Hafız
İbni Hacer'in Haltercümesi
Bazı
Usûl-ü Fıkıh Istılahlarının Kısaca İzahı :
Usulü
Fıkha Göre Bir Âyetin Tahlili:
Hadisi
Şeriflerin Râvi Sayısına Göre Taksimi
Seneddeki
İttisal Ve İnkıta'a Göre Taksimi
Sahih
Olup Olmamalarına Göre Hadisi Şeriflerin Taksimi
Secde-i
Sehiv Ve Şâir Secdelerden Secde-i Tilâvet Ve Şükür Babı
Allahü teâlâya hamdü
sena olsun ki, İki sene evvel neşre başlayıp bu sene dördüncü cîldînide
bastırmak suretiyle ikmaline muvaffak olduğumuz (Bülûğul' Meram) «Selâmet
Yolları» nın aynı sene İçersinde ikinci baskısını yapmak mazhariyetine'de
kavuşmuş bulunuyoruz.
Hukukumuza ait bütün
esasları biz'ere açıklamış olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.)
efendimize âli avlâdına salât ve selâm olsun.
Bu esasları toplayıp,
yazıp, bizlere kadar getirenlere (Allah C.C.) rahmet ve selâmetler ihsan etsin.
Eserin lâyık olduğu
alâkayı görmesi karşısında memnuniyet ve şükranlarını sunduğu okuyucularına bu
yolda muvaffakiyet, sıhhat ve selâmetler diler.[1]
Sönmez
Âlemlerin Rabbi olan
Allah-u Teâlâ'nın tevfîk ve inayetine sığınarak millet irfanına hizmeti vazife
bilen Sönmez Neşriyat Şirketi kıymetli dîn bilginlerimizin toplu kararlarına
dayanarak hazırlamakda olduğu ilmî ve islâmî eserlerinden birini daha
yayınlamakla Allah'a hamd ve şükranımız sonsuzdur.
Resûl-ü Ekrem
Peygamberimiz Hazreti Muhammed aleyhisselâm'ın ibadât, ahkâm ve İslâm hukukuna
taallûk eden bütün fıkıh meselelerini muhtevi hadîs-i şerifleri
«Bülûğu'lMeram» ismi altında bir araya toplamakla İslâm Âlemine hizmeti pek
bü.yük olan merhum ibni Hace-rül - Askalânî Hazretlerini hürmetle anar ve
Allah'dan kendisine bol mağfiret ve rahmet temenni ederiz.
İslâm hukukuna ve
Şer'î yönden ahkâma me'haz olan bu büyük eser «Bülûgu'l - Meram» \ Türkçemize
selis bir ifâde İle tercüme eden ve aynı zamanda tefsir ve şerh ederek bundaki
meseleleri gayet iyi açıklayan Yüksek İslâm Enstitüsü öğretmenlerinden sayın
üstad Ahmed Davudoğlu hocamıza karşı duyduğumuz minnet ve şükranlarımızı
bildirirken muhterem mütercim ve müellife Allah'dan rıza ve afiyetler dileriz.
Haşre kadar her
müslüman Türk'ün ve hatta bütün İslâm Âleminin hukukî ve şer'î bilgilerine
ışık tutacak bu büyük eserin yayınlanmasına âmil olan Sönmez Neşriyat'\n bütün
hadimleri ve ortakları inşaAllah ind-i İlâhİ'de en zengin mükâfatlara taltif ve
tahsin olunacaklardır.
Sönmez Neşrîyat'tn
kıymet!! İlim hey'etİni teşkil eden muhterem üstadların ısrarlı tavsiye ve
kararlarından doğan bu eşsiz eser okundukça ve nesilden nesile bir kudsî kitap
olarak taşındıkça hasenat defterleri mütemadiyen dolacak olan İlim Hey'etimİzi
de tebrik ederiz.
Resûl-ü Zîşan Hazreti
Muhammed Aleyhİsselâm'ın bir nur ve İnci olan mübarek hadîs-i şerifleri içinde
Fıkhı ahkâma taallûk eden bütün mesaili kolaylıkla bulmak imkânını kazandıran
Sönmez Neşriyat Şjrketin'm daha nice eser ve kıymetli te'lîfâtı yayınlamasına
Allah-u kâdîru'l Mutlak'dan tevfik ve inayet niyaz ederiz.[2]
Allahü zül Celâle
sayısız hamd-ü senalar; Resul-ü zîşanı Muhammed Mustafa ile Âlü Ashabına sonsuz
salât-u selâmlardan sonra, Davud Oğlu Hasanın oğlu şu âciz Ahmed der ki:
Eukitab meşhur Hadîs
âlimlerinden Mısırlı İbni Hacer-il' Askalânî'nin Büluğ-ul-Merâm, mm
Edillet-iVAhkâm adlı eserinin şerhidir. İbni Hacer merhum bu kıymetli eserinde
her-biri îsiâm Hukukuna feyizli birer menba olan Hadîsleri bir çok sahih Hadîs
kitabîarından toplamış bu suretle İslâm Hukukunun Kur'an-ı Kerîmden sonra
mutlak suretde ikinci delilini teşkil eden Sünnet'den istinad etdiği bütün
deliller bir araya gelmişdir. Allah ondan razî olsun.
Bu kıymetli eseri
Mağrib Ulemasından Kadı Şerefü'ddin El Hüseyin b. Muhammed-ül Mağribî
serhetmis ve kitabına Bedrüt Tamâm» adını vermiştir. Fakat mezkûr şerh uzun
olduğu için cnu Yemen Ulemâsından Muhammed b. İsmaİl-üs' San'anî kısaltmak ve
kendi tarafından bazı mütâlealar ilâve etmek suretiyle yeni bir eser meydana
getirmiş ve buna Sübül Üs- Selâm şerhu Bülûğul-Merâm» unvanını
vermişdir. Bu zatın halâ Yemende hüküm sürmekde olan ZahirLyye ve Zeydiyye
koluna sâlik olduğu zannediliyor. Vakıa kimseyi taklîd etmez serbest bir
müetehid gibi görünmek istiyorsa da eserinin bazı mahrem yerlerinde farkına
varmadan hakikati sızdırmış ve sezdirmiştir. Bu sebeble olacak ki; Hâdiviyye,
Kasımİyye, İmamiyye, Yahya b. Hamza Âl imamları, Şerefüd-din ve saire gibi
Ehl-i Sünnet Uleması arasında sözü geçmeyen birçok mezhep ve imamları eserinde
Ehl-i Sünnet İmamlarıyla birlikde zikretmişdir. Bunu gören Allâme Ebu'l Hayr
Nur'u Hasan Han, Sanânı'nin eserini ele almış ve aynen onun yaptığı gibi bazı
yerlerini kısaltmak, bazı yerlerine lüzumlu gördüğü malûmatı katmak suretiyle
yeni bir eser meydana getirmiştir. Nur-ul Hasan'ın kısalttığı yerler
ekseriyetle Ehl-i Sünnet harici mezheb ve kavillerdir. Böylelikle eser bir dereceye kadar
tenkili edilmiştir. Nuru'l-Hasan eserine Fethu'l Allâm li Şerh-i
Bülûğul-Me ismini vermişdir. Bunlardan maada «Bülûğul-Merâm» in bazı haşiyeleri de vardır. «Sübül-üsSelâm-» bundan
29 sene evvel talebeliğim zamanında Mısırda Canıiü'l-Ezher'in Şeriat
Fakültesinde ders kitabı olarak okutuluyordu. İşittiğime göre halâ da
okutuluyormuş. Fakir bundaki nükteye bir parçacık olsun temas etmeden geçemiyeceğim.
19 uncu asrın
sonlarına doğru Islâmın düşmanları tarafından müslümanlar arasında bir de
«Dinde Islahat» modası sokulmuştu. İslâm dinine düşman olanların bununla neyi
kasdettiklerinî izaha lüzum yok-dur. Fakat, ne yazıkdır ki Mısırda bazı din
âlimleri bu menhus propagandaya mahiyetini anlamadan âlet olmuşlardır. Bu
zevat üç beş günlük dünya hayatında şöhret kazanmak sevdasıyla, caiz midir,
değîl midir, bakmadan körü körüne düşmanın eline âlet olmuşlar, hatta Mısırda
Masonluk Locasını kendi elleriyle kurmuşlardır. İddialarının hulâsası şudur :
Eski müctehidler hata etmişlerdir!.. Müctetıîdlik sade onların hakkı değildir.
Bir parça dinî bilgisi olan herkes ictihad edebilir. Eskiden yazılan eserler
sıkıcı ve faidesizdir. Onları yenileştirmelidir. Dini mutlaka zamanın modasına
uydurmalıdır.
Bugünün tabiriyle
düpedüz «Dinde Reform»culuk olan bu hareketin serdarları Efganlı Cemaleddin
ile Mısırlı talebesi Şeyh Muhammed Abduh'dur.[3]
Kitabullah ile Sünnet-i Resûlüllahı mutlaka zamanın fennî nazariyyelerine
uydurmak suretiyle haberleri olmadan bindikleri dalı kesen bu dalgın zevat o
günkü hakikî îslâm Ulemâsını bir hayli uğraştırmışlar dır. Nitekim kendilerine
halef olanlar halâ da uğraştırmaktadırlar.
Asla unutamıyacağım
bir hadisedir : 1936 yılında Mısır'da Cami-ul' Ezher'in Şeriat fakültesinde
talebe idim. O zaman dünyaca meşhur dinî ilimler müessesesi Ezher'in basında
Şeyh Muhammed Abduhun güzide talebesi Muhammed Mustafa el Meragî bulunuyordu.
Mısırlılar bu zata «İmam» yani «müctehîd» diyorlardı. Üstad Muhammed Abduh'un
ateşli bir halefi idi.
İşte bu zat başta
olmak üzere Mısır'ın bütün modern din adamları San'anî'nin pek serbest kaleme
aldığı Sübülü's-Selâm» ı-nı Ezherin Şeriat Fakültesinde okutmağa karar"
vermişlerdi. Buna muvazi olarak bazı Fakülte hocalarına da Mükarenet-ül
Mezahib» «Mezheblerin birbirine kıyası» namı altında yeni bir eser
yazdırılmışdı; o da ayni fakültede okutuluyordu. «Sübülü's-Selâm» ı okutmanın
mânası şu idi. «Ey dört Mezhebin dört İmamı! Siz birer Müctehİd iseniz işte
San'anî ve onun gösterdiği Hâdiler, Yahyaîar ,KâsımIar, Hamzalar ve sairler
de birer İmam ve Müctehiddirler. Binaenaleyh darılmayın
amma biz işimize yararsa sizin kavilleriniz ile amel edeceğiz. Fakat işimize
gelmediği zaman onların kavilleri ile amel efmekde de tereddüt göstermiyeceğiz.
Hatta onlarda da sadra şâfî fetvayı bulamazsak kendimiz İçtihad edeceğiz,
çünkü içtihad kapısı açıkdır ve Müc-tehîdlerimiz hazırdır, işte başta zamanın
İmam-ı Âzami Muslih-i kebîr Merâgîi...»
Türkçesi: Bu hareket
şimdiye kadar misli görülmedik orijinal bir dava; yanıbaşındaki
«Mukarenetü'l-Mezahİb» de bu davaya bakan bir adalet mahkemesi idi.. Şer'î bir
mes'ele hakkında dört mezhebin dört çeşit delilleri bu mahkemenin huzur-u
adaletine celbedilir. Oradaki dur dıraz, muhakeme ve münakaşa neticesinde: bir
misli bir daha cihana gelmeyen İmam-ı Azam çok defa davayı kaybeder; sararmış
solmuş kan terlere batmış perişan haliyle bu amansız mahkemenin yaman
huzurundan çıkardı. Hazanda bu günün tabiri ile davalı mevkiinde bulunan dört
mezhebin dördü birden mahkûm olur; davayı hükümet savcısı makamında bulunan
Mısırın yeni Müçtehidleri kazanırdı.
Bir tarafdan bu iki
eser «Sübülü's-Selâm» ile «Mukarenetü'l - Me-zâhib» arzettiğim şekilde harıl
harıl Şeriat Fakültesi kürsülerinde okutulurken, diğer taraftan zamanın en
büyük müetehidi İmam-ı Merâgî resmî ve gayr-i resmî mahfillerde münasebetli ve
münasebetsiz daima bu mevzu üzerinde durur, eskinin içtihad tarzını,
müctehidlerini mez-heblerini, kitablarını, yazma, *okuma ve okutma şekillerini
velhasıl her şeyini... her şeyini... en acı bir lisanla ve ülkeler kaybetmişçe
sine derin bir hüsranla tenkid ederdi. 1936 yılında şöhretinin evc-i bâlâ'sma
vardığı bir sırada en mes'ul devlet ricali huzurunda: «— Ben Ezherde bir çok
müetehidler görüyorum ki; taklid kendilerine haramdır.» dediği meşhurdur.
Merâgî merhumdan sonra Ezher idaresine getirilen bazı zevat da o günün
kalbur-üstü müctehidlerinden sayılırlardı.
Hasılı: maruzatımı
daha da ciddileştirerek demek isterim ki: Kaş yapmağa çalışırken göz çıkaran bu
adamlar iyi yapıyoruz zan ve iddiasıyla mübarek dine ve mübarek müslümanlara
en büyük darbe-i hakaret ve zilleti indiriyorlardı. Din-i Mübini yar ve ağyara
karşı oyuncak haline getirmişlerdi. Maamafih zaman zaman hakettikleri sille-i
İntibahı da hakîki Ulemâ şimşek çakar gibi suratlarına indirmiyor da değildi.
Cenab-ı Hak cümlesinin taksimatını afvü mağfiret buyursun.
îşte fakir hiç
beğenmediğim bu tarz-ı tedris ile senelerce okudum. Nihayet fakülteden mezun
olarak ayrıldım. Fakat İslâmi tedrisata ve îslâmm en benam Ulemâsına karşı
kıyasıya girişilen şu suikasde karşı damarlarıma yerleşen derin teessür o gün
bugün yakamı bırakma-mışdır. Çünkü; bu adamların yapdığı İslama hizmet değil
husumetdi.
Vakıa kendilerine
kıymetli makaleler, risaleler, hatta kitablar yazarak cevap veren ve hatta
Merâgî gibi bazılarını son ömründe dalâl-ı kadîminden döndüren Ulemâ ve fudalâ
hamdolsun bulunmuşdur. Lâkin bu yanlış yolun çarpık yolcuları maatteessüf halâ
mevcuddur.
Hulâsa: «Yer pek. Gök
yüksek» darb-ı meselemiz fehvasında şu hal karşısında bir acz-ı mutlak içinde
çırpına çırpına bugünü buldum. Yaşım Elli üçdür. Artık iyiden iyiye göründü
bize sefer yollan... Bu seferin nereye olduğunu bu yollara niçin- düşdüğümü
hamdolsun bilenlerdenim. Adeta koşa koşa gittiğim hedef bir Mahkeme-i
Kübrâ'dır. Ben ora ya muhakeme edilmeye, hesap vermeğe gidiyorum. Âdil-i Mutlak
hazretlerine; her dilediğini yapan Melik-i Muktedir, Cebbar-ı Mütekebbir
hazretlerine divan durmağa gidiyorum. Ben bu müthiş Mahkemeye nasıl girer
nasıl çıkarım Ya Rabbîl... Hesabım açık; hazırlığım küçük benim halim ne olur
Allahıml...
İşte yıllardır akşam
sabah bu sualleri kendime sorar dururum, fakat cevap alamam. Düşünürken başım
saçım ağardı. Nihayet Rabb-ül Alemin hazretlerinin huzur-u mânevisine «Karınca
kaderince» bir vesika ile çıkmağa niyyet etdim. Ve bir hayli düşünüp
taşındıktan sonra bazı muhterem arkadaşlarımın yardımı, teşvik ve teşci-i ile
Ibn-i Hacer-İI' Askalânî merhumun «Bülûğül-Merâm» adlı eserini Türkçeye tercüme
ederek üzerine mümkün olan sahih şerh ve tefsiri de yapmak suretile mümkün
mertebe dinde Reform salgınının önüne geçmeğe karar verdim. İkmaline muvaffak
olabilirsem inşaallah Mahkeme-i Kübra'da bana şahid olur. Bu sayede Hazret-i
Fahr-î kainat efendimizin şefaat-ı uzmâsını ummağa belki bir parçacık yüzüm
olur.
Yalnız ortada pek
mühim bir mes'ele1 var. Bugün dünya değiş-mişdin. Vakıa maddî ve teknik
cihetten müthiş ilerlemeler oluyor, rahat yollar çeşitli nakil vasıtaları,
kuşlar gibi havalarda uçuşan tayyareler, balıklar misâli, deryalarda yüzen
gemiler, bir anda dünyaya seslenen radyolar, telefonlar, telgraflar, çeşitli
elektrik tenviratı ve-sanayi'i ve sair nice istirahat sebebleri keşfedilmiş ve
halâ da edilmekte.. İnsanoğlu Ay'a, yıldızlara seyahat etmenin yolunu
düşünmekde ve bu uğurda hummalı bir suretde geceli gündüzlü çalışmaktadır.
Bunlar şüphesiz ki güzel şeylerdir. Lâkin itirafa mecburuz ki'maddenin bu hay-ı
huyu içinde insanlık maalesef işin mâna cephesini tamamiyle ihmal etmiş; madde
ile birlikde beşerin aklı da maddîleşmiştir. Bugün bütün dünya müthiş bir ahlâk
çöküntüsü içindedir. Milletler düştükleri bu korkunç vartadan bir an evvel
kurtuluş çaresi arayacaklarına bilâkis oraya daha evvel yuvarlanmak hususunda
birbirleriyle yarış ediyorlar. Umumî ahlâk b'r füze sür'atiyle sükût ediyor.
Bu sür'atli sükût Adem oğlunun adetâ aklını başından almıştır. Beşeriyet sanki
«Dalton anomalisi» hastalığına müptelâ olmuşdur. Ne yazık ki şu acaib İlletten
aziz milletimizin de pek çok ferdi muzdaribtir. Bugün göz baka baka haklıya
haksız, aka kara, fenaya iyi diyenler var. Dâvamı misâllerle izah edeyim :
İnsanlığın en büyük
düşmanı olan Komünizmi en iyi bir
idare siz-temi görmek, insanları İnsan eden, onlara ilericilik, fazilet ve
kurtuluş yollarını gösteren dine; düşman nazariyle bakmak; ona hiç utanmadan
geriletici, uyuşturucu demek; dindarlara gerici, zenpârelere, sarhoşlara,
kumarbazlara vesair mühlikât hastalarına ilerici namını vermek daha neler
neler, hep bu hastalığın menhus eserleri değil midir? Böyle batmış bir cemiyete
lâfzın hangi manasıyla medenî denilir. Ve yirminci asrın medenî insanı diye
hangi yüzlerle öğünülür bilmem. Benim muhakkak bildiğim bir şey varsa o da
yüzde yüz bir cahiliyet-i salise devri geçİr-mekde olduğumuzdur. Kur*an-ı Kerimde ve Tefsir kitablarmda Adem
oğuiîarmm İki tane Cahiliyet devri geçirdiklerinden bahsedilir. Bu devirlerin
nereden başlayıp nereye kadar devam ettiği; alâmat-ı farikalarının neler
olduğu yine tefsirlerden öğrenilebilir. Fakat işte bu iki Cahiliyet devrine
şimdi biz bir üçüncüsünü de katmak mecburiyetindeyiz. Evet yirminci asır, kim
ne derse desin, ve maddî terakkiyat ne olursa olsun, hakîkî
manasıyla tam üçüncü bir cahiliyet devridir. Ben tekâmül kanunu mutlak olarak
kabul edenlerden değilim. Bununla beraber kabul etdiğim müstesnalar arasında
Cehaletde tekâmül de vardır. Kanaatimce Yirminci asır modern bir cehalet devri
halini almış-dır. öyle mükemmel bir cehalet ki bir günü nice cehalet-i Ülâ
yıllarına- bedeldir.
Şimdi burada mukadder
bir sual ile karşı karşıya olduğumu hisseder gibiyim; peki o halde sen niçin
kalkıp da Hadîs-i Şerif şerhi yazmağa Özeniyorsun? Bu kitabı kimlere okutup
kimleri yola getirecek-,
sin? Cevaben derim ki:
— Bu sual bir an için
pek haklı görünüyor. Hatta- böyle düşününce tamamiyle yeise kapılmamak, ümidi
kesmemek için sebeb bile yok. Lâkin bence öyle değil, bence milletimizin ahlâki
ve dînî ıslahından ümid kesmemek için değil, kesmek için bir sebeb yokdur.
Çünkü Ce-nab-ı Allah Kur'an-ı Kerîmde «Allanın Rahmetinden ümidinizi kesmeyin»
buyuruyor. Zaman zaman kullarına elçi olarak gönderdiği Peygamberlerine de:
«Sapıklar* mutlaka doğru yo!a getireceksiniz» dememişdir, Bilâkis onlara yalnız
^emrolundukları tebliğ vazifesini yapmakla iktifa etmelerini, istediklerini
yola getirmek onların elinde olmadığını beyan buyurmuşdur. Şu halde ümidi
kesmeğe bir sebeb yokdur. Bizde, bize düşeni yapar bırakırız. Elbette bu kitabı
da okuyanlar bulunur.. Hidayet ve tesir Allah'dandır.
îşte şu düşünce ile
bütün yukarıdaki mülâhazalara reğmen bu âcizane eseri yazmakdan vazgeçmedim.
Bilâkis «Besmele» yi çekerek işe başladım. Tevfik Allah'dandır.
Yaptığım şudur «Bulûg-ul-Merâm»
hadislerinin tercümelerini Hadîs-i Şeriflerin altlarına yazdım.Sonra «Sübülü-Usselâmy>ı
bazan da
Fethu}l-Allâm»ı kaşıma
alarak onlardaki izahatın dört mezhebe uyanlarını hemen hemen olduğu gibi
kitabıma naklettim ve bunları tercemeden satırbaşı yapmak suretile ayırdım.
Bidayetde bu iki eserden birini terceme etmek de hatırımdan geçmedi değil,
fakat «Sübüîü's-Selâm-» m birçok Ehl-i Sünnet harici kavillerle dolu olduğunu
yukarıda arz ctnıişdinı. Binaenaleyh onu sırf tercüme»edemezdim.
«Feth'ul-Allâm»a. gelince: Ondan da hernekadar Ehl-i Sünnet harici sözler bir
dereceye kadar kaldırılmış ise de onu da bugünün kendimce zarurî addettiğim ihtiyacına
cevap verir mahiyetde bulmadım. İşte bu sebeblerle mezkûr iki eserden ve
bilhassa «Sübülü's-seîâm» dan azamî derecede istifade etmeme rağmen eser yine
tercüme değil, âcizane kendi teîifim oldu. Ben de kitabımdan ekseriyetle fazla
kavilleri, itiraz ve cevapları hazfettiğim gibi hazfetmediklerinle dahi sırası
geldikçe lâzım gelen cevabı vermeğe ve yine yeri geldikçe muteber Ehl-i Sünnet
kitabla-rmdan top'adığım lüzumlu malûmatı dercetmeğe çalıştım. İcabında âcizane
kanaatimi izhar ederek dindaşlarımın nazarı dikkatini cek-mekden ve
Reformculara lâzım gelen cevapları vermekden çekinme-dim. Eserimin adını da
«Sübülü's-selâm» dan pek çok istifade ettiğimi hatta bu eserin onun bir
«Terceme»si mesabesinde olduğunu iş'âr için «SELÂMET YOLLARI» koydum. Eserde
mümkün olduğu kadar sade bir dil kullanmak tarafını iltizam ettiysem de günün
modası haline ge'en yeni uydurma tabirlerden bililtizam kaçındım. Vakıa bunları
kullanıp kullanmamamın dînen hiç bir ehemmiyeti yokdur. Fakat ne de ^.sa
kelimeler mânaların kalıbıdır. Gönül ister ki bir kalıbdan çıkan mânâ aslını
inkâr etmesin. Halbuki; yeni tabirler böyle olmakdan maalesef uzakdır. Müddeami
isbat için misal arze-deyim «Etki, Bitki, Bakım-» kelimeleri Uydurma Türkçenin
en tutulanlar mdandır. Mânaları: Etki = Tesir, Bitki = Nebat, Bakîm = Nok-ta-î
Nazardır. Halbuki ayni kelimeler birer ecdad yadigârı olmak üzere bir çok
yerlerde meselâ: Deli Ormanda, Dobruca, Aydos ve sairede halâ kullanılmakda
iselerde hiç biri yukarıda gösterilen mânada değildir. Bilâkis Etki =
Zulmetmek demektir. «Filân kadın gelinine etki edermiş baksana!...» derler
Bitki = Son demektir. Tarlasından mahsûl taşıyan bir çiftçiye daha var mı? diye
sorarsanız. «Bu Bitki arabadır» diye cevap verir. Yani bu son demektir. «Küpün
dibinden Bal'ın bitkisini çıkardım» derler. Bakım = Besi demektir. Bakımlı
hayvan» derler. «Besili» demektir. Bu ve emsali kelimeler arzettİğim
manaâlarda halâ kullanılıp dururken dil İşleriyle uğraşanların niçin
değiştirmeğe lüzum hissettiklerini bilemem. İşte arzettiğim sebeblerden dolayı
yeni tâbirleri kullanmadım. Beyan-ı itizar eylerim...
Kitabda geçen «Vâcib»
ve «Tahrim» kelimeleri umumî mânâlarda kullanılmıştır. Yani «Vâcib» den
ekseriyetle «farz» bazan vacib manâsı kasdsdildiğİ gibi «Tahrim» den de
sırasına göre «Haram» ve «Kerahet manâları murad edilmişdir. Bazı Hadîs-i
şeriflerin sonunda görülen (EI'Hâdis) kelimesi türkçeye ilâ ah... şeklinde
tercüme edilmişdir.
Hadîs i Şeriflerin
başlarındaki «rivayet edilmişdir», cdemişdİr ki» pibi tâbirlerle tercüme esnasında
parantez içine alınan muktaza sözler
hususunda merhum Ahmed Naim Bey taklid edilmişdir. Maamafih zaruret icabı «bu»
«Çünkü» «Zira» «Binaenaleyh», «nitekim» gibi bir çok kelimeler tekrardan
kurtarılamamışdir. «Sübül-Üsselâm:> sahibi ile diğar şarih'erin sözleri
Sarih gibi hususî tâbirler ile değü, sair sösler gibi (bazılarına göre)
tabiriyle ifade edilmiş yahud isimleri açıklanmış dır.
Yalnız îbni Hacer
merhum için daima musannif tabiri kullanılmıştır.
Okuyanlara kolaylık
olmak Üzere usulü Fıkh'm ve Hadîs-i Şeriflerin İstılahlarım gösteren bir
cedveli kitabın başına Kavilerin Terceme-i halleri kitap da geçtiği yerde
sahife altında yazılmışdır. Sözüme nihayet verirken hu' naçîz eseri
hazırlamakda emeği geçen arkadaşlara bahusus tir çek malî fedakârlıklar
göstererek tab'ı ve neşrini üzerine alan «SÖNMEZ» şirketi mensublarma en derin
şükranlarımı arzeder, kitabda bilmîyerek yapacağım hatalarımdan dolayı beni
muaheze buyurmama-larını okuyan din kardeşlerimden istirham eylerim.
Hidayet, ve
muvaffakiyet Allahtandır.[4]
21 - Temmuz -1965 Ahmed
Davudoğlu.
Şeyhülislâm Hafız
Sehavî'nin «Etftibrü'l-Mesbûk-» adlı kitabının zeylinde Hafız ibni Hacer
hakkında şöyle denilmektedir:
«İbni Hacer» Askalânî
namıyla maruf, Şeyhülislâmlar şeyhi Dehrin âllâmesi, asrın hafızi, hocam Ahmed
bîn Alî bin Muhammed Ebu'Fadl Kınanı Hazret-i Fahrikâinat efendimin sünnetine
sancaktar, Kadı'l - Ku-dat, Hadîs hafızlarıyla ravilerinin biriciğidir. (773
H./1372 M.) yılı Şa'ban'ında Mısır'da doğmuş; orada yetişmişdir. Kur'an-ı
Kerimi Hâvi'yi, îbni Hacib'in Muhtasarını vesair kitabları ezber etmiş ve
Vâ-siylerinden biriyle Mekke-i Mükerremeye gitmişdir. Orada derse hazır olmuş.
Sonra Hadîsi sevmiş; onu tahsil babından Hicaz, Şam ve Mısır ülkelerindeki
büyük Hadîs Şeyhlerinden bahusus Hafız Zeynüddin Irakî den istifade etmiş;
Fıkıh Bufkîni İbn Mülâkkin (723 - 804 H/1323-1401 M.) ve zamanın diğer büyük
Fakihlerinden almışdır. Şeyhleri kendisine hocalık ve fetva babında izin
vermişlerdir. îki aslı (Kelâm ile Usul-ü Fıkhı) diğer ilimleri îzz b.
cemâ'a'dan Lugât ilmini Mecdüddin Fİrû-zâbâdî (Kamus Müellifi) den Arabi dili
ve Edebiyatını Umarî'den Aruz ve Şiiri Bedr-î Müştekî'den Hüsnn-ü Hat ve
Kitabeti bir çok zevatdan ckumuşdur. İbnî Hacer bütün ilim dallarında
ciddiyetle çalışmış ve hepsinde gayeye ermişdir. Kur'an-ı Kerimin bazı
kısımlarını yedi kıraat üzerine Tenuhî'den [328-384 H. 939-994 M.] okumuşdur.
Bundan sonra kendini büsbütün hadîse vererek onu neşre başlamış; okumuş;
okutmuş ve fetva vermişdir. Mısır'da müstakilen Kadılığı üzerine al-, mış; bu
vazifede (21) yıldan fazla kalmışdır.
Tefsir, Hadîs, Fıkıh
ve va'zı, muhtelif yerlerde okumuş Ezher'de Camî-i Amr ibn As, ve sair
camilerde hatiblik etmiş; ezberİndeki ilmi bir çok kimselere yazdırmışdır.
Filhakika kendisine bir çok âlim fazıl zevat başvurarak ilminden istifade
etmişlerdir. Eserleri (100) c baliğ olmuşlardır. îlm-i Hadîsin dallarından hiç
bir fen yokdur ki; İbn-i Hacer'in o babda müellefati bulunmasın. Eserleri
hayatında intişar etmiş; Hükümdarlar emirler bu eserleri birbirlerine hediye
etmişlerdir. Eserlerinden bazıları şunlardır :
El - îsâbetü fî
temyîzi's - Sahabe
Bülûğu'l - Meram min
Edilleti'l - Ahkâm. (Hadîs) (Lahor; Taş baskısı, M. 1837 -1888 — H 1312, 280
nahife).
Tahrîcu Ehadîs Şerhü'l
- Vecîz (Hindistan...)
Ta'cîlü'l - Menfaat bi
zevâidi ricâli'l - Eimmeti'l - Erbaa (Haydara-bat; H. 132%, 571 sahife).
Ttfrifü'l - Ehli't -
Takdis
Takribü't - Tehzib
(Luknov, Hollanda; Ta§ baskısı, H. 1271; %82 sahife — Delhi; H. İ308 - 1380;
298 sahife — Delhi; Taş basma, H. 1290).
Et-Telhîcü'l - Habîr
fi Tahrîci Ehadîsi'r - Rafiayyül - Kebîr (Hindistan; Taş basma, H, 1301; 416
sahife).
Tevaliyüt - Te'sîs
bi-Meâl-i îbni Idris.
Ed - Dirâyeiü fî
Müntehibi Tahrici Ehadîsü'l - Hidâye (Delhi; Taş baskısı, H, 1328).
Nasbur Rivayeti fî
Tahrîci Ehadîsi'l - Hidâye (Delhi; M. 1882 — Luknov; H. 1301).
Dîvan-ı Hutab (Bulak
(Hollanda); H.1301).
Gıbtatü'n - Nazır fî
Tercümeli Şeyh Abdülkadîr Geylânl. (Kalküta; M. 1903).
Fethü'l - Bari
bi-Şerhi Sahîhi'l - Buharı (Bulak; M, 1301 — Delhi; Taş basması, M. 1890-91).
Tehzîbü't - Tehzîbi'l
- Hemâli fî Ma'rifeti'r - Rical (Delhi; Tas basma, 1891. Haydarâbat; H. 1325;
7-12 Güz arası).
El-Kavlü'l - Müsedded
fi'z Zebbi an Müsnedi'l - İmam Ahmed (Haydarâbat; 104 sahife).
Lisanü'l - Mizan (Fî
Ricâli'l - Hadîs) (Haydarâbat; H. 1320-1331 — 6 Cüz).
Meratibü'l -
Müdellisîn fî Hadîs (Mısır...)
Er-Rahmetü'l -
Gaysiyyeti bi't-Tercümeti'l - Leysiyye. (Bulak; H. 1301).
Şerhü Nühbeti'l -
Fiker fî Mustalahi EhWl - Eser. (Mısır; H. 1308) («Nuhbetü'l - Fikret-» Osmanlı
Ulemâsından Ramazan Zade Abdü'n-Nafi' iffet Efendi tarafından tercüme
olunmuştur. Matbudur. (Ramazan Zade için bak: Osmanlı Müellifleri c. 1. s.
387) — Yine Osmanlı Ulemâsından Nazif Ahmed Efendi - İstanbul'da tercüme etmiştir.
(Nazif Ahmed Efendi için bak; Osmanlı Müellifleri; c. 2, s. ifGS). Nüzhetü'n -
Nazar fî Mustalahi EhWl - Eser. (Kalküta; M. 1862 — Mısır; H. 1301).
Nüzhetü'n Nazar fî
Tevzîhİ Nuhbetü'l - Fiker (Mısır; H. 1308 Kalküta; M. 1862).
İbn-i Hacer'in
«Fethül-Bâri fî Şerhil-Buharî-» adlı eserinden başka bir kitabı bulunmasa
yalnız bu kitab onun şöhret ve büyüklüğünü anlatmağa yeterdi. Çünkü bu kitab
hakkîyle Sünnet'in Kamusudur. İbn-i Hacer bunun mukaddemesini (812 H./1410 M.)
de tamamladıktan sonra (817 H./1414 M.) yılı başlarında telifine girmiş ve (842
H./1438 M.) yılı Receb'in başında ikmâl etmişdir. Eser bittikten sonra büyük
bir ziyafet vermiş bütün müslüman büyüklerinin iştirak ettikleri bu ziyafete
(500) altın harcamıştır. Bu kitabı hükümdarlardan biri istemiş ve 300 altına
satın almışdir. Allah-ü Zül celâl Sünnet-i Seniyye nâmına kendisini en hayırlı
mükâfat ile sâdeylesin. Bütün bunlara tevazuunu, hilmini, tahammülünü,
sabrını, zarafetini, namazını, orucunu, ihtiyatını, vera' ve takvasını,
cömerdliğini, nefse hakimiyetini, lâtif nüktelere zarif nadirata karşı
beslediği meylini, gelmiş geçmiş bütün imamlara ve büyük küçük kendisiyle düşüp
kalkan herkese karşı gösterdiği emsalsiz edeb ve
terbiyeyi de
katmalıdır.
İmam İbn-i Hacer
Askâlânî (852 H./1449 Şubat) 18 Zilhicce'sinin cumartesi akşamı yatsıdan sonra
vefat etmiştir. Allah kendisine bol sevap ve hayırlı mükâfatlar ihsan buyursun.[5]
«Sübülü's - Selâm»
Müellifi
1059 H./1649.M.
yılında (Kehlân) da doğmuşdür. Bilâhare babasıyla Yemen'in payitahtı olan
San'a'ya gitmiş, oranın ulemâsından ders almıştır. Daha sonra Mekke'ye giderek
Mekke ve Medine'nin büyük âlimlerinden hadîs okumuşdur. Çeşitli ilimlerde
temayüz eden San'anî akran ve emsalini geçmiş ve San'a da ilmî riyaseti elde
etmiştir. Edil-le-i şer'îyyeye vakıf olduğunu göstererek ictihad etmiş ve
taklîdden kaçınarak delilsiz bulduğu fıkhı iddiaları tezyif etmişdir. Bu
sebeble çağdaşları tarafından bir hayji hirpalanmışdır. Bu badireden kendisini
Yemen imamlarından İmam Mansûr kurtarmış ve ona San'a camii imamlığını tevcih
etmişdir. San'anî İlim ve tedris, ifta ve tasnif yolunda devam ederek hakkında
reva görülenlere aldırış etmemişdir. Etrafına avam ve havasdan bir çok insanlar
toplanmış ve ondan Hadîs kitaplarını okumuşlar, içtihadlanyla hem ameletmiş
hem de onları herkese ilân etmişlerdir. Fitnenin zuhuruna sebeb de bunlar olmuştur.
San'anî'nin birçok
telifâtı vardır. Bunlardan biri de «Bülûğu'l-Mcrâm-» şerhi «Sübülü'ş-Selâm-»
dır. Bu eseri Mağribî'nin «El-Bedrü't Tamam» aldı şerhini ihtisar etmek
suretiyle meydana getirmiş isede kendisi de birçok ilâveler yapmak suretiyle
kitabın kıymetini artdırmıştır. «Duv'un - Nehâr» Haşiyesi «Menhatü'l-Gaffar»
ile İbn Dakîkü'l-İyd'i «El 'Umde» adlı şerhine yazdığı «El-Udde» « "ojuh »
nammdaki haşiyesi ve hadîs ilimlerine ait «Şerhü't TenkîhA eserleri
cümlesindendir. Başka eserleri de olduğu gibi ilmî bahislere aid gayet fasih ve
insicamlı şiirleri de vardır. Vefat tarihi 1182 H. dir.[6]
1— Sübülü's-Selâm
Şerh-u Bülûğvfl-Merâm min Edilleti'l-Ahkâm Sana'nî) ;
2— Fethü'l-Allâm
li Şerh-i Bülüğül-Merâm Nurü'l-Hasan
Han bin Sıddiyk.
3— Fethu'l-Kadir
WÂ'cizi'l-Fakîr : İbn Hümam
(Muhammed bin Abdülvahid)
4—
Eİ'Fıkh
Ale'l - Mezahibi-l Erbaa (Komisyon)
5—
İbn
Abidin
6—
Dürerü'l
- Hükkâm. fî Şerhi Gureri'l - Ahkâm : Molla Hüsrev.
7— Mir'atü'l
- Usûl
8—
Şerhu
Menârü'l - Envâr. İbnî Melek
9—
Meselle-i
Ahkâmı Adliye (Mecelie Cemiyeti)
10—
Kâmusü'l
- Âlâm Sami.[7]
Usûl-ü fıkıh âlimleri
gerek Kur'an-ı Kerimin nazmını, gerekse hadisleri çeşitli yönlerden ele alarak
incelemişlerdir. Çünkü bir söz evvelâ bir mânaya vazedilir. Yani o mânayı
anlatmak için tahsis olunur Sonra o
mânayı açık mı ifade ediyor, yoksa kapalı mı? Bu cihetle dikkat edilir. Daha
sonra o manâda ne şekilde kullanılmasına; sonra da lâfızla o manaya nasıl vakıf
olunduğuna bakılır. İşte rnüctehidler Kur'an-ı Kerimle hadîs-i şeriflerden
manâ çıkarmaya çalışırken bu cihetleri büyük bir titizlikle göz önünde
bulundurmuşlar ve neticede aşağıdaki taksimat ile ıstılahlar meydana gelmiştir
:
— Lafzın manaya vasfı
itibarı ile taksimi.:
Lafın manaya tahsis
edilmesi itibarı ile dört kısımdır : Hâss, âmm, müşterek, müevvel.
a) Hâss :
Bir tek manaya vazedilen sözdür. Bu sözün ferdleri var mıdır, yok mudur,
mülâhaza edilmez. Münferiden ele alınır. Hâssın manâsı isimlerde üç nev'i olur :
1—
İsm-i
Hâss (özel isim) Ahmed, Mehmed gibi.
2—
Nevî
ismi. Erkek, kadın, beşyüz gibi.
3— Cins
İsmi. İnsan gibi. Çünki insan Uuûl-ü
Fıkıhda bir cinstir. Nitekim hayvan da mantıkda cinstir.
Hâss bir kelimenin
hükmü : Delâlet ettiği manayı kat'î yani yüzde yüz ifade etmektir ki, bu
kat'iyyete şeriat dilinde vücub diyoruz.
Hassın Nevileri :
Emir, nehy, mutlak ve
mukayyeddir.
Emir : Bir sözdür ki
onunla karşınızdakinden bir işi yapmasını isteriz. Oku, yaz, otur, kalk gibi-
Yalnız bu sözün hakikaten emir olabilmesi için emreden zatın onu ciddiyet ve
kat'iyetle ve kendini yüksek görerek söylemiş olması lâzımdır. Böyle olmazsa
emrolmaktan çıkar. Ve duâ, iltimas, temenni, irşad, ta'ciz gibi manalarda
kullanılır. Emir' in yanında bir karine bulunursa, emir o karinenin gösterdiği
manayı ve hükmü ifade eder. Meselâ hükmün mendub olduğunu gösteren bir karine
varsa, emir nedib ifade eder. Fakat karîne bulunmazsa emir vücub ifade eder.
Hanefî imamlarının re'yi budur. Fukahadan bir cemaatla Mu'tezÜe tarifesi ve bir
kavline göre İmam-ı Şafiî mutlak emir nedib ifade eder demişler; Mafikiyye'rlen
bazıları ibâhaya delâlet eder kana-atında bulunmuşlardır. İmam-ı Gazali ile bir
cemaat da tevakkuf bildirir diyorlar. Tevakkuf, hangi mânada kullanıldığını
kestirmeyip durmaktır. Bu takdirde emir hiçbir manâya hamledilmeyip, Sâri1
tarafından bir açıklama gelinceye kadar durulacak demektir. Mutlak emir,
tekrar dahi iktiza etmez. Yapılması istenilen işin bir defa yapılmasını icab
eder.
Nehy : Tıpkı emirde
olduğu gibi ciddiyet ve kat'iyetle ve kendini yüksek görerek bîr kimseyi bir
şeyden vazgeçirmek için kullanılan sözdür. Diğer bir tabirle emir, buyurmak;
nehy, yasak etmektir. Nehy o işten vazgeçmeyi, onun çirkin ve haram olduğunu
bildirir. Maamafih yerine göre bazan kerahate de delâlet eder.
Mutlak emir : Bir
kayıtla bağlanmayan emirdir.
Mukayyed erriir : Bir
kayıtla bağlı olandır. Ve kolay, kolay bir hükmü kayıtlı olarak ifade eden
emre hamlolunmaz. Yani Mukayyedîn hükmü ne ise mutlakın da odur denilemez.
ŞâfKlere göre Mukayyed emrin hükmüne ise, mutlakın da odur. Buna mutlakın
mukayyede ham-lediîmesi denilir.
Hanefîler'e göre
mutlak emir iki yerde mukayyede hamledilir:
1— îki
delilin ifade ettiği hükümler çeşitli olur da birbirlerinin kayıtlanmasını
icab ederlerse, mutlak mukayyede hamlolunur.
2 — Hüküm ve
hadise bir olup, itlak takyid hükmünde bulunursa, mutlak yine mukayyede
hamlolunur.
b)
Âmm :
Sayılamayacak kadar çok şeylere (adetâ onları delâlete gark edercesine bir
şümul ile) delâlet eden sözdür. Her kim, ne zaman, sözleri gibi.
Âmm m hükmü : Hâss
gibi kat'iyet ifade etmektir.
Tahsis : Âmm bir sözün
delâlet ettiği mânalardan bazılarını hükümden çıkarmaktır. Çıkarmaya yarayan
delile muhassis derler.
Hâss ile âmm kuvvet
itibarı ile birbirine denk oldukları için tarihleri bilinirse, şöyle
hükmolunur? İkisi beraber vârid olmuşsa, hâss âmmı tahsis eder. Âmm önce, hâss
sonra gelmişse, hâss âmmı nesheder. Yani hükmünü kaldırır. Hâss önce, âmm sonra
ise âmm hâssı nesheder.
c) Müşterek: Çeşitli manalara ayrı ayrı vazedilen sözdür.
(Ayn) gibi; Bu lâfız
bir vazı'Ia göze, başka bir vazı'Ia (güneş'e) daha başka vazı'larla altıma,
dizkapağma, kaynağa vazedilmiştir. Bunların hepsine ayn denilir.
Müşterek hükmü : Sözün
hangi manaya kullanılmış olduğunu anlamak için duraklamaktır.
d) Müevvef :
Müctehid tarafından şu manaya gelir diye müşterekten seçilmiş olan lafızdır.
Meselâ : Kur' lafzı hayz ve temizlik zamanı
arasında müşterek
iken, Hanefîler onu hayz mânasına te'vil etmişlerdir. Artık bu söz bu manada
müevveldir.
Müevvelîn hükmü : Hata
etmek ihtimali ile beraber o lafzın delalet ettiği hükümle amel etmenin vacib
olmasıdır.
2/a Lafzın manâya
delâleti yönünden taksimi : Söz manâya açık delâlet etmesi itibarı ile dört kısımdır : Zahir, M a s s, Müfesser,
Muhkem.
a) Zahir :
Kulağımıza gelir gelmez, manâsını anlayıverdiğimiz sözdür.
«Allah alış-verişi
helâl, rîbayı haram kılmıştır.» (Bakara suresi : Ayet: 275) olduğu gibi.
Zahirin hükmü : İfade
ettiği şeyle amel etmenin vâcib
olmasıdır. Bununla beraber zahirin fe'vile, tahsise, ve neshe ihtimali
vardır.
b)
Nass :
Sözü söyleyenden gelen bir sebeble (yani maksadı olması sebebiyle) manası
Zahirden daha açık olan sözdür.«Allah alış-verişi helâl, ribayı haram
kılmıştır.» «Sure-i Bakara» 275 inci Ayetinde olduğu gibi. Bu âyetteki alış-veriş
sözü âmm, riba sözü hâsstır. Keza «alış-veriş helâldir; Hba haramdır» manasında
âyet zahirdir. Fakat aynı âyet-i kerîme kâfirlerin riba dahi alış-veriş gibidir
iddialarını reddetmek; bu iki muamele arasında fark olduğunu göstermek için
nazil olmuştur. Binaenaleyh alış-veriş ile riba arasında fark vardır manâsında nassdır.
Nassın hükmü : Zahirde
olduğu gibi ifade ettiği şeyle amel etmenin vacib olmasıdır. Bunun da te'vile,
tahsise, neshe ihtimali vardır.
c) Müesser:
Manası nasşdan daha açık olan sözdür.
Buna sebep sözün arkasından onu açıklayan «beyan-i tefsir» veya «Beyan-ı
takrir» denilen açıklamalardan birinin gelmesidir.
Beyan: Bir şeyden
maksadın ne olduğunu açıklamaktır. Ve beş kısımdır :
1—
Beyan-ı
takrir: Bir sözü mecra veya tahsise ihtimal bırakmayacak şekilde te'kid eden
bir şeyle açıklamaktır.Meselâ :Kuş
denilince bu sözün mecazen süratli
giden tren, tayyare gibi şeylerde kullanılmış olması ihtimaldir. Fakat iki
kanadını sallaya sallaya uçan kuş dedik mi artık mecaza ihtimali kalmaz. İşte
iki kanadım sallaya sallaya uçan sözü bir beyan-ı takrirdir.
2---
Beyan-ı
tefsir: Müşterek, mücmel ve müşkil gimi mânaları kapalı olan sözleri açıklayan
şeydir. Salât sözü gibi. Bu sözün lügatta mânası duadır. Fakat maksadın kıldığımız (namaz) ibadet
olduğunu Beygamber (S.A.V.) bilfiil açıklamıştır. İşte bu bir beyan-ı
tefsirdir.
3)
Beyan-i
tağyir: İstisna ve şart gibi bir sözle ifadenin baş tarafının hükmünü
değiştirerek maksadı açıklamaktır. Meselâ Futana bin lira vereceğim var. Amma
üç yüzü müstesna gibi. Gaye, ve tahsis de beyan-ı tağyirden sayılırlar.
4—
Beyan-ı
Zaruret : İzah için vazolunmayan bir
şeyle bir nevi açıklamadır. Yani söylenmediği halde söylenmiş hükmünde olan şeydir. Meselâ :
Ölen bir kimsenin
mirasçısı yalnız annesi ile
babası olursa, âyet-i kerime annesinin mirasdan üçte bîr alacağını bildiriyor.
Babasının ne alacağı bildirmemişse de başka mirasçı olmadığına göre o da
bittabi kalanın yani üçte ikisini alacaktır. İşte buna beyan-ı zaruret derler.
5---
Beyan-i
Tebdil : Neshdir. Nesh : Sonra gelen
şer'î bir delinin evvel gelen şer'î bir hükmü kaldırmasına derler. Meselâ : Bir
zamanlar Hazreti Peygamber Saîlallâhü aleyhi ve sellem kabir ziyaretini
menetmişti. Sonra buna müsaade buyurmuştur. İşte sonraki müsaade evvelki yasağı
neshetmiştir.
Müfesserin hükmü :
Yalnız nesh edilme ihtimali ile beraber o sözle amel ve itikadın vacip
olmasıdır.
d) Muhkem :
Kuvvetçe müfesserden -daha ziyade olan sözdür. Bunda nesh ihtimali de yoktur.
Meselâ kıyamete kadar devam edecektir»
hadîs neshe ihtimali olmadığı ya devam veya ebediyyete. delâlet eden bir
kayıtla anlaşılır. Yahut vahiy zammının geçmiş olması İle. Birinciye muhkem
liaynihî, ikinciye muhkem ligayrihî derler. Muhkemin hükmü : Te'vile, tahsise,
ve neshe ihtimali olmaksızın o sözle amel ve itikadın vücubudur.
2/b — Lâfız
mânaya kapalı delâleti itibarı ile dört kısımdır : Hafî, müşkil, mücmel ve
müteşabih.
A)
Hafi:
Sîgasından gayri arızî bir sebeple maksad gizlenmiş olan sözdür. Hırsız
lâfzının yankesici ile kefen soyucuya delâleti bu kabildendir.
Hafinin hükmü : Lâfzın
hakikatına itikad ettikten sonra manasını tayin için üzerinde düşünmektir.
B) Müşkü: Manasının
fazla kapalı olmasından yahut
içinde bir istiare bulunduğundan maksad ancak düşünüp, fikir yormakla anlaşılabilecek
derecede kapalı olan sözdür. Yani bunun anlaşılması hafî'den daha güçtür.
Müşkilİn hükmü :
Hakikatini itikad ettikten sonra mânayı araştırmak ve daha sonra üzerinde
düşünmektir.
C) Mücmel:
Söyleyenin açıklamasından başka maksadı anlamaya bir yol bulunmayan sözdür.
Yani bu lâfız müşkilden de kapalıdır.
gibi. Eğer bu
kelimenin başına belâ gelince feryad eden, hayır gelince cimrileşen manasına
geldiğini Allah-ü Tealâ âyette izah etmese biz onu anlayamazdık.
Mücmelin hükmü :
Hakikatini itikad ederek açıklama gelinceye kadar beklemek, yani bir manâ
vermemek. Açıklamadan sonra da icap ederse üzerinde durmak düşünmektir.
D) Müteşabik:
Ümmet için maksadın ne olduğunu bilmeye ümid dahi kalmayan sözdür. Bazı surelerin
başındaki gibi manası anlaşılmayan
kelimelerle, bazı âyetler gibi.
Müteşabihin hükmü :
Hakikatini itikad edip te'vilden vazgeçmektir. Selef-i salihîn denilen ilk
devirler ulemâsının rey'i budur.
Müteahhirîn denilen
sonraki devirler ulemâsına göre müteşabihin te'vili caizdir.
3) Lâfizm
manada kullanılması itibarı ile
taksimi yine dörttür : Hakikat, mecaz, sarih, kinaye.
A) Hakikat:
Mâ vudıa leh'inde. Yani tahsis olunduğu manada kullanılan sözdür.
B) Mecaz:
Bir münasebetten dolayı vaz' edildiği mananın gayrisinde kullanılan sözdür.
Meselâ: Arslan sözü, malum yırtıcı hayvan manasında hakikat, cesur adam
manasında mecazdır.
Hakikatin hükmü :
Kelime neyi ifade ediyorsa, onun sabit olmasıdır. İkinci bir hüküm de
manasının o kelimeden nefyedüememesi ve mecaza tercih olunmasıdır. Hakikat
mümkin iken mecaza gidilemez. Fakat hakikatla amel mümkün olmazsa o zaman
mecaza gidilir.
C) Sarîh:
Lâfız hakikat olsun, mecaz olsun çok kullanılmakla kendisinden murad olan mana
tamamiyle açık olursa, o lafıza sarih derler. Alış-veriş ve talak sözleri
gibi.
Sarihin hükmü : Sözün
mana yerine geçmesidir. Yani sarih söz, rayet olsun olmasın manasının yerine
kâimdir.
D) Kinaye:
Hakikat olsun, mecaz olsun, kendisinden murad olunan mâna kullanılış itibari
ile kapalı sözdür. Kadın boşamakta kullanılan, sen bâidsin sözü
ile futanın eli uzundur, sözleri gibi.
Kinayenin hükmü :
Niyet ile yahut halin delâleti ile o sözle amelin vücubudur.
4) Lâfızdan
manayı anlamak itibarı ile taksimi;ibare, işaret delâlet vr iktiza nlmak üzere dörttür
:
A) İbare: (Ki buna dâl bil İbare de derler)
Kasdedilen manaya delâlet eden sözdür.
Kasdedilen manaya mâsîka leh yahut sîyak-ı kelâm da derler.
B) İşaret: (Dâl bil işare) Maksud olan mananın gayrısına
delâlet eden sözdür. Meselâ : «Allah ahş-verişî helâl, ribayı haram kıldı»
Sure-i Bakara : Âyet.275 de olduğu gibi Alış-verişle ribamn arasında fark
olduğunu anlatmak için nazil olmuştur. Maksad bu olduğu için bu danada
İbaredir. Fakat aynı âyet-i kerîmeden
alış-verişİn helâl olduğu ve ribamn haram olduğu da anlaşılıyor. îşte bu
manada o işarettir.
İbare ile işaretin
hükümleri : Her ikisi de mânalarını kat'i suretle ifade ederlerse de bir
hükümde birbirlerine muaraza ederlerse, ibare işaret üzerine tercih olunur.
C) Delâlet:
(Dâl bid-delâle) lügaten anlaşılan illet hükmiyle manâsının lâzımına delâlet
eden sözdür. Meselâ : Kur'an-ı Kerimde; «Annen ile babana uf bile deme» (1)
mealinde bir âyet vardır. Uf demek eziy-yet olduğundan haram olunca döğüp
söğmek evleviyetle haramdır. Çünkü onda eziyet daha çoktur.
îşte bu manaya lâfzın delâleti denilir. Fakat bu mâna yine lügattan
anlaşıldığı için delâlet kıyasdan daha kuvvetlidir.
Delâletin hükmü :
Manasını kat'î olarak ifade etmesidir. Lâkin ibare ile muaraza ederse, delâlet
ondan aşağıdır.
D) İktiza:
(Dâl bil iktiza) Şer'an lâzım ve muhtaç olduğu manaya delâlet eden sözdür. «Benden
köleni bin liraya azad et» gibi.
Bu söz, ibaresi ile kölenin emreden zat tarafından azad olmasına, iktizası ile
de ahş-veriş delâlet eder. Zira başkasının
mülkünde kimsenin tasarruf etmeye hakkı olmadığından bu söz bir düzeltmeye
muhtaçtır. Ve şöyle düzeltilir. «Köleni bin liraya bana sat ve benim tarafımdan
azad etmeye vekil ol.» işte bu düzeltmeye muktaza derler. Düzeltmeyi istiyen
lâfza da muktazi denilir.
İste bu-dört istidlale
sahih istidlaller derler. Bunlardan maada sahih olmayan bir takım istidlaller
vardır ki hanefîlere göre bunlar delil olmaz, bunlar birkaç neviden ibaret olan
mefhum-u muhalefettir.'
Mefhum-u muhalefet :
Cümlede söylenmiyen şeyin söylenene muhalif olmasıdır : Meselâ «Bu parayı
talebeye ver.» Sözü mantûk yani sövlenmiştir. Bundan bir de «talebe olmayana
verme», manası anlaşılabilir ki işte mefhum-u muhalefet budur.
Sûre-i îsrâ, Âyet İcma' : Bir asırda yetişen
müctehidlerin şer'î bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir. İcma' dört şer'î delilin biridir. Bu deliller
: Kitab, sünnet, icma' ve kıyastır.
Kitabdan murad : Kur'an-ı Kerim veya Kur'anın bir âyetidir.
Sünnet : Hazreti
Peygamber (S.A.V.) in sözleri, fiilleri ve takrirleridir. Fiilleri yaptığı
şer'î işleri, takrirleri de Ashabını yaparken görerek ses çıkarmamasıdır.
Kıyas : Bir şeyin
hükmünü diğer bir şeyin hükmüne benzetmek ve benzeyene de o hükmü isbat
etmektir. Meselâ: Şarap İçmek sarhoşluk verdiği için haramdır. Rakı da sarhoş
eder. Binaenaleyh rakı içmek de haramdır. Eğer hükmün haram olmasına sebeb olan
illet gayet açık ise o kıyasa Kıyas-ı celî derler. Kıyas denilince anlaşılan
budur. İllet birden anlaşılmaz da pek ziyade dikkat ve inceleme ile anlaşılırsa
ona kıyas-ı hafi yahut istihsşn derler. Maamafih bazan kıyas-ı celiye mukabil
olan delile de istihsan denilir. Bu delil ya bir âyet voya bir hadîs, ya icma'
veyahut zaruret olabilir.
Hüküm : Mükellef
kulların fiillerine taalluk eden ilâhî hitabın eseridir. Meselâ : «Namaz kıl»
hitabının eseri, namazın farz oluşudur.
Mahkûmun-bih :
Mükellefin fiilidir.
Mahkûmun-Aleyh :
Mükellef olan insandır.
Rükün : Kendisi ile
bir sey meydana gelen malzemedir. Meselâ : Namazın rükünleri cnu meydana
getiren; kıyam, kıraat, rüku, sücud gibi şeylerdir.
İîlet : Kendisine
hükmün vacip oluşu izafe edilen şeydir. Meselâ : Güneşin doğması gündüzün
mevcudiyetine illet olduğu gibi altş-veriş de mülk edinmenin illetidir. İllet
hükmün verilmesine tesir eder.
Sebeb : Hükme ulaşmaya
yel olan şeydir. Hükme tesiri yoktur. Hırsıza gideceği yolu göstermek gibi.
Şart : Hükmün
mevcudiyeti kendisine bağlı olan şeydir. Namaz kılmak için atdest almak
şarttır.
Alârne? : Hükme vücub
veya vücud itibarı ile alâkası olmayıp yal-n-A onu bildirc'.ı şey'e derler
«Ramazandan bir ay evvel kölem azad olsun» sözündeki Ramazan sözü bir a'âmet
dir.
İçtihat : Şer'î ve
fer'î bir hükmü delilinden çıkarmak için bütün ilmî kudretini sarfetmektir.
İçtihadın şartı:
Lûgatenve şer'an bütün manaları ve hâss, âmm, mücmel, nâsih ve rnensuh gibi
kısımları ile Kitabullahı, metin ve senedi ile sünneti, icma' yerlerini ve
kıyas vecihlerini bilmektir.[8]
Atıf harfidir. Mutlak
cem' ifade eder. Bu mânada hasstır. Tertib ve takibe delâlet etmez.
Fiiî-i mazidir. Helâl kılmak
manâsında
hastır..
Deki harf-i ta'rif İstiğrak
içindir. Ve âmmdır. Medlünü kat'î olarak ifade eder hastır.
Hassdır. Has da
medlulünü kat'î suretle ifade eder. Bu âyet alış-verişin helâl, ribanın karam
olduğunu ifade babında zahir, fakat, alış-verişle ribanın arasında fark
olduğunu beyan için nazil olmuştur. Binaenaleyh bu manada nassdir. Aynı zamanda
bu manada dâl bil ibaredir. Zahir olan manada ise dâl bir İşarettir. Ribayı
alışveriş nevilerinden tahsis ettiğinden bu manada beyan-ı tağyirdir.[9]
Râvi: Bir Hadîsi
Senediyle nakleden kimsedir. Ravî'nin işi hadîsi işittiği gibi nakletmekdir.
Binaenaleyh âlim olması şart değildir. Rivayet ettiği hadîsin gerek metni gerekse
senedi hakkında ondan fazla malûmat beklenmez.
Muhaddis : Hadîslerin
senedlerini ve o senedlerde zikri geçen Ravîlerin hallerini bilen kimsedir.
«Muhaddis» e bazan «Şeyh» veya «İmam» da denilir. Ancak bu babda meşhur olan:
«Muhaddis» denilince Hadîs İlminde kâmil bir üstad mânasının anlaşılmasıdır.
Sened: Hadisin metnine
ulaştıran yoldur. Bu yolu Râviler teşkil eder.
Metin: İsnadın nihayet
bulduğu gayedir. Bundan maksad: Hadîs veya haberin kendisidir.
Hafız: Meşhur olan
tarife göre: Yüz bin hadîsi ihatalı bir şekilde yani metinleriyle, senedleriyle
ezber bilen kimsedir.
Hüccet: Üçyüzbin
Hadisi metinleriyle, seneleriyle ihatalı bir şekilde bilen kimsedir.
Hâkim: Hazreti
Peygamber (S.A.V.) den rivayet olunan bütün hadîsleri metinleriyle,
senedleriyle bilen zatdır. İmam Buharî gibi.
Muharric: Tam bir
vukuf ve salâhiyetle hadîsleri tetkik ederek kitabına yazan hadîs müellifine
denir.[10]
Mütevatir Haber: Yalan
söylemek için anlaşmalarına âdeten akıl imkân vermeyecek kadar kalabalık
cemaatlerin her nesilde kendileri gibi kalabalık cemaatlere rivayet etmeleri
suretiyle gelen haberdir. Tevatür, gözle görmek kadar yüzde yüz ilim ifade
eder. Lâfzı ve manevî olmak üzere iki nev'idir. Haberin en makbulü budur.
Haber-î Vahid veya
Âhad: Mütevatir olmayan hadîslerdir. Hadis ıstılahı. ilmi mütevatiri değil,
bunları ele alır.
Meşhur Hadîs:
Peygamber (S.A.V.) in haklarında güzel güzel sehadetde bulunduğu üç devirden
birincisinde Haber-i Vahid iken ikinci ve üçüncü devirlerde mütevatir derecesine
yükselen hadîsdir. Meşhur Hadîs makbul hadîslerdendir.
Müstefîyz- Hadîs: Bazı
Hadîs İmamlarına göre «Meşhur» la «Müstefiyz» ayni şeydir. Bazıları aralarında
fark bulur ve «Müstefiyz: Başıyla sonunda Ravî sayısı ayni olan yani Ravîleri
her devirde üçer olan hadîsdir» derler.
Aziz Hadîs: Ravîleri
başdan sona kadar her devrede en az iki olan Hadîsdir. Müstefiyz ile Aziz
makbul hadislerdendir.
Garib veya Ferd Hadîs:
Sahabeden gayri isnadının neresinde olursa olsun ravîsi tek kalan hadîsdir.
Eğer ravî senedin başında sahabeden sonra tek kalırsa o hadîse mutlak garib;
senedin sonumda tek kalırsa «nisbî garib» denir. Garib hadîsin başka yoldan
rivayet edilenine «Mütaba» derler. Başka yoldan ona benzer rivayet edilen
hadîse de «Şahıd» denilir. Ferd hadîsler bunlarla kuvvet bulur ve «Ferd»
likdon çıkarlar! Ferd hadîslerin içinde makbul olanları bulunduğu gibi
olmayanları da vardır.[11]
Muttasıl veya Mevsul
hadîs : Senedinin bütün ravilerİ tam olan hadîsdir. Peygamberimize ref'edilmesine
nazaran buna Merfu' da denilir.
Müsned Hadîs:
Senedinin bütün ravîleri tam ve ekseriyetle Merfu olan hadîsdir.
Mürsel Hadîs:
Senedinden sahafaî atlanmış olan hadîsdir.
Münkatı Hadîs:
Senedinden tabiî atlanmış olan hadîsdir.
Mudal Hadîs: Sahabiden
evvel yan yana iki veya fazla ravîsi atlanmış olan hadîsdir.
Muallâk Hadîs: Senedin
başından yani şeyhinden başlayarak bir veya fazla ravîsi atlanan hadîsdir.
Müdelles Hadîs: Tedlis
müşteriden malın kusurunu gizlemekdir. Hadîs Uleması da «Müdellesi» buradan almışlardır
ki, kusuru gizlenen hadîs demek olur. Bazıları: Alaca karanlık manâsına gelen
den alındığını söylerler. Bu takdirde Müdelles : Alacalanmış; gö-gelenmiş hadîs
demek olur. Tedlis üç türlü olur.
a— îsnadda
tedlis : Ravînin Şeyhini atlayarak onun şeyhinden yahud öncekinden bizzat
işitmiş gibi rivayet etmesidir.
b— Şuyûhda
ted'is : Şeyhim yahut Şeyhinin Şeyhini bilinmiyen bir adıyla anmak yahud onu bilin-miyen bir
şehre veya san'ata nisbet etmektir.
c— Tesviye
hususvmda tedlîs : Şeyhini zikrederek üst tarafındaki zayıfı atlamak suretiyle
senetdeki bütün ravîleri mutemed göstermektir.
Mevkuf Hadîs:
Sahabenin Kavi, fiil ve takrirlerini ifade eden hadîsdir.[12]
Sahih Hadîs: Hazret-i
Peygamber «S.A.V.» e muttasıl senedle varan ve adalet ve zabıt sahibi ravîler
tarafından rivayet edilen; «Şaz» ve «Muallel» de olmayan hadîsdir. Başka
tarifleri de vardır. Sahih hadîs; Sahih Wzatihİ ve «Sahih M gayrihi-»
namlarıyla ikiye ayrılır. Yukarıdaki tarif Sahih îi Zatihi'nin tarifidir. Sa~
hih li zatiMnm vasıflarından biri kendinde bulunmayan fakat bu noksanlık başka
bir yolla telâfi edilmig bulunan Hadîs'e «Sahih U gayrini derler.
Hasen Hadîs : îlletsiz
ve inkitasız bir senedle âdîl fakat zabtça «Sahih» hadîs ravîlerinden biraz
aşağı derecedeki ravîlerin rivayet etdikleri hadîsdir. Hasen de: Hasen li Za~
tihi ve Hasen li gayrihi kısımlarına ayrılır. Eğer bir hadîsde ittisal, zabıt
ve adalet gibi şartlardan birisi bulunmazsa o hadîse «Hasen M Zatihi-» derler.
Zaif bir hadîsin zaiflığı başka yollarla giderilirse o hadîs «Hasen Ji
gayrihi» dir.
Salih Hadîs: Hasen'den
biraz aşağı Zaİf'den biraz yukarı olan hadîsdir. Bundan maada: Mücevved», sâbît
ve müşebbih gibi bazı tâbirler vardır ki; bunlar «Sahih» le «Hasene» ' yakın
bazı mertebeleri ifade eder.
Zaîf Hadîs: Kendisinde
«Sahih» ve «Hasen» hadîsin hususiyetleri bulunmayan hadîsdir. Bu hadîse sakim
ve merdûl dahi denilir. Bunun bir çok nevileri vardır. Metruk, Mün-ker.
Muallel, Maktu, Münkati, Mürsei, Müslrec, Münkalib, Mübhem, Mudarrib, Müdelles,
vesaire gibi. «Muzaaf» denilen diğer bir nevi zayıf hadîs de vardır ki;
bunların zâfı ihtilaflıdır.
Maktu Hadîs: Tabiî ve
Tebe-i tabiînin. kavi, fiil ve takrirlerini ifade eden hadîsdir.
Metruk veya Matruh
Hadîs :: Hadîs hususunda yalan söylediği sabit olmamakla beraber diğer
yerlerde yalancı tanınan bîr kimsenin
rivayet ettiği hadîsdir.
Malûl hadîs: Metninde
veya senedinde illet bulunan hadîsdir. Evhamlı bir kimsenin rivayeti gibi.
Münker Hadîs: Zaif bir
ravîye ondan daha zayıfının muhalefet etmek suretiyle rivayet ettiği hadîsdir.
Fazla hata ede-, nin, fazla gaflet sahibinin ve fasihin rivayet ettiği hadîs
de böyledir.
Şaz Hadîs: Sîka yani
mutemet bir ravînin kendisinden daha sika olan'a muhalefet ederek rivayet ettiği
hadîsdir.
Müdrec Hadîs:
İçerisine ravînin kendi sözü karışan hadîsdir.
Makiub Hadîs:
Ravîlerin adlarını yahud hadîsin bazı sözlerini öne almak veya sona bırakmak
suretiyle karıştırılarak rivayet edilen hadîsdir.
Münkalib Hadîs: Bazı
lâfızları değiştirilmek suretiyle mânası da değişen hadîsdir.
Mübhem Hadîs: Adı ve
hâli-şanı bilinmeyen ravînin rivayet ettiği hadîsdir.
Muztarib Hadîs:
Ravîlerin isimlerini metnin sözlerini değiştirmek suretiyle birbirine muhalif
olarak çeşitli şekillerde rivayet edilen hadîsdir. Musahhaf Hadîs : Bazı
harflerinin noktalarını
değiştirmek suretiyle
yanlış nakledilen
hadîsdir. Muharref Hadîs : Hareke değiştirmek suretiyle yanlış rivayet edilen hadîsdir.
Mevzu Hadîs: Başkaları
tarafından «Hadîs» adı ile Resulullaha isnad olunan asılsız sözdür.[13]
Eski ve yeni, bütün
zahir* ve batın nimetlerden dolayı Allaha hamd[14];
Peygamberi ve Elçisi Muhammed (S.A.V.) ile onun dinine yardıma şitâb eyleyen
Ashabına ve onların ilmine mirasçı olan Tâbilerineki zaten ulemâ Peygamberlerin
mirasçılarıdır. Varisine de mevrusuna da ne keramet - Salât ve Selâm olsun.
Bundan sonra (Malûm
ola ki); Bu, Şer'î ahkâmın Hadîsden ana delillerini ihtiva eden bir
muhtasardır. Ben bunu kaleme aldım ki; ezberleyen akran ve emsaii arasında büyük
adam olsun; acemi talebe bununla yardımlansın dileyen yetişkin de bundan
müstağni kalmasın Ümmete nasihat maksadıyla her hadîsin arkasından onu tahriç
eden İmamı beyan etdim. Şöyle ki: «Yediler» den murad: îmam- Ahmed[15],
Buharı[16] ,
Müslim[17] ,
Ebu Davud[18] , Tirmizî[19] ,
Nesaî[20] ve
Ihni Mace'dir[21].
Altılardan murad: îmam-ı Ahmed'den maadasıdır.
Beşler'den murad :
Buharî ile Müslim'den maadasıdır.
Bazan da «Dörtler»le
Ahmed derim. «Dörtler» den murad : îlk «üç» den (yani Ahmed, Buharî ve
Müslim'den maadadır.
«Üçler» den murad
bunlarla sonuncudan (İbni Mâce) maadasıdır. (Yani «Üçler» denildi mi: Ebu
Dâvud, Tîrmîzî ve Nesaî anlaşılır)
«Müttefekun aleyh» den
murad: Buharı ile Müslimdir. Bazan Buhar! ile Müslim'in yanında Ötekileri
zikretmem.
Bunlardan maada hadîs
tahriç edenler adlarıyla beyan edilmiştir.
Muhtasara sBüluğü'l
Meram mln Edîlleti'l - Ahkâm» ismini verdim. Allah'dan bildiğimizi üzerimize
vebal yapmamasını; bize Zat-ı
Sübharijsini razı edecek ameller ihsan
buyurmasını niyaz eylerim.[22]
«Kitab» ve «taharet»
kelimeleri aslında masdardırlar. Biri diğerine izafe edilerek ikisinden Fıkhın
hususî bir takım mes'elelerine isim yapılmışdır. «Kîtab» lügâtta,, harfleri
toplamak demektir. Sonra masdar-dan mef'ül, kasd edilerek toplanmış şeylere
«Kitab» denilmiş ve isim olmuşchır. Isülahda, ise: Bablara, fasıllara şâmil
olsun olmasın, müstakil sayılan bir takım mes'elelere kitap denir.
Taharet : Temizlik
demekdir Musannifin işe temizlik mes'elelerin-den başlaması islâm'da temizliğin
mevkiim göstermek ve bu hususda şâir musannıflarm yolundan gitmiş olmak, din
işlerini başka işlerden üstün tuttuğunu ve bunların en mühimmi olan namaza
lâzım gelen ehemmiyeti verdiğini anlatmak içindir. Bittabi «temizlik» namazın
da şaftlarından biri olduğundan söze ondan, başlamışdır.
«Taharet» Isttlâhen :
Temizlenmek isteyen kimsenin hakikî pisliği veya hadesi yâni manevî pisliği
gidermek için meşru' bir şekilde suyu veya toprağı yahut her ikisini birden
kullanmasıdır. Çünki Fıkıh âlimi mükelleflerin işlediği fillerin hallerinden
sadece farz, vâcîb vesaire nokta-i nazarından bahseder. Taharet babında asıl
olan şudur. Ve temizliğin esas itibariyle onunla yapılması emrolunmuşdur.
Bundan dolayı musannif kitabına sular hakkındaki hadîslerle başlamışdır.[23]
Bâb lügâtta,
Kendisinden bir yere girilen ve çıkılan şey yâni kapıdır. Nitekim:
([24]). Burada ayet var. -١
«Evlere kapılarından
geliniz» Âyet-i Kerime'siyle emsali âyetlerde bu mânaya kullanılmışdir.
Isttlâh'da, ise :
Kitabın şâmil olduğu bir takım fıkıh meselelerine bâb denilir. Yâni Bâb
kelimesi burada mecazdır. Hususî bir takım mss'elelere giriş, hissî mekânlara
girişe benzetilmiş; sonra bu mes'elelere bâb (kapı) isbât edilmek suretiyle
bir İstiâre-i Tasrlhiyye yapılmıştır.
EI-Miyah = Cemi'dir
sular demekdir. Müfredi [mâ1] gelir. Burada maksad suların cinsidir.
Binaenaleyh azına da çoğuna da şâmildir. Ancak Şeriat hükmünce suyun nevileri
değişdiği için cemi' sîgasıyla zikredilmişidir. Zira suların bazısı temiz,
bazısı mekruh, bir kısmı da haramdır. Eilhassa deniz suyu ile temizlik caiz
olup olmadığı hakkında Ashab-ı. Kirâm'dan Abdullah İbnl Ömer ve Abdullah Ibni
Amr gibi zevat arasında ihtilâf vâki', olduğu rivayet edilir. İşte musannif
merhum bu bâbdaki ihtilâfın eksikliğine bakarak kitabına deniz suyunun temiz
ve temizleyiciliğini ifâde eden hadîsi şerif ile başlamışdır ki, bu hadîs Cumhur-u
Ulemâ'nm hüccetidir.[25]
«Ebû Hüreyre[26]
(R.A.)'âan rivayet edilmişdîr. Demişdir ki: «Rssûlülfah (S.A.V.) deniz
hakkında:
— O, suyu temiz, Ötüşü
helâl, olan şeydir; buyurdular»[27]
Hadîsi, Dörtler ile
Ibni Ebî Şey be tahrîc etmişlerdir. Lâfız Ibni Ebî Şeybe tarafından
serdedilmişdir. Bu hadîsi İbni Huzeyme ile Tİrmizî sahih addetmişlerdir.
Yukardaki hadîs-i
şerîf hakkında Zerkânî (—1122) «.El-Muvatta* şe'-Mnde şöyle demektedir: «Bu
hadîs, İslâm'ın temellerinden bir temeldir. Ümmet bunu candan kabullenmiş;,
her asırda, her memlekette şehirlerin fukahâsı onu ele almış; büyük imamlar onu
rivayet etmisdir...»
Hadîsin El-Muvatta},
Müsned-i Ahmed b. Haribel (164 __241)
Taberânî (260 — 360),
Sünen-i Ebî Dâvud gibi bazı kitaplardaki ziyâdeleri bir araya getirilirse
anlaşılır ki bu hadîs-i şerîf bir soruya cevab vâki' olmuşdur. Hazreti Ebû
Hüreyre diyor ki: «Benî Müdlic» kabilesinden Abdullah namında bir zât ResûlüÜah
(S.A.V.)'e geldi de dedi ki:
— Yâ Resûlallah biz
deryada sefer ediyoruz. Yanımıza da az su alıyoruz. Bu su ile abdest alsak
susuz kalırız. Deniz suyu ile abdest alalım mı? Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) :
«— O, suyu temiz,
ölüsü helâl bir şeydir.» buyurdular.
Görülüyor ki, Resûl-ü
Ekrem, deniz suyunun temiz ve temizleyici olduğunu ifâde buyurmaktadır. O hiçbir
halde temizleyici olmaktan çıkmaz. Onu temizleyici olmaktan çıkaran şey, ancak
içine karışan pisliğin üç vasfından birini değiştirmesidir ki, yeri gelince bu
vasıfların neler olduğu görülecektir. Hazreti Peygamber (S.A.V.) bu soruya
(evet) diye cevap verse maksad yine hasıl olurdu. Fakat hüküm illeti ile beraber
olsun diye böyle cevap verdi. Burada illet deniz suyunun son derece
temizleyici oluşudur. Herhalde soruyu soran zât deniz suyunun tuzlu olduğunu ve
kokusunu görünce, abdestte kullanılması emredilen suyun bıT olamayacağına zâhib
olmuş, yahud Süre-i Enfâl; A. «11» de :
Gökten sîzi temizlemek
İçin üzerinize su İndirir» ...... âyeti Kerîmesini görünce abdestin yalnız bu
suya mahsus olacağını zan ederek sormuş; Resnüillah (S.A.V.) ise sorduğuna cevab
verdikden maada sormadığı bir hükmü de beyan,.buyurmuşdur ki ",o da
denizin ölüsünün helâl oluşudur. Râfiî (— 623) diyor ki: «Resû/-ü Ekrem
(S.A.V.), soran zât'i denir suyu hakkındaki şüphesini görünce, denizin ölüsü
hakkında da şüpheye düşeceğini anlamış; deniz yolculuğu yapanların bu da başına
gelebileceği mülahazasıyla cevâbının akabinde ölüsünün hükmünü de bildirmiştir.»
İbnü'l-Arabî (468 —
543) «Fâideyi tamamlamak maksadiyle sorulmayan bir şey'i anlatarak sorulandan
fazla^ cevab vermek fetvanın' güzelliklerinden ma'dûddur» diyor. Buna Belâgafda
üslûb-u Hakim derler ki, burada olduğu gibi hükme ihtiyaç, hissedilince
bi't-te'kîd buna başvurulur. Çünkü İaşenin haram olduğunu bildiği halde deniz
suyunun temizliği hakkında tevakkuf eden bir adam denizin ölüsünün helâl olup
olmadığında elbette daha çok tevakkuf eder.
Denizin ölüsünden
murad: Denizde doğub büyüyen ve orada ölen deniz hayvanlarıdır. Mutlak' surette
denizde ölen hayvan değildir. Hadîsin zahiri her deniz hayvanının hatta köpek
balığı ve deniz hınzırının[28] bile
helâl olacağını ifade etmekde ise de ileride görüleceği vecihle bu gibi
hayvanlar bu umumdan müstesnadır.
imamdı Tirmizî (200 —
279) bu hadîsi rivayet ettikten
sonra «Bu hadîs Hasen-i Sahîh'dir. Ben bunu Muhammed b. İsmail Buha-"'ye
sordum. «Sahîh hadîsdir» dedi» diyor.
îbni Hacer (773 — 852)
merhum «Et - Telhis» adlı eserinde bu hadîsi dokuz sahabeden dokuz tarih ile
rivayet etmişdir. Bu tariklerin hiçbiri kîl-ü kâl'den (itirazdan) hâli
kalmamışsa da yukarıda zikri geçen Buharî gibi zevat onu sahîh saydıktan sonra
bu bâbda artık kimsenin söz etmeğe hakkı kalmaz. Büyük hadîs imamlarından îbni
AbdiVl - Berr (368 — 463),. îbni Mende (^ 301) îbnü'l - Münzir (—236) ve Ebû
Muhammedi'l - Bağavî (426—516) gibi zevâtda onu sahîh kabul etmişlerdir.[29]
-۲
«Ebû Saîd-î
Hudrî[30] (R.A.) den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlullah
{S.A.V.)
Su muhakkak temizdir.
Onu hiçbir şey pislemez. buyurdular».[31]
Bu hadîsi, Üçler (yâni
Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesai) tahrîc etmiş; îmam-ı Ahmed de sahîhlemişdir.
Bu hadîs-i şerife
ulemâ «.Bi'r-i Budacı Hadîs» i derler. El-Münzirî (—656) «Muhtasaru's - Sünen»
adlı kitabında söyle diyor: «Bu hadîs hakkında söz edenler oldu. Lâkin İmam -
Ahmed'den Bi'r-i Budâa Hadîsi sahilidir, dediği rivayet olundu.» Tirmizi
(200—279); «Bu hadîs basendir»[32] der.
Ebû Üsâme de bu hadîsi iyi bulmugdur, hattâ Bir'i Budâa hakkındaki Ebû Saîd
Hadîsini Ebû Üsâme'deıı daha güzel rivayet eden olmaraışdır.
Hadisin sebebi vardır.
Hazreti Peygamber (S.A.V.) e Bi'r-i Budâa'-dan abdest alalım mı diye sordular,
BVr-i Budâa, içine köpek etleri, hayız bezleri ve pislikleri atılan bir kuyu
idi. Resûl-ü Ekrem bu hadîs-i şerif ile o soruya cevap verdiler. Sular hakkında
bir çok hadîsler vârid olmuştur ki, bunların hepsi sahîh ve sâbitdir. Nitekim
mühim kısmı bu kitabda görülecekdir.
İslâmiyet'e düşman
olanlar ne derlerse desinler, İslâmiyet bir temizlik dinîdir. Bunun en birinci
delili, Kur'ân-ı Ksrim'in ikinci emirleri arasında temizliğin
de yer almasıdır, Şu
âyetlere tir bakınız;
(
[33])
... -۲
Ey elbisesine bürünen
Peygamber! Kalk artık! İnzâr et (Akıbet kötü olduğunu anlat) ve Rabbîni takbîr
et (büyükle), elbiseni de temizle.» Kur'an-ı Kerîm'den Hazreti Peygamber
(S.A.V.) e ilk nazil olan âyetler sûresinin başından beş âyetdir. İkinci defa
inenlerde işte bunlardır. İslâm Dîn'i temizliği, mutlak ma'nâsiyle ön plâna
almışdır. O ma'nevî temizlik demek olan inanç mes'elelerine ne kadar ehemmiyet
atfetmişse maddî temizliğe de o derece kıymet vermişdir. İslâm'tn Peygamberi
her nevi1 temizliğin timsâli idi. Temizliğe kavlen ne kadar dikkat buyurursa,
fiilen de o nisbette üzerinde durur idi. İşte ümmetinin ulemâsı bu mühim
dâvayı' da gerektiği gibi benimsediler. Fahr-i Kainat (S.A.V.) Efendimiz'in
temizlik kabındaki hadîsleri üzerinde olanca dikkat ve titizlikleri ile
durdular. Çeşitli suların hükmünü bu mübarek hadîslerden aldılar. Bahusus suya
biraz pislik kanşır-da, üç vasfından birini yâni rengini, kokusunu veya tadını
bozmazsa; o su temiz midir, değil midir mes'elesinde ihtilâf ettiler. îmâm-ı
Mâlik (93—179 ve bir kavlinde îmam-t Ahmed b. Haribel (164—241) ve Zahiriler bu
Ebû Sâid Hadîsiyle istidlal ederek: «Su az olsun, çok olsun temizdir. Ancak
karış&n pislik üç vasfından birini değiştirirse o zaman pis olur. Çünkü bu
bâb'da icma' vardır» dediler. Hanefîler'le Şafiî'ler ise suyu az ve çok olmak
üzere iki kısma ayırdılar. Ve dediler ki:
«Az suyu, pislik
mutlak surette murdar eder. Çok suyu ise vasıflarından birini değiştirmek
şartıyla bozar. Bundan sonra Hanefîlorle SâftîJer çok suyun tahdidi hakkında
ihtilâf ettiler. Hattâ Hanefî îmam-ları bu bâbda kendi aralarında bile ihtilâf
-ettiler, lmam-ı A'zzm Ebû Hanîfe'ye göre bir tarafı dalgalandı/ildiği zaman
dalganın, hareketi liarşı tarafa erişmeyecek kadar t)«yük gölün suyu çok
sudur. İmâmsyn denilen, Ebû Yusuf ile îmam-ı Muhammed'e göre ise kenarları ona
on, yâni «yüz metre kare» olan gölün suyu, çok su bundan daha az su sayılır.
Şafiiler : Hecr
küpleriyle iki küp su çok sudur; derler. Ve bu hususta ileride görülecek olan
hadîsiyle amel ederler. Ki bu mikdar takriben iki yüz litredir.
Ulemâ arasında görülen
bu ihtilâflara sebep, bu husustaki hadîslerin zahiren birbirine muarız görünmesidir.
Bundan dolayı hadîslerin arasını cem' ve te'lîf ile de bir hayli
uğraşmışlardır.[34]
-۳/۳ «Ebû
Ümâmşte'l - Bahiliyy[35]
(R.A.) den rivayet edilmiştir ki : Resûlullah (S.A.V.) :
— Şüphesiz ki, suyu
hiç bir şey pislemez. Ancak kokusuna, tadına veya rengine galebe çalan necaset
müstesna; buyurdular.»[36]
Bu hadîsi İbni Mâce
tahric etmiş; Ebû Hatim[37] ise
zaif saymışdır. Beyhakî[38], de
bu hadîs şöyledir :
«Su temizleyicidir.
Ancak içine düşen pislik sebebiyle kokusu, tadı veya rengi değişirse o başka»
Ebû Hâtim'in bu hadîsi zayıf sayması, Rişdîyn bin Sa'd'in rivayet etmiş
olmasındandır. Bu zât hakkında İmâm-ı Ebû Yusuf (113—182) şöyle diyor: «Rişdîyn
dîninde sâlih bir zât idi. Fakat kendisine sâ-lihler gafleti arız olmuşdu. Bu
sebeble hadîsi karıştırmıştır. Metrûk'-dür,» Dâre Kutnî (306—385) : «Bu hadîs
sabit olmamışdır» der. îmam-ı Nevevî (631—676): «Bu hadîsi zaif kabul etmekle
bütün hadîs ulemâsı ittifak etmişlerdir» diyor. Ancak hadîsin aslı zaîf değil,
yalnız istisna edilen kısmı zaîftir. Çünkü aslı Bî'r-i Budâa Hadîsin'de de
geçti. Bununla beraber zaîf görülen buradaki ziyâdenin hükmüne bütün ulemâ kail
olmuşdur. Îbnü'l-Münzir (—236) bu hususta şöyle diyor: «Su az olsun, çok olsun,
içine bir pislik düşer de tadını, rengini veya kokusunu değiştirirse bilicma'
o su pisdir.» Bu takdirde üç vasfından biri bozulan suyun pisliği bu hadîsin
ziyadesiyle değil, İcmaı-Ümmet'le
sabit olmuş olur.[39]
-٤/٥
«Abdullah İbni Ömer[40]'den
rivayet edilmiştir.Demiştir ki: Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.): «Su iki külle olduğu zaman pisliği taşımaz;» buyurdular.»[41]
Bir rivayette
«pisliği taşımaz» yerine «pislemez» denilmiştir.
Bu hadîsi,
Dörtler tahrîc etmiş; İbnî Huzeyme, Hâkim[42] v e
İbni Hibbân[43] da
onun sahih olduğunu
beyan etmişlerdir.
Yukarda ikinci hadîsin
şerhinde bu hadîs-i Şerife işaret etmiştik. Bu hadîs iki külle suyu çok su
addeden şâfiîlerin delilidir. Hanefîler ise hadîs-i Şerifin metninde ızdıeâb
buldukları için bununla amel edemiyorlar. Çünki hadîsin bir rivayetinde «Üç
kullu, diğer bir rivayetinde «Bir külle» denildiği gibi, kullenin mikdârı da
bilinememektedir. Üstelik «Pisliği taşımaz» tâbirinin iki mâna'ya ihtimâli
vardır. Bunlardan birincisi ihtimâle göre Şâfiîye'nin dediği gibi su pislik
tutmaz, temiz olur. İkincisi ihtimâle göre ise: Pisliğe tahammülr edemez,
kendisi pis olur. Bu ızdırâb karsısında ise bu hadîsle amel etmeğe imkân
kalmaz.[44]
6/5- «Ebû
Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmişdir. Demîşdîr ki: Resû-lüllah (S.A.V.):
Sizden biriniz cünüp iken durgun suda yıkanmaz* buyurdular.» Bu hadîsi, Müslim
tahric etmiştir. Buhârî'de bu hadîs şöyledir: «Sakın sizden biriniz akmayan
durgun suya bevl etmesin sonra o su'da yıkanır.»[45]
Müslim'de «o suda»
tâbiri yerine «bu sudan» denilmiştir. Ebû Dâvud'da ise hadîs şöyledir : «O suda
cünüblükten yıkanmasın.»
Hadîs-i Şerifin
Buftârî'deki rivayetine verdiğimiz mâ'na son cümlesinin merfu olarak rivayet
edildiğine göredir. Son cümleyi evvelki cümleye atfetmek de caiz görülmüştür.
Bu takdirde mâ'na şöyle olur: :
«Sakın sizden biriniz
akmayan durgun suya bevl edip sonra o suda yıkanmasın.»
Hadîs-i Şerîf durgun
suya bevl edip, o su ile yıkanmanın dînen memnu' olduğunu bildirmektedir.
Müslim'in rivayeti BıüıârVmn ki ile kayıtlanmazsa, yalnız yıkanmanın
memnûiyetini gösteriyor. Ebû Davud'un rivayeti ile ayrı ayrı ikisinin de memnu,
olduğunu ifâde ediyor.
Bu memnûiyet çok su
hakkında kerahet, az su hakkında tanrım ifâde eder diyenler olmuş, fakat buna
itiraz edilmiş: «Bu takdirde neîıy lâfa hem hakikât, hem mecaz ma'nâlarda
kullanılmış olur; tu ise caiz değildir.» denilmişdir. En iyisi umum mecaz
demektir. Nehy, talırîm ve kerâhet-i tenzîhiyeye şâmil olmak üzere adem-i fiil,
yâni yapmamak ma'nâsmda kullamlmışdır.
Durgun suyun hükmüne
gelince: Su, ancak Üç vasfından birini değiştiren pislik karışmakla murdar
olur diyenlere göre bur&daki nehy «yasak» taabbüd içindir. Yoksa bu hadd-i
zâtında temizdir. Mâlİk'Ier bu fikirdedir. Onlara göre bu su ile temizlenmek
caizdir. Nehy kerahet içindir. Zahirîlere göre buradaki nehy tahrîm içindir. Her
ne kadar bu nehy taabbüdî de olsa nehyde asıl olan tahrîm ifâde etmektir.
Binâenaleyh bu suyu kullanmak haramdır. Az su ile çok su arasında fark gören
Hanefilerle Şafitlerden her biri kendi takdirine göre: Su çok ise ve vasıflarından
biri değişmemişse o su temizdir. Yok su az ise ondan nehy tahrîm içindir. Çünki
o su pisdir; temizlemez, dediler. Bu iki mezhebin asıllarına göre nehy, yasak
edilen şey'in pisliğini gösterir.
Suya bevl etmenin
hükmü : Bu hadîsin de ifâde ettiği gibi akan çok suya bevl etmek haram değilse
de evlâ olan bevl etmekten kaçınmaktır. Akan su az'olursa bazılarınca ona bevl
etmek mekruh; bazılarına göra haramdır. Durgun, fakat çok olan suya bevl etmek
yine ihtilaflıdır. Bazılarına göre mekruh, bazılarınca kasdî olursa mekruh,
kas-dcn değil de suyun içinde İken başı sıkılırsa mekruh değildir. Su durgun ve
az ise b uhadîsin de ifâde ettiği vecihîe sahîh olan ona bevl etmek haramdır.
Bevl'den mâada- necasetlerin,
meselâ kazuratın hükmü: Cumhur-u Ulemâ'ya göre evleviyyetle bevl hükmündedir.
İmam-ı Ahmed b. Han-bel' (164—241) den bir rivayete göre bevlden başkası bu
hükme katılamaz;. Buradaki hüküm yalnız bevle mahsusdur. Bir adam suya bevl
etmese de bir kaba bevl ederek suya dökse hüküm hep birdir. Yalnız Dâvud~u
ZahirVye göre hüküm bir değildir. Bilâkis bu takdirde su temizdir. Zira bundan
nehy vârid omıamışdır.
İçersine bevl edilen
su ile yıkanmanın hükmü ne ise abdest almanın hükmü de aynıdır. Filhakika
hadîsin bir rivayetinde:
«Sakın sizden bîriniz
durgun suya bevl edip sonra ondan abdest almasın.» buyurulmuşdur. Hadîsin bu
rivayeti; Abdurrezzâk (—2M),Ahmed b. Hanbel, İbni Bbî Şeyhe (—234), Tirmizi
(200—279) ve başkaları tarafından tahrîc edilmiştir. Hattâ Tirmizı bu hadîs
hakkında «hasen sahihtir.» demiştir.[46]
6/9- «Peygamber
(S.A.V.) e sahabîlik etmiş bir zatdan rivayet edilmiştir. Demiştir ki:
Resûlüllah (S.A.V.) kadının erkekden artan su ile, erkeğin de kadından artan
su ile yıkanmasını yasak etti, beraberce suyu avuçlasınSar.»[47]
Bu hadîsi Ebu Dâvud ve
Nesâî tahrîc etmişlerdir, isnadı sahîhdir.
Hadîsi rivayet eden
meçhul râvînin ismi bazı kayıtlara göre EI-Hâkİm b. Amr'dır. Bu hadîs-i şerîf
hakkında Beyhaki mürsel ma'nâsındadır» demiş; îbni Hazm da (384—456) ravîlerden
Dâvud b. Abduîla-hi'î-Ezdî'yi zaif addetmiş ise de Beyhaki'ye «Sahâbî'nin
mürseli bîlit-tifak makbuldür diye .cevap verildiği gibi îbni Hazm'm iddiası da
bir vehimden ibarettir. Zira Dâvud b. Abdiîlah sikadandır.
Musannif merhum
«Fethu'l - Bârî» nâra eserinde bu hadîs için «Ravîleri sikadır; Bu hadîsin
hiçbir illetine vakıf olmuş değiliz» demiştir. Nitekim burada da «isnadı
sahîhdir» diyor. Ancak bu hadîs aşağıdaki hadîse muarızdır.[48]
10/7- «İbni
Abbas[49]
radiyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine-göre; Peygamber saîlâllahu aleyhi ve
sellem Meymune radiyallahib anhâ'ûan artan su ile yıkanıyordu.»[50]
Bu hadîsi Müslim
tahrîc etmiştir. Sünen sahiplerinin kitablarında bu hadîs şöyledir. Peygamber
(S.A.V.)'in zevcelerinden birisi büyük bir kabda yıkandı. Arkasından Hazret!
Peygamber de o kabdan yıkanmağa geldi. Zevcesi kendilerine: Ben cünüb idim
(yâni bu kabdan yıkandım) deyince, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.):
«GerçekcJen su cünüb
olmaz.» buyurdular.
Bu hadîsi Tirmizl ile
İbni Huzeyme sahîhlemiştir.
Hadîs-i Şerif Buharl
ile Müslim'de şu lâfızla da tahrîc edilmiştir :
((Filhakika Peygamber
(S.A.V.) ile Meymûne bir kabdan yıkanırlardı.» bu takdirde yukardaki hadîsle
aralarında muâ-raza yokdur. Zira beraberce suyu avuçlamaları mümkindir. Fakat
sadedinde bulunduğumuz 'hadîsin Sünen sâhiblerinin tahricindeki rivayetine
göre iki hadîs arasında muaraza (çatışma) vardır. Çünkü yukarki hadîsde erkek
kadın birbirlerinden artan artık su ile yıkanamazlar deniliyor. Bu hadisde ise
onun aksine olarak yıkanabilecekleri; suyun cü-üüblük kabul etmediği beyân
buyurulmaktadir. Mesele ihtilaflıdır. Yıkanır diyenler olduğu gibi yıkanamaz
diyenler de olmuştur.[51]
12/8-
Ebû
Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir. Demiştir ki Resûlullah (S.A.V.) :
— Birinizin kabına
köpek ağzını sokduğu zaman o kabın temizlenmesi, birincisi toprakla olmak üzere
yedi kere yıkamak iledir» buyurdular.[52]
Bu hadîsi Müslim
tahric etmiştir. Müslim'in bir rivayetinde «Onu akıtsın» buyurulmuştur.
«Birincisi veya
sonuncusu toprakla yıkanır; şeklindedir.» îmam-ı Şafiî ile Ahmed b. HanbeVin
kavli de budur.
Bu hadîs-i şerîf bir
takım hükümlere delâlet etmektedir:
Birincisi : Köpeğin
ağzının pisliğidir.Çünkü köpeğin ağzının girdiği kabın yıkanması ve içindeki
suyun dökülmesi emrediliyor. Keza;
«Birinizin kabının
temizlenmesi.» deniliyor. Temizliği icab eden şey ya pislik yahut manevî pislik
demek olan hades (abdesti veya guslü icâbeden şey) dir. Ortada hadesten bir şey
olmadığına göre muradın pislik olduğunda şüphe kalmaz. Suyu dökmek israftır.
Şu halde temiz olsa boşu boşuna dökülmesini emretmezlerdi. Çünki israftan, malı
ziyan etmekden nehiy vârid olmuştur. Bi-nâerialeyh hadîs-i şerif köpeğin ağzı
hakkında zahirdir.[53] Sair
bedeni ise ağzına kıyasen bilinir. Şöyle ki, salyası pis olunca bütün bedeninin
de pis olması icab eder. Çünkü köpeğin salyası ağzının teri mesabesindedir,
ter ise bedenden doğan ve sızan bir cüz'dür. Şu halde salyası pis ise ağzı da
pis'dir Ağzı pis olunca bütün bedeni de pis'dir. Ancak îmam-ı Mâlik, Dâvudu
Zahirî ve îbni Şihab Zührî (—124) köpeğin pis olmadığına kaildirler. Bunlar
köpeğin ağzını soktuğu kab'ın dökülmesi emrini köpeğin pis olduğuna
atfetmezler. Derler ki: «Belki köpeğin ağzında ve salyasında pislik vardır.
Çünki ekseriyetle ağızıyla pislik yer. Binâenaleyh hüküm ekseriyetle necaset
yediğine bakarak ve rîlmiştir, bu o hayvanın necis-i ayn olduğuna delâlet
etmez.»
Cumhur-u Ulemâ köpeğin
necis-i ayn olduğuna kaildirler. Maamafih Hanefiyye imam!arı arasında mes'eîe
yine ihtilaflıdır. Köpeğin aynı necistir diyenler olduğu gibi değildir
diyenlerde vardır. Necis-i ayndır diyenlerin delili: Sadedinde bulunduğumuz şu
hadîsdir. Değildir diyenlere göre ise yıkama emri ta-abbüdî'dir. Çünki bu emir
pislikden dolayı olsa yediden daha az ile iktifa etmek gerekirdi. Zira bu
necaset kazurat pisliğinden de fazla değildir. Halbuki kazuratta bile yedi defa
yıkama emri yoktur. Bunlara cevaben şöyle denilmiştir: «Ahkâmda ası! ta'lîldir.[54]
Binâenaleyh burada da ta'lîl yaparız ve yıkama emri necasetten dolayıdır
deriz. Ancak yedi defa mes'elesi taabbüdîdir.[55]
İkincisi : Bu hadîs
kab'ın yedi defa yıkanmasının vücubuna delâlet eder. Yedi defa yıkamak vâcib
değil, mendubdur. Zira köpeğin artığı, şâir necasetler gibi bir necasettir,
diyenler, hadîsi rivayet eden Ebu Hüreyre Hazretlerinin «Köpek artığından
dolayı kab üç defa yıkanır» sözüyle istidlal ederler. Bir de Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) Efendimiz'den rivayet edilen:
« Kab'a köpek ağzını
sokarsa, o kab üç defa yahûcl beş veya yedi defa yıkanır.» hadîsiyle istidlal
ederler ve Üçüncüsü : Kabın toprakla oğuşdurulmasidır. Hadîs-i Şerif bunu ilk
yıkayışda olacağını tâyin ediyor. Toprakla oğmak lâzımdır diyenler, bu işin
toprakla suyu karıştırmak veya suyu toprağın üzerine atmak yahut toprağı suyun
üzerine atmak suretiyle yapılacağını söylerler. Yedi defa yıkamanın vücubuna
kail olanlardan bazıları toprakla yıkamayı lüzumsuz sayarlar. Zîra onlarca
toprak mes'elesi sabit değildir. Sonra toprakla yıkama rivayeti muzdaribdir.
«Birincisi veya sonuncusu, yahut birisi veya yedincisi yahut sekizincisi
toprakla yıkanır» şekillerinde rivayet edilmiştir. Muzdarip hadîs ahkâmda delil
olamaz. Toprak rivayetini kabul edenler bu ızdirap iddiasına cevap verirler ve
buradaki ızdırabın zararsız olduğunu isbata çalışırlar.
Hadîs-i Şerife geçen
«Birinizin kabına» tâbirindeki izafet mülgadır. Çünki temizlik veya pisliğin
hükmü, kabın sahibi olmasına bağlı değildir. «Yıkasın» tâbiri de böyledir.
Kabı mutlaka sahibinin yıkaması lâzım geldiğine delâlet etmez. Yine bu hadîsde
geçen «Onu akıtsın» tâbiri köpek artığı olan suuyun veya yemeğin akıtılması
için emirdir. İşte bu emir o akıtılması lâzım gelen şeyin murdarlığına en büyük
bir delildir. Yalnız Musannif mehum «FethuH - Bârî» nâm eserinde bu tâbirin
Hafızlarca sahîh kabul edilmediğini yazıyor. îbni Abdiî-berr ('368—463) ve İbni
Mendeh (—301) gibi hadîs âlimleri bu ziyâdenin hafızlardan nakledilmediğini, Hazret;
Peygamber'den geldiği hiçbir vecihle bilinmediğini söylerler. Bir de musannif
merhum sekizinci defa o kabı yıkamayı emreden rivayeti zikretmemişdir. Halbuki
Müslim'de:
«Onu sekizincide
toprakla yıkayın.»
rivayeti vardır.- İbni
Dakîki'l - îyd (625 — 702) «Bu rivayete yalnız Hasan-ı Basrî kail olmuşdur.
Başka kâü olan yokdur.» diyor. Fakat caizdir ki, îbni Dakik bu sözüyle
Mütekaddimîn Ulemâyı kasdetmiş ola. Çünkü hadîsin bu rivayetine hiçbir diyecek
yokdur. Kuvvetlidir.[56]
13/9- Ebû Katade[57]
(R.A.) den rivayet ediîmiştir. Demiştir ki: «Resulullah (S.A.V.)
kendi hakkında:
«— O pis değildir;
ancak o sizin etrafınızda çok dolaşanlardandır.» buyurdu.[58]
Bu hadîsi Dörtler
tahrîc etmiş, Tirmizî ile İbni Huzeyme de sahihleşmişler. Bunlardan maada
İmam-ı Buharı, Ukayl ve Dâre Kutnî de sahîh olduğunu beyan etmişlerdir.
Hadîs-i Şerîf'İn
sebebi vardır kî, şudur : Hazreti Ebu Katâde kendisine abdest suyu hazırlamış.
O arada suya bir kedi gelmiş. Ebu Katâde hayvanın su içmek istediğini sezince
hemen su kabını ona uzatmış ve kedi suyu içmiş. Kendisine bu sudan artık abdest
alınır mı denilince bu hadîs-ri şerifi rivayet etmiş. Hadîs-i Şerifde:
«Kedi necis değildir.»
buyrulduğun» göre
kedinin dokunduğu şey de pislenmez demektir. Hadîs-i Şerifde «etrafınızda çok
dolaşanı) mânasında kelimesi kullanılmıştır. îbnü'l - Esîr diyor ki: Lütuf ve
nezâketle hizmet gören hizmetkâr demektir; da onun mübalâğa sigasıdır. Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) kediyi, Kur'an-ı Kerîm'deki' Sure-i Nur; Âyet: 58) «Etrafınızda çok
dönerler» Âyet-i kerîms'sinden alarak Efendisinin etrafında dönen ve ona
şetaretle hizmet eden hizmetçiye benzetmiştir.
Onun içindir ki
hayvanata ve eşyaya mahsus olan cem' sığasını bırakarak kediyi akıl sahihlerine
mahsus olan «Cem'i Müzekker-i Salim» ile cemi'leşmiş onu aklı başında bir
hizmetkâr yerine saymıştır.
Hadîs-i Şerifteki
ta'lîlin işaretinden anlaşılacağı vecihle Teâlâ Ha-z-retleri kediyi insanlarla
çok düşüp kalktığından ve ev aşyasına çok dokunduğundan evin bir hizmetçisi
mesabesinde tutmuş, kullarına güçlük ve zahmet olmasın diye onu pis
addetmemiş; bu suretle biz kullarına kolaylık ihsan buyurmuşdur. Bu hadîs-i
şerif, kedinin ve kedi artığının temiz olduğuna delildir. Hattâ zahirine
bakılırsa fare gibi pis bir şey bile yese ağzının temizlenmesi için bir zaman
kaydı yok ise de Fukaha bunu tecviz etmemiş; kedi pis bir şey yemişsc ağzı
bittabi* pisleneceğinden ağzının temizlenmesi için bir gün veya bir gece yahut
bir saat gibi vakit geçmeli yahut temizlenmişdir zanm verecek kadar dışarıda
gezinmeli veyahut yalanarak ağzını temizlemelidir. Aksi takdirde artığı pis
olur demişler. Hattâ Hanefîyye'den bazıları ağzı temiz olduğu halde bile onun
artığını mekruh addetmişlerdir ki, bu hükmün ne derece isabetli olduğu beyandan
müstağnidir.' Şafiî (150 — 204), Mâlik {92—179) ve Ahmet b. Hanbel (164—241)
Hazeratı kedinin artığında be's görmezler.[59]
14/10- «Enes
bin Mâlik[60] radiyallahu anh'den
rivayet edilmiştir. Demiştir, kî: Bîr A'rabî geldi Mescid'İn bir tarafına
bev!etti. Nâs kedisini men' eitiler. Resûlullah (S.A.V.)'de onları nehy etti.
A'rabî bevlini yapfıkdan sonra Peygamber (S.A.V.) bir büyük kova su emrettiler.
Ve bevlin üzerine döküldü.»[61]
Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir. Yani Buhârİ ile Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri
hadîslerdendir.
A'rabî: Arab olsun
Acem olsun çölde yaşayanlara denilir. Mescide bevl eden zat bir rivayette Zü'l
- Hüveysırafe'I Yemâni'dir. Kaba-saba bir adammış. Diğer bir rivayete göre
Akra' b. Habis veya Uyeyne b. Hısn'dır.
Hadîs'in bir
rivayetinde:
«Nas onun'a kavga
etmeğe kalkdılar» deniliyor. Diğer bir riâyette
«Resûlüllah
(S.A.V.)'în Ashabı vazgeç -vazgeç dediler» buyuruluyor. Bir rivayette Hazret!
Peygamber (S.A.V.)'in Ashabını hangi kelime ile men' ettiği beyan ediliyor «bırakın Onu» buyurmuştur. Bir rivayete göre
de «onun bevlini kesmeyiniz.» buyurduğu anlaşılıyor.
Zenûb : Eüyük kova-
yahut dolu kovadır.
Hadîs-i Şerif :
a —) însan
sidiğinin pis olduğuna delâlet etmektedir ki, bu bâbda îcma' da vardır.
b—) Yer
pislendiği zaman sair pis şeyler gibi su ile temizleneceğine delâlet ediyor.
Filvaki' bütün mezheb imamları bu hükümde ittifak etmişlerse de keyfiyetinde
ba'zı ihtilâflar görülmüş-dür. Meselâ : Hanefîler'e göre pis yerin üzerine üç
defa su dökülür ve her defasında temiz bir bez ile kurulanır. Maamafih o pis
yerin üzerine bir defa da çok su dökülerek pisliğin eserini gidermekle de
temizlenir. Bir de Hanefî imamlarından Züfer'den maadasına göre pis yer güneşletme
ve rüzgâra ma'ruz bırakmakla da temizlenebilir. Zira Güneş ile rüzgârın pisliği
giderme hususunda te'sirleri suyun tehirinden daha büyüktür. Nitekim:
«Yerin temizliği
kurumasidır» hadîsi şerifi de bu hakikati anlatmaktır.
Mâlikîler'le
Hanbelîler'e göre: Pis yerin üzerine, pisliği ve evsafını giderecek miktarda
bol su dökülerek temizlenir.
Şâüıler'e göre : Eğer
yer; şarap veya sidik gibi bir necasetle pislenmiş ve o pisliği de içmişse,
üzerine bel su dökülerek temizlenir. Pisliği içmemişse evvelâ tahkik edilir ve
senra üzerine hiç olmazsa bir defa su dökülür. Pislik kura olup yere
bul&şmamışsa sadece o yerden atmakla temiz olur. Fakat yaş olur ve yere de
bulaşırsa, pislik atıldıktan senra yerine su dökülür.
Bu hadîs-i şerif, yer
kaba olsun katı olsun üzerine su dökmekle temizleneceğini zahir bir şekilde
ifâde ettiği halde bazıları yine katı yerle kaba toprak arasında fark görmüş;
ve katı yeri sair pislenen eşya giti yıkamak şarttır. Kaba toprak ise üzerine
su dökülmekle temizlenir; Nitekim R^sû'üllah (S.A.V.)'in mescidinin toprağı
kaba idî demişlerdir. Bazıları da yer katı ise kazarak toprağı atmak lâzımdır.
Çünkü üstüne altına su işlememişdir; derler ve bu babda hadîsin bazı tariklerindeki
şu ziyâde ile istidlal ederler:
«Üzerine bevl ettiği
toprağı alın ve atın! Yerine de su
dökün.»
Bu hadîsi şerîfde bir
takı mfâideler vardır:
1— Câhile
karşı yumuşak davranmak.
2— Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'in ahlâk güzelliği ve öğrenciye karşı lütufkârlığı.
3— Ehven-i
şerreynin ihtiyar olunması ki, bevli kesdirseler A'ra-bî'ye elbette zararı daha
büyük olurdu. Çünkü, yerinden çekilince bevl msscidin başka yerlerine de sıçrar;
bedenini ve elbisesini de pislerdi.
4— Kazâ-yı
hâcetden men' edilmek mes'elesinin büyük abdest bozmaya mahsus olduğu.
5— Mescidlere
hürmetin lüzumu. Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) o A'rabî'yi çağırdı ve ona
şöyle buyurdu:
«Hiç şüphe yok ki bu
mescidler bu bevl ve pislikten hiçbir şeye yaramazlar. Bunlar ancak Allah Azze
ve Cel-le'yi anmak ve Kur'ân okumak içindir.»
Ashâb-ı Kirâm'm
A'rabî'yi def etmek istemelerini Hazreti Peygamber (S.A.V.) inkâr etmemiş;
yalnız onlara yumuşak davranmalarını emreylemişdi. Bu da mescidlere hürmetin
lüzumuna delildir. Zira hürmet lâzım olmasa Resûl-ü Ekrem Ashabına rıfk ile
muamele tavsiye değil, bilâkis «bırakın onu, o muahazeyi mucib bir şey yapmadı.
Niye men1 ediyorsunuz?» der idi.[62]
15/11- «Abdullah
b. Ömer (radıyattahu anh)'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî:
«Resûlullah (S.A.V.) :
«Bize iki ölü iki de
kan helâl kılındı. İki ölü çekirge ile balık iki kan ise, karaciğer ile
dalakdır.» Buyurdular».[63]
Bu hadîsi Ahmedileİbni
Mâce tahrîc etmişlerdir. Hadîste zaiflik vardır. Çünki Abdurrahman b. Zeyd b.
Eslem'in babasından onun da İbni Ömer'den rivayet ettiği bir hadîsdir. İmam
Ahmed bin Hanbel bu zât hakkında «hadîsi münkerdir» der. Fakat bu hadîsin bir
hadîs-" mevkuf olduğu sahîhan anlaşilmışdır. Nitekim-hadîs imamlarından
Ebû Zür'a (—375) ile Ebû Hatim (195—277) de Mevkuf olduğuna kaildirler Hadîsin
Mvkuf olduğu sabit olunca ona Merfu' hükmü verilir. Çünkü Sahâbî'nin «Bize
fülan şey helâl kılındı» -«Fülân şey haram kılındı» demesi «Bize emr olundu»
«Bize nehy olundu» demesi gibidir. Böyle demiş olsa hüccet olacağı
şüphesizdir. Binaenaleyh bu manâya gelen sözü de aynı hükmü ifâde eder.
Hadîs-i Şerif çekirge
ölüsünün ne halde olursa olsun helâl olduğuna delâlet eder. O halde ister
eceliyle Ölsün, isterse bir sebeble ölsün yenmesi için' bir fark yoktur. İmam
Mâlik gibi bazı zevat bir sebeble ölürse yahud başı kesilirse yenir. Aksi
takdirde yenmez demişlerse de bu hadîs onların aleyhine delildir. Hadîs balığın
da ne sıfatta bulunursa bulunsun yenilebileceğine delâlet ediyor. Nitekim :
hadîsi de aynı hükme
delâlet eder. Hanefî İmamları balık hakkında da bir sebeple yani insan veya
dalga çarpması gibi bir sebeble ölürse yenilir, suyun üstünde yüzer halde
bulunursa yenmez; derler, ve :
«Denizin atdığını veya
med ve cezirden öleni yeyin. Denizde ölüp de suyun üstünde yüzeni yemeyin.»
Hadîsi ile istidlal
ederler. Bunlar şöyle diyorlar : «Bu hadîsi İmam-ı Ahmed ve Ebû Dâvud, câbir '
in hadîs'inden tahrîc etmişlerdir. Bu hadîs hass'dır. Bununla yukarıda geçen
iki hadîs tahsis olunur Hanefiyye: «Câbİr Hadîsi, hadîs imamlarının
ittifakıyla zaiftir.» Hattâ Nevevî: «C â b İ r hadîsiyle ihticac etmek hiç bir
delile muaraza etmese yine caiz değildir. Muaraza ettizi zaman nasıl hüccet
olur?...» demişdir.
Sonra Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) denizin atdığı ve Ashâb-ı Seriyye'nin getirdiği Anber balığından
yediler. Fakat bu balığın ne sebeble öldüğünü sormadılar. Nitekim hadîs ve
siyer kitablannda mufassalan beyan olun-muşdur. Hanefiyye «Onlara pîs şeyleri
haram kılar.»
([64] )
,, ,, -۳۰
Âyetiyle istidlal
ederler ve deniz mahlûklarının balıkdan maadası habistir Cpistîr) derler.
Karaciğer icma' ile helâldir. Dalak da böyledir. Yalnız «El-Bahr-» nâm kitapda
mekruh olduğu yazılıyor. Çünkü H a z -re ti Ali (Kerremallahu Veçhe) «Dalak
şeytanın lokmasıdır; yani o yenirse şeytan sevinir» demiş. Fakat Hazreti
Ali'nin bu hadîsini kimin tahrîc ettiği malûm değildir.[65]
16/12- «Ebû
Hüreyre (R. A.J'den rlvflyet edilmiştir. Demiştir ki: «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) :
«— Birinizin içeceği
şey'e sinek düştüğü zaman onu hemen daldırsın, sonra çıkarsın. Zira onun iki
kanadından birinde hastalık; Ötekinde şifâ vardır; buyurdular.»[66]
Bu hadîs-i şerifi;
Buharı ve Ebû Dâvud tahrîc etmişlerdir. Ebû Dâvud; «Çünki sinek hastalık olan
kanadıyla korunur»; rivâ% yetini ziyâde etmişdir.
Hadîsi Şerif, bazı
kelime değişiklikleriyle de rivayet edilmiştir. Meselâ :
«İçeceği şey'e» yerine
bazılarında :
«Birinizin yiyeceğine»
şeklindedir. Ebû Davud'un rivayetinde: yerine
«Onu batirmiZ» tâbiri
görülmektedir. Buharî'de :
«Onun her tarafını
hatırsın» denilerek ziyadesiyle rivayet edilmiştir. Bu hadîs'in sonu Buharî'da
şöyledir:
Bir rivâyetde yerine «
= zehir» denilmigdir. îmarri-î Ahmed ile îbni Mâce'nin rivayetlerinde :
«Çünki sinek evvelâ
zehiri sonra şifâyı kullanır» ziyâdesi vardır.
Hadîs-i Şerif zararını
def için sineğin öldürülebileceğine, sonra da yenmeyip atılacağına açık bir
surette delâlet ettiği gibi, mâiyâtdan birinin içinde öldüğü vakit onu murdar
etmeyeğini de göstermektedir. Çünki ResûliiMah {S.A.V.) sinek kab'a düştüğü
zaman daldırılmasını emr etmişdir. Bu halde ve bilhassa yiyecek sıcak oldukta
sineğin orada öleceği malûmdur. Eğer murdar etse idi onu beyan ederlerdi.
Halbuki, murdar olacağından asla bahsetmemiş, bilâkis çıkarıp atmak suretiyle o
yemeğin ıslâhını emir buyurmuşdur. Sinek hakkında hüküm, böyle olunca aynı
hüküm sinek gibi akar kanı olmayan arı, sarıca an, örümcek gibi hayvanlara da
kıyas yoluyla teşmil edilmişdir. Zîra hüküm illetin umumuna bakarak âmm olduğu
gibi sebebin intifası ile de müntefî olur.[67] Ölen
hayvanın murdar olmasına sebeb, içinde toplanan kandır. Bu ise akar kanı
olmayanlarda yoktur .Binaenaleyh illeti olmayınca hüküm de yoktur. Sineği kaba
daldırma emrine gelince: Zehirini döktüğü gibi şifâsını da döksün diyedir.
Evet sinekde zehirleyici bir madde olduğu malûmdur. Nitekim ısırdığı yerin
şişmesi ve gidişmesi de bunu gösterir. Bu zehir sineğin silâhıdır. Ona eziyet
veren bir şeyle karşılaşınca bu silâhı kullanır ve kendisini korur. Nasıl ki,
bu ciheti Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de beyan eylemiş ve «Çünki sinek hastalık plan
kanadıyla korunur.» buyurmuşdur., îşte bu zehîre karşı öteki kanadındaki
panzehir de dökülsün ve bu suretle zehir zararsız, hale .gelsin diye
batırılmasını Hazretî Fahr-i Kâinat Efendimiz (S.A.V.) emir etmişlerdir.
«Akrep ve sarıca arı gibi haşerât sokduğu zaman yeri sinekle oğuşturulursa
fâideli olacağım hekimler tavsiye ederler. Bu da onda şifâ olduğunun delilidir.
Şâyan-ı hayretdir ki, bu hayvan kanad-lılar arasında en ziyâde münasebet-i
cinsiyye düşkünüdür. Dişisini» üzerinde bazan bütün gün kaldığı olur. Tersi de
beyaz elbise üzerinde kararır, kara elbise üzerinde beyazlaşır.» denilmektedir.[68]
17/13- «Ebû
Vâkıd-ı Leysî[69] radıyallahu anh'den
rivayet edilmiştir. Demişdir ki: Resûlullah (S.A.V.) :
«— Hayvandan dirilken
kesilen' parça murdardır; buyurdular.»[70]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
üe Tirmizî[71] tahrîc etmişler; Tirmîzî
Ha-sen olduğunu söylemiştir. Lâfız Tirmizî'nindir.
Hadîs dört sahabî
tarafından dört tarik ile rivayet olunmuştur. Rivayet edenler : Ebû Saîd-î
Hudrî, Ebû Vâkıd-ı Leysî, Abdullah b. Ömer ve Temîm ed-Dârî (R. A.)
Hazcrâtıdır. Sadedinde bulunduğumuz Ebû Vâkıd Hadîsi'ni İmam, Ahmed b. Hanbel
ile Hâkim'de rivayet etmişlerdir. Hadîs-i Şerifin onlardaki metni şudur:
Resûlüllah (S.A.V:)
Medine'ye geldi. Orada bîr takım insanlar koyun Kuyruklarıyla develerin
hörküçlerini kesme işini yapıyorlardı. Bunun üzerine:
«— Hayvandan diri iken
kesilen parça murdardır»; buyurdular.
Behîme; Kamus'da dört
ayaklı hayvan demektir. isterse denizde olsun. Akıl ve temyiz sahibi olmayan
her diriye dahi ıtlak olunur. Keçi ve koyun yavrularına da «bahîme» denilir.
Burada bu lâfızdan ya birinci, yahud üçüncü ma'na muraddır. Hadîsin sebebi,
birinci manâ murad olduğuna delâlet ediyor. San'anî diyor ki: «Bu takdirde bu hadîs dört ayaklı bile olmuş olsa balık ile
tahsis edilmiştir.. Çünki balıktan kesilen parça murdar değildir. Yahud murad
ikinci manâ'dır, yani akıl ve temyiz sahibi olmayan her diri demektir. Ancak bu
seferde bu umumdan balık ile çekirge ve emsali kansızlar tahsis olunur.»
«O murdardır» tâbirinden anlaşılıyor
ki; kesilen parçaya hayatın
girmiş olması mutlaka lâzımdır. Çünki ölü demek, diri olmak şanından bulunan
şeydir.[72]
( ) kelimesi cem'dir;
kablar demektir. Müfredi dir. Kablar için ayrıca bâb tahsisinin sebebi: Sâri'
Hazretlerinin bazı kapları kullanmaktan men' etmesidir. Bu suretle kab'lara
hüküm taalluk etmiş olur.[73]
18/14-
«Huzeyfe b. Yemân[74]
radiyallahu anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki:
«— Resûlullah (S.A.V,)
: Altun ve gümüş kablardan leyiniz; onlardan yapma sahanlardan da yemeyiniz. içmeyiniz;
Çünki bu kablar dünyada onların (müşriklerin) ankette Sizindir.» buyurdular.[75]
Hadîs-i Şerîf Buharı
ile Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri bir ha-dîsdir. Böyle hadîslere
Müttefekun Aleyh denilmek ıstılah olmuştur.
Bu hadîs-i Şerif;
altun ve gümüş kaplardan yeyip içmenin haram olduğuna delâlet ediyor. Kab'ın
halis altundan veya gümüşten olması ile, altun gümüş karışık olması arasında
bir fark yoktur.1 Çünki karışık ulanmada altun ve gümüş kab denilir. İmam
Nevevî: Altun ve gümüş kaplardan yeyip içmenin hürmeti babında İcmâ-ı Ümmet mün'-akid
olmuşdur» diyor. Acaba bu hürmetin illeti nedir? Bu husus ihtilaflıdır.
Bazılarına göre illet kibir ve ucb'dur. Bazıları hayır altun ve gümüş olması
nehye illetdir; der.
Altun ve gümüş
yaldızlı kabların hükmü dahi ihtilaflıdır. Bazılarına göre, eğer altun ve gümüş
kab'dan ayrılıp alınabiliyorsa kullanılması icmâe'n haramdır. Çünkü altunu ve
gümüşü kullanmış sayılır. Fakat ayırması mümkün değilse haram değildir. Altun
ve gümüş kaplama kab'dan yeyip içmek icmâen caizdir. Yeyip içme babında hüküm budur.
Sair istimallere gelince: îhtilâf yine mevcuddur. Bazıları haram değildir;
çünki nass yalnız yeyip içmeyi men' etmişdir; diyor. Diğer bazılarında ise
altunla gümüşün sair istimalleri icmâ' ile haram olmuşdur. Musannif merhumun
mezhebince altun ve gümüş kab'dan abdest almak haramdır. Zîra altunu ve gümüşü
kullanmakdır. Bu hadîs-i şerifi bu bâbda zikretmesi de abdest münasebetiyle
olmuştur, yoksa bu hadîsi
«Yiyecekler ve
İçecekler Babı» nda zikr etmeliydi. Acaba yakut, zümrüd ve. pırlanta gibi
mücevherat da aynı hükümde midirler? Bu cihet dahi ihtilaflıdır. Zahir olan,
mücevheratın altunla gümüşe ilhak edilmemesidir. Çünki altunla gümüş,' eşyaya
kıymet takdiri için zaten semen (kıymet) olarak yaratılmışlardır. Sair mücevherat
böyle değildir. Binâenaleyh îbaha-i asliyyeleri üzere kalırlar. Çünkü eşyada
asıl olan, mubahlıktır.[76]
19/15- «Ümmü
Seleme[77]
radıyallahu anha'dan rivayet edilmiştir, demiştir ki:Resûîüllah (S.A.V.) :
«— Gümüş kab'dan içen
ancak karnında Cehennem ateşini şarıldatır; buyurdular.»[78]
Hadîs, Müttefekun Âleyh'dir.
Bu hadîs-i şerifin
Sahîh-i Müslim'de ayrıca bir rivayeti daha vardır ki onda:
«Gümüş ve Altun kabda»
ziyâdesi mevcuttur. Allâme Zemah-şerî (467—538)
bu hadîs hakkında şu mütalâada bulunuyor: «Hadîs-i Şerifde zikri geçen kelimesi
Arapça'nın Nahv.Kaidelerine göre faildir. Fakat mecazdır. Çünki hakîkatda
içenin karnında Cehennem Ateşi şarıldamaz. Ancak insanın bu menhî kab'Iardan su
içmesi ve bunları kullanmakla azabı hak etmesi mecazen karnına Cehennem Ateşi
akıtmağa benzetilmişdir. Bu takdirde hadîs'in manâsı şöyle olur; «Gümüş kab'dan
içenin karnında Cehennem Ateşi şarıldar.» Yine bu takdirde fiil müzekker, fâü
müennes olmak gibi bir uy-uygunsuzluk göze çarpıyorsa da fiil ile failin
araları başka lâfızlarla ayrılmışdır. Üstelik failin müennesliği hakîki değil
mecâzî'dir. Bu suretlerde ise fiil ile failin birbirine mutabakatı, (uygun
düşmesi) şart değildir. Bununla beraber ekseriyetle ulemâ kelimesinin fail
değil, mef'ul olduğunu söylemişlerdir, zaten bizim verdiğimiz manâ da mef'ul
olduğuna göredir. Nevevî (631—676) diyor ki:
in mansub okunuşu
sahîh ve meşhur olan rivayetidir. Hadîs Sarihler, ehl-i örf ve lûgatçılar hep
bu kanaattadır. Ezherî de buna kat'iyetle hüknı etmişdir.
«Cehennem» kelimesi
yabancıdır. Alem ve müennes olduğundan gayr-ı munsanfdır. Çünki ateş
tabakalarından birinin adıdır. Allah cümlemizi- ondan muhafaza buyursun.
Bu hadîs-i şerifde
Hazreti Huzeyfe Hadîsinin delâlet ettiği hükme delâlet eder.[79]
20/16- «İbni
Abbas radıyallahu anh'den rivayet edilmişdîr. Demiştir ki: Resûlullah (S.A.V.)
:
«— Deri tabaklandığı
vakit muhakkak temiz olmuştur; buyurdular.»[80]
Bu hadîs'i Müslim
tahrîc etmişdir. Dörtier'de hadîs şöyledir:
Hangi deri
dlbağatlanırsa (tabaklanırsa) muhakkak temiz olmuştur.
Hadîs-i Şerifi Beşler de
tahrîc etmişdir. Yalnız lâfızları değişikdir. Hadîsin sebeb-i vürudu şudur.
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Hazreti Meymü-ne'nîn Ölmüş bîr koyununun ya nidan
geçiyormuş. Kokunu görünce :
Bunun derisinden faydalansaydınız ya. Zira deriyi tabaklamak temizler.»
buyurmuştur.
Bu hadîs dibağatın her
ölü hayvan derisini temizlediğine delâlet ediyor. Nitekim nass-ı hadîs'de umum
lâfızlarından « = Her hangi» kelimesi vardır. Binaenaleyh her hayvan derisinin
işini dışını temizleyeceğini ifâde eder. Bu meselede bir kaç kavi vardır.
1- Dibağat:
Ölü hayvan derisinin içini dışını temizler. Temizlemedik hiçbir yerini
bırakmaz. Nitekim İbni Abbas (R.A,)
hadîsinin zahiri de bunu ifâde eder. Bu kavi Hazreti Ali (K. Vechehu) ile İbni Mes'ud raâıyallahu
anhüma'd&n da rivayet olunur.
2- Dibağat:
Hiçbir şeyi temizlemez: Mâlikîler'den meşhur olan kavi bu olduğu gibi bazı
Ashâb-ı Kirâm'ın mezhebi de budur. Bunlar Şafiî hadîsiyle istidlal ederler ki
aynı hadîsi imam Ahmed b. Hanbel (164 — 241), İmam Buharı (194 — 256), Dörtler,
Dâre Kutnî (306—385) ve Beyhakî (384—458) de rivayet etmişlerdir. İbni Hİbbân
(—354) bu hadîsi Abdullah bin Ukeym'den şu lâfızlarla tahrîc etmiş. Abdullah
demiş kî :
«Bize Resûlüllah
(S.A.V.) in vefatından evvel ölünün gerek derisinden, gerekse sinirinden
fâidelenmeyin diye
bir mektubu geldi.»
Bu hadîsi Şafiî
(150—204), Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd rivayetlerinde :
«Ölümünden bir ay
evvel»,.kaydı vardır. Hattâ bir rivayette:
«Ölümünden bir veya
iki ay Önce» denilmektedir. Bu hadîse İmam-ı Tirmizî .(200—279) «Hasen'dir»
diyor. Bîr zaman îmam-ı Ahmed de buna kail olmuşsa, da sonradan terk etmiştir.
Bazıları bu hadîs İbni
Abbas (R.A.) hadîsini nesh eder; diyorlar. Fakat bunlara müteaddit cevaplar
verilmiş ve denilmişdir ki: Bu hadîs evvelâ sened itibariyle Muzdarîb'dir.
Çünki bazan Hz. Peygamberin mektubundan bazan da o mektubu okuyan Cüheyneli bir
takım meşâ-yih'den rivayet edilmiştir. Metin itibariyle de Muzdarib'dir. Zîra
ekseriyetin rivayetinde kayıdsiz, diğer rivayetlerde «bîr ay, veya iki ay,
ya-hud kırk gün veya üç gün» kayıdlarıyla mukayyeddir. Sonra bu hadîs
Mürsel'dir. Çünki Abdullah b. Ukeym onu Resûl-ü Ekrem'den bizzat işitmemişdir.
Aynı zamanda Munkatı'dır. Çünki Abdurrahman b. Ebî Leylâ (—83) onu Abdullah b.
Ukeym'den işitmemiştir, bundan dolayı îmam-ı Ahmed b. Hanbel onu sonradan terk
etmiştir. Binaenaleyh İbn-İ Abbas (R.A.) hadîsini nesh edecek kuvvette
değildir. Çünki İbnî Abbas (R. A.) hadîsi Buharı ile Müslim'in ittifakla
rivayet ettikleri Esahh tir hadîsdir. Üstelik müteaddit tariklerle, müteaddit
sahabe tarafından bu manâda hadîsler rivayet olunmuştur. Meselâ: İbni
Abbas'-dan iki, Ümmii Seleme'den üç, Enes b. Mâlİk'den iki hadîs rivayet edildiği
gibi Hazreti Âİşe'den, İbni Mesud'dan, Muğire b. Şu'be'den, Ebû Ümâme'den ve
Seleme b. el-Muhabbik'den de rivayetler vardır. Bir de nâsih'ın sonra gelmesi
lâzımdır, halbuki Abdullah b. Ukeym hadîsinin İbni Abbas hadîsinden sonra
geldiğine bir delil bulunmadığı gibi onu tercihe de imkân yokdur. Çünkü tercih
ancak iki delil müsavi olduğu zaman yapılır. Biri kuvvetli olduğu zaman ise
zaten muaraza yokdur. Bazıları bu iki hadîsin arasını bulmağa çalışmıştır. Bunlara göre Lügatta bir kavle göre
dibağatlanmamış deridir. Dibağatlan-dıktah sonra veya denir. Binaenaleyh ölü
hayva-nın derisi dibağatlanmamışsa onu kullanmak yasakdır. Dibağatlandık-tan
sonra kullanılabilir. Hadîs-i Şerifi bu .manâya hamletmek gerekir. Hanbelîler'e
göre de dibağat derileri temizlemez ise de dibağatlı deri hububat gibi kuru
şeylerde kullanılabilir.
3- Dibağat; eti yenilen
hayvanın derisini temizler. Eti
yenme-yenlerin derisini temizlemez...
Lâkin bu kavli hadîs-i şerif de geçen umum lâfzı reddeder.
4- Dibağat;
domuzdan maada bütün hayvanların derisini temizler. Çünki domuz aynı necis bir
hayvandır. Hatta bir kavle göre cnun derisi de yokdur. İmam-ı A'zam Ebû
Hanîfe'nin mezhebi budur. Vakıa insan derisi de kullanılmaz. Amma dibağat
kabul etmediği için değil, kerametindendir. Yani insan derisi dibağatla pek
a'lâ temiz olur. Ancak insan bütün mahlûkatın en şereflisi olduğundan onun
cüzlerinden fâidelenmeğe Şer'î müsâade yokdur. İmam-ı Şafiî'ye göre köpek de aynı
necis olan bir hayvandır. Binaenaleyh onun derisi de dibağatla temizlenmez.
HanefHerden İmam-ı Muhammed'e göre fil de necis-ül ayn olduğundan derisi
dibağat kabul etmez.
Sonra dibağata
tahammülü olmayan yılan ve fare gibi hayvanların derisi dibağatla temizlenmez.
5- Dibağat;
domuzdan maada her hayvanın derisini temizler ise de içini değil sadece dışını
temizler. Binaenaleyh dibağatlı deri yalnız hububat gibi kuru şeylerde
kullanılır. Sirke gibi mayi şeylerde kullanılamaz. Üzerinde namaz kılınır.
Fakat içinde kılınmaz[81]: Malikî-ler'den rivayet olunan ikinci kavi
budur. Buna Mâükiyye ulemâsının muhakkıkları kaildir.
6- Ölü
hayvanların derileri dibağatlanmamış bile olsa onların dışından ve içinden
istifâde edilebilir. Bu kavlin
sahihleri Buharî'nin İbn-i Abbas'dan tahrîc ettiği şu hadîs ile istidlal
ederler.
Resûlüllah (S.A.V. ölü
bir koyunun yanıdan geçti ve: «Bunun derisinden istifade etseydiniz ya, dedi.
Ashab-ı Kiram; o ölüdür, deyince: Onun ancak yenilmesi haramdır, buyurdular.»
tmam-ı Zührî (—124) bu re'ydedir. Zührî'ye bu hadîs mutlakdır; yukarıdaki
dibağ hadîsiyle takyid olunmuşdur, diye cevab verilmişdir.[82]
22/18-
«Seleme b. el-Muhabbîk[83]
radıyalîahu anadan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlullah sallallahü
aleyhi ve sellem:
«— Ölü hayvan
derilerinin dibağatı onların temizliğidir; buyurdular.»[84]
Bu hadîsi İbnî Hibban
sahîhlemiştir.
İbn4 Hibban1'dan maada
Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, Nesâî (215—303) ve Beyhakî gibi zevat da aynı
hadîsi Seleme b. el-Muhabbîk'-den rivayet etmişlerse de onlardaki elfazı
değişiktir. Meselâ: Bir ri-vâyetde:
«Derinin dibağatı
kesilmesidir.» Diğerinde:
«Onun dibağatı kesilmesidir.» Başka bir rivayette:
«Onun dibağatı temizliğidir.»
Daha başkasında:
Bir başkasında:
«Derinin kesilmesi
dibağatıdır» tarzında vârid olmuşdur. Bu bâbda başka hadîsler de vardır.
Hadîs-i Şerîf; İbni
Abbas (R.A.) hadîsinin delâlet ettiği ahkâma delâlet etmekdedir. Dibağatı
kesmeğe benzetmek temizlenme hususunda onun kesmek makamında olduğunu
bildirmek içindir. Çünkü kesmek eti yenilen hayvanın hem derisini ve etini
temizler. Hem de yenilmesini helâl kılar.[85]
23/18-
«Meymûne[86] radıyallahu anh'dan
rivayet edilmiştir. Demiştir ki: mistir ki: Resûlüllah (S.A.V.) Ashabın
sürüyerek götürdükleri bir koypnun yanından geçiyordu. «Bunun derisini
alsaydiniZ yaî.» dedi. Ashab: O ölüdür, dediler. Resûl-ü
Ekrem: «Onu su ve Karaz
temizler» buyurdular.»[87]
Bu hadîsi Ebû Dâvud
ile Nesâî tahrîc etmişlerdir. Hadîsi, Dâre Kutnî (306 — 385) İbni Abbas'dan şu lâfızla rivayet eder:
«Su ile karazda onu
temizleyecek nesne yok mudur?»
Bu hadîsin şöyle de
bir rivayeti vardır:
«Şess ile Karaz[88]'da
onu temizleyecek nesne yok mudur?» Fakat Nevevî; «hadîs bu lâfızla batıldır; aslı
yoktur» diyor. Yine Nevevî (6.31—676) Müslim Şerhinde Dibağat; derinin rutubet
ve fadalatım kurutan ve onu bozulmaktan koruyan şess, karaz gibi nebatlarla,
nar kabuğu ve sair temiz şeylerle olur. Güneşle ise yalnız Hanefîler'e göre
caizdir. Esah kavle göre toprakla, kül ve tuz gibi şeylerle olmaz» dernektedir.
Filhakika güneşletme, kurutma, topraklama veya tuzlama gibi şeylerle
Hanefîler'e göre dibağat caizdir.[89]
24/19- «Ebû
Sa'lebe el-Huşenî[90]
rackyallahu anft'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Yâ Resûlallah biz Ehl-i
Kîtab bir kavmin toprağındayız; onların kab'Sanndan yemek yiyelim mi? Dedim :
«— O kab'larda yemeyin,
ancak başkasını bulamazsanız, müstesna. Bu takdirde onları yıkayın ve
içlerinden yeyin; buyurdular.»[91]
Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Bu hadîs-i şerîf ile
ehl-i kitap milletlerin kab-kacağının pisliğine istidlal olunuyor. Acaba bu
onların rutubetleri necistir diye midir? Yoksa domuz eti yedikleri ve şarap
içtikleri için midir? Yahud kerahât için midir?
Bazı kimseler
kâfirlerin rutubeti necîs olduğu için kab'lan da pistir derler. Bunlar:
«Müşrikler ancak
necistîr». Âyeti kerîmesiyle de istidlal ederler. Kitabi de müşrik demektir.
Çünkü bazıları Hazreti İsa içifi Allah'ın oğlu; diğerleri de Hazreti Uzeyr
için Allah'ın oğludur dediler.
Hanefîyye, ŞâfÜyye ve
diğer ulemâ ehl-i kitabın rutubetlerinin temizliğine kail oldular ki; hak da
budur. Zira Teâlâ Hazretîerî, Maide Sûresi'nde:
«Kendilerine kitap
verilenlerin yiyeceği size helâl, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir»[92]
buyurmaktadır. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de bir müşrik kadının su tulumundan
abdest almıştır. Şu bâbda îmam- Ahmed b. Haribel ile Ebû Dâvud'\m tahrîc
ettikleri Câbir hadîsi de vardır. Hazreti Câbir (R.A.) şöyle diyor:
«Biz Resûlüüah
{S.A.V.) ile beraber gaza ediyor ve müşriklerin yemek ve su kablarmdan yeyip
İçiyorduk. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bunu bize ayıb saymıyordu.» Fakat bu hadîsle
istidlale bazıları itiraz etmiş ve hadîs müşriklerin memleketi istilâ
edildikten sonrayı anlatıyor. O bâbda söz yoktur. Demiş isede kendilerine bu
bâbdaki sair deliller bu hadîsle istidlale lüzum bile bırakmamaktadır; diye cevab verilmiştir. Meselâ: İmam-ı Ahmed
b. HanbeVin tahrîc ettiği Enes hadîsi bunlardan biridir. Bu hadîs-i şerifte:
«Resûlüllah (S.A.V.)'i bir yahudi arpa ekmeği ile bayatlamış kuyruk yağı yemeğe
davet etmiş, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
ondan yemişdi»; deniliyor. el-Bdhr nam kitap'da şu beyanat vardır: «Ehl-i Kitab'm rutubetleri, ter ve salyaları
haram olsa Ashab-i Kirâm'ın kendi aralarında bundan kaçındıkları şöhret
bulurdu. Çünkü o gün müslümanlar azdı. Yiyecekler ile giyecek de dahil olmak
şartıylarjnüslumanların eşya istimali ise çokdur. Bu gibi hallerde âdet bir
şey'in duyulmasını ve şöhret bulmasını îcab eder. Ebû Sa'lebe hadîsi ehl-i
kitabın kab'larmdan yemenin kerahatine
hamlolunmuştur. Fakat bu kerahet o kab'ların necasetinden değil,
onlardan tiksinildiği içindir. Eğer
necis olsalardı, başkasını bulamamak şartıyla kullanılmasına izin. verilmezdi.
Çünkü, pis bir kab yıkandıktan sonra temiz kab'Ia müsavi olur. Yahud sedd-İ
zerîa için yani harama götürecek yolu tıkamış olmak için, veya o kab'larda
haram şeyler pişirildiği için kerahate hamlolunmuştur. Yoksa küffâr'ın rutubet
ve terlerinden dolayı değildir. Nitekim Ebû Dâvud (202—275) ile Ahmed b.
HanbeVin rivayetlerinde had^s şöyledir:
«Biz ehl-î kitab'a
komşu yaşıyoruz. Onlar çömleklerinde domuz pişiriyor; kab'Sarından şarap
İçiyorlar; dedim. Resûlullah (S.A.V.) «başkasını bulursanız onlardan
içmeyin; buyurdular.»
Ebû Sa'lebe'nin
birinci hadîsi mutlak, bu hadîsi mukayyeddir. Binaenaleyh mutlak mukayyede
hamlolunur. Âyet-i Kerîme'ye gelince : Neces, lûgatta, pis addedilen şeydir. Ve
Şer'î manâsından da eamm1-dır. Bazılarınca âyetdeki necesin manâsı: Necasetli
demektir. Çünkü onların şirki necis menzile sindedir. Bir de küffâr
temizlenmez, gusül etmez, pisliklerden sakınmazlar. Elhasıl pislik onları
sarmıştır, işte bu bâbdaki hadîslerle M aide Âyetİ'nin ve ona muarız hadîslerin
araları bu suretle yatışdırılır.[93]
25/20-
«İmran b. Husayn[94] radıydllahu anh'den
rivayet olunmuştur ki; Peygamber (S.A.V.} İle Ashabı müşrik bir kadının su tulumundan
abdest almışlardır.»[95]
Bu hadîs; müttefekun
aleyh uzun bir hadîsden alınmıştır. Aynı hadîsi, Buharî (194—256) çeşitli
lâfızlarla rivayet etmiştir.
Sahîh-i Buharî'deki
rivayetinin bir kısmı şöyledir. Hazreti Peygamber {S.A.V.) Hazreti Ali ile bir
başkasını bir seferde su aramağa göndermiş ve «Gidiniz SU arayınız»
buyurmuşlardı. Bunlar gittiler ve iki su tulumu arasında devesine binmiş bir
kadına rastladılar. Kadına sordular: Su nerede?— : «Suyu dün bu saatte buldum;
adamlarımız kayıb oldular.
— O halde git!
— Nereye?
— Resûlüllah
(S.A.V.)'e.
— Şu sapık dedikleri
adama mı?
— Söylemek istediğin
odur. Haydi yürü! dediler ve kadını Resûlüllah (S.A.V.)'e getirdiler, ona olup
biteni anlattılar... ilâ âhir..»
Bu uzun hadîsde
Resûl-ü Ekrem'in mucizeleri bile vardır. Hadîs-i Şerifin ifâde ettiği hüküm,
müşriklerin kab'Iarından su almanın caiz oluşudur. Çünki Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
bizzat müşrik kadının tulumundan abdest aldılar. Bu da yukarıda geçen Ebû
Sa'lebe hadîsi gibi onların kab'larının temizliğine delâlet eder. Ayrıca
murdar ölen hayvanın derisinin dibağatla temizleneceğine de delâlet etmektedir.
Zira tulumlar müşriklerin kestiği hayvan derisinden idi. Halbuki Müşriklerin
kestiği murdardır. Şu halde bu deri ancak dibağat sayesinde temizlenmiş
oluyor. Hadîs müşriklerin ter ve rutubetlerinin de temizliğine delâlet ediyor.
Çünkü o kadın suya elini daldırmıştı.[96]
26/21- «Enes
b. Mâlik radıj/allahu anh'den rivayet olduğuna göre: Peygamber (S.A.V.)'in
bardağı kırılmış, o kırık yere gümüşden bir bağ koymuştur.»[97]
Bu hadîsi; Buharî tahrîc etmiştir.
Hadîs-i Şerif, kabı
gümüşle kanlamanın caiz olduğuna delildir. Bu bâbda hilaf yoktur. Yalnız bağı
kimin koyduğunda ihtilâf vardır. Bey' hakî'mn (384 — 458) bazılarından rivayet
etdiğine göre, bağı koyan Enes b. Mâlik'dir. Hattâ îbni Salah (577—643) Hazretî
Enes olduğuna kat'î hüküm vermiş. Maamafih yine de söz götürür demiştir. Çünkü
Buharî'nin Âsim el-Ahvel'den rivayet etdiği hadîsde : «Hazreti Peygamber
(S.A.V.)'in bardağını Enes bin Mâlik'in yanında gördüm. Çatlamışda onu gümüş
ile bağlamişdı» deniliyor.
îbni Şîrîn : «Bardakda
demirden bir halka vardı. Enes onun yerine altundan veya gümüşten bir halka
koymak istedi. Ebû Talha : «Resûlüîlah (S.A.V.)'in yaptığı bir şey'i sakın
değiştirme» dedi. Bunun üzerine o da bıraktı» diyor .Görülüyor ki, Buharî'de:
«Onu gümüşle bağla-mış»-tâbiri geçmektedir. Bu fiildeki zamir, Resûl-ü Ekrem'e
de Enes'e de râci, olabilir. Yâni bağlayan Resûl-ü Ekrem de olabilir; Hazreti
Enes de. Ancak îbni Sîrîn'in rivayetinden halkayı bizzat Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'in koyduğu anlaşılıyor.[98]
27/22- «Enes
b. Mâlik radıyallahû anh'den rivayet edilmiştir. Demişdir ki, Resûlüîlah (S.A.V.)'e
şaraptan sirke yapılır mı diye soruldu. «Hayır» buyurdular.»[99]
Bu hadîsi; Müslim ile
Tirmizî tahrîc etmişlerdir. Tirmizî «Hasen -Sahîh» dir; demiştir.
Bu sual, şarap haram
kılındıktan sonra sorulmuştur. Sirke yapmakdan maksad da ilâç katmak suretiyle
yapılandır. Çünkü «Şarap haram kılındıktan sonra Ebû Talha bazı yetimlere aid
kendi nezdinde bulunan şarapdan sirke yapıp yapamiyacağını sordu. Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) kendisine o şarabı dökmesini emretti» mealindeki hadîsi şerif de aynı
manâya delâlet etmektedir. Bu hadîs-i şerifi; Ebû Dâvud (202—275) ve Tirmizî
(200—279) rivayet etmişlerdir, binaenaleyh şaraba bir şey katmak hattâ
gölgeden güneşe çıkarmak suretiyle ondan sirke yapmak haramdır. Fakat kendi
kendine sirke olursa helâldir. îmam-î/u'nin (150—204) mezhebi budur. Yalnız
sirke olmadan evvel içine necaset karışmamak şarttır. Hanefîler'e göre şarap
sirke olunca temizlenir. Ve kullanılması helâl olur. Hattâ kab'ı bile temiz
olur. Bu bâbda sirke yapmakla kendi kendine sirke olması arasında bir fark
yoktur. Üzüm şırasına bir fare düşsede çürümeden çıkarılırsa, sonra bu şıra
şarap olsa, bu şarap bile sirke yapıldıktan sonra temiz ve helâl olur.
Malikîler'e göre de şarap sirke olunca helâldir. Lâkin sirke olmazdan evvel
içine necaset karışmamış olması şarttır. îmâm-ı Ahmed b. Hanbeî'in (164—241)
mezhebi de hemen hemen böyledir. Ulemâdan bazılarına göre şarapdan yapılan
sirke mutlak surette haramdır. Bazılarınca mutlak surette helâldir. Amma
şarapdan sirke yapan yine de günahkâr olur. Onu dökmediği için adaleti
mecruhdur. Nitekim meâlen naklettiğimiz Ebû Talha hadîsi de buna delâlet eder.
Şırayı şarap olmadan sirke haline getirmek için çeşitli usuller vardır.
Meselâ: İçinden sirke boşaltılan bir kab'a şıra konursa asla şarap olmadan
sirkeleşiverdiğî gibi şıranın üzerine bir o kadar sirke koymak da aynı neticeyi
verir. Hattâ üzüm taneleri bir kaba doldurularak kab'ın ağzı toprakla tıkanırsa
yine sirke olur.[100]
28/23- «Bu
da ondan (R.A.) rivayet edilmiştir. Demiştir ki: «Biz Hayber Vak'ası gününde
iken Resûlüllah (S.A.V.). Ebû Talha'ya emretti. O da, muhakkak Allah ve
Resûl-ü sizleri Eh!î eşeklerin etinden nehy ediyorlar, çünkü o etler necistir;
diye nida etti.»[101]
Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Hadîsi Şerîfdeki;
«Allah ve Resûl-ü sizleri ehlî eşeklerin etinden nehy ediyorlar» cümlesi
nazar-ı dikkati celbetmektedir. Filvaki Hazre-tî Peygamber (S.A.V.) bir hatibe:
«Bu kavmin hatibi
olan sen ne kötüsün» Buyurmuşlardı.
Buna sebeb de hatibin
hutbesinde: Her kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse muhakkak doğruyu buldu.
Kim onlara isyan ederse muhakkak saptı» demesi olmuşdu. Buna karşılık Resûl-ü
Ekrem: «Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse demeliydin» buyurmuşlardır. Burada
ise nehy etdikleri şey'i bizzat kendileri yapıyorlar. Ve iki hadîs birbirlerine
muaraza ediyor. Bu itiraza şöyle cevap verilmiştir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in
hatibi tesniye sîgası kullanmakdan nehy etmesi Allah ile Resulüne aid zamirleri
bir araya getirdiği için değil ,makam îbah ve ıtnabı îcabetdiğindendir .Çünkü
hutbe tam îzah ve takrir yeridir. Bir de Resûlüllah (S.A.V.) bu iki zamiri bir
araya getirebilir; fakat başkası getiremez. Zira Rabbisinin Celâl ve Azametini
o bilir; başkası bilemez; denilmişdir.
Enes hadîsi, BuharVûe
şöyledir: «Resûlüllah (S.A.V.)'e birisi geldi: Ve, eşekler yenildi; dedi.
Sonra bir başkası geîdi: Ve, eşekler yenildi; dedi. Sonra bir başkası geldi:
Ve, eşekler ifna edildi; dedi. Bunun üzerine o da, bîr münadî çıkararak;
«Muhakkak Allah ve Resûlü sizleri ehlî eşeklerin etlerinden nehy ediyorlar, çünkü
onlar necisdir.» d'Ye "'da etmesini emir buyurdular. Ve hemen çömlekler
döküldü; hakikaten bunlarda eşek etleri
kaynıyordu.»
Ehlî eşeklerin
etlerinden nehiy bir çok hadîslerle sabit olmuştur.
Hz. Ali, İbni Ömer,
Câbir b. Abdülah, Ibni Ebî Evfa, Berâ, b. Âzib, Ebû Sa'lebe, Ebû Hüreyre, Irbâd
b. Sâriye, Halîd b. eS-Velid, Amr b. Şuayb, Mikdam b. Ma'dikerib ve İbni Abbas
Hazerâtmın rivayet ettikleri hadîsler bunlardandır. Bu hadîslerin hepsi de
müslümanların mü-devvenatında sabittir. Ve hepsi ehlî eşek etlerinin haram
olduğuna delâlet eder. Nitekim birçok Ashab-ı Kiram ile Tabiînin ve onlardan
sonraki îslâm büyüklerinin mezhebi de budur. Abdullah b. Abbas (R. A.)} eşek
etinin haram olmadığına kaildir. Ulemâdan bazıdan İbni Abbas kavliyle zeml
ederler. Bu kavli İmam-ı Mâlik*e de nisbet ederler. İbni Abbas :
«De ki ben bana vahy
edilen Kur'an'da haram kılınmış bir şey bulamıyorum.» Âyet-i Kerîme'sinin
umumu ile istidlal eder. Nitekim eşek etlerinin hükmünü soran bir zâta bu
âyet'i okumuştu. Buharı; İbni Ab-bas'ın: «Bilmiyorum Ehlî eşekler nasm yük
hayvanları olduğundanmı etleri nehy edildi; yoksa harammı kılındı» dediğini
rivayet ediyor. Fakat bu kavlin zaifliği aşikârdır. Çünkü nehyde asıl olan
illetini bilsek de bilmesek de tahrimdir. İbni Abbas, Ebû Davud'un rivayet
ettiği bir hadîs ile de istidlal etmiştir. Bu hadîse göre: «Resûlüllah
(S.A.V.)'e Gâîib b. Ebcer ge'miş ve ya Resûlallah bize kıtlık isabet etti;
malım içinde çotuğumu çocuğumu beslemek için semiz eşeklerden başka bir şey
yokdur. Halbuki sen ehlî eşeklerin
etlerini haram kildin? demiş.
Resûlüüah (S.A.V.)
ona: «Çoluğuna çocuğuna eşeklerinin semizlerinden yedir. Ben onları ancak köy
kenarının pisliklerinden dolayı haram kildim» buyurmuş. Yani pislik yedik-leri
için haram kıldım; demek istemiştir.
Fakat buna şöyle cevap
verilmişdir. Yukarıda zikir edilen hadîsler bu âyetin umumunu tahsis etmiştir.
Bbû Dâvud- (202—275) hadîsi de Muzdarib'tir. Bu hadîs hakkında pek çok
ihtilâflar olmuşdur. Sahih olsa bile eşek etlerinin zarurette mubah olacağına
hamledilir. Nitekim aynı hadîsde: «Bize kıtlık ve şiddet isabet etdi»,
denilmesi buna delildir. Musannif merhumun bu iki hadîsi burada necasetler
babında zikretmesi haram olan şeyin necis de olması lâzım geldiğindendir. Ve
ekser ulemânın kavli de budur. Maamafih mes'ele ihtilaflıdır, Hak şudurki eşyada
asıl olan temizliktir. Haram olmak necis olma yıistilzam etmez, îpek, altun
gibi nice temiz eşya vardırki, kullanılması haramdır. Fakat necis olmak mutlaka
haram olmayı istilzam eder. Yani her necis haramdır. Binaenaleyh etinin haram
olmasından pis olması da lâzım gelmez.[102]
29/24- «Amr
b. Hârice[103] radıyaîîahu anh'den
rivayet edilmiştir. Demişdîr ki: «Resûlüllah (S.A.V.) Mina'da hayvanının
üzerinde bize hutbe okudu. Devesinin salyası omuzuma akıyordu.»[104]
Bu hadîsi; Imam-ı
Ahmed ile T'rmizî tahrîc etmişler; Tirmizî sahîhlemîştir.
Hadîs-i Şerîf, eti
yenilen hayvanın salyasının temizliğine delildir. Ki asıl olan da budur. Bu
bâb'da İcma-ı Ümmet de vardır.[105]
30/25- «Âişe[106]
radıyallahu anha'dan rivayet edilmiştir. Demişdir ki: «Resûlüllah (S.A.V.)
menliyi yıkar; sonra o elbise içinde namaza çıkardı. Ben yıkamadan hası! olan
esere bakıyordum.»[107]
Bu hadîs; Mütfefekun Aleyh'dir.
Müslim'de şöyledir:
«Ben onu Resûlüllah (S.A.V.)'in elbisesinden İyice oğuşduruyordum. Bunu
müteâkib o elbisenin içinde namaz kılıyordu.» Müslim'in bir rivayetinde de şu
elfazladır: «Menî kuru olursa onu ban tırnağım ile Resûlüllah (S.A.V.)'in elbisesinden kazıyordum.»
Bu hadîs-i şerifi
îmam-ı Buharı, Hazreti Âişe'den çeşidli lâfızlarla tahrîc etmişdir. Bunlarda
Hazretî Âİşe (R. Anha)'nm menî'yi Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in elbisesinden
yıkadığı belirtilmekte ve ba'zısında:
«Yıkamanın eseri
elbisesinde su lekeleri şeklinde idi» denilmekde. Bazısında:
«Suyun lekeleri
elbisesinde olduğu halde namaza çıkıyordu» diye ifâde buyurulmakda, diğer
bazılarında:
«Onda yıkamadan hasıl
eser su lekeleri İdi» buyurulmakda, bazılarında:
«Sonra o eseri
elbisede leke veya lekeler halinde görürdüm» denilmektedir.
Ancak hadîs ulmâsından
Bezzâr bu hadîse itirazda bulunmuş ve: «Bu hadîsi Hazretî Âişe'den Süleyman b.
Yesâr rivayet etmişdir. Halbuki Süleyman, Hazreti Âişe'den işitmemiştir.»
demiştir. Bu itirazı Bez-zâr'dan önce İmam-Şafiî (150—204) «El-Ümm ismindeki
kitabında başkasından hikâye tariîkiyle yapmıştır. Fakat, itiraz
reddedilmişdir. Çünkü İmam-% Buharı ile Müslim'in onu sahîh kabul etmeleri,
Süleyman'ın Hazreti Âişe'den işittiğine ve hadîsi Merfu, rivayet etmesinin
sahîh olduğuna delildir.
Bu hadîs, menî pisdir
diyen Hanefiyye ile Mâlikiyye'nin ve bir rivayette İmam- Ahmed b. HanbeVm
(161—241) delilidir. Bunlara göre yıkamak ancak pislikden dolayı lâzım olur.
Bir de menîyi sidik kazurat gibi vücuddari çıkan pis şeylere kıyas ederler.
Çünkü bunların hepsi yiyeceklerden hasıl olur ve bir yere dökülür. Menî'nin
çıktığı yoldan da çıkar. Binâenaleyh sair necasetler gibi menî'yi de yıkamak
îcab eder. Oğuşdurmakla veya kazımakla temizleneceğini ifâde eden hadîsleri ise
te'vil ederler ve: «Bunlardan murad, su ile oğuşdurmakdır»; derler.
Şafİîfer'e göre menî
temizdir. Menî'nin temiz olduğuna onlar da aynı hadîsle istidlal ederler.
Derler ki: Menî'nin yıkanacağını ifâde eden hadîsler, yıkamanın mendub olduğuna
hamlolunur. Zîra yıkamak mutlaka 'o şey'in pis olmasını gerekdirmez. Kir ve
pas'dan temizlik için yıkamış olabilir. Nitekim, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
elbiseye bulaşan menî'nin hükmü soruldukta :
«O ancak sümük ve
tükürük mesabesindedir»; buyurdular. Şüphesizki menî'yi tükürük ve sümüğe
benzetmek cnun temiz olduğuna delildir. Vâkıâ :
«Onu bircapıt veya izhîr
denjlen nebatla silmen sana yeter» rivayeti de vardır. Fakat bu da menî'nin
temiz olduğunu gösterir. Zîra silme emri pis olduğu için değil elbisenin
üzerinde kalacak ofan menî iğrenç bir manzara arzedeceği içindir.
Şâyed menî necis
olsaydı o zaman silmek kâfi gelmez, mutlaka yıkamayı emr ederdi. Menî'yi sidik
ve kazurat gibi vücuddan çıkan pisliklere benzetmek, nassın karşısında kıyas
ile amel etmek olur ki, caiz değildir.»
Maamafih Hanefiyye ile
MâMkiyye oğuşdurmak veya kazımakla menî'nin temizlenmesi mes'elesi Hazreti
Peygamber (S.A.V.)'e mah-susdur. Çünkü onun fadalâti, yani mübarek vücudunun
dışarıya attığı şeyler temizdir, iddiasıyle Şâfiyye'ye cevab verirler. Bahusus
Hanefî-ler menî necisdir; demekle beraber bu bâbda iki vecih gösteren hadîslerle
amel etmiş olmak için menî yaş olursa yıkamak îcab ederse de kuru olursa
oğalamak kâfidir derler.[108]
33/26- «Ebû's-Semh[109]
radiyallahu anh'den rîvâyet edilmiştir.Demiştîr ki: «Resûlullah (S.A.V.):
«Kızın sidiğinden (pislenen bir şey) yıkanır; oğlanmkinden su serpilir;»
buyurdular.»[110]
Bu hadîsi; Ebû Dâvud
ile Nesâî tahrîc etmiş; Hâkim de sahîhlemişdir.
Hadîs-i Şerifi yine
Ebû's Semh Hazretlerinden el-Bezzâr, îbni Mâce (207—275) ve îbni Huzeyme
(223—311) gibi hadîs imamları tahrîc etmişlerdir. Onlardaki rivayeti şöyle
başlar :
«Dedi ki : Ben
Peygamber (S.A.V.)'e hizmet ediyordum. Hazreti Hasan'ı veya Hüseyin'i
getirdiler. O da Resûlüllah (S.A.V.)'in göğsüne bevl etli. Ben hemen yıkamağa
geldim. Buyurdular kî: «KlZin bev-linclen dolayı yıkanır... ilâ âhir...» Bu
hadîsi, îmam-% Ahmed b. Hanbel (164—241), Ebû Dâvud (202—275), îbni Huzeyme,
İbni Mâ-ce ve el-Hâkim (321—405) Lübâbe bİnti'I-Hâris'den ve "keza Hazreti
Ali b. Ebî Tâlib'den rivayet etmişlerdir. Lübâbe hadîsinde:
«Kızın sidiğinden
yıkanır, oğlanın sidiğinden suya daldırılır.» buyurulmaktadır.
Hadîsin ravîlerinden
Katâde'ye göre bu tafsilât, çocukların henüz anne südüyle beslendikleri zamana
âîddir. Yemek yemeğe başladıkları zaman her ikisinin bevli de yıkanır. Bu bâbda
fazısı Merfu' bazısı Mevkuf bir çok hadîsler vardır. Fakat Hafız BeyhaM'nin
{384—458) dediği gibi bunlar birbirine katılınca kuvvet bulurlar.
Bu hadîs-i şerîf kız çocuğu ile oğlanın bevl
hükmünde bir olmadıklarına delildir. Ancak bu delâlet de süt çocuğu oldukları
zamana mahsustur. Nitekim râvı'nin sözünü yukarıda gördük. Maamafih bu bâbda
Merfu, hadîs de vardır. îbni Hibbân'm (—354) Sahihi ile îbni Ebî Şeybe'mn
(—234) El-Musannef'inde Îbni Şihab'd&n şöyle rivayet ediliyor :
«Sünnet, çocuklardan
henüz yemek yemeyenlerin bevline su serpmekle cereyan etmiştir.» Bundan maksad,
sütden gayrî müstakilen yiyecekle iktifa etmemeleri hâlidir, Ulemâ'nın bu bâbda
üç mezhebe ayrıldığını görüyoruz.
1— Hanefîler
ile Mâlikîler'e göre çocukların bevli, büyüklerin bevli gibidir. Aralarında bir
fark yokdur. Binaenaleyh necisdir. Sair pislikler gibi onları da yıkamak îcab
eder. Onlar bu hadîsleri te'vil ederler.
2— Şafiîler'le
Hanbelîler'e göre oğlanın sidiğine su serpilir, kızın ki sair necasetler gibi
yıkanır. Görülüyor ki Şafiîler'le Hanbeliler bu bâbda tamamiyle sadedinde
bulunduğumuz hadîslere uymaktadırlar. Hazret i Ali (R. A.), Ata,
El-Hasan ve sâirenin kavli de budur.
3— EvzâVye.
göre çocuk erkek olsun kız olsun, sidiğin üzerine su serpmekle yeri temizlenir.
Maamafih temizleme
hükmü ne olursa olsun çocuğun sidiği necisdir. Nitekim ekser ulemânın kavli de
budur. Ancak Şarî' Hazretleri temizleme
hususunda kolaylık ihsan
buyurmuştur. Hadîs de geçen tâbirinin
şerhinde îmam-ı Nevevî (631—676) şöyle diyor:
sidik isabet eden
şey'in üzerine akar dereceyi bulmamak şartıyla çok su dökmekdir. Başka'
şeylerde çok su deyince akar derecede olması ve damlaması şarttır. Sıkmak şart
değildir. Ulemânın Muhakkiklerinden İmamü'î-Haremeyn'in (419 - 478) kavli de
budur.[111]
34/27- «Esma
bint-i Ebî Bekir[112]
radıyallahu anhümâ'dan rivayet edilmiştir ki: Peygamber sotlollahu aleyhi ve
sellem elbiseye bulaşan Hayız Kam hakkında : Onu oğalar; sonra su île (ıslatarak)
parmak uçlarıyla oğuşdurur; sonra yıkar; sonra içinde namaz kılar»
buyurmuşlardır.[113]
Hadîs, Müttefekun
A'eyh'dir. Aynı Hadîs-i Şerifi îbni Mâce şu lâfızla tahrîc etmiştir:
«Onu su İle oğuşdur ve
yıka» îbni Ebî Şeybe'mn rivayetinde şöyledir:
«Onu su ile oğuşdur;
yıka ve içinde namaz kıl!» îmam Ahmed b, Hanbel, Ebû Dâvud, Nesaî (215—303),
îbni Mâce, îbni Huzeyme (223—311) ve îbni Hibbân'm Ümm-ü Kays Bint-i Mihsan'dan
rivayet ettikleri hadîsde Ümm-ü Kays diyor ki: «Resûlüllah (S.A.V.)'e elbiseye
bulaşan hayz kanını sordum:
«Onu taşla oğuşdur, su
ve sidirle yıka» buyurdular. îbni Kattan (—628); «Bu hadîsin isnadı sen derece
sahîhdir. Hiç bir illetini bilmiyorum» diyor.
Bu hadîsi şerîf hayz
kanının pis olduğuna; onu yıkamanın vücu-buna ve temizleme hususunda mübalağa
gösterilerek oğuşturmak, suya gark etmek gibi eserini giderecek şeylere
tevessül edilmesinin lüzumuna delildir. Hadîsin zahirine bakılırsa bu
zikrolunanlar yapıldıktan sonra pisliğin eseri bile kalsa başka bir şey
yapılmaz; çünkü hadîsde zikre dilnıemişt ir. Hattâ aşağıdaki hadîsde «Eserinin
kalması sana zarar etmez» buyurulmuşdur.[114]
35/28-
«Ebu
Hüreyre radıyallahu an/ıJdent rivayet edilmiştir.Demiştir ki: «Havle, yâ
Resûlallah kan çıkmazsa ne
yapmalı! dedi :
Sana su yeter;
pisliğin eseri sana zarar etmez; buyurdular.»[115]
Bu hadîsi, Tİrmizj
tahrîc etmiştir. Senedi Zaîf'tir. Hadîsi, yine Zaîf senedle Beyhakî (384—458)
de tahrîc etmişdir. Zaif olmasının sebebi isnadında İbni Lehîa bulunmasıdır.
Hadîsin râviyesi Havle'den Murad İbni' Abdilberr (368 — 463)'in «El-İstîab»
adlı kitabında beyân ettiğine göre Havle Bint-i Yesâr'dır. Halbuki îbrahimiVl
• Harbî Havle Bint-i Yesâr'dan şu hadîsden başka bir hadîs rivayet edildiğini
işitmedik» diyor. Filhakika Taberanî (260—360) de bu hadîsi «.El-Kebîr»-inde
Havle Bint-i Hakimden rivayet etmiştir. Ve isnadı yukarıkinden daha Zaif'tir.
Dârimî (181—255) dahi bu -hadîsi Hazreii Âişe'ye Mevkuf olarak rivayet eder.
Lâfzı şöyledir:
«Kadın kanı yıkar da
çıkmazsa onu sarıya boyamakla veya za'feranla değiştirsin.» Ebû Dâvud (202—275)
dahi ayni hadîsi Hazretİ Âişe'ye Mevkuf olarak rivayet ediyor. Sarı boya veya
za'feranla boyanması pisliğin aynını gidermek için değil rengini değiştirmek
içindir.
Bu hadîs pisliğin
temizlenmesi için eserinin de mutlaka çıkmasının şart olmadığına delildir.
Nitekim Hanefiyye ile Şâfiîyye İmamlarının mezhebi budur.
Görülüyor ki, bu babın
hadîsleri şarab, ehlî eşeklerin eti, menî, çocukların bevli ve hayız kanı gibi
necasetleri ihtiva ediyor. Musannif merhum «A'rabî'nin mescide bevl etmesi»
hadîsiyle, «derinin dibağati» hadîslerini de bu bâb'a koysa daha münasib
olurdu.[116]
Vav zamme ile okunursa
abdest almak demektir; fetha ile okunursa abdest suyu demek olur. Maamafih
masdar manâsına da kullanılır. Abdest almak namazın en büyük şartlarındandır.
Buharî ile Müslim'in Merfû'an tahrîc ettikleri şu Ebu HÜreyre hadîsine bakınız:
«Hiç şüphe yok ki
biriniz abdestini bozduğu vakit abdest almadıkça Allah onun namazını kabul
etmez.» :
«Abdest îmanın
yarısıdır» hadîsi şerîfî de Sahîh ve sabit bir hadistir. Abdestin farz.olduğunu
Cenâb-i Hak şu âyet-i kerîmesiyle beyân buyurmaktadır:
(
[117] )«Ey
mü'minler, namaza kalkmak istediğiniz zaman yüzlerinizi yıkayın...» Bu âyet-i
kerîme Medine'de nazil olmuşdur.
Ulemâ abdestin
Medine'de mi yoksa Mekke'de mi farz olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Muhakkikler Medine'de nazil olduğuna kaildirler. Çünkü zıddına delil yoktur.
Abdestin faziletleri pek çoktur. Bunlardan bazılarının İmam-ı Malik (93—179)
ve başkalarının Merfu' olarak Ebu Hüreyre (R. A./den rivayet ettikleri şu
hadîsi şerîf göstermektedir :
«Müslüman kul yahud
mü'min kul abdest alır da yüzünü yıkarsa gözleriyle bakmak suretiyle işlediği
her günah yüzünden su ile beraber yahud suyun son damlasıyla birlikte çıkar.
Ellerini yıkadığı zaman elieri ile tutarak işlediği her günâh su ile beraber
yahud suyun son damlasıyla birlikte ellerinden çıkar. Ayaklarını yıkadığı zaman
ayaklarının yürümesiyle hasıl olan bütün günahlar su ile beraber yahud suyun
son damlasıylş birlikte çıkar. Tâ ki günahlardan tertemiz çıkıncaya kadar.»
Yine îmam-ı Mâlih'in AbdullahiVSunabihî Hazretlerinden rivayet ettiği şu
hadîs-i şerîf daha da şümullüdür:
«Abdullah Hazretleri
şöyle demiştir : «Filhakika Re sû I-ü Ekrem (S.A.v.) : Mü'min kul Abdest alıp
mazmaza yaptı mı bütün günahlar ağızdan çıkar. Burnunu atdığı zaman günahlar
burnundan çıkar. Yüzünü yıkadığı zaman günahlar yüzünden çıkar; ta gözlerinin
kirpik altlarından bile. Ellerini yıkadığı vakit günahlar ellerinden çıkar;
hattâ ellerinin tırnak altlarından bile. Başına mesh ettiği vakit günahlar
başından çıkar. Hattâ kulaklarından bile. Ayaklarını yıkadığı zaman günahlar
ayaklarından çıkar. Tâ ayak tırnaklarının altından bile. Sonra camie gitmesi
ve namazı ona nafile kalır. Buyurdular.» Bu manâ'da daha nice hadîsi şerifler
vardır.
Acaba abdest bu
ümmetin hususiyetlerinden midir? Bu cihet ihtilâfdır. Muhakkikîn-i uîemâ'ya
göre bu ümmetin hususiyetlerinden değildir. Hasaisinden olan yalnız ğurre ve
tahcil'dir. Ki bunlar hakkında bu bâbda gelecek 12 nci hadîsde malumat
verilecekdir.[118]
36/29-
«Ebu
Hüreyre rackyallahu anh'den Resûl-ü Ekrem salldl-lahu aleyhi ve sellem'ın şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir.
— Eğer ümmetime
meşakkat vereceğimi bilmesem kendilerine her abdest ile beraber misvak
tutunmalarını emr ederdim.»[119]
Bu hadîsi; Mâlik,
Ahmed, Nesâî tahrîc etmişler; Ibni
Huzeyme de sahîhlemiştir. Buhar! bunu ta'lik suretiyle zikir etmişdir.
Hadîs-i Muallak (Bak:
Hadîs tstilâhlan; shf: Y).
Bu hadîs-i şerîf
Müttefekun Aleyh bir hadîs'dir. tbn-% Mende (—301) «Bunun sahîh olduğuna
ittifak vardır» der. Nevevî (631 — 676) de : «Bazı büyükler hata etti ve bu
hadîsi Buharı tahrîc etmedi sandı» diyor. Filhakika Musannif merhum bu zannı
vermektedir. Hattâ dikkat edilirse Buharı ile Müslim'den biri onu tahrîc
etmemiş sanılır. Halbuki bu hadîsi şerîf ahkâma umde ve esas teşkil eden
hadîslerdendir. Böyle hadîsleri ise ancak Şeyheyn denilen Buharı ile Müslim'in
müttefikan tahrîc etmiş olması îcab eder. Nitekim etmişlerdir. Bu Manâda bir
çok Ashab-ı Kirâm'dan bir nice hadîsler rivayet edilmiştir ki îmam-ı Ahmed b.
HaribeVin (164—241) Hazreti Ali Kerre-meîlahu veche'den; Tirmizî (200—279)'nin
Zeyd b. Hâlid'den rivayet ettikleri hadîslerle, Ümm-ü Habîbe, Abdullah b. Ömer,
Sehl b. Sa'd Câbir hadîsleri, Ebu Nuaym (—4O3)'ın rivayet ettiği Enes Hadisi ve
Ahmed b. Hanbel ile TirmizVnm rivayet ettikleri Ebu Eyyûb Hadîsleri, Müslim'de
ve Ebu Dâvud'd&ki İbni Abbas ve Hazreti Âişe Hadîsleri hep bunlardandır:
«Misvakleniniz, çünkü
misvak ağzın temizliğidir.» hadîsi misvaklenmeyi emr ediyor. Yalnız bu hadîs
Zatf'tir. İbni Mâce'nin (207—275) tahrîc ettiği hadîslerdendir. Maamafih bir
çok şâhidleri de vardır. Misvak emrinin sahih olduğuna delâlet eder. Misvak
hakkında îmam-ıAhmed (164—241), İbni Huzeyme (223—311), Hâkim. (321—405), Dâre
Kutnî (306—385) ve sâirenin tahrîc ettikleri şu hadîs de şâyân-ı dikkattir;
«Şüphe yok ki, misvak
tutunmak peygamberlerin sünnetidir. Hem o dinî hasteltlerden ve
taharetlerdendir. Kendisi için misvak tutunufan namaz, misvak tutunul-mayandan
yetmiş derece daha faziletlidir.» El-Bedrü'l-Münîr adlı eserde şöyle deniliyor:
«Misvak hakkında yüzden ziyâde hadîs zikredilmiştir. Şâyân-ı hayrettir ki, bir
sünnet hakkında bu kadar hadîsler vârid oluyor da onu yine bir çok kimseler
hattâ fukaba'-dan bir çoğu terk ediyor. Bu cidden büyük bir haybetdir.»
Sivâk = Lâfzı sinin
kesri ile lûgatta hem misvak tutunmağa hem de misvâk'a denir. Istılah'da ise
dişlerin sarılığını ve sâireyi gidermek için ağaç kökü veya benzeri bir şeyi
dişlerde kullanmakdır. Hazreti Âişe (R. Anha)'nm rivayet ettiği şu hadîs-i
şerife bakılırsa dişleri düşenlerin bile misvak tutunması Meşru' olmuşdur:
Dedim ki: Yâ
Resûlaflah dişleri dökü'en adam misvak tutunacak mı? Evet. Buyurdular. Nasıl
yapacak? Dedim. Parmağım ağzına Sokacak buyurdular.»
Misvak tutunmanın
hükmü: Cumhur-u ulemâ'ya göre sünnettir. Hatta vâcibdir diyenler bile
olmuşdur. Sadedinde bulunduğumuz hadîs-i şerîf, vâcib olmadığına delildir.
Çünkü bu hadîs-i şerifte: «Meşakkat olacağını bilmesem emrederdim»;
buyuruluyor.
Demek ki meşakkat
olacağını bildiği için Fahr-i Kâinat Efendimiz (S.A.V.) emretmemişlerdir. Maamafih burada terkedilen
emir vücûb için olandır. Yoksa nedb için emr şüphesiz ki sabittir. Hadîs-i
Şerîf misvakın vaktini de tâyin ediyor. Her abdest alırken kullanılacak. Bununla
beraber her zaman misvâklanmak müstehabdır. Bahusus şu beş yerde şiddetle
müstehab olur:
1— Namaz kılınacağı zaman.
(İster abdestle kılsın ister
teyemmümle.)
2— Abdest
alırken.
3— Kur'an
okurken.
4— Uykudan
uyandıkta.
5— Ağzın
kokusu değişdikde.
îbnü Dakikil-tyd
(625—702) diyor ki: «Bundaki yâni namaz kılınacağı zaman misvak tutunmakdaki
sır, Allah'a ibâdet edeceğimiz her hâl u kârda ibâdetin şerefi için tertemiz
bulunmamızdır.» Bazılarınca misvak emri; Melek fena kokudan müteessir olmasın
diyedir. Çünkü Melek ağzını, okuyan kimsenin ağzına koyar ve pis kokudan eziyet
duyar. Bunu def etmek için misvak meşru' olmuşdur.» Bu tevcih fena değildir.
Hadîs-i Şerifin zahiri
mutlakdır. Oruçlu olsun, oruçsuz olsun Mis-vât tutunmak sünnet'dir. İmam-ı
Şafiî (150—204) oruçlu bir kimsenin öğleden sonra misvak tutunmasını sünnetden
saymaz. Çünkü o zaman misvak tutunmak indallah pek makbul olan huluf'u yani
oruçlu ağzm kokusunu giderir. Hasreti Şafiî'ye «misvak huluf'u gidermez. Zira
huluf mideden gelir.» Diye cevap verilmişdir. Bazılarına göre misvak yalnız
abdest alırken sünnet'tir. Binaenaleyh evvelden abdestli bir kimsenin namaza
kalkarken misvak tutunması îcabetmez. Nitekim bu ha-dîsde de «Her abdest
aldıkça» deniliyor.
Misvakın makbul olanı
Erak ağacından yapılanı ve fazla kuru veya yaş olmayanıdır. Zira kuru olursa
diş etlerini zedeler. Fazla yaş olursa matlub temizliği yapamaz.[120]
37/30-
«Humrân[121] radıyallahu anh'den
rivayet edilmiştir ki, Osman (R. A.) abdesf suyu İstemiş ve ellerini üç defa
yıkamış; sonra ağzını çalkalamış; burnuna su çekerek burnunu atmış; sonra
yüzünü üç defa yıkamış; sonra sağ elini dirseğe kadar üç defa yıkamış; sonra
sol elini de aynı minval üzere yıkamış; sonra başına mesh etmiş. Sonra sağ
ayağını topuklara kadar üç defa yıkamış; sonra sol ayağı da aynı şekilde
yıkamış; sonra da: Ben Resûlüllah (S.A.V.)'İ benim şu abdestim gibi abdesf
alırken gördüm. Demişdir.»[122]
Hadîs Müttefekun
Aleyh'dir.
Bu hadîs-i şerîfde
zikri geçen üç defa el yıkama meselesi ulemânın ittifakiyle abdestin
sünnetidir. Bir de uykudan uyandıktan sonra elleri üç defa yıkama vardır ki,, o
abdestin sünneti değildir. Ve ileride «IstîkâzB hadîsinde gelecekdir.
Binaenaleyh bir adam uykudan uyansa da abdest almak istese bu iki hadîsin
zahirine göre evvelâ ellerini uykudan uyandığı için üç defa yıkar; sonra
abdest alacağı için de üç defa yıkar. Bununla beraber tedahül olmak yani bir
defadan «üç kere yıkamanın iki defa üçer yıkama yerini tutması ihtimali de
vardır.
Mazmaza : Suyu ağza
alarak ağzı çalkalamak ve sonra ağzından atmakdır. Hazreti Osman Hadîsinde
bunun kaç defa yapıldığını beyan edilmişse de Hazreti AH hadîsinde üç defa
olduğu gösterilmiştir.
İstinşâk : Suyu
nefesle birlikte burunun tâ nihayetine- çekmektir. Istînsâr : Suyu burundan
atmakdır.
Mirfak : Dirsek
demektir. Abdest âyetinin dirseklerin yıkanmasını ifâde edip etmemesi bazı
ulemâya göre mücmel sayılmış ise de hadîs imamlarından Dâre Kutnî (306 — 385),
El - Bezzâr, Taberânl, Tahâvî (238 — 321) gibi zevatın tahrîc ettikleri
hadîslerde dirseklerin yıkanacağı beyân edilmiştir. Bu hadîslerin bazısı her
nekadar zaîf de olsa mecmû'u ..yine de, birbirini takviye etmektedir. Bundan
dolayı-dir ki, îmam-ı Şafiî (150 — 204): «Dirseklerin abdestte yıkanması îcab
edeceği hususunda ben bir ihtilâf bilmiyorum» demişdir.
Şimdi bu hadîslerden
bir ikisini görelim: Dâre Kutnî'mn Zaîf senedle tahrîc ettiği bu hadîs Câbir b.
Abdillah (R. A.) tarafından rivayet edilmişdir. Bunda:
«Suyu iki dirseğinin
üzerinde döndürüyordu» deniliyor. Bezzâr ile Tdbe~ rânî'nm tahrîc ettikleri
Vâİl b. Hucur hadîsinde de:
«İki kolunu tâ
dirsekleri geçinceye kadar yıkadı» buyurmuştur. Tahâvî ile Tab.erânî'nin tahrîc
ettikleri Sa'lebe Hadîsinde ise:
«Sonra kollarını
yıkadı. Hattâ su dirseklerinin üzerine akdi» denilmektedir. Binaenaleyh abdest
alırken dirsekler yıfeanacaktır. Ulemâ başa mesh meselesinde, de ihtilâf
etmişlerdir. Zîra âyeti yine mücmel görmektedirler. «Başlarınıza mesh ediniz»
demek bütün başınıza mı yoksa bir kısmına mı açık olarak anlaşılamıyor
diyorlar. MâÜkîler'le Hanbelî-ler'e göre bütün başa mesh etmek farzdır.
Şafİtler bil'akis parmak ucuyla,yapılan meshi bite kâfi görüyorlar. Hanefîler:
Başın dörtte birine mesh etmek farzdır; derler. Bazı ulemâya göre ise başın
bir kısmına mesh ettikden sonra bir kısmını da sarığın veya giydiği serpuşun
üzerine tamamlaması îcab eder. Başın tamamına mesh farz değildir diyenler
îmam-ı Şafiî'nin tahrîc ettiği «Ata» hadîsiyle istidlal eder ve: Bu hadîs-i
şerîf âyetdeki fei ihtimalden birini beyan etmişdir; derler. Bu hadîsde:
Resûlüllah (S.A.V.) abdest aldı. Ve başından sarığı çıkararak başının ön
tarafına mesh etti»; deniliyor. Hadîs; Mürsel'dir. Fakat Hazretî Enes'in
rivayetinden Merfu' olarak da gelmişdir. Onun da senedinde meçhul bir ravî
varsa da bu da Hazreti Osman (R. A.) hadîsiyle kuvvet bulmuşdur.
Hadîs-i Şerifin bu
rivayetinde meshin tekrarı yoktur. Başka rivayetlerinde onun da tekrarı
zikrediliyor.
Kâ'beyn = Topuklar
demektir ki; bunlardan maksad ayakların bacağa bitişdiği yerdeki çıkık
kemiklerdir. Ekser ulemânın kavli bu olmakla- beraber bazı ulemâya göre ayağın
üzerindeki topuğa benzer çıkıntılardır. Bu sebeble mes'elede bir hayli kîl-û
kâl olmuştur.
Hadîs-i Şerifin
zahiri, âzâlar arasında tertip ifâde eder.Çünkü, âzâlar birbirleri üzerine
edatı ile atfedilmişdir.
Bu edat ise tertîb ve
gecikme İfâde eder. Yıkanan azanın üç defa yıkanacağı dahi bu hadîsden
anlaşılan ahkâmdandır. Ancak tertib mes'elesinde Hanefîler muhalefet etmiş. Ve
tertibin vâcib olmadığına kail olmuşlardır. Üç defa yıkamak ise bil icma' vacib
değildir.Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) her azayı birer defa yıkayarak. Abdest
aldığı gibi, ikişer defa yıkayarak da abdest almıştır.
Mazmaza ile Istinşâka
gelince : Bazıları bunların vâcib olduğuna zâhib oîmüşdur. Çünkü Resûl-ü Ekrem
{S.A.V.) bütün abdestlerinde bunlara devam buyurmuşlardır.
Ebu Davud'un (202—275)
sahîh isnad ile rivayet ettiği bir hadîsde mazmaza ile istinşâk emrolunmuşdur.
Bazıları da mazmaza ile istin-şâk'ın Sünnet olduğuna kaildir. Bunlar da Ebu
Dâvud hadîsiyle istidlal ederler. Ve bu hadîsde abdest tarif edildiği halde
mazmaza ile istinşâk zîkredilmemişdir. Şayet, vâcib olsalardı sair vâcib olan
abdest fiilleri gibi bunlar da zikrediîirdi. Binaenaleyh Vâcib değil Sünnet'dir
derler. Ve bu bâbdaki emri mendub kabul ederler.[123]
38/31-
«Ali[124]
radiyallahu anh’den Peygamber (S.A.V.)'İn nasıl abdest aldığı hakkında rivayet
edilmişdlr kî: «Başına bir defa mesh etti.» demiştir.[125]
Bu hadîs-i; Ebu Dâvud
tahrîc etmiştir. Nesâî ile Tirmizî dahi sahih isnad ile tahrîc
etmişler;*h.attâ Tirmîzî; «bu bâbda bu hadîs en sahîh bir şeydir», demiştir.
Hadîs-i Şerif uzun bir
hadîsin bir kısmıdır. Bu hadîsde Hazreii Alî (R. A.) abdestin nasıl alınacağını
başdan sona îzah etmişdir. Bu da yukarı da geçen Hazreti Osman Hadîsinin ifâde
ettiği hükmün aynını ifâde etmekdedir. Musannif merhum bunu Hazreti Osman hadîsinde
tasrih edilmeyen, başa bir defa mesh mes'elesini isbât için getirmiştir.
Filvaki bu mes'ele de ihtilaflıdır. Bazıları şâir azanın üç defa yıkanmasına
bakarak meshin de üç defa yapılacağına kail olmuş, bu"bâbda müddealarını
isbât için Ebu Dâvud'vaı (202—275)^ tahrîc ettiği Hazreti Osman Hadîsiyle
istidlal etmişdir. Ebu Dâvud bu hadisi iki veçhile tahrîc etmiş; bunlardan
birini İbni Huzeyme (223—311) sa-hihlemişdir. Eir Sünnetin sabit olması için de
bu kadarı kâfidir; diyorlar. Diğer bazıları mesh üç defa yapılamaz; zira
Hazreti Osman Hadîsleri umumiyetle meshin bir def a yapıldığına delâlet
etmektedir; derler. Bir de mesh tahfif için meşru' olmuşdur; yıkamağa kıyas
edilemez; zâten meshde aded nazar-ı îtibâre alınırsa yıkamakla mesh arasında
fark kalmaz; diyorlar.
Yukarıdaki hadîsi Ebu
Dâvud altı yoldan tahrîc etmişdir. Bazılarında mazmaza ve istinşâk yoktur.[126]
39/32- «Abdullah
b. Zeyd b. Âsim[127]
radiyallahu anh'öen abdesiin sıfatı hakkında şöyle dediği, rivayet edilmiştir.
Resûlüllah saltdttahü aleyhi ve sellem başına mesh etdi ve iki elini Öne ve
arkaya hareket etdirdİ.»[128]
Hadîs; Miittefekun
Aleyh'dir.
Şeyheyn'in bir
rivayetinde lâfız şöyledir: «Başının ön tarafından başladı ve ellerini kafası
tarafına doğru götürdü. Sonra onları yine başladığı yere döndürdü.»
Bu hadîs-i şerîf
meshin nasıl yapılacağını yani onun sıfatını beyan ediyor.
Bu hususda ulemâ üçe
ayrılmışlardır:
1— Mesh
ederken yüz tarafından başlayarak geriye kafa tarafına doğru gidilir. Sonra
tekrar dönerek başlanılan yere
gelinir. Nitekim hadîs-i şerifin son
kısmı da bunu ifâde ediyor.
2— Başın arka
tarafından başlanır; yüze doğru mesh edilir. Yüze geldi mi tekrar arkaya
gidilir.
3— Alından
başlanır. Yüze doğru gidilir. Sonra başın arkasına doğru çekilir; sonra
yine alına doğru dönülür.[129]
41/33-
«Abdullah b. Amr[130]
radıyallahu anhümâ'dan abdestin sıfatı 'hakkında şöyle dediği rivayet
olunmuşdur: «Sonra başına mesh etdi; ve şehâdet parmaklarını iki kulağına
sokdu; baş parmaklarıyla da kulaklarının dışına meshetdi.»[131]
Bu hadîsi;Ebû Dâvud
ile Nesâî tahrîc etmişler; İbni Huzeyme de sahîhlemişdir.
Bu hadîs-i şerîf dahi
yukarıda geçenler gibi abdestin sıfatını beyan ediyor. Musannif merhumun bunu
burada zikretmesi öteki hadîslerde olmayan bir ziyâdeyi isbât etdiği içindir.
Bu ziyâde kulakların mesh edilmesidir. Kulakların meshi bir çok hadîslerde zikredilmişdir.
Ebû Davud'un (202—275) Mikdam b. Ma'dîkerib ile Rebi'den rivayet etdiği
hadîslerle, Dâre Kutnî (306—385)'nin Hazreti Enes'den Hâkim (321 — 405)'in
Abdullah b. Zeyd'den rivayet etdikleri hadîsler bu cümledendir. Abdullah b.
Zeyd hadîsinde Resûlüllah (S.A.V.)'in kulaklarını başından artan su ile değil
de yeni su ile meshetdiği zikredilmektedir. Nitekim ileride bu hadîs-i şerîf
gelecektir. Bu hadîs hakkında Beyhakî (384— 458) : «Bu sahîh bir isnaddir.»
demişdir. Kulakların yeni su ile mi yoksa başdan artan su ile mi meshedeceği
hususu ihtilaflıdır. Biraz ileride tafsilâtı gelecektir.[132]
42/34- «Ebû
Hiireyre radıyattahü anh'ıfen rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûîüllah
salldllahü aleyhi ve sellem :
Biriniz uykusundan
uyandığı zaman üç defa burnunu atsın; çünkü şeytan onun burnunda geceler;
buyurdular.»[133]
Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Burnun yukarısıdır.
Bazılarına göre bütün burundur. Bazılarına göre ise burnun yukarısmdaki
kıkırdak kemiklerdir.
Bu hadîs-î şerifin
zahirine göre gece olsun gündüz olsun uykudan uyanan bir kimsenin burnunu
atması vâcibdir. Ancak BuharVmn rivayetinde şöyle buyruluyor:
«Biriniz uykusundan
uyandı da abdest almak istedi mi Üç defa burnunu atsın...» Görülüyor ki bu
rivayet yukarıdaki mutlak rivayeti kayıdlamışdır.. Buna göre sümkürmek abdest
alacağı zaman îcab ediyor, Hadîs-i şerîfdeki «geceler» tâbirinden de uykunun
gece uykusu olduğu anlaşılıyor. Bu hadîs, «Abdest alırken yalnız istin-sâr yani
burnuna su çekip sonra sümkürmek vâcibdir; mazmaza vâcib değildir» diyenlerin
delilidir. Bu kavle zâhib olanlar îmam Ahmed b. Haribel (164—241) ile fukahâdan
bir cemaattır. Cumhur-u ulemâ'ya* göre ise istinsâr vâcib değil mendubdur. Zira
buradaki emir nedib içindir. Cumhur-u ulemâ A'rabî hadîsiyle istidlal ederler.
Bu hadîs.de Re-sûl-ü Ekrem (S.A.V.) A'rabî'ye :
«Allah sana nasıl
emretti ise öyle abdest al!»; buyurmuş ona abdesti bütün şerait ve. erkâniyle
tarif etmiş fakat iştinsârı zikir buyurmamışdır. Bir çok hadîslerde bu hal hep
böyledir. Maamafih bazı hadîslerde mazmaza ile istinşâk zikir edilmişdir.
Bazısında zikir edilip bazısında edilmemesi ise mendup olduğuna delildir.
Şeytanın burunda
gecelemesine gelince: Kâdi îyâz (476—544)'e göre bu sözün hakikat olması da
mecaz olması da ihtimâl dahilindedir. Zira burun, koklamak suretile kendisinden
kalbe geçilen bir vücûd geçididir. Vücûd geçidleri arasında kapaksız olanı
hemen hemen yalnız burundur. Bir hadîs-i şerif de:
«Muhakkak şeytan hiç
bir kapalı şeyi açamaz»; buyurul-muştur. Esnerken ağzın kapanması, o anjLa
içine şeytan girmesin diye emrolunmuşdur. Binaenaleyh şu mütâlaaya göre
şeytanın insan burnunda gecelemesi hakikatdır. Maamafih bu sözün bir mecaz
yani istiare olması da ihtimâlden uzak değildir. Çünkü burnun içinde topla-;
nan toz toprak orada bir pislik meydana getirir ki, bu pislik istiare suretiyle
şeytâna ıtlak edilebilir. Bu iki ihtimâlden birincisi daha zahirdir.[134]
43/35- «Ebu
Hüreyre'den :
«Biriniz uykusundan
uyandıkda elini üç defa yıkamadan hemen onu kabın içine daldırmasın, Zîra
elinin nerede gecelediğini bilmez.»[135]
Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir; lâfız Müslim'indir.
Bu hadîs-i şerîf gece
olsun gündüz olsun uykudan kalkan bir kimsenin elini yıkaması îcâb etdiğine
delildir. Gece uykusundan uyanan hakkında İmam-ı Ahmed b. Haribel (164 — 241)
buna kaildir. Ancak, ta'IİI (yâni; niçin yıkayacağını bildirmesi), gündüz
uykusunun da aynı hükmü îcab ettireceği iddiasiyle îmam-ı Ahmed'e itiraz vârîd
olur. tmam-t Şafiî (150—204), Mâlik (93—179) ve şâir ulentâ: «Hadîs-i şerifin bir rivayetinde
«Yıkasın» emri nedib
için bu hadîsdeki
«Daldırmasın» nehyi de
kerahet için gelmişdir.» derler. Çünkü on farca bizzat necis olmayan bir şey
yasak edilirse oradaki nehy nedi» bildirir. Bir de Resûlültah (S.A.V.)'in
buradaki ta'lüi şek ve şüphe, îras etmektedir. Şek ise burada vücûb iktiza
edemez. Çünkü eşyada asıl olan tahâretdir. Uykudan uyanan hakkında kerahet
ancak üç defa yıkamakla zail olur. Fakat uyanık bir kimse abdest almak isterse
ellerini yıkamak sadece müstehab olur; yıkamazsa mekruh işlemiş sayılmaz.
Cumhur-u uîemâ'ya göre
ise bu bâbdaki emir ve nehiy ellerde necaset bulunması ihtimâlindendir. Şâyed
uyanan kimse ellerinin nerede ve nasıl gecelediğini bilirse; Meselâ: Ellerine
eldiven giymek suretiyle onların temiz kalmasını temin ederse o zaman ellerini
su kabına sokmadan evvel yıkamaması mekruh olmaz. Maamafih uykudan uyanana
ellerini yıkamak yine de müstehabdır. Bazıları elleri yıkama emri taab-büdîdir.
Yâni hikmetine akıl ermeyen şeylerdendir. Binâenaleyh elinin temiz olduğunu
bilen ile şüphe eden arasında bu bâbda fark yokdur, derler. Hadîs-i şerîfde
«Elini daldırmasın» denildiğine görmek-, ruh olan yalnız elin daldırıl maşıdır.
Maşraba, kepçe gibi bir şeyle suyun alınmasında bu yasak yokdur. Sonra mevz-u
bahs olan kabdır. Göl ve havuz gibi şeyler mevzuumuzdan haricdir.[136]
44/36-
«Lekiyt bin Sabire[137]
radvyallau anh'den rivayet edilmîş-dir. Demişdir ki: ResûlüIIah sallaUahu
aleyhi ve sellem:
«Abdesti tastamam al,
parmakların arasını hilâlle burnuna su çekmekde mübalağa göster. Ancak oruçlu
olursan o başka; buyurdular.»[138]
Bu hadîs-i; Dörtler tahrîc etmişler; İbni Huzeyme
sahîhlemişdir. Ebu Davud'um (202 — 275) bir rivayetinde:
«Abdest aldığın vakit
mazmaza yap»; buyurulmuşdur.
Bu hadîsi îmam-ı Ahmed
b. Hanbel (164 — 241), Şafiî (150 — 204), İbni Cârûd, İbni Hıbban (— 354), Hâkim (321 — 405) ve
Beyhakî (384 — 458) de tahrîc etmişler; Tirmisl {200 — 279), Bagavi (426—516)
ve îbnil'l - Kattan (— 628) sahîhlemişlerdir.
Hadîs-i şerif altestin
tas-tamam alınmasının viicûbuna delildir.
Lûgatta bir şeyi yerli
yerine koymak, her azanın hakkını vermektir. Her azaya üçer defa yıkamak
isbâğ'dan değildir. Mendub'dur. Üçden ziyâde de yıkanmaz. Abdest alan kimse bir
uzvunu iki ini, üç mü yıkadığında şüphelense ikide bırakır. CUveyni (— 434);
«üç kere yıkar, bid'at irtikâbı korkusundan dolayı daha fazla yıkamaz» diyor.
Vakıa Abdullah b. Ömer (R. AnhümâJ'dan, ayaklarım yedi defa yıkar idiği
rivayet olunmuşsa. da bu bir fî'li sahâbî'dir. Hüccet teşkil etmez ve üçün
üzerine ziyâde etdiği dört sayı necasetten dolayı imişdir; denilir. Hadîs-i
şerîf übdest alırken parmakların hilâllenmesi vücûbuna da delâlet ediyor. Bu
husus Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, İbni Mdce (207—275) ve Hâki m'in tahrîc
ettikleri, ayrıca îmam-ı Buharı (194—256) nin de Hasen saydığı İbni Abbas
hadîsîyle de sabittir. Parmakların tahlili, sol elin küçük parmağı ile yapılır
ve parmakların en altdakinden başlanır, TahlîPin sol el ile yapılacağına yalnız
îmam-ı Gazali {450— 505) kail olmuşdur; Gazali bunu istincâ denilen
taharetlenmeye kıyas oderek söylemişdir. Nass-ı Hadîs'de böyle bir kayd yokdur.
Ebû Dd-vud (202—275) ile Tirmizl El - Müstevrid b. Şeddâddan şu hadîsi rivayet
etmişlerdir.
«Resûlüllah (S.A.V.)'i
abdest aldığı zaman küçük parmağıyla ayak parmaklarının aralarını oğuşdumrken
gördüm.» Hadîsi şerîf oruçlu olmayan için istinşâkda mübalâğa göstermenin
lüzumuna delildir. Oruçlu, boğazına su kaçar korkusuyla mübalâğa yapmaz. Bu
izahattan anlaşılır ki, mübalâğa vâcib değildir .Çünki vâcib olsa onu terketmek
caiz olmazdı. Hadîs-i şerifin Ebu Dâvud'ûaki kısmıyla mazmazanın vücûbuna
istidlal olunur. Mazmazayı vâcib görmeyenler bu emri nedib için addederler.
Nitekim îzahı yukarıda altıncı hadîsde geçti.[139]
46/37- «Osman[140]
rodıyaîlau anh'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber saîlaîlahu aleyhi ve
sellem abdest alırken sakalını hilâllerdi.»[141]
Bu hadîsi; Tirmîri
tahrîc etmiş, Ibnî Huzeyme de sahîhlemişdir.
Hadîsi, Hâkim
(321—405), Dâre Kutnî (306—385) ve İbni Hİbban (—354) da Âmir b. Şakîk'in
rivayetinden tahrîc etmişlerdir. îmam-% Buharı (194—256) Âmir'in hadîsi için
«Onun hadîsi Hasen'dir» ; de-mişdir. Hâkim: «Bu hadîsde hiç bir veçhile
zayıflık bilmiyoruz», diyor. Maamafih İbni Main (—233) bunu zayıf sayar. Hâkim:
bu hadîse, Haz-retî Âişe'den, Enes'den, Hazreti Ali'den ve Ammâr b. Yâsir'den
şâhid-Ier rivayet etmişdir. Musannif da Hazreti Ümmii Seleme (R. Ariha) dan,
Ebu Eyyüb'den, Ebu Ümâme'den, İbni Ömer'den Câbir'den, İbnî Abbas ve Ebü'd
Derdâ hazerâtından şâhidler zikretmiş ve bunların, hepsinin zayıf olduğunu
belirtmiş; ancak Hazreti Âîşe Hadîsini istisna etmişdir. Abdullah b. Ahmed (-^
417) babasından naklen : «Sakalı tahlil babında hiçbir şey yokdur», der.
.Hazreti Osman (R. A.)\n bu hadîsi sakal hilâllemenin meşru olduğuna delâlet
etmektedir. Bazıları bunu vâcib bile sayarlarsa da hadîslerde vücûba delâlet
edecek kadar kuvvetli olan yoktur. Hemen hepsi zayıfdırlar.[142]
47/38- «Abdullah
b. Zeyd radtydllaJiu anh'den rivayet edilmiştir; demiştir ki: Peygamber
satlalîahu aleyhi ve seTlem'e bir müdd'ün üçde ikisi getirildi. Ve koflarını
oğuşdurmaya başladı.»[143]
Bu hadîsi; Ahmed tahrîc
etmiş ve İbni Huzeyme Sahîhlemişdir.
Müdd: Lûgatta bir
ölçekdir ki, okkanın parçalarından iki rıtıl alır. Yahud bir rıtıl bir de üçde
bir rıtıl alır. Yahud orta bir insanın elleri ileriye uzatılmış olarak avucunun
doluşudur. Zaten ellerin ileriye uzanmış olduğuna bakarak buna müdd
denilmiştir.Ebu Davud'un (202—275) Hasen bir isnâd'la tahrîc etdiği Ümm-ü Amare
hadîsinde şöyle denilmektedir:
«Resûl-ü Ekrem
saUallahu aleyhi ve sellem; içinde bîr müddün üçde ikisi mikdârı su bulunan bir
kabd'an abdest aldı.» Bunu Beyhakî (384 —458) de Abdullah b. Zeyd'den rivayet
etmişdir. Bir müdd'ün üçde ikisi Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in abdest aldığı en
az sudur. Vakıa: «Bir müdd'ün üçde biri ile abdest aldı»; rivayeti de vardır,
fakat asılsızdır. Ebu Zür'a (—375)'nın Hazreti Âİşe (R.Anha) ile Câbîr (R. A
./dan rivayet ederek sahîhlediği bir hadîsde şöyle denilmektedir:
«ResûMi Ekrem (S.A.V.)
bir sâ, ile yıkanır bîr müdd İle abdest alırdı.» Bu bâbda Müslim'in (204—261)
Süfeyne'den Ebu Davud'un (202—275) Hazreti Enes'den tahrîc etdikleri şu hadîs-i
şerîfde vardır:
«İki rıtıl alan bir
kab'dan abdest aldı.» Bu hadîs TirmizVde C200—279) şöyledir:
«Abdeste iki rıtıl
kâfidir.»
Bütün bu hadîsler
abdest suyunun az harcanmasını ifâde etmekde-dir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in
suyu israfdan men etmesi ve ileride gelecek bir kavmin abdestte haddi tecâvüz
edeceklerini haber vermesi hatırlardadır. Binaenaleyh Şârİ' Hazretlerinin
«Yeter» dediği ile iktifa etmeyen israf etmiş olur. İsraf ise haramdır.
Bazıları : «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in bu kadar az su ile abdest alması suyu bu
mikdarla tah-did değildir. Aşağı yukarı bu kadar az bir su ile abdest aldı
demektir. Binâenaleyh o mikdardan az veya çok su ile abdest almak caizdir»;
derler. Vakıa bu da güzel bir tevcihdir. Ama ne de olsa Peygamberini seven bir
müslümana yaraşan Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in ahlâkına uymağa çalışmaktır.
Bu hadîs-i şerîfde
abdest azalarını oğuşdurmanın meşru olduğuna delâlet vardır ki, bu mes'ele
ihtilaflıdır. Oğuşdurmak vâcibdir diyen Imam-ı Mâlik (93—179) bu hadîs ile
istidlal eder. Değildir diyen Ha-nefîler, Şâfifter ve Hanbelîler ise, «Âyet-İ
Kerîme'de yalnız yıkamak zikredilmişdir. Yıkamak demek oğuşdurmak değildir»
derler.[144]
48/39- «Abdullah
b. Zeyd'den Peygamber sdllallahu aleyhi ve seMem'î kulakları İçin başına aldığı
sudan başka su alırken gördüğü rivayet olunmuşdur.»[145]
Bu hadîsi; Beyhakî
tahrîc etmişdir. Hadîs Müslim'de yine bu yoldan şu lâfızladır. «Başını
ellerinden artandan başka bir su ile meshet-di.» Mahfuz olan da budur.
Çünkü Musannif
merhumun «Et - Telhis» nâm eserinde îbn-ü Dakîki'l - İyd (625—702)'den «gördüm»
diye rivayet ettiği işte bu mahfuz dediği kısımdır.
Keza Musannifin, îbni
Hibban'mn (— 354) sahihinde, Tirmizî (200 — 279)'nin rivayetinde mevcuddur;
dediği hep bu kısımdır. Yalnız Telhîs'de: Bu hadîsi Müslim tahrîc etmişdir;
yahut bunu-Müs-Zim'de gördüm demenıişdir. Hal böyle olunca başa mesh etmek için
yeni su almak mutlaka lâzım olur. Hadîslerin delâlet ettiği de budur.
Beyhakî'nm bu hadîsi, «Kulaklar için yeni su alınır» diyen Şafiî f150—204) Ue
Ahmed bin Hanbel'in (164—241) delilidir. Yukarılarda geçen hadîslerde hiçbir
râvî Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in başa mesh için ayrı su aldığını zikretmedi.
Maamafih zikretmemek onu yapmadığına delil olamazsa da Sahabeden olan
ravîlerin- «Başıyla kulaklarına bir defa mesnetti» demeleri bu meshin bir su
ile olduğunu gösterir. Bir de:
«Kulaklar başdandir»;
hadîsi vardır ki, her ne kadar isnadlafın da söz olsa da rivayet yollarının
çokluğu birbirini takviye etmişdir. Başıyla- kulaklarına bir defa mesh
etdiğini ifâde eden hadîsler çokdur. Ali, Ibni Abbas, Rebî ve Osman
Hazeratının rivayet ettikleri bu
hadîsler hep kulakları başıyla birlikte bir defada yani bir su ile mesh ettiğini
göstermektedirler. Çünkü kulaklar için yeni su alsa idi başı ile kulaklarını
bir defada mesh etdi denilemezdi. Kulaklar için başına mesh ettiği sudan başka
su aldığını ifâde eden hadîs hakkında söylenilecek en akla yakın söz :
Kulaklarına yetecek kadar eline su kalmamış-dır da onun için yeni su almıştır;
demektir.[146]
49/40- «Ebu
Hüreyre radıyattahu anVden rivayet edilmiştir. De-mişdir ki: Resûlüllah
salldllahu aleyhi ve sellem'ı :
«Muhakkak Ümmetin
Kıyamet Gününde gurralı, (yüzleri nurlu), tahcîlli (Abdest azaları abdest
eserinden bem beyaz) gelecekler. Sizden kim gurrasını uzatabilir ise bunu
yapsın; derken işittim.[147]
Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir.
Gurralı demektir.
Gurra; atın alnındaki beyazlikdır.
Nihâye» nâm eserde
«Kıyamet'de yüzlerinin abdest nuruyla bem-beyaz olacağını ifâde etmek istiyor»
denilmektedir. ( fr&efi-) : Yine En - Nihâye'de beyân olunduğuna göre
bundan mu-rad abdest âzası olari yüzün ve eller ile ayakların beyazlığıdır.
İnsanın yüzündeki ve elleriyle ayaklarındaki abdest eserine atın alnında ve
ayaklarında görülen beyazlık istiare edilmişdir. Hadîs-i Şerîf'de «Kim
gurrasını uzatabilir İse»; deniliyorsa da maksad sâde gurra değil, hem gurra
hem tahsildir. Birisini söylemekle Öteki anlaşı-lacağı için zikredilmemişdir.
Gurra müennes bir kelime ^olduğu halde müzekker olan tâhcîl bırakıhb da bunun
zikrolunması yerinin şerefin-dendir. Zira gurra alındaki beyazlık tahcîl ise
ayaklardaki bsyazlıkdır. Maamafih Müslim'in (204—261) bir rivayetinde:
«Gurra ve tahcîlini
uzatıversin»; buyurulmak suretiyle her ikisi de zikredilmişdir.
Hadîs-i Şerifin siyakına
bakılırsa «Gurrasim kim uzatabilirse»
sözü nefs-i hadîs'dendir. Bu söz «Kim
isterse» manâsında ve kuvvetinde olduğu için uzatmanın vâcib olmadığına delâlet
eder. Zira vâcib olsa idi «Uzatabilirse» demezdi. Çünkü uzatabilmek pek a'lâ
mümkündür. Lâkin hadîsin ravîlerinden Nuaym «Bu hadîsin kısmı ResûlüMah
(S.A.V.)'in sözümüdür, yoksa Ebu Hüreyre'nin mi bilmiyorum»; demiştir.
El-Feth'de: «Bu cümleyi, sayıları onu bulan sahabe ravıleri hiç birinin
rivayetinde görmediğim giEi'Ebu Hüreyre'den rivayet edenlerden dahi Nuaym'in
şu rivayetinden maada birinin rivayetinde görmedim»; deniliyor.
Hadîs-i şerîf gurra ve
tahcîl'in uzatılmasının meşru olduğuna delildir. Bunun ne kadarı müstehab
olacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre ellerde omuza kadar,
ayaklarda dize kadar yıkamakla olur. Filhakika bu manâ Hazreti Ebu Hüreyre'den
hem rivâyeten hı. dirâyeten naklolunmuştur. Hazreti Abdullah bin Ömer'in de
böyle ya-pardığı malumdur. Bazılarına göre ellerde bazularm yarısına, ayaklarda
da baldırların yarısına kadardır. Yüzde gurra'nm uzatılması boğazın yanlarına
kadar yüzü yıkamakla olur. Bazıları gurra ile tahcîl'i meşru' görmemiş; Ebu
Hüreyre hadîsini te'vil ederek: «Bundan murad, abdeste devam etmekdir»
demişdir. Fakat bu îtirâz hilâf-ı zahir görülmekde ve; Râvî rivayet etdiğini
herkesden daha iyi bilir diyerek red olunmakdadır. Bilhassa Hazreti Ebu
Hüreyre'den hem naklen hem de re'yen sabit oldukdan sonra nefiy ve te'vîle
hacet kalmaz.
Bu hadîs~i şerifle ve
Müslim'in (204—261) merfû' olarak rivayet etdiği:
«Sizden başka kimseye
nasîb olmayacak bir sıma» hadîsiy-îe abdestin bu ümmetin hasâisinden olduğuma
istidlal edilmişdir. Sima: Alâmet demekdir-. Maamafih abdestin başka ümmetlere
de meşru' oluğunu ileri sürerek; bu ümmete mahsus olan yalnız gurra ve
tahcîl-dir diyenler de vardır.[148]
50/41- «Âişe
radıyallahu anhâ'dan rivayet edilmişdir.Demiştîr ki: Peygamber sdllalldhu
aleyhi v, sellem'ı ayakkabı giymesinde, taranmasında, temizlenmesinds ve her
işinde sağdan başlamak hoşuna
gidiyordu.»[149]
Hadîs, Mültefekun
Aleyh'dir.
İbn-ü Dafcîki'l - îyd
(625—702) hadîs-i şerîfde geçen «Her işinde» tâbiri için «Âmm-ı mahsusdur. Zîra
helaya girerken ve mescidden çıkarken soldan başlanır»; diyor. Bazılarında
hadîs umumu üzere bakîdir. Ondan tahsis olunan bir şey yokdur. Yâni mutlak
suretde her ise sağdan başlanır. Bazılarına göre ise ( jli ) ancak
yapılması" maksad olan işe denilir. Soldan başlaması müstehab olan fiiller
hâdd-i zâtında mak-sud değildir. Binâenaleyh hadîs'de tahsis yokdur. Bu hadîs-i
şerîf taranırken, yıkanırken veya traş olurken başın sağ yarısından; keza-
ab-dest alırken, yeyip içerken ve sair işleri yaparken sağdan başlamağa
delildir. Nevevî f631—676) : «Şer'i Şerifin devamlı kaidesi: îkrâm ve tezyîn
babında olan her şeyde sağdan, bunun zıddı olan şeyde de soldan başlamanın
müstehab oluşudur»; diyor. Abdest hakkındaki hadîs aşağıda gelecekdir. Hadîs-i
şerîfden çıkarılan bir istihbab hük.mü «Hoşuna gidiyordu» tâbirinden
alınmaktadır.[150]
51/42- «Ebu
Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edilmedir. Demişdir ki: Resûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem :
«Abdest aldığınız
vakit sağ taraflarınızdan başlayın» buyurdular.[151]
Bu hadîsi, Dörtler
tahrîc etmiş; İbn-i Hüzeyme de
sahîhlemişdir. Hadîsi, İmam-% Ahmed (164 — 241), îbn-i Hibban (—354) ve
Bey-Kakı (384 — 458) de tahrîc etmişlerdir. Beyhakî'de:
«Giydiğiniz vakit»
kaydı da vardır. îbnü'l DaMM'l-lyd (625 — 702) : «Bu hadîs sahîhlenmeğe
lâyıkdır» der. Hadîs-i şerîf abdest alırken elleri ve ayaklan sağdan
başlayarak yıkamağa delildir. Vakıa sağdan başlamak yüz ve baş gibi azaya da
şâmildir. Ama bu azalar hakkında kimse bir şey dememiş. Abdesti Öğreten
hadîslerde de yüzle başın zikri geçmemişdir. Abdest âyeti mücmeldir. Onu
sünnet beyân et-mişdir. Sağdan başlamanın vâdb olup olmadığı ihtilaflıdır.
Maamafih evlâ olduğunda şüphe yokdur. Bazılarına göre sağdan başlamak vâcibdir.
Delilleri bu hadîsdir. Hadîs-i şerîfde sağdan başlamak emrediliyor. Emir vücûb
içindir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de müddet-i hayatında hsp sağdan başlamışdır.
Hanefîîer'le. bir cemâate göre abdest âzalarının arasında tertibe riâyet vâcib
olmadığı gibi sağ ile sol el veya ayak arasında da tertib vâcib değil
müstehabdır. Çünkü bu azalar abdest âyetinde birbiri üzerine ile atf
edilmişlerdir".mutlak cem' içindir. Tertibe delâlet etmez. Sonra Hazreti
AH (KerremdUahu vecheh) abdest alırken soldan başlamış ve : «Ben abdesti tam aldıktan
sonra soldan mı başladım, sağdan mı aldırış etmem» demiştir.[152]
52/43-
«Muğîre b.'Su'be[153]
radıyallahu anh'den rivayet edİl-mişdir ki; Peygamber saTlallahu aleyhi ve
sellem abdest almış ve alnına, sarığın üzerine ve mestlerin üzerine mesh
etmiştîr.»[154]
Hadîsi, MüsÜm tâ'hrîc
etmişdir.
Bu hadîs-i şerîf,
Buharî'de^yokdur. Var diyen vehmetmişdir. Hadîs, abdest alırken sâde alına mesh
etmenin caiz olmadığına delildir. îbnü'l -Kayyım (691 — 751) : Resûlüİlah
(S.A.V.)'den rivayet olunan hiçbir hadîsde sadece başının bir kısmına
meshettiği asla sahîh ve sabit ol-mamışdır»; der. Resûl-ü Ekrem alnına
meshettiği zaman sarığın üzerine o meshi ikmâl ederdi; nitekim sadedinde
bulunduğumuz Muğîre hadîsi de bunu ifâde ediyor. Dâre Kutnî (306 — 385), bu
hadîsi altmış zâtın rivayet etdiğini söyler. Hanefîyye'ye göre başın dörtte
birine mesh etmek kâfidir. Sadece sarığın üzerine meshe Cumhur-u ulemâ kail olmamışlardır,
îbni Kayyim'e göre Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bazen başına, bazan sarığının
üzerine, bazan da alnı ile birlikde sarığının üzerine mesh ederdi. Mestler
üzerine mesh için ileride müstakil bâb gelecektir.[155]
53/44- «Câbir
b. Abdillah radıyaMahu anhümâ'dan Peygamber sdlîallahü aleyhi ve sellem'İn
nasıl hacc ettiğine dâir rivayet edllmiş-dir. Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem :
«Allah'ın
başladığından başlayın»; buyurmuşlardır.[156]
Bu hadîsi; böyle emir
lâfzile Nesâî tahrîc etmiştir. Hadîs, Müslim'de haber lâfzıyladır.
Hadîs-i şerîf,
Müslim'de şöyledir :
«Câbir dedi kî: Sonra
Peygamber (S.A.V.) kapıdan yâni Ha rem-i Şerif kapısından Safâ'ya doğru
çıkdı. Safâ'ya yaklaşınca:
«Şüphesiz ki, Safa ve Merve Allah'ın eâirindendir» âyetini okudu, «Allah'ın
başladığından başlıyoruz» buyurdular.» Yâni başlama işini emir değil, fiil-i
müzâri' sîgasıyla ifâde ettiler. Ve Al'ahu Zülcelât Âyef-i Kerîme'de Safâ'dan
başladığı için o da sa'ye Safâ'dan başladı. Musannifin bu hadîs-i şerîfi burada
getirmesi Allah hangi şey'i evvel zikrederse bizim de fiiliyatta ondan
başlamamız îca-b ettiğini anlatmak içindir. Zîra Teâlâ Hazretlerinin Kedâmı
hikmetli kelâmdır. O hangi iş evvel yapılacaksa onu evvelâ zikreder. Nitekim
Belagatın mukte-zasi da budur. Bundan dolayıdır ki, İmam-ı Sîbeveyh; «Arablar,
en mühimmi en evvel zikrederler» der. Burada lâfız âmm'dır. Yâni hadîsdekicümlesindeki
kelimesi ism-i mevsûi'dür. İsm-Î mevsûller ise elfâz-ı umum'dandır. Âmm lâfız
sebebine inhisar etmez. Binâenaleyh Abdest Âyeti ki :
([157])
Yâni, «Yüzlerinizi ve eiîerînizî dirseklerle beraber yıkayın; başlarınıza mesh edin; ayaklarınızı
topuklarla bîrlikde yıkayın»; Âyef-i Kerîme'sidir. - Hazret i Peygamberin
«Allah'ın başladığından başlayın» emrine dâhildir. Şu hâlde evvelâ yüzden
başlayarak diğer azaları tertib üzere yıkamak îcab eder. Bu bâbda .yukarıda
«14» üncü hadîsde izahat verildi.[158]
54/45- <<Câblr
b. Abdillah[159] radıyaMahu anhümâ'dan
rivayet edi'mişdİr. Demİşdir ki: Resûlüüah saîldllahü aleyhime sellem abdest
aldığı zaman dirseklerinin üzerinde suyu döndürürdü»[160]
Hadîsi, Dâre Kutnî[161]
zayıf bir isnad ile tahrîc etmişdir.
Bu hadîsi, Beyhdkî de
Dâre KutnVnm isnâdiyle tahrîc etmiş, fakat iki isnadın ikisinde de «El-Kasım
b. Muhammed b. Ukayl» bu-lunmakdadır ki, bu zât metrûkdur. Bu hadîsi îmam-ı
Ahmed b. Ban-bel (164 — 241) ile îbni Main ve başkaları da zayıf saymış; yalnız
tbni Hİbban (^- 354) sikât'dân yâni îümad edilenlerden kabul etmişdir. Fakat
kaide icabı cerh ile ta'dil tearuz ederse, ta'dil edenler çok bile olsa yine
cerh tarafı tercîh edilir. Halbuki burada cerh edenler daha çökdur. Bu hadîs'in
zayıf olduğunu Münzirl {— 656), îbnü's Salâh (577 — 643) ve Nevevi (631 — 676)
gibi Hadîs imamları tasrîh etmişlerdir. Musannif bir yerde: «Sahîh-i
Müslim'deki Ebu Hüreyre hadîsi buna ihtiyaç bırakmaz»; demiş. O hadîsi buraya
defcetse ne iyi olurdu. Sahîh-i Müslim'deki Ebu Hüreyre hadîsi şudur :
«Ebû Hüreyre abdest
aidi; kolunu tâ bazuya kadar yıkadı ve ResûlüE-lah (S.A.V.)'in böyle abdest
aldığını gördüm; dedi.»[162]
55/16- «Ebu
Hüreyre radıyaUahu anh'âzn rivayet edilmişdîr. De-ırjşdir'kî; ResûİüEEah
sallaîlahû aleyhi ve sellem ;
«Abdesti üzerine
besmele çekmeyen kimsenin abdesti yokdur; buyurdular.»[163]
Eu hadîsi, Ahnrısd,
Ebu Dâvud ve İbnî Mâce zayıf bir isnadla tahrîc etmişlerdir. Tirm'zî'de de
Saicl b. Zeyd ile Ebu Said'deri yins böyle zayıf bir rivayet vardır. Imam-ı
Ahmed: «Eu bâb'da hiç bir şey sabit olmuyor» diyor.
Hadîs-i şerif adı
geçen zevatın tahrîc ettikleri uzun bir hadîs'in bir kısmıdır. Bu zevat onu şu
lâfızlarla tahrîc etmişlerdir:
«Abdestî olmayanın
namazı yokdur; abdesti üzerine Besmele çekmeyenin de abdesti yokdur.» Bu hadîs
Yakup b. 8e-Teme'nin babasından, onun da Ebu Hüreyre'den rivayet etdiği bir
ha-dîsdir. İmam- Buharı {194 — 256), bu Yakup için, «Ne onun babasından
işittiği malumdur, ne- de babasının Ebu Hüreyre'den duyduğu»; diyor. Hadîs'in
Dâre Kutnl (306—3S5) ile SeyhakVde (384—458) başka yollardan rivayetleri, varsa
da bunlar da zayıf'dır. Ebu Hüreyre hadîsî'nin Taberânî'deki (260—360)
rivayeti şöyledir:
«Abdest aldığın vakit:
Bismillah ve Elhamdülillah de; çünki H af aza Meleklerin, tâ bu abdesti
bozuncaya kadar senin için sevâbları yazmağa devam ederler.» Lâkin senedi son
derece zayıf'dır.
Sadedinde
bulunduğ-umuz hadîsi, Bezzâr, Ahmed b. Hanbel (164 — 241, îbni Mâce (207 —
275), Dâre Kutnl (30—385) ve şâire de tahrîc etmişlerdir. Tirmizi (200—279)
diyor ki: «Muhammed, yâni Bukarî hakîkaten bu hadîs bu bâlâda en güzel bir
şey, lâkin zayıf'dır; çünki ravîleri arasında iki tane meçhul var» dedi.
Tirmizi ile başkalarının tahrîc etdikleri Ebu Saİd-i Hudrî hadîsi, Kesir b.
Zeyd'in Rebîh'den, onun da Abdurrahman'dan, onun da Ebu Said1-den rivayet
ettiği bir hadîsdir. Lâkin hem Resîr'e hem Rebîh'e ta'n vaki' olmuşdur.
Besmele hakkındaki
hadîs Hazreti Âlşe, Sehl b. Sa'd, İbni Sebra ve Ümmü Sebra Alî ve Enes Hazerâtı
tarafından da rivayet edilmişdir. Fakat hepsinde söz vardır. Şu kadar var ki,
bu rivayetler birbirini takviye etdiğinden yine de bir gûnâ kuvvetden hâli değildirler.
Bundan dolayı tbni Ebu Şeyhe (—234); «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in söylediği
bize sabit oldu», demiştir.
Hadîs-i şerîf,
abdestte besmele çekmenin meşru' olduğuna delildir.
Hattâ zahirine
bakılırsa «Abdest yokdur» deniliyor ki bunun masası Besmele'siz abdestin sahih
ve mevcud olmamasıdır. Çünki nçfy'de asıl olan hakikat'dır; Bu bâbda ulemâ
arasında ihtilâf vırdır. Bazıları hatırında olana abdeste başlarken Besmele
çekmek farzdır; derler. Hattâ îmam-ı Ahmed b. Hanbel (163 — 24.1) ile Zahirîler,
unutana bile besmele çekmek farzdır diyorlar.[164]
Hanefîler'le Şâflîler'e göre Besmele Sünneftir. Bunlar Ebu Hüreyre
Hazretleri'nin şu hadîs-i seriliyle istidlal ederler:
«Kim abdestinin
başında Allah'ı anarsa bütün vücûdu temiz olur. AI ah'm adım
anmadığı zaman ise yalnız ab-yeri temizlenir.» Bu hadîsi Dâire Kutnî (306—385)
ve başkaları tahrîc etmişlerse de, bu da zayıfdır. Besmeleyi hatırlayan ile
unutan arasında fark görenler bu hadîsle istidlal ederler. Derler ki: Öteki
kasden bırakana mahsusdur, bu ise unutan hakkındadır.
Hazreti Ebu
Hüreyre'nin şu son hadîsi her ne kadar zayıf da olsa Besmele'nin farz
olmadığına delâlet hususunda onu :
«Aljâh'ın sana
emrettiği gibi abdest al» hadîsi takviye eder. Ve bu hadîs, sadedinde
bulunduğumuz hadîsdeki nefyi, yâni «Abdesti yokdur» sözünü te'vîle delildir.
Binâenaleyh hadîsimiz şöyle te'vîl olunur. «Besmele çekmeyenin kâmil abdesti
yokdur». Filhakika bu hadîs bu sözle de rivayet edilmişdir. Yâni :
Şeklinde rivayet
vardır. Ancak musannif bu lâfızla rivayet etmemişdir.
Besmele'nin Sünnet
olacağına:
Hadîsi de delâlet
eder. Şu halde bu bâbdaki hadîsler böylece kuvvet bulur ve Besmele'nin meşru
olduğuna delâlet ederler. Meşruiyetin en aşağısı ise mendub olmakdır.[165]
57/47- «Talha
b. Musarrif radıyallahu anh'dan, o da babasından, o da ceddi Tvdvyallahu
anh'den işitmiş olmak üzere rivayet edilmişdir. Dem i şd ir kî: Resûlüllah
sallaMahü aleyhi ve sellem'ı maimaza ile is-Hnşâk'ın arasını ayırırken gördüm.»[166]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
zayıf bir isnâdla tahrîc eylemişdir.
ÇünM hadîsi, Leys bf
Ebî Süleym rivayet etmişdir. Bu zât zayıfdır. Nevevî (631 — €76): «Bunun zayıf
olduğunu bütün ulemâ ittifak ettiler»; diyor. Bir de Talha'nın babası Musarrif
Meçhulü'! - hâ! bir zâtNâır. Ebu Dâvud (202 — 275) diyor ki: «Ahmed bin
Hanbel'in şöyle derken işittim: Derler ki, îbnî TJyeyne (107 — 198) onu inkâr
edermis ve: «Bu Talha b. Musarrif babasından, o da ceddinden; kim oluyor bu?»
Dermiş.
Hadîs, mazmaza ile
istingâkı birbirinden ayırmağa delildir. Bu ayırma her ,biri su için ayrı ayrı
su almakla olur. Hz. Ali ile Hz. Osman (R. Anhümâ)'mn dahî mazmaza ile
istinşâkı ayrı ayrı yaparak: ResûlüMah (S.A.V.)7! böyle abdest alırken gördük»;
demeleri de buna. delildir. Nitekim ulemâ'dan bir cemaatin mezhebi budur.
Bazıları mazmaza ile istinşâk'ın bir avüçdan yapılmasına kail olmuşdur.
Bazıları da bu bâb'daki hadîsler bazısının ayırma, bazılarının da ayırmama
ifâde etdiğine bakarak «ikisi de Sünnet'dir. Yâni abdest alan muhayyerdir.
İsterse mazmaza ile istinşâkı ayrı su ile yapar. îsterse bir su ile yapar,
bunların ikisi de Sünnet'dir» derler.[167]
58/49- «Ali
vadıyallahu anh'den abdestîn sıfatı hakkında şöyle rivayet edilmişdir. Bundan
stuıra Hazreti Peygamber saMallahü aleyhi ve sellem üç kere mazmaza ve istinşâk
yaptı. Suyu aîdığj avucdan hem mazmaza hem de istinşâk yapıyordu.»[168]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
ile Nesât tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf, mazmaza
ile istinşâk bir avuçdan yapılır diyenlerin delilidir. Ve her ikisinin bir
avuçdan veya üç avuçdan yapılmış olması muhtemeldir.[169]
59/49-
«Abdullah b. Zeyd[170]
radıyallahu emft'den abdestin sıfatı hakkında şöyle rivayet edilmişdir: Bundan
sonra Resûlüllah sdllallahü aleyhi ve sellem elini suya daldırdı ve bir avuç
dan hem mazmaza yaptı hem istînşâk. Bunu üç defa yapıyordu.»[171]
Hadîs, Müttefekun
Aîeyh'dir.
Bu hadîs de yukarıki
gibi mazmaza ve istinşâkın birden yapılabileceğinin delülerindendir. Ye gerek
bu gerekse bundan önceki hadîs abdestin sıfatı hakkındaki iki uzun hadîsin
birer parçasidirlar.[172]
60/50- «Enes
radıyallahu anVden rivayet edifmişdir.Demişdir ki: Peygamber saMallahü aleyhi
ve seMem, ayağında tırnak kadar yere su İsabet etmemiş bir adam gördü ve:
«Dön de abdestini
güzel al; buyurdular.»[173]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
ile Nesâî tahrîc etmişlerdir.
Bunun bir mislini
Hazreti Câbir hadîsinden Müslim (204 — 261) de tahrîc etmişdir. Lâkin Câbİr
hadîsi Hazreti Ömer'e mevkufdur, diyenler
olmuşdur. Sünen-i Ebî Öâvttd'da Hâlid b. Ma'dan tankıyla rivayet edilen şu
hadîs vardır:
«Peygamber (S.A.V.)
namaz kılan bir adam gördü. Bu adamın ayağının üzerinde dirhem mikdârı bir
kuru yer kalmış, oraya su isâbef etmemi şdi: Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.)
kendisine hem abdesti hem namazı iade etmesini emir buyurdular». Bu hadîsin
isnadı İmam-ı Ahmed b. Hanbel'e (164— 241) soruldukda: «îyi» dir cevabım
vermiş-dir.
Hadîs-i şerîf, abdest
azalarını yıkarken kuru yer bırakmamak şartıyla kaplamağa delildir. Bu
delâlet, ayaklar hakkında nass ile, şâir azalar da ayaklara kıyas iledir.
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.), abdest alırken topuklarına su değmiyen bir cemaata:
«Vay topukların Cehennemiden
başına gelene» buyurmuşlardı.Cumhur-u Ulemâ'mn re'yi de budur.İmam-ı A'zam Ebu
Ha-nıfe (80—150)'den bu bâbda çeşitli rivayetler olduğu söylenir. Bir rivayete
göre bir uzvun yarısına su değmese afvolunur. Diğer bir rivayette yarısının
yarısına değmemişse; başka bir rivayete göre de su değmeyen yer
dirhem mikdârından az olursa afvolunur. Fakat bu rivayetleri Hanefîyye İmamları
kabul etmiyor ve bunlar ne îmam-ı A'zam'-ın ne de tabî'lerinden birinindir
diyorlar. Abdestte «Muvâlât» ı şart koşanlar da bu hadîsle istidlal ederler.
Muvâlât: Azaları hiç ara vermeden birbirinin arkasından yıkamakdır. Burada
dikkat edilecek cihet, mutedil havada abdest alan bir kimsenin bir uzvu
yıkadıkdan sonra o kurumadan ikinciye başlamasıdır. Şâyed kuruduktan sonra
ikinciye geçerse abdest caiz clmaz. Muvâlât Matikîlere göre abdestin
farzlarmdandır. Ancak bunun da onlara göre bazı şartları vardır. Meselâ abdest alan kimsenin abdest
halinde olduğunu hatırlaması, kadir olması şarttır.
Binaenaleyh abdest hâlinde olduğunu unutarak muvâlâtı terk etmek cn-onlara göre
de zarar vermediği gibi âciz-i gayr-î Mufarnt dedikleri de afvolunur.
Âcİz-İ gayr-ı mufarnt:
Abdest almak için hazırladığı suyun yüzde yüz yeteceğini tahmin eden kimsedir.
Bu su, tahmini hilâfına yetmeyi-verirse abdestini tamamlamak için su araması ve
bu arada uzun bile olsa vakit kaybetmesi o abdestin tamamlamasına manî değildir.
Yâni hükmen muvâlât bozulmamışdır. Abdestini tamamlar; yenilemeğe lüzum
yokdur. Hanefî!erle, Şafiî'lere göre muvâlât abdestin sünnetlerin-dendir.
Binâenaleyh bir özür yokken bunu terk etmek mekruhdur. Fakat özür varsa mekruh
değildir.
Bu hadîs-i şerifle
istidlal edenler şöyle diyorlar: «Muvâlât farz olmasa Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
abdestini tazelemesini emretmez; «Bırak-dığm yeri yıka» derdi.» Bunlara cevap
verilmiş ve: «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) inkârda şiddet göstermek için abdesti
yeniletti .Yoksa bırak-dığı yeri yıkamak yeterdi»; denilmiş ise de bu cevap
zayıf gorülmüş-dür. Verilecek kâfi cevap şudur: «Ravî'nin abdesti yeniden
almasını emretti» sözünden muradı, bütün abdesti yenilemesi değil, sadece
bı-rakdığı yeri yıkamakdır. Binâenaleyh hadîs-i şerîf muvâlâtın lüzumuna değil,
adem-i lüzumuna delildir. Yine bu hadîs-i şerîf, kuru yer bırakma hususunda
kasden bırakan ile bilmeyerek veya unutarak bırakan arasında hükmen bir fark
olmadığına delâdlet eder.[174]
61/51- «Bu
da Enes radıyallahü arih'ûan rivayet edilmişdlr. De-mişdtr kî: Resûlüllah
saMaUahü aleyhi ve sellem bir müdd İte abdest alıyor. Sâ' ile dört müdden beş
müdde kadar yıkanıyordu.»[175]
Hadîs, Mütiefekun
Aîeyh'dir.
Müddün mikdan yukarıda
bu babın onuncu hadîsinde geçmiştir. Sa' ise; dört müdd yâni aşağı yukarı dört
avuç alan kab'dır. Yâni «Re-sûl-ü Ekrem (S.A.V.) dört beş avuç su ile yıkanır
idi.» Demek istemiş-dir. Musannif merhum ya onuncu hadîsi burada yahud bunu
onun yanında zikretse daha münasip ve tertibli olurdu.
Hadîs-i Şerifin
lâhirî: Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in en az bir müdd su ile abdest aldığını ve en
az bir sa' su ile yıkandığını ifâde ediyor. Binâenaleyh Buharî'nin (194—256)
tahrîc etdiği Hazret! Âİşs Hadîsiyle bunun arasında bir münafât ve zıddiyet
yokdur. Hazreti Âişe hadîsi şudur:
«Resûl-ü Ekrem
{S.A.V,) farak denilen bir kab'dan abdesf aldı.» Farak nin fethasıyla okunur.
On dokuz ntıl alan büyük bir kabdır. Bununla beraber hadîsde bu kabın dolu
olduğuna delâlet eden bir söz yokdur. Bilâkis. «Bir kabdan» demesi onun dolu olmadığına
delâlet eder. Çünkü Arabca'da edât-ı teb'îz yâni parçalama ifâde eder. Şu
halde kabdakinin bütünüyle değil bir kısmıyla abdest almış demektir. Gerek
Hazreti Enes'in rivayet etdiği şu hadîs gerekse yukarıda onuncu sıra
numarasıyla zikri geçen Abdullah b. Zeyd hadîsi abdesti az su ile almağa irşâd
etmektedirler. îmam-t Bu-harî (194—256): «Ehl-i İlm abdest suyunun Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.)*in kullandığı mikdârı geçmesini kerih gördüler»; diyor.[176]
62/52- «Ömer[177]
radtyallahü onVden rivayet edilmişdlr. Demlşdlr ki: Resûlüllah salîaîlahü
aleyhi ve sellem:
— Eğer sizden biriniz
abdest alır ve onu tes-tekmil tamamlar da sonra Allah'dan başka Allah
olmadığına yalnız Allah mevcud olup şerîki bulunmadığına şehâdet ederim;
Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu da şehâdet ederim, derse ona
Cennet'in kapıları açılır; buyurdular.»[178]
Eu hadîsi; Müslim ile
Tirmizî tahrîc etmişlerdir. Tirmizî: «Allah'ım, beni tevbekâriardan kıl; beni
temizlenenlerden eyle!» cümlelerini de ziyâde etmişdir.
Hadîs-i Şerifin son
kısmında tövbe ile temizliğin bir arada zikredilmesi:
([179])
«Şüphesiz ki Allah tevbe edenlerle ^temizlenenleri sever» âyet-i kerîmesine
uymak içindir. Çünkü tevbe insanın içini günâh kirlerinden temizler. Abdest de
bedenin dışını ibâdete mâni olan hadeslerden temizlemek olduğuna göre; ikisini
bir araya getirerek ikisini birden Allah'dan istemek, onun sevgili kullarından
olmayı dileyenler için son derece mü-nâsib olur,
Hadîs-i Şerifin
Tirmi^î'deki rivayeti için Tirmyzı (200—279), her ne kadar «isnadında ızdırap
vardır» dese de baş tarafı Müslim'in (204—261) Sahîhi'nde sâbitdir. Ziyâde
kısmını Bezzâr rivayet etdiği gibi Tabe-rânî (260—36C) de «El-Evsat» nam
eserinde Hazreti Sevbân tarikiyle şu lâfızlarla rivayet etmektedir:
«Kim abdest suyu ister
de abdest alır ve abdestini bitirdiği anda: Allah'dan başka Allah olmadığına
şehâdet ederim. Muhammed'in Allah'ın kulu ve Peygamberi olduğuna da şehâdet
ederim; Allah'ım beni tevbekârlardan kıl; beni temizlerden eyle! derse... ilh.»
Bu hadîsi, îbni Mâce (207—275) Hazreti Encs'den rivayet etdiği gibi, Hâkim
(321—405) de «Eî-Müstedrek» inde Ebû Saîd'den su lâfızla rivayet eder:
«Bir kimse abdest alır
da: «Seni tenzîh ve Sana hamd ederim Allah'ım, Şehâdet ederim ki Sen'den başka
Allah yokdur. Senden mağfiret diler; Sana tevbe eylerim! derse bir sahifeye
yazılır. Sonra bir mühür ile mühürlenir ve Kıvâmet Gününe kadar kırılmaz,»
Nesâl (215—303) bu ha-dîs'in Mevkuf olduğunu kabul eder.
îşbu zikir abdestten
sonra yapılır. Nevevl (631—676) diyor ki: «Bizim ashabımız, gusül'den sonra da
Müstehab'dır, dediler.»
Abd?st babı burada
sona eriyor. Musannif merhum abdest'hakkındaki zikirlerden yalnız abdeste
başlarken çekilecek. Besmeleyi bildiren hadîs ile sonundaki zikri teşkil edn bu
son hadîsi rivayet etmişdir.
Musannif merhûm'un
Abdest Babı'm abdest sonunda okunan bu dua ile bitirmesi yâni fiilen abdestin
sonunda okunan şey'i te.lifen de delillerin sonuna getirmesi şüphesiz ki güzel
bir san'atdir. Buna Bedî İlmin de Hüsn-ü İntiha derler. Bundan sonra mest
üzerine mesh babı geliyor. Çünkü mesh de abdest ahkâmındadır.[180]
Bu bâbta mest üzerine
mesh'in meşru olduğunu bildiren deliller görülecektir. yâni mest Deriden
yapılan ve ayakları topuklarla birlikte örten ayakkabıdır. (Curmuk) Mest
üzerine giyilen büyük mesttir. Mest üzerine mesh yalnız Sünnetle sabit
olmuşdur. Fakat Sünnetden delilleri o kadar çok ve kuvvetlidir ki, fukahâ
meshi caiz görmeyen Ehl-i Bid'atden olur demişlerdir. îmam-ı Âzam Ebû Hanîfe
(80—150) ; «Bana günün aydınlığı gibi aşikâr olmadan mesh'e kâü olmadım»
demişdir. Hattâ: «Mest üzerine mesh'i caiz görmeyenin küfründen korkarım;
çünkü bu bâb'daki eserler tevatür makamındadır» dediği rivayet olunur.
îmam-ı Ebû Yusuf
(113—182) : «Mesh Haberi meşhur olduğundan onunla kitab üzerine ziyâde
edilebilir» diyor. İmâm-ı Ahmed b. Hanbel (164—241) : «Kalbimde meshe karşı hiç
bir pürüz yok, bu bâbda Resû-füllah'ın Ashabından kimi Merfû kimi Mevkuf «40»
tane hadîs var» demişdir.
Mest üzerine mesh
Cenâb-ı Hak'ın mü'min kullarına bir ruhsatıdır. Bunu iyi anlıyabilmek için bir
rtebzecik Usûl-ü Fıkh İlmîne müracaat etmeğe mecburuz. Bu ilmin beyânına göre :
Âkil baliğ bir insanın fiili, uhrevî maksad itibariyle iki kısımdır: Azimet,
Ruhsat:
Azimet: Kulların
özürlerine bakmayarak ibtidâen meşru olan şeydir. Diğer tâbirle azimet Namaz
ve Oruç gibi aslî hükümlerdir.
Ruhsat: özre mebnî
ikinci defa meşru olan şeydir ve dört kısımdır. Bunların ikisine «hakîkaten
ruhsat» denilir.
Birincisi : Haram
olduğuna delil ve hüküm baki kalmakla beraber mubah muamelesi gören şeydir.
Küfür etmek için mecbur edilen kimsenin kalbi îmanla dolu olmak şartıyla
kelime-i küfrü söylemesi gibi. Bunun hükmü azimetle amel ederse sevab
kazanmakdır.
İkincisi : Haram
olduğuna delil ve sebeb bakî olmakla beraber hüküm gecikir. Yolcunun orucu
terketmesi gibi. Bu kısmın hükmü: Zayıf düşmedikçe azimetin evlâ olmasıdır.
Ruhsatın dört kısmından ikisine de «Mscâzen ruhsat» derler.
Birincisi.: Eski
Şeriatlarda meşru olan dayanılmaz güç tekliflerin İslâm Dİni'nden
kaldırılmasıdır. Günâh işleyen uzvu kesmek gibi. Böyle bir teklifin bize göre
meşru olmaması ruhsata benzediğinden buna «Mecazen ruhsat» denilmiştir. Çünkü
hakikatta azimet tasavvur olunamayan yerde ruhsat bulunmaz.
İkincisi : Bazı kullar
hakkında meşruiyeti baki olmakla beraber diğer bazılarında meşruiyeti sakıt
olan şeydir. Yolculuk hâlinde dört rekâta farzların ikiye indirilmesi gibi.
İşte mest üzerine mesh etmek bu kısımdandır.[181]
63/53- «Muğire
b. Şu'be radıyallahü cmA'den rivayet edilmişdir. Demişdir ki: Peygamber
satlaîlahü aleyhi ve seUem ile beraber İdim. Abdest aldı. Ben hemen mestlerini
çıkarmağa el attım. Resûl-ü Ekrem:
— Bırak onları; çünkü
ben onları temiz olarak giydim; buyurdular. Ve mestlerin üstüne mesh ettiler.»[182]
Hadîs, Mütfefekun
A!eyh'dir.
Nesâî müstesna
Dörtler'de bu hadîs şöyledir: ((Peygamber (S.A. V.) mestin hem üstüne, hem de
altına mesh etdi.» Bunun isnadında zaaf vardır.
Bu hadîs-i şerifin
Buharı, Mâlik ve Ebû Dâvud'daki rivayetleri bir araya getirilirse anlaşılıyor
ki, hadîse Tebük Gazâsı'nda ve sabah namazında cereyan etmişdir.
Hazreti Muğîre'nin
«Mestlerini çıkarmağa el atdım» demesine bakılırsa ya meshe ruhsat verildiğini
henüz bilmiyormuş; -yâhud biliyormuş, fakat mestlerini çıkarmak efdal olduğuna
göre Resûîüllah (S.A.V.) efdâl olanı yapacak zanniyle çıkarmak istemişdir.
Mes'ele ihtilaflıdır. Biraz aşağıda bu ihtilâflar görülecekdir. Hazretİ
Muğîre'nin mesh'in şartları bulunmadı zannetmiş olması da mümkindir. Hattâ
ihtimallerin en yakınıdır. Çünkü Fahr-i Kâinat Efendimiz «Bırak Onları ben
On-lan temiz olarak giydim» ; buyuruyor, bundan pekâ'lâ «Sen mes-hin şartları
yok zannediyorsun ama öyle değil, ben o mrstleri ayaklarım temiz olarak
giydim; binâenaleyh meshin şartı mevcûddur» manâsı çıkabilir. Zâten cümlesi
ayakların hâlidir.
Yâni ben onları ayaklarım
temiz olarak giydim. Demekdir. Nitekim Ebû Davud'un (202—275) rivayeti bu
manâyı sarahaten ifâde ediyor. Ebû Davud'un rivayeti şudur:
«Çünkü ben bu mestleri
ayaklarımın ikisi de temiz olduğu halde giydim.»
Müttefekun Aleyh olan
bu hadîs-i şerifin buradaki lâfzı BuharV-nindir. Bezzâfm beyânına göre bu
hadîs-i şerîf Hazreti Muğîre'den altmış tarik ile rivayet edilmişdir. İbni
Mende (—30İ) bunların «45» ini zikrediyor. Hadîs-i şerîf, sefer yani yolculuk
hâlinde mest üzerine mesh edileceğine delildir. Çünkü bu bâbda nass'dır. Hazar
hâlinde yâni evinde olanlar için biraz ileride söz gelecekdir. Ulemâ-i Kiram
mest üzerine mesh hakkında ihtilâf etmişlerdir. Ekseriyet şu hadîsle istidlal
ederek seferde; ileride gelecek hadîslerle istidlal ederek hazarda meshin caiz
olduğuna kail olmuşlardır. îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164—241): «Bu hususda
Sahâbe-i KirânVdan. «40» tane merfû hadîs vardır »diyor. îbni >Ebî Hatim
(247—327)'e göre «41» sahabeden merfû hadîs vardır. İbni Abdilberr (368 ^- 463)
«El - îstizhâr-» adlı eserinde şöyle der : «Hazreti Peygamber (S.A.V.)'den
meshı «40» kadar Sahabî rivayet etmiştir. Îbnü'l-Münzir (—236), Hasdn-ı Basrî
(21—110)'nin sözünü naklediyor: «Bana Resûl-ü Ekrem (S.Â.V.)'in mestleri
üzerine mesh eder idiğini ashab-ı Resûlüllahdan «70» tanesi söyledi»; demiş.
Ebu'l - Kasım İbni Mende tezkiresinde ravîlerin adlarını saymış ve tam «80»
Sa-hâbî'ye baliğ olmuşlardır. Bunlardan bazıları şunlardır : Ebu Bekir, Ömer,
Ali, İbni Mes'ûd, İbni Ömer, İbni Abbas, Câbir b. Abdİllah, Sa'd b. Ebi Vakkas,
Âişe, Bilâl, Huzeyfe, Büreyde, Huzeyme b. Sabit, Ebu Hüreyre, Selmân-ı Fârisî,
Ebû Mûse'l - Eş'ari, Amrü'bnü'l-Âs, Ebû Ey-yûb, Ebû Ümâme, Sevbân, Ubâdetü'bnüs
- Sâmit, Üsâme b. Zeyd rıdvanuilahi anhüm.
İbnü'l - Mübarek
(—181): Mestler üzerine mesh hakkında Sahabe arasında ihtilâf yokdur. Zira
hangisinden inkâr etdiği rivayet edildi ise aynı zattan isbât ettiği de rivayet
edilmişdir»; demektedir.'îbni Abdilberr diyor ki: «Meshi Sahabeden İbni Abbas,
Hazreti Âişe ve Ebu Hü-reyre'dçn başka inkâr eden bulunduğu rivayet
edilmemiştir.» İbni Abbas île Ebu Hüreyre'den muteber senedlerle bunun hilafı
ve şâir Ashaba muvafakat ettikleri rivayeti gelmişdir. Hazreti Âişe'ye gelince
Müslim'in (204—261) kaydettiğine göre o da bu işi Hazreti Ali'den ilmine havale
etmişdir. Bir rivayete göre: «Bana meshi sordular. Benim buna dâir malûmatını
yok»; demişdi. Yine İbni Abdilberr (368—463): «Selef -den hiç birinin onu inkâr
ettiği rivayet olunduğunu bilmiyorum. Ancak îmam-% Mâlik'den {93—179) bir
rivayet müstesna, Maamafih ondan gelen sahih rivâyetde meshi isbât ettiğini
sarahaten beyan ediyor» der. Musannif merhum ise daha ileriye giderek: «Hadîs
hafızlarından bir cemâat meshin mütevâtir olduğunu açıkla mışdır» diyor.
Bundan, dolayıdır ki, mest üzerine mesh dört mezhebe göre şahindir. Yalnız bunun
iki şartı vardır.
Birincisi : Hadîs-i
şerifin işaret ettiği ayakların temizliğidir. Yâni mestler üzerine mesh
edebilmek için evvelâ tam bir abdest almak ve mestleri abdestli iken giymek
şarttır. Bu şekilde giydikten sonra abdesti bozulursa artık abdest alırken
mestlerin üzerine mssh eder.
İkinci şart: Mestlerin
kuvvetli, suyun girmesine mâni, yır-tıksız ve ayakları topuklarla birlikte
örter olmasıdır. Zaten mest denilince akla böyle mükemmel olanı gelir. Hazreti
Muğîre'nin Buharı (194 — 256) ile Müslim'deki (204 — 261) rivayetinde meshin
keyfiyeti, kemiyet ve yeri zikredilmemişse de Dörtler'in rivayetinde zikredilmiş
ve hem altına hem üstüne mesh edilebileceği anlatılmadır. Nitekim buna kail
olanlarda vardır. Lâkin hadîsin Z)örtZer'deki rivayeti zayıf-'dir. Hadîs
İmamları bunu Hazreti Muğîre'nin kâtibinin rivayet etmiş olması dolayısıyla
zayıf addetmişlerdir.
Aşağıdaki hadîs-i
şerîf de meshin yerini beyan ediyor. Fakat Muğîre Hadîsine muarızdır.[183]
65/54- «Ali
radıyattahü cmVderi rivayet edilmİşdir ki: Eğer dinr re'y ile olsaydı mestin
altı mesh edilmek için üstünden eviâ olurdu. Muhakkak ben ResûlüIIah saUallahü
aleyhi ve sellem'ı mestlerinin üstüne mesh ederken gördüm; demişdir.»[184]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
güzel bir isnadla tahrîc etmişdir.
Musannif merhum
«Et-telhîs» nâm eserinde «Bu hadîs sahîh'dir» der. Hadîs-i şerif de mestler
üzerine meshin yeri bildirilmekde ve bunun mestlerin üstü olduğu, altına mesh
edilemeyeceği beyan edil-mekdedir. Bu hususda ulemânın iki kavli vardır:
1— Eller
suya batırılır. Sonra sol elin avucu mestin topuğuna; sağ elin avucu da
parmakların etrafına konur ve sağ el mestin koncuna doğru; sol el de
parmakların kenarlarına doğru çekilir. Bu kavi îmam-ı Şafiî (150— 204)'nindir.
Hazreti Şafiî mestin böyle yapılacağına Hazreti Muğîre hadîsiyie istidlal
eder. Çünkü o hadîsde:
«Resûf-ü Ekrem
(S.A.V.) mestlerinin üzerine mesh etti ve sağ etini sağ mestinin üzerine, sol
elini de sol mestinin üzerine koydu. Sonra üzerlerine bir defa mesh etli. Ben
onun mestleri üzerindeki parmakların» hâlâ görüyor gibiyim; deniliyor.»
Maamafih bu hadîs hem Munkatı'dır. Hem de Şafiî'nin tarif ettiği şekle delâlet
etmez.
2— Mestin
üzerine mesh edilir. Hazreti Alî
hadîsi de bunu ifâde eder.
Meshin mikdarına
gelince:
Mâlikîler'e geince
mestlerin üstüne kamilen mesh etmek vâcibdir. Altına mesh etmek ise
müstehabdır-.
Hanefîler'e göre mesh,
giyilmiş mestlerin üzerine el parmaklarının küçüklerinden üç tanesinin uzunluğu
ve genişliği mikdârı yapılır.
Şafiîler'e göre,
mestlerin üzerine gelmek şartıyla neresine olursa olsun velev ıslak parmağını
çekmeden değdirmek suretiyle farz yerini bulur. Nitekim başa mesh dahi
böyledir.
Hanbelîler'e göre;
mestin üzerine, fakat ekserisine rneshetmek farz; altına msshetmek müstehabdır.
Bu bâbda tafsilât her mezhebin fıkıh kitabtermdadır. Hazreîi Alî ve Muğîre
hadîslerinde meshin mikdarına dair söz yokdur. Yalnız Alî kerremallahu
uec/ıe/t'den diğer bir rivâyetde Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'i mestin üzerine
parmaklarla çizgi çizerek mesh ederken gördüğü ifâde ediîmekde ise de îmam-ı
Nevevî (631—676) tu hadîs için zayıf demişdir. Hazret! Câbir (R. A.)7den dahi:
«Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in meshi öğrettiği bir zâta eliyle mestlerin ön
tarafından konca doğru bir defa mest etmesini gösterdiği ve parmakların arasını
açdığı» rivayet ediliyor. Fakat Musannif bu hadîs için: «İsnadı son derece
zayıf'dır»; diyor. Velhasıl meshin keyfiyeti ve kemiyeti hakkında itimada şâyân
bir hadîs yokdur. Yalnız meshin yerini bildiren hadîs sahîh'dir.
Meshin müddetine
gelince: Onu da aşağıdaki hadîs-i şerîf beyan ediyor.[185]
66/55-
«Safvân b. Assâl[186]
radıyaîlahü anh'dan rivayet edümişdir. Demİşdir ki: Peygamber saîlaîîahü aleyhi
ve sellem, yolcu olduğumuz zaman bize, cünüblük müstesna Sakin büyük ve küçük
abdest bozmak-dan ve uykudan dolayı üç gün üç gece mestlerimizi çıkarmamamızı
emrederdi.»[187]
Bu hadîsi, Nesâî ve
Tİrmîzî tahrîc etmişlerdir. Lâfız Tirmizî'hindir. İbn-i Huzeyme dahi tahrîc
etmiş ve Tirmîzî ile ikisi bunu sahîhlemişlerdir.
Bu hadîs-i şerifi,
îmam-ı Şafiî (150 — 204), İbni Mâce {207 — 275), İbni Hibban (— 354), Dâre
Kutnî (306 — 375) ve Beyhakî (384 — 458) dahi rivayet etmişlerdir. Tirmizî (200
— 279) Buharî'den (194 — 256) naklen «Bu hadîs hasen'dir»; diyor. Hattâ Buharı:
«Vakit tâyini hususunda Safvân bin Assâli'l - Meradî'nin hadîsinden daha sahîh
bir şey yokdur»; demişdir. Bu hadîsi, Tirmizî ile Hattâbi (—388) sahîhlemişdir.
Hadîs-i şerîf, mest üzerine meshin yolcular için üç gün üç gece meşru olduğuna
delildir. Yine bu hadîsde meshin abdeste mahsus olduğuna, gusülde yapılamayacağına
delâlet vardır ki; bu cihet ittifâkî bir mes'eledir. «Bize emrederdi»
denildiğine göre mest üzerine mesh vâcib olmak îcab ederse de İcmâ-İ Ümmet bu
emrin vücûb için değil, nedib ve ibâha için olduğunu tâyin etmişdir. Acaba
mestlere mesh etmek mi daha sevabdır; yoksa çıkarıb ayaklan yıkamak mı? Bu
mes'ele ihtilaflıdır. Musannif merhûm'un ihtiyarı meshin efdâl olduğudur.
îmctm-t Nevevî (631 — 676): «Sünnet'den yüz çevirerek terk edilmemek şartıyla
ayakları yıkamanın efdâl olduğunu ulemâmız açıklamiş-dır» diyor. HanbeÜler'e
göre mestlerin üzerine mesh etmek ayakları yıkamakdan evlâdır. Hanefîyye
İmamlarının bazılarından da meşhur olan rivayet budur. Diğerleri azimeti evlâ
görürler.[188]
67/56- «Ali
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Mestler üzerine mesh hakkında
söylediğini kasd ederek demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem üç
gün ile üç geceyi yolcuya; bir g"iih ile bir geceyi de evinde olana
tahsis etti.»[189]
Bu hadîsi, Müslim
tahrîc etmişdir.
Hadîsteki sözü yâ Hazreti Ali'nin yahud başka
ravîlerden birinin sözü olup müdrecdir... Hadîsi, Ebu Dâvud (202 — 275),
Tirmizi (200 — 279) ve İbni Hibban (—354) de tahrîc etmişlerdir. Bu da
yukardaki hadîs gibi misafir hakkında mest üzerine meshin müddetini beyan
ediyor. Fazla olarak da mukîm yâni evinde olan kimseye meshin meşru olduğuna;
onun hakkında mesh müddetinin bir gün ile bir gece olacağına delâlet ediyor.
Yolcular hakkında mesh müddetinin fazla olması yolculukda meşakkat ve zahmet
bulun-masmdandır. Bu cihetle yolcu ruhsata daha lâyıkdır.[190]
68/57-
«Sevbân[191] radıyallahü anh'öen
rivayet edilmişdir. Demişdir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem bir
müfreze gönderdi ve onlara ısâbeler yâni sarıklar ve teshânlar yâni mestler
üzerine mesh etmelerini emir buyurdu.»[192]
Bu hadîsi, Ahmst, Ebû
Dâvud rivayet etmişler; Hâkim de sahîhlemişdir.
Hadîsde geçen sözleri
ravî tarafından müdrecdir.[193] Bu
hadîs-i şerîf, mestler üzerine olduğu gibi sarık üzerine de mesh
edilebileceğinin delilidir. Acaba bunun için başın temiz elması şart mıdır;
müddet filân var mıdır? Bu bâbda mezâhib ulemâsından bir nakl bulunamamışdir.
Yalnız Bülûğu'l - Meram üzerine yazılmış Kadı Abdurrahman Hâşiyesi'nde
«sarıkların .üzerine mesh caiz olabilmek İçin mesh edecek kimsenin tıpkı mşstde
olduğu gibi tam abdest aldıktan sonra sarığını sarmış olması şarttır; sarık
üzerine meshe bazı ulemâ kail olmuş; fakat iddiasına delil getirmemişdir» deniliyor.
Hadîs i Şerifin zahirine göre sarık üzerine mesfoetmek için özürlü olmak şart
değildir.
Yine bu hadîsin
zahirine göre başa asla su değmese bile sarığa mesh edilebilir. İbnü'l - Kayyım
(691 — 751) şöyle der; «Resûfüllah (S.A.V.) sâde sarık üzerine meshetti.
Alnının üzerine mesh ederek sarığın üzerine ikmâl etdiği de oldu.» Hanefîleı-
sarık üzerine msshi özürlüye caiz görürler. Çünkü bu hadîsin Ebu Dâvu«Tdaki
rivayetinde : «Gönderilen müfreze soğuğa tutulmuşlardı»; diyorlar .Bu sebeple
sarık üzerine mesh, Özre hamlediliyor ise de; bu da Sübülü's - selâm sahibine
göre uzak bir ihtimâldir. Zira başka hadîslerde özürsüz olduğu halde mestlerle
sarık üzerine mesh ettiği sabit olmuşdur.[194]
69/58- «Ömer
radıydllahuanh'den mevkuf olarak, Enes radıyattahu anh'öen merfû olarak rivayet
edilmişdir ki:
«Biriniz abdest aldı
da mestlerini giydi mi onların üzerine mesh etsin ve onların içinde namaz
kılsın; isterse onları çıkarmasın yalnız cünüblük müstesnü» buyurmuşlardır.»[195]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
ile Hâkim tahrîc etmişler ve Hâkim sahîhlemişdir.
Hadîs-i Şerîfde
mestlerin giyilmesiyle üzerine mesh edilmesinin (Abdest aldıkdan sonra)
kaydıyla kayıdlanması gerek bu bâb'ın başında geçen Muğîre Hadîsinde, gerekse
başka hadîslerde geçen taharet kelimelerinden, abdestsizlik kasd edildiğine
delildir.
Bu hadîs, taharetin
şart olduğuna da delildir. Ancak müddet hakkında mutlak ise de Safvân ve Ali
(R, Anhümâ) hadîslerinin ifâde etdiği müddet ile bu da mukayyeddir.[196]
70/59- «Ebû
Bekre[197] radzyallahü anh
vasıtasıyla Peygamber salîalîahü aleyhi ve sellem'den rivayet edümişdir ki:
Temizlenerek mestlerini giydiği zaman üzerine mesh etmek için yolcuya üç gün üç
gere, evinde olana bîr gün bir gece ruhsat yermişdir.[198]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
tahrîc etmiş, İbrit Huzeyme .de sahîhlemişdir.
Hattabî {— 388) ile
İmam-ı Şafiî (150 — 204) dahi sâhîhlemişlerdir. Ayni hadîsi Ibni Hibban (—354,
İbnü'l - Cârûd, Ibni Ebî Şeybe (— 234) Beybakî (384 — 458) ve «El - İlel» adlı
eserinde Tirmizî (200 — 279) tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i Şerîf, yolcu
ile mukîm hakkındaki mesh müddetini ifâde hususunda Hazreti Ali (R. A.) hadîsi
gibi, taharetin şart oİduğunu ifâde bakımından ise Hazrefi Ömer ve Enes (R. A.)
hadîsi gibidir. Ayrıca- bu hadîsde meshin ru,hsat olduğu tasrîh edümişdir.[199]
71/60- «Übeyy
b. Ama re radıyallahü anVden şöyle dediği rivayet edîlmişdir: «Yâ Resûlallah»
mestlerin üzerine mesh edeyim mi dedi:
— Evet!
— Bir gün mü?
— Evet!
— İki gün de olur mu?
— Evet!
— Üç gün?
— Evet ve dilediğin
kadar; buyurdu.»[200]
B,u hadîsi, Ebu Dâvud
tahrîc etmiş ve: «Kavî değil» demişdir.
Hafız el Münzİrî (—
656) «Muhtasaru's - Sünen» adlı eserinde : Bu mânâda yâni Ebu Davud'un
söylediği söz mânâsında bir sözü.de Bu-harî söyledi» diyor. İmam-ı Ahmed b.
Hanbel (164 — 241): «Bu hadîs'in ricali bilinmiyor» der. Dâre Kutnî (306 —
385): «Bu-sabit olmayan bir isnâddır», demektedir. İbni Hibban (—354): «Ben
bunun haberine iti-mad etmem» demiş; İbni Abdilberr (368—'463): «Sabit olmuyor;
doğru bir isnadı yokdur» demiş; Nihayet İbnü'l - Cevzî (508 — 557) mübalâğa
göstererek onu mevzu' hadîslerden saymışdır.
Bu hadîs mesh için
gerek hazarda, gerekse seferde bir müddet olmadığına delâlet ediyor. Bu kavi
îmam-ı Mâlilc'de.n (93 — 179) rivayet olunur. Şafiî (150 — 204)'nin de eskiden
Kavli budur. Lâkin bu hadîs yukarıda geçen hadîslere muaraza edecek kuvvette
olmak göyle dursun, onlara yaklaşamaz bile. Bilfarz sabit bir hadîs bile olsa
geçen hadîslere takyid olunur.[201]
Lûgatta, muhkem bir
şey'i bozmakdır. Sonra mecazen ab-desti ibtâl etmek mânâsında kullanılmış;
sonra da Hakikat-ı Örfiyye olmuşdur. Abdesti bozan şeyler Teyemmümü de bozar..
Çünkü teyemmüm abdestin bedelidir.[202]
72/61- «Enes
b radıyallahü anh'den rivayet edümişdir. Demişdir ki: ResûliKlah sallallahü
aleyhi ve sellem devrinde Ashabı yatsıyı beklerlerdi. O derecede kî başları
uykudan eğitir; sonra namaz kılarlar; abdest tazelemezlerdi.»[203]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
tahrîc etmiş; Dâre Kulnî de sahîhlemişdir. Aslı Müslim'dedir.
Hadîsi, Tirmizî (200 —
279) de tahrîc etmişdir. Onun rivayetinde hadîs'de :
«Namaz için
uyandırırlardı» ve ;
«Hattâ ben onlardan
bir hangisinin horultusunu İşitiyordum. Sonra kal-, karlar, namaz kılarlar ve
abdest tazeîemezlerdi»; cümleleri vardır. Bu uykuyu ulemâdan bir cemâat
oturanın uykusuna hamlettiler ise de, onların bu te'vilini Yahya'! - Kattan
(—628)'in Hazreti Enes'den rivayet ettiği :
«yalanlarlardı» tâbiri
bertaraf etmekdedir. jbnü Dakîk'ü-İyd (625—702):
«Hafif uykuya
hamledilir» diyorsa da bu da hadîsde geçen «
<ıkli * «horultu» « jjli I » «uyandırma» tâbirlerine uygun değildir
iddiasiyle red olunur. Çünkü horultu ve uyandırma ancak derin uykuda olur. Bu
cihet böylece bilindikden sonra şunu da ilâve edelim ki, bu bâbdaki hadîslerde
hep başın eğilmesinden, horultudan, uyandırmadan, yan yatmakdan filândan
bahsediyor. Bununla beraber hepsinde bunlardan dolayı abdest tazelemedikleri
bildiriliyor.
Mes'ele ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Ve bu ihtilâfdan ortaya sekiz kavi çıkmişdır.
1— Uyku
mutlak surette ve her hal'u şa'nda abdesti bozar. Buna delil üst tarafdaki
bâbda geçen Safvân b. Aâsâl hadîsidir. Bu hadîsde:
«Sidikden veya
kazurattan yahud uykudan»; deniliyor. Demek ki abdesti bozmakda mutlak suretde
uyku «sidik» ve emsali gibi imiş. Haz reti Enes'in şu hadîsi hangi ibare ile
rivayet edilirse edilsin bunda Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in Ashabını
yaptıklarından dolayı ikrar ve tasdik etdiğini isbâta yarar bir söz yokdur.
Hattâ Ashabını gördüğüne dair de bir şey yokdur. Bu sadece sahabenin fiilidir.
Nasıl olduğu da meçhuldür. Hüccet teşkil edecek olan sahabenin fiili değil,
ancak Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in fiilleri, sözleri takrirleridir.[204]
2— Uyku
mutlak surette abdesti bozmaz. Buna delil sadedinde bulunduğumuz En es b. MâHk
hadîsidir. Şayet uyku abdesti bozsa
idi, Allah Zül Celâf onları o hal üzere bırakmaz,-Resûl-ü Zîşânına ayakkabının
pisliğini vahiy suretile nasıl bildirdi ise bunu da hattâ evleviyetle
bildirirdi. Lâkin Hairetİ Safvân hadîsi bu kavli reddeder..
3— Uykunun
her nev'i abdesti bçzar. Ancak uyuklayarak iki defa arka arkaya başın eğilmesi,
arka arkaya değilse bir kaç defalar başın eğilmesi afvolunur. Başın
eğilmesinin, hududu : Uyanmadıkça başın omuzlar üstünde dim - d;k duramamasıdır.Bu kavle zâhib olanlar Enes
hadîsini, «Hafif uyuklama akıl ve temyizi gidermez» şeklinde te'vil ederler.
4— Uyku
bizzat abdesti bozmaz. Yalnız bozulmaya sebebdir. Binâenaleyh bir kimse
makadını iyice yere sererek oturduğu yerde uyursa ebdesti bozulmaz. Aksi
takdirde bozulur, tmam-ı Şafiî'nin (150 — 204) mezhebi budur. Şafiî Hazreti Afi
(R.A.)'m rivayet ettiği:
«Göz mak'adın bağıdır.
Kim uyursa abdest alsın» hadîsiyle istidlal eder. Şafiî'nin istidlal ettiği bu
hadîsi Tirmİzî «Hasen» olarak kabul eder. Yalnız ravîleri arasında Bakıyye b.
El - Velid vardır ki, bu zâtın rivayeti hüccet" olamaz.
5—
Namazdaki
rükû' sücûd veya kıyama benzer bir hey'ette uyursa kendisi bizzat namazda
olsun olmasın abdesti bozulmaz. Ama yaslanarak veya kafasının üstüne yatarak
uyursa bozulur. Delili şu hadîs-i şerîfdir:
«Kul secde halında
uyursa Allahu Zül Celâl onunla Meleklere mübâhat eyler; der ki, benim kulum!
Ruhu bende, cesedi huzurumda secde ediyor.» Fakat bu hadîsi, Beyhakî (384—458)
rivayet etmiş ve zaif olduğunu söylemişdir. RanefUerm mezhebi budur. Diyorlar
ki, uykuda olan kimseye «secdede» dedi. Secde ise yalnız taharetle yapılır.
Demek secdede uyku abdesti bozmâzmış. Fakat Hanefîler'e şöyle cevap
veril-.mişdir. Buna «secdede» demesi, ya şekline bakarak, yahud da uyumazdan
evvelki haline nazarandır. Yoksa şimdi secde'de demek değildir.
6— Uyku
abdesti bozar. Yalnız rükû ve secdede uyumak bozmaz. Buna delil beşinci kavide
.geçen hadîstir. Bu hadîs secde haline mahsus ise de rükû hâli de buna kıyasen
bilinir.
7— Namazda
uyku ne şekilde olursa olsun abdesti bozmaz. Namaz haricindeki uyku bozar.
Delili yine-aynı hadîsdir.
8— Çok uyku
ne şekilde olursa olsun bozar. Az uyku bozmaz bu kavle zâhib olanlar şu
mütalâada bulunuyorlar: «Uyku bizzat
abdesti bozmaz. O yalnız bozulmağa götüren sebeb ve zan îras eden bir şeydir.
Zan îras eden ise uykunun azı değil, çoğudur. Bunlar Enes hadîslerini Zan îras
eden ise uykunun azı değil, çoğudur. Bunlar Enes hadîslerini aza hamlederler.
Ancak azın çoğun haddini zikretmezler.
Velhasıl bu bâbdaki hadîsler muhtelif olduğu için ulemânın kavilleri de
böyle muhtelif olmuşdur. Bu kaviller içinde sevaba en yakını uyku abdesti
bozar diyendir. Çünkü bunu sahîh olan Safvân hadîsi isbât ediyor. Şu var ki bunda
da [.yi «uyku» lâfzı mutlakdır. Binâenaleyh derin uyku ile tak- yid olunur.
Enes hadîsi ise henüz derin uykuya dalmamışlar» şeklinde te'vil edilir.
Filhakika bâzan uykusunun ibtidâsında horuldayanlar olur. Yangelmek dalmayı
îcab etmez. Uyandırmağa gelince: Dalmasın diye bazan uyukluyan bir kimse
uyandırılabilir.
Bayılma/delirme ve
hangi müskirat sebebiyle olursa olsun sarhoşluk da- uyku gibidir. Çünkü
hepsinde akıl zail olur. Bazılarına göre bunlar âbdesti bozar. Bu kavi sahîh
ise bu sefer delil İcmâ' olur.[205]
73/62- «Âişe
radtyallahü anhâ'dan rivayet edilmişdir. Demişdir ki: Fatma Binti Ebî Hubeyş[206]
Peygamber sallallahü aleyhi ve sel-lem'e gelerek: Yâ Resûlallah dedi. Ben
hastalıklı bir kadınım. Hiç temizlenemiyorum. Namazı bırakayım mı? Hayır; bu
ancak bir damardır; hayz değildir. HaYzin geldi mî nsmazı bırakıver. Gitti mi
kendinden kanı yıka sonra namaz kıl; buyurdular.»[207]
Hadîs Müttefekun
Aleyh'âir. Buharî'de Âişe hadîsinden şu ziyâde vardır: «Sonra her namaz için
abdest al.» Müslim burasını kasden hazf ettiğine işaret etmiştir.
İstihâza: Kadının
fercinden vakitsiz akan kandır. Yani hastalık kanıdır.
Hayz : Sağlam bir
kadın rahminin dışarıya atdığı kandır. Bu kan rahmin dibinden çıkar. Hadîs-i
şerîfde :
«O hayz değildir»
buyurulması kadının, «Temizlenmiyorum» sözünü red içindir. Çünkü kadın,
hayzlının temizlenmesi ancak kanın kesilmesile bilinir sanmış ve,
«Temizlenemiyorum» demekle kanın kesilmeden muttasıl akmasından kinaye yapmışdı.
Hayzlı kadının namaz kılmadığını .biliyordu. Binâenaleyh bu hüküm kanın
akmasıyla devam eder zannetmişdi. İşte Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bunu gördüğü
kanın hayz olmadığım; kendisinin temiz olduğunu ve namaz kılması lâzım
geldiğini beyan buyurdular. «Kendinden kanı yıka» demek gusül et demektir. Bu
cihet başka delillerden anlaşılmaktadır.
Bu hadîs-i şerîf
istihâza'nın yâni hastalık kanının vâkî olabileceğine ve bu kanın hayz hükmüne
uymayan bîr hükmü bulunduğuna delildir. Fahr-i Kâinat Efendimiz bunu en
mükemmel şekilde beyân buyur-muşdur. Sahîh hadîslerin bazısında «Kanı yıka»,
bazısında ise, «Yıkan»-buyuruluyor. Demek oluyor ki, râvîler bazısında tâbirin
birini, diğerinde ötekini söylemekle iktifa etmişlerdir.
Şimdi bu kadın hayzmın
geldiğini kan ak'ıp dururken nasıl bilecek-dir? Sâri' hastalıklı kadına,
hayzmın gelişini, gidişini Öğretmişdir. Binâenaleyh kadın hayzını alâmeti ile
bilir. Ulemâ'nın bu bâbda iki kavli vardır:
1— Bu kadın
hayzının geldiğini eski âdetine müracaatla bilir. Yani eskiden hayz gördüğü
günlerin başında kan gelirse hayz gördü de-mekdir. «Hayzmın gitmesi ise âdet
günlerinin geçmesidir.» Filhakika Fatıma hadîsinin bazı rivayetlerinde :
«Namazı, eskiden hayz gördüğün günler kadar bırak» buyurularak,
âdet günlerine müracaatı beyân olunmuşdur. Bu hususda fazla tahkikat hayz
babında gelecekdir.
2— Kanın
sıfatına müracaat edilir. Netekim yine hayz babında görüleceği veçhile Hazretî
Âişe (R. Anhâ)'nm rivayet ettiği Patıma Binti Ebî Hubeyş hadîsinde şöyle
buyuruluyor :
«Muhakkak hayz kanı
karadır; bilinir. Öyle oldu mu na-rrîazı bırak; değilse abdest al ve namaz
kıl.»
Bu suretle hayzın
gelişi kanın sıfatının gelişi, gidişi'de bu sıfatın gidişi oluyor. Bu bâbdaki
ihtilâflar da ileride gelecekdir.
Müslim'in hazf ettiği
ziyâdeye gelince: İmam-ı Müslim (204-261) Sahihinde bu hadîsi beyân ettikden
sonra, «Hammâd hadîsinde bir harf varki biz onu biraydık», diyor. Beyhakî
(384—458) bu harf sözüdür, çünkü bu söz mahfuz olmayan bir ziyâdedir, bunu
râvîler arasından bazısı münferiden yapmışdır» diyor. Bununla beraber Musannif
«Fethu'1-Bârî» nâm eserinde adı
geçen ziyâdenin bir çok tariklerden sabit
olduğunu, binâenaleyh Müslim'in söylediği zâtın teferrüdü kalmadığını takrir
etmişdir.
Musannif merhumun bu
müştâhaza- hadîsini abdesti bozan şeyler babında zikretmesi yalnız sonundaki
ziyâde içindir. Çünkü buraya mü-nasib olan yalnız bu ziyâdedir. Asıl hadîsi
ileride istihâza babında tek-rarlayacakdır. Evet bu hadîsin sonundaki ziyâde,
istihâza kanının şâir hadîsler, (abdesti,bozan şeyler) gibi abdesti bozduğuna
delildir. Bu se-bebledir ki Sâri Hazretleri istihâza kanından dolayı her namaz
için abdest almayı emir buyurmuşdur. Abdest bu kanın hükmünü ancak namaz
kılmak için kaldırır. Namaz bitti mi, abdesti de bozulur. Cumhur-u Ulemâ'nın
kavli budur. Yâni bu kadın her'namaz için abdest alacakdır. Hanefîler'e göre
ise her namaz için değil, her namaz vakti' için abdest alır. Alınan abdest
vakte mütealliktir. Kadın bu abdestle o vaktin içinde dilediği kadar farz ve
nafile kılabilir. Çünkü hadîsde mukadder muzaf vardır.demek demektir. Nitekim hadîsin :
«İstihâzalı kadın her
namaz vakti için abdest alır» rivayeti de vardır. Muhtasar-ı Tahavj Şerhi'nde
bu hadîsi İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe (80—150)'nin rivayet etdiği an'anesiyle beyân
olunuyor. Mâli-kîler'e göre namaz için abdest alması vâcib değil müstehab'dır.
§â~ fiîler'e göre istihâzalı kadın her farz için ayrı abdest alır. Bu hu-susda
dahi ileride hayz babında Hamne Binti Cahş hadîsinde tafsilât verilecekdir,
İnşâ Allah.[208]
75/63- «Ali
b. Talİb radtyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir ki: «Ben çok mezi gören bir
adattıdım. Bu sebeble Mikdâd'a Resûlüllah salldl-Jahü aleyhi ve seîlem'e.
sormasını emrettim. Oda sordu: «Onda ab-dest vard I r; buyurdular.»[209]
Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir. Lâfız Buharî'nindir.
Mezi : Beyaz ve berrak
bir su olup, münasebet-i cinsiyyeyi hatır-ladığı ve arzu ettiği zaman erkekten
gelir. Bir de «vedî» vardır. Bu küçük abdest bozduktan sonra gelen koyu sudur
ve bevl hükmündedir.
Hadîs-i şerif Buharı
(194—256) ve Müslim'de (204—261) muhtelif lâfızlarla rivayet olunuyor. Meselâ
Buharî'de yukardaki kısım zikredildikten sonra :
«Peygamber (S.A.V.)'e
sormağa utandım» denilmekte. Bir yerde :
«Kızı bende olduğu
için» kaydına rastlanmaktadır. Müslim'de bu ifâde:
«Fâtıma (R. A.) bende
olduğu için şeklindedir. Ayni hadîsi Ebû Dâvud (202—275) Nesâî (215—303) ve
tbnü Huzeyme (223—311) Hazret! Ali'den şu lâfızlarla- rivayet ediyorlar:
«Ben çok mezî gören
bir adam idim. Bundan dolayı kışın yıkanmağa başladım. Hattâ sırtım çatladı.»
Buharî'nin bir rivayetinde :
«Abdest al ve zekerini
yıka» Müslim'in bir rivayetinde :
«Zekerini yıka ve
abdest al» ziyâdeleri vardır. Soranın kim olduğu da ihtilaflıdır. Bazı
rivayetlerde Mikdâd bin Esved, bazılarında Ammâr, bir rivayette bizzat Hazreti
Ali'dir, tbni Hibbân (—354) bu rivayetlerin arasını cem' ve te'lif etmiştir.
Buna göre Hazreti AH Mikdâd'a sormasını emretmiş, fakat sonra kendisi
sormuştur. Ancak:' «Kızı bende olduğu İçin utandım» demesi soranın bizzat
Hazreti Ali (R. A.) olmadığına delâlet eder. «Bizzat sordu» diyen kavle göre,
Hazretî Alî'nin sorması Mecazdır, zira sormayı emreden odur.
Bu hadîs-i şerif
meşinin abdesti bozduğuna, delildir. Musannif da zaten bunu isbat için bu bâbda
zikretmiştir. Hadîs aynı zamanda mezi nin gusül icab etmiyeceğini de
göstermektedir ki, bu hususda icma' da vardır. Hadîsin bir rivayetinde görülen:
«Abdest al ve zekerini
yıka» sözü abdestin evvel alınmasını icap etmez. Çünkü cümleler birbiri üzerine
atıf edatlarından İle bağlanmıştır. ise tertip ifade etmez. Fakat «zeker»
sözünü mutlak zikretmek ^bütününün yıkanmasını icab ederse de bu da edebiyattaki
tabiri ile külli zikir, cüz'i kasd kabilinden mecaz-i mürseîdir. Binâenaleyh
yıkanması İcab eden yer pisliğin çıktığı yerdir. Bununla beraber hadîs-i şerif
lâfzına uyarak bütün zekeri yıkamak vaciptir.; diyenler de olmuştur. Nitekim
Ebû Davud'un rivayeti bunu te'yid eder. Bu rivayette :
«Zekeri ile hayalarını
yıkar ve abdest alır» buyuruluyor. Yine Ebû Davud'un bir rivayetinde:
«Bundan zekerini ve
hayalarını yıkar; abdest alırsın. «Ancak hayalarını yıkama rivayetinde ta'n
edilmiştir. Çünkü ravîler arasında Hazreti Ali'den rivayet eden Urve vardır.
Halbuki Urve Hazreti Ali'den işitmemiş-tir. Mamaafih bu hadîsi Ebû Avâne (—316)
sahihinde Hazreti Ali'den rivayet eden zâtı Ubeyde olarak göstermekledir.
Musannif merhum «Et-Telhis» adlı eserinde «îsnadına bir diyecek yoktur» der.
Hadîs sahih olduğuna göre mucibince hüküm ve amel olunmağa bir mani' yoktur.
Bazıları bütün zekerin yıkanması hikmetini bulmuş, ve : «Bütün zeker yıkandığı
zaman büzülür; mezinin çıkması kesilir» demişlerdir. Bu hadîs ile mezinin
necaset olduğuna da istidlal edilir.[210]
76/69- «Âİşe
radıyallahü anhâ'âan rivayet edilmiştir kî: Peygamber sdllallalm aleyhi ve
sillem kadınlarından birisini cpmüş; sonra namaza çıkmış; abdest almamıştır.»[211]
Bu hadîsi, Ahmed
tahrîc etmiş ve Buharı zaîf bulmuştur.
Aynı hadîsi Ebû Dâvud
(202—275), Tirmizi (200—279), Nesâî (215—303) ve İbni Mâce (207—275) de tahrîc
etmişlerdir. Tirmizi şöyle demiştir: «Ben Muhammed b. İsmail'i bu hadîs
zayıftır derken işittim». Ebû Dâvud bunu Hazreti Âişe'den işiten İbrahim
Et-Teymî tarikinden tahrîc etmiştir.
Halbuki İbrahim
Hazreti Âîşe (R. Anhâydan hiçbir hadîs işitme-miştir. Binâenaleyh hadîs
mürseîdir. Nesâî : «Bu bâbda bundan güzel bir hadîs yoktur; lâkin mürseîdir»
diyor. Musannif: «Bu hadîs, Hazreti Âîşe'den on vecihle rivayet edilmiştir; bu
vecihleri Beyhakî (384—458) «Bl-Hilâfiyyât» adlı eserinde nakletmiş ve hepsini
zâif bulmuştur» der. İbni Hazm (384—456): «Bu bâbda hiçbir şey sahîh olmuyor;
olsa bile abdest meşru olmazdan Önceki hale hamledilir;» demektedir.
Hadîs-i şerîf, kadına
dokunma ve öpmenin abdestî bozmadığına delildir. Asıl olan da budur. Şafitler:
«Nikâhı haram olmayan kadının tenine dokunmak abdesti bozar» derler. Ve bu
hususta:
([212]) «Yahut
kadınlara temas ederseniz» âyet-i kerîmesi ile istidlal eder-ler. Derler ki :
el ile dokunmaktır. Bu manâyı âyetin kıraati
da te'yid ediyor. Çünkü bu kıraata göre mânâ, sadece erkeğin dokunmasıdır. Bu
da lâfzın hakikî mânâsında kalmasını tahakkuk ettirir.»
Şafiîler'e cevap
verilmiş ve: «Karine bulunursa lâfız hakikî mânâsından mecaza aktarılır.
Burada karine vardır.
Ve bu karine şu Hazretî.Âİşe hadîsidir. Ei-nâenaleyh Mülâmese ve Lelms
lâfızları burada mecazen cima' demektir. Vakıa Hazreti Âişe hadîsine ta'n
edenler olmuştur. Amma onun çeşitli yollardan rivayet edilmesi kuvvet
bulmasına sebeb olmuştur;» denilmiştir. Hazreti Âişe (R.Anhâ)[n\n Buharî'deki
hadîsine göre : Âİşe (R.Anhâ) Hazreti Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in kıblesine aykırı
yatardı. Namaz kılmağa kalktığında ona göz ucuyla işaret ederdi. O da
Resûlüllah (S.A.V.) secde edeceği zaman ayaklarını çeker; ayağa kalktı mı yine
yayar idi...» Bu da buradaki hadîsi te'yid eder. Ve dokunmanın abdesti
bozmadığını gösterir. Musannif merhum her ne kadar «Fethü'1-Bâri» nâm eserinde
bu hadîs üzerinde çekimser konuşmuş: «İhtimal aralarında bir perde varmıştır;
yahut bu peygamberimize mahsustur...» demiş ise de bu ihtimal uzak ve zahire
muhaliftir, Hazreti AH (R. A.) mülameseyi, cima' diye tefsir etmiştir. Ibnî
Abbas (R. A.) -ki Sultanü'l-Müfessirin lâkabını haizdir; kendisine tevil ilmini
ihsan etmesi için bizzat Resûlüllah (S.A.V.) efendimiz Cenab-ı Hakka niyaz
eylemiştir- mülameseyi cima' diye tefsir etmiş ve iki parmağı ile kulaklarını
tıkayarak «dikkat edin, o cima'dır» demiştir. Bundan maada âyet-i kerîmenin terkibi
ve üslûbu da mülâmeseden muradın cima' olduğunu iktiza eyler. Çünkü Teâlâ
hazretleri teyemmümü icab eden halleri sayarken helâlden gelmeyi hades-i asgar
denilen abdestsizliğe, mülameseyi de hades-i ekber denilen cünüblüğe tenbih'
için zikretmiştir. Binâenaleyh âyetteki :
kaydı, güsül
âyetindeki ([213]) «eğer cünüb İseniz
tertemiz yıkanın» emrinin karşılığıdır. Eğer «mulamese» el ile dokunmak
danasına alınırsa, o zaman toprağın cünübliiğü giderme hususunda suyun yereni
tutması mânâsız kalır. Ve âyetin baş tarafına da muhalif olur. Hanefiyyenin
kitaplarında bu bâbda tafsilât vardır.[214]
77/65- «Ebû
Hüreyre radıydUahü anft'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Jlesûlüllah
sallallahü aleyhi ye sellem:
— Biriniz karnında bir
şey hisseder de bir şey çıkıp çıkmadığında şüpheye düşerse bir ses işitmedikçe
veya koku duymadıkça sakın mescidden çıkmasın; buyurdular.»[215]
Bu hadîsi Müslim
tahrîc etmiştir.
Abdestin bozulması
için yellenmenin sesini işitmek veya kokusunu duymak şart değildir. Maksad
yüzde yüz bilmesidir. Bu hadîs-i şerif Islâmın temellerinden bir temel, fıkıh
kaidelerinden büyük bir kaidedir. Bu kaideye istishdb derler.
İstİshâb = Bir şeyin
hilâfına delil olmadıkça bulunduğu hal üzere kalmasıdır.
Bu kaide Meceîle-i
Ahkâm-ı Adliyyenin kavaid-i külliyesi arasında beşinci maddede: «Bir şeyin
bulunduğu hal üzere kalması asıldır» şeklinde ifade olunmuştur. İstishabm
nevileri vardır. Bunlar Mecelle-i Ahkâm-% Adliyyenin «1683, 1776, 1777» nci
maddelerinde gösterilmiştir. Binâenaleyh bir kimse yüzde yüz" abdestli olduğunu
bildiği halde abdestinin bozulduğundan şüpheye düşerse, yakînen bilmedikçe bu
şüphe ona zarar vermez. Nitekim hadîs-i şe-rîfde bu cihet hissen hasıl olacak
ses ve kokuya ta'lik edilmiştir. Bunların zikredilmesi temsil içindir. Yoksa
mezi ve vedî gibi abdes-ti bozan sair şeylerde de hüküm böyledir. Bu mânâda
babın sonunda İbni Abbas hadîsi gelecektir. Hadîs-i şerîf namazda olanlara ve
olmayanlara âmm ve şâmildir. Cumhur-u Ulemâ'mn kavli de budur. Malikî-ler bu
bâbda namaz içinde olan ile olmayan arasında fark görürler.[216]
78/66- «Talk
b. Ali'den[217] rivayet edilmiştir.
Demiştir ki: Bir adam namazda zekerimi tuttum dese. Yahut bir adam namazda
zekerini tutsa ona abdsst lâzım olurmu? dedi. Peygamber saUallahil aleyhi ve
sellem :
— Hayır. O ancak
senden bir parçadır; buyurdular.»[218]
Bu hadîsi «Beşler»
tahrîc etmişler; İbni Hibbân sahîhlemiştir. İbnü'l Medini[219]:
«Büsre hadîsinden daha güzel» demiştir.
Yukardaki hadîs-i
şerifi İmam-ı Ahmed b. Hanbel (164—241) ile Dâre Kutra (306—385) de rivayet
etmişlerdir. Tahâvî (238—321) bunun hakkında: isnadı müstakimdir. Muzdarip
değildir» diyor. Taberânl (260—360) ile İbni Hazm (384—456) onu sahîhlemişler;
İmam-ı Şafiî {150 — 204), Ebû Hatim (195 — 277), Ebû Zür'a (— 375) Dâre Kutnî
(305—385) Beyhakî (384—458) ve îbnü'l Cevzî (508—597] ise zaîf bulmuşlardır.
Hadîs-i şerîf, zekere dokunmanın abdesti bozmayacağına delildir ki, asıl olan
da budur. Hanefîler ile Ashâb-ı Kiramdan Hazreti Ali Kerremallahü veçhenin
mezhebi de budur. Zekere dokunmanın abdesti bozacağına Ashâb-ı Kiramdan ve
Tabiînden bir cemaat kail olmuşlardır. İmam-ı Şafiî (150 — 204) ile İmam Ahmed
b. HaribeVm mezhebi budur. Eunlar
aşağıdaki hadîs ile istidlal ederler.[220]
79/67- «Büsre
binti Safvân radıyattahü anhâ'ûan rivayet edilmiştir ki: ResûlüHah salîaîîahü
aleyhi ve sellem:
— Kim zekerine
dokunursa abdest alsın; buyurmuşlardır.»[221]
Bu hadîsi,
Beşler.tahrîc etmişler, Tirmîzî ile İbnî Hibbân sahîhlemiştir. Buharı : «Bu
hadîs bu bâbda en sahîh şeydir» demiştir.
Hadîsi îmam-ı Şafiî,
Ahmed b. Hanbel, îbnü Hüzeyme (223—311), Hakim (321—405) ve İbnü'l-Carûd da
tahrîc etmişlerdir. Dâre Kutnî (306—385) bu hadîs hakkında: «Sahîh sabittir»
demiştir. Yahya b. Maîn (—233), Beyhakî (384—458) ve Hâzimî (548—584) dahi
sahîhlemişler-dir. Hadîse dokunmak isteyenler olmuş; ve: «Bunu Urve, Mervân'dan
yahut meçhul bîr adamdan rivayet etmiştir» demişler ise de bu iddia doğru
değildir. Urve'nin bu hadîsi «Büsre»'den işittiği sabit olmuş; ve hadîs
imamlarından İbni Huzeyme (223—311) ve şâire Urve'nin «£wsre»'den işittiğine
cezmetmişlerdir. Yine bu hadîse bir başka yoldan dokunmak istemişler; demişler
ki: «Hadîsin ravîlerinden Hişâm b. Urve her ne kadar bu hadîsi babasından
rivayet ediyorsa da, babasından işitmemiştir. Bu iddia dahi doğru değildir.
Urve'nin babasından işittiği sabit olmuştur. Bu suretle itiraz mündefi' olmuş
ve hadîs sahîhlenmiştir.
Zekere dokunmak
abdesti bozar diyenler bu hadîs' ile istidlal ederler. Buradaki zekere dokunmaktan
murad çıplak dokunmaktır. Zira İbni Hibbân (—354) sahihinde Ebû Hüreyre'den şu
hadîsi tahrîc etmiştir :
«Biriniz elini avret
mahalline götürür de arada bir perde veya örtü bulunmazsa, o kimseye muhakkak
abdest va-Cİb olur.» Bu hadîsi Hâkim (321—405) ile İbni Abdüberr (368—463)
sahîhlemişlerdir. Îbnü's-Seken (294—353) : «Bu hadîs bu bâbda rivayet edilenlerin
en güzelidir» diyor. Şâfilere göre zeker, elin içi ile tutulursa abdest
bozulur. Elin dış tarafı ile dokunulursa bozulmaz. Fakat Muhakkikİn-i Ulemâ
Şafiîler'in bu sözüne itiraz ederler. Derler ki :
Lügâfta, vusul yani
ulaşmak demektir. Bunda elin içi ile dişmnm bir farkı' yoktur. İbni Hazm (384 —
456) : «Şafiîler'in iddialarını isbat edecek Kitabdan, Sünnetten, icma' veya
kıyasdan yahut sahîh bir re'yden hiçbir delil yoktur» der. Büsre hadîslerini
onyedi sahabenin rivayet ettiği hadîsler de te'yid eder ki, bunlardan bir
tanesi bizzat Talk b. Ali'nin hadîsidir. Hazreti Talk'ın rivayet ettiği adem-i
nakz hadîsi yukarda «6» sıra rakamı ile geçti. Zekere dokunmak abdesti bozar
diyenler bu hadîsi te'vil ederler ve «o İslâmiyyetin başında idi; binâenaleyh
ondan çok sonraki «Büsre» hadîsi ile neshedilmişdir» derler.
(Nesh) : Sonra gelen
bir şer'i fer'i hükmün kendinden evvel gelen kendi gibi bir hüküm hilâfına
delâlet ederek onu kaldırmasıdır. Mamafih neshe gitmekten ise tercihe müracaat
etmek evlâdır. Ve Büsre hadîsi tercih olunur. Çünkü" hadîs imamlarından
onu sahîhliyen çok olduğu gibi şehidleri de çoktur. Sonra Hazreti Büsre bu
hadîsi muhacir, ve ensarm çok bulunduğu yerde tahdis ve rivayet etmiş; inkâr
eden bulunmamışdır. Hattâ Hazreti Urve bile kendi rivayetinden Büsre'nin
rivayetine dönmüştür:y..Mamafih Hazreti İbni Ömer vefatına kadar zekerini her
meshettikçe abdest almağa devam etmiştir. BeylıaM (384— 458} diyor ki: «Büsre»
hadîsini Talk hadîsi üzerine tercih için Buharı (194—2S6) ile Müslim'in
(204—261) onu tahrîc etmemeleri ve ravîlerin-den hiç biri ile ihticac[222]
etmemiş olmaları kâfidir. Halbuki «Büsre» hadîsinin bütün râvileri ile ihticâc
etmişlerdir». Bir de Talk hadîsinin râvilerinden Kays b. Talk bazı hadîs
imamları tarafından hüccet olarak kabul edilmemiştir. îmam-ı Malık (93—179)
yukarda geçen iki hadîsin birbirine muarız olmasına bakarak zekere dokunmaktan
abdestin vücu-buna kail olamamış; fakat menduptur demiştir.[223]
80/68- «Âişe
radıyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir ki: Resûlüüah sallaîlahü aleyhi ve
sellem :
— Kime namazda kusmak
veya burun kanaması, yahud boğazından bir şey gelme veya mezi isabet ederse,
hemen gitsin abdest alsın. Sonra o halde konuşmayarak namazının üzerine bina[224]
etsin; buyurmuşlardır.»[225]
Bu hadîsi, İbni Mâce
tahrîc etmiştir. Ahmed ve başkaları bunu zâîf bulmuşlardır. .
Zaîf bulmalarının
sebebi Resulü Ekrem (S.A.V.)'e ref edilmesinin yanlış olmasıdır. îmam-ı Tirmizî
(200—279) bu hadîsi Hazreti Ebiid-Derdâ'dan şu lâfızla rivayet etmiştir:
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
«Kustu ve'abdest aidi.» Tirmizî diyor ki: Peygamber (S.A.V.)'in ashabından
olsun, Tabiîn ve sâireden olsun birçok ili mehli kusmanın ve burun kanamasının
abdesti bozacağına kaildir. Süfyan-ı Sevrî (95—161), lbnü'l Mübarek (—181) ve
îmam-ı Ahmed'in mezhebleri de budur.
Büsre binti Safvan b.
Nevfel Kureyşiyye'dir. Resulü Ekrem (S.A. V.)'e biat edenlerdendir. Kendisinden
Abdullah b. Ömer ve sair râviler hadîs rivayet etmişlerdir.
Sahîh olan bu hadîs
merfu değil, mürseldir. îmam-ı Ahmed (164—241) ile Beyhakî (384—458) bu hadîs
hakkında: «doğru olan mür-sel oluşudur» demişlerdir. Mürseli hüccet kabul edenler,
hadîsde zikredilen şeylerin abdesti bozduğuna kail olmuştur. Kusmuğun abdesti
bozması Hanefîyyenin mezhebidir.. Yalnız kusmuğun mideden çıkmasını şart
koştular. Çünkü mideden gelmeyene kusmuk denilmez. Bir de olsa başka yerde
mukayyet olarak gelmiştir. Meselâ; Ammâr hadîsinde böyledir. Şafiîler'le
Mâlİkîler'e göre kusmak abdesti bozmaz, çünkü bu Hazreti Âişe hadîsi merfu'
olarak sabit olmamıştır. Asıl olan abdestin bozul mama sidir. Bu kaide ancak
kuvvetli bir delil ile terk edilebilir.
.
Ruâf : Burun
kanamasıdır. Abdesti bozup bozmaması ihtilaflıdır. Hanefîler'e göre bozar.
Bozar diyenler bu hadîsle istidlal ederler. Bozmaz diyenler hükm-ü asli ile
amel ederler.
Necaset yollarının
birinden gayrı bedenin her hangi bir yerinden çıkan kanın hükmü ilerde Enes
hadîsinde gelecektir.
Kafese gelince: Kales
mide bozukluğundan kusacağı kalkarak boğaza bir şey gelmektir, kusmak
değildir. Ve ekser ulemâya göre abdesti bozmaz; zira bozacağına delil yoktur
.Mezi hakkında yukarıda söz geçti. Ve bilittifak abdesti bozar idiği görüldü.
Namazın üzerine bina mes'elesi de ihtilaflıdır. Hanefîler'le Malîkiler'e ve
Şafiî'nin eski kavline göre abdesti ve namazı bozulmaz. Bilâkis bozacak bir
şey yapmamak ve konuşmamak şartı ile namazdan çıkar, abdest ahr ve o namazın
üzerine bina eder. Nitekim bu hadîsde bu cihete işaret vardır. Yeni kavlinde
Şafiî ile bir cemaata göre hades, namazı bozar. Bunların delili ilerde gelecek
olan Talk b. Ali hadîsidir. O hadîsde :
«Bîriniz namazda
yellenirse hemen gitsin abdest alsın ve namazı yeniden kilsin» Duyurulmaktadır.[226]
81/69-
«Câbir b. Semura[227] radıyallahü
anhâ'dan rivayet edilmiştir ki, bir adam Peygamber sallollahü aleyhi
ve.sellemJe koyun eti ye-mekden abdesi alayım mı diye sormuş; Resûl-ü Ekrem:
«İstersen» demiş. O adam, deve etinden abdest alayım mı diye sormuş (evet)
buyurmuşlardır.»[228]
Bu hadîsi, Müslim
tahrîc etmiştir.
Hadîsin benzerini Ebû
Dâvud (202—275) Tirmizî (200—279), îbni Mâce (207—275) ve başkaları Berâ' b.
Âzîb'den rivayet etmişlerdir. Berâ' hadîsi sudur:
«Dedi ki: Resûlüllah
(S.A.V.): «Deve etlerinden abdest alın; koyun etlerinden abdest almayın»
buyurdular. îbni Huzeyme (223—311). «Bu hadîsi nakledenler âdil olduğu için
nakil cihetinden bu haberin sahih olduğunda hadîs âlimleri arasında bir ihtilâf
görmedim» der. Yukarki hadîslerin ikisi de deve etinin abdesti bozduğuna
delildir. Nitekim İmam-ı Ahmed b. Hanbel (164—241) ile Îbnü'l-Münzir (—236) ve
İbni Huzeyme (223—311)'nin mezhebi bu olduğu gibi, BeyhaH (384—458) de bunu ihtiyar
etmiş ve bu kavli mutlak olarak hadîs ulemâsından hikâye eylemiştir. Imam-ı
Şafiî'den: «Deve etleri hakkındaki hadîs sahîh ise ona kail olurum» dediği
rivayet olunur. Beyhakî: «Bu bâbda sahîh iki hadîs vardır. Biri «Câbir» hadîsi,
diğeri «Berâ' hadîsi» diyor. Ashâb-i Kiram ile tabiîn hazâratmdan bir cemaat,
Ebû Hanîfe (8D—150) ve bir rivayete göre Şafiî (150—204) koyun ve deve eti yemenin
abdesti bozmadığına kail olmuşlardır. Bunlara göre, bu iki hadîs, ya Dörtlerin
tahrîc ettiği şu hadîsle neshedilmiştir:
«Muhakkak ki,
Rssûlüllah (S.A.V.)'in son emri ateşin temas ettiği şeyden abdest lâzım
gelmemesidir.» Bu hadîsi, Hazretî Câbir'den îbni Hibban (—354) de rivayet eder.
îmam-ı Nevevl (631—676) : «Nesh davası batıldır. Çünkü bu son hadîs âmm, öteki
hâss'dır. Hâss ânımdan ileridir» diyor. Ancak NevevVnm bu sözü mutlak surette
yani hâss evvel olsun, sonra olsun âmm üzerine takdim ediliyorsa, doğrudur.
Fakat mes'ele Usül-ü Fıkıh ulemâsı arasında ihtilaflıdır.
Yahut abdestten murad
temizliktir ki, kir ve pasdan dolayı elleri yıkamaktan ibarettir. Nitekim
sütten dolayı abdest alma mes'elesinde emrolunmuş ve sütün yağı vardır
buyurulmuştu. Süt hakkında vârid olan süt içildikten sonra ağzın
çalkalanmağıdır.
Bazıları deve eti
yedikten sonra abdest almak için vârid olan emir, «vücup için değil, istihâb
içindir.» derlerse de bu iddia hılâf-ı zahirdir.
Koyun eti bilittifak
abdesti bozmaz deniliyorsa da «Şerhü's-Sünne» nâm kitapta ateşte pişen her şeyi
yemekten abdest almanın vâcib olduğu hikâye edilir. Halife Ömer b. Abdilazîz
şeker yese abdest alırmış.[229]
82/70- «Ebû
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edi'miştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallalîahü aleyhi ve seîlem :
— Kim Ölü yıkarsa
yıkansın, onu taşıyan da abdest alsın; buyurdular.»[230]
Bu hadîsi, Ahmed,
Nesâî ve Tirmizî tahrîc etmiştir. Tirmizî bunu hasen görmüş, Ahmed ise: «Bu
bâbda hiçbir şey sahîh olmuyor» demiştir.
Çünkü îmam-ı Ahmed
(164—241) bu hadîsi zaîf bir tarikden tahrîc etmiştir. Fakat Tirmizî hasen
bulmuş, îbni Hibban (—354) ise sahîhlemiştir. Zira kuvvetli tariklerden
gelmiştir. Maverdi {—450} hadîsçilerin bu hadîsi «120» tarikten tahrîc
ettiklerini söyler. îmam-ı Ahmed: «Bu hadis Beyhakî'nin (384—458) rivayet
ettiği İbni Abbas hadîsi ile nesholunmuştur» diyor. O hadîsde Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) Şöyle buyurmaktadır:
«Size ölünüzü
yıkadığınız zaman, yıkamaktan dolayı gusül yoktur. Çünkü sizin ölünüz temiz
Ölür. Pis değildir. Binâenaleyh ellerinizi yıkayıvermek size yeter.» Lâkin bu
hadîsi Beyhakî zaîf görmüş ve Ebû Şeybe'ye yüklenmiştir. Musannif merhum tla
BeyhakVye çatarak, Ebû Şeybe'mn itimada şayan olduğunu beyân etmiştir. Çünkü
Ebû Şeyhe ile Nesâî (—215 303) bile ihticac etmiş, birçok imamlar kendisini
şayân-ı itimad saymış ve ondan bir derece üstün olanlarla Buharı (194—256)
ihticac etmiştir. Binâenaleyh Musannif bu hadîse «hasendir» der. Sonra bu
hadîsle Ebû Hüreyre hamsindeki emrin aralarım bulmağa çalışarak: «Bu emir
ne-dib içindir». Nedib için olduğuna karine yukarıki İfoni Abbas hadîsi ile
Abdullah b. Ahmed'in (—417) tahrîc ettiği Abdullah b. Ömer hadîsidir. Bu
hadîsde :
«Biz ölü yıkıyorduk;
müteakiben kimimiz yıkanıyor, kimimiz yıkanmıyorduk»- Duyuruluyor. Musannif
bunun için «isnadı sahihtir» diyor. Bu bâbdaki hadîslerin arasını bulmağa
yarayan en güzel hadîs budur. «Cenazeyi taşıyan abdest alsın» emrine gelince:
Böyle bir şeyin vacib olması şöyle dursun, mendub olduğuna kail olan bile yoktur.
Maamafih madem ki hadîs-i şerîfde vardır; amel olunabilir. Ha-dîsdeki «abdest
alma» emri elleri yıkamakla tefsir olunur. Çünkü temiz bir "şeyi taşımak
abdesti değil, elleri yıkamayı bile icap etmez. Şu halde elleri yıkamak
teabbüdi olarak menduptur. Cenazeyi taşımaktan maksad da.onu cesedinden
tutarak kaldırmakdır. Zira hadîsde «temiz ölür» buyuruluyor. Bu söze münasip
olan bedeninden tutarak götürmektir.[231]
83/71-
«Abdullah b. Ebî Bekir[232]
radıydllahü anh'den rivayet edilmiştir ki: Resûlüîlah sallallahü aleyhi ve
seUem'ın Amr b. Hazm'e[233]
yazdığı nâmede, «Kur'ana temiz olan
kimseden başkasının el sürmemesi vardır.»[234]
Bu hadîsi, Mâlik
mürsel olarak rivayet etmiştir. Nesâî ile İbni Hibban vasletmişlerdir. Hadîs
ma'luldur.
(Hadîs-i malul: Bak:
Kitabın başındaki ıstılâhat cetvelinde, (shf, Z) Musannifin bu hadîsle ma'lul
demesi Süleyman b. Davud'un rivayetinden dolayıdır. İbni Hazm'm (384—456)
beyânına göre Süleyman bil-ittifak metruktür. Fakat Musannif bu Süleyman
hakkında vehme kapılmış; onu Süleyman b. Dâvud el-Yemânl zannetmiştir. Halbuki
bu Süleyman, Süleyman b. Dâvud el - Hûlânî'dir. Ve sikadır (mutemettir).
Hakkında bir çok hadîs hafızları sitayişlerde bulunmuştur, bilittifak zaîf
sayılan Süleyman Yemânî'dir.
Amr b. Hazm'in
nâmesini nâs kabul ile telâkki etmişlerdir. Hattâ İbni Abdilberr (368 — 463)
«bu, nâsın kabulü ile mütevatire benzedi» diyor. Yakup b. Süfyan «bu nâmeden
daha sahîh bir nâme bilmiyorum; çünkü Resûlüllahm ashabı ile tabiîn hep buna
müracaat edip, kendi re'ylerinİ terk
ediyorlar.»'demiştir. Hâkim (321—405): Ömer b. Abdilaziz ile asrının mamı Zührî
(—124) «bu nâmenin sahîh olduğuna şehadet ettiler» der. Bu bâbÖa Hâkîm b.
Hizam hadîsi de vardır. Bu hadîsde:
«Kur'ana ancak temiz
olan el sürer» buyurulmaktadir. Hâkim hadîsinin isnadında söz olsa da yine bu
bâbda Heysemî (—374)'nin «Mecmeu'z-Zevâid» adlı eserinde Abdullah b. Ömer (R.
A.)'den şu hadîs rivayet olunmaktadır:
«ResûlüIIah sdllaîlahü
aleyhi ve sellem: «Kur'ana temiz olandan başkası el süremez» buyurdular.
Heysemî «bu hadîsin bütün ricali itimada şayandır» demiş; ve iki tane şahidi
olduğunu söylemiştir. San'ânî diyor ki: Şimdi yalnız den ne kasdedildiği
meselesi kalıyor. Zira bu kelime müşterektir. Hem hades-i ekber'-den, hem
hades-i asgar'dan temizlenene ıtlak olunabileceği, mü'mine de, vücudunda
necaset olmayan kâfire de ıtlak edilebilir. Binâenaleyh bir manâya
hamledebilmek için karine lâzımdır,
([235]) «ona
ancak temizlenmiş olanlar ei sürer» âyet-i kerîmesinde makûl olan zamirin
kitabı meknuna raci olmasıdır, denilmiştir. Hanetîler'e göre Kur'an Abdestsiz
ele alınmaz.[236]
84/72- «Âişe
radıydllahü anhâ'dan rivayet edümiştir. Demiştir kî: ResûlüIIah sdllaUahü
aleyhi ve sellem Allah'ı vakitlerinin hepsinde zikrediyordu.»[237]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiş; Buharî ta'Iîk eylemiştir.
Hadîs-i şerîf bir aslı
takrir etmektedir. Bu asıl her hal-ü şanda Allah'ı zikretmektir. Zikir
hususunda hadîs âmmdır. Binâenaleyh cünüb iken Kur'an-okumak bile bu umuma
dahil olmak icab ederse de cünüb meselesi güsül babında görülecek olan Hazreti
Alî (R. A.) hadîsile tahsis olunmuştur. Bu hadîs kaza-i hacet ve münasebet-i
cinsiyye halleri ile de tahsis olunmuştur. Şu halde «bütün zamanlarında»
tabirinden murad ekserisinde demek olur. Musannif merhumun bu hadîsi buraya getirmesi,
abdesti bozan şeylerin zikrullaha da mani olacağı zannedilmemssi içindir.[238]
85/73- «Enes
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki: Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem kan aldırmış ve namaz kılmıştır; abdest almamıştır.»[239]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
tahrîc etmiş ve gevşek bulmuştur.
Yani: «Bu hadîs
leyyindir» demiştir. Çünkü isnadında Salih b, Mu-kâfif vardır ki, bu zât kavî
değildir. Onu Nevevî (631—676) dahi zaîfler faslında zikretmiştir.
Hadîs vücudun necaset
yollarından gayri bir yerinden çıkan kanın abdesti bozmadığına delildir. Bu
bâbda Ibni Ömer, İbni Abbas ve İbnî Ebi Evfâ hazârâtmdan hadîsler vardır. Ve
hepsi abdesti bozmayacağını ifade ederler. Ulemâ bu meselede ihtilâf
etmişlerdir. Bazıları: Dam-Iıyarak akarsa, yahut arpa tanesi miktarı olup
akarsa bozar; demişler. Şafiiler'le Malikîler'e ve Ashâb-i Kiramdan ve
Tabiînden bir cemaata göre necaset yolları haricinde bedenden çıkan kan
abdesti bozmaz. Bunların delilleri Enes hadîsidir. Bir de Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) :
«Sesle kokudan başka
hiç bir şeyden abdest lâzım gelmez» buyurmuşlardır ki, buda onlara delil
olabilir. Hanefîler'e göre vücuddan çıkan kan akar hükmüne girdi mi, abdesti
bozar. Hattâ îmam-% Züfer (110—150)'e göre akmayacak kadar az da olsa yine
bozar. Hanetîyyenîn-delili: Dâre Kutnî"{206—385)'nin tahrîc ettiği:
«Abdest her akar
kandan dolayı lâzım olur» hadîsidir.[240]
86/74-
«Muaviye
radıyallahü anh'den rivayet edilmişdir, Demişdir kî: Resûlâllah salîaîlahü
aleyhi ve sellem;
— Göz kıçın bağıdır.
Gözler uyudumu bağ çözülür; buyurdular.»[241]
Bu hadîsi : Ahmed ve
Taberanî rivayet etmişlerdir. Taberani «Kim uyursa abdest alsın» cümlesini
ziyâde etmişdir. Bu hadîsteki bu ziyâde Ebû Davud'daki Ali (K.V.) hadîsinde
«Bağ ÇÖZÜlÜr» tâbiri olmaksızındır. Her iki isnâdda da zaaf vardır.
Ebu Davud'un, Ibni
Abbas (R. Anhümâ)'dan merfu olarak zikrettiği rivayetinde «Abdest ancak
yatarak uyuyana lâzımdır.» cümlesi vardır. Hadîsin isnadında yine zaaf vardır.
Muaviye ve Ali (R.'A.)
rivayetleri zayıfdır. Çünkü Muaviye hadîsinin isnadında: Ebû Bekir b.
Meryem'den rivayet eden Bakiyye vardır. Bakiyye cidden zaîftir. Hazretİ Ali
hadîsinde yine Bakiyye vardır. Yal-niz bu sefer Vadîn b. Ata'dan rivayet eder.
îbni Ebî Hatim (—320) derki: «Bu iki hadîsi babama sordum: Kavi değildirler»
dedi. îmam-% Ahmed (164—241 )'e göre Hazreti A!i hadîsi Muaviye hadîsinden
daha sabittir. Bu hadîsi Münzîri(—656), Nevevî (631—676) ve îbni Salâh
(577—643). «Hasen» olarak kabul etmişlerdir.
Her iki hadîs uykunun
bizzat abdesti bozmadığına,, yalnız, bozma şüphesi uyandırdığına delâlet
etmektedirler. Binâenaleyh bu kavle za-hip olanların delilidirler. Bu hususta
söz yukarda bu babın birinci hadîsinde geçmiştir. Tertip daha güzel olmak için
musannif bu hadîsi de orada- zikretse daha iyi olurdu. Ibni Abbas rivayeti de
zayıfdır.
Çünkü Ebû Dâvud (202—275)
bu hadîsin münker olduğunu söylemiş ve ne suretle münker olduğunu
açıklamıştır. Hadîsde, edatı ile yapılmış kasır vardır. Binâenaleyh abdesti
yalnız yatarak uyuyanın uykusu bozar. Dalarak bile olsa başka uyku bozmaz. Bu
rivayetle yu-karıkiler birbirine muarız görülürse de araları bulunur: Ve bu
hadîs ağleb-i halı yani ekseriyetle vuku bulan hali tasvir ediyor. Çünkü uyuyan
kimse ekseriyetle yan üstü yatarak uyur. Binâenaleyh muâraza yoktur; denilir.[242]
89/75- «İbni
Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir ki, Resûfüllah saîlallahü
aleyhi ve seUem :
— Şeytan sizden
birinize namazında gelir de dübürü-ne üfürür. Bu sebeble ona abdesti bozdu gibi
gelir. Halbuki bozulmamıştır. Böyle bir şey başına geldimi bir ses işitmedikçe
veya bir koku duymadıkça namazdan çıkmasın; buyurdular.»[243]
Bu hadîsi, Bezzâr[244]
tahrîc etmiştir. Aslı Buharı ile Müslim'deki Abdullah b. Zeyd hadîsidir.
Müslim'de Ebû Hüreyre'den benzeri vardır.
Hadîsin mânâsını.ifade
eden başka hadîs geride geçti. Hadîs; şeytanın kullar üzerine en şerefli
ibadette bile musallat kılınacağının sâri tarafından ilâmıdır. Maamafih onlara
bir zarar veremiyeceği ve temizlik hükmünün ancak ilm-i yakîn ile zail olacağı
da hadîsin delâleti cümle sindendir.
«Hâkim'in Ebû Said'den
merfu' olarak rivayet ettiği hadîs: «Bîrinize şeytan gelir de sen muhakkak
abdesti bozdun derse, yalan söyledin desin;» şeklindedir.
Bu hadîsi, İbni
Hibbân: «Kendi kendine desin» lafzıyla tahrîc etmiştir.
Hâkim'in hadîsi,
«Yalan söyledin» sözünden sonra :
«Ancak bir koku duyar
veya kulağı ile bir ses işitirse o başka» cümlesinin ilâvesi ite de rivayet
edilmiştir.
Bu hadîslerin ifade
ettiği mânâlar geride geçmişti. Musannif merhum bu rivayetlerin hepsini bir
araya getirerek geride geçen Ebû Hü-reyre hadîsine katsa tertib itibarı ile çok
iyi olurdu.
Bu hadîsler, şeytanın
âdem oğullarının ibadetini ve bilhassa namazını ve ona müteallik şeyleri ifsat
etmeye ne derece hırslı olduğunu göstermektedir. Şeytanın âdemoğluna
ekseriyetle şüphe vermek suretiyle sokulduğu da bu hadîslerin ifadesi
cümlesindendir. Bundan anlaşilıyor-ki, temizlik meselesinde müvesvis olanlar
şeytanın emrine uyanlardır.[245]
Kaza-yı hacet, büyük
ve küçük abdest bozmaktan
kinayedir. Bu tâbir Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'in :
«Biriniz haceti için
oturdukta» hadîsinden alınmadır. Buna
hadîsçiler «Babu't-Tahalî» derler ki, bu da:
«Biriniz helaya
girdiği vakit» hadîsinden alınmadır. Daha başka tâbirler de vardır. Ve hepsi
sahihtir.[246]
93/76- «Enes
b. Mâlik radıyaMahü anh'den rivayet edilmîşdîr. De-mişdir kî: Resûlüllah
sattaZlahü aleyhi ve seltem, helaya girdiği vakit yüzüğünü bırakıyordu.»[247]
Bu hadîsi, Dörtler
tahrîc etmişdir. Hadîs, Ma'lûl'dur. Ma'lûl olmasının sebebi Îbni Cüreyc'in
Zührî'den (—124) rivayet etmesidir. Çünkü îbni Cüreyc Zührî'den değil, Ziyâd
bin Sâd'd&n o da Zührî'den işitmişdir. Yoksa ravîleri mazbuttur. Lâkin bu
hadîs, Zührî'den. bu lâfızla rivayet edilmemişdir. Ondan rivayet olunan lâfız
şudur:
«Resûl-ü Ekrem
salîaîîahü aleyhi ve sellem gümüşden bir yüzük edindi, sonra onu atdı.» «îbni
Cüreyc'in Zührî'den işittiğini vehmeden ra-vî Hemmâm'dır. Nitekim Ebû Dâvud
(202—275) de aynı şey'i söylemektedir. Hemmâm sika'd&n bir zâttır. Burada
nasılsa vehmet-mişdir. Bu hadîs hem Merfû hem Mevkuf olarak başka tarîklerle
Hazret! Enes'den rivayet olunmuşdur. İmam-ı Beyhakî (384—458]f buna şâhid
rivayet etmişdir. Hâkim (321—405) bu hadîsi, şu lâfızlarla rivayet eder :
«Resûlül'ah (S.A.V.)
nakşı Muhammedürresûlüllah olan bir yüzük takındı. Helaya girdiği vakit onu
çıkarıyordu.»
Hadîs-i şerif helanın
uzakta olmasına- delildir. Buna delâlet eden tarafı «hela» sözüdür. Çünkü hela:
Hâlî ve boş yer demektir. Aşağıda dört rakamıyla işaret ettiğimiz Muğîre
hadîsinde bu mânâ daha açık görülecektir.
Ebû Dâvud'ds.
(202—275) bu mânâda şöyle bir hadîs vardır:
«Kaza-yı hacet murad
ettiği zaman kendisini kimsenin göremiyeceği bir yere gider idî.»[248]
Yine bu hadîsde, üzerinde zikruMah yazılı şeylerin kaza-yı hacet zamanı
terkedilmesine de'âlet vardır. Bazılarına göre zaruret yokken Mushafı helaya
sokmak haram'dır. Hanefîlerle1 Şafiîlere göre mekruh'dur. Üstünde başında
zikrullah yazılı bir şey olduğunu unutan kimse kaza-yı hacet ederken
hatırlarsa onu ağzında veya cep gibi bir yerinde saklar; diyorlar. Hazreti
Peygamber (S.A.V.)'in fiili meydandadır. Bunu, üzerinde zikrullah yazılı şey'i
pis yerlerden korumak için yapmışdır. Binâenaleyh, mendûb olduğuna delâlet
eder. Helaya giderken çıkarmak yalnız yüzüğe mahsus değildir. Üzerinde Âyet diğer
zikrullah.yazılı hamili gibi şeyler'de aynı hükümdedir.[249]
94/77- «Enes
radıyaMahü anh'den rivayet edilmişdir. Demişdir ki: Resûlüllah salîattahü
aleyhi ve seUem helaya gireceği vakit: Allah'ım, erkek ve dişi şeytanlardan
Sana sığınırım» der idi.[250]
Bu hadîsi, Yediler
tahrîc etmişlerdir.
Said b. Mansur
hadîsinde: der idiği rivayet edilmişdir. Musannif merhum «Fethu'l-Bârî-» de:
Bu hadîsi «El-Ma'me-rı-» de rivayet etmiş, onun isnadı Müslim'in şartına
göredir. O rivayete «Besmele» ziyâde edilmiş; Besmele'yi başka yerde
görmedim.»
diyor. Hadîs-i Şerifin
ibaresi seklinde olduğuna göre bu kısma mânâ verirken «Girdiği vakit» demek
lâzım gelirse de helaya girdikten sonra dua okumayacağı için; «Girmek istediği
vakit» diye şerh edilmiştir. Filvaki hu hadîs Buharî'deki Enes hadîsinde
anlattığımız şekilde açıklanmıştır. Enes Hazretleri diyor ki :
«Resûlüllah
(S.A.V.) helaya girmek istediği
vakit...»
Bu hüküm, kaza-yı
hacet için hazırlanmış helalar hakkında böyledir. Karinede duhûl'dur. Zira
kaza-yı hacet için hazırlanmayan ovalar hakkında girmek tâbiri kullanılmaz.
Vakıa hadîs bahçelikler hakkında vârid olmuş; oralara da şeytanların gelirdiği
beyân olunmuş ise de kaza-yı hacet için hazırlanmayan yerlerde bu zikir
meşrudur. Böyle yerlerde zikir kaza-yı hacet için elbiseyi kaldırırken; hazır
helalarda ise heJâya girmeden söylenir. Enes hadîsinin zahirine bakılırsa
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bu, zikri aşikâr söylüyormuş. Binâenaleyh aşikâr söylemek
daha iyidir.[251]
95/78- «Enes
radıyaMahü anh'den rivayet edilmiştir. Demişdir ki: Resûlüllah saUaîlahü aleyhi
ve settem helaya giriyor; ben ve benîm gibi» bir çocuk bir su tulumu ile değnek
taşıyorduk; o su ile taharetleniyordu.[252]
Hadîs, Müttefekun
A'eyh'dir.
Buradaki «hela»
sözünden murad ovadır. Zira su ile beraber bir de değnek götürülüyor. Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.) abdest aldığı zaman kır'da bu değneği kıblesine dikerek ona
doğru namaz kılıyordu. Yahud üzerine elbisesini asarak onunla örtünüyordu.
Yahud başka ihtiyaçları hususunda ondan istifade ediyordu. Şu da var ki,
evinde olsa Resûl-ü Ekrem'in hizmetini ehli ve ailesi efradı görürlerdi.
Hazreti Enes'in
yanındaki çocuğun kim olduğu ihtilaflıdır. Bazılarına göre İbni Mes'ûd (R.
A.)'Ğır. Kendisine çocuk denmesi mecaz'dır. Fakat hadîsde geçen «Benim gibi»
sözü bu ihtimâli uzaklaşdırıyor. Çünkü İbni Mes'ûd büyük idi;Enes yaşda
değildi. Maamafih «Benîm gibi» tâbirinden o da benim gibi Hazreti Peygambere
hizmet ediyordu mânâsı kasdedilebilir. Filvaki İbni Mes'ûd Hazretleri Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.)'-dsn ayrılmaz, onun ayakkablanyla misvâkini taşırdı. Bazıları bu
çocuk Hazreti Ebû Hüreyre (R. A.) idi diyor. Bazılarınca da çocuk Câbir b.
Abdullah (R. A.) idi.
Hadîs-i Şerîf, küçük
çocuğun hizmette kullanılabileceğine ve su ile taharetlenmenin cevazına
delildir. İmam-ı Mâlik'in Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in su ile taharetlendiğini
kabul etmediği rivayet olunur. Halbuki hadîsler bu hakikati isbat etmektedir.
Binâenaleyh Mâlik'in inkârına bakılmaz. Bazılarına göre hadîs su ile
taharetlenmenin taşla taharet-lenmekden daha makbul olduğuna da delâlet eder.
Çünkü daha makbul olmasa çocuklar vasıtasıyla ovaya su taşımağa lüzum kalmazdı.
Ule--mânın ekserisine göre efdal olan hem su ile, hem taşla taharetlenmektir.
Şâyed birisi ile iktifa ederse su ile taharetlenmek efdaldir. Maama-fîh namaz
kılacaksa mss'ele ihtilaflıdır. Taşla taharet kâfidir diyenler su lâzım değil
diyor. Değildir diyenler su ile taharet de lâzımdır diyor.
Su ile taharetlenmenin
âdâbınd&n biri de, iş bittikten sonra elini toprakla silmektir. Nitekim Ebû
Davud'un (202—275) tahrîc ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde şöyte deniliyor :
«Resûlüllah (S.A.V.)
helaya gittiği vakit ben bir ibrik veya bir tuîum su gelİrirdim. Bundan
taharetlenir; sonra elini yere silerdi. «Nesâi (215—303) dahi Csrİr'den şu
hadîsi tahrîc efmişdir:
«Ben Peygamber
{S.A.V.) ile beraber İdim. Helaya gltfl kaza-yt hacet ettikten sonra: «Yâ Cerîr
temizleyecek şey getir;» dedi. Ben kendilerine su getirdim, istinca yaptılar.
Cerîr eliyle göstererek elini yere oğuşturdu.» Bu hadîsin benzeri Gusül Babında
gelecektir.[253]
96/79- «Muğîre
b. Şu'be'den rivayet edilmişdİr. Demişdîr kî: Re-sûlüllah salîaîlahü aleyhi ve
sellem: «Al tulumu; dedi ve yürüdü.» Tâ gözümden kayıp oluncaya kadar gitti ve
kaza-yı hacet etdî.»[254]
Hadîs, Müttefekun
A!eyh'dir.
Bu hadîs-i şerîf
kaza-yı hacet ederken gizlenmeğe delildir. Fakat gizlenmek vacib değildir.
Çünkü delili fiildir. Peygamber (S.A.V.)'in sözle beyân etmeden bir şey'i
fiilen yapması vücûb ifâde etmez. Lâkin setr-i avret delilleri ile yine de
örtünmek vacib olur. Imam-ı Ahmed (164—241), Ebû Dâvud ve İbni Mâce
(207—275)'nin Ebû Hüreyre'den tahrîc ettikleri şu hadîs'de örtünme emri vardır:
«Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) : «Kim helaya giderse örtünsün. Şayet örtünmek için bir kum
tepeciğinden başka bir şey bulamazsa onu arkasına alsın.» Çünkü şeytan Benî
Âdem'in dübürlerUle oynar. Kim yaparsa muhakkak ki iyi eder; kim yapmazsa beis
yok» buyurdular. Binâenaleyh bu hadîs örtünmenin müstehab olduğuna delildir.
Lâkin dikkat edilirse. anlaşılır ki; bu örtünme insanlardan korunmak için
değil, helaya mahşus-dur.* Lâkin örtünmeye sebeb olarak şeytanin oynaması
gösteriliyor. Şu halde insan olmayan bir ovada bile bulunsa bir şeyle 'örtünmek
müstaha'b olur. Hattâbî (—388) diyor ki; «Bunun manâsı şudur: Bu yerlere şeytan
gelir ve fesat çıkarmak, eziyet vermek için fırsat arar. Çünkü bu
yerler.zikrullah'm terk edildiği, avret mahallerinin açıldığı yerlerdir.
Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in: «Bu bahçeler konak yeridir» buyurmasının manâsı
da budur. Binâenaleyh kaza-yı hacet esnasında mümkün mertebe Örtünerek
görünmeğe çalışmayı emretti. Tâ ki örtünmüyor diye nâsın tenkidine mâruz
kalmasın. Bir de rüzgârdan üzerine sidik ve kazurat sıçramasın. Bütün bunlar
Şeytanın onun mak'adı'yla oynamasından ve ona eza ve fesat kasdetmesînden ileri
gelir.»[255]
97/80- «Ebû
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. De-mişdir kî: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:
— İki lâ'netçiden:
Nâsın yoluna, yahut gölgesine hacet edenden sakının; buyurdular.»[256]
Hadîsi, Müslim rivayet
etmişdir.
Müslim'in bir
rivayetinde :
«Ashâb, bu-lâ'netçiler
kimdir: Yâ Resûlallah dediler?» ziyâdesi vardır. Hadîsdeki iki lâ'netçiden
murad : Âlemin yoluna veya gölgesine kaza-yı hacet etmekdir. Bu iki fiil
başkalarının lâ'net okumasına sebebdir. Yâni bunları yapanlara soğmek ve lâ'net
etmek insanların -âdetle-rindendir. Lâ'neti sanki bu fiiler yapıyormuş gibi
onlara nisbet etmek Edebiyat tâbiri ile Mecâz-ı Aklî'dir. Bazan «Lâane» sîgası
«Mel'un» mânâsına da kullanılır. Bu takdirde yine ifâdede Mecâz-ı Aklî vardır.
Âlemin geçtiği yola kaza-yı hacet etmek geçenlere eziyet verir. Çünkü pis pis
kokar. İğrençlik verir. Bu suretle lâ'net okumağa sebeb olur. Eğer o kimseye bu
fiilinden dolayı lâ'net etmek caiz ise kendisine lâ'net ve beddua ettirmeğe
kendisi sebeb oldu demektir. Değil ise başkasını lâ'net sebebiyle günaha sokdu
demektir. Acaba burada bu iki ihtimâlden hangisi kasdedilmiştir? Burada maksad
birinci ihtimâldir. Çünkü Taberânî (260—360)'nin «El - Kebîr» inde tahrîc
ettiği Huzeyfe b. Esed hadîüi buna delâlet ediyor. Hafız Münzîrî {—656)'nin
isnadını beğendiği bu hadîsde' şöyle buyurulmaktadır:
«Resûl-ü Ekrem
salîaUahü aleyhi vesellem : «Kim müslümanlara yollarında eziyyet verirse onun
aleyhine müslümanların lâ'neti vâcib olur.» buyurdular. Bu mânâda başka
hadîsler de vardır. Bu hadîsler bu fiili yapanın lâ'nete müstahak olduğuna
delâlet ederler. Hadîsimizdeki gölgeden maksad; insanların oturup istirahat
ettiği gölgedir. Yoksa işe yaramayan gölge değildir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
kaza-yı hacet için bir hurmalık altına oturmuşdu. Şüphesiz ki, onun da gölgesi
vardır. îmam-ı Ahmed'in hadîsinde :
«Yahuî ksrtdisiyle
gölgelenilen gölge» deniliyor ki, bu da lâ'nete müstahak olduğuna delâlet
eder.[257]
97/80- «Ebû
Dâvud Muâz r<tdtyalîahü
anh'den: «Su başlan» sözünü ziyâde etti.
Ebû Davud'un lâfzı :
«Üç lâ'net yerinden,
su başlarına, yol ortasına ve gölgeye kaza-yı hacet etmekden sakının.»
seklindedir.[258]
97/80-
«Ahmedin
İbnî Abbas'dan rivayetinde: «Yahut SU
birikintisine» ziyâdesi vardır.» ([259])
Hadîs'in tamamı İmam-ı
Ahmed'in (164—241) rivayetinde şöyledir:
«Üç lâ'net yerinden
sakının: Hanginizin kendisüe gölgelenilen bir gölgeye veya yola, yahut su
birikintisine def-i hacet İçin oturmaktan sakınsın» buyurdular. Bu hadîslerin
ikisinde de za'af vardır.
Ebû Dâvud hadîsinin
zaifliği Mürsel olduğundandır. Bunu biz-zad Ebû Dâvud söylenüşdir. Bu hadîsi
Ebu Said Hımyer' rivayet et-mişdir. Fakat bu 2ât Hazreti Muâz'a yetişme mi
şdir. Binâenaleyh Mün-katı'dır. Bu tarikden onu İbni Mâce (207—275) de tahrîc
etmişdir.
îmam-ı Ahmed hadîsinin
zaifliği ise ravîleri arasında İbni Le-hîa'nın bulunmasındandır. İbni Abbas'dan
rivayet eden zât da miibhemdir.[260]
97/80- «Tabaranî»[261]
yemiş ağaçlarının altına ve akan ırmak kenarına kaza-yı hacet yasağını İbni
Ömer hadîsinden zaîf bir senedle tahrîc etdi.
Bu hadîsin zaîf
olmasına sebeb, ravîleri arasında metruk ravî bulunmasıdır. Bu Metruk ravî
Furad b. Sdib'dir. Musannif merhumun «Telhis» adlı eserinde zikri geçer. Buraya
kadar zikri geçen yasak yerler altıdır. Bunlar: Yol ortası, gölge, su başları,
su birikintileri, yemiş ağaçlarının altı, ve ırmak kenarlarıdır. Bir yedincisi
de Mescİd kapılarına bevl efmekdir. Bunu Ebû Dâvud (202 — 275) Merasilinde
Mekhûîden §u lâfızlarla rivayet eder :
«Resûlüllah (S.A.V.) mescidlerin
kapılarına bevl etmekden nehy etdi.»[262]
101/81- «Câbir
radıyallahü aııh'den rivayet edilmişdir. Demişdir ki: Resû'üllah sallallahü
aleyhi ve sellem :
— İki kişi büyük
abdest bozarlarsa her biri arkadaşından gizlensin ve konuşmasınlar. Çünkü
Allah bundan dolay'ı. buğz eder; buyurdular.»[263]
Bu hadîsi, Ahmed
rivayet etmiş; İbnü's- Seken[264] ile
İbnü'l - Kattan[265]
sahîhlemişlerdir.Hadîs, Ma'lûl'dür. Hadîsdeki örtünme emri vücûb içindir. Makt:
buğzım en şiddetlisi-dir. Hadîsin Ma'lûl olmasına sebeb: Ebû Davud'un beyânına
göre Müs-ned olarak rivayet edilmemesidir. Bu hadîsi müsned olarak yalnız
İkri-me b. Ammâr rivayet etmişdir. Bu zâtla Müslim (204—261) sahihinde ihticâc
etmişdir. Bazı hadîs hafızları İkrime'nin Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet ettiği
bu hadîsi zaîf bulmuşlardır. Halbuki Müslim Gnun Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet
ettiği hadîsi tahrîc etmişdir. Buharı (194—256) dahi Yahya'dan rivayet ettiği
hadîsle istişhadda buhmmuşdur. Ka-za-yı hacet ederken konuşmakdan nehy hadîsini
Ebû Dâvud (202—275) Î6ni Mâce (207—275) ve îbni Hüzeyme (223—311) de «Sahîh»
inde Ebû Said'den rivayet etmişdir. Şu kadar var ki, hepsi bunu İyâd b.
Hilâl'den yahut Hilâl b. İyâd'dan rivayet etmişlerdir. Bu zât hakkında Hafız
Münzirî: «Kendisini ne cerh ne de adaletle tanırım; o.meçhuller meyanmdadır.»
der.
Bu hadîs avret
mahallini örtmenin vücûbuna; kaza-i hacet ederken konuşmanın memnu olduğuna
delildir. Nehiyde asıl olan tahrim-dir. Bilhassa hadîs-i şerîfde konuşmanın
Allah'ın maktı yârîi şiddetli buğzu ile tâlil edilmesi tahrimi daha fazla
açıklamak içindir. Fakat «El - Bahr» da konuşmanın bî'l - İcmâ haram olmadığı
iddia edilmişdir; nehiy kerahet içindir» deniliyor.
Filvaki Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) vâcib olan selâm almayı bile ka-za-yı hacet esnasında terk etmişdir.
Buharî'den maada sahîh sahihlerinin İbni Ömer (R. A.)'den tahrîc ettikleri bir
hadîs-i şerîfde şöyle buyurulmaktadır:
«Bir adam Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.) bevl ederken
onun yamdan geçdî ve selâm verdî, Resûl-ü Ekrem
(S.A-V.) onun selâmını
almadı.»[266]
102/82- «Ebu
Katâde radıyallahü anh'den rivayet edilmişdir. De-mîşdir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem:
— Sakın biriniz bevl ederken
zekirini şağ eliyle tutmasın, heladan (sonra) sağ eliyle silinmesin; su içerken
kabın içine solumasın; buyurdular.»[267]
Hadîs; MüHefekun Aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir.
Bu hadîs'de, bevl
ederken zekeri sağ el ile tutmanın ve keza, kaza-yı hacetten sonra sağ eli ile
silinmenin, su içerken kabın içine solumanın memnu olduğuna delildir. Bevl
ettikden sonra sağ eliyle silinmenin de aynı hükümde olduğu ağaşıda gelecek.
Selmân hadîsinde görülecektir. Hadîs-i şerifin zahiri mucebince tahrime kail
olanlar Zâhiriyye'-dir. Şâfiîyye'den bazılarının da istinca (taharetlenmek)
mes'elesinde re'yi budur. Cumhur-u Ulemâya göre ise hadîsdeki nehiy tahrim için
değil, tenzih içindir. Buharı (194—256) bu bâbda :
«Sağ el ile
istinca'dan nehiy babı» adını vermişdir.
Musannif merhum
«Fethu'l-Bari-» de bu hususda şunları yazıyor: «Babu'n-Nehy demesi buradaki
nehyin tahrim için mi yoksa tenzih için mi olduğunu kestiremediğindendir. Yahut
bu nehyin tahrim için olmasına mâni karine kendisine zahir olmadığındandır.
Yukarıda zikrettiğimiz
hüküm, su veya taş gibi bir şeyle taharet-lenildiğine göredir. Bunun aksi yâni
doğrudan doğruya eliyle silmesi bil'iemâ harâm'dır. Bu da sağ elin şerefine
tenbih ve onu pisliklerden korunmak içindir. Su içerken kab'ın içine solumaktan
nehyin sebebi[268] başkaları iğrenmesin,
yahut suyun içine ağzından veya burnundan bir şey düşerek başkasının midesini
bulandırmasın diyedir.
Bu nehyin zahiri de
tahrim icap ederse de Cumhur-u Ulemâ bunu âdaba hamletmişlerdir.[269]
103/83-
Selman[270] radıyallahü anh'den
rivayet edilmişdir. Demiş-dir ki: Muhakkak Resûlullah saîîaUahü aleyhi ve
seîlem bizi büyük veya küçük abdest bozarken kıbleye dönmekden, yahuf sağ el
ile taharetlenmekden veya üç faşdan daha az ile taharetlenmekden yahuf kazurat
ve kemikfe taharetlenmekten nehy etti.»[271]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmişdir.
İstînca; büyük abdest
bozduktan sonra pisliği su veya taşlarla gidermek yâni taharetlenmektir.
Hadîs-i şerif de
kıbleye yâni Kabe'ye dönmekten nehiy vardır. Kıbleden muradın Kabe olduğunu
bundan sonra gelen Ebu Eyyûb hadîsinin şu cümlesi açıklar:
«Kabe'ye doğru
yapılmış bir takım helalar bulduk. Artık yan dönüyor ve Allah/dan ma'flret
diliyorduk.» Kıbleye önünü dönmekden; nehy vârid olduğu gibi ona arkasını
dönmekden de yâriddir. Nitekim Müslim'in (204—261) Ebu Hüreyre (R. A./den Merfû
olarak rivayet ettiği şu hadîsde beyân edilmişdir:
«Biriniz kaza-yı hacet
için oturdukta kıbleye ne Önünü dönsün, ne de arkasını». Bu mânâda başka-
hadîsler de vardır. Ulemâ burada nehyin tahrim için olup olmadığında ihtilâf
etmişler ve binnetice beş kavi meydana gelmişdir:
1— Buradaki
nehy tenzih içindir. Ve mes'elede ova ile şehrin farkı yoktur. Kıbleye önünü
veya arkısına dönmek mekruhdur. Bütün <mehy» hadîsleri Hazreti Câbİr hadîsi
karînesiyle kerahete habledilir. Ahmed hin Hanbel (164—241), îbni Hibban (—354)
vesâirenin tahrîc ettiği bu hadîsde :
«Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in
vefatından bir yıl önce kıbleye karşı oturduğunu gördüm» denilmektedir. Bu
mânâda Buharı ile Müslim'in itti-faken rivayet ettikleri İbni Ömer hadisi de
vardır. Mezkûr hadîste Ab-duÜah b. Ömer (R,A.) Peygamber (S.A.V.)'i önünü
Beyt-i Mukaddes, arkasını da Kabe'ye dönmüş olarak kaza-yı hacet ederken
gördüğünü söyler.
2— Ovada ve
ş&hirde önünü veya arkasını Kıble'ye dönmek haramdır. Çünkü hadîslerde
nehyediliyor. Tenzihe karine teşkil eden hadîsler: «Özürden dolayı dönmüştür.»
diye te'vil edilir. Bir de bu hadîsler Re-sûlullah'ın fiilini hikâye eder.
Fiilinin ise umumu yoktur.
3— Ovada ve
şehirde kıbleye Öjıünü veya arkasını dönmek mübah-dır. Çünkü nehy hadisleri
ibâha hadîsleriyle nesh edilmişdir.
4— Ovada
kıbleye karşı dönmek veya kıbleyi arkasına almak haramdır. Fekat şehirde
değildir. Çünkü ibâha bildiren hadîsler şehirler hakkında vârid olmuşdur.
Binâenaleyh oraya hamîolunur. Nehy hadîsleri ise umumîdir. Şehirler Resûlullah
(S.A.V.)'irı fiiliyle tahsis olun-muşdur. Ovalar tahrim hükmü üzere kalırlar.
Filvaki' Abdullah b. Ömer (R.A.): «Bundan ancak ovada nehy olundu. Seninle
kıble arasında seni Örten bir şey varsa beis yokdur.» demişdir. Bunu Ebû
Dâvud (202 —' 275) ve şâire rivayet ederler. Bu dördüncü kavi akla
enyakın olanıdır. Çünkü bununla amel edilirse nehiy ve ibâha hadislerinin hepsi
ile amel edilmiş oluyor.
5— Kâbeye
önünü dönmekle arkasını dönmek arasında fark vardır. Gerek büyük ve gerekse
Küçük abdest bozarken kjbleye önünü dönmek haramdır. Fakat arkasını dönmek
caizdir. Bu kavi merduddur. Çünkü nehiy ikisine de müsavi olarak şâmildir.
Şâ'bî (26—1D4)'ye göre
ovada kıbleyç dönmekden men' edilmesinin sebebi, orasının namaz kılandan hâli
kalmamasmdandır. Zira kırlarda ya insan, ya melek veyahut cinnîlerden namaz
kılanlar eksik olmaz. Olabilir gözü kaza-yı hacet edenin avret mahalline
ilişir. §â'bî'ye İbni Ömer hadîsiyle Ebû Hüreyre hadîsinin ihtilâfları
sorulmuş. İbni Ömer hadîsinde, Resûlüllah (S.A.V.)'i kıbleye arkasını dönerek
kaza-yı hacet ettiğini gördüğü ifade ediliyor; Ebû Hüreyre hadîsinde ise bundan
men-ettiği bildiriliyor, Buna ne dersin? demişler: «İkisi de. doğru!.. Ebu
Hü-reyre'nin kavli ova hakkındadır. Çünkü Allah-'ın melek ve cin kulları orada
namaz kılarlar; onlara karşı hiç bir kimse ne büyük abdest bozmalı, ne de.küçük
abdest. Onlara arka da dönmemeli. Etrafınıza gelince: Bunlar bina edilmiş
evlerdir. Bunlarda kıble aranmaz.» demiş-dir. Burada söz Kabe'ye mahsus ise de
hükümde Beyf-i Mukaddes de Kabe'ye mülhakdır. Çünkü, Ebû Dâvud'vm. rivayet
ettiği şu hadîsde onun da zikri gelmektedir:
«Resûlüllah (S.A.V.)
büyük veya küçük abdest bozarken iki kıbleye karşı durmakdan nehyetfî.» bu
hadîs, zaîf dir. Ay ile Güneş'e karşı durmanın mekruh olduğuna kail olmak daha
da zaîf'dir. Çünkü bundan sonra gelen 12 inci hadîsde doğuya batıya dönmek emir
buyruluyor.
Sadedinde bulunduğumuz
hadîs-i şerif üç taşdan daha azıyla taharet caiz olmadığına da delildir. Bu
taşların nasıl kullanılacağı ibni Ab-bas (R. A.) hadîsinde beyân olunmuşdur.
îki taşla dübürün iki kenarı, biri ile de necasetin çıktığı yer silinecekdir.
Taşla istincâ hususunda ulemâ arasında ihtilâf vardır. Şâfiîler'e göre istincâ
yapacak kimse taş ile su kullanmak arasında muhayyerdîr. Hangisini yapsa
kifayet eder. Yalnız taş ile taharetlenirse pislik bir defada temizlenmiş bile
olsa üç defa silmek lâzımdır. Maamafih değildir diyenler de olmuşdur. Üç taşla
pislik temizlenmezse daha fazlasını kullanır; lâkin taşların tek olması
mendub'dur. Taşların ön ve arka için üçerden altı aded olması müstehab'dır.
Fakat Şâfiîyye'nin bu sözüne karşı: Hadîslerde taşların altı olacağına- delâlet
yokdur denilebilir. Hanefîlere göre taşlarla taharetlenmede mesnun bir sayı
yokdur. İstincâ su, taş ve taş yerini tutacak, toprak tuğla gibi temiz
şeylerle olur. Zahirîlere göre ise yalnız taşla taharetlenmek vâcibdir.
Bunlar hadîsin zahiri,
ile istidlal ederler. Kendilerine : Hadîslerde hep taşın zikir edilmesi
ekseriyetle o kullanıldığı içindir. Bunun böyle olduğuna delil kazuratla veya
kemikle istincâdan menetmesidir. Eğer taşla taharet taayyün etse idi, o zaman
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bir sözle taşdan gayri her şeyle istincâyı menederdi;
şeklinde cevab veril-mîşdir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kömürle, kemik ve hayvan
tersiyle istincâdan da menetmiştir. Kömürle tezek hakkındaki hadîsi Ebû Dâvud
(202—275) şu lâfızla rivayet ediyor :
Cînnîler demişler ki:
«Ümmetine emret hayvan tezeği veya kömür parçasıyla istincâ etmesinler. Çünkü
Allah Teâlâ bize onlarda rızık halketBunun üzerine, Resûlüllah Efendimiz
bunları nehyetmişdir. Kemiğin cinlerin azığı olduğunuft Müslim'in (204—261)
tahrîc ettiği İbni Mas'ûd hadîsinden okuyalım:
«Resûlüllah (S.A.V.)
kendilerine cinler yiyecek
mes'elesinî sorduklarr
zaman buyurdular ki:
«Üzerine Allah'ın adı anılan her bol etli kemik size azık ve her hayvan tersi
de hayvanlarınıza yem olsun.» «Hayvan tersini bir hadîs-i şerîfde rics yâni
necis diye vasıflandırması buna münâfi ve mâni değildir. Zira bir şey bir cok
illetlerle ta'lil edilebilir. Hem necis hem de cinlerin hayvanlarına yem
olmasına da bir mâni yokdur.
Ay ile Güneş'e ,karşı
kaza-yı hacete durmanın memnu olmadığına aşağıdaki hadîs delâlet eder.[272]
103/83-
«Yediler'in
Ebû Eyyub[273] radiyaîlahü anh'den
rivayet et-dikleri hadîsde:
«Büyük veya küçük
abdest bozarken kıbleye önünüzü veya arkanızı dönmeyin, lâkin doğuya
veya batıya dönün» cümlesi
vardır kî. Ayla Güneş'e karşı abdest
bozulabileceği babında açıkdır.[274]
Bu hadîs, merfû'dur,
baştarafi şöyledir:
«Abdest bozmağa
gittiğinizde., iiâ âhir...» Sonunda
Hazreii HâMd'in kedi £Özü vardır. Ve şöyle dernektedir-
«Şam'a geldik. Orada
Kabe'ye doğru bina edilmiş bir takım helalar bulduk...» Bu hadîsin alt tarafı
yukarıda «11» inci hadîsde geçti.[275]
105/85- «Âişe
raâiyaüaKü arihâ'dan rivayet edilmişdir ki; Peygamber sdllallahü aleyhi ve
settem:
— Kim büyük abdest
bozmağa giderse Örtünsün; "buyurmuşdur.»[276]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmişdir.
«Es' Sünen» de bunu
Ebu Hüreyre (R. A./a nisbet edilmiştir. «Ef Telhis» de dahi Ebu Hüreyre'ye
nisbet edilmiş ve bunun medarı Ebu Saidi'l - Hayrâni'l - Humsî'dir;
denilmiştir. Bu zât hakkında ihtilâf vardır. Bazılarınca Sahâbîdir. Fakat bu
idda sahih değildir. Ondan rivayet eden de ihtilaflıdır.
Bu hadîs dahi emsali
gibi helada örtünmenin vücûbuna delâlet ediyor. Hattâ bir kısmını yukarıda
bilmünasebe zikretmişdik. Hadîsin tamamı, «Es' Sünende» Ebu Hüreyre (R.
Â.^'den şu lâfızlarla rivayet
edilmişdir:
«Resûlüllah (S.A.V.)
şöyle buyurmuşlardır : «Kim
SÜrmelenİrse, tek yapsın. Kim yaparsa muhakkak iyi eder. Yapmayana bir şey yok.
Kim taşlarla taharetlenirse tek yapsın. Kim yaparsa muhakkak" iyi eder;
yapmayana bir şey yok. Kim bir şey yerse, dişlerinin arasında kalanı atsın.
Diliyle çiğnediğini yutsun. Kim yaparsa muhakkak iyi eder. Yapmayana bir şey
yok. Kim büyük abdest bozmağa giderse, Örtünsün. Eğer bir kum tepeciğinden
başka bir şey bulamazsa onunla örtünsün. Zira Şeytan Âdem oğullarının
makatları ile oynar. Kim yaparsa iyi eder. Kim yapmazsa bir şey yok.»
îşte Ebu Davud'un
(202—275) Ebu Hüreyre (R. A./den tahrîc ettiği hadîs.budur. Onun burada Haireti
Âİşe'den rivayeti yokdur. Sonra buradaki hadîs zaîftir.. Binâenaleyh Musanmfa
gereken bunu Hazreti Ebu Hüreyre'ye nisbet etmek ve zaîf olduğunu belirtmektir.
Nitekim âdeti de bu idi. Her halde «Fethü'l - Bârı» de isnadı için «Hasen» dediğinden
burada zaîf olduğuna işaret etmemişdir.
«BZ - Bedru'l - Münir»
nâmındaki eserde; «Bu hadîs sahihtir. Bunu bir cemaat sahîhlemiştir.
Sahîhleyenlerden bazıları; îbni Bibban (—354), Hâkim (321—405) ve Nevevî
(631—676)'dır.» deniliyor.[277]
106/85- «Yine
ondan rivayet edilmiştir ki; Peygamber sallallahil aleyhi ve sellem he'âdan
çıktığı zamanki '.it der idi.»[278]
Bu hadîsi, Beşler
tahrîc etmiş, Ebu Hâtîm ile Hâkim sahîhlemişlerdir.
Hadîsde geçen
«çıktığı» tâbiri her ne kadar bir yerden çıkmayı hatıra getiriyorsa da, maksat
umumîdir. İsterse ovada olsun.
Resûl-ü Ekrem'in
istiğfarı bazılarına göre kaza-yı hacet ânında . zikredemediği içindir. Çünkü
şâir zamanlarının hepsinde Allah'ı zikrediyordu. Bu halde iken zikredememesini
kendisine bir kusur sayarak istiğfar ile onu tedârik etmiştir. Bazıları :
«îstiğrafının mânâsı Allah'ın nimetlerine şükürden âciz olduğu içindir. Çünkü
Allah-u Zü!-Ce!âİ kendisini doyurdu; yediğini hazmettirdi. Sonra fazlaların
çıkmasını kolaylaştırdı. Bunun karşısında Resûl-ü Ekrerr.(S.Â.V.) kendisini
şükürden âciz gördü ve istiğfara şitâb eyîedi.» diyorlar ki, bu daha münasibdir
ve Hazreti Enes hadîsine de uygundur. Enes hadîsi şudur: «Resûlüllah (S.A.V.)
heladan çıktıktan sonra :
«Benden ezayı giderip,
bana afiyet yeren Allah'a hamdolsun; der idi.» Bu hadîsi, İbni Mâce (207—275)
rivayet etmişdir. Hazreti Nûh Aleyhisselâm'm heladan çıktıktan sonra Allah'a
şükrederken:
«Benden ezayı gideren
Allah'a hamdolsun. Dilese onu bende hapsederdi;» dediği rivayet olunur. Hazreti
Nuh'u Resû!-ü Ekrem (S.A.V.): «Şükür edici bir kul İdi.» diye tavsif buyurmuştu.
Hazreti Peygamber
(S.A.V.)'in istiğfarı her iki husus içinde daha taşka bizim bilmediğimiz
hususat için de olabilir. Bu bâbda Hazreti Enes (R. A.)'dcn şu hadîsi şerif
rivayet edilmiştir:
«Evvelinde de âhirinde
de bana ihsan eyleyen
Allah'a hamdolsun; der idi.» Yine bu bâbda İbni Ömer'den şu hadîs
rivayet olunmuştur:
«Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) heladan ç:ktıkîa:
«Bana yediğimin lezzetini
taddıran, bende kuvvetini bırakıp, ezasını gideren Allah'a hamdoîsun; der id'-»
Fakat bunların bütün isnadları zaîf-dir. Ebu Hât!m: (195—277): «Bu bâbda en
sahîh hadîs Hazreti Âişe ha-dîsidİr der. Maamafih böyle yerlerde hadîsin
mutlaka sahîh olması şart değildir. Binâenaleyh yukarıdaki hadîslerde zikri
geçen zikirlerin hepsini söylemekte hiçbir beis yoktur.[279]
107/86-
«İbni Mesûd'dan[280]
rivayet edilmiştir. Demişdir kî: Peygamber suttöMalıv aleyhi ve sellem helaya
gitti. Bana da kendisine üç taş getirmemi emretti. Ben iki taş buldum. Üçüncüyü
bulamadım. Ve kendiîerine bir tezek getirdim. Taşlan aldı. Tezeği attı. Ve:
Muhakkak ki O necîstir; buyurdular.»[281]
Eu hadîsi Buharı
tahrîc etmiştir. Ahmed İle Dâre Kutru: «Bana başkasını getir» cümlesini ziyâde
ettiler.
Hadîs; îmam-ı Şafiî
(150—204), îmam-ı Ahmed b. Hanbeî (164— 241) vesâir hadîs imamlarının
delilidir. Bu zevat istincâ taşlarının üçten az olmamasını ve temizlemesine
dikkat edilmesini şart koştular. Fakat üç ile matlub hasıl olmazsa
temizleyinceye kadar ziyâde edilip dediler. Buna yukarıda işaret etmiştik. Taşların
tek adet olması da vâcib değildir. Hattâbî (—388) diyor ki: «Maksad sadece
temizlemek olsa, sayının şart oluşu fâideden hâli kalırdı. Sayı Iaf-zen şart,
temizleme de manen malûm olunca hadîs-i şerif her iki şeyin vâcib olduğuna
delâlet eder.» Tahâvî'nin (238—321): «Üç şart olsa, Resûlülahm üçüncüye de
ister idi.» demesine mukabil ise: «Evet istedi» diye cevap verilir. Nitekim
hadîsimizin fmam-ı Ahmed ve Dâre Kutnî (306—385) rivayetinde vardır. Musannif
«Fethü'l -Bari» de ricalinin sikât (mutemet) olduğunu söyler. Maamafih bu
ziyâde sabit olmamış olsa bile Tahâvî'ye yine cevap verilebilir. Denilir ki;
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ilk emriyle üç taş istemişti. Bununla iktifa etti.
Tezeği atınca, İbni Mesûd (R.A.) anladı ki, emre imtisalı tam olmamış; üçüncü
taşı getirmek lâzım. Sonra bu üç taş necaset yollarının birisi içindir. Diğeri
için de ayrıca üç taş lâzımdır. Binâenaleyh mecmuu altı taş olur. Bu hususta
îmam-ı Ahmed'in Müsnedin'de bir hadis de vardır. Ancak mes'ele yine de bir
garabet azretmektedir. Çünkü, ResûlüÜah (S.A.V.) birçok defalar üç taş
istediği halde hiç bir defa altı taş istediği duyulmamıştır. Altı taşı şart
koşanlar Ahmed b. Hanbel (164—241)'in tahrîc ettiği hadîs île istidlal ediyor.
Fakat bu hadîsin sıhhat derecesi ^ bizce malûm değildir. Üç taşla istincâyı
emreden hadîsler tetkik edilirse görülür ki, bunlar hep «dübürü» temizlemek
için vârid olmuştur. Bevilden temizlenmek için bunlarda deüT-yoktur. Asıl olan
burada yani bevilde taşları bir adet ile takdir etmemektir. Matlûb kaç tanesi
ile hâsıl olursa o kadar kullanılır.[282]
108/87- «Ebû
Hüreyre radiyaJlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Şüphesiz
Rosûlüllah saUallahü aleyhi ve sellem kemikle veya tezekle istincâ etmekten
nehyetti ve:
— Bunlar hakikaten
temizlemezler; buyurdu.»[283]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
rivayet etmiş ve sahîhlemîştir.
Hadisi bu lâfız ile
îbni Huzeyme (223—311); buna yakın bir lâfızla da Buharı tabrîc
etmişlerdir. Buharî'de şu ziyâde vardır:
«Ebu Hüreyre Resûl-ü
Ekrem sözünü bitirdikten sonra bu kemikle tezeğe ne oluyor? demiş. Resûlüllah
(S.A.V.): «Bunlar cinlerin yi-yeceğidir.» buyurmuştur» Beyhakî (384—458) bu
hadîsi uzun olarak Sürteninde tahrîc etmiştir. Bu bâbda Zübeyr, Câbir, Seni b.
Hanîf ve sâireden nehiy hadîsleri rivayet edilmiştir. Bunların isnadları söz götürse
de hepsi birbirini kuvetleşürir, takviye eder. Burada, kemikle tezeğin
nehyedilmesinin sebebini temizlememek ve bir de cinnîlerin yiyeceği olmakla
beyân etti. Tezeğin nehyini pis olmakla da talîl buyurdu Resûlüllah (S.A.V.)
kemik ile tezeğin cin gıdası olduğunu beyân edince, İbni Mes'ûd (R. A.) şu
suali sormuştur:
«Bu onlara ne faide
getirir, yâ Resûlallah? dedi. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Onlar bir kemik bulursa
onun üzerinde kesildiği günkü etini de bulurlar. Bir tezek bulurlarsa onda
yenildiği günkü taneyi de bu!urlar;B"yurd"B Bu hadîsi, Ebu Abdillah
Hâkim «Eâ - Delâil» nâm eserinde rivayet eder. Yukarıda başka bir hadîste
gördüğümüz: «Tezeğin cin hayvanlarının yemi olması bittabi buna münâfi
değildir.»
Hadîste taşla yapılan
taharetin yanında su da kullanmağa lüzum olmadığına delâlet vardır. Ancak bu
delâlet mefhûm-u muhalifinden anlaşılmaktadır.Yani «kemikle tezek temizlemez» buyurunca
başkalarının temizleyeceği anlaşılır. Mefhum-u muhalif; Hanefİyye İmamlarına
göre fâsid delillerdendir.[284]
109/83- «Ebu
Hüreyre radiyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir; demişiir ki: Resûlüllah
saîlallahü aleyhi ve sellem:
— Sidikten sakınınız, çünkü kabir azabının
umumu ondan olacaktır; buyurdular.»[285]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
rivayet etmiştir.[286]
109/88- «Hâkim'in Ebu Hüreyre'den rivayetinde:
— Kabir azabının çoğu
bevildendir; buyurulmuştur.»[287]
Bunun isnadı sahîdir.
Hadîs-i şerîf, bevlden
uzaklaşmayı emrediyor ve uzaklaşmanın cezasının kabirde hemen verileceğini
bildiriyor. Filvaki Buharı ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri bir
hadîste: Resûlüllah (S.A.V.)'in iki kabrin yanından geçtiği ve kabirlere
işaretle, «Bunlara azap olunuyor» dediği, sonra birinin bevilden korunmadığı
için azâb edildiği beyân edilmektedir. Hadîsin lâfızları çeşitlidir ve hepsi
bevilden sakınmamanın haram olduğunu ifade ediyor.
Fıkıh imamları
necasetin giderilmesi hakkında ihtilâf etmişlerdir. jmam-ı Malîk'e (93—179)
göre necaseti gidermek farz değildir. §afiî (150—204)'yİ2 ve Hanefîler'e göre
afvedilen . miktardan geri kalanını gidermek farzdır. Delilleri, bevilden
korunma hadîsidir. Çünkü tu ha-dîsde vaîd yâni tehdit vardır. Tehdit ise ancak
farz terk edildikte tasavvur olunur. Mâliküer tâzib hadîsini te'vil ederek:
«Azap görmesine sebep ihtimal ki sidikten hiç korunmadığı için üzerine sidik
aktığı halde namaz kılmasıdır. Bu takdirde elbette namazı sahih'olmaz» derler.
Fakat taşla taharetlenme hadîsleri necasetin giderilmesinin farz olduğuna h
delâlet ederler.
Bu hadîs bevlin necis
olduğuna delildir. Ve insan bevli hakkında nâsstir. Baziları onu bütün insafı
ve.hayvan bevillerine âmm ve şâmil sayarlar.[288]
109/88- «Hâkim'in
Ebu Hüreyre'den rivayetinde :
«Kabir azabının çoğu
bevildendir» buyurulmuştur.[289]
Bunun İsnadı sahîhdir.
Musannif burada böyle
diyorsa da «Et - Telhis» adil eserinde aynı h^dîs hakkında şunları söylüyor :
«Bu hadîsi Ebû Hatim Malûl atîdetti ve merfû olması bâtıldır; dedi. «Yâni
TV/us'de bu sözlerin üzerine bir kelime bile ilâve etmediği halde burada
hadîsin sahih olduğuna cezmediyor. Ve bu suretle sözleri birbirini tutmuyor.
Hadîs-i şerîf,
yukarıki hadîsin ifâde ettiği «mânâyı ifâde etmektedir. Bevilden korunmamak
büyük günah mıdır, küçük günah mıdır? Mes'-elesi ihtilaflıdır. İhtilâfa sebep
tâzib hadîsinin muhtelif rivayetleridir. Zira bu rivayetlerin birinde :
«Büyük bir şey
hakkında azap edilmiyorlar»
buyuruluyor. Diğerinde ise:
«Bilâkis O çok büyük»
deniliyor. Bazılarına göre hadîste geçen : «Büyük bir şey İçin değil»
tâbirinden murad: Azap görenlerin itikadmca yahut muhatabların itikad ve
âdetince büyük sayılmayan demektir. Yoksa Allah indinde büyüktür. Bazılarında
mânâ şudur: «Korunma meşakkati büyük olmayan bir şey hakkında azâb
ediliyorlar. «Hadîs ulemâsından Begavî (426 — 516) bu mânâya cezmen kail olmuştur,
îbnü DakîkiJl - jyd (625 — 702) dahi bunu tercih eder. Daha başka kaviller de
vardır. Şu halde bevilden sakınmamak büyük günahtır.[290]
111/89-
«Süraka
b. Mâlik[291] radiyaîlahü anh'den
rivayet edilmiştir.Demiştir ki: Bize
Resûliillah sdllallahü aleyhi ve seîlem helada sol ayağımızı dikmemizi
Öğretti.»[292]
Bu hadîsi, Beyhakî
zaîf bir senedle rivayet etmiştir.
Aynı hadîsi Taberâm
(260—360) dahi tahrîc eylemiştir. Hâzimî (5-18 — 584): «Bu hadîsin senedinde
tanımadığımız kimse var. Bu bâbda başka hadîs de bilmiyoruz; diyor. Sol ayağın
üzerine oturulmasının hikmeti: Mide sol tarafta olduğu için çıkacak kazuratın
kolay çıkması içindir; diyorlar. Bazılarına göre bundaki hikmet: Sol ayağı
üzerine dayanmak suretiyle şerefli olan sağ ayağın kullanılmasını
azaltmaktadır.[293]
112/50- «İsa
bin Yezdâd radiydllahü anh'dan o da babasından işitmiş olarak rivayet
edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve selîem :
— Biriniz bevl ettiği
zaman zekerini üç defa silksin; buyurdular.»[294]
Bu hadîsi, İbni Mâce
zaîf bir senetle rivayet etmiştir.
Imarn-ı Ahmed
(164—241) Müsned'inde, Ebu Dâvud (202 — 275), Merâsîl'inde, El - Ukaylî (—769)
«Ed - Duajâs> nâm eserinde, Ebu Nuaym (—403) «El-Ma'rife'de bu hadîsi
rivayet ettikleri gibi Beyhakî (384 — 458) ve îbni Gani (295 — 351) de rivayet
etmiştir. Ve hepsinin rivayeti İsâ bin Yezdâd'dandır. îbni Maın (—233): «İsa
ile babası bilinmiyor» demiştir. Ukaylî; «Bu- hadîste ona tâbi olunmaz. Bu
hadîsten başkasıyla da tanınmaz» diyor. Nevevî (631 — 676) Şerhü'l-Mühezzeb»
de: «Bunun zaîf olduğuna ittifak ettiler» diyor. Yalnız mânâsı Buharı ile
Müslim'deki iki kabir hadîsinde vardır. Bu hadîsi îbni Asâkir (499 — 571) şu
lâfızlarla rivayet eder:
«Bevlinden
temizlenmiyordu» (istîbra etmezdi; rad; bevli gidermeye var kuvvetiyle
çalışmıyordu da sonra yine bevl geliyordu; demektir.
Silkmekteki hikmet:
Sidiğin iyice bittiğine kanaat getirmektir zıları kabir hadîsiyle istidlal
ederek istibrâyı yâni küçük abdesti duktan sonra kurulamayı vâcib sayarlar.[295]
113/91- «İbni
Abbas radiyatlahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir ki: Peygamber SttÜallahii
aleyhi ve sellem; Kübalılara sordu ve:
«Neden Allah SİZİ
ÖğÜyor?» dedi. «Biz taşlarla taharetin arkasından suyu kullanırız.» derler.[296]
Bu hadîsi, Beziâr zaîf
bir senedle rivayet etmiştir. Aslı Ebu Dâvud'dadır. Bunu ibni Hüzeyme Ebu Hüreyre
hadîsinden «Taşları» zikretmeksizin sahîhlemiştir.
Bezzâr şöyle diyor:
«Bu hadîsi Zührî'den Muhammed b. Abdül-Aziz'den başka birinin rivayet ettiğini
bilmiyoruz. Muhammed'dea. de oğlundan başkasının rivayetini bilmiyoruz.
Muhammed zaîî hadîsi ondan rivayet eden Abdullah b. Şebib de zaîftir. Hadîsin
aslı Süneni Tîrmizî'de Ebu Hüreyre'nin rivayeti ile olup şu lâfızladır;
«Resûl-ü Ekrem S.A.V.)
şu (Orada temizlenmeyi sever Adamlar var) ([297])
âyet-i kerîmesi Kübalılar hakkında nazil oldu. Su ile istincâ yapıyorlardı ve
haklarında bu âyet nazil oldu»; buyurdular. Münzirî der ki: «Tirmizî gariptir
sözünü ilâve etti». Yukarıdaki hadîsi îbni Mâce (207 — 275) dahi tahrîc
etmiştir. îmam-ı Nevevî (631 — 676) «Şerhü'l - Mühezzeb-» nâm eserinde şunları
yazıyor: «Hadîs tariklerinden malûm olan, Kübalıların su ile
taharetlenmeleridir. Su ile taşların arasını cem ettikleri yoktur.» Ibnü'r -
Rif'a da bu hususta Nevevî'ye tâbi olarak: «Bu, hadîs kitaplarında bulunmuyor»
der. Buna karşı Musannif da diyor ki: Bezzâr'ın rivayeti zaîf de olsa, onların
aleyhine delildir. İbnü Dakîki'l - îyd (625 — 702) de «El - İlmân» nâm eserinde
bu hadîsi sahîhlemiştir.
Hasıh kelâm: Su ile
istincâ, taşla taharetlenmekten evlâ olduğu gibi, su ile taşı. bir arada
kullanmak hepsinden evlâdır.'Yalnız Resû-füflah (S.A.V.)'den su ile taşlan
beraber kullandığına dair bir hadîs buluns-mamıştır. Kazayı hacet hakkındaki
hadîslerin sayısı «21» dir.[298]
Gusül: "îğtisâlin
yâni yıkanmanın ismidir. Bazılarına göre bu kelime ile su kasdedilirse ilk
harfi ötre okunur. Masdar kasdedilirse ötre ve üstün okumak caizdir.
Bazılarınca masdarase ilk harfi üstün, yıkanmak mânâsı kasdediliyorsa ötre
okunur. Bir kavle göre de.üstün okunduğu takdirde yıkanmak fiilî; ötre
okundukta kendisiyle yıkanılan şey: dir. Esre okunursa, su ile birlikte
kullanılan uşnan ve sabun gibi şeylerdir.
Cünübün hükmünden
maksad : Cünüb olan kimseye müteâllik hükümlerdir.[299]
115/92- «Ebû
Saîd-İ Hudrî radiydlîahü anh'den
rivayet edilmiştir Demiştir khResûlülfah saîatlahü aleyhi ve seîlem:
«Su sudandır.»
buyurdular.»[300]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmişdir. Aslı Buhârî'dedir.
Hadîs-İ Şerifin mânâsı
: Gusüf etmek meninin çıkmasından ileri gelir, demektir. Yâni hadîsteki
birinci su malûm olan sudur. İkinci su ise menî'dir. Buna Bedi' İlminde
«Cinâs-ı tam» derler. Iğtîsâl yâni boy ab-destinin hakikati azânm üzerine suyu
dökünmektir. Ovunmanın hükmü ihtilaflıdır. İmam-ı Mâlik gibi bazılarına göre
farz bazılarına göre değildir. Mes.ele lügat mes'elesidir. Zira Kur'an-ı Kerîm'de
vârid olan tâbirler: Abdest azaları hakkında yıkamak, gusül hakkında temizlemektir.
Yıkamak kelimesinin mânasında oğmak dahil değildir. Çünkü: «Ter yıkadı, yağmur
yıkadı» denilir. Binâenaleyh abdestte «oğmak» farz olmak için haricî bir delil
lâzımdır. Gusülde ise temizlenme mânasına gelen Tetahhur» tâbiri vârid
olmuştur. Bu lâfızda yıkamak mânasından bir'fazlalık vardır ki, bu fazlanın en
azı oğmaktır. Çünkü abdestteki yıkama ile gusüîdekinin arasında bir fark olmasa
ikisinde ayrı ayrı tâbir kullanılmazdı.Hayz hakkında dahi gusüldeki tâbir kullanılmış
buyurulmuştur. Şu kadar var ki aşağıda [«11» ve «12»][301]
sayılarda gelecek Hazret-i Âişe ve Meymune hadîs'erinde görüleceği veçhile
Resûlüllah (S.A.V.) cünüblüğü izâle için sırf yıkama ve su dö-künme ile iktifa
etmiştir. Binâenaleyh keyfiyette ikisi de bir olduğu halde, gusülde «temizleme»
abdestde ise «yıkama» tâbirlerini kullanmaktaki nükteyi Allah bilir:
Mesh : Eli bir şeyin
üzerinden geçirmektir. Elin geçtiği her yere teması şart değildir. Temas ettiği
yere eder etmediğine etmez. Şu halde ovalama şart kılınmazsa mesh ile gusül
arasında fark kalmaz denilemez. Bu hadîsi, Müslim (204 — 261) Itbân.b. Mâlik
Kıssasında, zikreder .Aynı hadîsi Ebû Dâvud (202 — 275) îbnı Hüzeyme (223—311)
ve İbni Hibbân (—354) aynı lâfızla rivayet etmişlerdir. Buharı (194— 256)
Kıssayı zikretmiş, fakat hadîsi tahrîc etmemiştir. Onun için de Musannif, «aslı
JSüTıarî'dedir» dedi. Hadîsin aslı şudur:
«Acele ettirilir veya
menînin çıkmasına mani' bir şey zuhur eder de menî tıkanırsa sana abdest almak
lâzım olur.»
Sadedinde bulunduğumuz
hadîsin birçok tarikleri vardır. Onu sahabeden: Şbû Eyyübi'l - Ensârî, Rafi b.
Hadîc, Itban b. Mâlik, Ebu Hüreyre ve Enes (R. Anhüm) rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i Şerîf Mefhum-u Hasr denilen san'atla gusülün yalnız menî çıktığı zaman
lâzım geleceğine delildir. Burada Mefhum-u Hasr Müsned-ü İleyh'in tarifle gelmesinden anlaşılırsa da,
Müslim'deki hadîs :
«Su ancak Sudandır»
şeklindedir. Yâni Hasr, bizzat Hasr edatı olan ( tel ) ile yapılmıştır. Binâenaleyh
zahirîler İltikâ-i Hıtaneyn de-niUn erkek ve kadının avret mahallerinin
birbirine kavuşması ile gu-sülüri lâzım gelmiyeceğine kail olmuşlardır.
Buharı'de şu hadîs vardır:
Hz. Osman'a karısîle
cinsî münasebetle bulunup da menî'sİ çıkmayanın hükmü sorulmuş. Namaza abdest
aldığı gibi abdest alır ve zekerini yıkar demiş. Hazret! Osman bunu Resûlüllah
(S.A.V.)'den işittim demiştir.»
Hazretİ Ali, Zübeyr, Talha,
Übey b. Kaab ve Ebû Eyyub (B.An-hüm) de buna kaildirler.
Hattâ Ebu Eyyub hazretleri hadîs olarak Resûlüllah (S.A.V.)'e ref, etmektedir.
Bundan sonra Buharı (194— 256): «Yıkanmak daha ihtiyattır» diyor. Cumhur-u
ulemâ bu hadîs için aşağıdaki hadîsle mensuhtur, derler.[302]
116/93- «Ebu
Hüreyre radtyaUahu anft-Ven rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallaîlahü aleyhi ve sellem:
— Erkek kadının dört
şu'besi arasına oturur da sonra onu yorarsa, muhakkak yıkanmak vâcib olur;
buyurdular.»[303]
Bu hadîs, Nlüttefekun
Aleyh'dir. Müslim; «Menîyİ indirmese de» sözünü ziyâde etmiştir.
Ebû Davud'un (202 —
275) rivayetinde:
«Sünnet mahallini,
sünnet mahallîne yapıştırırsa» cümlesi vardır.
Musannif merhumun
«Et-Feih» de beyân ettiğine göre Hadîs-i Şerifte geçen «Onu yorarsa» tâbiri
cimâ'dan yani cinsî münasebetten kinayedir. Dört Şu'be'den maksad; Bazılarına
göre kollan ile bacaklarıdır. Bazılarına göre ayakları ile uylukları; diğer
bazılarınca baldırları ile uyluklarıdır. Daha başka diyenler de vardır. Ve
bunların hepsi cinsî münasebetten kinayedir.
Bu hadîsi şerifle Cumhur-u
Ulemâ yukarda geçen: hadîsinin nesh edildiğine kaildirler. Zira bu hadîs
ötekinden sonra vârid olmuştur. Nesh dâvasını
tmam-ı Ahmed b. Hanbel (164—241) ile başkalarının Zühri tankıyla Übey b.
Kaab'darî rivayet ettikleri şu hadîsten
anlıyoruz:
«Übey dedi ki:
Muhakkak su sudandır dedikleri fetva bir ruhsattır. Resûlüllah (S.A.V.) buna
İsIâmiyetİn başında ruhsat vermişti. Sonraları yıkanmayı emretti. «Bu hadîsi
tbni Hüzeyme (223—331) ile îbni Hib~ bân (—354) sahîhlemişlerdir. İsmâilî: «Bu
hadîs Buhar'nin şartı üzerine sahihtir» der.
Hadîs-i şerîf nesh
hususunda açıktır. Zaten nesh olmasa bile bu hadîs hadîsine yine tercih
olunur. Çünkü bu mantuk, öteki mefhumdur. Usûl-ü fıkıh kâideslnce mantuk
mefhum üzerine tercih olunur. Ayet-i Kerîme dahi gusülü îcab hususunda bu mantuku
'desteklemektedir. Şöyle ki: Âyet-i Kerîme'de:
([304])
«Eğer cünüp olursanız tertemtzpâklanın» Duyuruluyor. îmam-% Şafiî (150 — 204)
diyor ki: «Arap dili cenabet kelimesinin hakikat olarak cinsî münasebet
mânasına gelmesini iktizâ eder; isterse
meni çıkmasın.
Çünkü birisine filanca
falan kadından cünüb oldu deseler hemen o kadın ile cinsî münasebette
bulunduğunu anlar velevki menî inmesin.» Eu suretle sırf «îlâc» in yani içeriye
girmenin guslü icab etmesi babında Kifabla Sünnef birbirini desteklemiş
oluyor.[305]
119/94- «Ümmü
Seleme radiyallahü anhâ'dan rivayet edildiğine göre, Ebû Talhâ'n:n zevcesi
Ümmü Süleym: Yâ Resûlaflah, şüphesiz ki Allah hak'dan haya etmez. Kadın ihtilâm
olursa ona gusül etmek lâzım mı? dedi. Resûlüllah sdüallahü aleyhi ve selîem:
— Evet, menî'yi
gördüğü zaman; buyurdular.»[306]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
«Ümmü Süleym
Resûlüllah (S.A.V.)'e uykun esnasında erkeğin gördüğünü gören kadının hükmünü
sormuş, Resûl-ü Ekrem de: «Bunu gördüğü zaman hemen yıkansın.»
buyurmuşlardır.
Bu hadîs, ihtilâm
olduğu zaman kadına da gusül lâzım geleceğine delâlet ediyor.
İhtilâm : Rüya halinde
cünüb olmaktır. Hadîs, zahirî, yıkanmanın menî'yi görmek şartiyle lâzım
geleceğini ifâde ediyorsada buradaki görmenin yakînen bilmek mânâslna
geldiğini Kemal b. Hü-mam {788 — 861) «Fethû-l ~ Kadir» adlı eserinde tahkik ve
beyân etmiştir ([307]).
Filhakika arapçada görmek, bilmek mânâsında kullanılmıştır.
Derler ki, mânâsı:
«Allahı her şeyden büyük bildim» demektir. Binâenaleyh ihtilâm olan kimse
meninin çıktığım yakînen bildikten sonra goziyle görse de, görmese de kendisine
gusül lâzım olur.
Uykudan uyanan bir
kimse elbisesinde veya bedeninde gördüğü ıslaklık hakkında şüphe ederse mesele
ihtilaflıdır, ihtiyat olan yıkanmaktır.
Cumhur-u ulemâya göre
ihtilâm meselesinde erkekle kadın arasında fark yoktur. Her ikisinede gusül
icabeder.
Bu bâbda ulemâ hemen
hemen ittifak halindedirler. Yalnız İbrahim Nehaî (11 — 90)'nin: «Kadın ihtilâm
olursa ona gusül lâzım gelmez» dediği rivayet olunur, birde Hanefîler'e göre
gusül lâzım olmak için me-nînin mutlaka dışarı çıkması şart isede keyfiyetinde
ihtilâf etmişlerdir. tmam-ı Âzam Ebû Hanîfe (80 — 150) ile îmam-ı Muhammed'e
(120 — 189) göre meninin yerinden şehvetle kopması şartdır. Dışarı şehvetle
çıkması şart değildir. Şu halde yerinden kopduktan sonra dışarı, şehvetsiz bile
çıksa onlara göre gusül lâzım olur.
îmmn-ı Ebû Yusuf'a,
(113 — 182) göre ise yerinden şehvetle kopmuş olması şart olduğu gibi dışarıya
da şehvetle çıkması şartdır.
Binâenaleyh ihtilâm
olan bir kimse menî şehvetle yerinden kopar kopmaz hemen zekerini sıkarak
çıkmasına mâni olurda şehveti sükûnet bulduktan sonra bırakır ve menî
şehvetsiz olarak çıkarsa ona göre gusül icabetmez. Fekat ihtiyat olan yinede
İmam-% Şam'la, îmam-ı Muhammed'm kavliyle amel ederek yıkanmaktır. Hanbelîler'e
göre menî yerinden şehvetle kopduktan sonra dışarı hiç çıkmasa yine gusül lâzım
gelir. Şafiîler'e göre menî olduğu anlaşıldıktan sonra dışarı; nasıl çıkarsa
çıksın mutlaka gusül icabeder.[308]
118/95- «Enes
radıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah salîaîlahü
aleyhi ve settem uykusunda erkeğin gördüğünü gören kadın hakkında:
«Yıkanır» buyurdular.»[309]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir. Müslim, şunu da ziyâde etmiştir: «Ümmü Seîeme; bu olur mu? dedi.
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.): «Evet,, benzerlik nereden oluyor? buyurdular.»
Yukardaki hadîsi
Buharı ile Müslim Ümmü Seleme, Âişe ve Enes Hazeratmdan tahrîc etmişlerdir. Bu
mesele sahâbî kadınlardan' Havle bîntü Hakim Sehle binti Süheyl ve Büsre binti
Safvân hazaratınm başına gelmiştir. Bunlardan Havle hadîsini îmam-ı Ahmed b. Hanbet (164 — 241), Nesâî (215 — 303) ve îbni Mâce
(207 — 275); Sehle hadîsim Tabarânî (260 — 360); Büsre hadîsini de îbni Ebî
Şeybe (—274) rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i Şerîf kadının
da uyku esnasında erkek gibi ihtilâm olduğuna delildir. Bittabi, bu, menî'nin
dışarı çıkmasıyla bilinir. Nitekim Buharı de tasrih edilmiş ve :
«Evet, menî'yi gördüğü
vakit» denilmiştir. Bir rivayette de:
«Onlar erkeklerin
kardeşleridir» buyurulmuştur. Yine hadîste ihtilâm olma halinin erkeklerde
olduğu gibi kadınlarda da ekseriyetle vuku' bulduğuna ve kadının menî'si
gözükmez diyenlerin aleyhine delâlet vardır. Hadîste geçen, «Benzerlik nereden
oluyor,» suali Istifham-r İnkârî'dir. Ve çocuğun kimi babasına, kimi anasına ve
dayılarına benzediğini açıklamaktadır . Hangi tarafın menî'si galip gelirse
çocuk o tarafa benzer.[310]
120/96- «Âişe
radıyallahü anhâ'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber salîaîlahü
aleyhi ve sellem dört şeyden yıkanırdı. Cünüblükten. Cuma gününde, kan
aldırmadan ve ölü yıkamadan.»[311]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
rivayet etmiş; İbnü Hüzeyme sahîhlemiştir.
Aynı hadîsi Imam-t
Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile Beyhaki (384-— 458) de rivayet etmişlerdir,
isnadında Mis'ab b. Şeybe vardır ki, hakkında söz edilmiştir. Hadîs-i şerîf bu
dört halde yıkanmanın meşru olduğuna delildir.
Cünüblükten dolayı yıkanmanın
vücûbu Hükmü: Cumhûr'a göre Sünnettir. Bu bâbda Hazreti Sem ura (R.A.)'den
şu hadîs rivayet edilmiştir:
«Bir kimse Cuma günü
abdest alırsa ne ala; kim yıkanırsa yıkanmak daha faziletlidir». Bu hadîs
aşağıda yedinci sayıda gelecektir. Davûd-u Zahirî (202 — 270) ile ulemâdan bir
cemaata göre vâcibtir. Nitekim aşağıda altıncı sayıda gelecek olan :
«Cuma için yıkanmak
her âkil, baliğe vâcibtir» hadîsi şerifi bu bâbda sarihdir. Zâhirîler'e :
«Hadîsteki vücûb lâfzı onun Sünnet olduğunu te'kid için getirilmiş olabilir.»
diye cevap verilmiştir.
Vaktine gelince :
Bazılarına göre Cuma gününün fecrinden başhya-rak ikindisine kadardır. Ekser
ulemâya göre ise o gün yıkanmak namaz için Sünnet olmuştur. Cuma namazından
sonra ikindinin vakti girinceye kadar meşru değildir:
«Kim Cuma'ya gelirse
yıkansın» hadîsi bu ikinci kavlin delilidir. Hazreti Âişe hadîsi ise birinci
kavle münasibdir.
Kan aldırdıktan sonra
yıkanmak: Bazılarına göre Sünnettir. Yukarda «Abdesti bozan şeyler» babının
onaltıncı hadîsinde görüldüğü veçhile Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kan aldırmış ve
abdest tazelemeden namaz kılmıştır. Binâenaleyh yıkanmak sadece sünnettir.
Kimi yıkanır, kimi yıkanmaz: Hazreti Ali (R. A)'den: «Kan aldırmadan dolayı yıkanmak
sünnettir» dediği rivayet olunur.
Cenaze yıkamadan
dolayı yıkanmanın hükmü de yukarda geçmiş ve bu mes'elede üç kavi olduğu yâni;
1) Sünnettir,
2) Vaciptir, 3) Müstahab bile değildir diyenler bulunduğu orada görülmüştür.[312]
121/97- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'âen Sümâme b. Usâl kıssası hakkında rivayet edilmiştir.
Sümâme müslüman olduğu zaman
Peygamber (S.A.V.) de ona
yıkanmasını emretti, demiştir.»[313]
Hadîs-i şerîf,
müslüman olduktan sonra yıkanmanın meşru- olduğuna delildir. «Kmretti»
denilmesine bakılırsa yıkanmak vâcibtir. Mes'-ele ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Bazılarına göre küfür halinde iken cü-nüb oldu ise yıkanmak vâcibdir. Yıkandı
da müslüman oldu ise tekrar yıkanmaya lüzum yoktur. Hanefîler'e göre kâfir iken
yıkanmış ise, şimdi tekrar yıkanmak vâcib değildir. Şafiî'ler ile şâir fukahâya
göre müslüman olduktan sonra eski cünüplükten dolayı yıkanmak vâcib değildir.
Fakat kâfir iken henüz cünüb olmadı ise, müslüman oldukta yıkanması
müstehabdır. îmam-ı Ahmed bin Hanbel'e {164 — 241) göre mutlaka yıkanması
vâcibdir.[314]
122/98- «Ebu
Said radıyallahü anft'den rivayet edilmiştir.
Demiştir ki: Peygamber salîallahü aleyhi ve sellem :
— Cuma günü yıkanmak
her âkil baliğe vâcibtir; buyurdular.»[315]
Hadîsi Yediler tahrîc
etmişlerdir.
Bu- hadîsin Cuma günü
yıkanmak farzdır diyen Davûd-u Zâhirî'nin (202 — 270) delili olduğu, Cumhur-u
Ulemâ'nın ise, bunu te'vil ettiğini yukarda dördüncü hadîs de gördük. Burada
şunu ilâve edelim ki: Bazılarına göre yıkanmak islâmiyetin ilk* zamanlarında
farzdı. Çünkü o zamanlarda müslümanlar zaruret içinde idiler. Ekseriyetle
giydikleri yün elbiseler idi. Memleketlerinin havası sıcak olduğundan Cuma namazına
toplandıkları vakit terlerler idi. Bu sebebten ResûlüÜah (S.A.V). kendilerine
yıkanmayı emretmişti. Vaktaki halleri iyileşti ve pamuklu elbiseler giymeye
başladılar; Hazreti Peygamber de kendilerine bu bâbda serbesti verdi.[316]
123/99-
«Semura b. Cündeb[317]
radıyallahü aniden rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem :
— Kim Cuma günü abdest
alırsa ne âlâ; kim yıkanırsa yıkanmak daha faziletlidir; buyurdular.»[318]
Bu hadîsi Beşler
tahrîc etmişler; Tirmizî de «Hasen» olduğunu söylemiştir.
Hadîs-i Şerifin
ravî'lerinden «El - Hasan» m Semüra'dan işitip işitmediği ihtilaflıdır.
İşittiğini kabul edenlere göre bu hadîs sahîhdir. Ve Cuma günü yıkanmanın vâcib
olduğuna delildir; Hadîs-i şerîf Cumhur'-un delilidir.
Yalnız burada bîr sual
vârid oluyor. Nasıl oluyor da gusül etmek Sünnet olduğu halde, farz olan
abdestten daha efdal oluyor. Halbuki farz Sünnetten bİl'İcmâ efdaldir. Bu
sualin cevabı şudur. Efdaliyet mes-' elesi gelişi güzel değildir. Yâni gusül
etmek bizzat abdestten üstün değil; beraberinde gusül olmayan abdestten
efdaldir. Ve şöyle demiş gibi oluyor. «Abdest, alıp yıkanmak, sade abdest
almaktan efdaldir.» Yıkanmanın farz olmadığına Müslim'in rivayet ettiği şu
hadîs de delâlet eder:
«Kim tertemiz abdest
alır da sonra Cumaya gelip hutbeyi dinler; susarsa ona o cuma ile gelecek cuma
arası günahları ile üç günlük fazla günahı
mağfiret olunur.»
Maamafih bir mü'mine
ihtiyat olarak gereken, Cuma guslünü terk etmektedir. Zahirîlerin «El - Hedyün
- Nebevi» adlı kitabında şöyle deniliyor: «Cuma günü yıkanmak son derece
müekkeddir. Onun vü-cûbu; vitir namazının vücûbundan da, namazda Besme!e'nin
vücûbundan da, kadınlara dokunduktan sonra abdestin vücûbundan da, zekerine
dokunduğu vakit abdestin vücûbundan da,
namazda kahkaha ile gülmekten, burun
kanamasından, kan aldırmadan ve kusmaktan lâzım gelen abdestin vücûbundan da,
kuvvetlidir.»[319]
124/100- «Ali
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah saUallahü
aleyhi ve sellem cünüb olmadığı vakit bize Kuran okutuyordu.»[320]
Bu hadîsi, Ahmed ile
Beşler rivayet etmişlerdir. Bu, Tirmizî'nin lâfzıdır. Hadîsi Tirmîzî sahih İbni
Hibbân Hasen addetmiştir.
Bülûğû'l Merâm'âsL bu
hadîsi tahrîc eden "Beşler denilmîşse de Dörtîer demek evlâ olur. Nitekim
bazı nüshalarda denilmiştir.
Musannifin Et -
Telhis-» de zikrettiğine göre bu hadîsin sahih olduğuna Tirmizî (200 — 279),
İbnü's - Seken (249 — 353), Abdülhak ve Bağavî (426 — 516) hükmetmişlerdir.
İbni Huzeyme (223 — 311) dahi Şu'be'ye isnad ile : «Bu hadîs benim sermayemin
üçte biridir, bundan daha güzel bir hadîs rivayet edemem» demiştir. Nevevî'nin
(631 — 676) : Tirmizî ekseriyetle muhalefet etti. Onlar bu hadîsi zaîf
addettiler.» demesine mukabil Musannif,da diyor ki: Nevevî'nin sa-hîhlemiştir
diye sadece TirmizVyi tahsis etmesi başkalarının bu hadîsi sahîhlediklerini
görmediğine delildir. «Filvaki Tirmizî'den gayri birçok imamların onu sahih
bulduğunu bu hadîsde' görmüş bulunuyoruz. Dâre Kutnî (306 — 375, Hazreti Ali
(R. A.)'e mevkuf olarak:
«Kur'anı birinize
cünüblük İsabet etmedikçe okuyun, eğer ederse asla bir harf bile» hadîsini
rivayet eder ki, bu hadîs de babımızın hadîsini takviye eder. Yalnız İbni
Huzeyme (223 — 311) mevzuu bahsimiz olan hadîs için: «Bu hadîsde cünüb olanı
Kur'an okumaktan menedenlere delil yoktur. Çünkü hadîste nehiy yoktur. O sadece
bir fiilin hikâyesinden ibarettir. Resûlüllah (S.A.V.)'in bundan imtihanının
cünüblük sebebiyle olduğunu da açıklamamıştır.» diyor. Buharı (194 — 256) nin
İbni Abbas (R. A.J'den rivayetine göre İbni Abbas hazretleri cünüb olana Kur'an
okumakta bir beis görmemiştir.îmam-ı Ahmed bin Hanbel (194 — 241) ile Sünen
sahiplerinin ve îbni Huzeyme (224 — 311), îbni Hibbân (- 354), Hâkim (321 -
405), Bezzâr, Dâre Kutnî (306-385) ve BeyhaU (384 - 458)'nin tahrîc ettikleri
bir rivayet daha vardır ki, şudur:
«Peygamber (S.A.V.)'i
Kur'an okumaktan, cünüblükteh gayrı hiçbir şey menetmiyordu. Yahut mâni
olmuyordu.» Bazıları cünüb iken Kur'an okumanın haram olduğuna bu hadîs
babımızın hadîsinden daha açık delâlet ediyor derlerse de; bu iddia zahir
değildir. Zira hadîsde geçen bütün lâfızlar. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in cünüb
iken Kur'an okumayı terk ettiğini haber veriyor. Terk etmekte ise muayyen bir
hükme delil yoktur. Resûlüllah (S.A.V.)'in her zaman Allah'ı zikreder idiği
yukarıda «Adesti bozan şeyler» babının onikincİ hadîsinde geçmişti. Ve o hadîsin
bu Hazreti Ali hadisi ile tahsis edildiğini de söylemiştik. Lâkin hak olan bu
hadîsin tahrim ifade etmeye kâfi gelmemesidir. Çünkü olabilir ki, Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.) Kur'an okumayı kerahetten veya başka bir sebepten dolayı
bırakmıştır. Yalnız bu bâbda Ebû Ya'lâ'nın (— 307) tahrîc ettiği Hazreti Ali
hadîsi de vardır. Bu hadîs-i şerîfde:
«Resûiüllah (S.A.V.)'i gördüm; abdest
aldı; sonra Kur'andan bir
şey okudu. Sonra buyurdu ki: Cünüb olmayana böyle; fakat cünüb olana
değildir; bir âyet bile.» denilmektedir. Heysemî (— 374): «Bunun ricali
mevsuktur» diyor. îşte bu hadîs cünüb olana Kur'an okumanın haram olduğunu
bildiriyor. Çünkü nehiydir. Nehyin aslı ise tahrim içindir. Geçen hadîsleri de
takviye ve te'kid ediyor. Bir de merfû olarak rivayet edilen İbni Abbas hadîsi
vardır. Onda:
«Sizden biriniz ehline
cima' için geldiği zaman Bismillah derse» buyuruluyor ise de cünüb Kur'an
okunabileceğine delâlet yoktur. Çünkü burada Kur'an okumak kasdı yoktur. Dua
niyeti ile ise bazı âyetler, hattâ Fatiha sûresi okunabilir. Bu Besmele zaten
cünüb olmadan çekilecektir. Binâenaleyh işkâl yoktur.[321]
125/101-
«Ebû
Saîd-i Hudrî radiyaUahü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
saîlaîlahü aleyhi ve seîlem:
— Biriniz ehli ile
cima' etti de sonra tekrarlamak istedi mi hemen ikisinin arasında güzel bîr
abdest alsın; buyurdular.»[322]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir. Hâkim :
«Çünkü bu o işi
tekrarlamak için daha neşât vericidir» cümlesini ziyade etmiştir.
Hadîsde geçen abdest
emrini mef'ûl-ü mutlak ile te'kid etmesi maksadı daha iyi açıklamak içindir.
Zira böyle denilmese, belki abdest tâbirinden elin, yüzün yıkanması kasdolundu
sanılabilirdi. Beyhakî (384 — 458)'nin rivayetinde «Namaz için aldığı abdest
gibi» tâbiri de vardır.
Bu hadîs-i şerîfde
tekrar muâmele-i cinsîyede bulunmak istiyene abdest almanın meşru olduğuna
delâlet vardır. Maamafîh Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in kadınlarına yakınlık
ettiği, fakat iki fiil arasında abdest almadığı sabit olduğu gibi, her
münasebetten sonra yıkandığı da Sabit olmuştur. Binâenaleyh her biri caiz
demektir.
125/101 - «Dörtlerin
Âişe radiyaUahü anhâ'dan rivayetinde Âişe (R.Anha) demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.)
cünüb olarak hiç bîr suya dokunmadan uyurdu.» Bu hadîs, mâlûl'dür.
Musannif merhum illeti
beyân etmiş; bunun Ebu İshak'm Eşved'-den, onun da Hazret! Âişe'den rivayet
etmiş olmasından ileri geldiği anlaşılmıştır. îmam-ı Âhmed b. Haribel (164—241)
: «Halbuki bu hadîs sahih de değildir» demiştir. Ebu Dâvud (202—275); «Vehimdir»
diyor. İlletin vechi şudur ki: Ebu îshak bu hadîsi Esved'-den işitmemiştir.
Maamafîh Beyhakî (384 — 458) hadîsi sahîhlemiş; ve : «Ebu îshak bunu Esved"den
işitmiştir» demiştir. Bu suretle «Bütün hadîs imamları onun Ebu îshak'm bir
hatası olduğuna ittifak etmişlerdir.» iddiası suya düşer. Tirmizî (200—279)
diyor ki: «Sahih olduğu takdirde dahi yıkanmak için suya dokunmuyordu; mânası
kasdedilmiş olabilir.» Tirmizî'mn ortaya attığı İhtimal Bu-harı ve Müslim'deki
hadîslere uygun düşüyor. Çünkü onlarda Resûl-ü, Ekrem (S.A.V.)'in, uyumak,
yiyip içmek ve münasebet-i cin-sîyede bulunmak için abdest alır ve fercini
yıkar idiği açıklanmaktadır. Acaba bu vâcib midir, değil midir? Mes'elesinde
ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Cumhûr'a.göre vâcib değildir. Delilleri de
babımızın hadîsidir. Çünkü hiçbir suya dokunmadığını sarahaten ifâde ediyor.
Bu gusül ile bütün kadınlarım dolaşıyordu» hadîsi de böyledir. Davûd-u Zahirî
ile bir cemaate göre abdest almak ve fercini yıkamak farzdır. Zira Müslim'de :
«Abdest alsın sonra
uyusun» rivayeti vardır ki emirdir, Buharide dahi :
«Fercini yıka, sonra
abdest al» rivayeti vardır. Emirde asıl vü-cûb ifade etmektir. Cumhur, bu
emirleri istihbab mânasına alarak hadîslerin aralarını bulurlar. Nitekim îbni
Huzeyme (223 — 311) ile îb-ni Hibbân'm (— 354) sahihlerinde İbnİ Ömer (R.
A./den rivayet ettikleri hadîs'de şöyle Duyurulmaktadır:
«Ibnî Ömer, Peygamber
(S.A.V.)'e bizden birimiz cünüb İken uyuyabilir mi? diye sordu : Evet, dilerse
abdest de alır; buyurdular.» Hadîsin aslı Sahîheyn denilen Buharı ile
Müslim'dedir. Yalnız «Dİ-îerse» sözü yoktur. Bununla beraber bu rivayet aahîh
görüb, sa-hîh kitabda rivayet etmek, onunla amel etmeye yeter. Bu hadîs sadedinde
bulunduğumuz Hazretî Âİşe hadîsini te'yid etmektedir. Binâenaleyh Tirmizî'nin
te'viline hacet yoktur. Cumhur'un kavlini te'yid eder.[323]
126/102-
«Âişe
radiyallahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallaîlahü
aleyhi ve seîlem cünübîükten yıkanmak istediği zaman, evvelâ; ellerini yıkar,
sonra suyu sağ eli ile sol eline döker ve fercini yıkar; sonra abdesf alır;
sonra suyu ahr ve parmaklarını saçlarının diblerine sokar; sonra başına üç avuç
su atar; sonra sair cesedine dökünür; sonra ayaklarını yıkardı.»[324]
Bu hadîs, Mütfefekun
Aleyh'dir. Lâfız, Müslim'indir. Hafne : Hân'ın ^üstünü ve esresi ile okunur.
Avuç dolusu demektir.[325]
128/102 — «Şeyheyn'İn
Meymûne'den rivayetlerinde : «Sonra fer-cina döktü ve onu sol eli ile
yıkadı; sonra o eli yere vurdu denilmektedir. — Bir rivayette onu toprakla
sildi —» ziyâdesi vardır. Sonunda da, «Sonra ,ona mendili getirdim; onu
reddetti» cümlesi vardır. Bu ha-dîsde, «Suyu eli ile serpmeye başladı» ifâdesi
de vardır.
Bu iki hadîs, gusüîün
baştan sona nasıl yapılacağım bildirmektedir. Görülüyor ki, gusülün ibtidası,
uykudan uyandığı zaman ellerini su kabına daldırmadan yıkamaktır. Nitekim daha
açık ifâdesi yerinde görülmüştür. Hattâ Hazretİ Meymûne hadîsinde iki veya üç
defa diye kayıtlanmıştır. Bundan sonra avret mahalli yıkanacaktır. Bunun
zahirine bakılırsa, bir defa yıkamak da kâfidir. Elden koku gitsin diye, el
toprağa sürülecektir. Bundan sonra- tekrar fercini yıkayıp yıkamadığını
zikretme mistir. Halbuki koku elde kalırsa, yerinde de kalır. Hadîs-i şerîf
necaset yerini temizleyen suyun temiz ve temizleyici olduğuna delâlet ediyor.
Her iki hadîs gusül ederken olsun, abdest alırke'n onun, azayı birer defa
yıkamanın kâfi geldiğine ve keza abdest sa-hîh olmak için, evvelâ hades-İ ekber
denilen boy abdestinin şart olmadığına delâlet etmektedirler. Bazıları gusül
bittikten sonra abdest almak lâzımdır demişler ise de buna delil yoktur,
Filhakika Ebû Davud'un (202 — 275) Sünew'inde sabit olmuştur ki Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) yıkanır ve iki rekat nafile namazla birlikte sabah namazını kılar ;hiç
bir suya el sürmezdi. Bu izahattan anlaşılır ki, «Hazreti Meymûne ve Âîşe
hadîslerinde bu gusülden sonra namaz kıldığı zikredilmemiştir.» iddiası
batıldır. Bu gusül ile namaz kıldığı Sünen hadîslerinde sabit olmuştur. Evet
gusül için aldığı abdestte başına mesh edip etmediği zik-redilmemiştir. Amma
Meymûne (R. A./ın «Namaz için aldığı abdest gibi» demesi meshe şâmildir. Hadîs-i şerîfde geçen ifâza kelimesinin
mânası akıtmaktır. Bununla ' oğuşturmanın vâcib olmadığına- istidlal olunur. Fakat Mârudî
{— 450); «Bununla istidlal tamam olamaz; çünkü Hazreti Âişe (R. Anka) ifâza
tâbirini kullanmıştır ki, yıkamak manasınadır. Hazretİ Meymûne (R. Anha) zâten
gusül tâbirini kullanmıştır. Şu halde yıkama hakkındaki hilaf bakidir» diyor.
Gusül için abdest alırken azaları üçer defa yıkayıp yıkamadığı Hazreti Meymûne
ve Âişe (R. Anhümâ) hadîslerinde zikredilmemiştir. Kâdî îyâz (476 — 544) : «Üçer defa yıkadığı rivayetlerin hiçbirinde zikredilmemiştir.» diyor. Musannif a göre
ise Hazreti Aişe (R. Anha)'dan sahîh rivayet sabit olmuştur.
Hazret! Meymûne (R.
Anha)'mn ifâdesinde Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ayaklarını en son yıkamıştır.
Hazreti Âişe (R. A.) haynm rivayetinde ise bu yoktur. Bacılarına göre ayakları
en sonra yıkamak tekrardan ibarettir. Yoksa onları gusülden önce aldığı
abdestte yıkamıştır. Çünkü yıkamasa Hazreti Meymûne (R. Anha) «Namaz abdesti
gibi abdest aldı» demezdi. Bazıları ayakların baştan yıkanmasını, bazıları da
sonra yıkanmasını ihtiyar etmişlerdir. Bundan abdest azalarının abdest
alırken, toplu bir şekilde yıkanmasının vâcib olmadığı hükmü çıkarılmıştır.
Mendili geri çevirmesi âzâyı kurulamanın meşru olmadığına delildir. Eu babda
birkaç kavi vardır. Bunların en meşhuru : Terkinin mustehab oluşudur. Yine bu
hadîsi şerîfde abdest suyundan dolayı el silkmenin zararsız olduğuna delâlet
vardır. Binâenaleyh:
«Ellerinizi silkmeyin,
çünkü silkmek şeytanın yelpazeleridir» hadîsi ile birbirlerine muarızdırlar.
Şu kadar var ki, bu hadîs laîftir. Babımızın hadîsine mukavemet edemez.[326]
131/103-
«Ümmü
Seleme radıyallahü teâlâ anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî : Yâ
Resûlüllah Ben başımın saçını bağlayan bir kadınım; cünüblükten — bir rivayette
ve hayzdan — yıkanmak için onu çözeyim mi? dedim:
— Hayır sade başına üç
avuç su dökmen sana yeter; buyurdular.»[327]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir. Lâkin hadîsin lâfzı şöyledir :
«Ben başımın bağını
bağlayan bir kadınım». Şu halde Musannif manen rivayet etmiş demektir.
Bu hadîs-i şerîf,
kadına cünüblükten veya hayızdan temizlenmek için yıkanırken saçını çözmek''
vâcib olmadığına, suyun saçların diplerine ulaşmış dahi îcab etmediğine
delildir. Mes'ele ihtilaflıdır. Bu bâb-da açık ifadeli bir hadîs vardır. Dâre
Kutnî'nm (306—385) «El-Efrâd» da, Hatîb'in (392—463) «Et-TelMs» de ve Taberânî
(260—360), Ziyâ-i Makdisî'nin Enes (R. AJ'den merfû olarak tahrîc ettikleri bu
hadîs de şöyle buyuruluyor:
«Kadın hayzından
yıkanırsa, saçını iyice çözer ve onu hıtmî[328] ve
uşnân ile yıkar; cünüblükten yıkanırsa suyu başına güzelce döker ve ssçını
sıkar.» Bu hadîs-i şerifi, tahrîc ettiği şeyin mutlaka sahih olmasını şart
koşan Ziyâ-i Makdisî de tahrîc etmiş olmakla beraber ve yine de amel babında
zan ifade etmekden ileri geçemiyor, Nedbe delâlet ediyor. Çünkü içinde hitmî
ve uşnân zikredilmiştir. Bunların kullanılmasının vâcib olduğuna kail olan
yoktur. Nedbe delâlet ettiğine karine de budur. Ümmü Seleme hadîsi ise vücûba
hamledilmiştir. Zira «Başına ÜÇ avuç su dökmen sana yeter» buyruluyor. Daha
fazlasını yapayım derse saçını çözer ki bu mendubtur. Saçını çözmenin vâcib
olmadığına Imam-ı Ahmed b. Haribel (164 — 241) ile Müslim'in (204 — 261) tahrîc
ettik-, leri şu hadîs de delâlet eder :
Hazreti Âişe, İbni
Ömer'in[329] kadınlara yıkanırken
başlarını çözdürdüğünü duydu. Ve: Şaşarım İbni Ömer'e: Nasıl oluyor da
kadınlara saçlarını çözmelerini o emrediyor? Başlarını tıraş etmelerini emretmiyor
mu bari? Vallahi ben, ve ResûlüMah (S.A.V.) bîr kabdan yıkanırdık. Başıma üç
kere su dökünmekten fazla bir şey yapmazdım» dedi Hazreti Âİşe (R. Anka)'nm bu
hadîsi cünüblükten temizlenme hakkında ise de İbni Ömer'den rivayet edilen saç
çözme emri hem hayza, hem cünüblüğe şâmildir.[330]
132/104-
«Âİşe
radıyallahü anhâ'dsn rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüüah sallallahü
aleyhi ve sellem :
— Şüphesiz ben mescide
girmeyi hayızlı i!e clinübe helâl kılmıyorum; buyurdular.»[331]
Bu hadîsi, Ebû Dâvucf rivayet
etmiş; Ibni Huzeyme sahîhlemiştir.
Ibni Rifat: «Bu
hadîsin, râvileri arasında metruk olanı vardır» demişse de, onun sözünü kabul
eden olmamıştır.
Hadîs-i şerif hayızlı
ile cünüb olana mescide girmenin caiz olmadığına delildir, Cumhur-u ulemâ'nın
kavli de budur. Dâvud-u Zahirî ile (202 — 270) bazıları caiz görmüşlerdir.
Bunlar Meceîle-i Ahkâm-ı Adliyye'de «Berâet-i Zimmet aslıdır» cümlesi ile
hülâsa edilen kaide ile istidlal ederler. Fikirlerince bu hadîs o kaidenin
hükmünü değiştiremez,
Mescid ve camilerden
geçme mes'elesine gelince: Şafiîler ile'Han-belîler'e göre cünüb, hayızlı, ve
nifaslılara camiden geçmek mubahtır. Hattâ Hanbelîler'e göre yalnız cünübe
mahsus olmak üzere camide durmak bile mubahtır. Hanefîler'le Malikîler'e, göre
ise ciddi bir özür olmadıkça camiden geçmek veya camide durmak haramdır. (Bu
bâbda-ki tafsilât için her mezhebin fıkıh kitaplarına müracaat oluna).[332]
133/105- «Bu
da ondan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Ben ve Re-sülüHah salîallahü aleyhi
ve seîîem cünüblükten dolayı bir kapdan yıkanıyor, ellerimiz kabın içine dafıp
çıkıyordu.»[333]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir; 'Ibni Hibbân: «Ellerimiz birbirine rastlıyordu» cümlesini ziyâde
etmiştir.
Hadîs-i şerif,
erkekle, kadının bir sudan yıkanmalarına delildir ki, asıl olan da budur. Bu
hususta «sular babı» nda söz geçmişti.[334]
134/105-
«Ebû
Hüreyre radıyallahü anh'den rivâylt edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
salîallahü aleyhi ve sellem:
— Muhakkak kılın
altında cünüblük vardır. Binâenaleyh saçları yıkayın ve teni temizleyin;
buyurdular.»[335]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
ile Tîrmizî rivayet etmiş ve her ikisi de zâif saymışlardır.
Çünkü onlar bunu Haris
b. Vedh'den rivayet etmişlerdir. Bu zât hakkında Ebû Dâvud (202—275); «Hadîsi
münker; kendisi de zâifdir» diyor. Tirmizî (200 — 279) ise : «Bu hadîsi yalnız
Harisin rivayetinden biliyoruz; Haris ise ihtiyardır; bu işe el vermez»
demektedir. îmam-ı Şafiî (150—204): «Bu hadîs sabit değildir» demiştir. Beyhakî
(384—458): «Bunu hadîs ilminin ehli olan Buharı, Ebû Dâvud ve saire inkâr etmişlerdir»
diyor. Maamafîh bu bâbda Hazretİ Ali (R. A ./den merfu olarak şu hadîs rivayet
olunuyor:
«Eğer bir
kimse cünüblükten kıl kadar bir
yer yıkamadan bırakırsa ona şöyle şöy!e yapılır. İşte
bundan dolayı ben başıma düşman kesildim. İşte
bundan dolayı ben başıma düşman
kesildim»; demiş. Bunu üç defa
tekrarlamıştır. Hazretİ Ali (R. A.) saçını tıraş ettiriyordu. Hadîsin isnadı
Musannifin da dediği gibi sahihtir. Lâkin Ibni Kesir «EÜrşâd» da Hazretİ Alî'nin bu hadîsi Atâ bin Es'sâib
tarafından rivayet edilmiştir. Bu zâtın belleyişi kötüdür.» diyor. Nevevî
(631—676) de: «Şüphesiz bu za;f bir hadîstir» demiştir. Bu hadîsin sahîh veya
zaîf olduğu hakkındaki ihtilâfın sebebi, Atâ b. Es'sâib'in âhir ömründe aklının
bozulmasıdır. Ondan aklı bozulmadan Önce yapılan rivayetler sahîh; bozulduktan
sonrakiler zaîftir. Bu hadîsi aklı bozulmadan önce mi, sonra mı rivayet ettiği
ihtilâf olduğu için sahîh veya zaîf olması hususunda da ihtilâf olunmuştur.
Hak olan, hal iyice belli oluncaya kadar tevakkuf ederek sahîh veya zaîf diye
bir hüküm vermemektir. Bazıları: «Doğrusu, Haireti Alî (R. A.)'a mevkuf
olmasıdır» diyorlar. Hadîs-i şerîf cünüblükten temizlenmek için bütün bedenin
yıkanmasının vâcib olduğuna; bu hükümden ufak bir yerin bile müstesna
olmıyacağma delildir. Bu cihet ittifakı ise de, gusülde mazmaza ve istinşâk
yine de ihtilaflıdır. Hanefîler'le Hanbelîler'e göre farzdır. Delilleri bu
hadîs-i şe-rîfle gusül âyetidir. Şöyleki: Gerek abdestde »gerekse gusülde
yıkaması icap eden yerler bilicma' bedenin dış âzasıdır. Şu hale göre ağız ile
burnu yıkamanın hükmü müşkil[336] olarak
kalır. Çünkü ağız bir cihetle iç bir cihetle dış âzasıdır. Burun da öyledir.
Oruçlu bir kimsenin tükürüğünü yutması orucunu bozmadığına- bakılırsa ağız iç
âzasıdır. Fakat yine oruçlu bir kimsenin dışarıdan ağzına bir şey atıp tekrar
çıkarması da orucunu bozmaz. Buna bakılırsa bu sefer ağız dış âzası olmak
gerekir. İşte bu iki ciheti de nazar-ı itibara alan imamlar her ilci vazifenin
delillerine bakmışlar. Gusülün delilinde mübalağa ifâdesi, görmüşler; âbdestin
delilinde ise bu mübalağayı bulamamaşlardır. Binâenaleyh her iki delille de
amel etmiş olmak için abdestte ağız ile burun iç âzası olarak kabul edilmiş ve
onları yıkamak farz sayılmamıştır. Gusülde ise dış âzası sayılmışlar ve
yıkanmaları farz kabul edilmiştir. Şafiîler'le Malikîler'e göre farz değildir.
Malikîîer'e göre sünnettir, delilleri yukarda (11) ve (12) inci sayılarda
geçen Hazreti Âişe ve Mey-mûne (R. Arihümâ) hadîsidir.
Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in
namaz abdesti gibi abdest almasına gelince: Bu bir fiildir; vücûb ifâde etmez
denilir. Ancak buna da: Mücmeli[337]
beyân için vaki fiiller vücûb ifâde eder diye cevap verilebilir. Hadîs-i şerîf
hakkında sözü bitirmeden önce şunu da arz etmek isteriz ki, bu hadîs-i şerîf
bir mucizedir. Çünkü vücuddaki mesamat denilen ince meliklerden meni çıktığını
fen ancak son asırlarda isbat edebilmiştir. Fahr-i Kâinat efendimiz ise bunu
«1400» yıl önce haber vermiştir.
134/106-«Ahmed'in Âişe
radıyallahü anhâ'dan rivayetinde de bunun benzeri vardır.» Bunda bir de meçhul
râvi vardır. Fakat Musannif bu hadîsi Teîhîs'de zikretmediği gibi, meçhul
râvinin kim olduğunu da beyân etmemiştir. Râvileri arasında meçhul olduğuna
göre, bu hadîs hüccet olamaz. Gusül babının hadîsleri «17» dir.[338]
Teyemmüm: lügatte;
Kasdetmek demektir. Şeri'atde ise, temizlenmek için temiz yeri kasdetmektir.
Fakat Kemâl b. Hâmâm (788—861). Fethü-l - Kadir adlı eserinde bu tarifi
beğenmiyor. «Hak olan, teyemmüm yüz ile elleri temiz yere silmenin ismidir.
Kasd şarttır» diyor.
Teyemmüm âbdestin
halefidir. Türkçemizde bile; «Su bulunmadığı yerde, teyemmüm caizdir» diyerek
nükte yaparlar. Su ile yapılan temizlik mes'elelerinden sonra onun halefi olan
yer ile temizliği zikretmek pek tabiî bir şeydir. Teyemmüm azimet mi, yoksa ruhsat
mı olduğu ihtilaflıdır.[339]
Teyemmüm Kitap, Sünnet ve îcma-ı Ümmetle sabittir. Kitaptan delili :
([340])
«Su bulamazsanız temiz yere teyemmüm ediniz.» Âyet-i Kerîmesidir. Bu âyet-i
kerîme Müreysî gazasında nazil olmuştur. Nüzul sebebi şudur: Resû!-ü Ekrem
(S.A-V.) bir gece bir yerde moîa vermişti. O esnada "Hazreti Âişe (R.
A.ydan kız kardeşi Esmâ'ya ait bir gerdanlık kayıp olmuştu. Kafile yola revan
olunca bunu Resûiüllah (S,A.V.)'e açtı. O da gerdanlığı aramak İçin iki kişi
gönderdi. Ve arayanları beklemek üzere hayvanlarından indiler. Yanlarında su
yoktu, Hazreti Ebû Bekir Âişe (R. A.)'ya şiddetle çatmış: «Resûiüllah (S.A.V.)
ile, müsiümanlan susuz olarak hapsettin» demişti. İşte bunun üzerine teyemmüm
âyeti nazil oldu. Teyemmümle namazı kıldıktan sonra Useyd b. Hudayr Hazret-Î
Âişe'nin çadır.iüa gelerek: «Bereketiniz ne de çokmuş ey Ebû Bekir sülâlesi!»
diğer bir rivayete göre: «Allah sana merhamet buyursun Âişe! Başına- sevmediğin
bir şey geldi mi, muhakkak onda Allah-ü Teâlâ rnüslümanlara bir ferahlık
halkeder» dedi. Sünnetten delili aşağıdaki hadîslerdir.[341]
136/107- «Câbir
bin Abdillah'dan rivayet
edilmiştir ki. Peygamber sallallahü aleyhi ve settem :
— Benden önce kimseye
verilmeyen beş şey bana verildi. Bir aylık yoldan «düşmana» korku verilmekle
za-feryâb oldum. Ve yer bana mescid ve temizleyici kılındı. Binâenaleyh hangi
kimseye namaz vakti gelirse namazını kılsın; buyurdu. Ve Câbir hadisin geri
kalan kısmım zikretti.»[342]
Hadîs-i şerifteki beş şeyden
murad. Beş haslet, yahut beş fazilet veya beş hasâistir. Bundan sonra, «Benden
önce kimseye verilmeyen» buyrulmuş olmasına bakılırsa, beş şeyden beş hasâîs
mânâsının kasdedilmesi daha münasib düşüyor. Pek tabiîdir ki, bu beş hasâis
ondan önce kimseye verilmediği gibi, ondan sonra da kimseye verileceği yoktu.
Zaten böyle ona mahsus olan şeylere hasâis deniliyor. «Beş» tabirinden adedin
mefhumu kasdedilmemiştir. Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'e beşten çok daha fazla
hassalar verilmiştir. Bunları îmam-ı Süyûtî (—911) «El-Hasâis» adh eserinde
saymış ve iki yüzden fazla bulmuştur. «Bir aylık yoldan» demek düşman ile
aramızda bir aylık yol mesafesi var iken demektir. Nitekim Taperânî'nin
(260—360) rivayetinde:
«Düşmanıma iki aylık
mesafeden korku verilmekle muzaffer oldum» buyruluyor. Taberâni'de bu iki
aylık mesafenin tefsiri Said b. Yezid'den tahrîc edilmiş ve «Bir aylık
arkamdan, bir aylık önümden» buyrulmuştur. Deniliyor ki: Düşmanının kalbine tir
ayhk mesafeden korku girmesi,, o vakit Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ile düşmanları
arasında bundan fazla mesafe olmadığındandır. Bu korku Kesûl-ü Ekrem (S.A.V.)
yalnız dahi olsa, düşmanının kalbine mutlaka doğacaktır. Ümmeti için de aynı
keramet varmıdir, yokmudur mes'ele-si ihtilaflıdır.
Yeryüzünün her tarafı
Resûl-ü Ekrem, ve ümmetine mesciddir. Namazın sahîh olması için hususî bir yer
yoktur. Bu da ona ve ümmetine mahsustur. Nitekim bir rivayette bu ciheti
açıklamış ve şöyle buyurmuştur:
«Benden önce geçenler
ancak kiliselerinde namaz kılarlardı.» «Başka bir rivayette:
«Peygamberlerden hiç
biri mihrabına varmadıkça namaz kılamazdı.» buyrulmaktadır.
Bu da bittabi bu
hususiyetin geçmiş peygamberlerden hiçbirine verilmediği hakkında nâssdır.
Hadîs-i şerîfde
toprağın da su gibi hadesi (Abdestsizlikle cünüblüğü) giderildiğine delil
vardır.'Çünkü ikisi de temizleyicilikte müşterektir. Keza bu hadîs-i şerîf, yer
cinsinden olan her şeyle teyemmümün caiz olduğuna da delâlet ediyor. Hattâ
şöyle de rivayet vardır:
«Benim için ve ümmetim
için yerin her tarafı mescid ve temizleyici kılındı.» «Bu hadîsi İmam Ahmed b.
Hanbel (164— 241) ve başkaları Hazret! Ebû Ümâme'den rivayet etmişlerdir.
Bazıları Müslim'in (204 — 261) tahrîc ettişi şu :
«Toprağı temizleyici
kılındı» rivayeti ile istidlal ederek «temizlemek yalnız toprağa mahsustur;
sair yer cinsinden olan şeylerde bu hassa yoktur» demek isterlerse de, bu
rivayette toprağın şart olduğuna delâlet yoktur. Çünkü Usûl-ü Fıkıh ilminde
beyân edildiğine göre, ([343])
Anımın ferdlerinden bazısını zikretmek onu tahsis demek değildir;. Sonra bu
söz mefhum-u lâkaptır. Mefhum-u lâkap ise Usulcülerin muhakkiklerine göre
fasid delillerdendir. Onunla amel edilemez. Evet Mâide sûresinin altıncı
âyetinde:
([344])
«Temiz yerle teyemmüm edin; yüzünüzü ve ellerinizi onunla mesh ediverin»
buyurulduğuna göre bundan maksad topraktır.Çünkü edadı teb'îz içindir. Yani bir
şeyin cüz'ünü bildirir. Nitekim Alîâme Zemahşerî (467 — 538) meşhur tefsiri
Keşşaf'da,: «Şu muhakkak ki araplardan hiçbiri:
başıma yağdan ve
topraktan sürdüm deyince teb'îzden başka bir mânâ anlamaz» diyor. Binâenaleyh
teb'îz burada taşa ve saireye de-ğiî, ancak toprağa mesh etmekle tahakkuk eder;
diyorlar.
Filhakika teb'îz
içindir. Zaten onun teb'îz manâsına hiç gelmediğini idda eden olmadığı gibi
burada da teb'îzden başka bir mânaya hamletmsye İmkân yoktur. Çünkü yüz ile
kollan yeryüzünün bütün toprağına meshetmek zaten imkânsızdır. Fakat bundan
mesh yalnız toprağa yapılır» mânasını çıkarmak doğru değildir. Neden
meshedile-cek yerin cüz'î topraktan maada kum veya taş olamasın? Nitekim âyet-i
kerimedeki kelimesinin mânası halis toprak demek değildir. Bu kelime «Yukarıya
çıktı» fiilinden sıfatı müşebbehe olup, fail babından gelmiştir. Bu bâb fail
ile mef.'ul arasında müşterektir. Burada fail mânasına gelmiştir. Şu halde
yukarıda yani yerin yüzüne çık&n tabakasına mesnediniz; demek olur. Yerin
yüzünü teşkil eden tabakası ise yalnız topraktan ibaret değildir. İşte şu
mülâhazaya msbni Hanefî imamlarından îmam-ı Âzam {80 — 150) ve îmam-ı Mu-hammed
(134 — 189) ile şâir mezhep imamlarından Mâlik’e (93 — 179) göre teyemmüm yer
cinsinden olan her şeyle yapılabilir. Binâenaleyh toprak, kum, taş, kireç, kil
ve şâire gibi şeyler üzerine teyemmüm caizdir. İmam-t Şafiî (150 — 201) ve
îmam-ı Ahmed b. Hanbeî (164 — 241) ile Hanefîlerden İmam-ı Ebu Yusuf (113 —
182): «Teyemmüm yalnız temiz toprak üzerine olur» derler. Bu zevatın Kitabdan
delilleri:
âyet-i
kerîmesidir.Onlara göre temiz toprak demektir. Nitekim Su!fanü'I - Müfessirîn
İbni Abbas Hazretleri de ona bu mânayı vermiştir. Lâkin buna karşı Kemâl b.
Hüman (788 — 861) Fethü'l - Kadîr'de
şöyle diyor : «Saîd» : Yeryüzünün ismidir. Yüz kısmı yukarıya çıktığı İçin ona
bu isim verilmiştir ve kelime fail vezninde olup fail manasınadır. Kelimenin
mânası bu olunca, onu umumî almak vâcib olur. İbnî Abbas'ın onu toprak ile
tefsir etmesi ağ-leb'e göredir. Sahiheyn'de rivayet edilen:
«Yer bana mescîd ve
temizleyici kılındı» hadîsi tamime delâlet eder.» «Toprağı da temiz» rivayetine
gelince: Bunu muhassis zannetmek hatadır. Çünkü bu âmmın ferdlerinden birini
almaktır. Zira bizzat âmmın hükmünü bazı ferdlerine rabtetmektir. Tahsis ise
âmm olan hükümden bir ferdi çıkarmaktır. Şu halde muhtar olan kavle göre bu
tahsis değildir» dedikten sonra âyette zikri geçen [ ^k j in Icma-ı Ümmet'Ie
«temiz» mânasına geldiğini beyân ediyor. Bu bâbda her mezhebin tafsilâtı için,
o mezhebin fıkıh kitaplarına müracaat edilebilir. Hadîs-i şerifte geçen «Her
kime namaz vakti gelirse hemen namazını kılsın» emri her şahsa âmm ve şâmil
olduğu gibi her halde şamildir. Yâni bulunduğu yerde rnescid ve su olmasa
dahi, kılsın demektir. Bu cihet Ebu Ümâme rivayetinde şöyle beyân buyurmuştur:
«Ümmetimden her hangi
bir kimseye namaz vakti gelir ele su bulamazsa, yeri temizleyici ve mescid bulunur.»
Bir rivayetinde :
«Onun temizleyicisi ve
mescidi yanındadır.» buyurulmuştur.
Hadîsde Hadîsi
zikretti :
denilerek Hazreti
Câbir'in hadîsi baştan sona okuduğuna işaret ediliyor. Demek oluyor ki, beş
şeyden burada yalnız ikisi zikredilmiştir. O hâlde geri kalan üçünü de biz
tamamliyalım: Fahri Kâinat (S.A.V.) Efendimiz buyuruyorlar ki:
«Bana ganimetler helâl
kılındı. Şefaat da verildi. Eskiden peygamber hususî olarak kavmine
gönderilirdi; ben ise insanların hepsine gönderildim.» görülüyor ki, peygamberimize
verilen beş şeyden üçüncüsü ganimetlerdir.
Gânîmet; harp
esnasında düşmandan kahren alının mal ve candır ki, hak kazananlar arasında
beşte bir usulüyle taksim olunur. (Tafsilâtı fıkıh kitablarmdadır.)
Gânîmef, Resûl-ü Ekrem
{S.A.V.)'e mahsus hasâistendir. Geçmiş ümmetlerde ya hiç yoktur. Yahut böyle
değildi. Bakınız Hattdbl (—388) bu hususta ne diyor: «Geçmiş peygamberler iki
kısımdır. Bir kısmına hiç cihad farz olmamış; binâenaleyh onlara ganimet de
meşru olmamıştı.
Bir kısmına ise cihad
için izin verilmiş, lâkin ganimet olarak aldıkları şeyden istifâde, kendilerine
helâl kılınmamıştı. Bir ateş gelîr, onların ganimetlerini yakardı.» Bazıları
«Bana ganimetler helâl kilindi» cümlesini: «Bana nafile, istifa ve ganimetleri
alanlar arasında paylaştırmak suretiyle ganimetler hakkında tasarrufda
bulunmaya iiîn verildi.» şeklinde tefsir ettiler.
Beş şeyden dördüncüsü
şefaattir, Şefaat : Kıyamet gününde bazı müstesna kulların bazı günahkâr
kulları afvetmesi için Allah'a niyazda bulunmalarıdır. Bazıları kendilerine
şefaat etme hakkı verilenleri on iki sınıfa çıkarır. Bunların başında hiç şüphe
yok ki, (Şefâat-İ Uzmâ) sahibi Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) gelir. .
Şefaati Uzmâ en büyük şefaat demek olup, nâsın kıyamet günü hesap yerlerinde
pek başı sıkıldığı zaman yapılacaktır.
Beşincis? : 'Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.)'in bütün insanlara peygamber gönderilmesidir. Diğer peygamberler
böyle değildi. Meselâ : HazreM Nuh Aleyhisselâm yalnız kendi kavmine
gönderilmişti. İçlerinde yalnız bir beldeye gönderilenler bile vardı. İşte bu
beş şeyle Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) imtiyaz ve ihtisas kesbetmiştir. Hadîsi
şerifte bir çok faydalar vardır ki, bunlar uzun şerhlerde beyân olunmuştur.
Burada Musannif merhuma gereken: Hadîsin sonunda Müftefekun Aleyh demek ondan
sonra ikinci hadîse geçmek idi. Gerçi hadîs-i şerifin Müttefekun Aleyh olduğu
anlaşılmakta ise de, bu şekli ile onu hiç tahrîc eden yokmuş gibi muallakta
bırakmak doğru değildir.[345]
135/107- «Hüzeyfe
radiyallahü anh hadîsinin Müslim'deki rîvâyetin-de: Suyu bulamadığımız zaman,
toprağı da bize temizleyici kilindi» kaydı vardır ki, bu kayıt Kur'an-ı
Kerimin kaydına uyduğu için birinci hadîsde de muteberdir.[346]
136/107- «Ali
radiyallahü anh'âen Ahmed'in tahrîc ettiği rivayette: «Toprak bana temizleyici
kılındı» cümlesi vardır.
Hadîs-i şerifin bu
cümlesi ile yukarıdaki Huzeyfe rivayeti «teyemmüm yalnız toprak üzerine olur»
diyenlerin delilidir. Buna verilen cevap birinci hadîsde geçti.[347]
136/108-
«Ammâr b. Yâsir[348]
radtyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demişfİr ki: Resûlüllah sollallahü
aleyhi ve seîlem beni bir hacet peşinde gönderdi. Ve ben cünüb oldum da su
bulamadım. Binâenaleyh yer üzerinde tıpkı hayvanın yuvarlandığı gibi
yuvarlandım. Sonra Peygamber {S.A.V.)ıe gelerek bunu kendilerine anlattım: «Sana
ellerinle sadece şöyle yapmak yeterdi.»
buyurdu. Sonra iki eliyle yere bir kere vurdu; sonra sol eli ile sağ eli
üzerine, avuçlarının dışına ve yüzüne mesnetti.»[349]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'tir, lâfız Müslim'indir. Buharî'nin bir rivayetinde ise : «iki avucunu
yere vurdu. Ve onları üfürdü. Sonra onlarla yüzünü ve ellerini mesnetti.»
Duyurulmuştur.
Yukardaki hadîs-i
şeriften anlaşılıyor ki, Hazrefi Ammâr kıyas ile âmel etmiştir. Bakmış ki, su
bulunmadığı zaman onun yerini toprak tutuyor. O halde su ile nasıl bütün
bedeni kuru yer kalmamak şartıyla yıkamak lâzım ise, toprakla da bütün bedeni
kaplamak icap eder; kanaatma varmış, lâkin Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisine bu
kıyasın doğru olmadığını, toprağı kullanmanın nasıl olacağına ve bunun yeter
derecesinin neden ibaret olduğunu göstermiş ve teyemmüm için elleri temiz
yere bir defa vurmanın kâfi geleceğini, ellerin yalnız üstü mesh edileceğini
yâni farz olan miktarın bundan ibaret olduğunu anlatmıştır. Filhakika bu
bâbtaki âyet-i kerîme mücmeldir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bilfiil meshetmekle
onıj beyân buyurmuştur. Teyemmüm ederken, yüz ile kollar arasında tertibe
riayet icab etmiyeceği dahi bu beyândan anlaşılmaktadır. Vakıa cümlede atıf
harflerden «vav» vardır.
ise zaten tertip ifâde
etmez. Amma Buharî'nin rivayetinde ile atıf edilmiştir. Tertip veterâhi ifâde
eder. Bundan sonra demektir. Ebû Davud'un bir rivayetinde hadîs şöyledir:
«Sonra sol eliyle sağ
elinin üzerine, sağ eliyle de sol elinin üzerine avuçların üzerine vurdu.
Sonra yüzüne mesnetti.» îsmaüî'nm rivayetinde ifâde daha da açıktır. O
rivayette şöyle denilmektedir:
«Sadece ellerini yere
vurarak sonra onları silkmen, sonra sağ elinle solunun üzerine, sol elinle de
sağ elinin üzerine meshetmen, sonra yüzüne meshetmen sana kâfidir.»
Hadîs-i şerif, cünüb olup
da su bulamayana teyemmüm etmenin farz olduğuna delildir.
Teyemmüm için ellerin toprağa- ka£ defa lacağı ve ellerin nereye kadar
meshediîeceği ihtilaflıdır. Se'.ef-i Salî-hîn'den bir cemaatle onlardan sonra
gelen bazı ulemâya göre teyemmüm için elleri bir defa toprağa vurmak kâfidir.
Ashâb-ı kiramdan bir cemaatla onlardan sonra gelen Hanefîyye gibi bazı ulemâya
göre ise mutlaka iki defa elleri toprağa vurmak lâzımdır. Bunların delilleri
aşağıda gelen beşinci hadîstir. Hadis imamları ile birçok ulemâ toprağa bir
kere vurmak kâfidir derler. Delilleri mevzu-u bahsimiz olan Ammâr hadîsidir. Bu
hadîs bu bâbdaki hadîslerin en sahihidir. Aşağıda gelen ve iki vuruş ifade eden
Ibnî Ömer hadîsi, buna muaraza edemez. Ammâr hadîsinden maada bu bâbda gelen
her hadîs ya zaîftir, ya mevkuf diyorlar.
Ellerin nereye kadar
meshedileceğine gelince: Hadîs imamlariyle ulemâdan bir cemaata göre ellerin
yalnız avuç kısmı ile avucun dışını meshetmek kâfidir. Nitekim Ammâr hadîsi de
bunu ifâde ediyor. Vakıa Hazreti Ammâr'dan muhtelif rivayetler gelmiş ise de
bunların en sahihi şüphesiz ki Buharı (194 — 256) ile Müslim (204 — 261)'in.rivayetleridir.
Hazreti Ammâr (R. A.) Resûlüllah (S.A.V.)'in vefatından sonra dahi bununla
fetva verirdi. Ravî, bilhassa şahabı ve müçtehit olursa rivayet ettiğinin
mânasını başkalarından iyi bilir. Teyemmüm için eller iki defa toprağa vurulur
diyenler eller dirseklerle beraber meshedilir derler. Delilleri yine beşinci
hadîstir. Tertib mes'eresUde-.ihtilaflıdır. Ellerin bir defa vurulmasını kâfi
görenler Ammâr'hadîsi ile istidlal ederek tertip vâcib değildir diyorlar..
Ellerin iki defa vurulmasını şart koşanlar: Evvelâ yüze, sonra kollara ve keza
evvelâ sağa, sonra sola meshetmek suretiyle tertibe riayet etmek farzdır;
derler.. îmnyn-ı Şafiî'ye (150 — 204) göre teyemmüm için elleri toprağa vurmak
şart değildir. Sadece toprağın üzerine koymak kâfidir. Çünkü Resûlüllah
(S.A.V.)'in duvardan yaptığı teyemmüm de yalnız elini koyduğu rivayet edilmiştir.
Hadîs-i şerifin
Bw/ıan'deki rivayetinde ellerden toprağa üfür-mek de vardır ki; bazı ulemâya
göre bu mendup, bazılarına göre değildir. Buradaki teyemmüm cünüp hakkında ise
de hayızlı ile nifas-lının hükmü de cünübe kıyasen aynıdır. Yalnız bunlar
hakkında Ibnı Ömer ile İbni Mes'ûd muhalif reydedirler. Toprağın cünüblüğü giderip
giderememesi altıncı ha-dîsdç görülecektir.[350]
141/109- «İbni
Ömer radiyallahü aııh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûfüllah sallallahü aleyhi ve seîlem :
— Teyemmüm iki
vuruştur. Bir vuruş yüz için; bir vurug da dirseklerle beraber kollar içindir;
buyurdular.»[351]
Bu hadîsi Dâre Kutnî
rivayet etmiştir. Hadîs imamları onun mevkuf olduğunu sahîhlemişlerdir.
Dâre Kutnî (306 — 385)
«Sünen» inde bu hadîsi rivayet ettikten zcnırz: «Bu hadîsi Yahya, Kattan,
Hiişeym ve başkaları mevkuf saymışlardır. Doğrusu da budur.» diyor. Hadîs İbni
Ömer'e mevkuftur. Hattâ bazıları «onun sözüdür. Bu bâbda içtihada meydan
açıktır» diyor. Bu mânada daha birçok rrvâyetler vardır. Fakat hiçbiri sahîh
değildir. Bunların kimisi mevkuf, kimisi de zaîftir. İtimâda şayan olanı,
yalnız yukarda zikrettiğimiz Ammâr hadîsidir. Buharı (194 — 256) bu rivayete katiyetle
cezmederek sahihinde :
«Yüz İle Ellere
Teyemmüm Babı» unvanı ile bir bâb yapmışdır.
Burada ihtilâf olduğu
şöhret bulmakla beraber Buharî'nin cezm sigası kullanması delili kuvvetli
olduğundandır. Zira teyemmümün sıfatı hakkında vârid olan hadîslerden oncak Ebu
Cüheym hadîsi ile Ammâd hadîsi sahihtir .Bunlardan maadası ya zaîftir ,yahut
mevkuf veya merfu olduğu ihtilaflıdır. Ve merfu olmadıkları müreccahtır. Ebu
Cüheym hadîsi elleri mücmel zikretmiştir. Ammâr hadîsine gelince: Bu hadîs
Sahîheyn'de « ^kj3 | » yâni eller İraydı ile, Süne»'de yâni dirsekler kaydıyla
rivayet olunmuş; bir rivayette kolun yarısına kadar! diğer bir rivayette
koltuklara kadar, kaydıyla vârid olmuştur. Dirsekler ile kolun yansı
rivayetleri üzerinde söz edilmiş-' tir. Koltuklara kadar mesh edileceğini
gösteren rivayet hakkında tmam-ı Şafiî (150 — 204) ve başkaları şöyle diyorlar:
«Eğer bu şekilde teyemmüm Hazretİ Peygamber (S.A.V.)'in emri ile olduysa bundan
sonra Hazretî Peygamberden sahîh olarak rivayet edilen her teyemmüm bunu
neshetmiştir. Yok Resûlüllah (S.A.V.)'in emri »olmaksızın yapılmışsa hüccet
değildir. Hüccet Peygamber (S.A.V.)'in emridir.»[352]
142/110- «Ebû
Hüreyre radiyallahü anh'iien rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem :
— Yer yüzü müslümanın
abdest suyudur; isterse suyu on sene bulamasın, suyu bulduğu zaman Allah'dan
korksunda onu cildine dokundursun; buyurdular.»[353]
Bu hadîsi, Bezzâr
rivayet etmiş ve İbni Kattan sahîhîemiştir. Lâkin Dâre Kutnî mürsel olduğunu
doğru bulmuştur.
Dâre Kutnî (305 — 385)
«Kitabül - îlel» inde «Mürsel olduğu daha sahîhdir» der. Hadîsde «Suyu bulduğu
zaman» denilmesi, su bulundukta onu vücuduna dökünmesi lüzumuna delildir. îşte
toprak cünüb-lüğü gidermez, o yalnız namazı mubah kılar. Namazdan sonra cünüb-lük
yine bakidir; diyenlerin delili budur. Bundan dolayıdır ki, her namaz için
ayrı teyemmüm icap eder derler. Bunlar Amr b. Âs hadîsi ile de istidlal
ederler. Hazretİ Amr (R. A.) cünüblükten teyemmüm etmiş ve arkadaşlarına namaz
kıldırmıştır. Ashâb-ı Kiram bunu Resûlüllah (S.A.V.)'e haber verdiler. Ve Amr
cünüb olduğu halde arkadaşlarına namaz kıldırdı; dediler. Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) kendisine hitaben :
«Arkadaşlarına cünüb
iken namaz mı kıldırdın» diyerek ashabın hazreti Amr'a cünüb demelerini takrir
eylemiştir.
Bazıları: «Toprak su
hükmündedir. Binâenaleyh o da su gibi cünüb-lüğü giderir. Ve onunla teyemmüm
eden istediği kadar namaz kılar. Suyu bulduğu zaman yıkanması icap eder. Fakat
bu yıkanma geçmiş namazlar için değil, gelecek namazlar içindir;» derler. Ve bu
hususta hem âyet hem hadîsle istidlal ederler. Âyetten delilleri Cenab-ı Hakkın
toprağı suyun yerine bedel tutmasıdır .Binâenaleyh suyun hükmü ne ise, toprağın
hükmü dahi odur. Hadîsden delilleri: Resûlüllah (S.A.V.)'in toprak için tahûr yâni
temiz ve temizleyici demesi onun hakkında- abdest suyu tabirini kullanmasıdır.Hak
olan şudur ki: Teyemmüm suyun yerini tutar ve cünüblüğü giderir. Fakat
muvakkattir. Suyu buldu mu onun hükmü kalkar. Suyun yerini tutması Cenab-ı
Hakkın onu suyun yerine bedel saymasındandır. Esas itibarı ile toprak bütün ahkâm
hususunda suyun yerini tutar. Bu kaide ancak aksine bir delil varsa bozulur.
Aksine delil de yoktur. Suyu bulduğu zaman yıkanması, Resülüllah (S.A.V.)
Hazretleri Amr'a cünüb dediği ve «Suyu btlldu-ğu zaman Allah'tan korksun»
buyurduğu içindir. Bundan anlaşılanı; suyu bulmazdan Önceki sebepten dolayı
yıkanmayı emretmiş olmasıdır. Zira ilerde gelecek sebeplerden dolayı yıkanma
emri Kitap ve Sünnet'ten malûmdur. Te'sis, Te'kidden hayırlıdır.
142/110- «Tirmizî'de
Ebû Zerr[354] radiyaîlahü cmVden bunun
benzerî vardır. Tirmizî bunu sahîhlemiştir.»
Hazreti Ebu Zerr'in
yukardaki Ebu Hüreyre hadîsine benziyen hadîsi sudur :
öEbû Zerr dedi ki :
Medine'de sıkıldım Resülüllah (S.A.V.) de bana develerin yanına gitmemi
emretti. Bir müddet onların arasında kaldım. Nihayet Resülüllah (S.A.V.)'e
gelerek Ebû Zerr helak oldu; dedim. Hâlin
nedir? Buyurdular. Cünüblüğe
maruz kalıyordum; yanımda su da yoktu; dedim. «Yer yüzü suyu bulamayanın
temizleyi-cisidir. isterse on sene olsun» buyurdular.
Bu hadîs için Musannif
merhum «El-Fetih» de, «Onu İbni Hib- (—354) ile Dâre Kutnî (306 — 385) de
sahihi emişi erdir» diyor.[355]
144/111- «Ebû
Saİd-î Hudrî radiyaîlahü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Bir seferde
iki adam yola çıkmıştı. Yanlarında su yoktu. Namaz vakti geldi. Bunlar hemen
temiz yere teyemmüm ederek namazlarını kıldılar. Sonra vaktin içinde iken suyu
buldular. Derken birisi hem abdestî, hem namazı iade etti. Öteki iade etmedi.
Sonra Re-sûlüllah (S.A.V.)'e gelerek mes'eleyi anlattılar. Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) Namazı iade etmeyene «Sen sünneti yapmakla isabet ettin ve namazın
sana kifayet etti;» dedi. Diğerine de: «Sana iki kere sevap var» buyurdular.»[356]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
ve Nesâî rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerîfte
yolculardan biri hakkında «hem namazı, hem ab-desti iade etti» deniliyor.
Halbuki henüz abdest almamış; teyemmüm etmişti. Şu halde burada abdest almasına
ya tağlîb tarikiyle iade etti denilmiş; yahut teyemmüme mecazen abdest ıtlak
edilmiştir. «Sünnete İsabet ettin» tâbirinden murad: Meşru yola rastladın
demektir. «Sana İki kere sevap var» demek; biri teyemmümle kıldığın diğeri da
abdestle kıldığın için demektir.
MunzirVnm (—656)
«Muhtasarü's - Sünen» adlı eserinde : Bu hadîsi NesâVnin hem müsned, hem de
mürsel olarak tahrîe ettiği zikredilmiştir. Ebu Dâvud (202 — 275) dahi: «Bu
hadîs Ata b. Yesâr'dan mürseldir;» diyor. Lâkin Musannif «Bu rivayet îbni Seken
{294—353)'in sahihinde yer almıştır» demektedir. Hadîsin İbni Abbas (R. A ./dan
bîr şahidi de vardır. Bu şahidi îshak Müsned'inde şu lâfızlarla rivayet eder.
«Resûl-iİ Ekrem
(S.A.V.) küçük abdestini bozdu; sonra teyemmüm efti. Kendisine: Muhakkak su
sana yakındır dediler. Belki ben ona Uİa-şamam» buyurdular»
Sadedinde bulunduğumuz
hadîs-i şerîf Resûlüllah (S.A.V.) devrinde içtihadın caiz olduğuna delâlet
ettiği gibi, teyemmümle namazını kılıp da, vakit içinde suyu bulana namazını
iade lâzım gelmiyeceğine de delildir. Bazıları vakit içinde suyu bulan
namazını iade eder; demişler ve yukarda geçen :
«Suyu bulduğu vakit
Allah'dan korksun da onu cildine dokundursun» hadîsi ile istidlal etmişlerdir.
Fakat buna şöyle cevap verilmiştir: «Bu hadîs mutlaktır. Suyu vakit içinde,
vakit dışında, namaz halinde ve namaz dışında bulana şâmildir. Ebu Said'in bu
hadîsi ise, suyu vakit içinde namaz halinde iken bulamayanlar hakkındadır.
Binâenaleyh o mutlak hadîs bu mukayyede hamledilir ve mâna şöyle-olur: «Eskiden
cünüb olup, teyemmüm etmiş de şimdi vakit içinde namazı kılmadan Önce suyu
bulmuşsa, o suyu vücuduna dökerek yıkansın.»
Vakit içinde iade eder
diyenler bir de:
([357])
Namaza kalkmak istediğinizde yüzlerinizi yıkayın» âyeti kerîme-siyle istidlal
ederek «vakit çıkmadıkça bu hitab o mükellefe müteveccihtir» derlerse de
bunlara: «Namaz kılındıktan sonra, hitabın teveccühü kalmaz.» Resûî-ü Ekrem
(S.A.V.) :
«Namazın sana yeter» dedikten sonra hitabın teveccühü
nasıl kalabilir» diye cevap verilmiştir.[358]
145/112- «İbni
Abbas radiyallahü anhümâ'dan Teâlâ hazretlerinin «Eğer hasta veya yolcu
olursanız» âyet-i kerimesi hakkında rivayet edilmiştir. Demiştir ki:
«Adamda hak yolunda
cihad ederken yaralanma olur veya vücudunda çıkan yara bulunur da, cünüb olur
ve yıkandığı takdirde öleceğinden korkarsa
teyemmüm eder.»[359]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
mevkuf olarak Bezzâr ise merfû olarak rivayet etmiş; İbni Hüzeyme ile Hâkim sahîhlemişlerdir.
Dâre Kutnî (306—385)
İbni Abbas'a mevkufen rivayet etmektedir. Ebû Züra (— 375) ile Ebû Hatim (—
354) : «Bu hadîsde Ali b. Âsim hata etti» diyorlar. Bezzâr: «Bu hadîsi mutemet
râvilerden Cerir*-den gayri hiçbirinin Ata'dan merftı olarak rivayet ettiğini
bi'miyo-ruz;» demiştir. İbni Maîn, (—233) : «Cerîr Atâ'dân ihtilâftan sonra
işitmiştir.» der. Bu takdirde hadîsin merfu olduğu bile tam sabit olamıyor.
Hadîs-i çerîf cünüb
hakkında teyemmümün ölüm korkusu halinde caiz olacağına delildir. Ölüm korkusu
yok da yalnız zarar varsa o zaman da:
âyet-i kerîmesi
hastalığın teyemmümü mutlak surette, yani ölüm korkusu olsun olmasın mubah
kıldığına delâlet eder. İbni Abbas (R. A.)'ın sözünde geçen «yara» tâbirleri
sırf birer misaldir. Yoksa her hastalık aynı hükümdedir. İbni Abbas
hazretlerinin kavline îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile bir kavlinde Şafiî
(150 — 204) zâhib olmuşlardır, îmam-ı Mâlik (93 — 179), Hanefîyye İmamları ve
bir kavlinde Şafiî zarar korkusuyla dahi teyemmümü caiz görürler. Zira âyet
mutlaktır. Dâvud-u Zahirî (202 — 270)'ye göre zarar korkusu olmasa bile
hastalık teyemmümü mubah kılar. Çünkü ayetin zahiri bunu ifâde eder.[360]
146/113-
«Alî
radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki:Bilek mafsallarımdan birisi
kırıldı da Resûlüllah (S.A.V.)'e ne yapacağımı sordum: Bana sargılar üzerine mesh etmemi emir
buyurdular.»[361]
Bu hadîsi, İbni Mâce cidden hiç olan bir senetle rivayet
etmiştir.
Onu Yahya b. Maln
(—233), îmam-ı Ahmed b. Haribel (164—241) ve başkaları dahi inkâr etmişler ve:
«Bu hadîsi Amr b. Halid Vasıtî rivayet etmiştir. Bu adam yalancıdır»
demişlerdir. Hadisi Dâre Kutnl (306 — 385) ile Beyhakı (384 — 458) dahi iki
yoldan rivayet etmişlerse de senet itibariyle bunlar yukarıkinden daha hiçtir.
Nevevî (631 — 676) : «Bu hadîsin zaîf olduğuna bütün hafızlar ittifak etmiştir»
der. İmam-ı Şafiî (150 — 204) : «İsnadının sahîh olduğunu bilsem buna kail
olurdum. Bu hadîs, hakkında Allah'a istihare ettiğim hadîslerdendir.»
demiştir.[362]
147/114- «Câbir
radiyallahü anh'den, başı yanlan ve yıkanarak Ölen zât hakkında :
— «Ona sade teyemmüm
edip, yarasının üzerine bir bez parçası
sarması yeterdi. Sonra üzerine mesheder,
Sair cesedini yıkardı; dediği rivayet edilmiştir.»[363]
Bu hadîsi; Ebû Dâvud,
içinde zaaf bulunan bir senetle rivayet etmiştir. Hadîsin ravîsi üzerinde de
ihtilâf vardır.
Çünkü bu hadîsi tek
başına Ziibeyr b. Hurayk rivayet etmiştir. Dâre Kutnî (306 — 385) bu zât
hakkında: «Kavî değildir» diyor. Fakat Zehebî (673 — 748) : «Doğru söyler» demiştir.
Râvisi üzerindeki
ihtilâf ise Atâ'nm Câbir'den mi, yoksa İbni Abbas'dan mı rivayet ettiği
hususundadır. Çünkü hadîsi Atâ'd&n Zübeyr b. Hurayk'm rivayetinde Atâ bu
hadîsi Câbir'den rivayet etmektedir; Fakat EvzâVnin Atâ'âa.11 duyarak
naklettiği rivayet de Atâ hadîsi İbni Abbas'dan rivayet eder. Bir rivayetinde
olan diğerinde yoktur.
Bu hadîsile yukarıki
Hazreti Ali hadîsi sargı üzerine su ile meshet-menin vücubu hakkında birbirini
takviye ediyorlar. Bu faâbda ulemâ arasında ihtilâf vardır. Bazıları zaîf de
olsalar birbirlerini takviye eden bu iki hadîsle istidlal ederek, sargı üzerine
meshe kail olmuş; bunu mest ve sargı üzerine mesh etmeye kıyas eylemiştir ki,
bu kıyâs nassı takviye ede,r. Evet, mest ile sargı üzerine meshi caiz
görenlerce sarığı üzerine mesh kuvvetle sabit ve caiz olur. Fakat Câbir
hadîsinde teyemmüm, mesh ve yıkamanın üçü birden zikredilmektedir ki, bu müşküldür.
Çünkü teyemmümle gusülün bir araya gelmesini iktiza ediyor. Bazılarında bu
müşkil şu şekilde hâl olunur: Abdest azaları yara olur. Eu sebeple onlara su
dokundurmak imkansızlaşır ve teyemmüme müracaat olunur. Sonra vücudun geri
kalan yerlerine su dökülür. Baş yarığına gelince: Bu baştadır ve yıkamak icap
eder. Lâkin yarığı yıkamak imkânsız olduğundan üzerine sargı sarılır ve mesh
olunur. Ancak Musannif «Et-Telhîs» adlı eserinde: Atâ'nin İbni Abbas'dan olan
rivayetinde teyemmüm lâfı yoktur: Binâenaleyh Zübeyr b. Hurayk'ın bunu
rivayette yalnız kaldığı sabit olur. Bu cihetle İbni Katta (—628) tenbihte
bulunmuştur.» dedikten sonra «Atâ'nm rivayetinde sargı üzerine mesh lâfı da
yoktur. Bu da ZÜbeyr'in tek başına rivayetidir,» diyor.
«ona sadece yeterdi»
cümlesinin merfu olmadığı zannmı vermekte İse de hâl butlun aksinedir. İbare
merfudur. Yalnız Musannif kısaltma yaparken merfu olduğuna delâlet edeiı ibare
gözden kaçmıştır. Bu: hadîs bir kıssayı hâvi olup, lâfzı Ebû Davud'un Câbir'den
tahrîc ettiği rivayette şöyledir.»
Câbir dedi ki: Bir
sefere çıktık. Bizden bir adama bir taş isabet ederek başını yardı. Sonra bu
zât ihtilâm oldu ve arkadaşlarına sordu. Benîm
için teyemmüme ruhsat buluyormusunuz? dedi. Arkadaşları:
Senin için ruhsat
bulamayız! Sen su isti'maline kadirsin dediler. Bunun üzerine yıkandı ve öldü.Resûlüllah (S.A.V.)'in
yanına gelince hadîse kendisine haber verildi ve : Öldürdüler adamı!
Allah onları katletsin.'Mademki bilmiyorlar sorsalar ya! Âcizin şifası ancsk
sormaktır. Bu adama sadece teyemmüm ederek yarayı sıkması yahut yarasının
üzerine bir bez parçası r arması «Musa burada şek etti» kendisine yeterdi. Sonra
üzerine mesh. eder, ve bedenininsâir yerlerini yıkardı.» buyurdular.[364]
148/115-
«İbni Abbas radiyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Kişinin bir
teyemmüm İle bir namazdan başka namaz kılmaması sünnettendir. Sonra diğer
namaz için yine teyemmüm eder.»[365]
Bu hadîsi Dâre Kutnî
pek zaîf bir isnadla rivayet etmiştir. Çünkü, Hasan b. Amâre'nin rivayetidir.
Bu zât zaîftir.
Bu bâbda Hazreti Ali
ile İbni Ömer (R.A.)'den iki zaîf hadîs daha vardır. Her ne kadar İbni Ömer
hadîsi daha sahihtir diyenler olmuşsa da o da- mevkuftur. Binâenaleyh hiçbiri
ile istidlal caiz değildir. Asıl olan: Cenab-ı Hak toprağı suyun yerine
koymuştur. Su ile abdest yalnız hadesten dolayı vacip olur. O halde teyemmüm
de öyledir. Hadîs imamlarından bir cemaat ile diğer bir takım ulemâ bu
kanaattadır. Delil nokta-ı nazarından bu daha kuvvetlidir.[366]
Hayz : lugâtta: Çıkan
kan demektir. Şer'an, hayzin hades mi yoksa necis mi olduğu ihtilaflıdır. Hades
olması daha münasib görülür. Hayzin necis olduğuna göre tarifi : Hasta ve
küçük olmayan bir kadın rahminin dışarı attığı kandır. Hades olduğuna göre
tarifi : Adı geçen kan sebebiyle hasıl olan seri maniiyyettir[367].
Musannif vukuu çok olan hadesîeri bitirdikten sonra vukuu da-ha az olana
geçiyor ki, tertip bunu icap eder.[368]
149/116- «Âişe
radiyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir ki, Fâtıma bınti Ebi Hubeyş hastalık
kanı görüyordu. Resûlüllah saTlallahü aleyhi ve sellem kendisine:
— Muhakkak ki hayız
kanı karadır; bilinir. Binâenaleyh o geldi mi namazdan vazgeç. Öteki olursa
abdest a' ve namazını kıl; buyurdular.»[369]
Bu hadîsi; Ebû Dâvud
ve Nesâi rivayet etmişler; İbni Hibbân ile Hakim sahîhlemişler; Ebû Hatim ise
münker bulmuştur. Bu hadîs abdesti bozan şeyler babının ikinci hadîsidir.
Oradaki rivayeti Müttefekun aleyhtir. Buradakinde Ebû Hatim'in onu münker saymasının
sebebi Adiyy b. Sabitin babasından, onun da dedesinden rivayet etmiş olmasıdır.
Çünkü ceddi maruf bir kimse değildir. Bu hadîsi Ebû Dâvud (202 — 275) dahi zaîf
addetmiştir. Hadîs-i şerîfde istihazalı kadına, kanın sıfatına bakması
emrediliyor. Hayz kanının rengini, sıfatını kadınlar zaten bilirler.
Binâenaleyh görülen kan o sıfatta ise hayz; değilse istihazadır.
îmam-ı Şa/i$(150 —
204) yeni hayz görenler hakkında buna kail olmuştur.
Abdesti bozan şeyler.
babında Resûlüllah (S.A.V.)'in Fâtıma'ya :
«Bu ancak bir
damardır. Hayzin geldi mi namazı bırak! Gitti mi kendinden kanı yıka ve
namazını kıl» buyurduğunu görmüştük. Eu hadîs cna zıt değildir. Zira: «Hayz kam
karadır; bilinir» demek, hayzin gelip gitme za^nanını beyândır. İstihazalı
kadın, ya kanın sıfatından, yahut âdeti günlerinde gelmesinden, gelen kanın
hayz olduğunu bilir. Fâtıma binti ebî Hubeyş, ihtimalki âdeti malûm olan bir
kadındı. Bu takdirde «hayzin geldi mi» sözü âdet günlerin geldiği vakit demek
olur. Şayet âdet günleri malûm değildiyse o zaman da ka-nm sıfatına' bakarak,
hayzin geldiyse demek olur. Bir kadın hakkında-hem âdet günleri, hem de kanın
sıfatı bir araya gelebilir.
İstihazalı kadının
kendine mahsus hükümleri vardır ki, bazıları şunlardır:
1— Cumhur-u
ulemâ'y^' göre istihaza kanı akarken, o kadının cinsî münasebette bulunması
caizdir. Çünkü bu kadın namaz,
oruç ve şâir ibadetlere nisbetle temiz hükmündedir. O halde cima için de aynı
hükümdedir. Zaten kadının cimâı ancak bir delil ile kocasına haram olur. Burada
böyle bir delil yoktur. İbni Abbas (R. A.), «îstihazalı kadın namazını
kılıyorsa, kocası kendisine, yaklaşabilir. Namaz daha büyüktür! demiştir. Yani namaz ki taharet şartiyle yapılan
ibadetlerin başındadır; onu bile istihaza kanı akıp dururken kılabilirse,
cinsî münasebet evleviyyetle caiz olur, demek istemiştir.
2— İhtiyat
kabilinden istihazalı kadına abdest ve gusülden önce fercini yıkayarak oraya
pamuk veya bez parçası tıkıştırması ve bu suretle mümkün olduğu kadar
pisliği azaltmağa çalışması
emrolunur. Fakat bu vacip değil, menduptur.
3— Cumhûr'a
göre, namaz vakti girmeden abdest alamaz.Çünkü onun temizliği zaruri
temizliktir. İhtiyaç zamanı gelmedikçe onu yapamam.[370]
149/116-
«Esma bîntî Umeys[371]
radiyallahü anhâ'nm Ebû Dâvud'daki hadîsinde : Bir leğene otursun, suyun
üzerinde sarılığı gördüğü zaman, öğle ile ikindi için bir gusül yıkansın. Akşam
ile yatsı için de bir gusül yıkanır; sabah için de bir gusül yıkanır. Bunların
arasında abdest alır» Duyurulmuştur.[372]
Hadîs-i şerîfde
«otursun» buyurulduğu zikrediliyor. Yani cümle yukarıya atıf harflerinden ile
bağlanıyor. Çünkü Musannif Esma hadîsinin yalnız bir kısmını almıştır. Zaten
âdeti öyledir. Hadîsin yalnız delil teşkil eden yerini alır. Lâkin Ebû Davud'un
tahrîc ettiği Esma hadîsi şöyledir :
«Sübhânellah bu
şeytandandır. Otursun...» yani orada ile atıf yoktur. Gerek bu lıadîsde,
gerekse aşağıdaki Hamne hadîsinde istihazalı kadının gün ile gecede üç defa
yıkanması emrediliyor. Hamne hadîsinde bunu öğle ile akşamı, geciktirdiği zaman
yapacağını izah ediyor. Hadîsden anlaşılan: vakit, tâyin ederse, her farz için
yıkanmasıdır. Ulemâ bu bâbda ihtilâf etmişlerdir. Ashab-ı kiram ile tabiînden
bir cemaata göre bu kadına her namaz için yıkanmak icap eder. Cumhûr'a före ise
her namaz için yıkanmak farz değildir. Çünkü her namaz için yıkanma rivayeti
zaîftir. Zaîf olduğunu îmam-ı Beyhakî (384 — 458) beyân etmiştir. Bazıları
«yıkanma hadîsi Fâtıma binti Efaî Hübeyş hadîsi ile nesh edilmiştir» derler. Şu
varki nesh için tarihini bilmek icap eder. Münzirî (— 656) Esma binti Ümeys
için «hasendir» demiştir. O halde bu hadîsle Fâtıma bîntî Ebî Hübeyş hadîsinin
araları şöyle cemedilir: Gusül
menduptur. Abdest almak farzdır: Zira
gusül farz olsaydı, Fâtıma'ya sade
abdest almasını emret-mezdi. îmam-ı Şafiî (150 — 204) bu kavle meyletmiştir.[373]
151/117-
«Hamne binti Cahş[374]
radiyallahü anhâ'dsp rivayet-edilmiştir, demiştir ki: Ben çok şiddetli hayızla
istihaza görüyordum. Peygamber (S.A.V.)'e
fefvâ sormağa geldim. Buyurdu ki :Bu ancak şeytandan bir dürtmedir. Binâenaleyh
sen altı gün veya yedi gün hayzını gör. Sonra yıkan; iyice temizlendin mi
yirmidört veya yirmi üç gün namaz kıl ve kıl; tut. Çünkü bu sana yeter.
(İlerisi için de) hep böyle yap. Kadınlar nasıl hayz görüyorsa, Öyle. Eğer
öğleyi geciktirip, ikindiyi acele kılmaya iktidarın var da, sonra hayzdan temizlenip
yıkanır ve öğle ile ikindiyi toptan kılar; sonra akşam namazı ile yatsıyı
te'hir eder; sonra yıkanır ve iki namazı birden kılabilirsen bunu yap. Sabah zamanında yıkanır ve namazı kılarsın.»
Bu benîm için iki şıkkın en acaibi-dİr.»[375]
Bu hadîsi Nesâî
müstesna, Beşler rivayet etmiş; Tirmizî sahîh-lemiş ve Buharı «Hasen»
addetmiştir. Hadîsde geçen bazı cümlelerin izahı :
«Şeytandan bir dürtme»
bunun mânâsı: Şeytan dinî hususunda onu aldatarak âdetini unutturmaya imkân
buldu. Bu suretle sanki onu dürtmüş gibi oldu demektir. Bu izahat abdesti bozan
şeyler babının ikinci hadîsinde geçen: «O bîr damardır» tarzındaki izaha aykırı
değildir. Çünkü «Şeytan dürtmüştür de damar çatlamıştır» şeklinde araları cem
edilebilir. Bu mânâya hamletmeye bir mâni de yoktur:
«Yirmi dört veya yirmi
üç kıl» bunun mânâsı: Hayz günlerin altı ise, yirmi dört gün namaz kıl; yirmi
üç gün kıl Bu suretle otuz gün tamam olsun demektir:
«Kıl, tut» yani
istediğin kadar farz ve nafile ibadet yap demektir:
«Hep böyle yap» yani
gelecek aylarda da böyle hareket et demektir. Nitekim Ebû Davud'un (202 — 275)
rivayetinde : «Her ay yap» buyrulmuştur.»
«Öğleyi geciktirip,
ikindiyi acele kılmaya...» yani öğleyi «vakit çıkmamak şartıyla» vaktin sonuna
bırakıp, ikindiyi de hemen vakti girdiği anda kılmak suretiyle zahiren aralarını
cem et demektir;
anda kılmak suretiyle
zahiren aralarını cem et demektir;
«Sonra akşamla yatsıyı
geciktirirsin» bundan murad: Akşam namazını vaktin sonuna geciktirir; - yatsıyı
da vaktinin evvelinde lalarsın demektir. Zaten Ebû 'Davud'un rivayeti böyle
değildir. Onun rivayetinde:
«Akşam namazını
geciktirir; yatsıyı ilk vaktinde kılarsın» buyrutmaktadır. Musannif Merhumun
bu cümleyi hafzetmesi iyi olmamıştır. «Bu benim için iki şıkkın en acâibidir».
Zahirine bakılırsa bu söz ResûlüÜah (S.A.V.)'indir. Ancak Ebû Davud'un
rivayetine bakılırsa, Hazreti Hamne'nin sözüdür. Zira Ebû Dâvud şöyle diyor:
«Bu hadîsi Amr b.
Sabit İbnî Ukayl'den rivayet etmiştir. İbni Ukayl demiştir ki: Hamne bu benim
için şıkkın en acâibidir; dedi.»
Hafız Münzirî (— 656)
«Muhtasar-ı Sünen-i Ebû Dâvud-» adlı "eserinde bu hadîs hakkında şöyle
diyor: «Hattâbî (—388) : Bazı ulemâ bu hadîsin mucebiyle, kavli bıraktı. Çünkü
râvisi îbnü Ukayl bir şey değil; dedi». Ebû BelUr Beyhâkî (384—458) «Bu hadîsi
münferiden Abdullah b. Muhammed b. Ukayl rivayet etmiştir. Bu zâtın hüccet
olup olmayacağı ihtilaflıdır; demiştir.»
Bu hadîs hakkında
Tirmizî (200 — 267): «Hasen sahîh» dir; dedikten sonra «Muhammed'e yani
Buhari'ye bu hadisi sordum. «O ha-sendir» cevabını verdi diyor. İmam-ı Ahmed b.
Hanbel (164 — 241) : «Bu hadîs hasen, sahihtir» demiştir.
Görülüyor ki, bu hadîs
için «doğru değildir» diyenlerin sözü, doğru değildir. Bilâkis hadîs imamları
onu sahîhlemiştir. Musannif bu hadîsi Ebû Davud'un lafzıyla nakletmemiştir.
Fakat yukarda da tenbih ettiğimiz veçhile yatsıyı «vaktinin evvelinde» kaydıyla
kayıtlamak lâzımdır. Çünkü bu cümleleri Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) her namazı
vaktinde kılmaya irşad için söylemiştir. Yani namazın biri vaktin sonunda,
öteki vaktin evvelinde kılınacaktır:
«Muktedir olursan»
denilmesine bakılırsa kadına gusül etmek farz değil, menduptur. Farz olan:
Altı veya yedi gün geçtikten sonra hayzdan yıkanmak, ondan sonra her namaz için
abdest almaktır. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in irşad buyurdukları iki şeyin
birincisi budur. Zira hadîsin başında .
«Sana iki şey
emrediyorum. Bunların hangisini yaparsan Ötekinden Ötürü sana yeter. Her
ikisini de yapabil irsen sen*bilirsin!...» buyurulmuş; sonra bu iki şeyden
birinciyi beyân babında kadına altı veya yedi gün hayz gördükten sonra yıkanıp,
namaz kılmak emrolunmuştur. îstihâzalı kadının her namaz için abdest alacağını
bildiren rivayeti Musannif burada .zikretmemiş, fakat başka yerde zikretmiştir.
ResûlüElah (S.A.V.)'in irşad buyurdukları iki şeyin ikincisi de yıkanıp, iki
namazı sureta cem etmektir.
Bu hadîsde özürden
dolayı iki namazın bir vakit de toptan kılınmasına şeran müsaade edilmediğine
delil' vardır. Çünkü özürden dolayı buna müsaade edilse, evvelâ istihâzah
kadınlaFa edilirdi.[376]
152/118- «Âişe
radiyaîlahü anhâ'dan rivayet edilmiştir ki, Ümmü Habibe bihti Cahş Resûlüllah
(S.A.V.)'e kandan şikâyet etti. Resûlüllah (S.A.V.) buyurdular ki: «Hayzmın
seni hapsettiği miktar bekle; sonra yıkan!» Bundan sonra Ümmü Habibe[377]
artık her namaz için yıkanıyordu.[378]
Bu hadîsi Müslim
rivâet etmiştir. Buhâri'nm bir rivâyetinue şöyledir: «Her namaz için abdest al»
bu rivayet Ebû Dâvud ile başkalarında başkavecihtendir.»
Hadîsde geçen bazı
cümlelerin izahı :
«Sonra yıkan» bundan
murad, hayzdan paklanmak için yıkanmaktır, o Artık her namaz için yıkanıyordu»,
bundan maksat ftesûlüllahın emri olmaksızın yıkanırdı demektir.
Bu hadîs-i şerîf
istihâzalı kadının hayzını bildiren şeylere müracaata havale edileceğine
delildir. Hayzını bildiren şeylerin âdet günleri ile kanın sıfatı olduğunu
yukarda görmüştük. Maksad bu yollardan biriyle hayzmın geldiğine zan hasıl
etmektir. Keza ne zaman hayzımn bittiğine dair zan hasıl olursa, kadına
yıkanmak farz olur. Namazlarını şeklen cem edebileceğini görmüştük. Acaba
abdesti de böyle cem edebilir mi? Bu bâbda bir nass yoksa da, bunun herkese
caiz olduğu başka delilden anlaşılmıştır. İstihâzalı kadının farz namaz için
aldığı abdestle nafile kılıp kılmayacağı hakkında da bir bilgi verilmemiştir.
Bu mes'elelerde ulemâ ihtilâfa düşmüşlerdir. İmam-ı Şafiî'ye göre bir farzdan
fazla kılamaz. Nafile istediği kadar kılar[379].
154/119-
«Ümmü Atîyye[380] radiyallahü anhâ'dan
rivayet edîlmîş-tir. Demiştir ki: Biz
temizlendikten sonra gel»n bulanıklığı ve sanlığı bîr şey saymıyorduk.»[381]
Bu hadîsi Buhârî ile
Ebû Dâvud rivayet etmişlerdir. Lâfız Ebûr Davud'undur,
Hadîsteki
«saymıyorduk» sözü ulemânın ihtilâflarına sebep olmuştur. Bazıları, bu
«Peygamber (S.A.V.)'e merfû hükmündedir. Çünkü maksad onun zamanında ve onun
malûmatı ile saymıyorduk demektir. Binâenaleyh Resûlüllah (S.A.V.) bu hali
takrir etmiş oluyor» diyorlar. Hadîs imamlarından Buharı (194 — 256) ile
birçoklarının rey'i budur. Binâenaleyh hüccet olur ve kadın kara koyu ve
kadınlarca malûm kanı görmedikçe hayızlı sayılmaz. Kadın bir defa kassa denilen
beyaz ipliğe benziyen şeyi gördükten sonra gelen bulanık veya sarımtırak
renkli suyun bir hükmü kalmaz.
Kassa; hayz bittikten
sonra rahimden çıkan beyaz ipliğe benzer bir şeydir. Yahut kurulandıktan sonra
çıkan beyaz şeydir. Kurulanma rahmine içine kuru bir bez salarak bezin kupkuru
çıkmasıdır. Hadîsde «tuhurdan sonra gelen bulanıklığı ve sarılığı bir şey
saymazdık» denildiğine göre mefhum-u muhalifine bakılırsa tuhurdan evvel
gelenin hayz sayılması icabeder. Bu cihet dahi ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Fıkıh kitaplarından öğrenilebilir.[382]
155/120- «Enes
radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki, Yahudiler kadın hayz gördüğü vakit
onunla yiyip içmezler mi ş. Peygamber (S.A.v.) de: «Her şeyi yapın. Yalnız
cinsî münasebet müstesna» buyurmuşlardır.[383]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir. Hadîs-i şerîf Teâlâ hazretlerinin :
[384] «O
hayz ezadır. Binâenaleyh siz hayz halinde
kadınlardan hemen uzaklasın ve
tâ temizleninceye kadar onların
semtine yaklaşmayın»
âyet-i celîlesinden
murad ne olduğunu açıklamaktır. Görülüyor ki, kendişinden uzaklaşılması emir,
yaklaşılması nehy edilen şey cinsî münasebet imiş. Bundan gayri yiyip içme,
beraber düşüp kalkma, yatma ve şâire caizdir. Filvâ kiYahudiler hayızh
kadınlarla bir evde bile oturmaz; onlarla cinsî münasebette bulunmadıktan maada
. beraberce yemeğe bile oturmazlarcnış. Nitekim Müslim'in rivayetinde bu cihet
açıklanmıştır. Cinsî münasebetten gayri istifadeyi bu hadîs-i şerif mubah
kıldığı gibi, aşağıdaki hadîs de aynı mânâyı ifade eder.[385]
156/121-
«Âişe
radiyallahü anhâ'dân rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah saUalldhü
aleyhi ve sellem bana entarimi giymemi emrediyor; ben de giyiyordum. Sonra
hayızh olduğum halde tenini tenime yapıştırıyordu.»[386]
Bu hadîs Müttefekun
ASeyh'tir.
Mübaşeret: Teni tene
yapıştırmaktır. Bu hadîs ondan kazâ-ı şehvet babında istifâde edip etmediği
hususunda açık değildir. Fere istisna edildikten sonra göbekle diz arasında
istifade, Hanefîler'Ie bazılarına göre caizdir. Delilleri az yukarda geçen:
«Her şeyi yapın, yalnız cinsî münasebet müstesna» hadîsi ile bu hadîsin
mefhumudur. Bazıları mübaşereti mekruh addetmiş; diğer bazıları hürmetine kail
olmuşlardır. Bu kavillerin içinde delile dayanan birincisidir. Kabule şayan
olan da odur. Hayızh kadınla cinsî münasebete gelfince icmâ' en haramdır. Fakat
dünyevî bir cezası yoktur. Bazıları, sadaka vermesi icap eder diyorlar.
Delilleri aşağıdaki hadîstir.[387]
157/122- «İbni
Abbas radiyallahü anhümâ’dan Peygamber sollallahü aleyhi ve sellem: Karısına
hayz haîlnde yakınlık eden hakkında:
«Bir dinar, yahut yarım
dinar tasadduk eder» dediğini işittiği rivayet edilmiştir.[388]
Bu hadîsi Beşler
rivayet etmiş; Hâkim ile İbni Kattan sahîhlemişler; onlardan gayrisi mevkuf
addetmişlerdir.
Hadîs İbni Abbas'a
mevkuftur ve çeşitli rivayetleri vardır. Buradaki rivayetinin ricali her
nekadar sahih hadîs kitablarmda rivayeti kabul edilen zevattan olsalar bile,
rivayet yine de ızdıraptan kurtulamamıştır, îmam-ı Şafiî (150 — 204) : «Bu
hadîs sabit olsa ,onunla amel ederdik» demiştir. Musannif merhum: «Bu hadîsin
gerek isnadında, gerekse metninde pek çok ıztırap vardır» diyor. Bazıları sadaka
vermek vâcibtir demiş; ve bunu Ramazanda cinsî münasebette bulunana kıyas
ederek, bir köle âzad edecek demişlerdir. Bir takımları, bir dinar, yahut
yarım dinar sadaka verir diyorlar.
Hattâbi (—388) :
Ulemânın ekserisine göre buna birşey lâzım gelmez; bu hadîsi ya mürsel, yahut
mevkuf telâkki ettiler,» diyor. İbnü Abdi'l - Berr (368 — 463): «Sadaka icap
etmez diyenin delili bu hadîsin muzdarip oluşudur. Bir de berâet-i zimmet
asıldır. Zimmette, ne fakir ne de gayrisi için söz götürmez bir delil
olmadıkça bir şey sabit.olmaz. Bu mes'elede bu yoktur;» demiştir.
Elhasıl; hadîsi sahîh
kabul edenlerce onunla amel lâzımdır. Et-meyenlerce bu hadîs hüccet olamaz.[389]
158/123- «Ebû
Saİd-i Hudrî radiyallahü anh'den rivâyef edilmiştir. Demiştir kî: Resûfüllah
sallattahü aleyhi ve sellem :
— Kadın hayzını
gördüğü zaman namaz kalmayacak, oruç tutmayacak değil mi ya!; buyurdular.»[390]
Bu hadîs Müttefekun
Aleyh uzun bir hadîsin içindedir. Hadîsin tamamı şöyledir :
«İşte bu onun dininin
noksanlığındandır» aym hadîsi îmam-ı Müslim (204-261) İbni Ömer (R. A.)'den şu
lâfizlarla rivayet etmiştir:
«Gecelerde namaz
kılmaz duçur; Ramazan ayında da oruç tutmaz. İşte dininin noksanlığı buduK» Bu
bir ihbar olup kadının namaz ve orucu terk etmesini ve keza bu ibadetlerin cna
farz olmadığını takriridir. Nitekim bu bâbda îcma-ı Ümmet de vardır. Yalnız
başka delillerden orucun kazası lâzım geldiği anlaşılmıştır: Ha-yızlı kadının camiye
girememesi:
«Mescidi hayızlı ile
cünübe helâl kılmıyorum» hadîsine mebni olduğu gibi, Kur'an okuyamamasi da jbnî
Ömer hadîsinde :
«Hayızlı ile
cünüb Kur'andân hiçbir şey okuyamazlar» buyrulduğundandır.
Hayızlı Mushaf'a da el süremez. Delili Amr . Hazm hadîsidir. Şahidleri ile
birlikte yukarda geçti. Bu hadîsler
kîl-ü Kaiden hâli değildirler. Binâenaleyh tahrinı ifade edemezlerse
kerahatten aşağıya da düşmezler.
Lâfızları sarahaten tahrime
delâlet etmemektedir.[391]
159/124- «Âîşe
radıyaliahü anhâ'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Şerife geldiğimiz vakit
ben hayzımı gördüm. Peygamber saîlalîahü aleyhi ve sellem :
— Hacıların yaptığını
yap, yalnız temizleninceye kadar. Kabe'yi tavaf etme; buyurdular.»[392]
Bu hadîs; Müttefekun
Aleyh uzun bir hadîsin içindedir.
Hazreti Âişe (R. Anhâ)
Haccetü'l - Veda senesi Peygamberimiz (S.A.V.) ile birlikte ihrama girmişti.
Şerif; Mekke ile Medine arasında bir yerdir.
Bu hadîs-i şerif
hayızlı kadının tavafdan maada bütün hacc fiillerini yapabileceğine delildir.
Bu bâbda ulemâ ittifak halindedirler. Yalnız tavaf edememenin illeti hakkında
ihtilâf vardır. Bazılarına göre. tavafın şartı temizlik olduğundan tavaf
edemez. Bir takımları hayızlı mescide girmekten memnu olduğu için tavaf edemez
derler. İki rekat tavaf namazına gelince: Bunları kılamaz. Çünkü bunlar tavaf
ve temizlik üzerine metnidirler. Halbuki kadın ne temizdir; ne de tavaf
edebilir.[393]
160/125-
«Muaz b. Cebel[394]
radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki, Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem erkeğe karısından hayızlı iken neyin helâl olduğunu sormuş; Resûlüüah
(S.A.V.): «Entarinin Üzeri» buyurmuştur.»[395]
Bu hadîsi Ebû Dâvud
rivayet etmiş ve onu zaîf bulmuştur.
Hadîs hakkında Ebû
Dâvud (202 — 275) : «Kavi değildir» demiştir. Hadîs, entari mahalli olan göbekle
diz arasının çıplak tenle birbirine dokunmasının haram olduğuna delâlet eder ve
bu hadîs yukarda geçen «herşeyi yapın, yalnız cinsî, münasebet müstesna» hadîsine
Fakat o hadîs bundan daha sahihtir. Binâenaleyh buna Uveih (ilııııur. Musannif
bunu da o hadîsle beraber zikretse daha iyi olurdu.[396]
161/126- «Ümmiî
Seleme radiyallahü anh'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: «Nifaslı[397]
kadın Resûlüflah (S.A.V.) devrinde nifasin-dan sonra kırk gün otururdu.»[398]
Bu hadîsi, Nesâî
müstesna Beşler râviyet etmiştir.
Lâfız Ebû Davud'undur.
Bir rivayette : «Ona Sallallahü aleyhi ve sellem nifas namazının kazasının
kazasını emretmezdi» buyrul-muştur. Bu hadîsi Hâkim sahîhlemiştir.
Bir çok hadîs hadîs
imamları da zaîf bulmuştur. Lâkin Nevevî (631—676) şöyle demektedir: «Fakîh
olan Musanmflardan bir cemaatın: Bu hadîs zaîftir demeleri kendilerine red
edilir. «Bu hadîsin îbniMâce (207—275)'de Hazret! Enes'den şahidi vardır. Ve
şöyledir:
«Resûlüllah (S.A.V.)
nifaslı kadına «40» gün vakit tayin etti. Bundan önce temizlenirse o başka».
Buna benzer bir şahidi
de tfâkim'de {321 — 405) Osman b. Ebi'l -Âs'dan rivayet edilmiştir. Binâenaleyh
hadîsler birbirini takviye ediyorlar ve nifas müddetinin «40» gün olacağına,
keza bu müddette ka-dmın.namaz ve oruç gibi ibadetleri terk edeceğine
delildirler. Vakıa bu cihetler hadîsimizde açıklanmamıştır. Fakat başka
delillerden anlaşılmıştır. Enes1 hadîsi nifasın azı için had olmadığına da
delâlet eder. Binâenaleyh «40» günden Önce kan kesildi mi kadın temizlenir.[399]
Buraya kadar görülen
bahisler bizzat maksud ibadetler değil, onlara hazırlık teşkil eden şartlar
idi. Şimdi sıra bizzat maksud olan ibadetlere geldi ki; bunların başında namaz
gelir. Çünki namaz dinin direğidir. Binâenaleyh Allah'a imandan sonra her
ibadetten önce onun zikredilmesi icabeder.
«Salât» lûgatta ; Dua
demektir. Kur'an-ı Kerîm'de:
buyrulmuştur. Onlara
dua et demektir. Şer'i şerîf ıstılahında ise; hususî tâbiri ile erkân-i mâlûme
efâl-i mahsusadır. Yani malûm bir takım rükünler ve hususî bir takım
fiillerdir. Bu fiiller dua mânâsına da şâmil olduğundan, sâri' tarafından
namaza salât denilmiştir. Yâni salât kelimesi bir menkul-ü şer'i olarak namaza
isim olmuştur. Bu mânâya nakil edildikten sonra artık salât denilince dua
değil, namaz anlaşılmaya başlanmıştır. İsimler üzerinde muhakeme ve münakaşa caiz değildir. Hattâ
;
Yâni «isimler hakkında
münakaşa olmaz» sözü bir kaide olmuştur. Binâenaleyh zamanımızın bazı
şaşkınları hariç, bin üçyüz şukadar sene-dehberi bu fâni dünyadan gelmiş geçmiş
milyonlarca İslâm âlimi içinden bir tanesi çıkıp da salât kelimesi üzerinde
münakaşa etmemiş; onu sadece dua mânâsına almaya kalkışmamıştır. Vakıa salât
lâfzı bazan salâvat getirmek, istiğfar etmek gibi mânâlarda da kullanılırsa da
bu mânâlarda o mecazdır. Namazın sebebi, şartları, rükünleri, hikmeti, ve
hükmü vardır. Sebeb-İ vücûbu : Yâni farz kılınmasına zahirî sebep, vakitlerdir.
Hakikî sebep ise Allah'ın hitabıdır.
Şartları: Temizlik,
avret mahallinin örtülmesi, kıbleye karşı, dönmek, vakit, niyet, ve iftitâh
tekbiridir.
Rükünleri : Kıyam,
kıraat, rükû, sücûd, ve son oturuşta teşehhüd miktarı oturmaktır.
Meşru oluşunun hikmeti
: Sayısız nimetleri veren Allah'a teşekkürdür, îslâmm beş vakit namazım çok
görenler şu hikmete bir baksınlar: Bir zehirli sigaradan dolayı yerlere kadar
eğilip binbir temanna ile teşekkürler edenler gözönüne getirilirse, bir nefes
sıhhati biie nice devletlere bedel olan hayata, her biri milyarlarla cevhere
değişilmez vücud azalarına, o azaları besleyen gıda maddelerine, çeşitti
meyva-lara, havaya, suya vesâir saymakla bitmeyen nimetlere karşılık olmak
üzere onları ihsan eden Allah'ımıza günde beş vakit namaz kılarak teşekkürde
bulunmak, insafla düşünenler için çok olmak şöyle dursun, bilâkis içtiğimiz
soğuk suları bile Ödeyemiyecek kadar azdır.
Hükmü : Edâ etmekle
dünyada borcun zimmetten sakıt olması; âhirette de, vaad edilen sevabın
verilmesidir.
Namaz, muhkem bir
farizadır. Farziyyeti bütün şer'î delillerle sabittir. Binâenaleyh meşru olduğunu
inkâr eden -hilâfsız kâfir olur. Kitaptan delili :
[400] «Namazı dosdoğru kılınız»
[401] «Namazlara ve orta namaza devam ediniz.» Ve emsali
âyetlerdir. Buradaki ikinci âyet hem namazların farz; hem de vakitlerin beş olduğuna
delâlet etmektedir. Çünkü bütün namazlara ve ayrıca orta namaza devam edilmesi
emrolunuyor. Ortası bulunan en az cem' dörttür. Orta namazla beş olur. Namazın
bir fariza-ı muhkeme olduğuna îcmâ-ı Ümmet vardır.
Sünnetten delili :
Aşağıda görülecek hadîslerdir.[402]
163/127- «Abdullah b. Amr radiyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir ki: Peygamber sdUallahü aleyhi ve sellem :
— Öğlenin vakti, güneş
meyledip kişinin gölgesi uzunluğu kadar oluncaya (yani) ikindinin vakti
girmeyinceye kadardır. İkindinin vakti güneş sararmayana kadar. Akşam namazının
vakti şafak kaybolmayana kadardır; yatsı namazının vakti gecenin orta yarısına
kadar; sabah namazının vakti de tan yerinin ağarmasından güneş doğmamış olana
kadardır; buyurdular.»[403]
Bu hadîsi M üslim
rivayet etmiştir.
Bazı cümlelerin izahı
: «Güneş meylettiği zaman» yâni batıya
yanladığı zaman demektir ki ;
[404] «Güneşin yanladsğı zaman namazı dosdoğru kıl» âyet-i
kerîmesinden murad budur.
«Kişinin gölgesi
uzunluğu miktarı oluncaya kadar» yani
öğlenin evvel ve âhir vakti budur. İkindinin vakti her şeyin gölgesi bir misli
oldukta girer. Nitekim bu hadîsin nıefhum-u muhalifinden, başkalarının
saraheten beyânından da bu anlaşılır, «Güneş sararmayana kadar» bazı
rivayetlerde herşeyin gölgesi iki rriisli oluncaya kadar denilmiştir.
Akşam namazının vakti
güneş kavuştuktan, kızıllık kaybolmayana kadardır. Şafağın tefsiri ilerde
görülecektir. Yatsının vakti şafak kaybolduktan gecenin ilk yarısına kadardır.
Hadîs-i şerifin
Sahîh-i Müslim'de tamamı şöyledir:
«Güneş doğdumu
namazdan vazgeç. Zira güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğar.»
Bu hadîs, beş vaktin
ekserisinin evvelini âhirini tâyin ediyor. Görülüyor ki, öğlenin evveli
güneşin zevali, âhiri de her şeyin gölgesinin bir misli olmasıdır. Hadîsde
kişiyi zikretmek temsil içindir. Hal böyl'e olunca bu vakit ikindinin de evvel
vaktidir. Lâkin dört rekât namaz sığacak miktarında öğle ile müşterektir. Yâni
her ikisinin de vakti sayılır. Nitekim Cebril hadîsinden de bu
anlaşılmaktadır. Çünkü hazreti Cibril Resûlüllah (S.A.V.)'e namazları öğretmeye
ilk geldiği gün öğleyi zevalden sonra- kıldırmış, ikindiyi de her şeyin
gölgesi bir misline vardığı zaman kıldırmıştı. İkinci gün ise, öğleyi her şeyin
gölgesi bir misli olduğu zaman, yâni tam dünkü ikindiyi kıldırdığı vakitte
kıldırmıştı. Bu onların dört rekât sığacak miktarda müşterek olduklarına
delâlet eder. Mesele ihtilaflıdır. Müşterek vakit isbat edenler bu hadîsle
istidlal ederler. Etmeyenler.hadîsi te'vile giderek derler, ki: İkinci gün
öğleyi her şeyin goigesi bir misli olduğu zaman kıldırdı» demek, öğle namazını
o zamanda bitirdi demektir.» Fakat bu te'vil zayıf görülüyor. Sonra ikindinin
vakti güneşin sararmasına kadar devam eder. Güneş sarardıktan sonra artık edâ
için vakit yoktur. Burada îmam-ı Âzam Ebu Hanîfc'mn (80 — 150) de dediği gibi
yalnız o günün kazası için vakit kalmıştır. Bazılarına göre güneşin kavuşmasına
dokuz rekât sığacak kadar zaman kalıncaya kadar edâ vaktidir. Bunların delili :
«Kim güneş
kavuşmazdan evvel ikindinin bir rekâtına yetişirse ikindiye
yetişti demektir» hadîs-i şerifidir.
Aksamın evvel vakti
güneş tattıktan scnrasıdır. Sonu şafakın kaybolmasından öncesidir. Burada
akşam namazı vaktinin genişliğine delâlet vardır. Fakat Cibril hadîsi buna
muaraza etmektedir. Zira Hazreti Cibril akşam namazını iki gündede aynı vakitte
kıldırmıştır ki, bu da güneş kavuştuktan sonraki zamandır. Bu iki hadîsin
araları şöyle bulunur. Denilir ki: Cibril hadîsinde vakitlerin münhasıran
tâyini yoktur. Bir de Cibril Aleyhisselâmm Hazreti Peygamber (S.A.V.) e
imamlığı Mekke'de idi. Akşam namazının şafak kavuşuncaya kadar geciktirilebileceğini
ifade eden hadîsler ise Medine'de vârid olmuştur. Demek oluyor ki, bu
hadîslerdeki vakit ziyâdesi Allah'ın bir lûtfudur. Bazılarınca Cibril hadîsi
akşam namazının Cibril Aleyhisselânun kıldırdığı vakitten başka vakti
olmadığına delâlet eder. Yatsının evvel vakti şafakın kayıp olmasından başlar;
sonu gece ya-rısıdır. Bir hadîsde: «Yatsının son vakti gecenin üçte biridir»
denilmiş ise de gece yarısına kadardır diyen hadîsler sahîh olup, onlarla âmel
etmek gerekir. Sabah namazının evvel vakti tan yerinin ağarmasıdır. Sonu güneşin
doğmasından.biraz öncesidir. Müslim'in bu hadîsi beş vaktin başını ve sonunu
bildiriyor. Ve zımnen her namaz vaktinin evveli ve âhiri olduğuna delâlet
ediyor. Acaba güneş sarardıktan sonra ikindinin, gece yarısından sonra yatsının
edası için vakit var mıdır? Bu hadîse bakılırsa yoktur. Lâkin «Kim güneş
kavuşmadan ikindinin bir rekâtına erişirse ikindiye erişti demektir» hadîsi
güneş sarardıktan sonra ikindi için veda vakti olduğuna delâlet eder. Bunun
misli sabah hakkında da vârid olmuştur. Aşağıda gelecektir. Yatsı hakkında yok
isede Müslim'in (204 — 261) rivayet ettiği bir hadîsde:
«Namazı kılmayana tâ
öbür namazın vakti gelinceye kadar uyku hakkında tefrit yoktur» buyurulmasına
bakılırsa, her namaz vaktinin ondan sonraki namaz vaktine kadar uzadığı anlaşılır.
Bundan yalnız sabah namazı müstesnadır. Çünkü sabah namazının son vakti
güneşin doğmağa yaklaşmasıdır. Halbuki ondan sonra başka bir narnaz vakti
girmez. Bu hadîse gere yatsının vakti de müstesnadır. Çünkü son vakti gece
yarısı olduğu halde, ondan sonra başka bir namaz vakti başlamaz. Malikîler
vakti : İhtiyarî ve ıstırarî olmak üzere ikiye; ŞafİÜer ise sekize ayırmışlardır.
Tafsilâtı fıkıh kitaplarındadır.[405]
163/127-
«Müslim'in Büreyde[406] radiyallahii anh'âen
rivayet ettiği hadîsde ikindinin
vaktini beyan babında- «güneş beyaz safî İken» cümlesi vardır.»[407]
163/127- «Müslim'de
Ebu Musa hadîsinden de «Güneş yüksekte İken» ziyadesi vardır.»
Hadîsteki «Güneş yüksek
İdi» kaydı, ikindiyi erken kıldığım gösteriyor. Bu hadîslerde ikindiyi kılmakta
acele etmediğine delâlet vardır. Bunların içinde ikindinin ilk vaktini en açık
gösteren Cibril hadîsidir. Büreyde ile Ebu Musa hadîsleri ve benzerleri Cibril
hadîsine, hamlolunurlar.[408]
166/128-
«Ebu Berzet el – Eşlemi[409] radiyallahü anh1 den rivayet edilmiştir. Demiştir ki, Resûlüllah
(S.A.V.) ikindiyi kılar, sonra bizden birimiz, güneş dipdiri olduğu halde
şehrin öbür tarafındaki evine dönerdi. Yatsıyı geciktirmeyi sever, ondan evvel
uyku uyumaktan ve ondan sonra konuşmaktan hoşlanmazdı. İnsanın arkadaşını
tanıyacağı kadar aydınlandığı zaman sabah namazından döner idi. Alîmışdan yüze
kadar (âyet) okurdu.»[410]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'tir.
Hadîs-i şerif
Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in ikindi,, yatsı, ve sabah namazlarını
vakit tahdid etmeden kıldığını ifâde etmektedir, veti ve rengi taptaze iken
uzaklardaki evlerine dönmeleri, ikindiyi vakti girdiği gibi kıldığına
delildir. Fahr-İ Kâinat (S.A.V.)'in yatsıyı geciktirmek istemeleri bu hadîse
göre mutlaktır. Başka hadîslerde ne dereceye kadar geciktirdiği açıklanmıştır.
Yatsıdan evvel uyumaktan hoşlanmaması uykuya dalıp kalmamak içindir. Yatsıdan
sonra konuşmak istememesi, hatalar namazla keffaretlendikten sonra uyumak ve
günün son işi namaz olmak ve bir de muhabbete dalarak gece namazını kaçırmamak
içindir.
Sabah namazından
dönerken ortalık henüz ağarmış ve insan arkadaşını tanımağa başlamış olduğuna
göre mescide karanlık iken geldiği anlaşılıyor. Bu da sabah namazının erken
kılınacağına delildir. Okuduğu âyetlerin altmış ile yüz arasında olmasından
maksad : Sabah namazında kıraati kısadan kesmek isterse 60, uzun okumak
isterse 100 âyet okur idiğİni anlatmaktır.[411]
166/128-
«Yine Buharî ile Müsüm'de Câbîr hadîsinden
şu ziyâde vardır. Yatsıyı bazan
öne alır; bazan da geciktirirdi.
Ashabın toplandıklarını gördümü, hemen
kıldırır; ağır davrandıklarını
görürse te'hir ederdi. Sabah namazına gelince. Peygamber (S.A.V.) onu
alaca karanlıkta kılardı.»[412]
Anlaşılıyor ki, Fahr-i
Kâinat (S.A.V.) efendimiz ashabına olan nfkû mülâyemetinden onlara birşey
demiyor; 'mescide vaktin evvelinde gelirlerse namazı hemen kıldırıyor, biraz
geç kalırsa o da namazı te'hir ediyordu. «Meşakkat vereceğini bilmesem
namazları vakitlerin sonlarına doğru kıldınrdmı» buyurduğu da sabit olmuştur.
Bu hadîsde sabah namazını erken kıldığı ifade ediliyorsa da aşağıda gelen Râfi
b. Hadîç hadîsi buna muarızdır.[413]
166/128- «Müslim'de
Ebû Musa hadîsinden «Sabahı fanyeri aralandığı zaman insanlar hemen hemen
birbîrinî" tanıyamazken kıldı,» cümlesi de vardır.»
Nitekim yukarıki
hadîsde ay m mânâyı ifade ediyor.[414]
169/129-
«Râfi b. Hadîç[415]
radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Biz akşamı Peygamber
(S.A.V.) ile birlikte kılardık. Bîrimiz evine dönerken okunun düştüğü yerleri
görüyordu.»[416]
Bu hadîs Müttefekun
Aleyh'dir.
Hadîs-i şcrîfde akşam namazının acele edilmesine
delil vardır.[417]
170/130- «Âişe
radiyallahü a nha'ö an rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bîr gece
Resûlüllah (S.A.V.)
yatsıyı gecenin ilk sülüsüne (1/3)
tâ gecenin bir kısmı gidene kadar geciktirdi. Sonra çıktı ve namaz
kıldı. Buyurdu ki: Şüphesiz onun vakti budur. Amma ümmetime meşakkat vermesem»
bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.[418]
171/131- «Ebû
Hüreyre radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüüah sallattahü aleyhi ve seüem:
— Sıcak şiddetlendi
mi, namazı serinliğe bırakın. Çünkü
sıcağın şiddeti Cehennemin
kükremesindendir;
buyurdular.»[419]
Bu hadîs Müttefekun
Aleyh'dir.
Hadîsteki namazdan
murad: Öğledir. Hadîs-i şerîf Öğle zamanı, sıcak basınca, namazı serinlik
zamanına geciktirmenin vücubuna delâlet ediyor. Çünkü emirde asıl olan vücub
ifade etmektir. Fakat Curnhur-u ulemâ'ya göre bu, vâcib değil, müstehaptır; ve
âmmdır. Namazı yalnız kılana, cemaata evde, kırda kılanlara, sıcak ve soğuk
memleketlere şâmildir. Bu bâbda başka kaviller de vardır. Bazıları: «Serinliğe
geciktirmek sünnettir. Amma vaktinde kılmak daha efdaldir; zira vakti girince
hemen kılınan namazın faziletini bildiren deliller umuni ifade eder» derlerse
de bunlara: O deliller bu (İbrâd) hadîsi ile tahsis olunmuştur.» diye cevap
verilir. Yalnız İbrâd hadîsi Habbâb (R. A,) hadîsine muarızdır. Habbâb
hadîsini Müslim rivayet etmiştir. Binâenaleyh sahihtir. Habbâb- diyor ki:
«Biz Resûlüllah
(.SA.V,)'e kızgın yerin yüzlerimizle ellerimize vuran sıcağından şikâyet ettik;
şikâyetimizi kabul etmedi. «Bu hadîse çeşitli cevaplar verilmiştir ki,
içlerinden en iyisi şudur; Ashâb-ı Kiram sıcak yerin elleri ile yüzlerini yaktığından
şikâyet etmişlerdir. Bu sıcaklık ise. yerden tâ vaktin sonunda veya daha sonra
gider. Bundan dolayıdır ki, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendilerine :
«Namazı vaktinde
kılın» buyurmuştur. Nitekim Habbâb'm «şikâyetimizi kabul etmedi» demesinden de
aynı mânâ anlaşılır. Yani as-hab serinlik vaktinden daha sonraya geciktirmek
istemişler; Resûlüilah (S.A.V.) kabul etmemiş oluyor. Binâenaleyh Habbâb'm
hadîsi ile îbrâd hadîsi arasında muaraza denilen çatışma yoktur. Fahr-İ Kâinat
(S.A.V.) efendimizin öğleyi sıcak günde serinlik zamanına bıraktıran illeti
«Si-
cağın şiddeti
Cehennemin kükremesindendir» şeklinde beyan buyurması namazın ruhu mesabesinde
olan Huşuu giderdiği içindir. Bazıları buna mukabil «mademki sebep ve illet
bu-imiş; o halde soğuk memleketlerde öğleyi serinliğe bırakmak meşru değildir»
derler. tbnu'l-Arabî (468 — 543) «El Kabes» nâmındaki eserinde serinliğe bırakma
hususunda İbnü Mes'ûd (R. A.) hadîsinden maada tahdid bildiren delil
olmadığını söyler. Musannif merhum İbnî Mes'ûd hadîsini Telhis» de zikretmiş
ise de bu hadîs .vakitler hakkında istidlale kâfi görülmemektedir. Elhasıl
îbrâd yani serinlik hadîsi öğle namazının ilk anda kılınması faziletini tahsis
etmiştir.[420]
172/132- «Râfi
b. Hadîç radiyaüahü anh'den rivayet
edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüilah sallalîahü aleyhi ve sellem :
— Sabah namazını iyice
sabahlatın; zira bu sizin ecirleriniz için daha büyükdür; buyurmuştur.»[421]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmiş; Tîrmizî ile İbni Hibbân sahîhlemişlerdir.
Yukardaki hadîs-i.
şerifin lâfzı Ebû Dâvud'd&n alınraıgtır. Hadîs Hansfiyye'nin delilidir.
Çünkü onlarca sabah namazını aydınlandıktan sonra kılmak efdâldir. Şâir
mezhepler ulemâsı Hanefîler'e : «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) sabah namazını hep
alaca karanlıkta kılmıştır. Bu hususta Ebû Davud'un Enes'den rivayet ettiği
bir hadîste şöyle denilmektedir :
«Resûlüilah (S.A.V.)
Sabah namazını bir defa aydmladikta kıldı. Bundan sonraki namazı Ölünceye
kadar hep alaca karanlıkta olmuştur.»
Bu hadîsden
anlaşılıyor ki: Râfi hadîsindeki «sabahlayın» tâbiri zahiri manâsında
değildir» şeklinde cevap verirler. Ve sonra zahiri manâsında kullanılmamış
bulunan bu emrin manâsını tayine çalışırlar. Bazıları: Bundan maksad fecrin
doğup doğmadığını iyice tahkik edin demektir. Diğerleri: Hayır, maksad sabah
namazında kıraeti uzatmaktır. O derece ki, namazdan çıktıkta ortalık iyice
aydınlanmış bulunsun derler. Bir takımları: Yok; bu mehtaplı gecelere
mahsustur; çünkü o gecelerde ay aydınlığı fazla olduğundan, sabahın aydınlığı
pek seçilemez. Yahut Resûl-ü Ekrem bunu özürden dolayı bir defa böyle kılmış:
Bir daha müddet-i ömründe hep alaca karanlıkta kılmıştır» derler.[422]
173/133- «Ebû
Hüreyre radiyallahü anh'den rivâyef edilmiştir kî; ResûlDHah saîlallahü aleyhi
ve sellem :
— Kim güneş doğmazdan
evvel sabah namazının bir rekâtına yetişirse, sabah namazına yetişti demektir.
Kim güneş batmazdan evvel ikindinin bir rekâtına yetişirse, ikindi namazına
yetişti demektir; buyurdular.»[423]
Bu hadîs,Müttefekun
Aleyh'dir.
Hadîs-i şerîfde geçen
bir rekât s"özü vaktin içinde kılman rekâttır. Yoksa bir rekât kılarsa
kâfidir demsk istememiştir. Çünkü bir rekâtli namaz, bilicma yoktur. Yani sabah
namazının bir rekâtını güneş doğmazdan kılabilirse, öteki rekâti doğduktan
sonra da kılsa- yine sabah namazına vaktinde yetişti ve kıldı sayılır. Kezâlik,
ikindinin bir rekâtını güneş batmadan kılabildiyse, üç rekâtını güneş
kavuştuktan sonrada kılsa yine ikindiye yetişti sayılır. Filhakika aynı manâda
hadîsler de vardır. Beyhaki (384 —458) sabah namazı hakkında şu hadîsi rivayet
-eder:
«Kim güneş doğmadan
sabah namazının bir rekâtına yetişir; doğduktan sonra da bir rekât kılarsa,
muhakkak o namaza yetişmiştir.» «Bir rivayette :
«Kim güneş doğmadan
sabah namazının bir rekâtına yetişirse ona bir rekât daha eklesin»
buyrulmuştur. İkindi hakkında dahi Ebû Hüreyre (R. A.)'den şu hadîs-i şerîf
rivayet eder:
«Kim güneş kavuşmazdan
önce ikindiden bir rekât kılar da sonra kalanını güneş battıktan sonra kılarsa
ikindiyi
ksçirmamiş olur.»
Hanefîîer'e göre ikindi hakkında hüküm bu ise de sabah namazında öyle değildir.
Bir kimse namazını kılarken güneş doğarsa anlara göre namaz fasid olur.
Rekâttan maksad :
Rukûu-ile sücûdu ile, farzları ile vâcibleri ile tam olarak rekâttır.
Hadîslerin zahirine göre kılınan hepsi edadır. Zira vakit çıktıktan sonra
kılmanın hükmü de Allah'ın bir lütuf ve ihsanı olarak edadır. Sonra bu
hadîslerin mefhum-u muhalifini alırsak, bir 'rekâttan daha azını yetişenin o
namaza yetişmiş sayılmaması icap eder.[424]
173/133- «Müslim'de
Âîşe radiyaîlahü anhâ'dan bunun gibi bir rivayet vardır: (Yalnız) rekât yerine
secde demiş; sonra: «Secde rekâtin tâ kendisidir» buyurmuştur.»
Hadîs-İ şerifin son
kısmı secdeden hakikat manâsının anlaşılmasına mani olmuşdur. Bu tefsir
Resûlüllah (S.A.V.)'in sözü de oİa-bilir;. râvinin de:
Eğer Resûiüflah
(S.A.V.)'in sözü ise mes'elede işkâl yoktur. Râvinin sözü yine makbuldür. Çünkü
râvi rivayet ettiği sözü herkesten iyi bilir. Hattâbi (— 388): «Secdeden murad:
Rükûu ile secdesi ile bir rek'âttır. Çünkü rek'ât ancak secdesiyle tamam olur.
Bu sebebten ona secde de denilir.» demiştir.
Secde; lâfzı hakiki
manâsında kullanılmış olsa o zaman secdelerinden birinde bir rek'âta erişen
kimsenin namaza- yetişmiş olması icap eder. Halbuki şâir hadîslerden
anlaşılıyor ki, secde hakikî manâsında kullanılmamış; rek'ât manâsında
kullanılmıştır. Binâenaleyh (Secde) rivayeti de rek'ât manâsına hamledilir. Bu
suretle :
«Kim bir rek'âte
yetişirse...» hadîsi muarazadan kurtulmuş olur: Maamafih «kim bir secdeye
yetişirse» tâbirinden hakikî secdenin kasdedilmiş olması ihtimali yine
bakidir. Ve Cenab-ı Hakkın sırf bir lütfü keremi olarak bir secdeye yetişen o
rek'âte yetişmiş olabilir. Bu takdirde Resûiüitah (S.A.V.): «Kim bir rek'âte
yetişirse, o namaza yetişmiştir»; hadîsi secdeye yetişenin de ayni hükümde
olduğunu Cenab-ı Allah henüz kendisine bildirmeden haber vermiş olur. «Secde
rek'âtin ta kendisidir» sözü yukarda söylediğimiz gibi râvinin de olabilir.
Râvinin sözü ise alelıtlak hüccet değildir. (Râvinin tefsiri ön plânda
tutulur) demeleri bir kaide değil, çok kullanılan bir sözdür. Aksi takdirde :
«Nice tebliğ edilen
vardır ki, işitenden daha belleyişlidir». Bir rivayette: «Nice tebliğ edilen
vardır ki, işitenden daha fakihtir» hadîsi selef-i salihinden sonra onlardan
daha fakih zevatın geleceğini bildirmektedir.
Hadîs-i şerifimizin
zahiri, ikindi ile sabah namazlarının birer rek'-âtine yetişen kimsenin
namazının güneş batmakla ve doğmakla mekruh olmayacağına da delâlet ediyor. Bu
iki vakit aslî kerahet vakitle-rindendir. Bunlardan namaz kılmayı, cenaze
defnetmeyi Resûlüîlah (S.A.V.) nehyetmiştir. Maamafih mes'ele mezhep imamları
arasında ihtilaflıdır. Nafile namazların kümamıyacağı aşağıdaki hadîsden anlaşılmaktadır.[425]
175/134- «Ebû
Saîd-î Hudrî radiyallahü anh'den rivayet edilmiş. Demiştir ki: Resûiüliah (S.A.V.)'i
„ «sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar namaz yoktur; ikindiden sonra
da güneş kavuşuncaya kadar namaz yoktur;» derken işittim.»[426]
Bu hadîs Müttefekun
Aleyh'tir. Müslim'in lâfzı şöyledir.[427]
175/134-
«Müslim'in
Ukbe b. Âmîr[428] radiyaMuhü anh'den
(Rivayetinde şöyle deniliyor) üç saat vardır ki, Resûiüliah (S.A.V.) bizi
onlarda namaz kılmaktan ve Ölülerimizi gömmekten nehyediyordu: Güneş doğup
çıktıktan, yükselinceye kadar; öğleyin güneş semâda dikilip yanlayıncaya
kadar; ve güneş kavuşmak îçîn meylettiği zaman.»[429]
Sabah namazından sonra
namaz yoktur.
Burada kılınması yasak
edilen namaz nafile namazıdır. Hadîs-i şe-rîfde geçen (sabahtan sonra,
ikindiden sonra) tâbirleri vakitlere de, o vakitlerde kılınan namazlara da
ihtimâlli ise de Müslim'in rivayeti ihtimâli kaldırarak maksadı tayin
etmiştir. Biz de buna istinaden tercümede «sabah namazından sonra» tâbirini
kullandık. Zaten fecir doğduktan sonra" nafile olarak yalnız sabah
namazının sünneti meşru olmuştur. İkindinin vakti "girince ise farzı
kılınmadıkça nafile kı!mak mubahtır. Hadîsteki (nehiy) namazın meşru oluşunu nefiydir ki, yasak manâsındadır.
Yasak manâsını ifade eden nehiy de asıl ise tahrim ifade etmektir. Binâenaleyh
hadîs şu iki vakitte nafile kılmanın mutlak surette yasak olduğuna delâlet
eder. Bazıları tahiyyei mescid gibi se-bebli nafileler caizdir; sebebsiz
olanlar caiz değildir; derler. Vakıa Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in evinde ikindi
namazından sonra daima iki rek'ât nafile kıldığını beyân eden bir hadîs vardır.
Bu hadîsi Buhâri Hazreti Mşa (R, Anhâ)'da,n şu lâfızlarla rivayet eder:
«Benim yanımda
ikindiden sonra iki rek'âtı asla bırakmadı,» Bir rivayette:
«Bu iki rek'âti gizli
veya aşikâre bırakmazdı» deniliyor ise de buna şu tarzda cevap verilmiştir.
Bunları o kılmadığı bir öğle sünnetini kaza için kılmıştır. Bir daha da
bırakmamıştır.. Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bir şeyi yaptı mı onu isbat eder;
bırakmazdı. Binâenaleyh bu fiil kerahat vaktinde kaza namazının caiz olduğuna
delildir. Sonra kerahat zamanında nafile kılmak Hazreti Peygamber'in
hasai-sindendir. Nitekim Ebû Dâvuffun (202—275) rivayet ettiği Hazreti Âİşe
hadîsi buna delildir. «Hazretî Âîşe hadîsi şudur:
«Resûlüllah (S.A.V.)
ikindiden sonra namaz kılar başkalarına yasak ederdi. Kendisi visal orucu
tutar, başkalarını visalden men ederdi.» Bazıları Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in
bu ikindiden sonraki nafilesine bakarak ikindi üe sabah namazlarından sonra
nafile kılmak mekruh değildir, demişler; ve Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in sabah
namazından sonra sabahın sünnetini kılan birini görerek takrir buyuıtnası ile
dahi istidlal etmişler ise de doğrusu bu iki vakitte nafile namazların meşru
olmamasıdır. Nitekim nafile namazlar aşağıdaki hadîsde bildirilen üç vakitte
de kılınamazlar.
Bu hadîsde güneş
nekadar yükseldikten sonra kerahatin kalkacağı beyân edilmemiş, fakat Amr b.
Abse'den rivayet edilen şu hadîsde beyân olunmuştur:
«Bir veya iki mızrak
miktarı yükselinceye kadar» Amr b. Abse hadîsini Ebû Dâvud (202 — 275) ile
Nesâî (215 — 303) tahrîc etmişlerdir. Hadîsimizde geçen:
Yerine İbni Absc
hadîsinde :
- 235 «Tâ mızrakla
gölgesi bir oluncaya kadar» cümlesi vardır.
- Bu hadîsde
zikredilen üç vakit yukarda zikri geçen iki vakite katılınca kerahat vakitleri
beş olur. Yalnız üç. vakitte hem namaz kılmak, hem cenaze defnetmek mekruhtur.
İki vakitte ise, yalnız namaz kılmak mekruhtur. Üç vakit hakkında nehy namazın
farz ve nafile kısımlarına âmm ve şâmildir. Nehyin aslı tahrim için olduğuna
göre mezkûr vakitlerde namaz kılmak, cenaze defnetmek haram olmak icab ederse
de :
«Kim namazını kılmadan
uyur kalırsa...» hadîsi farz namazı bu hükümden çıkarmıştır. Çünkü bu hadîsde ;
«O namazın vakti
hatırına geldiği zamandır» buyurulmak-tadır. Şu halde hangi vakitte hâtıra
gelirse veya uyanırsa onu kılabilir. Keza yukarda 'geçen ikindi ve sabah
hadîsleri de bu mekruh vakitlerde o günün farzının haram olmadığına delâlet
etmektedirler. Binâenaleyh bu üç vakitte namaz hakkında varid olan nehy
farzlara değil, sadece nafilelere mahsustur.
Bazıları: «Hayır hem
nafileye, hem de farza âmm ve şâmildir» derler. Ve Resûlüllah (S.A.V.)'in
vadide uyuyarak sabah namazına kalka-maması hâdisesi ile istidlal ediyorlar.
Filhakika Resulü Ekrem (S.A.V.) uyumuş kalmış idi. Uyandığı zaman ise kerahat
vakti girmişti. Binâenaleyh namazı o anda kılmayıp, kerahat vakti geçinceye
kadar bekle-,diler. Eğer farz İçin kerahat vakti olmasa, Resulü Ekrem kılardı.
Cuma günü zeval
vaktinin bu üç vakitten tahsis edilerek, o vakitte nafile kılmasının caiz
olduğuna aşağıdaki hadîs delâlet eder.[430]
175/134- İkinci
hüküm Şafiî tarafından, zâif bir senetle gelen Ebû Hüreyre hadîsinden
alınmıştır. Bu hadîste: «Ancak Cuma günü müstesna» cümlesini ziyâde etmiştir.
Buradaki ikinci
hükümden murad: Zeval vakti namazdan nehyet-mektir. Birinci hüküm güneş
doğarken namazdan nehyetmektir. Bu nehylere hüküm demekte Musannif müsamaha
göstermiştir. Yoksa hüküm üç vakitte de birdir ve namazdan nehydir. Şu halde
bu ikincisi hüküm değil, hükmün mahallerinden biridir. Musannifin burada ikinci
hüküm diye izah ettiği üç vakitte namaz kılma mes'elesi Ukbe hadîsinde birinci
hükümdür. Zira orada ikinci hüküm cenazeleri defnetmekten nehy mes'elesidir.
Cuma gününün istisnası da üç vakte şâmil değildir. Bu ittifâkidir. İhtilâf
yalnız Cuma gününün zeval saatindedir.
Hazreti Ebû
Hüreyre'den zâîf senetle rivayet edilen hadîsi Beyhakî (384 — 458) (El -
Ma'rife'&e) Ebû Saîd ile Ebû Hüreyre'den şu lâfızlarla tahrîc etmiştir.
Resûlüllah (S.A.v.)
«Günün yarısında namaz kılmaktan nehyederdi. Yalnız Cuma günü müstesna.»
Beyhdkî diyor ki: Bu hadîsin zaîf olması râvileri arasında İbrahim b. Yahya ile
tshak b. Abdullah b. Ebî Ferve bulunduUundandır. Bunların ikisi de zaîftir.
Lâkin aşağıdaki hadîs buna şahittir.[431]
175/134- «Keza
Ebû Dâvud'da. dahi Ebû Katâde'den bu
hadîsin benzeri vardır. Ebû Dâvud'dakinm lâfzı şudur:
«Peygamber (S.A.V.)
günün yarısında namaz kılmayı kerih gördü. Yalnız Cuma günü müstesna.. Buyurdu
ki: «Muhakkak Cehennem Cuma gününden maada (her gün) kızdırılır.» Dâvud (202 —
275) : «Bu hadîs mürseldir. Râvileri arasında Leys b. Ebî Süleym bulunuyor. Bu
adam zaîftir. Şukadar var ki,, bu hadîs-i §e-rîfi Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'in fiili te'yit ediyor.
Çünkü Cuma günü, günün yansında namaz kılarlardı. Bir de Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) Cumaya erken gitmeye; hatip minbere çıkmadıkça namaz kılmayı teşvik
«der; bu bâbda hiçbir tahsis ve istisna yapmazdı» diyor.
Nehy hadîsleri namaz
kılınabilecek her yer hakkında âmm ve şâmil ise de aşağıdaki hadîs onları
Mekkeî Mükerreme ile tahsis etmiştir.[432]
175/135-
Cübeyr b. Mut'im[433]
radiydtlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallaUahü aleyhi ve sellem :
— Ey Abdi Menaf
oğullan! Bu beyti gecenin veya gündüzün hangi saatjnde dilerse tavaf edecek
veya namaz kılacak hiçbir kimseye men'etmeyin; buyurdu.»[434]
Bu hadîsi Beşler
rivayet etmiş, Tİrmizî ile İbni Hibbân sahîhlemişlerdir.
Hadîs-i şerifi yine
Hazreti Cübeyr'den: Dâre Kutnî (306 — 385), ibniHuzeyme (223-311)/ Hâkim
(321-405), İmam-ı Şafiî (150—204) "ve îma/m-% Ahmed b. Haribel (164—241)
tahrîc etmişlerdir. Dâre Kutnî İbnl Ab'bas'ın rivayetini almıştır. Daha başka
tahrîc edenler de vardır.
Hadîs-i şerîf gece ile
gündüzün hangi saatinde olursa olsun Kâbe-i Muazzama'yı tavaf ile orada namaz
kılmanın mekruh olmadığına delâlet ediyor. Bu hadîs yukarda geçenlere
muarızdır.. Cumhur-u Ulemâ İterahet tarafını tercih ederek, nehy hadîsleri ile
amel etmişlerdir. Bir de bu hadisler Btiharî ile Müslim'de sair sahîh hadîs
kitaplarında mevcuttur. Bu kitaplar ise elbette diğerlerine müreccahtır.
İmam Şafiî (150 — 2Q4)
ile diğer bazı ulemâ bu hadîsle amel ederler. Derler ki; nehy hadîsleri zaten
tahsis edilmiştir. Varsın bir de bununla tahsis ediliversin. Mekke'de hangi saatte
olursa olsun, nafile kılinak mekruh değildir. Hem bu iki rek'ât tavaf namazına mahsus
değil, her türlü nafileye âmm ve şâmildir. Çünkü bu bâbda ibni Sibbân'tn (—354)
rivayet ettiği şu hadîs vardır:
«Ey Abdülmuttalip
oğullan! Eğer elinizden birşey geliyorsa sakın sizden birinizin Beyt-i Şerîf
yanında gece ile gündüzün herhangi bir saatinde namaz kılan bir kimseyi
menederdiğini duymayayım.»
«En - Necmü'l -
Vehhâc» adlı eserde şöyle deniliyor : «Kerahat vakitlerinde mescid-i Haram'da
nafile kılmak caizdir dersek acaba bu cevaz sade Mescid-i Haram'mı mahsustur,
yoksa Mekke'nin bütün evlerinde de caiz midir? Burada iki vecih vardır.
Doğrusu: Mekke'nin bütün evlerine âmm ve şâmil olmasıdır.»[435]
180/136- «Ibnt
Ömer TadiyaUaü anhümâ'dan Peygamber (S.A.V.)'-in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: «Şafak kızıllıktır».[436]
Bu hadîsi Dâre Kutnt
rivayet .etmiş; îbni Huzeyme sahîhlemiştir. Başkaları ise onu Ibnî Ömer'e
mevkuf saymışlardır. Hadîs-i şerifin tamamı şöyledir:
«Şafak kayboldu mu
namaz yâcib olur.» İbni Huzeyme (223 — 311) bu hadîsi Sahihinde İbni Ömer'den
merfu olarak tahrîc etmiştir. Hadis şudur:
«Akşam namazının vakti
şafağın kızıllığı gidinceye kadardır.» Beyhald (384 —458) : 8u hadîs Hazreti
Ali (R. A.)'den, Ömer <R. A.)'den İbni Abbas (R. A.)'dan, Ubâde b. Samld (R.
A-İ'den, Şeddâd b. Evs (R. A.)'den ve Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir. Fakat
bu rivayetlerin hiç biri sahîh değildir» diyor. Maamafih buradaki bahis lugâta
aittir. Lugât babında ehli lugâta müracaat olunur. Ibnî Ömer (R. A.): Ehl-i
lugâttan ve hâlis araplardandır. Binâenaleyh hadîs mevkuf da olsa onun sözü
hüccettir. Kâmus'da. «Şafak: UfvJcda güneş battıktan sonra, yatsıya kadar veya
yatsıya yakın, yahut gecenin koyu karanlığına yakın devam eden kızıllıktır»
der. İmam-t Şafiî'nin. {150 — 204) yeni mezhebine göre akşam namazının vakti
güneş battıktan sonra temizlenerek avret mahallini örtecek, ezan ve ikâmet
ederek beş rek'âfc namaz kılacak kadar zamandır. Delili, Cibril hadîsidir. Bu
hadîse göre Cibril Aleyhisselâm akşam namazını her, iki gün de de aynı vakitte
kıldırmıştır ki, bu vakit güneşbattıktan hemen sonrasidır. Eğer akşam için uzun
vakit olsa, Cibril Aleyhisselâm ikinci gün namazı o vakte bırakırdı.
îmam^ı Şafiî'ye:
«Cibril hadîsi Mekke'de namaz ilk farz olduğu zaman geçmiştir. Halbuki akşam
namazının son vaktinin şafak olacağını tayin eden hadîsler ondan çok sonra
Medine'de kavlen ve fiilen vaki olmuşlardır. Binâenaleyh tercihen hüküm onlara
göre verilir. Hem bu hadîsler isnad nokta-i nazarından Cibril hadîsinden daha
sahihtirler» diye cevap'verilir. Vakıa Medine'deki hadîsler hem kavlî, hem
fiilidir;, hadîs-i Cibril ise yalnız fiilidir.» diyerek cevap vermek isteyenler
olmuşsa da bu cevap doğru değildir. Çünkü Cibril hadîsi de hem fiili, hem
kavlidir. Hazret! Cibril Fahri Kâinat (S.A.V.) Efendimize beş vaMt namazı
kıldırıp bitirdikten sonra:
«Şu iki vaktin arası
sana da ümmetine de namaz vaktidir»
buyurmuştur. Evet
Cibril hadîsinde akşam ile yatsı arasında bir ara yok. Bu da akşamın vaktine
nazaran fiildir. Binâenaleyh Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in kavli hadîsleri bu fiili
hadîse tercih olunur.
Zira kavi fiil tearuz
ederse, kavil tercih olunur denilebilirse de burada esasen tearuz yoktur. Çünkü
buradaki kavlî hadîsler akşam namazı için sırf Allah'ın bir lütfü olmak üzere
vakit ziyâde edildiğini anlatmaktadırlar.
îmam-ı Şafiî'nin eski
mezhebine göre akşam namazının iki vakti vardır. Biri yukarda söylenendir.
Diğeri şafak kayboluncaya kadar devam eder. Bu ikinciyi Şafiîyye ulemâsından
îbni Buzeyme (223 —311) Hattâbî (— 388) ve Beyhakî (384 — 458) gibi imamlar
sa-hîhlemiglerdir. Nevevî (631 — 676) «El-Mühezzeb şerhinde akşam namazı
vaktinin şafak zamanına kadar uzadığını bildiren delilleri zikretmiştir. Bu
bâbdaki hadîsler sahîh olduğundan mûçebince amel lâzım gelir. Musannif bu
hadîsi tertip itibarı ile ilk hadîsten sonra zikretse daha iyi olurdu.[437]
181/137- «İbni
Abbas radiyallahü anhümâ'dan rivâvet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüüah
sallallahü aleyhi ve sellem:
— Tan yeri iki
tanedir. Biri (oruçluya), yemeği haram kılan ve içersine namaz vakti girendir.
Diğeri de içersinde namaz, yani sabah namazı haram olup, yemek helâl olandır;
buyurdular.»[438]
Bu hadîsi Ibnî Huzeyme
ile Hâkim rivayet etmiş ve sahîhlemişlerdir.Hadîs-i şerîfde :
«Yani sabah namazı»
diye yapılan açıklama o vakitte mutlak olarak namazın haram olduğu sanılmasın
diyedir. Bunun Resûlüllah (S.A.V.)'in sözü olması kuvvetle muhtemel olduğu gibi
râvinin sözü olmak İhtimali de vardır.
Fecir kelimesi lügatte
iki vakit arasında müşterek olduğundan ve bazı vakit bildiren hadîslerde mutlak
olarak: Sabah namazının evvel vakti fecirdir, denildiğinden, Resûlüllah
(S.A.V.) bu kelimenin manâsını beyân etmiş; fecirden muradın açık alâmeti tan
y£ri olduğunu aşağıdaki hadîsde açıklamıştır.[439]
181/137- «Hâkim'in
Câbîr'den rivayet ettiği hadîsde bunun benzeri vardır. Ve yemeği haram kılan
fecir hakkında bunun «ufukda UZa-yip gittiği;» diğer fecir hakkında-ise «kurdun
kuyruğu gibi Oİ-düğü» cümlelerini ziyâde etmiştir.
Hâkim mevzu bahs
hadîsi «El-Mustedrek» inde şu lâfızlarla rivayet eder:
«Tan yeri iki tanedir.
Kurdun kuyruğu gibi o|an tan ye* ri namazı helâl kılmaz, yemeği helâl kılar.
Ufukta uzayıp giden tanyeri ise, namazı helâl; yemeği haram kılar!»
«BuharVnin {194 — 256)
rivayetinde Resûlüllah (S.A.V.J'in sağa,, sola elini uzatarak tarif ettiği
zikrolunur. Kurd kuyruğuna benziyen tanyerine eskiden fecr-i kâzip; diğerine
fecr-i sâdık denilirdi. Fecri kâzip direk gibi gökyüzüne yükselir, ikisinin
arasında biraz vakit vardır. Evvelâ fecr-i kâzip görünür, biraz sonra da açık
olmak üzere ikincisi görülür. İşte sabah namazının ilk vakti budur. Son vakti
işe güneş doğmaya biraz kalıncaya kadardır. Her vaktin evveli ve sonu olduğuna
göre, ResûIiiÜah (S.A.V.) bunlardan hangisinin efdâl olduğunu aşağıdaki
hadîsde beyân buyurmuştur.[440]
183/138- «İbnî
Mes'ud radiygMahü anh'den rivayet
edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah saüalîahü aleyhi ve sellem:
— Amellerin en
faziletlisi namazı vaktinin evvelinde kılmaktır; buyurdular.»[441]
Bu hadîsi, Tirmizî ile
Hâkim rivayet etmişler ve sahihle misler dnv Aslı Bulıâr'% ile
Müslim'dedir.»şerifin Buhâri'deki metni şudur:
«İbni Mes'ud diyor ki:
Resûlüllah (S.A.V.)'e amellerin hangisi Allah'a daha makbuldür diye sordum.
(Vaktinde namaz) buyurdular. Görülüyor ki Buhâri'nin rivayetinde «ilk» lâfzı
yoktur.
Yukardaki hadis,
namazı vaktinin evvelinde kılmanın efdâl olduğuna delâlet ettiği gibi böyle
kılınan namazın bütün amellerden efdâl olacağını da göstermektedir. Şu halde
zahiren :
Amellerin en
faziletlisi Allah'a imandır» hadîsi ile mua-rasa ediyorsa da hakikatte
aralarında nıuaraza yoktur. Çünkü İbnî Mes'ud ha-dîsindeki amellerden murad
imandan gayri amellerdir. Haz-reti îbni Mes'ud iman ehli olanların amsllerini
sormuştu. Cevap da ona göre verilmiştir. İbni Dakiîkîl-îd (625 — 702) diyor ki:
«Burada yani İbni Mas'ûd hadîsindeki'ameller bedenî amellere hamlolunmuştur. Binâenaleyh
kalbin amellerine şâmil değildir. Ve Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği şu hadîsle
muaraza etmez;
«Amellerin en
faziletlisi Allah-ü Azze ve
Celle'ye iman etmektir».
Lâkin iyiliklere dair
başka bir takım hadîsler varid olmuştur ki, bunlar da amellerin efdâli olmakla
vasıflandırılmışlardır. îşte bahsimizin hadîsiyle zahiren muaraza halinde olan
hadîsler asıl onlardır. Maamafih buna da cevap verilmiştir. Denilmiştir ki:
Resûlüllah (S.A.V.) muhatabına göre konuşur; onun istifade edeceği rağbet göstereceği
en lâyık şekil ne ise o suretle idare-i kelâm ederdi. Meselâ : Cesur bir merd
için' amellerin en faziletlisi cihaddır. Böyle bir adama cihaddan bahsetmek onu
ibadete sevketmekten efdâldir. Zengin bir adam için amellerin en hayırlısı
sadak vermektir! Burada da öğle olmuş ve muhatabına en lâyık olanı haber
vermiştir. Yahut ibarede kelimesi
mukadderdir. Bu takdirde de mânâ şöyle olur: «Amellerin en faziletlilerinden
biri de namazı vaktinin evvelinde kılmaktır» yahut da ismi tafdil olan (efdâlü)
kelimesinden üstünlük ve derece mânâsı kasdedil-memiştir. Bu takdirde de mânâ
şöyle olur : «Amellerin faziletlisi namazı ilk vaktinde kılmaktır.» Buna da
«Ümmetime meşakkat vermem olmşşa, yatsıyı geciktirirdim» hadîsi ile ve keza
sabah namazı hakkında vârid olan aydınlık zamanına geciktirme; öğle hakkındaki
serinliğe bırakma hadîsleri ileri sürülerek itirazda bulunulmuştur. Cevabı
şudur: Bu hadîs evvel vaktin umumunu tahsis etmiştir. Usül-ü Fıkıh ilmine göre
âmm ile hâss arasında muaraza yoktur.
Bir de şöyle itira-z
ediyorlar. Diyorlar ki: «Vaktin evvelinde» rivayetini yalnız başına Ali b. Hafs
yapmıştır. Hadîsin diğer râvileri-nin hepsi onu (evvel) kaydını zikretmeden
rivayet etmişlerdir.
Neden bunca râvinin
rivayetini bırakıp da bir kişinin rivayeti ile amel edelim? Bunun rivayet
yönünden cevabı şudur: «Râvi doğru söyledikten ve mutemet olduktan sonra
yalnız başına da rivayet etse, onun teferrüdü hadîse hiçbir zarar vermez.
Nitekim Ali b. Hafs da böyledir. Ve Müslim'in ricalindendir. Bu rivayetini de
hadîs imamlarından Tirmizî (200 — 279), Hâkim (321 — 405) sahîhlemiş, îbnü
Huzeyme (223 — 311) onu Sahihinde tahrîc eylemiştir.
Dirayet yönünden cevabına
gelince, sözü vaktin evvelinde olmayı ifade eder. Çünkü kelimesi, isti'lâ
içindir. Ve bütün,
vakti kaplamayı iktizâ
eder.Rivayeti de öyledir. Zira vakit girmeden namaz caiz olmıyacağma göre,
bundan murad :
Yani «vaktinin çoğunu
karşılamanız için» demektir. Bu ise namazın vakti girer girmez kılmakla olur.
Resûliillah (S.A.V.)'in âdeti daima namazı vaktinin evvelinde kılmaktı. Evveli
efdâl olmasa kılmazdı. Çünkü, Hazreti Fahr-i Kâinat daima evlâ olanı yapardı.
Bu bâbda Ebû Davud'un (202 — 275) rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfde:
Geciktirmeye gelmeyen üç ,şey vardır...» deniliyor ve vakti geldiği zaman
namaz kılmakta bunlardan biri olarak gösteriliyor. Bundan maksad efdâl olduğunu
anlatmaktır. Yoksa vakit geldikte namazı biraz geciktirmek caizdir. Aşağıdaki
hadîs,, dahi vaktin evvelinde kılmanın efdâl olduğuna delâlet eder.[442]
184/139-
«Mahzûre[443]’den rivayet
edilmiştir kî: Peygamber şallallahü
aleyhi ve sellem :
— Vaktîh evveli,
Allah'ın rıdvanı, ortası, Allah'ın' rahmeti, sonu Allah'ın afvıdır;
buyurmuştur.»[444]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
pek zaîf bir senetle tahrîc etmiştir.
Hadîs-i şerifte
vakitlerin evvel, orta ve son diye taksimi farz na-' mazlara nisbetledir. Şu
halde mânâ: Farz namazı vaktinin cvvcÜnde kılana Allah'ın1 rıdvanı, ortasında
kılana rahmeti hasıl olur demektir. Ve şüphesiz ki rıdvanının mertebesi
rahmetten daha büyüktür. Sonunda kılana da Allah'ın afvı hasıl olur. Fakat
unutmamalı ki afv suç üzerine terettüp eder. Demek ki, sona bırakmak ne de
olsa bir suçtur.
Senedinin ,zaîf ligi:
Kavisinin Yakub b. El-Velîd olmasındandır. îmam-ı Ahmed b. Haribel (164 — 241)
: Bu adam büyük yalancılardandı» diyor,; Onu îbni Mam(— 233) de yalancı
saymış; Nesâl (215 — 303) terk etmiştir. îbni Hibbân (— 354) hadîs vaz1
edenlerden addetmiştir. Bazıları isnadında îbrahim b. Zekeriyya el -Beceti yardır.
Bu adam müttehemdir diyorlar. Bundan dolayı Musannif merhum zaîf İn yanına
bir.de cidden lâfzını katarak senedinin zaîf ligini te'kid etmiştir. Aşağıdaki
hadîs "buna şahiddir denilemez.[445]
184/139- «Tirmizî'nin
İbni Ömer'den rivayetinde bu hadîsin benzeri vardır. Yalnız evsâtı yoktur.» Bu
da zaîf tir.
Yani yukardaki hadîsin
benzerini Tirmizî İbnİ Ömer'den rivâye-ten tahrîc etmiştir. Yalnız onun
rivayetinde vaktin evveli İle sonu zikredilmiştir. Ortası zikredilmemiştir. Bu
hadîsin zaîf olmasına sebeb yine Kavileri arasında yukarda zikri geçen Yakup b.
El - Velİd'in bulunmasıdır. Bu hadîsin yukarıkine şahid olmaması her. ikisinde
de hadîs imamlarının «yalancıdır» dedikleri adam bulunmasindandır. Binâenaleyh
bu hadîslerden ne şahid olur, ne de Meşhûdün-Leh.
Bu bâbda, Gâbir, Enes
ve İbni Abbas hazaratından da rivayetler v&rsa da hepsi zaîftir. Hazreti
Ali (R. A J'dan dahi ayni mânâda bir hadîsi Musa b. Muhammcd-,- Ali b.
HUsci/iıı'dvn, ila babasından, o da dedesinden o-da Hazreti Ali.fft. AJthu
işitmiş olmak u/.ı/rr rivayet etmiştir. Bu hadîs hakkında Beyhakî (384 —458) :
«isnadı zannederim bu bâbda en sahih olan bir şeydir;» demiştir. Halbuki hadîs
malûldür.
Çünkü mahfuz olan, bu
hadîsi Musa'nın Cafer bin Muhammenden o da babasından mevkuf olarak
rivayetidir. Hâkim (321 — 405): «Bu hususta Peygamber (S.A.V.)'den veya sahabeden
sahîh olarak gelen bir hadîs bilmiyorum. Olan rivayet, yalnız Cafer b.
Mııhammed'den, o da babasından msvkufendir;» diyor. Maamafih bu mevkuf sahîh
ise, yine de merfu hükmündedir. Çünkü fezâil hakkında kendi re'yi ile bir şey
söylemek mümkün değildir. Mes'ele ihtimallidir. Bilfarz hadîsler sahîh olmasa
bile Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in namazına vaktin evvelinde devam etmiş elması ve
yukarda arzettiğimia şahidler bu işin hsr halde efdâl olduğuna delâlet eder.[446]
136/110-
«Ibni
Ömer radiyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir ki, Resûlüüah sallallahü aleyhi ve
sellem :
— Fecirden sonra iki
secdeden başka namaz yoktur» buyurmuşlardır.»[447]
Bu hadîsi, Nesâl
müstesna, Beşler tahrîc etmişlerdir.Abdürrezzak?-m rivayetinde: «Fecir
doğduktan sonra iki rek'ât sabah namazından başka namazyoktur.» ziyâdesi
vardır.
Zaten hadîs-i şerîfde
geçen «iki secde» tâbirinden murad da sabah namazının iki rek'ât sünnetidir.
Bu hadîsi îmam-ı Ahmed b. Han-bel (164 — 241) ve Dâre Kutnî tahrîc etmişlerdir.
Tirmizî: Bu hadîs, gariptir. Kv.dâmc b. Musa'nın rivayetinden başka vecihle
maruf değildir» diyer.
Hadîs-i Ş3rîf mânâsı
itibarı ile fecir doğduktan sonra ve sabah namazının farzı kılınmazdan önce
sabah namazının iki rekât sünnetinden maada nafile kılmanın haram olduğuna
delâlet ediyor. Çünkü lâfzı her ne kadar nefi de olsa, mânâsı nehydir. Nehyin
aslı ise tahrim içindir. Fakat mc-s'ele ihtilaflıdır. Tirmizî : «Bütün ehl-i
ilim olanlar fecir doğduktan senra sabah namazının iki rek'ât sünnetinden
başka namaz kılmanın mekruh olduğunda ittifak ettiler» diyor. Musannif da:
TirmizV-nin icma iddiası acaiptir.-Çünkü bu mes'eledeki ihtilâf meşhurdur. Bunu
îbnü'l - Münzir (—236) ve başkaları hikâye etmişlerdir» der. Ha-san-ı Basri
(21—110) : «Kılmakta beis yoktur» demiştir. îmam-t Malik (93 — 179) dahi
geceleyin namazı kalmayana, sabahleyin kılmasında bir beis görmüyordu.
Bunun mislini Dâre
Kutnî Amr b. el-Âs hadîsinden rivayet etmiştir.»
Yani yukardaki
Abdürrezzak rivayeti ile Dâre KutnVnin rivayeti «fecirden sonra» tâbirinden ne
kasd edildiğini açıklamışlardır. Bununla kerahet vakitlerinin sayısı altıyı
buluyor. Bunların beşi yukarda geçmişti. Yalnız aşağıdaki hadîs altı kerahat
vaktinden biri olan ikindiye muarızdır.[448]
183/111- «Ümmü
Seleme radiyaîlahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Sallallahü aleyhi
ve sellem İkindiyi kıldı. Sonra benim evime girerek iki rek'ât daha kıldı.
Kendisine sordum: Buyurdular ki:
— öğleden sonraki iki
rek'âtı kılamamıştım da onları şimdi kıldım.» Sahabenin sözü : O halde biz de
kılamadığımız zaman onları kaza edelim mi dedim.
«Hayır! dedi.»[449]
Eu hadîsi. Ahmed
tahrîc etmiştir.
Hazretİ Ümmü Seleme
(R.Anhâ)'mn sormasından anteşjhyor ki, Resûlüllah (S.A.V.) ya bu iki rek'âtı
daha evvel onun yanında kılmamış; yahut Hazretİ Ümmü Seleme bunların nehy
edildiğini biliyormuş da hem nehy ettin, hem de niçin kendin kılıyorsun demek
istemiştir. RsEû'üÜah (S.A.V.) de bunun ikindiye mahsus olmadığını, öğlenin sonunda
kılsnın iki rek'âtın kazası olduğunu beyân buyurmuştur. Bunları kılmasına mâni
olan engelin «Abdül - Kays» kabilesinden bir takım adamlar olduğunu başka
rivayetlerden anlıyoruz. Hazretİ Ümmü Seleme işin hakikatini anlayınca bu sefer
bu kazaya merak etmiş ve biz de başımıza gelirse kaza edelim mi? diye sormuş ve
hayır cevabını almıştır!
Musannif merhum bu
hadîs hakkında burada bir şey dememiştir. Halbuki bunu- «Fethü'l - Bârı» de
zikrettiği vakit: «Bu rivayet zaîftir; bundan hüccet olmaz» demiş. Fakat
zaafiyyetinİn vehcini anlatmamıştır. Burada dahi onun zaîf olduğunu söylemeli
idi. ,
Hadîs-i şerif yukarda
da geçtiği vecihle ikindiden sonra nama-z kazasının Resûlüllah (S.A.V.)'in
hasâisinden olduğuna delildir. Buna Ebfo Davud'un tahrîc ettiği Hazreti Âişe
hadîsi de delâlet ediyor, O hadîsde: «Resûlüiah (S.A.V.) ikindiden sonra namaz
kılar; başkalarını kılmaktan nehyedefdi. Vislâ orucu tutar, başkalarını
tutmaktan nehy-ederdb denilmektedir. Lâkin Beyhakî (384 — 458): «Resûlüllah'a
mahsus olan kaza değil, ikindiden sonraki iki rek'ât_ nafile idi» diyor. Şüphesiz
ki, Ümmü Seleme hazretlerinin şu hadîsi, BeyhakVnin sözünü reddediyor. Ve kaza
namazının da Resûlüllah (S.A.V.)'e mahsus olduğunu isbat ediyor.
Hazreti Âişe (R. Anhây
nmmanen naklettiğimiz yukardaki hadîsine Musannif aşağıdaki ifâdesi il eişaret
ediyor.[450]
188/141- «Ebû
Davud'un Âişe radiyallahü anhâ'dan rivayet ettiği hadîsde bu mânâdadır.»[451]
Ezan : Lûgatta;
bildirmek demektir.
Şer'an : Namaz vaktini
hususî bir takım lâfızlarla bildirmektir. Ezanın meşrûiyyeti hicretin birinci
yılında Medine'de vâkî olmuştur. Vakıa Mekke'de meşru oldu; diyenler de
bulunmuşsa da doğrusu budur. Meşru olmasına sebeb : İçlerinde Hazreti Ömer de
bulunmak üzere Sahaba-i kiramdan bir cemaatin rüyalarında gökten bir melek inerek
ezanın lâfızlarını öğretmesidir. Ezan, şeâir-i diniyye'dendir. Sıfatı: sünneti
müekkededir. Vâcib diyenler de vardır; Çünkü İmam-ı Muhammed (135 — 189); «Bir
belde ahâlisi ezan ile ikameti terk etseler bunlarla harp olunur» demiştir.
Harp ancak vacip terk edildiği zaman meşru olur.[452]
190/142- «Abdullah
b. Zeyd[453] b. Abdi Rabbih radıyallahü
a«Vden rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Ben uyurken benî bir adam dolaştırdı.
Ve dedi ki: «Allahüekber, Allahüekber» dersin. Ve tekbiri dörtîemek suretiyle
ezanı (sonuna kadar) terci'siz olarak anlattı .İkâmeti : müstesna, tek tek
zikretti. Abdullah diyor ki: Sabahladığım zaman Resûlüllah (S.A.V.)'e geldim:
— Bu hakikaten hak
rüyadır; buyurdu.»[454]
Bu hadîsi, Ahmed ile
Ebû Dâvud tahrîc etmiş; Tirmızî ile Ibnı Huzeyme sahîhlemişlerdir.
«Bilâl, bana
Resûlüllah (S.A.V.) «sakın namazın hiç bir yerinde tesvib yapma, yalnız sabah
namazı müstesna;» buyurdular.
Rivayete göre
yukardaki hadîsin bir sebebi vardır ki şudur: «Müslümanlar çoğalınca
aralarında namaz vakitlerini bildirecek bir şey düşünmeye başladılar. Bazıları
«çan çalalım» dediler. Resûlüllah (S.A.V.) «Bu hıristiyanlanndir» buyurdu. Bir
takımları boru çalalım dediler. Bunun için de Resûlüllah (S.A.V.) : «O da
yahudîlerindir» dedi. Ateş yakalım, diyenler oldu. Hazreti Peygamber (S.A.V.):
«O da mecûsîlerindir» buyurdular.\ Ve böylece dağılıp evlerine gittiler. Bunun
üzerine AbduUah b. Zeyd bir rüya gördü ve Peygamberimize gelerek anlattı. Ebu
Davud'un (202 — 275) £fü»e»'inde bu hadîs şu lâfızlardır:
«Ben uyurken beni bîr
adam dolaştırdı; elinde bir çan taşıyordu. Kendisine: Bu çanı satafmısın yâ
Abdullah dedim. Ne yapacaksın onu dedi. Onunla namaza davet edeceğiz, dedim.
Ben sana bundan daha hayırlı bir şey göstereyim mi; dedi. Hay hay dedim: dersin,
ilâ âhir...» dedi.
Hadîs-i şerîfde geçen
tcrcî'in mânası : Şchadetleri dönüp tekrar söylemektir. Müslim Şerhinde:
«Terci, iki şehadeti evvelâ yavaş söyledikten sonra dönüp tekrar yüksek sesle
söylemektir» der.
Aşağıda dördüncü
hadîsde gelecektir. Bu hadîse göre ikamet'te den maada tekrar yoktur. Hadîs-i
şerif, uzakta olanları namaza davet için ezanın meşru olduğuna delildir.
Resûlüllah (S.A.V.) müsîümanları camiye toplayacak bir şeyi çok düşünüyordu.
İşte ezan kendisini bu bâbda üzülmekten kurtardı. Ezan namaz vaktinin girdiğini
de bildirir. Ulemâ ezan okumanın vâcib olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Delilleri gelecektir. Ezanın şeâiri diniyeden olduğundan şüphe yoktur.
Lâfızlarının kaç olduğunda dahi ihtilâf edilmiştir. Bu hadîse göre ezanın
ihtidasında dört defa AMahüekber denilir. Bazı rivayetlere göre iki kere
denilir. Ulemânın ekserisi dört tekbir ifâde eden rivayetle amel etmişlerdir.
Çünkü bu rivayet meşhurdur ve âdil bir ravînin ziyâde-sidir ki, böyle ziyâdeler
makbuldür. Yine bu hadîs tercîin meşru olmadığına delâlet eder. Bu da
ihtilaflıdır. Meşru değildir diyenler buradaki rivayetle amel ederler. Meşrudur
diyenler aşağıda gelecek Ebu Mahzûre hadîsi ile amel ederler. Hadîsin zahirine
bakılırsa ikametin başındaki tekbir bir defa söylenecekmiş zan olunur. Fakat
Cumhûr'a göre tekbir iki defa tekrarlanır ve ikişerden dört kere Allahü ekber
denilir. Bittabî bu da ihtilaflıdır. îki defa tekrarlanır diyenler de vardır.
Buharı (194—256)'nın rivayet ettiği bir hadîsde Resûlüllah (S.A.V.) Hazreti
Bilâî'e ezanı çift ikameti tek kelimeler halinde okumasını yalnız:yi çift
söylemesini emir buyurmuştur ki, aşağıda gelecektir. O hadisle istidlal ederek
bazıları : Ezanın kelimeleri ikişer, ikişer ikâmetin ise birer birer söylenecek
yalnız :
ikişer söylenecektir;
demişlerdir. Dört defa söylenecek diyenler buna şu yolda cevap verirler: Evet
bu hadîs de sahihtir. Lâkin ezanın başında dört defa denileceğini bildiren
rivayet şüphesiz ki daha kuvvetlidir ve âdil ravînin ziyâdesi makbuldür. Hem
dördün İçinde sizin dediğiniz iki de vardır. Binâenaleyh her iki rivayetle
amel edilmiş olur.
Aşağıda gelecek olan
«ezan çift okunur» hadîsi tekbirlerin dört söylenmiyeceğine delâlet etmez.
Ezan ve ikametin
sonundaki kelime-i tevhid bilittifak birer defa söylenir.
Ezan çift, ikamet tek
kelimeler halinde okunur diyenler buradaki hikmeti şöyle izah ederler: Ezan uzakta
otanları çağırmak içindir. Bundan dolayı tekrar onda meşru olmuştur. Sesi
yükseltmek, yüksek bir yere çıkmak müstehap olmuştur. Fakat ikamet öyle
değildir. O mevcut cemaata namazın hazır olduğunu bildirmektir. Binâenaleyh
tekrara hacet yoktur. Ve alçak sesle okunur :cümlesi ise ikametten maksad o
olduğu için tekrarlanır.[455]
190/142-
«Ahmed,
hadîsin sonuna Bilâl'ın sabah ezanında «namaz uykudan daha hayırlıdır»
demesinin hikâyesini ziyâde etmiştir.»
Buradaki hadîsden
murad, A-bdul!ah.b. Zeyd hadîsi olacaktır. Tir-mizî (200 — 279, İbni Mâcc (207
— 275) ve îmam-ı Ahmed Un Hanbel (164 — 241) Hazreti Bilâl (R. A.) hadîsini
Abdurrahman b. Bbi Leylâ (—83) dan şu lâfızlarla rivayet etmişlerdir:
«Bilâl, bana
Resûlüllah (S.A.v.) «sakın namazın hiç bir yerinde tesvib yapma, yalnız sabah
namazı müstesna;» buyurdular, dedi. Ancak bu hadîsde zaîf ravî olduğu gibi
inkita-'da vardır. Tesvib :
demektir. Ve iki defa
söylenir. Nitekim Ebû Davud'un
Sumeninde zikredilmiştir. Musannifin îham ettiği gibi:
ibaresi Abdullah b.
Zeyd hadîsinde mevcut değildir.
[456]
190/142- «Ibni
Huzeyme'nin Enes radıyallahü anh'â&n rivayetinde Enes (R. A.) sabah
ezanında müezzin dediği vakit: demek sünnettendir» demiştir:
Hadîsri şerifi îbnü's
- Seken (294 — 353) de sahîhlemiştir. Nesâî:
«Namaz uykudan daha
hayırlıdır, namaz uykudan daha hayırlıdır (sözleri) sabahın İlk eianındadır»
deniliyor.
Şu halde diğer
rivayetlerde .mutlak zikredilen, burada mukayyet olarak gelmiştir. İbn! Reslân
diyor ki: Bu rivayeti İbnİ Huzeyme sa-hîhlemiş ve; Tesvib ancak sabahın birinci
ezanı için meşru olmuştur. Çünkü uyuyanı uyandırmaya yarar; ikinci ezan ise
vaktin girdiğini bildirmek ve namaza davet içindir.» demiştir. Nesâî'nin
Essüncnül -Kübra'dz Siifyan'dan, o da Ebu Cafer'den o da Bbu Süleyman'dan o da
Ebu Mahzure'den işitmiş olmak üzere rivayeti şu lâfızlarladır:
«Resûîüllah (S.A.V.)'e
müezzinlik yapıyor ve birinci sabah ezanında haydin namaza haydin kurtuluşa!
Namaz uykudan daha hayırlıdır. Namaz uykudan daha hayırlıdır; diyordum.» îbni
Hazm (384 — 456) : «Bu hadîsin isnadı sahihtir» der. Beyhakî (384 — 458)'nin
«Essüne-nü'l - Kübra» sında da hadîsin benzeri vardır. Şu halde:
cümlesi, namaza davet
ve vaktin girdiğini bildirmek için meşru olan ezandan değil; uyuyanı uyandırmak
için meşru olmuş sözlerdendir:
cümlesinden muradı;
Namaz için uyanmanın yani kıyamette verilecek rahatın uykudan daha hayırlı
olduğunu beyandır.[457]
193/143- «Ebu
Mahzûre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir kî. Peygamber sallallahü aleyhi
ve sellem kendisine ezanı öğretmiş. Bunda tercii de zikretmiştir.»[458]
Bu hadîsi. Müslim
tahrîç etmiştir. Onu Beşler de rivayet etmiş; fakat dörtlü olarak
zikretmişlerdir. Resûlüllah (S.A.V.) Hz. Ebû Mah-zûre'ye ezanı bizzat okuyarak
öğretmiştir.
Kıssası şudur: Ebu
Mahzûre Mekke'nin fethinden sonra Mekke'lilerden dokuz kişi İle birlikte
Hüneyn'e çıkmışlardı .Mü'minlerin ezan okuduğunu işitince cnlarla alay etmek
için bunlar da ezan okudular. Ebu Mahzûre diyor ki : Resûlüllah (S.A.V.): «Bu
adamların «Bu adamların ara sında güzel sesli birinin ezan okuduğunu işittim»
buyurarak bize adam gönderdi. Hepimiz birer birer ezan okuduk. Ben en sonraya
kalmıştım. Ezanı okuduğum zaman- bana hitaben, gel diyerek huzuruna oturttu.
Alnımı mesh etti. Ve bana üç defa bereket duasında bulundu. Sonra dedi ki:
«Git de mescid-i haramda ezan oku!» O halde öğret bana yâ Resûlüllah dedim. İlâ
âhir...»
Hadîs-i şerîfde zikri
geçen terci', şehadeteyni söylerken yapılır. Bu hadîsin Ebu Dâvud (202 — 275)
deki lâfzı şudur:
«Sonra, Allah'dan başka
Allah yok idiğine şehadet ederim. Allsh'dan başka Allah yok idiğine şehadet
ederim. IVluhammed'in Resûlüllah olduğuna şehadet ederim, dersin. Bunları
söylerken sesini kısarsın. Sonra şehadette sesini yükseltir: Allah'dsn başka
Allah yok idiğine şehadet ederim; Allah'dan başka Allah yok idiğine şehadet
ederim. Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şehadet ederim, IVluhammed'in
Resûlüllah olduğuna şehadet ederim; dersin.»
Birinci defa
şehadeteyni söylerken sesini kısmasının hikmeti bazılarına göre mânasını ihlâs
ve samimiyetle düşünebilmek içindir. Çünkü ihlâsla düşünmenin kemali ancak
alçak" sesle olur. İşte bu sahih ha-dîsile istidlal ederek, Cumhur-u ulemâ
tarafından meşru olduğu ileri sürülen terci' budur. Terci meselesi Abdullah b.
Zeyd hadîsine ziyâdedir. Maamafih adi tarafından yapılan ziyâde makbuldür.
îmam-ı Azam Ebû Hanîfe (80 — 1503 ile fukahadan bir kısmı Abdullah b. Zeyd
hadîsi ile amel ederek tercii kabul etmezler.
Yukardaki hadîsi
Müslim tahrîc etmiş ise de başındaki tekbir onda iki defadır. Eu rivayetle
İmam-ı Malik (93 — 179) ve başkaları amel etmişlerdir.
Beşler'deki Ebû
Mahzûre hadîsinde ezanın başındaki tekbir Abdullah b. Zeyd hadîsinde olduğu
gibi dörtlüdür. İbnü Abdiîberr (368 — 463) «El-îstizkâr-» adh eserinde: «Ezanın
başındaki dört tekbir Ebû Mahzûre ile Abdullah b. Zeyd hadîsinin sika
(güvenilir1) râvilerinden hıfze-dilmiştir; bu ziyâde kabulü vâcib olan bir
ziyâdedir» diyor. İbnİ Teytniyye (— 726) «El-Münteka» da dört tekbir ifade eden
Ebû Mahzûre hadîsini Müslim'in rivayet ettiğini söylemiş; Musannif Merhum ise
Müslim'e değil. Beşler'e nisbet eylemiştir. Tahkik neticesinde anlaşılmıştır
ki, Müslim şerhi Nevevl; «Bu hadîsin ekseriyetle asıllarında tekbir evvelinde
iki defadır» demiştir. Kadı İyâz (476 — 544) da: «Sahîh-i Müslim'in Fârisi
tariklerinden bazısında ezanın başındaki tekbirin dört olduğu zikredilir»
diyor. Bundan anlaşılıyor ki: Musannif ekseri rivayetleri nazar-ı itibara
almış; îbni Teymiyye ise bazı tariklerine itimat etmiştir. Aralarında münafat
yoktur.[459]
194/144- «Enes rackydllahü anh'den rivayet Edilmiştir.Demiştir ki: Büâl'e ezanı çifter çifter; ikameti, ikamet yani müstesna, tek tek lâfızlarla okuması
emrolundu.[460]
Bu hadîs Müftefekun
Aleyh'dir. Müslim istisnasını zikretmemistir.
Hadîsteki fiilinin
meçhul gelmesi, faili herkesçe bilindiği içindir. Çünkü şer'î kaidelerde
Peygamber (S.A.V.)'den başka kimse emredemez. Buradaki «çifter» tâbiri
mücmeldir. İkiye de, dörde de ih-timallidir. Abdullah b. Zeyd ile Ebû Mahzûre
hadîsleri bu icmali beyan etmiş; tekbirin çift yapılmasının dörder sair
lâfızların ise ikişer defa söylemekle olacağını anlatmıştır. Maamafih bu hüküm
ekseriyetle bakarak verilmiştir. Yoksa ezan lâfızlarının içinde sonundaki tevhit yani gibi bir defa söylenenleri de vardır.
Hakikaten Ulemâ ezan lâfızlarının kaçar defa söyleneceği hakkında ihtilâf
etmişlerdir. Hanefiyyeye göre baştaki tekbirler dört; sair bütün ezan ve
ikamet lâfızları ikişer; sonlardaki tevhit birer defa okunur. Delilleri :
Semâdan inen melek hadîsi ile Abdürrezzak (— 211), Dâre Kutnî (306 — 385) ve
Tahâvl (238 — 321)'nin rivayet ettikleri:
«Muhakkak ki Bilâl
ezan ve ikamet «lâfızlar» ını ikişer defa söylüyordu» hadîsidir. Şu kadar var
ki, Hâkim (321 — 405*) bu hadîsde inkita olduğunu iddia etmiştir. Bazı
tariklerinde de zaiflik vardır. Amma tekbirlerin dört olacağı rivayeti
ikametin tek olacağı rivayetine muarız değildir. Çünkü bu tek rivayeti
sahihtir.» İkamet lâfızlarının ikişer okunması adi olan râvinin ziyâdesi ile
sabittir. Böyle bir ziyâdenin kabulü ise vâcibtir» diyenlere «bu rivayet sahih
olmamıştır» diye cevap veriyorlar, İmam-1 M alık'e (93 — 179) göre baştaki ve
sondaki tekbirler-maadâ ikamet lâfızları tek okunur. Cumhur'a göre ikamet
lâfızlarının den maadası tek okunur.[461]
194/144- «Nesâî'nin rivayetinde hadîs Peygamber (S.A.V.) Bilâl'e emretti»
şeklindedir.
Bu hadîsi Nesâl (215 —
303) dahi Hazrefi Enes'den rivayet etmiştir. Musannifin bu hadîsi burada
zikretmesinin sebebi, yukarda meçhul sigası ile zikredilen hadîsin de merfu ve
MÜttefekun Aley olduğunu anlatmak içindir. Hattâbî (— 388) diyor ki: «Ezanın
ikişer, ikametin tek okunacağı rivayetinin isnadı rivayetler içinde en sahih
olanıdır. Ulemânın ekserisi bu kavi ile amel ederler. Mekke ve Medine'de, Hicaz'da,
Şsm'da, Yemen'de, Mısır diyarında tâ Mağrib-i Aksa'ya kadar hep bununla amel
olunur.»
Bazılarınca
müteahhirini ulemânın muhakkiklerinden sayılan Salih b. Mehdi (1047 — 1110)
ezanın lâfızları ikişermidir, dördermidir? Tercihi varmıdır, yokmudur? Ver
ikametteki ihtilâf hususunda Sübülü's -Selâm sahibi San'ânî'nin çok. beğendiği
şu sözleri söylemektedir: «Bu mes'ele garib vukuattandır. Şeriatta değil,
âdette bile benzeri azdır, Öyle ya. Ezan ve ikametteki su lâfızlar az. mâdûd
ve muayyen bir kaç tözdür. Bunlarla her gün ve gece beş defa en yüksek yerden
seslenil-mektedir. Üstelik her işitenin müezzinin dediğini okuması da
emrolun-mustur. îslâmiyyetin ilk devirlerinde ezam okuyanlar devirlerin en hayırlısını
teşkil edenler; faziletleri korumağa en titiz davrananlardır. Bununla beraber
ne sahabenin, ne de tabiînin bu bâbda söz ettikleri, ihtilâfa düştükleri
söylenmemiştir. Sonra müteahhirin arasında şiddetli ihtilâf zuhur etmiş; ve her
fırka az çok işe yarar bir şey ortaya atmıştır. Bu deliller birbirinden farklı
da olsa rivayetler arasında yinede münafaat ve zıddiyet yoktur. Çünkü her
birinin bizim kail olduğumuz vecih ile sünnet olmasına mani yoktur. Bunun
benzerleri hususunda meselâ teşehhüdde okunacak lâfızlarla salatü'l - havf
nasıl kılınacağı hususunda dahi "ihtilâfa; düşmüşlerdir.»[462]
196/145-
«Ebû Cühayfe[463] radiyallahü anh'âen
rivayet edilmişdir. Demişdir kî: Bilâl'i ezan okurken gördüm. Ağzını şuradaı ve
şurada (sağda solda) takip ediyordum; iki parmağı kulaklarında idi.[464]
Bu hadîsi Ahmed ve
Tİrmizî rivayet etmiş, TIrmizî sahîhlemiştir Ibni Mâce'nin rivayetinde: «iki
parmağını kulaklarına koydu. Ebû Davud'un rivayetinde: geldiği zaman boynunu
sağa, sola büktü; ve dönmedi^ ziyâdeleri vardır. Hadîsin aslı Buhâri ile Müslim'dedir.
Ezan okurken Haireti
Bîlâl'i takip eden râvi parmaklarının hangilerini kulaklarına koyduğunu tayin
etmiştir. Nevevî (63Î — 676) bunların şehadet parmakları olduğunu söyler. Bu
hadîsi İbni Mâce ile Ebû Dâvud da Ebû Cüheyfe'den rivayet etmişlerdir. Ebû
Davud'un (502 — 275) rivâyetindeki «boynurfu sağa sola büktü» tâbiri İmam-t
Ahmed'in (164 — 241) rivayetinde geçen «ağzını şurada ve şurada takip
ediyordum »ifadesinin açıklamasıdır. Hattâ Müslim'in (204^-261) rivayeti Ebû
Dâvud'unkinden daha da sarihtir. Onda şöyle deniliyor:
«Ağzını şurada ve
şurada sağa sola çevirerek: «hayaalesselâh, hayyaalelfelâh» dediğini takip
ediyordum.» Bu hadîsde sağa ve sola dönmenin şeh&deteyndcn scnra olduğu da
beyan ediliyor. İbni Huzeyme (223 —331) bu hususta ayrı bir bâb
yapmıştır: Ve «Ağzı çevirmek, yüzü döndürmekle olur» diyerek vekî' tarikiyle
şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Ezamnda şöyle yapmiya
başladı. Başını sağa ve sola çevirdi». Hazretî Bilâl'ın ezan okurken döndüğü
rivayeti ise sahîh değildir. Parmaklarını kulaklarına koymasını Resûlüîlah
(S.A.V.)'in emrettiğine dair rivayette zaîftir. îmam-% Ahmed b. Hanbeî'deu
(164 — 241) bir rivayete göre dönmek ancak minarede olur ve iki taraf ahalisine
işittirmek için yapılır. Ulemâ, sağa ve sola dönmenin iki fâidesi olduğunu
söylerler. BK ri sesinin daha iyi çıkmasını temin ettiği; diğeri de müezzin
olduğunu bildirmek içindir. Bu suretle uzaklarda olan, yahut sağır bir kimse
cnu görmekle ezanın' okunduğunu anlar. Acaba ikamette de sağa sola dönmek
varmıdir. Bu suale İmam-ı Tirmizi (200 — 279) cevap veriyor ve: Evzâl (78 —
150) «bunu hoş gördü» diyor.[465]
199/146- «Ebû
Mahzûre radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir kî. Peygamber sallalîahü aleyhi
v? sellem kendisinin sesini beğenmiş ve ona ezanı öğretmiştir»[466]
Eu hadîsi, İbni
Huzeyme rivayet etmiş, ve sahîhlemiştir. Hadîs-i şerifin kıssası yukarda
dördüncü hadîsde geçti. Bunda müezzinin güzel sesli olmasına delâlet vardır.[467]
200/147- «Câbir
b. Semura radiyallahü anh1'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüîlah sallalîahü aleyhi ve sellem ile
iki bayram namazını bir kere değil, iki kerre değil, ezansız ve ikametsiz
olarak kıldım.»[468]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Yani bir çok defalar
hep ezansız, ikametsiz kıldık 4emek istiyor. Bu hadîs-i şerif bayram namazları
için ezan ve ikametin meşru olmadığına delildir. Ki icma gibidir. Ashab-ı
Kîrâm'dan İbnüz-Zübeyr, Nlu-aviye ve Ömer b. Abdilaziz hazaratının bayramları
Cumaya kıyas ederek ezan ve ikametin onlarda da lüzumuna kail alduklafı
rivayet ediliyorsa da bu kıyas doğru değildir. Bayram namazlarında ezan ile
ikamet Hazreti Peygamber (S.A.V.)'den nakledilmediği gibi, Hulâfa-i
Ra-şidin'den de edilmemiştir. Binâenaleyh onlarda ezan ve ikamet bidatdır.
Aşağıdaki rivayet de
bunu te'yi deder.[469]
200/147- «Bunun
benzeri de İbnî Abbas radiyallahü anh'den ve'baş kasından Buharî iîe Müslim'de
rivayet edilmiştir.»
Bazıları bayramlarda
ezanın yerine «namaz toplayıcıdır» denilir; demişlerse de, Bayram namazları
hakkında böyle bir sünnet yoktur. İbnül Kayyım: «El-Hedyun NebevH nâm eserinde*
«Hazreti Peygamber (S.A.V.) namazgaha vardıkta ezansız ve ikametsiz olarak «
ÜUU^ "C}CJ \ »dahi demeden namaza yani Bayram namazına başlardı» diyor.
Şu mütalaaya bemni San'ânî dahi bunlardan hiçbirini yapmamak sünnettir. Bundan
anlaşılıyor ki, bazılarının: Bayramlar ve cenaze namazı gibi kendilerinde ezan
ve ikamet meşru olmayan namazlar davet ederken demek mütehaptır» şeklindeki
iddiası doğru değildir. Çünkü müstchab olduğuna hiçbir deli] yoktur. Müstehap
olsa onu ne Resûtüilah {S.A.V.) terk ederdi, ne de Hulâfa-İ Raşidin ile daha
sonrakiler. Evet.Küsûf namazında sabit olmuştur ;amma yalnız^ ona mahsustur.
Şâirlerini ona kıyas etmek doğru olmaz. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) devrinde bir
şeyin sebebi mevcut, iken, cmu yapmazsa onun zaman-ı saadetinden sonra o şeyi
yapmak aiv ,hk bid'at olur. Binâenaleyh kıyas ve şâire yolu ile, de işba ti
mümkün olamaz» demektir.[470]
202/148- «Ebû
Katâde radiyallahü anh'den namazdan uyuyarak kaldıkları hususdaki uzun hadîsde
şöyle rivayet edilmiştir: Sonra Bilâl ezan okudu ve Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve sellem hergün yaptığı gibi namaz, kıldı.»[471]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Uyuyup kaldıkları
namaz, sabah nama-zı idi. Hayber gazasından dönüyorlardı, Hazreti Bilâl
Resûîüllah (S.A.V.)'in emri ile ezan okumuştu. Nitekim «Sünen-i Ebi Dâvud» da:
«Sonra Bilâl'e namaz
için ezan okumasını emretti; o da okudu» denilmektedir.
Hadîs-i şerif uyuyarak
kılınamıyan kaza namazı için ezan okumanın maşrû olduğuna delildir. Unutularak
kılınamayan da ayni hükümdedir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) hükümde ikisini bir
tutmuş ve:
«Kim bir namazı
uyuyarak kaçırır veya unutursa... ilâ âhir...» buyurmuştur, îmam-t Müslim (204
— 261) İn rivayet ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde: Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in
Bilâl'e ikamet getirmesini emrederek ezanı zikretmediği ve keza Hendek
gazasının vuku bulduğu, gün kalan namazlarını kaza ederken yalnız ikamet
getirmesini emrettiği, ezanı zikretmediği görülüyorsa da bunlar yukarıki Ebû
Katade hadîsine muhalif değildir. Çünkü Ebû Katade hadîsi müsbittir, yani
ezanı isbat ediyor. Ebû Hüreyre hadîsi ile Hendek gününü anlatan Ebû Said
hadîslerinde ise ezanın isbatı nefyi yoktur. Binâenaelyh aralarında muaraza da
yoktur. Çünkü zikredilmemek, zikredilmeye muaraza edemez.[472]
207/148-b «Müslim'in
Câbir'den rivayetinde: Peygamber (S.A.V.) Müzdolife'ye geldi. Orada akşam île
yatsıyı bir ezan ve İki ikametle kıldı» denilmektedir.
Hadîs-i şerîf iki
namazı cem ettiğini gösteriyor. Buhâri (194 — 256), Ibnl Mes'ud radiydllahii
anh'den şu hadîsi rivayet eder:
İbni Mes'ud (R.A.)
akşam namazını ezan ve ikametle yatsıyı dahi ezan ve İkametle kıldı. Ve
Resûlüllah (S.A.V.)'ı böyle yaparken gördüm dedi.» Ya-lnız yukardaki iki
hadîse aşağıdaki hadîs muaraza ediyor.[473]
207/148 –c «Müslim'in
İbnî Ömer radiyallahü anh'den rivayetinde: Peygamber (S.A.V.) akşam ile yatsıyı
bir ikâmet İle bir arada kıldı.» denilmektedir.»
Ebû Dâvud: «Her namaz
için» cümlesini ziyâde etmiştir. Ebû Davud'un bir rivayetinde: «hiç biri için
ezan okumadı» denilmektedir.
Hadîsin zahirine
bakılırsa bu iki namaz birlikte kılınırken ezan yoktur. Namaz kılman yerin
Müzdelife olduğu Müslim"de sarâhaten zikredilmiştir. Müslim hadîsini
rivayet eden Saîd b. Cübeyr (R. A.) diyor ki: «Sonra Ibni Ömer'le beraber
Arafattan çekildik. Tâ ki Cema yani Müzdelife'ye geldik. Orada İbnî Ömer akşam
41e yatsıyı bir ikametle kıldı. Sonra çekildi ye dedi ki : ResûlüÜah (S.A.V.)
bize bu yerde böyle kıldırdı.»
Şu halde bu rivayette
Müzdelife'deki cami'de ezan olmadığına, her iki namaa için bir ikâmet
getirileceğine delâlet eder. Yalnız Ebû Davud'un yine İbnl Ömer'den rivayet
ettiği «Her namaz için» tâbiri her namaz için ayrı ayrı ikâmet getirileceğini
ifade ediyor. Binâenaleyh Müslim'in rivayeti bununla takyîd edilir. Yine Ebû
Davud'un İbnî Ömer'den rivayet ettiği; «Hiçbiri için ezan okumadı* tâbiri bu
namazlar için ezan okunmadığının açık delilidir. Rivayetler tearuz halindedir.
Çünkü Hazret! Câblr (R. A.) bir ezan ve iki ikâmet isbat ediyor.
Ibnl Ömer hadisi ezan
yok, iki ikamet vardı; diyor. Ibni Mesud hadîsi ise iki ezan, iki ikâmet isbat
ediyor. Eğer hüküm isbat eden hadîs, etmeyene tercih olunur; dersek Ibni
Mes'ud hadisi ile amel etmek
icap ccfor. Bazıları,
Câbir hadîsi tercih edilir, çünkü ezanı isbat ediyor; İbni Örner hadisi ise onu
nefyediyor demiş ise de yine de İbnî Meft'ûd hadîsi tercih olunur. Çünkü onun
isbatı daha" çoktur.[474]
205/149- «Ibnİ
Ömer ve Âîşe radiyallahü
anhümâ'dan rivayet edilmiştir.
Demiştir ki: Resûfüîîah sallallahü
aleyhi ve selleın :
— Bilâl geceleyin ezan
okur, binâenaleyh sîz İbnü Ümmii Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyip için;»
buyurdular. «îbnî Ümmii Mektûm» âmâ bir adam idi. Kendisine sabahladın,
sabahladın denilmedikçe ezan okumazdı.[475]
Bu hadîs Müttefekun
Aleyh'dir. Sonunda idrâç vardır.
Hadîsde geçen
«geceleyin» tâbirinden murad: Tan yeri ağarmamdan az öncesidir. Bunu BuharVnin
(194 — 256) rivayeti açıklamıştır. İbnü Ümmü Mekfûm'un ismi Amr'dır. İdrâç:
Katma sözdür. Yani Haz-reti Peygamber (S.A.V.)'in sözü değildir. Buradaki
idrâçtan maksad :
«Kör bîr adam idî İlâ
âhir...» cümleleridir. Bu cümleler ya İbnî Ömer, yahut Zührî tarafından
söylenmiştir.
Bu hadîs-i şerîf fecir
doğmadan önce ezan okumanın meşru olduğuna detiidîr. Fakat bu ezan, vakitleri
bildirmek, namaza davet et-msk için meşru oîan ezan değildir. Çünkü henüz namaz
vakti girmemiştir. Bu. ezanm vech-İ meşrûiyyetini Resûlü'lah {S.A.V.) :
«Uyuyanınız uyansın;
namazda olanınız da dönsün diye?> buyurarak beyan etmiştir. Hadîsi Tirmizî
(202 — 279)'den gayri sahîh sahipleri rivayet etmişlerdir. Namaz kılandan
maksad gece namazı kılandır. Dönmekten murad da uykuya veya namazdan çıkıp
oturmağa rl fin m r.sidir. Şu halde uyuyanları uyandırmak, namazda olanları
iştirahata davet etmek için meşru olan bu ezan Yemen gibi bazı yerlerde
minarelerde okunan teşbihlere benzer bir şeydir. Şu farkla ki, bu ezandır.
Rgsû'-ü Ekrem
(S.A.V.)'in «yeyin, İçin» buyurması, oruç tutanlar içindir. Ve yiyip içmenin
sabah ezanına kadar devam edeceğine delildir. Hattâ, İbni Ümmü Mektûm'a:
«Sabahladın sabahladın» denil-medikçe ezan okumazdı denilmesine bakılırsa,
fecir doğduktan sonra bile ezan okununcaya kadar yiyip içmenin caiz olduğu
anlaşılır. Hattâ, buna kail olanlar bile bulunmuştur. Caiz görmeyen Cumhur-u
ulemâ ve mezheb imamları ise «sabahladın» sözünü «sabaha yaklaştın mânâsına
alırlar.
Hadîs-i şerîfde, bir
mescid için iki müezzin bulundurmanın caiz olacağına delâlet vardır. Bunların
beraberce ezan okumaları bazılarınca mekruhtur. Bunu ilk icad eden Benî Ümeyye'dir.
Bazılarına göre mekruh değildir. Ancak bir kargaşalığa sebeb olursa, mekruh
olur.
Yine hadîs-i şerîfde
müezzinliğin gözü görene de görmeyene de verilebileceğine delâlet olduğu gibi,
bir kimseyi tarif etmek için onun sakatlığını söylemeye ve kişi annesinin
adıyla şöhret bulmuşsa, onunla anılmasının caiz olduğuna da delâlet vardır.[476]
205/150- «İbni
Ömer radİyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur ki; Bilâ! fecirden önce ezan
okumuş ve Peygamber saîlallahü aleyhi ve sellem kendisine: Dönüp «Dikkat edin,-
köle uyudu» diye nida etmesini emir buyurmuşlardır.»[477]
Bu hadîsi Ebû Dâvud
rivayet etmiş ve zaîf bulmuştur.
Ebû Dâvud (202 — 275)
bu hadîsi tahrîc ettikten sonra şöyle demiştir: «Bu hadîsi Eyyübdaaı yalnız
Hammad b. Seleme rivayet etmiştir. Münzirî (— 656) diyor ki : Tirmizî (200 —
279) : Bu hadîs mahfuz değildir dedi». Ali b. El - Medînî (—161) : Hammad bin
Seleme hadîsi mahfuz değildir. Onda Hammad b. Seleme hatâ etmiştir» der.
Fecirden evvel ezan
okumak meşru değildir diyen HanefHer'le şâir ulemâ bu hadîsle istidlal ederler.[478]
237/151- «Ebû
Said-i Hudrî ntân/allahü anh'den rivayet edilmiştir. Demîşür ki: Resûlüllah
saîlallahü aleyhi ve sellem;
— Ezanı işittiniz
mi hemen siz t!e müezzinin dediği gibi
deyin; buyurdular.»[479]
Bu hadis, Müttefekun
Aleyhdir.
Hadîs-i. şerif, ezanı
işiten kimsenin müzzinin arkasından onun dediğini demesinin meşru olduğunu
bildirmektedir. Bu hususta münase-bet-i cinsîye haliyle, helada bulunmak
müstesna, diğer bütün ahvâl müsavidir. Yani abdestli, abdestsiz, cünüb, hayızlı,
nifaslı hükmen birdir. Fakat Hanefîler'e göre hayızlı ile nifashya da icabet
lâzım gelmez: Zira ehil değildirler. Ezanı işiten namazda ise bittabi icabet
etmez. Maama-fih mss'ele ihtilaflıdır. Çeşitli kaviller içinde sevaba en yakını
namaz halinde icabet etmeyip, bitirdikten sonra etmesidir.
Hadîs-i şerîfdeki emir
hernekadar işitene ezanı tekrarlamanın va-cib olduğuna delâlet ediyorsa da,
buradaki emrin vücup ifade edip etmemesi ihtilaflıdır. Bazıları vacibtir
demişler; Cumhur'u ulemâya göre vacip değildir, delilleri: Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'in bir müezzin ezan okurken «Allahüekber» dedikte: demesi şehâdeteyni
okuduğu zaman da : buyurmasıdır. Bunu Müslim (204 — 261) tahrîc etmiştir. Eğer
icabet vacip olsa idi, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de müezzinin dediğini der idi.
Binâenaleyh Ebû Said hadîsindeki emir istihbab içindir derler. Maama-fih
râvinin sözünde Resûlüllah (S.A.V.)'in müezzini takiben onun dediklerini
demediğine dair bir söz yoktur. Olabilir ki râvi yalnız adetten ziyâde olarak
söylediğini zikretmiştir. Hadîsteki :
«Söylediğinin mislini»
ifadesinden işitilen her kelimenin tekrarlanacağı anlaşılıyor. Filhakika Ümmü
Seleme (R. Anh.yds.n Resût-ü Ekrem (S.A.V.)'in tâ müezzin sükût edinceye kadar
onun söylediklerini söylediği rivayet olunmuştur. Hadîs Nesâî (215 —
303)'dedir. Ezan okunurken müezzinin arkasından icabet edemiyen için fazla
vakit geçmemiş olmak şartıyla sonradan okumak müstahabdır. «Müezzinin dediği
gibi» 'temekten murad onun gibi yüksek sesle okumak değildir. Çünkü müez?in
başkalarına işittirmek için okur, İcabet edende böyle bir maksad yoktur.
Müezzinin arkasından okumasa da yalnız gönlünden geçirse icabet etmiş oimaz.
Çünkü gönülden geçirdiği şey söz değildir.
Halbuki Ebû Saîd
hadîsi ile aşağıda gelen Muavîye hadîsilerden maada bütün ezan lâfızlarının
söylenmesinin icap ettiğini gösteriyorlar.[480]
207/151–b «Buharî'nîn
Muaviye radiyatlahü anh'den rivayetinde bunun misli vardır.»
Yani ezanı işiten «İtlerden
maada- bütün lâfızları müezzinin arkasından tekrarlıyacaktır. Bu hususu aşağıdaki
hadîs de ifade ediyor.[481]
207/15 –c «Müslim'in
Ömer radİyaüahü anh'den müezzinin dediği gibi demenin fazileti hakkındaki
rivayetinde : Ezanı «hayale» lerden maada kelime kelime söylîyeceği, onlarda
ise :
diyeceği beyan
buyruluyor.»
Yani ezanı
işiten, müezzinin arkasından her
kelimesini okuyacak ise de «hay'ale» ler bundan müstesnadır. Hay'ale :
demektir. Yani o
cümleleri kısaltma tâbirle ifade etmektir. Müezzin bunlardan birini okudumu
işiten aynı sözü tekrarlamayıp :diyecektir. Çünkü «Haydi namaza» demektir. Bu
sözde müeziiı işitenleri namaza davet ediyor. İcabet edenin ise kimseyi çjâvet
ettiği yoktur. O halde bu sözü tekrar etmesi lüzumsuzdur. Hattâ müezzin İle
alay ediyor zannını bile verir. Bundan dolayı onun yerine yi okuması emredilmiştir.
Müslim'deki bu Ömer hadîsi, BuharVnm Muavîye'den rivayet ettiği hadîsin metni
itibarı ile aynıdır. Yalnız Musannif merhum ihtisar yapmıştır.
Ezanı işiten kimsenin
müezzinin arkasından nasıl hareket edeceği en ince teferruatına kadar beyan
edilmiştir. Müslim'in (204 — 261) rivayet ettiği hadîsde şöyle deniliyor :
«Müezzin: «Allahüekber
Allahüekber» dedi mi, sizden herhangi biriniz de: «Allahüekber Allahüekber»
desin. Hay'alelere geldikte ise :
«Müezzin dedi mi: » dedikte; desin. desin.»
Sonra dedikte; buyruluyor.
Bu izahata göre İki «hayyalessala» ikinci
kere «lâhevle» cümlesini okumak yahut her ikisine
bir kere demek istenmiş olması
ihtimal dahilindedir. «Hayyalelfelâh» de aynı hükümdedir.
Havkaie'ye gelince: Bu
kelime cümlesini kısaltmak suretiyle ifadedir. Yani bu cümleyi söylemeye
havkale, derler. Havi: Hareket demektir. O halde cümlenin mânası şudur: «Hareket
ve kudret ancak Allah'ın dilemesiyledir. Bazıları tefsir ederek şöyle mâna
verirler: Şerri def babında hareket ve hayrı elde etme-hususunda kudret ancak
Allah'ın dilemesiyle hasıl olur!» Bir takımları da «lahavle» cümlesine şu
mânayı vermişlerdir: Allah'a isyan etmemek hareketi, ancak Allah'ın
korumasıyla; taatına kudret de ancak onun yardımı ile hasıl olur.» Bu mâna İbni
Mes'ûd (R. A.)'dcn merfu olarak rivayet edilmiştir. Mevzuu bahsimiz olan Ömer
hadîsi yukarda gecen Ebû Saîd hadîsini takyit etmektedir. Ebû Saîd hadîsine
göre ezanı işiten kimse her sözünde müezzinin arkasından giderek o sözü
tekrarlıya' çaktır. Fakat bu hadîs
«hayyalesselâ» ile thayyalelfelâh» cümlelerinin
tekrarlanmayacağına, onların yerine denileceğine delâlet ediyor.
Binâenaleyh Ebû Saîd hadîsini de bu mânaya alıp takyid ederiz. «Bazıları ezanı
işiten hay'alede dahi müezzinin dediğini söylemelidir» demişlerse de evlâ olan
zikrettiğimizdir. Zaten mâna hay'aleye karşı havkale île cevap vermeye daha
münasip düşer. Çünkü «hayyalelfelâh» cümlesi ile haydi Jelâha yani kurtuluşa,
hayır kazanmaya gel diye çağırılınca; «Bu büyük bir iştir. Bu acizlik ile benim
yapacağım iş değildir; ancak kuvvet ve kudretiyle Cenab-ı Allah muvaffak
kılarsa o başka» diye cevap vermek elbette daha muvafık ve münasib olur.
«Lâ havle» cümlesi ile
cevab vermekde bundan başka bir şey değildir.
Terci' ve tesvîb
yaparken dahi işiten icabet edecek midir? Bu cihet ihtilaflıdır. Tesvîb
yaparken yani derken, işi-
Tenin demesi
Hanefilerle bazı ulemâya göre müstahabdır.
Ebû Davud'un (202 —
275) bazı a-shabdan rivayet ettiği bir hadîse göre Hazret! Bilâl ikâmet
esnasında cümlesini söyledikte Resûlüllah (S.A.V.) :
«Allah onu ayakta
tutsun ve devam ettirsin» buyurmuştur.
Fakat şâir ikâmetlerde
hep Ömer h«flslnde olduğu giib havkale yaptığı söylenmiştir.[482]
210/152-
«Osman b. EW'I-As[483] radiyallahü anh'dtn rivayet mistir ki: Yâ Resûlâlîah,
beni kavmime imam yap! demiş. Resûlüllah saîîaîîahü aleyhi ve sellem :
— Sen onların
imamısın. Onların en zaîfine uy. Ve kendine ezan için ücret almıyan bir müezzin
tut; buyurmuştur.»[484]
Bu hadîsi; Beşler
tahrîc etmiş; Tirmizî Hasen bulmuş ve Hâkim sahîhlemiştir.
Hadîs-i şerîfde geçen
«En zaîfine uy» emrinden murad: Kendini onların en zaîf ve takatsızına imam
oluyorsun farzet ve namazı ona göre kıldır; demektir.
Bu hadîs hayır babında
imamlığı istemenin caiz olduğuna delildir. Filvaki Cenab-ı Hak hâlis kullarının
dualarını beyân ederken :
«Bizi takva
sahiplerine imam yap» buyurmuştur. Fakat dünyaya ait olan riyaset bâbındaki
önderliği — ki Arapçada ona da imam denilebilir— istemek mekruhtur. Zira
ilerde de görüleceği vecihle ona ilâhî muavenet yoktur. Hadîs-i şerîf namazda
imam olan zâtın arkasındaki cemaatın hallerini göz önünde bulundurması icâb
ettiğini, kendisini bunların en zaîfine namaz kıldırıyormuş gibi tutarak hafif
kıldırmasını ifade ediyor. İmamın cemaati toplamak için bir müezzin tutmasını,
müezzinin okuduğu ezan için ücret almamasını beyan. ediyor. Okuduğu ezan için
ücret alacak kimsenin müezzin tutulması emredilmediğine delâlet ediyor.
Acaba müezzine ücret
almak caiz midir? Bu cihet ihtilaflıdır. Şa-fiîler'e göre kerahetle caizdir.
Hanefîler'e caiz değildir. Ancak hususî surette bir câmi'de o vazife ile meşgul
olursa o zaman caizdir. Zira bu takdirde aldığı ücret ezan mukabilinde değil, o
yere devam ettiği içindir; diyenler de vardır.[485]
211/153-
«Malik b. Huveyrİs[486] radiyaJlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah saîîallahü aleyhi ve sellem bize :
Namaz vakti geldikte biriniz size imam oisun; dedi.»[487]
Bu hadîsi, Yediler
tahric etmişlerdir.
Bu hadîsi, uzun bir
hadisin bir kısmıdır. Buharı (194 — 256) onu çeşitli lâfızlarla tahrîc
etmiştir. Bunların bir tanesi şudur :
«Mâlik demiştir ki :
Peygamber (S.A.V.)'e kavmimden birkaç kişi ile birlikte geldim; ve yanında
yirmi gece kaldık. Merhametli; lütufkâr idî. Bizim ailelerimizi özlediğimizi
görünce:
Dönünüz ve onların
arasında oiunuz. Hem onlara Öğretiniz ve namaz kılınız, Namaz vakti geldi mi
hemen biriniz size ezanı okusun. Ve en büyüğünüz size imam olsun; buyurdular.
Musannif merhum bu
hadîsin kendisine lâzım olan bir parçasını yani ezan okumağa teşvike delâlet
eden kısmını almıştır. Ezan okumalarını emretmesi onun vacip olduğuna delildir.
Hadîs-i şerifde İ3U bâbda yalnız «sizden biriniz» buyrulması müezzin olmak için
imamdan başka bir şeyin şart olmadığına delâlet eder.[488]
212/154- «Câbir
radiyaîlahü anh'dcn rivayet edilmiştir ki; Peygamber saUaîlahü aleyhi ve
sellem Bilâl'e :
— Ezan okuduğun vakit
yavaş ol; ikâmet getirdiğin vakit çabuk ol. Hem ezanınla ikâmetin arasında
yemek yiyenin yemeğinden kalkacağı kadar bir vakit bırak, ilâ âhir;
buyurduîar.»[489]
Bu hadîsi Tirmizî
rivayet etmiş ve zaîf bulmuştur.[490]
212/154- «Tirmizî'nin
Ebû Hüreyre radiyaJlahü anh'den rivayetinde. Peygamber (S.A.V.): Abdestliden
başkası ezan okuyamaz;Tirmizî bunu da zaîf bulmuştur.[491]
212/154- «Tirmizî'nîn
Ziyâd b. El - Haris[492]'den rivayetinde
Haris demiştir ki: Resûlüüah (S.A.V.) : Kim ezan okudu ise, o ikâmet eder;
buyurdular.»[493]
212/154- «Ebu
Davud'un Abdullah b. Zeyd hadîsinden rivayetinde: Abdullah'ın onu, yani ezam
ben gördüm. Okumayı da ben isterdim; de-didi, Resûlüllah (S.A.V.)'in. «sen de
İkâmet getir» buyurduğu zikredilmiştir.»[494]
Bunda da zaiflik
vardır.
Hadîs-i şerifin
sonundaki lâfzını iki türlü tevcih etmek mümkündür. Birinci veçhe göre bu kelime ibareden
anlaşılacağı için terk olunmuş bir
fiil'in mefûiüdür. Mâna: «hadîsi oku» demsk olur. İkinci veçhe göre de ibareden
terkolunmuş bir mübtedânın haberi olur. Eu takdirde mâna: «hadîs budur» demek
olur.
Musanniflar hadisi tam
yazmadıkları zaman bu kelimeyi sona ilâve ederek «hadîsi sen tamamla» demek
isterler. Çok defa aynı şeyi müfessirler ve edebiyatçılar da y&parlar. Ve;
derler. Bittabi buradaki hadîs-i şerif de tam değildir. Tamamı şudur:
«Ezanınla imametin
arasında yemek yiyenin yemekten kalkacağı, su içenin içtiğinden ayrılacağı ve
başı sıkılanın kazâ-i hacet edeceği kadar bir vakit bırak. Beni görmedikçe
kalkmayın; buyurdular.»
Bu hadîs hakkında
İmam-ı Tirmizî (202 — 279): Abdü'l - Mümin1-in hadîsinden başka rivayetini
bilmiyoruz; isnadı meçhuldür.» diyor. Onu Hâkim (321 — 405) dahi tahrîc
etmiştir. Ebu Hüreyre (R.A.) ile Übey b. Kâab (R.A.)'den ve başkalarından
şahidleri vardır. Fakat hepsi de hiçtir. Şu kadar var ki; ezanın hikmet-i
meşruiyyeti bu hadîsi takviye ediyor. Çünkü ezan uzaktakilerin işitip-namaza
gelmesi için meşru olmuştur. Ve elbetteki hazırlamy cami'ye silmek için az çok
bir vakte muhtaçtır. Bunu nazar-ı itibara almazsak, ezanın bir faidesi kalmaz.
Filhakika Buharı (194 — 256) bu ciheti nazar-ı dikkate alarak «Ezanla ikâmet
arasında ne kadar vakit olduğu babı» adlı bir bâb ayırmıştır. Yalnız vaktin
miktarı sabit olmamıştır. Ibni Battal (— 444) : <:Bunun için had, yoktur,
yalnız vakit girip cemaat toplanacak kadar bir zamandır.» der.
Hadîs-i şerif ezanın
ağır ağır okunacağına, ikâmetin ise çabuk yapılacağına delâlet etmektedir. Çünkü
ezandan maksad, uzaktakilere namaz vaktini bildirmektir. Bu da acele ile
değil, teenni ile olur. İkâmet ise
hazırdakilere hitaptır. Onda çabuk davranmak ve hemen bitirdiği gibi maksud
olan namaza geçmek daha münasiptir.
[1] 212/154 Bak. 245 Shf. Tirmizî bu hadîsi de
zaîf bulmuştur.
Çünkü bu hadîsde
inkıta vardır. Hadîsi Zührî Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir. Halbuki Tirmizî
(200 — 279) : «Zührî Ebû Hüreyre'den işitmemiştir; ZührVden rivayet eden ravî
de zaîfdir» diyor. Yalnız bu hadîs yukarıkinden daha sahîhdir.
Hadîs, ezan okumak
için abdest şart olduğuna delildir. Abdest şart olunca gusül icap edene
yıkanmak evleviyetle şarttır. Binâenaleyh bu hadîsle istidlal edenlerce cünüp
veya abdestsiz kimsenin ezan okuyamaması icap eder. Hanefîlerle diğer bazı
ulemâ cünüp kimse ezan okuyamaz. Fakat abdestsiz olan okur demişlerdir. îmam-%
Ahmed b, S'anbel (164 — 241) ile bir cemaata göre abdestsizin ezan okuması caiz
değildir. Delili bu hadîstir. İkâmete gelince-: Ekser ulemâya göre ikâmet için
abdest şarttır. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) devrinde abdestsiz ikâmet edildiği
rivayet olunmamıştır. Bazılarınca mekruh olmakla beraber ikâmet abdestsiz de
caizdir. Diğer bazılarınca ise kerahetsiz caizdir.
[2] 212/154 Bak. 245 Shf.
Tirmizî (200 — 279) bu
hadîs hakkında: «Ancak Ziyâd b. En'ûm AfrİkVnhı rivâyetiyle maruf bir hadîsdir.
Bu hadîsi Kattan ve başkaları zaîf addetmişlerdir» der. Buharı (194 — 256) :
«Bu adam mu-kaarib'ül - hadîstir. Onu Ebû Hatim ile Ibni Hİbbân zaîf saymışlardır»
diyor. Tirmizî: «Ehl-i İlmin çoğuna göre bu hadîsle amel olunur. Ezanı kim
okursa, ikâmeti de o getirir» der.
Hadîs ezanı kim
okursa, ikâmet te onun hakkı olduğuna delâlet ecler. Buna kail olanlar da
vardır. Viyâd b. Haris hadîsini, İbnî Ömer'den rivayet edilen şu hadîs de
takviye eder:
«Ağır ol Yâ Bilâl!
Ezahı kim okudu ise, ikâmeti de ancak O getirir.» Bu hadîsi, Taberânî (260 —
360) ve Ükayli [— 769) tahrîc etmişler; Ebû Hatim (195 — 277) ile Ibni Hibbân
{— 354) zaîf bulmuşlardır. Hanefîlerle şâir fukahaya göre ezan okuyandan
başkasının ikâmet getirmesi caiz ve kâfidir. Çünkü Ziyâd hadîsini bu bâbda kâfi
bir delil kabul etmezler. Aşağıdaki hadîs de caiz olduğuna delildir.
[3] 212/154
Ba. 245 Shf.
Bu hadîs babın başında
geçen îbnü A bdirrabbih hadîsinden bir parçadır. Resûlüllah (S.A.V.) Abdullah
b. Zeyd (R:A.)'a bu gördüğünü Hazreti Bilâl'e eğretmesini emrettiği zaman: Onu
rüyada ben gördüm. Okumayı da ben isterdim; demiş. Fahri Kâinat (S.A.V.): «Sen
de İkâmet getir» buyurmuştur. Bu hadîsine BiUûğu'l -Meram sarihi, ne de rivayet
eden Ebû Dâvud şerh ve izah etmemiştir. Yalnız Hafız Münzirî (— 656) şöyle
diyor: «Beyhaki bunun isnadında ve metninde ihtilâf olduğunu söylemişler Ebû
Bekir Hâzimî (5-48 — 584) de: «İsnadında söz vardır» der.
Ohalde bununla
istidlal caiz değildir. Evet asıl olan ezan ile ikâmetin başka başka şahıslar
tarafından okunmasının caiz olmasıdır. Hadîs bu aslı takviye ediyor.[495]
216/155- «Ebu
Hüreyre radıyaMahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî; Resûfüllah
sallaîîahü aleyhi ve sellem:
— Müezzin ezan
okuma hakkına daha
maliktir, imam da ikâmet hakkına daha maliktir; buyurdu.»[496]
Bu hadîsi İbııî Adîyy[497]
rivayet etmiş ve zaîf bulmuştur. Beyhakîde de Alî (R.A.ym kendi sözünden buna
benzer bir rivayet vardır.
Bu hadîsi îbni
Adiyy'in zaîf bulması onu münferiden Şureyk'in. rivayet etmesindendir. Beyhaki
(384 — 458) : «Bu hadîs mahfuz değil»- der. Hadîs-i şerîf müezzinin ezan
okumak hakkına daha mâlik olduğuna imamın da ikâmetle daha haklı olduğuna
delildir. Bunun mânası: Müezzin ezanın ilk vaktini daha iyi bilir; bu vazife
onundur. Çünkü vakitler, hakkında kendisine itimat edilecek ve onları takip
edecek emniyetli insan odur. İkâmet mes'elesinde de söz sahibi imamdır. Zira
ikâmet igîn o işaret etmedikçe ikâmete başlanılmaz; demektir. Nitekim Buharı
(194 — 256)'nın tahric ettiği bir hadîsde:
«Namaz kılınacağı
zaman beni görmedikçe hemen kalkı-vermeyin» buyrulmuştur. Bunun mefhum-u
muhalifi, ikâmet getirenin imam gelmese bile kılabileceğidir. Lâkin şöyle de
bir rivayet var dır:
«Bi'âl ikâmet etmezden
Önce Resûlüllah (S.A.V.)'ln evine gelir; namazı oha bildirirdi.» Bittabi ezan
okunduktan sonra namazı bildirmek ikâmet getirmek için izin istemektir.
Musannif merhum: «Buharı hadîsi Câbİr b. Semura hadîsine muarızdır. Çünkü Câbir
hadîsinde :
«Muhakkak kî
Bilâİ Resûlüllah (S.A.V.) çıkmadan
İkâmet getirmezdi»
deniliyor. Dedikten
sonra: «Bunların arası şöyle cem' olunur: Hazreti Bilâl Resûlüllah (S.A.V.)'in
çıkacağı zamanı gözetir; çıkmakta olduğunu gördümü ikâmete başlardı. Sonra
Resûlüllahı şâir cemaat ta gördüklerinde onlar da kalkardı» diyor.
Cemaatın namaza kalkma
zamanını tâyin hakkında îmam-ı Mâlik (93 —179) *El - Muvatta-» da «namaz
kılınırken cemaatin ne zaman kalkacakları babında mahdut bir sınır duymadım.
Yalnız beri bu işi nâsın takatine bırakırım. Zira kimisi ağır; kimisi
hafiftir.» demektedir. Ekser ulemâya göre eğer imam cemaatle birlikte mescidde
bulunuyorsa ikâmet bitmeden kalkmazlar. Hazreti Enes (R. A.)'den bir
rivayete göre, Resûlüllah
(S.A.V.) : «Müezzin dedikte kalkardı. «Bu hadîsi, îbnü'l - Münzir {— 236) ve
başkası rivayet etmiştir. Said b. El - Müseyyeb'den bir rivayete göre: Müezzin
«Allahü ekber» dedimi kalkmak vaciptir. dedikde sallar duzeltiUr.dedikte imam
tekbir alır. Lâkin bu kavi onun şahsı re'yidir. Bu hususta hadîs rivayet
etmemiştir.[498]
218/156- «Enes radıyalîahü anh'den rivayet edilmiştir.
Demiştir ki: Resûiüllah saîîalîahü aleyhi ve sellem :
— Ezan ile ikâmet
arasında yapılan dua geri çevrilmez; buyurdular.»[499]
Bu hadîsi Nesâî
rivayet etmiş; İbnİ Huzeyme sanîhlemiştir.
Hadîs-i şerîf Sünen-i
Ebi Dâvud'&a. da merfu olarak aynı lâfızlarla Hazretİ Enes b. Mâfik'ten
rivayet edilmektedir.
Bu hadîs-i şerîf, ezan
ile ikâmet arasında yapılan duanın kafcul edileceğine delildir. Çünkü
reddedilmemek kabul olunmak demektir. Duâ umumi zikredildiğine göre her duaya
âmm ve şâmil olacağı anlaşılırsa da bittabi günah ve kat-ı rahm bâbındaki
dualar müstesnadır.
Ezandan sonra okunacak
muayyen dualar da rivayet olunmuştur kî şunlardır:
1— Ezan
bittikten sonra:
«Rab olarak Allah'a,
din olarak islâm'a ve Peygamber olarak Muhammed'e razı oldum» demelidir.
Resûiüllah (S.A.v.) Efendimiz:
«Muhakkak bunu kim
söylerse günahı afvolunur» buyurmuştur.
2— Müezzinin
arkasından ezanı okuyup bitiren Peygamber {S.A.V.)'e sala vat getirir. îbnü'l -
Kayyım (691 — 751) «Resûiüllah (S.A.V.)'in ümmetine tâlim buyurduğu
getirilecek ve kendisine vâsıl olacak en mükemmel salavât-ı şerife budur.
Bundan daha mükemmeli yoktur» diyor .Bu salavâtm sıfatı inşâallah
«Kitabü's-Salât» da gelecektir.
3— Resûiüllah
(S.A.V.)'e salâvat getirdikten sonra:
«Ey şu tamam davetin,
hazır namazın Rabbi olan Alla-hım, Muhammed'e vesileyi, fazileti ver. Onu vaad
ettiğin öğülen makama gönder» demelidir.
4— Bundan
sonra kendisi için duâ etmeli, Allah'ın fazıl ve kereminden niyazda bulunmalıdır.
Nitekim Sünen Kitaplarında Resûiüllah (S.A.V.) :
«Müezzinin dediğini
de; bitirdinmi iste ki, istediğin şana verilsin» buyurduğu rivayet edilir.
îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) şu hadîsi rivayet eder:
«Eğer bir kimse
müezzin ezan okudukta: Ey şu kâim davetin ve fâideli namazın Rabbi olan
Allahım! Muhammed'e salât eyle ve ondan Öyle bir razı ol ki, ondan sonra
gazab olmasın; derse'duâsı kabulolunur» buyurdu.
îmam-ı Tirmizî (200 —
279) dahi Hazreti Ümmü Seleme (R.Anhâ) dan şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Ümmü Seleme demiştir
ki: Resûiüllah (S.A.V.) bana akşam ezanında: «Yâ Rabbi şu (hal) senin gecenin
gelişi; gündüzünün gidişi; sana duâ edenlerin sesleridir, imdi beni mağfiret
eyle» dememi öğretti.
«Ezandan sonra ne
okunacağı Resûiüllah (S.A^V.)'e sorulduğu zaman:
«Allah'dan dünya ve
âhirette afvı ve afiyeti isteyin» buyurarak okunacak şeyleri tâyin dahi
etmişlerdi. İbnü'l-Kayyim (691—751); «Bu hadîs sahihtir» der.İmam-ı Beyhakî
(384 — 458) Resûlüllah (S.A.V.)'in denildiği zaman:
«Allah onu ikâme ve
idâme eylesin» diye duâ ederdiğini söyler. Bu makamda daha başka dualar da
vardır.[500]
219/157- Câbîr
radiyallahü anh'den Resûİüllah sallallahü aleyhi ve sellem'm şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:
— Eğer bir kimse ezanı
işittiği vakit: Ey şu tamam dâ'vetin ve hazır namazın Rabbi olan Allah'ım!
Muham-med'e vesileyi, fazileti ver. Onu va'd ettiğin öğülen makama gönder;
derse Kıyamet Gününde şefaatim ona helâl olur.»[501]
Eu hadîsi, Dörtler
tahrîc etmişlerdir.
Hadîsi şerifin gerek
Dörtler'de gerekse Sahiîh-i BuharVdeki rivayeti bu kadardır. Fakat bazı sahîh
hadîs kîtablannda hadîsin sonunda:
«Çünkü Sen va'dından
dönmszsin» cümlesi de vardır.
Bazı cümlelerin izahı:
«Bir kimse ezam
İşittiği vakit» cümlesinden murad: Ezanın bitmesini beklemeden duayı okuması,
yahut bittikden sonra oku-maşıdır. Bittabi duayı ezan bittikten sonra okumak
daha iyidir. Ha-dîsde geçen: «Tam da'vet» den maksad, ezandır. Ezana mükemmelliğinden
ve mevkiinin büyüklüğünden dolayı «Tam da'vet» denilmiştir. Îbnü't-Tîn diyor
ki, ezana «Tam da'vet» denilmesi içersinde sözün en mükemmeli olan
bulunduğundandır.
«Hazır namaz» tâbiri
ile kılınacak olan namaz kasdedilmişdir. Nitekim Musannif Merhum'un re'yi de
budur. Tıybî'ye göre. ise, «Tam da'vet» ezanın başından «Muhammedü'r-Resû'üllah»
-a kadar olan kısımdır. «Hazır namaz» dan murad ise Hay'ale'lerdir. Maa-mafih
buradaki «Salâf» lâfzından duâ, «kâime» lâfzından da devamlı manâlar
kasdedilmiş de olabilir. Bu takdirde «Hazır namaz» tâbiri dâima duâ manâsına
gelerek «Tâm da'vet» in beyânı olmuş olur.
«Fazilet» i; Musannif,
şâir mahlûkâtınkinden daha fazla bir mertebedir, diye izah ediyor.
«öğülen makam» dan
murad: Ttybî'ye göre :
[502] «Umulur k! Rabbin seni pek öğülen bir makama
genderir». Ayet-i Kerîme'sidir. îbni Uyeyne ve başkalarından gelen sahîh
rivayete göre
kelimesi Allah'a
nisbetle ummayı değil yüzde yüz vukuu ifâde eder. Buradaki «Va'dedİlen makam»
dan murad; ekser-i ulemâya göre şefaat'dir.
«Şefaatim ona helâl
olur» demek, vâcib olur manasınadır. Nitekim TdhâvVnih rivayetinde bu mânâya
gelen sözler vardır.
Hadîs:i şerîf ezanı
dinleyene bu duayı okumanın mendup olduğuna delildir. Mezheb İmamları'nın kavli
de budur.[503]
Şart: Lûgatta alâmet
demektir. Kur'an-ı Kerim de bu mânâya kullanılmış ve :
[504] «Kıyametin alâmetleri şüphesiz geldî» buyrulnıuştur.
Fukâha'nin ıstılahına
göre ise: «Yokluğundan yokluk lâzım gelen şeydir.» Yani bir şeyin, olabilmesi
başka bir şeyin olmasına bağlı bulunmaktır. Ö suretle ki başka şey bulunmazsa
o şey de bulunmaz. Meselâ: Namazın sahih olması için abdest şarttır.
Binâenaleyh abdest yok ise, namaz da yoktur.[505]
220/158- «Alî
b. Talk radiyallahü anh'den rivayet edümişfir Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:
«Biriniz nama2da
yellenirse, hemen çekilsin. Ve abdest alsın. Namazı iade etsin.»[506]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmiş ve İbnİ Hibbân sahîhlemiştir.
Musannif Merhumun
burada İbni Hibban sahîhlemiştir demesi, sözü kısa kesmek istediğindendir.
Yoksa asıl ibare şöyledir: «Bu hadîsi İbni Hibban da tahrîc etmiş ve sahîhlemiştir.
Musannifin bu biçim ibarelerine çok rastlanır. İbni Hibban (— 354)'m kendisi
tahrîc etmeden başkalarının rivayet ettiği hadîsleri sahîhlemiş olması da
ihtimal dâhilinde ise de bu ihtimal uzaktır.
Bu hadîsi
İbnü'l-Kattân (— 628) Müslim b. Selâm Hanefî ile illet-lemiştir. Çünkü Müslim,
tanınmış bir râvî değildir. Tirmizî (200 — 279) diyor ki: «Buharı Aii b. Talk'm
şu bir tek hadîsinden maada hadîs rivayet e.ttiğini bilmiyorum dedi».
Hadîs-i şerîf
yellenmenin abdesti bozduğuna delildir ki, bu mes'ele ittifakıdır. Sair abdesti
bozan şeyler buna kıyas olunur. Yine bu hadîs yellenmenin namazı da bozduğuna
delâlet ediyor. Halbuki «Abdesti Bozan Şeyler Babı» nın sekizinci hadîsinde
görüldüğü veçhile namazda aburun kanama-k ve kusmak gibi yellenme hükmünde sayılan
şeylerden biri vâki olursa o namaz bozulmaz, üzerine bina edilirdi. Şu halde
iki hadîs arasında muâraza olduğu meydana çıkıyor. Hadîslerin her ikisi
hakkında da söz edilmiştir. Yalnız bazıları buradaki rivayeti tercih ederler.
Çünkü bu rivayet namazın yeniden kılınacağını isbât ediyor. Öteki ise
nefyetmektir. Şöyle de denilebilir. Buradaki hadîsi İbni Hibban gibi bir hadîs
imamı sahîhlemiştir. Halbuki oradakini sahîh-leyen yoktur. Binâenaleyh sıhhat
nokta-i nazarından bu ona tercih edilir.[507]
221/159- «Âişe
radiyallahü anhâ'öan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüüah sallallahü
aleyhi ve sellem, bir kimsenin başına (Namazda) kusmak, burun kanaması veya
mezi gelirse hemen gitsin abdest
alsın; sonra konuşmamak şartîyle
namazının üzerine bina etsin» buyurdular.[508]
Bu hadîsi, İbni Mâce
rivayet etmiş ve zaîf bulmuştur. Maama-fih İbni Mam (— 233) onu mutemetlerden
saymıştır. Hadîs-i şerifi Dâre Kutnî de rivayet etmiş; bir benzerini İbni Ebî
Şeybe (— 262) tahrîc etmiştir; Beyhakî ise mürsel olduğunu söylemiş ve: «Sahih
olan budur» demiştir.
Ayni hadîsi mevkuf
olarak ashab-ı Kiramdan: Ebû Bekir, Ömer, Ali, İbni Ömer, İbni Mes'ud, Selman-ı
Farîsî radiyallahü anhüm üe tabiinden: Alkame, Tavus, Salim b. Abdillah, Said
b. Cübeyr, Şabı, İbrahim Nehaî, Ât% Mekhul ve Said b. El-Müseyyeb hazeratı rivayet
etmişlerdir. Mürsel hadisi Hanefîlerle Cumhur-u Ulemâ'ya g°re hüccetdir.
Binâenaleyh onlara göre: Namazda kusma-k, burun kanamak veya mezi gelmek gibi
elde olmayan bir sebeble abdesti bozulan bir kimse namazdan çıkarak en yakın
yerde abdest alır ve konuşmamak, dünya işleriyle meşgul olmamak şartiyle
namazını bıraktığı yerden tamamlar.
Buna husûsi tabiri ile
namazın üzerine bina etmek derler. Abdesti bozulurda imam yerine cemaatten
birini geçirir. Bunada istihlâf derler. Maamafih böyle yarıda bırakılan namazı
yeniden kılmak daha ef-daldir.
İstihîâf : Bazı
hususattan birçok sair mezheb imamlarına göre de caiz isede onlara göre yalnız
kılınan namazı üzerine bina etmesi caiz değildir. Hattâ Hanefî imamlarından bazıları
dahi yalnız kılanın namazını yeniden kılması icab eder derler. Musannif bu
hadîsi abdesti bozan şeyler babında da zikretmiştir.[509]
221/160- «Âîşe
radiyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir ki. Peygamber sdlîallahü aleyhi ve
sellem :
— Allah, hayz görenin
namazını ancak baş örtüsü ile kabul eder; buyurmuşlardır.»[510]
Bu hadîsi, Nesâî
müstesna olmak üzere Beşler rivayet etmiş, İbni Huzeyme de sahîhlemiştir.
Hadîsi, îmam-ı Ahmed
b. Haribel (164 — 241) ile Hâkim (321 -r-405) de rivayet etmişlerdir. Dâre Kutnî
(306 — 385) ise illetli bulmuş ve: aMevkuf olması daha doğrudur» demiştir. Onu
Hâkim de mürsel olmakla illetlendirir Taberânî (260 — 360) «Es-Sağîr» ile
«El-EvsâU-ında bu hadîsi Ebû Katâde'den şu lâfızlarla rivayet eder:
«Cenab-ı Allah
ziynetini gizlemedikçe bir kadının hiçbir namazını, başını örtmedikçe de-hayz
görme çağına erişen bir kızın namazını kabul etmez.» Buradaki kabul etmemekten
murad, namazın sahih olmamasıdır. Bazan kabul edilmekten sevabı olduğu; kabul
edilmemekten de sevabı olmadığı kasdedilir. Nitekim şu hadîs de aynı mânâya
kullanılmıştır:
«Muhakkak ki Allah
kaçak köle ile karnında şarap bulunan kimsenin namazını kabul etmez.»
Hadîs-İ .şerlide
zikredilen hayz görenden maksad; âkil baliğ olan mükellef kadındır. «Ancak baş
örtüsü İle» buyrulması, kadının baş örtüsü ile Örtülebilecek baş ve boyun gibi
yerlerinin örtülmesi vâ-cib olduğuna delildir. Bu bâbda Ebû Davud'un (202 —275)
Ümmü Se!e-me (R. Anha) Hazretlerinden rivayet ettiği bir hadîs daha vardır kî
aşağıda gelecektir.
Gerek o hadîsden,
gerekse bu hadîsden anlaşılan mânâ : Kadının namaz kılarken tepeden tırnağa
kadar ertünmesi lüzumudur. Bu delillerde yüzüne âit bir kayıt bulunmadığına
göre namazda yüzünü açmak mubahtır. Bazılarına* göre kadının, biri namaza ait,
diğeri namaz dışında, olmak: üzere iki nevî avreti vardır. Onlara göre burada
zikri geçen avreti namaza mahsus olanıdır.Namaz dışındaki avret mahalli ise yerinde
görüleceği üzere bütün bedenidir.[511]
222/161- «Câbir radiyallahü anh'den rivayet
olunmuştur kî. Peygamber sallaîlahü aleyhi ve sellem :
«Elbise geniş olursa
onunla sarın, yani namazda sarın;» buyurmuştur. Müslim'in rivayetinde :
«İki tarafını
birbirine muhalif yap! Eğer dar olursa
onu giy;» denilmektedir.[512]
Bu hadîs Mütîefekun
Aleyh'dir.[513]
222/161- «Buharı ile
Müslim'in Ebû Hüreyre
rivayetlerinde «Biriniz
omuzlarında bir şey olmaksızın
bir elbise içinde namaz kılmasın;»
buyurulmuştur.[514]
Hadîs-i serîfde
şeklinde iki emir geçiyor. Bunlardan «İltihâf» m mânâsı: Elbisenin bir tarafım
giyerek, diğer tarafı ile vücûdu sarmaktır. «İttİzar» ise: Elbiseyi, tamamiyle giymektir.Yine bu hadîsde
geçen sözü ravîferden birine ait müdreç bir sözdür. Bunu hadîs-i şerifin
kıssasından anlıyoruz. Çünkü Hazreti Câbır (R.A.) şöyle diyor:
Resûlüllah (S.A.V.J'e
geldim; namaz kılıyordu. Üzerimde bîr
elbise vardı. Hemen ona sarınarak yanı başında namaza durdum. Namazdan
çjkhktan sonra (S.A.V.); «Bu gördüğüm sarınma ne idi?» dedi. Elbise îdi
dedim: «Eğer geniş ise onunla sarın; dar ise giyin» Buyurdular.» Görülüyor ki
hadîs-i şerîf, elbise geniş ise giydikten sonra kenarlarj. ile sarılmak lâzım
geleceğini, dar ise sade onu giymek kâfi geleceğini ifade etmektedir. Erkeğin
avret mahalli en meşhur kavle göre göbeğinin altından diz kapağına kadardır.
Yukardaki hadîsten anlaşıldığı
veçhile elbiâe geniş ise onu kuşak sarar gibi beline dolayıp omuzları açık
bırakmamak bilâkis omuzlarına alarak vücudun her tarafını örtmek lâzımdır.
Maamafih Cumhur-ıi ulemâ buradaki nehyi tenzih mânasına hamletmişlerdir.
Nitekim sarınma emri de onlarca nedip ifade eder.' îmam'i Ahmed b. Hanbel
(164— 241) buradaki nehyi vücup mânasına almıştır. Bir rivayette kadir olan
elbiseye bürünmezse namazı sahîh değildir... Diğer bir rivayette namazı sahîh,
fakat günahkârdır demiştir. Şu halde birinci rivayete göre sarınmayı şart,
diğer rivayete göre namazın farzlarından saymış demektir.[515]
224/162- «Ümmü
Seleme radiyallahü anhâ'dah rivayet edilmiştir, kî: Kendisi Resûlüllah
sallaUahü aleyhi ve seîlem; kadın bir gömlek ve baş örtüsü île çarşafsız olarak
namaz kılabilir mi diye sormuş; Resûlüllah sdllaîlahü aleyhi ve seJlem :
— «Evet» gömlek geniş
olur da ayaklarının üzerini Örterse (Kılar) buyurmuşlardır.»[516]
Bu hadisi Ebu Dâvud
tahrîc etmiştir. İmamlar onun mevkuf olduğunu sahîhlemişlerdir.
Maamafih bu vadide
içtihada mecal olmadığından hadîs mevkuf da olsa yine merfû hükmündedir. îmam-ı
Mâlik (93—179) ile Ebu Dâvud (202 — 275) bu hadîsi, mevkuf olarak tahrîc
etmişlerdir. Hadîsin onlardaki lâfızları Muhammed b. Zeyd Kungiia'âen o da
annesinden, annesinin de Ümmü Seleme'ye sormuş olması sureti ile rivayet
edilmekte olup şöyledir:
«Ümmü Seleme'ye kadın
hangi elbisenin içinde namaz kılacak? diye sordum; o da ayaklarının üstünü
kayıp ederse bir geniş gömlek ve baş örtüsü ile kılabilir» dedi.[517]
225/163-
«Âmir b. Rebia[518]
radiyallahü anh'âan rîvâyel edilmiştir. Demiştir kî: Karanlık bir gecede
Resûlüllah (S.A.V.) ile beraberdir. Kıbleyi tâyin hususunda bize şüphe arız
oldu. Ve namazı kıldık. Güneş doğunca ne görelim, kıblenin gayrisine doğru
kılmışız. Bunun üzerine: «Nereye dönseniz Allah'ın vechi oradadır» âyet-î kerîmesi
indi.»[519]
Bu hadîsi Tirmîzî
tahrîc etmiş ve zaîf bulmuştur.
Hadîsin zaîf
addedilmesi ravîleri arasında Eş'as b. Said'in bulun-masındandır. Bu zât
zaîftir. Hadîs-i şerîf karanlık veya bulut gibi bir sebeble kıbleden başka bir
tarafa doğru namaz kılana iade lâzım gel-miyeceğine delildir ve bu bâbda
mutlaktır. Yani kıbleyi araştırsın, araştırmasın. Ve keza hatasını vakit
içinde iken anlasın veya anlamasın: Kıldığı namaz kâfidir. Taberânî'nin (260 —
360) rivayet ettiği Muaz b. Cebel hadîsi de aynı hükmü ifâde etmektedir.
Hazret! Muâz şöyle diyor:
«Resûlüllah
(S.A.V.)'le bîr seferde bulutlu bîr günde kıbleden başka bîr tarafa doğru namaz
kılmışız. Namazımızı bîtirînce güneş açıldı. Biz Yâ Resûlüllah; Kıbleden başka
tarafa doğru .kılmışız; dedîk: Muhakkak namazınız hakkıyla beraber Allah'a
arzolunmuştur,» buyurdular. Hadîsin ravîleri arasında Ayle vardır ki, bu zâtı
lbni Hİbbân sikadan yani mutemedlerden salmıştır. Hadîsin ifâde ettiği hüküm
ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hanefîlerle Kûfeliler ve îmam-t Şdbî (26 — 104)'ye
göre kıbleyi araştırarak kıldı ise namazı sahîh ve kâfidir. Fakat aramadan ve
sormadan kıldı da hatasını anladı ise bilicma namazı eniden kılması lâzım
gelir. Evet îcma' tamam ise bu hadîsin umumunu tahsis eder. Bazılarına göre
taharri ile yani kıbleyi araştırarak kıldı da hatasını vakit çıktıktan sonra
anladı ise, namazı tamamdır, îâde lâzım gelmez. Fakat hatasını vakit içinde
anlarsa, namazı yeniden kılm&sı icab eder. Bunlar da araştırmayı şart
koşmuştur. Çünkü namaz kılanın kıbleye döndüğünü yakinen bilmesi lâzımdır.
Şayet yüzde yüz bilemezse, o zaman taharri ile kılması caizdir. Taharri için
elinden geleni yapar, yapmazsa ancak kıbleye tesadüf ettiği anlaşıldığı
takdirde mazur olur. Ve namazı tamamdır. Tesadüf etmedi ise mazur sayılamaz.
îmam-ı Şafiî (150 —
204)'ye göre hatasını vaktin içinde veya dışında anlaması hükümde bir fark
icab etmez. Her iki vecihde de namazı yeniden kılmak icab eder. Çünkü
îstikbal-i kıble kat'î olarak farzdır. Seriyye hadîsinde ise zaaf vardır.
îmam-ı Şafiî'ye : «Seriyye hadîsi Muaz b. Cebel hadîsi ile kuvvet kazanmıştır.
Hattâ Muaz hadîsi yalnız başına hüccettir. Binâenaleyh bu hadîs ile amel
olunur» dîye cevap verilir.[520]
226/164-
«Ebu
Hüreyre radtyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve seîlem:
— Doğu ile batı arası
kıbledir; buyurdular.»[521]
Bu hadîsi, Tirmizî
rivayet etmiştir.
Musannif merhum bu
hadîsi «Et - Telhis» adlı eserinde Tirmizî'nin rivayet ettiğini söyledikten
sonra onun için «Hasen sahîh» dediğini zikreder. Burada dahi zikretmeliydi.
Filhakika Tirmizî (200 — 279) bu hadîsi iki yoldan rivayet etmiştir.
Bunlardan.biri hasendir. Tirmizî rivâyeti sahîhlemiş ve sonra şöyle demiştir:
«Maşrikle Mağrip arası kıbledir» hadîsi Peygamber (S.A.V.)'in ashabından
birçoğu tarafından rivayet edilmiştir ki, Ömer b. Hattab, Ali b. Ebî talip,
lbni Abbas ha zar at ı bunlardandır.»
İbnİ Ömer (R. A.)
diyor ki, «Batıyı sağına, doğuyu soluna alırsan ikisinin arası kıbledir. O
halde kıbleye karşı döndün demektir.» îbnül Mübarek (—181) Maşrik ile Mağrip
arası ehli Maşrik için kıbledir; di.-yor. Bittabi İbni Ömer hazretlerinin
tarifi Medine'de ve daha-beride olan memleketler içindir. Yemendekiler için
kıble batıyı sola, doğuyu sağa almak suretiyle tâyin edildiği gibi, Hindliler
için de batıyı karşısına, doğuyu arkasına almakla tâyin edilir. Yâni her yerin
tayini, bulunduğu coğrafî vaziyete göredir.
Hadîs-i şerîf Kabe'nin
aynını göremiyenler için kıblenin Kabe. ciheti olduğuna delildir. Ulemâdan
birçokları bu hadîsle istidlal ederek bu kavle zâhip olmuşlardır. Çünkü Kabe'yi
gören bir kimse için kıble sadece batı ile doğu arasına münhasır değildir.
Kabe'yi karşısında görmek şartı ile onun hakkında bütün cihetler müsavidir. Yine
bu hadîs iki cihet arasının kıble olduğuna, istikbal-i kıble için Kabe'nin
aynının değil, cihetinin şart olduğuna delâlet etmektedir. Kabe'yi gören için
mutlaka onun kendine doğru dönmenin vücûbuna dair bu hadîsde bir delâlet
yoktur. O başka delillerden anlaşılır.[522]
227/165- «Âmir
b. Rebia radıyattahü anft'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
(S.A.V.)'i hayvanının üzerinde hayvan kendisini nereye çevirse oraya doğru
namaz kılarken gördüm.»[523]
Bu hadîs, Mültefekun
Aleyh'dir. Buharı «Başı ile imâ ediyordu. Bunu farz namazda yapmıyordu»
cümlesini ziyâde etmiştir.
Bu hadîsin Âmir b.
Rebia'dan olan rivayeti Buharî'de:
«Hayvanın üzerinde
teşbih ederdi» cümlesi ile başlar. Yine Buharî'mn İbni Ömer'den olan rivayeti
ise:
«Hayvanının sırtında
teşbih ederdi» şeklindedir. İmam-ı Şafiî (150—204) dahi Hazreti Câbir (R.
A./den şu hadîsi rivayet eder:
«Resûiüllah (S.A.V.)'i
hayvanının üzerinde nafileleri kılarken gördüm.»
Buharî'nin
rivâyetindeki «Başı ile imâ» dan maksad rükû ile secde hâlidir. Hattâ İbni Huzeyme'nin
rivayetinde «Secdeleri rükûdan daha fazla eğilerek yapar» idiği zikredilmiştir.
Binâenaleyh hadîsi şerîf hayvan üzerinde kıbleye karşı dönmese bile, nafile
namazı kılmanın caiz olduğuna delildir. Zahirine bakılırsa hayvanın üzerinde
semer ve mî-haffe gibi bir şey bulunsun veya bulunmasın; keza sefer uzun olsun,
kısa olsun hüküm birdir. Fakat Câbir hadîsinin bir rivayetinde:
«Kendisinde namaz kısa
kılınan sefer» kaydı vardır. Bu kayda bakarak ulemâdan MalîkÜerle bir cemaat;
seferin, namazın kısa kılınmasına sebep olan uzak yol olmasını şart
koşmuşlardır. Diğer mezhep imamlarına göre uzak yol şart değildir. Kısa yolda
da caizdir. Bu kavi Hazreti Enes'den fiilen ve kavlen rivayet edilmiştir.
Hadîs-i şerîfde sözü geçen hayvandan murad devedir. Bu hadîs binekli giden
hakkındadır. Yaya giden hakkında bunda söz yoktur. Şafiîler binek gidene
kıyasla yaya gidene de nafile kılmaya cevaz vermişlerdir. Ancak rükûda, sücûdda
mutlaka kıbleye dönmek ve onları tam yapmak şart olduğu gibi, yürümesi de
yalnız kıyam ile teşehhüd halinde caizdir. Rükûdan doğrul-dukta yürüyüp
yürüyemiyeceği hakkında iki kavi vardır, iki secde arasında ise yürüyemez.
Çünkü aralarında oturmak icab eder} demişlerdir.
Hadîsde «Nereye
çevirirse» denildiğine bakılırsa İstikbâl-i kıble için ne namazda, ne de
namazın başında kıbleye dönmek icab etmezse de aşağıdaki hadîsde îftitâh
tekbirini alırken, kıbleye dönmek icab edeceğine delil vardır.[524]
227/165- «Ebu
Davud'un Enes hadîsinden olan rivayetinde; «Yola gittiğinde nafile namaz kılmak
İsterse, devesini kıbleye çevirir ve tekbir af ir; sonra hayvanının yüzünün olduğu
tarafa doğru kılardı» buyrulmaktadır.[525]
Bu hadîs isnadı
hasendir.
Binâenaleyh bu ziyâde
makbuldür. Ve Enes hadîsi ile amel olunur. Binek hayvanın deve olması şart
değildir. Müslim'in {204 — 261) rivayetinde Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in eşeği
üzerinde de namaz kıldığı ifade olunmuştur. Her iki hadîse göre de hayvan
üzerinde kılınacak namazın nafile olduğu beyan olunmakta ise de Tirmizî (200 —
279) ile Nesâi (215 —303) rivayetinde: «Resûiüllah (S.A.V.)'in ashabı ile
birlikte dar bîr boğaza geldiklerinde üzerleri yağmur altlan çamur bir halde namaz
vak(İ oldu. Resû!-ü Ekrem (S.A.V.) müezzine emrederek ezan okuttu, ikâmet
getirtti. Sonra hayvanının üzerinde öne geçerek ashaba İmâ İle namaz kıldırdı.
Secdeyi rükûdan daha fazla eğilerek yapıyordu.» deniliyor. Tirmizî: «Bu hadîs
gariptir» diyor. Fakat Hazreti Enes'in farz namazını fiilen hayvan üzerinde
kıldığı da rivayet olunmuştur. Bu hadîsi Abdüîhak sahîhlemiş; Sevrî (95 —161) hasen
bulmuş; Beyhakî (384 — 458) zaîf addetmiştir.
Bazıları hayvanın
üzerinde « *û£ » bulunur ve kıbleye karşı durursa, üzerinde farz namaz
kılınabilir demişlerdir. Fakat gemi gibi yürür halde olursa, içinde bilittifak
namaz caizdir. Hayvan durursa Şafİîfere göre; «Farz namazı yine caizdir.» Çünkü
onlara göre iplerle bağlı beşik üzerinde farz namaz caiz olduğu gibi, sırtta
taşınan karyola üzerinde dahi taşıyan durduğu halde farz kıhnabilic. Hadîs-i
şerîfde geçen «Mektube» tâbirinden bütün mükelleflere farz olan namaz
kas-dedümiştir. Binâenaleyh ResûlülSah (S.A.V.) hayvanın üzerinde vitir namazı
kılıyordu. Vitir ise sade ona farzdı.» diye bir itiraz vârid olamaz. Maamafih
mes'ele ihtilaflıdır, tafsilât için fîkih kitablarına müracaat etmelidir.
Buradaki tafsilât hadîslerin zahirine göredir.[526]
229/166- «Ebû
Sald-i Hudrî radıyaMahü anft'den Peygamber sallal-' lahü aleyhi ve seMem'ın :
— Yerin hepsi
mesciddir. Yalnız kabristan ile hamam müstesna; buyurdukları rivayet edilmiştir.[527]
Bu hadîsi, Tirmizî
rivayet etmiştir. Hadîsin illeti vardır.
îllete sebeb, vasıl ve
irsalinin ihtilaflı olmasıdır. Çünkü Hammâd, Artır b. Yahya'dan, o da
.babasından, o da Ebu Said'den işitmiş olmak üzere mevsu! rivayet etmiştir.
Fakat Sevrî {95 — 161} Amr b. Yahya'dan, o da babasından, o da Peygamber
(S.A.V.)'den mürsel olarak rivayet etmiştir. SevrVnin rivayeti daha doğru ve
daha sabittir. Dâre Kutnî (306 — 385): «Mahfuz olan, bu hadîs mürseldir» diyor.
Beyhakî (384 — 458), dahî mürsel olmasını tercih ediyor. Hadîs-i şerîf kabristan
ile hamamdan maada her yerin namaz kılmak için elverişli olduğuna delildir.
Kabristan tâbiri, kabir üzerinde veya kabirlerin arasında kılmaya şâmil olduğu
gibi, mü'min veya kâfir kabristanına da âmm ve şâmildir. Mü'min kabristanında
hürmet ve ikram için kılınmaz. Kâfir kabristanında ise pisliğinden uzak olmak
için namaz caiz değildir. Hamamda" kılınmaması bazılarına göre pis
olduğundandır. Şu halde temizlenirse kılınır. Fakat bazılarınca pis olduğundan
değil, hadîs-i şerifte istisna edildiği içindir. Binâenaleyh hamamın hali ne
olursa olsun içinde.namaz kılmak mekruhtur, îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241)
«bu-hadîsle amel ederek hamamda hattâ hamamın üzerinde bile namaz kılmak sahîh
değildir» diyor. Cumhur'a göre caiz ise de mekruhtur. Bazı rivayetlerde hamamda
namaz kılmaktan menedilmesine sebeb burasının şeytanlar mahalli olduğu ifade
edilmiştir. Şu halde teyemmüm babı 137/107. No: lu hadîsde görülen :
«Yer bana mescicl ve
temizleyici kılındı» rivayeti kabristan ve hamam ile keza aşağıdaki hadîsde görülecek
mezbele, salhane ve yol ortası gibi şeylerle tahsis olunmuştur.[528]
230/167- «Ibni
Ömer radıyallahii anh'den rivayet edilmiştir ki : Peygamber (S.A.V.) yedi yerde namaz kılmaktan nehyetmişiir:Mezbebede, salhanede,
kabristanda, yol ortasında, hamamda, deve ireklerinde ve Beytüllah'ın
üzerinde.»[529]
Bu hadîsi, Tirmizî
rivayet etmiş ve zaîf bulmuştur.
Mezbslo: Çöplük
demektir. Mattın: Ma'tanın cemidir. Su kenarındaki deve ireğidir.
Tirmizî (200 — 279) bu
hadîsi tahrîc ettikten sonra: «İbni Ömer hadîsi o kadar kavî değildir;
gerçekten, Zeyd b. Cebire hakkında belleyişi cihetinden söz edilmiştir»
demektir. Buharı (194 — 256) Zeyd b. Cebire hakkında: «Metruktür» diyor.
Bazı ulemâya göre bu
yerlerde namaz kılmaktan nehyedilmesinin illeti : Kabristanla salhane hakkında
pis olmalarıdır. Bazılarına göre yel ortası da bu hükümdedir. Diğer bazılarına
göre ise yolda gayrin haK-kı olduğu için yasak edilmiştir. Binâenaleyh yol
geniş de olsa, dar da olsa orada namaz sahîh olmaz, nehy umumîdir. Deve
irekleri şeytanların sığınağı olduğu için orada namaz kılmak yasaktır. Bu
bâbdaki rivayetlerde «Mebâvikku'l - İbil Menâhu'l - İbil, MszâbUu'l İbİİ»
tâbirleri geçmekte clup, bunlar develerin çöktüğü yer, deve pisliklerinin
atıldığı yer mânâlarına gelir. Ve «ve maâtmu'l - ibil» tâbirinden daha da umumîdirler.
Kabe'nin üzerinde
kılmanın yasak edilmesi Kabe'nin havasından çıkacak derece üstünde olduğu
zamana mahsustur. Böyle olmazsa, na-mz'Z caizdir. Şu kadar var ki bu ta'lil
hadîs-i şerifin mânâsını ibtâl eder görünüyor. Zira Kabe'yi karşısına almayınca
«Istikbâl-i kıble» tahakkuk edemiyor. İstlkbâl-i kıble ise şarttır. Bu hadîs
sahîh olsa nehy vücûb ifâde eder. Ve mezkûr yerlerin hepsi hakkında hüküm bir
olurdu ve hadîsini de tahsis ederdi. Lâkin zait olduğunu görmüş bulunuyoruz.
Yalnız rivayetler arasında kabristan ile deve irekleri hakkındakiler sahihtir.
Nitekim aşağıdaki
hadîsle Tirmizî'nin Hazreti Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği şu hadîs-i şerîf
sahihtirler:
«Demiştir ki: «Koyun
ağıllarında namaz kılın; deve ireklerinde kılmayın» buyurdu. Tirmizî bu hadîs
için hasen sahihtir» diyor. Binâenaleyh bu hadîsler o hadîsi tahsis ederler.[530]
231/168-
«Ebu Mersed-i Ganevî[531]
radtyriUahü anh'fan rivayet edilmiştir. Demiştir kî; ResûlüNah sallaîlahü
aleyhi ve sellem:
— Kabirlere doğru
namaz kılmayın; onlarm üzerine de oturmayın; derken işittim.»[532]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir,
Hadîs-i şerîf, kabre
karşı namaz kılmanın nehyedildiğini gösteriyor Nitekim kabir üzerinde kılmanın
yasak olduğunu germüştük. Kabre karşı ne miktar dönülürse namaz kılmak memnu
olduğu beyan edilmemiştir. Binâenaleyh örfen ne miktara «karşı döndü»
denilirse, memnu olan da o miktardır. Kabre karsı namaz kılmanın hükmü
ihtilaflıdır. Hanefîler'e göre kabir, önünde olursa mekruhtur. Arkasında veya
yanlarında bulunursa değildir. Amma kabristanda namaz kılmafc için yer
ayrılmışsa orada namaz kılmak ve keza peygamberlerin:kabirlerine karşı namaz
kılmak mekruh değildir. Hanbelîlere göre kabristanda namaz kılmak mutlak
suretle bâtıldır. Amma" üç mezardan az olan kabristanda kabre karşı
olmamak şartı ile namaz kılmak mekruh bile değildir. Kabre karşı olursa
mekruhtur. Şafiîlere göre peygamberlerle şühedanın kabirleri müstesna, şâir
kabirlere karşı namaz kıl-makfmutlak suretle mekruhtur. Yani kabir namaz kılanın
neresine gelirse, gelsin mekruhtur. Maliklere göre necasetten emin olmak şartı
ile kabristanda namaz kılmak kerahetsiz. caizdir.
Hadîs-i şerîf kabir
üzerine oturmanın da memnu olduğuna delâlet ediyor. Bu bâbda başka hadîsler de
vardır. Müslim'in tahrîc ettiği Ebu Hüreyre
hadîsi ile kabirlerin üzerine basmanın hükmünü bildiren Câ-bir hadîsi
bunlardandır. Ebu Hüreyre hadîsi şudur:
«Biriniz bir kor
üzerine oturarak elbisesinin yanması ve (korun) cildine işlemesi kabir üzerinde
oturmasından daha hayırlıdır.» Ulemâdan bir cemaat bu hadîse isnad ederek
kabir üzerine oturmanın haram olduğuna kail olmuşlardır. îmam-ı Malik'ten (93
—179) bir rivayete göre oturmak ve emsâii, mekruh değildir. Memnu olan kazâ-i
hacet için oturmaktır. «El Muvatta» da Hazreti Ali (R. A.^'nin kabir üzerine
oturduğunu ve yattığını zikreder. BuharV-de dahi İteni Ömer ve başkalarından
buna benzer rivayetler vardır. Diğer mezhep imamlarına göre kabir üzerinde
oturmak, uyumak ve yürümek — zaruret hali müstesna — mekruhtur.[533]
232/169- «Ebu
Said radtyaJlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem :
— Bir kimse mescide
geldi mi baksın. Eğer ayakka-bıTarında bir eza veya kazer görürse onu silsin ve
o ayakkabıları ile namazını kılsın; buyurdular.»[534]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
tahrîc etmiş; İbni Huzeyme sahîhlemişîir.
Hadîs-i şerîfdeki ezâ
ve kazer lâfızları, pislik- mânasına gelir. Ezâ mı dedi, kazer mi? Ravî burada
şüphe etmiştir. Hadisin mevsul veya muttasıl olması ihtilaflıdır. Ebu Hafim
(195 — 277) mevsul olmasını tercih etmiştir. Aynı hadîsi, Hâkim (321 — 405)
Enes ile İbni Mes'ûd (R. Anhümâ)'dan; Dâre Kutnî (306 — 385) de İbni Abbas ile
Abdullah b. Şihhîr'den rivayet etmişlerse de isnadları zaîftir. Bu hadîs, ayakkabı
ile namaz kılmanın meşru' olduğuna .ayakkabılarında pislik varsa silmekle
temizleneceğine delildir. Zahirine bakılırsa necaset kuru olsun, yaş olsun,
silmekle temizlenir. Bu hadîse sebeb, Resûlüllah (S.A.V.) ayakkabı ile namaz
kılarken Cibril Aleyhisselâm gelerek, ayakkabısında pislik olduğunu haber
vermesidir. Resûl-ii Ekrem hemen ayakkabısını çıkarmış ve namazına devem
etmiştir. Yine bu hadisi bilmeden veya unutarak necâsetli ayakkabı veya elbise
iie namaz kılan.bir kimsenin namaz içinde o necaseti giderip namazına devam
edeceğine delâlet ediyor. Lâkin bu mes'eleler ihtilaflıdır. Tafsilât fıkıh
kitaplarındandır. Ayakkabılarının toprakla silmek suretiyle temizleneceğini
aşağıdaki hadîs ifade etmektedir.[535]
233/170- «Ebu
Hüreyre radvyaVahü anlı'den rivayet edümiştir. De-mişür ki: Resûfüliah sallallahü aleyhi ve sellem:
— Biriniz pislik
üzerine mestleri ile bastı mı onların temizleyicisi topraktır; buyurular.»[536]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud tahrîc etmiş; İbni Hîbbân da sahîhlemiştir.
Hadîsde mestler misâl
olarak zikredilmiştir. Yoksa ayağa giyilen bir şey aynı hükümdedir. Bu hadîsi
îbnü's- Seken (294 — 353), Hâkim, (321 — 405) ve Beyhakî (384 — 458} Hazreti
Hüreyre'den tahrîc etmişlerdir. Senedi zaîftir. Ebu Dâvud (202 — 275) de
Hazreti Âİşe.'den tahrîc etmiştir. Bu bâbda daha başka hadîsler de varsa da
hiçbiri zaîf-likten hali değildir. Şu kadar var ki birbirini takviye ederler.
Evzâî (78 — 150) ile ibrahim Nehâî (11 — 95) bu hadîsle amel etmişlerdir. Ummii
Seleme hadîsi de bu re'yi takviye eder. Bu hadîse göre Hazreti Ümmü Seleme (R.
Anhâ) Resûlüllah (S.A.V.)'e sormuş: «Ben eteğimi uzatan bir kadınım; pis
yerlerde yürüyorum» demiş. Resulü Ekrem (S.A.V.) kendilerine:
«Ondan sonrası onu
paklar» diye cevap vermiştir. Bu hadîsi Ebu Dâvud, Tirmizl (200 — 279) ve tbni
Mâve (207 — 275) tahrîc etmişlerdir. Bunun bir benzeri de Ebu Dâvud ile İbni
Mâce'nin tahrîc ettikleri su hadîstir:
«Benî Abdil Eşhel
kabilesinden bir kadın demiştir kî: Yâ Resûlallah, bizim mescide doğru pis bir
yolumuz var. Yağmurumuz yağdığı zaman ne yapalım? dedim:
«Bu yoldan başka ondan
daha güzel yok mu? dedi.
Evet dedim.
«İşte bu onunla
«temizlenir» buyurdular.»
Hattâbî (— 388): «Bu
hadislerin ikisinin de senedinde söz vardır» diyor. İmam-ı Şafiî (150 — 204)
ise te'vil ederek: «Bunun mânası yol kuru olup, elbiseye bulaşacak bir şey
yoksa demektir» şeklinde mütalâada bulunmuşsa da «Yağmurumuz yağdığı zaman»
tâbiri bu te'vile uygun düşmüyor. îmam-ı Mâlik (93 — 179) : «Yerin birbirini
paklaması, evvelâ pis yere basıp, sonra kuru ve temiz toprağa basmakla olur. O
zaman bir yer diğerini temizler. Fakat pislik bedene veya elbiseye bulaşırsa
onu ancak su paklar; icma' da budur.» Demiştir. Bahis mev-zumuz oian Ebû
Hüreyre hadîsini İmam-% Beyhak'ı (384 — 458)'nin Ebu'l - Mualla'd&n, onun
da babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği şu vak'a te'yid eder: Ebu
Mualla'mn ceddi diyor ki: Haz-reü Ali (R.A.) ile Cuma namazına gidiyorduk;
yürüyordu. Kendisini bir çamurlu su birikintisi mescidden ayırdı. Bunun
üzerine hemen ayakkabılarını ve donunu çıkardı. Ben, ver, senin yerine ben
taşıyayım yâ Emîre'l - Mü'minin; dedim. Olmaz dedi ve suya daldı. Geçtikten
sonra ayakkabılarını ve donunu giydi; sonra cemaata namaz kıldırdı ve
ayaklarını yıkamadı.» Bittabi ravî yerdeki çamurlu suyun aynı zamanda pis de
olacağını anlatmak istiyor. Çünkü meskûn yerlerde toplanan sular necasetten
hâli olmazlar.[537]
234/171-
«Muaviye b. Hâkem[538]
radıyallahü anh'öen rivayet edilmiştir. Demişlir ki: Resûlüüah sattallahü
aleyhi ve selleriz:
— Şüphesiz şu namaz,
içinde insanların sözlerinden bir şey (bulunması, söylemesi) salih olmayan'dır.
Hemen ancak o, teşbihtir, tekbirdir,
Kur'an okumaktır;»[539]
Bu hadîsi, Müslim,
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerifin sebebi
şudur: Namaz kılarken bir adam aksırmış;
Hazreti Muâviye de ona
teşmit yapmış yâni « ^lil^V ».demişti. Eu-nu gören biri namazda Hazreîi
SVluâvîye'ye işittirecek ve anlatacak şekilde reddiyede bulundu. Resûlüllah
(S.A.V.) de bu hadîs-i şerifi irad buyurdular.
Hadîsteki «Salih
olmayan» tâbirinden murad, namazın sahîh olmamasıdır. Şu halde hadîs namazda
konuşmanın mutlak surette yâni ister namazı ıslah etmek niyeti ile olsun,
namazı bozduğuna delildir. Keza bilmeyerek konuşmanın bozmayacağım, böylesinin
mazur olacağını bildiriyor. Çünkü Muâviye'ye namazım iade ettirmemiştir.
Elhasıl nam&zda meşru elan insan sözü değil. Kur'an okumak, teşbih ve
tekbirdir. Nitekim aşağıdaki hadîs de buna delâlet eder.[540]
235/172- «Zeyd
b. Erkam radıyattalıü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Biz Peygamber
(S.A.V.) zamsnında namazda konuşacak olduk mu, birimiz arkadaşına hacetini
söylerdi. Nihayet «namazlara ve bahusus orta namaza dikkat edin, ve Allah'a
kunuî ederek namaz kilin.»[541]
âyeti indi. Bize de sükut emrolundu. Konuşmak yasak edildi.»[542]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Hadîs-i şsrîfden her
ne kadar sadr-ı İsîâmda namazda konuşmanın caiz idiğİ anîâşılryorsa da, bu
konuşma meclislerdeki muhabbet gibi değil, ihtiyaca mebnî idi: «Orta-namaz»
dan murad ikindidir. Ekser ulemânın kavli bu olduğu gibi icmâ iddia edenler
bile vardır.
Nevevî (631 — 676)
Müslim şerhinde şöyle diyor: «Bu hadîsde her nevi insan sözlerinin haram
kılındığına delil vardır. Ve namazda kenuşmamn haram olduğunu bildiği halde,
namazın yararına olmayan veya başı sıkılan birinin kurtarmaya yaramayan yahut
benzeri bir şeyden başkası için konuşmanın namazı bozacağına ulemâ ittifak
etmiştilerdir.» Bundan sonra Nevevî namaz yararına konuşma bâbmdaki ihtilâfı
zikretmiştir. Bu ihtilâf ilerde sehv' secde babında Zülyedeyn hadîsinde
görülecektir. Ashab-ı Kiram (R. Anhüm) kunuttan sükut mânâsını anlamışlardır.
Filhakika «Kunut» un onbir mânâsı vardır ve bunlardan biri de sükuttur. Demek
oluyor ki hususiyle bu mânâyı as-hab ya karine ile anlamışlar; yahut
maksadın.bu olduğunu kendilerine Resûlüllah (S.A.V.) açıklamıştır. Namaz kılan
başkasına bir şeyi ten-bih etmeye mecbur kalırsa, şer-i şerîf kendisine bir
takım lâfızlar mubah kılmıştır. Bu lâfızları aşağıdaki hadîs beyan ediyor.[543]
236/173- «Ebu
Hüreyre radıyalîahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem:
— Teşbih erkeklere, el
vurmak da kadınlaradır; buyurdular.»[544]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir. Müslim «namazda» kaydını ziyâde etmiştir.
Zaten hadîs-i şerifin
bir rivayetinde:erkeklere, el vurmak da kadınlaradır.» buyrulmuştur. Hadîs-i
şerifin siyakından anlaşılan, namaz halidir. Nitekim Müslim'deki ziyâde de bunu
gösteriyor. Binâenaleyh bu hadîs-i şerîf namazda bir şey başa geldiği, meselâ
: imama yanıldığını tenbih etmek icab ettiği zaman erkeklerin «süb-hanellah»
demek suretiyle, kadınların da el çırparak tenbihte bulunmalarının megrû
olduğuna delildir. Böylelikle kendisinin namazda olduğunu bildirir. El vurmanın
keyfiyeti sağ elinin iki parmağı ile sol elinin avucuna vurmaktır. Cumhur-u
ulemâ bu hadîsle amel etmişlerdir. Bazıları tafsilât vermiş: ve «Eğer bu
namazda olduğunu bildirmek için ise namazı bozmaz. Fakat başka bir şey için ise
namazı bozar» der misler. Hattâ imam âyeti sökemeyip tutulsa ona âyeti
hatırlatmağa bile müsaade etmemişlerdir. Delilleri Ebu Davud'un tahrîc ettiği
şu hadîstir:
«Yâ Ali namazda imama
(âyeti) açma.» Fakat bunlara cevap verilmiş ve: Bbu Dâvud bu hadîsi rivayet
ettikten sonra bizzat kendisi zaîf bulmuştur» denilmiştir. Mevzuu bahsimiz
oian Ebû Hüreyre hadîsi teşbih ve el çırpmanın meşru olduğuna delâlet etmekle
beraber bunların farz olduğunu bildirmiyor. Zira hadîs de emir yoktur. Yalnız
bir rivayetinde emir lâfzı ile vârid olmuş ve:
(Namazda) başınıza bir şey gelirse erkekler
teşbih etsin, kadınlar el çarpsın» buyrulmuştur. Mesele ihtilaflıdır. Bazıları
sünnettir demiş. Diğer bazıları icabı hale göre vâcib, sünnet ve mendub olur
demişlerdir.[545]
237/174- «Mutarrîf
b. Abdillah b. Şıhhîr[546]
radiydüahü anh'den, babasından duymuş olarak rivayet edilmiştir. Demiştir ki:
Resûlüllah (S.A.V.)'İ namaz kılarken gördüm. Göğsünde ağlamaktan tencere fıkırtısı
gibi bir fıkırtı vardı.»[547]
Bu hadîsi, (bni Mâce
müstesna, Beşler tahrîc etmşitir. İbnî Hibbân da sahîhlemiştir.
Yukarıdaki hadîs-i
şerifi İbni Huzeyme (23 — 311) ile Hâkim (321 — 405) de sahîhlemişlerdir.
Muslinim tahrîc ettiğini söyleyenler vehmetmişlerdir. Bu hadîsin bir misli de
Buhan'de olup, onda: «Hazreiİ Ömer'in sabah namazını ve Yusuf sûresini okuduğu[548]
âyetine gelince hıçkırığı işHildiği» beyan olunmaktadır. Bu hadîsi Buharî maktu olarak, Said b.
Mansıır ise mevsul olarak tahrîc etmişlerdir. Aynı hadîsi tbnü'l - Münzir (—
236) dahi tahrîc etmiştir.Hatiîs-i şerîf ağlamanın ve ağlarken hıçkırmanın
namazı bozmadiğına delildir. İnlemek de buna kıyas olunursa da mes'ele ihtilaflıdır.
Tafsilâtı fıkıh kitaplarmdadır.[549]
233/175- «Ali
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.)'den
bana iki tane kabul saati tahsis edilmişti. Ona geldiğimde namaz kılıyorsa bana
öksürürdü.»[550]
Bu hadîsi Nesâî ile
İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Hadîs-i şerifi İbni Seken (294 — 353) de
sahîhlemiştir. Bir zaîf rivayetinde yani öksürük boğazını kazıdı, yerine teşbih
etti denilmiştir. Hadîsde geçen medhal kelimesi ismi zamandır. Gelecek zaman
demektir.
Bu hadîs, Öksürüğün
namazı bozmadığına delildir. Öksürük ve ahlamak, chlamak gibi şeylerin ihtiyaç
olduğu takdirde namazı bozmayacağında hemen hemen bütün mezheb imamları
müttefiktir. İhtiyaç yokken sırf oyun olsun diye Öksürmenin veya anlayıp
ohlamamn namazı bozacağında dahi müttefiktirler. Bundan maada bazı yerlerde
birbirinden ayrıldıkları görülür. .
Yukarıki hadîsde her
ne kadar ızdırab var denilmişsede, bu iddia doğru değildir. Çünkü (tenahneha)
rivayetini İbni Sekeri sahîhlemiştir. (sebbaha) rivayeti ise zaîftir.
Binâenaleyh ıztırap dâvası tam ve yerinde değildir. Bilfarz her iki rivayet
sabit olmuş olsa yine de aralarını bulmak ve Resûlüllah (S.A.V.) bazan öksürük,
bazan da teşbih ederdi» demek mümkündür.[551]
239/176- «İbni
Ömer radıydlîahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bilâi'e Peygamber
(S.A.V.) namaz kılarken ensâr ona selâm verdikleri vaki) onlara nasıl selâm
reddettiğîni\gördün? dedim. Şöyle yapardı dedi ve avucunu yaydı.»[552]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
ile Tirmizî tahrîc etmiş ve Tirmizî sahîhle-miştir. .
Hadîsi İmam-ı Ahmed
(164 — 241) Nesâî (215 — 303) ve İbni Mâce (207 — 275) de tahrîc etmişlerdir.
Aslı şöyledir:
«Resûlüilah (S.A.V.)
Küba'ya çıkmış, orada namaz kılıyor İdî.
Ensar çıka geldiler ve ona selâm verdiler. Bllâl'e
: Naşı! gördün ilâ
ahir...dedim».
Bu hadîsi İmam-ı
Ahmed, İbnİ Hİbban (— 354) ve Hâkim (321 — 405) İbnî Ömer'den de rivayet
etmişlerdir. Yalnız o.rivayette (Bilâl) yerine (Suheyb) zikredilmiştir. Tirmizî
(200 — 279) her iki hadîsin sahih olduğunu söyler.
Hadîs-f şerîf, namaz
kılana birisi selâm verirse, işaretle kabul edip, diliyle birşey
söylemiyeceğine delildir. Müslim'de Hazreîi Câbîr'den rivayet olunan bir hadîse
göre, Resûlüilah (S.A.V.) Câbir'i bir iş peşinde göndermişdi. Hazretî Câbir
diyor ki: Sonra ona namaz kılarken yetiştim. Ve selâm verdim. Bana işaret
etti. Namazdan çıktıktan sonra beni çağırdı ve: «Sen bana selâm verdin;» dedi.
Ve işaretle selâmı almışken yine de özür beyan etti.. «Bu da yukanki hadîsi
takviye ve te'yid eder. Vakıa ibni Mes'ud hazretlerinden rivayet edilen bir
hadîsde yu-karıkinin aksine olarak Resûlüilah (S.A.V.)'in namaz kılarken İbnİ
Mes'ud'un selâmını kabul etmediği, namazdan sonra ona:
«Şüphesiz ki namazda
meşguliyet vardır» buyurduğu zikre-düiyorsa da Beyhakî (384 — 458) o hadîsde
Resûlüilah (S.A.V.)'in İbni
Mes'ud'a bası ile
işaret ettiğini kaydetmektedir. Mes'ele ihtilaflıdır. Bazılarına göre namaz
kılan selâm verene işaretle değil, sözle cevap verir. Diğer bazılarına göre;
namazdan çıktıkdan sonra selâmını alır. Bir takımları: Verilen selâmı içinden
alır; diyorlar. Bir takımları da buradaki hadîse uyarak: İşaretle kabul eder
derler. Bu kaviller içinde delile istinad edeni bu son kavil görülüyor.
Bazıları işaretle selâm almak müstahaptır.
Çünkü Resûlüilah (S.A.V. İbni
Mes'ûd'a işaret etm-mîş; bilâkis «namazda
meşguliyet vardır» buyurmuştur. Eğer işaret vacip olsa, Resûlüilah (S.A.V.)
terk etmezdi demek isterlerse de biraz evvel gördük ki Resûlüilah (S.A.V.) ona
işaret etmiştir. Câbir hadisinde Hazreti Peygamberin namazdan, sonra Özür beyan
ettiğini de gördük. Namazda konuşmak haram olmasa, selâmı işaretle kabul etmez
ve namazda meşguliyet olduğunu söylemezdi. Bu böyle olduğu halde yine de namaz
kılarken verilen selâm lâfızla alınır demek hakikaten şaşılacak şeylerdendir.
Haneîîlere göre namazda iken verilen selâma hiç cevap verilmez. Bazıları
Hanefîlere itiraz ederek : «Bu sözü Resulü Ekrem işaret ile selâm alması
reddeder. Zira cevap verilmiyecek olsa, Resûlüilah (S.A.V.) cevap vermez ve
ensar-ı kirama da bildirirdi» demişlerse de onlar, da bu itiraza lâzım gelen
cevabı vermişlerdir. İşaretin nasıl yapılacağına gelince: Bu hususa dair yalnız
İbni Ömer hadîsinde açıklama yapılmışdır. Kâfi derecede açıklamayı İbni
Ömer'den rivayet eden Cafer b. Avn yapmış ve elinin içini aşağı, üstünü yukarı
çevirerek avucunu yaymış : «Şöyle yapardı» demiştir. Bu hususta bir de Suheyb
hadîsi vardır ki> onda işaretin parmakla yapıldığını ravî bildirmiştir.
Hasılı Cumhur'a göre namaz kılan, kendisine verilen selâmı ya başı ile, ya eli
ile yahut parmağı ile kabul eder. Hazreîi Ebu Hüreyre'den şöyle de bir hadîs
rivayet edilmiştir ki:
«Resûlüilah (S.A.V.):
Kim namazda anlaşılır bir işaret yaparsa namazını İade etsin; buyurdu. Bu
hadîsi Dâre Kutnî (306 — 385 rivayet etmişdir. Ama hadîs «SübülüsseJâm»
sahibine göre batıldır. Çünkü Ebû Hüreyre'den rivayet eden Ebû Gatfan meçhul
bir adamdır. Biz deriz ki, aynı hadîsi 'Ebû Dâvud'da,, Ebû Hüreyre'den rivayet
etmiştir. Onu da îbnv/l - Cevzl, Ebû Gatafan' ve İbni İshak ile
il-letlendirmiştir. Lâkin kendisine Ebû Gatafan'm adını Tarîf olduğu, İbni Maln
ile Nesâî'nin onu mutemed saydıkları, hattâ Müslim'de hadîsi bulunduğu ihtar
olunmuştur, İbni İshak dahi sikadır. İşte namazda iken verilen selâm babında
hanefîlerin delili bu hadîstir.[553]
240/177-
Ebu
Kafâde'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlül-lah (S.A.V.) Ümâme binti
Zeyneb'İ[554] yüklenmiş olduğu halde
namaz kılardı. Secdeye vardı mı onu bırakır, kalktığında tekrar alırdı.»[555]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir. Müslim'de: «Mescidde nâsa imam iken» ziyâdesi vardır.
Hazretİ Peygamber
(S.A.V.)'in Ümâme'yi kucağına alarak namaz kılması bir defa vâki olmuştur.
Hadîs-i şerîf, namaz kılanın insan olsun, hayvan olsun bir canlıyı üzerinde
bulundurmasının namaza zarar vermiyeceğİne delildir. Hadîs mutlak olduğuna
göre, zaruret olsa da -olmasa da bu caizdir. Keza kıldığı namaz farz da olsa
vacip veya sünnet de olsa; ve kendisi imam da olas yalnız da kılsa caizdir.
Müslim'in rivayetinde bu işi imam iken yaptığı tasrih edildiğine göre yalnız
kılarken evleviyetle caiz olur. Keza farz kılarken caiz olunca, farzdan gayri
namazlarda mes'ele yine evleviyette kalır. Hadîs-i şerîfde çocukların elbise
ve bedenlerinin temizliğine de işaret vardır ki, zaten" pislik zahir
olmadıkça, asıl olan budur. Yine bu hadîs-i şerîfde çocuğu tutup, kapmakla
namazın bozulmayacağına işaret vardır. Çünkü Resû-lüllah Ümâme'yi bırakıp
alıyordu. îmam-ı Şafiî (150 — 204) bu kavle zahip olmuştur. Şâir imamlarsa caiz
görmemiş; hadîsi te'vil yoluna gitmişlerdir. Ezcümle: Kimi bu iş Hazrefi
Peygambere mahsustur, demişler. Kimi Ümâme ona kendiliğinden asılıyordu;
Resûl-ü Ekrem onu kendisi almamıştı, demişlerdir. Bazıları zarurete binaen
yapılmıştır; derler. Bu hadîs mensuhtur diyenler de vardır. Bu bâbda îbni
Dakikîl-ld (625—702) «Şerhü'l - Umde» adlı eserinde sözü bir hayli uzatmıştır.[556]
241/178- «Ebu
Hüreyre radıyaîîahü anh'den rivayet edilmiştir. De-mîşür ki: Resûlüllah
sallaîlah üdleyhi ve sellem :
— İki siyahı namazda
öldürün: Yılanla, akrebi; buyurdular.[557]
Bu hadîsi Dörtler
tahrîc etmiş. İbnİ Hibban da sahîhlemiştir.
Hadîs-i şerifin birçok
şâhidleri vardır. Araplar yılanla akrebe ne renkte olursa olsun «El - Esvedân»
derler. Binâenaleyh siyah renkli olanlarına mahsus zannolunmamalıdır. ZaMr-i
hadîs, yılanla akrebi namazda iken öldürmenin vacip olduğuna delâlet ediyorsa
da, bazıları bu emir nedp içindir, demişlerdir. Hadîsde bu hayvanları öldürmek
için zarurî olan fiilin az olsun, çok olsun namazı bozmayacağına işaret vardır.
Ulemâdan bir cemaatın mezhebi de budur. Bazıları ise yılan ve akrep öldürmenin
şâir şer'an çok sayılan fiiller gibi namazı bozduğuna kail olmuşlardır. Bir
takımı daha başka tafsilât vermiştir. Namazın şartlan babının Hadîsleri 220/158
No. dan 240/177... Numaraya kadar (22) dir.[558]
242/179-
«Ebu Cüheym[560] radiyallahü anh'fen
rivayet edilmiştir kî: Resûlüllah sattattahü aleyhi ve sellem :
— Namaz kılanın
önünden geçen, üzerine ne kadar günah olacağını bir bilse, kırk yıl durmak
kendisi için onun önünden geçmekten daha hayrılı olurdu; buyurdular.»[561]
Bu hadîs, Müftefekun
Aleyh'tir. Lâfız Buharînindir. Bezzar da başka yoldan (kırk yıl) tâbiri vaki
olmuştur.
Hadîs-i şerîfde «Ne
kadar günah olacağını bir bilse» denilmektedir. Fakat günah tâbiri Müslim'de
olmadığı gibi, Buharî'nm de yalnız bazı rivayetlerinde vardır. Ve ravîsi ehl-i
ilimden olmamakla itham ve ta'n edilmiştir. Musannif Merhum; Taberl (—
694)'nin bu hadîsi «El - Ahkâm-» adlı eserinde Buharî'ye nisbet etmesini ve
keza El - Umde» sahibinin onu Buharı ile Müslim'e nisbet etmesini
ayıplaniıştır. Burada aynı vehme kendisi kapılmıştır. Hadîsin Müttefe-kun Aleyh
olan rivayetinde (yıl) sözü yoktur. Fakat Bezzâr'm yine Ebu Cüheym'den başka
bir tarikle tahrîc ettiği rivayette (kırk yıl) tâbiri vardır.
Hadîs-i şerîf namaz
kılanın Önünden geçmek memnu olduğuna delidir. Önünden murad, secde edeceği
yer ile ayaklarının arasıdır. Başka türlü izah edenler de1 olmuştur. Önünden
geçme mes'elesi her namaza âmm ve şâmildir. Hattâ imam olsun yalnız kılsın
hüküm hep birdir. Bazıları imam ile yalnız kılana mahsustur; imamla kılan
cemaatin önünden geçmek zarar etmez: Çünkü imamın .sütresi onun da sütresi-dir.
Hattâ imamı onun için sütre sayılır; demişlerse de bu söz reddedilmiş ve:
Sütre geçenden değil, yalnız namaz kılandan mes'uliyeti kaldırır denilmiştir.
Sonra hadîsdeki yasağın zahiri yalnız geçenedir. Namaz kılanın önünde kasden
ayakta durana veya oturana değildir. Lâkin burada illet madem ki namaz kılanı
şaşırtmaktır. Binâenaleyh bunlar da geçmiş hükmündedirler.[562]
243/180- Aişe rctthyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir.Derpiştir
kî: Resû'üliah (S.A.V.)'e Tebük gazasında namaz kılanın sütresî soruldu.
«Semerin arka ağscı gibidir» buyurdular.»[563]
Bu hadîsi, Müslim
tahrîc etmiştir, Hadîs-i şerîfde namaz kılanı sütre dikmeye teşvik vardır.
Sütrenin miktarı dahi gösteriliyor. Semerin arka ağacı bir metrenin aşağı yukarı
üçte ikisi kadardır; ve her şeyden olabilir. Ulemâya göre sütre dikmenin
hikmeti namaz kılarken ondan ileri bakmamak ve oradan geçenleri menetmektir.
Bundan anlaşılır ki sütre yerine yere bir çizgi çizmek kâfi değildir. Vakıa
kâfi geleceğini ifade eden bir hadîs vardır. Fakat zaîf ve müzdaribtir. Mamafih
İmam-% Ahmed b. Haribel (164 — 241) bu zaîf hadîsle amel ederek, çizgi kâfidir
diyor. Aşağıda Musannif da bu hadîsi hasen kabul edecek, müztarip değildir
diyecektir. Namaz kılan sütreye yakın durmalı, ondan üç metreden fazla
uzaklaşmamalıdır. Sütre için sopa filan bulamazsa taş, toprak, elbise ve
sâireden yapar. îmam-ı Nevevî (631 — 676) «Ehl-i ilim sütre ile namaz kılanın
arasında secde edecek bir yer kalacak surette ona yakın durmayı müstahab görmüşlerdir.»
diyor. Safların dahi birbirine yakın olması müstahabdır. Filvaki' safların sık
olması ve bunun hikmeti babında şu hadîs vârid olmuştur;
«Biriniz sütreye karşı
namaz kıldığı zaman ona. yaklaşsın ki, şeytan namazını kesmesin.» Bu hadîsi
Ebu Dâvud (202 — 275) ve başkaları Sehl b. Ebî Husme'den merfû olarak rivayet
etmişlerdir. Aşağıda gelen 245/182 Numaralı hadîs de aynı hükmü ifade eder,
Sütrenin en az semerin arka ağacı kadar olacağını aşağıdaki hadîs reddeder.[564]
244/181-
«Sebre b. Ma'bed El - Cühenî[565]
radıyaUahü anVden rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah saUaîlahü aleyhi
ve sellem :
— Biriniz namazda hiç
olmazsa bir okla sütrelensin; buyurdular.»[566]
Bu hadîsi, Hâkim
tahrîc etmiştir.
Hadîs-i şerîfde sütre
kullanmak emrolunuyor. Cumhur-u ulemâ bu emri nedip mânâsına almışlardır.
Sütre, dikmenin faydası o namazı hiç bir şeyin kesmemesi içindir. Bunu yukarda
gördük. Dikilmezse keseceğini de aşağıda göreceğiz. Hiç olmazsa bir okla
buyurulması sütrenin kalın oisun ince olsun kâfi geleceğine delâlet ettiği
gibi, onun en az semerin arka ağacı kadar olması lâzım gelmediğine de delildir.
Ulemâya göre muhtar olan, sütreyi sağına veya soluna dikerek ona dayanmamaktır.[567]
245/182- «Ebû
Zerrî Gıfârî radıyallahü awfc/den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: ResûVûV.ah
sallallahû aleyhi ve sellem ;
— Müslüman erkeğin
namazını, önünde semerin arka.ağacı kadar bir şey olmadığı zaman kadın ile
eşek ve kara köpek keser, ilâh âhir... buyurdular.» Bu hadîsde «Kara köpek
şeytandır» ifadesi vardır.[568]
Hadîsi, Müslim tahrîc
etmiştir.[569]
245/182- «Müslim'de
Ebu Hüreyre'den bunun gibi bir hadîs vardır. Yalnız köpek zikredilmemiştİr.
Yanî Müslim (204 — 261) Ebû Zerr hadîsine benzer bir hadîsi Ebu Hüreyre'den
rîvâyef etmiştir. Fakat o rivayette «Kara köpek» zîkredilmemîştîr, demek
istiyorsa da Müslim'deki rivayette de köpek zikredilmemiştir.[570]
Hadîsin Müslim'deki
lâfzı şudur: «dedi ki :
«Resûlüllah (S.A.V.):
«Namazı kadın ile eşek ve köpek kat' eder.Bundan semerin arka ağacı kadar bir
şey korur;
buyurdular.»[571]
245/182- «Ebu
Davûd ile Nesâî'de, İbni Abbas'dan bunun
gibi bir hadîs vardır. Yalnız
sonu zikredilmemiştir. Kadını da hayızlı diye kaydlamîştır.Ebu Davud'un lâfzı
şöyledir :
«Namazı hayızlı
kadınla köpek kat' eder.»
Hadîsteki «Erkeğin
namazını keser» sözünden maksad, onu ifsad eder yahut sevabını azaltır
demektir. Sonundaki «el - hadîs» sözü yukarda geçtiği veçhile «hadîsi sen oku,
tamamla» demektir. Tamamı şudur:
«Kırmızı, sarı, beyaz
dururken, karaya ne oluyor? dedim: «Be birader senin bana sorduğunu ben Resûlüllaha
sordum: «Kara köpek şeytandır» buyurdular.» dedi.
Eu hadîsi Tirmİzî (200
— 279), Nesâî (215 — 303) ve İbni Mâce (207 — 275) kimi muhtasar, kimi uzun
olarak tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerif, önünde
sütresi. olmayanın namazını bu sayılanların geçmesinin bozduğuna delildir.
Mes'ele ihtilaflıdır. Bazıları namazı kadınla kara köpeğin geçmesi bozar;
eşeğin geçmesi bozmaz, demişlerdir. D:lilleri bu bâbda İbni Abbas
hazretlerinden rivayet edilen şu hadîsdir:
«İbni Abbas Peygamber
(S.A.V.) namaz kılarken bir eşek üzerinde safın Önünden geçmiş; Hazret!
Peygamber ne namazı iade etmiş; ne de ashabsna iade emri vermiştir». Hadîs;
Şeyheyn (Buharı ile
Müslim)
tahrîc etmiş ve
buradaki hadisi tahsis ettiğini kabul etmişlerdir. îmam-% Ahmed b. Hanbel (164
— 241) : «Namazı kara köpek kat* eder. Kadınla eşeğin geçmesinden ise içimde
bir şey var. Eşek için İbni Abbas hadîsinden dolayı; kadın için de BuharVmn
rivayet ettiği Âİşe hadîsi sebebi ile şüpheliyim. Çünkü bu hadîste şöyle
deniliyor:
«ResûlüMah (S.A.V.) geceleyin
namaz kılar. Âişe de Önüne aykırı yatmış bulunurdu. Binâenaleyh secdeye
vardımı Âişe'nin ayaklarını iter; o da onları toplardı. Kalktı mı yine
yayardı.» Eğer kadının geçmesi namazı bozacak olsa Hazreti Âişe'nin Resûlüllah
(S.A.V.)'in Önüne yatması bazardı,» diyor. Cumhur'u ulemâ namazı bunlardan
birinin bozmadığına kail olmuşlar ve hadîsi te'vil i!e maksad, bozulur demek
değil, sevabının azaldığını anlatmaktır. Çünkü geçenlerje kalp meşgul olur
demişlerdir. Bazıları bu hadîs aşağıda gelen «Ebu Said hadîsi ile
nesh-edilmiştir» derler. Namaz kılanın önünden yahudi, hıristiyan, mecusî ve
domuzun geçmesi namazı bozardığına dair bir hadîs varid olmuşsa da zaîftir.
Bunu Ebu Dâvud (202 — 275) İbni Abbas'dan tahrîc etmiş ve zaîf olduğunu
bildirmiştir.
[Metni. Hadîs yukarda
245/182 Nolu klişededir oraya bakıla].
Hadîsi Nesâî'den maada
İbni Mâce tahrîc etmiştir. «Musannifsin «yalnız sonu zikredilmemiştir» demekten
maksadı. İbni Abbas hadîsînde Müslim'deki Ebu Hüreyre hadîsinin sonu olan
cümlesinin bulunmadığını anlatmakdir. Şu halde Musannifin ibaresindelâfzmdaki
zamir Ebû Hüreyre hadîsinin sonuna râci oluyor. Halbuki Musannif bu hadîsi
lâfzen zikretmedi. Arap dili kaidelerine göre bir zamirin hakkı onu en yakın
mercie göndermektir. Binâenaleyh ibaredeki sözünü Ebu Zerr hadîsine irca etmek
doğru değildir. Sonra Ebu Dâvud hadîsi aranmış ve lâfzının şöyle olduğu
görülmüştür:
«Namazı hayızlı
kadınla köpek kat'i eder.» Bu takdirde Musannif ibaresi her ikisine de
ihtimallidir. Hattâ Ebu Zerr hadîsine râci olması daha yakın ihtimaldir. Çünkü
Ebu Zerr hadîsinin lâfzını zikretmiş;
Ebu Hüreyre hadîsinin lâfzını zikretmemiştir.
Kadmı hayızlı olmakla
takyîd, mutlaka mukayyed üzerine hamletmeyi iktiza eder. Binâenaleyh yalnız
hayızlı kadının geçmesi namazı bozar. Hayızlı olmayanın geçmesi bozmaz.
Nitekim bazı rivayetlerde kopeğin kara olması zikredilmemiş; bazılarında
edilmiş olduğundan orada da mutlakı mukayyete hamlederek namazı yalnız kara
köpeğin geçmesi bozar demişlerdir.
(Mutlak mukayyed bahsi
Usul-ü Fıkıh İlmi'nin ihtilâfı mes'elele-rinden biridir. Mutlak, herhangi bir
kayıttan azade olan hükümdür. Mukayyed ise, bir kayıtla bağlanan hükümdür.
Meselâ; «Namaz kılanın önünden köpeğin geçmesi namazı bozar» denilse bu
mutlaktır. Günkü köpeğin ak mı, kara mı ilâ âhir... olacağı beyan edilmemiştir.
Fakat «namaz kılanın önünden kara köpeğin geçmesi namazı bozar» dersek bu cümle
kara olma-kla mukayyettir. İşte bir hadîsteki iki tane delil bulunur ve
bunlardan biri mutlak diğeri mukayyed olursa, Hanefîlere göre iki surette
mutlak mukayyede hamledilir. Bunun mânası: Mutlak da mukayyedin hükmünü giyer
yani mukayyedin hükmü her ikisine hükmolur. Bu iki suret şunlardır:
1— Bu hadîsde
hükümler muhtelif olup. Biri diğerinin takyidini icab ederse:
2— Hüküm ve
hadîse bir ıtlak ve takyîd nefsi hükümde olursa mutlak mukayyed üzerine
hamlolunur.
Şafillere göre ise:
Hüküm bir oldu mu hadîse ne olursa olsun ve keza ıtlak, takyîd ister hükümde
isterse sebeb ve şartta bulunsun her halde mutlak mukayyede hamlolunur.[572]
248/183- «Ebû
Said-i Hudrî radiyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem:
— 'Biriniz kendisini
nâsdan siper edecek bir şeye doğru namaz kıldığı zaman biri önünden geçmek
isterse onu itsin. Eğer mümanaat ederse, onunla çarpışsın. Çünkü o bir
şeytandır; buyurdular.»[573]
Bu hadîs.Müttefekun
Aleyh'dir. Bir rivayette: Çünkü onunla beraber şeytan vardır; buyurmuşlardır.
Hadîs-i şerîfin.
sonundaki «bir rivayette» denilen kısmı Müslim'&e-
Selftmet Yollan — 21
— 284 —
dir. Fakat Ebu
Hüreyre'nin rivayetidir; Musannifin ibaresi bu parçanın Buharı ile Müslim'in
ittifakla Ebu Said'den rivayet ettikleri zan-mm veriyorsa da hadîs Buharî'de
bulunamamış; Müslim'de de Ebû Hüreyre'nin rivayeti olduğu görülmüştür.
Hadîs, ibaresiyle
namaz kılanın, Önünde sütresi olduğu halde yine geçmek ietiyeni iteceğine,
mefhüm-u muhalifi ile de sütresi yoksa itemiyeceğine delildir. Kurtubl (^-
671) : «İtmek evvelâ işaretle ve yavaşçacık kakmakla olur. Aldırış etmezse daha
şiddetle itilir.» dedikten sonra: «Çarıpışmamn silâhla yapılması lâzım
gelmiyeeeği-: ne ulemâ ittifak etmişlerdir. Çünkü çarpışmada namazı bırakarak
başka şeyle meşgul olmak, huşuu terk etmek gibi namazın kaidesine muhalefet
vardır »diyor. Ulemâdan bazılarına göre hakikaten çarpışır. Bazıları sitem ve
lanet etmek gibi şeylerde defeder demiş-lerse de; bu hadîs onların sözünü
reddediyor. Hadîsimizin ravîsi Ebu Saİd'in fiili de bu reddi teyid ediyor.
Buharî'nin (194 — 256) Ebu Salihl's - Semmân'dan tahrîc ettiği bir hadîsde
şöyle deniyor:
t Bir Cuma günü Ebu
Said-i Hudri'yİ kendisini nâsdan koruyacak bir şeye doğru namaz kılarken
gördüm. Beni Ebi Muayt'dan bir genç önünden geçmek istedi. Ebu Said hemen onu
göğsünden iiti. Genç bakındı. Fakat Ebu Saİd'in önünden başka geçecek yer
bulamadı. Ve tekrar geçmeye kalkıştı. Ebu Said de kendisini bu sefer
evvelkinden daha şiddetle HU. İlâ âhir...» dedi. Bazı ulemâya göre namaz kılan
önünden geçeni en sade bir şekilde meneder. Eğer çekilmezse daha şiddetle ve
daha şiddetle msneder. Hattâ menederkeh öldürse şer'an bir suç işlemiş olmaz;
çünkü sari1 hazretleri onun katlini mubah kılmıştır. Hadîsdeki emir zahiren
vücup için de görünse hakikatte nedip içindir. Nevevl (631 — 676): «Fukahadan
hiçbirinin bu def vaciptir dediğini bilmiyorum. Bilâkis fukuhamızi bu işin
mendup olduğunu açıklamışlardır» diyor. Yalnız zahirler itmenin vücubuna kail
olmuşlardır. Hadîsdeki:
«O ancak bir
şeytandır» tâbiri, önünden geçmekle namaz kılanın huzurunu bozarak onu
şaşırtmak istemesinin şeytan İşi olduğunu anlatmak İçindir. Bu hadîs'de
böylelerîne şeytan denilebileceğine delâlet vardır. Nitekim Teâlâ hazretleri:
[574] «İnsan ve Cin şeytanları» buyurmuştur. Bazıları:
«Hayır bundan mu-rad namaz kılanın önünden geçmeye şeytan teşvik etti;
demektir. Zaten Müslim'in rivâyetindeki; «Çünkü onunla beraber şeytan vardır»
tâbiri de bunu gösterir» diyorlar.
Acaba önünden geçen
niçin itilecektir? Eu mes'eîe de ihtilaflıdır. Bazılarına göre itmenin hikmeti
geçeni günaha sokmamak içindir. Bazılarına göre ise geçerken safda husule
gelecek aralığı men etmek içindir. Bu kavi daha makbuldür. Çünkü namaz kılan
kimsenin namazım korumaya çalışması, başkasını günaha sokmamağa çalışmaktan
daha mühimdir. Mamafih hem geçeni* hem kılanı günaha sokmamak için meşru
olmuştur, denilse hiç fena olmaz. Zira her ikisi hakkında da günah olacağını
ifade eden hadîsler vardır.
Geçenin günaha
girdiğini ifade eden hadîsi babımızın başında gördük. Kılanın günaha girdiğini
de Ebu Nuaym (— 403) in Hazretİ Ömer (R.A.)'den tahrîc ettiği şu hadîsden
anlıyoruz:
«Namaz kılan Önünden
geçmekle namazından nekadar azaldığını bilse ancak kendisini insanlardan siper
edecek bir şeye doğru namaz kılardı.» Bu bâbda îbni Ebi Şeybe (—234) de İbni
Mes'ud (R. A.)'den şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Namaz kılanın önünden
geçmek onun namazının yarısını kat' eder.» Şu iki hadîs her ne kadar mevkuf da
olsalar bunlar için merfu hükmü vardır. Yalnız birinci hadîs sütre ile kılan
hakkındadır. İkincisi mutlaktır, Fakat birinciye'hamledilir.
Namazını sütre ile
kılarken Önünden geçmek kılana bir zarar vermez. Çünkü sütre ile kılarken
önünden geçmenin bir zarar vermeyeceği hadîs-i şerif de tasrih edilmiştir. Bu
suretle yine de geçeni menetmekle memur olması her halde geçenin irtikap
ettiği kötülüğü inkâr için olsa gerektir. Zira bu adam şer'an memnu olan bir
işi yapmaktadır. Bunun içindir ki, menetmeye hafiften başlar.[575]
249/184- «Ebu
Hüreyre radiyallahü anh'den rîvâyet edilmiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi
ve settem :
— Biriniz namaz
kıldrğı zaman yüzüne karşı bir şey koysun; eğer bulamazsa bir sopa eliksin; o
da olmazsa bir çizgi çizsin. Bundan sonra artık önünden geçen ona bir zarar
vermez; buyurdular.»[576]
Bu hadîsi, Ahmed ile
İbni Mâce tahrîc etmişler ve Ibni Hibban sa-hîhlemişdir. Bunu muzdarip zanneden
doğruya isabet edememiştir. Bilâkis o, «hasen» dir.
Hadîsi muzdarip
zanneden İbni Salah (577 — 643)'dır. Onu hadîs-i muztaribe misal göstermiştir.
Musannif kendisi ile «En-NükeH adlı eserinde münazaa ve münakaşa etmiştir.
Hadîsi îmam-t Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile îbnü'l - Medînî (16 1—) de
sahîhlemişlerdir. «Muhtasarü's - Sünen-» de şöyle deniliyor : «Süfyan b.
Uyeyne: «Bu hadîse hücum edecek bir şey bulamadık» diyor. Hadîs bundan başka
veciMe gelmemiştir. İsmail b. Ümeyye, bu hadîsi rivayet ettiği zaman: Elinizde
bu hadîse hücum edecek bir şey varım? der idi.» Şafiî bu hadîsin zaîf olduğuna
işaret etmiş; Beyhakî (84 — 458) : «Böyle bir hüküm hususunda bu hadisde bir
beis yoktur. îngaallahü Teâlâ» demiştir.
Hadîs-i şerîf sütre
neden olsa kâfi geleceğine delildir. Yine mMuhtasarü's - Sünen-» de şöyle
denilmektedir: «Süfyan b. ZTyeyne Şeriki bize bir cenazede ikindiyi kıldırırken
gördüm. Külahını önüne koydu, dedi.» Buharı ile Müsflim'de İbni Ömer (R.
A.)'den şu hadîs rivayet olunmuştur:
HHayvanını önüne alır,
ona doğru namaz kılardı». Yukarda ikinci ha dîs-de namaz kılan kimsenin sütre
bulamadığı zaman hiç olmazsa taş veya topraktan sütre yapması lâzım geldiğini
ve îmam-ı Ahmed b. Han-beVm hilâl gibi bir çizgi çizmek yeter dediğini
görmüştük. Hadîsteki «bundan sonra artık Önünden geçen ona bir zarar vermez»
cümlesinin mefhum-u muhalifi (mefhum-u muhalife kail olanlarca) sütre
dikmezse geçenin zarar vereceğine delâlet eder. Fakat bu imam olduğu, yahut
yalnız kıldığı zamana mahsustur. Cemaat olursa imamın sütresi yahut bizzat
imamın kendisi cemaate sütredir. Bu cihetler dahi yukarda görüldü. îmam-ı
Buharî (194 — 256) ile Ebû Dâvud (202 — 275) bu hususa dair birer bâb
ayırmışlardır. Taberanî şu hadîsi merfu olarak Hazretî Enes'den «Eî-Evsat» mda
rivayet eder:
«İmamın sütresi
arkasındakilere de sütredir» Maamafih ha-dîsde zaîflik vardı. Elhasıl sadedinde
bulunduğumuz hadîs4 şerîf ovada ve saîr yerlerde sütre dikme hususunda âmmdır.
Sahîh hadîslerle sabit olmuştur ki, Resûlüllah (S.A.V.) bir duvara karşı bile
namaz kıl-sa kendisi ile duvar arasına koyun geçecek kadar yer bırakırdı.
Sütre-ye yakın durmayı emrederdi. Bir ağaca veya sopaya karşı namaza durursa
onu ya sağına, ya soluna alır; tam önüne getirmezdi. Seferde harbisini veya
sopasanı yere saplar; ona doğru namazım kılardı. Ba-zan da hayvanını karşısına
dikerdi. Şafiîler buna kıyasen yere seccade yayarak önünden geçene kendisinin
namazda olduğunu bildirmek caizdir derler.[577]
250/185- Ebû
Saİd-i Hudr! radiyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demtftİr ki: Resûlüllah
sallaUahü aleyhi ve seîlem:
— Nama2i hiçbir şey
katı' etmez; siz yapabildiğiniz kadar menedin; buyurdular.»[578]
Bu hadîsi; Ebû Dâvud
tahrîc etmiştir. Senedinde laaf vardır.
El - Münzirî (_
656)'nin muhtasarında: «Bu hadîsin isnadında Mücalid vardır. Bu zât Ebû Said b.
Ümeyri'l - Hemdâniî Kûfî'dir. Hakkında birçok söz edenler olmuştur»
denilmektedir. Maamafih îmam-ı Müslim (204 — 261) Şa'bî'nin (6 — 104) bazı
arkadaşları ile birlikte bu zâtın bir hadîsini rivayet etmiştir. Buna benzer
bir hadîsi Dâre Kutnl (305 —385, Enes ve Ebû Ümame hazretlerinden rivayet etmiş;
Tebaranî (260 — 360) dahi Hazretİ Câbir'den tahrîc eylemiştir. Fakat gerek Dâre
Kutnî'nin, gerekse Tebaranî'nin tahrîc ettiği ha-dîsde zaîflik vardır.
Bu Ebû Said hadîsi Ebû
Zer hadîsine muarızdır. Çünkü Ebû Zer hadîsinde: Sütre dikmeyenin önünden
kadın; eşek ve kara köpek geçerse namazı bozulacağı ifade ediliyordu. Burada
ise «namazı hiçbir şey bozmaz» deniliyor. Böylece iki hadîs tearuz edince
ulemâ da ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazıları aralarını yatıştırmaya çalışarak «Ebû
Zer hadîsinden murad namazın bozulması değil, geçenlerle kalp meşgul olacağından
namazın noksanlaşmasıdır. Ebû Saîd hadîsinden murad da namazın bozulmamasıdır»
derler. Bir takımları buradaki Ebû Said hadîsi Ebû Zer hadîsini neshetmiştir
diyorsa da bu kavi zayıftır. Çünkü hadîslerin aralarını bulmak mümkün iken
neshe gidilemez. Sonra nesh iddia edebilmek İçin mutlaka hadîslerin tarihini
bilmek gerekir. Burada ise hangisi evvel veya sonradır bilinememektedir.
Bununla beraber har iîslerin araları bulunamazsa bile yine de yapılacak iş nesh
değil, tercihe başvurmaktır. Bu takdirde; Ebû Zer hadîsi tercih edilir. Çünkü
onu İmamı Müslim tahrîc etmiştir. Halbuki Ebû Said hadîsinin senedinde saaf
vardır.[579]
Kamusda huşu: Huıû'dur.
Yahut huzua. yakın bir haldir. Ve ikisi de tevazu manâsını ifade eder. Yahut
huzû' bedenle; huşu' sesle,, gözle, vakar ve sükûnetle olur. Bazılarına göre
huzu' : Kimi kalple kimi sükût gibi bedenle olur. Bir takım ulemâya göre ise
ikisine de itibar edilir Bu ciheti Fahri Bâzî (544 - 606) tefsirinde hikâye
etmiştir. Hu-şû'un kalp amellerinden olduğuna Hazretİ Ali fl5.-A.rin şu hadîsi
delâlet eder:
«HuşÛ 'kalpledir.» Bu
hadîsi Hâkim (321 - 405) tahrîc
etmiştir. Şu hadîsde aynı davaya delildir:
«Bunun kalbi huşu'
bulsa azaları da huşu' bulurdu.» Resulü
Ekrem (S.A.V.) istiaze ederken şöyle duâ ederlerdi:
«Huşu' bulmayan
kalpten de sana sığınırım.»
Namazda huşûun vacib
olup olmadığı ihtilaflıdır. Cumhur-u Ulemaya göre vâcib değildir. İmam-%
Gazali (450 - 505) îhyâü'l - Ulum'da. bu bahisde uzun uzadıya izahatta
bulunmuştur .Huşûun vâcib olmadığına icma' bulunduğunu Nevevî iddia etmiştir.[580]
251/186- «Ebû
Hüreyre radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
saîîallahü aleyhi ve sellem:
— Kişinin ihtisar
yaparak namaz kılmasını yasak etti.»[581]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir. İhtisarın mânâsı: Elini böğrüne koymaktır.
Hadîs herne kadar
Peygamber (S.A.V.)'in yasak ettiğini ihbardan ibaret olup, ne dediğini
zikretmemekte ise de yine merfu' hükmündedir.
Ellerin böğüre
dayanması tek tek de olabilir; ikisi beraber de. Şu kadar var ki, bu tefsire
Kâmus'da, istişhad için gösterilen şu hadîs muarızdır:
«ihtisarcıların
kıyamet gününde yüzlerinde nur olacak.» «Yani geceleyin namaz kılanlar yorulup
da ellerini böğürlerine koydukları vakit, demek istiyor.» Eğer bu hadîs sahîh
ise kitabımızın hadîsi ile araları şöyle bulunur: Kitabımızın hadîsindeki
yasak; yorulmadan yapanlaradır, denilir; Fakat bu seferde mânâ «En - NiMye»
nin tefsirine muhalif düşer. Orada: «Kıyamette ihtisarcıların sâlih amel-' leri
ile birlikte gelecekleri ve o amellere dayanacakları ifade edilmek
istenmiştir» deniliyor. Hasıra kelimesi: Kamus'da. şâkile yani uyluk kemiği ile
alt iğe kemiği arasıdır. Musannifin yaptığı tefsir ekser ulemânın kavlidir.
Bazıları namazda ihtisar, eline bir sopa alarak ona dayanmaktır diyorlar. Bir
takımları da ihtisar: Sûreyi kısaltarak sonundan bir veya iki &yet
okumaktır, derler. İhtisar rü-kûunu, sücûdunu ve şâir yerlerini kısaltmak
suretiyle namazı kısa kesmektir; diyenler de olmuştur. Bunun yasak edilmesinin
hikmetini aşağıdaki hadîs beyân edecektir.[582]
251/186- «Buharî'de
Âişe radiyallahü avhâ'dan rivayet edilmiştir ki:
— Bu, namazlarında
Yahudilerin, yaptığı bir iş olduğundandır.»[583]
Yani namazda ihtisar
Yahudilerin yaptığı bir iştir. Bize ise bütün hallerinde onlara benzemek yasak
edilmiştir, îşte nehyin hikmeti budur. Yoksa bu şeytan işi imiş ,yahut İblis
Cennetten çıkarken elleri böğründe imiş; veya bu, iş büyüklenenlerin işi imiş
de onun için bize yasak edilmiş gibi sözler buradaki nehyin asla illeti
olamaz. Çünkü bu sözlerin hiçbiri tahminden öteye geçmemektedir. îtimada -şayan olan sahabiden nâss olarak
bize gelendir. Zira sahabî rivayet ettiği hadîsi herkesten iyi bilir. Hazreti
Âişe (R.Anhâ)'mn bu hadîsinin merfû olmak ihtimali de vardır. Sonra sahîh
hadîs kitabında vâfid olan hadîs başkalarına tercih edilir. Musannif merhumun
bu hadîsi huşu' babında getirmesi, ihtisardan nehyedilmesinin illeti huşûa
münafi olduğu içindir, kanaatini vermektedir.[584]
253/187- «Enes
radiyallahü an Vden rivayet olunmuştur ki;
Resû-lüllah saUaîlahü aleyhi ve sellem :
— Akşam yemeği takdim
edildimi, akşam namazını kılmadan önce ondan başlayın; buyurmuşlardır.»[585]
Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.
Bazı rivayetlerde namaz
tâbiri mutlaktır. îbni Dakiki'l -
îyd. (625 — 702) : «MuÜak mukayyede hamlolunur» diyor. Bir rivayette :
«Sizden biriniz oruçlu
iken akşam yemeği konursa» duyurulmuştur ki, hadîs bununla takyîd edilemez;
çünkü Usul-ü Fıkıh'da beyan edildiğine göre, kassın muvafık hükmünü zikretmek
takyîd veya tahsis ifâde etmez.
Hadîs-i şerîf akşam
yemeği hazır oldukta onu akşam namazından önce yemenin lüzumuna delildir.
Cumhur-u Ulemâ bu emri nedib mânâsına- hamletmişlerdir. Yalnız Zahiriyyeye
göre vâcibtir. Onlara göre akşam namazı evvel kılınsa bâtıl olur. Sonra hadîs
mutlaktır. Binâenaleyh sofraya oturanlar aç da olsa, tok da olsa; yemeğin
bozulacağından korkulsa da, korkulmasa da ve, yemek az da olsa, çok da olsa
mutlaka evvelâ ondan başlanacağına delâlet eder.
Hadîsin mânâsı
hususunda birçok delilsiz tafsilât vardır. Yemeğin namazdan önce yenmesinin
illeti aç bir kimsenin huzuruna gelmekle onun zihnini karıştırmış olacağı
içindir ki, bu da namazda huşû'un kalmaması ile neticelenir, illetin bu
olduğuna delil ashab-ı Kiramdan bazılarının sözleridir. Meselâ: îbni EH Şeyhe
(— 234)'nin Ebû Hüreyre ile İbnİ Abbas (R. Anhümâ)'da.n tahrîc ettiği şu hadîs
bir delildir:
«Ebu Hüreyre İle İbni
Abbas yemek yiyorlarmış; fırında da kebab varmış. Bu arada müezzin namaz için
ikâmet edecek olmuş. Fakat İbni Abbas: Acele etme. Bundan canımız çekip
dururken biz kalkmayız; demiş». Bir rivayette :
«Bize namazımızda arız
olmaması için» demiştir. Yine îbni Ebi Şeyhe Hazreti Hasan (R. A.)'den şu hadîsi
rivayet ediyor;
«Hazreti Hasan
namazdan Önce yemek yemek nefs-İ levvâmeyî giderir; demiştir.» Evet vakit varsa
böyledir. Fakat vakit dar olur ve Önce yemek yenildiği takdirde akşamın vakti
çıkarsa mes'ele ihtilaflıdır. Bazıları vakit çıksa bile yine evvelâ yemek
yenecektir. Çünkü namazda huşu' yemek yemekle hasıl olur diyorlar. Bunlar
namazda huşu' va-cibtir diyenlerdir. Cümhur-u ulemâya göre vakti kaçırmamak
için evvelâ namaz kılınır. -
Bu hadîsde yemeğin
hazır olmasının cemaatı terk etmek için bir özür teşkil ettiğine delâlet
vardır. Bazılarına göre hadîsde:
«Hemen başlayın»
buyrulması; yemek yerken namaz hazır olursa uzatmamaya delâlet eder.
Hazreti İbni Ömer'den
sahîh rivayetle sabit olmuştur ki, akşam yemeği yerken namazda imamın
kıraatini işitse bile yemeğini bitirinceye kadar sofradan kalkmazmış. Yemekten
başka şeyler de, zihni meşgul edeceği mülâhazası ile yemeğe kıyas olunmuştur.[586]
254/188- «Ebû
Zer radiydüahü anft'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlütlah sallallahü
aleyhi ve seîlem :
— Biriniz namaza girdi
mi artık (yüzünden veya secde yerinden) ufak taşları silmesin. Çünkü rahmet
onun
yÜZÜne gelir;
buyurdular.»[587]
Bu hadîsi, sahîh isnad
İle Beşler rivayet etmişlerdir. Ahmed «bir defa, yahut bırak» cümlesini ziyâde
etmiştir.
Fakat musannifin
buradaki ihtisarı manâyı bozmaktadır. Çünkü îmam-ı Ahmed'in ziyâdesi buradaki
hadîse yaptığı zannını veriyor. Ve mânâ şöyle oluyor: «Biriniz namaza başladı
mı artık yüzünden ufak taşları bir defa silmesin. Yahut bırak.» Halbuki
anlatılmak istenilen bu değildir. îmam-ı Ahmed'in (164 — 241) rivayet ettiği
hadîs şudur:
«Ebû Zer'den rivayet
edi!mistir ki. Peygamber (S.A.V.)'e her şeyi sordum. Hattâ ufak taşları
(alından) silmeyi bile sordum: «BİT defa, yahut, bırak;» buyurdular» demiştir.
Yâni bir defa sil, yahut silmeyi bırak demek istememişlerdir. Herhalde
Musannif bu bâbda okuyanların hadîsi bildiklerine güvenmiştir. Böyle
diyeceğine:
«Ahmed'in bir
rivayetinde bir defa silme izni vardır» dese daha açık anlaşılırdı. Hadîs-i
şerîf namaza başladıktan sonra yüzünden veya secde yerinden ufak taşları
silmenin memnu, olduğuna delildir. Namaza girmezden evvel silmek memnu'
olmadığına göre, bu işi namaza niyet etmeden yapmalıdır. Ta ki namazda zihnini
bunlar meşgul etmesin. Bir rivayette ufak taş yerine toprak zikredilmiştir.
Lâkin taş olsun, toprak o!sun ekseriyetle vukuuna bakarak zikredilmiştir.
Yoksa bunlardan gayri bir şey olursa siisin mânâsına gelmez. Elhasıl namaz
kılarken alına ve yüze yapışan toz toprağa ve çakılı silmek huşu' ve huzû'un
bozulmaması için men'edilmiştir. Nitekim Musannifin bu hadîsi burada
zikretmesi de ayni mânâyı ifade ediyor. Yüzü silmekten nehyin illeti; namaz
içinde sık sık yüz silinerek namazla ilgisi olmayan işleri yapmak ve bu auretle
namazı bozmak tehlikesine maruz bırakmak da olabilir, deniliyor. Şâirin nâssan
bildirdiği illet: Rahmetin yüze gelmesidir. Binâenaleyh sümek suretiyle
değiştirilmemelidir. Fakat taşlar yüzü rahatsız ediyorsa bittabi silmesinde
bir beis yoktur.[588]
254/188-
«Sahîhaytı'da Muaykîb[589] radiyallahü
anh'den fa'lîlsîz olarak bunun benzeri vardır.»[590]
Yani Buharı ile
JfüsZim'de bunun gibi bir hadîs vardır. Yalnız onlardaki hadîsde talîl cümlesi
olan : yoktur. Ve lâfzı şudur
«Ufak taşları namazda
iken silme. Eğer mutlaka yapacaksan taşları düzeltmek için bir defa.» (Yap).[591]
256/189- «Âİşe
radiyaîlahü anhd'dan rivayet edilmiştir.Demiştir kİ: ResûlüMah (S.A.V.)'e
namazda bakınmayı sordum:
— O bir kapış'tır.
Şeytan onu kulun namazından kapar; buyurdular.»[592]
Bu hadîsi, Buharî
rivayet etmiştir.[593]
256/189- «Tîrmîzî'nin
rivayeti -kî onu sahîhlemiştir de :
Tîybî {—743) diyor ki:
«Bakınmaya ihtilas demesi şunun içindir : Namaz kılan Rabbine yönelmiştir.
Şeytan ise bu yönelmenin elden gitmesi için fırsat kollar. Ve kul bakındı mı
hemen onu kapar.»
Hadîs-i §erîf, namazda
bakınmanın mekruh olduğuna delildir. Cumhur'un kavli de budur. Yalnız bakımrken
göğsün ve boynunun tamamının kıbleden dönmemiş olması şarttır. Dönerse namaz
bozulur. Kerahetin sebebi ya huşûun zedelenmesi veya bedenîn bir kısmı ile kıbleden
dönmüş olması, yahut da AUah-ii Teâlâya yönelmekten yüz çevirmesidir. Nitekim
bu son ihtimali te'kid eden bir hadîsi îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile
îbni Mâce (203 — 275) Hazreli EbÛ Zer'den tahrîc etmişlerdir. Hadîs şudur :
«Kul namazında
bakınmadıkça Allah kuluna inayet buyurmakta devam eder, kul yüzünü çevirdi mi
Allah da inayetinden vazgeçer.» B^ hadîsi Ebû Dâvud (202 — 275) ile Nesâî (215
— 303) de tahrîc etmişlerdir.
«Sakın namazda
bakınma. Çünkü o helaktir. Eğer mutlaka lazımsa, bari tetavvu'da olsun»
şeklindedir. [256/189. Nolu Tirmizİ metni yukarıda geçti o sahifeye bak.]
Tirmizî'mn rivayeti dahi Hazreti Âişe (R. AnM^'dandır. Bu hadîsde. bakınmaya
pek haklı olarak «helak» denilmiştir. Çünkü ibâdetlerin en faziletlesi olan
namazı bozuyor. Dinin direğini yıkmadan daha büyük helak olur mu? Ulemâ :
Bakınmak, ihtiyaç yoksa mekruhtur. îhtiyaç varsa mubahtır, diyorlar. Delilleri:
Hazreti Ebû Bekir (R. A,)'in Peygamberimiz (S.A.V.) namaza gelirken öğle
namazında bakınmasıdır. ResûlüMah (S.A.V.) ölüm döşeğinden kalkarak mescide
çıktığı vakit Ashab-ı Kiram da bakınmışlar ve Resûlüllah kendilerine işaret
buyurmuşlardı. Bakınmasalar onun geldiğini bilmezler; işaretini de görmezlerdi.
Hazreti Peygamber kendilerine bir şey dememek suretiyle takrir buyurmuşlardı.[594]
257/190-
«Enes radiyalîahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve setlem :
— Biriniz namazda
olduğu zaman muhakkak Rabbi ile münacaat etmektedir. Binâenaleyh sakın Önüne ve
sağına tükürmesin. Lâkin soluna ayağının altına (tükürSÜn); buyurdular.»[595]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'tir. Bir rivayette «Yahut ayağının altına» buyrulmuştur.
Önüne ve sağına
tükürmekten menedümesinin illet ve sebebi Ebû Hüreyre hadîsinde «sağında bir
melek vardır» buyrularak açıklanmıştır.
Bu hadîs-i şerif
namazda iken kıble tarafına veya sağına tükürmekten nehyediyor. Bu nehy Ebû
Hüreyre ve Ebû Said hadîslerinde mutlaktır. Deniliyor ki: Peygamber (S.A.V.
mescidin duvarında tükürük gördü. Hemen bir ufak taş alarak onu kazıdı ve:
«Biriniz tükürdüğü
zaman sakın yüzünün olduğu tarafa ve sağına tükürmesin; soluna, yahut sol
ayağının altına
tükürsün; buyurdular.»
Bu hadîs de,
Müttefekun Aleyh'dir.
Nevevî (631 — 676)
tükürmenin namazda olsun, dışında olsun ve-keza .mescidde olsun başka yerde
olsun mutlak surette memnu, olduğu-na cezmeder. Namazdaki memnuniyetini Enes
hadîsi ifâde ediyor. Başka hadîsler kıbleye karşı tükürmeyi mutlak olarak
ifâde etmektedirler. Binâenaleyh onlara göre mescidde veya dışında, namazda
veya dışında tükürmek memnudur. îbni Huzeyme (223 — 311) ile îbni Hibbân. (—
354)'in sahihlerinde Hazreti Huzeyfe'den merfû olarak şu hadîs ri~ vâyet
ediliyor:
«Kim k.bleye doğru
tü^rürse k.yâmete tük«Kıbleye (tükürülen.) tükürüğün sahibi Kıyamet gününde
tükürük yüzünde olarak diriltilecektir.»
Ebû Dâvud (202 — 275)
ile îbni Hibbân, Saib b. HaHâd'dan şu hadîsi
tahrîc etmişlerdir:
«Bir adam bir kavms
imam olmuş ve kıbleye tükürmüştü. Namazdan çıkınca Resûlüllah (S.A.V.); «size
namaz kıldırmasın;» buyurdular.» Sağ tarafına tükürmek de kıbleye tükürmek
gibidir. Çünkü ondan da mutlak olarak nehyedilmiştir. Abdürrezzak (—211) İbni
Mes'ud'-
dan, namaz haricinde
dahi tükürmeyi kerih gördüğünü rivayet eder. Muaz b. Cebel (R. A.) de:
«Müslüman olaiıdanberi
sağıma hiç tükürmedinı» demiştir. Ömer b. Abdülaziz tükürmekten nehyederdi.
Resûlüllah (S.A.V.) ne tarafa ttikürüleceğini :
«Soluna» demek
suretiyle beyân ettiği gibi nereye tükürüleceğini :
«Ayağın altı» diye
tayin buyurmuşlardır. îmam-ı Ahmed (164 — 241) ile Müslim (204 — 261)'in
rivayet ettikleri Enes Hadîsinde :
357 ibaresinden sonra
şu ziyâde vardır:
«Bundan sonra
cübbesînin kenarını alarak oraya tükürdü ve kenarı katladı da : Yahut işte
böyle yapar» buyurdu. Hadîsdeki :
«Yâni ayağının altına»
tâbiri camide olmayanlara mahsustur. Camide olanlar mutlaka mendiline veya
elbisesine tükürür. Çünkü bîr hadîsde :
«Mescid içine tükürmek
günahtır» buyrulmuştur.
Yukarda Resûlüllah
(S-A.V.)'in sağ tarafa tükürmeyi men.etmesine sebeb olarak orada bir melek
olduğunu beyan ettiğini görmüştük. Buna şu sual vârid olmaktadır: Sağda olduğu
gibi, solda da bir melek - vardır. Bu melek işlenen kötülükleri, günahları
yazar. Sol tarafa tükürüldüğü takdirde o rahatsız olmazmı? Bu suale şu yolda
cevap verilmiştir: «Sağa tükürmemek yalnız'sağ taraf meleğine mahsus bir
ikram, ve teşriftir». Müfeahhirin-i Ulemâdan bazıları bu suale şöyle cevap
vermişlerdir: «Namaz bedenen yapılan iyi amellerin temelidir. Binâenaleyh
kötülükleri yazan meleğin ona bir dahli yoktur.» Bunların delili İbni Ebî Şeyhe
(— 234)'nin Hazreti Huzeyfe'den mevkufen tahrîc ettiği hadîsteki:
«Sağına da tükürmesin.
Çünkü sağında iyi ameller kâtibi Vardır» ifâdesi ile Taberanî'nin (260 — 360)
rivayet ettiği Ümâme hadîsindekr:
«Zira o Allah'ın
huzuruna sağında bir melek, solunda da şeytanı olduğu halde çıkacaktır»
ibâresidir.
Bu hadîs sabit olunsa
sol tarafa tüküren şeytanın üzerine tükürmuş oluyor. İhtimal sol taraftaki
melek o sırada tükürük isabet et-miyecek şekilde geriye çekilmiş bulunuyor.
Yahut namazda sağ tarafa meylediyor.[596]
258/191- «(Bu
da) ondan. Demiştir ki: Âişe'nİn bir kaygısı vardı. Evinin bir tarafını onunla
örtmüş İdi. Peygamber (S.A.V.) kendisine
:
«Şu yaygını bizden
defet. Çünkü tasvirleri namazımda bana arız olup duruyor; buyurdular.»[597]
Bu hadîsi, Buharı
rivayet etmiştir.[598]
258/191- «Şeyheyn
Ebû Cehm'İn Enbicaniyye'si kıssası hakkındaki Âişe hadîsine ittifak
etmişlerdir. Bu hadîsde:
«Zira o hamisa[599] beni namazımdan alıkoydu» buyrulmaktadır.[600]
Kiram: İnce çarşaf
veya renkli, resimli yaygıdır. Hadîs-i şerif, evde veya namaz kılanın yerde
insanı meşgul edecek şeyler varsa giderilmesine delildir. Fakat bunların
namazı bezacağma dair bir delâlet yoktur. Çünkü ResûîüIIah (S.A.V.)'in namazı
iade ettiği rivayet olunmamıştır. Aşağıdaki hadîs de aynı hükmü ifâde
etmektedir.
Hadîs-i şerîfde geçen
« II' U » zamiri hamisaya aittir. Daha sonraki cümlesindeki zamir de ona
aittir. Fakat Musannifin ibaresi Enbicanîyye'ye ait olduğu zannını
vermektedir.
Enbicaniyye: Çizgisiz
düz kumaşdan yapma elbisedir.
Hamîsa : Çizgili
kumaştan yapılan elbisedir.
Bunu Resulü Ekreme Ebî
Cehm (R. A.) hediye etmişti. Hazreti Âişe hadîsinin'lâfzı şöyledir:
«Peygamber (S.A.V.)
çizgileri olan bîr hamîsa İçinde namaz kıldı, ve çizgilerine şöyle bir baktı.
Namazdan çıktıktan sonra : «Benim bu hamîsamı Ebû Cehm'e götürün; Ebû Cehm'in
düz kumaş elbisesini bana getirin. Çünkü bu hamîsa demin beni namazımdan
alıkoydu.» buyurdu. Buradaki lâfız B«7um'nindir. îmam-t Malık (53— 179) «El-Muvatta»
da bu hadîsi Hazreti Âişe'den şu lâfızla rivayet ediyor:
Âişe (R.Anhâ) demiştir
ki: Ebû Cehm b. Huzeyfe Resûlüllah (S.A.V\)'e çizgili bir hamîsa hedîye etti.
Resûlüüah onunla namaza geldi.. Namazdan çıkfıktan sonra: «Bu hamîsayı Ebû
Cehm'e iade edin» buyurdular. Yine Hazreti Âişe'den bir rivayette :
«Namazda olduğum halde
çizgilerine bakıyordum. Korkarım beni alıkoyacak» buyrulmuştur. îbni Battal
(—444) diyor ki: Rcsûlüllah (S.A.V.)'in Ebû Cehm'den başka elbise istemesi hediyesini
kendisini küçümseyerek iade etmediğini bildirmek içindir».
[Me!n-i Hadîs 257/192
Nolu Hz. Âişe (R.Anhâ) Hadîsine bak.] Hadîs-i şerif, nakış ve resim gibi kalbi
meşgul ederek namazdan alıkoyan şeylerin mekruh olduğuna delildir. Yine bu
hadîs Resûl-ü Ekrem'in namazdan alıkoyan şeylerden namazı kurtarmağa şitâb
ettiğine delâlet ediyor. Tîybî: «Kötülerden geçtim; burada resimlerle zahiri
eşyanın temiz kalplere ve pak ruhlara bile te'siri olduğu bildiriliyor»
demektedir.
Bu hadîsde nakışlı
seccadeler üzerinde namaz kılmanın ve mes-cidîeri nakışla süslemenin mekruh
olduğuna delâlet vardır.[601]
259/192- «Câbir
b. Semura radiyallahü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallajıü aleyhi ve seîlem :
— Ya namazda gözlerini
semaya diken kavimler bundan kat'i surette vazgeçerler; yahut gözleri
kendilerine dönmez; buyurdular.»[602]
Bu hadîsi; MüsMm
rivayet etmiştir.[603]
259/192- «Müslim'in
Âişe radiyallahü anhâ'Aan rivayetinde Âişe: Resûlüllah saUallahû aleyhi ve
sellem'l :
— Yemek huzurunda namaz olmaz; kendisini büyük
ve küçük abdestler sıkıştıranın da namazı olmaz; derken işittim, demiştir.»[604]
Semâdan murad: Mutlak
surette yukansıdır. Nevevî (631 — 676) Müslim şerhinde: «Bu hadîsde pek
te'kitli nehy ve şiddetli tehdit vardır. Bu bâbda icmâ olduğu naklolunur»
diyor. Nehy tahrim îcab eder. tbni Hazm (3 — 456) : «Gözlerini yukarıya dikmek
namazı bozar demiştir. Kâdi îyaz (476 — 544): «Namazdan gayri dualarda gözleri
yukarıya dikmek hususunda ulemâ ihtilâf etmiş; bir. takımı bunu mekruh görmüş,
ekseriyet caiz olduğuna kaildir» diyor.
[Metni hadîs 259/192
Hz. Âişe (R. A.) hadisine bakıla.]
Bu bâbda yukarda
üçüncü hadîsde söz geçti ise de buradaki hadîs yemeğin hazır olduğu yerde namaz
kılınamiyacağını ifade ediyor. Bir de bu hadîs farz ve nafile bütün namazlara,
keza a-ç veya tok herkese âmm ve şâmildir. Oradaki hadîs bundan esahtır.
Kendisini yellenmek sıkıştıran da hükümde dahildir. Fakat sıkıştırma olmadan
yelleneceği gelmek dahil değildir. Yani bu takdirde namazım kılabilir. Başı
sıkılan bir kimsenin o hali ile namaz kılması mekruhtur.
Bu kerahat huşûu
noksanlaştırdığındandır, diyorlar. Başı sıkılmakla beraber vakit de daralsa ve
çıkacağından korksa, namazı maal kerahet sahihtir. Zahirîlere göre bu namaz
batıl olur.[605]
261/193- Ebû
Hüreyre radtyaUahü anh'dan rivayet edilmiştir ki; Peygamber saUdllahü aleyhi ve
seUem :
— Esnemek
şeytandandır; biriniz esnedi mi gücü yettiği kadar menetsin; buyurmuştur.»[606]
Bu hadîsi; Müslim ve
Tîrmizî rivayet etmişlerdir. Tîrmlrf «Namazda» kaydını ziyâde etmiştir.
Esnemenin şeytandan
oluşu mecazdır. Esnemek midenin fazla dolu bulunmasından ve tenbellikten
meydana gelir. Bunlar ise şeytanın sevdiği şeylerdir. Binâenaleyh ondan gelmiş
gibidir. Tirmizî'-nin ziyâdesini de kattıktan sonra hadîsin mânası: «Biriniz
namazda esnedi mi mümkün olduğu kadar menetsin» demek olur. Maamafih bu halden
namaz dışında da korunmağa, çalışmağa bir mani yoktur. Zira mutlak ile mukayyet
hükümde birbirine muvafıktırlar. Tirmigî'nin ziyâdesi Buharî'de de vardır.
Buharı ondan sonra şu ziyâdeyi de kaydeder:
«Esnerken» hâ demesin.
Çünkü bu ancak şeytandandır; ona güler.»
Bütün bunlar huşûa
manî olan şeylerdir. Esniyen elini ağzına koymalıdır. Zira bir hadîs-i şerîfde:
«Biriniz esnedi mi
hemen elini ağzına koysun. Çünkü şeytan esneme İle birlikte girer.» buyrulmuştur.
Bu hadîsi; Buha-rîj Müslim, Ahmed ve başkaları tahrîc etmişlerdir.[607]
Mesâcid kelimesi
mescidin cem'idir. Mescid, cimin kesresi ile okunursa mekân-ı mahsustur. Cimin
fethası ile secde yeri demektir. Mes-cidlerin fazileti hakkında pek çok hadîsler
vardır. Bunlarda mescidlerin Allah indinde en makbul yerler olduğu; helâl
malından bir mescid yaptırana Allah'ın cennette bir köşk bina edeceği beyan
olunmaktadır. «Mecmeu'z - Zevâid» gibi hadîs kitapları bu gûna hadîslerle
doludur.[608]
262/194- «Âİşe
radiyalîahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.)
mescidlerin evlerin içine yapılmasını ve temizlenmesini, kokulanmasını
emretti.»[609]
Bu hadîsi; Ahmed, Ebû Dâvud ve Tirmiiî rivayet
etmiş; Tirmizî İrsalini sahîhlemiştir.
Hadîs-i şerîfdeki
«Dûr» kaydından murad; evlerin içi de olabilir; evlerin yapıldığı mahallerde.
Mescidler temiz olacak ve kokuîanacak-tır. Kokulamak buhur ve sair ile olur.
Bu hadîs-i şerîfdeki
emir nedib içindir. Çünkü Müslim'in (204—261) rivayet ettiği bir hadîsde:
«Namaz sana nerede
yetişirse hemen kıl» buyrulmuştur. Böyle hadîsler başkalarında da vardır.
Birinci mânaya göre mescidler evlerin içine yapılacaktır. Bu takdirde hadîsimiz
teshilin yani onu sebilleştirmenin ve hak yolunda umum tarafından kullanılmak
üzere açılmasının şart olduğuna delâlet eder. Çünkü hemen mescid adı takmakla
mescid oluverse bu binaların sahiplerinin mülkünden çıkması lâzım gelir.
Bazılarına göre murad: Evlerin bulunduğu mahallerdir:
[610] «Sîze fasıklar darını göstereceğim» âyeti bu
kabildendir. Çünkü arap-lar kabilelerin toplandığı yere «dar» derlerdi. Sevrî:
«Mescidlerin darların içinde yapılmasından murad, kabilelerdir» diyor.[611]
263/195- «Ebu
Hüreyre radıyaMahü anh'ten rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
saltaîlahü aleyhi ve sellem:
— Allah Yahudilerin
belâsını versin; Peygamberlerinin kabirlerini mescid yaptılar; buyurdu.»[612]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir. Müslim: «Hıristiyanlar da» ibaresini ziyâde etmiştir.[613]
263/195-
«Buharı
ile Müslim'de Âişe hadîsinden (şu parça vardır):
Hıristiyanlar
aralarında salih zât öldümü kabrinin üzerine bir mescid yaparlardı.» Bu-hadîsde
«Bunlar mahlu-kâtin en kötüleridir» ibaresi de vardır.Müslim (204 — 261)
Hazreti Âîşe (R. Anhâydah şu hadîsi rivayet ediyor:
«Âİijb radiycdlahü
anhâ dedi ki: Gerçekten Ümmü Habibe ile Ümmü Seleme Resûiüilah (S.A.V.)'e
Habeşistanda içersinde resimler bulunan bîr kilise gördüklerini ahlattılar da
Resûlüllah (S.A.V.) : Şüphe yok
ki, bunlar, aralarında
salih kimse bulunup, öldüğü zaman kabrinin üzerine bir mescid bina ederler ve
o suretleri yaparlardı. Bunlar kıyamet gününde Allah'ın indinde mahlûkatın en
kötüleri olacaklardır» buyurdu.
Kabirleri mescid
yapmak içersinde namaz kılmağa da üzerlerinde namaz kılmağa da şâmildir. Yine
Müslim'de şu hadîs vardır:
«Kabirlerin üzerine
oturmayın. Ne onlara doğru, ne onların üzerinde namaz kılmayın.» Kadı Beyzavî
(685) tefsirinde şöyle der: «Vaktaki Yahudilerle Hıristiyanlar
Peygamberlerinin sanma tazim için onların kabirlerine secde ettiler, kabirleri
kıble yaparak namazda onlara doğru döndüler — Allah belâlarını versin —
kabirleri put ittihaz ettiler; müslümanlar bundan menedildi. Amma bir kimse
salih bir zâtın civarına mescid inşa eder ve bundan ona tazim ve ona doğru
teveccüh değil de, sırf yakın bulunmak suretiyle teberrük kasdederse, bu
tehdide dahil olmaz. BeyzavVnin «ona
tazim ve ona doğru teveccüh değildi, sırf
teberrük için» diyerek yaptığı
ta'lili Sübülü's - Selâm-» sahibi
beğenmemektedir. Bu söze kargı «o zâta yakınında mescid yapmak, ve
onunla teberrük kas-detmek, onu tazimdir» dedikten sonra; «Nehy hadîsleri
mutlaktır; Beyzavî'nin dedikleri ile ta'lil etmeye bir delil yoktur. Anlaşılan
burada illet «Şeddi zeria» yani fenalık yolunu kapamak ve faidesi zararı
olmayan, İşitmeyen cemaatı
tazim eden putperestlere
benzemekten uzak bulunmaktır. Çünkü bu bâbda sarf edilen mal tamamiyle
faideden hali olup, nahak yere israftır. Bir de bu, kabirlerin üzerine mum yakmağa
sebep olur ki, failine lanet
okunmuştur.» diyor.Ve kabirlerin üzerine yapılan türbelerle kubbelerin
sayısız mefsedetlerinden bahsediyor ise de Hak olan San'anî'mn iddiası değil,
BeyzavVnin sözüdür. Nitekim, Fukaha-ı Kiramın kavilleri de budur. Hakikatda ne
Sule-lıadan birinin kabrine yakın Mescid yapmak, putperestliğe benze-mekdir
ne'de Hâşâ!, O kabirde yatan zâta tapmakdır. San'anî merhum burada galeyane
gelerek melûf bulunduğu mezhebi sezdirmiştir:
«Allah yahudilerle
hıristiyanların belâsını versin...» Fakat hıristiyanları katınca mes'ele
müşkilleşir. Çünkü onları Hazreti İsa'dan başka peygamberi yoktur. Hazreti İsa
Aleyhisseîâm ise diri olarak göğe çekilmiştir. Buna cevaben bazıları
hıristiyanların Hazreti İsa'dan gayri mürsel olmayan, yani kendilerine kitap
verilerek gönderilmeyen peygamberleri vardı. Havariyyun ile Hazreti Meryem
bunlardandır.» demiştir. Bazıları da: «Peygamberleri» tâbirinden, maksad hem
yahudilerin, hem hıristiyanların peygamberleridir. Yahud murad: Peygamberlerle
tâbi'leridir. Bu sözle ikisi birden kastedilmiştir; demişlerdir. Bu kavli şu
hadîs de te'yid eder:
«Peygamberlerinin ve
salihinden olanlarının kabirlerini mescid ittihaz ederlerdi.» Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
En güzeli:
«Yahudilerin Peygamberleri hıristiyanların da peygamberidir. Çünkü
hıristiyanlar her Resule inanmakla memurdurlar» demektir. Hadîsde son olarak
geçen ismi işareti her iki fırkaya attir. Ve zem olarak kâfidir.
İttihaz etmekten
murad: Yeni yapmağa ve yapılmışa tabi olmağa şâmildir. Şu halde yahudiler
peygamberlerinin kabirlerini mescid yapmış; hıristiyanlar da onlara tâbi
olmuştur.[614]
265/196- «Ebu
Hüreyre radiyaHahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber (S.A.V.)
süvariler gönderdi. Bunlar bir adam getirdiler ve onu mescidin direklerinden
birine bağladılar. İlâ âhir...»[615]
Bu hadîs Müttefekun
Aleyh'dir.
Getirilen adam Sümame
b. Üsal'dir. Nitekim Sahîheyn'de ve şâir hadîs kitaplarında ismi geçer. Fakat
onlarda Resûlüllah (S.A.V.)'in emir vererek bağlattığı yoktur. Yalnız
bağladıklarına ses çıkarmamış ,bina-enaleyh takrir buyurmuştur. Hadîsin
kıssasında Resûlüllah (S.A.V.)'in. üç günde bir yanma uğrayarak :
«Nen var yâ Sümâme...»
dediği zikrediliyor.
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Bu hadîsde esiri mescide bağlamanın caiz olduğuna delil
vardır. Getirilen esir isterse kâfir olsun. Şu halde hadîs :
«Şüphesiz ki mescid
zikrullah ve taat içindir.» Hadîsini tahsis eder. Resûlüllah (S.A.V.)'in Sakîf
hey'etini mescidde konaklattırdı-ğı sabittir Hattâbi (— 388) diyor ki: «Bu
hadîsde, müşrikin ihtiyacı olduğu zaman mescide girebileceğine delil vardır.
Meselâ: Mescidde olup dışarı çıkmayan borçlusunu yakalamak, mescid içinde dâva
halleden hâkimin huzurunda dâvaya durmak gibi hallerde müşrik mescide
girebilir. Resûlüllah (S.A.V.)'in Mescidine Kâfirler sual sormak ve diğeri bazı
şeyleri görmek için gelirlerdi. Orada uzun uzadıya kalırlardı. Ebû Dâvud (202
— 275)'un Ebû Hüre*yre'den tahrîc ettiği bir hadîsde, Resûlüllah (S.A.V-)'e
mescid içinde iken yahudilerin geldiğinden bahsolunmaktadır.
Vakıa müşrikler
hakkında- KuKan-ı Kerîmde :
[616] «Mescİd-i Harama yaklaşmasınlar» buyrulmuştur. Amma bundan murad : Hacc veya Umre yapmalarına
imkân verilmemekdir,
[617] «Onlar için mescidlere ancak korkarak girmek vardır.»
Âyeti Kerîmesi ise müşriklerin mescidlere girmesini haram kılmak için tam delil
olmaz. Çünkü bu âyet hıristiyanlar Beyt-i Mukaddesi zaptederek içersine pislik
attıkları zaman, yahut Kureyş, Hudeybiye senesi Resûlüllah (S.A.V.)'i Umre
yapmaktan menettikleri vakit nazil olmuştur. Zapt ve istilâ, tahrip gibi
maksadlarla girmezlerse hüküm nedir? Âyet-Î Kerîme bu suale cevap vermiyor.
Herhalde Musannif merhum bu hadîsi, müşriklerin mescide girmelerinin caiz
olduğuna delil olmak üzere getirmiş bulunsa gerektir. Nitekim Mescid-i
Haramdan mada mescidlere girip girmiyecekleri hususunda Imam-ı Şafii'nin reyi
de böyledir.[618]
266/197- «Ebu
Hüreyre'den (rivayet olunmuştur ki) Ömer radiydl-Jahü anh mescidde şiir okuyan
Hassan'ın yanına uğramış ve ona bir bakmış. Hassan; ben burada senden daha
hayırlısı varken okuyordum; demiştir.»[619]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Hadîs-î şerifin
siyakından anlaşıldığına göre Hazreti Ömer (R. A.) Hassan'a bakınca Hassan
bunun iyiye alâmet olmayıp inkâr mânasına geldiğini anlamış ve cevap vermiştir.
«Senden daha hayırlısı»
sözü ile bittabi Resûlüllah (S.A.V.)'İ kasdetmiştir. îmam- Buharl (194 —
256) da bu kıssaya işaret ederek Hassan[620]'ın
mescidde Peygamber (S.A.V.) tarafından müşriklere verdiği cevaptan bahseder.
Hadîs-i şerîf, mescidde şiir okumanın caiz olduğuna delildir. Fakat îbni
Huzeyme (223 — 311) nin 'tahrîc ettiği TirmizVnm de sahîhlediği Amr b. Şuayb
hadîsi ile diğer bazı hadîsler buna muarızdır. Amr b. Şuayb hadisi şudur:
«Resûlüllah (S.A.V.)
mescidde şiirler okumayı yasak etti.» Bu hadîsin şâhidleri de vardır.
O hadîslerle babımız
hadîsinin arası cem edilmiş ve yasak edilen şiirler câhiliyet devrine ait,
öğünme şiirleridir kî, bunlarda sahîh bir heder ve maksad yoktur. Okunmasına
izin verilenler ise böyle olmayıp sahîh bir maksad ifâde edenlerdir,
denilmiştir. Bazıları: «Okunmasına izin verilen şiirlerin mesciddekileri meşgul
etmiyecek cinsten olmaları şarttır» derler.[621]
267/198-
«Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir.Demîştir ki; Resûlüllah
salîallahü aleyhi ve sellem:
— Kim bir adamı
mescidde kayıp hayvan ararken işitirse, «Allah onu sana iade etmesin» desin.
Çünkü mes-cidler bunun için yapılmamıştır; buyurdular.»[622]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerîfdeki
beddua, o adama ceza içindir. Çünkü mescidde, caiz olmayan bir şeyi irtikâp
etmiştir. Hadîsin zahirine bakılırsa- beddua aşikâre edilecektir. Hem edilmesi
lâzımdır. Çünkü mescidler hayvan aramak İçin değil, zikrulfah için, namaz
kılmak, ilim Öğrenmek ve hayırlı şeyler müzakere etmek için yapılmıştır.
Bu hadîs, mescidde
hayvan' arayıp soruşturmanın memnu olduğuna delâlet eder. Hayvandan gayrı kayıpların
soruşturulması da bu hükme dahildir, deniliyor. Zira illet birdir. O da «Çünkü
mescidler bunun İçin yapılmamıştır.» sözüdür. Şu halde gerek mescidde gerekse
başka yerde bir şey kaybedenler mescidin kapısına oturup girenlerle çıkanlara
dışarı da soracaklardır.[623]
267/199- «Ebû
Hüreyre radıyallahü anh'öen rivayet edilmiştir ki; Resûlüllah sdtlallahü aleyhi
ve sellem :
— Bir kimseyi mescidde
satarken veya satın alırken görürseniz ona; «Allah ticâretine kâr ettirmesin;
dey'" buyurdu.»[624]
Bu hadîsi, Tirmizî ile
Nesâî rivayet etmişlerdir. Nesâî onu «Hasen» bulmuştur.
Hadîs-i şerif,
camilerde ahş-veriş yapmanın haram olduğuna delildir. Ahş-veriş görenlerin
faillerini menetmek için açık açık «Allah ticâretine kâr ettirmesin» demeleri
lüzumuna da delâlet ediyor. Buna. sebep ve illet yukanki hadîsde beyan edilen
«Çünkü mescid-ler bunun için yapılmamıştır» hadîsi şerifidir.
Buna rağmen yine de
mescidde ahveriş yapılsa acaba sahih ve mün'akid olur mu? Bu suale cevaben
Mârudî (_450): «Evet, bilittifak mün'akid olur» diyor.[625]
269/200-
«Hâkim b. Hizam[626]
radiyallahü anh'den rivayet edil-* mistir. Demiştir ki:
Resûlüllah sallallahü aleyhi ve seîîem :
— Hadler mescidlerde
ikâme edilemez, oralarda kısas da yapılamaz; buyurdular.»[627]
Bu hadîsi, Ahmed ve,
Ebu Dâvud zayıf bir senedle rivayet etmiştir.
Hadîsi, Hakim (321 —
405), İbnü's - Seken (294 — 353) Dâre Kutnî (306 — 385) ve Beyhakî (384 — 458)
de rivayet etmişlerdir. Musannif merhum «Telhis» de: Bunun isnadında beis
yoktur» der.
Bu hadîsi mescidlerde
hudut ikâmesi ile kısas yapmanın haram olduğuna delildir. Nitekim yerlerinde
görülecektir.[628]
270/201- «Âişe
radıyallahü anhâ'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Hendek günü Sa'd
yaralandı. Ve Resûîüllah (S.A.V.) kendisini yakından dolaşabilmek için üzerine
mescidde bir çadır kurdu.»[629]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Hadîs-i şerîf mescidde
hasta ve yaralı bakıîabileceğine, uyunacağına, çadır kurulabileceğine
delildir.
«Hudud» : Haddin
cem'idir. Hadd; lûgatta : Menetmek manasınadır. Istılahta ise zina, içki ve
hırsızlık gibi şeylerin sebeplerini men-eden mânilerdir ki, bunların bazısı
dayak, bazısı el kesme, kelle kesme gibi şeylerdir.[630]
271/202-
«(Bu da) ondan. Demiştir kî: Resûlüllah (S.A.V.)'in, ben mescidde oynayan
Habeşlilere bakarken beni örttüğünü gördüm, ilh...»[631]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Buharî'nin bir
rivayetinde oyunun kalkan ve harbilerle yapıldığı; Müslim'in bir rivayetinde
sade harbilerle yapıldığı beyan olunuyor. Yine Buharî'nin bir rivayetinde
günün bayram olduğu bildiriliyor. Bu da sevinç günlerinde böyle oyunların
mescidde. oynanabileceğini gösterir ise de bunun Kitap ve sünnetle mensuh
olduğu iddia ediliyor. Kitaptan nâsihi :
[632] «Bina edilerek içlerinde isminin anılmasına Allah'ın
izin verdiği evlerde...» Âyeti kerimesidir. Sünnetten de hadîsidir. Maamafih
nesh iddiasına itiraz edenlerde olmuş ve: Hadîs zaittir. Sonra ne âyette, ne de
hadîsde neshe dair bir sarahat yoktur. Tarih de malûm değildir ki nesh iddia edilebilsin
demişlerdir. Habeşlilerin oyununun mescid haricinde olduğunu, Hazreti Âişe'nin
mescidde bulunduğunu da iddia edenler olmuştur.
Hazreti Âişe (R.
Anhâ)'mn ecnebiyye olduğu halde
oynayanlara bakması, kadının insan topluluklarına ferdlerini
ayırmaksızın toptan bakışının caiz olduğuna delâlet eder. Nitekim camiye
giren ve çıkan cemaata ve keza yollardaki kalabalığa bakmak da böyledir.
Mes'elenin tahkiki yerinde gelecektir.[633]
273/203- «(Bu
da) ondan, (demiştir ki): Bîr kara
cariyenin mescîd-de çadırı vardı. Bana gelir ve yanımda konuşurdu... İlâh...».[634]
Bu hadîs, MÜttefekun
Aleyh'dir. Bu hadîs Buharî'de
Hazreti Âişe'den şu
lâfızlarla rivayet olunuyor:
«Arap kabilelerinden
birinin kara bir cariyesi vardı. Bunu âzâd etmişler. Fakat onlarla beraber
yaşıyormuş. Birgün kabilenin bir kız çocuğu üzerinde kayış parçaları ile
işlenmiş kırmızı bir kuşak olduğu
halde sokağa çıkm:ş. Câriye diyor ki : Kız kuşağı bıraktı. Yahut da
ondan düştü. Kuşak yerde iken bir çaylactk geçti ve onu et sanarak kâptı. Onu
aradılar fakat bulamadılar. Ve kuşaktan dolayı beni itham ettiler. Artık benî
araştırmağa başladılar. (Hattâ Önünü bile aramışlar.) Diyor kî: Vallahi ben
yanlarında duruyordum. Bir de ne göreyim çaylacik çtka geldi ve o kuşağı
atıverdİ. Aralarına düştü. Ben: İşte beni itham etliğiniz şey! Vehmettiniz!
Halbuki ben bundan beriyim; işte o! dedim» Hazreti Âİşe (R.Anhâ) diyor ki
bunun üzerine câriye Resûlüllah (S.A.V.)'e gelerek müslüman oldu. Bu cariyenin
mescİdde bîr çadırı veya kıldan evi vardı. Bana gelir yanımda muhabbet ederdi.
Oturur oturmaz şunu söylerdi: «Kuşak günü Rabbimizin acayiplerindendir.» «Beri
bak, hiç şüphe yek ki o beni küfür diyarından kurtardı.»
Âişe diyer ki: Ona,
«ne oluyor sana ki oturur oturmaz bunu söylü-yersun? dedim. Bana bu hadîsi
anlattı.»
İşte Musannifin
«El-Hadîs» diyerek okunmasını bize havale kıldığı hadîs budur. Bu hadîs de
erkek veya kadın bir müsiümanın evi yoksa fitneden emin olmak şartı ile
mescidde yatıp kalkabileceğine; mescide çadır ve şâire kurulabileceğine delâlet
vardır.[635]
273/204- «Enes
radiyallahü anh1'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve sellem :
— Mescidde tükürmek
günahtır; keffareti onu gömmektir; buyurdular.»[636]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Eu h&dîs, m:scidde
tükürmenin günah olduğuna; tükürüğü gömniL'k bu günah için keffaret olacağına
delâlet ediyor. Halbuki yukarda huşu tâbınm 257/190 Nolu hadîsinde; «sol
tarafına veya ayağının altına tükürsün» buyrulmuştu. Şu halde bu hadîs
oradakine muarızdır. Çünkü o hadîsin zahiri âmm'dır. Binâenaleyh mescidde olana
da şâmildir. Ncvcvl {631 — 676) eliyor ki: «Bu hadîslerin ikisi de âmm'dır.
Lâkin ötekinin umumu mescidin içinde olmamakla tahsis edilmiştir. «Halite»
hadîsinin umumu mescid içinde olan hakkında tahsis edilmeden kalmıştır. «Kadı
îyaz» (476 — 544): «Mescidde tükürmek yere gömülmez-se günahtır; gömülürse,
günah olmaz» diyor. Hadîs imamlarından bazıları bu re'ye kail olmuşlardır.
îmam-ı Akmed b. Hanbel (164 — 241) ile Taberânî (260 — 360)'nin «Hasen» bir
isnadla Ebû Ümâme (R. A.)f-den merfûan rivayet ettikleri şu hadîs de bu re'yi
te'yîd eder:
«Bir kimse mescidde
tükürür de onu gömmezse günahtır. Gömerse sevaptır.» Anlaşılıyor ki tükürüğü
ancak gömülmediği takdirde günah addetmiştir. Müslim'in Hazret! Ebû Zer'den merfûan
rivayet ettiği şu hadîs de öyledir.
«Ümmetimin'günahları
arasında mescidde olup da gömülmeyen tükürüğü buldum.» Selef-i Salihîn
hazârâtı bunu böylece anlamışlardır. «Sünen» nâmındaki hadîs kitaplarında Said
b. Man&ur'd&Ti, o da Ebû übeyde b. EJ-Cerrah''dan işitmiş olmak üzere
şu hadîs rivayet olunmuştur.
«Ebû Ubeyde bîr gece
mescidde tükürmüş ve gömmeyi unutmuş; hattâ evine dönmüş. Hemen ateşten bir
şule alarak tükürüğü aramağa gelmiş; nihayet onu gömmüş ve: Allah'a hamdolsun
ki bu gecenin günahı üzerime yazılmadı;
demiş.» Görülüyor ki,
Hazret! Ebû Ubeyde tükürüp gömülmeden bırakıldığı zaman
günah olacağını anlamıştır. Yukarda görmüştük ki, günah olan sağ tarafa veya
kıbleye tükürmektir. Sol tarafa veya ayağının altına tükürmek günah değildir.
Binâenaleyh bu hadîs oradaki hadîsle tahsis ve takyîd olunmuştur.
Cumhur-u ulemâya göre
(gömmekten) murad: Tükürüğü mescidin içine, mescidin toprağı ve kumu ile
örtmektir. Bazıları mescidden dışarı çıkarıp gömülür demişlerse de, bu
ihtimalden uzaktır.[637]
274/205- «(Bu
da) ondan. Demiştir ki: Resûlüllah
(S.A.V.) :
— İnsanlar mescidler
hakkında Övünmeye başlayıncaya kadar kıyamet kopmaz; buyurdular.»[638]
Bu hadîsi, Tirmizî
müstesna Beşler tahrîc etmişdir.İbni Huzeyme de sahîhlemiştir.
Mescidler hakkında
övünme : «Benim mescidin senİnkinden daha yüksek, daha muhteşem, ve ziynetli»
gibi sözlerle olduğu gibi binayı yüksek yapmak ve ziynetlemek suretiyle
fiilen.de olur.
Hadîs-i şerîf
Peygamberliğin alâmetlerindendir. «Kıyamet kopmaz» tâbirinden mescidler
hakkında övünmenin kıyamet alâmetlerinden olması manâsı çıkarılabilir. Bu
hadîsde övünmenin mekruh olduğuna ve kıyamet alâmetlerinden sayıldığına
Allah-ü Teâlâ'nm bina itibarı ile değil, ibâdet ve taat itibarı ile
mescidlerin muhkem ve mamur olmasını dilediğine delâlet vardır.[639]
275/206-
«İbnİ Abbas radiyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :
«Ben mescidleri muhkem
kurmak için emir almadım; buyurdu.»[640]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
tahrîc etmiş ve İbni Hibban sahîhlemiştir. Tamamı şöyledir:
«OnJarı yahudilerle
hıristiyanların süslediği gibi tezyin edirt diye (de emir almadım).» Fakat bu
cümle İbni Abbas (R.A.)'m kendi ifâdesinden müdreçtir. Herhalde Peygamber
(S.A.V.)'in beyanlarından, bu ümmetin binayı sapasağlam oturtarak harç ve
kireçle ziynetleme hususunda Benî İsrail'in yolundan gideceğini anlamış da
söylemiş olacaktır.[641]
Hadîs-i şerif, kerahet
veya fahrim ifâde ediyor. Zira yahudilere ve hiristiyanlara benzemek haramdır.
Çünkü mescidlerin bina edilmesinden maksad, yalnız soğuktan ve sıcaktan
korunmaktır. Onları ziynet-lemek, ibadetin ruhu mesabesinde olan huşu'dan
kalpleri ahkoyar. Mihlaplanri ziyn etlenebil e ceğine dair bir kavi varsa da, o
da doğru değildir, mekruhtur. Çünkü namaz kılanın kalbini meşgul eder.
«El-Bahrü'z-Zahhâr» sahibi (El-Mehdî) Harameyn-i Şerifeyn diye yaddettiğimiz
Kâbe-İ Muazzama ile, Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin tezyinine çatarak şunları
söylüyor: «Şüphesiz ki Haremeyn'in tezyini, hall-ü fasl sa-hiblerinin ve sükûtu
rıza sayılmayanların yani ulemânın re'yi ile olmamıştır. Bunu ancak cebbar
hükümdarlar fazilet ehlinden tek birine danışmadan yapmışlar, müslüma-nlar ve
ulemâ da rıza göstermeden susmuşlardır. «Sübülü's - SeZâm» sahibi bu sözü
naklettikten sonra takdirini gizlemeyerek «bu güzel bir sözdür» dedikten sonra
: Resûlüllah (S.A.V.)'in ;
«Emrolunm&dim»
sözünde tezyinatın iyi bir şey olmadığını iş'â-r vardır; çünkü iyi olsa
Resûlüllah (S.A.V.) emrederdi diyor.» Ve müdafaasını isbat için BuharVden,
îbni Battâl'd&n deliller getiriyor. Bu-harV den. delili İbni Ömer (R.A.ydm
rivayet edilen şu mealdeki hadîstir. Resûlüllah (S.A.V.)'in mescidi onun
zamanında kerpiçten yapılmıştı. Tavanı hurma dalından, direkleri hurma
ağacındandı. Ebû Bekir ona bir şey ilâve etmedi; Ömer ilâve etti ve onu
Resûlüllah (S.A.V.) zamanındaki temeli üzerine kerpiçle ve hurma dalı ile bina
etti; direklerini de tekrar odundan yaptı. Sonra onu Osman değiştirdi ve ona
büyük bir ziyâde ilâve etti. Duvarlarını nakışlı taşlarla ve kireçle bina etti.
Direklerini nakışlı taşlardan-; tavanını saç ağacından yaptı.» «îbni Battâl'da,:
«Bu, mescid yaparken iktisad yapmanın, onları güzelleştirmek için haddini
aşmamanın sünnet olduğuna delâlet eder.» demiş. «Sübülü's - Selâm» sahibi
devam ile: «Ömer, zamanında bunca fütuhat ve mal çokluğu olmasına rağmen bu
mescidi bulunduğu şekilden değiştirmemiş, yalnız yenilemeğe mecbur olmuştu.
Çünkü hurma dalları onun zamanında eskimişti. Sonra onu tamir ederken de: İnsanları
yağmurdan koru! Sakın kızarıp sararma. İnsanları fitneye sokarsın» demişti.
Daha sonra Osman geldi. Onun zamanında mal daha da çoğaldı. O da mescidi
lüzumsuz tezyinat ile güzelleştirdi. Bununla beraber bazı sahabe kendisine
inkâr ve itirazda bulundu. Mescidleri ilk tezyin eden, Velid b. Abdülmelik'iir.
Bu da sahabe devrinin sonlarına rastlar. Ehl-i ilmin birçoğu fitneden
korkusuna bunu inkâr etmekten kaçınmıştır» diyor.
Re'yi âcizanemce bu
bâbda ne «El-Bahrü'z - Zahhar» sahibinin takdirine lüzum vardır; ne de
«Sübülü's - Selâm» sahibinin takdirine.
Çünkü Harameyn-î
Şerifeyn'i ziynetleyenler bunu -hâşâ- bir kimseye cebir ve kahrolsun diye
değil, îslâmın iki büyük şiarı ve küre-i arzın medâr-ı iftiharı olan bu mübarek
yerlerin birer Beyfuilah olması ibâdetlerin başka yerlere nisbetîe buralarda
bin kat daha sevablı olması dolayısı ile onlara karşı bir nişâne-i hürmet ve ta'zim
olmak üzere yapmışlardır. Binâenaleyh şu hareketlerinden dolayı takbihe değil,
asıl takdire lâyik olan onlardır. Nitekim şeâir-i diniyyesini[642]
ta'zim edenlere belîğ bir takdirname olmak üzere Tealâ Hazretleri :
[643] «Allah'ın şeâîrine kim fa'zim gösterirse muhakkak o
ta'zim kalplerin takvasındandır» buyuruyor. Vakıa Fahri Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz her şeyde sadeliği sever, israf ve tebzirden son derece sakımrlardı.
Bu cümleden olmak üzere bina ziynetine de ehemmiyet vermezlerdi. Fakat bu
mes'ele zamanların değişmesiyle değişmiyecek, zarûriyattan değildir. Nitekim
daha Hazreti Osman (R. A.) devrinde Mescid-i Nebevî'nin şeklen değiştirilmesi
bunu gösterir.
Sonra fıkıh
kitaplarımız mescidlerin nakışlanmasında bir beis yoktur; diyor. Hattâ
Âlimlerimizden bazıları bunun için güzel bir ibâdettir; demiş. Bir takımları
mekruh saymıştır. Fakat ehl-i tercih fukahâ, ibâdet olmasını kabul etmiş: sebeb
olarak da; «çünkü bu ona ta'zim dir» demişlerdir. Herhangi bir mescid hakkında
İslâm hukukunun verdiği hüküm bu ise artık mescidlerin en güzidesi olan
Harameyn-i Şerİ-feyn'in tezyini hakkında ne denilir bilemem![644]
276/20- «En
e s radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve selîem :
— Bana ümmetimin
ecirleri arzolunclu. Hattâ kişinin mescidden çıkardığı çör çöp bile; buyurdu.»[645]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
ile Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî garip bulmuş; İbni Hİbbân sahîhlemiştir.
Hadîs-i şerîf bir
kimsenin mescidden çıkardığı çör çöp az da olsa yine çıkarana sevab. olacağına
delildir. Bunda Beytullâhı temizlemek mü'minlere eziyet veren şeyleri gidermek
vardır. Mefhum-u muhalifini alırsak mescide çör çöp getirmenin günah olduğu
anlaşılır.[646]
277/208- «Ebû
Katâde radiydllahü cmft'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem:
— Biriniz mescide
girdi mi, iki rek'ât namaz kılmadan Oturmasın; buyurdular.»[647]
bu Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Hadîs-i şerîf iki
rek'ât nafile namazı kılmadan oturmayı yasak etmektir ki buna «Tahiyyetü'l -
Mescid» derler. Hadîsin zahirine bakılırsa vücûb ifâde ederse de Cumhur-u
ulemâ'ya göre buradaki emir ne-dip içindir.
Delilleri : Resulü
Ekremin birisini cemaatin üzerinden geçerek giderken gördüğü zaman ona :
«Otur, muhakkak eziyet
ettin» buyurmasıdır. Eğer Tahiyyetü'U Mescİd farz olsa, o zâta oturmasını
emretmezdi. Bir de sununla istidlal ederler:
Resûlüllah (S.A.V.) birisine îsîâmın beş şartını öğretmişdi. Adamcağız
bunları öğrenince : «Bunlardan fazla bir şey yapmam» demişti. O zaman Resulü
Ekrem :
«Doğru söyledi ise
kurtuldu» buyurdular.
Zahir hadîse göre bu
namaz ne vakit olsa kılınır ise de bittabi mes'-ele ihtilaflıdır; ve kerahet
vakitlerinde kılınmaz. Kılmadan oturan sonradan kalkıp kılsa bazılarına göre
caizdir. Bu hadîse göre caiz olmamak lâzım gelir. Caiz görenlerin delili; İbni
Hİbbân (— 354)'ın sahihinde rivayet ettiği Ebû Zer hadîsidir. Bu hadîse göre
Hazreti Ebû Zer mescide girmiş; Resulü Ekrem kendisine sormuş:
«İki rek'ât namaz
kıldın mı? Hayır demiş. Öyle ise kalk onları kil» buyurmuşlar. Bunun üzerine
îbni Hİbbân :
.«Mescid tahiyyesi
oturmakla elden gitmez» diye bir, başlık yapmıştır. «İki rek'ât» tâbirinin
ziyâde yönünden mefhumu yoktur. Fakat noksan yönünden vardır. Zira bir reR'âtlı
tahiyye namazı olmaz. Mescidin umûmundan Mescİci-i Haram hariçtir. Çünkü onun
tahiyyesi namaz değil, tavaftır. Zira Peygamber (S.A.V.) tavaftan başlamıştır.
Bazıları, bu adam oturmamıştır. Oturmayana tahiyye-i mescid meşru değildir,
derler. Mescid-i Harama giren evvelâ oturmadan tavaf eder, sonra makamın
namazını kılar: Binâenaleyh namaz kılmadan oturmamış olur. Fakat girdiğinde
tavaftan evvel oturmak isterse, tahiyye namazı kendisine meşru1 olur. Bu
hükümden bayram namazını da istisna ederler. Zİrâ bayram namazından önce ve
sonra Hazreti Peygamber (S.A.V.) namaz kılmamıştır; derlerse de buna: Resulü
Hhrern oturmadı ki, tahiyye-i mescidi bıraktı, denilebilsin. Zaten ekseriyetle
bayramları sahrada kılardı. Sahranın tahiyyesi yoldur. Mescidinde bir defacık
bayram namazı kılmıştır. Onda da oturmamıştır.» diye cevap verilir. Mescide
giren tahiyye-i mescidden başka bir namaz kılsa meselâ: Vaktin farzı kılmıyorsa
ona niyyet ediverse, tahiyye namazının yerini tutar. Hattâ böyle dar zamanda
tahiyye namazı memnudur bile. Bir hadîsde:
«Namaz kılınırken,
farzdan başka namaz kılmak yoktur» buyrulmuştur.[648]
278/209- «Ebû
Hüreyre radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir kî: Peygamber sallallahü aleyhi
ve seîlem (namaz kılmayı beceremiyen HalUd b. Râfi'a):
Namaza kalktığın zaman
abdesti tastamam al. Sonra kıbleye karşı dön ve tekbir al; sonra Kur'andan
sana mümkün olanı oku, sonra rükû et. Tâ rükû halinde itmi'-nan buluncaya
kadar. Sonra doğrul, tâ dosdoğru oluncaya kadar. Sonra secde et. Tâ secde
halinde itmi'nan buluncaya kadar. Sonra doğrul, tâ oturarak itmi'nan buluncaya
kadar; sonra secde et. Tâ secde halinde itmi'nan buluncaya kadar; sonra bunu
bütün namazında yap; buyurdular.»[649]
Bu hadîsi, Yediler
ta-hric etmiştir. Lâfız Buharî'nindir.
İbni Mâcenin rivayeti Müsüm ricali isnadı ile «tâ oturarak itmi'nan
bulun-caya kadar»dır.[650]
278/209- «Ahmed
ile İbni Hİbbânm (Müsnedlerin) de kî Rifaa b. Rafi radiyallahü anh hadîsinde :
«Tâ doğrularak itmi'nan buluncaya kadar»
denilmekte; Ahmed'în (rivayet
ettiği) bir lâfızda
:
(Belini doğrult. Tâki
kemikler (yerlerine) dönsün» buyruimaktadır. Nesâî İle Ebû Davud'un Rİfaa b.
Rafi'den (merfûan rivayetlerinde): Mes'ele şu ki : Abdesti tastamam Allah'ın
emrettiği gibi almadıkça sonra iftitah tekbiri için Allah'a tekbir getirerek
ona hamd-u sena etmedikçe, sizden hiçbirinizin namazı tam olmaz» denilmiştir.
(Yine Nesâî ile Ebû Davud'un Rİfaa'dan tahrîc ettikleri) o rivayette : Ezberinde
Kur'an varsa oku, yoksa Allah'a hamd et. Ona tekbir ve tehlil
getir»denilmiştir. Ebû Davud'un
(Rifaa'dan) rivayetinde : «Sonra
Ümmü'1-K.itab (Fatihayı) ve Allah'ın dilediğini oku» cümlesi vardır. İbni
Hibbân'ın (rivayetinde): «Sonra dilediğini oku» buyrulmuşfur.[651]
İzahat :
«Kur'andan sana mümkün olanı
oku» ifadesi
«Sübhâneke» okumanın
vâcib olmadığını gösteriyor. Çünkü vâcib olsa, emrederdi. Kur'andan da neyi
bilir veya dilerse onu okuması lâzım geldiğini, binâenaleyh Fatihayı okumasa
bile namaz sahih olacağı zannını veriyor. Mes'elenin tahkiki yerinde
görülecektir. «Rükû et, tâ rükû halinde itmi'nan buluncaya kadar» tâbiri ile
secdeler hakkın daki ayni tâbirler, rükû, ve sücûdun ve bunlardaki ta'dili
erkânın lüzumuna delildir. Bu minval üzere bir rek'âtın sıfatı tarif
buyrulduktan sonra: «Bunu bütün namazında yap» diyerek namaz ta'lim edilmiştir.
Bittabi bir rek'ât nasıl kıhmrsa geriye kalan da öyle kılınır. Yalnız îftitah
tekbiri tekrar tekrar meşru olmadığından birinci rek'âta mahsustur. Bu hadîsi
YedÜer birbirine yakın lâfızlarla tahrîc etmişlerdir, îbni Mâce, Müslim'in
ricalinden rivayet etmiş; yalnız Buhar yerine ondakinde denilmiş ve rükûdan
doğruluktan âza- yatışıncaya
kadar durmanın lüzumu beyan
olunmuştur.
«Hadîsin misli» yani
îbni Mdce'nin tahrîc ettiği hadîsin bir eşi aşağıdaki hadîsde işaret edilendir:
— 322 —
Hadîsin buradaki
rivayetlerinden birinde: «Tekbir getirerek ona hamd-Ü sena etmedikçe»
denilmiştir. Bu hamd-ü-senâdan murad «Sübhâneke» okumaktır. Ve İftitah
tekbirinden sonra onun okunması lüzumuna bu hadîs delâlet eder. Bu bâbda
aşağıda izahat gelecektir.
Tekbir : Allahü Ekber
demekle; tehlil de:demekle olur. Tekbir ve tehlil emri Kur'an okumasını
bilmeyenlerin Kur'an yerine bunları okumaları lüzumuna delildir. Yukardaki
hadîs-i şerif ulemâ arasında «namazını beceremiyenin hadisi» unvanı ile anılır.
Ve pek büyük bir hadîstir. Namaz kılana hususî İstılahı ile farz ve vâcib
neler varsa, hepsini öğretmektedir. Delâlet ettiği ahkâm çok olduğu için biz
bunları sıraya koyarak rakamla göstereceğiz:
1— Namaz
kılrriak isteyen herkese abdest almanın lâzım olduğuna delâlet ediyor. Bu
hususta abdest âyeti olan :
[652]
«Neye delâlet ederse hadisimiz de aynen ona delâlet etmektedir.»
Ve hitab abdesti
olmayanlaradır. Buharî'nin (194 — 256) rivayet ettiği hadîsin mücmel
bıraktığını Nesâî (215 — 303)'nin rivayeti izah ve tafsil etmiştir. Nesâî'nin
rivayeti şudur:
«Tâ ki Allah'ın
emrettiği gibi tastamam abdest aîıp yüzünü ve ellerini dirsekleri ile beraber
yıkayıp başına da mesh ederek, ayaklarını topukları ile beraber yıkayınca-ya
kadar »
Bifaa b. Hafi'
raöiyallahü anh: Ensardan'dır. Künyesi Ebû Muaz'dır. Bedir, TThud ve şâir
gazalara iştirak etmiştir. Cemel ve Sıffîn vak'alarında Haz-reti Ali (R. A.)
tarafında bulunmuştur. Namaza müteâllik bir hadîs rivayet ettiğini
söylerler.
Bu tafsilât mazmaza
ile istinşakın yani ağızla buruna su vermenin vâcib olmadığına delâlet eder. Ve
artık bunların nerede emrolunduğu-nu görsek o emri vücub için değil, nedib
mânâsına almamıza bir karine teşkil eder.
2— Hadîsimiz
İstikbal-İ Kıblenin vücubuna delâlet «diyor. Nitekim vâcib olduğunu yerinde
gördük.
3— İftitah
tekbirinin vücubuna ve hangi lâfızlarla olacağına delâlet ediyor. Çünkü
hadîsin Taberânî (260 — 360)'deki rivayetinde «Sonra Allah-ü-ekber diyecek»
buyrulmaktadır. İbni Huzeyme (223 — 311) ile Ibni Hibbân (— 354)'in
sahîhledikleri ve îbni Mâce (207 — 275)'in rivayet ettiği Ebû Humeyd hadîsinde
Resûlüilah (S.A.V.) in şöyle namaz kıldığı beyan ediliyor:
«Namaza kalkdı mı
dimdik doğrulur ve ellerini kaldırır; sonra Allah-ü-ekber derdi.» Bu hadîsin
bir mislini de Bezzâr sahîh bîr isnadla ve Müslim'in şartı üzere Hazreti Ali
(R.A*)'âen tahrîc etmiştir. Hadîs şudur:
«Peygamber (S.A.V.)
namaza kalktığı zaman
«Allâh-ii-ekber» der idi. Bütün bunlar, iftitah tekbîrinden muradın bu lâfız
olduğunu gösterir.
4— Namazda
Kur'an okumanın farz olduğuna delâlet ediyor. Çünkü: «Kur'andan sana mümkün
olanı oku» ve keza :
«Eğer ezberinde Kur'an
varsa oku» emirleri namazda Kur'an okunması lüzumuna sünnetten en sarih
delillerdir. Kitabdan delil de :
[653] «Kur'andan mümkün olanı okuyun.» Ayeti Kerîmesi ile
emsalidir.
Namazı mutlaka Türkçe
kılmak ve dini mutlaka modaya uydurmak sevdasına kapılanlar lütfen şu delillere
baksınlar: Baksınlar da söylesinler, bunlarda te'vil götürecek anlaşılmayan
bir yer var mıdır? Bir irâde ile cihanları yoktan var eden Allah ile âlemlere
rahmet olan Resulü: Biz müslümanlardan bilhassa namazda Kur'an okumamızı
istiyorlar. Kur'an bilmiyenlerih de ne okuması lâzım geldiğim tayin ve ta'Iim
buyuruyorlar. Bir sözle, bize ya Kur'an okuyacaksınız, yahut bilmezseniz
tehlil ve tekbirle namaz kılacaksınız diyorlar. Tercüme ile namaz câîz olsa,
acaba beyan etmezler mi idi? Bu suale biz cevap verelim: Beyan ederlerdi.
Yarattığı kulunun dilini de bilen Rabbü'l-Âlemîn tercümeyi Kur'an yerine kabul
etse, a raplar a : «Siz Kur'anın aslını okuyacaksınız; arap olmayanlara siz de
tercümesini okuyacaksınız» der idi. Bunu Allahü Zül-Csîâl demediği gibi, Resulü
Zîşani da dememiştir. Biânenaleyh tercüme ile namaz caiz değildir. Tercüme ile
namazın caiz olamayacağında Eimme-i Selâse denilen İmam-ı Mâlik, îmam-t Şafiî,
ve îmam-% Ahmed b. Haribel hazaratı müttefiktirler.
Bizim imamımız lmam-%
Âzam Ebû Hanîfe'ye gelince: Bir zamanlar tercüme ile namaz kılınır diye fetva
verdiği rivayet olunuyor. Fakat sonra bu fetvasından dönmüştür. Hazreti îmam,
kula kolaylık mülâhazası ile Kur'anı-Kerînrci biri mânâ, biri lâfız olmak üzere
iki rükne ayırmış ve mânâyı aslî rükün, lâfzı zâid rükün addetmiştir. Aslî rükün
hiçbir zaman sükut kabul etmez. Yani terk edilemez. Zâid rükün baş sıkışınca
sakıt olur. Meselâ : İmam kalb ile tasdik ve dil ile ikrardan meydana gelir.
Tasdik imamın aslî rüknü olduğundan hiçbir suretle sükut kabul etmezse de dil
ile ikrar zâid rüknü olduğundan ölümle tehdit karşısında sükut eder. Ve tehdit
edilen müslümanın kalbi imanla dolu olmak şartıyla küfür kelimesini
söyleyebilir, işte Hazreti îmam buna kıyasen Kur'an-] Kerîmi biri aslî, biri
zâid olmak üzere iki rükne ayırmış, ve namaz bir münâcaat hâli olduğundan o
halde zâid rükün olan lâfzın sükutuna kail olmuştur. Ancak unutmamalıdır ki, bu
fetva dahi umumî değil, yalnız namaza ve farsçaya mahsustur. Bununla beraber
mutlak da değil, «kılınan namaz mekruh olur» kaydı ile mukayyettir. Âdet
olmamak şartı ile de meşruttur. Görülüyor ki bu kadar kayit ve şartlarla
sımsıkı bağlanmış bulunan bu fetva bir tecrübe mahiyetinden öteye geçememiş,
ve nihayet Hazreti İmam hatâsını anlayarak hemen Imameyn denilen Ebû Yusuf
Muhammed'in kavline dönmüştür. Mes'ele bütün Fıkıh ve Usul-ü Fıkıh
kitaplarından zikredilmiştir. İmameyn'in kavline gelince: Onlar hiç Kur'an
okumak bilmeyen yeni bir müslümana Kur'an öğreninceye kadar bir iki gün terceme
ile namaz kumayı caiz görüyorlar. Fakat Müteahhİrîn ulemâmızın en büyüklerinden
biri olan Kemal b. Hümam (788 — 861) bu mes'elede Imameyn kavlini de hatalı
bulmakta ve: «Böylesi ümmî hükmündedir. «Yani hiç okumak bilmeyen gibidir.)»
Şu halde ya hiç okumayıp susacak, yahut sadece teşbih ve tehlil ile namaz
kılacaktır. Tercemeyi okursa namazı bozulur» demektedir ki, Eİmme-i Selâsenin
kavli de budur., Hak olan da budur. Çünkü sadedinde bulunduğumuz hadîsi şerifin
talimatı budur.
Hadîsi Ebû Dâvud (202
— 275)'deki rivayetinde :
«Ümmltt Kitabi oku.»
îmam-î Ahmed {164 — 241} ile îbni Hib-ban'm (— 354} rivayetinde :
«Sonra Ümmü'l-Kurranı
oku, sonra dilediğini oku» buyru-luyor. Ümmü'I-Kitâb, Ümmü'l-Kur'an»; fatihanın
İsimleridir. Binâenaleyh rivayetlerin bu sarahati karşısında hadîsteki
«Kur'andan sana mümkün olanı oku» ifâdesi fatihaya hamlolunur. Zaten bütün
müslümanlar fatihayı bilirler. Yahud Resulü Ekrem (S.A.V.) muhatabın hâlinden
onun fatihayı bilmediğini anlamıştır. Böylesi başka âyet veya sûre bilirse
okuyacaktır. Ya-hut bu hadîs Fatihayı tayin eden hadîsle nesh edilmiştir; yahut
murad: Fatihadan maada kolayına geleni oku demektir. Bu son ihtimali yukarda
naklettiğimiz Imam-ı Ahmed ve İbnl Hibbân hadîsi te'yid etmektedir. Yahut ravî
fatihayı söylemeyi unutmuştur.
5— Namazda-
Fatiha ile birlikte âyet veya sûre okumanın vücubuna delâlet ediyor. Zira
:
«Sonra Ümmü'l - Kitabı
oku, sonra dilediğini oku» emri bu
hususta sarihtir.
6—
Kur'an
bilmeyene namazında : Hamd, tekbir ve tehliün yani Elhamdülillah, Allahü-ekber,
Lâilâheillâllâh demenin kâfi geleceğine; bu bâbda muayyen lâfız ve muayyen
mikdar olmadığına delâlet ediyor. Maamafih lâfız tayin eden rivayet de vardır.
Buna göre Kur'an bilmeyene namazında :
7—
Rükûun ve
rükûda jtmi'nânın vücûbuna delâlet ediyor. Rükûun nasıl yapılacağı îmam-ı Ahmetfin
rivayet ettiği şu hadîsde beyan edilmiştir;
«Rükû ettiğin zaman
avuçlarını dizlerinin üzerine koy; sırtını uzat ve rükûunu
temkinli yap.» Bir rivayette :
«Sonra tekbir alır ve
geriye dönersin, tâ mafsalların yatışıp, kendini sahncaya kadar» denilmiştir.
8— Rükûudan
doğrulmanın; doğrulduktan sonra iyice dikilerek itmi'nan hâsıl etmenin vücûbuna
delâlet ediyor. Çünkü:«Tâ doğrularak itmi'nan hasıl edinceye kadar».buyrulmuştur.
9— Secdenin
ve şeddede itmi'nanın vücûbuna delâlet ediyor. Bu bâbdaki tafsilâtı tmam-\
JVesdî'nin (215 — 303) tshak b. EM TaZfca'dan rivayet ettiği §u hadîs veriyor:
«Sonra tekbir alır ve
secde eder. Tâ yüzünü ve alnını iyice yerleştirinceye kadar. Tâ ki m af s al
Farı itmi'nan bulsun ve salınsın.»
10— îki
secde arasında oturmanın vücûbuna delâlet ediyor. NesâV-rivâyetinde:
«Sonra tekbir alır ve
başını kaldırır. Tâ maksadının üzerine iyice oturup doğruluncaya ve belini
doğrultuncaya kadar» deniliyor. Bir rivayette de:
«Başını kaldırdığın
zaman sol uyluğunun üzerine otur»
buyurulmuştur.
Binâenaleyh iki secde arasında oturmanın nasıl olacağı da beyân edilmiştir.
11— Geri
kalan rek'âtler da Iftitah tekbîrinden maada bütün yukarıda beyan edilen
fiillerin yapılması vücûbuna delâlet ediyor. îftitah tekbirinin ilk rek'âtta
hassatan namaza başlarken vâcib olduğu malûmdur.
12— Her
rek'âtta fatiha okumanın ye zammı sûrenin (yani fatihaya bir sûre veya âyet
katmanın) Vücûbuna delâlet ediyor. Bu
husustaki tafsilât yerinde görülecektir.
Elhasıl bu hadîs-i
şerîf cidden kıymeti büyük bir hadis olup, ulemâ-ı kiram tarafından gerek
isbat, gerekse nefî hususunda tekrar tekrar kendisiyle istidlal olunmuştur.
İsbat yönünden bununla istidlal ederler. Çünkü: Resûtüllah (S.A.V.) bunu emir
sigası ile sevk btryurmuştur. Nefî yönünden de bununla istidlal ederler. Çünkü:
Makam, namazdaki vaci-batı tâlim makamıdır. Bazı vacibatı beyân etmeden
bırakmış olsa: beyanı, hacet vaktinden geriye tehir etmek lâzım gelir ki,
bilicma caiz değildir. O halde: Bu hadîsde beyân edilmeyen herşey vâcib
değildir; hükmüne varırız. Eğer bu hadîsin delâlet ettiği vücûb veya adem-i
vücûb daha kuvvetli bir delİliİe muaraza ederse, tabiî M o delil ile amel
olunur. Şayet bu hadîsin ihtiva etmediği bir şey hususunda emir siga-siyla bir
haber gelirse, o emrin nedip mânâsında kullanıldığına bu hadîs karine
olabildiği gibi zahirine göre vücûb için de kullanılmış olabilir. Herhalde
amel için bir müreccih lâzımdır.
Bu hadîsde
zikredilmeyen, fakat bilittifak vâcib olan şelerden biri de niyyettîr. Maamafih
hadîs-i şerifin başında geçen :
«Namaza kalktığın
zaman» tâbiri, niyetin vâcib olduğuna delildir. Çünkü niyyet bir şeyi yapmaya
kasdetmekten başka bir şey değildir» denilebilir.
Yine bilittifak
vacibattan biri de namazdaki son oturuştur. Hadîsde o da zikredilmemiştir.
İhtilaflı mes'elelerden biri son teşehhüd ve orada okunan salâvat ile namazın
sonundaki selâmdır.[654]
283/210- «Ebû
Humeyd Sâid[655]i'den rivayet edilmiştir.
Demiştir kî : Resûlüllah (S.A.V.)'i gördüm (İftîtah) tekbir (ini) aldığı vakit
ellerini omuz başları hizasına kaldırırdı. Rükû ettiği zaman ellerini dizlerine
yerleştirir; sonra belini bükerdi. Başını kaldırdığı vakit bel kemiği
fıkralarının hepsi yerine dönünceye kadar doğrulurdu. Secde etti mi ellerini
yaymadan ve büzmeden yere koyar; ayak parmaklarının kenarlarını kıbleye
çevirirdi. İki rek'âtta oturduğu zaman sol ayağı üzerine oturur; sağ ayağını
dikerdi. Son rek'âtta oturduğu vakit evvelâ sol ayağını yayar ve ötekini
diker, mak'adinm üzerine otururdu.»[656]
Bu hadîsi, Buharı
tahrîc etmiştir.
Bazı cümlelerinin
izahı: Hattâbî (— 388) diyor ki: Kavs gibi eğrilmeyip, belini dümdüz bükmektir.
«Buharî'nin bir rivayetinde bu kelimenin yerine denilmiştir. Ve aynı mânâyadır.
Bir rivayette de :
«Başını kaldırmadan ve
indirmeden» deniliyor. Bir rivayette: «Parmaklarının arasını açtı» denilmiştir:
bundan murad : Kemal-t i'tîdaldir:
başını rükûdan
kaldırdığı zaman demektir. Burada Ebû Dâvud (202 — 275) şu rivayeti ziyâde
eder: der ve ellerini kaldırırdı. «Abdülhamid'm bir rivayetinde:
«Tâ onları dimdik
olduğu halde omuz başları hizasına kaldınncaya kadar» denilmiştir «fikar»
kelimesi «kifar» şeklinde de rivayet olunmuştur. «Fakare» nin cemidir. Ve bel
kemiğinin parçalarının adıdır:
bu cümlenin şerhi :
«Yedi kemik üzerine
secde etmekle memur oldum» hadîsinde gelecektir.
Yukanki Ebû Humeyd
hadîsi kendisinden, hem kavlen, hem fiilen rivayet olunmuştur. Ve her ikisinde
Resûlüllah (S.A.V.)'in namazını tavsif etmektedir. Bu hadîslerden Resûlüllah
(S.A.V.)'in iftitah tekbiri alırken ellerini kulaklarına değil, omuz başları
hizasına kaldırdığını görüyoruz. Binâenaleyh bu hadîs elleri omuz başlarına
kadar kaldırmanın namaz fiillerinden olduğuna ve ellerin tekbir ile beraber
kaldırılacağına .delildir. Bu bâbda rivayetler muhteliftir. Bazılarında
ellerin tekbirden Önce kaldırılacağı, diğerlerinde bunun aksi yapılacağı
bildiriliyor. Buna binâen ulemânın bu meselede iki kavli vardır:
1) El
kaldırmak tekbirle, beraber olacak. :
2) Eller
tekbirden evvel kaldırılacaktır.
Fakat evvelâ tekbir
alınıp sonra eller kaldırılacak diyen olmamıştır, îşte îftitah tekbirinin
sıfatı budur. «Mincah» ile şerhi, «üJn-Necmü'l Vehhac» da kavilleri üçe
ayırıyor:
1) Ellerini
tekbirle beraber-kaldırır .Esah olan da budur. Çünkü Buharı ile Müslim îbni
Ömer'den şu hadîsi rivayet ederler:
«Resûlüllah (S.A.V.)
tekbir alırken ellerini omuzbaşları hizasına kaldırırdı» demek oluyorki,
tekbirle el kaldırma birden başlıyor. Bitmesinin beraber olması şart değildir.
Biri diğerinden evvel veya sonra olabilir.
2) Elleri
tekbir almadan kaldırır, sonra tekbir alır. Tekbir bitti-mi ellerini salar.
Çünkü Ebû Dâvud böyle rivayet e'tmiştir. İsnadı da «hasen» dir. Beğavî (426 —
516) bunu sahîh bulmuştur. Delili Müslim'deki İbni Ömer rivayetidir.
3) Ellerim
tekbirle beraber kaldırır; tekbir bitti mi indirir. Tekbîr bitmeden ellerini
indirmez. Çünkü el kaldırmak tekbir içindir. Binâenaleyh tekbir müddetince
eller, kalkık vaziyetinde durur. Musannif merhum bu kavli sahîh bulmuş ve onu
Cumhur-u ulemâya nisbet eylemiştir. «Fakat deliller ,bu işin muhayyer
bırakıldığına delâlet ediyor.»
El kaldırmanın hükmüne
gelince : Dâvud-u Zahirî (202 — 270), Evzaî (78 — 150), Buharî'nin Şeyhi
Hümeydî ve bir cemaata göre vâcibtir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'den fiilen
sabit olmuştur.
Musannif «namazın
başında el kaldırmayı «50» sahabi rivayet etmiştir. Bunların içinde Cennetle
müjdelenen on zât da- vardır» diyor. îmam-ı Beyhakî (234 — 458) Hdfcim'den (321
— 405) şunu rivayet eder. «Bu sünnetten gayrı Peygamber (S.A.V.)'den
rivayetinde Dört halife ile Cenrtetle müjdelenen on zâtın ve onlardan sonra
bunca- geniş memleketlere dağılmış olmalarına rağmen sahabenin ittifak ettikleri bir sünnet daha
bilmiyoruz.» Beyhakî diyor ki : «Bu mesele üstadımız Ebû Abdillah'm dediği
gibidir.» El kaldırmayı vacip diyenler: îftitah tekbiri alırken el kaldırma
işte bu derece sabit oldu. Resûlüllah (S.A.V.) de :
«Beni kıfarken nasıf
gördünüzse Öyle kılın» buyurmuştur. Bundan dolayı biz vücuba kail olduk; derler..
Şâir ulemâ ise el
kaldırmak, namazın sünnetlerinden bir sünnettir diyor. Cumhur-u ulemâ ile dört
mezhep imamları bu reydedir. Ellerin nereye kadar kaldırılacağına gelince:
Ebû Humeyd İn bu
rivayetine göre omuz. başlan hizasına kadar kaldırılacaktır. Şafiîlerîn mezhebi
budur. Bazılarınca eller kulakların yumuşağına kadar kaldırılır. Hanefîlerin
mezhebi de budur. Şemsü'î -Eimme-i Serahsi { —483)'nin beyanına göre Şafiî'nin
mezhebi Sa-habe-i Kiramdan Hazreti Ömer; Hanefîlerin mezhebi ise Ebû Muse'l
-.Eşarî'nin kavline uymaktadır. Hanefîlerin delili VâiV b. Hucr hadîsidir. Bu
hadîsde:
«Tâ kulaklarının
hizasına kaldırdı» denilmektedir. Maamafih bu iki rivayetin arasını şöyle
bulmak mümkündür. Namaza niyetlenen ellerinin arkasını omuz başları hizasına
kaldırır. Parmaklarının uçlarım da kulaklarının yumuşağı hizasına kaldırır.
Nitekim Vail hadîsinin Ebû Dâvud'd&ki rivayetinde:
«Hattâ elleri omuz
başları hizasında; parmaklan ile de kulakları hizasını buluyordu.» deniliyor.
Hadîs-i şerîfde ilk
oturuşla son oturuşun ayrı ayrı zikredilmesi, birbirine uymadıklarının delili
sayılır. Bu hadîs ikinci oturuşta mak'adını yere yapıştırıp, sağ ayağı dikmenin
lüzumuna delâlet ediyor. Mes'ele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bu ihtilâflar
yeri gelince görülecektir. -Bu hadîsle fmam-ı Şafiî ve tabileri amel
etmişlerdir.[657]
285/211- «Alt
b. Ebl Tâllb radîyalîahü anh'âen rivayet olunmuş; (o da) Resûîüllah
(S.A.V.)'den rîvâyet etmiştir ki: Peygamber (S.A.V.) namaza kalkdığı zaman
âyetini[658] e kadar okur:
— Yâ Rab melik sensin»
sendan başka Allah yokdur. Benim Rabbim Sensin ben de senin kulunum... ilâ
âhir...;
der İdi.»[659]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayetinde: Bunun gece namazında olduğu
bildirilmiştir.
de iki rivayet vardır:
Birinci rivayete göre âyet'de olduğu gibi : okunack; ikinci rivayete göre :
denilecek. Musannif
ikinciye işaret etmişdir. Hadisin tamamı şudur :
«Nefsime zulm ettim ve
günahımı i'tiraf ettim. Binâenaleyh bütün günahlarımı bana bağışla!. Çünkü
günahları senden başka bağışlayan yokdur. Beni ahlâkın en güzeline ilet. Onun
en güzeline Senden başka ileten yokdur. Ahlâkın kötülerinden (beni) çevir. Onun
kötülerinden Senden başka çeviren yokdur. Emrine tekrar tekrar imtisal eder;
onu tekrar tekrar saadet sayarım. Hayrın hepsi Senin yed-i kudret'indedir. Şer
sana aid değildir. Ben Seninleyim ve Sana (dönücüyüm). Sen mübarek ve yükseksin,
senden mağfiret diler; Sana tevbe ederim.»
Hadîsdee kadar diye işaret
edilen kısımla beraber bütün okunan şudur :
«Yüzümü Hak Din'e meyi
ederek, göklerle yeri yaratana çevirdim. Ben müşriklerden değilim .Şüphesiz kî
benîm namazım ve ibâdetim, hayatım ve memâtim. Âlemlerin Rabbj olan Allah'a
mahsusdur. Onun hiç bir şeriki yokdur. Bununla emr olundum ve ben müslümanlardanım.
Bazı kelime ve
cümlelerin izahı: Hak'Din'e meyi ederek demekdir. Bundan murad İsmiyet'dir:
«Ben müşriklerden
değilim» cümlesi Hanif'in beyanıdır. ibâdet" ve Allah'a yaklaşmağa vesile
olan herşeydir. Bu kelimeyi m üzerine atf etmek, hassı âmm üzerine atf
kabiliriendir:.
«Âlemlerin Rabbl»
idaresindeki melik demektir.
Âlemin cern'idir. Bu
"kelime bütün mahlûkatın ismidir.Kâmus'da. [ile] Bütün mahlûkattır, yahud Feleğin içinin, ihtiva ettikleridir»
der.
«Yâ Rab,
melik sensin»; yâni, bütün mahlûkatın mâliki Sensin demektir. taatinla
ve emrine imtisal ile tekrar tekrar kâim olurum.Emrini tekrar tekrar saadet
sayarım ve ona tabi' olurum; demektir.Hayrın hepsi Senin Yed- i Kudretindedir.
Bu cümle, kullara vâsıl olan her hayırla, vâsıl olması umulan hayrın hepsinin
Teâlâ Hazretlerinin Yed-i Kudretinde olduğunu ikrardır.
«Şer sana âid değildir», yâni Sana izafe edilemez; ve «Ey
şerrin Rabbı» denilemez.Yâhud şer sana kendisiyle yaklaşılan şeylerden değildir; demektir. îlticam ve
sonum sanadır. Tevfîkim ancak senin iledir; demektir. Öğülmeyi hak etdin. Yâhud hayır sende sabit
oldu; demektir.
İşte istiftah
yaparken-mutlak olarak okunan budur. Müslim'in bir rivayetinde Resûlüllah
(S.A.V.)'in bunu gece namazında okuduğu zikr ediliyorsa 8a musannif «Telhis» de
İmam Şafiî (150 — 204) ile îbni Huzeyme (233 — 311)'den bunun farz nama-zda
okunacağını, çünkü Hazreti Ali hadîsinin farz namaz hakkında vârid olduğunu,
nakletmiş-dir. Buradaki sözüne bakılırsa bu zikrin hem farz, hem nafileye
ihti-.mâli vardır. Ve namaz kılan bunu tekbirin hemen arkasından okumakla
aşağıdaki hadîsin, ifâde ettiğini yapmak arasında muhayyerdir.[660]
286/212- «Ebu
Hüreyre radiyallahü anh'den rivayet edilmişdir. Demişdir kî: Resûiüllah
(S.A.V.) namaza tekbir aldığı vakit okumazdan önce bir ân susardı. Kendilerine sordum:
— Yâ Rabbi benimle
günahlarımın arasını, doğu ile batının arasını uzaklaştırdığın gibi ırak eyle.
Yâ Rabbi beni günahlarımdan temizle. Yâ Rabbi beni günahlarımdan su ile karla,
dolu ile yıka diyorum; buyurdular.»[661]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Tekbirden murad;
iftitah tekbiridir. Günahlardan uzaklaşdırmak-dan murad da: Ya onları yok
etmek, yahut olacaklardan korunmakdır, Hattâbî (—388): «Kar ve dolu ya te'kid
için zikrolunmuş, yahud onlar da eldeğmedik su olduklarındandır» der. îbni
Dakîki'l-îyd (625—702): «Bu sözlerle Resûiüllah günahları son derece yok etmeyi
ifade buyurmuşdur. Çünkü üç temizleyici şeyle ayrı ayrı yıkanan elbise son derecede
temiz olur» diyor.
Hadîs-i şerîfde,
yukarıdaki zikri îftitah tekbiri ile kıraet arasında gizlice okuyacağına ve
namaz kılanın bu duâ ile Hazreti Ali hadîsinde-ki duadan birini okuma hususunda
muhayyer olduğuna yahud her ikisini okuyabileceğine delil vardır. Nitekim
Hanefî İmamlarından Ebû Yusuf'un görüşü ve Reyîde budur.[662]
287/213- «Ömer
radiyallahü anh'den rivayet edilmişdir ki, Yâ Rabbi Senin hamdine bürünerek
teşbih ederim. İsmin öğülmeye müstehak ve azametin yüksekdir. Senden başka İlâh
yokdur; dermiş.»[663]
Bu hadîsi; Müslim
Munkatı'bir senedle rivayet etmişdir. Dâre Kut-nî ise hem Msvsul hem Mevkuf
rivayet ediyor.[664]
287/213 -a «Bunun
benzeri Ebû Saîd'den Merfun'an Beşler'dedir. On lardakinde :
«Tekbirden sonra, kovulmuş
şeytandan,, onun dürtmeşinden, üfürüğünden, tükürüğünden bilen işiden Allah'a sığınırım; derdi» ziyâdesi
vardır.[665]
Hadîs, istiâzeye yani
Eûzü çekmeye ve yerinin iftitah tekbirinden sonra olduğuna delildir. Zahirine
bakılırsa, Eûzü çekmek dualardan sonra olacakdır. Çünkü Kıraet için meşru'
olmuştur. Burada Dört mez-heb imamlarından îmam-% Mâlik (93 — 179) muhalefet
etmiş ve farz namazlarda Eûzü çekmek mekruhdur; nafilelerde gizli çekilebilir.
Aşikâre çekmek onlarda da mekruhdur, demiştir. Şâir mezheb imamlanna göre ise
ilk rek'âtta Eûzü çekmek Sünnet'dir. Hattâ Safirlere göre her rek'âtta Eûzü
Sünnet'tİr.
Hazrefi Ömer (R. A./in
Sübhâneke'yi okuması iftitah tekbirinden sonradır.
Hâkim (321 — 410): «Bu
hadîs, Ömer'den sahîh olarak gelmişdir.» der.
«El-Hedy-ün - Nebevi»
nâm eserde : «Hazret-i Ömer'den sahîh olarak rivayet edildiğine göre bununla
Nübüvvet makamında istiftah eder; aşikâre okur; nâsa'da öğretirmiş» deniliyor.
Şu halde hadîs Merfu' hükmündedir. Bundan dolayı İmam-ı Ahmed. bin Hanbel (164
— 241): «Bana gelince" ben Hazret-i Ömer'den rivayet edilene zâ-hib
olurum» demişdir.
Teveccüh hakkında,
yâni namaza başlarken okunacak bir çok lâfızlar rivayet edilmişdir. Namaz
kılan bunların arasında muhayyerdir demek en güzel bir harekettir. Bununla
yukarıda geçenyi birlikde okuma meselesi, Taberânî'nin «El-Kebîr» inde rivayet
ettiği İbn-i Ömer hadîsinde mevzu-u bahs olmuştur. Fakat Ibn-İ Ömer hadîsinin
ravîlerinde zaîf vardır.
Dâre Kutnî bu hadîsi
Hazret-i Ömer'e Mevkuf en rivayet ediyor. Aynı hadîsi Ebû Dâvud (202 — 275) ile
Hâkim Hazret-İ Âişe (R. Anhâ1) den Merfû' olarak şu lâfızlarla rivayet
etmişlerdir:
El - hadîs..
«Resûlülfah (S.A.V.)namaza -sfiftah etti mi Sübhâneke Üh. derdi.» Bu hadîsin
ricali mu'temeödir.
Hadîsimizin senedinde
İnkıta' vardır. Ebû Dâvud onu Mu'tell ad-dede. Dâre Kutnî (306 — 385) ise;
«kavı değildir» diyor.[666]
289/214- «Âişe
radiyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.)
namazı tekbir ve (ElhâmdülilîâhiRabbîîâleminy'ı okumakla açardı. Rüku' ettiği
zaman başını yukarıya dikmez, pek aşağıya da eğmez; ikisinin arasında bırakır
idî. Başını rüku'dan kaîdırdı mı dymdüz doğrulmadan secde etmezdi. Başını
secdeden kaldırdı mı iyice oturup doğrulmadan secde etmezdi. Her rekâtta
Tehiyyâtı okurdu. Sol ayağını yere döşer; sağı dikerdi. Ve şeytan oturuşunu
yasak eder; kişinin kollarını yırtıcılar gibi yere döşemesinden de nehy ederdi.
Namazı selâm vermekle bitirirdi.»[667]
Bu hadîsi, Müslim
tahrîc etmişdir. Hadîs'in illeti vardır.
Bazı İzahat: den
murad: Allahü Ekber demekdir. Nitekim Ebû Nuaym (— 403) «Hilye-» adlı eserinde
aynı lâfızla rivayet edilmiş-dir. Bu tekbire İftitah Tekbiri ve İhram Tekbiri
denilir. dan murad: ... yi okumakdır. Nitekim yerinde görülecek-dir. Sol
ayağını yere döşeyerek üzerine oturması sağ ayağını dikmesi her halde bütün
oturuşların» şâmildir. Bu bâbda yukarıda Ebu Humeyd hadîsinde izahat geçti.
Hadîsteki yâni yırtıcı kelimesi köpek
diye tefsir olunmuşdur. Hattâ bir rivayette köpek tâbiri tasrîh edilmiştir:
iki türlü tefsir
edilmiştir;
1) Ayaklarını
yere döşeyip makadını topuklarının üzerine yerleşdirmekdir, fakat bu oturuş
Abâdİle'nin[668] son oturuşundan maada
yerlerde ihtiyar ettikleri şekildir. Buna derler ki diz çökmek demektir.. 2)
Makadını yere yerleşdirerek, uyluklarını dikmak, elleriyle de yere dayanmakdir.
Buna da derlerse de flaha ziyâde «köpek otu-ruşu» tâbir olunur.Yukarıda
görüldüğü veçhile secdede kollarım yere yaymakdır. Resûlüllah (S.A.V.)
hayvanlara benze-mekden menederdi. Deve gibi çökmek, tilki gibi bakınmak
yırtıcı hayvan gibi serilmek köpek gibi dik oturmak, karga gibi gagalamak, at
kuyruğu gibi el kaldırmak hep bu menedilen şeylerdendir.
Şimdi hadîsin izah ve
tefsirine dönelim : Musannif hadîsin illeti var diyor. Bu illet şuradan
gelmektedir. Hadîsi Müslim Ebu'l -Cevza'dan tahrîc etmiş; o da Hazret-İ
Âişe'den rivayet etmişdir. îbni Abdi'l-Ber (368 — 463) buna «Mürse!» diyor.
Çünkü Ebu'l - Cevza, Hazreti Âişe'den ışitmemişdir. Bir de hadîsi Müslim'in
EvzâVden mükâtebe yani yazışma suretiyle tahrîc etmesi sebebile
illetlendirilmiştir.
Hadîs-i şerîf,
namaza.başlarken lafzıyla tekbir alınacağına delildir. Bu hususda babın
başındaki Ebu Hü.eyre hadîsinde söz geçmişdi. sözüyle Besmelenin Fâtîha'dan
olmadığına istidlal olunuyor.
Ashâb-ı Kirâm'dan bunu
kail olanlar: Enes b. Mâlik ile Übeyy Haze-râtıdir. Mezheb İmalarından da
îmam-ı Mâlik (93 — 179) ile Ebu Ha-nîfe (80 — 150) ve şâire kail olmuşlardır.
Delilleri bu hadîsdir. Bu istidlale itiraz edenler olmuş ve bu sözden maksad
Fâtîha'dır. Binâenaleyh Besmele'nin ondan bir âyet olmadığına bu sözde delil
yoktur demişlerdir. Bir kaç hadîs sonra gelecek Enes hadîsinde bu mevzuda daha
uzun söz edildiği görülecektir.
Resûlüllah (S.A.V.)'in
rüku'da başını fazla kaldırıp eğmediğine dair yukarıda söz geçmişdi.
Tahiyye'den murad: Malûm olan senadır. Lâfzı ileride Ibnî Mes'ûd hadîsinde
görülecekdir, İnşâAllah.
Hadîs-i Şerîf birinci
ve ikinci teşehhüdlerin meşru olduğunada delildir. Bu teşehhüdlerin Sünnei mi
yoksa vâcib mi oldukları hususu ihtilaflıdır. Vâcib diyenler olduğu gibi,
Sünnet'dir. diyenlerde olmuşdur. Hattâ birinci Sünnet; ikinci vâcibdir diyenler
bile vardır. İbni Mes'ûd hadîsinde ikinci teşehhüd hakkında izahat vardır.
Birinci teşehhüd için vâcibdir diyenler bu hadîsle istidlal ederler. Bir
delilleri de şu hadîsdir:
«Biriniz namaz
kılarsa: Et-tehiyyâtü lillâh... ilâ. âhir... desin.»
Sünnetdir diyenler:
Resûlüllah (S.A.V.)'in yanıldığı zaman teşehhüdü iade etmeyib sâdece se.cde-î
sehiv yapmasıyla istidlal ediyor: Ve eğer bu rükû, sücûd gibi farz olsa secde-i
sehiv ile tamamlanmazdı diyorlar. «Sol ayağını yere döşer, sağı dikerdi»
ifâdesinde Resûl'-ü Ekrem'in secdeler arasında ve teşehhüdlerde hep böyle
oturduğuna delâlet vardır. Nitekim Hanefîlerîn mezhebi de budur. Lâkin
yukarılarda geçen Ebû Humeyd hadîsinde iki oturuş arasında fark olduğunu
görmüşdük. O hadîse göre ilk oturuş burada tarif edildiği şekilde. Fakat ikinci
oturuş sol ayağı ileri atarak, sağ ayağı dikmek ve makadı üzerine oturmakla
olur, mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hadîs-i şerîf namazdan çıkarken selâm
yermenin meşruiyetine de delildir.[669]
290/215-A «Ibnî
Ömer'den rivayet edilmiştir-ki: Peygamber salldl-lahü aleyhi ve selîem namaza
başladığı zaman, rükû İçin tekbir aldığı ve başını rükûdan kaldırdığı zaman
ellerini omuz başları hizasına kaldırırdı.»[670]
Bu hadîs,
Mültefekun'Aleyh'dir.
Hadîs bu üç yerde el
kaldırmanın meşru olduğuna delildir. Gerçi İftitah Tekbiri'nin meşru olduğu
geçen delillerden anlaşilmışdı. Fakat diğer ikisinin delili bu hadîsdir.
Muhammed b. Nasri'l - Mervezî :
«Kûfeliler müstesna
bütün şehirlerin ulemâsı bu hükümde ittifak etmişlerdir.»
diyor.
Hanefîler, iftîtah
tekbirinden maada yerlerde el kaldırılmasına mu-halifdirler. Delilleri Mücâhid
hadîsidir. Bu hadîsde şöyle deniliyor :
«Hazreti Mücâhid İbni
Ömer'in arkasında namaz kılmış bunu yaptığını görmemîşdîr.» Hanefîler bir de şu
İbni Mes'ud hadîsîyle istidlal ederler:
«İbni Mes'ud Peygamber
{S.A.V.J'i iftitah tekbiri anında ellerini kaldırırken görmüş, sonra
tekrarlamamışdır.» Bu istidlale itiraz edilmiş ve Mücâhid hadîsinin ravîleri
arasında Ebu Bekir b. Ayyaş vardır. Bu zâtın belleyişi kötüdür. Bir d'e bu
rivayet İbni Ömer'in oğulları Nâfi' ile Sâlim'in rivayetine muarızdır. Çünkü bu
zâtların rivayeti müsbit, yani isbat ediyor. Mücâhid'inki nefy ediyor. Müsbit,
nâfİ'ye tercih edilir.[671]
Resûlüllah'm Müeâhîd rivayetinde olduğu gibi bazan el kaldırmayı terk etmesi
onun caiz, fakat vâcib olmadığına delâlet eder... denilmiş-dir. İbni Mes'ud
hadîsine dahi: «Sabit değildir» diye itiraz ediyorlar. Nitekim Şafiî (150 —
204} de aynı rey'dedir. Sabit olsa bile, İbni Ömer rivayeti buna tercih edilir.
Çünkü müsbittir. Müsbit nâfi'ye tercih olunur. îmatn-ı Buharı; Hasan ile Humeyd
b. HÜâi'den Ashâb-ı Kîrâm'-ın ellerini kaldırdıklarını rivayet etmiş ve: «Hasan
kimseyi istisna etmedi» demişdir. Buharî şeyhi AH b. el-Medinî (161—)'den
şöyle dediğini nakleder: «Müslümanlara şu İbni Ömer hadisinden dolayı, rü-kûa
giderken ve kalkarken ellerini kaldırmak hak olmuşdur.» Buharî başka bir yerde
İbni Medinî'nin sözünü naklettikten sonra: «Ali çağdaşları içinde en âlim bir
zâtdı. Bunu bid'at zanneden Sahabeye ta'n etmişdir» diyor.[672]
290/215 B- Ebû
Humeyd'in Ebû Dâvud'daki hadisinde: Ellerini tâ omuzbaşları hizasına
kadar kaldırır; sonra tekbir
alır» denilmektedir.[673]
Buharî'nin rivayet
ettiği Ebû Humeyd Hadîsi yukarıda geçdi. Fakat onda İftitah Tekbirinden mâada
yerlerde elkaldırdığı zikredilmiyor. Amma Ebû Humeyd'in Ebu Dâvw4'daki hadîsinde
üç yerde el kaldırdığı zikredilmektedir. Ebu Dâvud'daki hadîsi şudur:
«Resûlüllah (S.A.V.)
namaza kalkdığı zaman iyice doğrulur ve ellerini tâ omuzbaşları hizasına kadar
kaldırırdı. Rükû etmek istedi mi ellerini tâ omuzbaşları hizasına kadar kaldırır
sonra (Allahü-Ekber) diyerek rükûa giderdi. Sonra itidal ile hareket eder
;başını pek aşağı eğmez pek de kaldırmaz ve ellerini dizlerinin üzerine
koyardı. Sonra:
der ve ellerini
kaldırır; bütün kemikler yerine gelecek şekilde doğru-lurdu... ilâ âhir...»
Musannıfa gereken (
JJoLj V) lâfzından sonra El - Hadîs diyerek hadîsin yalnız bu kadarı ile değil
bütünü ile istidlal olunduğuna işaret et-mekdi. Zira Musannifin yapdığından Ebû
Humeyd hadîsinde yalnız İftitah tekbirinde el kaldırdığı zikredilmiş zannolunuyor.[674]
290/215-C
«Müslim'de
Mâlik b. Huveyris'den İbni Ömer hadîsi gibisi vardır. Lâkin: Tâ onları
kulaklarının kenarları hizasına getirinceye kadar»; demişdir.[675]
Yani üç yerde el
kaldırılacağı hususunda Mâlik b. Huveyris'den de bir hadîs rivayet edilmişdir.
Yalnız lâfzında İbni Ömer'le Ebû Humeyd'e muhalefet etmişdir. Ulemâdan bazıları
Müttefekuıv Aleyh olduğu için İbni Ömer Hadîsini tercih etmiş; Bir takımları
hadîslerin arasını bulmağa çalışarak: Ellerinin arkasını omuzbaşları hizasına
parmak uçlarını da kulakları hizasına, kaldırır demişler; bunu Ebû Davud'un
rivâyetiyle teyîd etmişlerdir. Tafsilâtını yukarıda görmüşdük.[676]
291/216-
«Vâİl b. Hucr[677] radıyallahü anVden
rivayet edilmiştir. Demiştir kî; Resûlüllah (S.A.V.) ile birlikte namaz kıldım.
Sağ elîni sol elinin üzerine göğsüne koydu.»[678]
Bu hadîsi, İbni
Huzeyme tahrîc etmişdir.
Ebu Dâvud (202 — 275)
ile Nesâî (215 — 303) de şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:
«Sonra sağ elînî sol
avucunun arkasına bileğin ve kolun üzerine koydu.»
Hadîs-i Şerîf, namazda
sağ elin sol el üzerine bağlanacağının ve her ikisinin göğüs üzerine
konulacağına delildir, Nevevî (—676) «El-Min-hâc» da: «Ellerini göğsünün altına
koyar» diyor. «En-Necmü'l-Vehhâc-» şerhinde dahî «ashabın ibaresi' göğsünün
altınadır» denilmektedir. Yani hadîs «göğsün altı» ifadesiyle rivayet
edilmiştir; demek istiyor. Ve «her halde ikisinin arasında az fark buldular.»
diyor. Filhakika Şafiîler göğsün üzerine Hanetîler göbeğin altına konulacağına
kaildirler. Bazıları elbağlamayı meşru görmezler. Hattâ namazı bozar diyenler
bile olmuşdur. İbni Abdi'l - Ber (3.68 —463) : «Bu bâbda Hazreti Peygam-ber'den
hilaf rivayet edilmemişdir. El bağlamak Cumhur sahabenin ve Tâbîîn'in kavlidir.
îmam-ı Mâlık'in.; «El - Muvatta-» da zikrettiği de budur. îbnü'l ~ Münzir ve
başkaları Mâlik'&en bundan başka bir şey hikâye etmediler; diyor. Maamafih
îmam-ı Mâlik'fen. ellerin yanlara salınacağı rivayet edilmiş; ekser ashabı
bununla amel etmişlerdir.[679]
294/217- «Ubâde
b. Sâmit[680] radıyallahü aniden
rivayet edilmişdir. Demişdîr ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve seîlem :
— Ümm-ü Kur'arTı
okumayanın namazı yokdur; buyurdular.»[681]
Bu hadîs Mütîcfekun
Aleyh'dir. Ibni Hibbân ile Dâre Kutnî'nin bir rivayetinde: «İçinde Fâtiha-i
kitab okunmayan namaz kifayet etmez; denilmiş; Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizîve
îbni Hibbân1 -tahrîc ettikleri diğer bir rivayette: «Galiba SİZ imamınızın arkasında
okuyorsunuz, Evet dedik. Yapmayın, yalnız Fâtiha-i Kitap müstesna. Çünkü onu
okumayanın namazı olmaz» buyurdu şeklindedir.
Bu hadîs-i şerif,
namazda Fatiha okumayanın namazı caiz olmadığına delildir. Zîra namaz birtakım
fiillerle kavillerden mürekkebdir. Mürekkeb olan bir şey bütün cüz'leri yâhud
bazı cüz'leri bulunmamakla kendisi de msvcud olmakdan çıkar. «Nsmaz yokdur»
demek «namazın kemali yokdur» şeklindeki bir takdirde lüzum yokdur. Çünkü
takdire ancak zât nefy edilmediği zaman müracaat edilir. Burada zât nefy
edilebilir. Şu kadar varki îbni Hibbân ile Dâre Kutnî'nin rivayetlerinde «Kâfi
gelmez» tâbiri vardır ve nefy buna yönelmiş
Bu hadîs namazda
Fatiha okumanın vücûbuna da delildir. Yalnız ayrı ayrı her rekatta okumanın
vâcib olduğuna sarahaten delâlet etmiyor. Bu cihet ihtimallidir. Zira bir
rek'âatada namaz denilir. Namazını bsceremîyenîn hadîsi buna delâlet eder.
Binâenaleyh Şafillerle bir cemaat FâHha'nın her rek'âtta vâcib olduğuna zâhib
olmuşlardır. Hane-fîlere göre farz namazlarda Fâtiha'yı ilk iki rek'âtda okumak
vâcibtir. Çünkü her iki rekât bir namaz sayılır. Yalnız namaz cemaatla
kılınırsa gündüz namazı olsun gece namazı olsun cemaat Fâtİha'yı- okumaz. Çünkü
imamın kıraeti cemaatin de kıraeti demektir. Okuması kerâhet-i tahrimiyye ile
mekruhdur. a/iî'nin kavline göre hadîsin delâleti zahirdir. Çünkü, bazı
lâfızlarla Fâtiha'nın her rek'âtta vâcib olduğuna delâlet vardır. Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) namazım beceremeyen Hallâd b. Râfia talimatını verdikten sonra :
«Sonra bunu her
rek'âtta yap» buyurmuşdur. Bu hadîsi îmam-ı Ahmed (164 — 241) ve Beyhakî (384 —
458) ve îbni Hibbân sahîh senedle tahrîc etmişlerdir. Resûlüllah (S.A.V.)
bizzat kendileri Fâtiha'yı her rek'âtta okuyorlardı. Ve :
«Beni kılarken
gördüğünüz gibi kılın buyurmuşlardır. Hadîsin zahiri, Fâtiha'nın umumî olarak
vücûbudur. Yânı aşikar okunan namaz olsun, gizli okunan olsun; cemaatla kılsın
yalnız kılsın okumak vâ-cibdir. Harreti Ubâde'nin îmam-ı Ahmed, Ebû Dâvud ve
Tirmizî'üe-ki diğer rivayetinde: «Fâtiha'yı okumayanın namazı yokdur»
buyruluyor ki, bu onun imam arkasında dahi okunacağına nass'dır. Hanefİler :
«Kim imamın arkasında
kılıyorsa imamın okuması onun için de Kıraet'dir.» hadîsile istidlal ederleP.
Fakat, kendilerine bu hadîs zaîfdir diye itiraz olunur. Musannif «Telhis» de bu
hadîs için. «Câblr'den rivayet edildiği meşhurdur. Hadîs'in- bir takım
sahabeden bir çok tarikleri varsa da hepsi Ma'lûl'dur.» diyor. «El-MünteM» nâm
eserde dahi; «bu hadîsi Dâre Kutnî bir çok tariklerden rivayet etmiş, fakat
bunların hepsi zaîfdir denilmisdir. Sahîh olan Mürsel'dir. Ve âmm'dır. Çünkü imamın
okuması terkibindeki «K.raat» muzâf bir ism-i cins'dir; imamın her okuduğu
şey'e ânım ve şâmildir. Hanefîler :
«Kur'an okunduğu vakit
onu dinleyin ve susun.» Ayet-i
Kerîme'siyle ve keza :
«Okudu mu SİZ susun»
hadlsiyle ve emsâUyle istidlal ederler. Bunlara.dahi itiraz olunmuş ve «bunlar
Fatihaca ve gayrisine âmm ve şâmildir. Halbuki Ubâde hadîsi yalnız Fâtiha'ya
mahsusdur. Binâenaleyh öteki delillerin umumu bununla tahsis olunur; denilmiştir.
Elhasıl bu bâbda
itiraz ve tenkidler bir hayli ileri gitmiş, hattâ Imam-ı Âzam Ebû Hanîfe'nm
itimada şayan olup olmadığına dil uzatanlar bile bulunmuşdur. Hanefîyye de
kendilerine tevtih edilen itiraz ve tenkidlere ayni yollarla cevaplar
vermişler; onlar da muarızların delillerini tenkid etmişlerdir.
İmamın arkasında
Fatiha okunacak diyenler de ihtilâf etmişlerdir. ŞâfHlere göre farzdır.
Hanbelîlere göre imamın arkasında gizli okunan namazlarla aşikâr okunanlarda,
Âyet aralarında imam durdukça okumak müstehab'dır. imam okurken okumak
mekruh'dur. Mâlikîlere göre imamın arkasında FfltUıe okumak gizli namazlarda
mendüb, aşikâr namazlarda mekruh'dur. Şaflîler Fâtiha'yı cehri namazlarda, imam
bitirdikten sonra okurlar. Maamafih Ubâde Hadîsinde bu tafsilâta delil yokdur.
O yalnız imam okuduğu zaman okunacağını ifâde eder. Ebû Davud'un (202 — 275)
yine Hairetİ Ubâde'den tahrîc ettiği şu hadîs, bu meseleyi daha da iizah
ediyor.
«Ubâde Ebû Nuaym'ın
arkasında namaza durdu. Ebû Nuaym Kıraati aşikâr okuyordu. Ubâde de Ümm-u
Kur'an'ı Fâtİha'yı okumağa başladı. Namazdan çıktıktan sonra, onu okurken
işitenlerden birisi : «Ebû Nuaym aşikâr okurken senin Ümm-ü Kur'an'ı okuduğunu
İşittim» dedi. Ubâde : Evet, Resûîüllah (S.A.V.) bize aşikâr okuduğu
namazlardan birini kıldırdı ve Kjraaftan şüphe elti. Namazdan çıktıkdan sonra
yüzünü bize çevirerek:
«Ben Kıraat'i aşikâr
okuduğum zaman siz okuyor musunuz? dedi. Birimiz: Evet biz bunu yapıyoruz;
dedi. Buyurdu ki; Yok. Bep de diyorum ne oldu bana bu Kur'an benimle (sanki)
münazaa ediyor!.. Ben aşikâr okudum mu siz hiç bir şey okumayın. Yalnız Ümm-ü
Kur'ân müstesna.»
Kur'ân'ın
münazaasından murad : Siz okurken iki okuyuşu birbirine karışıp sanki kur'ân
bana münazaa ediyor gibi oluyor demektir.
İşte hadîs-i şerifin
râvisi olan Hazreti Ubâde bizzat imSmın arkasında Fâtiha'yı sesle okumuşdur.
Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'in ifâdesinden onu sesle okuyabileceğini anlamışdır.
Bu bâbda bir de Ebû Hürey-re Hadîsi vardır. Hazreti Ebû Hüreyre ;
«Bir kimse bir namaz
kılar da o namazda Ümm-ü KuV-ân'ı okumazsa, o namaz noksandır, o namaz
noksandır; o namaz noksandır, tamam değildir» hadîsini rivayet ettiği zaman Ebû
Hüreyre'ye kendisinden rivayet eden râvî Hişâm b. Züh-re'nin mevlâsı Ebû Sâib;
«Yâ Ebâ Hüreyre ben
bazan imamın arkasında bulunuyorum demiş Ebû Hüreyre de onun kolunu sıkarak:
Onu kendi kendine oku ey Farisî de-tnigdi. ilâ âhir...» Bu hadîsi Ebû Dâvud tahrîc
etmişdir. Mekhûl {— 118)'ün[682]
şöyle dediği rivayet olunur: «Akşam namazında, yat-sı'da ve sabah namazında
Fâtiha'yı her rek'âtta gizlice oku! îmam aşikâr okuduğu zaman Fâtiha'yı
bitirip susduktan sonra oku, susmazsa ondan önce, onunla beraber ve bundan
sonra oku, onu herhalde bırakma.» Ebû Dâvud (202 — 275) Hazreti Ebû Hüreyre'den
şu hadîsi tahrîc etmiştir.
«Resûlüllah
(S.A.V.)kendisine (Ebû Hüreyre'ye) Medine'de:
Hakîkat şu ki, Fâtiha-i Kitabı ve ziyâdesini okumadan namaz olmaz diye nida
etmesini emr etmişdir.» Bir rivâyetde :
«Kur'ân okumadan velev
Fâtiha-i Kitab ile bir parça ziyâde okumadan namaz olmaz» buyurulmuşdur. Ancak
imamın arkasında yalnız Fatiha okunacağına delâlet eden.Ubâde Hadîsiyle bu
rivayetin araları bulunmak için, bu rivayet yalnız kılana hami edilmişdir.[683]
257/218-
«Enes radlyallahü anh'den rivayet edİlmişdir ki; Resûlüllah (S.A.V.) ve Ebû Bekir i!e Ömer
Namazı İle açarlardı.»[684]
Müttefekun
Aleyh'dir. Müslim:
hiç bir kıraatin
başmda veya sonunda zikretmezlerdî» ibaresini ziyâde etmişdir. Ahmed, Nesâî ve
İbni Huzeyme'nin tahrîc ettikleri bir rivayette :
aşikâr okumazlardı»
denilmişdir. İbni Huzeyme'nin tahrîc ettiği başka bir rivayette: «Gizli
çekiyorlardı» deniliyor. Müslim'in rivâyetindeki nefy — o rivayeti illetleyenin
hilâfına olarak — buna hamlolunur.
Kıraat'm sonunda
Besmele zâten çekilmediğine göre «başında veya sonunda» denilmesi nefiyde
fazla mübalağa göstermek içindir. Maa-mafih (sonu) ile Fâtiha'dan sonraki
sûreyi kasdetmiş olabilir.
Hadîs-i şerîf,
Resûlüllah (S.A.V.) ile iki arkadaşının arkalarındaki cemaata Fâtiha'yi aşikâr
okudukları halde Besmele*yi işittirmezdikleri-ne delildir. Bssmele'yi gizlice
içlerinden çekmiş olmaları veya hiç çekmemiş olmaları ihtimâl dahilindedir.
Yalnız îmam-ı Ahmed (164— 241) Nesâî (215 — 303) ve îbni Huzeyme (223 —
311)'nin rivâyeilerindeki «aşikâr okumazlardı» tâbiri, mefhûm-u muhalifiyle onu
gizli okuduklarına delâlet eder. îbni Huzeyme'nin rivayet ettiği ziyâde de ise
«gizil çekiyorlardı» denilerek bu mefhum mantûka çevrilmişdir. Yâni Besmele'yi
hiç çekmiyor değil, gizli çekiyorlardı. Bundan dolayı musannif : «Müslim'in
rivayeti buna hami olunur» dedi. Yâni Müslim'in rivâyetindeki Besmele'yi zîkr
etmez'erdî» sözü «Besmele'yi1 aşikâr zikr et-mszlerdi» mânâsına alınacaktır.
Müslim'in bu
ziyâdesini illetlendirenler: Hadîsi Evzâî'nin (78—150) Katâde'den yazışma
yoluyla rivayet ettiğini bahane ederlerse de, hadîsi yalnız Bvzâî değil ondan
başkaları da sahîh yol ile rivayet etmiş bulunduğundan illetlendirme işi red
edilir.
Besmele Fatiha'mn
başında olsun şâir sûre başlarında olsun aşikâr çekilmez diyenler, bu hadîsle
istidlal ederler. Çünkü Peygamber (S.A.V.) ile Ashâb-ı Kîrâm'ı Fâtîha'yı aşikâr
okudukları ha-lde onu gizli çekdi-ler. Bu mes'elede ulemâ sözü pek uzatmış;
hattâ bazı büyükler, Besmele hakkında kitap bile yazarak Enes Hadîsinin
muzdarib olduğunu beyâna çalışmışlardır. îbni AbdvJl-Berr (368 — 4S3)
«El-îstizkâr» adlı eserinde Enes Hadîsinin rivayetlerini saydıktan sonra şöyle
diyor : «Bu ız~ dırâb meydanda iken Fukahâ'dan hiç birine. (Besmele'yi
çekenlere de çekmeyenlere de) bu hadîsle istidlal doğru olamaz. Hazreti Enes
(R. A.)'e bu husus soruldu, fakat: «Yaşın ilerledi ve unuttum dedi.»
Asıl olan, Besmele
Kur'ân'dandır. Ulemâ arasında bu bâbda ihtilâf vardır. Hanefîlere göre Besmele
Kur'ân'dandır ve sûrelerin aralarını ayırmak için nazil olmuş tek bir âyet-i
fezzedir: Yâni hiç bir sûre'nin başından ilk âyet değildir. Yalnız Sûre-i
Neml'in :
âyetindeki Besmele o
âyetin bir Cüz'üdür. Şafiîlere göre Besmele her sûrenin ilk âyetidir.
Malikîlere göre ise «Besmele» hiç âyet değildir. Yalnız Nemi Sûresinin 30 uncu
âyetindeki «Besmeîe» oradaki âyetin bir cüz'üdür. Mes'eleden Usul-ü Fıkıh
kitablannda lâyıkiyle bahsedilir. «Besmele» hakkındaki sözlerin kabule en-yakın
olanı şudur: Resûlüllah (S.A.V.) «Besmele» yi bazan aşikâr, bazan.da gizli
çekerdi. Muhakkıkîn-î Ulemâ'dan bir cemaat «Besmele» nin sair Kur'ân âyetleri
gibi aşikâr okunacak yerde aşikâr; gizli okunacak yerde gizli okunacağına kail
olmuşlardır. İmam Mâttk'in «Resûl-ü Ekrem namazda Besmele'yi ne Fâtiha'da
okumuşdur, ne de başka sûrede. Binâenaleyh Besmele KurJ-ândan değildir»
iddiasına cevaben, bu söz merduddur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'in namazda
Besmeleyi okumadığı sabit bile olsa, okumamak onun Kur'ân'dan olmamasını icâb
etmez. Zira Kur'ân'dan olmasına namazda aşikâr okunması bir delil teşkil
edemez. Bilâkis delil bundan daha âmm olandır. Ve hass olan delilin bulunmaması
ile âmm olan delil müntefi olmaz» denilmisdir.[685]
301/219-
«Nuaym Mücrim[686] (R. A.)'den rivayet
edilmişdir.Demîşdir ki; Ebû Hüreyre'nin
arkasında namaz kıldım.okudu sonra Ummü
- Kur'ân'ı okudu, dedi. Her secde ettikçe ve oturuşdan kalkdıkça diyordu. Selâm
verdiği vakit: Nefsim kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben
sîzin namazca Resûlüllah saÜaMahû aleyhi ve seUem'e eh benzeyeninizin!, dedi.[687]
Bu hadîsi; Nesâî ile
İbni Huzeyme rivayet etmişlerdir.
Hadîsi; Buharı (194 —
256) ta'lîkan rivayet etmişdir. Ayni hadîsi îbnî Hibban (— 254) ve başkaları da
tahrîc etmişler, Nesâî bu adla bir bâb tahsis etmiş ve :
«Besmeleyi âşîkâr
okuma babı» demişdir.
Bu hadîs bu hususda
varîd olan «en sahîh hadîsdir. Ve aslı tey'îd etmektedir. Asıl kaide
Besmele'nin aşikâr veya gizli okunma babında Fatiha hükmünde olmasıdır. Çünkü
zahiren hadîs Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in Besmele'yi okuduğunu ifade ediyor.
Vakıa, Hazret-i Ebû Hüreyre'nin bütün namaz fiilleri değilde ekseri fiillerin
Resûl-ü Ekrem'in fiillerine benzemiş olmasıda ihtimal dahilindedir. Fakat
zahirin hilafıdır. Bir Sahabî-i Celîlin bahusus Ebû Hüreyre'nin namazına Hazreti
Peygamber'in yapmadığı bir bid'atı katması sonra da yapdığınm Haz-reti
Peygamber'in fiiline en benzer bir iş olduğunu yemin ederek teyid etmesi cidden
ihtimalden uzakdır.
Hadîs de imamın (Â m î
n =) demesinin meşru olduğuna delil vardır, Dâre Kutnî (306 — 385) de «Sünen»
in de VâH b. Hucr'dan-şu hadîsi tahrîc etmiştir:
Resûlüllah (S.A.V.)'i:
dediği zaman «Amîn»
derken işitdîm bunu söylerken sesin! uzatıyordu.»
Dâre Kutnî: «Bu hadîs
sahîhdir» demişdir. Yine bu hadîs bir rükünden ötekine gegerken nakl tekbiri
almanın eâiz olduğuna delâlet ediyor. Eu hususda tam izahat az- aşağıda Ebû
Hüreyre (R.A.) hadîsinde gelecektir.[688]
302/220- «Ebû
Hüreyre radiyaUahü anTı'den rivayet edilmişdir. De-mişdir ki; Resulü Ekrem
sallallahü aleyhi ve sellem :
— Fâtiha'yı okuduğunuz
zaman 'deokuyun, zira o, Fatiha âyetlerinin biridir; buyurdular.»[689]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
rivayet etmiş ve vakfını doğru bulmuşdur. Bu hadîs-i şerif Fatiha'nın aşikâr
veya gi'zli okunacağına değil de mutlak suretde okunacağına delâlet ediyor.
Dâre Kutnî (306 — 385) «Sünen» inde Besmele'n'n namazda aşikâre okunması
babında geniş ve merfu hadîsler rivayet etmişdir ki; Ammar, İbni Abbas, İbni
Ömer, Ebû Hüreyre, Ümmii Seleme, Câbir ve Enes bin Malik Hadîsleri bunlardandır.
Dâre Kutnî bu Hadîsleri sıraladıktan sonra şöyle diyor :
aşikâr okunması
hakkında Peygamberimiz (S.A.V.)'den, Ashabından ve zevcelerinden adlarını
zikretmediğimiz zevatda hadîsler rivayet etdi. Onların bu hadîslerini «Kitab-ül
Cehr bil Besmele» ye.ayrı ayrı yazdık, burada tahfif ve ihtisar maksadıyla
zikretdiklerimizle yetindik.» Hadîsimiz Besmele'yi okumanın delilidir. Onun
Fatiha âyetlerinden bir âyet olduğuna da delâlet eder. Nitekim yukarıda
görmüştük.[690]
303/221- «(Bu
da) ondan (yani Ebû Hüreyre'den). Demişdir ki: Re-sûlüllah (S.A.V.) Ümmii
Kur'ânı okumakdan fariğ oldu mu sesini kaldırır ve Âmin derdi.»[691]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
rivayet etmiş ve hasen olduğunu söylemişlerdir. Hâkim de rivayet etmiş ve
sahîhlemişdir.
«Ebû Dâvud i!e
Tirmizî'de Vâil b. Hucr hadîsinde bunun benzeri vardır.
Hâkim (321 —4051:
«İsnadı Buharı ile Müslim'in şartı üzere sahîhdir.» Demişdir.
Beyhakl (384 — 458)
«Hasen, şahindir» diyor.
Bu hadîs, imamın
aşikâre olarak Fâtiha'dan sonra «Âmin = demesinin meşru olduğuna delildir.
Zahirine bakılırsa hem cehri hem Sirrî namazlara şâmildir. Hanefîlere göre
cehri namazlarda da Amin-gizli söylenir. Şaîiîlerce aşikâre Âmîn demek
meşrudur. Bazıları meşru değildir derler. İmam-ı MâHk'den iki kavi rivayet
olunuyor:
1— Hanefîler
gibi,
2— Meşru
görmüyor. Hadîs-i şerîf İmam-ı Şafn ye delildir. Bunda imama uyamn ve yalnız
lalanın «Âmin, deyip demiyeceğine dair bir sev yokdur. Fakat Buharı (194 - 256)
cemaatin de (Am.n) demesi lazım geldiğine dair-Ebû Hüreyre'den.şu Hadîsi
tahrîc fehnifdır. Demidir ki:
«Resûlüllah (S.A.V.) :
imam Âmin dedi mi siz de deyin zira kimin Âmin demesi meleklerin Âmin'ihe
rastlarsa geçmiş günahı afvolunur. Buyurdu.» Yine Ebû Hüreyre'den merfuan şu
hadisi tahrîc etmişdir:
«Biriniz Âmin der;
gokdeki meleklerde, Âmin der de, her ikisi birbirlerine denk gelirse, Allah
onun geçmiş günahını afveder.»
Eu hadîsler, cemaata
âmin demenin meşru olduğuna delildir. Son hadîs yalnız kılana da âmm ve
şâmildir. Âmin demeyi meşru kabul edenlerden pek çoğu bunu rnendup
saymışlardır. Zahirîlerden bazılarına göre her namaz kılana Âmin demek
vâcibdir.
Ebû Davud'un «Sünen»
deki lâfzı şudur
İmam ı okudu mu (Âmin)
der vederken sesînî Ebû Davud'un Hazreti Vâil'den bir rivayetinde :
Vâil Resûlüllah
(S.A.V.)in arkasında namaz,.kılmış;
Resûlül-lah Amin'İ aşikâre demîşdir.».
Âmin = kelimesi ism-i
fiildir. Kabul et manâsına gelir. Telâffuzu bütün rivayetlerde med ve tahfif
iledir.[692]
305/222-
«Abdullah b. Ebi Evfa[693]
radiyatlahü anh'dan rivayet edilmlşdir. Demişdir ki: Peygamber (S.A.V.)'e bir-
adam geldi de dedi kî; ben Kur'ândan bir şey alamıyorum; bana ondan yetecek
kadarını öğretiver. Resûlüllah (S.A.V.) ilâ âhirini de buyurdular.[694]
Bu hadîsi, Ahmed, Ebû
Dâvud ve Nesâî rivayet etmiş; İbni
Hîb-ban, Dâre Kutnî ve Hâkim de onu sahîhlemişlerdir.
Hadîs-i Şerifin tamamı
«Sünen-i Ebi Dâvud» da şöyledir:
Adam Yâ Resûlüllah bu Allah'adır bana ne var?
Dedi. Resûlüllah (S. A.V.) buyurdular ki:
— Yâ Rabbî bana acı, bana rızk ve afiyet ver ve
beni hidâyet eyle; de.
Vaktaki adam ayağa
kalktı. Ellerini şöyle yapdı. Resûlüüah .(S.A.V.):
— Şu adam yok mu muhakkak ellerini hayırla doldurdu;
buyurdu.»
Yalnız hadîsin Ebû
Dâvud'daki rivayetinde (^ÜJl Ljl) kelimeleri yokdur. Hadîs-i Şerîf Fatiha'yi
ve başka âyet bilmeyene bu zikirlerin Kur'ân yerine geçeceğine delildir.
Namazını beceremeyenin hadîsinde bu bâbda bahis geçdi.[695]
306/223- «Ebû
Katade (R. A.J'den rivayet edilmişdîr. Demişdir ki: Resûlüllah (S.A.V.) bize
namaz kıldırırdı ve Öğle ile ikindide ilk ikf rek'âtda Fâtiha-İ Kitab ile iki
sûre okur; bazan bize âyeti işittirİrdi. Birinci rek'âtı uzatırdı. Son iki
rek'âtda (yalnız) Fâtiha-î kitabı okurdu.»[696]
Müttefekun Aleyh'dir.
Bu hadîs-i şerîfde
dört rek'âtın hepsinde, yani her rek'âtda Fatiha okumanın ve ilk iki rek'âtda
zammı sûre yapmanın meşru olduğuna Peygamberimiz (S.A.V.)'in âdeti bu idiğine
delil vardır. Çünkü «bize namaz kıfdırtrdı» ibaresi ekseriyetle devam ve
istimrar ifade eder, bazan cemaata okuduğu âyeti işittirmesi gizli okunan
namazlarda mutlaka gizli okumanın vâcib olmadığına;'bundan dolayı sehiv
secdesi lâzım gelmediğine delildir. «Bazan» tâbiri bu işin ResûlüÜah
(S.A.V.)'den tekrar tekrar sâdır olduğuna delâlet ediyor, Nesâî'nin (215 —
303) tahrîc ettiği Berâ' hadîsinde şöyle buyruluyor:
Hazret-1 Berâ'
demiştir ki:
Bİz «Peygamber
(S.A.V.)'in arkasında öğleyi kılıyor ve onun Lokman ile Zarlyat sûrelerinden
okuduğunu âyet beayef İşitiyorduk.» Îbni Huzeyme (223 — 311) de Hazreti
Enes'den bunun benzerini tahrîc etmiştir. Lâkin Enes Hazretleri «Lokman ve
Zariyat sûrelerinin yerine : yi zikretmişdir.
Hadîs-i gerîf, .birinci
rekâtın uzatılmasına da delildir. Sebebini A-bdürrezzâk'm (—211) tahrîc ettiği
yine bu Katâde hadîsinin sonu izah ediyor. Deniliyor ki:
«Anladık ki bununla
nâsın İlk rek'âta yetişmesini istiyor.» Ebû Dâvud'-daki Abdürrezzâk hadîsinde :
Atâ'nın; «Ben her namazda cemaat çoğalsın diye birinci rek'âtde imamın uzun
okumasını, ikinciyi kısadan kesmesini dilerim» dediği rivayet olunuyor. îbni
Hibban (354 — H.) uzatmanın kıraeti tertil yani tane tane okumak suretiyle
yapılacağını, okunan âyetlerin birbirine müsavi olacağını iddia eder. Müslim'in
(204 — 261) rivayet ettiği Hafsa (R. A.) hadîsi bu iddiayı teyid ediyor. Bu
hadîsde:
sûreyi, ondan uzun
olandan daha uzun oluncaya kadar tertil ederdi» deniliyor. Bazılarında her iki
rekatda okunan âyet mikdarı birbirine müsavidir. Birinci rek'âtın uzunluğu
başındaki iftitah duâsıyla (Euzu bes-melej'den ileri gelir. Aşağıda gelecek Ebû
Said hadîsinde bu hususa ait izahat vardır. Beyhakî (384 — 458) : «Birisini
bekliyorsa ilk rek'âtı uzatır; beklemezse her iki rek'âtde müsavi okur» diyor.
Hadîs-i şcrîfde, son rek'atlarda Fâtiha'dan başka birşey okunmayacağına delil
vardır. Bu hususda akşam namazı dahi hükümde dahildir, maamafih tmam-ı Malik
(93 — 179) «El-Mııvatta-» da SunabiM'den, Hazreti Ebû Bekir (R. A.)'ı akşam
namazının üçüncü rek'âtında:
âyetini okurken
işitdiğini rivayet eder. Farz namazın son rek'atlarında sûre okumanın müstehab
olup olmadığı hususunda îmamı Şafiî (R. H.) den iki kavil rivayet ediliyor.
Hadîs-i Şerîfde zanna
binaen haber vermenin caiz olduğuna da delâlet vardır. Çünkü sûre okumayı
yakînen bilmeğe imkân yokdur. Ba-zan okuduğu âyeti işitdirmek bütün sûreyi
okuduğuna delil olamaz. Aşağıdaki Ebû Saîd hadîsi de zan üzerine ihbara delâlet
ediyor. Habbab (R.A.) hadîsi de öyledir. Hazreti Habbab (R.A.)'a : Peygamber
(S.A.V.)'in Öğle de ikindi de ne okuduğunu ne ile biliyorsunuz?» diye sorulduğu
vakit:
— Sakalının
kıpırdamasıyla.
Cevabını vermişdi. Bu
bâbda Resûlüllah (S.A.V.)'den kavlen bir hadîs-i şerîf olsa söylerlerdi.[697]
337/221- «Ebû
Said-İ Hudri (R.A.)'den rivayet edîlmişdir. Demİşdîr ki: Resûlüllah (S.A.V.)'in
öğle ve İkindî'de ne kadar ayakta durduğunu tahmin ederdik, öğ'e'nin İlk iki
rek'atındaki kıyamını Sûre-i Secdeyi son rek'aîlarda bunun yarısı kadar.
İkindinin ilk İki rek'aîındakint öğlenin son rek'atları kadar; son
rek'atlarındakini bunun yarısı kadar takdir ettik.»[698]
Bu hadîsi İmam-ı
Müslim rivayet etmişdir.
«Tahmin ederdik»
demesinden anlaşılıyor ki, takdir ve tahmin edenler bir cemaat imiş.
Filhakika Îbni Mâce
takdir edenlerin otuz sahabe olduğunu rivayet ediyor. Takdir edilen (Sûre-i
Secde) mikdarı her rekat için ayrıdır. Yani iki rek'atda da Fâtiha'dan sonra o
miktar âyet okuyacak kadar ayakta kalırmış. (Son rek'atlarda bunun yarısı
kadar) denilmesinden anlaşılıyor ki, onlarda da Fâtiha'dan sonra Zamm-i Sûre
ediyormuş. Aksi takdirde yalnız bir Fatiha okumakla ilk rek'atlar dekinin
yarısı kadar
duramaz. (İkindinin
ilk iki rek'atindekini öğlenin son rek'atları kadar) demesi bu işi daha fazla
izah etmiş oluyor. Çünkü ikindinin ilk rekâtlarında Fâtiha'dan sonra sûre
okuyacağı malûmdur. Demek ki öğlenin son rek'atlannda da zamm-ı sûre varmış ki,
ikindinin ilk rek'atlerine müsavi oluyormuş.
Bu hususda hadîsler
çeşidlidir. Bazılarında ilk rek'atdeki uzatma: «bir kimse Bakî'a giderek
hacetini gördükten ve evine dönerek abdest aldıktan sonra iki rek'atda Hazret-i
Peygamber (S.A.V.)'e erişecek kadardı »deniliyor. Bu rivayet Müslim {204 —
261) ile NesâVde (215—303) dir. İmamı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile Müslim'in
tahrîc ettikleri Ebu Said (R.A.) hadîsinde şöyle denilmektedir:
«Peygamber (S.A.V.)
Öğle namazında ilk İki rek'atının herbîrinde otuz âyet miktarı; son iki
rekâtında onbeş âyet mikdarı — yahut bunun yansı kadar dedi — ikindide ilk iki
rek'atımn her birinde onbeş âyet mİk-darı; son İki rek'atmda da bunun yarısı
kadar okuyordu.»
Buradaki lâfız,
Müslim'indir.
Bu hadîs ikindi
namazının son iki rek'atında Fâtiha'dan başka bir şey okunmayacağına; öğlenin
son rek'atlannda ise okunacağına delâlet ediyor. Yukarıda Ebu Katâde hadîsinde,
Hazret-İ Peygamber (S.A.V.)'in öğle'namazının son iki rek'atında yalnız
Fâtiha'yı okuduğunu görmüştük. O hadîsin buradaki Ebû Said hadîsine tercih
edilmesi gerekir. Çünkü onu Buharı ile Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.
Buradakini ise yalnız Müslim rivayet ediyor. Bir de o hadîsdeki ihbar tahmini
değil kafidir. Ebu Said hadîsindeki ise zan ve tahmine göredir. Binâenaleyh
hem rivayet hem de dirayet yönünden o hadîs bu hadîse tercih edilir. Maamafih
aralarını bulmak ve: «ResûlüÜah (S.A.V.) bazan son rek'atlarda Fâtiha'dan sonra
Sûre veya âyet okur; hazanda- okumazdı» demek mümkündür; deniliyor. Bu takdirde
son rek'atlarda zamm:ı Sûre bazan okunur, bazan terkedilen bir sünnet olmuş
olur.[699]
308/225- «Süleyman
b. Yesar[700] (R. A.)'den rivayet
edilmîşdir. De-mis'ir ki: Filân öğle namazında İlk rek'atleri uzatıyor?
İkindiyi hafif kıldırıyor; Akşam namazında mufassal'ın kısalarını; yatsıda
ortalarını; Sabah Namazında uzunlarını okuyordu. Bunun üzerine Ebû Hüreyre,
namazı bundan daha ziyâde ResûlüMah (S.A.V.)'in namazına benzeyen bir kimsenin
arkasında namaz kılmadım; dedi.»[701]
Bu hadîsi, Nesâî sahih
bir isnadla tahrîc etmiştir.
Hadis-i Şerîfdekİ
«filân» dan murad; Begavî (426 — 516)'nin «Şerh-üs Sünnet adlı eserindeki
izahına göre Medîne-i Münevvere'nİn emîri-dir. Bazılarına göre ismi Amr b.
Seteme'dir. Bazılarıda bunu Ömer b. Abdülazlz sanırlar. Fakat doğru değildir.
Çünkü Ömer b. Abdü-lazîz Hazreti Ebu Hüreyre (R. A.) vefat etdikden sonra
dünyaya gelmiştir. Halbuki hadîs'de Ebu Hüreyre'nin bu zâtın arkasında namaz
kıldığı tasrih ediliyor. Mufassaldan murad: Bir takım sûrelerdir. Bunlarm
uzunları, ortaları ve kısaları vardır. Mufassal sûrelerin nereden başladığı
ihtilaflıdır. SâffaJ sûresinden veya Câsiyeden başlar diyenler olduğu gibi
Kitâl'den yahut Fâtih'ten yahut Hucurât veya Saftan başlar diyenler de vardır.
Hattâ daha başka sûreler göstere göstere Ve'd-duhâ'ya kadar inenler olmuştur.
Mufassalların sonu bil ittifak Kur.'am Kerîm'in sonudur.
Ulemây-ı Kiram :
Sa-bah ve öğle namazlarında «Mufassal» ların uzunlarım okumak hattâ Sabahınki
öğleden daha uzun olmak, Yatsı ile îkindi'de ortalarını; Akşam'da kısalarını
okumak sünnetdir; diyorlar ve bu tertibdeki hikmeti şöyle anlatıyorlar; Sabah
ve Öğle zamanları .uyku sebebiyle gaflet zamanıdır. Çünkü biri gecenin sonu
diğeri kaylule[702]
vaktidir. Binâenaleyh bunların uzun sûrelerle kılınması. gaf-letden dolayı
geciken cemaatın yetişmesi İçindir. İkindi; iş gü§ ve Ne-şaf zamanıdır. Bundan
dolayı daha hafif kılınır. Akşamın ise vakti dardır. Bir de Oruçluların iftarı
ve misafire akşam yemeği ikramı zamanıdır. Binâenaleyh fazla tahfife
muhtacdır. Yatsı'da uykunun galebe çalması tehlikesi vardır. Lâkin vakti
genişdir ve İkindiye benzer.[703]
309/226- «Cübeyr
b. Mut'İm (R. A.)'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.)'i
Akşam namazında Tur sûresini okurken işitdim.»[704]
Bu hadîs, Müttefekün
Aleyh'dir.
Fcthül BarVdc bu
işitmenin müslümanlığı kabul etmezden önce olduğu zikredilmiştir. Hadîsi Şerîf,
Akşam namazında kıraetin Mufassal sûrelerin kısalarına münhasır olmadığına delildir.
Hazreti Resûlül-lahın (S.A.V.) Akşam namazında (A'raf, Saffat, HâMim, Â'la,
Tin) sûrelerini ve Muavvezeteyn ile Ve'l Mürselât sûresini keza mufassallarm
kısalarını okuduğu rivayet edilmiştir, ve bu rivayetinin hepsi sa-hthdir. Nesâî
{215 — 303)'nin tahrîc ettiği bir hadîse göre Resûlüllah {S.A.V.) Akşam
namazının iki rek'atında «A,raf sûresi» ni bölerek okumuştur. Yatsıda Tîn
sûresini okumuştur. Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, ResûlüMafi {S.A.V.) yerine
ve zamanına göre zikredilen sûrelerin hepsini okumuştur.[705]
310/227- «Ebû
Hüreyre {R. A.)'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.) Cuma
günü sabah namazında «Secde Sûresi» ile «İnsan» sûrelerini okurdu.»[706]
Hadîsi Şerif; Müttefekün Aleyh'dir.
«Taberânî dp İbni
Mes'ud (R. A.) hadîsinden bunu devam ettiriyordu.» ziyâdesi vardır.
Hadîs-i Şerîf,
Resûlüllah (S.A.V.)'in hu namazda her zaman yaptığı Şeyin bu olduğunu
gösteriyor. Ta baranı rivayeti bundan devam etdi-ğini de bildiriyor.
Hanbeli Mezhebi
İmamlarından İbni Teymiye'ye (661 — 728) göre bu sûrelere devamdaki sır: Cuma
gününde olmuş ve olacak her şeye şâmil olmalarıdır. Çünkü bu iki sûre de HazreM
Âdem'in yaratılması, kıyamet ve kulların haşri zikredilmektedir kî, bunlar hep
cuma günü olmuş ve olacak şeylerdir. Binâenaleyh bunları okumak cuma gününde
olmuş ve olacak şeyleri cemaata hatırlatmak demektir .Tâ ki geç-mişden ibret
alarak geleceğe hazırlansınlar.[707]
312/228- «Huzeyfe
radiyaîîahü arih'ûen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber (S.A.V.) ile
beraber namaz kıldım. Hiçbir rahmet âyeti rastlamıyordu kî, onda durup (rahmet)
istemesin. Hiç bir azab âyeü de geçmiyordu ki ondan îstiâze etmesin.»[708]
Bu hadîsi, Beşler tahrîc etmiş; Tîrmizî de «hasen» bulmuştu!
Hadîs-i şerîfde, namaz
kılarken okuduğunu düşünüp Allah'dan rahmetini dilemek,' azabından da O'na
sığınmak gerektiğine delil vardır. Resûlüffah'ın bu namazı ihtimal gece
namazıdır. Çünkü bu hadîs mutlak ise de Abdurrahman îbni Ebi Leylâ[709] 'nm
babasından rivayet ettiği ayni mevzudaki şu hadîs ile mukayyedir:
Resûlütlah (S.A.V.)'i
farz olmayan bîr namazda okurken işittim. Cennet ve cehennemin zikri geçince
hemen; âteşten Allah'a sığınırım; vay . cehennemliklerin haline, dedi.» Bu
hadîsi, İmamı Ahmed rivayet etmiştir, îbni Mâc de bu mânada bir hadîs rivayet
eder. Yine îmam-ı Ahmed (164 — 241), Hazret-İ Âişe (R.Anhâ)'dan şu hadîsi
tahrîc etmiştir :
«Resûlüllah (S.A.V.)
ile «temam gecesi» namaza kalkdım. Bakara, Nisa' ve Âl-İ İmran'ı okuyordu.
İçinde korkutma bulunan hiçbir âyete rastlamıyordu ki Allah Azze ve Celle'ye
duâ ve istiâze etmesin. İçinde müjde olan bir âyet de geçmiyordu ki, Allah Azze
ve Celle'ye duâ edip niyazda bulunmasın.»
Nesâî (215 — 303) ve
Ebû Dâvud (202 — 275) Avf Ibni Mâlîk'den şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:
«Resûlüllah (S.A.V.). ile beraber namaza kalkdım. Evvelâ misvâkdan başladı;
mlsvâklendi ve abdeşt aldı. Sonra kalktı ve namaz kıldı. Baka re'den okumaya
girişti. Hiçbir rahmet âyetine tesadüf etmiyordu ki durup (rahmet) dilemesin ve
hiçbir azâb âyetine rastlamıyordu ki durup istiâze eylemesin... ilâ âhir...»
yalnız Ebû Davud'un rivayetinde misvak ile abdest zikredilmemiştir.
Bütün bu hadîsler
nafile namaz hakkındadır. Nitekim Abdurrahman tbni Ebi Leylâ (— 83) hadîsinde
tasrih edilmiştir. Namaz da gece namazıdır. Bunu da' diğer hadîslerden
anlıyoruz. Zira Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)in farz bir namazda Bakara' ve Âl-î
İmrân süreleriyle imam olduğu hiç rivayet edilmemiştir. Hadîsde «kalkdım»
tâbirinin kullanılması da namazın gece namazı olduğuna işarettir. Maamafİh,
bunları bir kimse farz'da okusa bir beis vardır; denilemez. Bahusus yalnız
kılan, başkalarına usanç da vermiyeceği cihetle bu sûreleri okuyabilir.
Hadtsde geçen
«Leyletüt-temam» dan murad: Kışın en uzun gecesi yahut henüz kısaldığı belli
olmayan üç gecedir. Yahut gecenin uzunluğu on iki saati bulup geçtikden sonraki
zamandır.[710]
313/229- «Ibnİ
Abbas radiyaUahü anA'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
saJlaUahü aleyhi ve seüem :
Dikkat edin! Ben rükû
veya secde halinde Kur'an-ı okumaktan nehyolundum. Ama rükû'da siz Rabbi tazim edin.
Secdeye gelince (orada) duaya çatışın. Zira dualarınızın kabulü gerektir.»[711]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerif bir
mukadder suale cevap gibidir. Sanki: «Rükû'da, secdede-biz ne yapacağız?» diye
sorulmuş, Resûl-ü Ekrem de bu şekilde cevap vermiştir. Hazretî Peygamber
(S.A.V.) rükû'daki ta'zimin. nasıl yapılacağını, bilfiil kendisi yaparak
göstermiştir. Müslim'in bu bâb-da Huzeyfe'den rivayet ettiği hadîsde:
«Resûlâllah (S.A.V.) :
«Sübhane Rabbiye'l - Azim demeğe başladı» deniliyor.
Sadedinde bulunduğumuz
hadîs, rükû ve sücûd halinde Kur'an okumanın mcmnû olduğuna delâlet ediyor.
Zahirine bakılırsa rükû'da tes-bih. secdede duâ etmenin vâcib olduğunu
gösteriyor. Nitekim îmam-ı Akmed, tbni Hanbel (164 — 241) ile hadîs imamlarından
bir cemaatin mezhebi budur. Cumhur'a göre ise müstehabdır. Çünkü vâcib olsa
Hazreti Peygamber, namazını bsceremiyene.emrederdi. «Rabbl ta'-zirn edin» emri,
ancak bir defa tazim icab eder. Çünkü emr-i mutlak tekrar icab etmez. Fakat Ebu
Davud'un tahrîc ettiği.İbni Mes'ud hadîsinde tazimin üç defa yapılması
emrediliyor. Hadîs şudur:
«Biriniz rükû et'ti mi
ÜÇ defa» «Sübhane rabbİye'!âzîm» desin. «Bu Onun en azıdır.» Hadîsi, Tirmizî
(200 — 279) ile tbni Mâce (207— 275) rivayet etmiştir. Yalnız Ebû Dâvud (202 —
275): «Bu hadîsde irsal vardır.» diyor. Buharı ile Tirmizı de aynı şeyi
söylemişlerdir. «Bu onun en azıdır» denildiğine bakılırsa daha azının kâfi
gelmemesi icab eder.
Hadîs-i şerîf, secde
halinde duanın meşru olduğuna delildir. Secdenin icabet yeri olduğuna da
işaret vardır.[712]
314/230- «Âişe
radiyallahü anhâ'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki Resûlüllah (S.A.V.)
rükûunda ve sücûdunda derdi.[713]
Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
İnin mânası: «Seni
tenzih ederim Âllahim. Senin hamdine bürünürüm. Yâ Rabbi beni afvet» demektir.
«Senin hamdine bürünerek seni tenzih ederim» mânası da verilebilir. Hadîs-i
Şerîf çeşitli lâfızlarla rivayet edilmiştir. Bunlardan biri de şudur:
«ÂİŞE demişi ir
ki: Peygamber (S.A.V.)
kendisine (sûresi) nâzîl olduktan sonra hiçbir namaz kılmamıştır ki:
dememiş olsun.»
Bu hadîs
buradaki" zikrin de rükû ve secdelerde yapılacağına delildir. Yukarıda
geçen «Ama rükûda siz Rabbi tazim edin» emri buna münafi değildir. Çünkü
buradaki zikir o tazim üzerine ziyâdedir. Binâenaleyh ikisi birden söylenir.
Resûl-ü Ekrem'in :
«Yâ Rabbl bsni afvet»
diye duâ etmesi, Teâlâ Hazretlerinin
[714] «O
halde Rabbİnin hamdine bürünmüş olarak
(O'nu) tenzih et ve CCna
istiğfarda bulun» emrine imtisal içindir.Burada Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Hazretlerinin kulluk vazifesini ifa için Allah'ın emrine imti-sâle şitâb
ettiği de ifade olunmaktadır.[715]
315/231- «Ebû
Hüreyre radiyalîahü anh'öen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
(S.A.V.) namaza kalktığı vakit namaza dururken tekbir alır; sonra rükûa
giderken tekbir alır; sonra Velîni rükûdan kaldırırken derdi. Sonra ayakda
iken der; sonra secdeye inerken tekbir ahrdı. Sonra başını kaldırırken tekbir
alır; .sonra secde ederken tekbir alır; sonra başını kaldırırken tekbir
alırdı. Sonra bunu bütün namazında yapardı. İki rek'atte oturduk-dan sonra
kalkarken tekbir alırdı.»[716]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Bazı izahat: Hadîsin
başında denildiğine göre iftitâh. tekbiri alınırken ve alınmazdan evvel bir şey
yapılmayacak demektir :
«Allah hamd edene
İcabet eder» demektir. Zira, Allah'dan se-vâb umarak O'na hamd edene Cenabı Hak
umduğunu verir. Binâenaleyh ondan sonra.demek münasib olur. Öunun mânası: «Ey
Rabbimiz, hamdi de Sana ettik.» demektir. Fakat bu mâna, cümledeki « j» ı atıf
edatı olarak kabul ettiğimize göredir. Bu atıf, mukadder bir cümle üzerine yapılmış
olur. Yâni : «Ey,.Rabbimiz. Sana itaat ettik ve Sana hamd ettik» demek olur.
Maamafih «j ı in hâl mânasına yahut ziyâde olması da mümkündür. Nitekim bir rivayette
« j » sızdır.
Hadîs-i Şerîf,
zikredilen şeylerin meşru olduğuna delildir. Birinci tekbir, iftitâh
tekbiridir. Bunun vâcîb olduğuna dair delil yukarıda görülmüştü.
Sair tekbirlere
gelince: Her rek'atda beş tekbir vardır. Üç ve dört rek'atlı namazlarda ilk
oturuşdan kalkarken dahi tekbir alınır. Binâenaleyh beş vakit farzlarında
iftitâh tekbiri ile beraber «94», iftîtâh tekbiri sayılmazsa tekbir hasıl
olur. Ulemâ nakil tekbirlerinin hükmünde ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre
bunlar vâcibdir. Bu kavi İmam-ı Ahmed îbni Hanbel'üen (164 — 241) naklolunur.
DeÜli: Resûlüllah
(S.A.V.)'in devamıdır. Bir de «Beni kılarken gördüğünüz gibi kilin» hadîsidir.
Cumhur-u Ulemâya göre men-dûbdur. Çünkü bunları Hazret-i Peygamber (S.A.V.),
namazını becere-miyen zâta öğretmemişti. Ona yalnız iftitâh tekbîrini talim
buyurmuşlardı. Binâenaleyh bunlar vâcib değildir. Zira vâcib olsa onları da-
öğretirdi. Fakat Cumhura şu yolda cevab verilmiştir: Namazını becere-miyen
hadîsinin Rifâa îbni Râfi' rivayetinde nakil tekbîri vardır. Hadîsi Ebû Dâvud
(202 — 275) tahrîc etmiştir ki, mahall-j şâhid kısmı şudur:
«Sonra AUahü Ekber
der; sonra rükû eder». Aynı hadîsde hem nem tekbirleri zikrolunmuştur. Bu
rivayeti Tirmizî (200 — 279), Nesâî {215 —303) de tahrîc etmişlerdir. Bundan
dolayıdır ki, îmam~ı Ahmed ile Dâvud-ı Zahiri, nakil tekbirlerinin vâcib
olduğuna zâhib olmuşlardır. Rükûa giderken, doğrulurken» gibi tâbirler
kullanıldığına bakılırsa tekbir bu hareketlerle birlikde olacak-"tır. Bir
rüknü edaya başlarken tekbire de başlar. Bazıları beraberliği sağlamak için
tekbiri uzatır demişlerse de buna lüzum yoktur. Lâfzı eksik ve fazlaya kaçmadan
söylemelidir.cümlelerine gelince: Zâhir-i hadîse bakılırsa imam olsun, cemaat
olsun, her namaz kılanın bunları söylemesi lâzımdır. Çünkü, Resûlüllah'ın
namazından bu-cihet mutlak olarak rivayet edilmiştir. Maamafih, imam olduğu
halin rivayet edilmiş olması ihtimali de vardır. Çünkü mutlak kemaline
sarfedilir. Resûlül-İah'ın kemal üzere kılacağı namaz, şüphesiz ki cemaatle
kıldığı namazda. Hanefilerle Safiîlere ve diğerlerine göre cümlesini mutlak
surette nafile kılan ile farz kılan, imam ve yalnız kılan söyliyecck, tahmidi
yâni imamın arkasındaki cemaat söyliyecektir. Delilleri :
«imam dedi mi, siz de deyin»
hadîsidir. Bu hadîsi Ebû Dâvud tahrîc etmiştir. Lâkin, buna da itiraz olunmuş
ve bu hadîs, cemaatin demesine.mâni değildir. Binâenaleyh, cemaat tesmi' ile
tahmidin ikisini de yapar denilmiştir. Fakat Ebû Davud'un Şa'bî'den (6 — 104)
tahrîc ettiği bir hadîsde.
«İmamın arkasındaki
cemaat demez lakin der» buyurmuştur ki,
bu hadîs Hanefiyye ile Şafİîyyenin kavillerini te'yicl eder.
§u kadar var ki hadîs
mevkuftur. Tahâvî (238 — 321) ile îbni Abdil-berr (368 — 463) yalnız kılanın
her ikisini söyleyeceğine icmâ, olduğunu iddia ederler.[717]
316/232- «Ebû
Saîd-i Hudrî radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: tfesûiüllah
(S.A.V.) başını rükûdan kaldırdığı vakit :
«Allahım! Ey Rabbimiz!
Sana gökler ve yer dolusu hamd olsun ve ondan sonra da dilediğin nesne
dolusu...»
Ey sena ve şeref
sahibi! (Bu söz) kulun - ki hepimiz Sana kuluz -söylediğinin en haklısıdır.
Allahım! Senin verdiğini menedecek yoktur. Menâttiğinİ de verecek yoktur.
Bahtiyara Sen (in azabın) dan (kurtulma hususunda) bahtı bîr fayda vermez/
derdi.»[718]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
I-Iadîs-i Şerîfdeki
Müslim'de Ebû Saîd rivayetinde bulunamamış; îbn-i Abbas rivayetinde
bulunmuştur.kelimesini mahfuz bir mübtedanın haberi olmak üzere merfû1 okumak
da caizdir. Bu kelime,, Ebû Davud'un (202 — 275) «Sünen» inde ve başkalarında şeklinde rivayet
edilmiştir. Müslim'deki İbn-i Abbas rivayetinde de öyledir.
Bu rivayetin tamamı
Ebû Saîd'in lâfzı değildir. Çünkü onun rivayetinde.lâfzı yoktur. îbn-i
Abbas'ın lâfzı da değildir,çünkü ojıda tâbiri vardır. Cümlesindeki münâda
olarak nasbedilmiştir. Fakat mahzûf bir mübtedanın haberi olmak üzere refi'de
edilebilir ve o takdirde cümIe «Sen sena ve şeref ehlisin» şekline girer.
manfuz mübtedanın haberidir. Takdiri şöyledir Bu takdire göre aşağıdaki cümlesi haber
değildir. Halbuki bazılan mübtedâ cümlesi haberdir demişlerdir. Musannif onu
müste'nef bir cümle saymaktadır. Çünkü bazı rivayetlerde bu cümle yoktur.
«El-Mühezzeb» şerhinde İbn-i Salâh (577— 643)'dan naklen şöyle deniliyor:
Bunun mânası:
«Kulun söylediğinin en
haklısı senin verdiğini menedecek yoktur, demssidir.»cümlesi mübteda ile haber
arasında itiraz cümleşidir. Yahut cümlesi makablinin haberi olur. Fakat birinci
şık evlâdır.»
Nevevî (631 — 676)
diyor ki: «Evlâdır çünkü onda Allah'a kemal-İ tefviz; O'nun kemal-i kudretini,
azametini, kahr vejsultanını, vahdâniy-yet ve mahlûkatın tedbirde tek olduğunu
itiraf vardır.»
Hadîs-i Şerîf bu
zikrin her namaz kılan için bu rükünde meşru' olduğuna delildir. Hamd güya bir
cisim imiş de hadîsde sayılan o büyük zarflan, yerleri gökleri doldurmuştur.
Bununla onun çokluğu şanına lâyık tir surette ifade edilmiş daha sonra
(dilediğin nesne dolusu) buyurularak şanı daha da yüceltilmişdir.
Sena: Güzellikle
tavsif ve medhetmektir.
El-ced: Cim'in
fethiyle baht ve nasib demektir. Hadîsteki mânası: Senin azabın karşısında
bahtlıya bahtı bir fayda vermez. Mutlaka sâlih amel lâzımdır, demektir.
Cid kelimesi : Cim'in
kesri ile çalışmak demektir. Fakat bu rivayet zaîfdir.[719]
317/233- «İbni
Abbas radiyallahü anhümâ'ûan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
saîlaîlahü aleyhi ve sellem :
Yüzde bulunan yedi
kemik üzerine secde etmekle memur oldum dedi ve eliyle burnuna ellerine,
dizlerine ve ayak uçlarına işaret; buyurdular.»[720]
Hadîs Müttefekun Aleyh'dir.
Hadîsin bir
rivayetinde yerine yâni, emrolunduk ey ümmet; başka bir rivayetinde «Peygamber
(S.A.V.) emretti» denilmiştir. Bu rivayetlerin üçü de Buharidedir. «Eliyle
işaret etti» cümlesini Nesâl (215 —
303) nin rivayeti tefsir etmiştir. O rivayette İbn-i Tavus diyor ki:
«Elini alnına koydu ve
burnunun üzerine çekerek : Şu bir, dedi.» Kurtubî: (— 671). Bu, secdede alnın
asıl, burnun ona tâbi olduğunu gösterir.» demiştir. Tbn-i Dakîki-l-îyd (625 —
702) dahi: bunun mânası, Resû!-ü Ekrem (S.A.V.) onlan bir azâ gibi saydı,
demektir. Yoksa, âza sekiz olurdu.» diyor.
(Eller) den murad:
avuçJ&ttfır. Hattâ bir rivayette tasrîh de edilmiştir.
(Ayak uçları) ndan
murad da : ayaklarını dikerek parmaklarının ucuna basmak; ökçelerini yukarıya
kaldırarak üstlerini kıble'ye karşı çevirmektir. Bu tarif, secdenin sıfatı
hakkındaki Ebû Humeyd hadîsinde vardır.
Secdede, el
parmaklarım bir araya toplamak mendûbdur; çünkü açılırsa bazılarının uçları
kıble'den döner diyorlar. Ayak parmakları hakkındaki hüküm ise namazın sıfatı
bâbmdaki Ebû Humeyd hadîsinde yukarda görülmüştü. O hadîsde parmaklarını
kıble'ye çevirdi.» denilir.
Bu hadîs-i şerîf,
sayılan azanın üzerine secde etmenin vâcib olduğuna delildir. Zira;
Hazret-i Peygamber
(S.A.V.) bunların Allah tarafından kendisine ve ümmetine emrolunduğunu emir
sîgasıyla bildiriyor. Bu sîga ise vücûb ifade eder. Maamafih, mes'ele yine de
ihtilaflıdır. Bazılarına ve Şafiî'nin bir kavline göre vâcibdir. Hanefîlere
göre de öyle ise de Ebû Ha-nîfe alın ile burundan birinin üzerine secde etmek
kâfidir diyor.
Delili :
«Eliyle burnuna işaret
etti» hadîsidir. İmameyn'e göre zaruret olmadıkça caiz değildir. Musannif
«Fethül-barî» de şöyle diyor: «Burun üzerine secde mes'elesinde» Ebû Hanîfe
tarafından bu hadîsle istidlal olunmuştur. îbn-i Dakîki-l-îyd (625 — 7G2)
demiştir ki : «Hak olan, böyle bir şey cebhenin tasrihine muaraza edemez.
Velevki alınla burnun bir uzuv gibi telâkkisi itikad olunsun. Çünkü bu sade
tesmiye ve ibarededir. Delâlet ettiği hükümde değildir.
Hadîsin zahiri bütün
alnın üzerine secde etmenin vâcib olduğunu
gösteriyor. Çünkü,
Hazret-i Peygamber (S.A.V.) bu bâbda «Alnını secde yerine değdir» buyurmuştur.
Binâenaleyh, alnım mümkün mertebe yere değdirmek icab eder. Üzerine secde
edjlecek azadan dizler gibi kapalı olanları secde için açmak lâzım değildir,
Bunda hilaf yoksa da, alın kapalı olduğunda açılıp açılmaması ihtilaflıdır.
Bazlarına göre açmak vâcibdir.
Delilleri Ebû Davud'un
(202 — 275) inde tahrıc ettiği şu hadîstir:
«Resûlüllah (S.A.V.)
yanıbaşında sçcde eden bir
adam gördü. Alnına sarık sarmıştı. Hemen onun yüzünü açtı.» Lâkin Buhatl
(194 — 256) Hasen'den ta'lik suretiyle şu hadîsi rivayet eder:
«Resûlüllah
(S.A.V.)'in eshâbı elleri elbiselerinin içinde iken secde ederlerdi.
İçlerinden bazısı sarığının üzerine secde ederdi.» Bu hadîsi Bey-hdkî (384 —
458) vasletmiş ve : «Secde hakkında bu hadîs, sahabeye mevkuf olarak en sahîh
bir şeydir» demiştir. Resûlüflah (S.A.V.)'in sarığının katı üzerine secde eder
idiğini gösteren hadîsler kimi İbni Ab-bas ile İbni Ebi Evfâ'dan, kimi Câbîr ve
Enes'den rivayet edilmiş ise de bunların hepsi zaîfdir. îmam Beyhakî bunları ve
daha başkalarını zikrederek «Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in sarığının katı
üzerine secde ederdiğine dâir merfu' olarak hiçbir şey sabit olmamıştır» demiştir.
Eöylece iki tarafın delilleri vücûb isbât edememektedir. Binâenaleyh, ikisi
de, yâni açmak da açmamak da caiz olmak icâb eder. Vakıa Habbâb hadîsinde :
«Resûlüllah (S.A.V.)'e
kızgın yerin yüzlerimize ve avuçlarımıza vuran sıcağından şikâyet ettik;
şikâyetimizi kabul etmedi, ilâ... âhiri...» deniliyorsa da bu hadîsde mevzû-u
bahis âzânın açılıp açılmadığına bir delâlet yoktur. Müslim'in Hazret-i
Enes'den rivayet ettiği hadîsde de : «Sıcağın şiddetinden her birerlerinin
elbiselerini yayarak üzerlerine secde ettikleri» beyân ediliyor. Fakat bunda
ihtilâf yoktur. İhtilâf edilen cihet, sırtındaki elbisenin üzerine edilen
secdedir. Enes hadîsi ise iki tarafa yâni sırtında olmağa da olmamağa da
ihtimâllidir.[721]
318/234-
«İbn-i Buhâyne[722]'den
rivayet olunmuştur kî. Peygamber (S.A.V.), secde ettiği zaman, kollarını tâ
koltuklarının beyazı görünün-ceye kadar aralardı.»[723]
Mültefekun Aleyh'dir.
Bu hadîs, namazda bu
şekilde hareket edileceğine delildir.
Bundaki hikmet : Her
âzâyı ayrı ayrı meydana çıkararak secdede iken bir adamın birkaç kişi gibi
görünmesini temin etmektir. Bu mânâ, Tâberânî'nin (260 — 360) zaîf bir isnadla
İbn-i Ömer (R. A./dan tah-rîc ettiği şu hadîsde açıktır:
«Yırtıcı gibi serilip
yatma. Avuçlarınla dayan, kollarını aç. Bunu yaptın mı, senin her uzvun secde
eder.» Müslim'-Meymûne hadîsi dahi aynı sarahati arz ediyor. Hazret-i Meymûne
(B. A.) diyor ki :
Peygamber (S.A.V.)
kollarını açardı; o derecede ki( hanı bir (kedi gibi) hayvan geçmek istese
geçerdi.»
Bu hadîslerin zahiri
her ne kadar vücûb ifâde ederse de Ebû Davud'un tahrîc ettiği Ebû Hüreyre
hadîsi, kollan açmanın vâcib olmadığım gösterir. Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki :
«Peygamber (S.A.V.)'İn
eshâbı, kollarını açtıkları zaman secde etmenîn zorluğundan kendisine şikâyet
ettiler. Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem:Dizlerden yardım alın; buyurdular.»
Hadîsin râvilerinden
tbn-i Acîân: «Bu, secde uzadığı zaman dirseklerini dizlerinin üzerine koymakla
olur» diyor.
(Tâ koltuklarının
beyazı görününceye kadar) ifâdesinden bazıları, ResûlüMah (S.A.V.)'irı sırtında
gömleği olmadığını, sanmış ise de, ibarede buna bir delil yoktur. Çünkü
gömleği sırtında iken de koltuğunun kenarı görünebilir. Bahusus, o devrin
gömlekleri kolları yırtmaçlı ve geniş oluyordu. Binâenaleyh, gömleğinin
yeninden koltuk altları görünebilir.[724]
319/235-
«Berâ' İbn-i Âıîb[725]
radiyallahü anA'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûfüllah sallaîlahü
aleyhi ve sellem :
Secde ettin mi
ellerini koy, dirseklerini kaldır; buyurdular.»[726]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Yukardaki Hadîs-i
Şerîf, na-mazda bu hey'ette bulunmanın vücûbu-na delildir. Fakat ulemâ ondaki
emri nedib mânâsına almışlardı. Diyorlar ki: «Bundaki hikmet, tevâzua daha
elverişli, alnı burnu yere değdirmeğe daha muvafık ve tenbeller kıyafetinden uzak
oluşudur. Çünkü namazında yere yayılanın hâli, köpeğe benzer ve namazı hiçe saydığını
gösterir. Fakat bu hüküm erkek hakkındadır. Kadın bu hususda erkek gibi
değildir. Sebebini Ebû Davud'un (202 — 275) «El - Merâsîl-» inde Zeyd tbn-i Ebl
Habib'den rivayet ettiği şu hadîs açıklamaktadır.
«Resûlüllah (S.A.V.)
namaz kılan iki kadının yanına uğradı; Ve buyurdu ki:
«Secde ettiniz mi,
vücudun bir kısmını yere toplayın. Çünkü kadın bu hususda adam gibi değildir;
buyurdular.»
Beyhakı (384— 458):
«Bu mürsel, bu bâbdaki iki mevsûlden daha iyidir» demiştir. Beyhakî o iki
mevsûlü «Sünen» inde rivayet etmiş ; zaîf noktalarını da göstermiştir.
Parmaklan rükû'da
açmak sünnettir. Çünkü Ebû Davud'un rivayet ettiği Ebû Hu m ey d Sâidİ
hadîsinde şöyle deniliyor:
«Resûlüllah (S.A.V.)
elleriyle dizlerini yakalamış gfbi tutuyor; parmaklarının arasını aralıyordu.»
Kollarını aralıyarak
yanlardan uzaklaştırmak da sünnettir. Nitekim yukarıki Ebû Humeyd hadîsinde
beyân edilmiştir. O hadîsi İbn-i Huzeyfe şu lâfızlarla rivayet ediyor:
«İki elini yanlarından
uzaklaştırdı.» Musannif tbn-i Buhayne hadîsini «Et-TeZMs» nâm eserinde de iki
defa zikretmiştir. Hadîs sa-hîhdir. Binâenaleyh onu hem rükûa hem de sucuda
delil getirmiştir. Çünkü hadîs ikisine de ihtimâllidir.[727]
320/236- «Vâİl
İbn-i Hucr radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki: Peygamber (S.A.V.) rükû'
ettiği vakit parmaklarının arasını aralar; secdeye vardığında parmaklarını
kapardı.»[728]
Bu hadîsi Hâkim
rivayet etmiştir.
Parmaklardan murâd :
El parmaklarıdır. Ulemâ: parmakları yum-makdaki hikmet, parmakların Kıble'ye
dönmesidir, diyorlar.[729]
321/237- «Âİşe
radiyallahü anhd'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
(S.A.V.)'i bağdaş kurarak namaz
kılarken gördüm.»[730]
Bu hadîsi, Nesâî
rivayet etmiş İbn-i Huzeyme sahîhlemiştir.
Beyhakî (384 — 458)
dahi Abdullah İbn-i Zübeyr'den şu hadîsi rivayet eder:
«Resûlüllah (S.A.V.)'i şöyle duâ ederken gördüm; (dedi)
ve bağdaş kurmuş otururken ellerini dizlerinin üzerine koydu.»
Yine bu hadîsi Beyhakî
Humeyd'den şu lâfızlarla rivayet etmiştir:
«Enasi döşeğinin
üzerinde bağdaş kurmuş, namaz kılarken gördüm.»
Buharı bu hadîsi
ta'lîk etmiştir.
Ulemâ diyor ki :
Bağdaş kurmanın şekil : sağ ayağının iç tarafını sel uyluğunun altına ;sol
ayağının iç tarafını da sağ uyluğunun altına koymaktır; avuçlar da rükû
hâlindeki gibi dizlerin üzerine konarak parmaklar aralanacaktır.
Hadıs-i şerif,
hastanın namaz kılarken nasıl oturacağına- delildir. Çünkü bu hadîs, oturarak
namaz kılacak hasta hakkında vârid olmuştur. Hazreti Peygamber (S.A.V.)
atından düşerek ayağı çıktığı zaman böyle bağdaş kurarak kalmıştı.[731]
322/233- «İbn-İ
Abbas radiyallahü- anAürnd'dan rivayet edilmiştir ki: Peygamber (S.A.V.) iki
secde arasında:
«Yâ Rabb, beni
afveyle, bana acı, beni hidâyet buyur, bana afiyet ve rızk ver, derdi.»[732]
Eu hadîsi, Nesâî
müstesna dörtler rivayet etmiştir. Lâfız Ebû Davud'undur. Hâkim de
sahîhlemiştir.
Tirmizl (200 —
279}'nin rivayetinde yerine lâfzı vardır kaydı da yoktur. İbni Mâce (207 — 275)
rivâyetinde lâfızlarım bir arada zikretmiş fakat ve lâfızlarını kaydetmiştir.
Hâkim (321' — 405) dahi bu iki lâfzı bir arada zikretmekle beraber lâfzım
zikretmemistir.
Hadîs-i- şerîf, iki
secde arasında oturunca duâ etmenin meşru olduğuna delildir. Zahir, Resûlüllah
(S.A.V.)'in bu duayı aşikâr okuduğunu gösteriyor.[733]
323/239- «Mâlik
İbn-i Hüveyris radiyaüahü anA'den rivayet edilmiştir ki; Peygamber (S.A.V.)'i
namaz kılarken görmüş. Namazının tek (rek'atında) olduğu zaman, tâ oturup
doğrulmadıkça kalkmazmış.»[734]
Eu hadîsi, Buharî
rivayet etmişdir.
BuharVnin bir rivayetinde
hadîsin lâfzı şöyledir:
«Başını ikinci
secdeden kaldırdığı zaman oturur, yere dayanır. Sonra kalkardı.» Yine
BuharVde şöyle bir rivayet vardır:
«Sonra secdeye indi.
Sonra ayaklarını bükdü. Ve her uzvu yerine gelinceye kadar oturdu; sonra
kalkdı.»
Bu oturuş; namazını
beceremeyen hadîsinin bazı rivayetlerinde de zikredilmişdir.
Hadîs-i Şerîf bu
oturuşun birinci rek'atin ikinci secdesiyle, üçüncü rek'atın secdelerinden
sonra meşru olduğuna delâlet etmekdedir.
Buna «istirahat
oturuşu» derler.Imam-ı Şafiî (150— 204) bir kavlinde buna kail olmuşsa da
meşhur kavline göre caiz görmemiştir. Hanefîlerle, Mâlİkîler ve Hanbeliler'e ve
diğer bazı zevata göre bu oturuş meşru değildir.
Delilleri : Vâil b.
Hucr'un Resûlüllah (S.A.V.)'in namazı hakkındaki hadîsden geçen:
«İki secdeden başını
kaldırdı mı kalkarak doğru I urdu» ifadesidir. Bu hadîsi, Bezzâr «Müsned» inde
rivayet etmiş yalnız Nevevî (631 — 676) zayıf bulmuştur. İstirahat oturuşunu
caiz görmeyenler İbni Münzir (— 236)'in rivayet ettiği; En-Numan b. Ebî Ayyaş
hadîsiyle istidlal ederler.
Bu hadîsde şöyle
deniliyor :
«Resûlüllah
(S.A.V\)'in Ashabından bîr çoklarına yetiştim (bunlardan her biri) başını ilk
rek'atde ve üçüncüde secdeden kaldırdığı zaman, bulunduğu vazîyetde (hemen)
kalkar; oturmazdı.»
Bazıları bu hadislere
teptan cevap vermeye çalışmış ve: menfaat yoktur. Çünkü oturanda sünnettir diye
oturur; terk edende sünnettir diye terk eder; bu oturuşun vâcib olduğuna kail
olan yoktur» demişlerdir.[735]
324/240- «Enes
radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki; Resûlüllah (S.A.V.): «Bir ay
(namazda) rükûdan sonra bazı Arab kabilelerine beddua ederek Kunut yapmış.
Sonra bunu terk etmişdîr.»[736]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Ahmed ile Dâre
Kutnî'de başka yoldan bunun benzeri vardır. (Sabah namazında ise tâ dünyadan
ayrılıncaya, kadar kunut okumağa devam etti) ifâdesini de ziyâde etmiştir.
Haklarında beddua
edilen arap kabilelerinin adları bazı rivayetlerde açıklanmıştır.
Bunlar Ri Usayya ve
Benû Lihyân'dır. Hadîsin lâfzı Buharde Âsım-ı Ahvel'den uzunboylu rivayet
edilmiştir.
Asım şöyle demiştir :
«Enes b. Malîk'e
kunutu sordum. Kunut vardı; dedi. Rükûdan evvel mi? İdî, sonra mi? dedim. Evvel
idi; dedi. Yâ falan bana senin rükûdan sonra dediğini haber vertji.de...
dedim. Hatâ etmiş.
Resûlüllah
(S.A.Vı)riikûdan sonra ancak bir ay kunut yaptı; zannederim kendilerine Kurra;
denilen yetmiş kişi kadar bir cemaatı müşriklerden bir cemaata ki adetçe
müşriklerden az İdiler göndermişti. Onlarda (yani müşrikler) gadrederek
kurrayı öldürmüşlerdi. Resûlüllah {S.A.V.) ile bu müşrikler arasında muahade
vardı. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.) bîr ay onlar aleyhine duâ ederek
kunut eyledi, dedi.»
Bahsimizin mevzuu olan
hadîsdeki «\£""^"V » «sonra onu terk etti»
sözü sabah namazından
mâ'ada namazlardadır. Bunu hadîsin sonunda ki ziyâdeden anlıyoruz. Maamafih
Hazreti Enes'den künut hakkında rivayet edilen hadîsler muzdarip ve sabah
namazı hakkındakiler birbirine muarızdır. «El-Hedyü'n - Nebevi» namlı eserde
bunların arası cem edilmeye çalışılmış ve:
Bu hadîslerin hepsi
sahîhdir; birbirini tasdik eder; aralarında tenakuz yoktur. Çünkü Enes'in
rükûdan Önce diye anlatdığı kunut rükû'-dan sonraki kunut değildir.
Vakit tayin ederek
söylediği kunut mutlak zikredildiğinin gayrıdır. Enes'in rükûdan evvel dediği-
kunut; kıraat için ayakta uzun zaman kalkmakdır. Rükûdan sonra dediği kunut;
dua için ayakda fazlaca dur-makdır. İşte bir ay yaparak kimi bir kavmin
aleyhine kimi de bir kavmin lehine duâ ettiği, sonradan duâ ve sena için dünyadan
gidene kadar devam ettirdiği kunut budur.
denilmiş isede bu
tevcih (sabah namazında ise tâ dünyadan ayrılıncaya kadar kunut okumağa devam
etti) ifadesiyle birbirini tutmuyor. Ve anlaşılıyor ki; müddeti ömrünce devam
ettiği kunut sabah namazına mahsusdur. Rükûdan sonra kıyamda fazla kalmak ise
bütün namazlara âmm ve şâmildir.
Hâkim {321 — 405)'in
Hazreti Ebû Hüreyre'den rivayet ederek sa-hîhlediği bir hadîsde: Resûlüllah
(S.A.V.) sabah namazının İkinci re-katinde başını rükûdan kaldırdıktan sonra
ellerini kaldırarak: dive duâ derdiği açıklanıyorsada o hadîsin râvileri
arasında Abdullah b. Sâîd-i Makberî vardır ki, hüccet olamaz.
Sabah namazının son
rükûundan sonra duâ etmenin sünnet olduğuna selef ve halefden bazı zevat ile
îmam-ı Şafiî (150 — 204) kail olmuş; fakat hangi lâfızlarla duâ edileceğinde
ihtilâf etmişlerdir. Bazıları Kur'-an-ı Kerîm âyetleriyle duâ edilir demiş;
İmam-ı Şafiî ise :
«Yâ Rab! beni hidâyet ettiklerin arasında hidâyet
buyur,., ilâ âhîr...»duasının okunacağına zâhib olmuştur.[737]
326/241- «Enes
radiyaîîahü anfı'den rivayet edilmiştir kî; Peygamber (S.A.V.) ancak bîr kavme
hayır duâ, yahut bir kavme beddua ettiği zaman kunut ederdi.»[738]
Bu hadîsi, İbni
Huzeyme sahîhlemişdir.
Resûlüllah (S.A.V.)'in
hayır duası Mekke'deki zayıf müslümanlar içindi. Bedduasını ise az yukarıda
gördük.
Bu hadîse bakarak
bazıları felâket zamanında kunut yaparak hâdiseye göre duada bulunmak
sünnettir; derler. Bu kavi fena değilse de Resûlüllah (S.AıV.)'in başına hendek
muhasarası gibi felâketler geldiği halde bunlarda kunut yaptığı rivayet
edilmemişdir, diyerek buna itiraz edilmişdir.
Hanefîler'e göre sabah
namazında kunut yoktur; çünkü nehyedilmiştir. Bunlar aşağıdaki hadîsle istidlal
ederler.[739]
327/242-
«Said b. Târik Eşceî[740]
radiyallahü anh'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Babama, babacığım dedim;
sen :
Resûlüflah
(S.A.V.)'in, Ebû Bekir'in Ömer'in Osman'ın ve Ali'nin arkasında namaz kıldın.
Sabah namazında hiç kunut yapıyorlarmıydı? Ey oğulcuğum uydurmadır; dedi.»[741]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
müstesna, Beşler rivayet etmiştir.
Bu hadîsde adı geçen
zevatdan bunun hilafı da rivayet edilmiştir.
İki rivayetin arasını
bulmak için: bazan kunut yapmış; bazan yapma-mışdır, diyenler olmuşdur.
Hanefîler'e
gelince: Onlar bu hadîsle istidlal
ederek sabah namazında-kunutu memnu addetmişlerdir. Çünkü muhdes'dir,[742]
denilmiştir.[743]
328/243-
«Hasan b. Ali[744] radiyalhhü anhümâ'dan
.rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Bana Resûlüllah (S.A.V.) bir takım
kelimeler öğretti. Onları vitir'in kunutunda okuyorum:
«Yâ-Rabbi beni hidâyet
ettiklerin arasında hidâyet eyle; bana afiyet verdiklerin arasında afiyet ver;
Yardım ettiklerinin arasında yardım et! verdiklerinde bana bereket ihsan eyle.
Kaza buyurduğunun şerrinden beni koru. Çünkü hükmeden sensin; Sana hükmedilmez.
Hiç şüphe yokki senin yardım ettiğin, perişan olmaz. Mübareksin Rabbimiz,
yücesin».[745]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmiştir. Taberanî ile Beyhakî şunu ziyâde etmişlerdir:
«Senin gadab
ettiklerin felah bulmaz.» Nesâî de sonunda başka bir veçheden şunu ilâve
etmiştir. «Allah Peygambere salât eylesin.»[746]
328/243-
«Beyftafcfde İbn-i Abbâs raüiyaUahil anh'den şu ziyâde vardır: Resûlüllah
(S.A.V.) bize sabah namazının kunutunda okuyacağımız bir duâ Öğretirdi.»[747]
Bunun senedinde zaaf
vardır.
Yalnız Nesâî'nin
sondaki ziyâdesi için musannif: «Bu ziyâde gariptir, sabit değildir Çünkü
Abdullah b. Ali tarafından rivayet edilmiştir. Bu zât maruf değildir.
Abdullah b.1 Alî b.
Hasan b. Ali olduğu kabul edilse bile senedi yine münkatı'dır. Çünkü amcası
Hasan'dan işitmemiştir,» dedikten sonra Anlaşıldıki, bu hadîs münkatı
olduğundan veya bilinmediğinden Hasan'-(R. A.) şartından değildir» diyor. Hal
böyle olunca musannifin burada da: Bu ziyâde sabit değildir demesi icabederdi.
Hadîs-i şerîf, vitir
namazında kunutun meşru olduğuna delildir. Ku-nutun ramazanın yarısından sonra
yapılması ittifaklıdır. Fakat Hanefî-lerle Hanbelîlere ve diğer bazı zevata
göre bütün sene devam eder.
Şafiîlere göre; bu duâ
Ramazanda sabah namazında okunur.
Musannif Beyhakî
hadîsini burada icmâlen zikretmiştir. Tahri-cü'l - Ezkâr adlı eserinde yine
BcyhakVmu rivayeti olarak tam nakleder. Bu duâ diye başlar. Beyhakî (384 — 458)
bu hadîsi çeşitli yollardan rivayet etmiştir. Bunların biri Bureyd b. Ebî Meryem
tarikidir.
Büreyd şöyle
demektedir:
«İbnü-I Haneflyye ile
İbn-İ Abbas'dan : Resûlüllah (S.A.V.) sabah namazında ve gecenin vitrinde bu
kelimelerle kunut okurdu; dediklerini işittim.» Bu hadîsin isnadında meçhul bir
râvî vardır. Musannif bu rivâyeti değilde Ibn-i Cüreyc yoluyla gelen rivayeti
almıştır ki onun da râvîleri arasında Abdurrahman b. Hürmüz vardır. Bu zât söz
götürdüğü için musannif hadîsin senedinde zaaf vardır. Demiştir. Fakat dikkat
etmeli ki bir de Abdurrahman b. Hürmüz el-A'rec vardır. Âlim ve sika, yâni
mutemed bir zâtdır. Onunla buradaki Abdurrahman b. Hürmüz'ü karıştırmamalıdır,
musannif «Telhis» adh eserinde bunları birbirine karıştırmışdır.[748]
330/244- «Ebû
Hüreyre radiyallahü anh'öen rivayet edilmiştir. Demîşdir kî: Resûlüllah
salîalîahü aleyhi ve sellem:
— Biriniz secde ettiği
zaman deve çöker gibi çökmesin; ellerini dizlerinden evvel yere koysun;
buyurdular.»[749]
Bu hadîsi, üçler
tahrîc etmiştir. Bu Vâil b. Hucr hadîsinden daha kuvvetlidir.
Vâil b. Hucr Hadîsi şudur.[750]
330/244 - «Resûlüllah
(S.A.V.)'i, secde ettiği vakît dizlerini ellerinden önce yere koyarken
gördüm.»[751]
Bu hadîsi dörtler
tahrîc etmişdir. Çünkü Ebû Hüreyre hadisinin İbn-Î Ömer {R. A.)'den şahidi
vardır. O şahidi Ibn-i Huzeyme sahîhlemiş, Buharı de ta'lik suretiyle mevkufen
zikretmiştir.
Ebû Hüreyre hadîsini
Sünen sahipleri tahrîc etmişler, fakat Buharı (194 — 256), Tirmizî (200 — 270)
ve Dâre Kutnî (306 — 385) onu illetlendirmişlerdir. Buharı : «Muhammed b.
Abdillah b. el - Hasan, arkasından gidilmez bir adamdır. . Ebû'z - Zinad'ân
işittimi, işit-medimi bilmiyorum» der. Tirmizî : «Bu hadîs gariptir; onu Ebû'z
-Zinad rivayetinden bilmiyoruz» demektedir.
Nesâî (215 — 303) onu
Ebû Hüreyre'den de tahrîc etmişdir. Fakat «Ellerini dizlerinden önce yere
koysun» kaydı yoktur. Yalnız îbn-i Ebî Davud'un (—316) tahrîc ettiği Ebû Hüreyre
hadîsinde bu kay d vardır.
Hadîs şöyledir :
«Peygamber (S.A.V.)
secde ettiği zaman dizlerinden
önce ellerinden başlardı.»
. Bunun bir mislini
Derâverdi, Ibn-i Ömer'den rivayet etmiştir. Musannifin işaret ettiği şahid de
odur. Lâkin îbn-i Huzeyme (223 — 311) sahihinde Mis'ab b. Sa'd'dan bu hükmün
değiştiğini bildiren şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Bİz dizlerden önce
elleri yere koyardık. Müteakiben dizleri ellerden evvel koymakla emrolunduk.»
Yukarıdaki hadîs ve
benzerleri, namazda secdeye inerken evvelâ ellerin, sonra dizlerin yere
konacağına delildir. Zahir vücub gösteriyorsa-da bunun vâcib olduğuna kail olan
yoktur. Binâenaleyh nıendubdur. Maanıafih yine de ihtilaflıdır.
îmam-ı Malik (93 —
179), Evzâî (78 — 150) ve ulemâdan bir cemaat "bu hadîsle amel ederler.
Evzâî[752]: «Bizim yetiştiğimizde
nâs ellerini dizlerinden önce secde yerine koyarlardı» diyor. Hadîs imamla-;
rının kavlide budur. Bunlar secdeden kalkarken evvelâ dizlerini, sonra
ellerini kaldırırlar.
Hanefîlerle Şafiîler
ve bir rivâyetde îmam-ı Malik Vâil b. Hucr hadîsiyle amel ederek ; «Secdeye
giderken evvelâ dizler; sonra eller yere konur. Kalkarken bunun aksi yapılır»
demişlerdir.
Buharî Vâil b. Hucr
Hadîsi hakkında şöyle demiştir : «Nafi' dedi ki, Ibn-i Ömer ellerini
dizlerinden Önce yere koyardı».
Vâtl hadîsini dörtler
ile îbn-i Huzeyme (223 — 311) ve îbn-i Seken (294 — 353) sahihlerinde şerik
tarikinden tahrîc etmişlerdir.
Buharı (194 — 256),
Tirmizî (200 — 279), îbn-i Ebî Dâvud (— 316) ve Beyhakî bunu tek başına Şerik
rivayet etmiştir.» diyorlar. Lâkin bu hadîsin Asım-ı ahvel yoluyla Hazret!
Enes'den şahidi vardır.
Enes (R.A.) şöyle
diyor:
«Resûlüllah (S.A.V.)'I tekbir ile secdeye inerken gördüm,
dizleri ellerinden Önce yere değdi.»
Bunu Dâre Kutnî (306 —
385), Hâkim (321 — 405) ve Beyhakî tahrîc etmişlerdir. Hâkim : «Bu hadîs
şeyheynin şartı üzeredir.» diyor. Beyhakî: «Bu hadîsi t.ek başına Aîâ b. Atâ
rivayet etmiştir.
Alâ meçhuldür;
demektedir. İşte Hanefîlerle Şafiîlerin delili bu hadîsdir.
Ahmedb. Hanbel (164 —
241) ile ulemâdan bir cemaatda buna kaildir. Sahabeden Hazretl Ömer ile İbn-i
Mes'ud'un mezhebi de budur. Musannifin sözünden Ebû Hüreyre hadîsini tercih
ettiği anlaşilıyorsada bu hadîs Şafiînin mezhebinde de delil olarak almmışdır.
Nevevî (631 — 676)
diyor ki : İki mezhebden birini tercih zahir olmuyor; Lâkin Hanefi imamları
Vâil hadisini tercih ettiler; Ebû Hüreyre hadisi hakkında da muzdaribdir.
Çünkü ondan iki şıkkın ikisi de rivayet olundu» diyorlar,îbn-i Kayyım (691 —
751) bu meseleyi uzun uzadıya incelemiş ve: «Ebû Hüreyre hadîsinde râvi
tarafından kalb yapılmıştır. Çünkü (ellerini dizlerinden evvel yere koysun)
şeklinde rivayet ediyor. Halbuki aslı; (dizlerini ellerinden evvel yere koysun)
şeklindedir. Hadîsin baştarafı da bunu gösterir. Çünkü (deve çöker gibi
çökmesin) buyrulmuştur. Ma'lumdur ki deve çökerken ön ayaklarım arka
ayaklarından evvel yatırır» demiştir. Resûlüllah'm şâir hayvanlara benzememek
hususundaki emri sabit olmuşdur, bunu yukarıda görmüştük.
Elhasıl; Ebû Hüreyre
hadlsiyle Vâil hadîsinin kuvvetçe birbirine denk oldukları anlaşılıyor. îbn-i
Kayyim'in tahkîkına göre de Ebû Hüreyre hadîsi Vâîl hadîsiyle birleşmektedir.
Yalnız onda kalb yapılmıştır. Binâenaleyh iki şıkkın ikisi de caizdir.[753]
332/245- «İbni
Ömer radiyallâhü anVden rivayet olunmuştur kî: Resûlüllah (S.A.V.) teşehhüde
oturduğu zaman sol elini sol dizinin, sağ elini, sağ dizinin üzerine koyar.
Elli üç akdeder (yâni avucunu yuma-) ve şehadet parmağı ile işaret ederdi.»[754]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Müslim'in bir
rivayetinde: «Bütün parmaklarını yumar ve baş parmakdan sonra gelenle işaret
ederdi» denilmektedir.
Ulemâ diyorkî; işaret
için şehadet parmağının tahsis edilmesi, bu parmağın ta kalbin derinlikleriyle
irtibatı olduğundandır. Binâenaleyh onu tahrik etmek, kalbin huzur bulmasına
sebeb olur.
Elleri dizlerin
üzerine koymak bilittifak müstchabtır. «Elli üç akde-' derdi» sözünü musannif
«Telhis» de şu suretle îzah ediyor.
. «Baş parmak açık
olarak şehadet parmağının altına konulur.» «Bütün parmaklarını yumardı»
ibaresinden murad; sağ elinin parmaklarıdır. Onları avucunun içine yumar;
şehadet parmağiyle işaret eder.»
Vâil b. Hucr'un
rivayetinde :
«Baş parmakla orta
parmağını halka yaptı» deniliyor.
Bu hadîsi, îbni Mâce
(207 — 275) tahrîc etmiştir. Bu suretle üç şekil hasıl olmuş oluyor.
1—
Baş
parmağı açık olarak şehadet parmağının altına getirmek. (Diğer parmakların ne
yapılacağı bu rivâyetde bildirilmiyor).
2— Bütün
parmakları avucunun içine yumarak şehadet parmağiyIa işaret etmek.
3— Baş
parmakla orta parmağı halka yaparak şehadet parmağiyla işaret etmek.
Bu rivayet mevzuu
bahsimiz hadîsde olduğu gibi İbni Zübeyr hadîsinde de işaret lâfziyledir :
«Resulü Ekrem (S.A.V.)
şehadet parmağıyle işâref ediyor; onu kıpırdatmıyordu» deniliyor. Bu hadîsi,
İmamı Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî ve îbni Hibbân tahrîc etmişlerdir.
İbni Huseyme ile
BeyhaM ise Vâîl hadîsini rivayet ediyorlar ki, lâfzı şudur :
«Peygamber (S.A.V.)
parmağını kaldırdı. Kendisini parmağını kıpırdatarak onunla duâ ederken
gördüm.»
Beyhakî diyor ki:
«Buradaki kıpırdamadan parmağı tekrar tekrar hareket ettirmek değil de, işaret
kasdedilmiş olmak ihtimali vardır. Tâ ki İbni Zübeyr hadîsiyle muâraza
etmesin.»
Bu işaret ( .uıl.Vl 4İ
\ V ) derken yapılacaktır. Zira Resûlüllah (S.A.V.) o zaman yapmıştır. Hadîs
Beyhakî'dedir. İşaretle tevhid ve tevhidde ihlâs niyyet edilecek; böylelikle
tevhid hem kavleri, hem fiilen ve itikâden yapılmış olacaktır. Bunun içindir,
kî, Hazretl Peygamber (S.A.V.) iki parmakla işaret etmekten men buyurmuş, ve
işaret edene as-l-Va-l ) «Bir bir» demiştir.
Namaz kılan, yukarda
sıraladığımız üç şekilden birini yapmakda serbestdir. İşaretin hikmeti; her
uzvu ibâdetle meşgul etmekdir.
Dâre Kutnî(206 —
385)'nin İbni Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsde sol el de zikrediliyor:
«Resûlüllah (S.A.V.)
sol elinin avucuyla dizini dolayladı.»
Bazıları; bu rivayetle
amel eder ve buradaki hikmet olsa olsa elini abesle iştigalden menetmektir;
derler.
İbni Ömer hadîsindeki
«Elli üç akdederdi»[755]
sözü Araplarca mâruf bir usûle işâretdir.[756]
333/246- «Abdullah
b. Mes'ud radiyallâhü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
(S.A.V.) bize baktı da dedi kî:
— Biriniz namaz
kıldığı vakit: «Bütün ta'zîmler, namazlar ve güzel sözler hep Allah'adır. Selâm
sana ey Peygamber! Allanın rahmeti de bereketleri de sana; Selâm bize ve
Allah'ın salih kullarına : Ben Aliah'dan başka ilâh olmadığına; yalnız onun
mevcud olduğuna, şerîki yok içliğine, şehadet ederim. Muhammed'in onun kulu ve
Resulü olduğuna da şehadet ederim» desin; sonra kendisinin en beğendiği duayı
seçsin de duâ etsin» buyurdular.[757]
Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir. Lâfız Buharî'riindir.
Nesâî de şu ziyâde
vardır: «Biz teşehhüd üzerimize farz kılınmazdan önce......der idik.» Ahmed'm
rivayetinde dahi şu ziyâde vardı: «Peygamber (S.A.V.) ona teşehhüdü öğretmiş
ve kendisine bu teşehhüdü nâs'a öğretmesini emir buyurmuşdur.»[758]
333/246-
Müslim'in
İbni Abbâs radiydllakü anh'âen rivayetinde şöyledir : Resûlüllah (S.A.V.) bize
teşehhüdü :
«Bütün mübarek tazimler,
güzel namazlar Allahadır...İlâ âhir... (rfîye) öğretirdi dedi.»[759]
Tahiyyenin cem'idir.
Mânâsı : Beka ve devam, yahud azamet veya belâlardan- selâmet, yahut bütün
ta'zim nevileri demektir.
murad: beş vakit namaz
olabileceği gibi farz ve nafilelerden eam da olabilir. Yahut bütün ibâdetler
veya dualar, yahut rahmettir.
Bazıları tahiyyât,
kavli ibâdetler; salavât fiili-ibâdetlerdir; demişlerdir.
güzel sözler demektir.
Bununla Allah'ı sena etmek güzeldir. Yahut zikrullah'a veya sâlih sözler'e,
yahut sâlik amellere, yahut da bunların hepsine âmm ve şâmildir.Cümlede mübteda
haberdir.
mübtedânın üzerine
ma'tuf olup haberleri mahfuzdur, burada
başka takdirlerde vardır.
Selâm'ın evvelâ
Hazreti Peygamber (S.A.V.)'e, sonra kulların kendilerine verilmesi Resûlüllah
(S.A.V.)'in mü'minler üzerindeki hakkının pek büyük olmasındandır. Nasıl
evvelâ onu selâmlamasınlar ki, .o mübarek Peygamber mü'rninlere kendi
nefislerinden daha ileridir. Teâlâ Hazretleri :
«Peygamber mü'minlere
kendi nefislerinden daha evlâdır.»[760]
buyurmuşdur. îşte bundan dolayı selâm babında onu kendi nefislerine tercih ve
takdim ederler. Tâbirinin yerde ve gökdeki bütün sâlih kullara şâmil olduğu
haber verilmiş ve sâlih kelimesi, Allah ile kulların haklarını ifâ edendir diye
tefsir edilmiştir. Sâlihlerin dereceleri birbirinden farklıdır.
Cümlesi ibâdete
bihakkın lâyık ondan başka yoktur; demektir.
Burada Maânî İlmine
göre «Kasr-ı İfrâd» vardır. Çünkü müşrikler de Allah'a ibâdet ediyorlardı. Ama
onunla birlikde başkasına da taparlardı.
«Cümlesi altı tane
sahih hadîs kitabının bütün rivayetlerinde bu şekilde zikredilmiştir.
Bezzar diyor ki:
«Bence teşehhüd hakkında en sahih hadîs îbn-i Mes'ud hadîsidir. Bu hadîs ondan
yirmi şukadar tarikle rivayet edilmektedir.
Peygamber (S.A.V.)'den
teşehhüd hakkında bundan daha sabit ve isnadca- daha sahih, rical itibariyle
daha mazbut, senet ve tarik çokluğu sebebiyle birbirini daha çok tutan bir
hadîs bilmiyoruz.» îmam-ı Müslim (204 — 261) : «Nâsm İbni Mes'ûd teşehhüdü
üzerine ittifak etmeleri râvîlerinin birbirine muhalefet etmemesindendir.
Başkasından rivayet edenler ihtilâf etmişlerdir» demektedir.
Muhammed b. Yahya
Bzzehlî, dahi : «Bu hadîs teşehhüd hakkında rivayet edilenlerin en sahihidir»
demişdir. Filvaki teşehhüd hadîsini yîrmidört sahabî çeşitli lâfızlarla rivayet
etmiş; bunların içinden Cumhur-u ulemâ İbni Mes'ûd hadîsini seçmiştir.
Hadîs-i şerif,
teşehhüdün vâcib olduğuna delâlet ediyor. Nitekim vâcib olduğuna birçok ulemâ
kail olmuşdur. Ba-zıları «bunu Hazret! Peygamber namazını beceremeyene
öğretmemi şdir. Binâenaleyh vâcib değildir. Çünkü vâcib olsa öğretirdi»
derler. Vâcibdir diyenlerle sünnet, diyenler teşehhüdün lâfızları hakkında da
ihtilâfa düşmüşlerdir. Ekseriyet arzettiğîmiz İbni Mes'ûd hadîsindeki lâfızları
ihtiyar etmişdir. Bu hadîsdeki cümlesini İbni Ebî Şeyhe (—234) Ebû Ubeyde'nin
rivayetinden almışsa da bu rivayet zâyıfdır. Lâkın aynı ziyâde Müslim'in (204
— 261) rivayet ettiği Ebû Musa hadîsinde de olduğu gibi «El-Muvatta'». daki
mevkufen rivayet edilen Hazreti Aîşe hadîsinde ve keza Dâre Kutnî (306 —
385)!nin rivayet ettiği İbni Ömer hadîsinde de vardır. Ancak İbni Ömer
hadîsinin senedi de zâyıfdır.
Hadîsdeki sonra
beğendiği duayı seçsin cümlesini Ebû D&vud (202 — 275 ziyadesiyle rivayet
etmiştir.
Nesâî (215 — 303) de
başka bir yoldan «duâ etsin» kelimesinin ilâvesiyle ayni hadîsi rivayet
etmişdir. Sîğa itibariyle zahiren vü-cûb ifâde eden bu cümleye imtisalen
bazıları istiazenin vâcib olduğuna kail olmuşlardır.
Hanelilerle, Nehaî[761] (11
— 95) ve Tavus[762]
(—106) gibi bazı zevata göre, namazda ancak Kur'anda bulunan dualar
okunabilir. Hattâ bazıları, me'sur olan dualardan başkası. okunmaz demişlerdir.
Fakat bu sözlere itiraz edenler vardır.
Said b. Mansur İbni
Mes'ûd'dan şu hadîsi, tahrîc etmiştir:
«Bize namazda
teşehhüdü öğretti, sonra diyordu ki :
— Biriniz teşehhüdü
fariğ olduğunda: Yâ Rabbi, Senden hayır namına bildiğim ve bilmediğimi
dilerim. Şerrin hepsinden bildiğimden ve bilmediğimden sana sığınırım.
Allah'ım, Senden hayır namına sâlih kullarının istediğini niyaz ederim. Serden
de sâlih kullarının sığındığından, sana sığınırım. Ey Rabbimiz : Bize dünyada
iyilik, âhi-retde de İyilik ver; Âhir...» Mevzuu bahsimiz olan hadîsin esâî'deki
ziyâdesi de teşehhüd vâcibdir, diyenlerin delilidir. Yalnız o ziyâdeyi musannif
kısaltmıştır. Tamamı şöyledir:
«Biz teşehhüdü
üzerimize farz olmazdan önce : «Selâm
Allaha, selâm Cibril ile Mikâle derdik. Resûlüllah (S.A.V.) bunu demeyin....
Lâkin İlâ âhir...» deyin buyurdular.» Nesâî ayni hadîsi İbni Uyeyne tarikiyle
tahrîc etmişdir. İbni Abdiîberr (368 — 463) «El - İstizkâr» adlı eserinde: «Bu
hadîsi tek başına İbni Uyeyne rivayet etmiştir» der. Hadîsin benzerini Dâre
Kutnî (306—385) ile Beyhakî (384 — 458) de tahrîc etmiş ve sahîhlemişlerdir.
İmam- Ahmed'in (164 —
241) rivayet ettiği ziyâde dahi vücuba delâlet eder. Bu ziyâde İbni Ubeyde
tarikiyle rivayet edilen şu hadîs-dedir:
«Resûlüllah (S.A.V.)
ona teşehhüdü öğretmiş; onu nâs'a
öğretmesini kendisine emretmişdir; dedi... ilâ âhir...»
Müslim'deki İbni Abbas
hadîsinin tamamı şudur :
«Selâm sana ey
Peygamber: Allah'ın rahmetide bereket-leri de sana! Selâm bize ve Allah'ın
sâlih kullarına: Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şehadet ederim.
Mu-hammed'in Allah'ın Resulü olduğuna da şehadet ederim.» Müslim (204— 261) ile
Ebû Dâvud (202 — 275) rivayetinin lâfzı budur. Ayni hadîsi Tirmizî (200 — 279)
de rivayet etmiş ve sahîhlemiştir.
Yalnız ( .^U ) lâfzını
elif lâmsız zikretmiştir.
Hadîsi, îbni Mâce (207
— 275) de Müslim gibi rivayet etmişdir. Lâkin onun rivayetinde : denilmektedir.
Yine bu hadîai İmam- Şafiî (150 — 204) ile Ahmed b. Hanbel (164 — 241) de
rivayet etmişlerdir. Onların rivayetinde lâfzı yine elif lâmsızdır. Bir de sade
denilmiş, terkedil-tnişdir. Buna mukabil(^g^lJil)kelimesi ziyâde edilmiş kelimelerden lar hafz edilmiştir.
tmam- Âzam (80 —
150) İbni Mes'ûd teşehhüdünü îmam-ı
Şafiî ise Ibnİ Abbâs teşehhüdünü ihtiyar
etmiştir. Musannif diyor ki: «Şafiî kendisine teşehhüd hususunda İbni Abbâs
hadîsini nasıl tercih ettin diye sorulunca: Onu geniş bulduğum ve İbni
Abbâs'dan sahîh olarak duyduğum için bende başkasından daha cemiyyetli ve
lâfız itibariyle daha çok olduğu kanaati hasıl oldu. Sahih olan başka rivayeti
kabul edene bahane bulmaksızın ben de bunu aldım, demiştir.»[763]
335/247-
«Fadale b. Ubeyd[764]
radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah (S.A.V.)
namazında duâ eden bir adamı işitti Allah'a hamdetmemiş Peygamber (S.A.V.)'e
salavât da getirme-mişdi. Resûlüllah (S.A.V.) :
"— Bu adam acele
etti, dedi. Sonra onu çağırdı ve biriniz namaz kıldığı vakit Rabbine hamd ve
senadan başlasın; Sonra Peygamber (S.A.V.)'e salât eyler; Sonra dilediğini
duâ eder; buyurdular.»[765]
Eu hadîsi, Ahmed ile
üçler rivayet etmiş; Tirmizî/ İbni Hibbân ve Hâkim onu sahîhlemişlerdir.
Hadîsdeki cümlesi,
mahzuf bir mübtedanın haberidir, onun için fiil cezmedilmemiştir.
Bu hadîs, namazda
hamd-ü senanın, Peygamber (S.A.V.)'e salât ve selâm ve dilediği duayı okumanın
vücubuna delâlet ediyor. Manâca: ibni Mes'ûd hadîsine ve diğer hadîslere
benzemektedir. Zîra hep teşehhüd hadîsleri hafnd-ü senayı tazammun eder ve
burada kısaca zikredileni beyân eylerler. Peygamber (S.A.V.)'e salavât
getirmenin hükmü ileride gelecektir.
Resûlüllah (S.A.V.)'in
o adamdan işittiği duanın teşehhüd oturuşunda olması iktiza eder. Vakıa
hadîsde bunun nerede olduğuna dair bir kayıt yoksa da Musannifin onu burada
zikretmesi bunu gösterir. Herhalde Musannif merhum.siyakdan teşehhüdde
olduğunu anlamış olacaktır.
Hadîsde, mesailden
önce vesailin yer aldığına delâlet vardır. Nitekim:
[766] «Ancak sana ibâdet eder ve ancak senden yardım
dileriz.» Âyet-i kerîmesinde böyledir. Evvelâ vesile olan ibadet zikredilmiş;
sonra mes'ele ve taleb olan istianeye geçilmiştir.[767]
336/248-
«Ebû Mes'Ûd[768] radiyallahü «nft'den
rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Beşîr b. Sa'd; Yâ Resûlâllah; Cenab-ı Allah
bize senin üze-rins salât eylememizi emretti: Acaba sana nasıl salât
eyleyeceğiz? de-dî: Resûlüllah (S.A.V.)
(evvelâ) susdu; sonra buyurdu kî:
— Allah'ım Muhammed'e
ve Muhammed'in ehli beytine, İbrahim'e-salât eylediğin gibi salât eyle;
Muhammed'e ve Muhammed'in Ehli beytine şu âlemler içinde İbrahim'e verdiğin
bereket gibi, bereket ver. Çünkü sen hiç şüphe yok ki en öğülensin, en
şanlısın deyiniz. Selâm ise size Öğretildiği gibidir; buyurdular.»[769]
Eu hadîsi, Müslim rivayet
etmiştir. îbni Huzeyme şu lâfızları ziyâde eder: «Biz namazımızda sana salât
edeceğimiz vakit nasıl salât eyleyeceğiz?».
Bazı izâhât :
«Allah bize senin
üzerine salât eylememizi emretti» demekle
:
[770] «Ona salât ve güzelce selâm edin». Âyet-i kerimesini
kasdetmistir:
Rssûlüllah (S.A.V.)
sustu demektir. İmam-ı Ahmed (164 — 241) iip Müslim (204 — 261) burada şu
ziyâdeyi rivayet ederler:
«Hattâ keşke
sormasaydı dîye temenni ettik». «Hamîd»; faîl vezninde mübalağalı ismi faildir.
Burada mef'ûl mânâsındadır. Yani sen şânm azametine lâyık medihlerle öğülensin.
Bu eöz ondan sa-îât istemenin illetidir.
Mânâ şudur : Çünkü sen
öğülensin. Sana imtisal ile risâletini edâ eden ve bu suretle sana yakın olan
Peygamber'ine lutfu ihsan buyurduğun inayet ve bereketler, sana edilen
medihler cümlesindendir. Maa-mafih sîganın fail mânâsına olmak ihtimali de
vardır.
Bu takdirde mânâ: sen
lâyık olanları översin. Hazreti Muhammed {S.A.V,) ise senin en ziyâde medhfne
lâyık kulun; ona duâ edenlerin duâsıda
kabule en şayan duadır,-demek olurYine ayni vezinde mübalağa sîgasıdır. En
şanlı şerefli mânâsındadır.
Hadîsde, İbni Huzeyme
(223 — 311)'nin rivayet ettiği ziyâdeyi; îbni Hibbân (—354), Dâre Kutnî (306 —
385), Hâkim (321 — 405) ve Ebû Hatim (195 — 277) de rivayet etmişlerdir.
Salavât Hadîsini,
Şeyheyn, Ka'b b. Ucre'den; Buharı; Ebû Said'den; Nesâi (215 — 303), Ta'hâ'dan;
Taberanı (260 — 360) Sehl b. Sdd'dan İmam-ı Ahmed (164 — 241) Ue Nesâi, Zeyd b.
Harice'den rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i şerif, namazda
Hazreti Peygamber (S.A.V.)'e salavât getirmenin vûcubuna delildir. Selefden
bir cemaatla bir çok imamların, ve İmam-ı Şafii (150 — 204)'nin mezhebi de
budur. Delilleri bu hadîs-i şerîf ile ziyâdesidir. Hanefîler'e göre namazda
tahiyyat okumak vâcib ise de salavât okumak vâcib değil sünnettir. Namaz
dışında vâcibdir. Yalnız Kerlii (260 — 340)'ye göre ömürde bir defa; Tahavî
(238 — 321) ye göre Peygamber (S.A.V.)'in her zikri geçdikçe vâcib olur.
Âl-i Resulün kimler
olacağına gelince : Bu bâbda çeşitli sözler edil-mişdir. Esah olan kendilerine
zekât almak haram olanlardır. Ashab-ı Kiramdan Zeyd b. Erkam Âl-İ Resûi'ü böyle
tefsir etmişdir. Elbette ki Sahâbi Resûlülah (S.A.V.)'in muradım daha iyi
bilir.Hazreti Zeyd Âl-i Resûlüllah'ı :
diye taksim etmişdir.
Hadîs-i Şerîfdeki cümlesindeki salât lâfızları lügat mânâlarına alınarak hadîs:
«Biz duamızda sana duâ edeceğimiz vakit» mânâsına da gelmezmi? denilirse,
cevaben: hayır gelemez deriz. Çünkü evvelâ salât deyince hatıra gelen salavât
değil, namazdır. Bunu Ashab-ı Kiram da böyle anlamışlardır. Saniyen teşehhüdün
sonundaki duanın lüzumu sabit olmuşdur, zira emredilmiştir. Duadan önce ise
Hazreti Peygamber'e salavât getirmek icabeder. Nitekim Fadâle hadîsinde bunu
görmüş bulunuyoruz.[771]
337/249- «Ebû
Hüreyre radiyallahü anh'den rivayet edİlmişdir. De-mişdir ki : Resûiüllah
salîaîlahü aleyhi ve sellem :
— Biriniz teşehhüd
yaptığı zaman dört şeyden Allah'a sığınsın. Allah'ım, gerçekden ben cehennem
azabından, kabir azabından, hayat ve memat fitnesinden ve mesîh deccalın
fitnesinden sana sığınırım; desin; buyurdular.»[772]
Hadîs, Müttefekun
aleyh'dir.
Hadîs-i şerifimizde
sözü geçen teşehhüd mutlak ise de Müslim'in (204 — 261) bir rivayetinde:
«Biriniz son
teşehhüdden fariğ olduktan sonra» denildiğinden buradaki rivayet onunla
mukayyet olur. Binâenaleyh artık bu ha-dîsden murad son teşehhütdür. Hadîsde
zikredilen dört şey yukarıya
ta'kîb ve tertibe
delâlet eden (la ) ile atfedildiğine göre teşehhüdün hemen akabinde başka
dualara geçmeden bu dört şeyden istiaze yapılacaktır.
Hadîs-i Şerif,
zikirden bu dört şeyden istiazenin yani bunlardan AHah'a sığınmanın vücubuna
delâlet eder. Zahirîlerin mezhebi de budur. Hattâ zahirîlerden îbni Hazm (384
-- 456) «istiaze birinci teşehhüd-de bile vâcibdir» der.
Tavus (—106)
istiazesiz kılman namazın iadesini emretmiştir. Çünkü ona göre istiaze
vâcibdir. Cumhur-u ulemâ ise bu emri nedb mânâsına almışlardır. Bu hadîsde
kabir azabının sûbutuna delâlet vardır. Hayat fitnesinden murad, hayatı
müddetince insana arız olan dünyaya ve şehvani arzularına kapılmak ve cehalet
gibi şeylerdir. Hayat fitnesinin en büyüğü ölürken maazallah imanım
kurtaramamaktır.
Bazıları ,hayat
fitnesi: Bir derde mübtelâ olup sabır edememekdir, derler. (Memat fitnesin) den
maksat: Ölürken başa gelen haldir. Fakat bununla kabir fitnesinin kasdedilmiş
olması da caizdir. Bazılarınca bundan murad; Kabirde hayretler içinde sorgu ve
sualdir.Filhakika Buhan'de şöyle bir hadîs vardır:
«Muhakkak ki siz
kabirlerinizde deccalın fitnesi gibi; Yahud deccalın fitnesine yakın bir fitne
geçireceksiniz.»
Eu fitne kabir
azabının tekrarı değildir. Çünkü kajrir azabı bu fitnenin üzerine terettüb
edecek teferruatdandır.gelince :
Fitne imtihan
demektir. Bazan ölüm, yangın ve töhmet gibi şeylere de fitne denilir.
Mesih : Deccalâda
Hazreti İsa'ya da ıtlak edilen bir isimdir. Yalnız bundan deccal kasdedilirse
ismi de beraber söylenir, Mesih ed-deccal denilir. DeccaVa mesih denilmesi yeri
dolaşdığı veya ölçdüğü için yahut gözü silinmiş gibi kör olduğu içindir.
Hazreti İsa Aleyhisselâma ise annesinin karnından yağlanmış olarak çıktığı,
yahut hastalara dokunduğu zaman iyileştirdiği için, mesih denilmiştir. Kamus
sahib Haireii İsa'ya TVTesih denilmesinin vechi hakkında elli kavi toplandığını söylerler.[773]
338/250- «Ebû
Bekir-I Şaddık radiyallahü anhJden rivayet edilmiş-dir ki; Resûlüllah
{S.A.V.)'e: Bana bir duâ Öğretde namazımda onunla duâ edeyim demiş; Hazreti
Resulü Ekrem (S.A.V.) de :
— Yarab, muhakkak ben
nefsime çok zulmettim; günahları ise senden başka afvedecek yoktur,
binâenaleyh beni senin indinden bir afv ile afv et, hem bana acı! Çünkü çok
bağışlayan ve acıyan ancak serisin, de; buyurmuşlardır.»[774]
Hadîs, Müftefekun
aleyh'dir.
Hadîsdeki kelimesi şeklinde de rivayet olunmuşdur. Binâenaleyh duâ eden hangisini isterse onu söyleyebilir.
kelimesi onun
büyüklüğünü ifade etmek için eliflâmsız (nekre) gelmişdir. Yani çok büyük bir
afv ve mağfiret demektir. Bundan sonra yani senin indinden, demek o büyüklüğü bir kat
daha büyüktür. Çünkü ;
Allah'dan gelen bir
şeyin büyüklüğü ve güzelliği dil ile tarif edilemez.»
Hadîs-i Şerif, namazda
yerini tayin etmeden alelıtlak duanın meşru olduğuna delildir. Kişinin kendi
aleyhine zulmü ikrar etmesi benî Âdemin kendine zulmetmekten hâli kalmadığını
itirafdır. Hadîsde bir dilek veya def-i belâ için Allah'a esma-i hüsnası ile
tevessül etmenin cârz olduğuna işaret vardır. Bu tevessül dileğine münasip olan
ismullah ile yapılır. Meselâ; mağfiret dilerken Gafur ve Rahîm isimleri, rızık
isterken Râzık ismi zikrolunur.
Kur'an-f Kerîm ile
Peygamber (S.A.V.)'in dualarında böyle isimler pek çoktur. Hadîsde bir âlimden
öğretmesini istemenin caiz olduğuna da delil vardır. (Bahusus içerisinde
Cevâmiu'l-Kelim denilen muhtasar ve müfit hadîsler bulunan duaları.)
Teşehhüdden sonra
okunacak duâ hakkında daha başka hadîsler de vardnv Bunlardan birkaçını aşağıya
dercediyoruz:
1—
Nesâî
(215 — 303) Hazreti Câbir'den şu hadîsi tahrîc etmişdir:
Resûlüllah (S.A.V.)
namazında teşehhüdden sonra :
«Sözün en güzeli
Allah'ın kelâmı, yolun en güzeli IVIuhammed'in yoludur» derdi.
2— Ebû Dâvud
(202 — 275) Ibni Mes'ûd (R.A.)'âen şu hadîsi tahrîc etmiadir:
Resûlüllah (S.A.V.)
onlara teşehhüdden sonraki dualardan şunu öğretmiş:
«Allahım,
kalblerimizin arasını hayırla birleştir. Bizim aralarımızı islâh et; Bizi
selâmet yollarına yönelt; bizi karanlıklardan nura (çıkararak) kurtar. Bizi
görünen ve görünmeyen kötülüklerden ve fitnelerden ırak eyle. Kulaklarımızda,
gözlerimizde, kalplerimizde, zevcelerimizde, çocuklarımızda bize bereket ihsan
et. Bizi afvet, zira en ziyâde afveden, acıyan sensin.
Bizi nimetine
şükredenlerden, o nimet sebebiyle onu verenlere senâkâr olanlardan eyle, onu
bize tam ver.»
3— Yine .Ebû
Dâvud Resulü Ekrem (S.A.V.);in Sahabeden birine şu suali sorduğunu tahrîc
etmişdir:
«Namazda ne okuyorsun?
Dedi ki:
Teşehhüd ediyorum, sonra
Alla hım gerçekden ben senden Cenneti isterim; Cehennemden de sana sığınırım
diyorum. Ama ben ne senin fısıldadığın duayı becerebiliyorum, nede
Muâz'm.»Resûlüllah (S.A.V.) :
«Benle Muâz da bunun
etrafında fısıldanıyoruz» buyurdu.
Dendene: Mânâsı anlaşılmayan
fısıltıdır. Bunun etrafında demekden
muradı: Cennetle Cehennem etrafında fısıldanıyoruz; yani Cenneti istiyor
;Cehennemden Allah'a sığınıyoruz demektir. Bunu Nevevî (631 — 676) «El-Ezkâr-»
ında zikretmiştir. Bu hadîs duanın istenildiği şekilde yapılabileceğine delâlet
eder.[775]
339/251- «Vâİl
b. Hucr radiyaîîahü anh'den rivayet edilmişdir. Demiştir ki: Peygamber (S.A.V.) ile birlikde namaz kıldım. Sağına :
«Selâm size ve
Allah'ın rahmeti ve bereketleri... diye selâm verir; soluna da : selâm size ve
Allah'ın rahmeti
ve bereketleri, d'ye
selâm verirdi.»[776]
Bu hadîsi sahîh bir
isnatla Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Ebû Dâvud (202 — 275)
hadîsi Alkame b. VaiZ'den o da babasından rivayet etmiştir. Musannif
(Et-Telhts) inde onu Abdülcebbar b. Vâiîe nisbet etmiş ve: «Bu zât babasından
işitmemiştir» diyerek hadîsi inkıta' ile illetlendirmiş; burada ise sahîh
demişdir.
Fakat Sünen-i Ebi
Davud'a, müracaat neticesinde hadîsin Alka-mc b. Vâiî'den onun da babasından
rivayet ettiği anlaşılmıştır. Binâenaleyh münkatı ideğildir. Musannifin
buradaki sahîhlemesi doğrudur, iki selâm hadîsini çeşitli yollardan onbeş
kadar sahabe rivayet etmiştir. Bunların içinde sahîh-i ve haseni olduğu gibi
zayıfı
hattâ metrukuda
vardır. Ve hiç birinde kaydı yoktur. Bu kaydı yalnız Vâiî'in rivayetinde ve
birde İbni Mâce ile îbni Hibbân'-m tahrîc ettikleri İbni Mes'ûd rivayetinde
vardır.
Vâiî hadîsinin isnadı
sahîh olduğuna göre ziyâdenin de kabulü gerekir. Çünkü adaletli olan râvinin
ziyâdesi makbuldür. Başkalarının rivayetlerinde bu ziyâdenin zikredilmemesi
onun yokluğuna, delil olamaz. '
Şemsü'l - Eimme
Serahsi (— 483) ile îmam-ı Ruyâni bu ziyâdeye kail olmuşlardır. Vakıa İbni
Salâh (577 — 643) «ziyâde sabit olmamıştır» demişsede Musannif buna şaşmakda
ve: «Bu ziyâde tbni Hibbân'm sahihinde, Ebû Dâvud da ve İbni Mâce'de sabittir
demektedir.
İbni Mâce bu hadîsi şu
lâfızlarla rivayet ediyor:
«Resûiüllah (S.A.V.)
sağına ve soluna : Selâm size ve Allahm rahme-tîyle bereketleri, diye selâm
verir. Hattâ yanağının beyazı görünürdü.»
Nevevî (631 — 676):
ziyâdesi münferid bir ziyâdedir»demiş; bunun üzerine Hafız İbni Hacer bu
ziyâdenin tariklerini araşdır-mış bir hayli yekûn tutmuşlardır. Şafiîlerle,
Hanbelîler diğer birçok ulemâ selâm vermenin farz olduğuna kâü olmuşlardır.
Hattâ Nevevî «sahabe ve tabiînden ve daha sonrakilerden müteşekkil Cumhur-u
ule-mâ'nm kavli budur» der.
Delilleri: İbni Metfud
hadîsiyle namazını beceremeyen zâtın hadîsidir. Zira Resûlüllah (S.A.V.) ona
selâm vermesini emretmemişti. Ha-dîs-i şerîf hem sağa, hem sola selâm vermenin
vücubuna delâlet eder. Cumhur'un kavlide budur.
Malikîlere göre mesnun
olan, yüzünün olduğu tarafa doğru bir kere selâm vermektir. İmam-ı Malik'in
delili Medîne'lilerin amelidir.
İmam-ı Malik'e usulü
fıkıhda: «Medînelilerin ameli hüccet olamaz» diye cevap verilmiştir.
Şafiîler'e göre iki
tarafa İki selâm verilir. Fakat bunlardan yalnız biri farzdır, diğeri
mesnundur. Hattâ Nevevî : «Kendilerine itimat «dilen ulemâ yalnız bir Belâm
vermenin vücubuna ittifak etmişlerdir» diyor. Eğer bir selâmla kalırsa yüzünün
olduğu tarafa selâm vermek müstehab olur. İki selâm verirse birincide sağa,
ikincide sola bakar. İmamet Şafiî (150 — 204)'nin delili: «sonra bir tek selâm
verir» cümlesiyle biteri Hazreti Âişe hadîsidir. Bu hadîsi îbni Hibbân (— 354)
Müslim'in, şartı üzere tahrîc etmiştir. Fakat buna itiraz olunmuş ve: «bu
hadîs ziyâdeyi isbat eden hadîse müaraza etmez. Zira ziyâde âdil râviden
olunursa makbuldür» denilmiştir. Hadîsde geçen :
«Sashna soluna»
tâbirlerinden murad : îki tarafa meylederek se-lâm vermesidir. Nitekim Hazreti
Sa'd'ın rivayetinde:
«Resûlüllah
(S.A.V.)'i; sağına ve soluna selâm verirken gördüm; hattâ yanağının üzerini görür gibiyim»
denilmektedir. Bir rivayette ;
«Hattâ yanağının/
beyazını görüyorum» denilmiştir. Bu hadîsi Müslim ile Nesâî tahrîc etmişlerdir.[777]
340/252-
«Muğire b. Şû'be'den rivayet edilmİşdirki;Peygamber tS.A.V.):Her farz namazın
sonunda :
Allah'dan başka
Allah yoktur; yalnız o vardır. Onun şeriki yoktur. Mülk onundur. Hamd
onadır, hem o herşeye kadirdir. Allahım, senin verdiğini men'edecek yoktur.
Men' ettiğini verecek yoktur. Sen (in azabın) dan bahtiyarın bahtı bir ifade
vermez; derdi.»[778]
Müttefekun Aleyh'dir. cümlesinden
sonra Abd b.. Hümeydinrivayetinde:
«Senin kaza ve hükmünü
reddedecek yoktur.» cümlesi vardır. Taberânî (260 — 360) Hz. Muğire'den başka
bir yolla tahrîc ettiği rivayette cümlesinden sonra:
«Diriltir, öldürür hem
O.diridir; Ölmez. Hayır onun yedi kudretindedir-» cümlesini ziyâde etmiştir.
Râvîleri mevsukdur. Bu hadîsin benzerini Bezzâ. sahîh bir senedle Abdurrahman
b. Avf (R. A.) dan rivayet etmiştir. Lâkin onda :
«Sabahladığı ve
akşamladığı vakit» denilmektedir. cümlesinin mânâsı :
Kâmus'da:
Dübr:
Her şeyin ön tarafının
zıddı, yani arkası Dübür:demektir.
Vaktin sonunda kılınan
namaz mânasına gelir.
Deber:
Bu sakin olarak (Debr)
diye de okunabilir. Fakat vaktin sonunda kılınan namaz mânâsına, kelims ( ^ )
ve ( ^ ) nin her ikisine zamme vererek okunamaz.
Bu Muhaddislerin
Lâhmdır.[779]
«Sen bir kimseye bir
rızık veya başka bir şey hüküm ve kaza buyurdun mu onu o kimseden menedecek
bulunmaz» dernektir. da öyledir. Yani: Sen bîr kimseye bir şeyin
verilmîyeceğini hüküm ve kaza buyurdunmu artık o şeyi ona verecek yoktur
demektir.
Cedd'in mânâsını
yukarıda görmüştük. Buharı (194 — 256) diyor ki: «Bunun mânâsı zenginliktir.
Yani zengini senin azabından dünyadaki malı mülkü, çoluğu çocuğu, azamet ve
saltanatı kurtaramaz. Bunlar ona bir fayda vermez. Onu kurtaracak olan ancak ve
ancak senin fazlu keremin ve rahmetindir» demektir.
Hadîs-i şerîf bu
duanın namaz sânlarında okunmasının müstehab olduğuna delildir. Çünkü bunda
Allah'ı tevhîd, yani birlemek, her şeyi ona nisbet etmek, almayı vermeyi ona
havale kılmak vardır.[780]
341/253- «Sa'd
b. Ebİ Vakkas radiyaüahü anh'den rivayet edilmiştir ki; Resûlüllah (S.A.V.)
her namazın ardında şu kelimelerle Allah'a sığınıyordu:
— Allahım gerçekden
ben cimrilikden sana, korkaklıktan da sana sığınırım. Ömrün beterine
çevrilmemden de sana sığınırım. Dünyanın fitnesinden de sana sığınırım. Kabrin
arazından da sana sığınırım.»[781]
Bu hadîsi, Buhari
rivayet etmiştir.
Gerek bu hadîsde,
gerekse yukarıkinde tâbiri geçmektedir ki, namazın ardından demektir. Bunun
namazdan çıkmazdan az evvel mânâsına, yahut iyice namazdan, çıktıktan sonra
mânâsına olması ihtimal dahilindedir. Namaz mutlak zikredildiği zaman ondan
farz kasdedilir. Cimrilikten Allah'a sığınmak hadîslerde çok geçer. Bundan
murad şer'an, yahut adeten sarfedilmesi icabeden malı vermemektir.
Cübn: Korkaklık-
demektir. Yani birşeyden korktuğu için onu yapmamaktır. Eurada kendisinden
Allah'a sığınılan korkaklık, farz olan cihadı ve harbi yapmaktan, iyiliği emir
ve ve kötülüğü nehyetmekten kaçınmaktır.
(Ömrün beterine
döndürülmek) çok ihtiyarlayıp vücudun zayıflaması ve akim azalması suretiyle
bunayarak âdeta çocukluk devresine dönmektir.
(Dünyanın fitnesin)
den maksat, onun şehvetlerine, ziynetlerine göz alıcı güzelliklerine kapılarak
kendinden geçmek ve niçin yaratıldığını unutmaktır[782].
Teâlâ Hazretlerinin :
[783] «Sizin mallarınız ve çoluk çocuğunuz ancak ye ancak
"bir fitnedir» âyet-i kerîmesinden murad da bu fitnedir.[784]
342/254- «Sevbân
radiyallahü anh'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kh Resûlüllah (SlA.V.)
namazından çıktımı üç defa estağfİrullah der ve:
— Allahım selâm
sensin, selâmetde sendedir. Mübareksin ey celâl ve ikram sahibi; derdi.»[785]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
NevevVnin (631 — 676)
«El~ 3zkâr» adlı eserinde şöyle deniliyor: ıBu hadîsin râvilerînden biri olan
Evzaî'ye istiğfar nasıl olacak diye sormuşlar : diyeceksin» cevâbını vermiştir.
İstiğfar: Afvu
mağfiret dilemektir. Namazdan sonra AMah'dan afv dilemek - kulun ne yapsa kalbi
bir takım vesveselerle, hâtıralarla meşgul olacağından - Allahına yaraşır bir
ibâdet yapamıyacağma işarettir, îşte istiğfarla bu kusurlar bertaraf edilmeye çalışılacaktır.
Selâm kelimesiyle hem Cenabı Hakkı hem de kulunu tavsif etmek meşrudur. Allah'a
selâm denilmekten murad: Her türlü noksanlıklardan afet ve belâlardan salim
oluşudur. Bu kelime mastar olmakla- beraber Cenab-ı Hakkın onunla vasfedilmesi
mübalağa içindir.
cümlesinden maksat:
Mutlak surette varlık ve fazilet sahibi demektir. Bazıları: Samimi kulları için
kendisinde azamet ve ikram olan manasınadır, demişlerdir. Bu sıfat Allah'ın en
büyük sıfatlarından biridir. Onun içindir ki, ResûlüHah (S.A.V.) :
«Yâ zeJ'celâli vel
ikram demeye devam edin» buyurmuşlardır. Hazret! Peygamber namaz kılarken diyen
bir adamın yanından geçmiş ve :
«Muhakkak namazın
kabul edildi» buyurmuştur.[786]
343/255- «Ebû
Hüreyre radiyallahü anh'ûen ResûlüHah (S.A.V.)'in (şöyle) dediği rivayet
edilmiştir:
Bir kimse her namazın
ardından otuz üç kerre Allah'ı teşbih eder; otuz üç kerre Allah'a hamdeyler,
otuz üç kerre de tekbir ederse — ki bunlar doksandokuz eder — yüzün tamamında
da, Allah'dan başka ilâh yoktur. Bir o vardır; şeriki yoktur. Mülk onundur,
hamd onadır. Hem O her şeye kadirdir derse günahları denizin kÖDÜo-ü kadar
bile olsa yine afvedilir.»[787]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Diğer taraftan bir
rivayette «Tekbir otuzdö'rttür» denilmiştir.Hadîs-i şerifteki : Teşbih hamd ve
tekbir lâfızlardan murad: demektir. Müslim'in yine Ebu Hüreyre'den diğer bir
rivayetinde : Tekbir otuz dört. Denildiğine göre, bununla yüz tamam oluyor
demektir. Bazıları iki rivayetin arasını bulmuş olmak için bazan bunu, bazanda
yukarıda zikri geçen tehlili okur demişlerse de makbul bir tevcih sayılmamış ve
bununla âmel eden olmamıştır.
Hadîsin Sebebi vardır
ve şudur : Fakir muhacirler ResûlüHah (S.A.V.)'e gelerek: Yâ ResûlaMah servet-ü
samûn sahihleri yüksek dereceleri ve ebedî nimetleri alıp gitti dediler.
ResûlüHah (S.A.V.): Nedir O..,? dedi. Bizim kıldığımız gibi namaz kılıyorlar;
oruç tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar. Fakat onlar sadaka veriyorlar; biz
veremiyoruz: Köle de âzâd ediyorlar biz edemiyoruz» dediler. Bunun üzerine
Resûlül-lah (S.A.V.) :
Ben size bir şey
öğreteyim mi? ki onunla.sizi geçenlere yetişir; sizden sonrakileri geçersiniz,
ve sizden efdal hiç bir kimse bulunmaz. Ancak sizin yaptığınız gibi yapan
müstesna? buyurdu. Hay hay dediler. Allahl teşbih edin İlâ âhir... buyurdu. Teşbihin
keyfiyetine gelince: Hadîs-i şerîfde zikredildiği gibidir. Maamafih bazılarına
göre otuz üç kerre denilir ki, her lâfız
tuz üçer kerre soyleneceğinden mecmu' yine doksan dokuz olur.
Buharî'nin yine Ebû
Hüreyre'den rivayet ettiği bir hadîsde «Yirmibeş kerre teşbih ederler; onun bir
misli kadar tah-mîd, bir misli kadar tekbir, bir misli kadar da lâilâhe il-.
lallâh ilâ âhir. derler. Böylelikle yüz tamam olur, buyrulmuştur. Resûlüllah
(S.A.V.)'in namaz sonunda okuduğu bazı duaları aşağıda sıralıyoruz:
1— Ebû Dâvud
{202 — 275) Zeyd b. Erkam'dan şu hadîsi tahrîc etmişdir.
Resûlüllah (S.A.V.) her
namazın ardından: Allahım!.. Ey bizim rabbimiz ve her şeyin rabbi, ben şahidim
ki Rab ancak ve ancak sen, bir sensin. Şerikin yoktur.
Allahım!... Ey bizim
rabbimiz ve herşeyin rabbi!... Ben şahidim ki Muhammed (S.A.V.) senin kulun ve
resulündür
Allahım!... Ey bizim
rabbimiz, ve herşeyin Rabbi, ben şahidim ki bütün kullar kardeşdir.
Allahım!... Ey bizim
Rabbimiz ve her şeyin Rabbi!... Beni sana ve ehlime dünya ve âhiretin her
saatinde muh-.lis kıl.
Ey Celâl ve ikram
sahibi!... Duamızı işit ve kabul buyur.
Allah en yücedir.
Allah en yücedir. Allah en yücedir.
Allah yerlerin ve
göklerin nurlandıranıdır.
Allah yücelerin
yücesidir.
Allah bana kâfidir.
Hem.o ne güzel vekildir. Allah yücelerin yücesidir.
2— Yine Ebû
Dâvud Hz. Ali (R. A./dan şu hadîsi tahrîc etmiştir:«Resûlüllah {S.A.V.)
namazdan selâm verdikten sonra:
Allahım! ileri geri ve
açık kapalı işlediğim günahları, hatâ ettiklerimi ve senin benden daha iyi bildiklerini
bana bağışla! ilerleten Sensin, gerileten de sensin : Senden başka
îlâh'yoktur; buyururdu.»
3— Yine Ebû
Dâvud ile Nesâî {215 — 303 Ukbe b. Âmir'den şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:
Resûlüllah (S.A.V.)
bana her namazın ardından muevvezâtı (Kul Euzu bir rabbil Felek — Kul Euzu bir
rabbin Naşı) okumamı emretti».
4— îmam-ı
Müslim (204 — 261) Bera'dan şu hadîsi rivayet ediyor:
«Yarab, Kutlarını
dirilttiğin gün beni azabından koru!»
5— îmam-ı
Tirmizî (200 — 279) Hazreti Ebû Zer'den şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Resûlüflah (S.A.V.):
Bir kimse, sabah namazının ardından diz çökerek, konuşmazdan evvel bir tek
Allahdan başka Allah yoktur; Onun şeriki yoktur. Mülk onundur. Hamd onadır.
Yaşatır ve öldürür. Hem O her şeye kadirdir.» duasını ön kerre okursa Allah ona
on tane sevab yazar ve ondan on tane günah siler. Onun için on tane yüksek
derece verir. O günü her fenalıktan ve şeytandan mahfuz kalır. O gün ona hiç
bir günahın erişmesi gerekmez. Yalnız Allah azze ve celâleye şirk koşmak
müstesna; buyurdu.»
Tirmizî: Bu hadîs
garib hasen ve sahihtir» demiştir. Akşam ile sabah namazına mahsus böyle bir
hadîsi îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) de tahrîc etmiştir.
6— Tirmizî
ile Nesâî Ama re B. Şebîb'den şu hadîsi tahrîc etmişlerdir :
«Resûlüllah (S.A.V.) :
Bir kimse akşam namazının arkasından on defa Allahdan başka ilâh yoktur. Tek o
vardır; şeriki yoktur; mülk onundur. .Hamd da onadır. Yaşatır ve öldürür. Hem O
herşeye kadirdir, derse Allah ona bir takım melekler gönderir. Onu tâ
sabahlayıncaya kadar kovulmuş şeytandan korurlar. Ve bu kelimeler sebebiyle
ona on sevab yazar, ondan, on mühlik günah siler. Bu kelimeler ona on mü'min
köle denginde olur; buyurdular.» Tirmizî bu hadîs için: hasen'dir. Bunu ancak
Leys b. Sa'd'dan biliyoruz. Ama renin Hazretl Peygamber (S.A.V.)'den işitip
işitmediğini bilmiyoruz demiştir.
Namazdan sonra salavât getirmek sünnettir. Ve îmâmın cemaata karşı
dönmesi hakkında ha-dîs vardır. Bu hadîsi, Se-mure b. Cundeb ve Zeyd b. Hâlid
rivayet etmişlerdir. Lâfız şöyledir:
«Resûlüllah (S.A.V.) bir namaz kıldığı vakit yüzünü
bize doğru çevirirdi.[788]
344/256- «Muaz
b. Cebel radiyallahü anh'tien rivayet edilmiştir kî; Resûlüllah (S.A.V.)
kendisine:
— Sana vasiyet ederim
Muaz. Sakın her namazın ardından Allahım sana zikr ve şükr ve güzel ibadet
edebilmem hususunda bana yardım et demeyi bırakma; buyurmuştur.»[789]
Bu hadîsi, Ahmed, Ebu
Dâvud ve Nesâî kuvvetli bir senetle rivayet etmişlerdir.
Nehyin aslı tahrim
olduğuna göre bu kelimeleri namaz sonunda söylemek vacibojmak lâzım gelirse de
vücuba kail' oîan yoktur. Bazıları buradaki nehyi irşâd içindir derler.
Bazıları ise bunlar hassaten Muâza vâcibdir derler. Fakat ihtimalden baîd
(uzak) dır. Bu kelimeler dünya ve âhiret hayrına âmm ve şâmildir.[790]
345/257-
«Ebû Ümâme[791]
radiyallahü .anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah saîlallahü
aleyhi ve sellem:
— Bir kimse her farz
namazın ardından âyet el-kür-siyi okursa onu cennete girmekden ölümden başka
birşey menetmez; buyurdular.»[792]
Bu hadîsi Nesâî
rivayet etmiş; İbnİ Hibban sahîhlemiştir.Taberanî bu hadîse bir de cümlesini
ziyade eylemiştir.
Bu hadîsin bir benzeri
de Hazreti Ali (R. A./dan rivayet edilmiştir. Yalnız onda şu ziyâde yardır:
Bunu kim yatağına
girerken okursa Allah onu kendi hanesiyle komşusunun hanesi ve daha etrafında
bir kaç hane üzerine emin kılar.
Bu hadîsi Beyhakî (384
— 458) da rivayet etmiş fakat senedini zaîf bulmuşdur. Hadîsdeki cümlesinde
hazif vardır. Muzaf hazf edilmiştir.Cümle «yani onu cennete girmeden ancak
ölmemiş olması meneder. Ölmüş olsa hemen cennete girer demektir.» Bu işe
Âyet-el Kürsînin tahsis edilmesi esma-i ilâhiye ile sıfatlarının asıllarını
ihtiva ettiği içindir. Zira bu âyet vahdaniyyet, hayat, kayyumiyyet, ilim,
mülk, kudret ve irâde sıfatlarına şâmildir.
îhlâs sûresinde ise
yalnız Rab teâlâ hazretlerinin sıfatları zikredilmiştir.[793]
346/258- «Malik
b Huveyris radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem :
Beni namaz kılarken nasıl gördünüzse öyle kılın; buyurdular.»[794]
Bu hadîsi, Buharı
rivayet etmiştir.
Hadîs-i Şerif
Resûlüllah (S.A.V.)'in gerek sözlerinin, gerekse fiillerinin Kur'an-ı Kerimde
mücmel bırakılan yerleri izah ve tefsir hususunda beyan olacağına delâlet
etmesi cihetiyle büyük bir asıldır. Buraya kadar görülen hadîslerde olduğu gibi
bundada Resulü Ekrem namazda ne yapmışsa ona uymanın vâcib olduğuna delil
vardır. Binâenaleyh namaza aid ne söylemiş veya yapmışsa ümmetine de aynı
şeyleri yapmak vâcibdir. Ancak bunlardan bir şey tahsisine yarar bir delil
bulunursa o müstesna.
Ulemâ bu hadîs
üzerinde uzun tartışmalar yapmışlardır.[795]
347/259- Hİmrân
b. Husayn radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallaUahü aleyhi ve sellem :
— Ayakda kıl, kadir
değilsen oturarak, (önada) kadir değilsen yan üstü kıl da olmazsa imâ et»
buyurdular.[796]
Bu hadîsi Buharî (194
— 256) tahrîc etmiştir. Yalnız ondaki rivayet de sözü yoktur.
Nesâî {215 — 303) dahi
rivayet etmiştir. Onun rivayetinde şu ziyâde vardır:
«Eğer kadir olamazsan
sırt üstü yatarak kıl. Allah hiç kimseye gücünden fazla bir şey yüklemez» Dâre
Kutnî aynı hadîsi Hazreti Ali (R.A.)'âen şu lâfızlarla rivayet eder:
«Eğer secde etmeye
kadir oiamazsan imâ et ve secdeni rükûundan daha fazla eyilerek yap.» (eğer
namaz kılan) eğer sağ tarafı üzerine kilmağada kadir olmazsa, ayaklarını
kıbleye doğru uzatarak sırt üstü kılar.
Fakat bu hadîsin
isnadında zaaf vardır. Hattâ ravîleri arasında metruk olanı vardır. Musannif
diyor ki: «Bu hadîsde imâ'ın zikri geçmemiştir, onu ancak Rafiî rivayet
etmiştir. Lâkin Cabir hadîsinde imâ zikredilmiştir.
«Kadir olursan ne âta
aksi takdirde imâ ile kıl ve secdeni rükûundan daha fazla eyilerek yap.» Bu
hadîsi Beyhakî de «El - MaJrife»'de tahrîc etmiştir. Aynı hadîs İbnî Ömer ile
İbnİ Ab-bas'dan da rivayet edilmiştir. Fakat ikisinin isnadında da zaaf vardır.
Bu hadîs-i şerîf, farz namazın oturarak kılınamayacağına ancak kudreti olmamak
gibi bir özürle oturarak kılınmasına müsaade edildiğine delildir. Zarar
geleceğinden korkulursa ma'zur sayılabileceğini Taberanl (260 — 360)'nin
rivayet ettiği şu hadîs beyan ediyor:
«Eğer başına bir
meşakkat gelirse oturarak kılsın yine meşakkatli gelirse yatarak kılar.»
Bu hadîsin zahiri bir
meşakkatden velev ağrıdan dolayida olsa oturarak namaz kılınabileceğini
gösteriyorsa da mesele ihtilaflıdır. Gemi de ayakda baş dönme ve boğulmakdan
korkmak gibi şeyler oturduğu halde namaz kılmayı mubah kılan meşakkatlardandır.
Hadîs-i şerif
oturmanın şeklini tâyin etmemişdir. Binâenaleyh nasıl oturulsa caiz olmak
icabeder. Nitekim buna kail olanlar vardır.
Hanefîyyeye göre
teşehhüdde oturur gibi oturabilirse oturur. Ve ellerini dizlerine koyar. Bu
olmadığı takdirde hadîs-i şerifde gösterildiği şekilde hareket eder.
Bazıları mutlaka
teşehhüdde oturduğu şekilde oturur diyorlar mamafih ihtilâf, cfdâl olan
hakkındadır.
Musannif «Fcthu'l -
bârh de şöyle diyor: «Efdâl olan hakkında ihtilâf edilmiştir. Eimmeî seîâseye
göre bağdaş kurmak efdâldir. Bazılarında uzanıp oturmak, bazılarında ise
çantısı üzerine oturmak efdâldir. Bu şekillerin hepsi hakkında hadîs vardır.
Hadîs-i şerîf, imâ
imkânı kalmadığı zaman başka bir şey vâcib olmadığınada delâlet eder. tmam-%
Şafiî'den başka gözle işaret etmenin vâcib olduğuna dair rivayet vardır.
îmam-ı Züfer (110 —
150)'den de kalb ile imâ edileceğine dâir rivayet vardır. Fakat bu bâbda
hadîslerde birşey yoktur.[797]
348/260- «Câbir
radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki; Peygamber (S.A.V.) yastık üzerinde namaz kılan bir hastaya :
— Yastığı atarak kadir
olabilirsen yer üzerinde kıl; aksi takdirde îmâ et, secdeni rükûundan daha
fazla eğilerek yap; buyurdular.»[798]
Bu hadîsi, Beyhakî
kavî bir senedle rivayet etmiştir. Lâkin Ebû Hatim mevkuf olduğunu
sahîhlemişdir.
Hadîsi, Beyhakî
«El-Ma'rife» de Süfyanı Sevrî (97 — 161) tari-kından tahrîc etmiştir. Hadîsde
şu ziyâde vardır:
«Onu attı; hasta bir odun
parçası alarak üzerinde namaz kılmak istedi. Onu da aldı da attı.»
Bezzâr diyor ki : «Bu
hadîsi, Ebû Bekir Hanefî'den başka Sev-rî'den rivayet eden bulunduğunu kimse
bilmiyor.»
Ebû Hatime sorulmuş;
«doğrusu bu hadîs Câbirden mevkuf olarak rivayet edilmiştir, merfu demek
hatâdır» cevabını vermişdir.
Taberâni (260 — 360}
Tarık b. Şihab'dan buna benzer bir hadîs rivayet etmişsede isnadında zaaf
vardır.
Hadîs-i şerif,
hastanın yere secde edemezse üzerine secde edeceği bir şey arayamayacağına
delildir. Böylesinin ne şekilde hareket edeceği beyân cdilmişdir. Ayakda
kılamayan, oturarak kılacak, secdesini rükûundan daha fazla eğilerek
yapacaktır. Fakat rükûu ayakda yapmak mümkünse onu ayakda ima edecek, secde
için oturacakdır.
Bazıları : «Bu suretde
secde için de oturmaz; 'her ikisini ayakda ima ile yapar; sonra- tcşehhüd için
oturur» diyorlar. Bazıları bunun aksine olara;k : «Her ikisini de oturarak
yapar; kıraat için ayağa kalkar» derler.
Bazılarınca'böylesinden;
kıyam sakıt olur; binâenaleyh oturarak kılar, ama ayakda kılarsa yine caizdir.
Oturmak imkânı yoksa rükûu, sûcûdu ayakda îma eder; diyorlar.[799]
349/261- «Abdullah
b. Bühayne radiyallahü anfc'den rivayet edilmiştir kî; Peygamber (S.A.V.)
onlara öğleyi kıldırmış ve ilk İki rek'atde oturmayarak kalkmış onunla beraber
cemaat da kalkmış. Namazı bitirip cemaat selâm vermesini beklemeye başlayınca
oturduğu yerden tekbir almış ve selâm vermezden evvel İki secde yapmış; sonra
selâm vermîşdir.»[800]
Bu hadîsi, Yediler
tahrîc etmişdir; lâfız Buharî'nindir. Müslim'in bir rivayetinde : «Her secde
için oturduğu yerden tekbir alır ve unuttuğu oturuşun yerine secde eder;
cemaat da onunla beraber secde eder» buyurulmuşdur.
Ha-dîs-i şerif,
unutularak ilk oturuş terk edilirse onu secde-î sehv tamamlayacağına delildir.
Ve Hanefîler'in mezhebi de budur.Resûfüllah (S.A.V.)'in :
«Beni kHarken
gördüğünüz gibi kılın» emri birinci
teşehhüdün vâcib olduğuna delâlet eder. Binâenaleyh onu terk et'diği zaman
sehiv secdesi yapması; vâcib terk edildiği zaman secde-i sehiv ile tamamlanacağına
delildir.
Bazıları : «ilk
oturuş, vâcib değildir. Zira vâcib olsa secde-i sehiv ile tamamlanmazdı. Çünkü
vâcib ancak bizzat edâ etmekle ödenir» de-mişlerse de onların bu istidlalleri
tamam değildir. Çünkü -îmam-v Ahmed (164 — 241)'in dediği gibi vâcib olurda
secde-i sehivle tamamlanabilir. Hanefîler'e göre secde-i sehiv vâcibdir.
Malîkiler'e göre
sünnettir. Şafiîler'Ie, Hanbelîler'e göre ise bazan vâcib, bazan sünnet olur.
Hattâ Hanbelîler'e göre mubah odluğu yerler bile vardır. Tafsilât fıkıh
kitaplarmdadir.
Hadîs-i Şerîfde.
«tekbir aldı» buyurulması, Secde-i sehiv içînt de ihram tekbîrinin meşru
olduğunu gösterir. Nakil' tekbîri Buha-rî'nin rivayetinde zikredilmemiştir.
Fakat Müslim'in rivayetinde yardır. (Oturduğu oturuşun yerine) cümlesi râvi
tarafından müd-recdir. Sahabî bunu hal karînesiyle anlamışdir.
Hadîsde secde-i sehiv
selâmdan evvel yapıldığına delil vardır.. Aşağıda selâmdan sonra yapılacağına
dâir hadîs gelecektir. Müslim'in rivayetinde imama tâbi olarak secde-i sehvi
cemaatın da yapmasının vücûbuna delil vardır.[801]
350/262- «Ebû
Hüreyre radiyattahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki*: Peygamber
(S.A.V.) zeval sonrasının iki namazından birini iki rek'at kıldı. Sonra selâm
verdi. Sonra Mescid'İn ilerisindeki bir ağaca gitti ve elini onun üzerine
koydu. Cemaatin İçerisinde Ebû Bekir ve Ömer'de vardı. Onunla konuşmaktan
çekindiler. Cemaatın aceleci fakımı (Mescid'den) çıktı ve acaba namaz
kısaltıldı mı? dediler. Peygamber (S.A.V.)'in Zülyedeyn diye çağırdığı bir
adam da (orada idi). Yâ ResûlüTlah, dedi.
Unuttun mu yoksa, Namaz mı kısaltıldı? Resûiüiiah
(S.A.v.) : Unutmadım ve
kısaltılmadı; buyurdular.
(Zülyedeyn): Hayır
muhakkak; unuttun dedi. Bunun üzerine (Resûlül-lah iki rekât namaz kıldı. Sonra
selâm verdi, sonra tekbir aldı. Sonra evvelki secdesi gibi, yahut daha uzun
secde etti. Sonra başını kaldırdı ve tekbir aldı. Sonra başını koydu ve fekbir
aldı ve eski secdesi gibi, .yahut daha uzun secde etti. Sonra başını kaldırdı
ve tekbir aldı.[802]
Müttefekun aleyti'dir.
Lâfız BuharV nindir.-
Müslim'in bir rivayetinde: «İkindi namazını» denilmiştir. Ebû Daâvud'un
rivayetinde: ResûlüElah (S.A.V.) Zülyedeyn doğru mu Söyledi? dedi. «Cemaat
evei diye İşaret ettiler» deniliyor. Bu rivayet Sahihhayn'da vardır. Fakat «
1^)Us » lâfziyledir.Ebû Davud'un bir
rivayetinde:
«Allah bunu kendisine
yüzdeyüz bildirmedikçe secde etmedi» denilmektedir.[803]
Aynın fethi, şınnm
kesri ve yanın teşdidi ile güneşin zevâliyle kavuşması arasındaki zamandır.
Bu zamanın iki
namazından murad: öğle ile ikindidir. Nitekim Müslim'in : Ebû Hüreyre (R.
A./dan tahrîc ettiği rivayette namazın Öğle olduğu, başka bir rivayette ikindi
olduğu bildirilmektedir. Kıssa tekerrür etmiştir denilerek bu rivayetlerin
arası bulunduğunu aşağıda göreceğiz. kelimesi baştan üç harfinin fothnsı ile
meşhurdur. Fakat ra-nın sükuniyle ve sinin zammı ve ranın sükuniyle okumak ta
caizdir. Buruda kafin zammı ve şadın kesriyle meçhul okunmuştur. Fakat kafin fethi ve şadın zammiyle malûm
olarak da rivayet edilmiştir, ve ikiside sa-hîhdir. Yalnız meçhul rivayeti daha
meşhurdur.
iki elli demektir.
Hadîsin bir rivayetinde «Hırbâk~b. Âmir denilen bir adam» denilerek Zülyedeynin
ismi de bildirilmiştir. Bu zâtın elleri uzun olduğundan kendisine, Zülyedeyn.
lâkabı verilmişti. Sahabe-i Kiram'ın
ara-
smda bir de JH^lji
Züşşimaleyn vardır. Zührî (124 —) vehme kapılarak bu iki- zâtı bir saymıştır.
Maamafih ulemâ onun bu hatasını beyan etmişlerdir. Zülyedeyn «Yoksa namaz mı
kısaltıldı?» suâliyle namazın Allah tarafından yeni bir teşrî olmak üzere
dörtden ikiye mi indirildiğini anlamak istemişdir.
Bu hadîs-i şerîf
üzerinde, Usûlü-Fıkıhda ulemâ uzun münakaşa ve mübahasalarda bulunmuşdur. En
ziyâde üzeride duran da Kâdî -îyâz (476 — 544) ile îbni Dakiki'l-Iyd (625 —
702) oîmuşdur. Fakat burada maksat ondan çıkan ferî hüküm olduğundan biz o
münakaşalara girişmiyeceğiz.
Hadîs-i Şerîf, namaz
tamam oldu zanniyle namazdan çıkmanın onu bozmayacağına; keza unutularak veya
namazın tamam oldu sanarak namazda konuşmanın namazı bozmayacağına delildir.
Selef ve Halef den bir çok ulemânın kavli bu olduğu gibi mezheb imamlarından
Şafiî (150 — 204), Malık (93 — 179) ve Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile hadîs
imamlarının mezhebi de budur.
Hanefîier'le sair
ulemâya göre ise namazda konuşmak ne suretle olursa olsun mutlaka namazı bozar.
Delilleri : İbni
Mes'ud ile Zeyd b. Erkam hadîsleridir. Bu hadîslerde konuşmanın yasak edildiği
bildiriliyor. Binâenaleyh o hadîsler buradaki Ebû - Hüreyre hadîsini nesh
etmiştir. Hanefîler'in bu istidlallerine muhalifleri tarafından cevaplar
verilmiş ve İbni Mes'ud hadîsi Ebû Hüreyre hadîsinden evveldir. Binâenaleyh
nesh iddiası doğru değildir, sonra İbnî Mes'ud ve Zeyd b. Erkam hadîsleri
âmmdir. Ebû Hüreyre hadîsi ise namazım tamam oldu zannı ile konuşanlara
mahsustur. Şu halde bu hadîs o hadîsleri tahsis eder; denilmiştir. Bittabi
Hanefîlerde muhaliflerinin cevaplarına mukabil cevaplar vermişlerdir.
Hadîs-i Şerîf, namazı
îslâh etmek için kasden konuşmanın da namazı bozmayacağına delildir. Zira
Zülyedeyn'in suali, Sahabe'nin evet
demeleri namazı îslâh
maksadiyle yapılan konuşmalardır.
tmam-ı Malîk'ten bir
rivâyete^göre imam olan bir kimse Peygamber (S.A.V.)'in konuştuğu sözlerle
konuşurda cemaata sorarsa namazı bozulmayacağı gibi cemaatin de verdiği
cevapla namazı bozulmaz.; Bunada:
Resûlüliah (S.A.V.)
Namazın tamam olduğunu îtikad ederek konuşmuştur» Sahabe de nesh olduğunu
îtikad ederek konuşmuşlardır ki, bu takdirde yine tamam olduğu itikadı hasıl
olmuşdur» diye cevap verilmiştir.
Hadîs namaz cinsinden
olmayan fiillerin yanlışlıkla yapılırsa çok bile olsalar namazı bozmayacağına
da delildir. Çünkü bir rivayette :
«Resûlüllah mescidden
çıkarak evine gİfmİştîr.» Diğer rivayette pKızgın bîr halde abasını
sürükliyerek gitmiştir» deniliyor.
Cemaatin çıkmasıda
böyledir, bunlar hep çok fiildir. İmam-ı Şafiî'nin mezhebi budur. Yine Hadîs-i
şerîfde namazdan selâm vererek çıktıktan sonra uzun zaman bile geçse yine
üzerine bina[804] edilebileceğine delâlet
vardır. Bu kavi İmam-ı Maîîk'e nisbet edilirse de ondan şöhret bulmamıştır.
Bazılarına göre namaza bina etmek mümkün olabilmek için aradan fazla zaman
geçmemiş olması şarttır. Bu zamanıda kimisi bir rek'at kılacak kadar; kimisi
bir namaz kılacak kadar takdir etmişlerdir.
Hadîs-i Şerîf bu gibi
aksaklıkların secde-i sehv ile vücûben tamamlanacağına, secde-i sehvi îcab
eden haller çok bile ojsa bu secdenin bir defa yapılacağına, ve secde-İ sehv'in
selâm verildikten sonra yapılacağına delâlet ediyor, bu hususda daha söz
gelecektir.
Birinci rivayetteki
«Zeval sonrasının iki namazından biri» tâbiri yerine Müslim (204 — 261)'in
rivayetinde; «İkindi namazı» denilmişdir.
Sahihayn denilen
Buharî ile Müslim'de hadîs lâfzı ile zikredilmişdir. Ebû Davud'un (202 — 275)
rivayetinde ise
«Cemaat evet dedi»
şeklindedir. Ebû Dâvud diyor ki: lâfzım yalnız Hammâd b. Zeyd zikretmiştir.
Yine Ebû Dâvud'dâ yerine «Allah bunu kendisine yüzdeyüz bildirmedikçe iki
secde-î sehvi yapmadı» denilmektedir.
Bundan murad : Allah
iki rek'atda selâm verdiğini kendisine yakı-nen bildirmedikçe secde-i sehv
yapmadı demektir.1 Bildirme ya vahy ile yahut düşünerek hatırlamak suretiyle
olmuşdur. Hazreti Ebû Hüreyrenin bu bâbdaki mesnedini bilmiyoruz.[805]
353/263- «İrarân
b. Husayn radiyallahü anh~'den rivayet edilmiştir ki; Peygamber (S.A.V.)
kendilerine namaz kıldırmış da yanılmış ve hemen iki (defa) secde etmiş, sonra
teşehhüd yaparak selâm vermişdir.»[806]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
ve Tİrmîzî rivayet etmiş; Tirmizî onu «Hasen» bulmuş; Hâkim'de rivayet etmiş ve
sahîhlemiştir.
Sünen hadîsinin
siyakına bakılırsa Resûlüllah (S.A.V.)'in bu yanılması Zûlyedeyn hadîsinde
geçen yanılmadır. Çünkü orada Ebû H fireyi hadîsini yukarıda .zikrettiğimiz
şekilde sevk ederken cümlesine geldik de ; Şöyle denilmişdir :
«Muhammed'e yâni Ravî
İbnİ Şîrîne «secde-İ sehvde selâm verdi mi?» denildi. «Bunu Ebû Hüreyre'den
bellemedim. Lâkin İmran b. Husayn'-ın : «Sonra selâm verdi» dediğini haber
aldım» dedi. Yine «Sünen» de İmran b. Husayn'dan aynı Ebû Hüreyre hadîsi gibi
bir hadîs rivayet edilmiş; yalnız onda Resûlüllah {S.A.V.J'in üç rek'atda selâm
verdiği ve namazın ikindi olduğu beyan olunmuştur. Bundan dolayı .: ihtimal
kıssa iki defa vuku' bulmuştur diyorlar.
Hadîs-i Şerîf, secde-i
sehvin namazın hemen akabinde yapılmasının müstehab olduğuna delâlet ediyor.
Çünkü tertip ve ta'kibe delâlet eder. ile zikredilmiştir. Bu secdede teşehhüd
yapıldığı da açıklanmış ise de vücûbuna kail olan yoktur. Hadîs de: Selâm vermenin
meşrûiyyetine de delil vardır. Bu cihet Musannifin hadîsinde açık değilse de
İmrân b. Husayn'm Sürtendeki hadîsinde sarahaten zikredilmiştir.[807]
354/264- «Ebû
Saîd Hudrî radiyaMahü anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki:Resûlüllah
salîaîlahü aleyhi ve selîem :
— Bîriniz namazında
şüphe eder de üçmü, dörtmü, kaç kıldığını bilemezse şüpheyi atsın ve namazını
yakînen bildiğinin üzerine bina etsin. Sonra selâm vermezden önce iki secde
eder. Beş kılmış ise bu secdeler onun namazını çtft yapar. Tamam kılmış ise
şeytanı çatlatmak İçin olurlar; buyurdular.»[808]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Secdelerin namazı çift
yapması, bir rekat yerini tuttukları içindir. Şu halde dörtlü namazlardan
matlub çift ojmalar-ıdır. İsterse dört rek'atdan fazla olsunlar.Tâbiri, şeytanı
tezlîl, tahkir ve ona ihanet etmekden kinayedir. Çünkü namaz kılanı
şaşırtmıştır. Asıl. «terğ'im» lügatde burnunu toprağa sürmektir. Araplarler, ve
bununla ihanet kastederler.
Hadîs-i Şerîf,
namazında şüphe edenin yakînen bildiği rek'atlar üzerine bîna etmesi
icâbettiğine delildir. Böylesine namazın sonunda iki tane secde-i sehiv vâcib olur.
Cumhur-u ulema ile
dört mezheb imamının kavilleri budur. Bazıları üç defa başına- geldikte namazı
yeniden kılar bir daha tekerrür ederse artık secde-i sehiv yapar derler.
Hadîs-i Şerîf,
namazında mutlak olarak şüphe edenin; yani ister şüphe yeni olsun, ister
.eskidenberi başına geliyormuş olsun hükmünü beyân ediyor.
Hanefîler ilk başına
gelenle bu iş adeti hükmüne girmiş olan arasında fark görürler. Ve «ilk defa
başına gelenin namazı iade etmesi lâzımdır. Diğeri araşdırarak zan üzerine
bina eder. Ziyâde veya noksan olduğuna zan dahi hasıl olmazsa o zaman yakînen
bildiği ekall, yani en az mikdar Üzerine bina eder. Şayet her defa şüphe
ettiğinde düşünüp, bir zen hasıl ederken bir defasında zan hasıl olmazsa yine
namazını yeniden kılar» derler. Maamafih bu tafsilâtı mevzû-u bahsimiz olan hadîs-i
şerif reddettiği gibi îmam-ı Ahmed (164—241)'in rivayet ettiği Abdurrahman b.
Avf hadîs"îde reddeder.
«Resûlüllah (S.A.V.)
mi : Biriniz namazında şüphe etdi de bir-mi kıldı ikimi? bilemezse onu bir
tutsun; ikimi kıldı üçmü, bilemezse iki tutsun; üçmü kıldı, dörtmü, bilemezse
üç tutsun; sonra namazını bitirince otururken selâm vermeden önce iki secde
yapsın; derken işittim.»[809]
355/265- «Ibnî
'Mes'ud radiyallahü anh'den rivayet edilmîşdir. De-mîşdir ki: Resûlüllah
(S.A.V.) namaz kıldı. Selâm verdiği zaman kendisine:
Yâ Resûlallah namazda
yeni bir şeymi hadîs oldu? denildi.
— Nedir O? Buyurdu.
Şöyle, şöyle kıldın,
dediler;
(İbni Mes'ud) diyor ki
: Resûlüllah (S.A.V.) hemen diz çöktü, kıbleye karşı döndü ve iki secde yaptı.
Sonra selâm, verdî, sonra yüzünü cemaata doğru çevirerek:
«Şu muhakkak ki namaz
hakkında yeni birşey zuhur ederse ben onu size haber veririm. Ve lâkin ben ancak
sizin gibi bir insanım. Sizin unuttuğunuz gibi unutuyorum. Binâenaleyh
unuttuğum zaman bana hatırlatın. Biriniz namazında şüphe ederse doğruyu
araşdırsın. Ve onun üzerine tamamlasın, sonra iki secde yapsın; buyurdular.[810]
Müttefekun aleyh'dir.
Buharî'nm bir
rivayetinde: «Tamamlasın. Sonra selâm verir, sonra secde eder» denilmekte:
Müslim'in rivayetinde
: «Peygamber (S.A.V.) secde-i sehvleri selâm ve kelâmdan sonra yapdı»
denilmektedir.[811]
355/265- «Ahmed,
Ebû Dâvud ve Nesâî'nin Abdullah b. Ca'fer'den merfu olarak rivayet ettikleri
hadîsde : «Kim namazında şüphe ederse selâm verdikten sonra hemen iki secde
yapsın.» buyrulmuştur. Bunu îbni Huzeyme sahîhlemiştir.
İzahat : Resûlüllah
(S.A.V.) dört rek'ath namazlardan birini beş kılmıştı. Bir rivayette İbrahim
Nehaî (11 — 95) fazla veya noksan kıldı» demiştir. (Doğruyu araştırmak) kaç
kı4dığını düşünerek zarim gâlibiyle amel etmektir. Hadîsin zahirine göre
Ashab-ı kiram Resûlüllah (S.A.V.)'e ziyâdede tabi' olmuşlardır. Binâenaleyh hadîsi şerîf
cemaatin vâcib zannettiği hususta imama tabî olması namazını bozmayacağına
delildir. Çünkü Peygamber efendimiz ashabına namazı yeniden kılmalarını
emretmedi. Fakat bu hüküm ashaba mahsustur. Zira asr-ı saadetde hüküm değişmesi
mümkündü. Onlar da değişti sandılar. Ondan sonraki asırlarda hükmün değişme
ihtimâli kalmadığından imam beşinci rek'ate kalkarsa cemaat imama tabî olmayıp
bekler ve beraberce teşehhüd eder; Beraberce selâm verirler. Cemaate vâcib
olan budur. Hadîs-i şerîf, secde-i sehvin yerinin selâmdan sonra olduğuna
delâlet ediyor. Yalnız burada : Resûlüllah (S.A.V.) namaz içinde iken
bilmemiştir. Binâenaleyh selâmdan sonra secde etmesi delil teşkil etmez
denilebilir. Filhakika secde-i sehvin yerini bildiren hadîsler çeşitlidir. Bu
sebeple mezheb "imamlarının sözleri de muhtelif olmuştur. Ba-*zi hadîs
imamları diyorlar ki; Secde-i sehiv hadîsleri çoktur. Meselâ: Bunlardan bir
tanesi Ebû Hürcyre hadîsidir. Bu hadîs kaç rek'at kıldığını bilmeyip şüphe
eden hakkındadır. Böylesinin iki secde yapması o hadîsle emrolunuyorsa da,
secdelerin yeri zikredilmiyor. Ebû Dâvud (202 — 275) ile İbni Mâce (207 — 275)
'nin rivayetlerinde secde-i sehvin selâm vermezden önce yapılacağı
bildiriliyor.
Secde-i sehiv
hadîslerinden biride Ebû Said- hadîsidir. Bunda secde-i sehvin yine selâmdan
önce yapılacağı gösteriliyor. Bu hadîslerden biri de yine Ebû Hüreyre
hadîsidir. Bunda secde-i sehvin selâmdan sonra yapıldığı görülüyor. İbni
Buhaynede secdenin selâmdan önce yapj'dığı bildiriliyor.
Hadîsler böyle
muhtelif olunca ulemânın re'yleri de muhtelif olmuştur. Dâvud-u Zahirîye (202
— 270) göre her hadîsle yerinde amel olunur. Ona başkası kıyas olunamaz. îmam-ı
Ahmed b. Hanbel'e {164 — 241) göre secde-i sehvin selâmdan sonra yapıldığını
bildiren hadîsle o yere mahsus olmak üzere amel edilir. Sair yerlerde secde,
selâmdan evvel yapılır. Çünkü bu bir düzeltmedir. Düzeltme bir şeyin henüz
içinde iken yapılır. Bazıları «Namaz kılan muhayyerdir. İsterse selâmdan önce
secde eder, dilerse selâmdan sonra yapar» diyor.
îmam-ı Malık (93 —
179) meseleyi iki kısma ayırmış: Ve ziyâde kıldığı için secde ediyorsa,
selâmdan sonra; noksan kıldığı için ise selâmdan önce secde eder, demiştir.
Hanefîler'e göre
secde-i sehiv selâmdan sonra yapılır.
Delilleri : Sadedinde
bulunduğumuz ibni Mes'ud hadîsinin Buharı ve Müslim'deki rivâyetiyle îmam-ı
Ahmed'in ziyâdesidir. Onlar selâmdan önce yapılacağını bildiren hadîsleri
te'vil ederler.
Şafiîlere göre secde-i
sehvin yeri selâmdan öncedir. Bu hükme muhalif olan hadîsleri mensuh sayarlar.
Çünkü Şafiî'ye göre selâmdan sonraki secde-i sehiv nesh olunmuştur. Zührl (124
—) «Resûlüllah (S.A.V.) secde-i sehvi selâmdan evvel de, sonra da yapmıştır. En
son yaptığı selâmdan Öncedir» demiştir,
Secde-i sehvin yeri
selâmdan sonradır diyenlerin delillerinden biride îmam-ı Alımed, Ebû Dâvud ve
NesâVnin tahrîc ettikleri Abdullah İbni Cafer hadîsidir. Beyhakî {384 — 458)
diyor ki : Peygamber (S.A. V.J'den secde-i sehvi sefamdan önce yaptığına ve
yapılmasını emrettiğine dair hadîsler rivayet ettiğimiz gibi selâmdan sonra
yaptığına ve yapılmasını emrettiğine dair de rivayetlerde bulunduk. Bunların
ikisi de sahîhdir. Ve şahitleri vardır. Söylesek uzun tufar. Savaba en yakını
İkisinin de caiz olmasıdır. Arkadaşlarımızdan çoğunun mezhebi budur.»[812]
359/266- «Muğiyre
b. Şu'be radiyalîahü anh'öen rivayet edilmiştir ki: Resûlüllah saîîalîahü
aleyhi ve sellem :
«Biriniz şüphe etti de
iki rek'âtte kalktı ve ayakda namazını tamamladı mı artık devam etsin ve iki
secde yapsın. Eğer ayakta tamamlamadı ise otursun. Ona secde-i sehİV yoktur;
buyurdular.»[813]
Bu hadîsi. Ebû Dâvud,
İbni Mâce ve Dâre Kutnî rivayet ettî. Lâfzı zaîf bir senetle Dâre
Kutnî'mnd'ır.
Hadîsin zaîf olması
bütün tanklarında Câbir Cufî'den rivayet edilmesindendir. Bu zât zaîfdir. Ebû
Dâvud (202 — 275) : «Kitabımda bu hadîsden başka Câbir Cufî'den hadîs yokdur»
demiştir.
Hadîs, secde-i sehvin
yalnız birinci teşchhüd terk edildiği için yapılacağına, kıyamdan dolayı
yapılmayacağına delildir. Zira: «Ona sehiv yoktur» buyurulmuştur. Yalnız
secdelerin yeri gösterilmemiştir. Ulemâdan bir cemaatin mezhebi budur. Alımed
b. Hanbel (Uî — 241) ile bir takım ulemâya göre ise; kıyamdan dolayı da secde-i
sehiv yapılır. Çünkü bu bâbda Beyhakî (384 — 458)'nin Hz. Enes'dcn tahrîc
ettiği şu hadîs vardır:
Enes,. yanlışlıkla
ikindinin son İki rek'atmdan kalkmağa davranmış; cemaat teşbih etmişler, o da
oturmuş. Sonra yanıldığı için secde etmiştir. Bu hadîsi Dâre Kutnî (306 — 385)
de tahrîc etmiştir. Fakat hep rivayetler Hz. Enes'in fiiline mevkuftur. Yalnız
bazı tanklarında Enes'inf «Sünnet budur.» Dediği rivayet edilmiştir. Ne de olsa
Muğîre hadîsi buna
tercih olunur. Çünkü merfûdur. Sonra İbni Ömer'den yine merfu olarak rivayet
edilen şu hadîs de onu te'yîd eder:
«Otururken kalkmak,
yahut ayakta iken oturmaktan başka yerlerde secde-İ sehiv yoktur.» Bu hadîsi
Dâre Kutnî, Hâkim (321—405) ve Beyhakî (384 — 458) rivayet etmişlerdir.
Hadîsde zaaf varsa da
bunu te'yîd eden bir çok hadîsler ve fiiller rivayet edilmiştir. Bunların
kimisi Resûlüllah (S.A.V.)'den, kimisi As-hab-ı Kiramdan sâdir olmuştur. Fakat
hiç birinde secde-i "sehiv yaptığı veya emir ettiği rivayet edilmemiştir.
Nesâî îbni Büheyne'den
şu hadîsi rivayet eder:
«Resûlüllah (S.A.V.)
namaz kıldı ve iki rek'atda kalktı. Cemaat kendisine teşbih ettiler. Namazını
bitirdiği zaman iki secde yaptı; sonra selâm verdi».
tmam-ı Ahmed (164 —
241) ile Tirmizî (200 — 279)'nin taline- ettiği ve Tirmizî'nin sahîhlediği
Ziyad b. Alâka hadîsinde: «Bize Muğîre b. Şû'bc namaz kıldırdı. İki rek'at
kılınca oturmadan kalktı. Arkasında olan ona teşbih etti o da onlara kalkın
diye işaret etti. Namazını bitirdiği vakit selâm verdi. Sonra iki secde yaptı
ve selâm verdi. Sonra dedi ki: «Bize Resûlüllah (S.A.V.) böyle yaptı».
Denilmekledir, ancak bu son rivayet kendisine teşbih edildiği halde yine
namazına devam eden hakkındadır. Binâenaleyh secde-i sehvi, teşehhüdü terk
ettiği için yapmış olabilir.[814]
360/267- «Ömer
radiyallahü anh'den Peygamber
(S.A.V.)'in: İmamın arkasında olana secde-i sehiv yoktur. Şayet imam yanılırsa,
önada arkasındakine de (secde vardır.)Buyurduğunu, duyduğu rivayet edilmiştir.»[815]
Bu hadîsi, Tirmizî ve
Beyhakî zayıf bir senetle rivayet etmişlerdir.
Dâre Kutnî (306— 385)
aynı hadîsi «Es-Sünenı> de başka lâfızlarla tahrîc etmiştir. Onda şu ziyâde
de vardır:
«İmamın arkasında olan
yanılırsa ona secde-i sehiv yoktur. Ona îman yeter.»
Bütün bu rivayetlerde
Harice b. Mus'ab vardır ki, bu zât zayıfdır. Bu bâbda İbnİ Abbasdan da bir
rivayet varsa da râvileri arasında metruk vardır.
Hadîs-i Şerif, imam'ın
arkasındakiler yanıldığı zaman ayrıca secde lâzım geîmiyeceğine, ona yalnız
imamı yanıldığı zaman secde.lâzım geleceğine delildir. Hanefîler'le Şafîîler'in
ve sair bazı ulemânın mezhebi budur. Bazılarına göre imamın arkasındaki cemaat
yanılırsa, ayrıca secde-i sehiv lâzımdır. Bunlar secde-i sehiv delillerinde bu
bâbda bir fark yapılmamıştır» derler.[816]
361/268- «Sevbân
radiyallahü anh'dan, Peygamber (S.A.V.)'in
: Her yanılma için selâm verdikten sonra iki secde vardır.» Buyurduğunu
duyduğu rivayet edilmiştir.[817]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
ile İbn-i Mâce zayıf bir senedle rivayet etmiştir.
Çünkü isnadında îsmail
b. Ayyaş olduğunu söylüyorlar. Bu zât hakkında ihtilâf ve söz edilmiştir.
Buharı (194 — 256) :
«Hemşehrilerinden, yani Şamlı'lardan rivayet ederse sahihtir» diyor. Buradaki
hadis de Şamlılardandır. Binâenaleyh ona zayıf deyivermek doğru değildir.
Hadîs-i Şerîf, iki
meselenin delilidir:
1— Secde-i
sehiv icab eden sebepler çok olunca ,her sebep için ayrı iki secde lâzım
gelir. Bu kavi îbni Ebî Leylâ (74 — 148)'dan naklolunur. Cumhur-u Ulemâ ise
sebepler ne kadar çok da olsa hepsi için iki secde kafidir; diyor. Çünkü
Zülyedeyn hadîsinde Hazretî Peygamber (S.A.V.)'in konuştuğunu, unutarak
yürüdüğünü, ve selâm verdiğini görüyoruz. Halbuki yalnız iki secde yapmıştır.
Kavi fiilden evlâdır, denilirse cevaben : «Hadîsde secdenin müteaddid
yapılacağına bir delâlet yoktur. Hadîs her yanılana âmm ve şâmildir» deriz.
Binâenaleyh bu hadîs, her kim namazında hangi sebeble olursa olsun yanılırsa
ona iki secde yapmanın meşru olduğuna delâlet eder.
2— Bu hadîs
secde-î sehiv selâmdan sonra yapılır diyenlere delildir. Bu bâbda söz yukarıda
geçti.[818]
352/269- «Ebû
Hüreyre radiyallahü anh'âen rivayet edilmiştir; Demiştir ki: Resûlüllah
(S.A.V.) ile birlikte sûrelerinde secde
ettik.»[819]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i Şerîf, secde-i
tilâvetin meşru olduğuna delildir. Ulemâ bu secdenin meşrûiyyetine icmâ'
etmiştir. İhtilâf yalnız vâcib olup olmadığında bir de secde edilecek yerler
'hakkındadır. Cumhur'a göre secde-i tilâvet sünnettir. İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe
(80 — 150)'ye göre vâcibdir. Sonra bu secde hem okuyana, hem dinleyene
lâzımdır. Bazıları okuyan secde ederse dinliyene de secde etmek icab eder;
aksi halde îcab etmez demiş; diğer bazıları, okuyan secde etmese bile dinleyene
yine lâzımdır demişlerdir.
Secde îcab eden
yerlere gelince: îmam-ı Şafiî'ye göre mufassaldan mâada yerlerde secde îcab
eder. Buna göre secde îcab eden yerler onbir oîur. Hanefîler'le şâir bazı
ulemâya göre ondort yerde secde edilir[820].
Yalnız Hanefîler Hacc sûresinde tek bir secde olduğunu kabul ederler. Buna
mukabil sûresinin secdesini nazar-ı itibâra alırlar: Ahmed b. Hanbeî (164 —
241) ile bir cemaata göre secde yerleri onbeşdir. Onlar sûre-i Hacc'm iki
secdesiyle secdesini sayarlar. Acaba secde-i tilâvetde de namazda olduğu gibi
taharet vesaire şartmıdır. Bu cihet ihtilaflıdır.
Dört mezheb ulemâsı
ile sair bazılarına göre şarttır. Bazıları şart olmadığına kail olmuşdur.
Buharı; «İbni Ömer
abdestsiz secde ederdi» diyor. îbni Ebi Şeyhe (— 234)'nin müsned'in de ise:
«İbni Ömer hayvanından iner ve su döker; sonra biner secdeyi okur ve secde
ederd.i; abdest almazdı» deniliyor. Şa'bî (6 —' 104) de bu hususda ona
uymaktadır.
İbni Ömer'den, temiz
olmayanın secde edemiyeceği de rivayet edilmiştir.İbni Ömer'in kavliyle
fiilinin arası: Cünüblükten temizlenmedikçe secde edemez» şeklinde cem'
edilmiştir.Bu hadîsi şerif, Mufassal sûrelerde secde-i tilâvetin yapılacağına
delildir. Buradaki ihtilâf aşağıda gelecektir.[821]
363/270- «İbni
Abbas radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir Demiştir ki: Sâd, secdelerin
azimetlerinden değildir. Gerçekden Resûlül-lâh (S.A.V.)'i sûrede secde ederken gördüm.»[822]
Bu hadîsi, Buharı
rivayet etmiştir.
Yâni hakkında secde
emri vârid olan, yahud teşvik edilen yerlerden değildir. Yalnız Davûd
Aleyhisselâmın secde ettiği haber verilmiş, Peygamberimiz (S.A.V.) de Aliahü Zülcelâl'in «Onların beyanına uy» âyet-i kerime uyarak
secde etmiştir.
Hadîs-i Şerîfde,
mesnun olan şeylerin bazısı diğerlerinden daha kuvvetli olduğuna delâlet
vardır. Resûlüllah (S.A.V.)'in :
«Davûd o secdeyi tevbe
İçin yaptı, biz de şükür için yaptık» buyurduğu rivayet edilmiştir.
Îbnü'î-Münzir {— 236)
ve başkaları Hazreti Alî'den güzel bir isnad-la şu hadîsi rivayet etmişlerdir:
«Muhakkak ki azimler
vâcib olan secdeler»
dir» Son üç sûre
hakkında İbni Abbas'dan da rivayet vardır.
Bazıları: hakkında
rivayet edilmiştir, demişlerdir. Hadîsi, (— 234) tahrîc etmişdir.[823]
364/271-
«İbni
Abbas'dan rivayet edilmiştir ki; Peygamber (S.A.V.) sûresinde secde etmiştir.»[824]
Bu hadîsi, Buharı
rivayet etmişdir.
Hadîs, mufassal
sûrelerde secde edileceğine delâlet ediyor. Nitekim bundan önceki de aynı şeye
delâlet ediyordu. Burada muhalefet eden yalnız tmam-ı Malik (93 — 179) dir.
Malik'e göre
mufassallarda secde edilmez. Mufassal hakkındaki ihtilâfı yukarıda görmüş ve
Medine'ye geleli Hazreti Peygamberin mufassal sûrelerde secde etmediğini
bildiren İbnİ Abbas hadîsiyle ve bir de aşağıdaki hadîsle istidlal etmiştik.[825]
365/272- «Zeyd
b. Sâbît radiyallahü anh'den rivayet edilmîşdîr. De-mîşdîr ki: Resûlüllah
(S.A.V.)'e: «Necm sûresini okudum, onda secde etmedi.»[826]
Müttefekun aleyh'dir.
Zeyd b. Sabit
Mcdîne'lidir. Sûreyi okuması da Medine'dedir.
İmam-i Malik: «Bu
hadîs secde etmedi diyen Ibnİ Abbas hadîsini te'yîd eder» diyor. Maîîk'e
Resûlüllah (S.A.V.)'in bazan secde edip, bazan secde etmemesi sünnet olduğuna de.lîîdir»
diye cevab verilmişdir. Zeyd hadîsi secdeyi nefyediyor. Ibnî Abbas hadîsi ise
isbat ediyor. îs-bat eden tercih edilir.[827]
356/273- «Hâlid
b. Ma'dân[828] radiyallahü anh'den
rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Hacc sûresi iki secde İle faziletlendirildi.»[829]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
mürseller arasında rivayet etmişdir.[830]
366/273 -a «Bu
hadîsi, Ahmed ve Tirmizi mevsul olarak Ukbe b. Âmir'den rivayet etmişlerdir.
Tlrmizî : «Kim bu secdeleri yapmayacaksa O sûreyi okumasın» cümlesini ziyâde
etmiştir.[831]
Hadisin senedi
zayıfdır.
Musannif bu hadîsi Ebû
Davud'un mürselleri arasında rivayet ettiğini yazıyorsa da hadîs Ebû Davud'un
«Sünen» inde mürsel değil, merfû olarak Ukbe b. Âmir'den bu lâfızlarla rivayet
olunmuştur.
«Yâ Resûlallah! Hacc sûresinde İki secde mi vardır?
dedim.Evet, dedi. Onları kim yapmayacaksa okumasın.» Hadîs merfû rivayet
edilmiş iken onu mürsel göstermek acâib ise do Ahmed'in rivayet ettiği hadîsde
musannif onu mevsul olarak da rivayet etmiştir. TirmizVnin rivayetinde Hadîsin
— Senedinin zayıf olması, râviler arasında İbni Lehîa'mn bulunmasındandır. «Bu
hadîsi yalnız bu zât rivayet etmişdir» diyorlar. Ancak Hâkim (321 — 405): «Bu
bâb-daki rivayet Ömer'in, İbni Ömer'in, İbni Mes'ud'un, İbni Abbas'm,
Ebûd-Derda'nın, Ebû Musa'nın ve Ammâr'ın kavilleriyle sahih olmuş-dur» diyerek
bu hadîsi te'yîd eder. Fakat bu zevatın rivayetleri hep kendilerine mevkuftur.
Hadîsi Beyhakî (384 — 458) de «El-Ma'rife» de Hâlid b. Ma'dân tarikiyle rivayet
ettiği hadîsle te'yîd eylemiştir. Bu hadîsle Hacc sûresinde yalnız bir secde
vardır;.diyen Ebû Hanîfe'-ye vesâir fukahaya red -vardır.
«Onları kim yapmazsa o
sûreyi okumasın» ifadesi de o yerlerde secde etmenin meşrûiyyetini tekîd eder.
Hadîs secde vâcibdir diyenlere delildir.[832]
368/274-
«Ömer
radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî :
Ey Nâs! Gerçekten biz
secde (âyetine) rastlıyoruz. Kim secde ederse muhakkak (sünnete) isabet
etmiştir. Kim secde etmezse ona da bir günah yoktur.»[833]
Bu hadîsi, Buharı
rivayet etmiştir.
Bunda : «Muhakkak ki,
Allahü Teâlâ secdeyi farz kılmamıştır, ancak biz dilersek o başka» ziyâdesi de
vardır.
Bu hadîs,.
«El-Muvatta» dadır.
Hadîsde, Hazretİ
Ömer'in secde-i tilâveti vâcib görmediğine delâlet vardır. «Ancak biz dilersek
o başka» tâbirinden anlaşılıyor ki, secdeye başlayana onu bitirmek vâcibdir.
Çünkü secdenin farz olmadığı hallerden istisna edilmiştir. Binâenaleyh farzdır.
Fakat buna istisna, munka'tı'dır dive itiraz olunur.[834]
369/275- «İbn!
Ömer radiyalîahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber {S.A.V.)
bize Kurban okurdu. Secde âyeti üzerine uğradığı zaman tekbir alır ve secde
ederdi, biz de onunla bİrlikde secde ederdik.»[835]
Bu hadîsi, Ebû Dâvud
hafifçe bir senedle rivayet etmiştir.
Çünkü râviler arasında
Abdullah Eî-Amti vardır ki, bu zât zayıfdir. Hâkim (321 — 405) bu hadîsi
Abdullah'dan rivayet eder. Bu zât Sika'dır.
Hadîs-i Şerîf, secde-i
tilâvetde tekbir almanın meşru olduğuna delâlet eder. Bu hadîs Sevrî (95 —
161)inin hoşuna gidiyordu, Ebû Dâvud (202 — 275 : «Hoşuna gidiyordu. Çünkü
tekbir aldı» diyor... Bu tekbir îftitah tekbiri mi, yoksa nakl tekbiri midir?
bilinemiyorsa da İftitah tekbiri olması ihtimale daha yakındır. Şu kadar var
ki, başka tekbir zik-rcdilmediği- için nakl tekbiri yerine de geçer.
Bazıları nakl için
ayrıca tekbir alır; çünkü zikredilmemesi bir delil olamaz diyorlar. Hattâ
bazıları teşehhüd eder; selâm bile verir demişlerdir.
Hadîs, dinleyene de
secde-i tilâvet icabettiğine delildir. Çünkü biz de onunla birlikde secde
ederdik» deniliyor. Bu sözün beraber kılanlar ile biri namazda biri namaz
dışında olana şümulü aynıdır.
Secde-i tilâvetde şu
zikrin meşru olduğu rivayet edilmiştir.
«Yüzüm kendisini halk
edip, şekillendirene, (O yüzümün) kulağını ve gözünü kudret ve kuvvetiyle
yarada-na secde etti.»
Bu hadîsi, İmam-ı
Ahmcd (164 — 241) ile sünen sahipleri, Hâkim (321 — 405) ve Bcyhakî (384 — 458)
tahrîc etmişler; îbni Seken (294 —353) onu sahîhlemiş ve sonuna lâfzını ilâve
etmiştir. Hâkimde sonuna: «Halikların en1.güzeli olan Allah ne sanlıdır»
İbaresini ilâve etmiştir, İbni Abbas hadîsinde şöyle deniliyor:
«Resûlüllah (S.A.V.)
secde-i tilâvetde : «Allahim! Bana bununla senin indinde mükâfat yaz! Onu senin
indinde benim için birikmiş mal yap. Onun sebebiyle benden günah indir. Onu
kulun Dâvud'dan kabul ettiğin'gibi benden de kabul et.»[836]
370/276- «Ebû
Bekre radiyalîahü anh'âen rivayet edilmiştir ki : Peygamber (S.A.V.): Kendisini
sevindirecek bir şey geldimi Allah için secdeye kapanırdı.»[837]
Bu hadîsi, Nesâî
müstesna, Beşler rivayet etmişdir. Hadîs-i şerîf secde-i şükrün meşru olduğuna
delildir.
İmamı Şafiî (150 —
204) ve Ahmed b. Hanbel'in (164 — 241) mezhebi budur. îmam-t Malik (93 — 179)'in
re'yi öyle değildir. îmam- Âzam Ebû Hanîfe {80 — 15ö)'den mubah olduğuna dair
rivayet vardır. Hadîs-i Şerîf, meşru görenlere delildir.
Resulü Ekrem (S.A.V.) sûresi
âyetinde secde etmiş ve:
«Bu secde bizim için
şükürdür» buyurmuşlardır. Secde-i Şükür için taharetin şart olup olmadığı
ihtilaflıdır. Şarttır diyenler bulunduğu gibi değildir, diyenler de vardır.
Ancak «Secde-î Şükür namaz değildir. Binâenaleyh taharet bundan dolayı şart
değildir» diyenlerin kavli kabule daha yakındır.
Secde-i şükrün hikmeti
: Bir nimete nail olmak, yahut bir fenalığın da olmasıdır.[838]
371/277- «Abdurrahman
b. Avf radiyalîahü anh''den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah
(S.A.V.) secde etti. Ve secdeyi uzattı. Sonra başını kaldırarak dedİki:
«Gerçekden bana Cibril
geldi de beni müjdeledi. Bunun üzerine bende Allaha şükür için secde ettim.»[839]
Bu hadîsi, Ahmed
rivayet etmiş, Hâkim sahîhlemiştir.
Müjdenin tefsiri şöyle
nakledilmiştir :
«Kim Peygamber
(S.A.V.)'e bir salât eylerse onun sebebiyle Allah ona on salât eyler.»
Bu hadîsi, İmamı Ahmed
(164 — 241) «el-Müsned» de birkaç yolla rivayet etmişdir.
Yukarıdaki Abdurrahman
hadîsini Bezzâr ve îbni Ebî Âsim da tahrîc etmişlerdir. Beyhakî (384 — 458) :
«Bu bâbda Câbîr, İbni Ömer, Enes, Cerîr ve Ebû Cuhayfe'den hadîsler vardır»
diyor.[840]
372/278- «Berâ
b. Âzib radiyallahü anh'den rivayet edilmişdir kî; Peygamber (S.A.V.) Ali'yi
Yemen'e göndermİşdir. Ve hadisi anlatarak; Demişdir ki : Ali onların müslüman
olduklarını yazdı. Resûlüllah (S.A.V.) mektubu okuyunca bunun için Allaha şükür
olmak üzere secdeye kapandı.»[841]
Bu hadîsi, Beyhakî
rivayet etmiştir.
Aslı Buharî'dedir.
Kâ'b b. Mâlik'in
tövbesi hakkında Allah âyet indirdiği zaman secde ötmesi dahi bu mânâdadır.
Anlaşılıyor ki, bu secdenin meşru olduğu aralarında ma'lûm imiş.[842]
[1] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/3.
[2] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/A.
[3] Buracıkta sunuda arzetmeliyim ki: Şöhretleri yedi
iklimi tutan bu zevat hakkında benim gibilerin söz. söylemesini,
yakıştıramıyanlar vardır, ihtimal naçiz eserimi okuduktan sonra da, ayni
fikire sahib olanlar bulunacaktır. Bu hal karşısında bana düşen, söz edenin
sade ben olmadığımı, benim icraatımın daha ziyade, söylenenleri nakilden ib.
aret olduğunu beyan ve ispat etmektir.
İmdi derimki: Sultan
Hamid devrinde îstanbula gelen Cemaleddini Efga-ni'nin bir risalecikten başka
telifatı yok İse de, hummalı çalışmalarıyla müs-lümanları, dinde reforma teşvik
ettiği ve bu yüzden Türk ülemâsiyla araları açılarak, İstanbul'dan Mısır'a
kaçtığı tevatüren sabit ve o zamanın matbuatında da müsecceldir. Hattâ reform
babında şiddet göstermeye taraftar olduğu söylenir. Maamafih eserleri olmadığı
İçin, onunla Şeyh Abduh kadar meşgul olunmamıştır.
Şeyh Abduh'a gelince;
bu zat Ergani'nin en mümtaz tilmizidir. O da üstadı gibi reformcu olmakla,
beraber, bu hususta şiddet taraftarı değildir. Kendisi iyi bir ediptir.
Eserleri yardır. Eserlerinde dinin donuk bir halde bırakılmasını suç sayar. Ve
u suçu eski ulemâya yükler. Dinin neşvünema bulması yani zamana uyması- ister.
Türkçesl içtihad sevdasındadır. Ve nitekim İçti-hadları vardır. Fakat ınaalef '
İçtih adlarındaki hataları, kavaidi Jtslâmiye karşısında derhal kendini
gösterme ve kendisine cevablar yazılmak suretiyle hataları meydana
çıkarılacak, Ov. .nrt-i merhumenin ayni hatalara düşmesinin önüne geçilmiştir.
Şeyh Abduh merhumun dünyevi içtihatlarını bilmem, lâkin dinî içtihadlarınm
içinde, Inıam-ı Azam Ebu Hanifenin haksız, Şeyh Abduh'un haklı olduğu bir tek
mesele görmüş değilim. Bilâkis daima tenkid ettiği Eslâf-i Kiram haklı, kendisi
haksız çıkmıştır. Meselâ: Kur'an-ı Kerîmin Fil suresini tefsir ederken
«Ebrehenin Askerini helak eden, kuşların attıkları ufak taşlar değil, çiçek
hastalığı mikroblaridir» demiş, Büyük Türk âlimi Elmalılı Mu-hammed Hamdi Yazır
meşhur tefsiri, «Hak dini, Kur'an dili: Cild 8, Sh. 126» ayni sureyi tefsir
ederken, kendisine cevab vermek zaruretini duymuştur. Üs-tad Hamdi Yazır merhum
bu hususta sahifelerce izahat vermiştir. Mezkûr iza-Icatı görmek isteyenlerin
zikri geçen tefsire müracaat buyurmalarını rica ederken ilk cümlelerinden biri
iki örnek vermeyi müna.sib görürüm. Merhum üstad, meşhur Alman tarihçisi
Hammer'in «Fil vakası» hakkındaki mütealâsma işaret ettikten sonra sözüne-,
şöyle devam ediyor :
Fakat Hammer'in bile
bir ihtimalden ileri götüremediği bu çiçek illeti sözünü, teessüf olunur ki
Abduh fahiş bir tedlis ve teşviş ile tevatür meyanma karıştırıp rivayetlerin
ittifak ettiği sahih bir haber imiş gibi, ileri sürmeğe çalışmış ve güzel bir
başlangıçla başlayan kelâmını, güya bir incelik göstermek üzere, mikroblara
bulamıştır.»
Şeyh Abduh, Kadir
Gecesinde, hadd-i zatında îıiç bir fazilet ve hayır olmadığını, , ona bin
aydan fazla hayırı, Kur'an-ı Kerîmin o gece nazil oluşunun verdiğini iddia
etmiş ve bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün müfessirlerden -tek birinin
söylemediği bu sözü ispata çalışırken Buharı,, hadîslerinden birkaç tanesinin
zayıf, hatta mevzu olduğunu iddia edecek kadarda ileri gitmiştir. Bu hususta
kendisine Mısır Ulemâsından ve Ezher Şeyhlerinden Abdurrahman Tac merhum
«Leyletü'l - Kadrs. adlı bir risale yazarak cevab vermiş ve hatalarını birer
birer göstermiştir.
Şeyh Abduh'un Mısır'da
Masonluk locasını kurduğunu Ezher mecmualarından birinde okudum.
Âcizleri sözü uzatmamak
için nakil namına bu kadarla iktifa edeceğim. Yalnız bu münasebetle merakta
kalınacağını tahmin ettiğim Kadir Gecesi hakkında sözümü tamamlamadan
geçemiyeceğim. Evet, bu meselede hak, Şeyh Muhammed Abduh ile değil, Ulemâ-ı
Islâmiyye ile beraberdir. Kadir Gecesi, Kur'an-ı Kerîm inmezden Önce dahi, bin
aydan hayırlıydı. Bu babta akl-ı selime müracaat edersek bize «Sultana saray
gerekir» der. O halde semavî kitapların sultam mesabesindeki Kur'an-ı Kerîm'de
sarayhk edecek bir gece elbet lâzımdır vo işte oda Kadir Gecesidir.
Sahih-i Buharinin
hadîslerine gelince; onların içinde uydurma hadis bulunmak şöyle dursun, zayıf
bile yoktur. Vak'ıa bazı zayıflar görülmüşsede bu hadfslerin başka yollardan
şahidleri vardır. Binaenaleyh onlarla kuvvet bulmuşlardır. Yamış anlaşılmaya
meydan vermemek için bir parçacık içtihad meselesine temas edeceğim.
Içtihid kapısı kapalı
değildir. Ne yazık ki müçtehid yoktur. Müçtehid olabilmek için bir takım
şartlar vardır ki, o şartlara haiz âlim son asırlarda nedense yetişemez
olmuştur, Kendilerini içtihad mertebesine yükselmiş görenlerin hayal peşinde
koştukları, anlaşılmış bir hakikattir. Bu zevatın müçtehid olmaları şöyle
drusun, atıp tuttukları, hakiki müçtehidlere, müstaid birer talebe olmak
vasfında bile mahrum oldukları, îslâm
Ulemâsı tarafından ispat edilmiş bir
hakikattir. Bu çivi çakmak için mütehassıs aradan 20 ci asırda mütehassıslar
mütehassısı unvanı ile bile ifade edüemiyecek kadar yüksek olan İçtihad
mertebesine kolay kolay çıkıvermek, aklen dahi, müteazzir de-gilcc,
mutcassirdir.
Şeyh Abduh Merhum ile
ona tabi olanların sık sık tekrarladıkları bir meselede dinin donuk kalması-
meselesidir. Onlarca din büyümcli, gelişmeliymig. Bundan neyi kasdettiklerini
ben fakir anlıyamıyorum. Şayet dinin hükümleri çoğalmalıdır demek istiyorlarsa
bu iddiaya benim güleceğim gelir. Kendilerine haydi siz mevcud hükümlerle amel
edin de fazlasını istemeyin derim, yok muradları dini, fenne, modaya ve bir
sözle Avrupaya uydurmak ise o halde kendilerine şu kafi cevabı vermekte bir an
bile tereddüt etmem; «Din çömlekçi çamuru değildir efehdiler.'öyle olsaydı
ondan istediğiniz gibi çanak, çömlek vazo, heykel yapardınız. Fakat o İlâhi bir
vazı'dır. Hele esasata ait kısımları yalnız bizim dinimizde değil semavi
dinlerin hiç birinde değişmemiştir. Meselâ hiçbir semavi dinde — Haşa - Allah
ikidir denilmemiştir. Füruata ait kısımlarında şeriatlar arasında bazı
değişiklikler yapılmıştır. Ama dikkat etmelidir ki bunları yapan da sen ben
değil, dinin sahibi olan Allahu Zülcelâldir. Binaenaleyh böyle bir şeye
yeltenmek, içtihad değil, Hindlilerin Buda'smın yaptığı gibi yeni bir din
uydurmaktan farksızdır. Elhasıl din neşvünema bulmakla değil, ancak çelik gibi
donuk durmakla ilâhi vasfını muhafaza etmiş ve edecektir. Hakikatta suç onu
donuk bırakmalıda değilşişirmekdedir.
[4] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/B-I.
[5] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/İ-Ö.
[6] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Ö-P.
[7] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/P.
[8] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/R-V.
[9] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Y.
[10] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Y.
[11] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Z.
[12] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Z-Za.
[13] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Za-Zc.
[14] Musannif merhum, mühim bir işe başlarken hamd
edilmezse o işde bereket olmayacağına dair varid olan hadîs-i şerif ile
Kitabullah'a uymuş olmak ve te'lifinden bir bereket ummak için söze Allah'a
hamd ve senadan başlamıştır. Zaten bütün ulemâ-i kiramın âdetleri budur.
Münâvî (—1031)
«et-Ta'rîfât» nam kitabında diyor ki:
«Lügavî hamd; lisanla
taz'îm cihetiyle yapılan bir fazîlet üzerine faziletle tavsiftir.»
örfî hamd; nimeti
verene ta'zim bildiren bir fiildir.
Kavli hamd :
Peygamberlerinin dilinden kendini sena ettiği sözlerle bir hakdan dolayı onu
dille sena etmektir.
Fi'H hamd; Allah'ın
rızasını dileyerek bedenî ameller yapmaktır.
Hamdın meşhur tarifi :
Bilâ ihtiyar yapılan güzel bir şey üzerine güzel ile tavsif etmektir.
IstUâhen İse : Nimeti verene, Mün'im olması cihetiyle ta'zime delâlet
eden bir fiilde bulunmaktadır. Bütün hamdleri hak eden zat vacibü'l vücûd olan
Allah'dır.
Bâzi'ye göre nimet :
İhsan olarak başkasına yapılan menfaatdir. 'Râgıba göre ise : «Faide hususunda
kendisi ile ihsan kasd edilen şeydir: în'am: Aşikâr ihsanı başkasına
ulaştırmaktır. Zahirî ni'met'ler: Bir hadîs-i şerife göre Allah'ın İnsanı güzel
şekilde yaratmasıdır. Bir rivayetde güzel, yaratması bol bol rızık vermesi ve
müslümanlıktir. Bâtınî nimetler: Setr-İ avrettir. Bir rivayette amelini setr
etmesidir. Başka bir rivayette ise : Zahirî nimet, islâmiyet;
batınîsi afv ettiği günâhlar,
kusurlar ve cezalardır.Bir başka rivayette de zahirî ve batini nimet :
Eski ve yeni nimetten
murati : Kuluna ruh verileliden bu yana verilenlerdir. Nimetlerin eskisinden
babalara olan nîmet de kasdedilmiş olabilir. Zira onlara olan nîmet oğullarına
da âmm ve şâmildir. Bu takdirde yeni nîmetler, ruh üfürüldükten sonraki
nimetlerdir.
Sâlât : Allah'dan
Resulüne olursa onu ziyadesiyle şereflendirmek ve ona tekrimdir. Ümmetinden
Resûlüllah (S.A.V.) e salât dahi ona ziyâde teşrif ve tekrim istemektir.
Bazıları: Resûlüllah'ın «isteyin» diye ümmetinden talep ettiği, vesiledir
demişlerdir.
Selâm: Rağib'a (—502)
göre : Görünür görünmez âfetlerden ârî olmakdır. Hakiki selâmet ancak Cennet'de
olur. Zira sonsuz hayat orada, fakirlik şaibesi olmayan zenginlik ile
mezelletsiz şan orada; hastalık yüzü görmeinek şartıyla sağlamlık yine
oradadır.
Nebi : Allah'dan selim
akılların yetişeceği şeyi haber verendir.
Nübüvvet : Allah ile
Akıl sahibi kulları arasında elçilik etmekdir. Şeriat dilinde Nebî; Allah
tarafından kendisine şeriat indirilen insandır. Kendisine indirileni
başkalarına bildirmesi emrolunursa ona resul denir.
«Envarü't-tenzil» de :
Resul, yeni şeriatle insanlara gönderilen zatdtr. Nebî ondan âmm'dır.
denilmektedir.
Âl : Resûlüllah
{S.A.V.) in kendisinden sonraki akrabasıdır. Tefsiri ilerde gelecekdir.
Sahb : Sahibin
cejn'idir. Bununla kimlerin kasd edildiği ihtilaflıdır. Musannif
«Nuhbetü'l-Fiker» de Sahabiyi şöyle tarif eder:
«Sahabî, Peygamber
(S.A.V.) le mühim olarak görüşen ve mümin olarak ölen zatdır.»
Âl ve Ashaba dua ile
senada bulunmanın vechi Resûlüllah (S.A.V.) İn ümmetine şeriatini tebliğ
ederken vasıta olmalarıdır. Onlar bu vasıtalığı yapmakla dua ve ihsanı hak
etmişlerdir.
Din : Akıl sahihlerini
Resul Sall'Allahü aleyhi vesellem'in getirdiklerini kabule davet eden ilâhi bir
vaz'ıdir. Âl ve Ashabın dine yardım etmelerinden maksad, dini getirene yani
Peygamber (S.A.V.) e yardım etmeleridir. (Zaten Ulemâ Peygamberlerin
mirasçılarıdır) ifadesi ayni mealdeki bir hadîs-i şe-rifden iktibasdır. Bu
hadîs-i Ebû Dâvûd tahric etmiş fakat zayıf bulmuştur.
Deîil : Lûgatda,
maksada eriştiren demekdir, Usuleülerce: Üzerinde sahih bir tefekkürle
düşünülerek kendisiyle haberî bir
maksada varılan şeyüir.
Mantıkçılara göre Delil
: Kendisini bilmekle başka bir şeyi bilmek lâzım gelen şeydir.
Hüküm : Mükelleflerin
fiillerine, sahihleri mükellef olmaları cihetiyle taallûk eden' hitabullahm
eseridir. Bazılarına göre eseri değil. Allanın hitabıdır. «Ümmete nasihat
maksadıyla» tâbiri, Hadîsi tahric edeni zikrettiğini gösteren İlletdir. Zira
Hadîs-i Şerifi kimin tahric ettiğini bildirmekte ümmete bir çok
nasihatlar,yardır. Meselâ: Bir Hadîs-i Şerifin îslâm davalarında sabit olduğu
büyük hadîs İmamlarının onu ele almış bulunduğu Hadîsin yollan araştırıldığı ve
hakkında söylenenler; işitenlerin asıl yerine müracaat edebilmesi hep bu,
sayede öğrenilir.
[15] İmam AHMED b. HANBEL : (164 — 241 H.) Milâdî [780 —
855] Ebu Abdıllah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel Şeybâni, Dört Mezheb İmamının
biridir. Bir rivayetde Merv'de bir rivayetde Bağdad'da 164 H. 780 M. tarihinde
doğmuşdur. İlim tahsilinden sonra: Mekke, Medine-i Münevvere, Şam, Yemen, Küfe,
Basra, Cezire vesair bir çok memleketlere yine ilim tahsili İçin gitmiş;
zamanın meşhur hadîs âlimlerinden hadîs dinlemişdir. Kendisinden Buhari (R.H.),
Müslim (R.H.), Begavî (R.H.) ve İbni Ebi'd-Dünya (R.H.) gibi büyük hadîs
İmamları Hadis rivayet etmişlerdir. İmamlığı, takvası, vera' ve zühdü babında
Ulemâ müttefikdirler. Ebu Zür'a : «tmam-ı Ahmed'in kitab-ları oniki deve yükü
itfi. Onları ezber biliyordu. Ezberinde bir milyon Hadis-i Şerif vardır» diyor.
İmam-ı Şafiî dahi «Bağdad'dan çıkdim; Orada înıam-ı Ahmed'den daha âlim, zahid, muttaki, müteverri' bir zat bırakmadım.» de mişdir. Münâkıbine dair bir çok eserler
yazilmışdir. Imam-ı Şafiî'den ders al-mışdir. Hadis ve Ilm-i Fıkıh'da zamanının
biriciği idi. Hadîs ilminde «El* Müsned» nâmıyla yazdığı eser o zamana kadar
yazılanların en büyüğü ve mükemmelidir. Bu eseri kendi zamanına kadar bir
ravîden diğer birine rivayet edilçrgk zinciri uzayan ve böylelikle islâm
diyarının her tarafında duyulan «750» bin radîş-i şerifi Ravî adetleri en az
sayı ve en güvenilir şartları hâiz bulunanları tedkik ederek eserini tertib ve
cemetmiştir. Eserine hüccet olmı-yacak Hadîs koymamışdır. Bazıları bu
hadislerin hepsim sahih kabul etmiş İbni Cevzî ffibi tenkidde kendi başına bir
yol takip edenlerden bazıları İse bir çoklarını mevzu addetmişlerdir. İmam İbni
Hacer Askalâni merhum bunları tahkik etmiş ve sahihlemişdir. «MÜsned» deki-
«Sahiheyn» üzerine yapılan ziyadeler Ebû D&vtıd ile Tirmîzî'nin
ziyadelerinden daha zarif değildir,. îbni Hacer Müsned'de üç dört zaif Hadis
vardiF diyor. Hazret-i İmam Kur'en-ı Kerim mahlûk mudur değil midir meselesinde
büyük bir ibtilâ geçirmiş; fakat asla «Kur'an Mahlûkdur» dememişdir. 241 H. 855
M. tarihinde Bağdad'da irtihal-i dar-ı baka eylemişdir. Kabri ziyaretgâhdır
Rahmettıllahi Aleyhi.
[16] İmam-ı Buharî : [194 H. — 256 H. 819 — 869 M.] Ebu
Abdullah Muhanımed b. İsmail Cu'fi Hadîs İmamlarının en büyüğüdür. 194
tarihinde Buhara'da doğmuştur. Tahsilini bitirdikten sonra kendisini Hadîs
ilmine vererek bu uğurda: Horasan, Irak, Şam, Hicaz, Mısır gibi nice beldeler
dolaşmış ve zamanının büyük Hadis âlimlerinden ders almışdır. Ders aldığı
Üstadlarının sayısı bini geçer. Kendisinden ise yetmiş binden fazla kimseler
Hadîs dinlemişlerdir ki; bunların arasında İmam Müslim b. Haccac, Tirmizî,
Nesai, Ebu Zür'a ve îbni Hüzeyme de vardır. tlm-İ Hadîsdeki iktidarı o dereceyi
bulmuşdur ki; «Buharinin bilmediği Hadîs, Hadîs değildir.» derlerdi. Ezberinde
ytizbin sahih iki yüzbin de gayr-i sahih hadis vardır. Bağdad'a girdiği zaman
oranın âlimleri tarafından müdhiş. bir imtihana tâbi tutulmuş; yüz tane Hadîs-i
Şerif senedieri metinleri birbirine katılmak suretiyle allak bullak edilerek
kendisine on kişi tarafından okunmuş. Hazret-i İmam bunları kemâl-î sükûnetle
dinleyip her biri hakkında;
— Böyle bir Hadîs
bilmiyorum.
Dedikten sonra: yüz hadîsin
her birini senedleriyle metinleriyle tashih ederek okuyuvermiş ve böylelikle
harika olan ilmini Iraklılar'a tasdik etdirmişdir. tmam-ı Buharî son derece
muttaki ve vücutça zaif, nahif bir zatdı. (Sahih-i Buharî) diye meşhur olan
«El'Camiü' &-Sahih» adlı eseri, Kitabullahdan sonra yer yüzünde en sahih
kitabdır. Bu eseri kendisince tayin ettiği Usul-ü hadîs kaideleri ve tenkid
şekilleriyle ve Resûlüllah (S.A.V.) e en kısa tarikle, en salim yolla
ulaşdırdığı şekilde kitabına yazmışdır. Bunun içinde bugün bile akıllara
hayret verecek tahkik usulleri kullanmış o zaman rivayet zincirleri uzayarak
bundan dolayı adetleri altiyüz bini aşan 'hadîsleri teker teker tahkik etmek
mecburiyetinde kalmıştır. Sonunda ravîleri kendisi ile Resûlüllah (S.A. V.)
arasındaki «250» yıllık mesafede sayıca en az, doğruluk've istikametçe en ileri
olanlarını toplamıştır ki; «7275» hadîs-İ şerifden müteşekkildir. Mükerrerler
çıkarılırsa geriye «4000» hadîs-İ şsrif kalır. Bunları Zeynüddin Ahmed Zebidî
«Tecrid-i- sarih» [1] adlı eserinde toplamışdır. Bundan başka îmam-ı Bu-harînin
birçok eserleri vardır.
1: Sahih
2: Tarihü'l -
Kebir
3: Tarihü'l -
Sagir
4: El - Edebü'l -
Müfred
5: Tefsir-i -
Kur'an
6: Tenviru'l -
ayneyn
tmam-ı Buhar! 256 H. de
Buhara Emirinin emrine boyun eğmediği için Semerkand'ın Hartek köyüne
nefyolunmuş 62 yağında 31 Ağustos 869 30 Ramazan 256 da İrtihali dar-ı baka
eylemişdir. R. Aleyh. Kabri oradadır.
[17] İmam-ı Müslim.
204 — 261) H.
Ebü'I-Hüseyin Müslim b.
El-Haccac El-Kuşeyrî En-Nisaburi, hadis kitab-larıhm en sahihlerinden biri olan
El'Musnedü's-Sahih» in sahibidir. Bu kitaba Sahih-i Müslim de derler.
Buharî'nin Sahihi ile birlikde «Sahiheyn» unvanıyla maruldurlar. İmam-ı Müslim
(204 veya 206 H. 819/821 M.) tarihinde Nişabur'-da dünyaya gelmişdir. Yahya b.
Yahya En-Nisaburî, Ahmed b. Hanbel ve Is-hak b. Rahuye gibi büyüklerden ilim
tahsil emdikten sonra hadîs İlmi sahasında bilgisini daha da genişletmek
maksadıyla Hicaz, Irak, Şam ve Mısır taraflarına Seyahat da bulunmuş; bir kaç
defa Bağdat'a gelmişdir. «Sahih»ini 200 bin Hadîs-i Şerifi sened, ve Manâ
cihetlyle tarayarak meydana getirmişdir. Bu Kitab tertib, telhis ve Ravîlerin
lâfızlarına tenbih itibariyle o kadar mükemmel ve güzeldir ki; bu cihete
bakarak onu Buhari'nln sahihine tercih edenler olmuşdur. Ulemâdan biri bu
mes'eleyi manzum olarak şöyle ifade ediyor.
Tercümesi:
Benim yanımda bir takım adamlar Bnhart ile Müslim hakkında münakaşa
etdiler. Ve bu iki zatın hangisi ileridir dediler.
Ben de dedim ki;
Şüphesiz sahih olması itibariyle Buhar! üstündür. Nitekim san'at güzelliğinde
Müslim üstündür.
İmam-ı Müslim
Nişabur'daBuharî ile görüşmüş kendisine pek büyük hür-metde bulunmuşdur. İmam-ı
Müslimden, Tirmizî, tbn-i Hüzeyme, Abdurrahman b. Ebî Hatim gibi meşhur zevat
rivâyetde bulunmuşlardır. (261 H. 874 M.) ta riMnde 55 yaşında olduğu halde
Nişabur civarındaki «Nasrâbâd» da ahirete göçmüştür. Kabri ziyaretgâh idi.
Şimdi sair büyükler gibi, onun kabrinin dahi metruk bir halde olduğunu bazı
makalelerden öğreniyoruz. R. Aleyh.
[18] Ebu Dâvud (202 — 275) H.
Süleyman b. Eş'as
Es-Sieîstanî, derece itibariyle Buharî ve Müslim'den snra gelen «Sünen-i EM
Dâvud» un müellifidir. [202 H. 817 M.] tarihinde doğ-muşdur. Tahsil-i İlim için
Horasan'a, Şam'a, Hicaz'a, Mısır'a ve defaatla Bağ-dad'a gitmişdir. Kendisi pek
büyük ve Muhterem bir Muhaddis'dir. ' «Sünen» nâmradaki eserini beşyüzbin hadîs-i
Şerifi Hadîs timinin usulüne, göre sened ve Manâ cihetiyle tarayıp tahkik
etdikten sonra kendine kanaat-i tâmme veren İsnad-Zinciri ve elfaz ile
olanları- sünenine yazdığını söylüyor. Bir çok ze-vatdan ve bilhassa İmam Ahmed
bin Haıibel (R.H.) den Yahya bin Maiyn'den, Abdullah bin Mesleme'den, Müslim
bin'İbrahim'den ve diğer zamanında yaşamış, ehl-i hadîsden Hadîs rivayet
etmişdir. Kendisinden de oğlu Abdullah b. Ebi Dâvud ile Abdurrahman'ı Neseî
Tirmizî, ve sair büyükler rivâyetde bulunmuşlardır.
Ebû Dâvud hakkında Musa
b. İbrahim: Ebu Dâvûd dünyada Hadîs için ııhiretde de cennet için
yaratılmişdır. Beri ondan efdal bir zat görmedim.» der. Ezberinde beşyüzbin
Hadîs vardı. Eserini İmam-ı Ahmed'e göstermiş; onun pek istihsan ve takdirine
mazhar olmuşdu. Bu kitabda (4800) Hadîs vardır.
Ebu Dâvûd ahirete göçüşüne kadar Basra'da otürmuşdur. trtihali (275/ 888
M. dedir. Hattabî diyor ki: «Sünen-i Dâvûd, vaz'ı itibariyle Sahiheyn'den daha
güzel fıkhan tertibce onlardan daha kullanışlıdır. lbn-i Arabî de: «Kimin
yanında Kitabullah, ile Sünen-i Ebî Dâvûd bulunursa ilim namına başka bir şeye
muhtaç olmaz.» demişdi. îmam-ı Gazali Sünen-i Ebî Davud'un Ahkâm hadisleri
hususunda bir müctehidg kâfi
olduğunu tasrih etmişdir.
[19] İmam Tirmizî
[200 — 279].
Ebu İsa Muhammed b. İsa
b. Misvere Tirmizî derece itibariyle Ebu Dâ-vûd'un Sünen'inden sonra gelen
«Kitabu'l-Sünen» İn müellifidir. Ceyhun nehrinin kenarındaki «Tirmiz» isimli
eski bir şehirde («200» H.) tarihinde doğ-muşdur. Doğum tarihini bazı
müellifler yazmamış; bazılarida (209 H.) olarak gösfermişdir. İmam Tirmizî
daha sair büyük hadîs İmamları gibi İlim seyahatine çıkmış; bu meyanda Hicaz'a
ve Irak'ada gitmişdir. İçlerinde Buhar! de bulunan bir çok büyüklerden Hadîs
rivayet etmiş; kendisinden de Muhammed b. Ahmedi'l - Mahbubî ve Hanımad b,
Şâkir gibi zevat rivâyetde bulunmuşlardır. Hıfzı hususunda darb-ı Mesel
olmuşdu. Hâkim diyor ki: «Ömer b. Alek'î şöyle derken işitdim:Buhari vefat
etdi. Horasanda ilim, hıfz,
zühd ve takva hususunda Ebu İsa gibi bir halef daha bırakmadı» Allah
korkusundan; ağlaya ağlaya son
zamanlarda iki sene kadar gözleri görmez olmuştu.
Sünen'den maada
«Kitabu'l İlel:> «Eş'ŞemailÜn Nebevlyye vel Hasaisü'l – Mustafevîyye gibi eserleri vardır. Tirmizi 279 H.
Tirmiz'de ahirete göçmüşdür..
[20] İmam Nesaî :
(215 — 302) H.
Ebu Abdurrahman Ahmed
b. Ali b. Şuayb Horasanî Horasan'ın Neaâ -şehrindendir. (215) H. (830) M. de
doğmuştun Tahsil uğrunda İslâm memleketlerine bahusus, .Hicaz, Irak, Şam,
Elcezîre*> Tarsus ve Kahire'ye gitmiş bir müddet Mıslr'da yerleşmiştir.
İmam Nesâi içlerinde Ebu Dâvûd'da bulunan bir çok üstadlardan Hadîs
dersi almış ve kendisinden birçok meşhur zevat rivâyetde bulunmuşdur. Mezhebi
Şafiî idi. Bazılarına göre İmam Nesaî Müslim'den daha Hafız bir zattır. Hadîs'
hakkındaki şartları İmam-ı Buharî ile Müslim'in şartlarından bile ağır olduğunu
söylerler. Binaenaleyh Sünen-i Neseî'dekİ ravîlerin mutemed olduğunda hiç
şüphe yoktur. Nesaî (302 H. 914 M.) tarihinde Remle'de âlem-i ahirete
göçmüştür. Bir rivayete göre Hazreti Muaviyenin faziletlerine dair sorulan
suallere cevap vermediğinden Dımışk Cami'i içinde doğulmuş ve hasta olduğu
halde isteği üzerine Mekke'ye gönderilmiş; orada irtihal eylemişdir.
[El'Müeteba» IsciLU [«Es'Sünenü'l - KÜbrâ [«Kitabu'l Hasais» [Fazailü'l-Sahabe
5 Müsned-i [Müsned-i Ali 1 ] (R-A.) ve diğer bazı eserleri de vardı. Sünen-i Nesaî
derece itibariyle sünen-İ
Tirmizi’den sonra gelir.
[21] İbni Mace [207 — 275 H.]
Ebu Abdullah Muhammed
b. Yezide'l - Kazvinî muhterem bir Hadîs imamıdır. (207 H. - 822 M.) bir
rivâyetde (209 H. - 809 M.) tarihinde doğmuştur. TahsiM ilim yolunda o da
diğerleri gibi beldeler dolaşmış; Basra, Bağdad. Küfe, Şam, Mısır, Horasan ve
Mekke-i Mükerreme'ye gitmişdir. Bir çok zevat kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir.
Kitabı «Sünen-i İbni Mâce» denilmekle meşhurdur. Bu kitab dört bin Hadîs-i
Şerif ihtiva etmektedir ve derece itibariyle «Kütüb-Ü Sitte» denilen Altı
Sahih hadîs kitabının sonuncusudur. Bazıları îbn-i Mâce'nin kitabında zayıf,
hatta münker hadîsler bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.Bu sebeple onu kütübü
sitte'den saymayarak yerine İmam-ı Malik'in «EFMuvatta» ını koymak
isteyenler bile olmuşdur.
Maamafih lbn-i Mâce'nin kitabındaki zalf. hadîsleri^ otuzu geçmediği de
rivayet edilir. Ne de olsa Âmmenin kabulüne mazhar olmuş mübarek bir
kitab-dır. lbn-i Mâce 275 H/883 M. veya 273 H '885 M. tarihinde âjemi ahirete
göçmüştür.
[22] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/1-7.
[23] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/8.
[24] Sûre-i Bakara;, âyet: 180.
[25] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/8-9.
[26] Ebû Hüreyre: Hazreti Peygamberden en fazla hadîs
rivayet eden sahabH celildir. Adı ile babasının, adı hakkında ihtilâf edilmiş,
ve ortaya otuz kadar kavi çıkmıştır, bunların İçinde en ziyade kendisine gönül
yatan isim Abdurrahmâri b. Sahr'dır. Abdullah olması da büyük bir ihtimâldir.
Hay-ber Vak'ası yılında mtislüman olmuş ve o vak'ada bulunmuştur. Cahİliyet devrinde
ismi Abd-Ü Kays idi. Kedileri çok sevdiği için. kendisine Resûl-ü Ekrem
tarafından «Ebû HUreyre» lâkabı verilmiştir. Ashâb-ı Kiramın en fakiri idi.
Hazreti Peygamber (S.A.V.)'den hiç ayrılmazdı. Buharî'nin rivayetine görü
kendisinden «800» den fazla sahabî ve Tabiî hadîs rivayet etmiş-dir. Ebû
HUreyre'nin dog^ım tarihi bilinmiyorsa da vefatı Hicri «53» tari-hindedir. «78»
yaşında irtihal eylemiş ve Medîne'nin «El-Baki*» namındaki moghur kabristanına
defn edilmiştir. Ebû Hüreyre Hazretleri Resûl-ü Ekrem (S.A.V.Vden «5374»
had!s-İ şerîf rivayet etmişdir ki, Ashâb-ı Kiram içersinde bu kadar hadîs
rivayet eden bir başkası bulunmadığı gibi bu mikdara yok-Jagan dahi olmamıgdır.
[27] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/9.
[28] Dülfin
denen Akdenize mahsus
bir balıktır. Karadeniz
sahillerinde de görüldüğü olur. Okyanus. Ciit 2. Shf: 761, Mu'cem'tU
Vasit Cilt I: Shf: 293.
[29] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/9-11.
[30] [Ebû
Said-i Hudrî: Sa'd b. Mâlik b.
Sinan-ı Hazreciy Ensâri'(Ur. Ashâb-i Kirâm'm âlimlerinden İdi Biatti'ş r
Secere'ye iştirak eden Ensâr'dan dır, birçok hadîsler rivayet etmiş; bir müddet
fetva da vermişdir. Ebû Said Hazretleri «74,> Hicrî yılında «86» yaşında
vefat etti. Buhârî ve Müslim'de «84» had"üi vardır. Kendisinden birçok zevat hadîs rivayet
etmişlerdir.]
[31] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/11.
[32] [îbn Ebî Şeybe:Ebû Bskir Abdullah b. Muhammed b. Ebî
Şeybe, El - Müsned, El - Musannef vesaire tasnîfâtın sahibi emsalsiz bir zât
olup Eıılıarî, Müslim, Ebû Dâvud ve îbni Mâce'nin üstadların-dandır. Bu hadîsi
bu lâfızla yalnız o rivayet etmiştir. Diğer hadîs ulemâsı mâ'nen rivayet
etmişlerdir. Vefatı «234» dür.]
[îbni Huzeyme (224 —
311) : Hakkında Zehebî şöyle diyor: «Büyük hafız, imamlar imamı, şeyhülislâm
Ebû Bekir Mnhammed B. İshale b. Hiizpyme'dir. Asrında Horasanda'da hadîsde
hafızlık ve imamlık onda nihayet bulmuşdu.» Kendisine tmamü'l - eimme
denilmiştir. Fıkıh ve had'se dâir eserleri vardır.]
[33] SuretüT Müddesir;
âyet: 2, 3,
4.
[34] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/11-13.
[35] [Ebû Ümâme: «Sudayy Îbni Aclân» dır.Benû Bahile
denilen kabileye mensubdur. Bu kabile araplar arasında son derece cimrilikle
meşhurdur. O derece cimri imişler ki, mezbelerden yemek artığı kemikleri
toplar.Tekrar kaynatarak yağ çıkarmağa çalışır larmış. Bu sebeble islâm
hukukunda riâyet edilen kefâet yâni erkeğin kadına yaraşır, denk bir eş olması
meselesinde şâir arap kabilelerine denk sayılmamışlardır. Hattâ arap şâiri
onları zem ederek şöyle demişdir :
«Köpeğe ey bâhiliyy
denilse, bu sülâlenin-alçaklığından köpek havlamağa başlar» Fakat mezkûr
kabileden Hz. Ümâme gibi zevat da yetişdiğine bakarak Müteahhirî-ni Fukaha o
hükmü kaldırmış ve Benî Bâhile kabilesini sair arap kabilelerine denk
tutmuştur.
Ebû Ümâme Hazretleri
evvelâ Mısır'da yaşamış sonra Humus'a göçmüş ve orada Hicrî «86» yılında vefat
etmişdir. Bazıları onun hakkında Şamada, vefat eden son sahabi'dir derler. Çok
hadîs rivayet eden zevattandır.]
[36] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/13-14.
[37] [Ebû Hatim: Muhammed b. îdris b. El-Münzir Râzî büyük
hadîs imamlarından biridir. «195» Hicrî yılında doğdu ve «277» Şâban'mda «82»
yaşında iken vefat etti. İmâm Nesâî onun hakkında: Sika'dır (güvenilir)
diyerek, hüsn-ü şehâdette bulunur.]
[38] [B e y h a k î : Horasan'ın allâme'si Ebû Bekir Ahmed
b. Hüseyin'dir. Meşhur hadîs ulemâsından ve Şafiî Fukahâsındandır. «384» de
Nisâbur'un Beyhak Köyü'nde doğmuş ve «485» de Nisâbur'da vefat ederek Beyhak'a
defn-edilmişdîr.
Beyhakî misli
görülmedik eserler yazmışdır. Eserlerinin bin cilde baliğ olduğu söylenir.
Zâhid, ehl-i takva bir zât idi. Hicaz'a ve Irak'a sefer etmiştir.]
[39] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/14-15.
[40] [Abdullah İbni Ömer: Hazreti Ömer b. Hattâb'm oğludur.
Küçük yaşta babası ile birlikte müslüman oldu. îlk iştirak ettiği gaza «Hendek»
dir. Sabi olduğu için Bedir Gazasında bulunamamış; Uhud Gazasına dahî yaşının
küçüklüğü sebebiyle Hazreti Peygamber tarafından iştirak ettirilmemiştir. -Sonraîarı
Mûte, Yemame ve Yermûk gazalarında, Mısır'ın Mekke'nin ve Afrika'nın fethinde
hazır bulunmuştur. Hazreti Peygamber (S.A.V.) e o derece muhabbet ve sadakatla
bağlı idi ki, onun nerede namaz kıldığını görse kendisi de orada namaz kılmadan
geçmezdi. Son derece dindar, kanaatkar, cömert ve halim selîm bir zât idi.
Mallarından hangisine nefsi meyi ederse onu derhâl tâsad-duk veya hibe eder;
köle ve cariyelerinden hangisini daha dindar görürse onu hemen âzad eylerdi.
Hilâfet Mes'elelerine asla karışmamışdır. İlimde bir hazîne idi. Ashâb-ı
Kiıâm'm fukahâsmdandir. Kur'an-ı Kerîm'in tefsirine de hakkıyla vâkıf idi.
Hadîs'de ise Fıkıh'dan daha ziyâde
muktedir idi. Ebû Hüreyre'den sonra Ashâb-ı Kiram arasında
en çok hadîs rivayet eden odur. Resûlüllah (S.A.V.)'den «2630» hadîs rivayet
etmişdir ki, bunların «170» i Buhâri ile Müslim'dedir. Bizzat Resûlüllah
(S.A.y.)'den ve Ebû Bekir, Ömer, Osman ,Ebû Zerr, Muâz, Ebû Hüreyre ve Âişe-i
Sıddîk'a Hazerâtı'ndan hadîsler rivayet etmiş; kendisinden de Ashâb ve Tâbiîn'den birçok zevat rivayette
bulunmuşlardır.
Hazreti Abdullah b.
Ömer «73» hicrî yılında «86» yaşında olduğu halde Mekke'de vefat etmiş ve
Mekke'deki Muhacirler Kabristanı'na defn olunmuştur.]
[41] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/15.
[42] [Hâkim: İbnü'l-Beyyi, lakabıyla anılan bu zât'ın ismi
Ebû Abdillah Mu-hammed b. Abdillah'dır. Nisâbur'un tanınmış fıkıh ve hadîs
imamlarmdandır. «321» de doğmuş ve «405» de vefat eylemiştir. îlim tahsili İçin
«20» yaşlarında iken Irak'a gitmiş sonra hacc etmiş; ve Horasan ile
Mâverâünnehir'de seyahatlerde bulunmuştur, tki bine yakın üstaddan hadîs
okumuş; kendisinden de Dâre Kutnî (306—383), Beyfaakî (384—iSS) ve Ebû Ya'lâ
(—307) gibi hadîs İmamları rivayetlerde bulunmuşlardır. Eserleri pek çoktur.
«1500» cüz'e baliğ olduğu söylenen eserlerinin çoğu Fıkıh ve Hadıs'e âiddir.
«El-MÜstedrek», «Târth-i Nisâbnr» bunlardandır.
[43] [îbni Hibban: Ebû Hatim Muhammed b. Hibb&n,
Şâfiîye Fukahâ-sı'ndan olup, mu'teber eserler yazmıg bir zattır. Hadîs'de hafız
olduğu gibi Tıb ve Kozmoğrafya gibi ilimlere de vâkıf idi. Mısırlı ve Horasanlı
pek çok âlimden ders almışdır... «El-Müsnedti's-Sahih» ve «Kitâbü'z-Zuafâ» nâm
eserler onundur. «354» tarihinde vefat etmiştir.]
[44] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/15.
[45] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/16.
[46] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/16-18.
[47] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/18.
[48] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/18.
[49] [İbni Abbas: Bahrü'l - Ümnıe ve Habru'l Ümme yani bu
ümmetin deryası, ümmetin en büyük âlimi unvanlarına bihakkın seza olan.
Abdullah b. Abbâs hasretleridir. Hicretten üç sene evvel doğmuştur. İlimdeki
şöhreti kendisini târifden müstağfi kılar. Tefsir'de
Sultan-iil-Müfessirîn'dir. Fahr-i Kâinat Efendimiz İbni Abbas (R.A.) hakkında
Hikmet, Fıkıh ve Tefsir için dua buyurmuştur. Bu Duâ-yı Nebevi berekâtıyla
İbni Abbas (R.A.) Hazretleri bu ümmetin e:ı büyük müfessiri olmuşdur. Hadîsde
de temayüz etmiş büyükler dendir. Hazreti Peygamber'den
«1660» hadîs-i rivayet etmiştir ki, bunlardan (120) tanesi Sahîh-i Buharî'de,
«49» u Sahîh-i Müslim'dedir. Âhir ömründe gözleri görmez olmuştu. «68» Hicrî
yılında, Tâif'de vefat etti.]
[50] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/18-19.
[51] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/19.
[52] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/19-20.
[53] Zahir : Hemen işitmekle manâsı, anlaşılan sözdür.
[54] Ta'lil : Bir
şey'in illetini, sebebini bulup çıkarmaktır.
[55] Taabbüdî : Kulluk icâbı yapmak. Niçin olduğunu sormadan
yapmak.
[56] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/20-22.
[57] [Ebu Katâde: Fahr-i Kâinat Efendİmiz'in süvarisi
El-Hârİs b. Etbdir Ensardan olup Uhud ile ondan sonraki gazalara iştirak
etmiştir. Vefatı ihtilaflıdır. «54» Hicrî tarihinde «70» yaşında olduğu halde
Medîne-i Munev-vere'de vefat etti diyenler olduğu g^bi; Hazreti Ali (Kerremallahu
vecheh) ile beraber onun yaptığı. bütün harplere iştirak etmiş ve Kûfe'de vefat
etmıg, cenazesini Hazreti Ali' küdirmış diyenler de vardır.]
[58] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/22.
[59] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/22-23.
[60] [Enes b. Mâlik b Nadîri'l - Ensârî - Hazreci'nin
künyesi Ebû Hamza'dir. Medine'ye hicret ettiği vakit henüz dokuz on yaşlarında
idi Annesi Ümm-ti Süleym tarafından Hazreti Peygamber (S.A.V.) in hizmetine
tayin edildi. Ve on sene bu şerefli hizmeti ifâ etti. Hazreti Peygamber
(S.A.V.) Enes b. Mâlik için:
«Ya Rabbî malına,
çocuklarına bereket ver; ömrünü uzat, günahını afv eyle.»
diye dûa etmişdi.
Filhakika bu Duayı Peygamberi berekâtiyle Hazreti Enes'in pek çok evlâdı olmuş;
malında feyz ve bereket görünmüş; kendisi bh" rivayette «99» diğer
rivayette «103» sene yaşamıştır. Vefatı «93» tarihindedir. Basra'da vefat eden
en son sahabî Hazreti Enes'dir. Çok hadîs rivayet eden sahabedendir. Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.) den «2186» hadis-i şerif rivayet etmişdir ki; bunların «83» ü
sahîh-İ Buharî'de «91» i sahîh-i Müslimdedir.]
[61] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/24.
[62] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/24-26.
[63] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/26.
[64] A'raf Sûresi; âyet: 157.
[65] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/26-27.
[66] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/28.
[67] Yani, sebeb bulunmazsa hükümde bulunmaz.
[68] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/28-29.
[69] Ebû Vâkıd
Leysî: el-Haris b. Avf'dir. Maamafih ismi ihtilaflıdır.Bedir Gazasına iştirak
ettiği rivayet
olunur.Mekke'nin fethinde müsliiman
olmuştur diyenler de vardır. «65» yılında veya «68» de Mekke-i Mü-kerreme'de «75» yaşında vefat etmişdir.
[70] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/30.
[71] Bak: Hadîs-i Hasen. «Hadîs istilâhları» kitabın başına
shf: Z.
[72] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/30-31.
[73] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/31.
[74] [Huzeyfe b. el-Yemân- il-Absî: Künyesi Ebû
Abdillah'dır. Babasıyla Medîne-i Münevvere'ye gelmiş ve Muhacir mi yoksa Ensârî
mi olmak istediği hususunda muhayyer bırakılmış o da Ensâr'dan sayılmasını
tercih ey-Iemişdi. Gerek kendisi, gerekse pederi TJhud Gazâsı'na iştirak eden
Ashâb-ı Güzin'dendir. Hazreti Peygamber (S.A.V.) münafıkları yalnız bu zata
bildirmiş ve kendisini bu hususda sırdaş edinmişti. Hazreti Ömer (K. A.)
Halifeliği zamanında memurları arasında münafık olup olmadığını Hazreti
Huzeyfe'ye sormuş «var» cevabını almışdı. Fakat bütün ısrarlarına rağmen
bunların kim olduklarını söylememişdi. Hazreti Huzeyfe İran Fütuhatında hazır
bulunmuş. Nuseybin valiliğine tâyin olunmuşdu. Son derece kanaatkar ve emin
idi. Medine'ye avdetinde Hazreti Ömer kendisini hiç değişmemiş fakir
kıyafetiyle görünce boynuna sarılmış ve: «Sen benim kardeşimsin ben de senin»
demişdi. Hazreti Huzeyfe'den Sahâbî ve Tabiîn'den olmak üzere bir çok zevat
Hadîs-i Şerif rivayet etmişlerdir.
«85» veya «86» hicrî
tarihinde Hazreti Osman'ın şehâdetinden kırk gün sonra Medain'de vefat
etmiştir.]
[75] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/31-32.
[76] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/32.
[77] [Ümmü
Seleme: Ümnıü'l - Mü'minîn Hind
binti Ebî Ümeyyedir. Ebû Seleme b. abdi'l-Esed'in zevcesi idi. Zevci ile beraber
Habeşistan'a hicret ettiler. Oradan dönüşte zevci vefat etti. Ve kendisi
hicretin dördüncü yılında Medine'de Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ile evlendi. Vefatı
ihtilaflıdır. «59» diyenler olduğu gibi «62» yılında idi diyenler de vardır.
Vefatında «84» yaşlarında idiler. Bakî denilen meşhur kabristana sair ezvacı
tahirât'ın yanına defn edildi.]
[78] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/33.
[79] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/33-34.
[80] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/34.
[81] Yani kıllı tarafında kılınır da, çıplak tarafında kılınmaz.
[82] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/34-37.
[83] Selme b.
el-Muhabbik: Basralılar'dan sayılan sahabî-i celildir. Kendisinden
oğlu Sinan rivayet etmişdir.
Sinan dahi Sahabî'dir.
[84] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/37.
[85] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/37-38.
[86] Meymûne radıyallahu anha: Ummü'l-Mii'minin Meymûne
binti'l-Hâris Hilâli'ye'dir. Eskiden adı «Bürre» idi. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
kendilerine Meymûne ismini verdiler. İbni Abbas Hazretleri'nin teyzesidir.
Hazreti Fahr-I Kâinat Efendimizle
evlenmesi yedinci Hicrî yılında
Umretü'I-Kaza esnasında ihramlı
iken olmuşdur. Ve Hazreti Peygamber (S.A.V.)
bundan sonra hiç bir kadın ile evlenmemiştir. Vefat tarihi ihtilaflıdır.
«61» «51» «66» yıllarında idi diyenler olduğu gibi daha başka tarih gösterenler
de olmu§dur. Hazreti Meymûne Resûi-ü Ekrem'den «76» hadîs-i şerif rivayet
etmişdir.
[87] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/38.
[88] Şess ve Karaz:
Birer nebat ismidir.
[89] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/38-39.
[90] Ebû Sa'lebe eî-Hnşen! (R.A.) : tsmi GürhUm b.
Nâşib'dir. Bîat-ı Rıdvan'da Hazreti Peygamber'e bîat edenlerdendir. Hayber
Vak'ası'nda Haz^ reti Peygamber kendisine hisse ayirmıg ve onu kavmine
göndermişdi. Kavmi Müslümanlığı kabul ettiler. Ebû Sa'lebe Şam'a yerleşti ve
orada «75» de vefat etti.
[91] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 1/39.
[92] Maide Sûresi; âyet: 5.
[93] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/39-41.
[94] İmran b. Husayn (B. A.) : Ebû Nüceydi'I-Huzâİ'dir.
Hayber'in fethedlldiği sene müslüman olmugtu. Ashâb-ı Kirârn'ın
fâzıllanndandır. Hazreti Ömer tarafından Din Hocası olarak Basra'ya
gönderilmişti. Abdullah b. Amir tarafından Basra Kadılığına da tayin edilmiş,
fakat bir müddet sonra tatifâ etmişti. «53» tarihinde arada vefat eyledi.
Kendisinden Hasan-ı Basrt ve İbn-i Slrîn Hazerâtı hadîs rivayet etmişlerdir.
[95] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/41.
[96] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/41-42.
[97] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/42.
[98] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/42.
[99] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/43.
[100] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/43-44.
[101] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/44.
[102] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/44-46.
[103] Amr b. Harice (R. A.) : Şam'Iılardan sayılan bir
sahabî-î Celildir. Ebû SÜfyan b. Harb'in dostu idi. Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in hutbede
yani «Şüphesiz ki Allah her sahibine hakkım vermişdir. Binâenaleyh hiç
bir mirasçıya vasiyet olamaz» buyurduğunu İşiden Sahabî bu zâttır. Bundan da
Abdurrahman b. Ganem rivayet etmişdir.
[104] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/46.
[105] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/46.
[106] Aişe-i
Siddîka (R. Anha) : Ümmülmü'minîn Aişe bint-i
EbS Bekir'dir. Annesi tmra-ü
Rûmân Bint-i Âmir'dir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendilerini Peygamberliğinin
onuncu yılında Mekke'de nikâh etmişlerdi .O zaman henüz alt; yaşında idiler. Uç
sene sonra Medine-i Münevvere'de zifaf olmuşlardır. Zifaflarında dokuz
yaşlarında idiler. (1) Resû!-ü Ekrem (S.A.V.)'İn vefatında «18» yağında idiler.
Hazreti Fahr-i Kainat Efendimiz bakire olarak yalnız Hazreti Âişe'yİ almışdır.
Hazreti Aişe validemiz son derece zeki, afife ve ehl-i takva idi. Ashâb-ı
Kirâm'm en mümtaz fakîhlerinden, Arablarm vukuat ve eyyamını ve keza gürlerini
en iyi bilenlerdendir. Bu cihetie Resül-ii Ekrem'in İrtihâlinden sonra Ashâb-ı
Kiram kendilerine müracaat İle mügkilâtmı hallederlerdi. Resûl-ü Ekrem'den
binden ziyâde hadîs-İ şerîf rivayet etmiştir. Hadîs ve Tefsir kitaplarında
mufassalan beyân olunduğu vecihle hakkında bir iftira hâdisesi vuku' bulmuştu.
Buna «ÎFK» hâdisesi denilir ki, berâeti babında Nur Sûresinde (2) on tane âyet
nazil olmuşdur. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) onun evinde vefat etmiş ve onun evine
defnedilmiştir. Hazreti Âişe (B. Anha) «65» yaşlarında iken hicretin «57» nci
yılı Ramazan'mda Medine-i Münevvere'de vefat etmiş ve cenazesini Hazreti Ebû
Hüreyrc kıldırmışdır. Medine'nin meşhur kabristanı Bakî'de medfundur.
[107] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/46.
[108] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/46-49.
[109] Ebû's-Semhi lyâd: Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'in hizmetçisidir.Bir
hadîs rivayet etmiştir.
[110] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/49.
[111] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/49-50.
[112] Esma Bint-Ebî Bekir (R. Anhüma) : Hazreti Ebû Bekir
(R.A.)'ın kızı Cennetle müjdelenen on zâttan Hazreti Zübeyir'in zevcesi ve
Abdullah b. Zübeyir'in annesidir. Hazreti Âişe'den on yaş büyüktür. Mekke'de
Müslüman olanların on yedincisidir. Hazreti Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve
oğlunun şehadetinden bir aya yakın bir zaman sonra Mekke'de hicrî «73»
senesinde vefat etmişdir. (1) Vefatında henüz bir dişi bile düşmemiş, aklına
asla halel gelmemişdi, yalnız âhir ömründe gözleri görmez olmuştu.
[113] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/51.
[114] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/51-52.
[115] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/52.
[116] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/52.
[117] Sûre-i Mâide;
âyet: «6».
[118] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/53-55.
[119] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/55.
[120] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/55-57.
[121] Humrân b. Ebân (R. A.) : Hazreti Osman Zinnûreynin
azadlı köle-sidlr. Hazreti Osman'a onu Halid b. Veaİd bir gazadan esir olarak
göndermigti. Osman (K. A.) kendisini azâd eyledi.
[122] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/57-58.
[123] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/58-60.
[124] Hz. Ali (R.A.): Emîrü'l-Mü'minin Ebu'l-Hasen Ali bin
Ebî Tâlib, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in amcası oğludur.. Ekser akvale göre erkeklerden
ilk müslüman olan zâttır. Hicretten «23» sene evvel Mekke'de doğmuştur. Müslüman
olduğu zaman henüz çocuk İdi. Kaç yaşında olduğu ihtilaflıdır. Fakat «18»
yağında bulunduğunu iddia eden yokdur. îhtilâf ancak yedi İle on yaşları
arasındadır .Tebük'den maada bütün gazalara İştirak etmişdir. Tebttk se-ferinGe
ise Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisini Medine'de halîfe bırakmış ve «Bana Musa'ya
karşı Harun mesabesinde olmağa razı değil misin?» buyurmuşlardı. Hazreti
Osman'ın şehid edildiği gün halife seçilmiş; Hicretin «40» inci yılı
Ramazan'ında cum'a günü İbni Mülcem tarafından yaralanmış; üç gün sonra o
yaradan vefat etmişdir.
Halifeliği müddeti dört yıl yedi aydır. Hazreti Ali (R. A.) son derece
cömert, cesur ve talâkat sahibi idi. Hakkında bir çok eserler yazılmıştır.
[125] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/60.
[126] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/60-61.
[127] Abdullah b. Zeyd b. Âsımel - Ensârt (R. A.) :
Mtiseylemetü'l-Kezzâb adındaki yalancıyı öldüren zâtdır. Uhud Gazasına İgtirâk
etmişdir. «68» de §ehid edilmişdir. Bu Abdullah, ezan bahsinde gelecek Abdullah
b. Zeyd b. Abdi Babbih değildir. Hadîs
imamlarından Sttfyan b. Uyeyne
(107-198) bunları karışdırmışdır.
[128] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/61.
[129] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/61-62.
[130] Abdullah b. Amr (R. Ahümâ) : Ebu Abdirrahman yahud Ebu
Mu-hammed Abdullah b. Amr b. Âs'dır. Kureyş Kabilesine mensub olup nesebi
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ile Ka'b b. Lüey'de birleşir. Hazreti Abdullah babasından
biraz önce müslüman olmuşdur. Babası kendisinden «13» yaş büyüktür. Hazretî
Abdullah ibâdeti sever, âlim ve hafız bir zât idi. Vefat tarihi ve yeri
ihtilaflıdır. «GS» de diyenler olduğu gibi «73» de hattâ daha başka bir tarihde
diyenler de vardır. Yeri hususunda da Mekke'de, Tâif'de, Mısır'da ve başka hir yerde diyenler olmuştur.
[131] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/62.
[132] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/62-63.
[133] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/63.
[134] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/63-64.
[135] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/64.
[136] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/64-65.
[137] Lekiyt b. Sabire (R.A.): Ebû Kezîn b. Amir'dir.
Tâbililer'den mâdud meşhur bir Sahabî-i celîldir.
[138] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/65.
[139] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/65-66.
[140] Osman (R.A.) : Eba AbdllIAb Osman b. Affân'el r-
Emeviy'el -Ku-reyşî'dir. Hulefft-i Raşfdfn denilen dört halifenin üçüncüsü ve
Cennetîe müjdelenen on zâtın da birisidir, iki def'a Habeşistan'a hicret
etmiştir. Hazret! Fahri Kainat (S.A.V.) Efendimizin iki kızıyla evlenmiştir.
Evvelâ Hazreti Rokıyye İle evlenmiş; onun vefatından sonra Ümmü Gülsüm'ü
aimışdır. O da vefat edince Hazreti.Peygamber (S.A.V.) kendisine: «(JçünCÜ bİT
kızımız daha olsa onu da sana verirdik»; ^yurarak taits ve teveccühlerini
izhar etmiglerdir. Hicretin «24» üncü yılı muharrem'lnde halîfe seçildi. «35»
inci ylbnda Kur'an-t Kerîm okurken şehid edildi. Medine'nin EL Bâfcİ denilen
mejhur kabristanında medifûndur. Vefatında «82» yağında idi.
[141] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/66-67.
[142] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/67.
[143] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/67.
[144] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/67-69.
[145] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/69.
[146] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/69-70.
[147] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/70.
[148] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/70-71.
[149] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/71-72.
[150] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/72.
[151] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/72.
[152] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/72-73.
[153] Muğîre b. Şu'be (B.A.): Ebü Abdillah veya Ebû lysa
künyesini ta-Sir. Hendek Gazasının vuku' bulduğu sene müslüman olmuşdur. îlk
igtirâk ettiği gaza Hudeyblye'dir. Kûfe'de vali bulunduğu sırada Hicretin «50»
inci yi-lında vefat etti. Hazreti Muğîre Arab'ın dabîlerindendir. Yemâme
Vak'asında ve Şam Fütuhatında hazır bulunmuş, Yermük Muharebesinde bir gözü
çıkmış-dı. İslam'da ilk divan kuran zftt'dir. Kendisinden bazı hadîsler rivayet
olunmuştur.
[154] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/73.
[155] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/73.
[156] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/74.
[157] Sûre-i Mâide; ayet: «6».
[158] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/74-75.
[159] Câbir (R. A.): Ebû Abdillah Câbir b. Abdillah b. Amr
6. Haram En-sârî Selemi, Ashab-ı Kirâm'ın meşhurlarındandır. Bedir Gazasına
iştirak etmişdir. O gün gazilere su taşıyordu. Ondan sonra Peygamber (S.A.V.)
ile birlikte «18» gazaya iştirak etmişdir. Sıffiyn'de Hazreti AH tarafında
bulunuyordu. Hazret! Câbir çok hadîs rivayet eden hafızlardandır. Hazreti
Peygamber (S.A-V.)'den «1640» hadîs rivayet etmişdir. Âhir Çmründe gözleri
görmez ol-muşdu. «94» yaşında olduğu halde «94» veya «97» Hicrî yılında
Medîne-i Mü-nevvere'de vefat etdi. Medine'de vefat eden son sahâbîdir.
[160] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/75.
[161] Dare Kutnî: Büyük hadîs İmamlarından olup, hıfz ve
itkan'da eşsizdir, îsnii, Ebû'-]. Hüseyin Ali b. Ömer b. Ahmed'el -
Bağdadîdir. «806» yılında doğmuş «385» de vefat etmigdir. Bir çok büyük
zevattan ders almış; Hadîs îlmi'nde yükselerek asrının biricik İmâmı olmuşdur.
Jlm-i Kıraat ve Na-hiv'de de imamdır. Eserleri çokdur. tlel ve Esbabı; Esmâ-i
Ricali ve sâireyi ge-rekdigi gibi bilirdi.
[162] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/75-76.
[163] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 1/76.
[164] Hanbelîler'in «NeylÜM - Metâlib» adlı Fıkıh Kitabında
«Besmele, hatırlayana vâcib, unutandan sakıtdır. Abdest esnasında hatırlarsa
yeniden alır»; deniliyor.
Bak : Kitabu Neyl-ül Mearib bl Şerhi delil - ût Talib £R. î. Shf. 10.
Bulak Baskısı. 1288.
[165] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/76-78.
[166] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/78.
[167] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/78-79.
[168] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/79.
[169] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/79.
[170] Said b. Zeyd (B.A.) : Aşero-i Mübeşşere denilep ye
Cennetle müjdelenen on bahtiyardan birisidir. Künyesi «Ebû AVer» ve «Ebü Sevr»
dir. Hazreti Ömer'in eniştesi idi. Zevcesiyle beraber Habeş'e hicret
etmişlerdi. Bedir'den maada bütün gazalarda bulunmuşdur. Duâsi müstecâb olduğu
meşhurdur. «50» veya «51» Hicrî yılında «70» yaşını geçkin olduğu halde Medine
civarında vefat etmişdir.
[171] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/79-80.
[172] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/80.
[173] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/80.
[174] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/80-81.
[175] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/81-82.
[176] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/82.
[177] Ömer radıyallahü
anh: Ebu Hafs
ömerü'bnü'I-Hattâb-el Kureşî'dir.
Ashab-ı Kirâm'm en büyüklerinden ve Cennetle müjdelenen on zâtdan
biridir: Nesebi Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ile «Kâ'b bin Lüey» de birleşir.
ResûlÜIlah'a Peygamberlik geldikten altı sene ve bir rivayette beş sene sonra
müslüman olmuşdur. Erkeklerden müslüman olanların bir rivayette kırkıncısı,
diğer bir rivayette «45» incisidir. îslâmıyeti kabul etmezden evvel
müslümanlarm amansız bir -düşmanı idi. Müslüman olduktan sonra gösterdiği
hakkaniyet ,adâlet ve gayretleri ise her tasvir ve tasavvurun üstündedir.
Bundan dolayı Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisine «Faruk» lâkabını vermişlerdi.
Uhad, Bedir, Hendek, Mekke ( Huneyn ve şâir bir çok gazalarda ve Rıdvan
Btatında hazır bulunmuş-dur. Resûlüllah (S.A.V.)'in ikinci halîfesidir.
«Emîrü'l - Mü'minîn» lâkabı ilk defe kendilerine ıtlak olunmuşdur.. Hilâfeti
zamanındaki fütuhat akıllara durgunluk verecek derecededir. On buçuk sene
devam eden hilâfeti zamanında Şam, Filistin. Irak, Cezire, .İran, Mısır, Berka,
Trablusgarb fetholunmuş ve böylelikle, pek büyük ^.ir islâm Devleti meydana
gelmigdir. Küfe ve Basra ge-hirleri onun zamanında kurulmuşdur. «23» üncü Hicrî
yılında sabah namazına giderken Mugire b. ŞuTîc Hazretlerinin kölesi Ebû LÜİtt'
Fîrûz tarafından yaralanmış; bir gün sonra vefat ederek; Ravza-i Mutahhare'de
Hazreti Ebu Bekir (BÎA.)'ın yanına defnolunmuşdur. Son derece âdil, âbid»
zâhid, merhametli mütevâzî idiler. Fakirliği ile İftihar ederlerdi. Kudüs'e
girerken deveye' nöbet i'îabı kölesini bindirerek kendisinin yaya yürümesi
dillere destan olmuşdur. Hakkında bir çok hıd's-i gerîfler vardır. Hicretin
«3S» üncü yılında «63» yağında vefat etti. İbni Hazm {384—456)'m beyânına göre
MÜsned olarak rivayet etdiği hadîslerin sayısı «573» olup, bunların çoğu
tmam-ı Ahmed'İn (164— 344) Müsned'indedir. Hadîs hususunda son derece ihtiyat
gösterirlerdi.
[178] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/82-83.
[179] Sûre-i Bakare;
âyet: «222».
[180] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/82-85.
[181] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/85-86.
[182] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/86.
[183] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/86-88.
[184] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/88.
[185] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/88-90.
[186] Safvân b. Assâl (R.A.): Kflfe'de sakin olan Ashâb-ı
Kirâm'dandır. Resûlüllah (S.A.V.) ile on iki gazada beraber bulunmuşdur.
Kendisinden Abdullah b. Mes'ûd rivayet etmişdir.
[187] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/90.
[188] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/90.
[189] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/91.
[190] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/91.
[191] Sevban (R. A.) : Ebû Abdillah yâhud Ebû Abdirrahman b.
Büdüd b. Cahder'dir. îbni Abdi'l - Berr (368—İ63)'e göre künyesinin Ebû
Abdillah olması esahh'dır. Hazreti Sevbân bazılarına göre Mekke ile Medine
arasında bulunan «Serat» lıdır. Bazıları «Hımyer» li olduğunu söylerler. Esir
edilmiş ve Kesûlüllah (S.A.V.) kendisini satın alarak azâd eylemişdir. Hazreti
Sevbân Besûlü Ekrem'in vefatına kadar hazarda olsun seferde olsun ondan
ayrilma-mışdır. Sonraları Şam'a gitmiş, oradan Mısır'a ve Humus'a göçmüş,
nihayet Humus'da «54» tarihinde vefat etmişdir. Mısır'ın fethinde bulunmuşdur.
Kendisinden bir çok hadîsler rivayet olunmuşdur.
[192] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/91.
[193] Müdrec için bak, kitabın başındaki hadîs İstılahları
«Bölümü Shf. Z»
[194] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/92.
[195] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/92.
[196] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/92-93.
[197] Ebu Bekre (R. A.) : Nüfey* b. Mesruh veya Nüfey' b.
El-Hâris'dir. «Ben Resûlüllah (S.A.V.)'İn mevlâsıyım» der; nesebini beyandan
çekinir idi. Resul- üEkrem (S.A.V.) Tâif Kalesl'nl muhasara ettiği zaman
Hazreti Ebu Bekre Tâif kölelerinden müteşekkil bir cemaatla kaleden inmiş ve
müslüman olmuşdu. Resûlüllah (S.A.V.) kendisini âzâd buyurdular. Ashâb-ı
Kirâm'ın bü-yüklerindendir, Ibni Abdilberr (868—46S) onun hakkında: «Nadr b.
Ubâde gibi İdi» der. Ebu Bekre Hazretleri «51» veya «52» tarihinde Basra'da
vefat etmişdir. Vefatında oğulları Basra'da ilim ve rütbe itibarimle, eşrâfdan
sayılıyor idi. Sülâlesi kalabalıktır. Bir hayli hadîs rivayet etmişdir.
[198] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/93.
[199] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/93.
[200] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/94.
[201] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/94.
[202] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/95.
[203] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/95.
[204] Takrir-i Resul: Ashabını bir şey yaparken görüp bir
şey dememeleridir.
[205] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/95-98.
[206] Fatma Binti
Ebî Hobsyş: Abdullah b. Cahş'ın
zevcesidir. Kureyş kabilcsindedîr.
[207] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/98.
[208] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/98-100.
[209] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/100.
[210] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/100-102.
[211] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/102.
[212] Sûre-i Mâide;
Âyet: «6».
[213] Süre-i Mâide; Âyet: «6».
[214] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/102-104.
[215] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/104.
[216] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/104-105.
[217] Talk b. Ali: El - Yemâmî el-Hanefi: Bunun hakkında
Ibnü Abdil-berr (S6&—463) : «Yemâmelidir, der. Kavmi tarafından Hazreti Peygamber'e
gönderilmişti. Kavminin yanına müslüman olarak döndü ve bir cami yaptırarak
kavmini İslama getirdi. Bir de AU b. Talk vardır ki, bu zât hakkında İbni
Ab-dilberr : «Zannederim Talk b. Ali'nin babası olacaktır» diyor. İmam-ı Buharî
(194—256) ile İmam-ı Ahmed (164—241) ise ikisinin bir zât olduğuna meylediyorlar.
[218] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/105.
[219] îbnü'l Medinî : Ali b. Abdillah, El-Medinî'dir. Zehebi
(673—748) onıyı hakkında şöyle diyor: «O, zamanının hafızı, bu ilmin İmamı
Ebû'I Hasan Ali b. AbdİIlah'dır. Birçok tasnifâti vardır. «161» de doğmuştur.
Buharî (194— 256) ile Ebü Dâvud (202—275) onun talebesidirler. «İbni Mehdi de:
«Ali b. El-Medînî, ResûlüHah (S.A.V.)'üı hadîsi hususunda nâsın en âlimidir.»
der. Nesâî (215—303) «Sanki Ali bin EI-Medinî bu iş için yaratılmıştır»
demektedir. Muhyiddin Nevevî (631—676)'ye göre îbnü'l Medînî'nin yüz kadar
eseri vardır.
[220] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/106.
[221] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/106.
[222] İhticac etmek; Delil getirmek, delil olarak kullanmak.
[223] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/106-108.
[224] Bina etmek; Namazda iken burun kanaması gibi bir
özürle abdestî bozulanın ,en yakın yerde abdest alarak. Namazını bıraktığı
yerden tamamlamaşıdır.
[225] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/108.
[226] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/108-109.
[227] Câbir h, Semura (K. A.): Ebû Abdillah ve Ebû Halid
Câbir b. Semüfa el-Amiri'dir. Kûfe'ye yerleşmiş, orada «74» ve bir rivayete
göre de «66» tarihinde vefat etmiştir. Kendisinden bir hayli hadîs
nakledilmiştir.
[228] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/110.
[229] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/110-111.
[230] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/111.
[231] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/111-112.
[232] Abdullah b. Ebi Bekir (K. A.) : Ebû Bekir'is-Sıddîk
(K. A.)'m oğludur. Esma* binti Ebi Bekir'le anneleri birdir. ilk müslümanlard
andır. Hazreti Peygamber (S.A.V.) ile feth-V Mekke, Htıneyn ve fTaif
gazalarında V-eraber bulunmuş, ve Taif'de yaralanmıştı. Birkaç sene sonra
tekrar azan bu yaradın on birinci hicri yılında vefat etmiştir. Resûl-ti Ekrem
(S.A.V.) ile Siddîk-i ve kiiffardan haber getiren bu zâttır. Hazreti Peygamber
(S.A.V.) için yedi altına satın aldığı kefenlik sonradan Resûliillah (S.A.V.)
için münasip görülmeyince, onu kendisine ;birakmış ise de vefatına yakın:
«Bunda hayır olsa, Resûliillah
(S.A.V.) kefenlenirdi» diyerek
bundan kendisine kefen yapmamalarını vasiyet etmiştir.
[233] Amr b. Haznı
(R.A.): Hazreçî, Neccâri'dir.
Künyesi Ebûd-Dahhâk'dir. İlk iştirak ettiği gaza Hendek'tir. Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.) kendisini henüz onyedi yaşında iken Necran'a Fıkıh ve Kur'an-ı
Kerîm hocası ve zekât tahsildarı olarak göndermiş, ona bir de name yazarak
farzları, sünnetleri, zekâtları ve diyetleri açıklamıştı. Hazreti Ömer'in
halifeliği devrinde Medine'de
vefat etmiştir.
[234] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/112-113.
[235] Sûre-i Vakıa; âyet: «79».
[236] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/113-114.
[237] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/114.
[238] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/114.
[239] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/115.
[240] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/115.
[241] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/115-116.
[242] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/116.
[243] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/116-117.
[244] Bezzar : Hafız Ebü Bekir Ahmed b. Âmr b. Abdilhâlik
Basrî'dir. «E-l Müsnedü'l Kebir» sahibidir. Taberânl ve sâireden ders
okumuştur. Dâre Kutnî (306—385) dahi ocu meth-ü senada bulunmuştur. Doğum ve
ölüm tarihlerini Zehebî zikretmemiştir.
[245] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/117-118.
[246] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/118.
[247] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/118.
[248] Şimdiki helaların kolaylık oluyor bahanesiyle içeride
burnumuzun dibinde oluğuna ne denir bilmem...?
[249] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/118-119.
[250] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/120.
[251] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/120.
[252] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/120-121.
[253] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/121-122.
[254] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/122.
[255] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/122-123.
[256] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/123.
[257] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/123-124.
[258] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/124.
[259] Dikkat bu Meallerin metninin kligesi yukarıda geçti.
Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları,
Sönmez Yayınları: 1/124.
[260] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/124-125.
[261] Taberânî : Zehebî (—748) diyor ki: Taberânî, imam,
hüccet Ebû'l-Kasim Süleyman b. Ahmed, dünya'nm mesnedi'dir. «260» tarihinde
doğmuş 73 de hadîs okumağa başlamış ve bu uğurda Medâin, Şam, Mekke, Medine, Yemen,
Mısır, Bağdat, Küfe, Basra, İsfehan, El-Cezîre ve şâir yerleri dolaşmışdır.
Kendisinden binden ziyâde kimse rivayet etmişdir. Bu alanın büyüklerinden idi.
Sadık ve emin idi. Hadîs imamları kendisini medhu sena etmişlerdir.
[262] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/125.
[263] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/125-126.
[264] İbnü's-Seken:
Hafız, hüccet Ebû Ali Said
b. Osman b.
Said'dir. «294» de doğmuş ve «353» de vefat etmişdir. Hadîs ilmine merak
etmiş. Hadîsleri toplamış; te'lif
etmiş ve meşhur olmugdu. Kendisinden hadîs İmamları biîe rivayet etmişlerdir.
[265] İbnü'l - Kattan: Hafız Ebû'l-Hasan Ali
b. MııhannrJed b.
Abdül-Melik'dir. Hadîs meslekinde nâsm en basiretlisi, hadîs ricalini en
iyi bilen ve rivayete en ziyâde dikkat edenlerdendir. Eserleri içinde «Kitabu'l - Vehm ve'l-İham» ı
hıfzının ve anlayış kudretinin derecesini göstermeğe kâfidir. Hadîsi ders
olarak, okutmuşdur. «628» de vefat
etmişdir.
[266] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/126-127.
[267] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/127.
[268] Bu gün artık çeşitli hastalıkların mikropları keşf
edildiğine göre su içerken kab'ın İçine solumakdan ne irin men edildiği dah£
iyi anlaşılır zannederim.
[269] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/127-128.
[270] Selman
(B.A.): Ebû Abdillah
Sebnan-ı Hârisi'dir. Kendisine
Sel-manü'l - Hayr da denilir. Besûl-Ü Ekrem (S.A.V.)'in âzadhsıdır. Aslı
Acem'dir. Vaktiyle Mecûsî imiş. Bir din aramak için memleketinden çıkmış ve
Hıristiyan, olmuşdu. Bilâhere Resûl-Ü Ekrem (S.A.V.)'e gelerek îman etti. Ve
Ehl-i islâm1- .
in başı oldu. Hakkında
ResûlÜHah (S.A.V.) :
«Selman bizden Ehl-i Beytdendir» buyurdular.Hazretı kendisini Medâin'e
vali göndermişdi. Çok yaşayanlardandır. Kendi kazancıyla geçinir ve çok sadaka
verirdi. Medine'de bir rivayette 32 diğer bir rivayette «50» tarihinde vefat
etmlgdir. Hendek Harbinde Medine'ni^ etrafına hendek kazmayı tavsiye eden bu
zattır.
[271] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/128.
[272] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/128-131.
[273] Ebû Eyyub-i Ensarî : Hâüd b. Zeyd b. Kiileyb'dir.
Ashab-ı KiTâm'm büyüklerinden olup ResûlMlah (S.A.V.) Medine'ye hicret ettiği
zaman ilk defa kendilerine misafir olmuşlardı. Bedir, Uhud, Hendek ve şâir
gazalarda Resülüllah (S.A.V.) ile beraber bulunmuşdur. Kendilerinden «15» hadîs
rivayet olunmuşdur. Yezid b. Muaviye kumandasındaki İslâm ordusuyla İstanbul'un
muhasarasına iştirak ettiği sırada İstanbul Surları dışında Hicretin 50 inci
yılında vefat etmiş ve vasiyetleri üzerine oraya defnolunmugdur.
[274] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/132.
[275] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/132.
[276] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/132.
[277] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/132-133.
[278] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/133-134.
[279] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/134-135.
[280] îbni Mesûd (R.A.):', Abdullah b. Mes'ûd'dur. Zehebî
şöyle diyor: «O tmam-ı Rabbani Ebu Abdurrahman Abdullah b. Ümmü'l -
Hiizeli'dir. Resûlüllah (S.A.V.)'in sahib ve hizmetkârıdır. îlk müslümanladan
biri olup, Bedir gazasına iştirak edenlerin büyüklerinden ve fukahânm da en
güzîdelerindendir. Eskiden müslüman olmuş ve ResûlüÜah (S.A.V.)'den yetmiş sûre
ezberlemişti. Resûlüllah (S.A.V.):
Onun hakkında:
«Kim Kur'anı indirildiği gibi taptaze
okumak isterse, onu İbni Ümmi
Abdin kıraeti üzere okusun» buyumuşlardır.
Tabiin hadîs rivayet etmişlerdir. Ebu Hüreyre, îbni Ömer, ve îbni Abbas
bunlar arasındadır. «60» yaşlarında
kadar iken Medine'de «82»
tarihinde vefat etti.
[281] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/135.
[282] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/135-136.
[283] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/136.
[284] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/136-137.
[285] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/137-138.
[286] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/138.
[287] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/138.
[288] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/138.
[289] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/138.
[290] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/138-139.
[291] Sürâka: Ebu Süfyan Sürâka b. Mâlik b. Cu'şum'dur. Hz.
Peygamber (S.A.V.) Medîne-i Münevvere'ye hicret yolunda iken geriden atla
yetişen bu zâttır ki, kıssası meşhurdur. Peygamber (S.A.V.)'e yetişmiş iken bir
mucize olarak atının üç defa kuma batması Besûlüllah'm ayağına düşerek yalvarmasına
sebeb olmugdu. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de kavmini takibden vazgeçirerek geri
dönmek şartiyle kendisine dua etmiş ve bir de nâme yazmıştı. Sonra Mekke'nin
fethi esnasında Hz. Sürâka bu nâme elinde olduğu halde Resûlüllah (S.A.V.)'e
gelerek müslüman olmuştur. Sürâka'nm şiir kabiliyeti de var idi. Resûlüllah
(S.A.V.)'i takipten vazgeçerek Ebu Cehl'in yanma döndüğü vakit ona hitaben şu
beyitleri söylemiştir:
«Ey Ebu Hakem vallahi
ayaklan kuma saplandığı zaman atımın halini bir görse idin; bilir de hiç şüphe
etmezdin ki: Muhammed mûrizeü bir Peygamberdir. O halde ona kim mukavemet
edebilir?» (Ebu Hakem: Ebu Cehl'in künyesi İdi.)
Hazreti Sürâka «24»
tarihinde Hazreti Osman <R. A.) devrinin başında vefat etti.
[292] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/139-140.
[293] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/140.
[294] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/140.
[295] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/140-141.
[296] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/141.
[297] Sûre-i Tevbe; âyet: «108».
[298] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/141-142.
[299] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/142.
[300] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/142.
[301] [«11» ve «12»]
ileride gelecek 128/102 ve yine 128/102 hadîsleridir.
[302] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/142-144.
[303] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/144.
[304] Sûre-i Mâide; âyet: «6».
[305] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/144-146.
[306] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/146.
[307] Fethül Kadîr Cilt. 1. Sahf. 42 Gusül bâb.(Bulak tabı
sene 1315 H.).
[308] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/146-147.
[309] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/147.
[310] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/147-148.
[311] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/148.
[312] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/148-149.
[313] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/149-150.
[314] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/150.
[315] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/150.
[316] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/150.
[317] Semura b. Cündeb : Künyesi Ebû Said olan bu sahabî-i
Celil en-sârın dostudur. Pederinin vefatından sonra küçük yaşta Medine'ye
gelmiş; birçok gazalarda BesûlüIIah (S.A.V.) ile beraber hazır bulunmuştur.
Sonraları Basra ve Kûfe'de oturmuş; Basra'ya vali olmuştur. Kendisi
Basra'lılardan sayılır. Birçok hadîs rivayet etmiş, hattâ kendisinden Hasan,!
Basri (21—110) ve İbni Şîrîn (—110) gibi zevat rivayetlerde bulunmuşlardır.
«59» tarihinde Basra'da vefat etmiştir.
[318] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/150-151.
[319] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/151-152.
[320] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/152.
[321] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/152-153.
[322] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/154.
[323] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/154-155.
[324] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/156.
[325] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/156.
[326] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/156-157.
[327] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/158.
[328] Hitmî: Meşhur bir nebattır. Sabun yerine kullanılır. Uşnân: Çöğ"en dedikleri ottur.
[329] Hadîsin bazı rivayetlerinde İbni Ömer yerine İbni Amr zikrediliyor.
[330] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/158-159.
[331] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/159.
[332] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/160.
[333] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/160.
[334] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/160.
[335] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/160-161.
[336] «Müşkil» için bak: Usûlü Fıkıh Istılahları; shf: «S».
[337] «Mücmel» için bak: Usûlü Fıkıh tstilâhlari; shf:
«S».
[338] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/161-162.
[339] Su
bulunmadığından dolayı
yapılıyorsa, azimet; özürden dolayı yapılırsa, ruhsattır denilmiştir.
[340] Sûre-i Mâide; âyet: «6».
[341] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/163.
[342] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/164.
[343] Âmm için bak: Usûlü Fıkıh Istilâhterı shf: «P».
[344] Sûre-i Mâide;
âyet: «6».
[345] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/164-168.
[346] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/169.
[347] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/169.
[348] Ammâr Bin Yâsir Badıyallâhü anh: ilk muhacirlerdendir.
Künyesi Ebu'l - Yakzândır. Eskiden anne ve babası ile birlikte müslüman olmuş
ve müslümanliğı kabullerinden dolayı Mekke-i Mükerreme'de kendilerine pek çok
işkenceler yapılmıştı. Hattâ annesi işkence altında can vermiştir. Evvelâ Habeşistan'a
sonra Medine-i Münevvere'ye hicret etmiştir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisine,
Alladım vermiş ve hakkında:
«Seni azgm taife Öldürecek» buyurmuştu. Nitekim bu haberin bir mucize
olduğu Sıffiyn harbinde Hazreti Ammâr'ın Hazreti Ali (R. A.) safında şehit
edilmesiyle meydana çıktı. Vefatında (73) yaşında idi. Küba mescidini bina eden
Hazreti Ammâr'dır.
[349] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/169-170.
[350] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/170-171.
[351] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/172.
[352] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/172.
[353] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/173.
[354] Ebu Zerr-i Gıfâri Radıyallâhü anh: Cündiib b.
Ciinâde'dir. Hazreti Ebn Zerr ashâb-ı Kiramın en büyüklerinden, zâhidlerinden
ve muhacirlerin-deridir. îslâmm selâmı ile Resülüllah (S.A.V.)'i ilk selâmhyan
odur. Mekke'de ilk müslüman olanların beşincisidir. Bir aralık kavminin yanma
gitmiş; hicrette, Bedir, Uhûd ve Hendek gazalarından bulunamamış, Hendek
gazasından sonra Medine'ye Peygamberlerimizin yanma gitmiştir. Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) in vefatından sonra «Rebeze» ye yerleşmiş; orada Hasreti Osman (R.
A.)'in halifeliği zamanında «32» tarihinde fakir bir halde vefat etmiştir.
Cenaze namazını İbni Mes'ûd (R. A.) kılmıştır. Ondan on gün sonra da
kendisinin vefat ettiği söylenir. Kendisinden, Hazreti Ömer, İbni Abbas, tbni
Ömer gibi EciHe-i Ashab Hadîs rivayet etmişlerdir.
[355] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/173-175.
[356] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/175.
[357] Sûre-i Mâide;
âyet: «6».
[358] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/175-176.
[359] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/176-177.
[360] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/177.
[361] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/177.
[362] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/178.
[363] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/178.
[364] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/178-180.
[365] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 1/180.
[366] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/180.
[367] Mâni oluş demektir.
[368] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/181.
[369] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/181.
[370] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/182-183.
[371] Esma binti Umeys Badıyallahü anhâ : Hazreti Cafer
Tayyar Ra-dıyallâhü anh'ın zevcesidir. Onunla birlikte Habeşistan'a hicret
etmiş, orada iken birkaç çocuk doğurmuştur. Hazreti Cafer şehit edildikten
sonra Ebû Bekir Es-Siddıyk (R. A.) ile evlenmiştir. Bu izdivaçtan Muhammed b.
Ebî Bekir doğmuştur. Hazreti Ebû Bekir'in vefatından sonra da Hazreti Ali (R.
A.) ile evlenmiş; ondan da Yahya İle Muhammed ismindeki oğulları doğmuşlardır.
Kendisinden Hazreti Ömer b. Hattab, Ebû Mûse'I-Eş'arî, îbni Abbas, oğlu Abdullah
b. Cafer ve şâir Ashâb-ı kiram hadîs rivayet etmişlerdir. Evzac-ı tahi-rattan
Meymûne binti-il Hars Hz. Esmanın kız
kardeşidir.
[372] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/183.
[373] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/183-184.
[374] Hamne binti Cahş Radiyallahü anhâ : Ümmü'l - Mü'minin
Zeynel) binti Cahş Radiyallahü anhâ'nm kız kardeşi ve Talha b. Abdullah'ın
zevcesi-dir. Diğer kız kardeşi Umnıii Hahibe de Abdurrahman b. Avf (R. A.)'m
zev-cesidir. Annesi Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in halası Ümeyme binti Abdi!
Muttalip'tir. Hicrette Resûlüllah (S.A.V.)'in maiyetinde olarak Medine'ye gelmiştir.
Uhûd gazasında dahi bulunmuş; susayan tslâm mücahidlerine su taşımış ve
yaraları tedavi ile meşgul olmuştur. Maalesef Hazreti Aişe (R. Anhâ) hakkında
çıkardan ve (ifk hâdisesi) namiyle şöhret bulan iftiraya adı karışan dört
kişiden biridir. Diğer üçü Hassan b. Sabit, Abdullah b. Übey vfe Mistah b.
Üsâse idi.
[375] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/184-185.
[376] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/185-187.
[377] Ümmü Habibe RadıyallahU anhâ: Yukarda üçüncü hadîsde
zikri geçen Hamne binti Gahş'ın kızkardeşi ve Abdurrahman b. Avf (R. A.)'ın
zevcesidir. Hazreti Cahş'm üç kızı vardı. Ümmü'l - Mü'minin Zeyneb binti Cahş,
Hamne bintl Cahş, Ümmü Habibe binti Cahş. Bunların üçünün. de istihâzah olduğu
söylenir. Filhakika Buhart Ümme-Hâti Mü'mininden bazılarının iştihazalı olduğunu
gösteren rivayet tahrîc etmiştir. Şu halde. Hazreti Zeyneb (R.Anhâ) validemizin
de istihazalı olduğu anlaşılır. Ulemâ Resûlüllah (S.A.V.) devrindeki
İstihazalı kadınları saymış; on kadına bâlig olmuglardır.
[378] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/187.
[379] Bu kavil İmam-ı Ahmed'den de menkuldür. Hanefiye'ye
göre istihâzalı kadınla şâir mazurlar farz namazlarının vakitleri için abdest
alırlar. Bir vakit için alınan abdestle istedikleri kadar farz ve nafile
kılarlar.
Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları,
Sönmez Yayınları: 1/188.
[380] Ümmü Atiyye
Radıyallahü anhâ: Nüseybe
binö Kaab'tır. Bazıları
Nüseybe binti Hars
derler. Enaârdandir. Resûlüllah
(S.A.V.)'e biat etmişti. Sahâbiyelerin
büyüklerindendir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
ile birlikte harplere iştirak eder; hastaları ve
yaralıları tedavi ederdi.
Kendisinden (kırk) kadar hadîs rivayet edilmiştir.
[381] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/188-189.
[382] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/189.
[383] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/189.
[384] Sûre-i Bakara; âyet: 222.
[385] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/189-190.
[386] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/190.
[387] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/190.
[388] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/190.
[389] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/191.
[390] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/191.
[391] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/191-192.
[392] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/192.
[393] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/192-193.
[394] Muaz b. Cebel Ratliyallahü, anh: Ebû Alidir rahman
Muaz b. Cebel el-Ensârî Hazreoî'dir. Ensâr-ı Kiramın ikinci Akabe'de
bulunanlarındandır. Be-dır ve şâir gazalara iştirak etmiştir. Kesû!,-ü Ekrem
(S.A.V.) kendisini kadı ve muallim olarak Yemen'e göndermiş ve Yemen'deki zekât
memurlarından zekâtı teslim almakla vazifelendirmişti. Hazreti Muaz Ashâb-ı
Kiramın büyük lerinden ve ulemâsındaridır. Hazreti Ömer tarafından Şam'a
gönderilmiş ve orada taundan. vefat etmiştir. Vefat tarihi 18 veya 17 hicrî
yılıdır. Vefat ettiği zaman henüz otuz sekiz yaşlarında' idi. Son derece
cömert ve ehl-i takva idi.
[395] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/194.
[396] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/193.
[397] Nifas: Doğumun arkasından gelen kandır. Azı içi|i
müddet yoktur. Çoğu kırk gündür.
[398] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/193-194.
[399] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/194.
[400] Sûre-i Bakara; âyet: 110.
[401] Sûre-i Bakara; âyet: 238.
[402] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/195-196.
[403] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/197.
[404] Sürc-i İsrâ; âyet: 78.
[405] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/197-199.
[406] Bîireyde Radiyallahii anh: Ebîı Abdiilah yahut
Ebü Sehl veya
Ebii'I-Husayb Büreyde b. El-Husayb
Eşlemidir. Hicret zamanında
kavmi ile hem ber müslüman olmuş, fakat Bedir'e
iştirak edememişti. Sair gazalara iştirak etmiş ve bîat-ı rıdvanda hazır
bulunmuştur.
Medîne-i Münevvere'de
oturmuş sonra Basra'ya gitmiş; daha sonra harp münasebetiyle Horasan'a Sefer
etmiş ve Yezid b. Muavi yezamanmda 62 veya 63 tarihinde orada gaza ederken
Merv'de vefat etmiştir. Kendisinden bazı hadîsler rivayet olunmuştur.
[407] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/199-200.
[408] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/200.
[409] Ebû Muse'l - Eş'ari radiyallahü anh: Abdullah b.
Kays'tır. Eskiden Mekke-İ Mükerreme'de müslüman olmuş ve Habeşistan'a hicret
etmişti. Bazıları memleketine döndüğünü, sonra "Habeş muhacirleriyle
birlikte Medine'ye geldiğini söylerler. Peygamber zamanında bazı valiliklerde
bulunmuştu. Haz-reti Ömer (R. A.) de kendisini Muğire'nin azlinden sonra «20»
tarihinde Basra'ya vali tayin etmişti. Hazreti Ebû Musa Ehvâz'i ve İsfahan'ı
feth etti. Haz i-eti Osman (R. .A.)'m hilâfeti başlarına kadar orada kaldı,
Osman (R. A.) kendisini azl edince bu sefer Kûfe'ye taşındı ve orada yerleşti.
Sonra Hazreti Osman (R, A.) onu Kûfe'ye memur tayin etti. Eu vazifede Hazreti
Osman'ın şehâdetine kadar kaldı. Sıffîn vak'asında Hazreti Ali'nin hakemi idi.
Mekke'ye gitti ve vefatına kadar orada kaldı. Vefat tarihi ihtilaflıdır «50»
tarihinde diyenler olduğu gibi daha başka tarih söyliyenlerde vardır. Vefatında
altmış küsur yaşlarında idi.
Ebû Berzet el - Eslemî
radiyallahü anh: Nadla b. Ubeyt'tir. İbni Abdillah diyenler de olmuştur.
Eskiden müslüman olmuş, feth-i Mekke'de ve sair gazalarda Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'le beraber bulunmuştur. ResûlUlIahm vefatından sonra Basra'ya gitmiş,
sonra Horasan'da harbe iştirak etmiş; «Merv» de «60» tarihinde vefat
eylemiştir. Başka yerde vefat etti diyenler de vardır. Kendisinden bazı
hadîsler rivayet edilmiştir.
[410] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/200-201.
[411] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/201.
[412] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/201.
[413] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/202.
[414] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/202.
[415] Râfib b. Hadîç Radiyallahü anh: Künyesi Ebû Abdillah
ve Ebû Hadîç Hazreçî Ensâri'dir. Medîne'lidir. Yaşının küçüklüğünden Bedir
gazasına iştirak edememiş, fakat Uhûd'da ve daha sonraki gazalarda hazır
bulunmuştur. Hattâ Uhûd harbinde kendisine ok
isabet etmiş ve
Resiılüllah (S.A.V.)
«Ben Kıyamet gününde sana şahidlik edeceğim» bııyıırar;ik taltif
etmiştir. Ha/.reti Râfi', Abdülnıelik b. Mervân zamanına kadar yaşamış; sonra
yarası tömerek 73 veya 74 tarihinde 86 yaşında olduğu halde vefat etmiştir.
Vefatı Yezid b.
Muavlye zamanındadır, diyenler
de vardır.
[416] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/202.
[417] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/202.
[418] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/202-203.
[419] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/203.
[420] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/203-204.
[421] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/204.
[422] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/204-205.
[423] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/205.
[424] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/205-206.
[425] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/206-207.
[426] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/207-208.
[427] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/208.
[428] Ukbe b. Âmir Radiyallahü anh: Ebû Haramâde yahut Ebu
Âmir Ukbe b. Amir Cühenî'dir. Resûiüliah (S.A.V.) Med*ne-i Münevvere'ye hicret
edince gütmekte olduğu koyun sürüsünü bırakarak müslüman olmuştu. Şam
fütuhatında hazır bulunmuş, Dımışk'ın alındığı Hazreti Ömer (R. A.)'e o müjdelemişti.
Sıffin. muharebesinde Muaviye tarafında bulunmuştur. Hazreti Mu-aviye kendisim
Mısır'a vaiî göndermiş; orada 58 tarihinde vefat etmiştir. Kendisinden îbni
Abbas ve Ebû Eyyub el Ensârî ile sair bazı sahabe ve tabiîn rivayette
bulunmuşlardır.
[429] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/208.
[430] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/208-211.
[431] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/211.
[432] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/211-212.
[433] Cübeyr b. Mut'im . radiyallahü anh : Ebû Muhammet!
Cübeyr b. b. Adîy Kureşi'dir. Künyesi
Ebû Umeyye'dir. Mekke'nin fethinden önce
olmuş idi. Medine'ye hicret etti ve orada (54) veya (75) yahut (89) tarihinde
vefat etti. Hazreti Cübeyr Kureyg'in ensâbım bilirdi. Bunu Hazreti Ebû Şekir
(R. A.)'dân öğrendiği söylenir.
[434] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/212.
[435] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/212-213.
[436] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/213.
[437] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/213-215.
[438] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/215.
[439] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/215.
[440] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/215-216.
[441] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/216.
[442] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/216-218.
[443] Ebû Mahzûre radiyallahif anh: ismi hakkında ihtilâf
edilmiştir. Esah olanı Semûra b. Mi'yen'dir. Fakat ibni Abdi'I - Berr <368 —
463); «Kureyş'-in soy sop yollarını bilen âlimdir. Mahzû.re'nin baba adının Evs
olduğuna it-, tifak, etmişlerdir» diyor. Hazreti £bü Manzûre Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'m müezzinidir. Mekke'nin fethi yılında müslüman olrnyş vefatına kadar
orada müezzinlik' yapmıştır. Vefatı
(59) tarihindedir.
[444] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/218-219.
[445] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/219.
[446] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/219-220.
[447] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/220.
[448] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/220-221.
[449] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/221.
[450] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/221-222.
[451] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/222.
[452] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/222.
[453] Abdullah b. Zeyd radiyallahü anlı: Ebu Muhammed
Abdullah b. Zeyd Ensârî ve Hazreeî'dir. Akabe bîatında hazır bulunmuş, Bedir
başta olmak üzere bütün gazâlıra iştirak etmiştir. «32» tarihinde Medine-i
Münevvere de vefat etmiştir.
[454] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/223.
[455] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/223-225.
[456] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/225-226.
[457] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/226-227.
[458] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/227.
[459] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/227-229.
[460] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/229.
[461] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/229-230.
[462] Görülüyor ki Salih b. Mehdi müteahhirin ulemâya
şaşıyor. Bu ines'-rle garip vukuattandır; şeriatta değil, âdette
bile benzeri azdır» diyerek on lan ayıplıyor. Ashab-ı Kiram ile tabiîn
zamanında ezan ve ikamet mes'elesin-de böyle ihtilâflar olmadığını iieri
sürüyor. Nihayet bu bâbdaki rivayetler birbirinden farklı bile olsa, yine her
birinin sünnet olmasına bir mâni yoktur, zaten biz de buna kailiz diyor. Yani
ezanı çift lâfızlarla da okusan olur. Tek lâfızlarla da. Çünkü bunların her
biri sabit olmuş sünnetlerdir. Binâenaleyh bunca gürültüye ne lüzum var demek
istiyor.
Kanaat-ı âcizanemce ise
şaşılacak olan müteahhirin ulemâ dediği mezhep imamları değil;, asıl onlara
şaşan ibni Mehdî ile onun hayranlarıdır. Çeşitli ezan hadîslerini dinlemekten
usanmış gibi görünen bu zat onları müteahhirin ulemânın kuru gürültüden ibaret
bir ihtilâfı telâkki ediyor. Ve bunların değil şeriatta, âdette bile eşine zor
rastlanan nâdirattan olduğunu iddia edecek kadar ileri gidiyor.
Hakikat şudur ki:
Ulemânın ihtilâfa düşmelerine sebeb hâşâ indî mütea-lâları değil,
karşılarındaki delilleridir. Bu delillerin her biri birer hadîsdir. Ulemâ-ı
kiram, olunca ilmî kudretlerini bu mübarek hadîsler üzerinde teksif ederek
birer neticeye varmışlar. Ve bittesadüf netice îbni Mehdî'nin dediği gibi ayrı
ayrı sünnetler şeklinde tecelli etmiştir. Yani bugün ezanı ve ikameti çift
lâfızlarla okuyan mezhepler de vardır; tek lâfızlarla okuyanlar da. Ortada
mes'elenin sürüncemede kalmış bir tarafı yoktur ki, şaşmaya mahal olsun.
Ulemfl-ıvlirâmın mes'eleyi son derece titizlikle ele almalarına ise kızmak veya
ayıplamak şöyle dursun, ancak teşekkür olunur. Çünkü ancak
bu muhterem
Zevatın görülmedik ciddiyet ve titizlikleri sayesindedir ki, şeair-i diniyyemiz
ve onlardan biri olan ezanımızla ikametimiz kelimesine dokunulmadan zamanımıza
kadar gelebilmiştir. Eğer onların bu
titizliği olmasa idi bu gün mi narelerde
çan çalma teşebbüsü bile İhtimâl dahiline girerdi. Nitekim uzun bir müddet
memleketimizde Ezan-i Muhammedi'nin türkge okunması bunun bir başlangıcıdır.
Bugün Allah'ın bir lûtfu olarak ezanımızla Kur'ammiz gökten indirildikleri
lisanla okunmakta ise de gerek ezanı, gerekse Kur'an-ı türkçe okuma fikr-1
fasidi henüz sönmüş değil; bilâkis veba mikrobu gibi gittikçe salgın halini
almaktadır...
Ne gariptir ki ezanın
türkçe okunmasını İstiyenlerin bir tanesi bile namazını kılmazlar. Bu şimdi
böyle olduğu gibi türkçe okunduğu devrede de böyle olmuştur. Camiye bayramda
dahî uğramazlar.
Fakat yine de ezanın
türkçe okunması namazın Kur'an tercümesi İle türkçe kılınması hususunda söz
sahipleri kesilerek en büyük yaygarayı onlar koparırlar. Bu İslâmiyet düşmanı
müslümanlar! zaman zaman devlet ricalini bile meşgul edecek gürültüler
kaldırmışlardır.
îşte^bu gibi dıgı süt
beyai; içi kurum ve zifir kesilmiş alaca müslüman-lara -hakiki tabirini
söyleyelim- bu cılık yumurtaya benziyen halis münafıklara haddini bildiren
bizler değil, o ulemâdır. O muhterem zevatın yaptıkları -hâgâ- kuru gürültü
değil, her biri başlı başına birer keramettir. Binâenaleyh onlar hakkında bu
günâ İdare-i kelâmda bulunmak hem ayıp, hem günah olur.
Sonra ulemânın
ihtilâfından müslümanlar ne zarar görmüştür, ki, halli gereken bir mes'ele İmiş
gibi zaman zaman ortaya atılıyor ? Şafliler'le Hane-ffler'in, Malîkiler'le
Hanbelfler'in birbirleri İle mezhep harbi yaptıkları olmug-mudur ? Bu suallere
evet diye cevap verecek bir vakıa bilmiyorum. Benim âcizane hatırımda kalan
şudur: Ulemânın ihtilâfı rahmettir.
Ezan babında Ashab-ı
Kiram ile tabiin hazarâtının İhtilâfı olup" olmadığını anlamak için ise
bu babın hadislerini okumak kâfidir.
Ahmet Davudoğlu,
Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/230.
[463] Ebû Cnheyfe radiyallahü anh : Vehb b. Abdullah yahut
Vehb b. MttsUmü's - SavAi Amlrî'dir. Sahabenin küçüklerindendir. BesûlUUah
(S.A.V.)'in vefatında henüz sabî idi. Lâkin yine Resulflllahdan hadîs
işitmiştir. Hazreti Ali (B.A.)'in fevkalâde muhabbetini kazanmıştı. Hazreti Ali
(B.A.) kendisine derdI- Oau Beytü'1-Mal muhafızı tayin etmişti. Hazreti
Ali'nin bütün gazalarında-onunla beraber bulunmuştur. Kûfe'de «74» tarihinde
vefat etmiştir.
[464] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/231.
[465] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/232-233.
[466] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 1/233.
[467] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/233.
[468] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/233-234.
[469] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/234.
[470] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/234.
[471] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/235.
[472] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/235-236.
[473] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/236.
[474] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/236-237.
[475] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/237.
[476] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/237-238.
[477] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/238.
[478] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/238.
[479] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/239.
[480] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/239-240.
[481] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/240.
[482] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/240-242.
[483] Osman b. Ebi'l - Aj rmdiyallahtt anh: Ebû AbdUIah
Onnaıt b. Ebİl b. Btşr Sakafi'dir.
Besûltt Ekranı (S.A.V.) kendisini TAİTe «mir gönder miş ve onun hayatı
müddetince; daha sonra Hazreti Ebû Bekir'in hilâfeti İle Hazreti Ömer
radiyallahü anhüma hilafetinde bir kaç sene aynı vazifede kalmıştır. Nihayet
Hazreti Ömer (R. A.) kendisini azl etmiş; ve Amman ile Bahreyn'e vali
göndermiştir. Osman (R. A.) Resulü Ekrem (S.A.V.)'hı yanına yirmi, yedi yaşında
iken Sakif Heyeti ile birlikte gelmiş idi. Ve o hey'etin yaşça en küçüğü idi.
Resulü Ekrem- (S.A.V.)'in vefatından sonra Sakif kabilesi dinden dönmeye niyet
ettiği zaman Osman (R. A.) kendilerine hitab ederek: «Ey Sakîf, sizler müslüman
olma hususunda nâsın en sonusunuz. Dinden dönme hususunda bari en evveli
olmayın!» demiş. Bunun üzerine Sakîf dinden dönmekten vazgeçmiştir. Osman (R.
A.) Basra'da «51» tarihinde vefat etmiştir. Ha-san-ı Basrî ve şâir tabiîn
kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir.
[484] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/242-243.
[485] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/243-244.
[486] Malik b. Huveyris radıyallahü anh: tbni Süleyman Mâlik
b. Huveyrİs Leysi'dir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'e gelmiş, ve onda yirmi gece
misafir kalmıştı. Basra'da oturmuş ve
«94» tarihinde orada vefat etmiştir.
[487] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/244.
[488] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/244.
[489] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245.
[490] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245.
[491] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245.
[492] Ziyad b. Haris Snöâ'î radıyallahü anh: Resûlüllah
(S.A-V.)'e biat edenlerden ve onun huzurunda ezan okuyanlardandır. Basra'Iılardan
sayılır. Kendisi Yemen1 de bulunan Suda' Kabilesindendir. Kabilesinin müslüman
ol-nıasma sebep olmuştur.
[493] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245.
[494] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245.
[495] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245-248.
[496] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/248.
[497] Îbni Adîyy :" Büyük hadîs, hafız ve imamlarından
Ebu Ahmed Abdullah b. Adîyy Cürcani'dîr. tbnül - Kassâr namıyla da anılır.
Cerh ve tadil hakkında «El - Kâmil» adlı bir eseri vardır. Büyüklerden bir
zâttır. «79» da doğmuş; birçok üstadlardan ders almıştır. Kendisinden dahi pek
çok kimseler hadîs okumugtur. Îbni Asâkir (499 — 571) «Hatası olmakla beraber
mutemet idi» diyor. Hamzetü*ti - Sehmî «tbni Adîyy her fende üstad bir hafız
idi. Zamanında onun gibi bir zât yoktu» demiştir, HalİIî onun hakkında şöyle
der: Hıfz ve büyüklüğü itibarı ile eşsizdi. Hafız Abdullah b. Mnhammed'e
sordum: Îbni Adîyy'in gömleğinin düğmesi Abdülb&kİ Kani'den daha hafızdı;
dedi». «365» tarihinde vefat etmiştir.
[498] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/248-249.
[499] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/250.
[500] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/250-252.
[501] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/252.
[502] îsrâ Sûresi; âyet: «79».
[503] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/252-253.
[504] Sûre-i Muhammed (S.A.V.); âyet: «18».
[505] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/253-254.
[506] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/254.
[507] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/254.
[508] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/254-255.
[509] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/255.
[510] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/255-256.
[511] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/256-257.
[512] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/257.
[513] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/257.
[514] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/257.
[515] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/257-258.
[516] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/258.
[517] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/258-259.
[518] Âmir b. Rebia radiyallahü anh: Ebu Abdillah Amir b.
Rebia b. MftHk Anzî'dir. Yâni Anz b. Vâil'e mensuptur. Eskiden müslüman olmuş;
ve hem Medine'ye, hem Habeşistan'a hicret eylemiş, bütün gazalarda hazır bulunmuştur.
Vefat tarihi ihtilaflıdır. «32, 38» ve «35» diyenler olmuştur.
[519] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/259.
[520] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/259-260.
[521] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/260.
[522] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/260-261.
[523] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/261.
[524] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/261-263.
[525] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/263.
[526] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/263.
[527] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/263-264.
[528] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/264.
[529] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/264-265.
[530] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/265-266.
[531] EbÛ Mersed-i Ganevî radiyallahü anh: Mersed b. Ebi
Mersed'dir. Babası İle birlikte müslüman olmuş ve Bedir gazasına iştirak
etmiştir. Haz-reü Mersed, Resûltt Ekrem (S.A.V.)'İn hayatında Reci gazasında
gehid olmuştur.
[532] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/266.
[533] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/266-267.
[534] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/267.
[535] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/267-268.
[536] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/268.
[537] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/268-269.
[538] Muaviye
b. Hâkem Sülemî radiyallahü anh: Medine'ye
gelenlerdendir. Ehl-i Hicaz'dan
sayılır.
[539] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/269.
[540] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/270.
[541] Sûre-i Bakara;
âyet: 238.
[542] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/270.
[543] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/270-271.
[544] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/271.
[545] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/271-272.
[546] Mütarrif b. Abdillah: Tabiin’in büyüklerindendir.
Babası Abdullah b. Şıhhîr, bir Sahabî-i celil olup. Benî Âmir kabilesi ile birlikte Kesûlüllah (S.A.V.)'e gelmiştir.
Basrahlardan sayılır.
[547] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/272.
[548] Sûre-i Yusuf; âyet: «86» Mânası: «Ben hüzün ve
kederimi ancak Al-laha şikâyet ederim» demektir.
[549] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/272-273.
[550] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/273.
[551] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/273.
[552] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/273-274.
[553] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/274-275.
[554] Ümâme binti Zeynep radıyallahü anhâ: Hazreti Fahrî
Kâinat Sal-îallahü aleyhi ve sellem'in torunudur. Annesi Zeyneb binti
Kesûlillah; babası Ebü'l - As b. Rebi'dir.
[555] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/275-276.
[556] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/276.
[557] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/276.
[558] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/277.
[559] Sütre:
önünden kimse geçmesin
diye dikilen şeydir.
[560] Ebu Cüheym radıyallahü
anlı: Abdullah b. Cüheym yahut Abdullah b. El - Haris b.
Es'sımme'dir. Ensardandır. Yalnız iki hadîs rivayet etmiş olup, biri buradaki,
diğeri de bevl edene selâm verme hakkındakidir. Maamafih o hadîsin bu zât
tarafından rivayet edilip edilmemesi ihtilaflıdır. Ebu Davud'a göre bevl
had:sini rivayet eden bu zâttır. Fakat onu Abdullah b. el - Hârîs rivayet
etmiştir; bu o değildir; diyenler de olmuştur.
[561] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/277-278.
[562] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/278.
[563] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/278.
[564] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/278-279.
[565] Sebre b. Ma'bed El - Cüheni raâiyallahü anh: Lâkabı
Ebû Süreyye yahut Ebur'rebî'dir. Medine'de yaşamıştır. Basrahlardari mâduddur.
Kendisinden oğlu Rebi hadis rivayet etmiştir.
[566] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/279.
[567] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/279-280.
[568] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/280.
[569] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/280.
[570] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 1/280.
[571] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/280.
[572] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/280-283.
[573] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/283.
[574] Sûre-İ Enam; âyet: c!12».
[575] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/283-286.
[576] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/286.
[577] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/286-287.
[578] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/287.
[579] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/287-288.
[580] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/289.
[581] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/289-290.
[582] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/290.
[583] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/290.
[584] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/290-291.
[585] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/291.
[586] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/291-292.
[587] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/292-293.
[588] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/293-294.
[589] Muaykib radiyallahü anh : Mnaykîb b. Ebî Fatune Ed-Dnvsi'dlr.
Eskiden, Mekke'de müslüman olmuştur. İkinci kafile ile Habeş'e gitmig ve
Be-sûlüllah (S.A.V.)'in Medine'ye hicretine kadar orada kalmıgtır. Medîne-İ
Mü-nevvere'ye Hayber gazası sıralarında dönmüştür. Esdir gazasına iştirak edenlerdendir.
Resulü Ekrem (S.A.V.)'in mühürdarı idi Hazret! EbÛ Bekir ve Ömer zamanlarında
Beytü'1-Mâle hazinedar olmuştur. Bir aralık cüzzam İlletine müptela olmuş ise
Hazreti Ömer (B.A.) doktorlar celbederek hastalığın önünü almıştır. Hz. Osman
zamanında mührl nebevly EIİs kuyusuna duçürüp ebediyen zai olmasına sebeb olan
bu zâttır. H. 40 da vefat etmisdir.)
[590] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/294.
[591] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/294.
[592] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/294.
[593] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/295.
[594] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/295.
[595] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/296.
[596] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/296-299.
[597] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/299.
[598] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/299.
[599] Ebû Cehm radiyallahü anh: Amir b. Hnzeyfe'dir.
Peygamber: <S.A. V.)'e hamisa denilen yollu bir elbise hediye eden zattır.
Kureyş kabilesine mensubtur.
[600] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/299.
[601] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/299-300.
[602] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/301.
[603] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/301.
[604] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/301.
[605] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/301.
[606] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/302.
[607] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/302.
[608] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/303.
[609] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/303.
[610] Sûre-i Araf; ftyet: «145».
[611] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/303-304.
[612] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/304.
[613] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/304.
[614] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/304-306.
[615] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/306.
[616] Sûre-i Tevbe; âyet: «28».
[617] Sûre-i Bakara; âyet: «114».
[618] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/306-307.
[619] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/308.
[620] Hassan b. Sabit radiyallahü anh : Resûlüllah
(S.A.V.)'in şâiridir. Künyesi; Ebû Abdirrahman, yahut Ebû'I-Hüsam veya
Ebû'l-Velîd'dir. Resûlüllah Efendimizi hicve cesaret eden Kureyş şâirlerine
bilhassa Ebû Süfyan'a cevap verdi.
Fahri Kâinat Efendimiz
kendisine mescidde bir minber yaptırmışlardı. Müslüman olduğu zaman «60»
yaşlarında idi, Müslüman olduktan sonra da «60» sene yaşamıştır. Vefat tarihi
ihtilaflıdır. Bir rivayette «40» tarihinden evvel, diğer bir rivayetlere göre
«60» veya «64» tarihinde vefat etmiştir. «120» sene Muammer olmuştur. Babası
ile dedesinin de ayni yaşta ölmeleri lâtif tevafukatdandır.
[621] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/308-309.
[622] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/309.
[623] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/309.
[624] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/309.
[625] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/310.
[626] Hakîm b. Hizam radiyallahü anh : Mekke'nin fethinde
müslüman olanlardır. Kendisi gerek cahiliyette, gerekse müslümanlıkta Kureyş
eşrafından olup, Ümmül-Mü'minîn Hazreti Hatice (R. Anhâ)'mn birader zadesi ve
Zeyd b. El-Avvam'm amcası oğludur. Bedir gazasında henüz küffâr tarafında idi.
Altmışı câhiliyyete, altmışı da müslümanlıkta olmak üzere yüz yirmi sene yaşamış
ve «54» tarihinde Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. Abdullah, Hâ-lifl,
Yahya, ve Hişâm adlarında dört oğlu vardı
ve hepsi Sahabidirler.
[627] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/310.
[628] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/310.
[629] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/310-311.
[630] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/311.
[631] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/311.
[632] Sûre-i Nûr; âyet: «36».
[633] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/311-312.
[634] Hihâ D've yününden
veya iîh.şiîü şeyden yapnuı çadır.
Ba behenıı'hal kıldan ysıpnıa çadırdır.
Ahmet Davudoğlu,
Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/312.
[635] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/312-313.
[636] BusaU, Biisak ve Bii/.ak Ağızdın çıkan su, yani
tükürük türler. Agı» üx bulunduğu müddetçe adı «rîls» yani salyadır.
Eııharî'nin bir rivayetinde «Biizak denilmiş; Müslim'in rivayetinde ise «Tefi
»tâbiri kullanılmıştır. Tefi de tükürük demektir.
Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları,
Sönmez Yayınları: 1/313.
[637] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/313-314.
[638] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/315.
[639] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/315.
[640] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/315.
[641] Teşyîd: Binayı yüseltmek ve şîd; yani sıva ile
ziynetlemektir. Kâmûsda ise teşyid kelimesinin mânâsında binayı yükseltmek
yoktur. Sadece sıvamak mânâsına gelir.
[642] Şeair-i dîniyye:
Dînin alâmetleri demektir.
[643] Sûre-i Hac; âyet:
«32».
[644] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 1/315-317.
[645] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/318.
[646] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/318.
[647] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/318.
[648] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/318-319.
[649] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/320-321.
[650] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/321.
[651] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/321.
[652] Sûre-i Mâide;
âyet: «6».
[653] Sûre-i Müzemmil; âyet:
«30».
[654] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/321-328.
[655] Ebû HUmeyd Sâidi radiyallahu anh: Ebû Hümeyd b.
Abdurrahman b. Sa'd Ensarî Hazereci, Sftidi'dir. Medînelidir. Vefatı Mnaviye
devrinin sonuna doğrudur.
[656] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/328.
[657] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/328-331.
[658] Resûlüllah (S.A.V.): Bu âyetle aynı sûrenin sonundaki
192 — 193 üncü âyetleri duâ olarak okuyordu.
[659] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/332.
[660] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/332-334.
[661] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/334-335.
[662] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/335.
[663] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/335.
[664] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/335.
[665] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/335-336.
[666] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/336.
[667] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/337.
[668] Abadile: Arapça «Abdullah» sözünün cem'î olarak
kullanılan bir sözdür. Burada Ashab-i Kiramdan, dördü hakkında: I Abdullah b.
Aabbas: shf: 19. 2 Abdullah b. Ömer: Shf: 15. 3 Abdullah b. Zübeyr: Shf: 4
Abdullah b. Me's1-ud: Shf: 126 kullanılmışdir. Bu Ashabın hayatları kitabın
rakamları yazılı sa-hifelerinde geçmişdir. Oraya bakıla.
[669] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/337-339.
[670] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/339.
[671] Müsbit : tsbat eden; Nâü nefy eden demektir. İki
delilden biri bir §eyi Isbat, diğeri nefy ederse; isbat eden. delil kabul
edilir. İşte cmüsbit cftflye tercih edilir» diye söylenilen kaide budur.
[672] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/339-340.
[673] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/341.
[674] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/341.
[675] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/341.
[676] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/341-342.
[677] Vâil b. Hncr radiyallahü anh: Ebû Hüneyd vâil b. Hucr
b. Rabîat'ül-Hadrafnİ'dir. Babası Hadramût meliklerinden idî. Hazreti Vâil
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'e gelerek müslüman olmugdur. Hazreti Fahr.-i Kâinat
(S.A.V.) gelmezden önce geleceğini tebşir buyurmuş ve :
«Size Vâil b. Hucr uzak
bir yerden kendiliğinden Allah azze ve celle iie Resulüne rağbet
ederek geliyor;» demi§di..
Vâil Resûlullah (S.A.V.)'in
huzuruna girince Hazreti Peygamber kendisine hoş beş etmiş; onu yanına
yaklaşdırarak abasını yaymış; üzerine oturtmuş ve:
«Yâ Rabbi Vâil ile çocuklarına bereket ihsan eyle» dive duâ etmişdi.
Sonra ResÛlüHah (S.A.V.) kendisini Hadramût tarafındaki denilen yere vali gönderdi. Sıffîn Vak'asmda
Hazreti Alt tarafında idi. Muâviye zamanına kadar yaşamış ve ona biat etmişdir.
Kendisinden Buharî'den mâada bütün hadîs imamları rivayet etmişdir.
[678] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/342.
[679] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/342-343.
[680] Ubâde b. Sâmit radiyallahü anh: Ebû'l - Velîd Ubâde b.
Sâmit b. Kays Hazreei, Ensârî Sâlimî'dir. Ensâr'ın nakîbelerînden idi. Birinci,
ikinci ve üçüncü Akabelerde hazır bulunmuş; Bedir gazâlanyla şâir gazaların
hepsine iştirak etmişdir, Hazreti Ömer kendisini Şam'a kadı ve rnualüm olarak
göndermiş idi. Evvelâ Hnmus'da sonra Filistin'de birer müddet kalmışdı. Nihayet
Filistin'de Remle'de, bir rivayete göre de Kndüs'de «S4» tarihinde «72»
yaşında olduğu halde vefat etmişdir. Kendisinden bir çok zevat hadis rivayet
etmişdir.
[681] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/343.
[682] Mekhul b. Zeyd : Ebû Abdillah, Tabiînden pek fakîh bir
zâtdır. Enes ibni Mâlik (R. A.) ve diğer bir kısım ashâb-ı kiram (R. A.) ile
Said ibni Mü-seyyeb (R. H.) gibi Tabiînin büyüklerinden rivâyetde bulunmuştur.
îfta da etmişdir .Aslen Sindli'dir: (Afganistan ve Bülücistan). Kabil'in
fethinde alınan esirler arasında diyarı Araba gelmişdir. Said ibni Âa (R. A.)
hazretlerinin kölesi iken refikasına bağışlamış, o da azat etmişdir. Mısırda,
Irak'ta bulunmuş, Dımışk (Şam) da yerleşmiştir. Ebû Hatim demişdir ki: «Ben Şam'da
Mekhul-den daha âlim bir zât. görmedim» 118. H. de Şam'da irtihal eylemişdir.
Rah-metullâhi Aleyh.
[683] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/344-348.
[684] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/348.
[685] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/348-350.
[686] Nuaym Müc'mir (R.A.): Künyesi Ebft Abdullah olan bu
zât Ömer ibn-il Hattab {R, A.)'in azâdlısıdır. İsmini Mimin şeddesiyle
«Müeemmir» okuyanlarda vardır. Kendisine «Mücemmir» denilmesi her Cuma günü
öğle zamanı Medîne-i Münevvere mescidini buhurlamak emredildiği içindir. Ebû
Hüreyre ve diğer sahabeden hadîs dinlemişdir.
[687] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/350-351.
[688] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/350-351.
[689] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/351-352.
[690] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/352.
[691] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/352.
[692] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/352-354.
[693] Abdullah bin Ebî Evfa Radiyallahü anh: Ebû İbrahim
yahut Ebû Mu-avly<> veya Ebû Muhammed Abdullah bin Ebî Evfa Alkanie bin
kays Eslemi'-<Hr. Babanının adı Alkame'dir. Hazret! Abdullah Hudeybiye,
Hayber ve daha sonrakt gazalara iştirak etnıişdir. Besûl-U Ekrem (S.A.V.)'in
irtihaline kadar M edim'-i Miliıcvvere'den ayrıimamış; Sonra Kûfe'ye gitmiş ve
orada ahirete . Kûfp'de en son ahirete göçen sahabîdir. trtihali «86.. H.»
dedir.
[694] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/354.
[695] Shf. - 279'daki 278/209 nolu hadise bakıla.
Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları,
Sönmez Yayınları: 1/354-355.
[696] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 1/355.
[697] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/355-357.
[698] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/357.
[699] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/357-358.
[700] Süleyman b, Yesar (R. A.): Eyyüb Süleyman b. Yesar
olup Ümmül-mü'minîn Meymûne {R. A.)'nm azadhsı ve Atft b. Yesâr'ın kardeşidir.
r»IedSne-lidir. Tabiln'İn büyüklerindendir. Fakih, Fazıl, Abîd, Ehl-t takva,
sika yani mutemed ve hüccet bir zât idi. Fukahaj-ı Sebâ (1) denilen yedi
Fakibîn biridir
[1] Fukahây-i Sebâ: Âshab-ı kiram içinde ençok fetva veren yedi zâtdır
ki; I. Emir-ül Müminin ömer-ül - Faruk (R. A.). II. Emir-ül Müminin AHyy-ibni
Ebi Talib (R. A.) ve K. veçhe. III. Abdullah b. Mes'ud (R. A.). IV. Abdullah
b. Abbas (R. A.). V. Ümmül - Müminin Hz. Âişe Sıddıyka (R. A.). VI Abdullah b.
Ömer (R. A.). VII. Zeyd bin Sabit (R. A.). Rıdvan-ullahi Aleyhim ec-main
Hazretleridir. Bu büyük zâtları takiben gelen tabiin içinde . «Fukaha-İ. Seb'â»
adıyla tanınan zâtlar da: 1. Said b. Müseyyeb. 2. Urvet-übnü Zübeyr. 3. Kasım
b. Muhammed. 4. Ebû Bekir b. Abdurrahman. 6. Süleyman bin Yesar. 7. Ubeydullah
bin Abdullah bin Utbe b. Mes'ud. Bu .büyük zâtlardır. Cümlesin-dan Allah razı
olsun ve Rahmet eylesin. Bak: Ilâm-ul Muvakkıf'ın cld. 1. Shf. 13 ve 25.
[701] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/359.
[702] kaylûle : Kuşluk ve Öğle zamanlarındaki uykudur.
Mutlak surette istirahattır. Uyku gırt değildir, diyenlerde vardır. Tanyeri
ağardıktan kuşluk vaktine kadar uyumak rızkın azalmasına, ikinci vaktinden
akşama kadar uyumakta ömür noksanlığına sebeb olacağı. Peygamberimiz
tarafından bildirilmiş ve bu vakitlerde
uyumaktan nehyetmiştir.
[703] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/359-360.
[704] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/360.
[705] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/360-361.
[706] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/361.
[707] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/361.
[708] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/361.
[709] Îbni Ebi Leylâ: Ebû Abdurrahman Muhammed b.
Abdurrahman b. EJbi Leylâ'dır. 74. H. de dünyaya gelmişdir. Babası Abdurrahman
(R. H.) da Tabiin'in büyüklerindendir. Hazret-i Ömer, Hz. Ali, Zeyd bin Halid
Eba Ey-yub-ül Ensarî (R. Anhüm)'den rivayeti vardır. Oğlu Ebi Leyla 115. H. de
Küfe Kadısı olmuş (33) sene kadılık etmişdir. Şâbi, Atâ, Nâfi'den rivayet
etmiş, kendisinden imam Süfyan-ı Sevrî ve Şu'be ahz-ı hadîs ve ilim tahsil
eylemiş-dir. Müstakilen içtihadda bulunduğu, ve bir usul-u içtihadiye tesis
ettiği îlm-i Hilaf kitablarında yazılıdır. 148. H. de irtihal etmişdir.
Rahmetullahi aleyhi.
[710] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/361-363.
[711] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/363-364.
[712] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/364.
[713] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/364-365.
[714] Nasr Sûresi; âyet: «3».
[715] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/365-366.
[716] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/366.
[717] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/366-368.
[718] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/368-369.
[719] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/369-370.
[720] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/370.
[721] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/370-372.
[722] lbn-İ Buhftyne radlyallahü anh:
Abdullah İbn-i Mfilik İbn-i
Buhây-ne'dir. (54) ile (58) tarihleri arasında vefat etmiştir.
[723] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/373.
[724] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/373-374.
[725] Berâ' İbn-i Azib radiyalIahU anh: Ebû Amâre Berâ,
İbn-i Azib İbn-I Hars Evsİ Ensâri .Hârisi'dir. Yaşı küçük olduğu için Bedr
gazasına Hazreti Peygamber (S.A.V.) tarafından iştirak ettirilmemiş; fakat
sonradan Resûli)!-Iah (S.A.V.)'in maiyyetinde ondört gazada bulunmuştur. îlk
iştirak ettiği gaza Hendek'dlr, Bir rivayete göre (Rey) şehrini 24 tarihlerinde
fethetmiş. Mis'ab İbn-i Zübeyr zamanında, Kûfe'de vefat etmiştir.
[726] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/374.
[727] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/374-375.
[728] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/375.
[729] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/375.
[730] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/376.
[731] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/376.
[732] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/376-377.
[733] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/377.
[734] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/377.
[735] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/377-378.
[736] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/379.
[737] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/379-381.
[738] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/381.
[739] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/381.
[740] Said b. Târik
Eşceî radiyallahü anh: Kûfe'lilerden. sayılan Târik b. 'in oğludur.Künyesi Ebû Mâlik'dir.
Babasından hadîs rivayet etmigdir.
[741] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/381.
[742] Mühdes: Sonmdan uydurulan şey demektir
ki, bidatdır.
[743] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/381-382.
[744] Hasan b. Ali radiyallalıii :ııılı: Kim Muh:ııunıcd
Hasan b. Ali, Resûlüllah (H.A.V.)'in torunudur. Hİeıvtln iküiumi Ki«m»si,
ramazanında doğmuştur.
Ilm-i Ahdi'l - iîcrr CîfîS HV.\) : do£unı tarihi hususundu söylenenlerin
en .sahihi budur, dedikten sonra: -Hasan, halim, selini, muttaki, fadıl bir
zâttı. Vt'rıı' ve takvası, dünyayı ve hilafeti terk edip ahirete yönelmesine
sebeb olmuştur» der. babasından sonra nas kendisine bit'at ettiler ve yedi ay
kadar Irak'da ve Horasan'da halife kaldı. Mazieli llasan'ın fa/.iletleıi
saymakla bit-nuv. (51) tarihinde Medîne-i Münevveıv'de irlihal oylomiş ve
Bakiâ. defnolun-ıuuştur .RahmetuUahi aleyhim.
[745] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/382-383.
[746] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/383.
[747] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/383.
[748] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/383-384.
[749] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/384.
[750] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/384.
[751] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 1/384.
[752] Evzâi : Ebû Amr Abdurrahman b. Amr'dır. Evzâî
Şam'lıların imamı olup 88 tarihinde dünyaya gelmiştir.
Hadisi Atâ b. Ebi Rebah
ve Zührî gibi büyüklerdn okumuştur.
Zamanında Şam'da yegâne fetva veren âlimdir. Yetmişbin meseleye cevap
verdiği söylenir. Son derece ehli takva. İdi. Kendisi mutlak müttehitlerden sayılır
150 tarihinde Beyrut'ta vefat etmiştir.
[753] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/384-387.
[754] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/387.
[755] Onlar bunu hesap onluklarında kullanmayı ıstılah
edinmişlerdir. Bu onluklar birler, onlar,
yüzler ve binler olmak üzere çeşitlidir. Meselâ :
Birlerden bir rakamını
göstermek için küçük parmak yumulur. İkiyi göstermek için küçük parmakla
birlikte yüzük parmağı da yumulur. Üç İçin bunlarla orta parmak da yumulur.
Dürt için küçük parmak serbest bırakılır. Beş için onunla birlikde yüzük
parmağı da bırakılır. Altı için sade yüzük parmağı yumulur, diğerleri serbest
bırak'hr. Yedi için küçük parmak bag parmağın köküne yatırılır. Sekiz için o
vaziyetteki küçük parmağın üzerine yüzük parmağı da yatırılır. Dokuz için bu
ikinin üzerine drta parmak da yatırılır.
II. Onluklara gelince :
Bunlar için baş parmakla şehadet parmağı kullanılır. Ve on rakamını göstermek
için baş parmağın başı şehadet parmağının ucuna bükülür. Yirmi için baş parmak,
şehadet parmağı ile orta parmağın arasına sokulur. Otuz için şehadet parmağının
bağı, baş parmağın ucuna bükülür. Yâni on rakamının aksinedir.. Kırk için baş
parmak şehadet parmağının orta ekine bindirilir. Ve beş parmak kendi köküne
doğru bükülür.
Elli için baş parmak
sadece kendi köküne bükülür. Altmış için şehadet parmağı baş parmağın sırtına bindirilir.
Bu v kırkın aksidir. Yetmiş için baş parmağın ucu şehadet parmağının orta ekine
temas ettirilir .şehadet parmağının ucu da onun üzerine bükülür. Seksen için
şehadet parmağının ucu köküne bükülür ve yanı başından baş parmak kendi
tarafından onun üzerine yayılır. Doksan içtn şehadet parmağı ba? parmağın
köküne bükülür ve baş parmağa dayanır.
III. Yüzlere
gelince:'Bunlar sol elde olmak şartiyle dokuz yüze kadar birlikler gibidir.
Binler dahi yine sol elde, onluklar gibidir.
[756] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/387-388.
[757] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/389-390.
[758] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/390.
[759] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/390.
[760] Sûretü'l-Ahzâb; âyet:
«6».
[761] Nehâl: İbrahim b.
Yezid en-Nehaî'dir. tmam-ül
Fukahadır. Kûfe'de yetişmig, Ebû Dâvud,
Nesâî, İbni Mâce'nin sahihlerinde Alkame, Esved, Mes-ruk gibi tabiînden
rivayetleri meşhur olan bir zâtdır.
Sald b. Cübeyr; «aramızda
İbrahim en-Nehâî bulundukça benden istediğinizi ona sorun» derdi. Hicrî 96
yılında irtihal eylemişdir.
[762] Tavus b. Keysan:
Ebû Abdurrahman el Yemanîdir.
Zeyd b. Sabit,. Âige, Ebû
Hüreyre, Zeyd b. Erkam, İbni Abbas gibi Ashabdan (Rıdvanullahi Aleyhim ecmaîn)
rivayeti vardır. Yemen'de müftülük etmiştir.
İbni Abbas (R. A.) «Kendisini
ehli cennetten olarak tanırım» derdi. Ekseri rivayeti Ebû HttreyîfS (R.A.)
'dendir. 94 tarihinde irtihal ettiği en kuvvetli rivayettir. R. Aleyh.
[763] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/390-394.
[764] Fadale b. Ubeyd radiyallahü mıh : Ebû Muhammed Fadâle
b. Ubeyd Ensârî Evsi'dir. İlk iştirak ettiği gaza Uhud olmuş, undan sonrakilere
hep iştirak etmiştir. .Ağaç altında Resûlüllah (S.A.V.)'e biy'at etmiş. Sonra
Şam'a giderek orada kadı olmug- ve orada vefat etmiştir. Başka yerde diyenler
de vardır. Vefat tarihi (53) dür.
[765] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/394-395.
[766] Sûretü'l Fatiha; âyet:«4».
[767] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/395.
[768] Ebû Mm'tul
radiyallahü anh: İsmi
Ukbe b. Amir b. Sa'lcbp Ensârî Boılrî'dir. İkinci Akabe'de bulunmuş,
fakat Bedir gazasına iştirak edememişdir. Be:lir'de bir müddet kaldığı için
oraya nisbet olunur. Uhud'da ve onu takip eden gazalarda hazır bulunmuştur.
Kûfe'de kalmış ve Hazreti Ali (R. A.)'m hilâfetinde orada vefat etmiştir. Vefat
tarihi bir rivayete göre (41) bir rivayette de (60) dan sonradır.
|B?şir b. Sa'd
radiyallahü anh: Ebû Nu'man Bpfjir b. Sa'd b. Salebe Ensa-ri, Hazrecîdir.
Eri-Nu'nıan b.yBeşir'in babasıdır. İkinci Akabede ve sonralii ga-zâhırdı h^zır
bulunmuşdur.
Hicretin 1? ci yılında
Halid b. Velîd'in nıaiyyetinde yemame harbinden dönerken «Ayn-ı Temr»
vak'asında şehid olnıuşdur. Kendisinden oğlu hadîs rivayet etmiştir.]
[769] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/396.
[770] Sûretii'l- Azhâb;
âyet: «56».
[771] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/396-398.
[772] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/398.
[773] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/398-400.
[774] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/400.
[775] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/400-402.
[776] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/402.
[777] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/402-404.
[778] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/404-405.
[779] Lahn: trab hatasıdır.
[780] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/405-406.
[781] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/406.
[782] Re'yi acizanemce
dünya fitnesi bugün
artık evcibâhâsma varmıştır. Tarihin hiçbir devrinde dünya
fitnesinin Âdemo^lunun başına bu günkü kadar belâ kesildiğini zannetmem.
Bugün umum beşeriyetin ahlâkı
temelinden çökmüştür.. İtikat da
buna muvazi olarak alabildiğine çökmektedir. Beşerin s.u perişan halini
gördükçe Hazreti Resulü
Kibriya'nın dünya fitnesinden Allah'a sığınmasının ne kadar derin bir mânâ
taşıdığını daha iyi anlıyor ve ondan tekrar tekrar Allah'ıma sığınıyorum.
[783] Sûre-i Enfal; âyet:
«28».
[784] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/406-407.
[785] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/407.
[786] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/407-408.
[787] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/408-409.
[788] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/409-413.
[789] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/413.
[790] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/413.
[791] Ebü Ümâme (R.
A.) : îyâs b. 8a'lebe el - Harisi pnsarî, Bedir gazasına iştirak edememişse de
Resûlüllah {S.A.V.) kendisini annesinin hastalığı doîayısiyle
mazur görmüştür. Bir de Ebû Ümâıne el Bahilî vardır ki, Itnabımızın bacındaki
üqüncü hadîsde zikri geçmişi. Ebû Ümâme ismi mutlak söylendiği zaman buradaki
anlaşılır. Ötekini anlatmak iğin daima yanında Ivıhilj sıfatını söylerler.
[792] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/413-414.
[793] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/414.
[794] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/414-415.
[795] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/415.
[796] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/415.
[797] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/415-417.
[798] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/417.
[799] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/417-418.
[800] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/418.
[801] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/418-419.
[802] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/419-420.
[803] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/420.
[804] Bina etmek Bak. shf. 102 dip not.
[805] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/420-423.
[806] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/423.
[807] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/423-424.
[808] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/424.
[809] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/424-425.
[810] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/425-426.
[811] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/426.
[812] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/426-428.
[813] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/428.
[814] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/428-430.
[815] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/430.
[816] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/430.
[817] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/430.
[818] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/430-431.
[819] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/431.
[820] Bu ondört yer şunlardır: Araf, Ra'd, Nahl, Eenî
îsrâil, Meryem Hacc Furkân, Nemi. Secde ,Saad, Fussüet, Nesm, înşikak ve
tkra' sureleri.
[821] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/431-432.
[822] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/432.
[823] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/432-433.
[824] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/433.
[825] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/433.
[826] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/433.
[827] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/434.
[828] Hâlid b. Ma'dân Radiyallahü mıh : Ebû Abdilluh Hâlid
b. Ma'dân Yami ve Kela-î'dir. Tâbiîn'den olup Humu.sludur. «IN'yffaınber
(S.A.V.)'in ashabından yetmiş kişi ile görüşdünı» denıisştii1. Kendisi
Şamlıların nıütemodlerin-dendir. 104» ve bir rivayete göre tarihinde vüfat t-1
mistir.
[829] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/434.
[830] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/434.
[831] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/434.
[832] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/434-435.
[833] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/435.
[834] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/435.
[835] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/435-436.
[836] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/436-437.
[837] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/437.
[838] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/437.
[839] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/437-438.
[840] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/438.
[841] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/438.
[842] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/438.