
yapılan rivayette, o Mekke'ye gittiğinde mutlaka Zî-Tuvâ mevkiinde geceler ve
sabah olunca gusleder, sonra Mekke'ye gündüzleyin girerdi ve Peygamber (a.s.)
Efendimiz'in böyle yaptığını söylerdi."[285]
Buharî de buna yakın
bir lâfızla rivayet etmiş, İmam Mâlik, Nâfi'den naklederek Muvatta'da bunu
nakletmiştir.
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- İhram'a
girip telbiye getirmek isteyen kimsenin gusletmesi sünnettir.
2- Mekke'ye
girilirken gusletmek müstehabdır.
3- Arafat'a
çıkılırken yine gusletmek sünnettir, bazılarına göre müstehabdır.
4- İhram'a
girmeden önce iyice yıkanıp güzel koku sürünmek sünnettir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit, istidlal ve
ihticacları:
a)
Hanefilere göre, haccın sünnetlerinden biri de:
İhram'a girmek isteyen
kimse gusleder veya abdest alır. Gusletmek afdaldir. Nitekim Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz Zulhuleyfe mevkiine gelince, ihram için gusletmiştir. Bu hususta
kadın, erkek, ayhali veya loğusa arasında bir fark yoktur. Çünkü ihram için
gusul daha çok genel temizliği sağlamaya yönelik bir sünnettir. Hanefiler bu
görüşlerine mesned olarak, Ebubekir Sıddik'ın (r.a.) eşi Esmâ bint Umeys'in
Bey'âtü'r-ridvan mevkiindeki ağacın altında oğlu Muhammed'i doğurması ve
Peygamber (a.s.) Efendimizin de, yıkanıp öylece hacc için ihram'a girsin, yani
telbiye getirsin, meâlindeki hadisi
seçmişlerdir.[286]
Mekke'ye girmek için
gusletmek müstehabdır. Bu hususta ayhali ve loğusa kadın farklı değildir, yani
onlar da o halde Mekke'ye girmek için guslederler. Aynı zamanda Mekke'ye Seniyetü'1-Ulyâ
kesiminden girmek de müstehabdır. Gece veya gündüz girmekte bir sakınca yoktur.[287]
Arafe günü Arafat'a
çıkıldığında, yol dışında herhangi bir yere çadırını kurabilir. Cebel-i
Rahmet'e yakın yere konması efdaldir. Güneş zevale yönelince dilerse gusledebilir.[288]
Kâsânî bu konuda şöyle diyor:
"Betn-i Arene
dışında Arafat'ın her yanı vakfeye uygundur. Arafe günü gusletmek, cuma ve iki
bayram günlerinde gusletmek gibi sünnettir. İhram'a girmeyi dilediğinde yapılan
gusül gibi boy abdesti alır."
al-Asıl’da ise,
"Arefe günü guslederse iyi olur" denilmiştir ki, bu Arafat'ta
gusletmenin müstehab olduğuna işarettir.[289]
b) Şâfiîlere
göre:
İhram'a girmek için
gusletmek sünnettir. Veya şartına uygun teyemmüm edilir. Bu durumda ihram'a
girmek isteyen veya telbiye getirmek isteyen kişi isterse ayhalinde olsun,
farketmez. Nitekim Tirmizî bu hususu rivayet ettikten sonra hasen olduğunu
kaydetmiştir. Ayrıca Mekke'ye girmek için de gusletmek sünnettir. İsterse
hacc için değil, bir iş için girmek istesin bu hususta hüküm aynıdır. Mekke'ye
girerken Zi-Tûva mevkiinde gusletmek efdaldir. Tabii bu efdaliyet o kesimden
geçen kimse içindir. Oradan değil de başka bir yol ve kesimden giriyorsa, yine
Zî-Tuvâ hizasına geldiği yerde gusletmesi efdaldir.
Ayrıca arafe günü
Arafat'a çıkıldığında gusletmek de sünnettir. Çünkü bu gibi yerler, hacı
namzetlerinin biraraya gelip toplandığı kutsal mahallerdir, o bakımdan temiz
bir vaziyette onların arasına katılmak sünnet kılınmıştır.[290]
c)
Hanbelîlere göre:
Haccetmek isteyen ve o
maksatla belli mîkata gelen kimse için uygun olanı gusletmektir. Bunun gibi,
İhram'a girmek isteyen herkese, henüz girmeden önce gusletmek, müstehabdır. Bu
ilim adamlarından çoğunun görüşüdür. Tavus, Nahâî, İmam Mâlik, İmam Sevrî,
İmam Şafiî ve rey tarafdarları da bu meselede görüş birliği içindedirler. Çünkü
Hârice b. Zeyd b. Sâbit'in babasından yaptığı rivayete göre o, Peygamber (a.s.)
Efendimiz'in (ihram'a girip) telbiye getirmek için guslettiğini görmüştür.
Tirmizi bu hadîsi
rivayet edip "hasen"dir diye kayıt koymuştur. Ayrıca Resûlüllah'ın
Esma bint Umeys'e gusledip öylece İhram'a girmesini, yani niyet getirip
telbiyeye başlamasını emrettiği sahih rivayetle sabit olmuştur. Hz. Esma o gün
için Hudeybiye mevkiinde doğum yapmıştı, loğusa idi.
İlim adamlarının hemen
hepsine göre, ihram'a girmek için gusletmek vâcib değildir. İbn Münzir ise bu
konuda şöyle demiştir: "İlim adamlarının, ihram'ın gusülsüz caiz olduğunda
icma'ı vardır..." Yani gusletmek vâcib değildir.[291]
Mekke'ye girerken
gusletmek müstehabdır. Çünkü Abdullah b. Ömer (r.a.) önce gusleder, sonra
Mekke'ye girer ve gündüz girmeyi tercih eder ve sonra da şöyle derdi:
"Resûlüllah
(a.s.), Efendimiz böyle yapardı..."
Buhârî'nin tesbitine
göre, İbn Ömer (r.a.) Harek'e yakın yere gelince telbiyeyi keser ve Zî-Tuvâ
mevkiinde geceler, sonra sabah namazını kılar ve akabinde guslederdi.
Peygamberin de (a.s.) böyle yaptığını söylerdi. Hem Mekke, hacc ibâdeti için
mü'minlerin toplandığı kutsal bir yerdir, tıpkı cuma namazı için toplanmak
gibi... O bakımdan oraya girmeye niyet edince gusletmesi müstehab olur. İsterse
bu durumda giren kişi ayhali veya loğusa olsun farketmez..
Nitekim Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, ayhali olan Hz. Aişe vâlidemize: "Hacıların yaptığını
sen de yap, ancak o halde Beytuîlah'ı tavaf etme!" buyurmuştur.[292]
Arafat'a çıkınca vakfe
için gusletmek müstehabdır. Nitekim İbn Mes'ud (r.a.) öyle yapardı. Hz. Ali'den
de (r.a.) bu hususta rivayet vardır. İmam Şafii ile İshak, Ebu Sevr ve İbn
Münzir de ayhali görüştedirler. Çünkü orası da insanların biraraya gelip
toplandığı yerdir. Cuma ve bayram namazları için nasıl guslediliyorsa onun için
de öylece gusledilir.[293]
d)
Mâlikilere göre:
İhram giymek isteyen
kimsenin, isterse ayhali veya loğusa olsun gusletmesi sünnettir. Çünkü
temizlik ihram için arzulanan bir husustur. İmam Mâlik, ancak zaruri bir
sebepten dolayı terkedilebilir, demiştir. O halde böylesine bir temizlik her
şahıstan beklenir. Gusül sünnetinin de hemen yapıldıktan sonra ihram
giyilmesiyle gerçekleşir. Yıkandıktan uzun bir süre sonra ihram giyecek olursa,
sünnet yerine gelmediğinden guslü iade etmesi uygun olur. Mümkün olduğu
takdirde guslün Medine'de yapılması efdaldir. Tabii bu, Zulhuleyfe'de ihram
giymek isteyen kişilerle ilgili bir husustur.[294]
Mekke'ye girerken
gusletmek, sünnet değil mendubdur. Bu da, Beytullah'ı tavaf içindir, nezafet
için değildir. O bakımdan ayhali veya loğusa olan kadınlar Mekke'ye girerken
gusletmezler, çünkü o vaziyette tavaftan men'edilmişlerdir Hem tavaf için
taharet (abdestli olmak) şarttır. Mekke'ye gündüzleyin kuşluk vakti girmek
mendubdur.[295]
Arfat'ta vakfe için
gusletmek menduptur. Aynı zamanda tertemiz bir bedenle o makamda duâ ve
niyazda, yalvarma ve yakarmada bulunmak daha uygun ve daha te'sirlidir. Orada
bir bineğe binmek ve ayakta durup vakfe yapmak erkekler için mendup sayılmıştır.[296]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller:
881 nolu Zeyd b. Sabit
hadîsini Dârekutnî, Beyhakî ve Taberânî de rivayet etmişlerdir. Tirmizî, hasen
olduğunu belirtmişse de el-Akili bunun zayıf olduğuna dikkatleri çekmiştir. Çünkü
isnad zincirinde Abdullah b. Yakub el-Medenî bulunuyor ki, Zehebî bu zat
hakkında şunları nakletmiştir: Ebû Zenned, "onu tanımıyorum" demiştir.[297]
Tirmizi hadîsi tahsîn ettiğine göre, Abdullah b. Yakub'u tanımadığı
söylenemez...
Hâkim ile Beyhaki buna
yakın bir rivayeti Yakub b. Ata' târikıyla İbn Abbas (r.a.)'dan şöyle
yapmıştır: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz guslettikten sonra elbisesini
giyindi. Zulhuleyfe mevkiine gelince iki rek'at namaz kıldıktan sonra devesine
binip üzerinde doğruldu. el-Beyda'a ulaşınca hacc için ihram giyindi."
Ancak ismi geçen râvi
Yakub'un zayıf olduğunu İbn Hacer kaydetmiştir. Ahmed b. Hanbel de onun zayıf
olduğunu söylerken Ebû Hatim, kaviy olmadığını belirtmiştir. İbn Main de onun
zayıf olduğunu söyleyenler arasında bulunuyor.[298]
882 nolu Hz. Aişe
hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar tahrîc etmiş, Taberânî el-Evsat'te
rivayetle Bezzar'ın isnadının hasen olduğunu
belirtmiştir.
883 nolu Hz. Aişe
hadîsine gelince, İmam Mâlik onu Muvatta'da Abdurrahman b. Kasım'dan o da babasından, o da Hz. Esma'dan rivayet
etmiştir. İmam Mâlik ve ona uyanlara göre, hadîs murseldir, yani senedinden bir
sahabi düşmüş veya düşürülmüştür.
Aynı hadisi Nesâî,
Kasım b. Muhammed'den o da babasından, o da Ebubekir Sıddîk'tan rivayet
etmiştir. İbn Hacer'e göre, bu rivayet de murseldir. Çünkü Muhammed, Hz.
Peygamber'den işitmemiştir, babasından da işitmediği bilinmektedir. Müslim ise
Cabir hadisinden tahrîc ederek şu lafızla tesbitini yapmıştır: "Çıktık,
tâki Zulhuleyfe mevkiine geldik. Umeys kızı Esma orada doğum yaptı, Muhammed b.
Ebubekir'i doğurdu. Sonra da Resûlüllah'a haber göndererek ne yapması
gerektiğini sordu Peygamber (a.s.) Efendimiz de, "Guslet, sağlamca bir
bez tutun ve ihrama gir" buyurdu.
Taberânî kendi
Mu'cem'inde İsa b. Muhammed es-Simsar el-Vasıti tarikiyle Abdülmelik b.
Mervan'dan, o da Hz. Aişe (r.a.)'dan şu rivayet etmiştir:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz Mekke'ye doğru yola çıkmayı dilediği zaman İhram giyinmek için
guslederdi."[299]
İbn Ömer (r.a.)'da bu
konuda şöyle demiştir:
"Kişinin ihram
giyinmek istediği zaman gusletmesi sünnettir."[300]
Bunu Hafız Bezzar
kendi Müsned'inde, Darekutnî kendi Sünen'inde, Hâkim de kendi Müstedrek'inde
rivayet etmiştir. Hâkim bu rivayet için: İki şeyhin (Buhari ve Müslim) şartına
göre, hadîs sahtir, demiştir. Ancak iki şeyh bunu tahrîc etmemiştir.[301]
1- Hac veya
Umre için ihrama girileceği zaman gusletmek sünnettir.
2- İhrama
girecek olan kişi ister ayhali, ister loğusa olsun, yine de gusleder, bu onun
için de sünnettir.
3- Mekke'ye
ister hac ve umre için, ister bu ikisinden başka bir husus için girmek isteyen
kimsenin gusletmesi müstehab veya mendubdur.
4- Arafat'a
çıkıp vakfe yapmak isteyen kimsenin gusletme-i müstehabdır. Bu hususta ayhali
ve loğusa için de hüküm aynıdır.
Kadının "istihaza
olması" denilince, iki mana hatıra gelir, birincisi, kadının belli
vakitlerde, belli bir süre dölyatağından gelen kan; ikincisi yine dölyatağı
veya idrar yolunda bir hastalık, yada damar çatlaması neticesi sık sık akan ve
süresi belli olmayan kan demektir. Bunlardan her biri için ayrı hükümler
konulmuştur. Bizim konu edindiğimiz ise, ikincisidir.
Ancak mevcut
rivayetlerin farklı bilgi ve hükümler getirmesi, konuyu muğlak bir noktaya sürüklemiş
ve üzerinde hayli yorumların yapılmasına sebeb olmuştur.
İslâm, hemen her
konuda temizliğe geniş yer veren bir dindir, ama bu ölçülüdür, faydalıdır;
sıkıcı, bıkkınlık verici hiç değildir. Her namaz için gusletmek büyük bir
külfeti beraberinde getirmekte ve kişinin günlük meşgalesini aksatacak
ölçüdedir.
O bakımdan rivayetleri
iyice araştırmamız, aralarındaki farkları ve delâlet ettikleri manâ ve
hükümleri gözden geçirmemiş, zayıf rivayetlere parmak basmamız gerekmektedir.
Konuya bu açıdan bakarak ilgili hadîsleri naklediyoruz:
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Cahş kızı Zeyneb
istihaza olmuştu; Peygamber (a.s.) Efendimiz ona: "Her namaz için
guslet!" diye emretti."[302]
Yine Hz. Aişe (r.a.)
validemizden yapılan rivayette, demiştir ki:
"Süheyl b. Amr'ın
kızı Sehle İstihaza olmuştu. Resûlüllah (a.s.) Efendimize gelip sordu.
Resûlüllah (a.s.) ona: "Her namaz için (veya vaktinde) guslet," diye
emretti. Bu hal Zeyneb'e fazlasıyla bir yük yüklediği için, Peygamber (a.s.)
ona öğle ile ikindi namazı için bir defa, akşam ile yatsı için de bir gusül
yapmasını emretti."[303]
Urve bin Zübeyir’den,
o da Ümeys kızı Esma'dan rivayet ediyor. Esma diyor ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'e Ya Resûlellah! Ebu Hubeyş kızı Fatıma şu kadar zamandan beri
istihaza olmuştur, o bakımdan namaz da kılmadı, (ne buyurursunuz?), dedim. Resûlüllah
(a.s.) şöyle buyurdu: "Bu şeytandandır... Bir leğene otursun, suyun
üstünde sarımtırak renk görürse, öyle ve ikindi için bir defa gusletsin; akşam
ve yatsı için de bir defa gusletsin. Sabah (namazı) için de bir defa gusletsin
ve bunlar arasında abdest alsın...[304]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Âdet
görme dışında rahimden sık sık gelen kan, istihaza, yani bir damar çatlaması
veya bir rahim hastalığı sebebiyle akan kandır. Bundan dolayı her namaz vakti
girince gusletmesi vâcibdir.
2- Yine
kendisinden istihaza kanı gelen kadın, öğle ile ikindi vakti için bir defa,
akşam ile yatsı için bir defa, sabah vakti içinde bir defa gusleder ve
vâcibdir. Arayerde namaz kılmak istediğinde abdest almakla yetinir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit, istidlal, ihticac
ve ortaya koydukları sonuçlar:
a)
Hanefîlere göre:
İstihaza olan kadının
hükmü, temizlik içinde bulunan kadınların hükmü gibidir, şu farkla ki, istihaza
olan kadın her namaz (vakit namazı) için bir abdest alır. (Gusletmesine gerek
yoktur.)[305]
İstihaza kanından
dolayı namazı, orucu ve cinsel teması terketmeye gerek yoktur. Bu, diğer özür
sahibleri gibidir.[306]Devamlı
idrarı akan veya devamlı yellenen kimsenin her vakit namazı için nasıl bir
abdest alması gerekiyorsa, istihaza olan kadının da her namaz için bir abdest
alması vâcibdir.
b) Şâfiîlere
göre:
İmam Şafiî el-Umm'de
konuya ağırlık vererek, daha çok Urve'nın Hz. Aişe'den yapılan şu rivayetle
istidlal ettiği anlaşılıyor: Ebû Hubeyş kızı Fatıma (r.a.)' Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'e dedi ki:
"Ben hiç de
temizlenmiyorum (yani kanım kesilmiyor); namazı bırakayım mı?" Bunun
üzerine Peygamber (a.s.), ona şöyle buyurdu:
"(Senin
dediğin) ancak bir damar çatlamasından gelen kandır, ayhali kanı değildir.
Ayhalin başlayınca namazı bırak. Ayhali geçince, günlerini takdir ederek
kendinden kanı giderip temizle ve namaz kıl!"[307]
İmam Şafiî bir de Hamene
bint Cahş'la ilgili rivayetle ihticac edip istihaza kanından dolayı gusül
gerekmiyeceğini, fakat her namaz için bir abdest gerekeceğine kail olmuştur.
Böylece, istihaza,
devamlı idrar akması gibi bir hades-i dâimdir. Namaz ve oruca engel değildir.
İstahaza olan kadın fercini (cinsel organını) yıkar, namaz vakti içinde abdest
alır ve hemen namazını kılar. Bu arada namaz kılmadan namazla ilgili bir işle,
avret yerini kapamak gibi, veya cemaati beklemek gibi şeyle uğraşıp namazı
geciktirirse, bir zararı olmaz. Aksi halde geciktirme zarar verir, (yani
yeniden abdest alması gerekir).[308]
c)
Hanbelîlere göre:
İstihaza, ayhali ve
loğusa vaktinin dışında rahimden gelen kandır. Ayhali süresini aşan veya onun
en az süresinden az bir süre gelen kan istihaza sayılır. Henüz ayhali olmayan kızdan
akan kan da istihaza kapsamına girer. Bunun hükmü, devamlı idrarı akan veya
devamlı yellenen kimsenin hükmü gibidir, her namaz vakti için bir abdest alması
gerekir.[309]
d)
Mâlikîlere göre:
İstihaza olan kadın,
kendisinden gelen kanı, kokusuyla veya rengiyle ya da koyuluğuyla ayırd edip
ayhali kanı olduğunu biliyor ve temiz kalmanın en az müddetini de geçirmiş
bulunuyorsa -ki bu onbeş gündür-, o takdirde ayhalinde bulunuyor demektir. Eğer
ayırd edemiyor veya temiz kalmanın en az müddeti tamamlanmadan ayırd
edebiliyorsa, o takdirde istihaza kanıdır.[310] Her
namaz vakti için bir abdest alması gerekir. İbn Nâfî'nin yaptığı rivayete göre
de, istihazalı kadın namazı 15 gün bırakır, sonra gusledip namaz kılmaya
başlar.[311]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller:
899 no'lu Hz. Aişe
hadîsinde Muhammed b. İshak bulunuyor. Ancak hangisi? Çünkü hadîs rivayet
zincirinde ondört tane bu isimde kişi tesbit edilmiştir. Zehebi bunları bir
bir incelerken çoğunun meçhul, bir kısmının münker, bir kısmının da sıka olmadığına
dikkatleri çekmiştir. O bakımdan sözü edilen hadîsin rivayet zincirinde
onlardan birinin bulunması, şüphe uyandırmaktadır. Onun için cumhur bu hadisi
ihticaca uygun görmeyip istihaza olan kadının her namaz için (vakit girince)
abdest almasının vâcib olduğunu, gusletmenin gerekmediğini belirtmiştir. Dört
mezhep imamının da ictihad ve tesbiti bu doğrultuda ve bu anlamdadır.
Resûlüllah'ın (a.s.)
Cahş kızı Ümmü Habîbe'ye, "guslet de sonra namaz kıl!" emrini
İmam Şafiî tahlil edip yorumlarken şöyle demiştir:
"Resûlüllah
(a.s.) ona temizlik bakımından yıkan ve namaz kıl, demiştir. Bundan her namaz
için guslet manâsı çıkmaz. İnşaallah bu emir tatavvu' yolu bir anlam
taşır."
900 nolu Hz. Aişe
hadîsinin rivayet zincirinde yine Muhammed b. İshak vardır ki, bu zatın
rivayeti hiçbir zaman hüccet kabul edilmemiştir. Abdurrahman b. Kasım ise bu
hadîsi babasından duymamıştır. O halde "Abdurrahman da babasından rivayet
etmiştir" sözü sağlıklı değildir.
901 nolu Urve
hadîsinin isnadında Süheyl b. Ebî Salîh bulunuyordur ki, onun hadîsiyle
ihticacda bulunmak hususunda hayli farklı görüşler söz
konusudur. Muhaddîs Yahya onun kaviy olmadığını ve bu bakımdan hüccete
sayılmayacağını söylemiştir. Ahmed b. Hanbel, onun Muhammed b. Amır'dan daha müsbet olduğunu belirterek rivayeti
elverir demiştir. Ebû Hatim ise, onun hadîsi yazılabilir, ama onunla ihticac
edilmez.[312]
Ayrıca bu konuda
Hamene bint Cahş'den yapılan rivayette, öğleyi geciktirmek, ikindiyi hemen
acele kılmak ve sonra temizleninceye kadar gusletmek ve böylece öğle ile
ikindi namazlarını cem'edip kılmak, sonra akşam namazını geciktirmek, yatsı
namazını vakit girer girmez hemen acele etmek, sonra gusledip iki namaz arasını
birleştirmek ve sabah namazı için de ayrı bir gusül yapmak mealinde yapılan
rivayet büsbütün karışıktır. Ravî zincirinde Muhammed b. Akil bulunuyor ki, bu
zatın rivâyetiyle ihticac hususunda hayli ihtilâf söz konusudur. İbn Mende'ye
göre, onun rivayeti sahih değildir.
Böylece rivayetler
çatışmaktadır. İki rivayette istihaza olan kadının her namaz için gusletmesi
emredilirken, diğer iki rivayette, sadece öğle ile ikindi namazları için bir,
akşam ile yatsı namazları için de bir gusletmek emredilmiştir. Anlaşılan bu
ikinci rivayet birinci rivayeti neshetmiş, yani hükmünü kaldırmıştır.
Hicrî üçüncü asırda
yetişen ünlü hadîs âlimi Ebû Cafer et-Tahavi bu konuya geniş yer vermiştir.
Altı yedi kadar rivayetin, her namaz için gusletmekle emredildiğini
sıraladıktan sonra, öğle ikindi, akşam ile yatsı ve birde sabah namazı vakti
için birer gusül yapılmasıyla ilgili dört kadar rivayeti tesbit ederek birinci
rivayetlerin bunlarla hükmünün kaldırıldığını belirtmiştir. Sonra da her namaz
için gusül değil abdest alması gereğini belirten altı kadar hadîs toplayıp
naklettikten sonra bunların da daha önceki
hadîslerin hükmünü kaldırdığını, yani istihaza olan kadının her namaz için bir
abdest alması gereğini belirten hadîslerin, her namaz için gusletmesi
gerektiğini bildiren ve bir de her iki namaz için bir guslün kâfi geleceği
hakkındaki rivayetin neshedildiğini hükümlerinin kaldırıldığını açıklamıştır.[313]
Zeylâî, Fatıma bint
Ebî Hubeyş'le ilgili Hz. Aişe (r.a.) hadîsini uzun uzadıya tahlil ederken,
hadîsin sonuna "kan hasır üzerine damlasa bile..." mealinde
ilâve edilen kısmın kitaptan olmadığına dikkatleri çekmiştir.
Ayrıca bu konuda Adiy
b. Sâbit'in dedesinin hadîsi, Hz. Aişe, Hz. Ümmu Seleme ve Hz. Sevde bint Zem'a
hadîsleri üzerinde durmuştur. Birincisini Ebû Dâvud ile Tirmizi ve İbn Mâce,
Şerîk'den, O da Ebû Yakzan'dan, o da Adiy b. Sâbit'ten, o da babasından ve
dedesinden rivayet etmiştir. Adiy b. Sabit hakkında İmam Buharî'den
sorulduğunda, dedesinin ismini bilmediğini söylemiştir. Yahya b. Maın'in onun
dedesinin isminin Dinar olduğunu söylediği Buharî'ye anlatılınca ona da itibar
etmemiştir.
Nitekim Ebû Dâvud,
"Adiy b. Sâbit'in bu hadîsi zayıftır" demiştir.
Hz. Aişe hadîsi ise
şöyledir:
"Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'den müstehaza olan kadından soruldu. Buyurdu ki:
"Ayhali olduğu
günler namazı bırakır, sonra bir defa guslettikten sonra her namaz için bir
abdest alır..."
Ümmu Seleme hadîsine
gelince, onu Darekutnî rivayet etmiştir. Fatıma bint Ebî Hubeyş (r.a.)
istihaza olmuştu. Durumunu öğrenmek için Ümmu Seleme'ye rica edip Peygamber
(a.s.) Efendimiz'den sormasını istemişti. Peygamberimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Ayhali bulunduğu
günler namazı terkeder, sonra gusledip bir elbiseyle iyice (kanın dışarı
akmasını önleyecek şekilde) korunup dikkat gösterir ve namaz kılar."
Darekutnî bu hadîsin
râvilerinin hemen hepsinin sıka (güvenilir) olduğunu belirtmiştir. İbn Ebî
Şeybe de bunu kendi Sünen'inde rivayet etmiştir. Hadîs, her namaz için
gusletmenin vâcib olmadığmın, ama her namaz için abdestin gerekli olduğuna
delâlet etmektedir.
Hz. Sevde hadîsi ise,
Taberânî onu rivayet ederek kendi el-Evsat mu'cemine almıştır. Hadîsin meali
şöyledir:
"Müstehaza
olan kadın ayhali günlerinde namazı bırakır, sonra bir defa yıkanır, sonra da
her namaz için bir abdest alır."
Bu da diğer hadîslerin
hükmünün kaldırıldığını açıkça göstermektedir.[314]
Sahîh olduğunda ise şüphe izhar eden olmamıştır.
1- İstihaze
kanı gören kadın, namaz ve orucu, tavaf ve Kur'ân okumayı terketmez.
2- Kocasıyla
cinsel temasta bulunabilir. (Ancak sağlık yönünden bir sakınca olduğu uzman
bir doktor tarafından belirtilirse o takdirde temastan kaçınır).
3- İstihaza
kanı gören kadın, kanı aktığı sürece her namaz vakti girince, diğer özür
sahipleri gibi, abdest alması gerekir.
4- İstihaza
kanı sürüp giderken bu arada ayhali süresi başlar ve kendisi de bunu ayırd
edebiliyorsa, o zaman namazı bırakır. Ramazanda ise: O süre içinde oruç tutmaz
ve cinsel temasta bulunmaz. Süre dolunca gusleder ve sonra her namaz için
abdest alıp ibâdetini yerine getirir.
5- İstahaza
kanı gören kadın, akan kanın etrafı kirletmemesi ve dikkatleri çekmemesi için
sıkıca bez tutunur ve buna dikkat gösterir.
İstihaza konusunda
Sıddîk Hasan Han, hadîslerden bir kısmını nakledip bazı açıklamalarda
bulunmuştur. Konuya yeteri kadar ağırlık verdiğimiz için onun açıklamalarını
nakletmeye gerek görmedik. Bununla beraber arzu edenler Fethülallâm li-Şerhi
Bülûğil-Meram: 1/71, 72'ye bakabilirler.
Fıkhü's-Sünne'de ise
İstihaza hakkında şu açıklama yapılmıştır:
Müstehazanın üç hali
vardır:
1- Ayhali
süresi, istihaza olmadan önce belli olmuştur. İstihaza hali başlayınca ayhali
süresi bilinen müddettir ve bu, hayz müddetidir. Geri kalan süre istihaza
müddetidir.
Müellif buna delil
olarak Ümmu Seleme hadisini naklederek göstermiştir.
2- Kan
akması hep devam etmiştir, o yüzden kadının ayhali süresi belli olmamıştır,
yani kesin bilinmemektedir, o yüzden ayhali kanını ayırd edememektedir. Bu
durumda kadının âdet görme süresi altı veya yedi gün sayılır, çünkü çoğu
kadınların âdeti bu kadar sürmektedir. Bu takdirde kadının kanı kesilince, ya
yirmi dört gece ve gündüzün, ya da yirmiüç gece ve gündüzün namazını kılar.
Müellif bu hususta
Hamene bint Cahş (r.a.) hadisiyle istidlal etmiştir.
3- Kadının
belli bir âdeti yoktur. Ancak âdet görme kanıyla diğer kanları ayırd edebilecek
durumdadır. Bu durumda kadın ayırd etmesine göre amel eder. Koyu kırmızı,
siyaha meyil renkte akan kan ayhali kanıdır. O devam ettikçe namaz kılmaz, oruç
tutmaz. Rengi değişince, istihaza kanı başladığına hükmeder ve yıkanıp namaza
başlar.
Özetini verdiğimiz bu
bölümde müellif, Fatıma bint Ebî Hubeyş (r.a.) hadîsiyle istidlal etmiştir.
1- Hiçbir
namaz için gusletmesi gerekmez. Ancak ayhali dönemi başlayıp sona erince bir
defa gusleder. Cumhur da aynı görüştedir.
2- Her namaz
için bir abdest alması vâcibdir. Çünkü bu hususta Buharî'nin sahih rivayeti
vardır.
3- Abdest
almadan önce fercini iyice yıkar ve temiz bir bezle iyice kendini korur,
necasetin akmasına meydan vermez. Bu vâcib olmamakla beraber önemlidir.
4- Namaz
vakti girmeden abdest alamaz. Cumhurun görüşü de budur...
5- Kocasıyla
cinsel temasta bulunabilir. Çünkü bu hususta tahrîm ile ilgili hiçbir delîl
vârid olmamıştır.
6- Diğer
temizlenmiş kadınlarla ilgili hükümler onun için de geçerlidir. Namaz kılar,
oruç tutar, i'tikâf yapar, Kur'ân okur, Mushafa el sürer ve onu taşıyabilir;
diğer bütün ibâdetleri yapabilir.[315]
Bunun üç önemli
te'siri söz konusudur. İnsanın kendini kaybetme haline "bayılma
olayı" denir. Bu durumda hiçbir şey duymaz, kımıldamadan yatar. Kan
dolaşımı duraksar, solunum zayıflar. Belirtilen durumdan kurtulmaya ise "ayılma" denir.
Bayılma çoğunlukla
birtakım te'sîrler altında, beyin damarlarının birdenbire büzülerek beyne
yeteri kadar kan gitmemesinden ileri gelir. O halde ayıldıktan sonra beyin
damarlarını iyice harekete geçirmek, sinir sisteminde meydana gelen gevşemeyi
önlemek ve bayılanın zindelik kazanmasını sağlamak için -şartlar elverdiği
takdirde- banyo yapması, yani gusletmesi tavsiye edilmiştir.
Yukarıda bayılma olayı
geçip ayıldıktan sonra gusletmenin üç yararı bulunduğuna işaret etmiştik.
Onları şöyle özetleyebiliriz:
1- Yapılan
banyo ile sinir uçlarını çok daha duyarlı hale sokup beyinde büzülen
damarlarının daha iyi açılıp hareketini sağlar.
2- Kalbi
yatıştırıp sıkıntının tamamen giderilmesine yardımcı olur.
3- Ruha
mânevi gıda vererek ruhla beden arasında bozulan dengeyi düzeltir.
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, bayıldıktan sonra gusletmeyi hem kavli, hem fiilî sünnetiyle
açıklamıştır. Hz. Aişe (r.a.) validemizden yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz (hastalandığı günlerde) birden, ağırlaştı (da kendinden geçti, bir
bakıma bayıldı). Kendine gelince, "İnsanlar namaz kıldılar mı?"
diye sordu. Biz de, "hayır, kılmadılar seni bekliyorlar" diye cevap
verdik. Bunun üzerine "genişçe küpe benim için su koyun" buyurdu.
Biz de öyle yaptık. Peygamberimiz (a.s.) guslettikten sonra sıkıntı ve
meşakkatle gitmek istedi, derken bayılıp kendinden geçti. Ayıldıktan sonra,
"İnsanlar namaz kıldılar mı?" diye sordu. Biz de "hayır, seni
bekliyorlar" dedik. Bunun üzerine: "Benim için genişçe küpe su
koyun" buyurdu. Biz de öyle yaptık. Resûlüllah (a.s.) yıkandı
(gusletti) ve sonra bütün gücünü toplayıp sıkıntı ve meşakkatle gitmeye
çalıştı, derken bayılıp kendinden geçti. Ayılınca yine sordu: "İnsanlar
namaz kıldılar mı?" Biz de "hayır, onlar seni bekliyorlar"
dedik. Resûlüllah'ın, halka namaz kıldırması için Ebubekir'e olan emrini hemen
ulaştırdım..."[316]
Hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Baygınlık
olayı geçip ayıldıktan sonra yıkanmak, yani gusletmek te'kiden müstehabdır.
2- Hava
soğuk değilse, bu guslün soğuk su ile yapılması mendubdur.
Hadîsin ışığında
müctehid imamların istidlal ve
ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Onaltı şeyden dolayı
gusletmek mendubdur. Onlardan biri de, cinnet getirdikten, sarhoşluk geçtikten
ve baygınlık olayı sona erdikten sonra gusletmektir.[317]
b) İmam Şafii, el-Ümm'de cinnet getirip aklî dengesini
kaybeden kişilerin çoğunun beli bollaşdığı, yani menilerinin aktığını söyleyenler
vardır, eğer durum öyle ise, kendine gelince gusletmesi vâcib olur. Bu hususta
şüphe ederse, gusletmesinin müstehab olduğunu söylerim ki bu bir ihtiyattır,
diyor ve bayıldıktan sonra gusletmekten söz etmiyor.[318]
Şafiî fukahasından
el-Hazremî müftisi Seyyir Abdurrahman b. Muhammed ise Buğyetü'l-müsterşidîn
adlı eserinde şöyle diyor:
"Bayılan kimsenin
ayılınca gusletmesi sünnettir. Baygınlık tekrar ettikçe, guslün de
tekrarlanması sünnettir. Sarhoş kimsenin de ayılınca gusletmesi
böyledir."[319]
c)
Hanbeli'lere göre:
Aklın zâil olması da
abdesti bozan sebeblerden biridir. Bu da iki kısma ayrılır: Uyku ve başka bir
sebep... İkincisi, cinnet getirmek, bayılmak, sarhoş olmak ve benzeri
durumlardır. Bu halin azı da çoğu da abdesti bozacağında icma, vardır. Nitekim
İbn Münzir, bayılan kişinin abdest almasının vücubu hakkında âlimlerin icma'ı
vardır, demiştir. Çünkü bunların duyarlığı, uyuyan kişinin duyarlığından çok
daha uzaktır. Uyuyanın abdesti bozulduğuna göre bunların bozulmasının daha evlâ
olduğu kesindir.[320]
Sünnet olan
gusüllerden biri de, cinnet getirdikten sonra ayılan kimsenin ve bayıldıktan
sonra kendine gelen kimsenin gusletmesidir. Ancak bu halde inzal vaki olmamışsa
bu böyledir, inzal vaki olmuşsa, gusletmeleri vâcibdir.[321]
d) Mâlikîlere göre:
Mendup olan gusüller
sekizdir: Ölü yıkayanın, Mekke'ye girmek isteyenin, Tavaf yapmayı arzu edenin,
Arafat'ta vakfeye hazırlananın, Medine'ye girmek üzere olanın,
İslâm'a, girenin, istihaza kanı kesilen kadının gusletmeleri bu
cümledendir... [322]
Böylece Mâlikîler, baygınlık
geçirip ayılan kimsenin gusletmesini mendub gusüller arasına almamışlardır.
Sünnet gusüller arasında zaten zikretmemişlerdir.
1- Baygınlık
geçirdikten sonra ayılıp kendine gelen kimsenin gusletmesi sünnet veya
müstehabdır.
2- Baygınlık
hâlinde meni akmışsa, gusletmesi vâcibdir.
3- Cinnet
getiren kimsenin kendine gelince, sarhoşunda ayık duruma gelince gusletmeleri
müstehabdır.
4- Baygınlık
hali tekrar ettikçe, guslü tekrarlamak da müstehabdır.
Bilindiği gibi İslâm,
ibâdeti âdetten ayırmak için ona resmiyet kazandırmış, herkesin arzusuna değil,
şâri'in muradına göre yerine getirilmesini emretmiştir. Aksi halde ibâdet,
ibâdet olmaktan çıkar, mutad şeyler arasına girer...
O bakımdan sırf temizlik
için yapılan banyo ile vâcib olan veya sünnet sayılan bir guslü aynı kefeye
koyamayız. Birincisi mutad günlük veya haftalık temizlikler arasında yer alır;
ikincisi, hem temizlik, hem beden ve ruh sağlığı, hem ilâhî rızayı tahsil, hem
de uhrevî mükâfatlara vesiledir.
Bunun için farz,
vâcib, sünnet ve adabına uygun yapılan bir guslün elbetteki sevap ve fazileti
çok büyüktür. Örnek Resülüllah (a.s.) Efendimiz'dir. Onun bu husustaki kavli ve
fiilî sünnetleri bize en doğruyu öğretir.
İlgili hadîsler:
Hz. Aişe (r.a.)
Validemiz'den yapılan rivayette, demiştir ki:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz cenabetten dolayı gusletmek istediğinde, önce iki elini yıkamakla
başlardı. Sonra da sağ eline aldığı suyu sol eline boşaltıp edep yerini yıkar,
sonra da namaz için alınan abdest gibi bir abdest alırdı. Sonra da eline su
alıp (başındaki) kılların altına nüfuz edecek şekilde parmaklarını kılların
altına sokar, o kadar ki, iyice kendini (kir ve kuru yer kalmaktan) beri
kıldığını görünceye kadar devam eder ve böylece iki avucuna su doldurup başının
üzerine üç defa döker ve sonra da bedeninin diğer kısımlarına akıtıp yıkar, en
son olarak da iki ayağını yıkardı."[323]
İki şeyhin yaptıkları
diğer bir rivayette şu ilâve yer almıştır:
"Sonra iki eliyle
kıllarının arasını hilâllar, tâki bedeninin yüzeyini iyice su ile yıkayıp
tamamladığına kanaat hasıl edince, üzerine üç defa su akıtırdı..."
Hz. Aişe (r.a.)
Validemizden yapılan rivayette demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz cenabetten dolayı guslederken, içine süt sağılan çanağa
benzer bir kap ister, (içindeki suyu) avucuyla alır ve başının sağ tarafından
başlar, sonra iki avucuyla alıp başının üzerine dökerdi."[324]
Hz. Meymune (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'in gusletmesi için su koydum. Önce iki elini boşaltıp
ellerini iki veya üç defa yıkadı. Sonra sağ eline aldığı suyu sol eline
boşaltarak edep yerlerini yıkadı ve elini yere sürdü. Sonra ağzına su alıp
çalkaladı, burnuna su çekti, son yüzünü ve iki elini (kollarını) yıkadı, sonra
başını üç defa yıkadı, sonra da suyu bedenine döktü yıkadı. Sonra bulunduğu
yerden biraz uzaklaşıp iki ayağını yıkadı. Kendisine kurulanması için bir bez
parçası getirdim, istemedi ve vücudundaki suyu eliyle silkmeye başladı..."[325]
Hz. Aişe (r.a.)
Validemiz'den yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz guslettikten sonra (ayrıca) abdest almazdı..."[326]
Cübeyir b. Mut'ım
(r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'in yanında cenabet guslünden söz ediyorduk. Buyurdu ki:
"Bana gelince,
iki avucumun dolusuyla su alıp başımın üzerine dökerim, ondan sonra da (su
alıp) bedenimin diğer yerleri üzerine akıtarak yıkarım..."[327]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-
Guslederken önce iki eli yıkamak sünnettir.
2- Su aldığı
yer, musluk veya benzeri bir şey değilse, bir tas veya benzeri bir kap da
kullanılmıyorsa, yıkanan sağ el ile kaptan su alıp sol ele boşaltmak suretiyle
edep yerlerini yıkamak da sünnettir.
Musluk ve benzeri yerlerden su almıyorsa, doğrudan sol el ile alıp edep
yerleri yıkanır.
3-
Gusletmeden önce, belirtilen temizlik yapıldıktan sonra namaz abdesti gibi bir
abdest almak da sünnettir.
4- Gusülde
baş ve sakaldaki kılları hilâllayıp suyu altına nüfuz ettirmek suretiyle
temizlik yapmak müstehabdır.
5-
Belirtilen yerleri yıkayıp temizledikten sonra önce başın üzerine üç defa bolca
su döküp ovmak ve sonra bedenin diğer kısımlarına suyu akıtıp yıkamak
vâcibdir. Yani başı bir defa, bedeni de bir defa iyice yıkamak farz, iki ve üç
defa yıkamak sünnettir.
6- Başı
yıkarken önce sağ tarafından başlamak müstehabdar.
7-
Gusülhâne'de yıkanılıyorsa, ayaklar bedenden akan suyun içinde ise, onları
yıkamayı en sona bırakıp biraz kenara çekildikten sonra gerektiği şekilde
yıkamak hem farzın yerine gelmesini, hem de sünnete uyulmasını sağlar.
8- Gusülde
edep yerlerini yıkadıktan sonra eli ya sabun ya da benzeri temizleyici bir
şeyle yıkamak müstehabdır.
9-
Guslettikten sonra bir bezle kurulanmak ihtilaflıdır. Alimlerin çoğuna göre,
menduptur. Resûlüllah'ın (a.s.) Hz. Meymune'nin verdiği bez ile
kurulanmamasının başka sebepleri vardır...
10-
Guslettikten sonra abdest almaya gerek yoktur. Çünkü büyük hadesin kalkmasıyla
küçük hades de kalkmış kabul edilir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit, istidlal ve
ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Gusle başlarken elleri
bileklere kadar üç defa yıkamak, sonra edep yerini yıkayıp pisliği gidermek,
sonra da namaz abdestine benzer abdest almak, sadece ayakları yıkamayıp en sona
bırakmak sünnettir.
Aynı zamanda edep
yerinin yıkanmasını gusülde öne almak, ister üzerinde necaset bulunsun, ister
bulunmasın, sünnettir. Bunun gibi, gusülden önce abdest de almak sünnettir.
el-Hasan'dan yapılan rivayete göre, abdest alırken başını meshetmez. Ama sahih
kavle göre, mesheder. Sonra da suyu başına ve bedeninin diğer kısımlarına üçer
defa dökmek suretiyle yıkar. Birinci defa su döküp baş ve bedenini yıkamak
farz, ikinci ve üçüncü defa yıkamak, sahih savle göre sünnettir.
Suyu bedene dökmenin keyfiyeti
ise şöyledir: Önce sağ omuzuna üç defa, sonra sol omuzuna üç defa, sonra da
başına ve bedeninin diğer kısımlarına üçer defa döküp yıkar. En sahih olan
şekli de budur. Sonra da yıkandığı yerden biraz aralanıp iki ayağını yıkar.
Şayet ayakları yüksekçe bir cisim üzerinde bulunuyorsa, ilk abdest aldığı zaman
yıkaması daha uygun olur.[328]
b) Şâfiîlere
göre:
Guslün başlangıcında
niyet getirilir. Bedenin dış kısmının tamamı yıkanır, o kadar ki, tırnakların
altı, kılların dip kısmı, kulakların kıvrımları ve edep yerlerinin zahirî kısmı
yıkamanın kapsamı içine alınır. Ağza su alıp çalkamak, burna su çekmek vâcib
değildir, sünnettir. Göz ve burundaki kılları yıkamak da öyle...
Guslün en kâmili,
bedendeki pislikleri yıkayıp gidermektir. Gerek necaseti gidermek için, gerekse
guslün farzını yerine getirmek için birer defa yıkamak kâfi gelir, yani farz
yerine gelmiş olur. Edep yerlerindeki pisliği giderdikten sonra abdest almak,
sünnete uymayı sağlar. Bedendeki koltuk altı, göbek çukuru gibi yerlere suyun
nüfuzunu sağlar. Saç ve sakalının kıllarını hilâllar. Bu amelyeden sonra başına
su döküp yıkar, sonra sağ tarafına ve sonra da sol tarafına su döküp yıkar.
Sözünü ettiğimiz bu tertip israftan uzak, suyun bedene ulaşmasına güven verici
bir anlam taşır. Vücudu ovmak ve belirtilen yerlere üçer defa su dökmek
sünnettir. Bütün bunları ardarda yapar, abdestte olduğu gibi...[329]
c)
Hanbelîlere göre:
Tastamam gusletmek
için şu on, hususu yerine getirmeye özen gösterilir:
1- Gusle
niyet edilir.
2- Besmele
getirilir.
3- Eller üç
defa yıkanır.
4- Edep
yerlerinde ve diğer kesimlerde bulunan pislik giderilir.
5- Namaz
abdesti gibi abdest alınır.
6- Saçların
altına geçecek şekilde başa üç defa su dökülür yıkanır.
7- Bedenin
diğer yerlerine de su akıtılıp yıkanır.
8- Sağ
yanından yıkanmaya başlanır.
9- El ile
bedenin her tarafı -mümkün olduğu nisbette- ovulur.
10-
Yıkandığı yerden biraz geri çekilip iki ayağın yıkanması sağlanır.
Ayrıca henüz başına ve
sakalına su dökmeden parmakları iyice ıslatıp kılların arası hilâllanır.
Nitekim İmam Ahmed,
"gusül, Hz. Aişe (r.a.)'nın rivayet ettiği hadîse göre yerine
getirilir" demiştir.[330]
d)
Mâlikilere göre:
İmam Mâlik bu konuda
Urve tarikıyla Hz. Aişe'nin Resûlüllah'ın (a.s.) guslünü tarifini esas alarak
istidlalde bulunmuştur. Muvatta'da Hz. Aişe'den şu üç rivayeti yapmıştır:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz cenabetten dolayı guslederken, önce ellerini yıkamakla
başlar, sonra namaz abdesti gibi abdes alır, sonra parmaklarını suya sokup saçlarının
altını hilâllar, sonra başına iki eliyle avuç dolusu su döker, sonra da suyu
bütün bedenine akıtarak yıkardı."
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz cenabetten dolayı guslederken farak (16 rıtıl büyüklüğünde bir
ölçek) den olan kaptan (su alıp) guslederdi." Hz. Aişe’den (r.a.) kadının
nasıl gusledeceğinden sorulunca şöyle demiştir:
"İki avucunu su
ile doldurup, başına döküp yıkar ve elleriyle başını ovup temizler..."[331]
Ayrıca Mâlikîler İbn
Ömer'in (r.a.) cenabetten dolayı yaptığı guslü ihticaca uygun görmemişlerdir.
Nâfi'in yaptığı rivayete göre, Abdullah b. Ömer (r.a.) cenabetten dolayı
guslederken, önce sağ eline su doldurup onu yıkar ve sonra edep yerine su döküp
orayı yıkar, sonra ağzına su alıp çalkar, burnuna su çekip sümkürür, sonra
yüzünü yıkar ve gözlerine su serper. Sonra sağ elini, (kolun) ve arkasında sol
elini (kolunu) yıkar. Sonra başını yıkayıp bedenine su dökerek yıkanmasını
(tamamlar)."[332]
Konuyla ilgili
rivayetler ve tahliller:
919 no'lu Hz. Aişe
hadîsinden, gusülden sonra abdest almaya gerek olmadığı anlaşılıyor. Ancak
gusle başlarken namaz abdesti gibi abdest almayan kimsenin sadece gusletmekle
abdesti de yerine gelmiş olur mu? Bu hususta ilim adamlarının görüşü farklıdır:
İbn Battal, bu durumda da abdest almanın gerekmediği hakkında icma' vardır,
demişse de Şevkanî bu görüşün merdud olduğunu söyler. Ebu Sevr ile Dâvud
ez-Zahirî'ye göre, gusül abdest yerine geçmez. Yani abdest almadan gusleden bir
kimsenin namaz ve diğer abdeste dayalı olan bir ibâdet için abdest almanın
gerektiğini söylemişlerdir. Müctehid imamların çoğu ise, küçük taharetin büyük
taharetin kapsamına girdiğini, böylece gusleden kimsenin ayrıca abdest
almasına gerek olmadığını belirtmişlerdir. Zeyd b. Ali de aynı görüştedir.
Çünkü gusülden sonra abdestin vücubuna delâlet eden bir delîl vârid olmamıştır.[333]
920, 921 no'lu
hadîslerin sahîh olduğunda icma' vardır. O bakımdan bu hadîsler üzerinde
farklı görüş ortaya koyan olmamıştır.
922 no’lu hadîs
hakkında Tirmizî "hasenün sahihün" kaydını koymuştun Aynı hadîs
Beyhakî "ceyyid" isnadlarla tahric etmiştir. Bu babda İbn Ömer'den
merfu'an ve yine ondan mevkuf’en rivayetler vardır. Şöyleki ondan, gusülden
sonra abdestin gerekli olup olmadığı sorulduğunda şöyle demiştir: "Hangi
abdest gusülden daha umumîdir ve kapsamlıdır?"[334]
Yine bir adam, İbn
Ömer'e (r.a.), "ben gusülden sonra abdest alıyorum" deyince ona şunu
söylemiştir: "Gerçekten sen iyice derine gömülüyorsun!"
Hz. Huzeyfe de (r.a.),
"Sizden birine tepesinden ayağına kadar yıkanmak yetmiyor mu ki, bir de
abdest almaya kalksın!.."
Ebubekir b. Arabi de
şöyle demiştir:
"İlim
adamlarından kimse abdestin gusül kapsamına girdiğinde ihtilâf
etmemiştir."
923 no'lu Cübeyr
hadîsinin ricali, rical-i sahîh'tir.
Bunu kuvvetlendirir
mâna ve muhtevada Ümmu Seleme hadisi vardır. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona,
"Başına üç avuç dolusu su döküp yıkaman ve sonra suyu bedenine akıtıp
yıkaman sana kâfi gelir ve o takdirde temizlenmiş (cünüpten kurtulmuş)
olursun."[335]
Bu iki rivayete
dayanan ilim adamları, gusülde ağza su verip çalkamanın, buruna su çekmenin
vâcib olmadığını istidlal etmişlerdir. Nitekim İmam Şafiî de aynı görüştedir.
1-
Gusletmeyi irade etmek, ona niyet getirmek demektir. O halde gusle niyet
edilir. (Ancak bu hususta müctehid imamların hepsi aynı görüşte değildir).
2- Besmele
getirmek müstehabdır.
3- Elleri üç
defa yıkamak müstehabdır, kimine göre sünnettir. Ellerde necis varsa yıkanması
vâcibdir.
4- Ellerde
necaset bulunsun bulunmasın yıkamadan su kabına sokmak mekruhtur. Necaset
varsa, suyu murdar eder.
5- Gusülden
önce edeb yerlerini iyice yıkayıp temizlemek sünnettir.
6- Gusülden
önce namaz abdesti gibi abdest almak sünnettir. Bunun müstehab olduğunu
söyleyenler de var...
7- Saç ve
sakal kıllarının altına suyun nüfuz etmesi sağlanır ve bu vâcibdir.
8- Başı ve
vücudu kaplarcasına bir defa yıkamak farzdır. İkinci ve üçüncü defa yine
kaplarcasına yıkamak sünnettir.
9-
Rivayetlerin farklılık arzetmesi sebebiyle, ilim adamlarının kimine göre,
gusle önce başa su dökmekle başlanır. Kimine göre, sağ ve sonra sol omuzlara su
döküp yıkanmakla başlanır, sonra da başa su dökülür. Böyle veya öyle yapmak
müstehabdır.
10- Sağ
taraftan başlayıp yıkamak da sünnet veya müstehabtır.
11-
Guslederken ellerle bedeni ovmak müstehabdır.
12-
Yıkandığı yerde ayaklar yüksekçe bir cisim üzerinde bulmuyorsa, gusülden önce
abdest alırken ayaklar da yıkanır. Yüksek bir cisim üzerinde değilse, guslün
sonunda o yerden biraz uzaklaşarak ayaklar yıkanır. Bu da müstehabdır.
13- Gusülden
sonra abdest almaya gerek yoktur. Büyük hadesin kalkmasıyla küçük hades
(abdest) de kalkmış kabul edilir.
14- Gusle
başlarken abdest' almayan kimsenin de guslü tamamdır ve o gusülden sonra çoğu
ilim adamlarına göre, abdest almaya gerek yok. Fetva bu görüşe göredir.
15- İmam
Şafiî ve diğer bazı ictihad seviyesinde olan ilim idamlarına göre, gusülde ağız
ve buruna su vermek vâcib değildir.
İslâm temizliğe ne
kadar önem vermişse, her iş ve ibâdette kolaylık sağlamaya da yer ayırmıştır.
Kitabımızın baş kısmında necaseti giderme ve temizlik konularında bunun birçok
misallerini görmek mümkün.
"Kolaylaştırın
zorlaştırmayın; müjdeleyin bıkkınlık ve nefret vermeyin!" sözü Peygamber (a.s.) Efendimiz'e aittir.
Abdest nasıl bir
ibâdet sayılıyorsa, gusül de öyle. Su bulunmadığı veya suyu kullanma imkânı
olmadığı zamanlarda kolaylık olsun diye dinimiz teyemmümü emretmiştir.
Şüphesiz ki bunda büyük bir kolaylık söz konusudur. Seferi namazlar ve Şafiî
mezhebine göre seferde "cem'u takdim" ve "cem'u te'hîr" hep
bu kolaylığı yansıtmıyor mu?
Gusül çok yönlü bir
ibâdettir: Bir yandan ruhu cilalamaya, bir yandan kalbe huzur vermeye, bir
yandan sinir sistemini ve kan dolaşımını ayarlamaya, bir yandan temizliği
sağlamaya ve en önemlisi de Allah ve Resulünün emrini yerine getirmeye
yöneliktir. Haftada dört beş gün veya her gün gusletmesi gereken gür saçlı ve
saçlı ve saçları örgülü bir hanımı düşünelim. Saçlarının örgüsünü açması
başlıbaşına bir külfet. Kaldı ki bir de bu kadının akşama kadar ardı arkası
kesilmez işleri varsa... Onun için genel temizlik yapılırken elbetteki
örgüleri çözüp yıkamak lüzumludur. Ama sık sık dinî bir vücubu yerine
getirirken buna lüzum, görülmemiştir.
İlgili hadîsler:
Ümmu Seleme (r.a.)'dan
yapılan rivayette, şöyle dediği bildiriliyor:
"Ya Resûlellah!
dedim. Doğrusu ben saçı sık örgülü olan bir kadınım. Cenabetten dolayı gusül
için örgüleri çözeyim mi?"
Dîye sorduğumda
Efendimiz şöyle buyurdu:
"Hayır, sadece
başına üç defa ikişer avuç dolusu su dökmen, sonra da bedenine suyu döküp
temizlenmem sana yeter!"[336]
Ubeyd b. Umeyr'den
yapılan rivayette, şöyle demiştir: Abdullah b. Ömer'in (r.a.) kadınlara
guslederken saçlarını (örgülerini) çözmelerini emrettiği haberi Hz. Aişe'ye
(r.a.) ulaşınca hayretini ifade ederek dedi ki:
"Doğrusu hayret
(ediyorum) İbn Ömer'e, kadınlara guslettikleri zaman saçlarını çözmelerini
emrediyormuş!. Onlara başlarını tıraş etmelerini emretmiyor mu? And olsun ki,
benle Resûlullah (a.s.) Efendimiz bir tek kaptan su alıp guslederdik, ben
başıma üç defa su dökmekten fazla bir şey yapmazdım..."[337]
"Kadın
cenabetten dolayı guslettiği zaman saçların (ın örgülerini çözmez (veya
çözmesin)!"[338]
Hz. Ali (r.a.)'den
yapılan rivayette şöyle demiştir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'den işittim buyurdu ki:
"Kim
cenabetten bir kıl (kadar olsun) bir yeri bırakıp oraya su dokunmazca, Allah
üzerine ona ateşten şöyle şöyle yapması (bir hak olur)."[339]
Hz. Ali devamla diyor
ki: İşte bundan sonra saçlarıma düşman olmaya başladım..
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: "Şüphesiz ki her kılın altında cenabet vardır. O halde
saçları yıkayın ve teni iyice temizleyin!"[340]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Çok saç
ve örgülü saç kadınlara mahsustur. O bakımdan onlar guslederken örgülerini
çözmelerine gerek yoktur. Sadece başlarına üç defa ikişer avuç dolusu kadar su
dökmeleri yeter.
2-
Erkeklerin saçlarını kadınlar gibi uzatması ve saçlarını örgülü hale getirmesi
mekruhtur. O bakımdan erkekler guslederken saçlarını iyice yıkamakla
emrolunmuşlardır.
3-
Guslederken tenin her tarafını yıkamak farzdır. Az bir kuru yerin kalması,
guslün tamamlanmadığına delâlet eder
ve kişi bunun farkında olduğu halde o yeri yıkamaz, yani su dokundurmazsa
gusletmiş sayılmaz. Farkında değilse bir şey gerekmez.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Guslederken suyu saç
ve sakalın arasına ve dibine ulaştırmak vâcibdir. Aynı zamanda kadının da
saçları çözük ise suyu iyice aralarına nüfuz ettirmesi vâcibdir. Nitekim aynı
hususu Fakiyh Ebu Cafer el-Hendavanî de belirtmiştir. Çünkü bu durumda kadının,
suyu saçlarının arasına külfetsiz ulaştırması mümkündür. Saçları örgülü
olduğu zaman, suyu aralarına ulaştırmak vâcib midir? İleri gelen fakiyhlerin bu
meselede görüşleri farklıdır: Kimine göre vâcibdir, çünkü Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, "her kılın altında cenabet vardır, o halde saçları ıslatın,
teninizi iyice paklayın!" buyurmuştur. Kimine göre ise, vâcib
değildir. Bu, aynı zamanda Şeyh İmam Ebubekir b. Fazl el-Buharî'nin ihtiyar
ettiği görüştür. Çünkü Ümmü Seleme'nin Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den,
"Ben saçı gür ve örgülü bir kadınım, guslederken saçlarımı çözeyim
mi?" diye sorması, Efendimiz'in de "Başına ve bedeninin geri kalan
kısmına su dök, bu su saçın altına ulaşırsa, sana yeter..." diye cevap
vermesi gusülde saçları çözmenin vâcib olmadığına delâlet etmektedir [341]
b) Şâfiîlere
göre:
Gusülde bedenin dış
kısmının tamamını yıkamak farzdır. O kadar ki, tırnakları, saçları sık ve gür
bile olsa saçların deriyle bitiştiği kısımları, kulak kıvrımlarını ve
otururken aldığı vaziyete göre edep yerlerini yıkamak bedenin dış kısmına
girer.[342]
Abdurrahman el-Cezirî
ise, Şâfiîlerin görüşünü şöyle açıklıyor: "Bedenin zahirini kapsar şekilde
yıkamak, beden üzerindeki mevcut kılları da içine alır. Saçların ister seyrek,
ister sık olsun, yıkama hususunda fark etmez, iç ve dışlarına suyun girmesi
gerekir. Öyle ki suyun kılları arasına girmesi vâcibdir. Ancak sık ve gür
kılların temas kurduğu deriye ulaşması şart değildir. Çünkü bunda meşakkat söz
konusudur. Ayrıca suyun geçmesine engel teşkil ettiği takdirde kadınların
örgülü saçlarını çözmeleri de vâcibdir. Bu hususta erkekle kadın arasında fark
yoktur. Saçlar fazlasıyla sık olup bir bakıma keçe gibi girift bir halde ise, o
takdirde gusülde suyun onların içine ulaşması vâcib değildir. Sadece
meşakkatsiz suyun ulaştığı yerleri dikkate alıp yıkamak gerekir. O kadar ki,
bu düzeyde bedende azıcık yıkanmadık yer kalırsa, gusül hükümsüz olur.[343]
c)
Hanbelîlere göre:
Saçların ister seyrek,
ister sık ve gür olsun başın derisini de gusülde yıkamak vâcibdir. Bunun gibi
bedendeki kılların altını, örneğin sakalın temas kurduğu cildi yıkamak da
böyledir.
Hanbeliler bu meselede
Hz. Esma'dan ve bir de Hz. Ali'den (r.a.) rivayet edilen hadîslerle istidlal
etmişlerdir.
Bedendeki sarkan
kılların, sarkık kısmını yıkamak gerekir mi? Çeneyi aşan sakal, kulak
yumuşağını aşan saç ve benzeri kılların sarkan kısmının yıkanıp yıkanmayacağı
hakkında iki görüş vardır: Yıkanması vâcibdir. Bu Hanbelilerin ve Şâfiîlerin
kavlidir. "Her kılın altında cenabet vardır..." mealindeki
hadîsle istidlal etmişlerdir. Vâcib değildir. Bu, Ebû Hanîfe'nin kavlidir. "Başına
üç defa iki avuç dolusu su dökmen.........
sana yeter," mealindeki
hadîsle de bunlar istidlal etmiştir.[344]
d)
Mâlikilere göre:
Bedeni ve bedendeki
bütün kılları kapsarcasına yıkamak farzdır. Saç ve sakal iyice hilâllanır,
suyun alta geçmesi sağlanır, kadınların örgülerine gelince, bunlar üç veya
daha fazla ise ve her biri ip veya benzeri bir şeyle bağlanmışsa, çözülmesi
herhalde vâcibdir. Üçden az olup iple bağlanmışsa, veya ipsiz örülmüş vaziyette
ise çözülmesi vâcib değildir. Çünkü bu durumda suyun alta nüfuz etmesi
mümkündür. Örgü çok sık ve kalınca olur da suyun alta geçmesine engel olursa, o
takdirde çözülmesi vâcibdir.
Düğünlerde gelin
olacak kızın saçlarına güzel kokular sürülmüş ve bir takım takılar takılmışsa,
o takdirde gusletmesi gerektiği zaman, başını yıkaması gerekmez, sadece ıslak
elle meshetmesi bu mezhebe göre yeterlidir. Hattâ bedenin muhtelif yerlerinde
güzel koku, takı ve benzeri şeyler bulunuyor da çıkarılması sıkıntı meydana
getiriyorsa, teyemmüm etmekle yetinir.[345]
932 no'lu Ümmu Seleme hadîsi hakkında Tirmizî
"hasen-sahîh" kaydını koymuştur. Ancak ayhali sona erip yıkanması
gereken kadının örgülü saçlarını açıp iyice yıkaması, yani guslederken hem
bedenini, hem de saçlarını iyice temizlemesi vâcibdir. Sadece başına iki avuç
dolusu su dökmek yeterli değildir. Çünkü en az bir haftadan beri ayhali devam
eden ve bu arada yıkanmayan kadının durumuyla, sık sık cenabetten dolayı
gusleden kadının durumu çok farklıdır. Birincisinin iyi bir temizliğe ihtiyacı
vardır. O bakımdan hayız ve nifas kanı kesilince gusleden kadının saçlarını
iyice yıkaması, örgülü kısmı varsa onları çözmesi emredilmiştir. Bu mes'elenin
önemine binâen fukahadan bazısı özel
bir fasıl açıp konuya açıklık ve ağırlık kazandırmıştır.
933 no'lu İbn Ömer ve
Hz. Aişe hadîsine gelince, bu iki fakiyh birbirine zıd gibi sanılan iki görüş
ortaya koymuştur. Burada iki ihtimâl söz konusudur. Ya İbn Ömer'e, Hz. Aişe'nin
(r.a.) ve o manada olan hadislerin ulaşmadığı söz konusudur; ya da bu onun
ictihadıdır. Üçüncü bir ihtimal daha ortaya koyanlar olmuştur, o da İbn Ömer'in
bu emri istihbab anlamında kullandığıdır.
Her şeye rağmen Hz.
Aişe'nin rivayeti tercih edilir, çünkü bu hususta daha fazla bilgiye sahiptir.
935 no'lu Hz. Ali
(r.a.) hadîsine gelince: İbn Hacer bunun isnadının sahîh olduğunu
belirtmiştir. Aynı hadîsi Ebû Dâvud ve İbn Mâce, Hammad rivayetinden tahrîc
etmişlerdir. Ama ilim adamlarından bir kısmı bu hadîsin, mevkuf olduğunu, yani
Hz. Ali'ye (r.a.) kadar uzanıp orada kaldığını söylemiştir. İmam Nevevî'ye
göre, zayıftır. Râvilerden Atâ' b. Sâib'in zayıf olduğu söylenir. Nitekim
Zehebî bu zatın ömrünün son yıllarında bunadığına dikkatleri çekerek onun
hakkında İmam Ahmed'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Atâ'dan önceleri
işitilen hadîsler ve rivayetler sahihtir, sonraları ise değildir", itibar
edilmez. Yahya b. Maîn ise, "Onun hadîsiyle ihticac edilmez"
demiştir. Ebû Hatim de aynı görüştedir, yani bunamadan önce kendisinden
işitilenler sahihtir, ondan sonrakilere itibar edilmez. Nesâî de buna yakın
bir söz söylemiştir.
Atâ ünlü hayız ve
kurra'dan biridir. Yüzyıla yakın yaşadığı ise bilinmektedir.[346]
Ayrıca sözünü
ettiğimiz hadîsin râvileri arasında Zazan da bulunuyor ki, bu zat hakkındaki
görüş ve tesbitler de hayli farklıdır.
Bu konuda Ebû
Hüreyre'den (r.a.) rivayet edilen, "Saçı su döküp ıslatın, teni iyice
temizleyin!" mealinde bir hadîs vardır ki, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn
Mâce ve Beyhakî tahrîc etmişlerdir. Hadîsin önemli râvisi sayılan Hars b. Vecih
vardır ki, bu zat zayıf kabul edilmiştir. Nitekim Ebû Dâvud "Şu Hars
varya, onun hadîsi münkerdir ve zayıftır" demiştir. Tirmizî ise, "Gariptir,
tanımıyoruz" diye belirtmiştir.
Böylece bu konuda Ümmu
Seleme ile Ubeyd b. Umeyr'in hadîsleri istidlal ve ihticaca daha uygundur.
Nitekim müctehid imamların çoğu bu iki hadîse dayanarak ictihadda
bulunmuşlardır.
1-
Guslederken saç ve sakalı hilâllamak vâcibdir.
2-
Erkeklerin saç ve sakallarının altına suyu ulaştırmaları gerekir. Ancak saç ve
sakal çok sık ve gür olursa, altına su geçirmek meşakkat doğurursa sadece
üzerine su döküp parmaklarla hilâlenir.
3-
Kadınların örgülü saçlarını çözmelerinde meşakkat varsa, guslederken
çözmeyebilirler. Ancak saçların altına suyun geçmesine de itinâ göstermeleri
sünnettir. Ayhali ve loğusa kanı kesildikten sonra yıkandıkları takdirde
herhalde örgülü saçlarını iyice açmaları, öylece gusletmeleri gerekir.
4-
Müctehidlerin çoğuna göre, gusülde ağzı ve burnu yıkamak vâcib değildir. İmam
Ebû Hanîfe'ye göre vâcibdir, çünkü ona göre, bu iki organ bedenin zahirinden
sayılır.
5- Ümmu
Seleme hadîsiyle istidlal edenlere göre, iki avuç dolusu su ile üç defa başa döküp
yıkamak, üç defa da bedenin diğer kısımlarını ıslatıp yıkamak yeterlidir, yani
gusül yerine gelmiş olur. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, ağza su alıp çalkalaması,
burnuna su çekmesi de gerekir.
6- Gelinlik
giyinip başına koku sürünen ve takılar taktıran kızların gusletmesi
gerektiğinde, sadece ıslak elle başlarını meshederler, bedenlerini ise
yıkarlar. Bedenlerinin de birçok yerinde bu kabil şeyler varsa, teyemmüm
etmekle yetinirler. Bu, İmam Mâlik'in mezhebidir...
İslâm her yerde
insanın edep ve terbiye, nezâket ve nezahet kaidelerine uymasını; şahsiyetini
küçültecek söz ve davranışlardan kaçınmasını emreden bir dindir. Özellikle
tesettür konusu üzerinde en çok bu din durmuş, kadın ve erkek için bir takım
kurallar koyup sınırlar çizmiştir. Aksine hareket edenleri takbih edip uhrevi
cezayla tehdîd etmiş ve yetkili makamların müdahalesine imkân tanımıştır.
Açık yerde soyunup
yıkanmaya cevaz vermemiş, herhalde yıkanması gerekiyorsa, gözlerden ırak bir
yer seçmesini veya örtünmesini emretmiştir. Aynı zamanda kimselerin
bulunmadığı açık bir yerde yıkanırken de avret mahallini kapalı tutması, yani
bir peştemalle örtünmesini vâcib kılmış, açılmayı haram saymıştır. Çünkü Allah
ve melekleri utanılmaya daha lâyıktır...
Konuyla ilgili
hadîsler:
Ya'lâ b. Ümeyye'den
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz bir adamın açık yerde soyunup yıkandığını görünce (üzüldü),
çıkıp Allah'a hamd-u senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki,
Aziz ve Celîl olan Allah haya sahibidir ve (günâhları, kusurları) örtüp
gizleyendir. O bakımdan hayâlı olmayı ve örtünmeyi sever. Sizden biri
guslettiği zaman örtünsün!"[347]
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: "İsrailoğulları çırılçıplak bir vaziyette yıkanırlar ve
birbirlerine bakarlardı. Musa Peygamber ise yalnız başına yıkanırdı. Bunun
üzerine dediler ki: Vallahi Musa'yı bizimle beraber yıkanmaktan alıkoyan tek
şey, onun hâyesinde (yumurta, erkeklik bezi) şişkinlik vardır."
Musa Peygamber bir
gün yıkanmak üzere gitmişti, elbisesini çıkarıp bir taş üzerine koydu, taş onun
elbisesini alıp kaçtı (veya bir rüzgâr alıp götürdü). Musa da o taşın peşine
takılıp, ey taş elbisemi, ey taş elbisemi! diyerek koşuyordu, derken
İsrailoğulları onun edep yerini gördüler, hâyesinde de şişkinlik olmadığını, Musa'da
bir arıza bulunmadığını müşahede ettiler. Sonunda Musa elbisesini yakalayıp
aldı ve taşa da bir darbe vurdu."[348]
Ali b. Zeyd'den yapılan
rivayette, Enes b. Mâlik (r.a.), Peygamber (a.s.) Efendimizin şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Şüphesiz ki
Musa b. İmrân (a.s.) suya girmek istediğinde, suya iyice girip edep yerleri
görülmeyecek seviyeye geldikten sonra elbisesini sokardı."[349]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Açık
yerde veya insanların bulunduğu kapalı bir yerde yıkanırken edep yerlerini
diğer bir tabirle örtünmesi emredilen yerleri örtüp öylece yıkanmak gerekir. Bunun
için peştemal ve benzeri bir bez kullanılabilir.
2-
Erkeklerin diz kapağıyla göbek arasını açık tutması haramdır. Kadınların ise,
erkekler arasında örtünmüş bir halde bile olsa yıkanması haramdır; kendi
kocası, oğlu, babası, kızkardeşleri gibi mahremleri yanında örtülü bir halde
yıkanmasında bir sakınca yoktur. Kocasının yanında edep yeri kapalı olmak
kaydıyla çıplak bir halde yıkanabilir.
3- Banyoda
tek başına yıkanan kimsenin örtünmesi şart değildir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, istidlal, ihticac ve
tesbitleri:
a) Hanefîlere göre:
İnsanların
birbirlerinin mahrem yerlerine bakması dört kısımla toplanır: Erkeğin erkeğe,
kadının kadına, kadının erkeğe, erkeğin kadına bakması...
Erkeğin erkeğe
bakması, avret yeri müstesna caizdir. Bunda icma' vardır. el-Muhtar Şerhi
el-İhtiyarda'da aynı husus açıklanmıştır. Erkeğin avret yeri, göbeğiyle
dizkapağı arasıdır. Diz kapağı da çoğuna göre avret yerine girer.
Tatarhaniye'de belirtildiğine göre, İmam Ebû Hanîfe, hamamcının hamamda
yıkanan adamın avret yerine bakmasında bir sakınca görmemiştir. Erkeğin erkeğe
bakması hususunda, bakması mübah olan yerlere elle dokunmasında da bir sakınca
yoktur. el-Hidâye'de de bu husus açıklanmıştır.
Kadının kadına
bakması, erkeğin erkeğe bakması gibidir. En sahih olan da budur. Ancak bir
kadının diğer kadının karın nahiyesine şehvetle bakması caiz değildir. Saliha
bir kadının kendi vücudunu ahlâksız bir kadına açıp göstermesi asla lâyık
değildir.
Kadının erkeğe
bakması, erkeğin erkeğe bakması gibidir. Tabii erkekten maksad, kadının kocası
değil de yabancı kimsedir. O halde kadın yabancı bir erkeğin göbekle diz
kapağı dışındaki yerlerine bakabilir. Şu şartla ki, hem şehevî bir duyguyla
bakmayacak, hem baktığında böyle bir his uyanmayacak... Aksi halde bakması caiz
olmaz...
Erkeğin kadına bakması
ise, dört kısma ayrılır:
1- Erkeğin
kendi eşine, cariyesine bakması,
2- Erkeğin
kendi mahremleri sayılan kadınlara bakması,
3- Erkeğin
yabancı hür kadına bakması,
4- Erkeğin
başkasının cariyesine bakması...
Birincisi helâldir,
onların tepeden tırnağına kadar her tarafına bakabilir. Ancak daha uygun olanı
o ki, onların edep yerlerine bakmamasıdır.
İkincisi, ancak
onların dış ve iç, yani açık ve kapalı zinet yerlerine bakması helâldir; öyle
ki, kollarına, boynuna, ayak bileklerine, kulaklarına, yüz ve başına
bakabilir.
Üçüncüsü, ancak
onların dış zînet kısımlarına -ihtiyâç hasıl olduğu takdirde- bakabilir. Dış
zînet kısımları kadının yüzü ve iki elidir.
Dördüncüsü, onların
ancak, kendi mahreminin iç ve dış zînet yerine baktığı gibi, zinet yerlerine
bakabilir. Bu da şehvetle değil, bir iş ve ihtiyâç sebebiyle caizdir.[350]
O halde gerek erkek,
gerekse kadın yıkanırken bu ölçülere riâyet etmekle mükelleftir. Aksi halde
büyük günâh işlemiş olurlar.
b)
Hanbelilere göre:
Halk arasında soyunup
bir şey örtmeden, mahrem yerleri kapatmadan yıkanmak caiz değildir. Çünkü
avret yerlerini halka karşı açmak haramdır. Ama kimselerin bulunmadığı bir
yerde soyunup yıkanmak caizdir. Nitekim Musa Peygamber (a.s.) o gibi yerlerde
çıplak bir vaziyette yıkanmıştır. Bunu Buhari rivayet etmektedir. Onun gibi
Eyyûb Peygamber de kimselerin bulunmadığı yerde birşey örtünmeden yıkanmıştır.
Ama bir başkası elbiseyle onun önünde perde olursa bunda bir sakınca söz konusu
değildir. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir elbiseyi perde edinip öylece
yıkanırdı. Bununla beraber kimselerin bulunmadığı bir yerde yıkanırken bir
örtü arkasına geçmek veya mahrem yerleri örtmek müstehabdır. Çünkü Peygamber
(a.s.) Efendimiz, "Allah kendisinden utanılmaya çok daha
lâyıktır..." buyurmuştur.
Ayrıca Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, "erkek erkeğin, kadın da kadının avret yerine
bakmasın!", "Çıplak bir vaziyette gezip dolaşmayın!"
buyurmuştur.[351]
Bu konuda Ahmed b.
Hanbel şöyle demiştir:
"Peştemalsız
hamama girmek haramdır. Hamamda bulunanların hepsinin peştemal bulunduğunu
biliyorsan, içeri gir, değilse, girme." Saîd b. Cübeyr b: "Hamama
peştemalsız girmek haramdır" demiştir.[352]
Konuyla ilgili
rivayetler ve tahliller:
943 no'lu Ya'la
hadîsinin sened ve ricali sahihtir. Aynı anlamda bir rivayeti biraz daha uzunca
Bezzar, İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet etmiştir. İbn Hacer de aynı rivayeti
nakletmiş ve üzerinde herhangi bir görüş belirtmemiştir.
Hadîsin açık delâleti
yıkanırken örtünmenin vâcib olduğunu ifade ediyor. Ne var ki, ilim adamlarının
çoğu böyle yapmanın afdal olduğunu belirterek terkinde kerahet vardır,
demişlerdir. Şafiîlerin çoğuna göre, örtünmemek haramdır. Nitekim Ümmu Hâni'
(r.a.) diyor ki:
"Mekke'nin fetih
yılında Resûlüllah'a (a.s.) gittiğimle yıkanıyordu, Hz. Fatıma da bir örtü
tutup Onun görünmemesini sağlıyordu."[353]
Behz b. Hakim (r.a.)
ise babasından, o da dedesinden naklen, dedesinin Resûlüllah'a (a.s.) şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Avret
yerlerimizden neyi örtüp, neyi terketmemiz gerekiyor?" Diye sordum.
Buyurdu ki:
"Zevcen ve
sâhib olduğun cariyenden başkasına avret yerini gösterme, koru!" Ben yine:
"Ya adam
kimselerin bulunmadığı bir yerde olursa?..." Diye sorduğumda şu cevabı verdi:
"Allah
kendisinden utanılmaya insanlardan daha haklı ve lâyıktır."[354]
944 no’lu Ebu Hüreyre
hadîsinde İsrail oğulları'nın çıplak vaziyette örtünmeden yıkandıkları iki
şekilde yorumlanmıştır: Ya onların şeriatında çıplak yıkanmaya cevaz
verilmiştir, ya da onlar bu hususlarda Musa Peygamberi dinlemiyorlardı. Bu
ikinci şıkkın dinî kurallara daha uygun olduğuna bakılınca daha sahih olduğu
anlaşılıyor. Çünkü semavî dinlerin hemen hepsi insana yakışanı emretmiştir.
Erkek veya kadının mahrem yerlerini açık tutup halkın gördüğü bir yerde
yıkanmasına hiçbir hak din cevaz vermez. Nitekim İbn Battal da bu ikinci
yorumu benimsemiştir.
945 nolu Ali b. Zeyd
hadîsinin ricali güvenilir kişilerse de Ali b. Zeyd hakkındaki görüşler
farklıdır. Tabiînden olan Ali hakkında el-Cerîrî şöyle demiştir:
"Basra fakıyhleri
şu üç kişi hakkında gözleri gerçeği pek görmez olmuştur : Katade, Ali b. Zeyd
ve Eş-âs el-Huddanî..."
İbn Uyeyne ise onun
zayıf olduğunu belirtmiştir. Hammad b. Zeyd ise, "Ali b. Zeyd hadisleri
alt-üst eden bir kimsedir" demiştir. Yahya el-Kattan ise, Ali b. Zeyd'in
hadîsini almaktan çekinirdi. İmam Ahmed gibi kadri yüce bir müctehid de onun
zayıf olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ancak Ebû Hatim, "Onun hadîsleri
yazılabilir" demiştir.[355]
Musa Peygamber'in
peştemalsız suya girmesine gelince, ilim adamlarımız bu hususu inceleyip bazı
yorumlarda bulunmuşlar.
Ahmed b. Hanbel,
peştemalsız suya girmesinin mutlaka mekruh olduğunu söylemiştir. O halde, ya
Musa'nın şeriatında buna cevaz verilmiştir, ya da o sırada örtünecek bir
peştemal bulunamamıştır.
İshak b. Rahuye göre,
peştemal ile girmek efdaldır. Diğer müctehid imamlara göre, bir zaruret söz
konusu değilse peştemalsız girmek mekruhtur.[356]
1- Gerek
erkek, gerekse kadın bir zaruret
olmadıkça açık yerde örtüsüz yıkanması haramdır.
2-
Kadınların kendi evlerinin banyosunda yıkanması sünnettir. Mecbur kalmadıkça
hamama gidip yıkanmaları mekruhtur.
3-
Kadınların, erkeklerin bulunduğu bir yerde, örtünmüş de olsa yıkanması tahrimen
mekruhtur.
4-
Peştemalsız suya girmek veya hamama gitmek mekruhtur.
5- Hamamda
yıkananlar peştemal tutunmuyorlarsa, oraya girip yıkanmak da mekruhtur.
6- Evde
kapalı yer kabul edilen banyo ve benzeri yerde yalnız başına yıkanan kimsenin
peştemal tutunmadan yıkanması caizdir. Ancak edep yerlerini örtmesi efdaldır.
Çünkü, herkesten çok Allah utanılmaya çok daha lâyıktır.
Teyemmüm, sözlükte,
bir şeyi kasdetmektir. "Teyemmemtü fülânen" denilince, "falan
kişiyi kasdettim" mânası anlaşılır. Şeriatta ise, namaza veya benzeri bir
ibâdeti yerine getirmek niyetiyle tertemiz, toprağı kasdedip onu yüze ve iki
kola sürmektir.
Teyemmüm, Kitap,
Sünnet ve İcma' ile sabit olmuştur. Allah'ın bu ümmete has kıldığı
kolaylıklardan biridir.
Teyemmüm'ün bir ruhsat
mı, yoksa azimet mi olduğunda görüş farkı ortaya çıkmıştır: Su bulunmadığı
zaman azimettir; bir başka özürden dolayı ise ruhsattır...
Cünüb kimse su
bulamadığı takdirde teyemmüm eder. Bu, dinimizin mü'minlere sağladığı kolaylıklardan biridir. Su bulunmadığı veya
bulunduğu halde kullanma imkânı olmadığı veya aşırı soğuktan hastalık yapar
endişesi bulunduğu gibi hallerde teyemmüm edilir. Gerek gusül gerekse abdest
için aynı şey yapılır, yani iki el tertemiz toprağa sürülüp önce yüz
meshedilir, sonra tekrar sürülüp kollar ve eller meshedilir.
Neden Teyemmüm Emredilmiştir?
Bu, kul ile Allah
arasında hemen her hususta olduğu gibi, önemli sayılan hususlarda da irtibatı
devam ettirmek, ruha şifâ verip kalbi huzura kavuşturmaktır. Namaz ciddî
hazırlık isteyen bir ibâdettir O bakımdan önce iç ve dış temizliğini sağlayan
abdest alınır. Abdest alma imkânı olmadığı zaman bu temizlik, yani iç temizliği
ve hazırlık toprağa el sürülmek suretiyle yerine getirilir. Aynı zamanda
toprağı alıp yüzümüze ve kollarımıza sürmekle her türlü kibir ve gururu atıyor,
mütevâzi olmanın en güzel anlam ve ölçüsünü gerçekleştirmiş oluyoruz.
Konuyla ilgili
hadîsler:
İmrân b. Husayn
(r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimizle beraber bir seferde bulunuyorduk. O, oradakilere namaz
kıldırdı. Ne var ki bir adam ayrılıp bir köşede bekleyip namaz kılmadı. Bunun
üzerine Resûlüllah (a.s.) sordu:
"Seni namaz
kılmaktan alıkoyan nedir?" O da
şöyle dedi:
Cenabet oldum, su da yok..."
Peygamberimiz (a.s.) ona:
"Tertemiz
toprağa gerekli ol, çünkü o sana kâfi gelir!" buyurdu.[357]
Câbir (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
"Bir yolculuğa
çıkmıştık, bizden bir adamın başına taş düşüp yardıktan sonra adam ihtilâm
oldu, Arkadaşlarına, "teyemmüm etmem için bana bir ruhsat yolu bulabilir
misiniz," Diye sordu. Onlar da, biz senin için bir ruhsat bulamıyoruz,
çünkü suyu kullanmaya kudretin yetmektedir, dediler. Bunun üzerine o adam su
ile yıkandı ve o sebeple vefat etti. Dönüp Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e
geldiğimizde olay kendisine haber verildi. Peygamberimiz (s.a.v.):
"Onlar o adamı
öldürmüşler, Allah da onları öldürsün! Bilmedikleri zaman sorsalar ya!.. Çünkü açıklamaktan âciz olmanın şifası sormaktır.
Ona teyemmüm etmek ve yarası üzerine bir şey sıkıca bağlayıp sıkmak kâfi
gelirdi veya yarası üzerine bir sargı sarar, sonra da üzerine meshedip
bedeninin geriye kalan kısmını yıkardı..."[358]
Amr b. Âs (r.a.)'den
yapılan rivayette: Kendisi Zat-i Selâsîl gazasına gönderildiğinde, (durumunu
şöyle nakletmiştir:) Çok soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Yıkandığım takdirde
ölmekten endişe ettim. Bunun üzerine teyemmüm ettim ve arkadaşlarıma sabah namazını
kıldırdım. Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'e döndüğüm zaman, benim
o halimi kendisine anlatmışlar. Onun
üzerine bana şöyle sordu:
"Ya Amır!
Cünüp olduğun halde arkadaşlarına namaz mı kıldırdın?"
"Ben de, Allah'ın
"Kendi kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah size karşı çok
merhametlidir..." buyruğunu hatırladım ve o sebeble teyemmüm edip
namaz kıldım, diye cevâp verdi. Peygamberimiz
(a.s.) tebessüm etti ve hiçbir şey söylemedi...[359]
Ebû Zer (r.a.)'den yapılan
rivayette, demiştir ki:
"Medine'nin
havasına pek intibak edemedim, o yüzden hastalandım ve bu arada kendimi
toparlayıp Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e geldim ve Ebû Zer helak oldu"
dedim. Peygamber (a.s.),
"Ne halin
var?" diye sordu. Ben de dedim
ki:
"Cenabet olmayı
arzuladım, oysa yakınımda su yoktur..." Buyurdu ki:
"Yerin üstü
(toprak), on yıla kadar su bulamayan kimse için temizleyicidir!"[360]
Amir b. Şuayb (r.a.)'den
yapılan rivayette, o babasından, o da dedesinden nakletmiştir. Dedesi demiştir
ki: Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu:
"Yeryüzü bana
mescid ve temizleyici kılındı. Ne yerde namaz vakti girerse onu kendime sürer
ve namaz kılarım!"[361]
Ebû Ümâme (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir: "Yerin hepsi (heryanı) benim ve ümmetim için mescid ve
temizleyici kılınmıştır. Ne yerde ümmetimden bir adama namaz vakti gelip
yetişirse, onun mescidi de yanındadır, (abdest alması için) temizleyicisi de
yanındadır."[362]
Hadîslerin açık delâletinden
şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Namaz
vakti daralır da su bulunmazsa, abdestsiz veya cünüb kimse toprağa el sürerek
teyemmüm edip namaz kılar.
2-
Hastalanan kimse su kullanamıyorsa,
teyemmüm ederek namaz kılar.
3- Başında
veya vücudunun herhangi bir yerinde yarası bulunan kimse, cünüb ise, vücuduna
o yüzden su dokunduramıyorsa, teyemmüm eder. Dokundurabiliyorsa, yarasını iyice
sarar, üzerine ıslak elle mesheder ve vücudunun diğer kısımlarını yıkar. Abdestsiz
ise, yara abdest azasında değilse, hiçbir şey yapmaz, sadece su ile normal
abdestini alıp namaz kılar. Abdest azasında ise, üzerini iyice bir bezle sarar,
abdest alır, o kısma su dokundurmaz. Yalnızca ıslak elle üzerine mesheder...
4- Aşırı
soğuktan dolayı suyu kullanmaya cesaret edemeyen kimse, teyemmüm edip namazını
kılar.
5-
Yeryüzünün her tarafı bu ümmete mescid kılınmıştır ve temiz olan her toprak da
temizleyici kılınmıştır. Nerede namaz vakti girer de su bulunmaz ve bulunan
suyu kullanma imkânı olmazsa, o takdirde toprağa el sürülerek teyemmüm edilir
ve temiz bir yer üzerinde namaz kılınır.
6- Dinî
hususlarda bilmediği veya tereddüt ettiği bir meseleyi bilenden sormak
vâcibdir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit, istidlal ve
ihticaclan:
a) Hanefîlere göre:
Teyemmümün
rükünlerinden biri de, vakti daralan namaz için abdest veya gusle yetecek kadar
suyun bulunmamasıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de Teyemmümün cevazı için suyun
yokluğu şart kılınmıştır. Suyun bulunmaması, biri mâna ve suret yönünden, diğeri
de sadece mâna yönünden olmak üzere iki kısma ayrılır: Birincisi, suyun uzak
yerde olmasıdır. Uzaklığın miktarı zahir rivayette açıklanmışsa da İmam
Muhammed'den yapılan rivayete göre, o bunu bir mil olarak takdir etmiştir.
Bundan daha aşağı bir uzaklıkta olursa teyemmüm caiz olmaz.[363]
Uzaklık hakkında
Hanefî imamlarının çok farklı yorum ve takdirleri vardır. Arzu edenler Fıkıh
kitaplarından kaynak sayılanların o bölümüne bakabilirler.
İkincisi, su yakın
olmakla beraber onu kullanmaktan âciz durumda olmasıdır. Meselâ, yanıbaşında
kuyu bulunuyordur, ama içinden su çekip çıkaracak hiçbir alet ve araç yoktur.
Yine su yakında vardır, ama arayerde canavar, düşman, hırsız ve soyguncu gibi
bir engel bulunuyordur. O durumda can ve mal tehlikesi söz konusu olduğundan
suyu kullanamıyacak durumdadır. Veya yanında su bulunuyor ama onu abdest veya
gusülde kullandığı takdirde susuz kalıp helak olma tehlikesi söz konusudur. Bu
durumlarda teyemmüm edip namaz kılması caizdir.
Bunun gibi, vücudunda
veya abdest azasında yara bulunuyor veya suyu kullanamıyacak şekilde hasta
olur, kullandığı takdirde zarar görürse, teyemmüm edip öylece namaz kılması
caizdir. Aynı zamanda mal ve can tehlikesi söz konusu olduğu yerlerde de teyemmüme
cevaz verilmiştir.[364]
Abdestsiz veya cünüp
kimse birtakım sebeblerden dolayı teyemmüm eder:
1- Suyun
yokluğu. Yolculuk halinde bulunan kimse, kesinlikle suyun bulunmadığını
biliyorsa, o takdirde aramaya lüzum görmeden teyemmüm eder. Ama kendi eşyası
arasında, arkadaşlarının yanında veya çevresinde olduğunu tahmin ederse,
yüksekçe bir yerde bulunuyorsa çevresine bir göz atar; çevreyi gezip dolaşmaya
ihtiyâç duyarsa, arazi de engebeli ise, eşyasından ve arkadaşlarından
uzaklaşmamak kaydıyla etrafı kolaçan eder de buna rağmen su göremez veya
bulamazsa teyemmüm eder. Yolcunun ulaşabileceği bir su biliyorsa, yarım fersah
(yaklaşık ikibuçuk kilometre) kadar bir uzaklıkta ise, mal ve canına bir zarar
geleceğinden de endişe etmiyorsa, o takdirde gidip abdest alır; cünüb ise
gusleder, öylece namazını kılar. Bir zarar geleceğinden endişe ediyor veya
belirtilen uzaklığı aşacak bir mesafede ise, teyemmüm eder. Vaktin sonuna doğru
kesinlikle su bulacağını biliyorsa, teyemmüm etmeyip bekler, beklemesi
afdaldır. Sadece öyle sanıyorsa, vakti geciktirmeden teyemmüm etmesi afdaldır.
Abdest veya gusle
yetmiyecek kadar su bulursa, en zahir kavle göre, onu kullanması vâcibdir;
yetmediği takdirde teyemmüm ederek tamamlar.
2- Muhterem
bir canlının susuz kalması söz konusu olduğu takdirde yanındaki suyu abdest
veya gusül için kullanmaz, onun yerine teyemmüm eder.
3- Suyu
kullandığı takdirde mevcut hastalığın artacağından veya bir organını
kaybetmesinde endişe duyduğu takdirde teyemmüm eder.
4- Şiddetli
soğukta, suyu herhangi arızalı bir azasında kullanamıyorsa, üzerinde de bir
örtü yoksa, teyemmüm etmesi vâcib olur.
Üzerinde örtü, sargı varsa, teyemmüme gerek yoktur, ıslak elle üzerini
meshetmekle yetinir. Sağlam azasını ise yıkar. Abdestsiz kimsenin iki azası
yaralı ise, her biri için bir teyemmüm eder.[365]
Teyemmümün caiz olması
için sadece yolculuk halinde bulunmak şart değildir, evinde eyleşik olan kimse
için de belirtilen şartlar gerçekleşince teyemmüm etmesi caiz olur. Şâfiiler bu
hususta bir ayrım yapmamışlardır.
c)
Hanbelîlere göre:
Yolculuk kısa olsun,
uzun olsun her iki halde de şartlar müsait olduğu takdirde teyemmüm edilir.
Uzun yolculuktan maksat, dört rek'atlı farz namazların iki rek'at olarak
kılınmasının Ramazan ayında ise iftar etmenin mübah olduğu seferdir. Kısa olan
yolculuk ise, bu ölçüde olmayanıdır. Ancak öyle de olsa, yolculuk yaptı, sefere
çıktı denebilecek bir anlam taşımalıdır. Meselâ, birbirine yakın iki kasaba
arasında yolculuk yapmak bu cümledendir. el-Kadî diyor ki:
"Kendisine ait
araziye gitmek üzere evinden çıkıp bulunduğu kasaba veya köyün binalarından
ayrılan kimse de sözü edilen manayla yolculuk yapıyor, demektir ve bu durumda
sebebler zuhur ettiği takdirde isterse elli adım atmış olsun, teyemmüm etmesi
caiz olur. Aynı zamanda binek üzerinde namak kılabilir ve zaruretten dolayı
ölmüş hayvan eti yiyebilir. Nitekim İmam Mâlikle İmam Şafii'nin ictihadı da bu
anlam ve hükümdedir.
Bazısına göre,
teyemmüm ancak uzun yolculukta mübahtır. Oysa En’am: 6/5 sûre ve âyette mutlak
sefer denilmiştir.
Bu hususta meşru
seferle, gay-i meşru sefer arasında fark yoktur, yola çıkan ister günah, ister
sevap için çıkmış olsun, gerektiğinde teyemmüm edebilir.
Hazarde, kişinin
evinde, memleketinde eyleşik bulunduğu halde su kesilir veya su bulunmayan bir
yere hapsedilirse, o takdirde namaz için teyemmüm etmesi gerekir. Nitekim İmam
Mâlik, İmam Sevrî, İmam Evza'i ve İmam Şafiî de aynı görüştedirler. Bir
rivâyete göre, evinde hapsedilen bir kişi su bulunmadığı takdirde, İmam Ahmed'e
göre, teyemmüm edemez... Fetva bunun hilafınadır.[366]
Namaz vakti girince
muhtaç olduğu suyu bulamazsa ne yapar?
Bu durumda teyemmümün
sıhhatıyla ilgili üç şartın gerçekleşmesi gerekir:
a) Namaz
vaktinin girmiş olması,
b) Suyu
araştırıp bulmaya çalışması,
c)
Araştırdıktan sonra da suya iyice ihtiyâç duyması...
Cünüp kimse bazı
azasına yetecek kadar su bulursa, onunla yettiği kadarıyla vücudunu yıkar,
yetmeyen yerler için teyemmüm eder. Bu konuda Ahmed b. Hanbel'in kesin ictihadı
şöyledir: Bir kimse abdest alacak su bulur, ama gusledecek bulamazsa, mevcut su
ile abdest alır ve gusül için de teyemmüm eder.[367]
d)
Mâlikîlere göre:
Yolculuk kısa olsun,
uzun olsun fark etmez, her iki durumda da gerektiğinde teyemmüm caiz olur.
Evinde veya memleketinde su kesilir veya hapsedilerek susuz bırakılırsa,
teyemmüm etmesi keza caiz olur.[368]
Yahya Mâlik'den, o da
Abdurrahman'dan, o da babasından, o da Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet etmiştir.
Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki:
"Seferlerinden
bir seferinde Resûlüllah (a.s.) Efendimizle birlikte bulunuyorduk. Tâ ki, ıssız
bir yere vardık veya ordunun gelip geçtiği bir kesime vardık, gerdanlığım
koptu. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz de onu bulmak için kalınca beraberindeki
insanlar da kaldılar, ne su başında bulunuyorlardı, ne de beraberlerinde su
vardı. İnsanlar kalkıp Ebûbekir'e (r.a.) başvurmuşlar ve Aişe'nin yaptığını
görüyor musun? Resûlüllah (a.s.) ile kaldıkları için arkadaşlarımız da
kaldılar, oysa su başında olmadıkları gibi, beraberlerinde de su bulunmuyordur.
Bunun üzerine Ebubekir (r.a.) geldi, o sırada Resûlüllah (a.s.) başını
kucağıma koyup uyumuş bulunuyordu. Ebubekir (r.a.) bana sert bir dille:
"Resûlüllah'ı
alıkoydun ve insanları da alıkoymaya sebep oldun. Oysa ne su üzerinde bulunuyorlar,
ne de beraberlerinde su vardır!"
Hz. Aişe (r.a.)
devamla diyor ki:
"Ebubekir (r.a.)
beni iyice azarladı, Allah'ın dilediği kadar sözler söyledi ve bu arada eliyle
böğrüme dürtüp beni hırpaladı, ama Resûlüllah'ın (a.s.) başı kucağımda
bulunduğu için yerimden kıpırdamamaya çalıştım. Resûlüllah (a.s.) sabah
oluncaya kadar uyudu, sabahleyin kalkınca su namına bir şey bulunmuyordu.
Bunun üzerine şanı yüce Allah teyemmüm âyetini indirdi.[369]
İmam Mâlik'e soruldu:
"Adam vakti giren
namaz için teyemmüm ediyor, sonra diğer bir namazın vakti giriyor, o
teyemmümle ikinci vaktin namazını kılabilir mi?"
"Hayır, her namaz
için bir teyemmüm eder, diye cevap vermiştir. Çünkü her namaz vakti suyu
araması gerekir, bulamayınca da teyemmüm etmesi caiz olur."
"Teyemmüm eden
bir kimse, su ile abdest alanlara imamlık yapabilir mi?" Diye sorulmuş.
Ona da şu cevabı vermiştir:
"Başkasının
imamlık yapması bence daha uygun ve iyi olur. Bununla beraber onun imamlık yapmasına bir sakınca görmüyorum."[370]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller:
953 no'lu İmrân b.
Husayn hadisi, teyemmümle kılınan namazın su bulunduktan sonra iade edilmesine
gerek olmadığına delâlet etmektedir. Ayrıca su bulunmadığında abdestsiz ile
cünüb kimse arasında teyemmüm hususunda bir fark olmadığı da hadîsten anlaşılıyor.
Nitekim ilim adamlarının bu hususta icma'ı vardır.
Şevkanî'nin tesbitine
göre, Hz. Ömer ve İbn Mes'ud'a (Allah ikisinden de razı olsun) göre, cünüb
kimse için teyemmüm caiz değildir. Buna benzer bir görüş de İbrahim
en-Nahaî'den rivayet edilmiştir. Bazısına göre, Hz. Ömer'le İbn Mes'ud (r.a.)
bu görüşlerinden rücu' etmişlerdir. Çünkü bunun cevazına delâlet eden hayli sahih
hadîsler rivayet edilmiştir. Ancak cünüb kimse teyemmüm edip namaz kıldıktan
sonra su bulacak olursa, âlimlerin icma'ıyla gusletmesi vâcib olur.[371]
954 no'lu Cabir
hadîsini aynı zamanda İbn Mace de rivayet etmiştir. Ancak râvîlerden Zübeyr
b. Hurayk bunu rivayette yalnız almıştır
ki bu zât kaviy sayılmamıştır.
İbn Hibban onu
sıka (güvenilir) olarak kaydederken,
Darekutnî onu zayıf olarak vasıflandırmıştır.[372]
Ebu Dâvud ise aynı
hadîsi Evza'î'den rivayet etmiştir. Hâkim Bişir'den, o da el-Evza'î'den rivayet
etmiştir. İbn Ebî Davud ise, Zübeyr hadîsi, Evza'î hadîsinden daha sahihtir,
demiştir. İbn Huzayne İbn Hibban ve el-Hâkim ise Velîd b. Ebî Rebah'dan, o da
Atâ' b. Ebî Rebahdan, o da İbn Abbas'dan rivayet etmiştir. Hadîs bu tesbitiyle
merfu'dür. Darekutnî'ye göre, râvi Velîd zayıftır.
Bu hadîs, sağlığa
zarar verme tehlikesi bilindiği takdirde teyemmümün caiz olduğuna delâlet
eder. Nitekim İmam Mâlik, İmam Ebu Hanîfe ve İmam Şafiî'nin de ictihadı bu
doğrultudadır. Ancak İmam Şafiî'den değişik rivayetler yapıldığını da unutmamak
gerekir.
955 no'lu Amir b. Âs
hadîsini Buhari talikan rivayet etmiş, İbn Hibban ile Hâkim tahrîc etmişlerdir.
Ancak ravî Abdurrahman b. Zübeyr hakkında ihtilâf söz konusu olmuştur: Kimine
göre, o, Ebû Kays'den, o da Amır'dan rivayet etmiştir. Kimine göre ise, ondan,
o da Amır'dan vasıtasız olarak rivayet etmiştir. Evzâî ise bu kıssayı Hasan b.
Atiyye'den rivayet etmiştir.
956 no'lu Ebû Zerr
(r.a.) hadîsini Nesâî ve İbn Mâce de tahrîc etmişlerdir. Râvîleri arasında Ebu
Kalabe hakkında ihtilâf edilmiştir. Ayrıca hadîsi İbn Hibban, Hâkim ve
Darekutnî rivayet etmişler ve Ebu Hatim ise hadîsi sahihlemiştir.
957 no'lu hadîsin aslı
Buhari ve Müslim'de geçer. 958 no'lu Ebû Ümame hadisinin isnadı ise Müsned-i
Ahmed'de şöyle geçmektedir: Muhammed b. Adiy bana haber verdi, o da Süleyman
et-Teymî'den, o da Yesar'dan, o da Ebû Ümame'den rivayet etmiştir. Râvilerinin
hepsi sıka (güvenilir)dir. Yesar ise sadûk (çok doğru) bir kişidir.
Ayrıca bu konuda
Bezzar, Hz. Ali'den (r.a.), Müslim ve Tirmizî ise Ebu Hüreyre'den (r.a.)
rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel ise, İbn Abbas'dan (r.a.) rivayet etmiştir.
Tirmizî bu hadîsin hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir. Taberânî ise isnad-ı
ceyyid ile nakletmiştir. Bezzar da İbn Ömer'den...
Ancak râvileri
arasında İbrahim b. İsmail b. Yahya b. Seleme bulunuyor ki, bu zat zayıftır.
Ebu Zür'â, onu yumuşak bulmuş, Ebu Hatim ise metruk saymıştır.[373]
"Yeryüzünün temiz
toprağı müslümanın abdestidir, isterse -su bulamadığı takdirde- on yıl
sürsün... Su bulduğu zaman ise onu tenine dokundursun."
Ebu Dâvud bunu biraz
daha uzun bir sözle rivayet etmiştir. Tirmizî ise bunun hasen ve sahîh olduğunu
belirtmiştir. Nesâî Eyyub'dan, o da Ebu Kalabe'den iki tarikle rivayet
etmiştir. İbn Hibban ise kendi Sahîh'inde 1/30 bölümünde, el-Hâkim ise
el-Müstedrek'inde rivayetle sahîh olduğnu kaydetmiştir. Buhari ile Müslim bu
hadîsi Amır'dan, Ebu Kalabe'den başkası rivayet etmediği için tahrîc
etmişlerdir. Darekutnî iki tarikle kendi Sünen'inde rivayet etmiştir. İbn
Kattan ise el-Vehm ve'1-İhâm adlı eserinde bunun zayıf olduğunu söylemiştir.
Çünkü râvileri arasında Amir b. Bücdan bulunuyor ki, bu zatın durumu
bilinmemektedir. Aynı zamanda onun yerine "bir adam'dan" diye
nakledenler olmuştur. Oysa Tirmizî bu hadîsi sahihlemiştir.
"Yerüstü
toprağı müslümanın abdestidir, isterse on yıla kadar su bulmuş olmasın. Bulduğu
zaman ise Allah'tan korksun ve onu tenine dokundursun."
Bezzar, bu hadisin
Mukdim b. Muhammed el-Mukdimî'den, o da Kasım b. Yahya b. Atâ' b. Mukdim'den, o
da Hişam b. Hesan'dan, o da Muhammed b. Sirîn'den, o da Ebu Hüreyre (r.a.)'den
rivayet etmiştir. Hadîsin bundan başka bir tarikinin tesbit edilmediğini
Bezzar söylemiş ve ancak Mukdim'den işitildiğini belirtmiştir. Mukdim ise sıka
(güvenilir) bir râvidir. Taberânî ise bunu kendi Mu'cemü'l-Vüsta'sında rivayet
etmiş ve ravî zincirini şöyle belirtmiştir: Bize Ahmed b. Muhammed b. Sadaka
haber verdi, o da Mukdim b. Muhammed el-Mukdimî'den, o da İbn Sirîn'den, o da
Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etmiştir ki: Ebu Zerr el-Gıffarî Medine'ye
(yakın bir yerde) ganimeti (gözettiği bir sırada) çıkagelmişti. Peygamber
(a.s.) Efendimiz ona "Ya Ebâ Zerr!" diye seslenmiş, o susup
cevap vermemiş, Peygamber (a.s.) aynı sözü tekrarlamış, o yine susup cevap
vermemişti. Bunun üzerine Peygamber (a.s.): "Anan seni yitirsin ya Ebâ
Zerr!.." diye seslenince, o , "doğrusu ben cünübüm"
demişti. Peygamber (a.s.) Cariye'ye ona su getirmesini
söylemiş, getirilince, Ebu Zerr bineğini siper edinerek gusletmişti. Bunun
üzerine Peygamber (a.s.) ona:
"Yerüstü
toprağı sana kâfi gelirdi... İsterse suyu on yıl bulmuş olma... Bulduğun zaman
ise onu tenine dokundur."
İbn Kattan bunun
isnadının sahîh olduğunu kaydetmiştir. Ebu Hüreyre'den yapılan rivayet ise
gariptir. Meşhur olanı Ebu Zerr'den nakledilen yukarıdaki şeklidir.[374]
Yine bu konuda Câbir
b. Abdullah (r.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah'ın şöyle buyurduğu tesbit
edilmiştir:
"Bana beş şey
verilmiştir ki, onlar benden önce hiç kimseye verilmemiştir:
1- Bir aylık mesafeden (düşmanlarımın içine) korku
(salmak) ile nusrata erdim.
2- Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı.
Hangi adama namaz vakti gelip çatarsa namaz kılsın.
3- Ganimetler bana helâl kılındı.
4- Şefaat (yetkisi) bana verildi.
5- Daha önce peygamber yalnız kendi kavmine
gönderilirdi. Ben ise bütün insanlara peygamber olarak gönderildim."
Bu hadîsi Buhari ve
Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.
Müslim'in bu anlamda
Huzeyfe (r.a.)'dan yaptığı rivayette şu Lâfza yer verilmiştir:
"Yeryüzünün toprağı
bizim için temizleyici kılınmıştır, su bulamadığımız sürece (onu
kullanabiliriz)."
İttifakla rivayet
edilen hadiste, yeryüzü cinsinden, yani toprak cinsinden her şey ile teyemmüm
edilebilir, hükmü çıkarken, Huzeyfe'den yapılan rivayette sadece toprak ile
teyemmüm edilir, hükmü çıkıyor. Ne var ki, cumhur toprak cinsi her şeyle
teyemmüm cevazına kaildir.[375]
1-
Vakit daralır da su bulunmazsa, o
takdirde teyemmüm edilir. Bu bir ruhsattır.
2- Su
bulunur da bir milden fazla uzaklıkta olursa, o takdirde namaz için teyemmüm
edilmesi caizdir. (Bu, İmam Muhammed'e
göredir).
3- Su yakın
yerde olur da onu bir özürden dolayı kullanma imkânı olmazsa, o takdirde
teyemmüm caiz olur. Bu özür bir hastalık olabileceği gibi, mal ve can tehlikesi
de olabilir. (Bunlar Hanefilere göredir).
4- Yolculuk
halinde olan kimsenin kendi yükünde ve arkadaşlarında su bulunmadığı takdirde
çevresini gözleriyle tarar, görebilirse gidip abdest alır, göremezse teyemmüm
eder. Ancak düz bir arazide ise veya az tümsek bir yerin üzerinde bulunuyorsa,
hüküm böyledir. Su, yarım fersah (yaklaşık iki buçuk kilometre) mesafede
olursa, gidilir, daha uzak olursa, teyemmüm caiz olur. (Bu hüküm, Şâfiîlere
göredir).
5- Abdest
veya gusle mevcut su yetmediği takdirde, yettiği kadarıyla kullanılır, geriye
kalan kısım için teyemmüm edilir. Hanefîlere göre, o suyu kullanmaz teyemmüm
eder. Şâfiilerle Hanbelîler hem suyu yettiği kadar kullanmaya, hem de kalan
kısım için teyemmüm etmeye cevaz vermişlerdir.
6- Şiddetli
soğukta -bir zarar dokunur endişesi olursa- teyemmüm edilir.
7- Toprak ve
toprak cinsi şeylerle teyemmüm edilir.
8- Hem
abdest için, hem gusül için teyemmüm caizdir. Her ikisi için de aynı şekilde
bir işlem yapılır.
9- Gusül
için teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra su bulunursa, gusletmesi gerekir.
Çoğu müctehidlerin ictihadı bu doğrultudadır. Bazısına göre vakit içinde su
bulunursa hüküm böyledir, îadesi gerekmez diyenler de olmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm'de
teyemmüm âyetinde iki tabire yer verilmiştir: said ve tayyib... [376]
Saîd:
a) Katade'ye
göre, üzerinde ağaç ve bitki bulunmayan yerdir.
b) İbn
Zeyd'e göre, düz arazidir. Leys de aynı görüştedir.
c) Ferra'a
göre, toprak demektir.
d) Zeccac'a
göre, yeryüzünün üstündeki toprak tabakası demektir. Bazısına göre ise, bu
tabaka ister toprak, ister taş olsun, hepsine birden saîd denilir. Çünkü bu
kelime sadece yeryüzüne delâlet eder.
e) İmam
Şafiî'ye göre, üzerinde ince toz bulunan topraktır. Taş ve çakılla örtülü olan
toprağa saîd denilmez. Ancak bunlara ince toprak karışır da bir toz tabakası
oluşursa, o takdirde saîd deni lebilir.
f) İbn
Abbas'a (r.a.) göre, toprak demektir.
Şüphesiz ki kelimenin
farklı mânalara delâlet etmesinden farklı hükümler çıkarılmıştır.
Tayyib: Temiz
demektir. O halde ancak temiz bir toprakla teyemmüm caiz olur, hükmü ortaya
çıkar. İleride bu husus yeterince açıklanacaktır.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Hz. Ali (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz’in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Hiçbir
peygambere verilmeyen şeyler bana verildi; Korku salmakla yardım gördüm
(düşmanları O'ndan korkmakta idi). Yeryüzünün anahtarları bana verildi. Ahmed
diye adlandırıldım. Toprak bana temizleyici kılındı. Ümmetim de ümmetlerin
hayırlısı olarak belirlendi."[377]
Hz. Huzayfe (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
"Biz, insanlar
üzerine üç şey ile üstün tutulduk: (Namazdaki) saflarımız meleklerin safları
gibi kılındı, yerin hepsi bizim için
mescid (namaz kılınacak, secde edilecek yer) kılındı, yerin toprağı da -su
bulamadığımız zaman- bize temizleyici kılındı..."[378]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- İslâm,
cihan dinidir, bütün insanlara hitap kudretini taşımaktadır. Düşmanlarının çokluğu,
ondan duydukları korku ve endişenin mahsûlüdür. Nitekim Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, Arap Yarımadası'nda idi, ama İran,
Bizans O'ndan korku içinde yaşıyorlardı.
2- İslâm'ın
kıtalar üzerinde yayılacağında şüphe yoktur. Nitekim üç kıtaya yayılmış
durumdadır. Gelecekte İslâm, bütün ülkelere yayılacak ve İsa Peygamber'in
inmesiyle birçok hıristiyan ülke İslâm'a girecektir. Çünkü yeryüzünün
anahtarları Resûlüllah'a (a.s.) verilmiştir.
3-
Peygamberimiz (a.s.) herkesten çok övülmeye lâyık ve çok beğenilmiş olduğundan
Allah ona Ahmed ismini vermiştir. Ondan önce hiçbir peygambere bu isim
verilmemiştir.
4- Toprak
temizleyici olarak belirlenmiştir. Su bulunmadığı veya bulunduğu halde
kullanmaya engel haller olduğu takdirde onunla teyemmüm caizdir
5- Muhammed
(a.s.) ümmeti, Kitap ve Sünnet'e bağlı olduğu sürece diğer ümmetlerden
üstündür. Çünkü onlara verilmeyen birçok hasais bu ümmete verilmiştir.
6- Cemaat
halinde namaz kılınırken saf oluşturmak müekked sünnettir. Meleklerin de
Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda ibâdetleri saf halinde yerine getirilir.
7- Bir
müslümanın mutlaka cami veya mescidde namaz kılması şart değildir. Temiz
olduğu ve başkasının koruluğu içinde bulunmadığı takdirde yeryüzünün her yanı
bu ümmete mescid kılındığından, nerede namaz vakti girerse orada kıbleye dönüp
namaz kılmak caizdir.
8- Abdestin
hem ruhi hem de bedeni temizlik üzerinde olumlu te'sirleri şüpheye yer
verilmeyecek kadar belirgindir. Su bulunmadığı takdirde sözü edilen manevî
temizlik toprak ile yerine getirilir. Ayrıca su bulunmadığı yerde beden veya
elbiseye dokunan pisliği toprağa sürtmek suretiyle temizlemeye cevaz
verilmiştir. Nitekim ayakkabılara dokunan necaset, onun yere, yani toprağa
sürtünmesiyle temizlenir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ictihad, istidlal ve ihticacları:
Hanefilere göre:
İmam Ebu Hanife ve
İmam Muhammed’e göre, torak, kum, taş, kireç, arsenik alçı ve benzeri toprak
cinsinden olan her şeyle teyemmüm caizdir. İmam Ebu Yusuf'a göre, sadece toprak
ve kumla teyemmüm caiz olur.[379]
b) Şâfiilere
göre:
İçine pislik
karışmayan ve said (toprak) ismini taşıyan her şeyle teyemmüm caizdir. Said
ismine perde (engel) olup onu (o vasıftan uzaklaştıran) bir toprakla teyemmüm
edilmez. Ansak "said" ismi ince toz taşıyan toprağa verilir. Taşlı,
çakıllı toprağa bu isim verilmez. O halde teyemmüm eden kimse elini toprağa
vurduğunda ona toz yapışıyorsa, onunla yani o toprakla teyemmüm caiz olur.[380]
c)
Hanbelilere göre:
Teyemmüm ancak,
üzerinde toz bulunan ve dokunulduğunda ele yapışan temiz bir toprakla caiz
olur. Çünkü Cenâb-i Hakk, "Temiz toprakla teyemmüm edin; yüzlerinizi
ve ellerinizi (kollar ve dirseklerle birlikte toprağa dokundurduğunuz
ellerinizin içiyle) mesnedin!" buyurmuştur. Nitekim İbn Abbas (r.a.),
"saîd, sürülmeye elverişli topraktır" demiştir. Teyyib, ise temiz
anlamına gelir. İmam Şafii, İshak b. Rahuye, Ebu Yusuf ve Davud ez-Zahirî de ancak
tozlu bir toprakla teyemmüm caiz olur demişlerdir. İmam Ebu Hanîfe ile İmam
Mâlik yeryüzündeki toprak cinsinden olan her şey ile teyemmüm caizdir,
demişlerdir. Evzâî, kum da toprak gibidir, demiştir. Hammad b. Süleyman ise,
mermer, alçıtaşı, kireçtaşı da toprak cinsindendir, onlarla da teyemmüm caizdir
demiş ve Buharî'nin "Yeryüzü bana mescid ve temizleyici kılındı"
mealinde rivayet ettiği hadisle istidlal ettiğini belirtmiştir. Bir başka rivayette Ahmed b.
Hanbel'inde kum ile teyemmüm etmeye cevaz verdiği tesbit edilmiştir.[381]
d)
Mâlikilere göre:
Saîd tabiri yer
cinsinden ortada olan her şeyi kapsamına alır. Ancak toprakla teyemmüm
afdaldır. Kum ve taş ile de teyemmüm edilir. Bunlar gibi, kar ve buz ile de
teyemmüm caizdir. Bu her ne kadar donmuş su sayılsa bile, taşa benzediği için
yer cinsinden sayılabilir. İnce çamur da böyledir, ancak elini hafifçe çamura
dokundurmak suretiyle teyemmüm eder. Kireçtaşı yanmadan önce teyemmüm için
kullanılabilir; yandıktan sonra artık caiz olmaz. Altın gümüş ve cevahir
(adını alan kıymetli taşlar) dışında diğer madenler de ateşle erimeden önce
teyemmüme elverişlidirler.[382]
Böylece toprakla
teyemmüm hususunda Şafiî mezhebiyle Hanbeli mezhebi; Hanefî mezhebiyle Mâlikî
mezhebi bazı (nüans) farklarıyla aynı görüştedirler.
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, görüşler ve tahliller:
972 nolu Hz. Ali
(r.a.) hadîsi, beş hasletten söz etmekteyse de, bu hususta tesbit edilen
sahih rivayetlere bir göz atıldığında
bu hasletlerin yirmiye ulaştığı görülür. Hattâ Ebu Saîd en-Nisabûrî
Şerefü'l-Mustafa adlı eserinde bu hasletleri altmışa yükseltmiştir.
Asıl üzerinde durulan şey,
toprak ile teyemmümün bu ümmetin hasaisinden olmasıdır. Teyemmüm için toprağın
belirlendiği bu ve diğer sahih hadislerden istidlal yollu çıkarılmaktadır.
Hadîsin sahih olduğu
kabul edilmiştir.
973 no'lu Huzayfe
hadîsinden de teyemmüm için toprağın belirlendiği anlaşılıyor.
Toprak cinsi her şeyle
teyemmüm caiz olur diyenler ise, şu hadîslerle istidlal etmişlerdir:
"Yeryüzü bana
mescid ve temizleyici kılınmıştır." (Buhari)
"Size gereken
(teyemmüm hususunda) kendi toprağınızdır."
(İbn Dakiyk) Ve 973 nolu
Huzeyfe hadîsidir. Darekutnî ise bunu şu lâfızla rivayet etmiştir:
"Yerin hepsi
bize mescid ve toprağı da temizleyici kılındı..."
Ancak râvîleri
arasında Abdullah b. Muhammed b. Akiyl bulunuyor ki, onun rivâyetiyle ihticacda
ihtilâf vardır. Beyhâkî ise aynı hadîsi, Kabus b. Ebi Zabyan'dan, o da
babasından, o da İbn Abbas (r.a.)’dan rivayet etmiştir.
Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde "(Teyemmüm için) toprağa erekli olun!" mealinde
bir rivayete yer verilmiştir. Râvileri arasında Müsnî b. Sabah bulunuyor ki bu
zat hakkında hayli ihtilâf vardır: Fellâs diyor ki: Hadîs bilginlerinden Yahya
ve Abdurrahman ondan hadîs rivayet etmezler. Ahmed b. Hanbel ise, "onun
hadîsi (rivayeti) bir şeye (güvenilir rivayete) eşdeğerde değildir."[383]
Zeylâî de bu zat
hakkında şunları nakletmiştir: "İbn Maîn, onun bir değer olmadığını, Nesâî
ise, onun metruk sayıldığını kaydetmiştir.[384]
Bu konuda Seyyid Sabık
ise özetle şöyle diyor:
"Teyemmüm temiz
bir toprakla caizdir. Aynı zamanda yer cinsi olan her şey, kum, taş, kireç ve
alçı taşı gibi maddeler bunun kapsamı içinde bulunuyordur. Çünkü Cenâb-ı hak, "Temiz
bir saîdle teyemmüm ediniz!" buyurmuştur. Lügat ehli, saîd'in
yeryüzündeki şeyler, olduğunda icma' etmiştir. Bu şeyler toprak da olabilir,
başka şeyler de olabilir."[385]
Böylece Seyyid Sabık,
her ne kadar müctehid imamlardan söz etmemişse de, bu görüşüyle Hanefî ve daha
çok Mâliki mezhebine uymuştur.
1- Toprak ve
toprak cinsi sayılan taş, kum, çakıl, kireç ve alçı taşı gibi her şeyle
teyemmüm caizdir. Çünkü "saîd" tabiri bunların hepsini kapsamına
almaktadır. (Bu, Hanefîlerle Mâlikilerin görüşüdür) .
2- Üzerinde
ince toz bulunan toprak, kum, çakıl ve benzeri şeylerle teyemmüm caizdir.
Üzerinde toz bulunmayan taş, çamur ve benzeri şeylerle caiz değildir. (Bu,
Şâfiilerle Hanbelîlerin görüşüdür).
3- Altın ve
gümüş dışında diğer eritilmemiş madenlerle de teyemmüm caizdir. (Bu,
Mâlikilerin görüşüdür).
4- Sözünü
ettiğimiz maddelerin temiz olması şarttır.
İçinde veya üzerinde necaset ve pislik bulunan toprak veya benzeri bir
maddeyle teyemmüm caiz değildir.
5-
Müctehidlerin farklı görüşlerine rağmen, teyemmüm için ince toprak veya kumu
kullanmak afdaldır.
Dinimiz her şeyi belli
kurallara bağlamış, ibâdetin resmiyetini kişilerin anlayış ve mantığına
bırakmamıştır. Abdestin nasıl bir takım farzları, hüküm ve sünnetleri varsa,
teyemmümün de bir takım farz ve sünnetleri vardır. Tabiatıyla Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz hangi ibâdetin nasıl yapılacağını hem sözleriyle, hem de davranışlarıyla
belirleyip göstermiştir.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Ammar b. Yâsir (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Teyemmümde,
yüz ve iki el (kol dahil) için bir vuruş vardır."[386]
Diğer bir rivayette ise
Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu belirlenmiştir:
"Yüz ve eller
için teyemmüm gerekir."[387]
Ammar (r.a.)'dan yapılan
rivayette, demiştir ki Cünüp oldum, ama su bulamadım. Toprak üzerinde (soyunuk bir halde) eşindim ve sonra da namaz
kıldım. Durumu Peygamber (a.s.) Efendimiz'e anlattığım zaman buyurdu ki:
"Sana şöyle
yapman kâfi gelirdi."
Böyle derken elinin
içlerini yere vurdu ve (kaldırınca) üfledi, sonra da onlarla yüzüne ve
ellerine (kollarına) mesnetti (sürdü).[388]
Diğer bir rivayette
ise şöyle buyurduğu tesbit edilmiştir:
"Sana, iki
elin içini toprağa vurduktan sonra onları üflemen, sonra da yüzüne ve
bileklerine kadar iki eline sürmen sana yeter."[389]
Ebû Davud'un taharet
bahsinde yaptığı rivayette ise, teyemmümün iki vuruş olduğu, birinciyle yüze,
ikinci vuruşla kollara meshedildiği açıklanmıştır.[390]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Su
bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanmaya engel bazı özür ve sebeplerin
ortaya çıktığı zamanlarda toprak ile teyemmüm caizdir.
2- Teyemmüm
için iki elin içini bir defa toprağa vurup yüz ve iki ele meshetmek kâfidir.
3- Eller
toprağa vurulup kaldırıldıktan sonra üzerindeki tozları üfleyip öylece
meshetmek sünnettir.
4- Abdestsiz
kimse için olduğu gibi, cünüb kimse için de iki elin içini bir defa toprağa
vurup yüz ve elleri meshetmek yeterlidir.
5- İki eli
bileklere kadar meshetmek kâfidir.
6-
Teyemmümde elleri kollarla beraber meshetmek gerekir.
7- Eller iki
defa toprağa vurulur, birinci vuruşla yüze, ikinci vuruşla kollara sürülür.
(Altı ve yedinci hükümler Ebû Davud'un rivayetinden anlaşılmaktadır).
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ictihad, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefilere göre:
Teyemmümün nasıl
yapılacağı şöyle belirtilmiştir: İki elini temiz toprağa veya toprak cinsi bir
maddeye vurup kaldırdıktan sonra hafif silker, sonra da yüzünü mesheder. Bunu
müteakip yine iki elini toprağa aynı şekilde vurup silktikten sonra her bir
eliyle kolunun üst ve alt kısmını mesheder.
Hanefiler bu meselede
Hz. Peygamber'in (a.s.) şu hadîsiyle Ammar (r.a.) rivayetini dikkate alarak
hüküm koymuşlardır:
"Teyemmüm iki
vuruştur: Bir vuruş yüz için, bir vuruş da dirseklere kadar iki kol
içindir."[391]
Bu mezhebe göre, istâb
(yani yüz ve kollarda abdest suyunun dokunması gerekli olan her tarafı
meshetmek) şarttır. O kadar ki, İmam Muhammed el-Asıl'da parmak aralarının
hilallanmasını bile belirtmiştir. el-Hasan'ın Ebu Hanife'den yaptığı rivayete
göre, yüz ve kolların çoğu kısmının meshedilmesi kâfi gelir, çünkü her tarafına
dokundurmakta zorluk bulunduğu söz konusudur, denilmişse de birinci görüş ve
ictihad daha sahihtir.[392]
b) Şâfiilere
göre:
Teyemmümün rüknü,
toprağı meshedilecek azaya nakletmektir. Hattâ toprağı bir azadan diğerine
nakletmek bile kâfidir. Yüzü ve sonra da dirseklere kadar elleri meshetmek
vâcibdir. Meshi ince kılların köklerine kadar ulaştırmak vâcib değildir. En
sahih kavle göre, teyemmümde tertip vâcib değildir. O bakımdan toprağa vurduğu
iki elinin sağı ile yüzünü, solu ile sağ elini meshetmesi caizdir.[393]
c)
Hanbelilere göre:
Ahmed b. Hanbel'in
yanında sünnet kabul edileni, teyemmümün bir tek vuruşla gerçekleşmesidir.
Bununla beraber iki vuruşla teyemmüm ederse, caizdir. el-Kadı diyor ki:
"Teyemmümün
yerine gelmesi bir vuruşla hasıl olur; kemâl derecesi ise, iki vuruştur. Ama
kesin beyân (nass) yukarıdaki açıklamadır."
Hanbelî fukahasından
el-Esrem diyor ki:
"Ahmed b.
Hanbel'e sordum:
"Teyemmüm bir tek
vuruştan mı ibarettir?" Cevap verdi:
"Evet, yüz ve
eller için bir tek vuruş yeter... Kim iki vuruştur derse, bu onun
fazlalaştırdığı bir şey sayılır."
Nitekim İmam Tirmizi
de, bu görüşün aynı zamanda Resûlüllah'ın (a.s.) ashabından birçok ilim
adamının ve onlardan başka yetkili fakiyhlerin kavlidir; demiştir. Ali, Ammar,
İbn Abbas, Ata', Şa'bî, Mekhul, Evzaî, Mâlik ve İshak onlardan bir kısmıdır...
Şafiî ise teyemmümün ancak, biri yüze, diğeri dirseklere kadar kollara sürülmek
üzere iki vuruşla kâfi geleceğini belirtmiştir. Nitekim İbn Ömer, Salim,
el-Hasen, Sevrî ve rey tarafdarlarının da görüşü bu doğrultudadır. Şafiî ve o
görüşte olanların delîli, Ebû Ümame (r.a.)'den yapılan şu rivayettir:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz bir vuruşta yüzünü, bir vuruşla da dirseklere kadar ellerini
meshetmek suretiyle teyemmüm etti..."[394]
d)
Mâlikilere göre:
Teyemmümde yüzü ve
bileklere kadar iki eli meshetmek farz, dirseklere kadar meshetmek sünnettir.
Hanbelilerin çoğu da bu görüştedir. Kollar için ikinci vuruşu yapmak da
sünnettir. Bir azada kalan tozu diğerlerine nakletmek caizdir, yeter ki o el
başka bir yere sürülmemiş olsun.[395]
Nitekim İmam
Mâlik'den, nasıl teyemmüm edilir ve azanın neresine kadar meshedilir? diye
sorulduğunda şöyle demiştir:
"Bir vuruş yüz
için, bir vuruş da eller için ve elleri dirseklere kadar mesheder."[396]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller:
Ebu Cafer et-Tahavî
teyemmümün keyfiyetiyle ilgili yirmibeş kadar rivayet toplayıp nakletmiştir.
Biz onlardan önemli gördüklerimizi aşağıya almayı uygun bulduk:
Ammar (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Teyemmüm âyeti
indiği vakit Resûlüllah (a.s.) Efendimizle beraber bulunuyordum. Bunun üzerine
bir vuruş yüz için; bir vuruş da bileklere kadar eller için vurduk ve ellerin
iç ve dış kısmını meshettik."
Yine Ammar'dan yapılan
bir diğer rivayette, şöyle demiştir:
"Biz, Resûlüllah
(a.s.) Efendimizle beraber toprak ile meshettik: Yüzümüzü ve bileklere kadar
ellerimizi meshettik..."
Bir cemaat bu rivayetlerle
istidlal ederek, teyemmümde bir vuruş yüz için, bir vuruş da bileklere kadar
eller için kâfi geleceğine hükmetmişlerdir.[397]
Hadîslerde geçen darb
karşılığında vuruş kullanıyoruz. Bundan maksat, teyemmüm için elleri toprağa
veya toprak cinsi bir maddeye vurmaktır.
Belirtilen
rivayetlerin hilâfına başka rivayetlere dayanarak, teyemmümde yüz ve dirseklere
kadar iki el meshedilir diyenler de hayli çoktur. Böylece teyemmümün keyfiyeti
hakkındaki istidlal ve görüşler ikiye ayrılmıştır:
a)
Teyemmümde yüz ve bileklere kadar iki el meshedilir.
b)
Teyemmümde yüz ile eller dirseklere kadar meshedilir.
Ammar'ın (r.a.)
hadisinde bu keyfiyet tam olarak belirtilmemiştir. İnen âyette ise sadece,
temiz toprakla teyemmüm edin, emri vardır. Keyfiyetinden söz edilmemiştir.
Sonra da "O toprakla yüzlerinizi ve ellerinizi mesnedin!" âyeti
inmiştir.
Ebû Cafer Tahavî, Hz.
Aişe'nin seferde kaybolan gerdanlığıyla ilgili olayı ayrı bir delil olarak
şöyle naklediyor: Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimizle birlikte gazadan dönüyorduk. Medine yakınında
"Maârras" denilen yere geldik ve geceleyin orada hafif bir uykuya
dalmışım derken Semat diye adlandırılan ve göbeğe kadar ulaşan gerdanlığım her
nasılsa boynumdan kayıp çıkmış. Resûlüllah (a.s.) Efendimizle sabah namazı için
(mahfe'den) indiğimde, ya Resûlellah! dedim. Gerdanlığım boynumdan kayıp
çıkmıştır. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.), "ey insanlar! Şüphesiz ki
ananız gerdanlığını kaybetmiştir, onu arayıp bulmaya çalışınız?" diye
seslendi. Onlar aramaya başladılar, ama yanlarında su yoktu, derken namaz vakti
girdi, onlar da gerdanlığı bulmuş oldular. Su bulamadıkları için de kimi
ellerine kadar, kimi bileklerine kadar, kimi de bedenine varıncaya kadar
teyemmüm etti... Onların bu hali Peygamber (a.s.) Efendimiz'e haber verilince
Teyemmüm hakkındaki âyet indi."
Bu rivayette
anlaşılıyor ki, teyemmüm keyfiyeti nazil olmadan önce teyemmüme ruhsat verilir
mahiyette emir inmiş bulunuyordu. O bakımdan herkes bir türlü teyemmüm etmiş
oluyor, biri diğerine uymuyordu. Keyfiyeti belirlenince de bu farklılık ortadan
kalkmıştır.
İkinci gurubun
görüşünü kuvvetlendiren rivayetler: Tahavî'nin Yunus'tan yaptığı rivayette
Nâfi' şöyle demiştir:
İbn Ömer (r.a.)
el-Cürf’den gelirken Mirbed denilen yerde temiz bir toprakla teyemmüm etti,
yüzünü ve dirseklerine kadar ellerini meshetti. Sonra da kalkıp namaz kıldı.
Câbir (r.a.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Bir adam kendisine
gelip, "ben cenabet oldum ve doğrusu (su bulamadığım, için) toprağa
eşindim" dedi. O da ona: "Sen eşek mi oldun?" dedi ve sonra da
iki elini yere vurduktan sonra yüzünü meshetti, sonra tekrar ellerini yere
vurup, dirseklerine kadar ellerini meshetti. Sonra da o adama: "İşte
teyemmüm böyle olur!" dedi.[398]
Ebu Davud'un Zührî'den
naklen yaptığı rivayete göre, Ammar b. Yâsîr'in (r.a.) teyemmüm hakkında
Abdullah b. Atebe'ye şöyle dediği tesbit edilmiştir: Onlar Resûlüllah (a.s.)
Efendimizle beraber sabah namazı için toprak ile meshetmişler, şöyle ki,
ellerinin içini toprağa vurup onunla bir defa yüzlerini meshetmişler, sonra
tekrar ellerinin içini toprağa vurup ellerinin her tarafını bileklerine kadar
meshetmişler."
Aynı hadîsi İbn Mace
de tahrîc etmiştir. Hadis munkati'dir, yani senedinden bir kişi düşmüş veya
mübhem biri anılmıştır. Çünkü Abdullah b. Atebe (veya Utbe), Ammar b. Yasir'e
ulaşmamıştır. Nesâî ise, bunu Abdullah b. Atebe'nin babasına kadar ulaştırıp
onun Ammar'dan rivayet ettiğini mevsûlen nakletmiştir. İbn Uyeyne'nin
Zührî'den, onun da Abdullah b. Abdullah'tan, onun da babasından, onun da Ammar'dan
aynı hadîsi rivayet etmesine gelince, bu sahih bir tesbittir.[399]
Böylece teyemmümün
keyfiyeti hakkında iki ayrı rivayet söz konusudur. Müctehid imamların farklı
görüş ve istidlalleri bundan kaynaklanmaktadır.
980 no'lu Ammar b.
Yasîr (r.a.) hadîsine gelince, İbn Abdilberr'in de dediği gibi, ondan merfu'ân
rivayetlerin çoğu teyemmüm için bir tek vuruşu yansıtmaktadır. İki vuruşla
ilgili rivayetler ise muzdariptir.
Taberânî'nin
el-Avsatu'1-Kebîr'de, Resûlüllah (a.s.) Ammar b. Yâsîr'e: "Senin için
bir vuruş yüze, bir vuruş da ellere kâfi gelir..." Buyurmuştur. Ne var
ki, rivayet silsilesinde İbrahim b. Muhammed. b. Ebu Yahya bulunuyor ki, bu zat
zayıftır. Her ne kadar Şafiî onu hüccet saymışsa da üzerindeki ihtilâf zayıf
olduğunu göstermiştir. Nitekim Zehebî onun için "Zayıf kabul edilen
âlimlerden biridir," diyor. Yahya b. Said ise onun hakkında Mâlik'den,
sıka (güvenilir) olup olmadığını sormuş, Mâlik şu cevabı vermiştir: "Ne
hadiste, ne de dindarlığında veya borcunda sıkadır..." Yahya b. Mâîn,
el-Kattan'dan şöyle dediğini işittiğini naklediyor: "İbrahim b. Muhammed
b. Ebî Yahya yalancıdır. Ahmed b. Hanbel'de; onun hadîsi terkedilir"
demiştir.[400]
982 no'lu Ammar hadîsi
ise, sahihtir, buna muhalefet eden olmamıştır.
Diğer yandan
teyemmümde koltuk altlarına kadar meshedilir, rivayetine gelince, İmam
Şafiî'nin dediği gibi, bunların hükmü kaldırılmıştır. Aynı zamanda sıhhat
dereceleri de söz götürür mahiyettedir.[401]
l- Toprak
veya toprak cinsi bir maddeyle teyemmüm etmek caizdir.
2- Teyemmüm
için bir vuruş kâfidir, bununla hem yüze, hem ellere meshedilir.
3-
Teyemmümde yüzü ve iki eli de bileklere kadar meshetmek kafidir.
4-
Teyemmümde yüzü ve dirseklere kadar elleri meshetmek vâcibdir, bir kısmına göre
sünnettir.
Bilindiği gibi,
teyemmüm, mü'minlere ruhsat mahiyetinde bir kolaylıktır. Şartlar elverdiği
sürece bu ruhsata gidilmez. Vakit içinde su bulunmadığı veya bulunduğu halde
kullanma imkânı olmadığı takdirde ruhsattan yararlanmak gerekir.
O halde vaktin
evvelinde su bulamadığından teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra henüz vakit
çıkmadan su bulan kimsenin kıldığı o namazı iade etmesi gerekir mi?
Bunun cevabını
vermeden önce ilgili hadîsleri ve sonra da müctehid imamların ictihad, ihticac
ve istidlallerini nakletmekte fayda vardır. Öylece konu daha iyi açıklanmış
olur:
Ata' b. Yesar'dan, o da Ebu
Saîd el-Hudrî (r.a.)'den rivayet etmiştir. Ebu Şaîd şöyle demiştir: "İki
adam sefere çıkmıştı. Namaz vakti girdiği halde yanlarında su bulunmuyordu.
Temiz bir toprakla teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra vaktin içinde su
buldular. Onlardan biri abdest ve namazını iade etti, diğeri ise iade etmedi.
Sonra Peygamber (a.s.) Efendimiz'e gelip durumu arzettiler. Peygamber (a.s.),
iade etmeyen adama:
"Sünnete
uymakta isabet etmişsin ve namazın da kâfi gelir sana."
Abdest alıp namazı iade
eden adam ise şöyle buyurdu:
"Senin için de
iki kere ecir vardır."[402]
Hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Su
bulamadığı için vaktin evvelinde teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra vakit
henüz çıkmadan su bulursa, o namazı iade
edip etmemek hususunda serbesttir.
2- Abdest
alıp iade ederse, sünnete uymakta isabet etmiş, yani gerekli olan şer'î ruhsata
uyup ibâdetini yapmış sayılır.
3- Vakit
henüz çıkmadığı için abdest alıp namazı iade etmesinde iki ecir vardır: Biri
ruhsat gereği teyemmüm edip namaz kıldığı, diğeri su bulup abdest almak
suretiyle namazı iade etmesidir.
Hadîsin ışığında
müctehid imamların ictihâd ve istidlaller :
a)
Hanefîlere göre:
Teyemmüm her vakit
için geçerlidir, yani hemen her vakitte teyemmüm caizdir. Öyle ki, vakit
girdikten sonra da, girmeden evvel de buna ruhsat vardır. Çünkü teyemmüm
mutlak bedel olarak abdest yerine geçer. Ancak Şâfiîlere göre, zarurî bir
bedeldir. O bakımdan vakit girmeden teyemmüm caiz olmaz.
Vakit içinde teyemmüm
etmek ise müstehabdır. Ancak vaktin sonuna doğru su bulma umudu söz konusu ise
vaktin sonuna, böyle bir umut yoksa vakit girdikten sonra geciktirmemek
müstehabdır. el-Asıl kitabında ise, vaktin sonuna geciktirmenin müstehab olduğu
belirtilmiştir. Nitekim Tabiînden Zührî, Hasen ve İbn Şirin de bu görüştedir.
İmam Mâlik ise, vaktin ortasında teyemmüm etmek müstehabdır; yolcu, hasta ve
korkan kimseler vaktin ortasında teyemmüm ederler, demiştir.[403]
Hanefîlerin bu
görüşüne delil olarak Hz. Ali'nin (r.a.) şu sözü gösterilmiştir:
"Yolculuk halinde
olan kimse cünüb olursa, vaktin sonuna doğru teyemmümünü geciktirir."
Ashab-ı Kirâm'dan bunun hilâfına bir rivayet yapılmadığına göre, icma' meydana
gelmiş oluyor. Çünkü namaz su ile abdest alınarak kılınırsa, daha üstün bir
anlam ifâde eder. Çünkü abdest asıldır, teyemmüm ise bedeldir.[404]
Teyemmüm ile namaz
kılındıktan sonra su bulunacak olursa, artık o namazı iade etmez. Çünkü
emredilen şeyi yerine getirmiştir. Ancak namaz esnasında su bulunursa, o
takdirde namazı bırakıp abdest alır ve öylece namaz kılar. Çünkü aslın yerine
geçecek, yani ona bedel olacak şeyi henüz tamamlamadan asılla edâ etmeye gücü
yetmektedir. Hem teyemmüm, suyu görmekle bozulur. Namaz esnasında böyle bir
durum ortaya çıkınca, abdesti bozulmuş olur.[405]
b) Şâfiîlere
göre:
Eyleşik halde olan
kimse su bulamadığı için teyemmüm edip namaz kılarsa, bilâhare su bulunca
abdest alır ve o kıldığı namazları kaza eder. Yolculuk halinde olan kimse ise,
teyemmüm ile kıldığı namazları, su bulunca kaza etmez. Ancak günâh işlemek
için çıktığı seferde teyemmüm ile kıldığı namazları su bulunca kaza eder.[406]
Yolculuk halinde
bulunan kimse yanındaki suyu unutur veya yükünün arasında kaybederse, teyemmüm
edip namaz kıldıktan sonra hatırlar veya bulursa, kıldığı namazı iade etmesi
gerekir. Ancak içinde su bulunan yükünü arkadaşlarının yükleri arasında kaybeder
ve teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra yükünü bulursa, artık iade etmez.[407]
c)
Hanbelîlere göre:
Yaptığı teyemmümle
farz bir namaz kılmaya niyet etmişse, o teyemmümle dilediği kadar vakit içinde
farz ve nafile namaz kılabilir. Ama nafile veya mutlak namaza niyet etmişse,
onunla ancak nafile kılması caiz olur. İmam Şafii de aynı görüştedir. İmam Ebû
Hanîfe ise onunla dilediği namazı dilediği kadar kılabilir. Çünkü teyemmümde
bir taharettir, yani bir nev'î abdesttir, onunla nafile de farz da kılmak
sahihtir, demiştir.[408]
Namaz içinde su
görürse, namazını bozmayıp tamamlar ve artık o teyemmümle başka bir namaz
kılamaz. Çünkü suyu görmekle hükmü kalkmış olur. Bu görüşe muhalefet edenler de
eksik değil.
Namaz kılarken vakit
sona erip başka bir vakit başlarsa, teyemmümü hükümsüz kalır, aynı zamanda
namazı da bâtıl olur. Çünkü tahareti vaktin son bulmasıyla son bulmuştur.
Böylece namazıda hükümsüz olmuştur.[409]
d)
Mâlikîlere göre:
Su bulunur veya suyu
kullanmaya kudreti yetmeye başlarsa, namaza başlamamışsa teyemmümü bozulur,
başlamışsa, hemen bozulmaz. Namaza başlamadığı takdirde ise, abdest alıp bir
rek'ate yetişecek kadar bir zamanın kalması şarttır, aksi halde yine de
bozulmuş olmaz.[410]
İmam Mâlik'den yapılan
bir rivayette ise, şöyle demiştir:
"Yolcu hasta ve
korkan kimseler, teyemmüm ettikten sonra vakit içinde su bulurlarsa, yolcu
namazı iade eder; hasta ile korkan kimse iade etmez."[411]
Namaz içinde su
bulunur veya mevcut suyu kullanma imkânı boğarsa, teyemmümü bozulmaz,
dolayısıyla namazı da bozulmuş sayılmaz ve namazını devam ettirip tamamlar,
isterse vakit geniş olsun, abdest alacak, yeniden namaz kılacak kadar bir süre
bulunsun...[412]
İlgili rivayetler ve
tahliller:
997 nolu hadisi Daremî
ve Hâkim de tahric etmiştir. Darekutnî ise, mevsulen rivayet etmiştir. İbn
Mübarek ise, Beyhakî'ye muhalefet ederek hadîsi mursel olarak rivayet
etmiştir. Birincisinin rivayetinde râvilerden hiçbiri düşmemiştir, ikincisinin
rivayetinde bir sahabi'nin düştüğü söz konusudur. Taberânî'nin de tesbitine
göre, bu hadîsi sadece Abdullah b. Nâfi' muttasıl olarak rivayet etmiştir. İbn
Seken de kendi Sahîh'inde Ebu Velîd tarikıyla mevsulen rivayet ederek Beyhakî
ile bu hususta birleşmiştir.
Bütün bu farklı
rivayetlere göre, hadis istidlale mesned seçilmiş ve müctehidlerin çoğu onunla
ihticac etmiştir.
Ebu Zerr'den yapılan
rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu tesbit edilmiştir: "Şüphesiz
ki temiz toprak müslümanın temizleyicisidir, isterse suyu on yıla kadar
bulamamış olsun. Suyu bulunca da onu tenine dokundursun, çünkü böyle yapması
hayırlıdır."[413]
Teyemmümle namaz
kılmakta olan kimse namazı henüz bitirmeden su bulursa, teyemmümü bozulur ve o
namazı iade etmesi gerekir, diyenler bu hadîse dayanmışlardır. Oysa hadîsin
açık delâletinden böyle bir hüküm anlamak çok zor. Çünkü namazını bıraksın,
abdest alıp yeniden kılsın diye ne sarih, ne de işaret yollu bir ifade vardır.
Buna karşılık, "Bir namazı bir gün içinde iki defa kılmayın!"
diye açık beyân varid olmuştur.[414]
İbn Seken bu hadîsi
sahîhlemiştir. Ancak râvileri arasında Ebû Kalabe hakkında ihtilâf edilmiştir.
Bununla beraber aynı namazın bir gün içinde iki defa kılınması men'edildiği
dikkate alınınca, teyemmümle kılınan namazı kıldıktan veya o esnada suyun bulunmasıyla
o namazı iade etmiyeceği hükmü ortaya çıkıyor.
1-
Teyemmümle namaz kılarken, su bulunur veya mevcut suyu kullanma imkânı
doğarsa, hem teyemmüm bozulmaz, hem de namaz hükümsüz kalmaz.
2- Namaz
kıldıktan sonra suya rastlar veya mevcut suyu kullanmaya imkân bulursa, vakit
müsait olsa bile, abdest alıp o namazı iade etmesi gerekmez.
3- Farz veya
nâfile namaz için alınan teyemmümle, İmam Ebû Hanîfe'ye göre istenildiği
kadar namaz kılınabilir. Vaktin
çıkmasıyla da teyemmüm bozulmuş olmaz.
4- Farz
namaza niyet etmişse, vakit içinde o teyemmümle dilediği kadar farz ve nafile
namaz kılabilir. (Bu, Hanbelîlere göredir).
5- Eyleşik
halde olan kimse, teyemmümle namaz kıldıktan sonra su bulursa, vakit içindeyse
o namazı yeniden kılar, vakit çıkmışsa kaza eder. Yolculuk halinde olan kimse,
iade etmez. (Bu, Şâfiîlere göredir).
Abdest namazın
şartlarından biridir. Şart yerine gelmeyince meşrut da yerine gelmez. Ancak
şartlardan birinin ortadan kalkmasıyla diğer şartlar da ortadan kalkmış
sayılır mı? Meselâ 45 dereceden sonra gece ve gündüzde anormal bir değişme
meydana gelir, daha da yukarı çıkıldığında üç ay, dört ay ve hattâ altı ay
gece ve altı ay gündüz devam eder. Vakit namazın şartlarından, yani
farzlarından biridir, o olmayınca namaz kalkar mı? kalkmaz, çünkü şartlardan
bilinin zarurî olarak ortadan kalkmasıyla ibâdetin farziyeti askıya alınmaz,
ona göre takdir edilip kılınır. Bunun gibi su ve toprak bulunmadığı zaruri
haller de namazın terkedilmemesi gerekir, kıyas budur. Ancak farklı görüşler
söz konusudur.
İlgili hadisler:
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, o, kızkardeşi Esmâ'dan bir gerdanlık emanet almış ve
kaybetmişti. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz onu buldurmak için bazı
adamları göndermişti. Onlar da arayıp buldular, derken namaz vakti girmiş
oldu. Yanlarında su da bulunmuyordu. Bunun üzerine abdestsiz namaz kıldılar.
Sonra Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e geldiklerinde, durumu O'na anlatıp dert
yandılar. Bunun üzerine Aziz ve Celîl olan Allah teyemmüm âyetini indirdi. [415]
Rivayetin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Teyemmüm
âyeti inmeden önce, su bulunmadığı yerlerde namaz terkedilmiyor, abdestsiz bir
halde kılınıyordu.
2- O halde
buna kıyasla, bir yerde su ve toprak bulunmazsa, meselâ zindan ve benzeri bir
yerde tutuklu bulunan kimsenin yanında su ve toprak diye bir şey yoksa, o
vaziyette, yani abdestsiz bir halde namazını kılar. Çünkü Abdestsiz kılanlara
Peygamberimiz (a.s.), niçin o vaziyette kıldınız? O namazı iade edin!
Dememiştir. Onun bu konuda susması, ruhsat ve cevaza delâlet eder.
Hadisin ışığında
müctehidlerin görüş ve ictihadları:
a) İmam
Şafii ve İmam Ahmed'e göre, su ve toprak bulunmadığı zarurî hallerde abdestsiz
namaz kılmak caizdir. Cumhur-i muhaddisîn de aynı görüştedir. İmam Mâlik'in
ashabından çoğunun da ictihadı bu anlamdadır.
b) İmam Ebû
Hanîfe'ye göre, namaz kazaya bırakılır. Bunun hilâfına bir rivayetten söz
ediliyorsa da sıhhatli kabul edilmemiştir.
c) Abdestsiz
namaz kılan kimsenin bilâhare su veya toprak bulduğu takdirde o namazı kaza
etmesi gerekir mi? İmam Şafiî ve arkadaşlarının çoğuna göre, iade etmesi
vâcibdir. Çünkü ona göre, bu nadir özürlerden biridir. O bakımdan iadesi
gerekir.
d) Ahmed b.
Hanbel, Müzeni, Sehnûn ve İbn Münzîr'e
göre, iadesi vâcib değildir. Onlar bu hususta yukarıdaki hadîsle istidlal
etmişlerdir. Çünkü namazı iade etmek gerekseydi herhalde Peygamber (a.s.) Efendimiz bunu söylerdi.
e) Sevri'
Evzâi ve İmam Mâlik'e göre de abdestsiz bir halde namaz kılınmaz. Zarurî bir
hal bile ortaya çıksa bu hükmü değiştirmez. Ancak İmam Ebû Hanife bu konuda,
aynı görüşe katılmakla beraber, kılmadığı namazları su veya toprak bulduğu
zaman kaza etmesi vâcibdir, demiştir. Sevrî ile Evzâî de aynı görüştedirler.
İmam Mâlik'e göre, kazası gerekli değildir.[416]
f) İmam
Nevevi ise el-Mühezzeb şerhinde şöyle demiştir: Şâfiî'nin kavl-i Kadîminde sözü
edilen durumda namaz kılmak müstehabdır, ancak iadesi vâcibdir.
1- İmam Ebu
Hanîfe'ye göre, abdestsiz ve teyemmümsüz namaz kılınmaz. Su ve toprak
bulunmadığı zarurî hallerde namaz bırakılır, ancak su veya toprak bulduğu zaman
kılmadığı namazları kaza etmesi vâcibdir.
2- İmam
Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre, zarurî hallerde abdestsiz namaz kılmak
caizdir.. Ancak su veya toprak bulduğu takdirde İmam Şafiî'ye göre iade gerekir.
3- İmam
Mâlik'e göre de zarurî bir hal ortaya çıksa bile abdestsiz namaz kılınmaz.
Bununla beraber kazası da gerekli değildir.
Kadın ve erkeğin
sağlığı ve temizliğiyle yakından ilgili olan bu konuya dinimiz yeterince ağırlık
vermiş, mezhep sahibi müctehid imamlardan herbiri buna ayrı bir bölüm ayırarak
aydınlatıcı bilgiler vermiştir.
Hayız konusu Kur'ân'da
belirtilmiş ve hadîslerle gereken açıklama yapılmıştır. Kaynaklarıyla İslâm
Fıkhı adlı dört ciltlik eserimizde de bununla ilgili nakilleri yapmış ve
özellikle Hanefî mezhebinin görüş, ictihad ve istidlalleri belirtilmiştir.
Burada sadece hadîslerin
ışığında müctehid imamların görüşlerini ve istidlal yollarını, ihticac ve
ictihadlarını nakletmekle yetineceğiz.
İlgili hadisler:
Hz. Aişe (r.a.)
Validemizden yapılan rivayette demiştir ki:
Ebû Hubays kızı
Fatıma, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e dedi ki:
"Doğrusu ben
istihaza olan (rahimden devamlı kan gelen bir kadınım, hiç de temiz kalmıyorum;
namazı bırakayım mı?" Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona şöyle buyurdu:
"Senin o
durumun bir cdamar patlaması (bir damar rahatsızlığı) dır, hayız ayhali-âdet
görme) değildir. Ayhalin gelince namazı bırak, (belilenmiş süre) miktarı
gelince kendinden kanı yıkayıp namaz kıl!"[417]
İbn Mâce dışında diğer
beş muhaddîsin rivayetinde ise, şöyle buyurmuştur:
"Ayhalin
gelince (süresi başlayınca) namazı bırak. (Süresi sona erip) gidince, kendinden
kanı yıkayıp namaz kıl!"
Tirmizi ise bir rivayette
şu fazlalığı nakletmiştir:
"O vakit
(ayhali vakti) gelinceye kadar her namaz için abdest al!"
Buharî'ye ait bir rivayette
ise şöyle buyurmuştur:
"İçinde hayız
(ayhali) olduğun günler sayısınca namazı bırak, sonra da gusledip namaz
kıl!"
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki:
Cahş kızı Ümmu Habibe
(ki o Abdurrahman b. Avf'ın eşi idi), Peygamber (a.s.) Efendimiz'e kandan (sık
sık rahminden akan kandan) şikâyet
etti. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona şöyle buyurdu:
"Ayhalin seni
alıkoyduğu süre kadar bekle, sonra guslet!"
Nitekim o da her namaz
için guslederdi.[418]
Aynı hadîsi Ahmed ve Nesâî
şu lâfızla rivayet etmişlerdir:
"Ayhali olduğun süre
kadar bekle ve bu süre içinde namazı bırak, bundan sonrasına dikkat et de her
namaz için guslet ve (öylece) namaz kıl."
Kasım'dan, o da Cahş
kızı Zeyneb'den rivayet etmiştir. Zeyneb (r.a.) Peygamber (a.s.) Efendimiz'e
müstehaza olduğunu söylemiş. Peygamberimiz (a.s.) ona şöyle buyurmuş:
"Ayhali
günlerinde oturursun, sonra gusleder, öğleyi geciktirir, ikindiyi acele
edersin ve gusledip namaz kılarsın.
Akşamı geciktirir, yatsıya acele
edersin, gusledip ikisini birarada (ardarda) kılarsın. Fecir (sabah
namazı) için de gusledersin."[419]
Ümmu Seleme (r.a.)'den
yapılan rivayette, o, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den kan akıtan (rahimden sık
sık kan gelen) bir kadın hakkında istiftada bulundu. Peygamber (a.s.) ona şöyle
buyurdu:
"Ayhali olduğu
gün ve geceler miktarına ve ayda (kaç gün devam ettiği) kadarına baksın ve o
süre içinde namazı bıraksın, sonra gusletsin ve bir bezi katlayıp iyice
orasına yerleştirsin, sonra da namaz kılsın."[420]
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- İstihaza
olan (bir rahatsızlıktan dolayı rahimden sık sık veya devamlı kan gelen) kadın,
bu durumda özür sahibi sayılır ve namazını bırakmaz.
2- Bu
durumda olan kadın, her ay kaç gün ayhali oluyor ve ayın hangi bölümünde ayhali
kanı görüyorduysa, ona göre durumunu ayarlar, o günler gelince namazı bırakır.
Geçince gusledip namazını kılar.
3- İstihaza
olan kadın, ayhali günleri dışında her namaz için bir abdest alır.
4- İstihaza
olan kadın (ayhali günlerini kesin tesbit edemiyor, iki kanı birbirinden ayırd
edemiyorsa) her namaz için gusletmesi
gerekir.
5- İstihaza
olan kadın, ayhali günlerinde oturup namaz kılmaz. O günler geçince, öğle ve
ikindi namazları için bir defa, akşam ve yatsı namazları için de bir defa
gusleder. Ancak öğle namazını vaktin sonuna, akşam namazını da vaktin sonuna
geciktirir ve iki namazı birarada kılar. Ayrıca sabah namazı için de gusletmesi
gerekir.
6- İstihaza
olan kadın, ayhali günleri geçtikten sonra yıkanır, rahminin üzerine kalınca
bez bağlar, öylece namaz kılar.
Bu konuya ayhalinden
dolayı gusletmek bahsinde yer vermiş, kısmen üzerinde durmuştuk. Önemine binaen
tekrar geniş biçimde yer verip açıklama yapmayı uygun gördük.
Hadîslerin ışığında
müctehîd imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit, istidlal ve
ihticacları:
a)
Hanefî'lere göre:
Ayhali, yani âdet
görme günlerinde kadın, namaz kılmaz, oruç tutamaz, Kur'ân okuyamaz, üzerinde
kesesi yoksa Mushaf'a dokunamaz, cami ve mescidlere giremez, Kabe'yi tavaf
edemez. Loğusa olan kadına da bunları işlemek yasaktır.
Müstehaza olan, yani
bir rahatsızlık veya damar çatlaması sebebiyle rahminden sık sık veya devamlı
kan gelen kadına bunlarları hiçbiri yasak değildir, normal zamanlarda olduğu
gibi ibâdetini yerine getirir. Ancak namaz vakti girince abdest alır, vaktin
çıkmasıyla abdesti bozulmuş kabul edilir. Her namaz veya her namaz vakti için
gusletmesine gerek yoktur.[421]
el-Mevsalî de bu
konuda şöyle diyor:
"Müstehaza
(rahimden ilk sık kan gelen), idrarını tutamayıp akıntısı olan, devamlı
yellenen, devamlı burnu kanayan ve akıntısı kesilmeyen yaralı her namaz vakti
için abdest alırlar ve o abdestle diledikleri kadar namaz kılabilirler.Vakit
çıkınca da abdestleri hükümsüz kalır ve başka bir namaz için abdest almaları
gerekir."[422]
b) Şafiîlere
göre:
Müstehaza da, idrarını
tutamayıp hep akıntı yapan kimse gibidir, namaz ve oruçtan men'edilmez. Bu
durumda olan kadın edep yerini yıkar ve kalınca bir bezle korunur ve vakit
içinde hemen abdest alır da namazını edâ eder. Eğer namaz konusuyla ilgili bir
sebepten dolayı, mahrem yerlerini iyice örtmek veya cemaatle namaz kılmak için
beklemek dışında geciktirirse caiz olmaz. Her farz namaz için bir abdest
alması vâcibdir. Aynı zamanda her namaz için kullandığı bezi de yenilemesi
gerekir. En sahih kavi de budur.[423]
c)
Hanbelîlere göre:
Hayız kanını istihaza
kanından ayırd edebilen kadın, ayhali günlerinde namaz, oruç, tavaf ve benzeri
ibâdetleri bırakır. Süresi dolunca gusleder ve her namaz vakti için bir abdest
alıp namazını kılar. Vaktin çıkmasıyla abdesti hükümsüz kalır. Nitekim
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Ümmu Seleme hadîsinde şöyle buyurmuştur.[424]
d)
Malikîlere göre:
İmam Mâlik bu konuda
Hz. Aişe, Ümmu Seleme, Zeyneb bint Ebî Seleme ve Saîd b. Müseyyeb rivâyetiyle
istidlal etmiştir. Ayhali günlerinde sözü edilen ibâdetleri yapamaz. Süre
dolunca gusleder ve her vakit namazı için abdest alır. Akıntı fazla olursa,
kalınca bir bezi birkaç kat yapıp kullanır.[425]
1010 nolu Hz. Aişe
hadîsiyle ilgili tahlil ve açıklamayı daha önce yapmış bulunuyoruz. Hadîsin
açık delâleti bize şu bilgiyi veriyor: Kadın âdet görme kanıyla istihaza kanını
ayırd ettiği zaman, ayhali günlerini ona göre itibar eder, süresi dolunca da
ondan dolayı gusleder ve artık istihaza hükmü başlar. O bakımdan her vakit namazı
için bir abdest alır ve o abdestle ancak bir farz kılabilir.
Bu mes'eleyle ilgili
diğer hadîslerle her namaz için veya her iki namaz için gusletmesi gerektiğine
gelince, bu rivayetlerin hem zayıf olduğu, hem de sahih hadîsler karşısında bir
hüküm ifade etmediği bilinmelidir. Çünkü hiçbir sahîh hadîste müstehaza kadının
her namaz veya her vakit namazı için gusletmesinin vâcib veya sünnet olduğu
belirtilmemiş, sadece her vakit namazı için abdest almasının vücubu üzerinde durulmuştur.
Yukarıdaki hadîste
hayız (kanı ve süresi) geldiği zaman, cümlesinden şu iki manâ anlaşılıyor: Ya
devamedegelen âdetini bilmesiyle, ya da ayhali kanını istihaza kanından ayırd
etmesiyle ilgilidir. Hamene binti Hubeyş hadîsinde ise, altı veya yedi gün
ayhali olarak say, denilmiştir ki bu, kadınlarda galib olan duruma delâlet
eder, o bakımdan ihticaca elverişli değildir.
1011 nolu yine Hz. Aişe (r.a.)
hadîsinden iki ayrı manâ anlaşılmaktadır: Birincisi, Peygamber
(a.s.) Ümmu Habibe'ye her namaz için
guslet diye emretmiştir, ama o kendisi her vakit namazı için gusletmeyi itiyad
edinmiştir. İkincisi, hadîsten onun böyle bir hüküm anladığını düşünürsek bu
vücub anlamında değil, tatavvu' anlamındadır; öyleki müstehaza her namaz vakti
için guslederse, daha çok temizliğe riâyet etmiş olur ve nafile sayılır.
Gusletmediği takdirde bir şey gerekmez. Nitekim İmam Şafiî de bu ikinci yorumu
benimsemiştir.
1012 no'lu Kasım
hadîsinin isnadı, Nesâî'nin süneninde geçmekledir. Ricali sıkat (güvenilir)
kabul edilmiştir. Bununla beraber İmam Nevevî gusül ile emreden hadîslerde
sağlıklı ve sabit bir tespit yoktur, demiştir. Nitekim Beyhakî bu ve benzeri
anlamda olan hadîslerin zayıf olduğunu belirtmiştir.
1013 no'lu Ümmu Seleme
hadîsini aynı zamanda İmam Şafiî de tahrîc etmiştir. İmam Nevevî bunun
tahrîcinin Buharî ve Müslim'in şartlarına göre olduğunu belirtmiştir. Sahih
olduğu ekser tarafından kabul edilmiştir.
İstihaze kanı gören
kadın, istihazeden önce bilinen âdetini dikkate alır ve süreyi tamamladıktan sonra
bir defa yıkanır ki, bu, ayhalinden temizlenmeye yönelik bir vücubdur. Hadis bu
hükme delâlet ediyor ve aynı zamanda böyle olan kadınların iyice bez kullanmaları
ve sık sık değiştirmeleri emrediliyor.[426]
İstihaza olan kadının
ayhali kanıyla rahatsızlığından dolayı devamlı akıntı halinde olan kan arasını
tefrik etmesi, yani herbirini kendi özelliğine göre tesbit edip ciddi bir ayrım
yapması gerekir. Aksi halde gusül ve ibâdet hususlarında birtakım zorluklarla
karşılaşır.
Hz. Urve'nin, Hubeyş
kızı Fatıma'dan yaptığı rivayette, Fatıma (r.a.) İstihaza olmuştu, yani
kendisinden devamlı kan geliyordu. Peygamber (a.s.) Efendimiz ona şöyle
buyurdu:
"Gelen kan,
hayız (ayhali) kanı ise, şüphesiz ki o siyahımsıdır ki bilinir. Böyle olduğu
zaman namazı bırak. Başka (renkte olunca) abdest al ve namaz kıl, çünkü o artık
bir damar çatlamasından dolayı akan kandır."[427]
Hadîsini açık
delâletinden, istihaza ve ayhali kanlarını birbirine karıştırmamak, birini
diğerinden ayırd etmek için renklerine
dikkat edilmesinin gereği üzerinde durulduğu anlaşılıyor. Ayhali kanı
siyahımsı, yani çok koyu kırmızı renktedir. İstihaza kanının rengi ona nisbetle
açıktır.
Böylece kadın, bu
ayrımı yapınca, ayhali süresini diğerinden ayırd etmesi kolaylaşır ve ona göre
ibâdetini sürdürür.
Ancak sözünü ettiğimiz
hadîs üzerinde bazı şüpheler söz konusudur. Ebû Hatim bunun münker olduğuna
dikkatleri çekerken delil olarak şunu ileri sürmüştür: Bu, Adiy b. Sâbit'den, o
da babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir ki, dedesi bilinmemektedir.
Ebû Dâvud da bu rivayeti zayıflar arasında belirtmiştir.
Genellikle kadınlar
ayda altı veya yedi gün ayhali kanı görürler. Bunun istisnası vardır. Ama
istihaza kanı da arayere girince böyle bir ayarlama, yani ayda altı veya yedi
günün ayhali kanının devam ettiğine hükmetmeye ihtiyâç vardır.
O bakımdan Cahş kızı
Hamene (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki: Ben şiddetli istihaza kanı
gören bir kadın olduğumu Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e gelip anlatarak ondan
fetva taleb ettim. O sırada Resûlüllah'ı (a.s.) kızkardeşim Cahş kızı Zeyneb'in
evinde buldum. Gelen kanın çokluğu beni namaz ve oruçtan alıkoyduğunu
söyledim. Bunun üzerine aramızda şu konuşma geçti:
"Sana pamuk
(kullanmanı tavsiyeyle) vasfederim. Çünkü pamuk kanı giderir."
"Akan kan ondan
daha çoktur."
"O halde bir elbise
tutun..."
"Gelen kan ondan
da çoktur."
"Kanı
durduracak şekilde gemle (sıkıca bağlamaya bak)."4
"Ama ben akıttıkça
akıtıyorum, durmuyor ki..."
Bunun üzerine
Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu:
"O halde sana iki
tavsiyede bulunacağım, hangisini yaparsan senin için yeterli olur. Ama her
ikisini yapmaya gücün yeterse, onu da sen daha iyi bilirsin! Doğrusu sendeki
kan, şeytanın dürtmelerinden bir dürtmedir. O bakımdan sen kendini altı veya
yedi gün ayhali say (Allah'ın ilminde böyle takdir edildiğini hesapla). Sonra
guslet, tâ ki kendini iyice temizlenmiş ve ayıklanmış görünce yirmidört gece
ve gündüze ait veya yirmiüç gece ve gündüze ait namazı kıl ve oruç da tut.
Şüphesiz ki bu sana kâfi gelir. Bunun gibi her ay aynı şeyi yap, nasıl ki
kadınlar ayhalleri ve temizlenmelerinde belli bir vakit belirliyorlarsa, sen
de öyle yapmaya bak. Ve eğer öğleyi (vaktin sonuna doğru) geciktirmeye ve
ikindiyi (vaktin evveline alıp) acele etmeye gücün yeterse (vaktin buna müsait
olursa), guslettikten sonra öğle ve ikindi namazlarını bir arada kılarsın,
sonra akşam namazını geciktirip yatsı namazını (vaktin evveline) alarak acele
edersin. Sonra da gusledip bu iki namazın arasını birleştirir (birarada)
kılabilirsen, öyle yap! Sabah namazı için de guslet ve öylece namaz kıl. İşte
böylece namaz kıl ve oruç tut, eğer güç getirebiliyorsan, belirtilen şekilde
hareket et!"
Sonra da Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz devamla, "İşte bu iki husustan (ikincisi) en çok
beğendiğimdir..." buyurdu. [428]
Hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-
Kadınların kendileriyle ilgili mes'eleleri ilim adamlarına sorup öğrenmeleri
vâcibdir. Kendileri bu vücubu yerine
getirmedikleri takdirde başka birinin aracılığıyla sorup öğrenirler.
2- Ayhali
veya istihaza olan kadının pamuk tutunması sünnettir. Özellikle istihaza olan
kadının, kanı iyice zaptedip dışarı sızmaması için daha başka bez ve benzeri
şeyler kullanması müstehabdır.
3- Kadın
özür sahibi olup devamlı rahminden kan geldiğine göre, ayhali günlerini
kesinlikle bilmiyor ve iki kanı
birbirinden ayırd edemiyorsa, her ay yirmi üç veya yirmi dört gün namaz kılar,
altı veya yedi gün âdet görme günleri kabul edip namazı ve orucu bırakır. O
kandan temizlendiğine kanaat getirince yıkanır ve yine namaz ve orucuna devam
eder.
4- Ayrıca
her namaz için gusletmesinin uygun olacağı belirtiliyor. Daha da kolaylık
sağlamak için, öğle namazını vaktin sonuna geciktirip ikindi namazını da
vaktin evveline almak suretiyle her iki namaz için bir gusül ve akşam namazını
vaktin sonuna, yatsı namazını da vaktin evveline alıp onlar için de bir gusül
yaparak kılmak da müstehabdır. Ayrıca sabah namazı için de ayrı bir gusletmesi
tavsiye olunmuştur.
5- Bu son
şeklin daha uygun olduğu belirtilmiştir. Müctehid imamların görüş, istidlal ve
ihticacları: Daha önce de belirttiğimiz gibi, müctehid imamlar istihaza olan
kadının her namaz veya iki namaz için bir defa gusletmesi hakkındaki
rivayetlerle amel etmemiş, onları İhtîcaca elverişli bulmamışlardır. Sadece
abdest almasının lüzumu üzerinde ittifakla durulmuş ve bu husustaki
sahih hadislerle istidlal ve ihticac edilmiştir. Yukarıdaki Hamene binti Cahş
hadisini aynı zamanda İbn Mâce, Dârekutnî ve Hakim de tahrîc etmişlerdir.
Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu Buhari'den nakletmiştir. İsnadında ise İbn
Akil bulunuyor ki, o bu hadîsle teferrüd etmiştir; ilim adamları sözü edilen
hususu dikkate alarak onun bu rivâyetiyle ihticac edilemiyeceğini
söylemişlerdir.[429] İbn
Mende ise bu hadîsin hiçbir vechile sahih olmadığını, çünkü ilim adamlarının
İbn Akîl'in rivayetinin metruk olduğunda
birleşmişlerdir. İbn Dakik ise bu görüşe katılmamış ve İbn Akîl
hakkında icma' ve ittifak olmadığına dikkatleri çekmiştir. Nitekim Ahmed b.
Hanbel, İshak b. Rahuye ve el-Humeydî onun hadîsiyle ihticacda
bulunmamışlardır. İbn Ebi Hatim ise, adı geçen zât hakkında babasından
sorduğunu, onun pek kavi olmadığını söylediğini nakleder.
Yukarıda belirttiğimiz
gibi, Tirmizî, Buharî'nin sözünü ettiğimiz hadîs için hasen dediğini nakletmiş
ve ancak Buhari, rivayet zincirinde İbrahim b. Muhammed b. Talha bulunuyor ki,
bu zatın İbn Akîl'den böyle bir hadîs işittiğini bilemiyorum demiştir.
Şevkanî ise Buharî'nin
bu sözüne itiraz ederek şöyle diyor:
"İbrahim b.
Muhammed b. Talha; Ebû Ubeyd el-Kasım b. Selâm ile Ali b. Medenî'nin
tesbitlerine göre, hicrî 110 yılında vefat etmiştir ve tabiindendir. Abdullah
b. Amir b. Âs'dan, Ebû Hüreyre'den ve Hz. Aişe'den (Allah hepsinden razı olsun)
hadîs istima' etmiştir. İbn Akil ise, o da Abdullah b. Ömer'den, Câbir b.
Abdillah'dan, Enes b. Mâlik'den ve Rabi' b. Muavviz'den rivayetler yapmıştır.
Bu durumda İbn Akif'in İbrahim b. Muhammed'den işitmediği söylenemez. Çünkü
İbrahim ondan daha yaşlıdır.
el-Hattabî ise, ilim
adamlarının hadîsi metruk saydıklarını söyler. İbn Hazım ise, onu bütünüyle
reddeder. İbn Akil'dan şerik (veya Şüreyk) ve Züyer b. Muhammed rivayet etmişlerdir ki bu ikisi de zayıftır.
Zehebî, Darekutnî'nin
Züheyr b. Muhammed için zayıf dediğini naklederken Şerîk'in meçhul olduğunu
belirtmiştir.[430]
İbn Arabî ise bu
hadisi sahih kabul ederek her vakit namazı için veya iki namazı birleştirmek
suretiyle gusletmenin müstehab olduğunu söylemişse de onun bu görüşü ilgi
görmemiştir.
Netice olarak şunu
söyleyebiliriz ki, gerek müctehid imamlar, gerekse hadîs âlimlerinin çoğu
Hamene hadîsiyle ihticacın uygun olmayacağını belirtmiş ve özellikle mezheb
sahibi müctehidler her namaz içini gusletmeyi müstehab bile saymamışlardır.
Çünkü hadîsin zayıf
olduğunu söyleyenler çoğunluktadır ve bu görüş ve tesbit ağırlık kazanmıştır.
Diğer yandan aynı
konuyla ilgili Adiy b. Sabit rivayeti söz konusudur. Bu zatın babasından, onun
da dedesinden yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz müstehaza
hakkında şöyle buyurmuştur: "Ayhali olduğu günler namazı bırakır,
sonra gusledip her namaz için abdest alır, oruç tutar ve namaz kılar."[431]
Tirmizî bunu
tahsînlememiş, yani "hasen"dir, dememiştir. Çünkü Adiy b. Sâbit'den
rivayet edenler zayıf kabul edilmiştir. Ebu’l-Yakzan (Osman b. Umeyr b. Kays)
onlardan biridir. Yahya b. Main, onun hadîsi kayde değer bir şey değildir. Ebû
Hâtîm'e göre, İbn Mehdî onun hadîsini terketmiştir. O bakımdan kendisi de bu
hadîsin zayıf olduğuna parmak basmış ve hattâ münker olduğunu söylemiştir.
İbn Ahmed el-Hakim ise onun kaviy olmadığını belirtmiş, Nesâî de aynı görüşte
olduğunu ifade etmiştir. Darekutnî onun zayıf olduğuna dikkatleri çekerken İbn
Hibban onun hadîsiyle ihticac caiz değildir, demiştir.
Nitekim Tirmizî diyor
ki:
"Buharî'den Adiy
b. Sâbit'i, babasını ve dedesini sorduğumda şöyle dedi: Dedesinin ismini
bilmiyorum..."
Böylece ilgili konuda
bu hadîsle de istidlal ve ihticacın doğru olmayacağı, çoğu ilim adamlarınca
belirlenmiştir. Sadece her namaz için bir abdest ifadesi, diğer sahih
hadislerle birleşmektedir.
Bu konuda çoğuna göre,
sahih rivayetlerden biri Hz. Aişe'nin (r.a.) naklettiği Fatıma bint Ebî
Hubeyş'in hadîsidir. Adı geçen kadın, Peygamber (a.s.) Efendimiz'e gelerek
dedi ki:
"Doğrusu ben
istihazali bir kadınım. Hiç de temiz kalmıyorum. Namazı bırakayım mı?"
Peygamber (a.s.) ona:
"Hayır, ayhali
günlerinde namazdan uzak dur, sonra guslet ve her namaz için bir abdest al,
sonra da namazı kıl, isterse kan hasır üzerine damlasın!"[432]
Bunu aynı zamanda Tirmizî,
Ebu Dâvud, Nesâî ve İbn Hibban tahric etmişler; Müslim ise kendi Sahihinde
rivayet etmiş ancak "her namaz için abdest al!" cümlesine yer
vermemiştir. Bu fazlalığı Daremî ve Tahavî de rivayet etmişlerdir. Buharî de aynı
fazlalığı tahrîc etmiş, ancak hadîsin muallel olduğunu, Habib'in Urve b.
Zübeyir'den işitmediğini; Urve el-Müzenî'den işittiğini belirtmiştir. Çünkü
isnadda ismi geçen Urve, eğer Urve b. Zübeyir ise o takdirde isnad munkati'dir
Çünkü Habîb b. Ebû Sabit mudallistir. Yok Urve'den maksat, Urve el-Müzenî ise,
o da meçhuldür.
Hadîs başka
tariklerden de rivayet edilmiştir. O bakımdan müctehidlerin bir kısmı ihticaca
elverişlidir, diyerek her namaz için bir abdestin vücubunu belirtmiştir. Gusül
ise, ayhali günleri tamamlanınca bir defa gerekir.
Kur'ân-ı Kerîm'de de
belirtildiği gibi, ayhali bir eza ve cefadır. Rahimdeki damarların uçlarının
açılıp kan zayi, ettiği dönemdir. Mikrop kapmaya en müsait vasatı oluşturduğu
söylenebilir. O bakımdan ayhali döneminde dinimiz cinsel teması yasaklayıp
haram kılmıştır.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Enes b. Mâlik
(r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: Yahudiler, kendilerinden bir kadın
ayhali olunca onunla birarada yemek yemezler ve evlerde onunla beraber biraraya
gelmezlerdi. Resûlüllah'ın (a.s.) ashabı bu hususu sorunca, Aziz ve Celîl Allah
şu âyeti indirdi:
"Sana
kadınların ayhâlinden soruyorlar, de ki: O bir ezâ kadını sıkıcı, erkeği
tiksindirici, fakat kadın için yararlı bir şeydir. Bu sebeble ayhâlinde iken
kadınlardan uzak durun: temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. İyice
temizlendikleri zaman Allah'ın size emrettiği yerden (üreme organından) onlara
yaklaşın..."
Bunun üzerine
Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu:
"Her şeyi
yapın ancak cinsel temasta bulunmayın!"
Diğer bir lâfızla "cima"
etmeyin!"[433]
İkrime'den, o da Peygamber
(a.s.) Efendimizin zevcelerinden bir kısmından rivayetle, şöyle haber
verdikleri tesbit edilmiştir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, ayhâlinde olan kadından bir şey (ler yararlanmak) istediği
zaman, onun ferci (edep yeri) üzerine bir şey atardı."[434]
Mesruk b. Ecda'dan yapılan
rivayette, diyor ki: Hz. Aişe (r.a.) validemizden, kadın ayhali iken erkeğin
ondan yararlanma hususunu sordum. Şöyle dedi:
"Üreme organı
dışında her şeyinden... (yararlanabilirsin)."[435]
Hizam b. Hakîm'den, o da
amcasından yaptığı rivayette, amcası Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den, eşi
ayhali iken ondan kendisine nelerin helâl olduğunu sormuştu. Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Entari
(iççamaşır) nın üstü senin içindir (yani arada bir elbise bulunduğu halde
ondan yararlanabilirsin)."[436]
Hz. Aişe (r.a.)'den
yapılan rivayette demiştir ki:
"Bizden biri
ayhali olunca, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz de ona dokunmak (tenini onun tenine
temas ettirmek istediğinde, onun kullandığı bezin üzerine bir entari
(iççamaşırı) giymesini (o şekilde örtmesini) emreder, sonra da dokunur (yani
onunla biraz oynaşıp eyleşirdi)."[437]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Ayhali
olan kadınla birlikte oturulur, birarada yemek yenir ve aynı odada birlikte
uyunur. Bunda bir sakınca yoktur.
2- Kadınla
ayhali süresinde cinsel temas kurmak haramdır.
3- O halde
iken onunla -cinsel temas dışında- sevişmek, oynaşmak mübahtır.
4- Ayhali
olduğu günlerde kadınla sevişirken, cinsel organı üzerine iççamaşırı
bulundurulur.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Ayhali ve loğusa olan
kadına cinsel temasta bulunmak haramdır. Ancak onunla aynı döşekte yatmak,
öpüşmek, göbekle diz kapağı arasından başka bedeninin her yanından yararlanmak
caizdir.[438]
b) Şâfiîlere
göre:
Ayhâlinde iken kadının
göbeğiyle dizkapağı arasından yararlanmak, cinsel temasta bulunmak haramdır.
Ayhali süresi bitip kan kesildikten sonra kadın gusletmedikçe kocasının cinsel
temasta bulunması da haramdır.[439]
c)
Hanbelîlere göre:
Ayhâlinde olan kadının
bu hali devam ettiği sürece onunla üremne organından yaklaşmak suretiyle cinsel
temasta bulunmak haramdır.[440]
Bunun dışında arada bir örtü olmaksızın bedeninin her yanından yararlanmakta
bir sakınca yoktur.[441]
d)
Mâlikilere göre:
Mâlikî'lerden bu
hususta iki rivayet vardır: Birincisi, Hanbelerin görüşü doğrultusundadır.
İkincisi, Şâfiîlerin görüşü doğrultusundadır.[442]
Mâlikîler bu konuda Zeyd b. Eslem, Hz. Aişe (r.a.) hadisleriyle istidlal
etmişlerdir. Ayrıca İmam Mâlik'in tesbitine göre, Salim b. Abdillâh ve Süleyman
b. Yesar'dan, kadının ayhali süresi sona erip kanı kesildikten sonra henüz
gusletmeden kocası onunla cinsel temasta bulunabilir mi? Diye sorduklarında,
"Hayır, gusletmedikçe temasta bulunamaz" diye cevap vermişlerlir.[443]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller:
1025 nolu Enes
hadîsinde, Yahudilerin sözü edilen konu hakkındaki davranışlarını Peygamber
(a.s.) Efendimiz'e soran zatın Useyd b. Hudayr, diğer bazılarına göre, Ebu
Dahdah olduğu tesbit edilmiştir. İlgili hadîs iki önemli hüküm taşımaktadır:
Âdet görme günlerinde kadına cinsel temasta bulunmak haramdır. Bunun ötesindeki
şeyler helâldir. Birinci hüküm, hem Kur'ân'ın kesin beyanıyla, hem sarih
hadisle, hem Müslümanların icma'ıyla sabit olmuştur.
Bu hükmü bildiği halde
temasta bulunan kimse, şüphesiz ki büyük bir günah işlemiş olur. İkinci hükme
gelince, o da iki kısma ayrılır: Göbekle dizkapağı arası dışındaki yerlerinden
yararlanmakta bir sakınca yoktur. İlim adamlarının bu meselede ittifakı
vardır. Dizle göbek arasından yararlanmak ancak cinsel temasta bulunmamak
kaydıyla mekruhtur, diyenler olduğu gibi, mübahtır, diyenler de var... Mübahtır
diyenlere göre, üreme organı üzerinde bir elbise (iççamaşırı) bulunması şartı
söz konusudur. Nitekim İkrime, Mücahit, Şa'bî, Nahaî, Sevrî, Evzaî, Ahmed b.
Hanbel ve Muhammed b. Hasan bu görüştedirler. Ishak b. Ruhuye, Ebû Sevr, İbn
Müzir ve Davud ez-Zahirî'nin de ictihadları bu anlamdadır. Nitekim hadîsin
zahiri buna delâlet etmektedir.
Göbekle diz arasından
yararlanmayı tahrimen mekruh sayanlara gelince, onlar, "Koruluğun
etrafında davarını otlatan kimse, çok sürmez koruluğun içine girebilir"
açısından hareketle sonuç çıkarmışlardır.
1026 nolu İkrime
hadîsinin isnadı sahihtir, ricali sıkat (güvenilir kimseler) dir. Ne var ki,
bu hadîs hakkında Ebû Dâvud ve el-Münzirî susup bir şey söylememişlerdir. Ama
İbn Salâh ve Nevevî gibi iki değerli ilim adamı onunla ihticacın sahih olduğunu
belirtmişlerdir. Zaten Ebu Dâvud da hangi hadis hakkında susarsa, onun
ihticaca elverişli olduğuna bir işaret sayılır. Diğer sahîh hadîsler de bunun
taşıdığı hükmü kuvvetlendirmektedir.
Böylece İkrime hadîsi,
üreme organı dışında kadının her yanından yararlanmanın cevazına delâlet
etmektedir.
1027 nolu Mesruk
hadîsiyle, 1028 nolu Hizam hadîsi de bu mâna ve hükmü taşımakta, yani İkrime
hadîsini kuvvetlendirmektedir.
1029 nolu Hz. Aişe
hadîsi ise, hem İkrime, hem Hizam hadîslerini kuvvetlendirmekte, hem de sahih
olduğunda şüphe edilmeyen bir düzeyde bulunmaktadır.
1- Âdet
görme günlerinde kadına cinsel temasla yaklaşmak haramdır.
2- Kadının
kanı kesildikten sonra henüz gusletmeden kendisiyle cinsel temasta bulunmak
Hanefîlere göre mübah, Şafii ve Mâlikilere göre, haramdır.
3- Adet
görme günlerinde kadının üreme organı dışında her yanından yararlanmak, yani
öpmek okşamak mübahtır. Bu, ekserin
görüşüdür.
4- Adet
görme günlerinde kadının dizkapağıyla göbek arasından başka yanından
yararlanmak mübahtır, diğer yerlerinden yararlanmak mekruhtur. Bu, akallin
(yani azınlıkta olanların) görüşüdür.
5- Adet
görme günlerinde kadına ancak üzerinde
iççamaşır bulunduğu halde dokunmak, yani onu sevmek, öpmek ve okşamak caizdir,
çıplak tenine dokunmak mekruhtur. Bu, dört mezheb imamının dışında olanlardan
bir kısmının görüşüdür.
6-
Hadîslerin zahirine dikkat edilince, kadına ayhalinde bulunduğu günlerde çok
ölçülü yaklaşmak, cinsel temasa yol açacak kadar aşırı gitmemek daha uygundur.
Peygamber (a.s.) Efendimiz, böyle zamanlarda kadının üreme organı üzerinde bir
örtü bulunduğu halde ondan yararlanırdı; ancak Hz. Aişe'nin (r.a.) da dediği
gibi, "hangimiz Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kadar uçkuruna sâhib
olabilir?"[444]
İslâm ibâdetle ahlâkı,
ibâdetle yardımı; Allah'a kulluk ile fakir ve muhtaçları koruyup gözetmeyi
birleştirmiştir. O bakımdan Allah'ın bir süre haram kıldığı cinsel teması,
nefsine hâkim olmayarak gerçekleştiren kimse hem büyük bir günah işlemiş olur,
hem de bundan dolayı fakir ve muhtaçlara bir keffaret vermesi emredilmiştir.
Gerçi keffaret hususunda hayli farklı ictihad ve görüşler ortaya çıkmışsa da
meselenin temelinde böyle bir hükmün bulunduğu da bir gerçektir.
İlgili hadisler:
İbn Abbas (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin, ayhali iken eşine cinsel
temasta bulunan adamın bir veya yarım dinar tasadduk etmesini söylediği,
bildirilmektedir.[445]
Ebû Dâvud ise şöyle
demiştir: Sahih rivayet böyledir:
"Bir dinar
veya yarım dînar..."
Hadîsin açık
delâletinden şu hüküm anlaşılmaktadır:
1- Eşiyle
ayhali günlerinde cinsel temasta bulunan kimsenin bir dinar veya yarım dinar
tasadduk etmesi vâcibdir.
2- Aynı
zamanda konulan yasağa riâyet etmediği için büyük günâh işlemiş olur.
Hadîsin ve
rivayetlerin ışığında müctehid imamların görüş ve ictihadları:
a) İmam Ebû
Hanife ile İmam Mâlik'den ve İmam Şafiî'den de nakledilen iki rivayetten en
racih olanına ve İmam Ahmed'den yapılan iki rivayetten birine göre, ayhalinde
bulunan eşiyle cinsel temasta bulunan
kimseye keffaret gerekmez, sadece tevbe ve
istiğfar etmesi gerekir. İmam Ahmed'den yapılan ikinci rivayette ise,
ayhali kanının gelmeye başladığı günde cinsel temasta bulunursa bir dinar, son
günlerine doğru ise yarım dinar keffaret vermesi müstehabdır. Muhit-i
Serahsî'de, bir veya yarım dînar
tasadduk vermek müstehabdır, denilmiştir.[446]
b) İmam
Şafiî'nin Kavl-i kadîminde ise keffaretin gerekli olduğu belirtilmiştir. Ancak
miktarı üzerinde iki kavi (görüş) vardır, meşhur olanı, bir dinar verilmesinin
vâcib olduğuyla ilgili bulunanıdır.[447]
Hanbeli fukahasından
İbn Kudama diyor ki:
"Ayhali günlerinde
eşiyle cinsel temasta bulunan kimse günahkâr olur ve Allah'a istiğfar edip
bağışlanma dilemesi gerekir. Keffaret ödemesi hakkında ise iki rivayet vardır,
birincisi; Keffaret ödemesi vâcibdir. Çünkü Ebû Dâvud ile Nesâî'nin İbn
Abbas'dan (r.a.) yaptıkları rivayete göre, eşi ayhali bulunduğu halde onunla
cinsel temasta bulunan kimse bir dînar veya yarim' dînar tasadduk eder,
buyurulmuştur. İkincisi: Keffaret gerekmez şeklindedir. Nitekim İmam Mâlik,
İmam Ebû Hanîfe ve ilim adamlarının çoğu bu görüştedir. Çünkü Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz,
"Kim bir
kâhine (gaibden haber verip büyücülük yapan) gider de onu tesdîk eder veya
eşine dübüründen yaklaşıp münasebette bulunursa veya ayhali olan eşiyle cinsel
temasta bulunursa, o, gerçekten Muhammed'e indirileni inkâr etmiş olur."[448]
Buyururken keffaretten
söz etmemiştir."[449]
Rivayet ve tahliller:
Aynı hadîsi Darekutnî
ve İbn Carûd da nakletmiştir. Hakim ile İbn Kattan hadisi sahîhlemişler; İbn
Dakiyk de aynı görüşü belirtmiştir. Ahmed b. Hanbel, "Abdulhamid'in
Muksim'den, onun da İbn Abbas'dan (r.a.) rivayet ettiği "hadîs ne güzel
hadîstir!" Demiştir. Ebu Dâvud da bu rivayeti sahih olarak
vasıflandırmıştır.
İbn Hacer, hadîsin
isnadında ızdırap vardır ve değişik metinlerle hayli rivayetler mevcuttur,
diyor. Ancak ona itiraz edilmiş ve İbn Kattan'ın hadîsi sahîhlemesi ve her
lâfızla ilgili râvilerin durumuna bakılınca şüphelerin kalkacağı delil olarak
gösterilmiştir. Bir dinar ve yarım dînar tabirleri kanın rengine göre bir hüküm
olarak konulmuştur. Kan henüz kırmızı ise bir dinar, sararmış ve kesilmek üzere
ise yarım dinar keffaret tasadduk edilir. Aynı zamanda bu, ayhalinin ilk ve son
günleriyle ilgili bir takdirdir.
Ne var ki, ilim
adamlarının çoğu sözü edilen hadîsin mursel veya mevkuf olduğunu iddia
etmişlerdir. Çünkü çoğu rivayetlerde İbn Abbas'a ulaşıp durulmuştur. el-Hattabî
ise, hadîsin merfu' olduğunu söylemiştir.
Ebubekir el-Hatib ise,
rivayetlerin ihtilâfı, yani merfu' ve mevkuf oluşuyla ilgili farklı
rivayetler, hadîsin zayıf olduğunu ortaya koymaz, yani böyle bir te'sir meydana
getirmez. Nitekim Usûlcuların da görüşü böyledir, demiştir. Çünkü iki rivayetten
biri diğerini yalanlamamaktadır.
Müctehid imamlar ise
hadîsin zayıf olduğunu dikkate alarak onunla istidlal ve ihticacda
bulunmamışlardır. Ancak İmam Şafiî ile İmam Ahmed bir rivayette hadîsle ihticac
etmişlerse de sonra bundan vazgeçtikleri tesbit edilmiştir. İmam Şafiî, Kavl-i
cedîd'de keffarete gerek olmadığını zaten belirtmiştir. Nitekim el-Ümm'de,
"Eşi ayhali iken ona cinsel temasta bulunması haramdır; kan kesildikten
sonra kadın gusletmedikçe, su yoksa teyemmüm etmedikçe ona yaklaşması helâl olmaz,
demiştir."[450]
Keffaret'ten söz etmemiş, söz etmeye de lüzum görmemiştir.
Tirmizî'nin yaptığı
rivayette hadis şu lâfızla nakledilmiştir:
"Kan kırmızı
olduğu zaman bir dînar, sarı olduğu zaman yarım dînar tasadduk edilir."
Ahmed bin Hanbel'in
yaptığı bir rivayette ise, şöyle denilir:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz, ayhalinde iken cinsel temasta bulunursa bir dînar, kan kesilip
hayız süresi sona erince gusletmeden cinsel temasta bulunursa yatım dînar
tasadduk eder..."
Tirmizî'nin rivayet
ettiği hadîsi aynı zamanda Beyhakî, Taberâni ve Darekutnî de rivayet
etmişlerdir. Ebu Ya'lâ ile Daremi de aynı rivayeti nakletmişlerdir. Ne var ki,
bir kısmı Süfyan, bir kısmı da Ebu Cafer er-Râzî tarikiyle rivayet etmiştir.
Ebu Cafer ise Abdülkerîm'den rivayet etmiştir ki bu zat hakkında ihtalâf
edilmiştir. Hattâ onun "metrukü'l-hadîs" olduğunu söyleyenler
çoğunluktadır. Süfyan ise Hasîf den o da Ali b. Sezîme'den rivayet etmiştir
ki, Ali hakkında hayli görüşler ve sözler ortaya konmuştur.
O halde Tirmizî'nin
rivayet ettiği bu hadîsle ihticac uygun değildir. Nitekim müctehid imamlar ona
itibar etmemiş ve ihticaca sâlih görmemişlerdir. Ahmed b. Hanbel'in rivayet
ettiği de öyle...
Nitekim rivayetlerin
çokluğu karşısında keffaret nisbeti hakkında da farklı görüşler ortaya çıkmıştır:
el-Hasan ve Saîd'e göre, bir köle azâd edilir, bazısına göre, bir dinar,
bazısına göre yarım dînar. O bakımdan da şu ilim adamları ve müctehidler bu
rivayetlerin hiçbirini delil ve mesned seçmemişlerdir: Atâ', İbn Ebî Müleyke,
Şa'bî, Nahaî, Mekhûl, Zührî, Rabı'a, Hammad b. Ebî Süleyman, Eyyub Sahtiyanı,
Süfyan Sevrî, Leys b. Sa'd, İmam Mâlik, İmam Ebu Hanîfe ve Sahih tesbite göre,
İmam Şafiî ve iki rivayetten birine göre, İmam Ahmed b. Hanbel ve Seleften
önemli bir cemaat...
Vâcib olan tek şey,
adamın işlediği bu büyük günâhtan dolayı tevbe ve istiğfar etmesidir.[451]
Yeni çocuk doğuran
kadına "loğusa" denir. İslâm, bu durumda olan kadınlar için birtakım
şer'i hükümler koymuştur, bir kısmı koruyucu hekimlikte, bir kısmı ibâdetle
ilgilidir. O bakımdan İslâm fıkhında gerek ayhaliyle ilgili meselelere, gerekse
loğusayla alâkali konulara geniş yer verilmiş ve özel bablar konulmuştur.
İlgili hadîsler:
Ali b. Âbdüla’lâ'dan,
o da Sehl'den (ki bu zatın asıl adı, Kesir b. Ziyad'dır), o da Messe
el-Ezdiyye'den, o da Ümmu Seleme'den (r.a.) rivayet etmiştir. Ümmu Seleme
demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz zamanında loğusa olan kadınlar kırk gün otururlardı. Bizler
de yüzümüzde kırmızıyla siyah arasında susam taneleri gibi beliren (allerjiden
dolayı) yüzümüzü vers ile sıvardık, (yani yüzümüze vers sürerdik)."[452]
Enes (r.a.)'den
yapılan rivayette demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, loğusa olan kadınlara kırk gün vakit belirledi. Ancak bu
süreden önce temizlenirse o başka..."[453]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler çıkmaktadır:
1- Loğusa
kadın en çok kırk gün bekler. Yani bu süre içinde namaz kılmaz, oruç tutmaz,
tavaf yapmaz, Mescide gidip oturmaz ve cinsel temasta bulunmaz.
2- Loğusa
kadınların yüzünde beliren bir takım allerjik belirtiler üzerine güzel kokulu
vers veya kimyasal maddeler sürmekte bir sakınca yoktur.
3- Kadın
doğum yaptıktan sonra kırk günden önce kan kesilir temizlenirse, o takdirde
gusledip namazını kılmaya, orucunu tutmaya başlar.
Hadîslerin ışığında müctehici
imamların görüş, tesbit ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Loğusalığın en azı
için belirlenmiş bir vakit yoktur. En çoğu ise kırk gündür. Kırk günden önce
kan kesilip temizlenirse, gusledip namazını kılar, orucunu tutar. Ancak dikkat
edilecek bir husus var:
Loğusa'nın kanı kırk
günü aşar da daha önceki doğumlarda belirlenmiş bir süresi varsa, ona
çevrilir, yani ona göre amel eder. Adetini aşan günleri istihaza kanı sayılır.
Belli bir âdeti yoksa, kırk günü loğusalık dönemi sayılır, fazlası istihaza
olarak hesaplanır.[454]
b) Şâfiîlere
göre:
Loğusalığın en az
süresi bir lahza, birkaç dakikadır, en çok süresi ise, altmış gündür.
Genellikle kırk gün sürer. Ayhali günlerinde kadına neler haram ve yasaksa,
loğusaya da aynı şeyler haram ve yasaktır. Altmış günü aşarsa, artık loğusa
kanı değil, istihaza kanı kabul edilir ve ona göre amel edilir.[455]
c)
Hanbelilere göre:
Loğusalığın en az
süresi için belirlenmiş bir vakit yoktur, bu birkaç dakika da olabilir. En çok
süresi kırk gündür.
Loğusa kırk gün
dolmadan kanı kesirlirse, hemen temizlenmiş sayılmaz, bu bir tam gün devam
ederse, o takdirde loğusalığın sona erdiğine hükmedilir. Kırk günü aşarsa,
artık aşan süre loğusalık değil istihaza kanı sayılır. Kırk gün dolmadan kan
kesilir ve bir gün devam ederse, o takdirde kadın gusledip namazı kılmaya,
ramazan ise oruç tutmaya başlar; ancak kırk günü dolmadan kocasının onunla
cinsel temasta bulunmaması müstehabdır.[456]
d)
Mâlikîlere göre:
Loğusalığın en az
süresi bir lahzadır, en çok süresi altmış gündür. Ondan fazlası istihaza
kanıdır.[457] İbn Kasım'ın tesbitine
göre İmâm Mâlik, loğusalığın en çok süresine bir sınır koymaktan vazgeçtiği
anlaşılıyor.[458]
e) Leys b.
Sa'd'a göre, en çok süresi yetmiş gündür.
Hanbelîlerin dışında
diğer üç mezhebe göre, ençok süresi dolmadan kan kesilirse, o takdirde
kocasının onunla cinsel temasta bulunmasında bir kerahet yoktur. Ahmed b.
Hanbel'e göre, kırk gün geçmedikçe temasta bulunması caiz değildir.[459]
Diğer rivayetler ve
tahliller:
Ümmu Selem'den (r.a.)
yapılan rivayette, demiştir ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz loğusa kadınlar için kırk gün belirledi."[460]
Yukarıdaki hadîsi Ebu
Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce, Kesir b. Ziyad Ebi Sehl hadîsinden rivayetle, Kesir
şöyle demiştir:
"Messe el-Ezdiyye
bana haber verdi, o da Ümmu Seleme'den rivayet etmiştir; Ümmu Seleme şöyle
demiştir:
"Peygamber (a.s.)
Efendimiz'in kadınlarından bir kısmı loğusalıktan dolayı kırk gün veya kırk gece
otururlardı ve biz de yüzümüzü, beliren allerjiden dolayı vers ile
sıvardık."
Ebu Dâvud burada şu
fazlalığa yer vermiştir:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz loğusanın kılamadığı namazları kaza etmesini
emretmezdi..."
Tirmizî, Buhari'nin bu
hadîsle ilgili şöyle dediğini kaydetmiştir:
"Ebu Sehl sıka
(güvenilir) dir, bu hadîs ise ancak onun rivayetinden bilinmektedir."
Hakim de kendi Müstedrek'inde rivayet etmiş ve "isnadı sahihtir"
demiştir. Buhari ve Müslim bu hadîsi tahric etmemişlerdir. Darekutnî ile
Beyhaki kendi Sünen'lerinde rivayet etmişlerdir.
Abdulhakk, kendi
Ahkâm'ında diyor ki:
"Bu babtaki
hadîslerin hemen hepsi ma'lüldür, ancak Messe el-Ezdiyye'nin hadîsi müstesna..."
İbn Kattan ve diğer
birkaç ilim adamı, Messe el-Ezdiyye'nin hadisi üzerinde durmuş ve Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz'in eşlerinden sadece Hz. Hatice doğum yapıp loğusa olmuştur.
Bir de Mısır'dan gönderilen Mâriye, İbrahim adında bir erkek çocuğu doğurmuş ve
dolayısıyla loğusa olmuştur. Hz. Hatice (r.a.)'nin nikâhı, yani Resûlüllah
(a.s.) Efendimizle evlenmesi, Hicret'ten öncedir. Mâriye ise Hicret'ten
sonradır. O halde hadiste "Resûlüllah'ın kadınları" sözünden
maksat, kızları olabilir, demişlerdir. Bu bakımdan hadîsi malûl saymışlar, İbn
Hibban ise Kitabu'Duâfaa'da sözü edilen hadîsi malûl olarak vasıflandırmıştır
ki, sebebi Kesir b. Ziyad'dır. Çünkü bu zatın düzensiz birtakım rivayetler
yaptığı bilinmektedir. O halde yalnız kaldığı rivayetlerinde onun hadîsiyle
ihticac etmemek daha uygundur, şeklinde bir ifade kullanmıştır.[461]
Diğer bir tesbite göre, "onun münferid kaldığı rivayette mücanebete
(çekilip uzak durma), müstahik olduğu" şeklinde bir anlatıma yer
vermiştir.
1044 nolu Enes (r.a.)
hadîsine gelince, Darekutnî onu kendi Sünen'inde rivayet etmiş ve Humayd'den
ancak Selâm rivayet etmiştir ki o da zayıftır, demiştir. İbn Mâce de kendi
Sünen'inde Selâm'dan sadece bu hadîsi rivayetle tahrîc etmiştir.
Ebû Bilâl el-Eş'ârî,
Ebu Şihab'dan, o da Hişam b. Hasan'dan, o da el-Hasen'den, o da Osman b. Ebî
As'dan rivayet etmiştir. Osman diyor ki:
"Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, kadınlara loğusalıklarında kır gün belirlemiştir."
Hâkim diyor ki:
"Eğer bu isnadın
Ebu Bilâl'dan yapıldığı kabul edilirse, o halde hadîs mursel ve sahihtir. Çünkü
el-Hasen, onu Osman b. Ebî As'dan işitmemiştir."
Darekutnî ise, kendi
Sünen'inde Ebu Bilâl el-Eş'ârî'nin zayıf olduğunu belirtmiştir.[462]
İbn Adiy'yin
el-Kâmil'de yaptığı rivayette, Mekhul'den, onun da Ebu Derdâ ile Ebu
Hüreyre'den yaptığı rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemişlerdir:
"Loğusa kadın kırk
gün bekler. Ancak bundan önce temizlenirse (beklemesine gerek yok.) Kırk güne
ulaştığı halde temizlenmezse o takdirde gusleder ve o kadın müstehaza
sayılır."
Alâ’ b. Kesîr'in zayıf
olduğu, Buharî'den duyulmuştur. Nesâî de aynı görüştedir. İbn Maîn ve İbn
Medenî gibi Hadıy âlimleri de onun zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir.
Zehebi, Mîzan'da bu
zat üzerinde durup geniş bilgi vermiştir. Hadîs âlimlerinin çoğuna göre,
"münkerü'l-hadîs" olduğu kesindir. O bakımdan yaptığı rivayetle
ihticac edilmez.[463]
Şevkanî de
sıraladığımız rivayetlerden üçü üzerinde durup geniş bilgi vermiş ve hadîsler
üzerinde yapılan araştırma ve tesbitleri kısmen açıklamıştır.[464]
1- Loğusalığın en az süresi için bir sınır, bir
vakit belirlenmemiştir, bu bir lahza veya birkaç dakika da olabilir.
2- Kadın
doğum yaptıktan hemen sonra kan kesilir de gelmezse, o takdirde şer'î loğusalık
süresi sona ermiş kabul edilir ve kadın guslederek namazını kılmaya, orucunu
tutmaya başlar.
3-
Loğusalığın en çok müddeti kırk gündür. İmam Şafiî bunun altmış gün olduğunu
söylemiştir.
4- Kırk günü
aşarsa, o takdirde aşan kısım istihaza kanı sayılır ve kırk günün bitiminden
sonra kadın gusledip namazını kılmaya, orucunu tutmaya başlar.
5- Kadın daha önce iki doğum yapmış ve loğusalık süresi
her kişinde de kırk günden az bir süre devam etmişse, üçüncü doğumunda
loğusalık süresi önceki süreyi aştığı takdirde, kadın ilk iki loğumundaki
süreyi esas kabul edip ona göre gusleder ve namazını olar. Ancak kırk gün
dolmadan cinsel temasta bulunmaz. (Bu İmam Ahmed'e göredir).
6- Loğusa
kadının loğusalık süresinin en çok altmış gün veya yetmiş gün olduğu hakkında
sahîh bir rivayet tesbit edilememiştir. İbn Kudame bu mesele üzerinde durmuş ve
kırk günle ilgili rivayetleri sıraladıktan sonra bunda icma' vaki olmuştur,
diyerek isabetine dikkatleri çekmiştir.[465]
[1] Buharî, Vudû': 35, 48, Salat: 7, 25, Cihâd: 90,
Mağazî: 81, Libas: 10, 11, Ahmed: 2/358, 4/139, 179, 239, 6/12, 13, 15, 27.
[2] Buhari, Vudû': 35, 48, Salat: 7, 25, Libas: 10, 11,
Müslim, Taharet: 12, 57, 60, 63, 66, Tirmizî, Taharet: 70, 71, 73, Nesâî,
Taharet: 15, 16, 23, 85, 85, 86, 93, 98, İbn Mâce, Taharet: 39, 84, 86, 87, 89,
Dâremî, Mukaddime: 32, Vüdü': 3, Ahmed:
1/14, 15, 20, 29, 32, 33, 44, 49, 54, 96, 100, 113, 118, 120, 133, 146,
149, 169, 170.
[3] Ebû Dâvud, Taharet: 63, Ahmed: 4/247, 254.
[4] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'-ş-Şerayi': 1/7.
[5] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'-ş-Şerayi': 11/7.
[6] Haşiyetü'l-Tahtâvî Alâ Meraki'I-Felâh: 68, 69.
[7] el-Ümm: 1/33.
[8] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/15.
[9] Buğyetü'l-müsterşidîn: 24.
[10] eş-Şerhü'1-Kebir, 1/148, el-Muğni: 1/283.
[11] Bedayi'u's-Sanayi', Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/7, el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/137, 138,
139.
[12] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik: 1/59,
60.
[13] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Ala Muvtta'i Mâlik: 1/60.
[14] Neylü'l-evtar. 1/210.
İmam Şafiî'nin el-Ümm
kitabında İmam Mâlik'in mestler üzerine meshin cevazını inkaâr ettiğini
belirtir anlamda bir kayde rastlayamadım. (Müellif)
[15] Fazla bilgi İçin bak: Müslim Şerhi Nevevî'ye, mestleri
mesh babına, el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa kitabının birinci cilt ilgili
bölümüne ve Neylü'1-evtar'ın birinci cilt 209, 210, 211, 212, 213.
sahifelerine... NOT: İbn Ömer'den yapılan bu rivayeti başka bir tarikla konunun
baş kısmında nakletmişdik, arada kelime ve cümle farkı var, mana farkı yoktur.
[16] Ahmed: 4/131, 5/281, 288, 439, 440- 6/12, 13, 14, 15.
[17] Ebu Dâvud, Ahmed: 4/244, 248, 250, 251, 6/13, 14.
[18] Sünen-i Sa'd b. Mansur
[19] Ebû Dâvud, Taharet: 61, Tirmizi, Taharet: 74, 75, İbn
Mâce, Taharet: 88, Âhmed: 4/252.
[20] Bedayi'u's-Sanayi Fi Tertibi’ş-Şerayi’: 1/10.
[21] Bedayi'u's-Sanayi': 1/10, 11.
[22] Fethülvahhab bi-Şerhi’1 Menheci't-Tullab: 1/16, 17'den
özetlenerek....
[23] eş-Şerhü'l-Kebir: 1/149.
[24] eş-Şerhü'l-Kebir: 1/150, 151
[25] el-Muğnî: 1/297.
[26] el-Muğni: 1/298'den özetleyerek...
[27] el-Fıkhu Alâl-Mezahibi'1-Arbaa: 1/136'dan iktibas
edilmiştir.
[28] Fazla bilgi için bak: Nasburraye: 1/188,189.
[29] Buhari, Vudû': 33, 34, 49, Salat: 25, hacc: 23, libas:
11, Müslim, Taharet: 79, cenâiz: 13, Ebû Dâvud, Taharet: 60, 63, menasik:
31.
[30] Müsned-i
Hümeydî: Muğîre b. Şu'be (r.a.)'den.
[31] Ahmed: 4/247, 254, Ebû Dâvud, Taharet: 63.
[32] Ahmed: 1/33, 118, 213- 6/110.
[33] Hâşiyetü't-Tahtavî Ala Meraki'1-Felâh: 68.
[34] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi': 1/9.
[35] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/16,
es-Siracü'l vahhac: 18.
[36] eş-Şerhü'1-Kebîr: 11/152.
[37] el-Muğni: 1/284, 285'den özetlenerek nakledilmiştir.
Muvatta': 1/58.
[38] el-Fıhu alâ'I-Mezahibi'l-Arbaa: 1/139.
[39] Neylü'l-evtar: 1/215'den özetlenerek...
[40] Müslim, Taharet: 85, Ebû Dâvud, Taharet: 61, Tirmizi,
Taharet: 71, Nesâî, Taharet: 96, 97, 98, 112, 113, İbn Mâce, Taharet: 86,
Dâremî, Vudû': 42, Ahmed: 1/96, 100, 113, 118,
120, 133, 146, 149-2/27-4/240-5/213, 214.
[41] Ahmed: 1/96, 100, 113, 118, 120, 133, 134, 146, 149;
2-27, 4-240 5-213, Ebû Dâvud, Taharet: 85 Tirmizi, Taharet: 71.
[42] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertîç Şerayi', 1/8
Hâçiyetü't-Tahtâvî Alâ Merakı’l-felah: 70.
[43] Hâşiyetü't-Tahtâvî: 69, 70.
[44] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb, 1/16 ,17'den
özetlenerek iktibas edilmiştir.
[45] el-Muğnî: 289.
[46] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/144.
[47] Ebû Dâvud, el-Muğnî: 1/289.
[48] Fazla bilgi için bak: Bedayiu's-Sanayi: 1/8,
eş-Şerhü'1-Kebîr: 1/156, 157.
[49] Şerhu Meâni'1-Asâr: 11/79.
[50] Şerhu Meâna'1-Asâr: 11/80.
[51] Şerhu Meâni'1-Asâr: 1/81.
[52] Neylü'l-evtar, 1/216'dan özetlenerek...
[53] Ebû Dâvud, Taharet: 63, Tirmizî, Taharet: Ahmed:
4/247, 254.
[54] Ebû Dâvud, Taharet: 63, Nesâî, Taharet: 58, İbn Mâce,
Taharet: 52, Ahmed: 1/95, 114.
[55] Nesâî dışında beşler bunu rivayet etmiştir. Tirmizî,
Taharet: 72'de rivayeti nakledip hadîsin ma'lûl olduğunu söylemiştir
[56] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/142.
[57] el-Fıkhu Alâ'l-Meahibi'l-Arbaa: 1/142.
[58] Fethü'l-allâm: 1/36.
[59] Zahirî itibariyle kusursuz gibi görünse de sıhhatini
zedeleyen bir veya birkaç kusuru
olan hadîs'e, "muallel
hadîs" denir.
[60] Fazla bilgi için bak: Fethü'l-allâm: 1/37.
[61] Buhari, Hiyel: 2, vudû': 2,
Müslim, Taharet: 2, Ebû Dâvud, Taharet, 31, Tirmizî, Taharet: 56, Ahmed, 2/308,
318.
[62] Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, Taharet: 64.
[63] İbn Mâce, İkaamet: 137, Dâre-Kutnî.
[64] Dâre-Kutnî: Enes (r.a.)'den.
[65] Kâsânî'nin naklettiği bu hadîs üzerinde hayli
durulmuştur. Bak: Bedayi, 1/24.
[66] Ahmed, 1/256, Taberânî, Taharet: 110.
[67] es-Siracülvahhac Şerhün Alâ Metni'I-Minhac: 11,
12, Fethü'l-vahhab Şerhi
Menheci't-Tullab: 7'den özeltlenerek.
[68] el-Muğnî: 1/160, 161'den özeltlenerek...
[69] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/80, 81.
[70] el-Muğnî, 172, 173, 174'den özetlenerek...
[71] Geniş bilgi için bak: Mîzanü'I- İ'tidal: 2/196-3427
nolu Süleyman...
[72] Mîzanül-İ'tidal: 4/6 - 8056 Nolu Muhammed.
[73] Ebu Dâvud, Taharet: 79, İbn Mâce, Taharet: 62, Dâremî, Vudu': 48, Ahmed: 4/98.
[74] Ahmed: 1/111, Dare-Kutnî.
[75] Tirmizî, Taharet: 71, Nesâî, Taharet: 97, İbn Mâce,
Taharet: 62, Ahmed b. Hanbel.
[76] Bedayi'u's-Sanayi fi Tertibi'ş-Şerayi': 11/30, 31.
[77] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/80, 81.
[78] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa:1/80, 81.
[79] Ebû Dâvud, Taharet: 79, Ahmed: 3/239.
[80] Beyhakî...
[81] Neylü'l-evtâr: 1/225, 226.
[82] Müsned-i Ahmed.
[83] Fazla bilgi için bak: Nasburraye: 1/44, 45.
[84] Nisa: 4/43.
[85] Ebu Dâvud, Nesâî, Taharet: 120, Ahmed: 6/62.
[86] Ahmed b. Hanbel, Dâre-Kutnî: Muâz b. Cebel (r.a.)'den.
[87] Nesâî, Taharet: 119, Kıble: 10.
Ayrıca bu hadîsi az değişik lafızla, Buharî, Salat: 22, 103, vitir: 3,
Müslim, Salat: 267, Ebû Davud, Salat: 111, İbn Mâce, İkaame: 40, Ahmed:
6/37,102, 199, 200, 231.
[88] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi' 11/30'dan
özetlenerek.
[89] el-Ümm: 1/15, 16.
[90] Fethülvahhab bi-Şerhu Menheci't-Tulla: 1/7, 8.
[91] el-Muğnî: 1/186, 187.
[92] eş-Şerhü'I-Kebîr: 1/186.
[93] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/83'den
özetlenerek...
[94] Geniş bilgi için bak: Neylü'l-evtar, 1/230, 231, 232,
233, Nasburraye: 1/60-70.
[95] Buharî, İlim: 53, salat: 9, hacc: 21, Müslim, Ebû
Dâvud, Taharet: 69, Tirmizî, Taharet: 61, Nesâî, Taharet, 117, İbn Mâce,
Taharet: 63, Ahmed: 2/223, 5/194, 6/406, 407.
[96] Nesâî,Gusül: 30, İbn Mâce, Taharet: 63, Dâremî, Vudu':
50, Ahmed: 5/194, 6/406.
[97] Nesâî, Gusül: 130.
[98] Ahmed: 2/223, 333, 4/220, 6-107, 5/194, 6-406.
[99] İbn Hibbân
kendi Sahih'inde, Tirmizî kendi Sünen'inde rivayet etmiş ve "bu babda bu hadis rivayet edilenlerin en güzel ve en
sahihidir," demiştir. Ebu Cafer Tahavî bu hadis için: "isnadı doğru bir hadistir, muztarib değildir. Büsre'nin
hadisiyle çatışırsa da tercîha daha uygundur. Çünkü erkeklerin rivayeti daha
kuvvetli kabul edilir. Fazla bilgi için bak: el-Bahrü'r-râik Şerhu Kenzi'd-dakaik:
1/45, 48.
[100] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/8.
[101] Fazla bilgi için bak: Fethülvahhab, 1/8,
es-Siracü'lvahhac: 12.
[102] Geniş bilgi için bak: el-Muğnî, 1/178, 179.
[103] el-Muğnî: 1/180.
[104] el-Fıkhu Alâ'l-Mezâhibi'l-Arbaa: 1/85'den
özetlenerek...
[105] Tenvîrü'I-Havâlik: 1/64, 65.
[106] Şerhu Mââni’1-Asâr: 11/76.
[107] Fazla bilgi için bak: Neylü'l-evtâr: 1/234, 235.
[108] Darekutnî...
[109] Fethü'l-allâm 11/42'den özetlenerek.
[110] Darekutnî tahrîc etmiştir.
[111] Mîzanü'l-İ'tidal: 2/571 - 4900 nolu Abdurrahman...
[112] Neylü'l-Evtar: l/236'dan özetlenerek...
[113] Mizanü'I-I'tidâl: 11/331-1250 nolu Bakıyye.
[114] Şerhu Maâni'1-Asâr: 1/79.
[115] Müslim, Hayz: 97, Ahmed: 5/106.
[116] Ebû Dâvud, Taharet: 71, Ahmed: 5/86, 88, 92, 98, 100,
106, 108.
[117] Müsned-i Ahmed: 5/86, 88, 92, 98, 100, 101, 106, 108.
[118] el-Muğnî: 1/187.
[119] Beyhâkı kendi Sünen'inden: İbn Abbas (r.a.)'dan.
[120] Neylü'l-evtar: 1/237 İmam Şafiî, deve etinden ve diğer
ateşte pişirilmiş yemeklerden dolayı abdestin bozulmayacağını söylerken Süfyan
b. Uyeyne tarikiyle rivayet edilen şu hadîsi hüccet olarak göstermiştir: "Resûlüllah (a.s.) koyunun kürek kısmını yedikten sonra
kalkıp namaz kıldı, abdest almadı" el-Ümm:
1/21.
[121] Fethü'l-allâm: 1/44.
[122] Müslim, Hayz: 90, Ebû Dâvud, Taharet: 75, Tirmizî,
Taharet: 58, Nesâî, Taharet: 121, 122, İbn Mâce, Taharet: 65, Dâremî, Vudû':
59, taharet: 22, Ahmed: 1/264, 272, 2/285, 271, 427, 470, 5/184, 188, 189, 190.
[123] Fethü'l-allâm: 1/44.
[124] Neylü'levtar: 1/239.
[125] Fıkhü's-Sünne: 1/55.
[126] Şerhu Maâni'1-Asâr: 1/62, 63.
[127] Şerhu Maâni'1-Asâr: 1/63, 64.
[128] Şerhu Maâni'1-Asâr: 1/67-71.
[129] el-Fıkhu
Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/87.
[130] Müslim, Taharet: 1, Ebü Dâvud, Taharet: 31, Tirmizî,
Taharet: 1, Nesâi, Taharet: 103, zekât: 48, İbn Mâce,Taharet: 2, Dâremî, Vudû':
21, Ahmed: 2/20, 39, 51, 57, 73, 5/74, 75.
[131] el-Esrem Dârekutni.
[132] Hakim, Beyhakî, Taberani
[133] Nesâî, Menasik: 138, Dâremi, Menasik: 32, Ahmed:
3/414, 4-64, 5-377.
[134] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi: 33.
[135] Vâkı'a: 56/79.
[136] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi': 33, 34.
[137] Hakim bu mealdeki hadîsi Müslim'in şartı üzere rivayet
etmiştir.
[138] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/8.
[139] Fethülvahlıab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/8,
Minhacü't-Tâlibîn: 3.
[140] el-Muğnî: 1/147.
[141] el-Muğnî: 1/147, 148'den özetlenerek...
[142] Ebû Dâvud,
Taharet, Müsned-i Ahmed, Abdullah b. Hanzele el-Ansârî'den.
[143] Buhari, Vudû’: 54, Ebû Davud, Taharet: 65, Tirmizi,
Taharet: 100, İbn Mâce, Taharet: 12, Dâremi, Vudû': 3, 46, Ahmed: 3/132, 154,
260, 5/301.
[144] Ahmed: 1/80, 120, 214, 221, 366 - 2/28, 94, 231, 245,
250, 259, 287, 313, 384, 400, 429, 433, 473, 496, 502, 517, 531 - 3/442 -
4/114, 116 - 5/193, 410 - 6/150, 325, 429.
[145] Fazla bilgi için bak:
Nasburraye li-Ahadisi'1-Hidâye: 1/197, 198.
[146] Buhari, Gusül: 23, 27, Hayz: 2, Ezan: 25, Savm: 22,
25, Müslim, Taharet: 97, hayz: 21, 24, 115, 116, Ebû Dâvud, Taharet: 87, 79,
100, Tirmizî, Savm: 62, taharet: 87, İbn Mâce, Taharet: 80, 89, 103, 104,
Siyam: 27, Nesâi, Taharet: 138, 162, 165, 171, Ahmed: 1/25, 35, 44, 2/17, 36,
102.
[147] Kütüb-i sitte...
[148] Müslim, Ahmed b. Hanbel: 6/102, 119, 192, 279.
[149] Ebû Dâvud, Taharet: 88, Tirmizî, Taharet: 78, Müsned-i
Ahmed...
[150] Beşler rivayet etmiştir. (Buhari hâriç).
[151] Bedâyi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/38'den
özetlenerek...
[152] el-Muğnî: 1/146.
[153] el-Muğnî: 1/146.
[154] Muvatta': Vudu'ü'I-cünüb faslı. Tenvîrü'l-Havâlik:
1/67, 68.
[155] Neylü'I-evtar: 11/254.
[156] Fethü'l-allâm li-Şerhi Bülûği'l-meram: 1/61.
[157] Mîzanü'1 İ'tidal Fi-Nakdi'r-rical: 4/488- 9941 nolu
Ebu İshak...
[158] Ebû Dâvud, Taharet: 87, 88, Müslim, Hayz: 22, Nesâî,
Taharet: 162, 164, İbn Mâce, Taharet, 103, 104, Taberânî, Et'ime: 36, vudû: 79,
Ahmed: 6/102,119, 192, 279.
[159] Müsned-i Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî...
[160] Buhari, İlim: 51, vudû': 34, gusül: 13, Müslim, Hayz:
17, Ebû Davud, Taharet: 82, Nesâi, Taharet:
111, 119, gusül: 28, Ahmed: 1/80, 82, 87, 107, 111, 129, 145, 6/5.
[161] Ahmed: 1/107.
[162] Buhari, İlim: 50, tefsîr: 33, edeb: 93, Müslim, Hayz:
29, 32, 33, Ebû Dâvud, Taharet: 95, Nesâî, Taharet: 130, nikâh: 52, İbn Mâce,
Taharet: 107, Daremi, Vudu': 76, Taberanî, Taharet: 84, Ahmed: 3/81, 302,
6/309.
[163] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/14'den özetlenerek... Şerhu Fethi'l-Kabîr: 1/40, 41.
[164] Şerhu Fethi'l-Kedir: 1/41.
[165] Bu tarif, şâfii
fukahasına aittir. Müfessirler ise bu iki tabir üzerine çok farklı görüş ve
yorumlar ortaya koymuşlardır.
[166] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci’t-Tullâb: 1/18,
Minhacü't-tâlibın ve umdetü'l-muftîn: 5.
[167] Fetülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/18,
Minhacü't-talibin ve umdetü'l-Müftîn: 5.
[168] el-Muğnî: 1/199'dan özetlenerek...
[169] el-Fikhu Alâl-Mezahibi'1-Arbaa: 1/109.
[170] Buharî, Gusül: 28, Müslim, Hayz: 87, 88, Ebû Dâvud,
Taharet: 83, Nesâî, Taharet: 128, İbn Mâce, Taharet: 111, Dâremî, Vudu': 75,
Ahmed: 2/234, 383, 347, 471, 520, 6/47, 112.
[171] Buharî, Gusül: 28, Müslim, Hayz: 87, 88, Ebû Dâvud,
Taharet: 83, Nesâi, Taharet: 128, İbn Mace, Taharet: 111, Dâremî, Vudu': 75,
Ahmed: 2/234, 393, 347, 471, 520, 6/47, 112.
[172] Şerhu Fethi'l-Kadir: 11/43.
[173] Yukarıdaki hadîsi İbn Mace, Taharet: 111'de, Ahmed:
2/178'de rivayet etmiştir.
[174] es-Siracü'1-vahhac Ala Metni'l-Minhac: 20.
[175] el-Muğnî: 204, 205'den özetlenerek...
[176] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/106.
[177] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik:
86'67'den özetlenerek...
[178] Şerhu Maâni'1-Asâr: 1/53.
[179] Şerhu Maâni'1-Asâr: 1/54.
[180] Şerhu Maâni’l-Asâr: 1/54.
[181] Tahavî, Şerhü Maani'l-Asâr: 1/55.
[182] Tahavî, Şerhü Maâni'1-Asâr. 1/55.
[183] Tahavi, Şerhü Maani’l-Asar: 1/57.
[184] Nasburraye li-Ahadîsi'1-Hidâye: 1/82, 83'den
özetlenerek...
[185] Şerhu Maâni'1-Asâr: 11/56.
[186] Fethülâllam li-Şerhi Bülûği'l-Meram: 1/58'den
özetlenerek...
[187] Müslim, Hayz: 81, Ebû Dâvud,
Taharet: 83, Tirmizî, Taharet: 81, Nesâî, Taharet: 131, İbn Mâce, Taharet: 110,
Dâremî, Vudu': 74, Ahmed: 3/29, 36-5/115, 116, 416.
[188] Sahîh-i Müslim.
[189] Müsned-i Ahmed.
[190] Müsned-i Ahmed.
[191] Nesâi, Ahmed b. Hanbel, Havle (r.a.)'dan.
[192] Ahmed: 6/309.
[193] Ahmed: 6/256, Ebû Dâvud, Taharet: 94, Tirmizi,
Taharet: 82, İbn Mâce, Taharet: 112. Daremi, Vüdu': 77.
[194] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şevayi': 1/36.
[195] Şerhu Fethi'l-kadîr: 1/42.
[196] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 11/18.
[197] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/109.
[198] el-Muğnî: 1/202, Fikhü's-Sünne: 1/65, 66.
[199] el-Muğnî: 1/203.
[200] Fethü'l-allâm: 1/59.
[201] Mîzanü'l-Î'tidal: 2/465-4472 nolu Abdullah
maddesi...den, özetlenerek...
[202] Buharî, Salat: 76, Müslim, Nesâî, Taharet: 125, 126,
Tirmizî, Cumua: 72, Sidir, güzel kokulu buharlardan bir cinstir.
[203] Ahmed: 5/161.
[204] Bedayi'u's-Sanayi’ Fi-Tertibi'ş-Şerayi: 1/35.
[205] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/18, Guslü gerektiren sebebler
bölümü.
[206] el-Bahrü'r-raik: 1/68, Gusül bahsi...
[207] el-Ümm: 11/38, Guslü gerektiren sebebler bölümü...
[208] el-Muğnî: 1/207-208'den özetlenerek...
[209] el-Muğni: 1/207.
[210] el-Müdevvenetü'l-Kübrâ: 1/32.
[211] Ahmed: 4/199204, 205.
[212] Buharî, Vudu': 63, hayız: 8, 19, Müslim, Hayız: 62,
63, Ebu Dâvud, Taharet: 107, 108, 109, 110,
Tirmizî, Taharet: 93, 96, Nesâî, Taharet: 133, 134, hayız: 2, 4, 6. İbn
Mâce, Taharet: 115, 116, Taberânî,
Taharet: 104, Ahmed: 6/82, 187, 194, 464.
[213] Bakara: 2/222.
[214] Bedayiu's-Sanayi, fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/38.
[215] Fethülvahhav bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/24.
[216] el-Ümm: 159'dan özetlenerek...
[217] el-Muğnî: 1/209.
[218] el-Muğnî: 1/209.
[219] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/109...
[220] Buharî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce: Ali
(r.a.)'den,
[221] Tirmizî, Taharet: 111, Ahmed: 1/83, 84, 398, 403.
[222] İbn Mâce, Taharet: 105. Tirmizî, Taharet: 98.
[223] Dârekutnî: Cabir (r.a.)'den.
[224] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/37.
[225] Bedayi'u's-Sanayi’ Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/44.
[226] es-Siracü'-lvahhac Alâ Metni'l-Minhac: 1/31.
[227] el-Muğnî: 1/143, 144.
[228] Geniş bilgi için bak: Mîzanü'l İ'tidal: 1/240, 241,
923 numaraya...
[229] Geniş bilgi için bak: Neylü'l-evtar: 1/266.
[230] Mizânü'l-İ’tidal: 4/6- 8056 nolu Muhammed b. Fazıl...
[231] Müslim, Hayız: 11, 12, Ebû Dâvud, Taharet: 103:
Tirmizî, Taharet: 101, Nesâî, Hayız: 18, İbn Mâce, Taharet: 12, Daremî, Vudu':
82, 108, Ahmed: 2/70-3/103-6/45, 101, 106, 112, 114, 173, 179, 214, 229, 243.
[232] Müsned-i Ahmed, Nesâî, Taharet: 173, hayız: 19.
[233] Sünen-i Saîd b. Mansûr: Cabir (r.a.) 'den.
[234] İbn Münzir: Zeyd b. Eslem'den...
[235] Ebû Dâvud, Taharet: 92, İbn Mâce, Taharet: 126.
[236] İbn Mâce, Taharet: 127.
[237] Fetevâ-yi Hindiyye: 1/38.
[238] es-Siracü'I-vehhac: 31
[239] Nisa: 4/43.
[240] Ebû Dâvud: Hz. Ayşe (r.a.)'den.
[241] Nisa: 4/43.
[242] el-Müdevvenetü'I-Kübrâ, Mürürü’l-Cünüb 11/32.
[243] Fazla bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 1/265-270,
Nasburraye: 1/194, 195.
[244] Fıkhü's-Sünne: 1/67, 68.
[245] Buhari, Cumu'a: 2, 3, 5, 6, 12, 26, ezan: 161,
şahadet: 18, Müslim, Müsafirîn: 26, 27, cumu'a: 1, 2, 4, 6, 8, Ebû Dâvud,
Taharet: 127, 128, Tirmizî, Cumu'a: 29, Nesâî, Cumu'a: 7, 8, 11, 13, siyam: 81,
İbn Mâce, İkamet: 78, 80, 83, Dâremî, Salat: 190, Ahmed: 1/15, 46, 265, 268,
269, 330, 2/3, 35, 37, 41, 42, 51, 53, 57, 3/60, 66, 4/35, 5/363, 6/289, 310.
[246] Buhari, Müslim, Ebû Saîd (r.a.)'den...
[247] Buharî, Cumu'a: 12, Enbiya: 54, Müslim, Cumu'a: 9,
Ahmed: 2/342.
[248] Bedayi’u’s-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi’: 1/35-269, 270.
[249] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tüllâb, 1/77.
[250] el-Ümm: 1/196; 197'den özetlenerek.
[251] Nesâi ve Tirmizî, Semure b. Cüdeb'den (r.a.)
[252] Buharî ve Müslim: Ebû Hüreyre (r.a.)’den...
[253] el-Muğnî: 2/345, 347.
[254] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibî'l-Arbaa: 1/403'den özetlenerek...
[255] el-Müdavvenetü'l-Kübrâ, Gusl'ü-Cumu'a: 1/145, 146.
[256] Buhari ve Müslim: İbn Ömer (r.a.)'dan...
[257] Buharî, Vudu: 46, Müslim, Taharet: 8, 12, Ebû Dâvud,
Taharet: 32, 57, 128, Tirmizî, Taharet: 45, cumu'a: 5, Nesâî, Cumu'a: 9, İbn
Mâce, Taharet: 6, 47, 73, 139, İkamet: 81, 193, Daremî, Vudu’: 43, Ahmed: 2/98,
5/1, 11, 15, 16, 22.
[258] Buharî ve Müslim, Urve'den...
[259] Ebû Dâvud, Taharet: 125, 127, Tirmizî, Cumu'a: 4,
Nesâî, Cumu'a: 10, 12, 19, İbn Mâce, İkamet, 80, Daremî, Salat, 195, Ahmed:
2/209, 4/8-9, 10, 104.
[260] Ahmed: 2/229, 232, 260, 329, 331, 472, 484.
[261] Sahîh-i Müslim: Ebû Hüreyre (r.a.)'den.
[262] Fethü'l-aliâm li Şerhi
Bülûği'l-Merâm: 1/205.
[263] Müsned-i Ahmed, İbn Mâce, el-Fakih (r.a.)'den.
[264] Fetâvâ-yi Hindiyye: 1/149.
[265] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/83.
[266] el-Ümm: 1/231'den özetlenerek...
[267] el-Muğnî: 2/370, 371.
[268] Tenvirü'l-Hevâlik: 1/189, el-Müdevvenetü'l- Kübrâ,
Salatü'lideyn: 1/167.
[269] Neylü'l-evtar: 1/287.
[270] Ebu Dâvud, Cenâiz: 35, İbn Mâce, Cenâiz: 18,
Ahmed: 2/280, 433, 454, 472, 4/246.
[271] Ahmed, Dârekutnî, Ebû Dâvud: Mus'âb b. Şeybe
(r.a.)'den.
[272] Meraku'l-felâh: 18.
[273] el-Ümm: 1/38.
[274] Beyhaki: İbn Hacer bu hadîsin hasen olduğuna
dikkatleri çekmiştir.
[275] Beyhakî tahrîc etmiş, İbn Hacer hasen olduğunu
söylemiştir.
[276] el-Hattab, Ömer (r.a.) hadîsi.
[277] Darekutnî, el-Hâkim, İbn Abbas (r.a.)'dan merfu'ân
rivayet etmiştir.
[278] Darekutnî ve el-Hâkim tahrîc etmiştir.
[279] Mizanü'l-İ’tidal: 2/301- 3830 nolu Salih b. Mukatil...
[280] İmam Mâlik, el-Muvatta'dan rivayet etmiştir. Cenaze
bahsi...
[281] Tirmizî, Hacc: 16, Dâremî, Menasik: 6.
[282] Ahmed: 2/25, 59, 6/236, Müslim'de az değişik bir
lâfızla rivayet edilmiştir; Müslim, Hacc: 44.
[283] Müslim, Ebu Dâvud, İbn Mâce: Aişe (r.a.)'dan...
[284] İmam Şafiî rivayet etmiştir.
[285] Buharî, Müslim, Muvatta': İbn Ömer (ra.) 'dan...
[286] Bedayi'u's-Sanayi' fi- Tertibi'ş-Şerayi: 2/143, 144.
[287] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/224.
[288] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/228.
[289] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi’: 2/151.
[290] Fethü'l-vahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/138, 139.
[291] el-Muğnî: 3/271, 272'den özetliyerek...
[292] el-Muğnî: 3/368.
[293] el-Muğnî: 3/409.
[294] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/642,
el-Müdevvenetü'l-Kübrâ: 1/360.
[295] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa: 1/651, 652.
[296] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa: 1/664.
[297] Mizanü'l-İ'tidal: 2/527 4708 nolu Abdullah...
[298] Mîzanü'I-İ'tidal: 4/453-9821 nolu Yakub b. Atâ'...
[299] Nasburraye li-Ahadisi'l- Hidâye: 3/17.
[300] İbn Ebî Şeybe kendi Musannef'inde: İbn Ömer'den...
[301] Geniş bilgi için bak: Nasburraye: 3/18.
[302] Ebu Dâvud, Taharet: 107, 113, 116, 118, Savm: 80.
[303] Ebu Dâvud, Taharet: 107, 113, 116, 118, Müsned-i
Ahmed: 6/83, 119, 128, 187, 237.
[304] Ebu Dâvud, Taharet: 107, 113, 116, 118, Savm: 80.
[305] Bedayi'us-Sanayi' Fi-Tertibı'ş-Şerayi': 1/44.
[306] Fetâvâ-yi Hindiyye: 11/39.
[307] el-Ümm: 1/60.
[308] es-Siracü'l-vahhac: 31.
[309] el-Muğnî: 1/310, 331'den özetlenerek, el-Fıkhu
Alâ'l-Mezahibi'l Arbaa: 1/119, 120'den özetlenerek..
[310] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/120.
[311] el-Müdevvenatü'l-Kübrâ, Hayız: 1/49.
[312] Fazla bilgi için bak: Neylü'l-evtar: 1/285,
Mîzanü'l-İ'tidal: 2/243-3604 nolu Süheyl b. Salih...
[313] Fazla bilgi için bak: Şerhu Meâni'1-Asâr, 1/98-107...
[314] Fazla bilgi için bak: Nasburraye li-Ahadisi'1-Hidâye:
1/199-204...
[315] Fıkhü's-Sünne: 1/86, 89'dan özetlenerek...
[316] Buharî, Ezan: 51, Müslim, Salat: 90, 92, 95, Dâremî,
Salat: 44, Ahmed: 2/52 6/251.
[317] Meraku'l-felâh: 18, Fetâvâ-yı Hîndiyye: 1/16, Gusül
bahsi...
[318] el-Ümm: 1/38, Guslü gerektiren şeyler bölümü...
[319] Buğyetü'l-müsterşidîn, Sünnet olan gusüller faslı: 28.
[320] el-Muğnî, Tahareti bozan sebebler faslı: 1/172.
[321] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa, Guslün sünnet olduğu
umur faslı: 1/119, 120.
[322] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa, Guslun sünnet olduğu
umur faslı: 1/110, 120.
[323] Buharî, Müslim, Hayız: 35, 37, 57, Ebû Dâvud, Taharet,
130, Taberânî, Taharet: 70, cihâd: 50.
[324] Buharî, Gusül: 6, savm: 65, büyü': 98, Müslim, Hayız:
39, mesacid: 223, Ebû Dâvud, Taharet: 98, Nesâî, Gusül: 19, Ahmed: 1/321, 346,
367-2/19, 116.
[325] Buharî, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce, Nesâî, Ahmed,
Buharî, Gusül: 5, 10, Nesâî, Taharet: 111.
[326] Tirmizî, Taharet: 79, Nesâî,
Taharet: 159, gusül: 24, İbn Mâce, Taharet: 96, Ahmed: 6/68, 192, 253, 258.
[327] Nesâî, Gusül: 28, Taberânî,
Taharet: 58, Ahmed: 3/24, 149- 4/6, 7, 44-5-80, 105 - 6/51.
[328] Fetâvâ-yı Hindiyye, Guslün sünnetleri bölümü: 1/14.
[329] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb, Gusül babı:
1/18'den kısaltılarak..
[330] el-Muğnî, Gusül faslı: 1/217.
[331] Tenvirü'l-havâlik Şehün Ala Muvatta'ı Mâlik: 1/66.
[332] Tenvîrü'l-havalik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik: 1/66.
[333] Geniş bilgi için bak: Neylü'l-evtar: 1/287.
[334] İbn Ebi Şeybe, İbn Ömer'den...
[335] Sahîh-i Müslim, Ümm Seleme (r.a.)'dan...
[336] Müslim, Hayız: 58, Ebû Dâvud, Taharet: 99, Tirmizi,
Taharet: 77, Nesâî, Taharet: 149, 160.
[337] Müslim, Hayız: 59, İbn Mâce, Taharet: 108, Ahmed:
6/43.
[338] Dâremî, Vudu': 115.
[339] Ebû Dâvud, Taharet: 97, İbn Mâce, Taharet: 106, Ahmed:
1/94, 101, 133, Dâremî, Vudû': 69, Ebû Dâvud, Ahmed: 6/111, 254.
[340] Ebû Dâvud, Taharet: 97, Tirmizî, Taharet: 78, İbn
Mâce, Taharet: 106.
[341] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tedtibi'ş-Şerayi': 11/34.
[342] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb:1/19.
[343] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahib'il-Arbaa: 1/114.
[344] el-Muğnî: 1/228.
[345] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/113'den
özetlenerek.
[346] Mîzanü'l-İ'tidal: 3/70, 71, 5641 nolu Atâ’dan
özetlenlerek...
[347] Ebu Dâvud, Hammam: 1, vitir; 23, Nesâî, Gusül: 7,
Ahmed: 4/224.
[348] Buharî, Gusül: 20, Müslim, Hayiz: 75, fezâil: 155,
156, Ahmed: 2/315, 515.
[349] Ahmed: 3/262.
[350] Fetâvâ-yı Hindiyye: 5/327-329'dan özetlenerek...
[351] Sahîh-i Müslim...
[352] el-Muğnî: 1/231'den özetlenerek.
[353] Sahih-i Müslim: Ümmu Hâni' (r.a.)'dan.
[354] Ebû Dâvud: Behz b. Hakîm'den...
[355] Mîzanü'l-İ'tidal: 3/127, 5844 nolu Ali b. Zeyd...
[356] Geniş bilgi için bak: Neylü'l-evtar: 1/298.
[357] Buhari, Teyemmüm: 6, 9, Nesâî, Taharet: 198, 202,
Ahmed: 4/319, 434.
[358] Ebû Dâvud, Taharet: 125, İbn Mâce, Taharet: 93, Ahmed:
1/370.
[359] Ahmed b. Hanbel, Dârekutnî, Ebû Dâvud: Amir b. Âs (r.a.)'dan.
[360] Buhari, Teyemmüm: 5, 6, Ebû Dâvud, Taharet: 123,
Tirmizi, Taharet: 92, Nesâi, Taharet: 2, 3, Ahmed: 5/146, 147, 155, 180.
[361] Buharî, Teyemmüm: 1, salat: 56, Müslim, Mesacid: 3, 4,
5, Ebû Dâvud, Salat: 24, Tirmizî, Mevakit, 119, siyer: 5, Nesâi, Gusül: 26, İbn
Mâce, Taharet: 90, Dâremî, Salat: 111, siyer: 28, Ahmed: 1/250, 301, 2/222,
240, 250, 412, 442, 502, 3/304, 4/416, 5/145, 148, 161, 248, 259, 383.
[362] Müsned-i Ahmed: Ebu Ümame (r.a.)'den.
[363] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/46'dan
özetlenerek...
[364] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi’: 1/48'den
kısaltılarak...
[365] es-Siracü'1-vahhac Alâ Metai'l-Minhac: 24, 26'dan kısaltılarak...
[366] el-Muğnî: 1/233, 234'den özetlenerek...
[367] el-Muğnî: 1/238, 239'dan kısaltılarak...
Mu'cemu'l-Fıkhî'l-Hanbeli: 1/178, 180.
[368] el-Müdevvenetü'l-Kübrâ, Teyemmüm: 1/44.
[369] Tenvirü'l-havâlik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik: 1/74,
75.
[370] Tenvîrü'l-havâlik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik: 1/75.
[371] Neylü'I-evtar: 1/301.
[372] Mîzanü'l-i'tidal: 2/67-2834 nolu Zübeyir b. Hurayk.
[373] Mîzanü'l-i'tidal: 1/20-39 nolu İbrahim b. İsmail...
[374] Nasburraye li-Ahadisi'1-Hidâye: 149, 150'den
kısaltılarak...
[375] Geniş bilgi için bak: Fethülallâm: 1/65-67.
[376] Nisa: 4/43, Mâide: 5/6.
[377] Buharî, Cenâiz: 72, menakıb: 21, mağâzî: 27, cihad:
122, ta'bîr, 11, 22, 40, i'tisam: Müslim, Rü'ya: 22.
[378] Müslim, Mesâcid: 4.
[379] Şerhu Fethi'l-kadîr: 1/8.
[380] el-Ümm: 11/50'den kısaltılarak.
[381] el-Mugnî: 1/247, 248, Mu'cemü'I-Fıkhi'l-Hanbelî:
1/178.
[382] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/160. - Lübabu'l-Tevîl:
1/356, 357.
[383] Mizariü'l-i'tidal: 3/435, 7061 nolu Müsnî b. Sabah...
[384] Nasburraye: 1/109.
[385] Fıkhü's-Sünne: 1/79.
[386] Ahmed: 4/263, Ebû Dâvud, Teyemmüm, İbn Mâce, Taharet:
91.
[387] Tirmizî, Taharet: 110.
[388] Buhari, Teyemmüm: 8, Müslim, Hayz: 110, Ebû Dâvud,
Taharet: 121, Nesâî, Taharet, 198, 201, Ahmed: 4/264, 319, 396.
[389] Darekutnî: Ammar (r.a.)'dan.
[390] Ebû Dâvud, Taharet: 122.
[391] Beyhakî rivayet etmiştir.
[392] el-İhtiyar li-Ta'lil'il-Muhtar: 1/21.
[393] es-Siracü'1-vahhac Alâ Metni'l-Minhac: 29.
[394] el-Mugni: 1/244, 245, Mu'cemü'l-Fıkhi'l-Hanbeli:
1/177.
[395] el-Fikhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/163, 164.
[396] Tenvirü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik: 1/76,
el-Müdevvenetü'l-Kübrâ: 1/42.
[397] Şerhu Maani'l-Asâr: 1/110, 111.
[398] Şerhu Maâni'1-Asâr: 1/112, 113, 114'den iktibasen...
[399] Nasburrâye: 11/155, 156'den özetlenerek...
[400] Fazla bilgi için bak: Mîzanü'l-İ'tidal, 1/57-189 nolu
İbrahim.
[401] Fazla bilgi için bak: Neylü'l-evtar: 1/310, 311.
[402] Ebu Dâvud, Nesâî, Taharet: 204, Taberânî, Sefer: 78.
[403] el-Müdevvenetü'l-Kübrâ, Teyemmüm: 11/42.
[404] Bedayi'u's-Sanayi' Fî-Tedtibi'ş-Şerayi': 1/53, 54'den
özetlenerek...
[405] el-İhtiyar li-Talili'l-Muhtar: 1/21.
[406] es-Siracü'I-vahhac: 30.
[407] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/22.
[408] el-Muğni: 1/252.
[409] el-Muğni: 1/272.
[410] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/165.
[411] el-Müdevvenetü'l-Kübrâ, Teyemmüm: 1/42.
[412] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/165.
[413] Müsned-i Ahmed, Tirmizî, Hadîs sahihtir.
[414] Müsned-i Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Hibban.
[415] Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce: Buharî, Tefsir: 4,
10, Libas: 58.
[416] Neylü'I-evtar: 313, 314.
[417] Buharî, Vudu': 63, hayz: 8,
Müslim, Hayz: 62, 63, Ebû Dâvud, Taharet: 107, 108, 109, 110, Tirmizî, Taharet:
93, 96, Nesâî, Taharet: 133, 134, hayz: 3, 4, 6, Talak: 74, İbn Mâce,
Taharet: 115, 116, Taberânî, Taharet:
104, Ahmed: 6/82, 187, 194, 464, Daremî, Sünnet: 1.
[418] Müslim, Hayız: 66, Ebû Dâvud, Taharet: 107, Nesâî,
Taharet: 134, İbn Mâce, Taharet: 115, 116.
[419] Ebu Dâvud, Taharet: 107, 109, Nesâi, Hayız: 5.
[420] Ebu Dâvud/Taharet : 107. Nesâî/Taharet t 133, hacc : 57.
İbn Mâce/Mena-sik s 12. Daremî/Vudu1 84,
Taberânî, Taharet: 105, Ahmed: 6/293, 304, 320, 323, 464.
[421] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/44.
[422] el-İhtiyar Li-Ta'lili'l-Muhtar: 1/29.
[423] Minhacü't-Talibîn ve Umdetü'l-Müftîn: 7.
[424] el-Muğnî: 1/315.
[425] Tenvîrü'l-Havâlik: 79-82'den özetlenerek...
[426] Geniş bilgi için bak: Neylü'l-evtar: 1/314-317.
[427] Ebu Dâvud, Taharet: 109, 115, Nesâî, Taharet: 137,
hayız: 6.
[428] Ebû Dâvud, Taharet:
109, 119, Tirmizî, Taharet: 95, İbn Mâce, Taharet: 115; Ahmed: 6/439.
[429] Neylü'l-evtar: 1/318.
[430] Mizanü'l-İ’tidal: 2/85, 2919 nolu Züheyr, 2/269, 3694
nolu Şerik.
[431] Ebu Dâvud, Taharet: 107, 109, 112, 114, Tirmizî,
Taharet: 94, Nesâî, Taharet: 134, hayz: 4, İbn Mâce, Taharet: 115, Dâremî,
Vudu’: 84, 94.
[432] Ebû Dâvud, Taharet: 112, 115, Taberani, Taharet: 107,
108 Tirmizi, Taharet: 94.
[433] Müslim, Nesâî, İbn Mâce, Ebû Dâvud, Taharet: 102,
nikâh: 46.
[434] Ebû Dâvud, Taharet: 106.
[435] Buhari kendi tarikinde...
[436] Ebû Dâvud, Taharet: 82, Ahmed: 1/14.
[437] Buharî, Müslim, Ebû Davud, Nikâh: 46, İbn Mace,
Taharet: 121.
[438] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi: 1/44,
Fetâvâ-yi Hindiyye: 1/39.
[439] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb: 1/26.
[440] el-Muğnî: 1/306, El-Fikhu Alâ'l-Meezahibi'I-Arbaa:
1/134.
[441] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/134.
[442] Tenvîrü'l-Havâllk Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik: 1/77.
[443] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik: 1/77,
el-Müdevvenetü'l-Kübrâ, Hayy: 1/52.
[444] Geniş bilgi için bak: Neylü'l-evtar: 1/323, 325,
Fethülallâm: 1/74, 75, Fıkhü's-Sünne: 1/85, 06.
[445] Ebu Davud, Taharet: 103, 105, salat: 205, Müslim,
Taharet: 47, Tirmizi, Taharet: 102, 103, Nesâî, Taharet: 181, hayız: 9, İbn
Mâce, Taharet: 123, 129, Daremî, Vudu’: 112, Ahmed: 1/230, 247, 249. 5/8, 14.
[446] Fetâvâ-yı Hindiyye, Ahkâmü’l-Hayz ve Nifas: 1/39.
[447] Mîzanü'l-Kübrâ: 1/107.
[448] İbn Mâce...
[449] el-Muğnî, Hayız: 1/335.
[450] el-Ümm: 1/59.
[451] Fazla bilgi için bak: Neylü'l-evtar, 1/326, 327,
Fethülallah, Hayız: 1/74, 75.
[452] Ebu Dâvud, Taharet: 19, Tirmizî, Taharet: 105, İbn
Mace, Taharet: 128, Daremî, Vudu': 99, Ahmed: 6/300, 304, 309.
[453] İbn Mâce, Taharet: 128.
[454] Bedayi’, Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/40, el-İhtiyar Ii Ta'lîli’1-Muhtar: 1/30.
[455] es-Siracü'1-vahhac: 33, Fethülvahhab bi-Şerhi
Menheci't-Tullâb: 1/29.
[456] Mu'cemü'l-Fıkhi'l-Hanbelî: 2/984, Nifas maddesi...
[457] Mîzanü'l-Kübrâ, Hayiz: 1/108, el-Müdevvenetü'l-Kübrâ:
1/53.
[458] el-Müdevvenetü'1-Kübrâ, Nifas: 1/53.
[459] Mîzanü'l-Kübrâ, Hayiz: 1/108.
[460] İbn Mâce, Taharet: 128, Dâremî, Vudû': 198.
[461] Nasburraye li-Ahadisi'1-Hîdâye: Faslü'n-nifas: 1/204,
205.
[462] Nasburraye li-Ahadisi'1-Hidâye: Faslü'n-nifas: 1/205.
[463] Mîzanü'l-İ'tidal: 3/104, 5740 nolu Ala'...
[464] Fazla bilgi için bak: Neylü'l-evtar: 11/331, 332.
[465] el-Muğnî: 1/345, 346.