GİRİŞ
Camiu’s-Sahih’in Tam Tercemesini Gerekli Kılan Sebepler
1-
Kitâb ve Neşriyat Bolluğu İçinde En Hayırlı Hidâyet Olması
2-
İslâm Son Dîn, Muhammed Son Peygamberdir
3- Kur'ân
Delîllere Tutunmayı Emreder
4- Kur'ân
Peygamber'e Uymayı Emreder
5-
Peygamber, Hadîslerinin Bellenip Tebliğ Edilmesini Emreder
6-
Dünyâda Kur'ân'dan Sonra En Sahîh Kitâb
7-
el-Câmi'u's-Sahîh'i Terceme Kararı
8- Tercemede
Ta'kîb Edilen Asıllar
9- Tercemede
ki Diğer Bâzı Hususlar
Dua
İmam Buhari’nin
Hal Tercemesi
1- Nesebi ve Nisbeti
2- Doğumu ve Yetişmesi
3- İlim Araması ve
Seyahatleri
4- Üstâdları ve
Dereceleri
5-
Şeyhlerinin Tabakaları ve Mertebeleri
6-
Talebeler
i ve Kendisind
en Hadîs Alanlar
7- Ezberleme
Gücü ve Hafıza Kuvveti
8-
İlim ve İbâdetteki Gayret ve Çalışkanlığı
9-
Sîreti, Zühdü, Faziletle
ri ve Cömertliği
10-
Atış ve Harb Âletleri Kullanmayı Bilmesi
11- Şiirleri ve
Nadide Sözleri
12- Üstâdları ve Akranlarının Buhârî Hakkındaki Övgü ve Beyânları
13- İmâm
Müslim'in İmâm Buhârî'yi Takdîr Edip Büyütmesi
14-
Nişâbûr'da Üstadı ez-Zuhlî Tarafından Ma'rûz Kaldığı Fitne
15- Buhara Emîri Hâlid İbn Ahmed ez-Zuhlî Tarafından Uğradığı Fitne
16- Buhârî'nin Ölümü
17- Te'lîf Ettiği Eserler
Buhari’nin
el-Camiu’s-Sahih’i Üzerine Bir Araştırma
1- el-Câmi'u's-Sahîh'in Te'lîf
Sebebi
2-
el-Câmi'u's-Sahîh'in Konusu ve Maksadı
3-
el-Câmi'u's-Sahîh'in Rivayet Yolları
4-
el-Câmi's-Sahîh'in Fazîletlerin
5- Buhâri'nin Hadîsleri Çeşitli Bâblarda Tekrar Etmesinin Sebebleri
6- el-Câmi'u's-Sahîh'te Sened ve Metinle Birden Fazla Yerde Tekrarlanmış
Hadîsler
7- Buhârî
Hadîslerinin Sayısı
8- Buhâri'nin Şartları
9- Buhârî'nin Hadîsleri Parçalamasındaki yâhudi Yalnızca Metni Zikretmesindeki
Sebeb
10- Buhâri'nin Hadîsi Bölümlere Ayırması, Kısaltması ve Tekrar Etmesinin Sebebim
11- Buhârf
nin Hadîsleri Muallak Getirmesinin Sebebleri
12- Hafız Dârakutnî ve Diğerlerinin Tenkîd Ettikleri Buhârî Hadîsleri
13- Haklarında Söz Edilen yâhud Ta'n Edilen Râ vîler ve Cerh Sebebleri
14-
el-Câmi'u's-Sahîh'in Bâb İsimleri ve Muhtevalarının Özellikleri
15-
el-Câmi'u's-Sahîh Üzerine Meydana Getirilen Eserler
a) Buhârî'nin Hâl Tercemesi
Kitâbları
b) el-Câmi'u's-Sahîh'e Şerh
Yazanlar
c) el-Câmi'u's-Sahîh'i Özetleyenler
ç) Bâb Başlıkları Hakkında
Eser Yazanlar
d) Okunmasıyle ilgili Hususlar
e) Şeyhleri ve
Me'hazları Hakkında Eser Yazanlar
f) Buhârî ile
Müslim'in Ricali Hakkında Eser Yazanlar
g)
Sahîhayn'ın Müşkil
ğ) Sahîhayn'ın Şartlarına Göre Müşterek Hadîslerini ve Eklerini Biraraya
Toplayanlar
h) el-Câmius-Sahîh'in Baskıları
ı)
Buhâri'nin Hayâtı ve Eserlerinden
Camiu’s-Sahih’in Tam Tercemesi
ni Gerekli Kılan Sebepler
l- Kitâb
ve Neşriyat Bolluğu İçinde En Hayırlı Hidâyet Olması
Zamanımızda göze, kulağa, akla, hislere..
. hitâb eden yazılı, sesli, renkli nevi'lerden sayısı pek çok teblîğ,
hitabe, reklâm, propagand
a, dergi, kitâb ve diğer neşriyat kalabalığı vardır. Günlük hayâtımızda
ister istemez duygu organlarımıza ve zihnimize çarpan bu muazzam neşriyât yığını
içinden en iyisini, en güzelini seçip dinlemek ve ona tâbi' olmak ancak akıllı
kişilerin kârıdır. İşte bu seçimi iyi yapıp, akıllarını fıtrat kaanûnlarına ve
ilâhî ta'lîmlere göre kullanıp çalıştırabilenler, gerçekten akıllı kimselerd
ir. Kur'ân-ı Kerîm böylelerini hâlis akıllı sayıp övmektedir:
"Kullarımı müjdele! Onlar ki sözü dinlerler, sonra da onun en güzeline tâbi'
olurlar.[1] İşte onlar Allah 'in kendileri
ne hidâyet verdiği kimselerd
ir, işte onlar, o temiz akıllılardır " (ez-Zumer:17-18).
Böyle kullar elbette övülmeye lâyık olan hakîkaten uyanık bahtiyarlardır. Çünkü
"Sözlerin hayırlısı Allah'ın kitabı, hidâyetin hayırlısı da Muhammed'in
hidâyetidir"[2].
O halde dünyâ ve âhiretle ilgili her işte önce başkalarınınki değil, Allah ve
Rasûlü'nün sözleri olduğu gibi görülmeli, herkesten ve her-şeyden evvel onlar
işitilip, dinlenilm
elidir.
"Allah hakkı söyler ve ancak O doğru yolu gösterir" (el-Ahzâb: 33/4)
İşte bundan dolayı bütün müslüman okuyucula
rın, Peygamber
lerinin dosdoğru hayât yoluna girmeleri, O'nun yüksek sünnetini sünnet
edinmeler
i ve İslâm Ümmeti'nin ilk parlak sîretine dönüşmesi için bu kitabı emek
çekip hakîkaten elde etmeleri, bunu gerçekten çok okuyup iyice anlamaya
çalışmaları lâzım gelir.
Okuyucula
r bu hadîslerde, insanlara her zaman ve her mekânda fayda verecek olan
medenî teşri' nevi'lerinin en yükseğini bulacakla
rdır. Peygamber'in sîretinde ahlâk ve âdâb hususlarında onun kâmil bir
misâl olduğunu, insanların işlerinden hiçbir şeyi terk etmeyip, muhakkak
onların dînleri ve dünyâları hususunda kendileri
ne menfaat verecek şeylere delâlet eylemiş olduğunu ve onun hakîkaten
Azîz ve Celîl olan Rabbının kendi kitabında vasıflandırdığı gibi olduğunu
göreceklerdir.
"And olsun size kendinizd
en öyle bir Rasûl gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır
ve güç gelir. Üstünüze düşkündür. Mü’minlere çok re'fetli, çok merhametl
idir" (et-Tevbe: 9/128).
Yüce Allah'tan bizleri "sözü" işitip de "en güzeline" tâbi' olanlardan
kılmasını[3], dünyâ hayâtında da, âhirette de bizleri "sabit kavl"de sebat
ihsan eylemesin
i[4] niyaz eyleriz.
"Selâm ve selâmet, doğruya tâbi' olanlaradır" (Tâhâ: 20/47).[5]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bu "kavi" kelimesin
deki "el" târîf harfi, bâzılarına göre cins içindir. Bu takdirde,
"Kur'ân, hadîs ve diğer bütün beşerî yayınları, neşriyatı dinlerler ve bunlar
içinden hakk ile bâtılı temyiz edip, derece derece en efdal olanlarını tercih
ederler, yâni güzel olanına tâbi' olurlar" demek olur. Bu en güzel söz de
şübhesiz Kur'ân ve hadîslerdir.
[2] Buhârî, Edeb, Fi'1-Hedyi's-Sâlih, rak:122; Müslim, Cumua, Tahfîfu's-Salât
ve'1-Hutbe, rak.43(867).
[3] ez-Zumer: 39/17-18.
[4] İbrâhîm: 14/27.
[5] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 23-24.
2- İslâm Son Dîn, Muhammed
Son Peygamberdir
Peygamber, bütün insanlığa gerçek insanlığı ve gerçek medeniyeti öğretecek,
şahsında uygulayıp yaşayacak, bütün insaniyet
i dünyâda ve ukbâda mutlu kılacak, mükemmel ve mükemmil son dînle
gönderilmiş son peygamber
dir:
"De ki: Ey insanlar, şübhesiz ben göklerin ve yerin mülküne mâlik olan,
kendisind
en başka hiçbir tanrı bulunmaya
n, hem dirilten, hem öldüren Allah'ın size, hepinize gönderdiği elçiyim.
O hâlde Allah'a ve O'nun ümmî nebî olan Rasûlü'ne -ki kendisi de o Allah'a ve
O'nun sözlerine îmân etmekte olandır- îmân edin, O'na tâbi' olun. Tâ ki, doğru
yolu bulmuş olasınız" (el-A'râf: 7/158).
"Biz seni âlemlere ancak rahmet için gönderdik" (el-Enbiyâ: 21/107).
"Biz seni müjdeci, haberci olarak bütün insanların peygamber
i olmaktan başka (bir sıfatla) göndermedik. Fakat insanların çoğu bunu
bilmezler" (Sebe: 34/28).
"Muhammed, adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Rasûlü ve
peygamber
lerin sonuncusu
dur. Allah her şeyi hakkıyle bilendir" (el-Ahzâb: 33/40).
"O Allah ki, Rasûlünü hidâyet kaanûnu ve hakk dîni ile, sırf o dîni bütün
dînlerin üzerine çıkarmak için gönderendir" (et-Tevbe: 9/33: el-Feth: 48/28;
es-Saff: 61/9).
"Hiç şübhesiz sen büyük bir ahlâk üzerindesin" (el-Kalem: 68/4). [1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 24-25.
3- Kur'ân Delîllere Tutunmayı
Emreder
Kur'ân-ı Kerîm mü'minlere ve bütün insanlara, dâima delillere dayanmalarını;
delilsiz, ilimsiz asla bir hüküm ve harekette bulunmamalarını emretmekt
edir:
"De ki: Sizin ortaklarınızın içinden hakkı (doğru yolu) gösterecek bir kimse
var mıdır? De: Hakkı gösterecek ve ona iletecek Allah 'tır. O hâlde, hakka
hidâyet edecek Allah mı kendisine uyulmağa daha lâyıktır, yoksa (hayât ve)
hidâyet verilmedi
kçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Ne oluyor size? Nasıl
hükmediyorsunuz? Onların çoğu (kupkuru bir) zanndan başkasına tâbi' olmaz.
Hakikatte zann ise haktan hiçbirşeyin yerini tutmaz. Şübhesiz ki Allah, onlar ne
işlerse kemâliyle bilendir " (Yûnus: 10/34-35).
"Tâ ki helak olan apaçık bir delilden sonra helâk olsun, diri kalan da apaçık
bir delilden sonra hayâtta kalsın. Şübhesiz ki, Allah hakkıyle işitici,
kemâliyle bilicidir " (el-Enfâl:42).
"Senin için hakkında bir bilgi hâsıl olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak,
göz, kalb; bunların herbiri bundan sorumludu
r" (el-İsrâ: 17/36).
"Rabb'ından apaçık bir burhan üzerinde bulunan kimse, o kötü ameli kendisine
süslü gösterilmiş, hevâlarına uymuş kimseler gibi midir?" (Muhammed: 47/14).
İnsanlığın dünyâ ve âhiret hayâtı için lüzumlu en kesin deliller ve ebedî
burhanlar, ancak Allah'ın kelâmı olan Kur'ân-ı Kerîm'de ve Rasûlü'nün
hadîslerinde mevcûddur. Dînin hâlisini, hiç eskimez ve ölmezini Kur'ân ile
hadîs takrir ve tesbît etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm hiç şübhesiz okunmuş ve
ebediyyen okunacak vahydir; "Vahyu Metluvv"dur. Hadîs de onun tefsiri, beyânı ve
tatbîkatı olan "Vahyu Gayrı Metluvv"dur. [1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 25-26.
4- Kur'ân Peygamber'e Uymayı Emreder
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde Rasûl'ü Muhammed'e itâat etmeyi ve
sünnetine uymayı emretmiştir:
"De ki: Eğer Allah 'ı seviyorsa
nız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün. Çünkü Allah
çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicid
ir" (Âli İmrân: 3/31-32).
"Ey îmân edenler, sizi, size hayât verecek şeylere[1] da'vet ettiği zaman
Allah’a ve Rasülü’ne icabet edin. Bilin ki şübhesiz Allah kişi ile kalbi arasına
girer ve siz hakikaten yalnız O'na dönüp toplanaca
ksınızdır " (el-Enfâl: 8/24).
"De ki; Allah'a itaat edin, Rasûl'e itaat edin. Yine yüz çevirip dönerseniz
O'nıın uhdesine düşen ancak O'na yükletilen(teblîğ vazîfesi)dir. Sizin üstünüze
düşen (vazife) de size yükletilen (itâat)dir. Eğer O 'na itaat ederseniz doğru
yolu bulursunu
z. Rasûl'e âid olan (vazîfe) apaçık tebliğden başkası değildir" (en-Nur:
24/54).
"And olsun ki mü 'minler daha evvel apaçık ve kat'î bir sapıklık içinde
bulunuyor
larken Allah içlerinden ve kendileri
nden (cinslerin
den) onlara –ayetlerin
i okur, onları tertemiz yapar onlara kitâb ve hikmeti öğretir bir Rasûl
göndermiş olduğu için bir lûtufta bulunmuştur" (Âli İmrân: 3/164).
"Ey imân edenler, Allah 'a itaat edin, Rasûl'e ve sizden olan emir sahihlerine
de itaat edin. Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allah 'a ve Rasûl'e
döndürün, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız. Bu hem hayırlı, hem
netice i'tibâriyle daha güzeldir" (en-Nisâ: 4/59).
"Rabb'ın hakkı için, onlar aralarında çekişdikleri şeylerde seni hakem yapıp
sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiye
tle boyun eğmedikçe îmân etmiş olmazlar." (en-Nisâ: 4/65).
"Kim Allah 'a ve Rasûl'e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendileri
ne ni'metler verdiği peygamber
lerle, sıddîklarla, şehîdlerle, iyi kimselerl
e beraberdi
rler. Onlar ne iyi arkadaştırlar " (en-Nisâ: 4/69).
"Kim Rasûl'e itaat ederse muhakkak Allah 'a itaat etmiş olur, kim de yüz
çevirirse… zâten seni onların üzerine bekçi göndermedik ya" (en-Nisâ: 4/80).
"İnsanlara, kendileri
ne ne indirildiğini açıkça anlatasın diye sana da Kur'ân'ı indirdik. Tâ
ki onlar da iyice fikirleri
ni kullansınlar" (en-Nahl: 16/44).
"Bu kitabı sana ancak hakkında ihtilâf ettikleri şeyleri açıkça anlatman için ve
îmân edecek herhangi bir kavme bir hidâyet ve rahmet olarak gönderdik" (en-Nahl:
16/64)[2]
"Artık, onun emrinden uzaklaşıp gidenler kendileri
ni (dünyâda) bir fitne çarpmasından yâhud (âhirette) onlara pek acıklı
bir azab çatmasından çekinsinler" (en-Nûr: 24/63).
''And olsun muhakkak ki Allah'ın Rasûlü'nde sizin için Allah'ı ve âhiret gününü
umar olanlar ve Allah'ı çok ananlar için pek güzel bir örnek vardır" (el-Ahzâb:
33/21).
"Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman gerek mü'min olan erkek, gerek mü'min
olan bir kadın için kendi işlerinde buna aykırı hareket etme muhayyerl
iği yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlü'ne isyan ederse muhakkak ki o apaçık
bir sapıklıkla yolunu sapıtmıştır" (el-Ahzâb: 33/36).
"Allah elçisi size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının,
Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın azabı çetindir" (el-Haşr: 59/7).
"O Peygamber, mü 'minlere öz nefisleri
nden daha yakındır, zevceleri de mü'minlerini
n analarıdır..." (el-Ahzâb: 33/6).
"Size (gelirler) gönlünüzü hoş etmek için Allah'a andederle
r. Eğer bunlar mü'minler iseler Allah'ı ve Rasûl'ünü râzî etmeleri daha
doğrudur..." (et-Tevbe: 9/62). [3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Dînî bilgilere, zîrâ o kalbin hayâtıdır, cehl ise ölümüdür. Yâhud: Size
nâim-i dâimde ebedî hayât verecek akidelere, amellere (Beydâvî).
[2] Çünkü Peygamber'in sözleri ve fiilleri âyeti tefsîr ederek onun mücmelini
tafsîl, mutlakını takyîd, umumî lâfızlarını tahsîs, Kur'ân'ın belirtmed
iği ölçüleri, hadleri ve cüz'iyyâtı da ta'yîn eder. Kur'ân'ın açıkça bir
hüküm getirmedi
gi yerlerde sünnet müstakil olarak kaanûn koyma selâhiyetini hâizdir.
Kur'ân'ın, tafsîl ve îzahını kendine bıraktığı hususları da tefsîr eder. (Hadîs
İlimleri ve Hadîs Istılâhları, s.253).
[3] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 26-29.
5-
Peygamber, Hadîslerinin Bellenip Tebliğ Edilmesini Emreder
Rasûlullah (S) hadîslerin ve sünnetin mü'minler tarafından bellenip müstakbel
nesillere tebliğ edilmesin
i birçok vesîelerle emr ve tavsiye etmişdir:
Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Ancak şu iki kişi hakkında gıbta edilir: Birisi Allah kendisine mâl verir de o,
bu mâlın hakk yolunda sarfedilm
esine kaabiliye
tli kılınır. ikincisi de, Allah kendisine hikmet (Kur'ân ve sünnet ilmi)
verir, o da onunla hükmeder ve onu herkese öğretir"[1]
Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Hiç biriniz ben kendisine babasından, evlâdından ve bütün insanlard
an daha sevgili olmadıkça tam îmân etmiş olmaz "[2]
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Nefsim yedinde olan Allah'a yemîn ederim ki, sizden hiçbiriniz ben kendisine
babasından da, evlâdından da daha sevgili olmadıkça (tam) îmân etmiş olmaz"[3]
Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir:
“Şübhesiz sözlerin en güzeli Allah'ın Kitabı, yolların en güzeli de Muhammed'in
yoludur.”[4]
Câbir ibn Abdillah (R) şöyle dedi: Rasûlullah hutbe yaptığı zaman gözleri
kızarır, sesi yükselir ve hiddeti artardı.. Ve: "Bundan sonra (biliniz ki)
sözün hayırlısı Allah'ın Kitabı, hidâyetin hayırlısı da Muhammed'in
hidâyetidir. Ve işlerin en kötüsü (dînde) sonradan çıkarılan şeylerdir. (Dînde
sonradan çıkarılan) her bid'ât bir sapıklıktır" buyururdu [5].
Câbir ibn Abdillah (Rasûlullah'ın uzun veda haccı hutbeleri
ni nakl ederek) şöyle dedi: Sonra Arafat vadisinin ortasına geldi ve
orada insanlara hitâb ederek şunları söyledi: "... Ben sizlere sıkıca
sarıldığınız takdirde asla sapıtmayacağınız şeyler bırakıyorum: Allah 'in
Kitabı (ve Rasûlü'nün sünneti)”[6]
Mekke fethinin ertesi günü îrâd ettiği ve Ebû Şâh'ın isteği üzerine onun için
de yazılmasını emr eylediği uzun hutbesind
e[7]; keza Veda Haccı'nda (Arafât'da ve) Minâ'da yaptığı meşhur
hutbeleri
nde, konuşmalarının sonunda:
"Burada hâzır bulunanla
r bu sözlerimi gaaib olanlara (yâni burada bulunmaya
nlara ve müstakbel nesillere) tebliğ etsin. Zîrâ olabilir ki hâzır olan
kimse, bunu daha iyi anlar bir kimseye tebliğ etmiş bulunur" buyurdu.[8]
Ebû Bekre'nin rivayet ettiği Minâ hutbesini de şu sözlerle bitirmiş ve aynı
emri tekrarlamıştı:
Rasûlullah (S) hitabesin
in sonunda:
"(Size Allah'ın emirlerin
i) Tebliğ ettim mi?" diye sordu. Hâzır olan topluluk:
"Evet, tebliğ ettin " dediler. Rasûlullah:
"Şâhid ol yâ Rabb!" diye Allah'ı şâhid kıldıktan sonra:
"Hâzır olanlar gaaib olanlara tebliğ etsin. Bâzan kendisine tebliğ ulaştırılan,
bizzat işitenden daha iyi belleyici olur. Bundan sonra biri-birinin boyunlarını
vuran kâfirlere dönmeyiniz" buyurdu [9]
Keza Peygamber Veda Haccı'nda büyük topluluğa karşı şöyle buyurmuştur:
"Benim sözümü işitip ezberleye
nin, sonra işittiği gibi eda edenin Allah yüzünü ak etsin. Zîrâ nice
kimseler vardır ki, taşıdıkları fıkhı kendileri
nden daha fakîh olana ulaştırırlar"[10]
Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) buyurdu ki:
"İslâm garîb olarak başladı ve yine garîbliğe dönecektir. İşte bahtiyarlık o
garîbler içindir (ne mutlu o garîblere)!"[11]
Bu hadîsin, Kesîr ibn Abdillah'ın dedesinde
n yaptığı rivayetin
de bundan sonra şu ziyâde vardır:
“Yâ Rasûlallah! Bu garîbler kimlerdir?” Denildi. Rasûlullah:
"Benden sonra benim sünnetimi yaşatanlar ve onu Allah'ın kullarına
öğretenlerdir" buyurdu.[12]
Abdullah ibn Amr (R - şöyle demiştir): Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Benim tarafımdan velev bir âyet olsun tebliğ ediniz (öğretiniz). İsrâil
Oğulları'ndan da (onların ibretli kıssalarından da) haber verebilirsiniz. Bu
haber vermekte be's yoktur. Her kim de (benim söylemediğim bir şeyi söyledi
diye) bile bile bana yalan isnâd ederse, o da ateşteki yerine hazırlansın!"[13].
Buraya kadar zikrettiğimiz müteaddid nasslarda
n, âyetleri, hadîsleri bilenleri
n bilmeyenl
ere tebliğ edip-öğretmesinin vâcib olduğu hükmü sarîh olarak
anlaşılmıştır. Esasen kendileri
ne ilim verilen ilim sahibleri
nin nâil oldukları ilmi gizlemeyi
p, dâima tebliğ ve neşr etmeleri ilâhî taahhüde bağlanmış bir vücûb idi.
"Allah bir zaman kendilerine kitâb verilenle
rden: 'Onu muhakkak insanlara açıklayıp anlatacak
sınız, onu gizlemeye
ceksiniz' diye te'mînât almıştı" (Âli İmrân: 3/187). [14]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhari, İlim, el-Iğtibât fî'l-İlm ve'1-Hikme. Fadâil'de Abdullah ibn
Umer'den biraz farklı olarak gelmiştir.
[2] Buhârî, İmân, hubbu'r-Rasul mine'1-îmân, rak.7. Müslim, İmân, vucûbu
muhabbeti Rasûlillah -69-(44).
[3] Buhârî, İmân, hubbu'r-Rasul mine'1-îmân, rak.7. Müslim, İmân,
hubbu'r-Rasul mine'1-îmân .
[4] Buharı, Edeb, Bâb fî'1-Hedyi's-Sâlih, rak:122
[5] Müslim, Cumua, Bâb Tahfifi's-Salât ve'1-Hutbe, rak:43(867).
[6] Müslim, Hacc, Haccu'n-n-Nebiy (s), rak:147 (1218). Parantez içindeki son
fıkra diğer hadîs kitâblarındadır.
[7] Buharı, Mağaazî, Bâbu Menzili'n-Nebiy (s) Yevrne'1-Feth, rak:305.
[8] Buharı, İlim, Kavli'n-Nebiy: Rubbe mübelleğin ev'â min sâmiîn... rak: 9.
Buharı, İlim, Li-yubellığı'l-ilme's-şâhidu'l-Saaibe, rak: 46 Buhari, Hacc, Hutbe
Eyyâme Minâ, rak 320.
[9] Buharı, Hacc, Hutbe Eyyâme Minâ, rak:323.
[10] Bu hadîsi Şafiî, Beyhakî, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Bezzâr, İbn Hıbbân... çeşitli
sahâbîlerden büyük lâfız farklarıyle rivayet etmişlerdir. Kastallânî bu
rivayetle
rin çoğunu bir yere toplamıştır: İrşâdu's-Sârî I, 3-4. Peygamber'in
sözünü işittiği gibi eda etmek, işittiği lâfzı aynen iade etmekle olur. Sonra
bir fakîhın, kendisind
en daha fakîh olan kimseye fıkhı nakl etmesi demek, hadîsi râvîden alan
zâtın, fatânet ziyâdeliği dolayısıyle râvînin istihraç edemediği bâzı ma'nâları
Peygamber lâfzının fâidelerinden istinbât edebilmes
i demektir (Tecrîd Tercemesi, s.445).
[11] Müslim, îmân, enne'l-İslâme bedee gariben, rak:232-(145).
[12] Şerefu Ashâbi'l-Hadîs, s.38.
[13] Buhârî, Enbiyâ, Bâbu mâ zukire an Benî İsrâîle, IV, 325, rak:254; Aynî,
Umdetü 'I-Kaari. VII, 458, Sünen, Akvâli'n-Nebeviyye, s. 243, rak: 2029; Tecrid
Tercemesi, IX, 223 (1411). el-Muzhirî: Yânî az bile olsa benden hadîslerimi
tebliğ ediniz demektir, demiştir. Kaadî Beydâvî de şöyle dedi: Bu hadîsde âyetin
tebliğini zikr edip, hadîsden sükût etmesi, âyet tebliği emrinden hadîsi tebliğ
etme emrinin evleviyet
le anlaşılacağı içindir. Zîrâ âyetler bunca yayılmaları ve lâfızlarının
çokluğu ile beraber Allah onları ziyâ'dan ve tahrîfden korumayı "Kur'ân'ı biz
indirdik biz; onun koruyucul
arı da şübhesiz biziz" (el-Hıcr:9) kavliyle tekeffül etmiştir. Böyle iken
âyetlerin tebliği ve müslümânlardan bilenleri
n bilmeyenl
ere öğretmeleri vâcib olunca, hadîsin teblîğ edilip öğretileceği
evleviyet
le sabit olur (İrşâdü's-Sârî, I, 4). Ve hadîsdeki"belligû"(=teblîğ
ediniz) emri vücûba hami olunur. Diğer, yâni"haddisû an Benî İsrâîl ve la
haraca" emri ise, sonundaki "ve la haraca"(=zorluk yoktur) kaydından dolayı
ibâha içindir. Hadîsin son fıkrası farzıyette son derece açıktır.
[14] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 29-32.
6- Dünyâda Kur'ân'dan Sonra
En Sahîh Kitâb
Müslümanlar arasında elden ele dolaşan ve i'tikaadî, amelî, ferdî, içtimaî her
türlü mes'elelerde en çok i'timâda lâyık merci' ve kaynak olan "Altı Hadîs
Kitâbı"(=el-Kütübu's-Sitte) içinde ehemmiyetçe birinci mertebeyi hâiz olan,
şübhesiz Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh'i ile Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh'idir. Bu
iki kitâb, İslâm âlimlerinin ittifakıyle -Allah'ın Kitâbı'ndan sonra- mutlak
olarak dünyâdaki bütün kitâbların en sahihidir
. "Sahîhân"(= İki Sahîh) denilince kasdedile
n bu ikisidir.
Bu iki kitâb Üçüncü Hicret Asrı'na kadarki hadîs âlimlerinin en sağlam ilmî
tenkîd usûlleri ve pek ağır sıhhat şartları ile tenkîd süzgecinden
geçirdikleri, böylece en sahih oldukları ümmetin icmâ'ıyle de kararlaşan
hadîslerin çoğunu bir araya toplamışlardır. Bunlardak
i hadîslerin hepsi, Son Peygamber Muhammed Mustafâ'nın insanlık için en
doğru, en iyi ve hiç eskimeyec
ek ta'lîmleri ve hayât düstûrlarıdır. Yine şübhesiz ki, hadîs imamlarının
önderi, asrının yegânesi, büyük imâm Ebû Abdillah Muhammed ibn İsmail
el-Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh'i, hiç tereddüdsüz, İslâm'da te'lîf edilen
kitâbların en büyüğü ve en faydalısıdır. Cumhurun telâkkisine göre de Kur'ân-ı
Kerîm'den sonra müslümânların en büyük ve en mühim kitabı, Buhârî'nin bu
eseridir. Zîrâ bu kitâbda her ne varsa, cümlesinin sahih olduğu bütün ilim
dünyasınca ma'lûm ve müsellemdir.
"İşte bu Allah'in fadl u keremidir ki, onu kime dilerse ona verir. Allah büyük
fadl sahibidir"(el-Hadîd: 57/21, el-Cumua: 62/4).[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 32-33.
8- Tercemede Ta'kîb Edilen Asıllar
l- el-Câmi'u's-Sahîh'in İstanbul Âmire Matbaası'nda l315 târihinde Mehmed Zihnî
merhumun tashîhiyle tamamlanmış olan dört cildlik baskısıyla, 1348 hicri
tarihinde Mısır'da İdâretu't-Tıbâati'l-Münîriyye tarafından beş cild hâlinde,
hadîsleri rakamlanmış olarak gerçekleştirilmiş bulunan baskısı esas alındı.
1862-1864’de Lei'den’de üstâd Ladolf Krehl'in tashihi ile kitâb ve bâbları
rakamlı olarak gerçekleştirilen baskıdan da tertîb yönünden faydalanıldı.
2- el-Câmi'u's-Sahîh'in bütün kitâblarını kaplamak üzere birinciden sonuncuya
kadar her kitaba sıra ile bir rakam verildi. Bundan sonra her bir kitâb
içindeki bâblara da yine birden başlayarak birer rakam verildi. Böylece
el-Câmı'u's-Sahîh'in bütün kitâbları bir rakam zincirine bağlandığı gibi, her
bir kitâb içindeki bâblar da yine sıra ile ve yalnız o kitâb içindekileri
kaplamak üzere bir rakam zincirine bağlanmış oldu. Hadîsler bâb başlıklarının
delilleri yerinde sevk edildiği, bâblarda ekseriyya bir, bazılarında birden
fazla hadîs olduğu ve bir de Buhari tarafından değişik isnâd ve küçük lafız
farklarıyla hadîslerin birden fazla yerde değişik meseleler
e delîl olmak üzere tekrarlan
mış olmalarından dolayı hadîslere -Müslim'deki gibi baştan sona kadar
devam eden- ayrıca bir sıra rakkamı verilmedi
. Kitâb ve bâbları rakamlama
da el-Mu'cemu'1-Mufehres li-Elfâzı Hadîsi'n-Nebevî ile Miftâhu
Kunûzi's-Sünnet isimli fihristle
rdeki tertîblerden faydalanıldı.
3- el-Câmi'u's-Sahîh'in kitâb başlıkları, bâb başlıkları ve senedleri
yle beraber hadîsleri kendi harfleriy
le aynen alındı. Müteakiben her kitâb ismi olduğu gibi sırasıyle büyük
harflerle, her kitâb altındaki bâblar ve muhtevala
rı ise terceme edilip küçük kapital harflerle yazıldı.
4- el-Câmi'u's-Sahîh'in ekseriya bâb başlıkları devamında bulunan çeşitli
bilgiler ve hükümlerle diğer tamamlayıcı kısımları da aynen verildikt
en sonra eksiksiz tercemele
ri yazıldı. Bu kısımlarda ekseriya çok bulunan âyetlerin Kurân'daki sûre
ve âyet rakamları gösterildi, rivayetle
rin kaynaklarına işaret edildi.
5- Hadîsin rakkamı yazıldıktan sonra senedin tamamiyle veya kısmen terk
edildiğine delâlet etmek üzere noktalard
an meydana gelen bir çizgi konularak hadîsin tercemesi yazıldı.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 34-35.
9- Tercemede
ki Diğer Bâzı Hususlar
Tercemeni
n hemen üstündeki asılda sened ve metin aynen mevcûd olduğu ve senedi
tedkîk etmek istiyenle
rin oradan daha kolaylıkla ta'kîb edebilmel
eri mümkin bulunduğu için senedleri
n tercemesi yoluna gidilmedi
. Zaten seneddeki râvîlerin isimlerin
i sâdece lâtin harfleriyle sıralamaktan öteye geçmeyecek olan bir sened
tercemesi
nden beklenen fâide sağlanmayacaktı. Üstelik bazı eda sîgalarının ve
ta'bîrlerin tercemesi
nde içinden çıkılmayacak güçlüklerle karşılaşılacaktı. Zîra bilhassa
"haddesenâ" ve "haddesenî" ta'bîrlerini ihtiva eden bir isnadı bütün istılâhî
manâlarına ve incelikle
rine sadâkat göstererek Türkçede güzel bir ta'bîr ile sevketmek cidden
pek müşkil bir iştir.[1]
Sonra bu kabil olsa bile sened tercemesi okuyucula
rın çoğuna bir ma'nâ ifâde etmeyeceği gibi hem kitaba hem okuyucuya
fazladan bir yük ve kalabalık olacaktı. Çünkü tabiî olarak okuyucu senedden
ziyâde doğrudan doğruya Rasûlullah'ın tebliğlerine,ondan nakloluna
n hadîslere i'tibâr edecektir
. Zâten asi olan da onlardır, sened sâdece hadîsin mevsûkiyyetinin
dayanağı ve vesikasıdır. O da hemen tercemeni
n üstünde aslı ile mevcûddur.
Bize sened tercemesi
ni lüzumsuz kılan diğer bir sebeb de bu kitâbda ne varsa hepsinin sahîh
olduğu artık tamamiyle ve ittifakla ma'lûm ve müsellem bulunması keyfiyyet
idir.
l- İşte bu sebeplerd
en dolayı umûmî olarak sened tercemesi
nden vazgeçildi. Fakat aşağıdaki hususlar da dikkate alındı:
a. el-Câmi'u's-Sahîh'in en başında bulunan "Vahy Bâbı"ndaki 6 hadîsle "İmân
Kitâbı"nın birinci hadîsinin senedleri, senedlerd
eki râvîlerin biribirle
rinden hadîsi alma şekli ve nakletme ta'bîr ve ifâdelerine birer örnek
olmak üzere kısaltılmaksızın aynen terceme edildi.
b. Bazen içinde lüzumlu bilgiler ve faydalar bulunan ve okuyucuya fazla bir yük
teşkil etmeyecek olan senedler yine tam tercemele
riyle verildi.
c. Senedin sevkinde hadîsin vürûd sebebi, takviyesi veya ittisali ile ilgili
delilleri
n bulunduğu yerlerde bu bilgileri muhafaza etmek için sened bazen
tâbiundan olan râvîden veya daha berisinde
ki râvîden i'tibaren terceme edildi.
d. Sahâbîye yakın olan râvîlerde tahvil yapılmış ve her isnâdda da ayrı ayrı
Rasûlullah'ın sözleri bulunmuşsa böyle yerlerde H tahvil işaretini koydukdan
sonra: (Yine fulândan) şeklinde terceme edilerek bunlara işaret olundu.
2- "An fulânın, an fulânın" zincirini
n tercemesi
nde "o da fulândan o da fulândan" şeklinde araya bir "o da" kelimesin
i koymak terceme yönünden ve nakil zincirini
n iyice belirmesi bakımından lüzumlu görüldü.
3- Hadîsin rakkamını yazdıktan sonra senedin tamâmiyle veya kısmen terk
edildiği yerlerde terk edilen kısma işaret edecek noktalarl
a bir çizgi çekildiğini daha evvel söylemişdik. Bu çizgiden sonra
ekseriya sahâbîden bazan da tabiîlerden... olan râvîsinin ismi ve bunun hadîsi
nisbet etme tarzı gösterildi. Ancak burada Buhârî, sahâbî ismini hangi
lafızlarla zikretmişse ekseriya o lafızı muhafazay
a dikkat edildi: Meselâ Buhârî bazan "an Âişete"; bazan "an Aişete
Zevcin-Nebiyy (S)"; bazan "an ibn Abbâs"; bazan "an Abdillah ibn Abbâs"
demişdir. Yine bunun gibi bazan "an ibn Umer", bazan "an Abdillah ibn Umer",
bazan "kaale, kaale Rasûlullah (S)", bazan "enne'n-Nebiyye (S) kaale keza keza"
lafızlarıyla hadîsi sevk eylemişdir. İşte bu gibi lafızları îrâd etmek hususunda
da çok yerde Buhârî'ye tamamen uyuldu.
4- Râvînin hadîsi ref ve nisbet etme şekline gelince bu nisbet umumiyetle hep
cezm sîgası iledir. Bu cezim ifâdeleri Türkçede "buyurdu, buyurdu ki, dedi,
emretti, şöyle demişdir..." gibi ma'lûm fiiller kullanılarak veya "dır" edatı
ile te'mîn edilmeye çalışıldı. Meselâ "Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah
(S) şöyle buyurmuştur.." gibi. Çünkü "rivayet olunmuş, buyurulmuş, söylenmiş,
denilmiş gibi sâdece "misli" ta'bîrlerin Türkçe'de bir gevşeklik ma'nâsını
ifâdede kullanılması gâlibdir. Nadiren de olsa gevşeklik anlatan bir sîga
gelince o da cezm (yânî kesinlik) göstermeyen ta'bîrle ifâdelendirilmeye
çalışıldı.
5- Senedlerd
e sahâbî isimlerin
den sonra söylenen tardiyele
r -yânî cinsiyet ve kemmiyete göre radıyallahu anhu, anhâ, anhum,
anhünne... şeklindeki dua ta'bîrleri- (R) ile; Peygamber'e tasliye ve teslîmeler
-yânî sallallah
u aleyhi ve selleme, aleyhi's-selâmu, aleyhime's-selâmu,
aleyhimu's-selâmu ta'bîrleri- de (S) ile remizlend
irildi. Bu ta'bîrlerin bu şekilde sadece “Sâd” harfiyle remizlend
irildiği bazı eski yazmalard
a görüldüğü gibi bir kısım basmalard
a da tatbîk edilmekte ve cidden yazıda ve kitâbda bir hafifletm
e ve kolaylık sağlanmaktadır.[2]
6- İbn'ler umumiyetl
e üç harf hâlinde ve nadiren makaamlarının gerektird
iği okuma tarzlarıyle yazıldı.
7- Özel isimlerle mensûbiyetlerdeki ta'rîf harfleri, okuma tarzının gerekli
kıldıkları hâriç umumiyetl
e yazılmadı. Zira asılları tercemeni
n üst tarafında mevcûd olup karşılaştırılmaları dâima mümkin
bulunmaktadır.
8- Umer, Usmân, Lukmân gibi hass isimlerde asıllarının telâffuzu esas alındı.
Zaten Arapçada "o, ö, ü" sesleri olmadığı gibi özel isimleri böyle eserlerde
değiştirmek de doğru görülmedi.
9- Sahîh-i Buhârî Tercemesi'nde geçen âyet maâlleri bazan aynen, bazan da küçük
tasarrufl
arla Muhammed Hamdi Yazır (1941)'ın Hakk Dîni Kur'ân Dili'nden veya Hasan
Basrî Çantay (1964)'ın Kur'ân-ı Hakim ve Meali Kerîm'inden alındı.
10- Terceme esnasında faydalanılan kaynakları, listesi ayrıca verilmekle
beraber bilhassa Kirmânî (786/1384)'nin, el-Kevkebu'd-Derârî fi
Şerhi'l-Buhâri'si, İbn Hacer el-Askalânî (852/1448)'nin Fethu'l-Bâri’si;
Aynî (855/1451)'nin, Umdetu'1-Kaarî’si, Kastallânî (923/1517)'nin
İrşâdu's-Sârî’si dâima yanımızdan ayırmadığımız ve en çok faydalandığımız
eserlerdi
r. Bunlar el-Câmi'u's-Sahîh'e ölümsüz hizmet etmiş ve gerçekden çok
kıymetli çalışmalardır. Ekseriya bunlar sayesinde müşkilleri anlamak, incelikle
re nüfuz etmek kaabil olmuştur.
11- Tercemele
rde aslına sadâkat vazgeçilmez bir esas kabul edildi. Metinlerd
e hiç bir arttırma veya eksiltme yapılmaksızın Sahîh'de bulundukları
gibi aynen ve sadâkatla tercemeye çalışıldı. Çünkü tercemede asla sadâkat bu
işin ilk ve son şartıdır. Bütün tercemele
rde böyle olması gerekmekl
e beraber bilhassa her kayd ve ıtlâkı, bir takım dînî hükümlere kaynak,
delîl ve dayanak olan böyle ana eserlerde tercemeni
n aslına uygunluğu çok ehemmiyet kazanır. Bunun için gücümüz yettiği
nisbette sadâkatla tercemeye dikkat gösterildi. Bazı yerlerde metnin kolayca
anlaşılmasını sağlamak için tercemeye tamamlayıcı lafızlar ilâvesi gerektiğinde
bunlar ekseriya iki kavis içinde yazıldı.
12- Bâb başlıklarına, muhtevala
rına, hadîs sened ve metinleri
ne gerektikçe haşiyeler şeklinde rakam sırasına bağlanmış açıklamalar
verildi. Fakat bu açıklamaların aslı gölgelememesine dikkat edildi. Bu sebeple
açıklamalarda can sıkıcı ve ağır tafsilat terkedili
p Peygamberden sabit olan bütün hakîkatların hem hiçbir tarafı gizli
bırakılmaksızın, hem de fazla söz söylemeksizin anlatılmakla yetinildi
. Peygamber de "Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, insanlara nefret vermeyin,
müjdeleyin" buyurmuştur.[3]
Bu suretle Allah Rasûlunun hadîs ve sünnetleri mümkin mertebe olduğu gibi gözler
önüne konuldu. Bundan maksadımız, tercemele
ri okuyan herkesin -müçtehidlik taslaması değil- kendi irfan seviyesin
e göre bu Nebevî irşadlardan nasibini almasıdır. Çünkü hiç bir kimse
Peygamber kadar öğretici olamayacağı gibi ne derece hakîm ve derin âlim olursa
olsun hiç bir şahsın sözü Peygamber'in sözlerinden daha doğru, daha güzel ve
daha te'sîrli olamaz. Zîrâ: "Muhakkak sözlerin en hayırlısı Allah'ın Kitabı,
yolların en hayırlısı da Muhammed'in yoludur"[4]
Bu uzunca Terceme Usûlü'müzün gayesi de İmâm Buhârî'nin şu çok kıymetli
tasnifini mümkin olduğu kadar bütün incelikle
ri ve güzellikleriyle Türkçeye aktarabil
mek ve aynı zamanda bu çok değerli muhtevanın gözlere ve gönüllere usanç
vermeden okunmasına yardımcı olmaktır.
Yapılan bu tedkîk ve tercemeni
n nihâî olduğu, eksiklerd
en, kusurlardan beri bulunduğu düşüncesi aklımızdan geçmez. Biz daha
öncekilerin çalışmalarından çok istifâdeler ettik. Allah Rasûlü'nün hadîslerini
dosdoğru ve sâde bir şekilde terceme etmek için aşkla, şevkle ve tam samimiyet
le, aylar ve yıllar harcadık. Bu yolda uhdemize düşen tebliğ vazîfemizi
karınca kararınca yerine getirmeye çalıştık. Esasen "Her bir ilim sahibinin
üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yûsuf: 12/76)
Bizden sonrakile
rin bu vâdîde daha başarılı çalışmalar yapmaları ve bu yüzden kat kat
hayırlara nail olmaları en hâlis dileğimizdir. Şübhesiz bu nevi çalışmalar,
insanın ölümünden sonra da sevabı kesilmeyi
p devam edeceği haber verilen hakîkaten hayırlı işlerden biridir:
Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"İnsan öldüğü zaman kendinden ameli kesilir, ancak üç şeyden kesilmez. Akıp
duran sadakadan, yâhud faydalanılan bir ilimden, yâhud da kendisi için dua eden
iyi çocuktan"[5]
Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Her kim bir hayıra delâlet ederse ona da hayrı işleyenin sevabı gibi sevâb
vardır"[6]
"Ey Rabb'imiz, bizlere ve daha önden îmân ile bizi geçmiş olan (dîn)
kardeşlerimize mağfiret buyur ve gönüllerimizde îmân etmiş olanlara karşı bir
kîn bırakma! "Ey Rabb'ımız, şübhe yok ki sen raûfsun, rahimsin" (el-Haşr:
59/10). [7]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] "Haddesenâ" ta'bîri lügatte "bize söyledi" demek olabilirs
e de hadîs ıstılahında üstadın talebesin
e veya hâzır bir meclise, elindeki kaynaktan hadîsleri Peygamberden
i'tibâren kimlerden aldıklarını, alma tarz ve ifâdelerini aynen tekrar edip
sıralayarak bizzat takrir edip söylemesini, yânî "Bize fulan hadîs söyledi"
demeyi ifâde eder. Türkçe'de bunun tam karşılığı bulunmadığı ve hadîsin
kuvvetini bildirmede önemli bir ıstılah olduğu için "bize tahdîs etti" şeklinde
muhafaza edildi. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır da Tefsîr'inde böyle
kullanmıştır: Hakk Dîni, VIII, 5881, 6123.
Bu ta'bîrler ve manâları hakkında özetlenmiş bir açıklama Sahîh-i Müslim ve
Tercemesi, Takdim, X-XI'deki haşiyede verilmiştir.
[2] Meselâ: İmâm el-Bııhâri. Hayru'l-Kelam fi'l-Kırâati hıalfe'l-İmâm, en-Nâşir,
eş-Şeyh Umer Yârkendî, Mısır, tarihsiz. A.J.Wensi
nck, Miftâhu Kunûzı's-Sünneh, Mütercim Muhammed Fuâd Abdu'l-Bâkî Mısır,
1934. Hamdî el-A'zamî, el-Murşîd İlmi Usûli'l-Fıkhı ve Târihu'l-Fıkhı'l-İslâmî.
Bağdad 1368/1949.
[3] Buharı, İlim, 12. Bâb, 11. Hadîs, Enes'ten.
[4] Müslim, Cumua, Tahfîfi's-Salât ve'l-Hutbe.
[5] Müslim, Vasiyye.
[6] Müslim, İmâre, Fadlu İâneti'l-Gaazî.
[7] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 35-38.
Dua
Bu tercemeni
n yegâne gayemiz olan Yüce Allah'ın rızâsına ve Rasûlü Muhammed
(aleyhi's-selâm)'in muradına uygun olarak başarıyla tamamlanm
asını, sonra da bunun nâçiz mütercim için ve bunu okuyan mü'minler için
dâima akıp duracak ve hiç kesilmeye
cek bir hayır ve sevâb kaynağı olmasını, "Kelimetu'llâh'ı en yüksek kılma
yolundaki" (Buharı, Cihâd; Müslim, İmâre) bütün bu çalışma ve didinmele
ri "Ticâreten len tebûr" (Fâtır: 35/29) sırrına mazhar kılmasını Hakk
Teâlâ'dan tadarru ve niyaz eylerim.
"Ben gücümün yettiği kadar ıslahdan başka birşey arzu etmem. Benim
muvaffakiyetim ancak Allah 'in yardımı iledir. Ben yalnız O'na güvenip
dayandım ve yalnız O'na dönerim" (Hûd: 11/88).
Rabbena âtinâ min ledünke rahmeten ve hey yi'lenâ min emrinâ raşeden.
"Ey Rabbımız! Bize tarafından bir rahmet ver! Ve işimizden bizim için bir
muvaffakıyyet hazırla!" (el-Kehf: 18/10)
Allah'ım, günâhımı, bilgisizl
iğimi, her işimde olan israfımı ve benden daha iyi bildiğin bütün
kusurlarımı afveyle!
Allah'ım, latifemi ve ciddî hâlimi, kasıdsız ve kasıdlı her fiilimi afveyle;
i'tirâf ederim ki bunların hepsi bende vardır.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhârî, Deavât, Kavlu'n-Nebî: Allâhümmeğfir lî...; Müslim, Zikr ve'd-Duâ,
et-Taavvuz min şerri mâ amile...
Bu, Rasûlullah'ın kendi şahsında ümmetine öğrettiği dualardan biridir. Kendisi
her zaman ilâhî vahye mazhar bulunduğu için burada zikr edilen kusurlard
an beridir. Biz ise bunu kendi nefsimizi
n bir i'tirâfı ve istiğfarı olarak buraya koymuş bulunuyor
uz.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 39.
İmam Buhari’nin Hal Tercemesi:
l- Nesebi ve Nisbeti[1]
O, Ebû Abdillah Muhammed ibn İsmail ibn İbrahim ibn el-Muğîre ibn Berdizbeh
el-Cu'fî'dir.[2] Berdizbeh lâfzını Emir Ebû Nasr ibnu Mâkûlâ (487/1094)
Kitâbu'l-İkmâl'de bu şekilde kaydetti ve bu Buhâralılar'ın dilinde ziraatçı
ma'nâsınadır dedi.[3] Bu kelime bâzı rivayetle
rde Bezizbih şeklinde de zabtedilm
iştir.
Berdizbeh, kavminin dîni üzere bulunan bir Farslı idi, ve o dîn üzere öldü.
Sonra bunun oğlu el-Muğîre, Buhara vâlîsi el-Yemân el-Cu'fî'nin eliyle müslümân
oldu. "Bir şahsın eliyle müslümân olan kimsenin velâsı, o şahsa âid olur"
kaaidesi uyarınca, velâ nisbeti olarak Muğîre, el-Yemân el-Cu'fî'ye nisbet
edildi. Yânî Muğîre, Buhara âmili el-Yemân el-Cu'fî tarafından müslümân edilmiş
ve bu sebebden kendisine, ma'nevî mevlâsına izafetle el-Cu'fî nisbeti
verilmiştir. İşte bundan dolayı Buhârî'ye de el-Cu'fî denilmiştir.
Bu Yemân ise Buhârî'nin üstadı olan muhaddis Abdullah ibn Muhammed ibn Ca'fer
ibn Yemân el-Cu'fî el-Musnidî (229/843)'nin dedesidir
.
İbn Hacer; İbrâhîm ibnu'l-Muğîre'ye gelince onun haberleri
nden herhangi bir şeye vâkıf olamadık, dedi.
Muhammed el-Buhârî'nin babasına gelince, İbn Hıbbân'ın Kitâbu's-Sikaat'ında ona
âid bir terceme zikredilm
iştir. Dördüncü tabakada şöyle dedi: Buhârî'nin babası olan İsmail ibn
İbrahim, Hammâd ibn Zeyd'den ve Mâlik'ten rivayet eder. Ondan da Iraklılar
rivayet etmişlerdir. Onu oğlu et-Târîhu'1-Kebîr'de zikr edip, İsmail ibn İbrâhîm
ibni'l-Muğîre, Mâlik'ten ve Hammâd ibn Zeyd'den hadîs dinlemiş ve İbnu'l-Mubârek
(181/797)'e arkadaşlık eylemiştir dedi.
Zehebî Târihu'l-İslâm'da şöyle dedi: Buhârî'nin babası takvâlı âlimlerden idi.
Ebû Muâviye'den ve bir cemâatten hadîs nakletti. Ondan da Ahmed ibn Ca'fer ile
Nasr ibnu'l-Huseyn hadîs rivayet ettiler. Ahmed ibn Hafs şöyle dedi: Ben ölümü
sırasında Ebû'l-Hüseyn İsmâîl ibn İbrahim'in yanına girdim. O: Malımın hepsi
içinde şübheli yoldan hâsıl olmuş bir dirhem bilmiyoru
m dedi. Ahmed: O, bu sözü söylediği zaman kendi nefsim bana küçük
göründü dedi.
İsmâîl ibn İbrahim'in bu sözü, onun salâh ve takvasının delilidir
. İşte onun bu salâhı, şöhreti Şark ile Garb'ı doldurmuş bulunup, hâl
tercemesi
ni yazmakta olduğumuz oğluna sirayet etmiştir.
Buhârî'nin bir ilim ve takva evinden meydana geldiği açıkça görülüyor, çevrenin
de ahlâk ve ameller üzerindeki te'sîri gizli olmaz. [4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhârî'nin burada yazılan hâl tercemesi İbn Hacer el-Askalânî'nin
Heydu's-Sârî li-Fethi'1-Bâri Mukaddîmeti Şerhi Sahîhi'l-Buhârî kitabının sonunda
birçok başlıklar altında toplanmıştır: s. 474-495. Bu hâl tercemesi
Kastallânî'nin İrşâdu's-Sârî li-Şerhi Sabîhi'l-Buhârî'sinin mukaddimesinde de
yine böyle başlıklar altında toplanmıştır: I, 31-44.
[2] Cu'fî, kursî vezninde, Yemen'de bir kabîle pederinin ismidir ki, Cu'fi ibn
Sa'd el-Aşîre'dir; nisbetind
e dahî Cu'fi denir; şeddeli yâ'yı hazf ve takdirden sonra yerine nisbet
yâ'sını ilhak ile ... (Kaamûs Ter., III, 535).
[3] İbn Mâkûla aynı kitabında bu ismi " Yezdizbeh" şeklinde de rivayet etmiştir
(Vefeyâtu'l-A'yân, III, 329-331).
[4] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 43-44.
2- Doğumu ve Yetişmesi
Muhammed el-Buhârî, Buhara şehrinde hicrî 194 yılı Şevval ayının on üçüncü
cumua günü, cumua namazından sonra doğmuştur (21 Temmuz 810). İbn Kesîr, 194
yılı Şevvâl'in on üçüncü cumua gecesi doğdu, dedi.
Buhara, Mâverâünnehr beldeleri
nin en büyüklerinden olup, Semerkand'la arasında sekiz günlük mesafe
vardır.
Buhârî küçükken, babası İsmâîl vefat etti. Bu sebeble Buhârî annesinin
terbiyesi
nde bir yetîm olarak büyüdü. Buhârî uzun ve kısa değil, orta boyda, ince
kurumda bir bünyeye sâhib idi.
Guncâr (412/1021)'ın Buhara Târihi'nde, el-Lâlekâî (418//1027)'nin de
Şerhu's-Sunen'in Kerâmâtu'l-Evliyâ babında rivayet ettikleri
ne göre Muhammed'in gözleri, küçüklüğünde görmez olmuş, annesi ru'yâsında
İbrâhîm Halîl Peygamber'i görmüş, İbrâhîm ona: Ey kadın, oğluna çok dua etmen
sebebiyle Allah oğlunun gözlerini geri verdi, demiş, sabah olunca hakîkaten
Allah ona gözlerini geri vermiş, o da görür olmuştur.
İşte Buhârî, bir fazîlet memesi emmiş olarak sütten kesilmiş, böyle fazilet
üzerinde olmuş, bir ilim çevresi içinde terbiye edilmiş ve büyümüştür.
Babasından büyük bir servete vâris olmuştur. İşte bu servet ona tabiî olarak
nefis şerefiyle, iffet ve imtinâı ile ilim taleb etmesine yardım edip durmuştur.
[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 44-45.
3- İlim Araması ve Seyahatleri
İsmâîl, hanımı ile Ahmed ve Muhammed isimlerin
deki iki çocuğuna mühim mıkdarda mal bırakarak öldü. İkinci çocuğu
Muhammed, babasının ölümü zamanında henüz bebek idi. Hadîs sahasında önemli ve
derin te'sîrler icra etmesi mukadder olan bu küçük çocuk, bedenen zayıf olmasına
rağmen yaradılıştan kendisine zihnî melekeler bahşedilmişti. O, keskin ve
unutmayan bir hafızaya, kuvvetli bir zekâya ve sağlam gayeye sâhibdi. Ağır ve
usulünce çalışmaya karşı tükenmeyen bir enerji ve büyük bir kaabiliye
t sahibi idi.
Muhammed el-Buhârî, tahsiline annesinin rehberliği altında memleketi Buhârâ'da
başladı. Daha küçücük bir çocuk iken Kur'ân'ı ezberledi, ilk tahsilini bitirdi,
Arabca'yı kuvvetlic
e öğrendi.[1]
Daha mektebde iken kendisine hadîs işitme sevgisi düşürüldü. Müteakiben beş
altı sene içinde, yânî bulûğu yaklaşırken onbinlerc
e hadîsi ezberledi, memleketi
nin bütün hadîscilerinin bilgileri
ne hâkim oldu.
Firabrî şöyle dedi: Buhârî'nin kâtibi olan Ebû Ca'fer ibnu Ebî Hâtim'den
işittim, o şöyle diyordu: Ben Buhârî'ye: Senin işin nasıl başladı? Diye sordum.
Buhârî şöyle dedi: Ben on yaşında, yâhûd biraz daha küçükken mektebde kalbime
hadîs ezberleme
k ilham olundu. Bundan sonra mektebi bitirip çıktım. On yaşından sonra da
ed-Dâhîlî'ye ve ondan başka üstâdlara gidip gelmeye başladım. Bir defasında
ed-Dâhilî, insanlara karşı okumakta olduğu hadîslerden birinde: Sufyân,
Ebu'z-Zubeyr'den, o da İbrahim'den senedini söyledi. Bunun üzerine ben ona:
Ebu’z-Zubeyr, İbrahim'den rivayet etmedi, deyiverdim. Bu i'tirâzımdan dolayı
beni azarladı. Ben de kendisine: Eğer yanında mevcûd ise asıl nüshaya müracaat
et de bak, dedim. Hemen odasına gidip asıl nüshaya baktı. Sonra bizim yanımıza
döndü ve bana hitaben: Ey çocuk o, sened nasıldır? dedi. Ben: O sened,
ez-Zubeyr ibnu'l-Adıyy, İbrahim'den şeklindedir, dedim. Bunun üzerine benden
kalemi aldı, kitabını düzeltti ve: Sen doğru söyledin, dedi.
Buhârî'nin arkadaşlarından biri: Sen o zaman kaç yaşında idin? diye sordu.
Buhârî: On bir yaşında bulunuyor
dum, dedi.
Buhârî kendisi şöyle anlatmıştır: On altı yaşına girdiğim zaman Abdullah
ibnu'l-Mubârek (181/797) ile Vekî' ubnu'l-Cerrâh (197/812)'ın kitâblarını
ezberlemiş ve ashâbu re'y nâmını alan Irak müctehidlerinin kavilleri
ni, re'ylerini öğrenmiştim. Bundan sonra hacc etmek ve ilim taleb etmek
için kardeşim Ahmed ve annem ile birlikte Mekke'ye gittim. Hacc ettikten sonra
kardeşim Buhara'ya döndü ve orada öldü.[2]
Buhârî hadîs tahsili için Mekke'de kaldı. Bu, 210 yılı idi. Eğer Buhârî ilk
hadîs tahsiline başladığı zaman Hicaz'a gelseydi, akranının erişip de kendisini
n erişemediği yüksek tabakaya muhakkak erişecekti. Bununla beraber o,
Yezîd ibn Harun (212/827) ve Ebû Dâvûd et-Tayâlisî (203/813) gibi yüksek
tabakaya yakın olanlara yetişmiştir. Abdurrezzâk (211/826)'a erişmiş ve Yemen'e
onun yanına gitmek istemiştir. Bu kendine mümkün de oluyordu. Derken ona,
Abdurrezzâk öldü, denildi; bundan dolayı Yemen'e onun yanına gitmekten geri
kaldı. Sonra Abdurrezzâk'ın ölmediği, hayâtta olduğu meydana çıktı. Artık Buhârî
ondan bir vâsıta ile rivayet eder oldu.
Yine Buhârî şöyle dedi: "Ben on sekiz yaşıma girdiğim zaman Kitâbu
Kadâyâ's-Sahâbe ve't-Tâbiîn (Sahâbe ve Tâbi'lerin Hüküm Suretleri Kitabı)
isimli eseri tasnif ettim. Sonra Medine'de Peygamber'in kabrinin yanıbaşında
et-Târîhu'1-Kebîr'i tasnif ettim. Ben onu mehtâblı gecelerde yazıyordum. Târihim
içinde az isim vardır ki o ismin sahibi hakkında ayrıca bende bir iki kıssa
mevcûd olmasın, lâkin ben kitabın uzamasını istemediğim için bunları oraya
katmadım.[3]
Sonra Şam'a ve Mısır'a gittim.[4] Cezire'ye iki defa, Basra'ya dört defa gittim.
Hicaz'da altı sene ikaamet ettim. Küfe ve Bağdâd'a kaç defa girip çıktığımı
saymıyorum "[5]
Ebû Bekr ibn Ebî Ayyaş el-A'yen: Biz, kendisi henüz tüysüz bir genç olduğu hâlde
Muhammed ibn İsmail'den, Muhammed ibn Yûsuf el-Feryâbî (212/827)'nin kapısı
önünde hadîs yazdık, demiştir. Feryâbî'nin 212/827'de vefat etmiş olduğu gizli
değildir. Buhârî'nin yaşı o zaman 18 civarında idi. [6]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Matbûâtu'l-Arabiyye l, 534-537.
[2] Hedyu's-Sâri, S.478-479, "Zikru nesebihî ve mevlidihî ve menşeihî ve mebdei
tale-bihî li'l-hadîs". İrşâdu's-Sârî, s.31 vd., "el-Faslu'l-hâmis fi zikri
nesebi'l-Buhârî ve nesebihî ve mevlidihî ve mebdei emrihî ve neş'etihî ve
talebihî li'l-ilm..."
[3] Bu kitâb, hadîs râvîleri hakkında eser yazmış olanların hepsi için en
kıymetli kaynaklardan biri oldu. Bunun hakkında Keşfu 'z-Zunün, I, s.287'de ve
İslâm Ansiklopedisi, c.II, s.771-772'de bilgiler vardır.
[4] Buhârî, et-Târîhu'1-Kebîr'inde (I, 2, 5) 217 yılında Mısır'da bulunduğunu
kaydediyor (Buhârî'nin Kaynakları, s. 122). Buhârî hadîs araştırma seyahatle
rine Mekke'den başladı. Seyahatle
ri onu İslâm Dünyâsı'nın büyük kısmına götürdü. Her yerde hadîs
araştırmasının îcâb ettirdiği kadar uzun müddet kaldı, hadîscilerle buluşup,
onların rivayet ettikleri bütün hadîsleri öğrendi. Kendi bilgisini de onlara
aktararak bütün önemli ilim merkezler
ini ziyaret etti. O aynı yerde yıllarca kalmakta tereddüd etmedi, ilmî
araştırması için lüzumlu ise aynı yere birden fazla seyahat etmekten de
kaçınmadı.Basra'da dört veya beş sene, Hicaz'da altı sene kaldı. Mısır'a iki
defa, Küfe ve Bağdâd'a sayısız seyahatle
r yaptı (Mukaddımetu Fethi'1-Bâri, s.464).
[5] Buhârî Bağdâd'a sekiz defa girmiştir. Bunlardan her girişinde İmâm Ahmed'le
buluşmuştur. Ahmed de onu Bağdâd'da ikaamete teşvik etmiş, Horasan'da ikaametin
i yermiştir. Muhammed ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Ben Buhârî'den işittim,
şöyle diyordu: Ben Bağdâd'a sekiz kerre gittim. Her gidişimde Ahmed ibn Hanbel
ile ilim meclisind
e oturduk. Kendisine son defa vedâa gittiğimde bana: "Yâ Ebâ Abdillah,
ilmi ve talibi olan insanları terk ediyorsun da Horasan'a gidiyorsu
n! dedi. Ben hâlâ Ahmed ibn Hanhel'in bu sözünü hatırlamaktayım
(Tabakaatu'ş-Şafiiyye II, 5).
[6] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 45-47.
4- Üstâdları ve Dereceleri[1]
el-Hâkim Ebû Abdillah Târîhu Nîşâbûr'da Buhârî'nin kendileri
nden hadîs işittiği üstâdlannı şöyle sıralamıştır:
Mekke'de: Ebû'l-Velîd Ahmed ibn Muhammed el-Ezrâkî (233/837), Abdullah ibn Yezîd
el-Mukrî (213/828), İsmâîl ibn Salim es-Sâiğ el-Bağdâdî, Ebû Bekr Abdullah
ibnu'z-Zubeyr el-Humeydî (219/834) ve akranları.
Medine'de: İbrahim ibnu'l-Munzir el-Hızâmî (236/850), Mutarraf ibn Abdillah
(220/835), İbrahim ibn Hamze (230/844), Ebû Sabit Muhammed ibn Ubeydilla
h, Abdulazîz ibn Abdillah el-Uveysî (311/923), Yahya ibn Kaza'a (237/851)
ve onların yakınları.
Şam'da: Muhammed ibn Yûsuf el-Feryâbî (212/827), Ebû Nasr Ishâk ibn İbrahim,
Âdem ibn Ebî İyâs (229/843), Ebû'l-Yemân el-Hakem ibn Nâfi' (222/836), Hayve ibn
Şurayh ibn Yezîd el-Hadramî Ebu'l-Abbâs el-Hımsî (224/838). Hâlid'ibn Haliyy
(Hıms kaadısı) el-Kelâ'î Ebu'l-Kaasım el-Hımsî, Hattab ibn Usmân Ebû Amr
(236/850), Ebu'l-Mugîre Abdu'l-Kuddûs (212/827), Süleyman ibn Abdirrahmân ibn
binti Şurahbîl (232/846) ve bunların yakınları.
Buhârâ'da: Muhammed ibn Sellâm el-Biykendi (227/841), Abdullah ibn Muhammed
el-Musnidî (229/843), Harun ibnu'l-Eş'as el-Buhârî Ebû İmrân,
Abdetu'bnu'l-Hakem, Muhammed ibn Yahya ibn Abdilazîz el-Yeşkurî Ebû Alî es-Sâiğ
el-Mervezî (252/866), Hıbbân ibn Musa (247/861) ve bunların akranları.
Merv'de: Aliyy ibnu'l-Hasen ibn Şakıyk (215/830), Abdan ibn Usmân ibn Cebele
(220/835), Usmân ibn Salih (219/834), Muhammed ibn Mukaatıl el-Mervezî (226/840)
ve akranları.
Belh'de: Mekkî ibn İbrahim (215/830), Yahya ibn Bişr (231/845), Muhammed ibn
Ebân ibn Vezîr el-Belhî (244/858), el-Hasen ibn Şuca' ibn Recâ el-Belhî Ebû Alî
(241/855), Yahya ibn Musa (240/854), Kuteybe (240/854) ve onların akranları.
Bunlardan rivayeti çoktur.
Reyy'de: İbrahim ibn Musa ibn Yezîd et-Temîmî Ebû İshâk; 220/835'de hayâtta
idi.
Bağdâd'da: Muhammed ibn îsâ et-Tabbâ' (224/838), Muhammed ibn Saik, Surayc
ibnu'n-Nu'mân ibn Mervân el-Cevherî Ebu'l-Huseyn el-Bağdâdî (217/830), Ahmed ibn
Hanbel (241/855), Ebû Müslim Abdurrahmân ibn Ebî Yûnus el-Müstemlî, İsmâîl
ibnu'l-Halîl (225/839) ve akranları.
Vasıt'ta: Hassan ibn Hassan el-Vâsıtî (213/828), Hassan ibn Abdillah el-Vâsıtî
(222/836), Saîd ibn Abdillah ibn Süleyman ve akranları.
Basra'da: Ebû Âsım en-Nebîl (212/827), Safvân ibn îsâ ez-Zuhrî Ebû Muhammed
el-Basrî (220/835), Bedel ibnu'l-Muhabbir (215/830), Harami ibn Ammâre, Affân
ibn Müslim (220/835), Muhammed ibn Ar'are (213/828), Süleyman ibn Harb el-Ezdî
(224/838), Ebû'l-Velîd et-Tayâlisî (227/841), Muhammed ibnu'l-Fadl es-Sedûsî
el-Ma'rûf bi-Arîm (223/837), Muhammed ibn Sinan el-Bâhılî (226/840), Ebû Huzeyfe
Musa ibn Mes'ûd en-Nehdî (220/835) ve akranları.
Kûfe'de: Ubeydulla
h ibn Musa el-Absî (213/838), Ebû Nuaym (219/834), Ahmed ibn Yâkûb
(213/828), İsmâîl ibn Ebbân (216/831), el-Hasen ibnu'r-Rabî' (259/872), Hâlid
ibn Mahlid (213/828), Saîd ibn Hafs ibn Amr ibn Nufeyl el-Huzelî el-Nufeylî Ebû
Amr el-Harrânî (237/851), Talk ibn Ganâm (211/826), Umer ibn Hafs ibn Gıyâs
el-Kûfî (225/836), Ferve ibn Ebî'l-Mağrâ (225/839), Kabiysa ibn Ukbe ibn
Muhammed es-Suvâî (213/828), Ebû Ğassân Muhammed ibn Mutarraf ve akranları.
Cezire'de: Ahmed ibn Abdilmeli
k el-Harrânî (222/836), Ahmed ibn Yezîd ibn İbrahim el-Harrânî
Ebu'l-Hasen ibn el-Vertenîs, Amr ibn Halef, İsmâîl ibn Abdillah ibn Hâlid
el-Abdî el-Kuraşî Ebu'l-Hasen er-Rakkıyy el-Ma'rûf bi's-Sukkerî Kaadî Dımaşk
(240/854) ve akranları.
Mısır'da: Usmân ibn Salih (219/834), Saîd ibn Ebî Meryem (223/837), Abdullah ibn
Salih (Aynı isimde iki zât var: 211/826;223/837), Ahmed ibn Salih (248/862),
Ahmed ibn Şebîb (229/843), Esbağ ibn Ebi'l-Ferec (225/839), Saîd ibn îsâ ibn
Telîd el-Kıtbânî er-Ruaynî Ebû Usmân el-Mısrî (219/834), Saîd ibn Kuseyyir ibn
Ufeyr (228/842), Yahya ibn Abdillah ibn Bukeyr (226/840) ve akranları.
Herât'ta: Ahmed ibn Abdillah ibn Eyyûb el-Hanefî Ebu'l-Velîd (232/846).
Nîşâbûr'da: Yahya ibn Yahya et-Temîmî (226/840), Bişr ibnu'l-Hakem (238/852),
İshâk ibn İbrâhîm el-Hanzalî (253/867), Muhammed ibn Rafı' (214/829), Ahmed ibn
Hafs ibn Abdillah.
.. Ebû Alî en-Nîşâbûrî Kaadî (258/871), Muhammed ibn Yahya ez-Zuhlî
(252/866) ve Akranları[2]
el-Hâkim Ebû Abdillah şöyle dedi: Buhârî ilim talebi uğruna zikr edilen bütün bu
beldelere gitmiş ve bunlardan her bir şehirde o belde üstâdlarının yanında
ikaamet etmiştir. Burada Buhârî'nin âlî isnadına istidlal edebilsin diye ancak
her bir mıntakadaki eski âlimlerden birer cemâatin isimleri söylenmiştir.
Ca'fer ibn Muhammed el-Kattân'dan, şöyle demiştir: Ben Buhârî'den işittim, şöyle
diyordu: "Ben binden fazla âlimden hadîs yazdım. Yanımda isnadını zikr
edemeyeceğim hiçbir hadîs mevcûd değildir".[3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyü's-Sârî, s.479, "Zikru merâtibi meşâyıhıhî...."; İrşâdü's-Sari, s.32,
"Ve emmâ rıhletuhu li talebi'l-hadis..."
[2] Buhâri'nin el-Câmi'u's-Sahîh'inin hadîslerini bizzat kendileri
nden aldığı üstâdlarının sayısı 289 kadardır. Bunların harf sırasına
göre güzel bir listesini İbn Hacer Hedyu's-Sârî'de vermiştir, s.380-465,479. Bu
liste Buhârî'nin Kaynakları, Dördüncü Kısım'da (s.200-303) da harf sırası
tertibiyl
e verilmiştir.
[3] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 47-49.
5- Şeyhlerinin Tabakaları ve
Mertebeleri[1]
Muhammed ibn Ebî Hatim, Buhârî'den şunu rivayet etti: Buharı: Ben 1080 tane
nefisten hadîs yazdım; bunların hepsi muhakkak hadîs sahibidir (âlimidir),
demiştir. Ve yine Buhârî: Ben ancak îmân, kavl ve fiildir diyenlerd
en hadîs yazdım, demiştir.
Hafız ibn Hacer, Buhârî'nin bütün şeyhlerini beş tabaka içinde toplamıştır:
Birinci Tabaka: Bunlar Buhârî'ye tabiîlerden alıp tahdîs edenlerdir. Muhammed
ibn Abdillah el-Ensâr (214/829) gibi ki, bu zât Buhârî'ye Humeyd'den tahdîs
etti. Mekkî ibn İbrâhîm (215/830), bu zât Buhârî'ye Yezîd ibn Ebî Ubeyd'den
tahdîs etti.Ebû Âsım ed-Dahhâk ibn Mahlîd en-Nebîl (212/827), bu zât Buhârî'ye
Yezîd bin Ebî Ubeyd'den tahdîs etti. Abdullah ibn Musa el-Absî (213/828), bu zât
Buhârî'ye İsmâîl ibn Ebî Hâlid ve Hişâm ibn Urve'den tahdîs etmiştir. Bu son
ikisi tabiîdirler. O, Buhârî'ye Ma'rûf'dan, o da Alî ibn Ebî Tâlib'den tahdîs
etti. Ebû Nuaym Fadl ibn Dukayn (219/834) ki bu, Buhârî'ye el-A'meş'den tahdîs
etti. Hallâd ibn Yahya (217/832), ki bu, Buhârî'ye Îsâ ibn Tahmân'dan tahdîs
etti. Alî ibn Ayyaş (217/832) ile İsâm ibn Hâlid el-Hadramî (211 ?,215/
826?830), ki bunların ikisi de Buhârî'ye tabiî olan Cerîr ibn Usmân'dan, o da
sahâbî olan Büsr ibn Abdillah'dan tahdîs etmişlerdir. Bunların hepsinin
şeyhleri tabiîlerdendir.
İkinci Tabaka: Bunlar birinci tabakadak
ilerin asrında bulunanla
r, lâkin tabiîlerin sikalarından işitmeyenlerdir:
Âdem ibn Ebî İyâs (229/843), Ebû Mushir Abdu'l-A'lâ ibnu Mushir el-Gassânî
ed-Dımaşkî (218/835), Saîd ibnu'l-Hakem ibn Ebî Meryem (223/837), Eyyûb ibn
Süleyman (224/838) ve emsalleri gibiler.
Üçüncü Tabaka: Bu, Buhârî'nin şeyhlerinden orta tabakadır. Bunlar tabiîlere
kavuşmayan, fakat tebeu't-tâbiîn'in büyüklerinden hadîs alanlardır: Süleyman ibn
Harb el-Ezdî (244/838), Kuteybe ibn Saîd (240/854), Nuaym ibn Hammâd el-Huzâî
Alî ibnu'l-Medînî (234/848), Yahya ibn Maîn (233/847), Ahmed ibn Hanbel
(241/855), İshâk ibn Râhûye (238/852)[2], Ebû Bekr ibnu Ebî Şeybe (235/849),
Usmân ibnu Ebî Şeybe (239/853) ve bunların benzerler
i gibi.
İşte bu tabaka, kendileri
nden hadîs almakta Müslim'in Buhârî'ye ortak olduğu kimselerd
ir.
Dördüncü Tabaka: Bunlar hadîs talebinde Buhârî'nin refikleri ve kendisind
en biraz önce işitmiş olanlardır: Ebû Hatim er-Râzî (277/890), Muhammed
ibn Abdirrahîm (Saika) (255/868), Abd ibn Humeyd (249/863), Muhammed ibn Yahya
ez-Zuhlî (252/866), Ahmed yâhud Muhammed ibnu'n-Nadr Ebû Bekr ibn Hâşim
ibni'l-Kaasım el-Bağdâdî (245/859) ve bunlara benzerler
den bir cemaat. Buhârî, bunlardan ancak şeyhlerinden işitme fırsatını
kaçırdığı hadîsleri yâhud da bunlardan gayrileri yanında bulamadığı hadîsleri
tahrîc eder.
Beşinci Tabaka: Bunlar yaşta ve isnâdda kendi talebeler
i sırasında bulunan bir toplulukt
ur. Buhârî bunlardan bir fâideden dolayı hadîs işitmiştir: Abdullah ibn
Hammâd el-Âmulî (273/886), Abdullah ibn Ebi'l-Âs el-Havârizmî, Huseyn ibn
Muhammed el-Kabbânî (289/901), Ebû îsâ et-Tirmizî (279/892) ve diğerleri gibi...
Buhârî bunlardan az şey rivayet etmiştir. Ve onlardan rivayet etmekte Usmân ibn
Ebî Şeybe'nin Vekî'den rivayet ettiği şu sözle amel etmiştir: Vekî': Kişi 'kendi
fevkinde ve kendinin aşağısında olanlarda
n hadîs söylemedikçe âlim olmaz, demiştir. Buhârî de: Muhaddis, kendi
fevkinde olanlarda
n da, kendi misli olanlarda
n da, kendi dûnunda olanlardan da hadîs yazmadıkça tam muhaddis olamaz,
demiştir. [3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sârî, s.479-480, "Zikru raerâtibi meşâyıhi'llezîne ketebe anhum ve
haddese anhum"; Umdetu'l-Kaarî, l, 10, "Cümletu men haddese anhu'l-Buhârî fi
sahihini hamsu tabakatın"; İrşâdu's-Sârî, I, s.32-33, "Ve zikru ba'zı şuyûhihî
ve men ahaze anhu...".
[2] Böyle (veyh) ile nihâyetlenen alemler nahivcile
r mezhebinc
e -ki hakikatte de böyle telâffuz olunmuştur- vav'ın fethi ve yâ'nın
sükûnu iledir. Bu takdirce "Râhaveyh" demek lâzım gelirdi. Lâkin hadîsciler
(Veyh) lâfzındaki nekâretten hoşlanmadıkları için hâ'nın dammı ve vav'ın
sükûnuyle okurlar. Buna göre "Râhûye" demek lâzım gelir. Bu kitâb da bir hadîs
kitabı olduğundan, hadîscilerin mesleki tercih olundu (Tecrîd Ter.,s. 49).
[3] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 50-51.
6- Talebeler
i ve Kendisind
en Hadîs Alanlar[1]
Buhârî'den hadîs alanlara gelince, bunların sayısı pek çoktur. Firabrî: el
-Cami'u's-Sahîh kitabını Buhârî'den doksan bin kişi işitti. Bu gün onlardan
benden başka kimse kalmadı. Buhârî'nin meclisind
e yirmi binden fazla kişi hâzır bulunur ve kendisind
en hadîs alırlardı, demiştir.
Üstâdlaından: Üstâdlarından birçokları da Buhârî'den hadîs rivayet etmişlerdir:
Abdullah ibn Muhammed el-Musnidî (229/843), Abdullah ibn Munîr (243/857), İshâk
ibn Ahmed es-Sermâvî (?), Muhammed ibn Halef ibn Kuteybe (?) ve diğerleri
bunlardan
dır.
Akranlarından: Ebû Zur'a er-Râzî (264/877), Ebû Hatim er-Râzî (277/890), İbrâhîm
el-Harbî (285/898), Ebû Bekr ibn Ebî Âsım (293/905), Musa ibn Harun el-Cemmâl
(?), Muhammed ibn Abdillah ibn Süleyman Mutayyen el-Hadramî Ebû Ca'fer
(297/909), İshâk ibn Ahmed ibn Zîrek el-Fârisî (?), Muhammed ibn Kuteybe
el-Buhârî (Muhammed ibn İsmail'in yakını), Ebû Bekr Muhammed ibn Ca'fer ibn
A'yen el-Bağdâdî (293/905).
Kendisind
en Hadîs Alan Diğer Büyük Hafızlar: Salih ibn Muhammed el-Mulakkab
bi-Cezere (293/905), Müslim ibnu'l-Haccâc el-Kuşeyrî (Sahîh sahibi; 261/874),
Ebu'1-Fadl Ahmed ibn Seleme el-Bezzâr (286/899). Ebû Bekr ibn İshâk ibn Huzeyme
(311/932), Muhammed ibn Nasr el-Mervezî (293/905). İmâm en-Nesa'î (303/915). Ebû
îsâ et-Tirmîzî (279/892; Buhârî'ye çok i'timâd etmiştir). Umer ibn Muhammed
el-Bahîrî, Ebû Bekr ibn Ebi'd-Dünyâ (281/894), Ebû Bekr el-Bezzâr (292/904),
Huseyn ibn Muhammed el-Kabbânî (289/901), Ya'kûb ibn Yûsuf ibnu el-Ahrem
(344/955), Ebû Muhammed Abdullah ibn Muhammed ibnu Naciye (301/913), Sehl ibn
Şâzûye el-Buhârî, Ubeydulla
h ibn Vâsıl, el-Kaasım ibn Zekeriyya el-Bağdâdî Ebû Bekr el-Mıtraz
(305/917), Ebû Kureyş Muhammed ibn Cem'a, Muhammed ibn Muhammed ibn Süleyman
el-Bâğandî (312/924), İbrâhîm ibn Musa el-Cuveyrî, Alî ibnu'l-Abbâs et-Tâbiî,
Ebû Hâmid el-A'meş, Ebû Bekr Ahmed ibn Muhammed ibn Sadaka el-Bağdâdî, İshâk ibn
Dâvûd es-Savvâf, Hâşid ibn İsmâîl el-Buhârî, Muhammed ibn Abdillah el-Cuneyd,
Muhammed ibn Musa... Ebû Abdillah el-Ma'rûf bi'n-Nehrtîrî el-Bağdâdî (289/901),
Ca'fer ibn Muhammed en-Nîşâbûrî, Ebû Bekr ibn Dâvûd, Ebû Kaasım el-Bağavî
(310/922), Ebû Muhammed ibn Sâid (316/928), Muhammed ibn Harun el-Hadramî
el-Bağrânî Ebû Hâmid (321/933), Huseyn ibn İsmâîl el-Mehâmilî el-Bağdâdî
(330/941); bu zât Bağdâd'da Buhârî'den tahdîs edenlerin sonuncusu
dur. İbrâhîm ibn Ma'kıl en-Nesefî (295/907), Muhayyeb ibn Suleym,
Muhammed ibn Yûsuf el-Firabrî (320/932), Muhammed ibn Ahmed Dellûbe, Abdullah
ibn Muhammed el-Aşkar, Ebû Alî Husayn ibn Muhammed ed-Dârakî, Ahmed ibn Hamdûn
el-A'meş, Muhammed ibn Mahmûd... Ebû Amr el-Mervezî ve en-Nesevî, Ca'fer ibn
Muhammed ibni'l-Huseyn el-Cezerî, Ebû Hâmid ibnu'ş-Şarkî (325/936) ve kardeşi,
Ebû Muhammed Abdullah eş-Şarkî, Muhammed ibn Süleyman ibn Fâris, Muhammed
ibnu'l-Museyyeb el-Erğınânî, Muhammed ibn Harun er-Rûyânî (307/919) ve diğer
birçok halk.[2]
el-Câmi'u's-Sahîh'i Buhârî'den rivayet edenlerin sonuncusu Mansûr ibn Muhammed
el-Bezdevî (329/940)'dir. Buhârî'den hadîs işittiğini söyleyenlerin en son
vefat edeni ise Ebû Zahir Abdullah ibn Fâris el-Belhî (346/957)'dir.[3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sârî, s.492-494, "Zikru tasânîfıhî ve'r-ravât anhu"; İrşâdu's-Sâri,
s.33-36.
[2] Hedyu's-Sârî, s.492-494; 'İrşâdu's-Sârî, 1,32-33.
[3] Kastallânî Mukaddime
si, 32-33.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 51-53.
7- Ezberleme Gücü ve Hafıza
Kuvveti
Buhârî'nin kâtibi Muhammed ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Ben Hâşid ibn İsmâîl ile
bir başkasından işittim, şöyle diyorlardı: Buhârî tüysüz bir genç iken bizlerle
beraber Basra üstâdlarından hadîs işitmeye gidip geliyordu
. Herkes işittiklerini yazıyordu. Buhârî yazmıyordu. Böylece birçok
günler geçti. Nihayet onaltı gün sonra biz onun yazmamasından dolayı serzeniş
ettik. Bunun üzerine o: Bana karşı çok konuştunuz, haydi yazdıklarınızı ortaya
koyunuz, dedi. Biz de ona onbeşbinden ziyâde hadîs çıkardık. O bunların hepsini
ezberden okudu. Nihayet biz kitâblarımızı Onun ezberledi
klerinden
tashih edip düzelttik. Sonra Buhârî: Görüyor musunuz, ben boşuna mı
gidip geliyorum; günlerimi zayi' mi ediyorum? dedi. Biz de onun önüne kimsenin
geçemiyeceğini anladık.
Muhammed ibn Hamdûye şöyle dedi: Ben Buhârî'den işittim, o: Ben yüzbin sahîh
hadîsi ezbere biliyorum, ikiyüzbin de gayri sahîh hadîsi ezbere biliyorum,
diyordu.[1]
İbn Adiyy şöyle dedi: Ben birçok üstâdlardan işittim, onlar şöyle hikâye
ediyorlar
dı: Buhârî Bağdâd'a geldiğinde hadîs âlimleri toplandılar, yüz hadîsin
metinleri
ni ve isnâdlarını alt üst ettiler. Şu isnadın metnini şu isnada, şu
metnin isnadını şu metne uydurdula
r. Bu maklûb hadîsleri mecliste Buhârî'ye yöneltmeleri için her bir
kimseye onar tane verdiler. Sonra insanlar toplandı. O kendisine bozulmuş hadîs
verilenlerden biri ortaya çıkıp dikilerek Buhârî'ye bu on hadîsden birini
sordu. Buhârî: Ben böyle bir hadîs bilmiyoru
m, dedi. O zât diğer hadîsden sordu. Buhârî yine: Ben bunu tanımıyorum,
dedi. Böylece o şahıs on hadîsi sormayı bitirdi. Fakîhler biribirle
rine yöneliyor ve bu adam mes'eleyi anladı, kim bilmezse ona acizlikle
hükm olunur, diyorlardı. Bundan sonra diğer bir kimse ortaya çıktı ve birinci
kimsenin yaptığı gibi yaptı. Buhârî ise on hadîs bitinceye kadar sâdece "Ben onu
tanımıyorum" diyordu. Böylece on kişi kendileri
ndeki hadîsleri sorup bitirdile
r. Buhârî soranlara "Ben bu hadîsi tanımıyorum" sözünden başka birşey
söylemiyordu. Nihayet sorucuların sormayı bitirdikl
erini öğrenince, onların birincisi
ne yöneldi ve:
- Senin ilk hadîsine gelince, onun isnadı şöyle şöyledir. İkinci hadîsin isnadı
şöyle şöyledir. Üçüncü hadîsin isnadı şöyle şöyledir diyerek, on hadîsin
hepsinin metin ve isnâdlarım düzeltti, her bir metni kendi isnadına döndürdü.
Bundan sonra ikinci sorucunun hadîslerini de bu şekilde yaparak hepsini düzgünce
rivayet etti. On kişinin sorduğu hadîslerin hepsini bu şekilde düzeltip yerli
yerine koyma işini bitirince, oradaki âlimler Buhârî'nin hafıza kuvvetini ikrar
ve i'tirâf ettiler.[2]
Yûsuf ibn Musa el-Mervezî şöyle dedi: Ben Basra Câmii'nde bulunuyordum. Derken
birinin: Ey ilim sahihleri, Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî gelmiştir, diye nida
ettiğini işittim. Halk hemen Buhârî'ye doğru davrandılar. Ben de Buhârî'nin
yanına gidenleri
n içinde idim. Buhârî'yi genç bir adam gördüm, üstüvanenin arkasında
namaz kılıyordu. Namazı bitirince halk onun etrafını çepçevre kuşattı ve ondan
kendileri için bir imlâ meclisi akdetmesi
ni ricâ ettiler. Buhârî onların isteğini kabul etti. Ertesi gün olunca şu
kadar bin kişi toplandı. Buhârî oturdu ve şöyle dedi:
- Ey Basra ahâlîsi! Ben genç bir kimseyim. Sizler benden size hadîs tahdîs
etmemi istediniz
. Ben de size kendi şehrinizin ahâlîsinden gelen bir takım hadîsler
tahdîs edeceğim ki, sizler bunların hepsinden istifâde edeceksin
iz: Bize yanınızda olan Abdullah ibn Usmân tahdîs etti. Bize babam tahdîs
etti. Bize Şu'be, Mansûr'dan ve gayrısından, o da Salim ibni'l-Ca'd'dan, o da
Enes ibn Mâlik'ten olmak üzere tahdîs etti. Bir bedevi şöyle dedi: Yâ
Rasûlallah, kişi bir kavmi sever...(Buhârî, Edeb, Bâbu alâmeti hubbillâhi azze
ve celle li-kavlihi...) Buhârî hadîsin tamâmını söyledi, sonra: Bu sizin
yanınızda mevcûd değildir. Sizin yanınızda Mansûr'dan başkasından gelen hadîs
vardır, dedi. Ve o meclise bu uslûb üzere hadîsler imlâ ettirdi.[3]
Ebû Bekr el-Kûzânî şöyle dedi: Ben Muhammed ibn İsmâîl gibisini görmedim. O bir
ilim kitabını alır ve ona öyle bir göz gezdirir ki, bir defada ondaki hadîslerin
bütün taraflarını ezber ediverird
i.
Ebu'l-Ezher şöyle dedi: Semerkand'da dört yüz muhaddis vardı. Toplandılar ve
Muhammed ibn İsmail'i yanıltmak istediler
. Bunun için Şam isnâdlarını Irak isnâdlarına, Irak isnâdlarını Şam
isnâdlarına, Harem'in isnâdlarını da Yemen isnâdları içine kattılar. Neticede
bütün bu çalışmalarına rağmen Buhârî'den bir yanılma bulmaya muktedir
olamadılar.
Buhara vâlîsi Ahyed ibn. Ebî Ca'fer şöyle dedi: Muhammed ibn İsmâîl bir gün
bana: Bâzı hadîs var ki ben onu Basra'da işitmiş, Şam'da yazmışımdır. Bâzı
hadîsi de Şam'da işitmiş, Mısır'da yazmışımdır, dedi. Ben de ona: Yâ Ebâ
Abdillah, tamâmını mı? diye sordum. Buhârî sükût etti.
Suleym ibn Mucâhid de şöyle dedi: Ben Muhammed ibn selâm el-Beykendî'nin yanında
idim. Bana: Biraz önce gelmiş olaydın yetmiş bin hadîsi ezbere bilen bir çocuk
görecektin, dedi. Bu söz üzerine ben hemen dışarıya çıkıp ona kavuştum ve:
- Yetmiş bin hadîsi ezbere bilen sen misin? dedim.
Buhârî:
- Evet, daha çoğunu da biliyorum
. Sahâbîler'den ve tabiîlerden sana herhangi bir hadîs getirirse
m, muhakkak ben onların çoğunun doğum yıllarını, vefat yıllarını ve sakin
oldukları yerleri bilmişimdir, dedi.
Alî ibnu'l-Huseyn ibn Âsim el-Beykendî de şöyle dedi: Muhammed ibn İsmâîl bizim
yanımıza gelmişti. Arkadaşlarımızdan biri ona:
- Ben İshâk ibn Râhûye'den işittim; o, kitabımdan yetmiş bin hadîs gözümün
önünde gibidir diyordu, dedi. Bunun üzerine Muhammed ibn İsmail ona:
- Sen bu sözden taaccüb mü ediyorsun? Belki bu zamanda iki yüz tane bin kerre
bin (yânî iki milyon) hadîsi kitabından bakan kimse vardır, dedi ve o bununla
ancak kendini kasdetmek
teydi.
Kâtibi şöyle dedi: Ben Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Dün gece tasnifler
imin içine kaç hadîs kattığımı sayıp hesâb edinceye kadar uyumadım. Bir
de baktım ki iki yüz bin kadar hadîs. Yine Buharı dedi ki: Şayet bana temennî et
denilseyd
i hâsseten namaz hakkında on bin hadîs rivayet etmedikçe yerimden
kalkmazdım.
Yine kâtibi dedi ki: Bana onun balâzûr şerbeti içtiği haberi ulaşmıştı. Ben bir
defa ona yalnızken: Ezber etmenin ilâcı var mı? diye sordum.
- Bilmiyoru
m, dedi, sonra döndü de: Ezber etmek için kişinin ittihâm edilmesin
den ve bir de devamlı nazardan (düşünme ve tefekkürden) daha menfaatlı
birşey bilmiyoru
m, dedi.
Yine kâtibi dedi ki: Ben Buhârî'ye:
- Tasnif ettiğin kitâbların içine koyduğun hadîslerin hepsini ezbere biliyor
musun? diye sordum.
- Onların içindekilerin hepsi bana gizli olmuyor, dedi.[4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Gayri sahîh, asılsız ve yalan rivayet demek değildir. Bu, sahîh nâmını alan
rivayetler kuvvetini hâiz olmıyan demektir.
[2] Hedyu's-Sârî, s.487, "Zikru cumelin mine'l-ahbâri'ş-şâhideti li-seati
hıfzıhî ve seyelâni zihnihî ve ıttılâıhî ale'l-ileli..."; İrşâdu's-Sârî, I,
s.33-35, "Ve seati hıfzıhî ve seyelâni zihnihî...".
[3] Hâkim'in Nîşâbûr Târihi'nde Ebû Amr İsmail'den şu rivayet vardır: O şöyle
demiştir: Bize Ebû Abdillah Muhammed ibn Alî tahdîs edip şöyle dedi: Ben
Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Ben Basra'da beş yıl
ikaamet ettim. Kitâblarım yanımda idi. Ben tasnif ediyor ve her sene hacca
gidiyor ve Mekke'den tekrar Basra'ya dönüyordum. Ben Yüce Allah'ın, bu tasnif
edilen kitâblarda müslümânlara bereketle
r vereceğini ümîd ediyorum. (Umdetu'I-Kaarî, I, 8 )
[4] Hedyu 's-Sârî, s. 486-489, "Zikru cumelin mine'l-ahbâri'ş-şâhide li-seati
hıfzıhî ve seyelâni zihnihî ve ıttılâıhî ale'l-ıleli sıva mâ tekaddeme",
İrşâdu's-Sâri, I, s.32-39.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 53-56.
8- İlim ve İbâdetteki
Gayret ve Çalışkanlığı
Kâtib Muhammed ibn Ebî Yahya söyle dedi: Ebû Abdillah el-Buhârî ile beraber bir
seferde bulunduğumuz zaman, yaz ayları müstesna, bir oda içinde bulunurdu
k. Ben dâima onu bir gece içinde on beş defadan yirmi defaya kadar
kalkıyor görürdüm. O bu kalkışların her birinde çakmağı alır, eliyle ateşi ve
kandili tutuşturur, bir çok hadîsler çıkarır, onların üzerlerine alâmetler
koyar, sonra başını koyup yatardı. Bir defasında ben ona:
- Sen bunların hepsini nefsine yüklüyorsun da beni uyandırmıyorsun, dedim.
- Sen gençsin, ben senin uykunu bozmak istemem, dedi.
Ey muhâtab! Uykunun ona ilim çalışmaktan nasıl mâni' olmayışını, uykunun
lezzetini ilimleri tahsil etmekte buluşunu, amelindek
i ıhlâsı ve ihvanına şefkatından dolayı tilmizini
n ve hizmetçisinin rahatsız olmasına râzî olmayışını düşün!
Yine Buhârî'nin yukarıda ismi geçen kâtibi söyle dedi: Biz Firabr'da
Kitâbu't-Tefsîr'in tasnifind
e çalışırken Buhârî'yi arkası üstü yatmış gördüm. Buhârî o gün tahrîc
hususunda kendini yormuştu. Ona:
- Ben senden işittim ki, sen ilimsiz olarak hiçbir şey yapmadım diyordun,
binâenaleyh bu sırt üstü yatmaktak
i fâide nedir? dedim.
- Bu gün kendimi yordum. Burası ise düşman ağzı olan bir hudûddur. Düşman
işinden bir hâdise meydana gelmesind
en endişelendim de istirahat etmeyi ve bir hazırlık kazanmayı arzu ettim.
Eğer düşman bizi ansızın bastırırsa böylece bizde de bir hareket olur, dedi.
Ben derim ki, işte onlar bu çalışma ile o yüksek mertebeye ulaşmışlardır. Hiç
şübhesiz Buhârî yorgun hâlde bile kendisind
en bir vaktin zayi' olmasını istememiştir. İçinde te'lîf gibi sâlih bir
amele muktedir olacağı bir zaman, o işi yapmıyarak kendisind
en kaçıp gitmesin diye sırt üstü yattığı hâlde bile te'lîf ediyordu.
Muhammed ibn Yûsuf şöyle dedi: Bir gece Ebû Abdillah el-Buhârî'nin evinde, onun
yanında bulunuyor
dum. Onun bir gece içinde birçok şeyleri hatırlamak için on sekiz defa
kalkıp kandili yaktığını ve astığını saydım.
Miksem ibn Saîd de şöyle dedi: Ramazan'ın birinci gecesi olduğu zaman Muhammed
ibn İsmail'in yanına ashabı toplanırlar, o da onlara her rek'atta yirmi âyet
okuyarak namaz kıldırırdı. Kur'ân'ı hatm edinceye kadar böyle devam ederdi.
Seherde yarı ile üçte bir arası kadar Kur'ân okur ve her üç gecede bir seher
sırasında hatim yapardı. Her gün içinde gündüzleyin de bir nevi hatim yapar ve
bu hatmi her gece iftar sırasında olurdu.
Kâtibi şöyle dedi: Buhârî seher vaktında on üç rek'at namaz kılar ve bunlardan
bir teki ile vitir yapardı.
Ebû Bekr ibn Munîr şöyle dedi: Bir gün Muhammed ibn İsmail el-Buhârî namaz
kıldırırken onu on yedi defa eşek arısı soktu. Namazı bitirdiği zaman: Bakın
bakalım, şu bana namazımın içinde eza eden şey nedir? dedi. Baktılar ki, bir
eşek arısı! On yedi yer kabarmış olduğu hâlde o namazını bozmamıştı. Kâtibi
Muhammed ibn Ebî Hâtim'den, Buhârî'nin o namazın sonunda: Bir âyet içinde
bulunuyor
dum, onu tamamlamak istemiştim, dediği rivayet edilmiştir.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sâri, s.480-482, "Zikru sîretihî ve zuhdihî ve fadâilihî"
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 56-57.
9- Sîreti, Zühdü,
Faziletle
ri ve Cömertliği[1]
Kâtibi şöyle dedi: Ben Ebû Abdillah'dan işittim, o: İçinde dünyâ zikri bulunan
bir kelâm etmek istediğimde muhakkak Allah'a hamd ve sena ile başlamışımdır,
diyordu.
Yine kâtibi şöyle dedi: Ebû Abdillah el-Buhârî'nin babasından vâris olduğu
büyük malı vardı. Kendisi bu malı mudârebe ortaklığına verirdi.[2] Bir defasında
alacaklısı Buhârî'nin zararına büyük bir mal kesip almıştı. Firabr'de iken
Buhârî'ye o alacaklısının Âmul'e gelmiş olduğu haberi ulaştı. Biz kendisine:
Âmul'e geçmen ve malını ondan alman gerekir, dedik. Buharı: O alacaklıyı
korkutmamız bize yakışacak iş değildir, dedi. Sonra alacaklısına haber ulaştı
ve o alacaklı zât Havârizm'e doğru çıktı. Biz yine Buhârî'ye: Âmul şehrinin
vâlîsi Ebû Seleme el-Keşşânî'ye, onun mektûb yazması için söylemen lâzım gelir,
dedik. Buhârî: Eğer ben onlardan bir mektûb alırsam, onlar bu kitâb hususunda
benden tamâa düşerler. Ben ise dînimi dünyâm mukaabili
nde satacak değilim, dedi. Biz gayret ettik, çalıştık; fakat o hiçbir şey
almadı. Nihayet biz, Buhârî'nin emri olmaksızın sultân ile konuştuk. Sultân
Havârizm valisine mektûb yazdı. Bizim bu teşebbüsümüz Ebû Abdillah'a ulaştığı
zaman, o şiddetli bir gücenişle gücendi ve: Bana karşı kendi nefsimden daha
şefkatli olmayınız, dedi. Ve birkaç mektûb yazdı, bu mektûbların yanına başka
mektûblar koydu. Havârizm'deki bâzı arkadaşlarına da alacaklısı olan o adama
taarruz edilmemes
ini yazdı. Sonra alacaklısı oradan dönüp Merv tarafına yöneldi. Tüccarlar
toplandılar, sultân'a haber verildi. Sultân borçlu olan o kimse üzerinde şiddet
tedbîri kullanmak istedi. Ebû Abdillah bu tedbîri çirkin görüp istemedi. Bizzat
kendisi alacaklısı ile, her sene alacaklısının kendisine az bir şeyden ibaret
olan on dirhem vermesi şartı üzerine sulh anlaşması yaptı. Hâlbuki alacağı olan
mal yirmi bin dirhem idi. Buhârî bu maldan bir dirheme ve daha çoğuna da
ulaşamadı.
Yine kâtibi dedi ki: Ben Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Ben asla herhangi
bir şeyi satın alma işini üzerime almadım, muhakkak bu işi bir insana emrederdi
m de o insan benim için satın alırdı. Buhârî'ye, niçin böyle yapardın?
diye soruldu. Buhârî: Çünkü bu işte artırma, eksiltme ve karıştırma vardır,
dedi.
Bekr ibn Munîr zikr etti ki, kendisi Buhârî'ye ticâret için hazırlanmış bir mal
taşımış, o malı kendisine oğlu Ahmed göndermişti. Nihayet o mal sebebiyle bâzı
tüccarlar toplandılar ve o malı Buhârî'den beş bin dirhem kazanç mukaabili
nde istediler
..Buhârî onlara: Bu gece beni serbest bırakın, yanımdan gidin, dedi.
Ertesi günü başka tüccarlar geldiler ve ticâret malını on bin dirhem kâr
mukaabili
nde istediler. Buhârî bu ikinci gelen tacirler grubuna: Ben bu malı dün
gece bana gelmiş olan tacirlere satmaya niyyet ettim; o niyyetimi bozmak
istemem, dedi.
Muhammed ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Buhârî şöyle diyordu:
Bir defasında Âdem ibn Ebî İyâs'a doğru çıktım. O sırada nafakamın yanî paramın
bana ulaşması gecikmişti. Ben harçlıksız olduğum için kuru otları yemeğe
başlamıştım. Bu hâlimi de kimseye haber vermiyordum. Üçüncü gün olunca bana
tanımadığım birisi geldi, bir çıkın dînâr uzattı ve: Bunu kendi nefsine harca,
dedi.
Yine Muhammed ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Ben Ebû Abdillah el-Buhârî'den işittim:
Bir müslümâna, duâ edildiği zaman icabet olunmayac
ak bir hâletde bulunması yakışmaz, diyordu.
Yine kâtibi dedi ki: Ben Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Ben bir ayda beş yüz
dirhem kazanç alıyordum. Bu kazancı ilim arama yolunda harcıyordum. "Allah
nezdinde olan ise hem daha hayırlı, hem daha devamlıdır" (el-Kasas:60; eş-Şûrâ:
36).
Yine kâtibi şöyle dedi: Biz Firabr'de idik. Ebû Abdillah el-Buhârî, Buhârâ'ya
yakın olan bir yerde bir ribât yaptırıyordu.[3] Pek çok halk toplandı, bu iş
üzerinde ona yardım ediyorlar
dı. Kendisi de bizzat tuğla taşıyordu. Ben ona: Yâ Ebâ Abdillah, sen
bununla yetin, derdim de, o: İşte bu iş bana fayda verecek olandır, derdi. Râvî
dedi ki: Buhârî oradakile
r için bir sığır kesmişti. Tencerele
re yetişip pişdikleri zaman insanları yemeğe çağırdı. Beraberin
de yüz kişi yâhud daha fazlası vardı. Kendisi bu toplanan halk kadar
insan toplanacağını bilememişti. Biz onunla beraber Firabr'den üç dirhem
mukaabili
nde ekmek çıkarmıştık. O zaman ekmek beş batmanı, bir dirhem mukaabili
nde idi.[4] Biz bu ekmeği oradakile
rin önüne koyduk, hâzır bulunanla
rın hepsi yedi ve epey ekmek artmıştı.
Yine kâtibi şöyle dedi: Buhârî yemesi çok az, talebeler
e ihsanı çok, cömertliği aşırı bir kimse idi.
Abdullah ibn Muhammed es-Sayârifî şöyle dedi: Ben Ebû Abdillah el-Buhârî'nin
evinde, onun yanında bulunuyor
dum. Cariyesi geldi ve eve girmek istedi. Bu sırada cariyenin ayağı
sürçüp tökezledi de Buhârî'nin önündeki mürekkeb hokkası ve divitinin üzerine
kapandı. Buhârî cariyeye:
- Nasıl yürüyorsun? dedi. Câriye de:
- Yol mevcûd olmadığı zaman ben nasıl yürürüm? deyiverdi
. Bunun üzerine Buhârî ellerini uzattı da:
- Git, ben seni âzâd ettim, dedi.
Buhârî'ye:Yâ Ebâ Abdillâh! Bu câriye seni öfkelendirdi mi? denildi. Buharı: Ben
yaptığım bu hürriyet verme işimle nefsimi râzî kılmışımdır, dedi.[5]
Umer ibn Hafs el-Aşkar da şöyle dedi: Biz Basra'da Ebû Abdillah Muhammed ibn
İsmâîl ile beraber bir topluluk idik, hadîs yazıyorduk. Biz onu birkaç gün
yanımızdan kaybettik
. Sonra onu bir evin içinde çıplak hâlde bulduk. Yanında bulunan eşyasını
kaybetmiş. Biz hemen onun için bir mıkdâr dirhem topladık ve onu giydirdik
.
Kâtibi dedi ki: Ben Buhârî'den işittim, kendisine bir hadîsin haberi sorulmuştu
da o şöyle diyordu: Yâ Ebâ Fulân! Sen benim tedlîs yapıyor olduğumu
düşünüyorsun. Hâlbuki ben, hakkında nazar olan bir adamdan dolayı on bin hadîs
terk etmişimdir. Ve yine ben bunun kadarını yâhud bundan çoğunu hakkında benim
için bir nazar, bir görüş olan diğer sebebden dolayı terk ettim.
Hafız Ebu'1-Fadl Ahmed ibn Alî es-Süleymânî şöyle dedi: Ben Alî ibn Muhammed ibn
Mansûr'dan işittim, şöyle diyordu: Ben babamdan işittim, şöyle diyordu: Biz Ebû
Abdillah el-Buhârî'nin meclisind
e idik. Bir insan onun sakalından bir çöp alıp kaldırdı ve o çöpü yere
attı. O ânda Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'yi gözetledim. Buhârî o atılan çöpe
ve insanlara bakıyordu, insanlar ona bakmayı bıraktıkları zaman Buhârî'ye baktım
ki, o elini uzattı, o çöpü yerden kaldırdı ve yeninin içine koydu. Mescidden
çıktığında ona yine baktım ki, yenine koyduğu o çöpü çıkardı da yere attı.
Sanki o bu hareketiy
le sakalının korunmuş olduğu çöpten mescidi de korumuş oluyordu.
Kâtibi şöyle dedi: Ben Buhârî'den şöyle derken işittim: Kör olan Ebû Ma'şer'e:
- Yâ Ebâ Ma'şer, bana hakkını halâl et, dedi. Ebû Ma'şer:
- Hangi şeyden halâl edeyim? dedi. Buhârî şöyle anlattı:
- Ben bir gün bir hadîs rivayetim
de sana baktım. Sen o hadîsden hoşlanmıştın da başını ve ellerini hareket
ettiriyor
dun ve bu hoşlanmandan dolayı gülümsüyordun, dedi. Ebû Ma'şer:
- Yâ Ebâ Abdillah, sana halâl olsun, Allah sana merhameti
ni dâim eylesin, dedi.
Kâtibi şöyle dedi: Ben Buhârî'den işittim ki o: Ben Rabb'ımdan iki kerre istekte
bulundum, derhâl benim isteğime icabet buyurdu. Artık bundan sonra istekte
bulunmayı arzu etmiyeceğim. Zîrâ belki böyle istekte bulunup da icabet
buyurması, benim hasenatımı eksiltir, diyordu.
Kâtibi şöyle dedi: Ben Buhârî'den işittim, o: Âhiret'te benim için bir hasım
olmıyacaktır, diyordu. Ben de: Bâzı insanlar senin et-Târîh kitabından
hoşlanmıyorlar ve "Onda insanlara gıybet etme suçu vardır" diyorlar, dedim.
Buhârî:
- Biz onu rivayet olarak nakletmişizdir; biz onu kendi nefsimizden nakletmem
işizdir. Peygamber (S) de "Bi'se ahu'l-aşîre = Aşiretin ne kötü
kardeşi"[6] tâbirini söylemiştir, dedi.
Râvîsi dedi ki: Ben yine Buhârî'den işittim ki, o: Ben gıybetin haram olduğunu
bildiğimden beri hiçbir kimseyi asla gıybet etmedim, diyordu.
Bekr ibn Munîr şöyle diyordu: Ben Ebû Abdillah Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'den
işittim, o: Ben bir kimseyi gıybet etmiş olmamdan dolayı beni hesaba çekmiyerek
Allah'a kavuşacağımı kuvvetle ümîd etmekteyi
m, diyordu.
Hafız ibn Hacer şöyle dedi: Buhârî'nin hadîs ricali aleyhine olan kelâmında
ziyâde bir sakınma ve olgun bir araştırma vardır. Bu husus el-cerh ve't-ta'dîl
hakkındaki kelâmını teemmül edenlere zahir olacaktır. Çünkü o en çok "Seketû
anhu: Ondan sükût ettiler", "Fîhi nazar: Onun hakkında düşünmek vardır",
"Terekûhu: Onu terk ettiler" ve bunlara benzer tâbirleri söylemektedir. "Kezzâb:
Çok yalancı" yâhud "Vaddâ': Hadîs uydurucu" tâbirlerini söylemesi azdır. O
ancak "Kezzebehû fulânun: Fulân ona yalancılık isnâd etti" ta'bîrini söyler[7].
Ebu'l-Hasen Yûsuf ibn Ebî Zerr el-Buhârî şöyle hikâye etti: Ebû Abdillah
Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî hastalandı. Suyunu tabîblere gösterdiler.
Tabîbler: Bu su, bâzı perhizkâr Hristiyan papazlarının suyuna benzemekt
edir. Çünkü bu papazlar ekmekleri katığa bulayıp yemezler, dâima katıksız
ekmek yerler, dediler[8]. Buhârî de, ben kırk yıldan beri bolca katıklı ekmek
yemedim, diyerek tabîblerin sözlerini doğruladı. Buhârî'nin yanında bulunanla
r tabîblere bu hastalığın ilâcını sordular da, tabîbler: Bunun ilâcı
katıktır, dediler. Buhârî katık yemekten çekindi; nihayet üstâdları ve ilim
sahihleri ısrar ettiler de Buhârî ekmekle şeker yemeğe kadar onlara icabet
etti.[9]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sâri, s.480 vd. "Zikru sîretihî ve şemâilihî ve zuhdihî ve
fadâilihî". İrşâdu's-Sâri, I, 33 vd., "Zuhdihî ve verâihî ve ibâdetihi..."
[2] Mudârebe: Bir kimseden ticâret için mal alıp kazandıktan sonra kârına ortak
eylemek mânâsında kullanılır... Ve mukaarada mudârebe manasınadır ki, karz
maddesinde sureti açıklanmıştır. İşbu mudârebe rızk talebi için seyr ve sefer
mânâsına olan darb'dan alınmıştır (Kaamûs Ter).
Mukaarada: Ve mudârebe veçhile olan muameleye ıtlak olunur ki, bir kimseye
ticâret eylemek için bir mıkdâr sermâye verip, aralarında şart eyledikle
ri vech üzere ve zarar ve hüsran sermâyeye âid olmak üzere fâidesine
ortak olmaktan ibarettir
. Mudârebe, arzda yürüyüp çalışmak (Seyr ve sa'y fî'l-ard) mânâsından
alınmış olduğu gibi, mukaaraza dahî güya ki mesafe kat' eylemek ma'nâsından
alınmıştır (Kaamûs Ter.).
[3] er-Ribât: Kitâb vezninde bir nesne bağlanacak şeye denir ki bağ tâbir
olunur... ve kervansar
aya, tekyeye ve imarete ıtlak olunur ki, musâfirler için binâ kılınır,
onda davarları bağlandığı için...
[4] Metinde zikr olunan Menn, bir ölçü veyâ tartıdır ki şer'an 180 mıskal, örfen
280 miskal gelir, cem'i "emnân" dır. Ve menn bir türlü keyl yâhud mîzân, alâ
kavlin iki rıtl mıkdâra denir ki, lisânımızda batman tâbir olunur (Kaamûs Ter.).
[5] Hedyu's-Sârî, s.480, "Zikru sîretihî...." İmâm Buhârî'nin Hâl Tercemesi/61
[6] Buhârî, VII, 5-30 Edeb, Bâbu mâ yecûzu min iğtiyâbi ehli'l-fesâdi
ve'r-riyebi; Buhârî, VII, 58, Edeb, Bâbu'l-mudârât maannâsi; Ömer Ziyâeddîn
Dağıstânî, Sünenü'1-Akvâli'n-Nebeviyye, rak:3399, 3458.
[7] Hedyu's-Sâri, s.481 vd., "Zikru sîretihî...."
[8] Metindeki "Uskuff" kelimesi hakkında şu îzâh verilmiştir:
el-Uskuff: Urdunn vezninde, ve'1-uskuf, kutrub vezninde, ve's-sukf, kufi
vezninde nasârâ taifesini
n dîn ve âyinleri babında olan reislerin
e denir ki papaz tâbir olunur. Bir kavle göre mahvet ve haşmet üzere
olmayıp tevazu' ve âdâb ve tehâşû" üzere yürür olan krallarına denir, yâhud
âlimlerine denir. Bâzıları indinde uskuff, rütbede "kıssîs" dedikleri
nden yukarı ve "mıtrân" dedikleri
nden aşağı olan keşişlerdir. Cem'i esâkife ve esâkıf gelir... (Kaamûs
Ter., III, 618).
[9] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 57-61.
10- Atış ve Harb Âletleri
Kullanmayı Bilmesi
Ebû Abdillah el-Buhârî ziyâde olan ilmi, geniş cömertliği ve büyük takvâsıyle
beraber harb işlerini sağlam yapıyor ve cihâd âletlerini güzelleştirmeyi iyi
biliyordu
. Harb âletlerini kullanmak
ta en meşakkatli iş atmak olduğu gizli değildir. Buhârî atışta başkaları
üzerinde seçkin derecede idi. Çünkü birçok defalar üstüste atış yaptığında
hedefi isabette hiç hatâ yapmıyordu.
Buhârî'nin kâtibi şöyle dedi: Ebû Abdillah el-Buhârî çok defalar bineğine binip
atışa giderdi. Ben onunla beraber bulunup ona arkadaşlık yaptığım uzun müddet
içinde iki kerrecik müstesna, onun okunun hedefe isabet etmediğini gördüğümü
bilmiyoru
m. Onun attığı ok her defasında hedefine isabet eder, boşa gitmezdi. Biz
Firabr'de iken bir gün binekleri
mize binip atışa gittik; nehir kıyısındaki iskele gibi gediğe ulaştıran
büyük sokağa doğru çıktık. Nihayet orada atış yapmağa başladık. Ebû Abdillah
el-Buhârî'nin oku, nehir üzerinde bulunan köprünün kazığına isabet etti ve
kazık yarıldı. Buhârî bunu görünce hayvanından indi de kazıktan o oku çıkardı ve
(o gün için) atışı bıraktı. Bize: Artık geriye dönün, dedi. Bunun üzerine biz
geriye döndük. Bu sırada bana:
- Yâ Ebâ Ca'fer, benim sana bir ihtiyâcım var, dedi. Kendisi bir sıkıntıdan
müteessir, içini çekip uzun uzadıya soluk almaktaydı. Ben: Evet, buyur, dedim.
- Şu köprünün sahibine gideceksi
n, ona biz senin köprünün kazığını bozduk, binâenaleyh onun yerine yeni
bir kazık dikmek hususunda bize izin vermeni, yâhud da onun bedelini almanı ve
tarafımızdan olan bu ziyandan dolayı bize hakkını halâl etmeni arzu ediyoruz
diyeceksin, dedi. Köprünün sahibi Humeyd ibnu'l-Ahdar idi. O zât bana:
- Ebû Abdillah'a benim selâmımı teblîğ et ve: "Senin tarafından olan ziyandan
dolayı ben sana hakkımı helâl ettim, zîrâ benim bütün mülküm sana feda olsun"
deyiver, dedi.
Ben bu elçiliği Buhârî'ye ulaştırdım. Bunun üzerine yüzü gülüp çok sevindi.
Artık o gün yabancılara beş yüz hadîs okuyup, üç yüz dirhem sadaka verdi.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sârî, s.480-481, "Zikru sîretihî ve şemâilihî ve zuhdihî ve
fadâlihî".
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 61-62.
11- Şiirleri ve Nadide Sözleri
Buhârî'nin nazımdaki fesahati, nesirdeki fesahatin
den az değildir. O, iki fenni de iyi yapardı. Şu kadar ki, bu husûsda
ondan bize pek az şey ulaşmıştır. O da üstâdlarının üstadı İmâm Şafiî'nin şiir
hususunda gittiği yola mı gitti, bilmiyoru
z. Şafiî:
"Eğer şiir âlimlere ayıblılık ve eksiklik getirir olmayaydı, ben bugün muhakkak
şâir Lebîd'den daha güzel şiir söyleyici olurdum" demişti.
İşte bu sebebden Buhârî de az nazm söylemiştir. Biz de ona, az şiir söyleyen
şâirlerdendi, diyoruz. Yâhud da o çok nazm etmiştir de günlerin geçmesiyle
zayi' olmuştur. O asrın, şiir nazm etmenin muhaddis için bir eksiklik sayıldığı
bir asır olması da muhtemeld
ir ki, Buhârî anlaşmaya ve ilim neşr etmeye olan sevgisind
en dolayı bu büyük içtimaî temayül dalgası ile beraber yürümeye mecbur
olmuştur.
Buhârî'nin nazmından bâzıları şunlardır: el-Hâkim Ebû Abdillah Târîh'inde şöyle
dedi: Ben Ebû Alî el-Mustemlî'nin el yazısı ile okudum; Buhârî şu beyti inşâd
etmiştir:
"Müsâid zaman elde iken rükû ve sucûd fazlından istifâdeye çalış. Belki ölümün
ansızın olur da kaçırdığın ibâdetleri telâfiye imkân bulamazsın. Nice sıhhatli
kimseler görmüşsündür ki bir hastalık olmaksızın sapasağlam iken canı çıkıp
gitmiştir."
Râvî şunu da Buhârî'nin inşâd ettiğini söyledi:
"İnsanlara geniş bir huy ile güzel muamele edip hoşça geçinmeye çalış. Sakın
insanlara karşı ürüp haykıran bir köpek olma"[1]
Râvî: Ebû Abdillah el-Buhârî şu beyti de inşâd etti, dedi:
"O hayvanlar gibi ki, boğazlanacak yerlere sevk olunup boğazlanıncaya kadar
ecellerin
in gelişini görmezler"[2]
Râvî: Ebû Abdillah Buhârî, Ebû Muhammed ed-Dârimî'nin ölüm haberi üzerine şu
beyti inşâd etti, dedi:
"Eğer uzun müddet hayâtta kalırsan, bütün dostlarına kaybolup gitmelerinden
dolayı acınır durursun. Hâlbuki kendi nefsinin zevali ise, ey bîçâre insan, daha
acınacak bir haldir.[3]
İşte Buhârî'nin şiirleri hep böyle vakit zayi' etmemenin lüzumuna, bilhassa
vaktin ibâdetle doldurulm
ası gereğine ve müslümân kişinin güzel ahlâk sahibi olmasına, serr ve
zararından insanları selâmette kılmasına da'vet etmektedi
r.[4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] el-Herru: Bir adamın yüzüne köpek gibi haykırmak.
el-Heriru: Köpek kısmı soğuğa tahammül edememekt
en nâşi ürümekten aşağıca seslenmek manasınadır ki, sızlamak ve sinlenmek
ve kağırdanmak tâbir olunur, herre'l-kelbu yehirru herîren denilir, ikinci
bâbdandır (Kaamûs Ter.).
[2] Tabakaatu'ş-Şâfiiyye, ll, 5:ll, 16
[3] Bu beyit şu lâfızla da zabt ve rivayet edilmiştir:
"Eğer uzun müddet yaşarsan, bütün dostlarına kaybolup gitmeleri
nden dolayı acınır durursun. Hâlbuki ey babasız, senin hayâtta kalman,
daha acınacak bir hâldir." (Hedyu's-Sârî, s.482; İrşâdu's-Sârî mukaddime
si, s.36)
[4] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 62-64.
12-
Üstâdları ve Akranlarının Buhârî Hakkındaki Övgü ve Beyânları
Hatîb el-Bağdâdî, İmâm Ahmed ibn Hanbel'e varan senedi ile rivayet etti ki,
Ahmed ibn Hanbel: Horasan ülkesi Muhammed ibn İsmâîl gibisini çıkarmadı,
demiştir. Ahmed ibn Hanbel'in oğlu Abdullah, babasına hadîs hafızlarını sordu.
Ahmed ibn Hanbel: Horasan'dan bir çok gençlerdir, dedi ve onlar içinde Buhârî'yi
saydı; saymağa da Buhârî ile başladı.
Yine Hatîb, İmâm Ahmed'den rivayet etti. İmâm Ahmed: Horasan, Ebû Zur'a,
Muhammed ibn İsmail el-Buhârî, Abdullah ibn Abdirrahmân ed-Dârimî ve Hasen ibn
Suca' el-Belhî'nin benzerler
ini çıkarmadı, demiştir.
Salih Gezere: Ben Ebû Abdillah el-Buhârî'den daha anlayışlı hiçbir Horasanlı
görmedim, demiş; sonra da: Horâsânlılar'ın hadîsde en bilgilisi el-Buhârî'dir,
en çok ezberleyi
cisi ve en çok hadîs ihata edeni Ebû Zur'a'dır, diye ilâve etmiştir.
Muhammed ibn Beşşâr: Dünyânın hafızları dörttür: Reyy'de Ebû Zur'a, Nîşâbûr'da
Müslim ibnu'l-Haccâc, Semerkand'da Abdullah ibn Abdirrahmân ed-Dârimî, Buhârâ'da
da Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'dir, demiştir.
Yine Muhammed ibn Beşşâr: Bizim yanımıza daha Buhârî gibi gelmedi, demiştir.
Yine o; Buhârî Basra'ya girdiği zaman: Bu gün Basra'ya fakîhlerin seyyidi
girdi, demiştir. Yine bu Muhammed ibn Beşşâr, Buhârî Basra'ya geldiği zaman, ona
doğru ayağa kalkıp elini tutmuş ve onunla boyun boyuna sarmaşarak: Kendisiyl
e senelerde
n beri iftihar etmekte olduğum zât, hoş geldin, demiştir.
Muhammed ibn Abdillah ibn Numeyr ile Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe: Biz Muhammed ibn
İsmâîl el-Buhârî gibisini görmüş değiliz, demişlerdir. Abdan da eliyle
Buhârî'ye işaret ederek: Biz bundan daha basiretli bir genç görmedik, demiştir.
İshâk ibn Ahmed ibn Halef şöyle dedi: Ben Buhârî'den birkaç kerre işittim: Ben
kendimi hiçbir kimse yanında küçük görmedim, yalnız Alî ibnu'l-Medînî'nin
yanında küçüktendim, diyordu. Müteakiben Buhârî'nin bu sözü Alî ibnu'l-Medînî'ye
söylendi. İbnu'l-Medînî: Onun sözünü bırakın, asıl o kendi gibisini görmemiştir,
dedi[1].
Buhârî'nin üstâdlarından biri olan Süleyman ibn Harb bir gün Buhârî'ye baktı,
baktı da: Bunun ileride güzel zikri ve şöhretli bir nâmı olacaktır, dedi. Bunun
benzeri bir sözü, Ahmed ibn Hafs da söylemişti.
Buhârî şöyle dedi: Ben Süleyman ibn Harb'ın yanına girdiğim zaman o: Şu'be'nin
galatını bize beyân et, diyordu.
Muhammed ibn Kuteybe el-Buhârî şöyle dedi: Ben Ebû Asım en-Nebîl'in yanında
idim. Onun yanında bir genç gördüm ve ona: Sen neredensin? dedim. Buhârâ'danım,
dedi. Kimin oğlusun? diye sordum. İsmail'in oğluyum, dedi. Ben de ona: Sen benim
yakınımdan, yânî hısımımdansın, dedim. Ebû Asım'ın huzurunda bulunan bir adam
bana: Bu genç koçlarla tokuşuyor, yânî üstâdlara mukaaveme
t ediyor, dedi.
İbrahim ibn Muhammed ibn Selâm da şöyle dedi: Saîd ibn Ebî Meryem, Haccâc ibn
Minhâl, İsmâîl ibn Ebî Uveys, el-Humeydî, Nuaym ibn Hammâd, Muhammed ibn Yahya
ibn Umer el-Adenî, el-Halâl el-Huseyn ibn Alî el-Hulvânî, Muhammed ibn Meymûn
el-Hayyât, İbrâhîm ibnu'l-Munzir, Ebû Kurayb Muhammed ibnu'1-Alâ, Ebû Saîd
Abdullah ibn Saîd el-Eşecc, İbrâhîm ibn Musa el-Ferrâ ve benzerler
i gibi hadîs sahihleri
nden olan büyük üstâdlar, tefekkür ve ma'rifette Muhammed ibn İsmail'in
kendileri
nden üstün olduğuna hükmediyorlardı.
İmâm Ebû Muhammed Abdullah ibn Abdirrahmân ed-Dârimî şöyle demişti: Ben
Harameyn'de, Hicaz'da, Şam'da ve Irak'da birçok âlimler gördüm, fakat onların
içinde Ebû Abdillah el-Buhârî'den daha cem'iyyetlisi
ni, yânî daha çok hadîs toplayanını görmedim.
Ebû Sehl Mahmûd ibnu'n-Nadr şöyle dedi: Ben Basra'ya, Şam'a, Hicaz'a, Küfe'ye
girdim ve bu şehirlerin âlimlerini gördüm. Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'nin
zikri her geçtikçe, onlar Buhârî'yi kendilerinden üstün tutarlardı.
Hâşid ibn İsmâîl şöyle dedi: Ben İshâk ibn Râhaveyh'i sediri üzerinde otururken
gördüm, Muhammed ibn İsmâîl de beraberin
de idi. Muhammed ibn İsmâîl ona karşı bir şeyi redd etti. Bunun üzerine
İshâk, Muhammed ibn İsmail'in görüşüne döndü. İshâk: Ey hadîsciler topluluğu,
sizler bu gençten hadîs yazın. Zîrâ o şâyed el-Hasen el-Basrî zamanında mevcûd
olaydı, hadîs ile ilgili bilgisi ve fıkhından dolayı insanlar muhakkak ona
muhtaç olurlardı, dedi.
es-Sünen sahibi Ebû İsâ et-Tirmizî: Ben ne Irak'da, ne de Horasan'da illetleri
n ma'nâsı, târîh ve isnâdları tanıma hususlarında Muhammed ibn
İsmail'den daha bilgilisi
ni görmedim, demiştir.
Muhammed ibn Yûsuf el-Hemedânî şöyle dedi: Biz Kuteybe ibn Saîd'in yanında idik.
Derken oraya Ebû Ya'kûb denilen Şa'rânlı bir adam geldi ve Kuteybe'ye, Muhammed
ibn İsmail'i sordu. Kuteybe: Ey buradakil
er! Ben hadîs hakkında inceleme yaptım. Fakîhler, zâhidler ve âbidlerin
meclisler
inde oturdum. Aklımın erdiği günden beri Muhammed ibn İsmail
el-Buhârî'nin benzerini görmedim, dedi. Yine bu Kuteybe ibn Saîd: Ben fakîhler,
zâhidler ve âbidlerle beraber oturdum. Akıl ettiğim günden beri Muhammed ibn
İsmail'in benzerini görmedim. O kendi zamanında, sahâbîler içinde Umer'in
durumunda idi. Eğer Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî sahâbîler devrinde
bulunsaydı, muhakkak bir alâmet olurdu, dedi.
Muhammed ibn Yûsuf el-Hemedânî şöyle dedi: Kuteybe ibn Saîd'e, sarhoş kimsenin
kadın boşamasının hükmü sorulmuştu. Bu sırada içeriye Muhammed ibn İsmâîl
girdi. Bunun üzerine Kuteybe o suâli soran kimseye: İşte Ahmed ibn Hanbel,
İshâk ibn Râhûye ve Alî ibnu'l-Medînî! Allah onları Buhârî'nin şahsında sana
gönderdi, dedi de eliyle Buhârî'yi gösterdi.
Ebû Amr el-Kirmânî şöyle dedi: Ben Basra'da Mıhyâr'a Kuteybe ibn Saîd'in: Yemîn
olsun benim yanıma Arz'ın doğusundan ve batısından gelenler oldu, fakat benim
yanıma Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'nin benzeri gelmedi, dediğini hikâye ettim.
Bunun üzerine Mıhyâr: Kuteybe doğru söylemiştir. Ben de Kuteybe'yi Yahya ibn
Maîn'in beraberin
de gördüm. İkisi, Muhammed ibn İsmail'in yanına gidip geliyorla
rdı. İşte o vakit bilgi hususunda Yahya'nın Saîd'e itaat etmekte
olduğunu görmüştüm, dedi.
Ya'kûb ibn İbrâhîm ile Nuaym ibn Hammâd el-Huzâî: Şübhesiz Muhammed ibn İsmâîl
el-Buhârî bu ümmetin fakîhidir, dediler.
Bundâr Muhammed ibn Beşşâr da, Buhârî'yi kasdedere
k: O bizim zamanımızda Allah'ın halkının en fakîhidir, demiştir.
Firabrî de şöyle dedi: Ben Muhammed ibn Ebî Hâtim'den işittim, şöyle diyordu:
Ben Hâşid ibn İsmail'den işittim, şöyle diyordu: Ben Basra'da idim. Derken
Muhammed ibn İsmail'in gelişini işittim. Buhârî geldiği zaman Muhammed ibn
Beşşâr: Bu gün fakîhlerin seyyidi geldi, dedi.
Muhammed ibn İbrâhîm el-Bûşencî de şöyle dedi: Ben 228/930 senesinde Bundâr'dan
işittim, o: Bizim üzerimize Muhammed ibn İsmail'in benzeri gelmedi, diyordu. Ve
yine bu Bundâr: Ben senelerde
n beri onunla iftihar edip duruyorum, dedi.
Buhârî şöyle dedi: Ben on sekiz yaşında iken el-Humeydî'nin yanına girdim. O
esnada Humeydî ile diğer bir kimse arasında bir hadîs hususunda bir ihtilâf
meydana gelmiş. Humeydî bana bakınca: İşte aramızda hüküm verecek kimse geldi,
dedi. Akabinde husûmeti bana arzettile
r. Ben de Humeydî lehine hükmettim. Zîrâ hakk onunla beraberdi
.
Buhârî şöyle dedi: İshâk ibn Râhûye, benim tasnif etmiş olduğum Târîh kitabını
aldı, onu emîr olan Abdullah ibn Tâhir'in yanına götürüp: Ey Emîr, sana bir
sihr (yânî çok güzel bir kitâb) göstereyim mi? Dedi.
Musa ibn Kureyş şöyle dedi: Abdullah ibn Yûsuf et-Tenîsî, Buhârî'ye hitaben: Yâ
Ebâ Abdillah! Benim kitâblarıma bak da içlerinde düşük ve hatâ nev'inden birşey
varsa bana haber ver, dedi. Buhârî de: Pekî, diyerek ona icabet etti.
Buhârî şöyle dedi: Muhammed ibn Selâm el-Beykendî bana: Kitâblarıma bak da
içlerinde hatâ nev'inden her ne bulursan üzerine çarpı işareti koy, dedi.
Muhammed ibn Selâm'ın ashabından biri ona: Bu genç kimdir? diye sordu da,
Beykendî benim için: Bu, benzeri olmıyan kişidir, dedi. İşte bu adı geçen
Muhammed ibn Selâm: Muhammed ibn İsmâîl benim yanıma her girdikçe hayrete düşer
ve ondan endîşe eder dururdum, derdi. Yânî onun yanında hatâ yapmaktan korkardı.
Ebû Bekr el-Medînî şöyle dedi: Bizler bir gün İshâk ibn Râhûye'nin yanındaydık.
Muhammed ibn İsmâîl de orada hâzır bulunuyor
du. İshâk sahâbîsinin berisinde Ata el-Kencârânî (nisbeti) bulunan bir
hadîse uğradı. Bunun üzerine İshâk, Buhârî'ye hitaben:
- Yâ Ebâ Abdillah! Bu Kencârân nedir? dedi. Buhârî:
- Yemen'de bir karyedir. Muâviye, sahâbî'den olan şu zâtı Yemen'e gönderdi. İşte
bu Ata o sahâbî'den iki hadîs işitti, dedi. İshâk da ona:
- Yâ Ebâ Abdillah, sen bunu onların yanında hâzır bulunmuş gibi bilmektes
in, dedi.[2]
Yine Buhârî şöyle dedi: Alî ibnu'l-Medînî bana Horasan'ın üstâdlarını soruyordu
. Ben de ona Muhammed ibn Selâm el-Beykendî'yi zikr ediyordum
. Kendisi onu tanımıyordu. Nihayet kendisi bir gün bana:
- Yâ Ebâ Abdillah! Senin övdüğün herkes artık bizim yanımızda makbuldür, dedi.
Ebu'1-Fadl Ahmed ibn Seleme en-Nîşâbûrî şöyle dedi: Bana Feth ibn Nuh
en-Nîşâbûrî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Alî ibnu'l-Medînî'ye geldim. Muhammed
ibn İsmâîl el-Buhârî'yi de onun sağ tarafında oturmuş hâlde gördüm. Alî
ibnu'l-Medînî her hadîsi tahdîs edince, azamet ve celâletinden sakınarak
Buhârî'ye döner dururdu.
Buhârî şöyle dedi: Amr ibn Alî el-Fellâs'ın ashabı benimle bir hadîsi müzâkere
ettiler. Ben, o hadîsi tanımıyorum, dedim. Onlar benim bu cevâbımdan dolayı
sevindile
r. Ve akabinde Amr ibn Alî'ye gittiler. Biri Amr ibn Alî'ye: Biz Muhammed
ibn İsmâîl ile bir hadîsi müzâkere ettik. O, bu hadîsi tanımadı, dedi. Bunun
üzerine Amr ibn Alî: Muhammed ibn İsmail'in tanımadığı bir hadîs, hadîs
değildir, demiştir.
Ebû Amr el-Kirmânî şöyle dedi: Ben Amr ibn Alî el-Fellâs (249/863)'dan işittim;
o: Benim sâdık arkadaşım, Ebû Abdillah Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'dir;
Horasan'da onun benzeri yoktur, diyordu.
Ebû îsâ et-Tirmizî şöyle dedi: Muhammed ibn İsmâîl, Abdullah ibn Munîr'in
yanında idi. Buhârî onun yanından kalktığı zaman, Abdullah ibn Munîr ona karşı:
Yâ Ebâ Abdillah! Allah seni bu ümmetin zîneti kılsın, dedi.
Hafız Recâ ibn Recâ: Muhammed ibn İsmail'in bütün âlimler üzerindeki fazileti,
erkekleri
n kadınlar üzerindeki fazlı gibidir, dedi.
Abdullah ibn Muhammed ibn Saîd ibn Ca'fer şöyle dedi: Ahmed ibn Harb en-Nişâbûrî
vefat ettiği zaman İshâk ibn Râhûye ile Muhammed ibn İsmâîl binekleri
ne bindiler de onun cenazesin
i teşyî' ediyorlardı. Ben de giderken ilim ehli olan kimseleri dinliyord
um. Onlar bu ikisine bakıyorlar ve: Muhammed ibn İsmâîl, İshâk'dan daha
fakîhtir, diyorlardı.
Ahmed ibn İshâk es-Sermâvî: Her kim hakkıyle ve bütün sadâkatıyle fakîh olan bir
kimseye bakmak isterse, Muhammed ibn İsmail'e baksın, dedi.
Hâşid ibn İsmâîl şöyle dedi: Ben Amr ibn Zürâre ile Muhammed ibn Râfi'i,
Muhammed ibn İsmail'in yanında gördüm. Bu ikisi Buhârî'den hadîs illetleri
ni soruyorla
rdı. Buhârî yanlarından kalkıp gidince, bu iki zât mecliste hâzır
olanlara: Buhârî'den aldanmayın, gaflet etmeyin. Çünkü bizden daha fakîh, daha
âlim ve daha basiretli
dir, dediler.
Yine Hâşid şöyle dedi: Biz bir gün Amr ibn Zürâre de beraber olarak İshâk ibn
Râhûye'nin yanında idik. İshâk, Ebû Abdillah'ın önünde hadîs imlâ ettiriyor
du. Hadîs sahihleri de ondan hadîs yazıyorlardı. Bu esnada İshâk ibn
Râhûye: O benden daha basiretli
dir, diyordu. Ebû Abdillah el-Buhârî o zaman bir genç idi. Ebû Bekr ibn
Ebî Şeybe de Buhârî'yi Bâzil (yânî kâmil) diye isimlendi
rirdi.
Muhammed ibn Ebî Hatim el-Varrak şöyle dedi: Ben Yahya ibn Ca'fer
el-Beykendî'den işittim; o şöyle diyordu: Şayet kendi ömrümden alıp da Muhammed
ibn İsmail'in ömründe artırma yapmağa kaadir olaydım, muhakkak bu artırma işini
yapardım. Çünkü benim ölümüm, bir tek adamın ölümü olurdu; hâlbuki Muhammed ibn
İsmail'in ölümüne gelince, onda ilmin gitmesi vardır.
Yine Buhârî'nin varrâkı yânî kâtibi şöyle dedi: Ben yine Yahya ibn Ca'fer
el-Beykendî'den işittim, o Buhârî'ye hitaben: Eğer sen olmayaydın ben Buhârâ'da
yaşamayı hoş bulmazdım, diyordu.
Abdullah ibn Muhammed el-Musnidî şöyle dedi: Sübhesiz Muhammed ibn İsmâîl
el-Buhârî bir imamdır. Her kim onu imam tanımazsa, ben o şahsı ittihâm ederim.
İmamların imâmı olan Ebû Bekr Muhammed ibn İshâk ibn Huzeyme: Semânın bütünü
altında hadîste Muhammed ibn İsmail'den daha âlim kimse yoktur, dedi.
el-Hâfız Muhammed ibn Ya'kûb da şöyle dedi: Ben Müslim ibnu'l-Haccâc'ı,
Buhârî'nin önünde, çocuğun muallime suâl soruşu gibi suâl sorarken gördüm. [3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ca'fer ibn Muhammed el-Mustağfiri, Târihu Nesef'de Buhârî'yi zikr etti de:
Eğer benim için caiz olaydı, ben muhakkak Buhârî'yi, onun mülâki olduğu
Üstâdları üzerine tafdîl eder ve muhakkak o kendi gibisine kavuşmamıştır
derdim, demiştir. (Tabakaatu'ş-Şâfiiyye, II, 8).
[2] Hedyu's-Sârî. s.484 vd., "Zikru senâi'n-nâsi aleyhi ve ta'zîmihim lehu";
İrşâdu's-Sârî, I, 33-37, "Ve senâu'n-nâsi aleyhi bi fehmihi."
[3] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 64-69.
13- İmâm
Müslim'in İmâm Buhârî'yi Takdîr Edip Büyütmesi
Hafız Ebû Hâmid el-A'meş şöyle dedi: Biz Nîşâbûr'da Buhârî'nin yanında idik.
Müslim ibnu'l-Haccâc geldi ve Buhârî'ye şu hadîsi sordu:
Ubeydulla
h ibn Amr, Ebu'z-Zuheyr'den, o da Câbir'den; dedi ki: Resûlullah (S)
bizleri bir seriyye içinde gönderdi, berâberimizde Ebû Ubeyde vardı... (Hadîs
uzunca devam ediyor).
Buhârî şöyle dedi: Bize İbnu Ebî Uveys tahdîs etti. Bana kardeşim Süleyman ibn
Bilâl'den, o da Ubeydulla
h'dan... diyerek hadîsi tamâmiyle zikretti. Bunun akabinde bir insan da
Buhârî'nin huzurunda: "Haccâc ibn Curayc Musa ibn Ukbe'den, o da Süheyl ibn Ebî
Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Hureyre'den, o da Peygamber (S)den. Buyurdu
ki: "Bir kulun dedikodul
u bir meclisten kalktığı zaman Sübhâneke 'llâhümme ve bi-hamdike eşhedu
en la ilahe illâ ente. Estağfiruke ve etûbu ileyke demesi, meclise iştirak
ettiğinin keffâretidir" hadîsini okudu ve Buhârî'ye bu isnâd ve hadîs hakkındaki
fikrini sordu. O mecliste hâzır bulunan Müslim hemen atılarak: Dünyâda bundan
sağlam isnâd da olur mu imiş? İbn Curayc, Musa ibn Ukbe'den, o da Süheyl ibn Ebî
Salih'ten rivayet etmiş. Dünyâda bu kadar kuvvetli isnâd ile hiç bir hadîs
bilinir mi? dedi.
Müslim'in bu sözleri üzerine Muhammed ibn İsmâîl: Evet amma ma'lûldur, dedi.
Müslim'i bir titreme alıp: La ilahe ille'llah, illeti neresinde ise bana haber
ver, dedi. Buhârî, başka tarîklardan da yine Haccâc ibn Muhammed' den olmak
üzere kendisine bu hadîsin baliğ olduğunu senedleri
yle zikr ederek, yalnız: Allah'ın örttüğünü sen de ört; bu, insanların
Haccâc ibn Muhammed'den, onun da ibn Curayc'dan rivayet ettikleri celîl bir
hadîstir, demekle yetindi ve illeti beyân etmek istemedi. Müslim ısrar etti,
başını öptü, ağlamaklı oldu.
Buhârî, Müslim'den bu kadar ısrar görünce: Öyleyse yaz:
"Bize Musa ibn İsmâîl tahdîs etti. Bize Vuhayb tahdîs etti. Bize Musa ibn Ukbe,
Avn ibn Abdillah'dan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu:... isnâdıyle hadîsi rivayet etti. Bunun üzerine Müslim: Sana hasedcide
n başkası buğz etmez. Dünyâda senin bir benzerin daha olmadığına şehâdet
ederim, dedi.
Bu hikâyeye göre, her iki hadîsin metni birdir. Lâkin hadîs birinci sened ile
ma'lûl, ikinci sened ile sahîhdir. Dikkat edilmiş ise anlaşılır ki, Buhârî'nin
ma'lûl dediği rivayet hep an'ane ile rivayet edilmiş ve sonunda merfû' olarak
serd edilmiştir. Hâlbuki diğer rivayette sened -tabiî olan- Avn ibn Abdillah ibn
Utbe'ye kadar hep "haddesenâ" lâfzı ile sevk edildikte
n sonra, Ebû Hureyre'nin ismi zikr edilmeksi
zin irsal edilmiştir. Meğer merfû' olarak rivayet ediledura
n hadîs, mürsel imiş.
Bu kıssayı el-Beyhâkî el-Medhâl'de, el-Hâkim Ebû Abdillah'dan diğer bir siyakla
rivayet etmiştir: Dedi ki: Ben Ebû Nasr Ahmed ibn Muhammed el-Varrâk'tan
işittim, şöyle diyordu: Ben Ahmed ibn Hamdûn el-Kassâr'dan -ki o Ebû Hâmid
el-A'meş'dir- işittim, şöyle diyordu: Ben Müslim ibnu'l-Haccâc'dan işittim:
Kendisi Muhammed ibn İsmail'in yanına geldi, onun iki gözünün arasını öptü ve:
Bırak beni ayağını da öpeyim ey üstâdların üstadı, muhaddisl
erin seyyidi, hadîs illetleri
nin tabîbi, dedi.
Buhârî burada da iki senedle hadîsi rivayet ettikten sonra, birinci sened
hakkında: Bu güzeldir, hem dünyâda bunun kadar sağlam başka bir isnâd da
bilmiyoru
m, lâkin ma'lûldür. Benim haber verdiğim isnâd daha iyidir. Zîrâ Musa ibn
Ukbe'nin Süheyl'den müsneden bir hadîs rivayet ettiğini hiçkimse haber
vermemiştir, diyerek, ikinci bir illet daha göstermiştir[1]...
Hâşid ibn İsmâîl şöyle dedi: Basra halkından ilim ehli olan kimseler hadîs
talebi için Buhârî'nin arkasından koşarlardı. Hâlbuki o zaman Buhârî bir
gençti. Nihayet onu isti'lâ ederler ve onu yolun bir yerinde oturturla
r da başına binlerce kişi toplanırdı. Ki, o toplananl
arın çoğu kendileri
nden hadîs yazılan kimselerd
endi. O zaman Buhârî, henüz yüzünde tüy çıkmamış bir genç idi.
Ebû Hatim er-Râzî: Horasan asla Muhammed ibn İsmail'den daha hafız bir kimse
çıkarmadı, ve oradan Irak'a ondan daha âlimi de gelmedi, dedi.
el-Aclî de şöyle dedi: Ben Ebû Zur'a'yı ve Ebû Hâtim'i gördüm; bu ikisi
Buhârî'den hadîs işitiyorlardı. Hâsılı Buhârî her şeyi güzel yapan, dîn ve
faziletçe üstün ümmetlerden bir ümmet idi.
ed-Dârimî'ye bir hadîsten soruldu ve kendisine Buhârî'nin bu hadîs sahihtir
dediği söylendi. Bunun üzerine ed-Dârimî: Muhammed ibn İsmâîl, Dârimî'den daha
basiretli
dir. O, Allah'ın kendi kitabı içinde ve Peygamber'inin diliyle emr
ettiği ve nehy eylediği şeyleri Allah'a yakışacak şekilde yerine getiren
kullarının en zekîsidir. Muhammed ibn İsmâîl, Kur'ân'ı okuduğu zaman kalbini,
gözünü ve kulağını onunla tamâmiyle meşgul eder, kitabın mes'elelerind
e tefekkür edip, onun halâlını, haramını iyice tanır, dedi.
Ebû Sehl Mahmûd ibnu'n-Nadr şöyle dedi: Ben Mısır âlimlerinden otuzdan fazlasını
dinledim ki onlar: Dünyâda Muhammed ibn İsmail'e bakmak bizim ihtiyâcımızdır,
diyorlardı.
Ebu't-Tayyib Hatim ibn Mansûr da: Muhammed ibn İsmâîl, basireti ve ilme nüfuz
edişi hususlarında Allah'ın âyetlerinden bir âyet idi, dedi.
Abdullah ibn Muhammed el-Eylî: Vallâhî ben, Muhammed ibn İsmail'in bedeninde
bir kıl olaydım diye temenni etmişimdir, dedi.
Suleym ibn Mucâhid: Ben altmış yıldan beri Muhammed ibn İsmail'den daha fakîh
ve daha takvâlı kimse görmedim, demiştir.
Ahmed ibn Seyyar, Merv Târîhi'nde şöyle dedi: Muhammed ibn İsmâîl, ilim taleb
etti, âlim insanlarl
a ilim meclisler
inde bulundu, hadîs uğrunda seyahatle
r etti ve hadîste maharet kazanıp en basiretli dereceye yükseldi. O,
bilgisi ve ezberleme
si çok güzel bir zât idi, bununla beraber fakîhlik de yapıyordu.
Amr ibnu'l-Haffâf şöyle dedi: Yahya ibn Muhammed ibn Sâid, Buhârî'yi zikr ettiği
zaman: O el-kebşu'n-nattâh'dır (yânî çok vurucu koçtur), derdi.
el-Hâfız Ebu'l-Abbâs, el-Fadl ibnu'l-Abbâs er-Râzî es-Sâığ'a: Hangisi daha
hafızdır; Muhammed ibn İsmâîl mi, yâhud Ebû Zur'a mı? diye soruldu. Ebu'l-Abbâs
şöyle dedi: Ben Muuhammed ibn İsmâîl ile karşılaşmış değildim. Nihayet Hulvân
ile Bağdâd arasında önümden geldi, karşılaştık. Yolumdan bir merhale kadar
geriye doğru onunla yürüdüm ve bu esnada ona kendisini
n tanımadığı bir hadîs getirmeye çok gayret ettim.. Fakat bu bana mümkün
olmadı. Ve işte ben buyum. Ebû Zur'a'nın başının saçı sayısınca garîb hadîs
sayabilir
im.
Muhammed ibn Abdirrahmân ed-Dagûlî şöyle dedi: Bağdâd ahâlîsi Muhammed ibn
İsmail'e, içinde şu beyt bulunan bir mektûb yazdılar:
"Sen kendileri için hayâtta bakî olduğun müddetçe, müslümânlar bir hayr
içindedirler. Kaybedild
iğin zaman senden sonra artık hayr yoktur"[2]
el-Hâfız Ebu'l-Abbâs Ahmed ibn Muhammed ibn Saîd ibn Ukde: Şayet bir kimse otuz
bin hadîs yazmış olsa Muhammed ibn İsmail'in Târîh'inden müstağni olmaz,
demiştir. el-Hâkim Ebû Ahmed de el-Kûnâ (Künyeler) kitabında: Buhârî hadîs
bilgisi ve toplaması hususlarında imamların yegânesi idi. Eğer ben, hiç
kimsenin tasnifini güzellik ve olgunlukt
a Buhârî'nin tasnifine benzer görmedim deseydim, muhakkak böyle yapmış
olurdum, demiştir. Ben Buhârî asrından sonra gelen âlimlerin ona yaptıkları
övgülere bir bâb açsaydım, muhakkak sahîfeler biter, nefesler tükenirdi. Hulâsa,
o sahili olmayan bir denizdir. Ben ancak İbnu Ukde ile Ebû Ahmed'in sözlerini
buna bir unvan olarak yazdım. Zâten büyük üstâdlarının ona yaptıkları övgülerin
ardından, daha sonrakile
rin hikâyelerine muhtaç olunmaz. Çünkü devrinin üstâdları onu, müşahede
ettikleri
yle övmüşler, bildikler
iyle vasfetmişlerdir. Kendileri
nden sonra gelenleri
n medihleri ise böyle değildir. Çünkü bu sonrakile
rin övmeleri ve vasıfları, kendileri
ne nakl edilmiş bilgilere i'timâd üzerine kurulmuştur. Bu iki makaam
arasında ise açık bir fark vardır: "Leyse'l-ıyânu ke'1-haberi-Gözle görmek
haber gibi değildir"[3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sârî, s.487-489, "Zikru cumelin mine'l-ahbâri'ş-şâhide H seati
hıfzını veseyelânı zihnihî ve ıttılâıhî ale'l-ileli sivâ mâ tekaddeme";
İrşâdu's-Sârî, I, 35-36; bâzı tasarrufl
a TecrîdTer., I,173-174. Diğer kaynaklar: Târîhu Bağdâd, II, 29 (XIII,
100-104); İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, XI, 33-34; Ebu'1-Fidâ, el-Muhtasar
min Ahbâri'l-Beşer, II, 54.
[2] el-Bidâye ve'n-Nihâye, XI, 24-28; İrşâdu's-Sâri, I, 37.
[3] Hedyu's-Sâri, s.481-486, "Zikru senâi'n-nâsi aleyhi ve ta'zîmihim lehu";
"Zikru tarafın min senâi akrânihi ve tâifetin min etbâıhi aleyhi tenbîhen
bi'1-ba'z ale'l-kulli".
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 69-72.
İmâm Buhârî'nin Tercihlerinden Bâzıları Şunlardır:
* İki sünnet yerinin inzal olmaksızın birbirine sâdece dokunmasından yıkanmanın
vâcib olmıyacağı, ancak yıkanmanın daha ihtiyatlı olduğu.
* Hamamda Kur'ân okumakta be's olmıyacağı.
* Meninin yıkanmasının da, el ile sürtülüp ovalanmasının da caiz olması.
* Suyun içine murdar düşmekle değil de, ancak tağayyur (yâni başkalaşma) ile
murdar olacağı.
* Fil ve benzeri ölü hayvan kemikleri
yle taranmanın, onların yağlarım yağ sürmekte kullanmanın ve onlarla
ticâret yapmanın cevazı.
* İçine fare ve benzeri bir hayvan düştüğü zaman, sıvı olsun donuk olsun, o
hayvan ve etrafının atılması suretiyle yağın temiz sayılacağı.
* Namaz kılarken üstüne pislik atılan kimsenin namazının bozulmıyacağı.
* (Namaz içinde iken) Elbisesin
de kan gören kimsenin o kanı atacağı, namazını tamamlaya
cağı ve namazı yeni baştan kılmıyacağı.
* Ayetin Mushaftan okunmasında be's olmadığı.
* Cünüb olan kimsenin (ezberden) Kur'ân okumasında be's olmadığı.
* Kadının üç hayzının bir ayda tamamlanmıyacağı, kadın dindarlığından hoşnûd
olunacak yakın arkadaşlarından bir şâhid getirir, o şâhid de kendisini
n bir ay içinde üç defa hayz olduğuna şehâdet ederse kadının tasdik
olunacağı ve iddetinin biteceği.
* Teyemmümün yüze ve ellere âid olduğu.
* Abdesti bozacak bir hades vâki' olmadığı müddetçe, iki ve daha çok farz
namazın bir tek teyemmüm ile kılınmasının cevazı.
* Cünüb olan kimsenin, soğuk sudan hasta olmaktan korktuğu zaman teyemmüm edip
namaz kılabileceği.
* Murdar şeyle boyanan kumaşları giymenin cevazı.
* Uyluğun avret olmadığı.
* Gemi içinde namaz kılan kimsenin gemi ile beraber geminin döndüğü cihete
dönebileceği.
* İnsanın kendi elbisesi ve yaygısı üzerinde secde etmesinin cevazı.
* Ayakkabıları ile namaz kılmanın cevazı.
* Umre yapmanın vâcib olduğu.
* Buhârî, alış veriş işlerinin insanların kendi aralarında tanıyageldikleri âdet
ve esâslara göre döndürüleceği görüşündedir.
* Buhârî, kadının gerek kendi mülkü olsun, gerek başkasının mülkü olsun müsavi
olarak, erkek köleden perde arkasına çekilmiyeceği hususunda
ki Âişe mezhebini tercîh etti.
* Buhârî, kör kimsenin ve maske takınmış kadının sesi tanındığı zaman şâhidlik
yapmasının cevazını tercîh etti.
* Şübhe ve fesâd ehli olan kimseleri gıybet etmenin cevazı.
* Kitâb ehli olan kişinin Kur'ân öğretmesinin cevazı (Nitekim bu Ebû Hanîfe'nin
mezhebidi
r); Kur'ân' dan başka ilimlerde öğretmenlik yapmasının evleviyet
le cevazı.
* Kadının gelin bile olsa, erkeklere hizmet etmesi ve onların karşılarında
dikilip işlerini görmesinin cevazı; nitekim köylerdeki ve sah-râlardaki kadınlar
kendi fıtratlarıyle bu nizâm üzeredirler.
* Talâkın niyetle ve boşama kasdıyle vuku' bulacağı, mutlak bir sözle talâk
vâki' olmıyacağı hususunda
ki İbn Abbâs mezhebini tercîh etti.
* Buhârî, bir yıllık müddet âyeti (el-Bakara: 2/228, 234: et-Talâk: 65/1-4)
hakkında, bu âyetin mensûh olmayıp, muhkem bulunduğu hususunda Mucâhid ve
Atâ'nın mezhebler
ini tercîh etti. Bu da, kadın bir yıllık suknâ vasıyyetini kabul ettiği
takdirded
ir.
* Kadınların erkeklere hasta ziyareti yapmalarının cevazı; nitekim köyler ve
sahralar halkı kendi fıtratları ile bu gelenek üzeredirler.[1]
* Hıdır'ın şimdi diri olmadığı.
* Müşrike ibtidâen künye vermenin ve künyelendiği isimle nida etmenin cevazı.
* Üvey kızın ve üvey oğulun kızları haram kılınmakta üvey kız gibidir. Nitekim
oğulların çocuklarının karıları da, oğulların kadınları gibidir. Üvey kız, üvey
babasının terbiyesi
nde ve himayesin
de bulunmamış olsa da, yine haram kılınır.
* Buhârî: “Yahûdî olanlarda
n kimi kelimeler
i konuldukl
arı yerlerind
en tahrif ederler.. " (en-Nisâ; 4/46) âyetinin tefsiri hakkında şöyle
dedi: Yuharrifûne, yuzîlûne demektir. Hâlbuki Azîz ve Celîl olan Allah'ın
kitâblarmdan bir kitabın lâfzını izâle edecek hiç kimse yoktur. Lâkin onlar onu
tahrif ediyorlar, yânî te'vîlinden başka bir te'vîl ile te'vîl ediyorlar
. İbn Hacer Fethu'l-Bârî'de bu bahs üzerine geniş îzâh yaptı. Çünkü bu
çok mühim bir konudur.
* Buhârî, hâkimin kendi âmillerine, kaadînın diğer kaadîya yazdığı mektûb ile
-o mektûb üzerine şâhid ve beyyine olmadan da- amel etmeyi caiz kıldı.
* Kadın tanıyıp bildi ise, perde arkasından kadın üzerine şâhidliği caiz gördü.
* Hâkimin hükmünün hiçbir haramı helâl ve hiçbir helâlı haram kılamıyacağı.
* Hâkim, cevr ve zulm ile yânî adaletsiz
ce hüküm verir yâhud ilim ehlinin hilâfına hüküm verirse, o hükmün merdûd
olacağı.
* Buhârî, tamamen kâfir olsa bile bir insanın hâkim için tercemânlık yapmasını
caiz gördü.
* Buhârî'nin evlenmek istenilen kadına bakmaya istidlali: Buhârî, evlenmek
üzere istenmekt
e olan kadına veya kıza bakmaya, Peygamber'in Âişe'ye hitaben söylediği
şu hadîsi ile istidlal etti: "Ben seni ru 'yâmda gördüm. Senin resmini bir ipek
parçası üzerinde olarak melek getiriyor
du da bana: Bu kız senin karındır, diyordu. Ben senin yüzünden perdeyi
açtığımda baktım ki, o ru'yâmda gördüğüm, sensin."[2]
el-Vâlid, Minhâc Şerhi'nde şöyle dedi: Bu güzel bir istidlald
ir. Çünkü Peygamber'in fiili, uykuda olsun uyanıkken olsun, müsavidir.
Peygamber Âişe'nin yüzünü açmış, bakmıştır...[3]
Şübhe yok ki, insaflı olan kimse buradaki tercihler
i gördüğü zaman muhakkak Buhârî'nin mutlak bir müctehid olduğuna kesin
kaanî olacaktır. Çünkü bu kaviller mezheb imamları arasında dağıtılmışlardır.
Buhârî onlardan hiçbir mezhebi ayniyle tutmamıştır. Merhum üstadın bir araya
getirmiş olduğu bu tercihler el-Câmi 'u's-Sahıh'in içindekilerden ancak bir
parçadır. Yoksa şübhesiz Buhârî'ye aid daha pekçok tercihler ve görüşler vardır
ki, kitabında bu görüşlerden birinin zikr edilmediği bir bâb hemen hemen yoktur.
Zikr edilen bu mıkdâr da yetecekti
r. Ve Allah en bilendir. [4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İslâm dîni fıtrat dînidir. Fıtratın gerektird
iği nizâmı en güzel ve en ma'kûl ölçüler içinde gerçekleştirmiştir.
Kadın-erkek ilişkilerini ifrat ve tefritten uzak, her asır ve her yerde tatbiki
kaabil en medenî düstûrlarla nizamlamıştır. Bizleri böyle yüce bir dînin
sâliklerinden kıldığı için Allah'a sayısız hamd u senalar olsun.
[2] Buhari, Nikah, Babu’n-nazar ile’l-mer’e kable’t-tezvic, rak: 58.
[3] Yalnız son mesele: Tabakaatu'ş-Şâfiiyye, II, 18.
[4] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 75-77.
14-
Nişâbûr'da Üstadı ez-Zuhlî Tarafından Ma'rûz Kaldığı Fitne
Hatim ibn Ahmed ibn Muhammed şöyle dedi: Ben Müslim ibnu'l-Haccac'dan işittim,
söyle diyordu: Muhammed ibn İsmail Nîşâbûr'a geldiği zaman, Nîşâbûr halkının ona
yaptığı karşılamayı hiçbir vâlîye ve hiçbir alime yaptıklarını görmedim.
Buhârî'yi şehirden iki yâhud üç merhale uzakla karşıladılar. Muhammed ibn Yahya
ez-Zuhlî kendi meclisind
e: Her kim yarın Muhammed ibn İsmâlîl’i karşılamak isterse onu
karşılasın, şübhesiz ben de onu karşılamaya gideceğim, dedi. Müteakiben Muhammed
ibn Yahya ve Nîşâbûr âlimlerinin çoğu onu karşıladılar. Buhârî şehre girdi ve
Buhâriler'in konağına indi.
Muhammed ibn Yahya bizlere: Buhârî'ye kelâm ilminden herhangi bir şey sormayın.
Çünkü o eğer bizim üzerinde bulunduğumuz görüş hilâfına cevâb verirse, onunla
aramızda ayrılık vâkı’ olur ve Buhârâ’daki Nâsibî, Rafızî, Cehmî ve Murciîler'in
herbiri bizlerdek
i bu ayrılıktan sevinirle
r, dedi.
İnsanlar Muhammed ibn İsmail'in üzerine çok kalabalık edip sıkıştılar; o kadar
ki, bulunduğu konak ve dam üstleri dolup taştı. Gelişinin ikinci yâhud üçüncü
günü olunca, bir kimse Buhârî'ye doğru kalktı da "el-Lâfz bi'l-Kur'ân"dan yâni
Kur'ân'ı telâffuz etmekten sordu. Buhârî: Fiillerim
iz yaratılmıştır, lâfızlarımız da fiillerim
izdendir, dedi. Bu cevâbdan dolayı insanlar arasında bir ihtilâf vâki'
oldu. Şöyle ki: Bâzı kimseler: Buhârî, "Lâfzı bi'1-Kur'ânı mahlûkun" demiştir,
dediler. Bâzıları da, öyle demedi, dediler. Aralarında bu hususta ihtilâf vâki'
oldu. Hattâ bâzısı bâzısına doğru vuruşmaya kalkıştı. Bunun üzerine o konağın
sahihleri toplandılar da kavgacıları dışarıya çıkardılar.[1]
Ebû Ahmed ibn Adiyy de şöyle dedi: Üstâdlardan bir cemâat bana şöyle zikretti:
Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî Nîşâbûr'a geldiği zaman huzuruna çok insan
toplandı. O vaktin üstâdlarından biri ona hased etti ve hadîsciler topluluğuna
hitaben: Muhammed ibn İsmail "Lâfzî bi'1-Kur'âni mahlûkun" demektedi
r, dedi. Buhârî meclise geldiği zaman bir adam ona doğru ayağa kalktı
ve: "Yâ Ebâ Abdillah! Lâfzî bi'1-Kur'ân hakkında ne dersin; o mahlûk mudur,
yoksa gayri mahlûk mudur?" diye sordu. Buhârî o zâttan yüz çevirdi ve üç kerre
ona cevâb vermedi. O kimse suâlinde ısrar etti. Bunun üzerine Buhârî: Kur'ân
Allah'ın kelâmıdır, mahlûk değildir. Kulların fiilleri ise mahlûkdur. Bu
mes'elenin hakîkatine muttali' olmak için aşırı gitmek (yânı bu mes'eleyi
derinleştirmek veya bununla insanları imtihan etmek) bid'attır, dedi. Bu söz
üzerine o adam: Buhârî "Lâfzî bi'1-Kur'ânı mahlûkun" demiştir, diyerek, insanlar
arasında şerr ve fitne peyda edip tahrik etti.
Ebû Hâmid ibnu'ş-Şarkî de şöyle dedi: Ben Muhammed ibn Yahya ez-Zuhlî'den
işittim, o şöyle diyordu: Kur'ân Allah'ın kelâmıdır; mahlûk değildir. Kim
"Lâfzî bi'1-Kur'ânı mahlûkun" iddiasında bulunursa, o bir bid'atçıdır; onunla
bir mecliste oturulmaz ve onunla konuşulmaz. Her kim Muhammed ibn İsmail'e
giderse onu ittihâm ediniz. Çünkü onun meclisind
e, onun mezhebind
e olanlarda
n başkası hâzır olmaz.
el-Hâkim de şöyle dedi: Bu lâfz mes'elesinde Buhârî ile ez-Zuhlî arasındaki
hâdise vâki' olunca, insanlar Buhârî'den kesildile
r. Yalnız Müslim ibnu'l-Haccâc ile Ahmed İbn Seleme, Buhârî'den kesilmedi
ler. ez-Zuhlî: Dikkat edin, her kim lâfza kaail olduysa.a
rtık ona bizim meclisimize gelmesi helâl olmaz, dedi. Onun bu sözü
üzerine Müslim ridâsını başlığının üstüne aldı ve insanların gözleri önünde
kalkıp gitti. Akabinde Zuhlî'den yazmış olduğu hadîslerin hepsini bir hammâlın
sırtına yükleyip, Zuhlî'ye gönderdi. Onun için Sâhih'inde Buhâri'nin ve
Zuhlî'nin isimleri hiç yoktur ve Sâhih'inde onlardan hiçbiri hadîs rivayet
etmemiştir. Buhârî'ye gelince o, Zuhlî'den birçok hadîsler rivayet etmiştir.
Lâkin o bu rivayetle
rini: "Ahbâranî Muhammed =Bana Muhammed haber verdi" lâfzıyle veya
Zuhlî'yi dedesine nisbet ederek: "Bize Muhammed ibn Hâlid tahdîs etti"[2]
lâfzıyle rivayet eder. Zikr edilen nefretleşmenin meydana gelişinden dolayı
Zuhlî'yi tanınacağı ma'rûf ismiyle zikr etmez.
Yine el-Hâkim Ebû Abdillah şöyle dedi: Ben Muhammed ibn Hennâî'den işittim,
şöyle diyordu: Ben Ahmed ibn Seleme en-Nîşâbûrî'den işittim, söyle diyordu: Ben
el-Buhâri'nin yanına girdim de: Yâ Ebâ Abdillah! Şu Zuhlî, Horasan'da bilhassa
bu şehirde makbul bir zâttır. Bununla beraber şu mes'eleye dalmış, inâd ve
husûmet etmiştir. Bundan dolayı bizden hiç kimse o mes'ele hakkında ona bir
kelâm etmeye muktedir olamıyor. Binâenaleyh sen ne dersin? dedim. Buhârî avucu
ile sakalının üzerinden tuttu da şunları söyledi:
“Ben işimi Allah 'a ısmarlıyorum. Çünkü Allah kullarını çok iyi görendir"
(el-Mu'min: 40/44) Yâ Allah, şübhesiz Sen bilmektes
in ki, ben Nîşâbûr'da ferahlanm
ak, aşırılık ve taşkınlık için ikaamet etmek istemedim, başbuğ olmak
isteğiyle de oturmadım. Ancak muhaliflerin galebesin
den dolayıdır ki, gönlüm vatana dönmek istememiştir. Hâl böyle iken şu
adam bana karşı başka birşey için değil, sırf Allah'ın bana vermiş olduğunu
hased için kasdetmiştir.
Bundan sonra Buhârî: Yâ Ahmed, ben yarın buradan çıkıp gideceğim. Sizler de
elbet bu zâtın benim için olan sözlerinden kurtulaca
ksınız, dedi.
Yine el-Hâkim dedi ki: Hafız Ebû Abdillah ibnu'l-Ahrem şöyle demiştir: Müslim
ibnu'l-Haccâc ile Ahmed ibn Seleme, Buhârî'ye bağlılıkları sebebiyle Muhammed
ibn Yahya ez-Zuhlî'nin meclisind
en kalktıkları zaman, ez-Zuhlî, Buhârî'yi kasdedere
k: O adam bu şehirde sakin olamaz, dedi. İşte Buhârî bu sözden ötürü
endişelendi de oradan başka yere gitti.
Ebû Abdullah Muhammed ibn Ahmed İbn Muhammed el-Ma'rûf bi-Ğuncâr el-Buhârî
(412/1021) de Buhara Târîhi'nde şöyle dedi: Bize Halef ibn Muhammed tahdîs edip
şöyle dedi: Ben Nîşâbûr'da Ebû Emr Ahmed ibn Nasr en-Nişâbûrî el-Haff'âf’tan
işittim, şöyle diyordu: Biz bir gün Ebû İshâk el-Kuraşî'nin yanında idik.
Beraberim
izde Muhammed ibn Nasr el-Mervezî de vardı. Derken aramızda Muhammed ibn
İsmail’in zikri geçti. Bunun üzerine Muhammed ibn Nasr söyle dedi: Ben
Buhârî'den işittim, o şöyle diyordu: Her kim benim "Lâfzî bi'l-Kur'ânı mahlûkun"
dediğimi iddia ederse o bir yalancıdır. Çünkü ben o sözü söylemedim.
Bunun üzerine o, Buhârî'ye hitaben: Yâ Ebâ Abdillah! İnsanlar bu mes'eleye
dalmışlar ve çok söz etmişlerdir, dedi. Buhârî de. Sana söylemekte olduğum
sözden başka bir sözüm yoktur, dedi.
Ebû Amr şöyle dedi: Ben Buhârî'ye geldim de onunla hadîsten bir şeyi müzâkere
ettim. Nihayet Buhârî'nin gönlü hoş oldu. Ben: Yâ Ebâ Abdillah, işte şurada bir
kimse var ki, o senden, senin "Lâfzî bi'l-Kur'ânı mahlukun" demekte olduğunu
hikâye ediyor, dedim. Bunun üzerine Buhârî: Yâ Ebâ Amr, benden şunu ezber et:
Nîşâbûr ahâlîsinden -bu arada daha birçok belde isimleri sayarak- ve
diğerlerinden her kim benim "Lâfzî bi'1-Kur'ânı mahlûkun" demiş olduğumu iddia
ederse, o bir yalancıdır. Zîrâ ben o sözü söylemiş değilim. Ben sâdece
"Kulların fiilleri mahlûkdur" demişimdir, dedi.
Muhammed ibn Yûsuf el-Firabrî de şöyle dedi: Ben Muhammed ibn İsmail'den
işittim, şöyle diyordu: Kulların fiillerin
e gelince, o mahlûkdur. Bize Alî ibn Abdillah tahdîs etti. Bize Mervân
ibn Muâviye tahdîs etti. Bize Ebû Mâlik, Rabî'den; o da Huzeyfe'den olmak üzere
tahdîs etti. Huzeyfe şöyle demiştir: Peygamber (S): "Allah Taâlâ her san'atkârı
ve san'atını halk eder" buyurdu. Buhârî sonra şöyle ilâve etti: İnsanların
hareketle
ri, sesleri, kazanmaları ve yazmaları mahlûkdur. Amma okunan, Mushaflar
da tesbît olunan, satırlara dizilip yazılan, kalblerde hıfz edilen
Kur'ân'a gelince, o Allah kelâmıdır, mahlûk değildir. Allah Taâlâ: "Hayır, O
(Kur' ân) kendileri
ne ilim verilmiş insanların sinelerinde apaçık âyetlerdir..."
'(el-Ankebût: 29/49) buyurdu. Fulan güzel kırâatli, fulan çirkin okuyuşlu denir,
fakat güzel Kur'ânlı, çirkin Kur'anlı denmez. Kullara ancak kıraat nisbet
edilir. Çünkü Kur'ân, Rabbın kelâmıdır. Kıraat ise kulun fiilidir. Hiçbir kula
Allah'ın emrinde ilimsiz şeriat koymak hakkı yoktur[3]...
es-Subkî Tabakaat'ında, ez-Zuhlî'nin: "Dikkat edin! Kim onun (yânî Buhârî'nin)
meclisine giderse, artık bize gelmesin. Çünkü Bağdâdlılar bize: O, lâfz hakkında
kelâm etti, biz kendisini bundan nehyettik, fakat o vazgeçmedi diye mektûb
yazdılar. Binâenaleyh sîzler ona yakın olmayın" sözlerine cevâb olarak, şöyle
dedi:
Ben derim ki: Buhârî, rivayet olunan haberlere ve bizim de hikâye edecekler
imize göre, "Lâfzî bi'1-Kur'ânı mahlûkun" diyenlerd
endir. Muhammed ibn Yahya ez-Zuhlî de: Kim "Lâfzî bi'1-Kur'ânı mahlûkun:
Kur'ân'ı telâffuz edişim mahlûkdur, yânî yaradılmıştır" iddiasında bulunursa,
o, beraber oturulmıyacak ve konuşulmıyacak bir bid'atçıdır. Her kim Kur'ân
mahlûkdur iddiasında bulunursa kâfir olmuştur, demiştir. Allah bilir ki,
Muhammed ibn Yahya ancak Ahmed ibn Hanbel'in irâde ettiği şeyi, yânî bu
mes'eleye dalmaktan nehyi irâde etmiştir. -Nitekim biz el-Kerâbîsî (245/859)'nin
hâl tercemesi
nde, Ahmed İbn Hanbel'in de bu mes'eleye dalmaktan nehyettiğini daha
önce yazmıştık.- Buhârî'ye muhalefet etmeyi kasd etmemiştir. Şayet Buhârî'ye
muhalefet etti ve yaradılmış olan iki dudağı arasından çıkan lâfzının kadîm
olduğunu iddia ettiyse büyük bir günâh yüklenmiştir. Bunu zannetmek ise bunun
hilafıdır. Zuhlî, Ahmed ve diğer imamlar ancak kelâm mes'elelerine dalmaktan
nehyi murâd etmişlerdir. Çünkü ihtiyâç sırasında kelâm ilmi hakkında kelâm
etmek vâcib, ihtiyaç olmadığı zaman ise bundan sükût etmek sünnettir.
Binâenaleyh ey muhâtab, sen bunu iyi anla da, tarihçilerin hurafeler
ini bırak ve sapıkların yaldızlamalarından yüz çevir. Onlar kendileri
ni muhaddisl
er ve sünnete vâkıf kimseler zannetmek
tedirler.
Buhârî'nin mu'tezile görüşlerinden birine sapacağı nasıl düşünülebilir?
Firabrî ve diğerlerinin rivayet ettikleri şeyler içinde Buhârî'nin: Cehmiyyey
i küfre nisbet etmiyeni ben elbette câhil sayacağım, dediği sabit
olmuştur. İnsaflı kimse, Muhammed ibn Yahya'nın ismet ehlinden başkasının salim
kalamadığı hasedcili
k âfetine tutulduğu hususunda şübhe etmez.
Biz ise -bâzılarının da dediği gibi- şöyle deriz: Belki zarfların istisnaî bir
takım hâlleri vardı da o hâller bu nizâı meydana getirmiştir. Kötü anlayış ve
fesâdçıların müdâhalelerinin de Buhâri'nin Nîşâbûr'dan çıkarı imasına sebeb olan
bu fitnede büyük dahli bulunması caizdir.
el-Hâkim de şöyle dedi: Ben Ebu'l-Velîd Hassan ibn Muhammed el-Fakîh'ten
işittim, şöyle diyordu: Ben Muhammed ibn Nuaym'dan işittim, şöyle diyordu: Ben
kendisi hakkında vâki' olanlar vâki' olduğu zaman Muhammed ibn İsmail'e îmânın
mâhiyetinden sordum. Buhârî: îmân, kavi ve ameldir, artar ve eksilir.. Kur'ân
Allah'ın kelâmıdır. Allah'ın kelâmı mahlûk değildir. Rasûlullah'ın sahabîlerinin
en faziletli
si Ebû Bekr'dir, ondan sonra Umer'dir, ondan sonra Usmân'dır, ondan sonra
Alî'dir. İşte ben ancak bu inanç üzere yaşadım ve ancak bunun üzerinde ölürüm
ve inşâallah ancak bu îmân üzere diriltili
rim, dedi.[4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sârî, s. 491-492, "Zikru mâ vakaa beynehu ve beyne'z-Zuhlî fî
mes'eleti'l-lâfz..."; İrşâdu's-Sâri, l, 37-38," Ve mâ zukire min mihnetihî..."
[2] III, 35; VII, 132; IX, 148; IX, 66.
[3] Tabakaatu'ş-Şafiiyyeti'l-Kübrâ. II, 2-19; Hedyu's-Sâri, s. 491-492, "Zikru
mâ vakaa beynehu ve beyne'z-Zuhlî fı'1-meseleti'l-lâfz...”; İrşâdu's-Sârî, s.
38.
[4] Hedyu's-Sârî, s. 491-492, "Zikru mâ vakaa beynehu ve beyne'z-Zuhlî fi
mes'eleti'l-lâfz ve ma hasala lehu mine'l-mıhneti bi-sebebi zâlike ve berâetihi
mimmâ nusibe ileyhi min zâlike."
Buhârî'nin bu sözleri Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. İsa'nın bebek iken annesini tazyik
eden muhalifle
re karşı yaptığı konuşmanın son fıkrasını hatırlatmaktadır:
“İsâ dedi ki; Ben hakikat Allah'ın kuluyum, O bana kitâb verdi. Beni Peygamber
yaptı. Beni her nerede bulunursa
m mübarek kıldı. Bana, ben hayâtta oldukça namazı, zekâtı emretti. Beni
anneme hürmetkar kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht olarak yaratmadı. Dünyâya
getirildiğim gün de, öleceğim gün de, bir diri olarak (kabrimden)
kaldırılacağım gün de selâm (ve selâmet) benim üzerimedir." (Meryem: 19/30-33).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 77-81.
15- Buhara Emîri Hâlid İbn Ahmed ez-Zuhlî Tarafından Uğradığı Fitne
Ahmed ibn Mansûr eş-Şîrâzî şöyle dedi Ebû Abdillah el-Buhârî, Buhârâ'ya döndüğü
zaman, şehirden bir fersah uzaklığa onun için birçok çadırlar dikildi. Şehir
ahâlîsinin çoğu onu karşılamağa çıktı, hattâ şehirde zikre değer kimse kalmadı.
Buhârî'nin üstüne altın ve gümüş paralar saçıldı. Bir müddet bu sevgi devam
etti. Sonra onun tâlii bulandı ve hava aleyhine döndü. İşte büyük adamların
sânı böyledir. Buhâri ile Buhara Emîri Hâlid ibn Ahmed ez-Zuhlî arasında
dargınlık meydana geldi. Nihayet vâlî, Buhârî'nin şehirden çıkıp gitmesini
emretti. Bu emir de Buhârâ'daki re'y sahibi büyük fakîhlerden olan Hureys ibn
Ebi'l-Verkaa'nın Buhârî'nin mezhebi hakkında ileri geri konuşmasından sonra
oldu. Buhara halkından daha başkaları da onun aleyhinde konuştu. Buhari ile vâlî
arasındaki bu zıdlaşmayı gerektiren sebeb hakkında ayrı ayrı görüşler ileri
sürdüler:
Guncâr (412/1021), kendi Târîh'inde şöyle dedi: Ben Ahmed ibn Muhammed ibn
Umer'den işittim, şöyle diyordu: Ben Bekr ibn Münir'den işittim, şöyle diyordu:
Buhara Valisi Hâlid ibn Ahmed ez-Zuhlî, Muhammed ibn İsmail'e:
el-Câmi'u's-Sahîh'i ve Târih'i benim yanıma getir de, onları senden işiteyim,
diye haberci yolladı. Muhammed ibn İsmail de gelen elçiye şöyle dedi: "Vâlî'ye
şunu söyle ki, ben ilmi alçaltmam, ve onu sultânların kapılarına taşımam. Eğer
onun ilimden herhangi bir şeye ihtiyâcı varsa, mescidimd
e yâhud evimde benim yanıma gelip, meclisimd
e hâzır bulunsun. Eğer sana gönderdiğim bu cevâbım senin hoşuna gitmezse,
sen bir valisin, binâenaleyh sen beni ders meclisind
e ders vermekten men' et ki, bu men' kıyamet gününde Allah huzurunda
benim kendiliğimden ilmi ketm etmediğime dâir lehime bir özür olsun."[1]
Guncâr: İşte Buhârî ile Vâlî arasındaki kırgınlığın sebebi bu oldu, dedi.
Hâkim de şöyle dedi: Ben Muhammed ibnu'l-Abbâs ed-Dabbî'den işittim, şöyle
diyordu: Ben Ebû Bekr ibn Ebî Umer'den işittim, şöyle diyordu: Ebû Abdillah'ın
Buhara şehrinden ayrılmasının sebebi şudur: Abbasî Halîfesi İbn Tâhir'in vâlîsi
Hâlid ibn Ahmed, Buhârî'den konağına gelmesini, el-Câmi'u 's-Sahîh ile
et-Târih'i çocuklarına okutmasını istedi. Buhârî buna yanaşmadı ve: Benim diğer
toplulukl
arı bırakıp da ders işittirmeyi husûsî olarak bir topluluğa tahsis etmem,
yapamıyacağım bir iştir, dedi. Bundan sonra vâlî Hâlid, Buhara halkından Hureys
ibn Ebi'l-Verkaa ve diğerlerinden yardım istedi. Onlar Buhârî'nin mezhebi
hakkında konuştular. Vâlî bu dedikodul
arı fırsat bilerek, Buhârî'yi şehirden sürgün etti. Buhârî de onlar
aleyhine: Yâ Allah, onların beni kasd ettikleri şeyi kendi nefisleri
ne, çocuklarına ve ailelerin
e ulaştır, diye beddua etti. Müteakiben vâlî Hâlid üzerinden ancak bir
aydan az zaman geçmişti ki, Zâhirîler'in, onun aleyhine nida edilip
toplanılması emri geldi. Vâlî aleyhine nida olundu. Onun hâli şöyle idi:
Kendisi bir dişi eşek üzerinde idi, palanın üstünde gözlerini şaşkın şaşkın
belertmişti. Sonra işinin sonu zillete ve habs edilmeye vardı. Hureys ibn
Ebi'l-Verkaa'ya gelince, o da ailesi hakkında belâya uğradı, ailesinde vasf
edilemiye
cek şeyler gördü. Fulan kimseye gelince, o da çocukları hususunda belâya
çarpıldı. Hulâsa, Allah birer birer muhaliflerinin uğradıkları belâları
Buhârî'ye gösterdi.[2]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Husûsî olarak Vâli’ye ve çocuklarına ders vermeyi böyle reddetti. Çünkü
Peygamber (S)’in şu kavli vardır:
"Kendisine bir ilim sorulup da o ilmi gizleyen ateşten bir gem ile gemlenece
ktir." (Târîhu Bağdâd, l, 33). el-Bakara: 159, 174 âyetleri de
müsteneddir.
[2] Hedyu's-Sâri, s. 494, "Zikru rucûihi ilâ Buhara ve mâ vakaa beynehu ve beyne
Emîrihâ ve mâ ittisala bi-zâlike min vefâtihi"; İrşâdu's-Sâri, l, 38.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 82-83.
16- Buhârî'nin Ölümü
İbn Adiyy şöyle dedi: Ben Abdulkuddûs ibn Abdilcebbâr'dan işittim, şöyle
diyordu: Buhara Vâlîsi Hâlid ibn Ahmed, Muhammed ibn İsmail el-Buhârî'nin
Buhârâ'dan çıkmasını emr ettiği zaman Buhârî, Semerkand köylerinden bir köy olan
ve Semerkand'dan iki fersah kadar uzaklıkta bulunan Hartenk'e çıkıp gitti.
Orada Buhârî'nin akrabaları vardı; onların yanına indi. Râvî dedi ki: Ben
Buhârî'den işittim, gecelerde
n bir gece namazı bitirmiş olduğu hâlde duasında şöyle diyordu: Yâ
Allah! Bunca genişliğine rağmen Arz bana dar geldi, artık beni kabz edip kendine
al![1]
Bu duasından sonra bir ay tamamlanm
adan Allah onun ruhunu aldı.
Buhârî'nin kâtibi Muhammed ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Ben Gaalib ibn Cibril'den
işittim -ki bu zât Hartenk'te Buhârî'nin yanına inip konuk olduğu kimsedir-,
şöyle diyordu: Buhârî birçok günler ikaamet etti, sonra hastalandı. Nihayet
kendisine Semerkand ahâlîsi tarafından bir elçi yollandı. Semerkand
lılar ondan Semerkand'a gelmesini istiyorlardı. Buhârî bu isteği kabul
etti. Yolculuk için hazırlandı, ayakkabılarını giydi, başlığını sarındı. Ben
pazûsundan tutuyordu
m, diğer bir kimse de onun bineceği hayvanı yediyordu
. Buhari bu vaziyette yirmi adım kadar yürüyünce: Beni salıverin, bana
bir zaîflik geldi, dedi. Biz de kendisini bıraktık, kendisi bâzı dualar okudu.
Bundan sonra uzanıp yattı ve kendinden geçti. Sonra ondan çok ter aktı.
Ebu'l-Hasen el-Kirmânî de: Buhari yalnız başına bir evde idi. Sabah olduğu
zaman biz onu ölmüş olarak bulduk, dedi.
Buharı bize: Beni üç bez içinde kefenleyi
n. Kefenimde gömlek ve başlık bulunmasın, demişti. Nihayet onu kefenleri
içine koyduk, üzerine cenaze namazı kıldık ve çukuru içine yerleştirdik.
Kabrinin toprağından etrafa misk gibi güzel bir koku yayıldı. Ve bu güzel koku
yayılması günlerce devam etti. insanlar da günlerce onun kabrine gidip gelmeye
ve toprağından almaya başladılar. Hattâ kabir meydana çıktı. Biz onun kabrini
bekçilerle muhafaza etmeye kaadir olamıyorduk. Kabrinden toprak alanlar bize
galebe ediyorlar
dı. Nihayet biz, hiçkimse kabre ulaşmaya kaadir olamasın diye, kabir
üzerine, parçaları birbirine geçirilip sokuşturulmuş ağaçtan bir kafes diktik.
Buhârî'nin vefatından sonraki bu hâli, muhalifle
ri yanında da zikr olunca, onlardan bâzısı Buhârî'nin kabrine kadar
gidip, tevbe ve pişmanlık izhâr etmişlerdir.
Yine kâtibi: Bu Gaalib ibn Cibril de Buhârî'nin ardından ancak az bir müddet
yaşadı. O da Buhârî'nin yanına gömüldü, dedi.
Mehyeb ibn Süleym de şöyle dedi: Buhârî'nin vefatı 256 senesinin Ramazan Bayramı
gecesi olan cumartesi gecesinde oldu.
el-Hasen ibnu'l-Huseyn el-Bezzâr da Buhârî'nin vefatı hakkında böyle söyledi:
Ebu'l-Huseyn ibnu Kaanı', Ebu'l-Huseyn ibnu'l-Munâdî, Ebû Süleyman ibn Zeber ve
diğerleri de onun vefatını bu târih içinde tesbît ettiler. el-Hasen
ibnu'l-Huseyn şöyle dedi: Buhârî'nin ömür müddeti 62 seneden on üç gün eksik
olmuştur, Allah onu rahmetini
n deryasına daldırsın, âmîn. Yine el-Hasen ibnu'l-Huseyn el-Bezzâr: Ben
Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'yi, uzun da değil kısa da değil, orta boylu, ince
bedenli olarak gördüm, dedi. Allah Buhârî'ye, bizlere ve bütün müslümânlara
rahmet eylesin, âmîn.[2]
Bana Ebu'l-Velîd ed-Derbendî haber verip şöyle dedi: Bize Muhammed ibn Ahmed
ibn Muhammed ibn Süleyman haber verip şöyle dedi:
Bize Ebû Nasr Ahmed ibn Sehl ibn Hamdûye haber verip şöyle dedi: Bize
Ebu'l-Abbâs el-Fadl ibn Bisâm haber verip şöyle dedi: Ben İbrâhîm ibn
Muhammed'den işittim, şöyle diyordu: Muhammed ibn İsmâîl, Hartenk'te öldüğü
zaman, onun defnini ben üzerime aldım. Onu Semerkand'a taşımak ve orada gömmek
istedim. Fakat bir arkadaşımız bizi bu işe bırakmadı, artık Buhârî'yi
Hartenk'te gömdük. Onun defnini bitirip de kalmakta olduğum menzile döndüğümde,
konağın sahibi bana şunları söyledi:
Dün Buhârî'den sorup şöyle dedim:
- Yâ Ebâ Abdillah! Kur'ân hakkında ne dersin?
- Kur'ân Allah kelâmıdır, gayrı mahlûktur, dedi. Ben tekrar ona:
- İnsanlar senin: Mushaf’larda Kur'ân yoktur, insanların göğüslerinde Kur'ân
yoktur, demekte olduğunu iddia ediyorlar, dedim. Buhari:
- Benden söylerken işitmediğin bir şeyi benim aleyhimde şehâdet etmenden dolayı
Allah'tan mağfiret dilerim. Ben Allah'ın buyurduğu gibi “Andolsun Tûr'a,
neşredilmiş kâğıtlar içinde yazılı Kitâb'a...” diyorum ve: Mushaf’larda Kur'ân
vardır, insanların göğüslerinde Kur'ân vardır, diyorum. Kim bunun gayrisini
söylerse tevbe etmesi istenir. Tevbe ederse iyi, yoksa onun yolu kâfirlik
yoludur.[3]
Abdu'l-Vâhid ibn Adem et-Tavâvîsi şöyle dedi: "Ben ru'yâmda Peygamber (S)'i
gördüm, beraberin
de sahâbîlerinden bir cemâat olduğu hâlde -zikrettiği- bir yerde
durmuştu. Ben kendisine selâm verdim. Selâmı aldı. Yâ Rasûlallah, seni durduran
nedir? dedim. Muhammed ibn İsmail'i bekliyoru
m, buyurdu. Birkaç gün geçtikten sonra Buhârî'nin ölüm haberi bana
ulaştı. Hesâb ettik, baktık ki Buhari, benim Peygamber'i ru'yâmda gördüğüm saat
içinde vefat etmiş!"[4]
Doğum târihi (194); vefat târihi (256)'dır.[5]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hadîste "Yâ Rabb! Bir kavme fitne irâde ettiğin zaman bizleri fitneye
uğratılmamışlar olarak vefat ettirip kendine al!" duası gelmiştir.
İşte Buhâri bu duasının ardından hastalandı. Vefatı da Ramazân Bayramı gecesi
Cumartesi gecesi-yatsı namazı sırasında vukua geldi. Bayram günü öğleden sonra
cenaze namazı kılındı...
Buhari -rahimehullah- arkasında bütün müslümânlar için faydalı muazzam bir ilim
bırakmıştır. Onun ilmi kesilmedi, bilakis o ilim, hayâtta kendisini
n pek güzel tatbik etmiş olduğu bütün iyi işlerle irtibatlıdır.
Rasûlullah da: "İnsan öldüğü zaman ondan ameli kesilir, ancak üç şeyden
kesilmez: Faydalanılan ilimden, yahut akıp duran sadakadan, yahut kendisine dua
eden iyi çocuktan." buyurmuştur.
Müslim, Vasiyye, Babu ma yelhaku’l-insane. (el-Bidaye ve’n-Nihaye, XI, 24-28)
[2] Hedyu's-Sârî, s. 495,"Zikru rucîihî ilâ Buhara ve mâ vakaa..." İmâm
Buhârî'nin hayât hikâyesinin buraya kadar olan kısmı, 1348 Hicrî târihinde
Mısır'da İdâretu't-Tıbaâtı'l-Munîriyye tarafından basılan Sahîhu'l-Buhârî
nüshasının baş tarafına konulan hayât yazısından -ilâve ve çıkarma şeklindeki
bâzı tasarrufl
a- terceme edilmiştir. Tarafımızdan yapılan bu tercemede, buradaki
bilgiler ve rivayetle
r asıl kaynaklar
dakilerle
karşılaştırılmış, tahkikler yapılmış, bâzı paragraf ve rivayetlerin o
kaynaklar
daki yerlerine müteselsil rakamlı haşiyelerle atıflar yapılmıştır.
Buhârî'nin hayâtı ve eserleri, bilhassa şu ana kaynaklar
da tafsilâtlı olarak, senedli rivayetle
r hâlinde tesbît olumnuştur-.Târîhu Bağdâd, II, 4-34;
Tabakaatu'ş-Şâfiiyye, II, 2-19; Hedyu's-Sârî, s.478-495; Îrşâdu's-Sârî, I,
Mukaddime, s.19-46, dördüncü ve beşinci fasıllar.
[3] Târihu Bağdâd, I, 32.
[4] Tarihu Bağdâd, I, 34; Şezerât, G, 135; Hedyu's-Sârî, s.495.
[5] Tecrid Ter., 488; Haşiyede Buhârî'nin hâl tercemesi
.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 83-85.
17- Te'lîf Ettiği Eserler[1]
1) el-Câmi'u's-Sahîh. Bu te'lîflerin en azametlis
idir; ayrıca tanıtılacaktır.
2) el-Edebu'1-Müfred. Bunu Buhârî'den Ahmed ibn Muhammed el-Celîl el-Bezzâr
rivayet eder.
3) Birru'l-Vâlideyn. Bunu Buhârî'den kâtibi Muhammed ibn Dellûye rivayet eder.
4) et-Tarîhu'1-Kebîr. Peygamber'in kabri yanında mehtâblı gecelerde te'lîf
etti, Bunu Ebû Ahmed Muhammed ibn Süleyman ibn Fâris ile Ebu'l-Hasen Muhammed
ibn Sehl en-Nesevî ve diğerleri rivayet ederler,
5) et-Târîhu'1-Evsât. Bunu Buhârî'den Abdullah ibn Ahmed ibn Abdisselâm
el-Haffâf ile Zencûye ibn Muhammed el-Lebdâd rivayet eder.
6) et-Târîhu's-Sağîr. Bunu Buhârî'den Abdullah ibn Muhammed ibn Abdirrâhman
el-Eşkar rivayet eder.
7) Halku Efâli'l-İbâd. Bunu kendisi ile ez-Zuhlî arasında vâki' olan niza
sebebiyle tasnif etmiştir. Bu kitabını kendisind
en Yûsuf ibn Reyhan ibn Abdissame
d ile el Firabrî rivayet ederler.
8) Kitâbu'd-Duâfâ. Bunu kendisind
en Ebû Bişr Muhammed ibn Ahmed ibn Hammâd ed-Dûlâbî, Ebû Ca'fer Musebbih
ibn Saîd ve Âdem ibn Musa el-Hıvârî rivayet ederler.
9) el-Câmi'u'1-Kebîr. Bunu İbn Tâhir zikretti.
10) el-Musnedu'1-Kebîr
11) et-Tefsîru'1-Kebîr. Bu sonuncuyu el-Firabrî zikretti.
12) Kitâbu'l-Eşribe. Bunu ed-Dârakutnî, el-Mu'telif ve'1-Muhtelif kitabı içinde
zikretti.
13) Kitâbu'l-Hibe. Bunu varrâkı, yânı kâtibi zikretti.
14) Esâmi'u's-Sahâbe. Bunu Ebu'l-Kaasım ibn Mende zikredip, Buhârî'den İbn
Fâris tarikiyle rivayet eder. Ebu'l-Kaasım el-Bağavî, Mu'cemu's-Sahâbe
kitabında; îbn Mende de el-Ma'rife'de bundan çok şeyler nakletmis
lerdir.
15) Kitâbu'l-Vuhdân. Bu sahâbîlerden ancak bir tek hadîsi bulunanları toplamakt
adır.
16) Kitâbu'I-Mebsût. Bunu el-Halîl, el-İrşâd kitabında zikretti. Mehyeb ibn
Suleym de bunu Buhârî'den Kitâbu'l-îlel içinde rivayet etti. Bunu Ebu'l-Kaasım
ibn Mende de zikretti. Ibn Mende bunu Muhammed ibn Abdillah ibn Hamdûn'dan, o da
Ebû Muhammed Abdullah ibni'ş-Şarkî'den olmak üzere Buhârî'den rivayet eder.
17) Kitâbu'1-Künâ, Bunu el-Hâkim Ebû Ahmed zikredip, bundan nakilde bulunur.
18) Kitâbu'l-Fevâid. Bunu et-Tirmizî, el-Câmi'i içindeki "Kitâbu'l-Menâkıb"
esnasında zikretti,
19) Refu'l-Yedeyn fî's-Salât.
20) Kitâbu'l-Kırâa Halfe'I-İmâm (Hayru'lKelâm ft'1-Kırâa Halfe'l-İmâm). Mısır'da
basılmıştır.
21) Sulâsiyyât. Peygamber'den üç râvî ile gelen 22 hadîslik bir risaledir.[2]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bu kitablar listesi Fihristu ibn Nedîm, s.335-336; Heydu's-Sârî, s.493;
İrşâdu's-Sârî, I, 36; Keşfu'z-Zunûn, I, II, çeşitli sahîfelerden toplanıp
sıralanmıştır. Bunlardan basılmış olanlar: Mu'cemu'I-Matbûat, I, 534-537'de
gösterilmiştir. Bu eserlerin Keşfu'z-Zunûn'da zikredild
ikleri yerlerde kısa tavsifler
i yapılmıştır.
[2] Târihu Bağdâd, II, 4-35; Tabakâatu'ş-Şârıiyye, II, 2-l9:Hedyu's-Sârî, I-195;
İrşâdu's-Sârî, I, 19-46; Keşfu'z-Zunûn, I, 541-555 ve II, birçok sahîfelerde.
Brockelma
nn, GAL I, 157, Supp. I, 260-265; Fuad Sezgin GAS, I, 126-128;
Mu'cemu'l-Matbûât, I. 534-537.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 85-86.
Buhari’nin
el-Camiu’s-Sahih’i Üzerine Bir Araştırma:
1-
el-Câmi'u's-Sahîh'in Te'lîf Sebebi
İbn Hacer, bu te'lîf sebebleri
ni şöyle özetlemiştir: Allah beni ve seni öğretsin, iyi bil ki Peygamber (S)'in
sünnet ve hadîsleri sahâbîler ve tabiîlerin ilk tabakası devrinde el-Câmi' adı
verilen kitâblarda iki sebebden dolayı tedvin edilip, tertîbli olarak tasnîf
edilmemişti. Sebebin biri, onlar işin başlangıcında Müslim Sahîh'inde sabit
olduğu gibi[1], bunun bir kısmı Kur'ân-ı Azîm ile karışır endişesiyle bu işten
nehy olunmuşlardı. İkincisi, hafızalarının genişliği ve zihinleri
nin açıklığından ötürü idi. Bir de onların çoğu yazı yazmasını bilmiyorl
ardı. Müteakiben tâbiûn devrinin sonlarına doğru hadîs ve sünnetin
tedvîni, haberleri n bâblara
göre tevzii işi başladı.[2] Artık hadîs âlimleri muhtelif ülkelere yayılmış,
Haricîler, Râfızîler ve kaderi inkâr edenler tarafından bid'atçılık çoğalmıştı.
Hadîsleri ilk toplayıp tasnîf edenler, er-Rabî'ubnu Subayh (160/776), Saîd ibn
Arûbe (156/772) ve diğerleridir. Bunlar her babı biribirin
den ayrı olarak tasnîf ediyorlar
dı. Nihayet ikinci tabaka ehlinin[3] büyükleri kalkıp hükümleri tasnif
ettiler. İmâm Mâlik (179/795), Hicaz halkının i'timâda lâyık olan kuvvetli
hadîslerini toplamayı gaye edinip, bunlara sahâbîlerin sözleri, tabiîlerin ve
daha sonrakile rin fetvalarını
da katarak, el-Muvatta'ı tasnif etti. Ebû Muhammed ibnu Abdilmeli
k ibn Abdilazîz ibnu Curayc (150/767) Mekke'de, Ebû Amr Abdurrahmân ibn
Amr el-Evzâî (157/773) Şam'da, Ebû Abdillah Sufyân ibn Saîd es-Sevrî (161/777)
Kûfe'de, Ebû Seleme Hammâd ibn Seleme ibn Dînâr (168/784) Basra'da "Musannaf'
kitâblar meydana getirdile r.
Sonra bunları kendi çağdaşları halkından birçok kimseler hadîs dizmede onların
uslûbları üzere hareket ettiler. Nihayet Üçüncü Asr'ın eşiğinde hadîs
imamlarından bâzıları hâsseten Peygamber(S)'in hadîslerini diğerlerinden
ayırmayı düşündüler.
Ubeydulla h ibn Musa el-Absî
el-Kûfi (213/828), Musedded ibn Muserhed el-Bısrî (228/842), Esed ibn Musa
el-Urmevî (212/827), Mısır'da ikaamet eden Nuaym ibn Hammâd el-Huzâî (228/842)
birer "Müsned" meydana getirdile
r. Sonra bunun ardından hemen hemen bütün hafız imamlar, bunların
eserlerin e uyup hadîslerini
Müsned'lere göre tasnif ettiler. Meselâ İmâm Ahmed ibn Hanbel (241/855), İshâk
ibn Râhûye (238/852), Usmân ibn Ebî Şeybe (241/855) ve diğer birçok büyük
âlimler böyle yaptılar. Bunlardan bir kısmı, meselâ Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe
(235/849)'nin yaptığı gibi, aldıkları müsned hadîsleri beraberce hem bâblara,
hem de müsnedlere göre tasnif ediyorlar
dı.
İşte Buhârî (R) bu Musannafl
arı görüp, rivayetle rini
aldıktan ve onlarla iyiden iyiye haşır neşir olduktan ve durumlarına göre
canlılarını seçip ayırdıktan sonra, sahîh ve hasen kılınacak hadîsleri
topladıklarını ve bunlardan çoğunun zaîf addedilec
ek şeyleri de ihtiva ettikleri
ni müşahede edince, himmetini hiçbir emîn kimsenin şübhe etmiyeceği sahîh
hadîsleri toplamaya yöneltip harekete geçirdi. Onun sırf sahîh hadîsleri toplama
işi üzerindeki bu azmini, hadîste ve fıkıhta Emûru'l-Mü'minîn plan ve İbn
Râhaveyh diye tanınan üstadı İshâk ibn İbrahim'den işittiği söz daha ziyâde
kuvvetlen dirdi. O söz bize
sahîh senedlerl e rivayet
edildiğine göre şudur: Ebû Abdillah Muhammed ibn İsmâîl şöyle demiştir: Bizler
İshâk ibn Râhûye'nin yanında idik. Bize: Resululla
h'ın sahîh hadîslerini ihtiva eden muhtasar bir kitâb toplayıp meydana
getirseni z! dedi. İşte onun bu
sözü kalbime te'sîr etti ve akabinde el-Câmi'u's-Sahîh'i toplamaya başladım.
Yine bize Muhammed ibn Süleyman ibn Faris'ten sabit isnâdla rivayet edildi ki,
şöyle demiştir: Ben Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'i
ru'yâmda gördüm. Elimde bir yelpaze olduğu hâlde önünde durmuştum da, bu yelpaze
ile kendisind en sinekleri def
edip kovuyordu m. Bu ruyamı
ta'bîrcilerden birine sordum. Bana: Sen Peygamber'den yalanı def edeceksin,
dedi. İşte beni el-Câmi'u's-Sahîh'i ortaya çıkarmaya sevk eden sebeb budur.[4]
Ebû Alî Gassânî şöyle dedi: Buhârî'den: Ben el-Câmi'u's-Sahîh'i altı yüz bin
hadîsten çıkarıp seçtim, dediği rivayet edilmiştir.
İsmâîlî de Buhârî'nin: Ben bu kitaba sahîh olandan başkasını yazmadım, sahîh
olup da terk ettiğim hadîsler çoktur, dediğini rivayet etti ve kendisi şunları
söyledi: Zîrâ şayet Buhârî kendisinc
e sahîh olan her hadîsi tahrîc etmiş olaydı, elbette bir bâb içinde
sahâbîlerden bir topluluğun hadîslerini bir yere toplayaca
ktı ve sahîh oldukları takdirde onlardan her birinin tarîklerini de zikr
edecekti. Ve bu yüzden de eser çok büyük bir kitâb olup çıkacaktı.
Ahmed ibn Adiyy de şöyle dedi: .Ben el-Hasen ibni'l-Huseyn el-Bezzâr'dan
işittim, şöyle diyordu: Ben İbrahim ibn Ma'kıl en-Nesefî'den işittim, şöyle
diyordu: Ben Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Ben el-Câmi'u's-Sahîh kitabıma
sahîh olandan başkasını koymadım; kitâb uzun olmasın diye sahîh hadîslerden de
terk ettim.
Firabrî (320/932) de şöyle dedi: Ben Buhârâlı kâtib Muhammed ibn Ebî Hâtim'den
işittim, şöyle diyordu: Ben ru'yâda Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'yi, Peygamber
(S)'in arkasında yürürken gördüm. Peygamber de yürüyordu. Peygamber ayağını
yerden her kaldırışında Buhârî de ayağını bu yere koyuyordu (yânî onun
arkasından izine basa basa yürüyordu).
Hafız Ebû Ahmed ibn Adiyy şöyle dedi: Ben Firabrî'den işittim, şöyle diyordu:
Ben anlayış ehlinden bir zât olan Necm ibnu Fudayl'dan işittim, o da yukarıda
zikr edilen ru'yânın benzerini gördüğünü söylüyordu:
Ebû Ca'fer Mahmûd ibn Amr el-Ukaylî şöyle dedi: Buhârî el-Câmi'u's-Sahîh'i
te'lîf ettiği zaman o bunu Ahmed ibn Hanbel (241/855), Yahya ibn Maîn (233/847),
Alî ibnu'l-Medînî (235/849) ve diğer âlimlere gösterdi. Onların hepsi bu kitabı
güzel görüp beğendiler ve dört hadîs müstesna, muhtevasının sahîh olduğuna
şehâdet ettiler. el-Ukaylî: Bu dört hadîste de söz Buhârî'nindir, o dört hadîs
de sahihtir dedi.[5]
el-Câmi'u's-Sahîh'in te'lîf edilme yeri hususunda ayrı ayrı görüşler ileri
sürdüler. Buhara'da, Mekke'de, Medine'de, Basra'da te'lîf edildi dediler. Bu
görüşlerin hepsinin sahîh olmasına bir mania yoktur. Çünkü Buhârî kitabını bu
beldeleri n her birinde tasnif
ediyordu. Zîrâ bunun tasnifi on altı sene devam etmiştir.[6]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Rikaak, et-Tesebbut fî'1-hadîs ve hükmü kitâbeti'1-ilm, 72-3004.
[2] Bâzı sahâbîlerin Peygamber devrinde bâzı hadîs sahîfelerine sâhib oldukları
ve binâenaleyh münferid olarak hadîsleri yazdıkları, tabiîler devrinde hadîs
yazımının daha da çoğaldığı ve nihayet Halîfe Umer ibn Abdilazîz (99-101)'in
Medine'deki ve diğer merkezler
deki bütün valilerin e
hadîslerin yazılıp tesbît edilmesiy
le ilgili meşhur emrinden sonra ise, bu iş resmen de başlamış ve büyük
hadîs dîvânlarının meydana getirilmiş olduğunda şübhe yoktur. İbn Hacer'in
burada söylediği bu tedvîn ve toplanma safhası değil, tasnîf safhası olduğu
unutulmam alıdır. Umer ibn
Abdilazîz'in Medine valisi Ebû Bekr ibn Hazm (120/738)'a yazdığı resmî emir
şöyledir:
"Yanında yânî Medine'de bulunan sünnet yâhud hadîs nev'inden ne varsa bak,
araştır ve yaz. Çünkü ben ilmin silinmesi
nden ve âlimlerin ölüp gitmelerinden korktum. Peygamber'in hadîsinden
başkasını kabul etme. Âlimler ilmi açıklayıp yaysınlar ve ilim meclisler
inde oturup ilmi tedris etsinler de bilmeyenl
er bilir olsunlar. Zîrâ ilim gizlenmed
ikçe helak olmaz " (Buharı, İlm, Babu keyfe yukbadu'1-ilm; İrşâdu's-Sârî,
l, 6-7, "el-Fasl es-sânî fi zikri evveli men devvene'l-hadîse ve's-sünnete...";
er-Risâletu'I-Mûstadrafe, s.3-5).
[3] Matbu nushada “Üçüncü tabaka ehli..” tarzındadır. Muhammed İbn Ca’fer
el-Kettani (1345/1926)’nin er-Risaletu’l-Mustadrafe (Karaçi 11379/1960
baskısı)’nın mukaddime sindeki
iktibası ise yukarıya aldığımız gibidir. Biz elimizdek
i matbu nushaya değil de, o iktibasa i’tibar ettik.
[4] İşte bu el-Cami’s-Sahih isminin kitaba bizzat müellifi tarafından verilmiş
olduğunun senedi delilleri dir.
[5] İbn Hacer, Hedyu’-Sari, s. 4-5. “Birinci Fasıl, Ebu Abdillah el-Buhari’yi el
Cami’s-Sahih’ini tasnif etmeye sevk sebebi beyan ve bu husustaki niyetini
güzelliğini belli etme hakkındadır.”: Tedribu’r-Ravi, s.24: Buhari’nin
Kaynakları, s. 44-45 kısmen.
[6] Kastallan i, İrşadu’s-Sari
l,29.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 89-91.
2- el-Câmi'u's-Sahîh'in Konusu ve Maksadı
İbn Hacer kitabın konusunu ve müellifin bundan maksadını şöyle belirtir:
"Buhârî'nin bu kitâbda ayıbsızlık ve noksansızlığa yâni sahîhlik ve sağlamlığa sıkı sıkı yapıştığı, bundan asla ayrılmadığı; burada sa-hîh hadîsten başkasını getirmiyor olduğu sabit olmuştur, İşte konusunun aslı budur. Bu da kitabına el-Câmi'u's-Sahîhu'1-Musnedu min Hadîsi Rasûli'Uâhi (S) ve Sunenihi ve Eyyâmihi ismini vermesinden sarîh olarak anlaşılıp alınmıştır 7^. Biz bu ismi kendisinden olmak üzere imamların rivayetinden naklettik. Sonra hadîs kitabını fıkhı fâide-lerden, hikemî nüktelerden boş bırakmamayı düşündü de, derin anlayışı ile metinlerden bir çok ma'nâlar çıkardı ve bunları uygunluklarına göre kitabının bâblarma dağıttı. Bunda ahkâm âyetlerine de i'-tinâ gösterdi ve bunlardan bedî' delâletler çıkardı, tefsirlerine işarette geniş yollara girdi..." 80
Nevevî de Buhârî Şerhi'nde kitabın maksadını şöyle belirtmiştir: "Bundan sonra şunu da bil ki, Buhârî'nin bu kitâbdaki maksadı sırf hadîslerle yetinmek ve hadîs metinlerini çoğaltmak değildir. Fakat onun muradı, aynı zamanda hadîslerden hükümler çıkarmak; usûl, furû', zühd, âdâb, emsal ve diğer fenlerde istediği bâblar için deliller getirmektir..." 81
3- el-Câmi'u's-Sahîh'in Rivayet Yolları
el-Câmi'u's-Sahîh'i müellifinden doksan bin kişinin dinlediği rivayet edilmiştir (Hedyu's-Sârî, s.492). Kitabın nail olduğu rağbetin bir ifâdesi olan bu sayı ile şübhesiz metni, sahîh bir şekilde rivayete muktedir olan râvîler kasd edilmemektedir. Nitekim müellifi tâkîb eden asır, bunların arasından râvî olarak kabul edilen bin kişiden (Meşânku'l-Envâr, I, 6) ancak beş kişinin ismini muhafaza edebilmiştir (İrşâdu's-Sârî, I, 38-39). el-Câmi'u's-Sahîh'i Buhârî'den1 rivayetle meşhur olan bu "beş" râvî şunlardır: 'el-Firabrî (320/932), en-Nesefî (294/906), en-Nesâvî (290/902), el-Bezdevî (329/940) ve el-Mahâmilî (330/941). Firabrî rivayeti dokuz râvî tarafından rivayet edilmiş ve böylece büyük bir yayılma ve şöhrete nail olmuştur. Diğerleri ise ancak bir iki koldan yayılıp rivayet edilebilmişlerdir.
79 Bu isim küçük bir farkla hep böyle tesbît ve rivayet edilmiştir: el-Câmi'u 7-Musnedu's-Sahîhu'l-Muhtasar min Umûri Rasûlillâhi (S) ve Sunenihi ve Eyyâmihi; Nvwvi,Şerhu Sahihi'IBuhâri'(Kılıç Alî Paşa Ktp. rak:243), 6b-7a; Ebû Alî el-Huseyn el-Gassânî, Takyîdu'I-Muhmel (Bâyezîd Ktp. 1211), 13b; Suyûti, Ta'lîkaatu's-Suyûtî ale'l-Buhârî (Topkapı Sarayı Ktp. Medine Kısmı, rak:472), 2a; Aynî, Umdetu'l-Kaarî, I, 8.
80 Hedyu's-Sârî, s.5-6 "el-Faslu's-sânî fi beyânı mevdûıhi ve'1-keşf an mağzâhu.." Irşâdu's-Sârî, s.23, "Ve emmâ beyânu mevdûıhi ve teferruduhi bi-mecmuihi".
81 Nevevî, Şerhu'l-Buhâri, 9. a-b.
İbn Hacer Fethu'1-Bârî' nin girişinde el-Câmi'u's-Sahîh'in rivayetlerini, bunların feri'lerini ve bu rivayet kollarının kendisine ulaşma yollarını şöylece bildiriyor 82.
"... Ben bu kitaba Fethu'1-Bârî bi-Şerhi'1-Buhârî adını verdim. Şerh'e de el-Câmi'u's-Sahîh'in aslına semâ yâhud icazetle varan isnâd zincirlerimle başlamayı ve bunları benzeri geçmemiş bir uslûb üzere sevk eylemeyi düşündüm. Çünkü ben faziletli âlimlerin bâzısından is-nâdlar kitâbîarın nesebleridir derken işitmişimdir. Bunun için şu is-nâdları nesebler yerine sevk etmeyi arzu ettim ve işte söylüyorum: Muvaffakiyet Allah iledir.
''Bize el-Câmi'u's-Sahîh'in Buhârî'den rivayeti şu yollardan ulaştı:
"1- Ebû Abdillah Muhammed ibn Yûsuf ibn Matar ibn Salih ibn Bişr el-Firabrî yolundan. Onun vefatı 320/932 yılındadır. es-Sahîh'i işitmesi, biri 248'de Firabr'de, biri de 252'de Buhârâ'da olmak üzere, iki defa vâki' olmuştur.
"2- İbrahim ibn Ma'kıl ibni'l-Haccâc en-Nesefî yolundan. Bu zât birçok tasnifleri bulunan hadîs hâfızlarmdandır. Vefatı 229/940 yılındadır. el-Câmi'u's-Sahîh'den küçük bir bölümü Buhârî'den işitememiş, bu bölümü Buhârî'den icazetle rivayet etmiştir. Bu hususu Ebû Alî el-Ceyyânî (498/1104) Takyîdu'I-Muhmel adlı eserinde tenbîh etmiştir.
"3- Hammâd ibn Şâkir en-Nesevî yolundan. Bu zâtın 290/902 hududunda vefat ettiğini zannediyorum. Bunun da kendi rivayet ettiği nüshada Buhârî'den işitemediği bir kısım vardır.
"4- Ebû Talha Mansûr ibn Muhammed ibn Alî ibn Karine el-Bezdevî yolundan. Bunun vefatı 329/940 yılındadır. İbn Mâkûlâ (486/1095) ve diğerlerinin kat'iyyetle bildirdiklerine göre el-Câmi'u's-Sahîh'i Buhârî'den tahdîs edenlerin sonuncusu bu zâttır.
"5- el-Kaadî el-Huseyn ibn İsmâîl el-Mahâmilî (330/941), Buhârî'den Bağdâd'da hadîs işitmişlerden olup, Bezdevî'den sonra da yaşamıştır. Lâkin bunun yanında el-Câmi'u's-Sahîh yoktu. O ancak Buhârî'nin Bağdâd'a en son gelişinde akdettiği imlâ meclislerinde Buhârî'yi dinlemiştir. Bu sebeble el-Câmi'u's-Sahîh'i el-Mahâmilî yolundan rivayet eden isabet etmemiştir..." 83
82 Asıl, üstadın kendine has olan kitabıdır. Fer', asıldan istinsah edilmiş, yâhud asıF-la mukaabele edilmiş kitâb demektir.
83 Fethu'1-Bârî, I, s.5-6; İrşâdu's-Sârî, I, 39-41.
İbni Hacer bundan sonra Firabrî rivayetinin dokuz koîu'nun râvîlerini şöyle sıralamıştır:
"Firabrî rivayetine gelince, o bize şu yollardan ulaşmıştır:
1. el-Hâfız Ebû Alî Said ibn Usmân ibn es-Seken (353/964) tarî-kından.
2. el-Hâfız Ebû İshâk İbrahim ibn Ahmed el-Musteralî (376/986) ta-rîkmdan.
3. Ebû Nasr Ahmed ibn Muhammed ibn Ahmed el-Ahsıketî tarî-kindan.
4. el-Fakîh Ebû Zeyd Muhammed ibn Ahmed el-Mervezî (371/981) tankından.
5. Ebû Alî Muhammed ibn Umer ibn Şebbûye tarîkından.
6. Ebû Ahmed Muhammed ibn Muhammed el-Curcânî (373/983) tankından.
7. Ebû Muhammed Abdullah ibn Ahmed es-Serahsî (el-Hamavî) (381/991) tarîkından.
8. Ebu'l-Heysem Muhammed ibn Mekkî el-Kuşmeyhenî tarîkından.
9. Ebû Alî îsmâîl ibn Muhammed ibn Ahmed ibn Hâcib el-Keşşânî (391/1000) tarîkından. Dokuzuncu, el-Câmi'u's-Sahîh'i Firabrî'den tah-dîs edenlerin sonuncusudur" 84-
İbn Hacer müteakiben bu dokuz kolun on bir fer'ini arka arkaya sıralamış, sonra açtığı bir fasıl altında da bu on bir fer'i kendisine ulaştıran rivayet zincirlerini tafsilâtlı olarak bildirmiştir.Bunun ardından açtığı bir fasılda da el-Câmi'u's-Sahîh'in Firabrî rivayeti dışındaki diğer rivayetlerinin, kendine kadar uzanan rivayet zincirlerini sıralamış, akabinde de "Buhârî şöyle dedi" diyerek hadîsleri şerhe başlamıştır 85.
el-Cimi'u's-Sahîh'e şerh yazan bütün âlimler ekseriya Buhârî'den kendilerine kadar ulaşan rivayet zincirlerini eserlerinin başında zikr etmişlerdir. Meselâ Kaadî Iyâd, Nevevî, Kirmanı, Zebîdî, Aynî ve Kas-tallânî hep böyle yapmışlardır. Bunlardan bâzılarının Buhârî'ye kadar ulaşan rivayet zincirlerini şemalar hâlinde bu araştırmanın sonunda gösteriyoruz.
İbn Hacer, şerhi için Ha m av î (Serahsî), Kuşmeyhenî, Mustemlî kollarını cem' etmiş olan Ebû Zerr rivayetini esâs almıştır (Fethu'1-Bârî, s.5). Kastallânî ise birçok kolları karşılaştırarak tenkîdli bir nüsha ortaya koymuş ve çok yayılıp meşhur olmuş bulunan Yûnînî (701/1301) nüshasını kendi şerhi için esas almıştır 86.
84 Mu'cemu'l-Baldan, VII, 253; Fethu'1-Bârî, I, 6.
85 Fethu'l-Bâri, I, 6-8.
el-Câmi'u's-Sahîh'in Yûnînî Nüshası
el-Câmi'u's-Sahîh'in bugün tanınmış olan metni Alî el-Yûnînî (701/1301) tarafından meydana getirilmiştir. el-Yûnînî, kendi nüshasını 676/1277 senesinde nahiv imamlarından Cemâluddîn ibn Mâlik (672/1273)'in yardımı ile, el-Hâfız Ebû Zerr el-Herevî (434/1042). el-Asîîî (392/1001), Şamlı târîhçi İbn Asâkîr (571/1175) ve Ebu'1-Vakt (553/1158)'ten dinlenilen nüshalar ile mukaabele ederek, kitabın sa-hîh bir metnini meydana getirmiştir. el-Yûnînî'nin bu ihtimam ve i'-tinâsından dolayı herkes tarafından istinsah edilen bu nüsha âlimler arasında i'tibâr kazanmıştır (İslâm Ansiklopedisi, II, 771-772).
Yûnînî nüshasının aslı şudur: Şeyhu'l-islâm Cemâluddîn Muhammed ibnu Mâlik (672/1273) Endelüs'ten hicret edip Dımaşk'ta sakin olduğu zaman, muhaddislerin ve hafızların büyükleri kendisinden Sahîh-i Buhârî rivayetlerinin lâfızlarının müşkillerini kendileri için tavzîh ve tashih etmesini taleb ettiler. O da onların bu isteklerine icabet edip, yetmiş oturumda onlara bu rivayetlerin müşkillerini tavzîh ve tashîh etti. Ve onlar için Şevâhidu't-Tavzîh ve't-Tashîh li-Müşkilâti'l-Câmi'i's-Sahîh adlı risaleyi te'lîf etti. Tashîh'in tamamlanması sırasında yukarıda zikr edilen Yûnînî nüshasının son cüz'ünün ilk varakası üzerine şunları yazdı:
"Buhârî Sahîh'inden bu cildin tazammun ettiği şeyleri, el-Hâfız el-Mutkııı Şerefuddin Ebu'l-Huseyn Alî ibn Ahmed el-Yûnînî'nin-Allah ondan ve selefinden râzî olsun- okumasıyle işittim. Bu işitme, i'timâd edilen birçok nüshaları gözleriyle ta'kîb etmekte olan bir âlimler cemâatinin huzurunda oldu. Onlara müşkilli lâfız uğradıkça, o hususta doğru olanı beyân ettim ve Arabça ilminin gerektirdiği şekil üzere zabt olundu. Geniş îzâhât ve delil getirmeye muhtâc olan şeylere gelince, onların işini bir cüz'e bıraktım ki, onda faydanın umûmî ve beyânın tam olması için misâl ve şâhid nev'inden ihtiyâç duyulacak sözleri inşâallah tastamam yazacağım. Bunları Muhammed ibn Abdil-lah ibn Mâlik -Yüce Allah'a hamd ederek- yazdı."
el-Hâfız el-Yûnînî de bu cildin son varakasının sırtına şunları yazdı: "Şeyhimiz Şeyhu'l-islâm, Huccetu'1-Arab, edebiyat mihnetinin Mâliki allâme Ebû Abdillah ibn Mâlik et-Tâ'î el-Ceyyânî nin -Allah örnrünü uzatsın- önünde mukaabele, tashih ve işittirme olarak yetmiş birinci oturuma baliğ oldum. Kendisi benim kıraatimi güdüyor, telâffuz ve nutkuma dikkat ediyordu. İhtiyar ettiği, tercih ettiği ve düzeltmesini emr ettiği şeyi hemen düzeltip ona göre tashih eyledim.
Irşâdu's-Sârî, I, 40, "Birçok defalar zikr edilmiş olan bu Yûnîni nüshası, denildiğine göre onun, kendi aslından hiçbir şeyi terk etmemiş olması sebebiyledir ki, ben bu şerhimde Buhârî metnini yazmakta ona i'timâd ettim. Bütün hadîslerin isnâd ve metin olarak şekil ve zabtında, ondaki bütün rivayetleri ve hâşiyelerindeki fâi-deli mühimmeleri zikr ederek ona rucıV ettim".
Hakkında iki yâhud üç i'râb caiz olacağını söylediği şeylerde, üzerlerine bu i'râbları beraberce yazdım. Bunları emr ettiği ve tercih eyledi-ği üzere amel ettirdim. Ben aynı zamanda el-Hâfız Ebû Zerr(434/1042)'in, el-Hâfız EbûMuhammed el-Asîlî(392/1001)'nin,el-Hâfiz Ebu'l-Kaasım ed-Dımaşkî (571/1175)'nin asıllarıyle mukaabele ediyordum. Bu mukaabeleden ancak on üçüncü ve otuz üçüncü cüz'ler müstesnadır. Çünkü bu iki cüz' mevcûd değildi. Keza ben Ebu'1-Vakt(553/1158)'in huzurunda el-Hâfız Ebû Mansûr es-Sem'ânî (Ebû Muzaffer es-Sem'ânî?; 650-489?/1252-1096?)'nin ve diğerlerinin kırâatıyle derlenmiş olan asıl ile de mukaabele ediyordum. Bu nüsha Sumeysâtî Hânkaahmda vakf edilmişti. Ebû Zerr'e muvafık olduğum yerlere (he), Asîlî'ye (sâd), Dımaşkî'ye (şîn), Ebu'l-Vakt'e (ti) alâmeti koydum. Bu iyice bilinsin. Bunları Alî ibn Muhammed el-Hâşimî el-Yûnînî yazdı. Allah ondan afvetsin 87
4- el-Câmi's-Sahîh'in Fazîletlerin
Ebu'l-Heysem el-Kuşmeyhenî şöyle dedi: Ben el-Firabrî'den işittim şöyle diyordu: Ben Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'den işittim: Kitâbu's-Sahîh'in içine önce yıkanıp iki rek'at namaz kılmadıkça hiçbir hadîs koymadım, diyordu. Yine Buhârî: Ben el-Câmi'u's-Sahîh'i altı yüzbin hadîs içinden seçip on altı senede tasnif ettim ve bunu kendim ile Allah arasında bir hüccet kıldım, demiştir.
Yine Buhârî: el-Câmi'u's-Sahîh kitabına, sahîh olduğunu gerçekten bildikten sonra iki rek'at namaz kılıp, bir de Allah'a istihare etmedikçe hiçbir hadîs koymadım, demiştir. Yine kendisi: el-Câmi'u's-Sahîh kitabına sırf sahîh olan hadîsleri koydum, sahîh hadîslerden bir kısmını da kitâb uzamasın diye terk ettim, demiştir.
Ebû Abdirrahmân en-Nesâî, el-Alâ ve Süheyl'den soruldu da, o: Bunların her ikisi de Fulayh'den hayırlıdır. Bununla beraber bütün bu kitâblarm içinde Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'nin kitabından daha güzeli yoktur, dedi 89.
87 Kastailânî, Îrşâdu's-Sârî, 1,41; el-Câmi'u's-Sahîh'in 1311 Bulak, el-Matbaatu'l-Emîrıyye'de basılan bu Yûnînî nüshasının baş tarafında bu bilgiler yer almaktadır. Buhârî'nin Kaynaklan, s.l80-183'de de bu nüsha hakkında özetlenmiş bilgiler vardır.
88 İrşâdu's-Sârî, I, 28-29, "Ve emmâ fadîletu'l-Câmi'i's-Sahîh..."
89 Hedyu's-Sârî, s.4-5; keza s.490-491, "Zikru fadâilj'l-Câmi'i's-Sahih...", eî-Câmi'u's-Sahîh'in evvelki fasıllarda geçenlerden başka faziletlerinin zikri".
İsmâîlî de şöyle dedi: Ben Ebû Abdillah el-Buhârî'nin te'lîf etmiş olduğu el-Câmi'u's-Sahîh kitabına bakıp inceledim; neticede onu isimlendirdiği gibi sahîh sünnetlerin çoğunu toplayıcı ve istinbat edilmiş birçok güzel ma'nâlara delâlet edici buldum. Bütün bunları hadîs ve hadîs nakilleri bilgisi ile rivayetler ve illetleri ilimlerine,.lisan ve fıkıh ilimlerini de ilâve eden ve bunların hepsinde çok muktedir olup, adetâ deryâlaşan kimselerden başkası ikmâl edemez 90.
Ebû Ca'fer el-Ukaylî de şöyle dedi: el-Buhârî el-Câmi'u's-Sahîh kitabını tasnîf ettiği zaman bunu Alî ibnu'l-Medînî (235/849), Ahmed ibn Hanbel (241/855), Yahya ibn Maîn (233/847) ve diğerlerine arz etti. Onlar kitabı güzel bulup beğendiler ve dört hadîs müstesna, bütün muhtevasının sahîh olduğuna şehâdet ettiler. Ukaylî, bu dört hadîste de söz, Buhârî'nin dediğidir, yânî onlar da sahihtirler, dedi 91.
Ebû Ahmed el-Hâkim şöyle dedi: Muhammed ibn İsmâîl tam imamdır. Çünkü bütün aslî hadîsleri te'lîf edip insanlara beyân eden odur. Ondan sonra bu konuda çalışıp eser meydana getiren herkes, yaptığını onun kitabından almıştır. Meselâ İmâm Müslim, Buhârî'ye nisbet etmeksizin onun kitabının çoğunu kendi kitabı içinde dağıtmış ve bu hususta hakkıyle dirayet ve kuvvet göstermiştir.
el-Hâfız Ebu'l-Hasen ed-Dârakutnî de şöyle demiştir: Buhârî mevcûd olmayaydı Müslim yetişip gelmezdi. Müslim, Buhârî'nin kitabını almış, bir müstahric olarak onda çalışmış ve ona bir hayli hadîs ziyâde etmiştir.
en-Nevevî Tehzîbu'1-Esmâ ve'î-Luğât'ta şöyle dedi: BuhârîSahîhf-nin durumuna gelince, âlimler: O sırf sahîh hususunda tasnîf edilmiş ilk musannaftır, dediler, ve âlimler tasnîf edilmiş kitâblarm en sahihi Buhârî ile Müslim'in Sahîh'leri olduğunda ittifak etmişlerdir. Cumhur, sıhhatçe Buhârî'ninkinin daha üstün ve fâidelerinin de daha çok olduğunda ittifak etmişlerdir.
el-Hâfız Ebû Alî en-Nişâbûrî ile Mağrib âlimlerinden bâzısı, Müs-lim'inki daha sahihtir demişlerse de, âlimler bu sözü reddedip, doğru olan Buhârî SahîhVnin üstün tutulmasıdır, demişlerdir. el-Imâm el-Hâfız Ebû Bekrel-îsmâîlî Kİfâbu 7-MedAa/'inde BııAârf Sahf/ıi'nin Mös-lim Sahihi üzerine tercih edilişini takrîr etmiş ve delillerini zikr eylemiştir.
en-Nesâî de: Bu kitâblarm en güzeli Buhârî'nin kitabıdır, dedi. Bâzısı da bu husustaki nizâı, şu söz içinde toplamıştır:
90 Hedyu's-Sârî, s.8-9.
91 Hedyu's-Sârî, s.4-5; Tehzîbu't-Tehzîb, IX, 54.
98/Sahîh-i Buharı ve Tercemesi
"Bir cemâat benim yanımda Buhârî'nin Sahihi ile Müslim'in Sahihi hakkında münâkaşa ettiler; bu ikisinden hangisi öne geçirilir, dediler. Ben de, san'at güzelliği bakımından Müslim üstün olduğu gibi, sıhhat i'tibâriyle de şübhesiz Buhârî üstün olmuştur, dedim."
en-Nevevî: Ümmet bu iki kitabın şahinliği ve bunlardaki hadîslerle amel etmenin vücûbu üzerinde icmâ' etmiştir, dedi (Hedyu's-Sârî, s.
8-9) 92.
5- Buhârf nin Hadîsleri Çeşitli Bâblarda Tekrar Etmesinin Sebebleri
en-Nevevî, Buhârî'nin Sahih 'i üzerine yazdığı şerhinde şöyle dedi 93:
Bil ki Buhârî -Allah ona rahmet eylesin- muhtelif ilimlerde son derece muktedir idi. Hadîs incelikleri ve hadîsten lâtîfeler istinbatma gelince, bu hususlarda ona yaklaşabilecek kimse hemen hemen yoktu. Kendi üstâdlarından ve diğerlerinden olan hadîs âlimlerinden nakletmiş olduğumuz bilgiler bu söylediğimize delâlet eder. Kitabına iyice baktığın zaman hiç şübhesiz bunu sen de kesin olarak kabul edeceksin. Bundan sonra şunu da bil ki, Buhârî'nin bu kitâbdaki maksadı sırf hadîslerle yetinmek ve hadîs metinlerini çoğaltmak değildir. Fakat onun muradı aynı zamanda hadîslerden hükümler istinbat etmek ve usûl, furû', zühd, âdâb, emsal ve diğer fenlerden istediği bâblar için istidlal edip, delîller getirmektir. Bu maksadla birçok bâblan hadîs isnadından boş bıraktı da, oralarda sâdece "Fulân sahâbî Peygamber'den" yâhud "bu hususta fulânm hadîsi vardır" yâhud da buna benzer ta'bîrlerle iktifa etmiştir. Bazen hadîsin metnini isnâdsız
92 İmâm Buhârî'ninel-Câmi'u's-Sahîh'ini bütün cebheleriyle ele alıp, çok mükemmel olan incelemesini 500 sahîfelik bir kitâb hâlinde ortaya koyan, îbn Hacer el-Askalânî olmuştur. Hedyu's-Sârîli Fethi'1-BârîMukaddimeti Şerhi Sahîhi'î-Buhârî adındaki bu değerli kitabında on fasıl içinde el-Câmi'u's-Sahîh''in cidden şaheser olduğunu göstermiş, bütün incelik ve özelliklerini pek mükemmel şekilde ortaya koymuştur. Bu eser el-Câmi'u's-Sahîh üzerindeki bütün çalışma ve araştırmalarda birinci kaynak eserdir.
Hatîb el-Kastallânî (923/1517) de İrşâdu's-Sârîilâ Şerhi Sahîhi'î-Buhârî adlı şerhinin mukaddimesinde el-Câmi'u's-Sahîh hakkındaki bir kısım bilgileri Ibn Hacerin eserinden Özetleyip, şu başlıklar altında verilmiştir:
Buhârî ile Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh'lerinin mukaayeaesi, Hedyu's-Sârî, s.4-14, 344-470, 490; Îrşâdu's-Sârî, I, 23, 29; Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, Giriş, s.45-53.
93 Nevevî, Şerhu'l-Bahârî, 9 a-b.
olarak zikreder. Bazen de isnadın evvelinden bir yâhud daha çok râvî-yi hazf eder. İşte bu iki nevi', ta'lîk diye isimlendirilir. Nitekim bu nev'i inşâallah zikr edeceğim. O, bunu ancak başlık yaptığı mes'eleye hüccet getirmek istediği için yapar. Ve bu durumda hadîsi yâhud isnadını zikrden sarf-ı nazar eder de, hadîs ma'lûm olduğu için sâdece ona işaret ediverir. Bazen o hadîs ileride, bazen de yakında geçmiş olur. Buhârî, bâbların isimlerinde Kur'ân'dan pek çok âyetler zikr etmiştir. Bazen bu bâbların bir kısmında sâdece âyetlerle yetinir de, onların yanında başka birşey zikretmez. Yine bâzı bâb unvanlarında sahabe, tabiî ve etbâu't-tâbiî fetvalarından pekçok şeyler zikr eder. İşte bütün bunlar sana söylediğimizi apaçık göstermeye yeter. Buhârî'nin maksadının bu zikr ettiğimiz şey olduğu bilinince, gerekli birçok yerlerde hadîsin tekrar edilmesinde bir mâni' yoktur. Fakîhlerden ve diğerlerinden birçok âlimler hep blı yol üzere yürüyüp, gelen hadîsi çeşit çeşit birçok bâblarda hüccet yapmışlardı 94.
el-Hâfız Ebu'1-Fadl el-Makdisî'nin şöyle dediği bize rivayet olundu: Buhârî, hadîsi birçok yerlerde zikr eder; güzel istinbatı ve geniş fıkhı ile o hadîsten babın gerektirdiği ma'nâyı çıkarır. Bir hadîsi bir tek isnâd ve aynı lâfızla iki yerde getirmesi pek azdır. Fakat o, bir hadîsi başka bir sahâbî yâhud tabiî yolundan yâhud başkasından getirir; tarîklerinin çokluğu ile hadîsi kuvvetlendirir, yâhud da lâfız ihtilafıyla getirir, yâhud mevsûlluğu hususunda rivayet muhtelif olur, yâhud isnâdda bir râvî ziyâde veya eksik olur; yâhud birinci isnâdda semâ lâfzını zikr etmeyen bir müdellis yâhud başkası bulunur da Buhârî, içinde semâ tasrîhi bulunan bir tarîk ile hadîsi tekrar getirir. Yâhud da burada geçmeyen bir sebebden ötürü hadîsi tekrar eder 95.
Tarihçi Kaadî İbn Haldun da târihinin mukaddimesinde hadîs ilimleri bölümünde şöyle dedi: "Nihayet asrında hadîscilerin imâmı ola*n Muhammed ibn Ismâîl el-Buhârî geldi ve sünnetin hadîslerini es-Sahîh dediği müsnedinde bâblarma göre Hicâzlılar'a, Iraklılar'a, Şamlılarda âid olan tarîklerin hepsi ile tahrîc etti. Bunu * ^parken hakkında hadîscilerin ihtilâf ettiklerine değil, sahîhliğinde ittifak ettikleri hadîslere i'timâd etti. Hadîsleri her bir bâbda, hadîsin tazammun ettiği babın ma'nâsıyle sevk ederek tekrarladı. Böylece hadîsleri tekerrür etti. Tarikleri ve isnâdlan her bâbda ayrı olarak manâlarına göre dağıttı" [96]
6- el-Câmi'u's-Sahîh'te Sened ve Metinle Birden Fazla Yerde Tekrarlanmış Hadîsler
Buhârî'nin aynı sened ve metinle birden fazla yerde tekrarladığı hadîslerin sayısı 23 kadardır. Kendisi bu hususta şöyle demiştir: "...
94 Nevevî, Şerhu'l-Buhârî, 9 a-b.
95 Hedyu's-Sârî, s.13; İrşâdu's-Sârî, I,s.25.
96 İbn Haldun, el-Mukaddime, a.442; "el, Faslu's-Sâdis fi Ulûmi'l-Hadîs", s.440-445.
• Lâkin bu kitabın içine tekrar edilmiş hiçbir hadîs koymak istemem. :(.■ İçinde şayet tekrarı îhâm eder birşey görürsen -iyice dikkat edersen \ anlarsın ki- gerek isnada ve gerek -mühmeli takyîd, mübhemi tefsir p eder bir ziyâdeyi ihtiva gibi- metne âid bir fâide için yazılmıştır. Bu dediğim şeylerden hâlî olarak bir tekrar vâki' olmuşsa, kasdım olmaksızın olmuştur. Hem de böylesi nadiren vuku' bulmuştur." 97. '•' Kastallânî şöyle dedi: Ben Hafız ibn Hacer'in el yazısıyle ta'lîkan yazılmış bir varak gördüm ki, onu bana arkadaşımız allâme muhad-dis Bedr el-Meşhedî getirdi. Nassı şudur: . ,
Buhârî'nin Sened ve Metin Olarak İki Yerde
Zikrettiği Hadîsler Zümresi:
1. Abdullah ibn Mugaffel'in: (^ 0 ^iJ~ SnJj J>j) hadîsi, Hums'un sonunda, Sayd'da ve'z-Zebâıh'da.
" 2. Haccda bedeneler nahr etmek hususunda Sehl ibn Bekkâr'dan, o da Vehb'den gelen hadîs. Buhârî bunu biribirine yakın iki yerde zikretti.
3. Enes'in (& Jjıiî tfjü 4-^ ) hadîsi, Bedr gazvesi ve Rikaak'ta.
4. d^iÇu jl. u4^j \pt'J~ J&J öl) hadîsi, "Bâbu'l-mesâcid"de ve "Bâbu inşikaakı'l-Kamer"de.
5. Ebû Bekre'nin (^upiü jâ\ fy) hadîsi, Kitâbu'l-îmân'da " Ve in tâife-tâni... (ei-Hucurât:9)" babında; Kitâbu'd-Diyât'ta.
6. Ebû Cuhayfe'nin: ( îjj. fcjl* Ji tj* JJ u.) hadîsi, "Bâbu'l-mukaatele"-de ve "Bâbun lâ yuktel müslimun bi-kâfirin"de.
7. Huzeyfe'nin ( l-i-^-î ^oi ıi:^ ) hadîsi,Rikaak,"Bâbu ref i'l-emâne"de
ve Fiten'de ( üiî4- Jl; ıy ^)'de.
8. Ebû Hureyre'nin: Bâdiye ehlinden bir adamın "(^Jj11 -^M^ ^-J) sözü hakkındaki hadîsi, Kitâbu'l-Hars'ta ve Tevhîd'de Rabb'm meleklerle kelâmı'nda.
9. Umer'in: (^ j jıp öJir) hadîsi, Cihâd'da "Babu'l-mıcenn"de ve Tefsîr'de. '
10. Ebû Hureyre'nin: "<U'> J-^; ±,'j C ) hadîsi, Ehâdisu'l-Enbiyâ'da ve Tevhîd'de.
11- ( u£"jj r-^) hadîsi, Hums'da ve öncesi Cihâd'da.
12. Abdullah ibn Umer'in(u*iiJ js S*)hadîsi, Cizye'de ve "Bâbu men kaatele muâhiden'-'de ve Diyât'ta "Bâbu men kaatele zımmiy-yen"de.
13. Ebû Saîd'in: ( ^ ^ J\ fi& J^ 1İ1 ) hadîsi, Salât'ta ve İblîs'in sı-fatı'nda (Bed'ul'1-Halk, Sıfâtu İblîs ve cunûdîhî).
97 İrşâdu's-Sârî, 1,25; Tecrîd Ter., I, 489.
14. Ebû Hureyre'nin (>^j jiT5 -%^, a^i ) hadîsi, Vekâle'de "İzâ vek-kele raculun raçulen..."de ve Bed'ul'1-Halk, "Sıfâtu İblîs ve cunû-dihf'de, Fadâilu'l-Kur'ân; Fadlu Sureti'1-Bakarati'de.
15. Adiyy ibn Hâtim'in: (5£â >J^- t»tâ $*£■! İM-) hadîsi, Sadaka'da red-den önce ve Alâmâtu'n-Nübüvve'de.
16. Enes'in: (^ f>- lr&s f^O hadîsi, Uhud gazvesinde, Cihâd' da ve Talha'nın menâkıbmda.
17. Ebû Musa'nın: ( & ^ ^ J\ &* üt >Uı Jj s^ J ^j ) hadîsi, Alâmâtu'n-Nübüvve'de, Mağâzî'de ve Tefsîr'de.
18. İbn Abbâs'm: ( Ji> iÜ ) hadîsi, Bedr gazvesinde ve Uhud gazvesinde.
19. Câbir'in^^^l J* ^* ^ U*P ) hadîsi, Hacc'da ve Mağâzî'de Alî'nin gönder ilme sinde.
20. Âişe'nin (İ^Jı Jiı £># tâ) hadîsi, Tahâret'te ve İ'tisâm'da.
Ve işte bu, Hafız ibn Hacer'in yazısından bulduğumun sonuncusudur. Ve ben Buhârî'de Ebû Hureyre'nin: iiı^Jl îı^Jâı ij>; ^\g}\ J;î Sır /^.Vi Ji\ İ>j\ liîj^Jîj hadîsini Kitâbu'l-İ'tisâm'da, "Ehl-i Kitâb'a Bir Şeyden Sormayın" babında, Tefsîr'de "Sûretu'l-Bakara'nın Tefsiri" babında ve Kitâbu't-Tevhîd'de ı\jp ^Jî '# \£& vU 'da buldum 98...
98 İrşâdu's-Sârî, I, 25-26
Nevevî (676/1277) şöyle dedi: Buhârî'nin SaMfa'inde bulunan müs-ned hadîsler mükerrerlerle birlikte 7275'tir; mükerrerlerin hazfıyle 4000 kadardır. Kitabın bâbları için fihrist gibi olması ve talebelere hadîslerin bulunma yerlerini tanımak kolaylaşsın diye, bunların hepsini mufassal olarak zikretmeyi düşündüm. el-Hamavî (381/991)'den sahîh olan isnadımla bize rivayet edildi ki, o şöyle demiştir: Buhârî
Sahîh 'inin hadîslerinin sayısı şöyledir......(Nevevî burada eî-Câmi'u's-
Sahîh'in başından sonuna kadar ayrı ayrı her kitâb ismini ve ihtiva ettiği hadîs sayıların! bir sahîfeden fazla tutan bir liste hâlinde sıralamış, bu neticeleri aldıktan sonra da:) Bu sayım neticeleri bize yine el-Hamavî'den olan isnâdıyle el-Hâfız Muhammed ibnu't-Tâhir el-Makdisî (505/1113) tarafından rivayet edildi, demiştir.
Firabrî (320/932) kolunun dokuz râvîsinden birisi olan Hamavî (381/991)'ye âid olup, târihî kıdemi bakımından da ehemmiyeti bulunan bu kitâblar ve hadîs sayıları listesini -bâzı sayı farklılıklarına rağmen- aynen zikr edelim:
Bunları el-Hâfız Ebu'I-Fadl Muhammed ibn Tâhir el-Makdisî (505/1113), Ebû Muhammed Abdullah ibn Ahmed Hamdûye es-Serahsî (381/991)'den gelen isnâdıyle mufassalan zikr edilip şöyle dedi:
Buhârî hadîslerinin sayısı şöyledir:
Bed'ul'1-Vahy 7, îmân 50, İlim 75, Vudû' 109, Guslu'l-Cenâbeti 43, Hayz 37, Teyemmüm 15, Farzu's-Salât 2, Salât fî's-Siyâb 39, Kıble 13, Mesâcid 76, Sütretu'l-Musallî 30, Meyâkîtu's-Salât 75, Ezan 28, Fad-lu Salâti'l-Cemâati ve İkaametihâ 40, İmamet 40, İkaametu's-Sufûf 18, İftitâhu's:Salât 28, Kıraat 30, Rükû', Sucûd ve Teşehhüd 52, İnkizâu's-Salât 17, İctinâbu Ekli's-Sûm 15, Salâtu'n-Nisâ ve's-Sıbyân 15, Cumua 65, Salâtu'1-Havf 6, Iydeyn 40, Vitr 15, İstiskaa 35, Kusûf 25, Sucûdu'l-Kur'ân 14, Kasr 36, İstihare 8, Tahrîd alâ Kıyâmi'1-Leyl 41, Nevâfil
18, Salât bi-Mescidi Mekke 9, Amel fî's-Salât 26, Sehv 14, Cenâiz 154, Zekât 113, Sadakatu'1-Fitr 10, Hacc 240, Umre 42, îhsâr 40, Cezâu's-Sayd 40, İhram ve Tevâbi'uhu 32, Fadlu'l-Medîne 24, Savm 66, Leyletu'1-Kadr 10, Kıyâmu Ramadân 6, İ'tikâf 20, Buyu' 191, Selem
19, Şuf a 3, İcâre 24, Havale 30, Kefalet 8, Vekâle 17, Muzâraa ve Şirb 29, istikraz ve Edâu'd-Duyûn 25, İşhâs 13, Mülâzeme 2, Lukata 15, Mazâlim ve'1-Gadab 41, Şerike 23, Rehn 9, Itk 34, Mukâtebe 6, Hibe 69, Şehâdât 58, Sulh 22, Şurût 24, Vasâyâ ve'1-Vakf 41, Cihâd ve Siyer 255, Bakıyyetu'l-Cihâd 42, Farzu'1-Hums 58, Cizye ve Muvâdaa 63, Bed'u'1-Halk 202, Enbiyâ ve'I-Mağâzî 428, Cezâu Âhır ba'de'l-Mağâzî 138, Tefsîr 540, Fadâilu'l-Kur'ân 81, Nikâh ve Talâk 244, Nafakaat 22, Et'ime 70, Akîka 11, Sayd, Zebâıh ve Gayruhu 90, (Zebâıh ve) Edâ-hî 30, eşribe 65, Tıbb 79, Libâs 120, Marda 41, Libâs eydan 100, Edeb 256, İstîzân 77, Daavât 76, Daavât eydan 30, Rakaaık (Rıkaak) 100, Havz 16, Cennet ve Nâr 57, Kader 28, Eymân ve Nuzur 31, Keffâretu'l-Yemîn 15, Ferâiz 45, Hudûd 30, Muhâribûn 52, Diyât 54, İstitâbetu'l-Mürteddîn 20, İkrah 13, Terku'l-Hıyel 23, Ta'bîr 60, Fiten 80, Ahkâm 82, Emânî (Temenni) 22, İcâzetu Haberi'1-Vâhid 19, İ'tisâm 96, Tev-hîd ve Azametu'r-Rabb Sübhânehu ve Teâlâ ve gayru zelike İlâ âhiri'l-kitâb 190 (Hedyu's-Sârî, s. 465-470; Umdetu'l-Kaarî, I, 9-10) ".
Hafız ibn Hacer (852/1448) de Hedyu's-Sârî isimli mukaddimesinde onuncu faslı bu sayım mes'elesine tahsis edip, şöyle demiştir: Ta-kıyyuddîn ibnu's-Salâh, Ulûmu'l-Hadîs kitabında, kendisinden bize rivayet edilen ibaresinde şöyle dedi: Buhârî Sahîh 'inin hadîslerinin sayısı, mükerrerlerle birlikte 7275'tir. Mükerrerlerin düşürülmesiyle 4000 kadardır, denildi. İşte İbnu's-Salâh böyle mutlak söyledi. Muh-yiddîn en-Nevevî de Muhtasar'mda bu sayıya tâbi' oldu....
99 Bu iki yerde verilen listede bâzı küçük farklılıklar bulunmaktadır: Bed'u'1-Vahy 5-7, İlim 55-75, Mesâcid 36-76, İctinâbu Ekli's-Sûm 5-15, İhram ve Tevâbiuhu 32, Fadlu'l-Medine 24, Şerike 72-23, Itk 21-34, Farzu'1-Hums 55-58, Cezâu'I-Âhir (yâni Cüz"ü'l-Âhîr) ba'de'l-Mağâzî 138-108, Tevhîd ve Azametu'r-Rabb... 170-190.
Bundan sonra Hafız ibn Hacer, aded aded Nevevî'nin naklettiklerini araştırdı; farkı, farklılaşmayı ve muhalefet derecelerini beyân etti.
Buhârî hadîsleri muhtelif sayımlara göre bir takım farklılıklar gösterir. Bununla beraber bu 7275 sayısı umumiyetle doğru kabul edilmiştir. Ebû Abdillah ibn Abdilmelik el-Endelusî Fevâid'inde, Ebu'l-Huseyn er-Ruaynî'den; o da Ebû Abdillah ibn Abdilhakk'm olmak üzere, bu 7275 sayısını tesbît eden şu beyitleri inşâd etmiştir:
"Buhârî'nin rivayet ettiği hadîslerin toplamı beş, sonra yetmiş, ve yedi bin, bunlar geçen sayılarla beraber iki yüze ilâve edilir (7275). Bunu hesâbdan nasîbli olan saydı." (Hedyu's-Sârî, s.465-470)
îbn Abdilhakk bu sayımı nazm hâline getirmekle, hakîkaten güzel yapmıştır.Çünkü bu sayıyı tashîf ve tahrif ihtimâlinden muhafaza etmiştir ve Allah en bilendir.
ibn Hacer, buradaki uzunca izahlarından sonra, şöyle dedi: "Benim yazdığım ve sağlam yaptığım sayıma göre, muallaklar ve mutâ-baalar hâriç, mükerrerlerle birlikte Buhârî hadîslerinin toplamı 7397 hadîstir. Bu, daha evvelkilerin zikrettikleri sayı üzerine 122 hadîs ziyâde olmuştur. Şu kadar ki, ben de yanılmazlık ve yanlışlıktan selâmet iddia etmiyorum. Bu, daha fazla cehdi olmayanın cehdidir. Muvaffak kılıcı da ancak Allah'tır."
Bundan sonra İbn Hacer el-Câmi'u's-Sahîh'in evvelinden âhirine kadar Buhârî'nin ta'lîklerini ve mutâbaalarını zikretti ve şöyle dedi:
"Kitâbda ta'lîk nev'inden mevcûd olanların hepsi 1341 hadîstir. Bunların çoğu mükerrerdir, metinlerinin asılları kitâbda senedleriy-le tahrîc edilmiştir. Bunlar içinde kitâbda velev doğru bir tarîkden tah-rîc edilmemiş olan metinler sâdece 160 tanedir. Ben bu 160 muallak metni, kendisinden ta'lîk edilen kimselere varan muttasıl senedlerle güzel, müstakili bir kitâbda yazdım. el-Câmi'u's-Sahîh içinde, rivayet ihtilâflarına göre mutâbaa ve tenbîh nev'inden ise 341 hadîs vardır. Buna göre, mükerrerlerle birlikte kitâbdakilerin toplamı 9082 hadîstir. Bu sayı, sahâbîler üzerine mevkuf olanlardan ve tabiîlerden ve daha sonrakilerden maktu' olanlardan hâriçtir. Ben Ta'lîku't-Ta'lîk adlı kitâbda bunların hepsinin mevsûlluğunu tesbît edip toplamışımdır. Ve işte bu, Buhârî Sahîh 'indeki hadîslerin sayısı olarak benim yazmış olduğum nihâî bir yazıştır. Bunu Allah feth eyledi. Bunu benden evvel yapan kimse bilmiyorum. Bununla beraber ben sehivden ve hatâdan ma'sûnı olmadığımı i'tirâf ediyorum. Kendisinden yardım istenecek ise ancak Allah'tır100.
100 Hedyu's-Sârî, s. 465-470; Îrşâdu's-Sârî, I, 28-29, "Ve emmâ adedu ehâdîsi'l-Câmi"i's-Sahîh".
Kastallânî de bu sayımla ilgili bilgileri şöyle özetlemiştir: el-Câmi'u'sSahîh''in hadîslerinin sayısına gelince, Îbnu's-Salâh mükerrer hadîslerle birlikte 7275 hadîstir, dedi. Nevevî de İbnu's-Salâh'a tâbi' olup bunları mufassal olarak zikretti. Hafız ibn Hacer ise bunları yeniden bâb bâb araştırıp sayarak, şqyle demiştir: el-Câmi'u's-Sahîh'm hadîslerinin toplamı, doğru olarak araştırmama ve tesbîtime göre muallaklar ve mutâbaalar hâriç, mükerrerlerle birlikte 7397 hadîstir. Bundan, tekrârsız olarak süzülen hâlis hadîs ise 2602'dir. Bu 2602 sayısına merfû' olan muallak metinler -ki onlar 159 hadîstir- ilâve edildiğinde hâlis hadîslerin toplamı 2761 olur.
el-Câmi'u's-Sahîh''teki ta'lîklerin toplamı 1341 hadîstir.Bunların çoğu mükerrerdir. Kitabın diğer yerinde başka bir tarîk ile tahrîc edilmemiş metinler ise 160 hadîstir. Kitâbdaki mutâbaalar ve tenbîhle-rin toplamı ise, rivayet ihtilâflarına göre 344 hadîstir. Sahâbîler üzerine mevkuf olanlarla birlikte, kitâbdaki hadîslerin toplamı ise 9082 hadîstir 101.
Kitâblarının sayısı 100'den biraz fazladır. Bâbları küçük bir ihtilâfla beraber 3450 kadardır. Sahîh'de kendilerinden hadîs tahrîc ettiği üstâdlarının sayısı 289'dur. Müslim'den ayrı olarak kendilerinden hadîs rivayet etmekte teferrüd ettiği kimselerin sayısı 134'tür... Bu-hârî'nin kitabında üç râvîli 22 hadîs vardır.
Bu kitabın faziletine gelince, yukarıda da geçtiği üzere, o, İslâm kitâblarının Allah'ın Kitâbı'ndansonra en büyüğü ve en fazîletlisidir. İsnâdları bakımından en yüksek derecededir. Buhârî'nin çağdaşları onun semâmın (işitmesinin) yüksekliği ile öğünürler I02..,
Ebu'1-Fadl el-Makdişî (507/1113) Şurûtu'l-Eimmeti's-Sitte isimli kitabında şöyle dedi: İyi bil ki, Buhârî, Müslim ve onlardan sonra zikrettiklerimizin hiçbirinden: "Ben bu kitabımda fulân şart üzere olanları tahrîc etmeyi şart kıldım" dediği nakledilmemiştir.Bu ancak onların kitâblarını iyice tedkîk etmekle tanınır. Bu suretle onlardan her birinin şartı bilinir 103.
Hafız el-Askalânî, Mukaddimesinde şöyle dedi: Şimdi Buhârî'nin el'Câmi'u's-Sahîh''deki şartını tahkike ve onun Peygamber'in hadîsleri hususunda tasnif edilmiş olan kitâblarm en sahîhi oluşunu takrire başlayalım:
101 İrşâdu's-Sârî, I, 28, "Ve emmâ adedu ehâdisi'1-Câmi' ..."; Keşfu'z-Zunûn, I, 541-545.
102 İrşâdu's-Sârî, I, 28, Keşfu'z-Zunûn, I, s.541-545.
103 İrşâdu's-Sârî, Mukaddime, s.19-20.
Hafız Ebu'1-Fadl ibnu Tâhir (507/1113) şöyle dedi: Sika olan Ebu'l-Ferec ibnu İmâd'm huzurunda okuduğuma göre, ona Yûnus ibn İbrâ-hîm ibn Abdilkavî, Ebu'l-Hasen ibnu'l-Mukayyir'den, o da Ebu'l-1 Ma'mer el-Mubârek ibn Ahmed'den şöyle haber vermiştir: Buhârî'nin şartı, sikalar ve sebtler arasında ihtilâf olmaksızın meşhur sahâbîye varıncaya kadar nâkillerinin sikalığı üzerinde ittifak edilen hadîsi tahrîc etmektir. Hadîsin isnadı da kesiksiz olarak muttasıl olacaktır. Eğer sahâbînin iki yâhud daha fazla râvîsi varsa bu güzeldir;ancak bir tek râvî olur da ona varan tarîk sahih olursa, bu da kâfidir.
İbn Hacer şöyle dedi: Ebû Abdillah Hâkim (405/1014)'in ileri sürdüğü: Buhârî ve Müslim'in şartı sahâbî için iki râvî veya daha fazla râvî olmak, sonra meşhur tabiî için sika iki râvî olmak ilâ.... şeklindeki sözü i04, Buhârî ile Müslim'in bir tek râvîleri bulunan bir sahabe topluluğunun hadîslerini tahrîc etmeleriyle çözülmüştür. Hâkim'in zikrettiği şart, kendilerinden hadîs alman bâzı sahâbîler hakkında bozulmuşsa da, bu söz sahâbîlerden sonrakiler hakkında mu'teberdir. Çünkü kitâbda yalnız tek râvîsi olan kimselerin rivayetinden gelme bir tane hadîs yoktur (Hedyu's-Sârî,s.l).
Hafız Ebû Bekr el-Hâzimî (584/1188) de Şurûtu'hEimmeti'l-Hamse kitabında şöyle dedi: "Hâkim'in söylemiş olduğu bu söz, es-Sahîh 'in inceliklerine dalmaya iyice çalışıp bilememiş kimsenin sözüdür. Eğer kitabı gereği gibi hakkıyle araştırmış olaydı, muhakkak kitâbdan kendi da'vâsmı çürütüçü bir grup şey bulacaktı." Hâzımî bundan sonra Özetle şöyle dedi: Sahîh'in şartı, isnadı muttasıl, aklı bozuk olmayan, adalet sıfatlarıyle muttasıf, dâbıt, mütehaffız, salim zihinli, vehmi az, salim i'tikaadlı olmaktır. Sonra bil ki, bu imamların, hadîs mahreçlerini istinbât etmek keyfiyyetinde birer yolu vardır. Biz bu yolları kısaca işaret edelim: Sahîh tahrîc edecek kimsenin yolu, âdil olan râvînin, -hepsi sikalar oldukları hâlde- âdil üstâdları arasındaki hâlini ve kendilerinden rivayette bulunmuş olan kimseler arasındaki hâlini i'tibâ-ra almaktır. Zîrâ bu âdil râvîlerden kiminin kendi şeyhlerinden rivayetleri sahihtir,'sabittir, böylesinin hadîsini tahrîc etmek lâzım gelir. Kiminin de hadîsi medhûl olup, ayıblı bulunur; böylesinin tahrîci elverişli olmaz. Böylesi ancak şevâhid ve mutâbaalarda tahrîc edilir. İşte bu, âdil üstâdların hadîslerinin medhûl olup olmaması mes'elesi kendisinde mübhemlik ve anlaşılması güçlük olan bir bölümdür. Bunun yolu, aslın râvîsjnden rivayet eden râvîlerin tabakalarını ve her-birinin hangi mertebeye varabileceğini bilmektir. Biz bunu bir misâl ile tavzîh edelim (Hâziiîıî burada aslın râvîlerinden Zuhrî ile temsîl ederek, mes'eleyi şöyle îzâh ediyor): O da şunu bilmemizdir: Meselâ Zuhrî'nin ashabı beş tabaka üzeredir. Bunlardan her bir tabakanın, kendinden sonra gelen tabaka üstüne bir meziyyet ve farklılaşması vardır. Birinci tabaka Mâlik ibn Enes, Sufyân ibn Uyeyne, Şuayb ibn Ebî
104 HâkimSahîhayn'ınbuşartlarım Ulûmu'l-Hadîs ileel-Medhalilâ Kitâbi'l-Iklîl adh eserlerinde ileri sürmüştür. Tecrîd Ter., 201, 231-233. sahîfelerde de nakledilmiştir.
Hamze, Yûnus ibn Yezîd el-Eylî, Akîl ibn Hâlid el-Eylî ve benzerleridir. Bunların rivayetleri sahîhliğin en yüksek derecesine varır. Buhâ-rî'nin aradıkları işte bunlardır.
İkinci tabaka, tesebbüt hususunda birinci tabaka ricali gibi iseler de, birinci tabaka ezberleme ve itkanlarıyle beraber Zuhrî'ye mülâze-metlerinin uzunluğuyle de tanınmışlardır. Meselâ Leys ibn Sa'd ile Ev-zâî, Nu'mân ibn Râşid, Abdurrahmân ibn Hâlid ibn Musâfîr, İbnu Ebî Zi'b gibileri Zuhrî'ye seferde de, hazarda da mülâzemet ettikleri hâlde, ikinci tabakadan Ca'fer ibn Burkaan, Sufyân ibn Huseyn Sulemî, Zem'atu'bnu Salih el-Mekkî gibi hafız ve mutkm zâtların -Zuhrî'ye az mülâzemet dolayısıyle- Zuhrî'nin hadîsleri hakkında mümâreseleri evvelkiler derecesinde değildir. Müslim bu iki tabaka ricalinin her birinden kayıtsız şartsız hadîs tahrîc eder. Buhârî ise ikinci tabakadan yalnız diğer karineler ile kendisine evvelkilerin kuvvetinde sahîh görünenleri alır 105.
Üçüncü tabaka, Muâviyetu'bnu Yahya es-Sadafî, İshâk ibn Yahya el-Kelbî, Müsennâ ibnu's-Sabbâh gibi Zuhrî'ye birinci tabakadakiler kadar mülâzamet etmiş olmakla beraber, cerh gailelerinden selâmet bulamayanlardır ki, onları kimi kabul, kimi reddeder. Ebû Dâvûd ile Nesâî bu tabaka râvîlerinden de rivayet ederlerse de Müslim, bunlardan yalnız diğer karinelerle kendisine sahîh görünenleri alır. Buhârî ise bunları büsbütün terkeder.
Dördüncü tabaka, cerh ve ta'dîî babında üçüncü tabaka ricali gibi olmakla beraber, Zuhrî'ye mülâzemetleri az olmak dolayısiyle, onun hadîsleriyle mümâresetleri de az olanlardır ki, Tirmizî, bunların da hadîslerini kabul eder.
Beşinci tabaka, Bahr ibnu Kesîr es-Sakkaa', Abdulkuddûs ibn Ha-bîb, Hakem ibnu Abdillah el-Eylî, Muhammed ibn Saîd el-Maslûb gibi zaîfler ve meçhullerden bâzı kimselerdir ki, bâblara göre hadîs tahrîc edenler için bunların hadîslerini almak caiz olmaz. Yalnız Ebû Dâvûd ile onun dûnundaki musannıflar bu gibi hadîsleri i'tibâr ve istişhâd kasdıyle zikrederler. Sahîhayn 'da ise son iki tabakadan rivayet edilen hadîs yoktur.
Buhârî, ikinci tabakadan olan hadîsleri ekseriya ta'lîkan zikreder. Üçüncü tabakadan da bâzı ta'lîkleri vardır 106.
105 Buhârî'nin bir şartı da şudur: Buhârî her râvînin kendi şeyhinden işitmiş olduğunun sabit olmasını şart addeder. Ve râvî ile merviyy-anh'm yalnız çağdaş olmalarını kâfi görmeyip bir de görüşmüş olduklarının subûtû şarttır, der... Müslim ise mudellis olmayan râvînin "an fulâmn" demesini görüşmeye hami ettiklerine bakarak buluşmanın ayrıca subûtunu şart addetmez. Hattâ Buhârî ile Alî ibnu'l-Medînî râvînin şeyhi ile uzun sohbetini de şart koşarlar... (Tecrid Ter. 199-200).
106 Hedyu's-Sâri, s.7 vd.; İrşâdu's-Sârî, I, 19-29; Tecrîd Ter., I, 201, 232-233.
9- Buhârî'nin Hadîsleri Parçalamasındaki yâhudi Yalnızca Metni Zikretmesindeki Sebeb [107]
Buhârî, muhaddislerin önderi olmasına ilâveten, fıkıh'ta ulu bir imâm idi. Bu iki sıfatın bir tek şahısta toplandığı pek azdır. Bunun için Buhârî hükümler çıkarma keyfiyyeti ile fıkhı, kitâb ve sünnete tatbik bilgisinden Muhammed ümmetinin mahrum olmamasını istedi. İşte bunun için hadîsten bâb'a münâsib olan kısmını zikreder. Bazen de hadîs meşhur olduğu için, yalnızca metni zikreder. Zîrâ o hadîs ma'lûmdur; hadîs ma'lûm olunca dînî hükmü zikretmek suretiyle ondan istifâde keyfiyyetinden başka birşey kalmamış olur... Nevevî'nin Buhârî Şerhi'nde: "Buhârî'nin bu kitâbdaki maksadı, sırf hadîslerle yetinmek ve hadîs metinlerini çoğaltmak olmayıp, aynı zamanda hadîslerden hükümler istinbât etmek ve usûl, furû', zühd, âdâb, emsal ve diğer fenlerden istediği bâblar için deliller getirmektir..." şeklinde geçmiş olan izahları burada tekrarlandıktan sonra, İbn Hacer şöyle devam ediyor:
Buhârî'nin îrâd ettiği bâbların unvanları çeşitli şekiller üzerinedir: Eğer gizli şekilde de olsa bu bâb'a münâsib olacak bir hadîs bulur ve bu da şartına uyarsa, o hadîsi bu bâbda, kitabının konusu için ıstj-lâh kılmış olduğu "haddesenâ "ve bunun yerine geçen sîgaile veyâkendi şartına göre an'ane ile getirir. Eğer o bâb hususunda hüccetliğe elverişli olmakla beraber kendi şartına uymayan bir hadîsten başkasını bulamadıysa, o hadîsi bâb'a sevk edegeldiği sîğaya mugayir olarak yazar; o kendi şartından değildir. İşte bundan dolayıdır ki, ta'lîkleri getirmiştir. Buhârî bâbda ne kendi şartı üzere, ne de başkalarının şartı üzere sahîh olan bir hadîs bulamaz da ünsiyet edilip dikkatle nazar kılınacak ve bir cemâatin onu kıyâs üzerine takdim edeceği bir hadîs nev'inden olursa, bu hadîsin lâfzını yâhud da ma'nâsını bâb unvanı olarak kullanır. Sonra burada ya Allah'ın Kitâbı'ndan ona şehâdet edecek bir âyet getirir, yâhud da bu haberin delâlet ettiğinin umûmunu te'yîd edecek bir hadîs getirir. İşte bundan dolayı oradaki hadîsler üç kısım üzeredir. İnşâallah bunun tafsilleri açıklanmış olarak yakında gelecektir I08.
107 İrşâdu's-Sârî, I, 25-26, "Emmâ taktîuhu lil-hadîsi ve ihtisâruhu.."
108 Hedyu'sSârî, s.6-7; İrşâdu's-Sârî, I, 25.
10- Buhâr'nin Hadîsi Bölümlere Ayırması, Kısaltması ve Tekrar Etmesinin Sebebim
İbn Hacer Mukaddime'de şöyle dedi: Hafız Ebu'1-Fadl Muhammed ibn Tâhir el-Makdisî (507/1113), kendisinden bize rivayet edilen Cevâbu'l-Muteannit ismini verdiği risalede şöyle dedi: Ey muhâtab, iyi bil ki Buhârî -Allah ona rahmet eylesin- hadîsi kitabının birçok yerlerinde zikr eder ve onunla herbir bâbda başka bir isnâdla istidlal eyler, ve ondan güzel istinbâtı ve geniş fıkhı ile yazmış olduğu bâbm gerektireceği ma'nâyı çıkarır. Bir hadîsi iki yerde aynı isnâd veya aynı lâfızla getirmesi çok azdır. O, hadîsi, ancak zikredeceğimiz bir takım ma'nâlar sebebiyle diğer tarîkden getirir. Bunlardan murâdını en iyi bilen Allah'tır.
Bu ma'nâları şöyle sıralayabiliriz:
1- Buhârî hadîsi bir sahâbîden tahrîc eder, sonra aynı hadîsi bir başka sahâbîden getirir. Bundan maksad hadisi garîblik hududundan dışarı çıkarmaktır. İkinci, üçüncü tabaka râvîlerinde ve üstâdlarına gelinceye kadar diğer râvî tabakalarında da böyle yapar. Hadîs san^a-tı ehlinden olmayan kimse bunu tekrardır zanneder. Hâlbuki tekrar değildir. Bu ziyâde bir fâideyi müştemil olduğu için böyle yapılmıştır.
2- Buhârî bu kaaideye göre birçok hadîslerin şahinliğini isbât etmiş olur. Bunlardan herbir hadîs, biribirinden ayrı birçok ma'nâları müştemil olur. İşte bundan dolayı Buhârî o hadîsi her bir bâbda, ilk tarîkin gayrı olan bir tarîkden olmak üzere îrâd eder.
3- Bir takım hadîsler vardır ki, bâzı râvîler onları tam rivayet ederler, bâzıları da bunları muhtasar olarak rivayet ederler. İşte Buhârî bu hadîsleri geldikleri gibi getirir. Bundan maksad, hadîslerin râvîle-ri cihetinden doğabilecek olan şübheyi gidermektir.
4- Râvîler bâzan ibarelerde ihtilâf etmişlerdir. Meselâ bir râvî bir hadîsi tahdîs eder, bunda bir ma'nâyı muhtemil olan bir kelime vardır. Bu hadîsi bir başkası tahdîs eder ve kelimeyi ayniyle diğer bir ma'nâyı muhtemil olan başka bir ibare ile ta'bîr eyler. İşte Buhârî, kendi şartına göre sahîh olduğu zaman bu hadîsi bütün tarîkleriyle îrâd eder ve herbir lâfız için müstakili bir bâb ayırır.
5- Bir takım hadîsler vardır ki, bunlarda mevsûlluk ve mürsellik biribiriyle karşılaşır. Buhârî katında mevsûlluk üstünlük kazanır ve i'timâd eyler ve irsalin kendi nazarında mevsûllukta hiçbir te'sîri olmadığını tenbîh edici olarak o mürseli de getirir.
109 İrşâdu's-Sârî, I, 25-26, "Emmâ taktiuhu lil-hadîs ve ihtisâruhu ve iâdetuhu lehu fi'1-ebvâbi ve tekrâruhû", Tecrîd Ter., s.488-489.
6- Bir takım hadîsler de vardır ki, bunlarda mevkûfluk, merfu'luk biribiriyle karşılaşır. Bunlardaki hüküm de yukarıki gibidir.
7- Bir takım hadîsler vardır ki, bunlarda bâzı râvîler isnâdda bir kimse ziyâde etmişlerdir; bâzı râvîler de bir kişiyi eksiltmişlerdir. Buhârî bu hadîsleri iki vech üzere getirir. Çünkü kendi katında râvînin o hadîsi, kendisine başka bir üstâddan işittiği, sonra diğer üstâdla buluştuğu ve aynı hadîsi ona da tahdîs ettiği sahîh ve sabit olur. Böylece hadîsi iki vech üzere rivayet eder olmuştur n0.
Buhârî'nin hadîsi bazen çeşitli bâblara bölmesine, bazen de hadîsi bâzı kısımları üzere kısaltmasına gelince, bu da hadîs iki yâhud daha fazla hükmü müştemil olduğu hâlde metin kısa olduğu yâhud bir kısmı diğer kısmiyle irtibatlı olduğunda yapılmaktadır. Bu takdirde Buhârî bunlara göre hadîsi tekrar eder. Bunu da hadîsi, hadîse âid bir fâideden boşaltmamaya dikkat göstererek yapar. O da, hadîsi daha önce tahrîc etmiş olan üstâddan başka olan bir üstâddan getirmesidir. Böylece bu hadîse âid olan tarîkleri çoğaltma fâidesi hâsıl olur. Bazen de hadîsin sâdece bir tek tarîki olması sebebiyle mahreci Buhârî'ye dar olur. Bu takdîrde Buhârî hadîste değişik tasarruflarda bulunur. Artık onu biryerde mevsûl olarak getirir, diğer bir yerde muallak olarak getirir, bazen tam olarak bazen de bu bâbda muhtâc olacağı tarafı üzerine kısaltılmış olarak getirir nı...
11- Buhârf nin Hadîsleri Muallak Getirmesinin Sebebleri
Ta'lîk -yukarıda da geçtiği gibi- isnadın baş tarafından bir veya arka arkaya daha fazla râvî ismini hazf ile hadîsi hazfedilenlerin üst tarafındaki râvîye cezm sîgalarından biri ile isnâd etmektir. Böyle olan hadîs muallaktır (Tecrîd Ter., 153).
Buhârî'de 1341 hadîs ta'lîk edilmiştir. Bunların 160 tanesinden mâadası kitabın başka yerlerinde mevsûlen rivayet edilmiştir. Bu 160 hadîsi de Hafız ibn Hacer el-Askalânî et-Tevfîk ismindeki güzel bir te'lîfinde birer birer isnâdlarmı bulup vasi etmiştir. İbn Hacer, Buhârî'nin bütün ta'lîkleri, mutâbaaları ve mevkufları hakkında da Ta'lîku't-Ta'lîk nâmıyle müsned olarak bir kitâb daha yazmıştır; bilâhare onu da et-Teşvîk ilâ Vasli'l-Mühimm mine't-Ta'lîk ünvânıyle is-nâdsız olarak özetlemiştir (Tecrîd Ter., 126).
Buhârî muttasıl sened ile kitabın başlıca yerlerinde sevk ettiği 1181 hadîsi ancak kısa yazmak maksadı ile tekrardan çekinmek düşüncesiyle ta'lîk etmiştir. Bunların şartınca sahîh olduklarında şübhe yoktur. Kalan 160 muallak hadîsten de -kaale, zekere, reva, yezkuru, yervî gibi- cezm sîgalarıyle rivayet olunmuşları her kime izafe edilmişlerse o kimselere âid olmaları sahihtir, diye hükmedilebilir. Zîrâ bu rivayetlerin o kimselere âid oluşu Buhârî'ce sahîh olmasaydı, onlara cez-men nisbet etmezdi. Lâkin yine o cezm etmiştir diyerek, bu hadîslerin sıhhatlerine mutlak olarak hükmetmemişler ve bunların ricaline bakılıp hükmedilmek gerekir demişlerdir. Tedkîkten sonra anlaşılmıştır ki, cezm sîgasıyle ta'lîk edilenler dört kısımdır:
110 Hedyu's-Sârî, s.12-13; Îrşâdü's-Sâri; I, 25.
111 Hedyu's-Sârî, s.13; İrşâdu's-Sârî, I, 25.
1- Bâzıları kendi şartına katılmış iken ya kısaltarak, ya o hadîsi şeyhinden işitmemiş, yâhud işitmiş ise, tahdîsen değil, müzâkereten işitmiş olduğu için, vasi etmemiştir. Kitâbu'l-Vekâle'de:
"Usmânu'bnu'l-Heysem şöyle dedi: Bize Avn tahdîs etti. Bize Muham-med ibn Şîrîn, Ebû Hureyre'den tahdîs etti; o söyle demiştir" isnâdıy-le rivayet ettiği " ..oUaİj jlTjj J§£ i»ı j_^J jk'5 = Rasûlullah (S) beni ramazân zekâtını korumaya tevkil etti..."hadîsi gibi ki, bütün ricali kendi şartınca oldukları hâlde senedi kaç yerde tekrar etmiş ise hep ÖUJ£ jû = Usmân şöyle dedi" demekle yetinip, hiçbir yerde " oUİc- \2jJ- = Bize Usmân tahdîs etti" dememiştir. Buhârî bu hadîsi "Fadâili'l-Kur'ân" ile "İblîs'in Zikri" bölümlerinde getirmiştir. Anlaşılan Usmân'dan işitmeyi tahdîs ile dinlememiş de onun için bu ta'bî-ri kullanmamıştır.
2- Bâzıları kendi şartınca olmamakla beraber, başkalarının şartınca sahihtir. Meselâ "Kitâbu't-Tahâre"de " &A*. cJÛ = Âişe şöyle dedi" isnâdıyle ta'lîkan rivayet ettiği "u^-i jr J£ :&\ '/\ ^jj£ J^ı Ö& = Peygamber (S)her hâlinde Allah 'ı zikreder idi" hadîsini Müslim Sahî-Ai'nde (Hayz, Bâbu zikrillah fî hâli'l- cenabeti ve gayrihâ) tahrîc etmiştir.
3- Bâzıları sahîh olmamakla beraber hüccet olmağa elverişli bir ha-sen hadîstir: "Kitâbu'1-Gusl, Bâbu men ığtesele uryânen..."de Behzu'bnu Hakem babasından, o da dedesinden olmak üzere şöyle dedi: " ^\ ^ it- UA£LJ âı jiî &\ = Allah kendisinden haya olunmaya, insanlardan daha haklıdır" hadîsi gibi ki, bu Sünen sahihlerinin hep tahrîc ettikleri meşhur bir hasen hadîstir.
4- Bâzıları ricalin kusurlu sayılmış olmasından değil, isnadında azıcık kesiklik bulunduğundan dolayı zaîftir. Bunları da kendince sikalardan olan râvînin hadîsleri olmak üzere meşhur oldukları hâlde, bu küçük za'fa işaret olsun diye bu tarzda zikretmiştir. "Kitâbu'z-Zekât, Bâbu'1-arz fî'z-zekât"taki:
"Yemen İmâmı Tâvûs şöyle dedi: Muâz ibn Cebel Yemen halkına şöyle demiştir: Ey Yemenliler! Elbise, hamîs, lebîs denilen metâı, arpa ve hububat yerine zekât olarak getiriniz! Bu mübadele, size kolaylık, Medine'deki Peygamber sahâbîleri için de hayırlıdır" (Munîriyye baskısı, 11,235) hadîsi gibi ki, kendisi ile Tâvûs arasındaki rical, Tâvûs da dâhil olmak üzere, hep sikalardan iken, Muâz'm bu sözünü Tâvûs ondan bizzat işitmemiş olduğu için, isnadı ta'lîk etmiştir.
Buhârî'nin "yurvâ, yuzkeru..." gibi temrîd sîgasıyle ta'lîk ettiği hadîslere gelince, bunlar kimlere izafe edilmişlerse o kimselere aidiyetlerinin sahîh olduğuna hükmedilmezse de, yine Sahîh nâmıyle yazdığı bir kitaba katmış olduğundan dolayı büsbütün çürük ve düşük rivayetler değildir. Buhârî'nin temrîd sîgâsı ile rivayet ettiklerinin kimi kitabın başka yerinde mevsûl ve lâfzıyle rivayet edilmiş iken, o mahalde ma'nâsıyle rivayet edilmiştir; kimi meselâ Müslim'in sahîh hadîslerinden iken, kendi şartınca olmadığı için ta'lîk edilmiştir; kimi sahîh rivayet üzerine ziyâde bir lâfzı ihtiva ettiği için senedini kesmiştir; kimi de kendi başına kalsa zaîf sayılacaksa da birçok tarîklerden âdıdları(=kuvvetlendirici sebebleri) olduğu için hasen li-gayrihi'dir.
Hulâsa, Buhârî'nin ta'lîkleri içinde sırf zaîf denilecek hiçbir hadîs yoktur. Onun aşağı kuvvet derecesinde olan hadîsleri ile benzerleri, diğer sünen kitâblarında çok kerreler asıl olmak üzere rivayet edilmiştir »2.
12- Hafız Dârakutnî ve Diğerlerinin Tenkîd Ettikleri Buhârî Hadîsleri [113]
Hafız ibn Hacer şöyle dedi: Buhârî'nin kitabı içinde tenkîd edilen hadîslerin toplamı -ki bunların bâzısında Müslim de Buhârî'ye ortak olmuştur-110 hadîstir. Bunlardan 32 tanesinin tahrîcinde Müslim Buhârî'ye muvafakat etmiştir. Bunlardan Buhârî'nin yalnızca tahrîc ettikleri 78 hadîstir. Hulâsa olarak, bunlar hakkındaki cevâb sözümüz şudur:
Buhârî'nin, sonra da Müslim'in sahîh ve illetli hadîsleri tanımakta, asırlarmdaki ve daha sonraki hadîs imamlarından önde tutulacakları hususunda hiç şübhe yoktur. Çünkü bu imamların hepsi, Alî ibnu'l-Medînî (234/848)'nin, kendi akranları arasında hadîs illetlerini en iyi bilen kimse olduğuna ihtilâf etmezler. İşte Buhârî bu hadîsleri onun tasvibinden geçirmiştir. Hattâ Buhârî: Ben hiçbir kimse yanında kendimi küçük hissetmedim, ancak Alî ibnu'l-Medînî yanında kendimi küçük hissettim, derdi. Bununla beraber Alî ibnu'l-Medînî de Buhârî'nin bu sözü kendine ulaştığı zaman: Sizler Buhârî'nin bu sözünü bırakın; asıl o kendi benzerini görmedi, derdi. Muhammed ibn Yahya ez-Zuhlî (252/866) de Zuhrî hadîslerinin illetlerini bilmekte as-rmdaki insanların en âlimi idi. Buharı ile Müslim, bu hadîsleri beraberce ondan istifâde edip almışlardır.
112 el-Askalânî.Hedyu's-Sârı, s. 14-15; el-Kastallânî, jrşâdu's-Sârî, 1,26-28, "Ve emmâ ıyrâduhu lil-ehâdîsi'1-muallakate merfuaten ve mevkûfeten..."; Ahmed Naîm Bey buradan özetlemiştir: Tecrîd Ter., I, 226-228.
113 Hedyu's-Sârî, s.344-380, "el-Faslu's-sâmin fî siyakı ehâdîs elleti intekade aleyhâ Hâ-fızu asrıhi Ebu'İ-Hasen ed-Dârakutnî..."
Firabrî Buhârî'den rivayet etti ki, o: Benel-Câmi'u's-Sahîh'e koyduğum her bir hadîsi, ancak sahîhliğine iyice kanâat getirdikten ve Yüce Allah'a istihare ettikten sonra koymuşumdur, demiştir.
Mekkî ibn Abdillah da şöyle dedi: Ben Müslim ibnu'l-Haccâc'dan işittim: Ben de el-Câmi'u's-Sahîh kitabımı Ebû Zur'a'ya arz ettim. Onun illetli olduğuna işaret ettiği her hadîsi terk eyledim, diyordu 114.
Binâenaleyh bu iki imâmın kendi kitâblarma ancak illetsiz veya, kendileri ve onları süzgeçten geçirenlerin takdirleri ile de sahîhliğe te'sîri (müessir) olmayacak derecede ehemmiyetsiz illeti olan sahih hadîsleri aldıkları bilinip takarrür edince, daha sonraki tenkîdeilerin sözü, bu iki imâmın sahîh demelerine karşı olmuş olur. Hâlbuki o hususta bu iki imâmın sözlerinin diğerlerinin sözlerinden önde tutulacağı hususunda hiçbir şübhe yoktur. Böylece vâki' olan i'tirâz toptan bertaraf olur. Tafsil cihetinden def etmeye gelince, o da şöyledir:
Buhârî ile Müslim aleyhine tenkîd edilmiş olan hadîsler birçok kısımlara ayrılır. Sonra bunlar için altı kısım zikredilir:
Birincisi, râvîlerin isnâd ricalinde ziyâde ve eksiltme suretiyle ihtilâf etmeleri.
ikincisi, râvîlerin isnâd ricalinin bâzısında tağyîr etmek suretiyle ihtilâf eylemeleri.
Üçüncüsü, râvîlerin bâzısının kendilerinden daha zabtedici olan kimseye karşılık hadîsteki bir ziyâdede yalnız kalması.
Dördüncüsü, rivayetle yalnız kalmış olan zaîftir; bu nevi'den Bu-hârî'de sâdece iki hadîs vardır.
Beşincisi, râvîleri aleyhine vehm ile hükmedilmiş olandır.
Altıncısı, meydana gelmiş bir tağyîr sebebiyle metni ihtilaflı olandır (Müteakiben İbn Hacer, bunların her birine teker teker cevâb vermiştir).
Nevevî'ye gelince, onun görüşü değişik oldu. Müslim Şerhi'nin mukaddimesinde şöyle dedi: Fasl: Bir cemâat Buhârî ile Müslim aleyhine bir takım hadîsleri, kendi şartlarından mahrumdurlar ve taahhüd ettikleri dereceden iniktirler diye zeyl yapmışlardır. ed-Dârakutnî bu hususta bir te'lîf meydana getirmiştir. Ebû Mes'ûd ed-Dımaşkî'nin de yine Buhârî ile Müslim üzerine bir hatâ zeyli vardır. Ebû Alî el-
114 Îrşâdu's-Sâri, s.21-22.
Gassânî'nin Takyîdu'î-MuhmeVİn illetler cüz'ünde Buhârî ile Müslim üzerine bir i'tirâz zeyli vardır. Fakat bu i'tirâzların hepsine veya çoğuna gerekli cevabi ar verilmiştir.
Yine Nevevî, Buhârî Şerhi'nin mukaddimesinde şöyle demiştir: "Fasl. Dârakutnî, Buhârî ile Müslim aleyhine, bir takım hadîslerini ele alıp, bunların bâzılarını ta'n eylemiştir. Bu ta'n, bâzı hadîseilerin kaaidelerinebinâ edilmiştir; çok zaîftir.Fakîh, usûlcü ve diğer âlimler cumhurunun üzerinde bulundukları kaaidelere muhâliftir.Binâenaleyh Buhârî veMüslim'e yapılan bu i'tirâzlarla aldanma!"
İbn Hacer, Nevevî'nin bu sözüne şöyle bir ta'lîk yaptı: "Doğru olan, Nevevî'nin Müslim Şerhfnde bu i'tirâzların ekserisi hakkında verdiği cevâbtır. Çünkü oradaki cevâbları çelişik değildir" 1I5.
Gizli değildir ki, ta'n 110 hadîs hakkındadır. Bu 110 sayısının ise mevkuf ve maktû'lar hâriç, mecmuu 9082 adedine ulaşan sahîh hadîslere nisbeti, zikredilmeye hakk kazanmıyacak bir nisbettir. Çünkü el-Câmi'u's-Sahîh öyle azametli bir kitâbdır ki, onu büyük bir insan grubu toplamış ve o insanların herbiri illetli râvîlerden sakınmak ve yalnız adalet, zabt, rivayet sağlamlığı, güzel alış ve edâ ile ma'rûf olanlarını seçmek için bütün tâkatlarını sarf etmişlerdir. Evet, o da Yüce Allah'ın: Oj& liS^l *j tjJU-jJ û\ p- & ^ aiT jîj ) "Eğer o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, elbet içinde biribirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı. " (en-Nisâ: 82) kavlinden sonra azdır. Zîrâ: "Peygamber kendinden konuşmaz- O'nun her söylediği kendisine ilkaa edilegelen bir vahyden başkası değildir" (en-Necm-3)olduğu, binâenaleyh emâneti, kendisine vahy edildiği gibi edâ ve tebliğ ettiği hususunda hiçbir niza' yoktur. Allah O'nu ümmetinden dolayı mükâfatlandırdığı herhangi bir peygamberin en üstün mükâfâtıyle mükâfatlasın!
Şu kadar var ki, Buhâri'nin asrı olan Üçüncü Hicret Asrı öyle bir asırdır ki, onda mezhebler kalabalık olup, biribirini sıkıştırmış, müs-lümânlar fırka fırka şubelere ayrılmış, sözler (görüşler, i'tikaadlar), rivayetler fazlalaşmıştır. İşte İmâm Buhârî'nin bu dînî hizmete cesaretle girişmesi,pek azı müstesna -ki onların da birçok cevâbları ve başka tarîkleri vardır- i'tirâz edilmemiş olan hadîsleri seçmesi, sünnet ve hadîs kitâbları içinde birinci dereceye oturtulmaya ehil olduğuna delildir.
13- Haklarında Söz Edilen yâhud Ta'n Edilen Râ vîler ve Cerh Sebebleri
İbni Hacer şöyle dedi: "Buhârî'nin, kendilerinden hadîs almakta Müslim'den ayrıldığı râvîler 430 küsur kişidir. Bunlardan zaîflik lâfı
115 Hedya's-Sârî, s.344-346 bâzı tasarruflarla; İrşâdu's-Sârî, 1,20-22.
edilenler 80 kişidir. Müslim'in kendilerinden hadîs almakta Buhârî'-den ayrıldığı râvîler 620 kişidir. Bunlardan zaîfhkla lâf edilenler 160 kişidir." Bundan sonra ibn Hacer şöyle dedi:
"Haklarında söz edilenlerden olup da Buhârî'nin hadîs aldığı kimselerin çoğu, kendilerine kavuştuğu, meclislerinde oturduğu, hâllerini tanıdığı, hadîslerine muttali' olup sağlamlarını gevşeklerinden ayırdığı kendi üstâdlarıdır." 1I6
Yine İbn Hacer Fethu'1-Bârî Mukaddimesi'nin dokuzuncu faslında şöyle dedi: 1I7 "İnsaflı olan herkesin şunu bilmesi lâzım gelir: Sahîh sahibi, hangi râvîden hadîs almışsa o râvînin kendi katında muhakkak adaletli, sahîh zabıtlı, gafletsiz olması gereklidir. Bilhassa buna imamlar cumhurunun bu iki kitaba Sahîhân (= İki Sahîh) ismini vermekteki ittifakları da eklenince, bu gereklilik daha da kesinlik kazanır. Bu, kendisinden Sahîh'e hadîs alınmış kimselerden başkasına hâsıl olmamış bir ma'nâdır. Bu da o iki kitâbda zikredilmiş olanların adaletli kılınmaları (sayılmaları) üzerinde cumhurun ittifakı mesabesindedir. Bu, kendisinden aslî hadîsler hususunda hadîs alındığı zamandadır. Kendisinden mutâbaalar, şâhidler ve ta'lîkler hususunda hadîs alınmış olan kimselere gelince, onlar kendileri için sıdk(=doğruluk) isminin husûlüyle beraber zabt ve diğer sıfatlardaki derecelerine göre biribirlerinden farklı olurlar. O takdirde bu râvîler-den biri hakkında başkalarına âid bir ta'n bulduğumuzda, işte bu ta'n bu imâmın ta'dîline (adaletli kılmasına) mukaabildir. Böyle olunca se-beb açıklanmış, bu râvînin adaletinde yâhud mutlak olarak zabtında ta'n edici bir kusurla müfesser olandan başka ta'n kabul edilmez. Çünkü imamları cerh etmeye sevk edici sebebler çeşit çeşittir. Bunlardan kimisi kusurlu kılar, kimisi kusurlu kılmaz. Üstâd Ebu'l-Hasen Alî ibnu'1-Fadl el-Makdisî (581 ? 611/1185 ? 1214)es-SaMA'te kendisinden hadîs alınmış olan kimse hakkında: "Bu köprüyü geçmiştir" der idi. O bu sözüyle, artık o râvî hakkında başkaları tarafından söylenilen dedikodulara iltifat edilmez demek istiyordu.
Üstâd Ebu'1-Feth el-Kuşeyrî de Muhtasarında şöyle dedi:
"Biz de böyle i'tikaad ediyor ve bunu söylüyoruz. Biz bu görüşten dışarı çıkmayız. Bu görüşten ancak takdîm etmiş olduğumuz, Buhârî ile Müslim'in ardından onların kitâblarmaSa/iîhâi3(=İki Sahîh) adını vermekte insanların ittifak edişleri ma'nâsı aleyhine, zann galebesini artıracak açık bir hüccet ve şifâ verici bir beyân ile çıkarız."
Ben derim ki: O râvîlerden hiçbiri hakkındaki ta'n kabul edilmez; ta'n ancak açıkça yaralayıcı bir ayıbla kabul edilir. Çünkü cerh(=yaralayip çürüğe çıkarma) sebebleri çeşit çeşittir. Bunların dönüp dolaşacağı yer beş şeydir: Bid'at, galat, cehâletu'1-hâl ve râvînin tedlîs yâhud irsal eder iddiası ile senedde inkıta' da'vâsidir. Cehâletu'l-
116 Hedyu's-Sârî, s.9.
117 Hedyu's-Sârî, s.381-382, "el-Faslu't-tâsi' fî siyakı esmâi men turne fîhi min ricali hâze'l-kitâb..."hâl'e(= râvînin hâlinin bilinmemesine) gelince, bu Sahîh içinde kendilerinden hadîs alınmış olan râvîlerin hepsinden bertaraf olmuştur. Çünkü Sahîh'in şartı, râvîsi adaletle tanınmış olmaktır. Kim bunlardan birinin mechûl yânı adaletle tanınmamış olduğunu iddia ederse, sanki o musannifin "O ma'rûftur" da'vâsmda, musannıfla nizâlaşmış olur. Ve yine şübhe yok ki, o râvînin tanınmişlığmı iddia eden, o râvînin tanınmadığını iddia eden üzerine takdîm edilmiştir. Çünkü isbât edende ilim ziyâdeliği vardır. Bununla beraber Sahîh'in ricali içinde, kendisine cehalet ismi ıtlâkımn caiz olacağı hiçbir kimse bulamazsın.
Galat(=yanılmak) sıfatına gelince, bu bazen râvîde çok olur, bazen de az olur. İşte bu cihetten çok yanılgan olmakla vasıflanırsa, ondan alman hadîse bakılır; şayet onun yanında yâhud bu çok yanılganlıkla vasıflanandan başka birinin yanında rivayet edilmişse, i'timâd edilecek olanın, bu tarîkin hususîliği değil, hadîsin aslı olduğu bilinir. Ve şayet başkasının yanında bulunmamış da, ancak bu zâtın tankından bulunmuşsa, işte bu, yolu bu olana sahîh hükmü vermekten geri durmayı îcâb eden, yaralayıcı bir kusurdur. el-Câmi'u's-Sahîh'de bu ne-vi'den birşey yoktur. Hafızası kötü denilmesi gibi, az yanılmakla vasıflanırsa, yâhud bir takım vehimleri yâhud münkerleri olmak gibi ibarelerle vasıflanırsa, böylesi hakkındaki hüküm de bundan öncekin-deki hüküm gibidir. Şu kadar var ki, musannif indinde mutâbaalarda böylelerinden olan rivayet, ötekilerdeki rivayetten çoktur.
Muhalefete gelince, bundan şâzlık ve nekâret(=çetinlik, acâiblik) neş'et eder. Dâbıt ve sadûk olan râvî bir şey rivayet ettiği, sonra bunu o râvîden daha dâbıt olan kimse, yâhud daha kalabalık olan kimseler -hadîscilerin kaaideleri üzere birleştirilmeleri teaddüd edecek şekilde-birincinin rivayeti hilâfına rivayet ederlerse, işte bu şazdır. Bazen muhalefet şiddetli olur, yâhud ezberleme zaîf olur; bu takdirde sahihe muhalefet edene münker hükmü verilir. Bu nevi'den ise Sahîh içinde çok az birşeyden başkası yoktur.
İnkıta'(=sened kesikliği) da'vâsma gelince, bu, Buhârî'nin hadîs almış olduğu kimselerden def edilmiştir. Çünkü inkıta'sız olmak, onun şartlarından olduğu bilinmektedir.
Bununla beraber râvîlerinden tedlîs yâhud irsal ile zikredilmiş kimselerin hükmü, Buhârî'de mevcûd bulunan hadîslerinin an'ane suretiyle yürümeleridir. Eğer onlarda işitme tasrîhi bulunursa, inkıta'lık i'tirâzı savulur gider, yoksa savulmaz.
Bid'at'a gelince, bununla sıfatlanmış olan ya tekfir edilenlerden yâhud da fâsıkhğa nisbet edilenlerden olur. Bid'atle tekfir ise, imamların hepsinin kaaidelerine göre bu tekfir üzerinde ittifak edilmiş olması zarurîdir. Nitekim bâzılarının Alî'ye ulûhiyet girmesi yâhud kıyamet gününden önce dünyâya döneceğine inanmak yâhud bundan başka bâtıl da'vâları ileri sürmelerinden dolayı Râfızîler'in gulâtı(=azgınları) hakkında olduğu gibi. el-Câmi'u's-Sahîh içinde bu gibilerin hadîslerinden kesin olarak hiçbirşey yoktur.
Bid'at sebebiyle fıska nisbet edilen ise, azgınlıkta ileri gitmeyen i Hâricîler'le Râfızîler'in bid'atleri ve zahiri caiz olan bir te'vîle dayan-^ mak kaydıyle sünnet asıllarına görünüşte muhalefet eden diğer taifelerin bid'atleri gibi, ki yolu bu olan kimsenin hadîsinin kabulünde :■ sünnet ehli ihtilâf etmiştir. Böyle bir kimse yolundan sakınmakla ma'-; rûf, insanlık haysiyetini bozucu işlerden selâmetle meşhur olduğu, dîn-.:. darlık ve ibâdetle mevsûf bulunduğu takdirde, kimisi mutlaka kabul . edilir; kimisi de mutlaka reddedilir, demiştir.
Üçüncü görüş, bid'atine da'vet edici olması ile olmaması arasında } tafsil etmektir. Bid'atine da'vetci yâni propagandacı olmayan kabul r edilir, propagandacı olanın hadîsi reddedilir, denildi. Ve bu sonuncu~ğö-\ rüş, en âdil olanıdır. İmamlardan birçok taifeler bu görüşe gitmişler-, dir. İbn Hıbbân nakil ehli olan âlimlerin bu görüşte icmâmı iddia ; ettiyse de, bu iddiada düşünmeye bir meydan vardır. t1 Sonra bu tafsîle kaail olanlar ihtilâf edip, bâzısı bunu mutlak kıl-; di, bâzısı da tafsilde artırma yaparak: Propagandacı olmayanın rivayeti kendi bid'atım kuvvetlendirici, zahiren onu zînetleyip güzelleştirici i bir şeye şâmil olursa kabul olunmaz, şâmil olmazsa kabul olunur, de-: di. Bâzısı bu tafsili ayniyle aksinde, propagandacı hakkında da ileri ?< sürüp: Eğer rivayeti kendi bid'atım reddeden bir şeye şâmil ise kabul olunur, değilse kabul olunmaz, dedi.
Buna göre -propagandacı olsun veya olmasın- bid'atçinin rivayeti kendi bid'atiyle asla ilgili olmayan bir hususa şâmil olduğu zaman mutlaka redd mi edilir? Yâhud mutlaka kabul mu olunur? Ebu'1-Feth el-Kuşeyrî bunda diğer bir tafsîle meyi edip: Eğer kendisine başkası muvafakat ettiyse, ona hiç iltifat olunmaz. Bu onun bid'atinin alevini bastırmak ve ateşini söndürmektir. Eğer hiç kimse muvafakat etmemişse, doğruluğu, yalandan sakınganlığı, dindarlıkla şöhreti ve bu hadîsin bid'atiyle alâkasızlığı gibi vasıflarıyle beraber, bu hadîs ondan başka hiçbir kimsede mevcûd olmadıysa, bu takdirde bu hadîsi tahsil etmek ve bu sünneti neşr etmek maslahatım, o kimseyi hakîr görme ve bid'- . atini söndürme maslahatının önüne geçirmek lâzım gelir. Allah en bilendir.
Ve şunu da iyi bil ki, bir cemâatten diğer bir cemâat hakkında, akî-delerindeki ihtilâfları (yânî fikir ihtilâfları) sebebiyle ta'n vâki' olmuştur. Binâenaleyh bu husus için uyanık olmak ve haklı olmadıkça böyle
> ta'na i'tibâr etmemek lâzım gelir. Ve yine bunun gibi, takvâlılai'dan bir cemâat, dünyâ işine girmiş olan bir topluluğu ayıblamış ve onları
li bu sebebden dolayı zaîf saymışlardır. Doğruluk ve zabtla muttasıf olduklarında, onlar için olan bu zaîflatmanm, bu zaîf saymanın hiçbir te'sîri yoktur. Muvaffak kılacak olan ancak Allah'tır.
Bunların i'tibârdan en uzak olanı, başkaları aleyhine kışkırtmak yâhud akranlar arasında sûretâ dostluk gösterisi yapmak için bâzı râ-vîleri zayıf sayan kişilerin zayıf saymasıdır. Bundan daha şiddetlisi de, kendisinden daha güvenilir yâhud daha yüksek kıymette olanı yâhud hadîsle daha ma'rûf bulunanı zayıf addeyîeyen kimsenin zaîf ad-deylemesidir. İşte bunların hepsi i'tibâra alınmaz! l!8
Bu zikrettiklerimizden açıkça sana şu cevâb ortaya çıkıyor: Buhârî, bilhassa hadîs bu bid'atçıdan başkası yanında mevcûd bulunmadığı zamanlarda, bid'atleri sebebiyle tekfir edilmeyenlerden rivayet etmiş ve onlardan da bid'atleriyle alâkalı olmayan şeyleri rivayet eylemiştir.
14- el-Câmi'u's-Sahîh'in Bâb İsimleri ve Muhtevalarının Özellikleri
"Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh'i, önceki bölümlerde de belirtildiği üzere, muhtevası bakımından umumiyetle iki kısımdan meydana gelir. Bunlardan biri isnâd bakımından muhtelif dereceler ifâde eden hadîsler, diğeri hadîs edebiyatının hâsseten Buhârî için kullandığı ta'bîri ile terâcim 'den ibarettir. Buhârî, kitabının bu ikinci husûsiyetiyle hadîs musanmflarmdan bariz bir şekilde ayrılır. Bâbların isimlen ve muhtevalarının bir nevi' hulâsası mâhiyetinde olan ta'rîflerden ibaret bulunan bu kısım, kitabında mühim bir yer işgal etmektedir. Buhârî'-ye, bir hadîs musannıfından ziyâde bir fakîh üslûbu veren bu kısımlar, bir bakımdan kitabının bir meziyyetini... teşkil eder" l19.
"Buhârî'nin Sahîh'inin büyük bir kısmını teşkil eden, bazen kendisi için erişilmez bir meziyyet, bazen de tenkîd vesilesi olan bu kısımlarda umûmî hey'eti i'tibâriyle bazen "kaale" ve bazen de"kaale ğayruh u " ta'bîrini ta'kîb eden muhtelif cümleler, bazen kaaili zikr olun-mamakla zahiren Buhârî'ninmiş gibi görünen bir çok fikirler vardır. Bâbların arasına yayılan bu gibi fikirler en çok "Kitâbu't-Tefsîr"de olmak üzere, kitabının hemen hemen her tarafında bol bol bulunmaktadır" 12°.
buhârî'nin terâcim adı verilen, yânî bâbların isimleriyle mütemmim ma'lûmât şeklinde îrâd edilen bu kısımlar 121 hakkında -bir listesini ileride vereceğimiz- müstakili eserler meydana getirilmiştir. Bunlardan Şâh Veliyyullah'a âid olan eserin mukaddimesini -terâcim denilen bu kısımların hususiyetlerini İyi özetlediği için- buraya almak uygun olacaktır,
Veliyyullah ed-Dihlevî (1176/1763) kısa giriş hutbesinden sonra şöyle der:
118 Hedyu'sSân, s.381-382, "el-Faslu't-Tâsi'..."; trşâdu's-Sârî, I, 20-23; Tecrîd Ter., s.319-324.
119 Ebu'I-Velid el-Bâcî, el-Mutevârî alâ Terâcimi'I-Buhârî, 3 ab; Fuad Sezgin, Buhârî'nin Kaynaklan, s.52.
120 Buhârî'nin Kaynakları, s.53.
121 Aynı eser, s.190.
"Hadîs ehlinin hadîs ilminde ilk defa müdevven122 hâle getirerek tasnîf eyledikleri kitâblar dört fende olmuştur: Biri sünnet fennidir. Ben bununla fıkıh denilegelen ilmi kasdediyorum. Mâlik (179/795)'in Muvattâ'ı ve Sufyân es-Sevrî (160/776)'nin CamVi gibi. İkincisi, tefsir fennidir; İbn Curayc (150/767)'in kitabı gibi. Üçüncüsü, siyer fennidir; Muhammed ibn İshâk (151/768)'ın kitabı gibi. Dördüncüsü, zühd ve ri-kaak fennidir; Abdullah ibnu Mübarek (181/797)'in kitabı gibi.
İşte Buhârî (R) bu dört fenni bir kitâbda toplamak ve buna da ancak kendinden önceki ve kendi zamanındaki âlimlerin sahih hükmünü verdikleri hadîsleri seçip almak ve sâdece merfû', müsned hadîsleri ayırıp yazmak istedi. Bu kitâbda mevcûd olan haberler ve diğer şeylere gelince, bunları da asaleten değil, sâdece tâbi'ler olarak getirmiştir. İşte bundan dolayı kitabına el-Câmi'u's-Sahîhu'1-Musned... adını verdi.
Ve bir de Buhârî, aynı zamanda bütün takatim Rasûlüllah'm hadîsinden istinbât etme yoluna boşaltmak, ve her bir hadîsten pek çok mes'eleler istinbât etmek istedi. Ve işte bu, kendinden evvel başka hiçbir kimsenin öne geçip girişmediği bir iştir. Şu kadar ki, Buhârî, hadîsleri bâblara dağıtmayı ve bâb başlıklarına da istinbât sırrını tevdî' etmeyi güzel gördü.
Kitabının bâb başlıklarının mecmuu birçok kısımlara ayrılır:
1- Buhârî, kendi şartları üzere olmayan bir merfû' hadîsi bâb başlığı yapar ve o bâbda, kendi şartı üzere olan hadîsi bu bâb başlığına şâhid olarak zikreder.
2- Hadîsten istinbât ettiği bir mes'eleyi bâb başlığı yapar. Bu istinbât, hadîsin nassmdan yâhud işaretinden yâhud umûmundan yâ-hud da îmâsı nev'inden bir istinbât olur.
3- Önce gidilmiş olan bir mezhebi (bir görüşü) bâb başlığı yapar ve bâbda, şâhid olma nev'inden ona delâlet edecek olan hadîsi yazar. Hadîs bu mezhebin tercîh edilmesine kat'iyyet ifâde etmeksizin bir dereceye kadar bu mezhebin şahidi olur. Bu takdirde Buhârî, "Bâbu men kaale kezâ(= Şöyle diyen kimse bâbı)"der.
4- Kendisinde birçok hadîslerin ihtilâf ettiği bir mes'eleyi bâb başlığı yapar. Müteakiben ihtilâflarına rağmen bu hadîsleri getirir. Bunu, kendisinden sonra mes'elenin işini (çözümünü) fakîhe yaklaştırmak maksadıyle yapar. Bunun misâli "el-Vudû", Bâbu hurûci'n-nisâ iîe'l-bezâr (= Kadınların sahraya çıkmaları bâbı)"dır. Buhârî bu bâbda bi-ribiriyle ihtilâf eden iki hadîsi bir araya getirmiştir.
122(Kitâbmm giriş hutbesi şöyledir:
"Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
"Hamd Allah'a mahsûstur. Allah seyyidimiz Muhammed'e, âline ve sahâbîlerine salât eylesin. Bundan sonra Kerîm olan Allah'ın rahmetine muhtâc, Veliyyullah ibn Abdirrahmân diye çağırılan Ahmed ibn Abdirrabmân -Allah her ikisinin lehinde olsun- şöyle der:" (Şerhu Terâcimi Ebvâbi Sahîhi'l-Buhârî).
5- Bazen deliller biribiriyle karşılaşırlar; Buhârî indinde bunların her birini bir mahmile hami etmek suretiyle aralarını uyuşturmak ciheti mevcûd olur. Bu takdirde Buhârî, tatbik (ve uydurma) cihetine işaret olmak üzere bu mahmili -hami edilecek yeri- bâb başlığı yapar. Bunun misâli: "Kitâbu'l-îmân:36; Bâbu havfi'l-mu'mini min en yah-bata ameluhu... ve mâ yuhzeru mine'l-ısrâri alâ't-tekaatuli ve'1-isyân" babıdır.Buhârî bu bâbda:"JÎT *Jl3j j/-i ^iLİJl ^\L- Müslümâna sövmek fâsıkhk, öldürmek ise kâfirliktir" hadîsini zikretmektedir.
6- Buhârî, bazen bir bâbda birçok hadîsleri toplar. Bunlardan her biri bâb başlığına delâlet etmektedir. Sonra Buhârî'ye bir hadîste, bâb başlığı yapılan fâideden başka diğer bir fâide zahir olur ve bu hadîsin üzerine " ^ = Bâb" alâmetini koyar. Bundan Buhârî'niri maksadı, birinci bâb, içindeki hadîslerle bitip son bulmuş ve diğer bâb başlığına gelmiştir ma'nâsma değildir. Lâkin onun buradaki bâb sözü, ilim ehlinin mühim bir fâide üzerine "tenbîh" yâhud "fâide" yâhud da "kıf= dur" lâfzını yazagelmeleri menzilesindedir. Bunun misâli "Bed'u'l-
Halk" kitabında "Bâbu kavlillâhi taâlâ:" " ..*fc j*" j- 4*» İ-fj = Debrenen her hayvanı orada üretip jajmflj//ırfa..."(el-Bakara:i64)'dır. Sonra birkaç satır ardından: " J,U>JI Jü l# £-£' ^i- (4^-*Ji J,L* J^- 4"U = Müslümânm en hayırlı malı koyundur ki, onu dağ başlarına götürebilir." dedi ve bu hadîsi senediyle tahrîc etti. Bundan sonra: " ^-ij
= Küfrün başı doğu tarafmdadır. Kendini beğenmek ve kibirlenmek at ve deve sâhibleriyle mevâşi sahibi bedevilerdedir. Vakaar ve tevazu'ise koyun sâhiblerindedir " hadîsini zikretti. Sonra bu hadîsin içindeğanem(= koyun) zikri yoktur. Böyle olunca sanki Buhârî bu hadîs üzerine, bunun yukarıki baba dâhil bulunmasıyle birlikte bunda koyun için bir menkabe ve diğer bir fâide bulunduğunu bildirip, alâmet yapmıştır (Bed'u'1-Halk; Bâbun hayru mâli'l-müslim...).
7- Buhârî, bazen muhaddislerin "bi-hâzâ'l-isnâdi= bu isnâd ile" sözü yerine "bâb" lâfzını yazar. Bu, bir isnâdla iki hadîs geldiği yerdedir. Nitekim iki isnâdla bir hadîs geldiği yerde C = H yazılır. Bunun misâli yine "Bed'u'1-Halk" kitabında "Bâbu zikri'l-melâike =Melekle-rin zikri bâbı"dır. Buhârî burada sözü uzattı, nihayet Şuayb'm Ebu'z-Zmâd'dan, onun da el-A'rac'dan, onun da Ebû Hureyre'den rivâyetiy-le: " j\$ı îZpSj jjj\ a&^ı; l)Jş\^J &iLİÎ = Melekler biribirleri akabin-ce gelirler, gece melekleri akabinden gündüz melekleri.." hadîsini tahrîc etti. Bundan sonra: "öiîljî ^-.UUİJI j,r i<CiLjıj ^.T^JU-Î Jlî lîı 4"U *Ji 'jî {jjfc İJ jiP't£>-Vl Ui iÜ! ^Sizden her biri âmîn dediği, melekler de gökte âmîn dediği zaman, bu iki âmînden biri diğerine uygun düşerse, o kulun geçmiş günâhları mağfiret olunur" babını yazdı. Bundan sonra: ." y^> aJ \£S J^-i'Sf îs^Uİı d\ = Şübhesiz melekler, içinde suret bulunan bir eve girmezler" hadîsini tahrîc etti. Bunun içinde ise "âmîn" zikri yoktur, ancak çok hadîs sonra vardır. :
İsmâîlî: Bâb yerinde "ve bi-hâzâl-isnâdi- Ve yine bu isnâdla" demekle sanki Buhârî "bâb" lâfzının "Ve bi hâzâ'l-isnâdi= Ve bu isnâdla" sözü için bir alâmet olduğuna işaret etmektedir, demiştir (Buhârî, Bed'u'1-Halk; Bâbu zikri'l-melâiketi...; Bâbun izâ kaale ahadukum âmîn...).
8- Buhârî, bazen insanlardan bâzısının izince gitmekte oldukları müctehidlcrden birinin mezhebini ı^nnişünüı balı baslığı yapar, yâhud kendisi katında sabit olmamış bir hadîsi bâb unvanı yapar da, sonra bu mezhebin veya hadîsin hilâfına istidlal edeceği hadîsi getirir. Bu istidlal, hadîsin umumîliği ile yâhud bunun gayrı bir suretle olur.
9- Buhârî, bâb başlıklarının çoğunda, hadîs tarîklerinin işaretlerinden vakıaların ve hâllerin hususiyetlerini istinbât etmelerinde, siyer ehlinin yoluna gider. Fakîh kimse, bu fenne âid mümâresesi olmadığı için bu durumdan hayret edebilir. Velâkin siyer ehlinin (ve tarihçilerin) bu hususiyetleri tanımaya şiddetli bir i'tinâ ve dikkatleri vardır.
10- Buhârî bazen, istenen mes'eleye uygun hadîs hatırlamaya de-vâmh idman ettirmeyi kasdeder ve hadîs talibini bu nev'e hidâyet ve rehberlik eyler. Bunun misâli "Bâbu zikril-hannât = Buğday satıcıyı zikr ,
bâbı"nda jj^1 = Sıva've Suvâ'(= İçinden su içilen maşraba) ismini * zikretmesidir l23.
11- Buhârî bâblarm başlıkları içinde, Kur'ân'm garîb lâfızlarının , şerhi, sahâbîlerin haberlerinin zikri, ve muallak hadîsler nev'inden pek çok ilim dağıtmıştır. Bazen bizzat kendi lâfzı asla bâb başlığına delâlet etmeyen bir hadîs zikreder, lâkin o hadîsin birçok tarîkleri vardır; tarîklerinin bâzısı bâb başlığına işâreten yâhud umûmî olarak delâlet etmektedir. O, bu hadîsi zikretmekle, hadîsin bu tarîk ile kuvvet kazanacağı sahîh bir aslı bulunduğuna işaret etmiş olur. Bu gibi şeyler- ' den, çok maharetli hadîscilerden başkaları faydalanamazlar.
12- Buhârî, çok defa zahiren az faydalı görünen bir husus için bâb başlığı yazar, lâkin mütefekkir olan kimse bunun hakikatini araştırdığı zaman faydasına nail olur:" UX=> U J^-^İI Jjî 4^' = Kişinin, biz namaz kılmadık demesi babı" sözü gibi (Mevâkîtu's-Salât, 26. Bâb). Çünkü Buhârî bununla, böyle söylemeyi kerîh görenleri redde işaret etmiştir.
Ben derim ki: Bunların çoğu Abdurrezzâk (211/826) ile İbn Ebî Şey-be (235/849)'ye, musannaflarmın bâb başlıkları hakkında muahezeler ve delil ile susturup, serzeniş etmelerdir. Çünkü onların musannafla-rmda haberlerin şâhidleri sahâbîlerden ve tabiîlerden rivayet edilir.
123 Bu "Suvâ" kelimesi, Yûsuf Sûresi, 72. âyette geçmektedir. Böylesi ile, bu iki kitabı mümârese eden (dürüşüp çalışan) kimseden ve bunların içindekilere muttali' olandan başkası faydalanmaz.
13- Buhârî çok defa kitâb ve sünnetten akıl ile anlaşılan âdabı, bir nevi' istidlal ile ve Peygamber (S) zamanında mevcûd olan âdetler ile ortaya çıkarır. Böylelerinin güzelliğini ancak edebiyat kitâblarına mü-mârese eden, yânı onlara dürüşüp çalışan ve aklını kendi kavminin edebiyat meydanında cevelân ettiren, sonra da bu âdâb için sünnetten bir asıl araştıran kimse erişebilir (Burada kasdedilen âdâb, belki âdâb-ı muaşeret ve ahlâkî davranışlardır).
14- Buhârî çok kere hadîsin şâhidlerini âyetlerden, âyetin şâhidle-rini de hadîslerden getirir. Bunu da birbirlerine yardım etmeleri ve bâzısının önünde bâzı mücmellerin (anlaşılmaz şeylerin) yakın ve tahkik veçhile görünmesi için yapar. Böylece muhaddisin "Bu âmm ile mu-râd, mahsûstur", yâhud "Şu hâss ile murâd edilen, âmmdır" kavli ve benzerleri gibi olur. Bu ve benzerleri de ancak delici bir anlama ve hâzır bir kalb ile erişilebilir.
İşte bu, Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh'ini okumak ve anlamak isteyen için ezber edilip iyice bilinmesi zarurî olan bir mukaddimedir. "Evvel ve âhir hamd Allah'a mahsûstur" 124.
15- el-Câmi'u's-Sahîh Üzerine Meydana Getirilen Eserler
Birçok İslâm âlimleri eî-Câmi'u's-Sahîh üzerine çok çeşitli araştırmalar ve çalışmalar yapmışlar, onun muhtevasını her cebhesiyle incelemişler, hattâ her kelimesiyle meşgul olup, çeşitli bakımlardan büyük küçük pekçok eserler meydana getirmişlerdir. Bu eserlerin listeleri umûmî kaynak kitâblarda verilmiştir. Biz burada bunlardan ehemmiyetli bir bölümünün listesini târîh sırasıyle veriyoruz:
Rlgiv
a) Buhârî'nin Hâl Tercemesi Kitâbları
1. Şemsüddîn ez-Zehebî (748/1348), Tercemetu'l-Buhârî (Ahbâru'l-Buhârî), Tezkire, s.556.
2. Alî ibn Abdilmuhsin ed-Devâlîbî (858/1454), Tercemetu'l- Buhârî, İbnu İmâd, Sezerât, II, 293.
3. İsmâîl ibn Muhammed ibn Abdilhâdî el-Aclûnî el-Cerrâh (1162/1748), el-Fevâİdu'd-Derârî.
124 Şâh Veliyyullah ed-Dihlevî, Şerhu Terâcumi Ebvâbi Sahîhi'l-Buhârî, (Haydarâbâd 1323), s.2-6.
4. Ebû Bekr Abdulkaadir ibn Abdillah el-Ayderûsî el-Yemeni (1038/1629), Risale fî Menâkıbı'î-Buhârî.
5. Ahmed ibn Alî ibn Muhammed el-Beşkirî, Risale fî Menâkıbı'l-Buhârî.
6. Cemâlu'ddîn el-Kaasımî ed-Dımaşkî (1332/1914), Hayâtu'İ-Buhârî (Zırıkh, 11,131; Kehhâle, III, 157), Sayda 1330 125.
b) el-Câmi'u's-Sahîh'e Şerh Yazanlar
1. Ahmed ibn Muhammed el-Hattâbî (386/996), flâmurs-Sünen.
2. Ebû Hasen Alî ibn Halef ibn Abdilmelik el-Kurtubî ibnu Battal (440/1057).
3. Muhammed ibn Saîd ibn Yahya ibn ed-Dubeysî el-Vâsıtî (637/1239), Şerhu Müşkili'l-Buhârî.
4. Yahya ibn Şeref en-Nevevî (676/1278), Şerhu Sahîhi'l-Buhârî. y: 5. Abdulkerîm ibn Abdinnûr ibn Munîr el-Halebî (735/1336), el-*? Bedru'1-Munîru's-Sârî fî'1-Kelâm aîe'l-Buhârî.
6. Muhammed ibn Abdillah ibn Mâlik (672/1273), Şevâhidu't-Tavzîh ve't-Tashîh H-Müşküâti'î-Câmi'i's-Sahîh.
7. Ahmed ibn Ahmed el-Kürdî (763/1362), ehîkdu'1-Celî fî Halli İşkâli'l-Câmi'i's-Sahîh.
8. Muhammed ibn Yûsuf ibn Alî el-Kirmânî (786/1384), el-Kevâkibu'd-Derârî fî Şerhi'i-Buhârî I26.
9. Muhammed ibn Bahâdır ez-Zerkeşî(794/1392\et-Tenkîh li-Elfâzi'î-Câmi'i 's-Sahîh.
10. Umer ibn Alî ibnu'l-Mulakkın (805/1402), et-Tevdîh li-Şerhi'l-Câmi'i's-Sahîh.
11. Abdurrahmân ibn Umer ibn Reslân el-Bulkînî (824/1421), el-İfhâm îi mâ fî Sahîhi'l-Buhârî mine'l-İbhâm.
125 Bunların kaynakları:
Hatîb el-Bağdâdî (463/1070), Târîhu Bagdâd, II, 4-34.
Ebû Abdillah Muhammed ibn Ahmed ... Guncâr el-Buhârî (412/1021), Târîhu Buhârâ. Ebû Abdillah Muhammed ibn Abdillah el-Hâkim (405/1014), Târîhu Nîşâbûr. Tâcuddîn es-Subkî, Tabakaatu'ş-Şâfliyye, II, 2-19.
126 Bu şerhler içinden bilhassa çok faydalandığımız dört tanesi:
a) el-Kirmânî (786/1384), el-Kevâkihu'd-Derârî,,., mantıkî münâkaşa bakımından;
b) İbn Hacer (852/1448), Fethu'I-Bâri, Ebû Zerr rivayetini esas almış {Feth, s.5), kendinden önceki kitâblardan geniş ölçüde istifâde etmiş, Buhârî'nin kaynakları bakımından daha fazla bilgiler ihtiva eder;
c) Aynî (855/1451), Umdetu'l-Kaarî, râvîler hakkında verdiği bilgiler, hadîslerin mantıkî, fıkhı münâkaşası ve nahvî izahları bakımından;
ç) Kastallânî (923/1517), İrşâdu's-Sârî, Yûnînî nüshasını esas almıştır (s.39-40) Sa-hîh'in rivayetlerinin tenkîdi bakımından ehemmiyetli olup, bunlar birbirlerini tamamlarlar (Buhârî'nin Kaynakları, s.158).
12. Muhammed ibn Ebî Bekr ed-Demânînî el-Mâlikî (827/1424), Mesâbihu'I-Câmi'i's-Sahîh.
13. Muhammed ibn Ahmed ibn Mûsâ el-Kufeyrî (831/1428), el-Kevkebu's-Sârî fî Şerhi'i-Buhârî.
14. Muhammed ibn Abdinnaîm Mûsâ el-Birmâvî (831/1428), el-Lâmİ'u's-Sabîh ale'LCâmi'i's-Sahîh.
15. Yahya ibn Muhammed ibn Yûsuf ibn el-Kirmânî (833/1430), Mecma'u'l-Bahreyn ve Cevâhiru'l-Hıbrayn fî Şerhi Sahîhi'l-Buhârî.
16. Alî ibn Huseyn ibn Urve el-Meşrıkî el-Mevsilî el-Hanbelî (837/1434), el-Kevkebu 's-Sârî.
17. İbrâhîm ibn Muhammed ibn Halîl Sıbt ibn el-Acemî (841/1438), et-Telkih li-Fehmi Kaarî's-Sahîh.
18. Muhammed ibn Ahmed ibn Muhammed ibn Merzûk el-Hafîd (842/1439), el-Metceru'r-Rabîh ale'l-Câmi'i's-Sahîh.
19. Muhammed ibn Muhammed ibn Yûsuf eş-Şâfiî el-Menzilî (852/1448), Teysîru Menheli'l-Kaarî fî Tefsiri Müşkili'l-Buhârî.
20. Ahmed ibn Alî ibn Hacer el-Askalânî (852/1448), Hedyu's-SârîMu-kaddimetu Fethi'1-Bârî; Fethu'1-Bârî fî Şerhi'i-Buhârî.
21. Mahmûd ibn Ahmed ibn Mûsâ el-Aynî (855/1451), UmdetuTKaarî fî Şerhi'i-Buhârî.
22. Muhammed ibn Muhammed Alî en-Nuveyrî (857/1453), Ta'iîk ale'l-Buhârî.
23. Muhammed ibn Fahriddîn el-Abbâs el-Medenî (860/1455).
24. Ahmed ibn İbrâhîm ibn Muhammed ibn Halîl el-Halebî (884/1479), et-Tavzîh li'1-Evhâmi'i-Vâkıati fî's-Sahîh.
25. Ahmed ibn îsmâîl ibn Usmân el-Gûrânî (893/1489), el-Kevseru'l-Cârî ilâ Riyâdi'l-Buhârî.
26. Ebu'l-Bakaa Muhammed ibn Alî ibn Halef el-Ahmedî eş-Şâfiî (910/1504), el-Bâriu'1-Fasîh fî'î-Câmi'i's-Sahîh (Hediyyetu'l-Ârifîn, 11,224).
27. Celâluddîn es-Suyûtî (911/1505), et-Tavşîh ale'l-Câmi'i's-Sahîh.
28. İsmâîl el-Cerrâhî (?) (915/1510), el-î'lâmbi-Şerhi Ehâdîsi Seyyidi'l-Enam. (İsmi ve vefatı bir tesbîte göre: İsmâîl ibn Muhammed ibn Cerrah el-Aclûnî, 1162/1748).
29. Zekeriyyâ ibn Muhammed el-Ensârî (916/1511), Tuhfetu'1-Bâri bi-Şerhi Sahîhi'l-Buhârî.
30. Ahmed ibn Muhammed ibn Ebî Bekr el-Kastallânî (923/1517), İrşâdu's-Sârî fî Şerhi Sahîhi'l-Buhârî.
31. Ebu'l-Hasen Alî ibn Muhammed ibn Muhammed ibn Halef el-Menûfî (939/1532), Menûatu'l-Kaarî.
32. Muhammed ibn Umer ibn Ahmed es-Sefîrî el-Halebî (956/1549), Şerhu îddeti Ehâdîsi Sahîhi'l-Buhârî.
33. Abdurrahîm ibn Abdirrahmân ibn Ahmed el-Abbâsî (963/1556), Feyzu'1-Bârî fî Şerhi Garîbi Sahîhi'l-Buhârî.
34. Usmân ibn îsâ ibn İbrâhîm es-Sıddîkî el-Hanefî (Takriben X. Hicrî Asır), Ğâyetu't-Tavdîh.
35. Ebû Yûsuf Cemâluddîn ibn Umer ibn Hasen Leyâ (X. Hicrî Asır sonları), Buğyetu's-Sâmî ve'1-Kaarî bi-Şerhi Sahîhi'l-Buhârî.
36. Ebû Zeyd Abdurrahmân ibn Muhammed ibn Yûsuf el-Ârif el-Fâsî (1036/1626), Tasnîfu Mesâmî İi-Ba'zı Fevâidi'1-Câmi'; el-Havâsi'l-Ferîde.
37. Nûru'1-Hakk ibn Abdi'I-Hakk el-Buhârî eş-Şâhcehân-âbâdî (1073/1663), Teysîru'l-Kaarî fî Şerhi Sahîhi'l-Buhârî.
38. Abdulkaadir ibn Alî ibn Yûsuf el-Fâsî (1091/1680).
39. Muhammed Ya'kûb el-Benbânî (Hicrî XI. Asır), el-Hayru'1-Cârî.
40. Abdullah ibn Salim ibn Muhammed el-Basrî (1135/1723), Ziyâu's-Sârî.
41. Ebu'l-Hasen Muhammed ibn Abdilhâdî es-Sindî (1136/1723), el-Hâşiye ale'l-Buhârî, Kaahire 1300.
42. Ebû Abdillah Muhammed ibn Abdirrahmân ibn Zekrî el-Fâsî (1144/1731), el-Hâşiye ale'l-Buhârî.
43. Ca'fer ibn Celâliddîn Muhammed Maksûd Âlim eş-Şâhî (1160/1747), el-Feyzu't-Târî.
44. İsmâîl ibn Muhammed ibn Abdilhâdî el-Aclûnî (1162/1749), el-Feyzu'1-Cârî li-Şerhi Sahîhi'l-Buhârî.
45. Yûsuf Efendi-zâde Abdullah ibn Muhammed el-Hilmî (1167/1735), Necâhu'l-Kaarî lî-Sahîhi'1-Buhârî.
46. Ebu'n-Necâh Ahmed ibn Alî el-Usmânî el-Menînî (1172/1759), ed-Derârî fî Şerhi Sahîhi'l-Buhârî.
47. Umer ibn Muhammed Arif en-Nehravâlî (Hicrî XII. Asır), el-Fevzu'n-Nebevî fî Usûîi'l-Hadîs ve Fehârisi'l-Buhârî ve Şerhu'l-Kitâbeyn min Evveli Sahîhi'1-îmân ve'l-İlm.
48. Ebû Abdillah Muhammed et-Tâvûdî ibn Sûde el-Murrî (1209/1795), Zâdu'1-Muciddi's-Sârî; el-Hâşiye ala Sahîhi'l-Buhârî; Kettânî, Fİhrisu'l-Felâris, 1,185-190.
49. Hasen el-Adevî el-Hamzavî el-Mâlikî (1303/1885), en-Nûru's-Sârî ipin Feyzi Sahîhi'î-Buhârî.
50. İbrahim Hasen el-Mevcî (?), Tercemetu'l-Cüz'i'l-evvel min Sahîhi 1-Buhârî.
51. Muhammed Enver el-Keşmîrî (?),Feyzu'l-Bârîalâ Sahîhi'l-Buhârî, Kaahire 1938 nı.
c) el-Câmi'u's-Sahîh'i Özetleyenler
(Muhtasar Yazanlar)
'"1. Eyyûb ibn Abdillah ibn Muhammed ibn Yûsuf el-Firabrî (320/932), el-Evâh'i's-Sıhâh.
127 Kastallânî, trşâdu's-Sârî, Mukaddime, s.41-44; Kâtib Çelebi, Keşfu'z-Zunûn, I, 541-555; II, müteaddid sahîfeler; Brockelmann, GAL, 1,157, Supp. I, 260-265; Fuad Sezgin, GAS, I, 115-128.
2. Muhammed ibn Muhammed el-Mervezî el-Kuşmeyhenî (389/999), Cüz'un îlhi'l-Hadîsu'l-mietu'l-Muhrece min Kitabi Sahîhi'l-Buhârî.
3. Ebu'l-Kaasım Alî ibnu'l-Hasen ibn Muhammed ibn Ubeydillah el-Yezîdî (488/1095), İrşâdu's-Sârî ile'htisârî Sahîhi'l-Buhârî.
4. Abdu'1-Hakk ibn Abdirrahmân ibn Abdillah el-Ezdî (581/1185).
5. Ahmed ibn Umer el-Ensârî el-Kurtubî (656/1258).
6. Yahya ibn Şeref en-Nevevî (676/1278), Şerhu'l-Buhârî: a) Telhîsu Şerhi'l-Ehâdîsi'n-Nebeviyye ve İzahı Hikemihâ ve'stinbâtı Maânîha'l-Bâriza ve'1-Hafiyye, b) Telhîsu Şerhi'Î-Elfaz ve'LMaânî mima Tadammanahu Sahîhu'l-Buhârî.
7. Abdullah ibn Saîd ibn Ebî Cemre el-Ezdî (699/1300), Cem'u'n-Nihâye bi-Ba'zi'î-Hayr ve'1-Ğâye; Behcetu'n-Nufûs ve Tahalliha ve Ma'rifetimâ aleyha velehâ el-Merâ'î'd-Dâlle alaFadhMuhtasari'l-Buhârî el-Müsemmâ bi-Behcet...
8. Ebu'l-Abbâs Ahmed ibn Ahmed eş-Şercî el-Ezdî (893/1488), et-Tecrîdu 's-Sarîh li-Ehâdîsi'1-Câmi'i's-Sahîh.
9. Ebû Alî Muhammed ibn îsâ ibn Abdillah ibn Harzûz (960/1552), el-Kevkebu 's-Sârî fî'htisâri '1-Buhârî.
10. Yahya ibn Muhammed (Takriben 1300 Hicrî), Telhis... alâ Kitâbi'l-Câmi'i's-Sahîh.
11. Mustafâ Muhammed Umâre, Cevâhiru'l-Buhârî, Kaahire 1341.
12. İkinci Ordu Dokuzuncu Alay Müftîsi Hafız Umer Ziyâuddîn Da-ğıstânî (vef. 1340), a) Sunenu'l-Akvâli'n-Nebeviyye min Ehâdîsi'î-Buhâriyye, İstanbul 1308; b)ZübdetuWuhârî, İstanbul 1330, Türk-çesi: Trabzon 1341.
13. Abdu's-Selâm Muhammed Hârûn, eî-Eîfu'î-Muhtâre min Sahîhi'l-Buhârî, Kaahire 1959 I28.
ç) Bâb Başlıkları Hakkında Eser Yazanlar
1. Ebû'l-Abbâs Ahmed ibn Muhammed ibn Mansûr ibni'l-Munîr el-İskenderî (683/1284), Kitâbu'l-Mutevârî ala Terâcimi'l-Buhârî.
2. Mustafâ ibn Muhammed el-Kastamonî (981/1573), Şerhu Evâili Sahîhi'LBuhârî.
3. Ebu'l-Hasen Muhammed ibn Abdilhâdî es-Sindî el-Eserî (1136/1723), el-Fevâidu'lMutealhka bi-Sahîhi'1-Buhârî.
4. Veliyyullah Ahmed ibn Abdirrahîm ed-Dihlevî (1176/1763), Risale Şerh Terâcimi Ebvâbı Sahîhi'l-Buhârî, Haydarâbâd 1323 Hicrî.
5. el Kaaıd (1225/1810), Fihrist Ebvâbı Sahîhi'l-Buhârî.
6. Huseyn ibn Salim eş-Şebâsî... (1299/1882), Risale fî Zikri Adedi mâ Verede mine'l-Ehâdîs fî Ebvâbi'hBuhârî.
7. Abdurrahîm Enbâr, Hidâyetu '1-Bârî ilâ Tertibi Ehâdîsi el-Buhârî, Kaahire 1340.
128 Fuad Sezgin, GAS, I, 126-128.
d) Okunmasıyle ilgili Hususlar
(Âdâb ve Usûller)
Hakkında Eser Yazanlar
1. Ebû Hâmid Muhammed el-Kudsî eş-Şâfıî (888/1413), Kitâbu Tuhfeti'l-Ka'arî inde Hatmi'l-Buhârî.
2. Muhammed ibn Abdirrahmân ibn Muhammed es-Sahâvî (902/1497), Umdetu'l-Kaarî ve's-Sâmi' fî Hatmi's-Sahîhi'1-Câmi'.
3. Celâluddîn Ahmed ibn Hayreddîn el-Kerekî (912/1506), et-Tırâz îi'î-Kaarî Yevme Hatmi Sahîhi'l-Buhârî.
4. Muhammed ibn Salim ibn Alî et-Tabelâvî (966/1559).
5. Alî el-Kaarî el-Herevî (1014/1605), Âdâb (Dırâb) el-Kaarî ala Evveli Bâbi'l-Buhârî.
6. Alî ibn Ahmed ibn Muhammed ibn Hâlid el-Hazrecî (1033/1633), et-Tavzîh fî Hatmi Ehâdîsi'l-Câmi'i's-Sahîh.
7. Abdu's-Selâm ibn Mahmûd ibn Muhammed ibn Muh. el-Adevî (1033/1623).
8. Muhammed ibn Abdirrahmân ibn Zekeriyyâ el-Gazzî (1167/1756), Durûs fî'1-Keîûm alâ'I-Câmi'i's-Sahîh.
9. Bahâuddîn ibn Mu'min (1187/1773), Kâfî'l-Kaarîli-Sahîhi'1-Buhârî.
10. Muhammed ibn Kaasim ibn Muhammed el-Cessûs (1182/1768), Mukaddime alâ Sahîhi'l-Buhârî.
11. Muhammed ibn Muhammed et-Tatvânî, İthâfu'l-Kaarî Şerhu'l-Buhârî.
12. Abdurrahmân el-Bennâ' es-Sââtî, İrşâdu'î-KaarîUa'1-İstihâre min Sahîhi'l-Buhârî, Kaahire 1937.
e) Şeyhleri ve Me'hazları Hakkında Eser Yazanlar
1. Abdullah ibn Adiyy ibn Abdillah el-Curcânî ibnu'l-Kattân (365/976); Esâmî men Ravâ anhum el-Buhârî.
2. Ebu'l-Hasen Alî ibn Umer ed-Dârakutnî (385/995), Zikru Esâmi't-Tâbün ve men Ba'dehum mimmen Sahhat Rivâyetuhu mine's-Sıkaat inde Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî.
3. Ebû Nasr Ahmed ibn Muhammed el-Huseyn el-Kelâbâzî (398/1007), Esmâu Ricali Sahîhi'l-Buhârî.
4. Ebu'l-Velîd Süleyman ibn Halef el-Bâcî (474/1081), et-Ta'dîl ve't-Tecrîh îi-men harrace anhu'l-Buhârî fî'l-CâmVi's-Sahîh.
5. Ebu'l-Ferec Abdurrahmân ibmı'l-Hasen ibnu'l-Cevzî ( 597/1200), Ehâdîsu't-Ta'lîk.
6. Ebu'l-Fedâil el-Hasen ibnu'l-Muhammed el-Hasen es-Sağânî (650/1252), Esâmi' Şuyûhi'î-Buhârî.
el-C.Cımi'u's-Snhîh i'7.crinr Bir Anıştırma/127
7. Muhammed ibn Ahmed ibn Mûsâ ibn Abdillah el-Kufeyrî el-Aclûnî (831/1427), el-Muctebâ fî Ma'rifeti Esmâi men Zekerehum el-Buhârî bi-Ensâb ve'1-Elkaab ve'î-Künâ.
8. îbni Hacer el-Askalânî (852/1448), Ta'lîku't-Ta'lîk alâ Kitâbi'l-Buhârî.
9. Muhammed ibn Dâvûd ibn Muhammed el-Bâzilî (925/1519), Gâyetu'l-Merâm fî Ricâli'l-Buhârî ilâ Seyyidi'I-Enâm.
10. Ebû Muhammed Abdullah ibn Salim el-Basrî (1134/1721), Sahîhu'l-Buhârî ve Esânîduhu.
11. Abdurrahmân ibn Ebi'1-Hayr et-Tusterî en-Nasrabûnî, Ricali Sahîhi'l-Buhârî.
12. Hasen ibn Hasen Sûfî-zâde (1279/1862), Esâmi Ruvâti Sahîhi'l-Buhârî.
13. Muhammed ibn Muhammed ibn Alî el-Kûcîlî, Ikdu'î-Cumân el-Lâmi el-Muntakaa min ka'ri Bahri'î-Câmi'.
14. (?), es-Sahâbe eîlezîne ahrace lehum el-Buhârî fî Sahîhihi.
f) Buhârî ile Müslim'in Ricali Hakkında Eser Yazanlar
1. Ebu'l-Hasen Alî ibn Umer ed-Dârakutnî (385/995).
a.Ricâlu'l-Buhârî ve Müslim.
b. Zikru Kavm mimmen ahrace lehum el-Buhârî ve Müslim fî Sahîhayhimâ ve da'afehum en-Nesâî fî Kitâbi'd-Duâfâ.
c. Esmâu's-Sahâbe elletî'ttafaka fîha'l-Buhârî ve Müslim ve men infarede kullun minhumâ.
ç. Risale fî Beyânı ma 'ttafaka aleyhi'l-Buhârî ve Müslim ve men infarede bihî ahaduhumâ ani'l-âhari.
d. Kitâbu't-Tetebbu' vehuve mâ uhrice ala's-Sahîhayn velehu illetun.
2. Ebû Abdillah el-Hâkim en-Nîşâbûrî (404/1014),
a. Tesmiyetu men ahracahum el-Buhârî ve Müslim.
b. el-Medhal ilâ Ma'rifeti's-Sahîhayn.
3. el-Huseyn el-Ceyyânî (498/1105),
a. et-Tenbîh alâ'l-Evhimi'l-Vâride fî's-Sahîhayn.
b. Takyîdu'lMuhmel ve Temyîzu'î-Müşkil fî's-Sahîhayn.
4. Muhammed ibn Tâhir ibn Alî el-Kayserânî (507/1113), el-Cem'beyne Ricali's-Sahîhayn.
5. Muhammed ibn İsmâîl ibn Halfûn (636/1238), el-Mu'lim hi-Esâmi Şuyûhi'l-Buhârî ve Müslim.
6. Ahmed ibn Ahmed ibn Mûsâ el-Hakkârî (763/1362), Ricâlu'l-Buhârî ve Müslim.
7. Yahya ibn Ebî Bekr el-Âmirî (893/1488), er-Riyâzu'1-Mustatâbe fî Cümletimen ravâ fî's-Sahîhayn mine's-Sahâbe.
8. Abdu'1-Ğanî ibn Ahmed el-Bahrânî eş-Şâfiî (1174/1761), Kurratu'l-Ayn fî Dabtı Esami Ricali's-Sahîhayn.
Lügatlerini Açıklayanlar
1. Muhammed ibn Ebû Nasr el-Humeydî (488/1095), Tefsîru Ğarîbi mâ fî's-Sahîhayn.
2. Ebû İshâk İbrâhîm ibn Yûsuf ibnu Kurgûi (569/1173), Şerhu Müşkilâti's-Sahîhayn el-Mustahrac min Meşârıkı'l-Envâr Îi'î-Kaadî Iyâd.
3. Abdurrahmân ibn Alî ibn Muhammed ibnu'l-Cevzî (597/1200), Keş-fu Müşkili's-Sahîhayn.
4. Halil ibn Keykeldî ibn Abdillah (761/1359),
a. Müşkilu 's-Sahîhayn;
h. Keşfu'n-Nikaab amma revâ'ş-Şeyhâni li'1-Ashâb.
ğ) Sahîhayn'ın Şartlarına Göre Müşterek Hadîslerini ve Eklerini Biraraya Toplayanlar
1. Muhammed ibn Abdillah el-Cevzekî (338/998), el-Cem' beyne's-Sahîhayn.
2. Halef ibn Muhammed ibn Alî el-Vâsıtî (401/1011), Etrâfu's-Sahîhayn.
3. Muhammed ibn Abdillah el-Hâkim en-Nîşâbûrî (404/1014), el-Müstedrek ala's-Sahîhayn.
4. Muhammed ibn Ebî Nasr el-Humeydî (488/1095), el-Cem' beyne's-Sahîhayn.
5. Ebû Nuaym Ubeydullah ibnu'l-Hasen ibn Ahmed ibn el-Haddâd (517/1123), el-Cem' beyne's-Sahîhayn.,
6. Abdu'1-Hakk ibn Abdirrahmân ibn Abdillah el-İşbilî ibnu'l-Harrât (581/1185), el-Cem' beyne's-Sahîhayn.
7. Abdu'1-Ğânî ibn Abdi'l-Vâhid el-Cemmâilî (600/1203), Umdetu'l-Ahkâm mimma'ttafaka aleyhi'1-İmâm el-Buhârî ve Müslim.
8. Ebû Hafs Umer ibn Bedr ibn Saîd el-Mevsılî (622/1225), el-Cem' beyne's-Sahîhayn.
9. Ebu'1-Mecd İsmâîl ibn Hibetillah ibn Saîd el-Mevsılî ibn Bâtîş (655/1257), el-Beyân amma'ttafaka aîeyhi'ş-Şeyhân.
10. Ahmed ibn Abdirrahmân ibn Muhammed el-Makdisî el-Harîrî (758/1357), Mufîdu's-Sâmi' ve'1-Kaarîmimma'ttafaka aleyhi Müslim ve'1-Buhârî.
11. Umer ibn Reslân el-Bulkînî (805/1403), Şerh Zevâid Müslim alâ'l-Buhârî.
12. Muhammed Şerîf İbn Mustafâ et-Tokadî, Ahkİmu's-Sahîhaynl29.
129 Fuad Sezgin, Geschİchte des Arabischen Schrifttums, I, 115-134.
13. Muhammed Habîbullah eş-Şınkîtî, Zâdu'l-Müsiim flmâ'ttafaka aleyhi'l-Buhârî maa Müslim.
14. Muhammed Fuâd Abdu'1-Bâkî, eî-Lu'luu ve'1-Mercân fîma'ttafaka aleyhi'ş-Şeyhân, Kaahire 1368/1949 I3°.
h) el-Câmius-Sahîh'in Baskıları
Buhân'nmeî'Câmi'u's-Sahîh'i çeşitli memleketlerde müstakili olarak veya şerhlerinden bâzıları ile birlikte birçok defalar basılmıştır. Bunların öğrenebildiğimiz bâzı baskılarını yer ve tarihleriyle birlikte sunuyoruz:
Mısır Baskılan:
1279 Taşbasma, hamişinde Hasen el-Advî Şerhi. 1299-1309 Hamişinde Sindî haşiyesi.
1299-1300-1320 Mehmed Mustafâ Matbaası, hamişinde Sindî haşiyesi, Kastallânî ve Şeyhu'l-İslâm Zekeriyyâ el-Ensârî şerhlerinden takrirler vardır.
1304 Matbaatu'l-Hayriyye.
1305 Matbuatu Şeref. 1306-1309 Matbaatu'l-Meymeniyye.
1348 İdâretu't-Tıbâatı'l-Munîriyye; hadîsler rakamlı.
Bulak Baskıları:
1280, 1286, 1289, 1296, 1311-1313 Yûnînî nüshası. Hind Baskılan:
1269 Bombay Mebi'; 1869; 1270-1890 Dehlî; 1873 Mutah. Âsitâne Baskıları:
1315 Matbaatu'l-Âmire. 1325
Avrupa Baskıları:
1862-1868 Leiden, üstâd E. Krehl'in i'tinâsıyle. 1907-1908 Leiden, Ludolf Krehl. 1876 Petersburg.
130 Burada el-Câmi'u's-Sahîh üzerine meydana getirilmiş olan eserlerden 130 kadarının listesini sunmuş olduk. Bunların dışında müellifleri ve târihleri belli olan ve belli olmayan, bununla uzak yakın ilgili daha bir hayli eserler olduğu gibi, buradakiler üzerine yazılmış şerh, haşiye, ta'lîk, tavzih, terceme, İstatistik vesaire şeklinde daha pek çok çalışmalar ve eserler de mevcûddur. Bundan sonra da yeni yeni çalışmalar olacaktır. İşte bu durum, Kur'ân'dan sonra İslâm'ın en mühim kitabının nail olduğu hüsnü kabul ve mazhariyetin açık delilidir.
131 Mu'cemu'l-Matbuâti'l-Arabiyye... I, 534-536.
ı) Buhârfnin Hayâtı ve Eserlerinden :
Bahseden Bâzı Kitâblar Fihristi
Kitâblar müelliflerinin meşhur olan isimlerinin baş harfleri sırasına göre verilmiştir:
Abdu'l-Kaadir ibn Abdillah el-Ayderûs, Risale fî Menâkıbi'l-Buhârî. ■[ Abdurrahmân Eşref, Tezkiretu'l-Hikem (Bulak 1252), s. 186.
Ahmed Emîn, Duha'l-İslâm, II, 110-119.
Ahmed Naîm, Tecrid-i Sarîh Tercemesi, Mukaddime, İstanbul 1928.
Alî el-Kaarî, Şerhu Nuhbeti'l-Fiker (İstanbul 1327), s.65,142,196.
........., Bustânu'l-Muhaddisîn, 100.
Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur, GAL I, 157. " , GAL. Supp. I, 260-265.
, Encyclopedie de 1'İsIâm, I, 803.
Cemâluddîn el-Kaasımî ed-Dımaşkî, Hayâtu'l-Buhârî, Sayda 1330.
Cemâluddîn Muhammed ibn Abdillah ibn Mâlik, Şevâhidu't-Tavzîh ve't-Tashîh li-Müşkilâti'1-Câmi'i's-Sahîh, Haydarâbâd 1319.
Dâiretu'l-Maârif, Beyrut 1881, V, 229.
Ebû Abdillah Muhammed ibn Ahmed ez-Zehebî, el-Muğnî fî Tabakaati'l-Muhaddisîn, Feyzullah Ef. Ktp. rak. 1528.
Ebû Bekr Muhammed ibn Hayr, Fihristu'bni Hayr, 1894-1895.
Ebû Ca'fer Muhammed ibnu'l-Hasen et-Tûsî, Fihristu't-Tûsî, Kal-kutta 1853.
Ebu'1-Fidâ, el-Muhtasar min Ahbâri'l-Beşer, Mısır 1323, II, 48.
Ferrâ, Tabakatu'l-Hanâbile, s.201-203.
Fihristu'l-Ezheriyye, I, 402.
Fuad Sezgin, Buhârî'nin Kaynakları^ İstanbul 1956.
" , Geschichte des Arabischen Schrifttums, (Leiden 1967), I, 115-134, Madde:69.
Hacı Halîfe (Kâtib Çe\ehî),<Keşfu'z-Zunûn,İstanbul 1941,1,541-545 (I ve II. cildlerde Buhârî ve eserlerinin zikredildiği sahîfeler: 48, 49, 89, 227, 238,287,522,541, 564,571,572,1087,1392,1402,1420,1448, 1449, 1453, 1469, 1471, 1581, 1684).
Hafız Nasruddîn Ebu'l-Abbâs Ahmed Hatîbi İskenderiyye, eî-Mutevârî alâ Terâcim Ebvâbi'î-Buhârî, İstanbul Umûmî Ktp. 115.
Hâkim ibnu'l-Beyyı', Kitâbu Ma'rifeti Ulûmi'l-Hadîs, Kaahire 1957.
Hattâbî, Şerhu'î-Buhârî, Feyzullah Ef. Ktp. rak.497.
Hazrecî, Hulâsâtu't-Tehzîb, Bulak 1301, s.327.
Havânsârî (İ/^V-i ), Ravdatu'l-Cennât, Veliyyuddîn Ef. Ktp. rak.29, varak: 159-161.
Hatîb el-Bagdâdî, Târîhu Bağdâd, Mısır 1931, II, 4-34.
Hayruddîn Zırıklı, eî-A'lâm......, VI, 258-259.
İbn Ebî Hatim er-Râzî,e7-Cer/î ve't-Ta'dîl, Haydarâbâd 1952.
İbn Ebî Ya'lâ, Tabakaatu'l-Hanâbüe, I, 271-279 (201-203).
İbnu'1-Esîr, el-Kâmil fî't-Târîh, VII, 79.
el-Câmi'u's-Sahîh Üzerine Bir Araştırma/131
İbnu'I-Esîr, el-Lubâb, I, 231.
İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbu't-Tehzîb, IX, 47-55.
İbn Hacer el-Askalânî, Mukaddimetu Hedyi's-Sârî li-Fethi'1-Bârî, 1-495.
İbn Haldun, Mukaddimetu'bni Haldun, Kaahire (tsz), s.440-445; "el-Faslu's-Sâdis fî Ulûmi'l-Hadîs".
İbn Hallikan, Vefeyâtu'l-A'yân, Bulak ..., I, 576-577 (III, 329).
İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Mısır 1932, XI, 24 vd.
İbn Kesîr, el-Bâisu'1-Hasîs Şerhu İhtisarı Ulûmi'l-Hadîs. Kaahire 1370/1951.
İbnu'I-İmâd el-Hanbelî, Sezerâtu'z-Zeheb, Mısır 1323, II, 134-136.
İbn Nedîm, el-Fihrist, s.230.
İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-Hadîs, Kaahire 1328,*Haleb 1350/1931.
İsmâîl ibn Muhammed ibn Abdilhâdî el-Cerrâhî el-Aclûnî, el-Fevâidu'd-Derârî, II, 308.
İsmâîl Paşa el-Bağdâdî, Hediyyetu'i-Ârifîn..., II, 16.
İslâm Ansiklopedisi, M.E.B. Yayını, II, 771-773 (Buhârî mad.); V, 47-54 (Hadîs mad.); X, 66-67 (Sahîh mad.).
Kastallânî, Şerhul-Buhârî, I, 16-39.
Lutfî Abdu'1-Bedî', Fihrisu'l-Mahtûtâtu'l-Musavvere, II, 65.
Makdisî, el-Kemâl fi Ma'rifeti EsmâTr-Ricâl, II, 111-113.
Meksânî Ahmed Muhammed, Fihrisü'l-Müellifîn ve'1-Anâvîn, Tatvan (el-Mağribu'1-Aksâ) 1372/1952.
Muhammed ibn Ca'fer el-Kettânî, er-Risâletu'1-Mustatrafe, Kara-çi 1379/1960.
Muhammed Muhammed EbûZehvi,eJ-flactfs ve'1-Muhaddisûn, Mısır 1378/1959.
Muhammed Zubeyr Sıddîkî, Hadith Literatüre, Ter. Yusuf Ziya Ka-vakcı, Hadîs Edebiyatı Târihi, İstanbul 1966, s.90-96.
Muhibbuddîn el-Hatîb, Mukaddimetu'l-Edebi'l-Mufred lii-Buhârî, Hind. 1306; İstanbul 1309.
Nevevî, Tehzîbu'1-Esmâ' ve'1-Lugât, I, 67-76.
Nevevî, el-Mübhemât fî'1-Hadîs, I, 34.
Safedı, el-Vâfî' bi'1-Vefeyât, İstanbul 1949, II, 206-209.
Seyyid, Fihrisu'î-Mahtûtâtı'i-Musavvere, II, 120; III, 79.
Subhî Salih, Ulûmu'l-Hadîs ve Mustalahuhu, Mütercim: Yaşar Kandemir, Hadîs İlimleri ve Istılahları, Ankara 1973, s.96, 97, 338-339.
Subkî, Tabakaatu'ş-Şâfnyye, II, 2-19.
Suyûtî, Tabakaatu'l-HufTâz, XXI.
Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî, Mısır 1306, s.24, 37.
Şemsuddîn Sâmî, Kaamûsu'l-A'lâm, II, 125.
Şevkaanî, Neyiu'l-Evtâr, Mısır 1344, I, 10.
Tâhir el-Cezâirî, et-Tezkire, II, 15.
Taşköprî-zâde,Miftâhu's-Saâde veMisbâhu's-Siyâde, Haydarâbâd 1329.
Taşköprî-zâde, Türkçe tercemesi: Mevzûâtu'1-Ulûm, İstanbul 1313, I, 577 vd.
132/Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi
Tayyibî, Kitâb fî Esmâ'i'r-Ricâl, II, 44-45.
Umer Rızâ Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifîn..., IX, 52-54.
Ya'fı'î, Mir'âtu'İ-Cinân, II, 167-169.
Ya'kût el-Hamavî, Mu'cemu'l-Buldân, Mısır 1906, II, 85-86. ı . Yûsuf el-Iyş, Fihrisu Mahtutâtı'z-Zâhiriyye, VI, 234-235. ,fl Yûsuf Elyân Serkis, Mu'cemu'î-Matbuati'l-Arabiyye..., Mısıf '1346/1928, I, 534-537.
Zehebî, Tezkiratu'l-Buffâz, II, 122-124. * Zehebî, Siyeru'n-Nubelâ, VIII, 234-254.
Zeynuddîn el-Irâkî, Tabsıratu'l-Mubtedî ve Tezkiratu'l-Muntehî, Mısır 1355/1957.
Zeynuddîn el-Irâkî, Fethu'î-Muğîs bi-Şerhi Elfîyeti'l-Hadîs, Mısır 1355/1957. ■Ab j-
134/Sahîh-i Buhârî ve Tercemcsİ -----Ma'n b. îsâ------------
İbrahim b. el-Munzîr-
-Cuveyriye b. Esma-Ma'n b. îsâ
Abdurrahmân — b. Mehdî
Abdullah b. Muhammed b. Esmâ------------Alî b. Abdiliah el-Medînî -
-Abdullah b. Vehb-- Yahya b. Saîd-----
-Yahya b. Süleymân-
- Abdurrahmân b. Mehdî--Sufyân b. Uyeyne-------
■ Müsedded b. Musarhad. ---------.Sadak b. el-Fadl-
-Ebû Kuteybet el-Cârûdî--Abdurrahmân b. Mehdî--Abdurrahmân b. Mehdî-
-Abdullah b. Vehb--------
-ef-Humeydî Abdullah b, ez-Zubeyr-
-----------------el-Munzîr b. el-Valîd-
-----------------------------'Amr b. Alî-
-Muhammed b. el-Musannâ-----------Yahya b. Süleymân-
-Muhammed b. Yahya Ebû Gassân--Abdullah b. El-Mubârek------------
-Ebû Ahmed Marrâr--------Muâz b. Esad-
-Abdullah b. Vehb-
■Muhammed b. Ubeydillah-.................Kaala Mâlik-
-Kaala Ravh'an Mâlik-------
------Hallâd b. Yahya-------
■Ebu'l-Velîd Hişâm.
-Ebû Asim ed-Dahhâk-—Ebû Nuaym el-Fadl-------Yahya b. Bukeyr-
-Abdulazîz b. Abdİllah--------Yahya b. Kaza'a-
--------Kuteybe b. Saîd-
■ Abdullah b. Mesleme-
— îsmâîl b. Ebî Uveys.
— Abdullah b. Yûsuf
III
|
E |
•w' |
||||
■a |
S |
"3 |
||||
"■ X) |
ra |
|
||||
,„-. < |
2 |
|
||||
|
|
w |
||||
|
|
."S |
||||
|
_ |
«a |
||||
< |
6 |
2, |
|
|
||
1- |
< |
o |
|
|
||
u N |
e |
ti OJ |
|
|
||
|
|
|
|
|
||
Xı |
|
el- |
■§ |
|
||
AYNÎ'Yİ BUHÂRÎ'YE BAĞLAYAN RİVAYET ZİNCİRLERİNDEN BİRİ
AYNÎ (855)
Abdurrahîm ibnu Ebi'l-Mahâsin ibn Abdirrahmân el-Irakîeş-Şâfıî (806)
Alâuddîn Alî ibnu Usman İbn Mustafâ et-Türkmânî
Ebu'l-Hasan Alî İbnu ,i Muhammed s
ibn Hârûn el-Kaarî ?.
Abdullah ibnu'l-Hüseyn ibnu'I-Mubârek ez-Zebîdî
Ebu'İ-Vakt Abdu'l-Evvel ibnu îsâ es-Siczî
Abdurrahmân ibnu Muhammed ibn el-Muzaffer ed-Dâvûdî
Abdullah ibnu Ahmed Hammûye
Ebû Alî Abdurrahmân ibnu Abdillah ibn Yûsuf el-Ensârî
Ebû Tâhir İsmâîl ibnu Abdilkavî
Ebu Amr
Usmân ibnu
Abdirrahmân
ibn Raşîk er-Rıb'î
Ebu'l-Abbâs
Ahmed ibnu
Alî ibn Yûsuf
ed-Dımaşkî
Hibetu'llah ibnu Alî ibn Mes'ûd
el-Bûsîrî
Ebû Abdillah Muhammed ibnu Berekât es-Saîdî
Ebû Abdillah
Muhammed ibn
Ahmed ibn
Hâmid el-Ertûhî
Alî ibn Umer el-Ferkaa
Kerîme bintu Ahmed d-Merzeviyyetu (463/1070) Ebu'l-Heysem Muhammed ibnu Mekkî el-KuşmeyhePÎ
Ebû Abdillah Muhammed ibnu Matar el-Firabrî (320) Muhammed İbn îsmâîl el-Buhârî (256)
138/Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi