ÖNSÖZ.. 2

MUKADDİME.. 2

Hafız İbni  Hacer'in   Haltercümesi 6

Muhammed Bin  İsmail San'ani 7

Müracaat Edilen Eserler 7

Bazı Usûl-ü Fıkıh Istılahlarının Kısaca İzahı : 7

Usulü Fıkha Göre Bir Âyetin Tahlili: 10

Hadis İlminin Istılahları 11

Hadisi Şeriflerin Râvi Sayısına Göre Taksimi 11

Seneddeki İttisal Ve İnkıta'a Göre Taksimi 11

Sahih Olup Olmamalarına Göre Hadisi Şeriflerin Taksimi 12

KİTABA  GİRİŞ. 12

TEMİZLİK.. 14

[Sular  Babı] 15

Kablar Babı 23

Pisliği Giderme Babı Ve İzah. 27

Abdest Babı 31

Mestler Üzerine Mesh Babı 43

«Abdesti Bozan Şeyler Babı». 47

Kaza-yı  Hacet Babı 55

«Gusül ve Cünübün Hükmü». 64

Teyemmüm  Babı 71

Hayz  Babı 77

«Namaz  Ve  Vakitleri  Babı». 82

«Ezan Babı». 92

«Namazın Şartları Babı». 103

«Namaz Kılanın Sütresi  Babı». 112

«Namazda Huşua Teşvik Babı». 116

Mescidler Babı 120

«Namazın Sıfatı Babı». 126

Bazı  İzahat : 149

Secde-i Sehiv Ve Şâir Secdelerden Secde-i Tilâvet Ve Şükür Babı 158

Bazı İzahat: 159


İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ

 

Allahü teâlâya hamdü sena olsun ki, İki sene evvel neşre başlayıp bu sene dördüncü cîldînide bastırmak suretiyle ikmaline muvaffak ol­duğumuz (Bülûğul' Meram) «Selâmet Yolları» nın aynı sene İçersinde ikinci baskısını yapmak mazhariyetine'de kavuşmuş bulunuyoruz.

Hukukumuza ait bütün esasları biz'ere açıklamış olan Peygamberi­miz Muhammed Mustafa (S.A.V.) efendimize âli avlâdına salât ve se­lâm olsun.                                               

Bu esasları toplayıp, yazıp, bizlere kadar getirenlere (Allah C.C.) rahmet ve selâmetler ihsan etsin.

Eserin lâyık olduğu alâkayı görmesi karşısında memnuniyet ve şük­ranlarını sunduğu okuyucularına bu yolda muvaffakiyet, sıhhat ve selâ­metler diler.[1]

                                                                                                                                                                       Sönmez

 

ÖNSÖZ

 

Âlemlerin Rabbi olan Allah-u Teâlâ'nın tevfîk ve inayetine sığına­rak millet irfanına hizmeti vazife bilen Sönmez Neşriyat Şirketi kıy­metli dîn bilginlerimizin toplu kararlarına dayanarak hazırlamakda olduğu ilmî ve islâmî eserlerinden birini daha yayınlamakla Allah'a hamd ve şükranımız sonsuzdur.

Resûl-ü Ekrem Peygamberimiz Hazreti Muhammed aleyhisselâm'ın ibadât, ahkâm ve İslâm hukukuna taallûk eden bütün fıkıh meselele­rini muhtevi hadîs-i şerifleri «Bülûğu'lMeram» ismi altında bir araya toplamakla İslâm Âlemine hizmeti pek bü.yük olan merhum ibni Hace-rül - Askalânî Hazretlerini hürmetle anar ve Allah'dan kendisine bol mağfiret ve rahmet temenni ederiz.

İslâm hukukuna ve Şer'î yönden ahkâma me'haz olan bu büyük eser «Bülûgu'l - Meram» \ Türkçemize selis bir ifâde İle tercüme eden ve aynı zamanda tefsir ve şerh ederek bundaki meseleleri gayet iyi açıklayan Yüksek İslâm Enstitüsü öğretmenlerinden sayın üstad Ahmed Davudoğlu hocamıza karşı duyduğumuz minnet ve şükranlarımızı bildirirken muhterem mütercim ve müellife Allah'dan rıza ve afiyetler dileriz.

Haşre kadar her müslüman Türk'ün ve hatta bütün İslâm Âlemi­nin hukukî ve şer'î bilgilerine ışık tutacak bu büyük eserin yayınlan­masına âmil olan Sönmez Neşriyat'\n bütün hadimleri ve ortakları inşaAllah ind-i İlâhİ'de en zengin mükâfatlara taltif ve tahsin oluna­caklardır.

Sönmez Neşrîyat'tn kıymet!! İlim hey'etİni teşkil eden muhterem üstadların ısrarlı tavsiye ve kararlarından doğan bu eşsiz eser okun­dukça ve nesilden nesile bir kudsî kitap olarak taşındıkça hasenat def­terleri mütemadiyen dolacak olan İlim Hey'etimİzi de tebrik ederiz.

Resûl-ü Zîşan Hazreti Muhammed Aleyhİsselâm'ın bir nur ve İnci olan mübarek hadîs-i şerifleri içinde Fıkhı ahkâma taallûk eden bütün mesaili kolaylıkla bulmak imkânını kazandıran Sönmez Neşriyat Şjrketin'm daha nice eser ve kıymetli te'lîfâtı yayınlamasına Allah-u kâdîru'l Mutlak'dan tevfik ve inayet niyaz ederiz.[2]

 

MUKADDİME

 

Allahü zül Celâle sayısız hamd-ü senalar; Resul-ü zîşanı Muhammed Mustafa ile Âlü Ashabına sonsuz salât-u selâmlardan sonra, Davud Oğ­lu Hasanın oğlu şu âciz Ahmed der ki:

Eukitab meşhur Hadîs âlimlerinden Mısırlı İbni Hacer-il' Askalânî'nin Büluğ-ul-Merâm, mm Edillet-iVAh­kâm adlı eserinin şerhidir. İbni Hacer merhum bu kıymetli eserinde her-biri îsiâm Hukukuna feyizli birer menba olan Hadîsleri bir çok sahih Hadîs kitabîarından toplamış bu suretle İslâm Hukukunun Kur'an-ı Ke­rîmden sonra mutlak suretde ikinci delilini teşkil eden Sünnet'den istinad etdiği bütün deliller bir araya gelmişdir. Allah ondan razî olsun.

Bu kıymetli eseri Mağrib Ulemasından Kadı Şerefü'ddin El Hüse­yin b. Muhammed-ül Mağribî serhetmis ve kitabına Bedrüt Tamâm» adını vermiştir. Fakat mezkûr şerh uzun olduğu için cnu Yemen Ulemâsından Muhammed b. İsmaİl-üs' San'anî kısaltmak ve kendi tarafından bazı mütâlealar ilâve etmek suretiyle yeni bir eser meydana getirmiş ve buna  Sübül  Üs- Selâm şerhu Bülûğul-Merâm» unvanını vermişdir. Bu zatın halâ Yemende hüküm sürmekde olan ZahirLyye ve Zeydiyye koluna sâlik olduğu zannediliyor. Vakıa kimseyi taklîd etmez serbest bir müetehid gibi görünmek istiyorsa da eserinin bazı mahrem yerlerinde farkına varmadan hakikati sızdırmış ve sezdirmiştir. Bu sebeble olacak ki; Hâdiviyye, Kasımİyye, İmamiyye, Yahya b. Hamza Âl imamları, Şerefüd-din ve saire gibi Ehl-i Sünnet Uleması arasında sözü geçmeyen birçok mezhep ve imamları eserinde Ehl-i Sünnet İmamlarıyla birlikde zikretmişdir. Bunu gören Allâme Ebu'l Hayr Nur'u Hasan Han, Sanânı'nin eserini ele almış ve aynen onun yaptığı gibi bazı yerlerini kısaltmak, bazı yerlerine lüzumlu gördüğü malûmatı katmak suretiyle yeni bir eser meydana getirmiştir. Nur-ul Hasan'ın kısalttığı yerler ekseriyetle Ehl-i Sünnet harici mezheb ve kavillerdir. Böylelikle eser    bir dereceye    kadar    tenkili    edilmiştir.  Nuru'l-Hasan eserine Fethu'l Allâm li Şerh-i Bülûğul-Me­ ismini vermişdir. Bunlardan maada «Bülûğul-Merâm» in bazı  haşiyeleri de vardır. «Sübül-üsSelâm-» bundan 29 sene evvel talebe­liğim zamanında Mısırda Canıiü'l-Ezher'in Şeriat Fakültesinde ders kitabı olarak okutuluyordu. İşittiğime göre halâ da okutuluyormuş. Fakir bundaki nükteye bir parçacık olsun temas etmeden geçemiyeceğim.

19 uncu asrın sonlarına doğru Islâmın düşmanları tarafından müslümanlar arasında bir de «Dinde Islahat» modası sokulmuştu. İslâm dinine düşman olanların bununla neyi kasdettiklerinî izaha lüzum yok-dur. Fakat, ne yazıkdır ki Mısırda bazı din âlimleri bu menhus propa­gandaya mahiyetini anlamadan âlet olmuşlardır. Bu zevat üç beş gün­lük dünya hayatında şöhret kazanmak sevdasıyla, caiz midir, değîl mi­dir, bakmadan körü körüne düşmanın eline âlet olmuşlar, hatta Mısırda Masonluk Locasını kendi elleriyle kurmuşlardır. İddialarının hulâsası şudur : Eski müctehidler hata etmişlerdir!.. Müctetıîdlik sade onların hakkı değildir. Bir parça dinî bilgisi olan herkes ictihad edebilir. Eski­den yazılan eserler sıkıcı ve faidesizdir. Onları yenileştirmelidir. Dini mutlaka zamanın modasına uydurmalıdır.

Bugünün tabiriyle düpedüz «Dinde Reform»culuk olan bu hare­ketin serdarları Efganlı Cemaleddin ile Mısırlı talebesi Şeyh Muhammed Abduh'dur.[3] Kitabullah ile Sünnet-i Resûlüllahı mutlaka zamanın fennî nazariyyelerine uydurmak suretiyle haberleri olmadan bindikleri dalı kesen bu dalgın zevat o günkü hakikî îslâm Ulemâsını bir hayli uğ­raştırmışlar dır. Nitekim kendilerine halef olanlar halâ da uğraştırmak­tadırlar.

Asla unutamıyacağım bir hadisedir : 1936 yılında Mısır'da Cami-ul' Ezher'in Şeriat fakültesinde talebe idim. O zaman dünyaca meşhur dinî ilimler müessesesi Ezher'in basında Şeyh Muhammed Abduhun gü­zide talebesi Muhammed Mustafa el Meragî bulunuyordu. Mısırlılar bu zata «İmam» yani «müctehîd» diyorlardı. Üstad Muhammed Abduh'un ateşli bir halefi idi.

İşte bu zat başta olmak üzere Mısır'ın bütün modern din adamları San'anî'nin pek serbest kaleme aldığı Sübülü's-Selâm» ı-nı Ezherin Şeriat Fakültesinde okutmağa karar" vermişlerdi. Buna mu­vazi olarak bazı Fakülte hocalarına da Mükarenet-ül Mezahib» «Mezheblerin birbirine kıyası» namı altında yeni bir eser yazdırılmışdı; o da ayni fakültede okutuluyordu. «Sübülü's-Selâm» ı okut­manın mânası şu idi. «Ey dört Mezhebin dört İmamı! Siz birer Müctehİd iseniz işte San'anî ve onun gösterdiği Hâdiler, Yahyaîar ,KâsımIar, Hamzalar ve sairler de  birer İmam ve  Müctehiddirler. Binaenaleyh   darılmayın amma biz işimize yararsa sizin kavilleriniz ile amel edece­ğiz. Fakat işimize gelmediği zaman onların kavilleri ile amel efmekde de tereddüt göstermiyeceğiz. Hatta onlarda da sadra şâfî fetvayı bula­mazsak kendimiz İçtihad edeceğiz, çünkü içtihad kapısı açıkdır ve Müc-tehîdlerimiz hazırdır, işte başta zamanın İmam-ı Âzami Muslih-i kebîr Merâgîi...»

Türkçesi: Bu hareket şimdiye kadar misli görülmedik orijinal bir dava; yanıbaşındaki «Mukarenetü'l-Mezahİb» de bu davaya bakan bir adalet mahkemesi idi.. Şer'î bir mes'ele hakkında dört mezhebin dört çeşit delilleri bu mahkemenin huzur-u adaletine celbedilir. Oradaki dur dıraz, muhakeme ve münakaşa neticesinde: bir misli bir daha cihana gelmeyen İmam-ı Azam çok defa davayı kaybeder; sararmış solmuş kan terlere batmış perişan haliyle bu amansız mahkemenin yaman huzurundan çıkardı. Hazanda bu günün tabiri ile davalı mevkiinde bu­lunan dört mezhebin dördü birden mahkûm olur; davayı hükümet sav­cısı makamında bulunan Mısırın yeni Müçtehidleri kazanırdı.

Bir tarafdan bu iki eser «Sübülü's-Selâm» ile «Mukarenetü'l - Me-zâhib» arzettiğim şekilde harıl harıl Şeriat Fakültesi kürsülerinde oku­tulurken, diğer taraftan zamanın en büyük müetehidi İmam-ı Merâgî resmî ve gayr-i resmî mahfillerde münasebetli ve münasebetsiz daima bu mevzu üzerinde durur, eskinin içtihad tarzını, müctehidlerini mez-heblerini, kitablarını, yazma, *okuma ve okutma şekillerini velhasıl her şeyini... her şeyini... en acı bir lisanla ve ülkeler kaybetmişçe sine derin bir hüsranla tenkid ederdi. 1936 yılında şöhretinin evc-i bâlâ'sma var­dığı bir sırada en mes'ul devlet ricali huzurunda: «— Ben Ezherde bir çok müetehidler görüyorum ki; taklid kendilerine haramdır.» dediği meş­hurdur. Merâgî merhumdan sonra Ezher idaresine getirilen bazı zevat da o günün kalbur-üstü müctehidlerinden sayılırlardı.

Hasılı: maruzatımı daha da ciddileştirerek demek isterim ki: Kaş yapmağa çalışırken göz çıkaran bu adamlar iyi yapıyoruz zan ve iddia­sıyla mübarek dine ve mübarek müslümanlara en büyük darbe-i haka­ret ve zilleti indiriyorlardı. Din-i Mübini yar ve ağyara karşı oyuncak haline getirmişlerdi. Maamafih zaman zaman hakettikleri sille-i İntiba­hı da hakîki Ulemâ şimşek çakar gibi suratlarına indirmiyor da değildi. Cenab-ı Hak cümlesinin taksimatını afvü mağfiret buyursun.

îşte fakir hiç beğenmediğim bu tarz-ı tedris ile senelerce okudum. Nihayet fakülteden mezun olarak ayrıldım. Fakat İslâmi tedrisata ve îslâmm en benam Ulemâsına karşı kıyasıya girişilen şu suikasde kar­şı damarlarıma yerleşen derin teessür o gün bugün yakamı bırakma-mışdır. Çünkü; bu adamların yapdığı İslama hizmet değil husumetdi.

Vakıa kendilerine kıymetli makaleler, risaleler, hatta kitablar yazarak cevap veren ve hatta Merâgî gibi bazılarını son ömründe dalâl-ı kadî­minden döndüren Ulemâ ve fudalâ hamdolsun bulunmuşdur. Lâkin bu yanlış yolun çarpık yolcuları maatteessüf halâ mevcuddur.

Hulâsa: «Yer pek. Gök yüksek» darb-ı meselemiz fehvasında şu hal karşısında bir acz-ı mutlak içinde çırpına çırpına bugünü buldum. Ya­şım Elli üçdür. Artık iyiden iyiye göründü bize sefer yollan... Bu sefe­rin nereye olduğunu bu yollara niçin- düşdüğümü hamdolsun bilenlerde­nim. Adeta koşa koşa gittiğim hedef bir Mahkeme-i Kübrâ'dır. Ben ora ya muhakeme edilmeye, hesap vermeğe gidiyorum. Âdil-i Mutlak haz­retlerine; her dilediğini yapan Melik-i Muktedir, Cebbar-ı Mütekebbir hazretlerine divan durmağa gidiyorum. Ben bu müthiş Mahkemeye na­sıl girer nasıl çıkarım Ya Rabbîl... Hesabım açık; hazırlığım küçük benim halim ne olur Allahıml...

İşte yıllardır akşam sabah bu sualleri kendime sorar dururum, fa­kat cevap alamam. Düşünürken başım saçım ağardı. Nihayet Rabb-ül Alemin hazretlerinin huzur-u mânevisine «Karınca kaderince» bir vesika ile çıkmağa niyyet etdim. Ve bir hayli düşünüp taşındıktan sonra bazı muhterem arkadaşlarımın yardımı, teşvik ve teşci-i ile Ibn-i Hacer-İI' Askalânî merhumun «Bülûğül-Merâm» adlı eserini Türkçeye tercüme ederek üzerine mümkün olan sahih şerh ve tefsiri de yapmak suretile mümkün mertebe dinde Reform salgınının önüne geçmeğe karar ver­dim. İkmaline muvaffak olabilirsem inşaallah Mahkeme-i Kübra'da bana şahid olur. Bu sayede Hazret-i Fahr-î kainat efendimizin şefaat-ı uzmâsını ummağa belki bir parçacık yüzüm olur.

Yalnız ortada pek mühim bir mes'ele1 var. Bugün dünya değiş-mişdin. Vakıa maddî ve teknik cihetten müthiş ilerlemeler oluyor, ra­hat yollar çeşitli nakil vasıtaları, kuşlar gibi havalarda uçuşan tay­yareler, balıklar misâli, deryalarda yüzen gemiler, bir anda dünyaya seslenen radyolar, telefonlar, telgraflar, çeşitli elektrik tenviratı ve-sanayi'i ve sair nice istirahat sebebleri keşfedilmiş ve halâ da edilmekte.. İnsanoğlu Ay'a, yıldızlara seyahat etmenin yolunu düşünmekde ve bu uğurda hummalı bir suretde geceli gündüzlü çalışmaktadır. Bunlar şüphesiz ki güzel şeylerdir. Lâkin itirafa mecburuz ki'maddenin bu hay-ı huyu içinde insanlık maalesef işin mâna cephesini tamamiyle ih­mal etmiş; madde ile birlikde beşerin aklı da maddîleşmiştir. Bugün bütün dünya müthiş bir ahlâk çöküntüsü içindedir. Milletler düştükleri bu korkunç vartadan bir an evvel kurtuluş çaresi arayacaklarına bilâ­kis oraya daha evvel yuvarlanmak hususunda birbirleriyle yarış edi­yorlar. Umumî ahlâk b'r füze sür'atiyle sükût ediyor. Bu sür'atli sükût Adem oğlunun adetâ aklını başından almıştır. Beşeriyet sanki «Dalton anomalisi» hastalığına müptelâ olmuşdur. Ne yazık ki şu acaib İlletten aziz milletimizin de pek çok ferdi muzdaribtir. Bugün göz baka baka haklıya haksız, aka kara, fenaya iyi diyenler var. Dâvamı misâllerle izah edeyim :

İnsanlığın en büyük düşmanı olan    Komünizmi en iyi bir idare siz-temi görmek, insanları İnsan eden, onlara ilericilik, fazilet ve kurtuluş yollarını gösteren dine; düşman nazariyle bakmak; ona hiç utanmadan geriletici, uyuşturucu demek; dindarlara gerici, zenpârelere, sarhoşlara, kumarbazlara vesair mühlikât hastalarına ilerici namını vermek daha neler neler, hep bu hastalığın menhus eserleri değil midir? Böyle batmış bir cemiyete lâfzın hangi manasıyla medenî denilir. Ve yirminci asrın medenî insanı diye hangi yüzlerle öğünülür bilmem. Benim muhakkak bildiğim bir şey varsa o da yüzde yüz bir cahiliyet-i salise devri geçİr-mekde olduğumuzdur.  Kur*an-ı Kerimde ve Tefsir kitablarmda Adem oğuiîarmm İki tane Cahiliyet devri geçirdiklerinden bahsedilir. Bu de­virlerin nereden başlayıp nereye kadar devam ettiği; alâmat-ı farikala­rının neler olduğu yine tefsirlerden öğrenilebilir. Fakat işte bu iki Ca­hiliyet devrine şimdi biz bir üçüncüsünü de katmak mecburiyetindeyiz. Evet yirminci asır, kim ne derse desin,  ve  maddî terakkiyat ne olursa olsun, hakîkî manasıyla tam üçüncü bir cahiliyet devridir. Ben tekâmül kanunu mutlak olarak kabul edenlerden değilim. Bununla be­raber kabul etdiğim müstesnalar arasında Cehaletde tekâmül de var­dır. Kanaatimce Yirminci asır modern bir cehalet devri halini almış-dır. öyle mükemmel bir cehalet ki bir günü nice cehalet-i Ülâ yılla­rına- bedeldir.

Şimdi burada mukadder bir sual ile karşı karşıya olduğumu his­seder gibiyim; peki o halde sen niçin kalkıp da Hadîs-i Şerif şerhi yaz­mağa Özeniyorsun? Bu kitabı kimlere okutup kimleri yola getirecek-,

sin? Cevaben derim ki:

— Bu sual bir an için pek haklı görünüyor. Hatta- böyle düşününce tamamiyle yeise kapılmamak, ümidi kesmemek için sebeb bile yok. Lâkin bence öyle değil, bence milletimizin ahlâki ve dînî ıslahından ümid kesmemek için değil, kesmek için bir sebeb yokdur. Çünkü Ce-nab-ı Allah Kur'an-ı Kerîmde «Allanın Rahme­tinden ümidinizi kesmeyin» buyuruyor. Zaman zaman kullarına elçi olarak gönderdiği Peygamberlerine de: «Sapıklar* mutlaka doğru yo!a getireceksiniz» dememişdir, Bilâkis onlara yalnız ^emrolundukları tebliğ vazifesini yapmakla iktifa etmelerini, istediklerini yola getirmek onların elinde olmadığını beyan buyurmuşdur. Şu halde ümidi kesmeğe bir sebeb yokdur. Bizde, bize düşeni yapar bırakırız. Elbette bu kitabı da okuyanlar bulunur.. Hidayet ve tesir Allah'dandır.

îşte şu düşünce ile bütün yukarıdaki mülâhazalara reğmen bu âci­zane eseri yazmakdan vazgeçmedim. Bilâkis «Besmele» yi çekerek işe başladım. Tevfik Allah'dandır.

Yaptığım şudur «Bulûg-ul-Merâm» hadislerinin tercümelerini Hadîs-i Şeriflerin altlarına yazdım.Sonra «Sübülü-Usselâmy>ı bazan da

Fethu}l-Allâm»ı kaşıma alarak onlardaki izahatın dört mezhebe uyanlarını hemen hemen olduğu gibi kitabıma naklettim ve bunları tercemeden satırbaşı yap­mak suretile ayırdım. Bidayetde bu iki eserden birini terceme etmek de hatırımdan geçmedi değil, fakat «Sübüîü's-Selâm-» m birçok Ehl-i Sünnet harici kavillerle dolu olduğunu yukarıda arz ctnıişdinı. Bi­naenaleyh onu sırf tercüme»edemezdim. «Feth'ul-Allâm»a. gelince: Ondan da hernekadar Ehl-i Sünnet harici sözler bir dereceye kadar kaldırılmış ise de onu da bugünün kendimce zarurî addettiğim ihti­yacına cevap verir mahiyetde bulmadım. İşte bu sebeblerle mezkûr iki eserden ve bilhassa «Sübülü's-seîâm» dan azamî derecede isti­fade etmeme rağmen eser yine tercüme değil, âcizane kendi teîifim oldu. Ben de kitabımdan ekseriyetle fazla kavilleri, itiraz ve cevapları hazfettiğim gibi hazfetmediklerinle dahi sırası geldikçe lâzım gelen cevabı vermeğe ve yine yeri geldikçe muteber Ehl-i Sünnet kitabla-rmdan top'adığım lüzumlu malûmatı dercetmeğe çalıştım. İcabında âcizane kanaatimi izhar ederek dindaşlarımın nazarı dikkatini cek-mekden ve Reformculara lâzım gelen cevapları vermekden çekinme-dim. Eserimin adını da «Sübülü's-selâm» dan pek çok istifade ettiğimi hatta bu eserin onun bir «Terceme»si mesabesinde olduğunu iş'âr için «SELÂMET YOLLARI» koydum. Eserde mümkün olduğu ka­dar sade bir dil kullanmak tarafını iltizam ettiysem de günün modası haline ge'en yeni uydurma tabirlerden bililtizam kaçındım. Vakıa bunları kullanıp kullanmamamın dînen hiç bir ehemmiyeti yokdur. Fakat ne de ^.sa kelimeler mânaların kalıbıdır. Gönül ister ki bir kalıbdan çıkan mânâ aslını inkâr etmesin. Halbuki; yeni tabirler böyle olmakdan maalesef uzakdır. Müddeami isbat için misal arze-deyim «Etki, Bitki, Bakım-» kelimeleri Uydurma Türkçenin en tutu­lanlar mdandır. Mânaları: Etki = Tesir, Bitki = Nebat, Bakîm = Nok-ta-î Nazardır. Halbuki ayni kelimeler birer ecdad yadigârı olmak üzere bir çok yerlerde meselâ: Deli Ormanda, Dobruca, Aydos ve sairede halâ kullanılmakda iselerde hiç biri yukarıda gösterilen mânada değildir. Bi­lâkis Etki = Zulmetmek demektir. «Filân kadın gelinine etki edermiş baksana!...» derler Bitki = Son demektir. Tarlasından mahsûl taşıyan bir çiftçiye daha var mı? diye sorarsanız. «Bu Bitki arabadır» diye ce­vap verir. Yani bu son demektir. «Küpün dibinden Bal'ın bitkisini çı­kardım» derler. Bakım = Besi demektir. Bakımlı hayvan» derler. «Be­sili» demektir. Bu ve emsali kelimeler arzettİğim manaâlarda halâ kullanılıp dururken dil İşleriyle uğraşanların niçin değiştirmeğe lüzum hissettiklerini bilemem. İşte arzettiğim sebeblerden dolayı yeni tâbir­leri kullanmadım. Beyan-ı itizar eylerim...

Kitabda geçen «Vâcib» ve «Tahrim» kelimeleri umumî mânâlarda kullanılmıştır. Yani «Vâcib» den ekseriyetle «farz» bazan vacib manâ­sı kasdsdildiğİ gibi «Tahrim» den de sırasına göre «Haram» ve «Kerahet manâları murad edilmişdir. Bazı Hadîs-i şeriflerin sonunda görülen (EI'Hâdis) kelimesi türkçeye ilâ ah... şeklinde tercüme edilmişdir.

Hadîs i Şeriflerin başlarındaki «rivayet edilmişdir», cdemişdİr ki» pibi tâbirlerle tercüme esnasında parantez  içine alınan muktaza sözler hususunda merhum Ahmed Naim Bey taklid edilmişdir. Maamafih zaruret icabı «bu» «Çünkü» «Zira» «Binaenaleyh», «nitekim» gibi bir çok kelimeler tekrardan kurtarılamamışdir. «Sübül-Üsselâm:> sahibi ile diğar şarih'erin sözleri Sarih gibi hususî tâbirler ile değü, sair sösler gibi (bazılarına göre) tabiriyle ifade edilmiş yahud isimleri açıklan­mış dır.

Yalnız îbni Hacer merhum için daima musannif tabiri kullanılmıştır.

Okuyanlara kolaylık olmak Üzere usulü Fıkh'm ve Hadîs-i Şeriflerin İstılahlarım gösteren bir cedveli kitabın başına Kavilerin Terceme-i hal­leri kitap da geçtiği yerde sahife altında yazılmışdır. Sözüme nihayet verirken hu' naçîz eseri hazırlamakda emeği geçen arkadaşlara bahusus tir çek malî fedakârlıklar göstererek tab'ı ve neşrini üzerine alan «SÖNMEZ» şirketi mensublarma en derin şükranlarımı arzeder, kitabda bilmîyerek yapacağım hatalarımdan dolayı beni muaheze buyurmama-larını okuyan din kardeşlerimden istirham eylerim.

Hidayet, ve muvaffakiyet Allahtandır.[4]

21 - Temmuz -1965                                                                                                                     Ahmed Davudoğlu.

 

Hafız İbni  Hacer'in   Haltercümesi

 

Şeyhülislâm Hafız Sehavî'nin «Etftibrü'l-Mesbûk-» adlı kitabının zeylinde Hafız ibni Hacer hakkında şöyle denilmektedir:

«İbni Hacer» Askalânî namıyla maruf, Şeyhülislâmlar şeyhi Dehrin âllâmesi, asrın hafızi, hocam Ahmed bîn Alî bin Muhammed Ebu'Fadl Kınanı Hazret-i Fahrikâinat efendimin sünnetine sancaktar, Kadı'l - Ku-dat, Hadîs hafızlarıyla ravilerinin biriciğidir. (773 H./1372 M.) yılı Şa'ban'ında Mısır'da doğmuş; orada yetişmişdir. Kur'an-ı Kerimi Hâvi'yi, îbni Hacib'in Muhtasarını vesair kitabları ezber etmiş ve Vâ-siylerinden biriyle Mekke-i Mükerremeye gitmişdir. Orada derse hazır olmuş. Sonra Hadîsi sevmiş; onu tahsil babından Hicaz, Şam ve Mısır ül­kelerindeki büyük Hadîs Şeyhlerinden bahusus Hafız Zeynüddin Irakî den istifade etmiş; Fıkıh Bufkîni İbn Mülâkkin (723 - 804 H/1323-1401 M.) ve zamanın diğer büyük Fakihlerinden almışdır. Şeyhleri kendisine ho­calık ve fetva babında izin vermişlerdir. îki aslı (Kelâm ile Usul-ü Fıkhı) diğer ilimleri îzz b. cemâ'a'dan Lugât ilmini Mecdüddin Fİrû-zâbâdî (Kamus Müellifi) den Arabi dili ve Edebiyatını Umarî'den Aruz ve Şiiri Bedr-î Müştekî'den Hüsnn-ü Hat ve Kitabeti bir çok zevatdan ckumuşdur. İbnî Hacer bütün ilim dallarında ciddiyetle çalışmış ve hepsinde gayeye ermişdir. Kur'an-ı Kerimin bazı kısımlarını yedi kıraat üzerine Tenuhî'den [328-384 H. 939-994 M.] okumuşdur. Bundan sonra kendini büsbütün hadîse vererek onu neşre başlamış; okumuş; okutmuş ve fetva vermişdir. Mısır'da müstakilen Kadılığı üzerine al-, mış; bu vazifede (21) yıldan  fazla kalmışdır.

Tefsir, Hadîs, Fıkıh ve va'zı, muhtelif yerlerde okumuş Ezher'de Camî-i Amr ibn As, ve sair camilerde hatiblik etmiş; ezberİndeki ilmi bir çok kimselere yazdırmışdır. Filhakika kendisine bir çok âlim fa­zıl zevat başvurarak ilminden istifade etmişlerdir. Eserleri (100) c baliğ olmuşlardır. îlm-i Hadîsin dallarından hiç bir fen yokdur ki; İbn-i Hacer'in o babda müellefati bulunmasın. Eserleri hayatında intişar et­miş; Hükümdarlar emirler bu eserleri birbirlerine hediye etmişlerdir. Eserlerinden bazıları şunlardır :

El - îsâbetü fî temyîzi's - Sahabe

Bülûğu'l - Meram min Edilleti'l - Ahkâm. (Hadîs) (Lahor; Taş bas­kısı, M. 1837 -1888 — H 1312, 280 nahife).

Tahrîcu Ehadîs Şerhü'l - Vecîz (Hindistan...)

Ta'cîlü'l - Menfaat bi zevâidi ricâli'l - Eimmeti'l - Erbaa (Haydara-bat; H. 132%, 571 sahife).

Ttfrifü'l - Ehli't - Takdis

Takribü't - Tehzib (Luknov, Hollanda; Ta§ baskısı, H. 1271; %82 sa­hife — Delhi; H. İ308 - 1380; 298 sahife — Delhi; Taş basma, H. 1290).

Et-Telhîcü'l - Habîr fi Tahrîci Ehadîsi'r - Rafiayyül - Kebîr (Hin­distan; Taş basma, H, 1301; 416 sahife).

Tevaliyüt - Te'sîs bi-Meâl-i îbni Idris.

Ed - Dirâyeiü fî Müntehibi Tahrici Ehadîsü'l - Hidâye (Delhi; Taş baskısı, H, 1328).

Nasbur Rivayeti fî Tahrîci Ehadîsi'l - Hidâye (Delhi; M. 1882 — Luknov; H. 1301).

Dîvan-ı Hutab (Bulak (Hollanda); H.1301).

Gıbtatü'n - Nazır fî Tercümeli Şeyh Abdülkadîr Geylânl. (Kalküta; M. 1903).

Fethü'l - Bari bi-Şerhi Sahîhi'l - Buharı (Bulak; M, 1301 — Delhi; Taş basması, M. 1890-91).

Tehzîbü't - Tehzîbi'l - Hemâli fî Ma'rifeti'r - Rical (Delhi; Tas bas­ma, 1891. Haydarâbat; H. 1325; 7-12 Güz arası).

El-Kavlü'l - Müsedded fi'z Zebbi an Müsnedi'l - İmam Ahmed (Hay­darâbat; 104 sahife).

Lisanü'l - Mizan (Fî Ricâli'l - Hadîs) (Haydarâbat; H. 1320-1331 — 6 Cüz).

Meratibü'l - Müdellisîn fî Hadîs (Mısır...)

Er-Rahmetü'l - Gaysiyyeti bi't-Tercümeti'l - Leysiyye. (Bulak; H. 1301).

Şerhü Nühbeti'l - Fiker fî Mustalahi EhWl - Eser. (Mısır; H. 1308) («Nuhbetü'l - Fikret-» Osmanlı Ulemâsından Ramazan Zade Abdü'n-Nafi' iffet Efendi tarafından tercüme olunmuştur. Matbudur. (Ra­mazan Zade için bak: Osmanlı Müellifleri c. 1. s. 387) — Yine Os­manlı Ulemâsından Nazif Ahmed Efendi - İstanbul'da tercüme et­miştir. (Nazif Ahmed Efendi için bak; Osmanlı Müellifleri; c. 2, s. ifGS). Nüzhetü'n - Nazar fî Mustalahi EhWl - Eser. (Kalküta; M. 1862 — Mısır; H. 1301).

Nüzhetü'n Nazar fî Tevzîhİ Nuhbetü'l - Fiker (Mısır; H. 1308 Kalküta; M. 1862).

İbn-i Hacer'in «Fethül-Bâri fî Şerhil-Buharî-» adlı eserinden baş­ka bir kitabı bulunmasa yalnız bu kitab onun şöhret ve büyüklüğünü anlatmağa yeterdi. Çünkü bu kitab hakkîyle Sünnet'in Kamusudur. İbn-i Hacer bunun mukaddemesini (812 H./1410 M.) de tamamladıktan sonra (817 H./1414 M.) yılı başlarında telifine girmiş ve (842 H./1438 M.) yılı Receb'in başında ikmâl etmişdir. Eser bittikten sonra büyük bir ziyafet vermiş bütün müslüman büyüklerinin iştirak ettikleri bu ziyafete (500) altın harcamıştır. Bu kitabı hükümdarlardan biri istemiş ve 300 altına satın almışdir. Allah-ü Zül celâl Sünnet-i Seniyye nâmına kendisini en hayırlı mükâfat ile sâdeylesin. Bütün bunlara tevazuunu, hilmini, taham­mülünü, sabrını, zarafetini, namazını, orucunu, ihtiyatını, vera' ve tak­vasını, cömerdliğini, nefse hakimiyetini, lâtif nüktelere zarif nadirata karşı beslediği meylini, gelmiş geçmiş bütün imamlara ve büyük küçük kendisiyle düşüp kalkan herkese karşı    gösterdiği    emsalsiz edeb ve

terbiyeyi de katmalıdır.

İmam İbn-i Hacer Askâlânî (852 H./1449 Şubat) 18 Zilhicce'sinin cu­martesi akşamı yatsıdan sonra vefat etmiştir. Allah kendisine bol sevap ve hayırlı mükâfatlar ihsan buyursun.[5]

 

Muhammed Bin  İsmail San'ani

 

«Sübülü's - Selâm» Müellifi

1059 H./1649.M. yılında (Kehlân) da doğmuşdür. Bilâhare babasıy­la Yemen'in payitahtı olan San'a'ya gitmiş, oranın ulemâsından ders almıştır. Daha sonra Mekke'ye giderek Mekke ve Medine'nin büyük âlimlerinden hadîs okumuşdur. Çeşitli ilimlerde temayüz eden San'anî akran ve emsalini geçmiş ve San'a da ilmî riyaseti elde etmiştir. Edil-le-i şer'îyyeye vakıf olduğunu göstererek ictihad etmiş ve taklîdden ka­çınarak delilsiz bulduğu fıkhı iddiaları tezyif etmişdir. Bu sebeble çağ­daşları tarafından bir hayji hirpalanmışdır. Bu badireden kendisini Ye­men imamlarından İmam Mansûr kurtarmış ve ona San'a camii imam­lığını tevcih etmişdir. San'anî İlim ve tedris, ifta ve tasnif yolunda de­vam ederek hakkında reva görülenlere aldırış etmemişdir. Etrafına avam ve havasdan bir çok insanlar toplanmış ve ondan Hadîs kitap­larını okumuşlar, içtihadlanyla hem ameletmiş hem de onları herkese ilân etmişlerdir. Fitnenin zuhuruna sebeb de bunlar olmuştur.

San'anî'nin birçok telifâtı vardır. Bunlardan biri de «Bülûğu'l-Mcrâm-» şerhi «Sübülü'ş-Selâm-» dır. Bu eseri Mağribî'nin «El-Bedrü't Tamam» aldı şerhini ihtisar etmek suretiyle meydana getirmiş isede kendisi de birçok ilâveler yapmak suretiyle kitabın kıymetini artdırmıştır. «Duv'un - Nehâr» Haşiyesi «Menhatü'l-Gaffar» ile İbn Dakîkü'l-İyd'i «El 'Umde» adlı şerhine yazdığı «El-Udde» « "ojuh » nammdaki ha­şiyesi ve hadîs ilimlerine ait «Şerhü't TenkîhA eser­leri cümlesindendir. Başka eserleri de olduğu gibi ilmî bahislere aid gayet fasih ve insicamlı şiirleri de vardır. Vefat tarihi 1182 H. dir.[6]

 

Müracaat Edilen Eserler

 

1— Sübülü's-Selâm Şerh-u Bülûğvfl-Merâm min Edilleti'l-Ahkâm Sana'nî) ;

2— Fethü'l-Allâm li Şerh-i Bülüğül-Merâm   Nurü'l-Hasan Han bin Sıddiyk.            

3— Fethu'l-Kadir WÂ'cizi'l-Fakîr :   İbn   Hümam   (Muhammed bin Abdülvahid)   

4— Eİ'Fıkh Ale'l - Mezahibi-l Erbaa  (Komisyon)

5— İbn Abidin         

6— Dürerü'l - Hükkâm. fî Şerhi Gureri'l - Ahkâm : Molla Hüsrev.

7— Mir'atü'l - Usûl           

8— Şerhu Menârü'l - Envâr.  İbnî Melek

9— Meselle-i Ahkâmı Adliye (Mecelie Cemiyeti)

10— Kâmusü'l - Âlâm  Sami.[7]

 

Bazı Usûl-ü Fıkıh Istılahlarının Kısaca İzahı :

 

Usûl-ü fıkıh âlimleri gerek Kur'an-ı Kerimin nazmını, gerekse ha­disleri çeşitli yönlerden ele alarak incelemişlerdir. Çünkü bir söz evve­lâ bir mânaya vazedilir. Yani o mânayı anlatmak için tahsis olunur  Sonra o mânayı açık mı ifade ediyor, yoksa kapalı mı? Bu cihetle dik­kat edilir. Daha sonra o manâda ne şekilde kullanılmasına; sonra da lâfızla o manaya nasıl vakıf olunduğuna bakılır. İşte rnüctehidler Kur'­an-ı Kerimle hadîs-i şeriflerden manâ çıkarmaya çalışırken bu cihet­leri büyük bir titizlikle göz önünde bulundurmuşlar ve neticede aşağıdaki taksimat ile ıstılahlar meydana gelmiştir :

— Lafzın manaya vasfı itibarı ile taksimi.:

Lafın manaya tahsis edilmesi itibarı ile dört kısımdır : Hâss, âmm, müşterek, müevvel.

a) Hâss : Bir tek manaya vazedilen sözdür. Bu sözün ferdleri var mıdır, yok mudur, mülâhaza edilmez. Münferiden ele alınır. Hâssın ma­nâsı isimlerde   üç nev'i olur :

1— İsm-i Hâss (özel isim) Ahmed, Mehmed gibi.

2— Nevî ismi. Erkek, kadın, beşyüz gibi.

3— Cins İsmi. İnsan gibi. Çünki insan Uuûl-ü   Fıkıhda bir cinstir. Nitekim hayvan da mantıkda cinstir.

Hâss bir kelimenin hükmü : Delâlet ettiği manayı kat'î yani yüzde yüz ifade etmektir ki, bu kat'iyyete şeriat dilinde vücub diyoruz.

Hassın Nevileri :

Emir, nehy, mutlak ve mukayyeddir.

Emir : Bir sözdür ki onunla karşınızdakinden bir işi yapmasını is­teriz. Oku, yaz, otur, kalk gibi- Yalnız bu sözün hakikaten emir olabil­mesi için emreden zatın onu ciddiyet ve kat'iyetle ve kendini yüksek görerek söylemiş olması lâzımdır. Böyle olmazsa emrolmaktan çıkar. Ve duâ, iltimas, temenni, irşad, ta'ciz gibi manalarda kullanılır. Emir' in yanında bir karine bulunursa, emir o karinenin gösterdiği manayı ve hükmü ifade eder. Meselâ hükmün mendub olduğunu gösteren bir karine varsa, emir nedib ifade eder. Fakat karîne bulunmazsa emir vücub ifa­de eder. Hanefî imamlarının re'yi budur. Fukahadan bir cemaatla Mu'tezÜe tarifesi ve bir kavline göre İmam-ı Şafiî mutlak emir nedib ifade eder demişler; Mafikiyye'rlen bazıları ibâhaya delâlet eder kana-atında bulunmuşlardır. İmam-ı Gazali ile bir cemaat da tevakkuf bildirir diyorlar. Tevakkuf, hangi mânada kullanıldığını kestirmeyip dur­maktır. Bu takdirde emir hiçbir manâya hamledilmeyip, Sâri1 tara­fından bir açıklama gelinceye kadar durulacak demektir. Mutlak emir, tekrar dahi iktiza etmez. Yapılması istenilen işin bir defa yapılmasını icab eder.

Nehy : Tıpkı emirde olduğu gibi ciddiyet ve kat'iyetle ve kendini yüksek görerek bîr kimseyi bir şeyden vazgeçirmek için kullanılan söz­dür. Diğer bir tabirle emir, buyurmak; nehy, yasak etmektir. Nehy o işten vazgeçmeyi, onun çirkin ve haram olduğunu bildirir. Maamafih yerine göre bazan kerahate de delâlet eder.

Mutlak emir : Bir kayıtla bağlanmayan emirdir.

Mukayyed erriir : Bir kayıtla bağlı olandır. Ve kolay, kolay bir hük­mü kayıtlı olarak ifade eden emre hamlolunmaz. Yani Mukayyedîn hükmü ne ise mutlakın da odur denilemez. ŞâfKlere göre Mukayyed emrin hükmüne ise, mutlakın da odur. Buna mutlakın mukayyede ham-lediîmesi denilir.

Hanefîler'e göre mutlak emir iki yerde mukayyede hamledilir:

1— îki delilin ifade ettiği hükümler çeşitli olur da birbirlerinin ka­yıtlanmasını icab ederlerse, mutlak mukayyede hamlolunur.

2 — Hüküm ve hadise bir olup, itlak takyid hükmünde bulunursa, mutlak yine mukayyede hamlolunur.

b) Âmm : Sayılamayacak kadar çok şeylere (adetâ onları delâ­lete gark edercesine bir şümul ile) delâlet eden sözdür. Her kim, ne zaman, sözleri gibi.

Âmm m hükmü : Hâss gibi kat'iyet ifade etmektir.

Tahsis : Âmm bir sözün delâlet ettiği mânalardan bazılarını hü­kümden çıkarmaktır. Çıkarmaya yarayan delile muhassis derler.

Hâss ile âmm kuvvet itibarı ile birbirine denk oldukları için tarih­leri bilinirse, şöyle hükmolunur? İkisi beraber vârid olmuşsa, hâss âmmı tahsis eder. Âmm önce, hâss sonra gelmişse, hâss âmmı nesheder. Yani hükmünü kaldırır. Hâss önce, âmm sonra ise âmm hâssı nesheder.

c) Müşterek:  Çeşitli manalara ayrı ayrı vazedilen sözdür.

(Ayn) gibi; Bu lâfız bir vazı'Ia göze, başka bir vazı'Ia (güneş'e) da­ha başka vazı'larla altıma, dizkapağma, kaynağa vazedilmiştir. Bun­ların hepsine ayn denilir.

Müşterek hükmü : Sözün hangi manaya kullanılmış olduğunu an­lamak için duraklamaktır.

d) Müevvef : Müctehid tarafından şu manaya gelir diye müşterek­ten seçilmiş olan lafızdır. Meselâ : Kur' lafzı hayz ve temizlik zamanı

arasında müşterek iken, Hanefîler onu hayz mânasına te'vil etmişler­dir. Artık bu söz bu manada müevveldir.

Müevvelîn hükmü : Hata etmek ihtimali ile beraber o lafzın delalet ettiği hükümle amel etmenin vacib olmasıdır.

2/a Lafzın manâya delâleti yönünden taksimi : Söz manâya açık delâlet   etmesi itibarı ile dört    kısımdır : Zahir, M a s s, Müfesser, Muhkem.

a) Zahir : Kulağımıza gelir gelmez, manâsını anlayıverdiğimiz söz­dür.

«Allah alış-verişi helâl, rîbayı haram kılmıştır.» (Bakara suresi : Ayet: 275) olduğu gibi.

Zahirin hükmü : İfade ettiği şeyle amel etmenin vâcib   olmasıdır. Bununla beraber zahirin fe'vile, tahsise, ve neshe ihtimali vardır.

b) Nass : Sözü söyleyenden gelen bir sebeble (yani maksadı olması sebebiyle) manası Zahirden daha açık olan sözdür.«Allah alış-verişi helâl, ribayı haram kılmıştır.» «Sure-i Bakara» 275 inci Ayetinde olduğu gibi. Bu âyetteki alış-veriş sözü âmm, riba sözü hâsstır. Keza «alış-veriş helâldir; Hba haramdır» manasında âyet zahirdir. Fakat aynı âyet-i kerîme kâfirlerin riba dahi alış-veriş gibidir iddi­alarını reddetmek; bu iki muamele arasında fark olduğunu göster­mek için nazil olmuştur. Binaenaleyh alış-veriş ile riba    arasında fark vardır manâsında nassdır.

Nassın hükmü : Zahirde olduğu gibi ifade ettiği şeyle amel etmenin vacib olmasıdır. Bunun da te'vile, tahsise, neshe ihtimali vardır.

c) Müesser: Manası nasşdan daha açık olan sözdür.   Buna sebep sözün arkasından onu açıklayan «beyan-i tefsir» veya «Beyan-ı takrir» denilen açıklamalardan birinin gelmesidir.

Beyan: Bir şeyden maksadın ne olduğunu açıklamaktır. Ve beş kı­sımdır :

1— Beyan-ı takrir: Bir sözü mecra veya tahsise ihtimal bırak­mayacak şekilde te'kid eden bir şeyle   açıklamaktır.Meselâ :Kuş denilince bu sözün   mecazen süratli giden tren, tayyare gibi şeylerde kullanılmış olması ihtimaldir. Fakat iki kanadını sallaya sallaya uçan kuş dedik mi artık mecaza ihtimali kalmaz. İşte iki kanadım sallaya sallaya uçan sözü bir beyan-ı takrirdir.

2--- Beyan-ı tefsir: Müşterek, mücmel ve müşkil gimi mânaları kapalı olan sözleri açıklayan şeydir. Salât sözü gibi. Bu sözün lügatta mânası duadır.    Fakat maksadın kıldığımız (namaz) ibadet olduğunu Beygamber (S.A.V.) bilfiil açıklamıştır. İşte bu bir beyan-ı tefsirdir.

3) Beyan-i tağyir: İstisna ve şart gibi bir sözle ifadenin baş tara­fının hükmünü değiştirerek maksadı açıklamaktır. Meselâ Futana bin lira vereceğim var. Amma üç yüzü müstesna gibi. Gaye, ve tah­sis de beyan-ı tağyirden sayılırlar.

4— Beyan-ı Zaruret :  İzah için vazolunmayan bir şeyle bir nevi açıklamadır. Yani söylenmediği halde    söylenmiş hükmünde olan şey­dir.  Meselâ :   Ölen bir kimsenin    mirasçısı    yalnız annesi ile babası olursa, âyet-i kerime annesinin mirasdan üçte bîr alacağını bildiriyor. Babasının ne alacağı bildirmemişse de başka mirasçı olmadığına göre o da bittabi kalanın yani üçte ikisini alacaktır. İşte buna  beyan-ı za­ruret derler.

5--- Beyan-i Tebdil :  Neshdir. Nesh : Sonra gelen şer'î bir delinin evvel gelen şer'î bir hükmü kaldırmasına derler. Meselâ : Bir zaman­lar Hazreti Peygamber Saîlallâhü aleyhi ve sellem kabir ziyaretini menetmişti. Sonra buna müsaade buyurmuştur. İşte sonraki müsaade evvelki yasağı neshetmiştir.

Müfesserin hükmü : Yalnız nesh edilme ihtimali ile beraber o sözle amel ve itikadın vacip olmasıdır.

d) Muhkem : Kuvvetçe müfesserden -daha ziyade olan sözdür. Bun­da nesh ihtimali de yoktur. Meselâ  kıyamete kadar devam edecektir» hadîs neshe ihtimali olmadığı ya devam veya ebediyyete. delâlet eden bir kayıtla anlaşılır. Yahut vahiy zammının geçmiş olması İle. Birinciye muhkem liaynihî, ikinciye muh­kem ligayrihî derler. Muhkemin hükmü : Te'vile, tahsise, ve neshe ih­timali olmaksızın o sözle amel ve itikadın vücubudur.

2/b — Lâfız mânaya kapalı delâleti itibarı ile dört kısımdır : Hafî, müşkil, mücmel ve müteşabih.

A) Hafi: Sîgasından gayri arızî bir sebeple maksad gizlenmiş olan sözdür. Hırsız lâfzının yankesici ile kefen soyucuya delâleti bu ka­bildendir.

Hafinin hükmü : Lâfzın hakikatına itikad ettikten sonra manasını tayin için üzerinde düşünmektir.

B) Müşkü:  Manasının  fazla  kapalı olmasından yahut içinde bir istiare bulunduğundan maksad ancak düşünüp, fikir yormakla anlaşı­labilecek derecede kapalı olan sözdür. Yani bunun anlaşılması hafî'den daha güçtür.

Müşkilİn hükmü : Hakikatini itikad ettikten sonra mânayı araştır­mak ve daha sonra üzerinde düşünmektir.

C) Mücmel: Söyleyenin açıklamasından başka maksadı anlamaya bir yol bulunmayan sözdür. Yani bu lâfız müşkilden de kapalıdır.

gibi. Eğer bu kelimenin başına belâ gelince feryad eden, ha­yır gelince cimrileşen manasına geldiğini Allah-ü Tealâ âyette izah etmese biz onu anlayamazdık.

Mücmelin hükmü : Hakikatini itikad ederek açıklama gelinceye kadar beklemek, yani bir manâ vermemek. Açıklamadan sonra da icap ederse üzerinde durmak düşünmektir.

D) Müteşabik: Ümmet için maksadın ne olduğunu bilmeye ümid dahi kalmayan sözdür. Bazı surelerin başındaki  gibi manası anlaşılmayan kelimelerle, bazı âyetler gibi.

Müteşabihin hükmü : Hakikatini itikad edip te'vilden vazgeçmektir. Selef-i salihîn denilen ilk devirler ulemâsının rey'i budur.

Müteahhirîn denilen sonraki devirler ulemâsına göre müteşabihin te'vili caizdir.

3) Lâfizm manada kullanılması itibarı ile    taksimi yine dört­tür : Hakikat, mecaz, sarih, kinaye.

A) Hakikat: Mâ vudıa leh'inde. Yani tahsis olunduğu manada kul­lanılan sözdür.

B) Mecaz: Bir münasebetten dolayı vaz' edildiği mananın gayri­sinde kullanılan sözdür. Meselâ: Arslan sözü, malum yırtıcı hayvan manasında hakikat, cesur adam manasında mecazdır.

Hakikatin hükmü : Kelime neyi ifade ediyorsa, onun sabit olması­dır. İkinci bir hüküm de manasının o kelimeden nefyedüememesi ve mecaza tercih olunmasıdır. Hakikat mümkin iken mecaza gidilemez. Fakat hakikatla amel mümkün olmazsa o zaman mecaza gidilir.

C) Sarîh: Lâfız hakikat olsun, mecaz olsun çok kullanılmakla ken­disinden murad olan mana tamamiyle açık olursa, o lafıza sarih der­ler. Alış-veriş ve talak sözleri gibi.

Sarihin hükmü : Sözün mana yerine geçmesidir. Yani sarih söz, rayet olsun olmasın manasının yerine kâimdir.

D) Kinaye: Hakikat olsun, mecaz olsun, kendisinden murad olunan mâna kullanılış itibari ile kapalı sözdür.     Kadın boşamakta kullanı­lan, sen bâidsin sözü ile futanın eli uzundur, sözleri gibi.

Kinayenin hükmü : Niyet ile yahut halin delâleti ile o sözle amelin vücubudur.

4) Lâfızdan manayı anlamak itibarı ile taksimi;ibare, işaret delâlet vr iktiza nlmak üzere dörttür :

A) İbare:  (Ki buna dâl bil İbare de derler) Kasdedilen    manaya delâlet eden sözdür. Kasdedilen manaya mâsîka leh yahut sîyak-ı ke­lâm da derler.

B) İşaret:  (Dâl bil işare) Maksud olan mananın gayrısına delâlet eden sözdür. Meselâ : «Allah ahş-verişî helâl, ribayı haram kıldı» Sure-i Bakara : Âyet.275 de olduğu gibi Alış-verişle ribamn ara­sında fark olduğunu anlatmak için nazil olmuştur. Maksad bu olduğu için bu danada İbaredir.    Fakat aynı âyet-i    kerîmeden    alış-verişİn helâl olduğu ve ribamn haram olduğu da anlaşılıyor. îşte bu manada o işarettir.

İbare ile işaretin hükümleri : Her ikisi de mânalarını kat'i suretle ifade ederlerse de bir hükümde birbirlerine muaraza ederlerse, ibare işaret üzerine tercih olunur.

C) Delâlet: (Dâl bid-delâle) lügaten anlaşılan illet hükmiyle manâ­sının lâzımına delâlet eden sözdür. Meselâ : Kur'an-ı Kerimde; «Annen ile babana uf bile deme» (1) mealinde bir âyet vardır. Uf demek eziy-yet olduğundan haram olunca döğüp söğmek    evleviyetle    haramdır. Çünkü onda eziyet daha çoktur. îşte bu manaya lâfzın delâleti denilir. Fakat bu mâna yine lügattan anlaşıldığı   için delâlet    kıyasdan daha kuvvetlidir.

Delâletin hükmü : Manasını kat'î olarak ifade etmesidir. Lâkin ibare ile muaraza ederse, delâlet ondan aşağıdır.

D) İktiza: (Dâl bil iktiza) Şer'an lâzım ve muhtaç olduğu manaya delâlet eden sözdür.  «Benden  köleni bin  liraya azad et» gibi. Bu söz, ibaresi ile kölenin emreden zat tarafından azad olmasına, iktizası ile de ahş-veriş delâlet eder.  Zira başkasının mülkünde kimsenin tasarruf etmeye hakkı olmadığından bu söz bir düzeltmeye muhtaçtır. Ve şöyle düzeltilir. «Köleni bin liraya bana sat ve benim tarafımdan azad etmeye vekil ol.» işte bu düzeltmeye muktaza derler. Düzeltmeyi istiyen lâfza da muktazi denilir.

İste bu-dört istidlale sahih istidlaller derler. Bunlardan maada sa­hih olmayan bir takım istidlaller vardır ki hanefîlere göre bunlar delil olmaz, bunlar birkaç neviden ibaret olan mefhum-u muhalefettir.'

Mefhum-u muhalefet : Cümlede söylenmiyen şeyin söylenene muha­lif olmasıdır : Meselâ «Bu parayı talebeye ver.» Sözü mantûk yani sövlenmiştir. Bundan bir de «talebe olmayana verme», manası anla­şılabilir ki işte mefhum-u muhalefet budur.

Sûre-i  îsrâ, Âyet İcma' : Bir asırda yetişen müctehidlerin şer'î bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir.  İcma' dört şer'î delilin biridir. Bu deliller : Kitab, sünnet, icma' ve kıyastır.

Kitabdan murad :  Kur'an-ı Kerim veya Kur'anın bir âyetidir.

Sünnet : Hazreti Peygamber (S.A.V.) in sözleri, fiilleri ve takrir­leridir. Fiilleri yaptığı şer'î işleri, takrirleri de Ashabını yaparken gö­rerek ses çıkarmamasıdır.

Kıyas : Bir şeyin hükmünü diğer bir şeyin hükmüne benzetmek ve benzeyene de o hükmü isbat etmektir. Meselâ: Şarap İçmek sarhoş­luk verdiği için haramdır. Rakı da sarhoş eder. Binaenaleyh rakı içmek de haramdır. Eğer hükmün haram olmasına sebeb olan illet gayet açık ise o kıyasa Kıyas-ı celî derler. Kıyas denilince anlaşılan budur. İllet birden anlaşılmaz da pek ziyade dikkat ve inceleme ile anlaşılırsa ona kıyas-ı hafi yahut istihsşn derler. Maamafih bazan kıyas-ı celiye mukabil olan delile de istihsan denilir. Bu delil ya bir âyet voya bir ha­dîs, ya icma' veyahut zaruret olabilir.

Hüküm : Mükellef kulların fiillerine taalluk eden ilâhî hitabın ese­ridir. Meselâ : «Namaz kıl» hitabının eseri, namazın farz oluşudur.

Mahkûmun-bih : Mükellefin fiilidir.

Mahkûmun-Aleyh : Mükellef olan insandır.

Rükün : Kendisi ile bir sey meydana gelen malzemedir. Meselâ : Namazın rükünleri cnu meydana getiren; kıyam, kıraat, rüku, sücud gibi şeylerdir.

İîlet : Kendisine hükmün vacip oluşu izafe edilen şeydir. Meselâ : Güneşin doğması gündüzün mevcudiyetine illet olduğu gibi altş-veriş de mülk edinmenin illetidir. İllet hükmün verilmesine tesir eder.

Sebeb : Hükme ulaşmaya yel olan şeydir. Hükme tesiri yoktur. Hırsıza gideceği yolu göstermek gibi.

Şart : Hükmün mevcudiyeti kendisine bağlı olan şeydir. Namaz kılmak için atdest almak şarttır.

Alârne? : Hükme vücub veya vücud itibarı ile alâkası olmayıp yal-n-A onu bildirc'.ı şey'e derler «Ramazandan bir ay evvel kölem azad olsun» sözündeki Ramazan sözü bir a'âmet dir.

İçtihat : Şer'î ve fer'î bir hükmü delilinden çıkarmak için bütün ilmî kudretini sarfetmektir.

İçtihadın şartı: Lûgatenve şer'an bütün manaları ve hâss, âmm, mücmel, nâsih ve rnensuh gibi kısımları ile Kitabullahı, metin ve senedi ile sünneti, icma' yerlerini ve kıyas vecihlerini bilmektir.[8]

 

Usulü Fıkha Göre Bir Âyetin Tahlili:

 

Atıf harfidir. Mutlak cem' ifade eder. Bu mânada hasstır. Tertib ve takibe delâlet etmez.

Fiiî-i mazidir.  Helâl kılmak  manâsında  

hastır..

Deki harf-i ta'rif İstiğrak içindir. Ve âmmdır. Medlünü kat'î olarak ifade eder hastır.

Hassdır. Has da medlulünü kat'î suretle ifade eder. Bu âyet alış-verişin helâl, ribanın karam olduğunu ifade babında zahir, fakat, alış-verişle ribanın arasında fark olduğunu beyan için nazil olmuştur. Binaenaleyh bu manada nassdir. Aynı zamanda bu manada dâl bil ibaredir. Zahir olan manada ise dâl bir İşarettir. Ribayı alış­veriş nevilerinden tahsis ettiğinden bu manada beyan-ı tağyirdir.[9]

 

Hadis İlminin Istılahları

 

Râvi: Bir Hadîsi Senediyle nakleden kimsedir. Ravî'nin işi hadîsi işittiği gibi nakletmekdir. Binaenaleyh âlim olması şart değildir. Rivayet ettiği hadîsin gerek metni ge­rekse senedi hakkında ondan fazla malûmat bek­lenmez.

Muhaddis : Hadîslerin senedlerini ve o senedlerde zikri geçen Ravîlerin hallerini bilen kimsedir. «Muhaddis» e bazan «Şeyh» veya «İmam» da denilir. Ancak bu babda meşhur olan: «Muhaddis» denilince Hadîs İlminde kâmil bir üstad mânasının anlaşılmasıdır.

Sened: Hadisin metnine ulaştıran yoldur. Bu yolu Râviler teşkil eder.

Metin: İsnadın nihayet bulduğu gayedir. Bundan maksad: Hadîs veya haberin kendisidir.

Hafız: Meşhur olan tarife göre: Yüz bin hadîsi ihatalı bir şekilde yani metinleriyle, senedleriyle ezber bilen kimsedir.

Hüccet: Üçyüzbin Hadisi metinleriyle, seneleriyle ihatalı bir şekilde bilen kimsedir.

Hâkim: Hazreti Peygamber (S.A.V.) den rivayet olunan bütün hadîs­leri metinleriyle, senedleriyle bilen zatdır. İmam Buharî gibi.

Muharric: Tam bir vukuf ve salâhiyetle hadîsleri tetkik ederek kita­bına yazan hadîs müellifine denir.[10]

 

Hadisi Şeriflerin Râvi Sayısına Göre Taksimi

 

Mütevatir Haber: Yalan söylemek için anlaşmalarına âdeten akıl im­kân vermeyecek kadar kalabalık cemaatlerin her nesilde kendileri gibi kalabalık cemaatlere rivayet etmeleri suretiyle gelen haberdir. Tevatür, gözle görmek kadar yüzde yüz ilim ifade eder. Lâfzı ve manevî olmak üzere iki nev'idir. Haberin en mak­bulü budur.

Haber-î Vahid veya Âhad: Mütevatir olmayan hadîslerdir. Hadis ıstılahı. ilmi mütevatiri değil, bunları ele alır.

Meşhur Hadîs: Peygamber (S.A.V.) in haklarında güzel güzel sehadetde bulunduğu üç devirden birincisinde Haber-i Vahid iken ikinci ve üçüncü devirlerde mütevatir derece­sine yükselen hadîsdir. Meşhur Hadîs makbul hadîs­lerdendir.

Müstefîyz- Hadîs: Bazı Hadîs İmamlarına göre «Meşhur» la «Müstefiyz» ayni şeydir. Bazıları aralarında fark bulur ve «Müstefiyz: Başıyla sonunda Ravî sayısı ayni olan yani Ravîleri her devirde üçer olan hadîsdir» derler.

Aziz Hadîs: Ravîleri başdan sona kadar her devrede en az iki olan Hadîsdir. Müstefiyz ile Aziz makbul hadislerden­dir.

Garib veya Ferd Hadîs: Sahabeden gayri isnadının neresinde olursa olsun ravîsi tek kalan hadîsdir. Eğer ravî senedin başında sahabeden sonra tek kalırsa o hadîse mut­lak garib; senedin sonumda tek kalırsa «nisbî garib» denir. Garib hadîsin başka yoldan rivayet edilenine «Mütaba» derler. Başka yoldan ona benzer rivayet edilen hadîse de «Şahıd» denilir. Ferd hadîsler bun­larla kuvvet bulur ve «Ferd» likdon çıkarlar! Ferd hadîslerin içinde makbul olanları bulunduğu gibi olmayanları da vardır.[11]

 

Seneddeki İttisal Ve İnkıta'a Göre Taksimi

 

Muttasıl veya Mevsul hadîs : Senedinin bütün ravilerİ tam olan hadîs­dir. Peygamberimize ref'edilmesine nazaran buna Merfu' da denilir.

Müsned Hadîs: Senedinin bütün ravîleri tam ve ekseriyetle Merfu olan hadîsdir.

Mürsel Hadîs: Senedinden sahafaî atlanmış olan hadîsdir.

Münkatı Hadîs: Senedinden tabiî atlanmış olan hadîsdir.

Mudal Hadîs: Sahabiden evvel yan yana iki veya fazla ravîsi atlanmış olan hadîsdir.

Muallâk Hadîs: Senedin başından yani şeyhinden başlayarak bir veya fazla ravîsi atlanan hadîsdir.

Müdelles Hadîs: Tedlis müşteriden malın kusurunu gizlemekdir. Ha­dîs Uleması da «Müdellesi» buradan almışlardır ki, kusuru gizlenen hadîs demek olur. Bazıları: Ala­ca karanlık manâsına gelen den alındığını söylerler. Bu takdirde Müdelles : Alacalanmış; gö-gelenmiş hadîs demek olur. Tedlis üç türlü olur.

a— îsnadda tedlis : Ravînin Şeyhini atlayarak onun şeyhinden yahud öncekinden bizzat işitmiş gi­bi rivayet etmesidir.

b— Şuyûhda ted'is : Şeyhim yahut Şeyhinin Şey­hini bilinmiyen   bir adıyla anmak yahud onu bilin-miyen bir şehre veya san'ata nisbet etmektir.

c— Tesviye hususvmda tedlîs : Şeyhini zikrederek üst tarafındaki zayıfı atlamak suretiyle senetdeki bü­tün ravîleri mutemed göstermektir.

Mevkuf Hadîs: Sahabenin Kavi, fiil ve takrirlerini ifade eden hadîsdir.[12]

 

Sahih Olup Olmamalarına Göre Hadisi Şeriflerin Taksimi

 

Sahih Hadîs: Hazret-i Peygamber «S.A.V.» e muttasıl senedle varan ve adalet ve zabıt sahibi ravîler tarafından rivayet edilen; «Şaz» ve «Muallel» de olmayan hadîsdir. Baş­ka tarifleri de vardır. Sahih hadîs; Sahih Wzatihİ ve «Sahih M gayrihi-» namlarıyla ikiye ayrılır. Yukarıdaki tarif Sahih îi Zatihi'nin tarifidir. Sa~ hih li zatiMnm vasıflarından biri kendinde bu­lunmayan fakat bu noksanlık başka bir yolla te­lâfi edilmig bulunan Hadîs'e «Sahih U gayrini derler.

Hasen Hadîs : îlletsiz ve inkitasız bir senedle âdîl fakat zabtça «Sahih» hadîs ravîlerinden biraz aşağı derecedeki ravîlerin rivayet etdikleri hadîsdir. Hasen de: Hasen li Za~ tihi ve Hasen li gayrihi kısımlarına ayrılır. Eğer bir hadîsde ittisal, zabıt ve adalet gibi şartlardan birisi bulunmazsa o hadîse «Hasen M Zatihi-» der­ler. Zaif bir hadîsin zaiflığı başka yollarla gideri­lirse o hadîs «Hasen Ji gayrihi» dir.

Salih Hadîs: Hasen'den biraz aşağı Zaİf'den biraz yukarı olan hadîsdir. Bundan maada: Mücevved», sâbît ve müşebbih gibi bazı tâbirler vardır ki; bunlar «Sahih» le «Hasene» ' yakın bazı mertebeleri ifade eder.

Zaîf Hadîs: Kendisinde «Sahih» ve «Hasen» hadîsin hususiyetleri bulun­mayan hadîsdir. Bu hadîse sakim ve merdûl dahi denilir. Bunun bir çok nevileri vardır. Metruk, Mün-ker. Muallel, Maktu, Münkati, Mürsei, Müslrec, Münkalib, Mübhem, Mudarrib, Müdelles, vesaire gibi. «Muzaaf» denilen diğer bir nevi zayıf hadîs de vardır ki; bunların zâfı ihtilaflıdır.

Maktu Hadîs: Tabiî ve Tebe-i tabiînin. kavi, fiil ve takrirlerini ifade eden hadîsdir.

Metruk veya Matruh Hadîs :: Hadîs hususunda yalan söylediği sabit ol­mamakla beraber diğer yerlerde yalancı tanınan bîr  kimsenin rivayet ettiği hadîsdir.

Malûl hadîs: Metninde veya senedinde illet bulunan hadîsdir. Evhamlı bir kimsenin rivayeti gibi.

Münker Hadîs: Zaif bir ravîye ondan daha zayıfının muhalefet etmek suretiyle rivayet ettiği hadîsdir. Fazla hata ede-, nin, fazla gaflet sahibinin ve fasihin rivayet et­tiği hadîs de böyledir.

Şaz Hadîs: Sîka yani mutemet bir ravînin kendisinden daha sika olan'a muhalefet ederek rivayet ettiği hadîsdir.

Müdrec Hadîs: İçerisine ravînin kendi sözü karışan hadîsdir.

Makiub Hadîs: Ravîlerin adlarını yahud hadîsin bazı sözlerini öne al­mak veya sona bırakmak suretiyle karıştırılarak rivayet edilen hadîsdir.

Münkalib Hadîs: Bazı lâfızları değiştirilmek suretiyle mânası da de­ğişen hadîsdir.

Mübhem Hadîs: Adı ve hâli-şanı bilinmeyen ravînin rivayet ettiği ha­dîsdir.

Muztarib Hadîs: Ravîlerin isimlerini metnin sözlerini değiştirmek suretiyle birbirine muhalif olarak çeşitli şekillerde rivayet edilen hadîsdir. Musahhaf Hadîs : Bazı harflerinin noktalarını    değiştirmek   suretiyle

yanlış nakledilen hadîsdir. Muharref Hadîs : Hareke değiştirmek suretiyle yanlış   rivayet edilen hadîsdir.

Mevzu Hadîs: Başkaları tarafından «Hadîs» adı ile Resulullaha isnad olunan asılsız sözdür.[13]

 

KİTABA  GİRİŞ

 

Eski ve yeni, bütün zahir* ve batın nimetlerden dolayı Allaha hamd[14]; Peygamberi ve Elçisi Muhammed (S.A.V.) ile onun dinine yardıma şitâb eyleyen Ashabına ve onların ilmine mirasçı olan Tâbilerineki zaten ulemâ Peygamberlerin mirasçılarıdır. Varisine de mevrusuna da ne keramet - Salât ve Selâm olsun.

Bundan sonra (Malûm ola ki); Bu, Şer'î ahkâmın Hadîsden ana de­lillerini ihtiva eden bir muhtasardır. Ben bunu kaleme aldım ki; ezber­leyen akran ve emsaii arasında büyük adam olsun; acemi talebe bununla yardımlansın dileyen yetişkin de bundan müstağni kalmasın Ümmete nasihat maksadıyla her hadîsin arkasından onu tahriç eden İmamı beyan etdim. Şöyle ki: «Yediler» den murad: îmam- Ahmed[15], Buharı[16] , Müslim[17] , Ebu Davud[18] , Tirmizî[19] , Nesaî[20] ve Ihni Mace'dir[21].

Altılardan murad:  îmam-ı Ahmed'den maadasıdır.

Beşler'den murad : Buharî ile Müslim'den maadasıdır.

Bazan da «Dörtler»le Ahmed derim. «Dörtler» den murad : îlk «üç» den (yani Ahmed, Buharî ve Müslim'den maadadır.

«Üçler» den murad bunlarla sonuncudan (İbni Mâce) maadasıdır. (Yani «Üçler» denildi mi: Ebu Dâvud, Tîrmîzî ve Nesaî anlaşılır)

«Müttefekun aleyh» den murad: Buharı ile Müslimdir. Bazan Buhar! ile Müslim'in yanında Ötekileri zikretmem.

Bunlardan maada hadîs tahriç edenler adlarıyla beyan edilmiştir.

Muhtasara sBüluğü'l Meram mln Edîlleti'l - Ahkâm» ismini verdim. Allah'dan bildiğimizi üzerimize vebal    yapmamasını; bize Zat-ı Sübharijsini razı edecek ameller ihsan   buyurmasını niyaz eylerim.[22]

 

TEMİZLİK

 

«Kitab» ve «taharet» kelimeleri aslında masdardırlar. Biri diğerine izafe edilerek ikisinden Fıkhın hususî bir takım mes'elelerine isim yapılmışdır. «Kîtab» lügâtta,, harfleri toplamak demektir. Sonra masdar-dan mef'ül, kasd edilerek toplanmış şeylere «Kitab» denilmiş ve isim olmuşchır. Isülahda, ise: Bablara, fasıllara şâmil olsun olmasın, müstakil sayılan bir takım mes'elelere kitap denir.

Taharet : Temizlik demekdir Musannifin işe temizlik mes'elelerin-den başlaması islâm'da temizliğin mevkiim göstermek ve bu hususda şâir musannıflarm yolundan gitmiş olmak, din işlerini başka işlerden üstün tuttuğunu ve bunların en mühimmi olan namaza lâzım gelen ehemmiyeti verdiğini anlatmak içindir. Bittabi «temizlik» namazın da şaftlarından biri olduğundan söze ondan, başlamışdır.

«Taharet» Isttlâhen : Temizlenmek isteyen kimsenin hakikî pisliği veya hadesi yâni manevî pisliği gidermek için meşru' bir şekilde suyu veya toprağı yahut her ikisini birden kullanmasıdır. Çünki Fıkıh âlimi mükelleflerin işlediği fillerin hallerinden sadece farz, vâcîb vesaire nokta-i nazarından bahseder. Taharet babında asıl olan şudur. Ve te­mizliğin esas itibariyle onunla yapılması emrolunmuşdur. Bundan dolayı musannif kitabına sular hakkındaki hadîslerle başlamışdır.[23]

 

[Sular  Babı]

 

Bâb lügâtta, Kendisinden bir yere girilen ve çıkılan şey yâni ka­pıdır. Nitekim:

                                                                                                                                         ([24]).   Burada ayet var.      -١                                        

«Evlere kapılarından geliniz» Âyet-i Kerime'siyle emsali âyetlerde bu mânaya kullanılmışdir.

Isttlâh'da, ise : Kitabın şâmil olduğu bir takım fıkıh meselelerine bâb denilir. Yâni Bâb kelimesi burada mecazdır. Hususî bir takım mss'elelere giriş, hissî mekânlara girişe benzetilmiş; sonra bu mes'ele­lere bâb (kapı) isbât edilmek suretiyle bir İstiâre-i Tasrlhiyye yapılmıştır.

EI-Miyah = Cemi'dir sular demekdir. Müfredi [mâ1] gelir. Burada maksad suların cinsidir. Binaenaleyh azına da çoğuna da şâmildir. Ancak Şeriat hükmünce suyun nevileri değişdiği için cemi' sîgasıyla zikredilmişidir. Zira suların bazısı temiz, bazısı mekruh, bir kısmı da haramdır. Eilhassa deniz suyu ile temizlik caiz olup olmadığı hakkında Ashab-ı. Kirâm'dan Abdullah İbnl Ömer ve Abdullah Ibni Amr gibi zevat arasında ihtilâf vâki', olduğu rivayet edilir. İşte musannif merhum bu bâbdaki ihtilâfın eksikliğine bakarak kitabına deniz suyu­nun temiz ve temizleyiciliğini ifâde eden hadîsi şerif ile başlamışdır ki, bu hadîs Cumhur-u Ulemâ'nm hüccetidir.[25]

 

«Ebû Hüreyre[26] (R.A.)'âan rivayet edilmişdîr. Demişdir ki: «Rssûlülfah (S.A.V.) deniz hakkında:

— O, suyu temiz, Ötüşü helâl, olan şeydir; buyurdular»[27]

 

Hadîsi, Dörtler ile Ibni Ebî Şey be tahrîc etmişlerdir. Lâfız Ibni Ebî Şeybe tarafından serdedilmişdir. Bu hadîsi İbni Huzeyme ile Tİrmizî sahih addetmişlerdir.

Yukardaki hadîs-i şerîf hakkında Zerkânî (—1122) «.El-Muvatta* şe'-Mnde şöyle demektedir: «Bu hadîs, İslâm'ın temellerinden bir te­meldir. Ümmet bunu candan kabullenmiş;, her asırda, her memlekette şehirlerin fukahâsı onu ele almış; büyük imamlar onu rivayet etmisdir...»

Hadîsin El-Muvatta}, Müsned-i Ahmed b. Haribel (164 __241)

Taberânî (260 — 360), Sünen-i Ebî Dâvud gibi bazı kitaplardaki ziyâdeleri bir araya getirilirse anlaşılır ki bu hadîs-i şerîf bir soruya cevab vâki' olmuşdur. Hazreti Ebû Hüreyre diyor ki: «Benî Müdlic» kabilesinden Abdullah namında bir zât ResûlüÜah (S.A.V.)'e geldi de dedi ki:

— Yâ Resûlallah biz deryada sefer ediyoruz. Yanımıza da az su alıyoruz. Bu su ile abdest alsak susuz kalırız. Deniz suyu ile abdest alalım mı? Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) :

«— O, suyu temiz, ölüsü helâl bir şeydir.» buyurdular.

Görülüyor ki, Resûl-ü Ekrem, deniz suyunun temiz ve temizleyici olduğunu ifâde buyurmaktadır. O hiçbir halde temizleyici olmaktan çık­maz. Onu temizleyici olmaktan çıkaran şey, ancak içine karışan pis­liğin üç vasfından birini değiştirmesidir ki, yeri gelince bu vasıfların ne­ler olduğu görülecektir. Hazreti Peygamber (S.A.V.) bu soruya (evet) diye cevap verse maksad yine hasıl olurdu. Fakat hüküm illeti ile bera­ber olsun diye böyle cevap verdi. Burada illet deniz suyunun son de­rece temizleyici oluşudur. Herhalde soruyu soran zât deniz suyunun tuzlu olduğunu ve kokusunu görünce, abdestte kullanılması emredilen suyun bıT olamayacağına zâhib olmuş, yahud Süre-i Enfâl; A. «11» de :

Gökten sîzi temizlemek İçin üzerinize su İndirir» ...... âyeti Ke­rîmesini görünce abdestin yalnız bu suya mahsus olacağını zan ede­rek sormuş; Resnüillah (S.A.V.) ise sorduğuna cevab verdikden maada sormadığı bir hükmü de beyan,.buyurmuşdur ki ",o da denizin ölüsünün helâl oluşudur. Râfiî (— 623) diyor ki: «Resû/-ü Ekrem (S.A.V.), soran zât'i denir suyu hakkındaki şüphesini görünce, denizin ölüsü hakkında da şüpheye düşeceğini anlamış; deniz yolculuğu yapanların bu da ba­şına gelebileceği mülahazasıyla cevâbının akabinde ölüsünün    hükmünü de bildirmiştir.»

İbnü'l-Arabî (468 — 543) «Fâideyi tamamlamak maksadiyle sorul­mayan bir şey'i anlatarak sorulandan fazla^ cevab vermek fetvanın' güzelliklerinden ma'dûddur» diyor. Buna Belâgafda üslûb-u Hakim derler ki, burada olduğu gibi hükme ihtiyaç, hissedilince bi't-te'kîd buna başvurulur. Çünkü İaşenin haram olduğunu bildiği halde deniz suyu­nun temizliği hakkında tevakkuf eden bir adam denizin ölüsünün helâl olup olmadığında elbette daha çok tevakkuf eder.

Denizin ölüsünden murad: Denizde doğub büyüyen ve orada ölen deniz hayvanlarıdır. Mutlak' surette denizde ölen hayvan değildir. Hadîsin zahiri her deniz hayvanının hatta köpek balığı ve deniz hın­zırının[28] bile helâl olacağını ifade etmekde ise de ileride görüle­ceği vecihle bu gibi hayvanlar bu umumdan müstesnadır.

imamdı Tirmizî (200 — 279) bu hadîsi   rivayet   ettikten   sonra «Bu hadîs Hasen-i Sahîh'dir. Ben bunu Muhammed b. İsmail Buha-"'ye sordum. «Sahîh hadîsdir» dedi» diyor.

îbni Hacer (773 — 852) merhum «Et - Telhis» adlı eserinde bu hadîsi dokuz sahabeden dokuz tarih ile rivayet etmişdir. Bu tarik­lerin hiçbiri kîl-ü kâl'den (itirazdan) hâli kalmamışsa da yukarıda zikri geçen Buharî gibi zevat onu sahîh saydıktan sonra bu bâbda artık kimsenin söz etmeğe hakkı kalmaz. Büyük hadîs imamlarından îbni AbdiVl - Berr (368 — 463),. îbni Mende (^ 301) îbnü'l - Münzir (—236) ve Ebû Muhammedi'l - Bağavî (426—516) gibi zevâtda onu sa­hîh kabul etmişlerdir.[29]

 

                                                                                                                                                                                 -۲       

«Ebû   Saîd-î  Hudrî[30]  (R.A.) den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlullah {S.A.V.)

Su muhakkak temizdir. Onu hiçbir şey pislemez. buyurdular».[31]

 

Bu hadîsi, Üçler (yâni Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesai) tahrîc et­miş; îmam-ı Ahmed de sahîhlemişdir.

Bu hadîs-i şerife ulemâ «.Bi'r-i Budacı Hadîs» i derler. El-Münzirî (—656) «Muhtasaru's - Sünen» adlı kitabında söyle diyor: «Bu hadîs hakkında söz edenler oldu. Lâkin İmam - Ahmed'den Bi'r-i Budâa Hadîsi sahilidir, dediği rivayet olundu.» Tirmizi (200—279); «Bu hadîs basendir»[32] der. Ebû Üsâme de bu hadîsi iyi bulmugdur, hattâ Bir'i Budâa hakkındaki Ebû Saîd Hadîsini Ebû Üsâme'deıı da­ha güzel rivayet eden olmaraışdır.

Hadisin sebebi vardır. Hazreti Peygamber (S.A.V.) e Bi'r-i Budâa'-dan abdest alalım mı diye sordular, BVr-i Budâa, içine köpek etleri, hayız bezleri ve pislikleri atılan bir kuyu idi. Resûl-ü Ekrem bu hadîs-i şerif ile o soruya cevap verdiler. Sular hakkında bir çok hadîsler vârid olmuştur ki, bunların hepsi sahîh ve sâbitdir. Nitekim mühim kısmı bu kitabda görülecekdir.

İslâmiyet'e düşman olanlar ne derlerse desinler, İslâmiyet bir te­mizlik dinîdir. Bunun en birinci delili, Kur'ân-ı Ksrim'in ikinci emirleri arasında    temizliğin   de    yer    almasıdır,    Şu    âyetlere    tir    bakınız;

                                                                                                                                                 ( [33]) ...                     -۲

Ey elbisesine bürünen Peygamber! Kalk artık! İnzâr et (Akıbet kötü olduğunu anlat) ve Rabbîni takbîr et (büyükle), elbiseni de temizle.» Kur'an-ı Kerîm'den Hazreti Peygamber (S.A.V.) e ilk nazil olan âyet­ler sûresinin başından beş âyetdir. İkinci defa inenlerde işte bunlardır. İslâm Dîn'i temizliği, mutlak ma'nâsiyle ön plâna almışdır. O ma'nevî temizlik demek olan inanç mes'elelerine ne kadar ehemmiyet atfetmişse maddî temizliğe de o derece kıymet vermişdir. İslâm'tn Peygamberi her nevi1 temizliğin timsâli idi. Temizliğe kavlen ne kadar dikkat buyurursa, fiilen de o nisbette üzerinde durur idi. İşte ümmeti­nin ulemâsı bu mühim dâvayı' da gerektiği gibi benimsediler. Fahr-i Kainat (S.A.V.) Efendimiz'in temizlik kabındaki hadîsleri üzerinde olan­ca dikkat ve titizlikleri ile durdular. Çeşitli suların hükmünü bu müba­rek hadîslerden aldılar. Bahusus suya biraz pislik kanşır-da, üç vasfın­dan birini yâni rengini, kokusunu veya tadını bozmazsa; o su temiz mi­dir, değil midir mes'elesinde ihtilâf ettiler. îmâm-ı Mâlik (93—179 ve bir kavlinde îmam-t Ahmed b. Haribel (164—241) ve Zahiriler bu Ebû Sâid Hadîsiyle istidlal ederek: «Su az olsun, çok olsun temizdir. Ancak karış&n pislik üç vasfından birini değiştirirse o zaman pis olur. Çünkü bu bâb'da icma' vardır» dediler. Hanefîler'le Şafiî'ler ise suyu az ve çok olmak üzere iki kısma ayırdılar. Ve dediler ki:

«Az suyu, pislik mutlak surette murdar eder. Çok suyu ise vasıfla­rından birini değiştirmek şartıyla bozar. Bundan sonra Hanefîlorle SâftîJer çok suyun tahdidi hakkında ihtilâf ettiler. Hattâ Hanefî îmam-ları bu bâbda kendi aralarında bile ihtilâf -ettiler, lmam-ı A'zzm Ebû Hanîfe'ye göre bir tarafı dalgalandı/ildiği zaman dalganın, hare­keti liarşı tarafa erişmeyecek kadar t)«yük gölün suyu çok sudur. İmâmsyn denilen, Ebû Yusuf ile îmam-ı Muhammed'e göre ise ke­narları ona on, yâni «yüz metre kare» olan gölün suyu, çok su bundan daha az su sayılır.

Şafiiler : Hecr küpleriyle iki küp su çok sudur; derler. Ve bu husus­ta ileride görülecek olan hadîsiyle amel ederler. Ki bu mikdar takriben iki yüz litredir.

Ulemâ arasında görülen bu ihtilâflara sebep, bu husustaki hadîsle­rin zahiren birbirine muarız görünmesidir. Bundan dolayı hadîslerin arasını cem' ve te'lîf ile de bir hayli uğraşmışlardır.[34]

 

                                                                                                                                                                             -۳/۳   «Ebû Ümâmşte'l - Bahiliyy[35] (R.A.) den rivayet edilmiştir ki : Resûlullah (S.A.V.) :

— Şüphesiz ki, suyu hiç bir şey pislemez. Ancak ko­kusuna, tadına veya rengine galebe çalan necaset müs­tesna; buyurdular.»[36]

 

Bu hadîsi İbni Mâce tahric etmiş; Ebû Hatim[37] ise zaif saymışdır. Beyhakî[38], de bu hadîs şöyledir :

«Su temizleyicidir. Ancak içine düşen pislik sebe­biyle kokusu, tadı veya rengi değişirse o başka» Ebû Hâtim'in bu hadîsi zayıf sayması, Rişdîyn bin Sa'd'in rivayet etmiş olmasındandır. Bu zât hakkında İmâm-ı Ebû Yusuf (113—182) şöyle diyor: «Rişdîyn dîninde sâlih bir zât idi. Fakat kendisine sâ-lihler gafleti arız olmuşdu. Bu sebeble hadîsi karıştırmıştır. Metrûk'-dür,» Dâre Kutnî (306—385) : «Bu hadîs sabit olmamışdır» der. îmam-ı Nevevî (631—676): «Bu hadîsi zaif kabul etmekle bütün ha­dîs ulemâsı ittifak etmişlerdir» diyor. Ancak hadîsin aslı zaîf değil, yalnız istisna edilen kısmı zaîftir. Çünkü aslı Bî'r-i Budâa Hadîsin'de de geçti. Bununla beraber zaîf görülen buradaki ziyâdenin hükmüne bütün ulemâ kail olmuşdur. Îbnü'l-Münzir (—236) bu hususta şöyle diyor: «Su az olsun, çok olsun, içine bir pislik düşer de tadını, ren­gini veya kokusunu değiştirirse bilicma' o su pisdir.» Bu takdirde üç vasfından biri bozulan suyun pisliği bu hadîsin ziyadesiyle değil, İcmaı-Ümmet'le   sabit   olmuş   olur.[39]

 

                                                                                                                                                                             -٤/٥   

«Abdullah İbni Ömer[40]'den rivayet edilmiştir.Demiştir  ki: Resûl-ü Ekrem (S.A.V.): «Su iki külle olduğu zaman pisliği taşımaz;» buyurdular.»[41]

 

Bir   rivayette   «pisliği   taşımaz» yerine  «pislemez» denilmiştir.

Bu   hadîsi,    Dörtler   tahrîc   etmiş; İbnî Huzeyme, Hâkim[42] v e İbni Hibbân[43]   da   onun   sahih   olduğunu   beyan   et­mişlerdir.

Yukarda ikinci hadîsin şerhinde bu hadîs-i Şerife işaret etmiştik. Bu hadîs iki külle suyu çok su addeden şâfiîlerin delilidir. Hanefîler ise hadîs-i Şerifin metninde ızdıeâb buldukları için bununla amel edemiyor­lar. Çünki hadîsin bir rivayetinde «Üç kullu, diğer bir rivayetinde «Bir külle» denildiği gibi, kullenin mikdârı da bilinememektedir. Üste­lik «Pisliği taşımaz» tâbirinin iki mâna'ya ihtimâli vardır. Bunlardan birincisi ihtimâle göre Şâfiîye'nin dediği gibi su pislik tutmaz, temiz olur. İkincisi ihtimâle göre ise: Pisliğe tahammülr edemez, kendisi pis olur. Bu ızdırâb karsısında ise bu hadîsle amel etmeğe imkân kalmaz.[44]

                                                                                                                                                                                     

6/5- «Ebû Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmişdir. Demîşdîr ki: Resû-lüllah (S.A.V.): Sizden biriniz cünüp iken durgun suda yı­kanmaz* buyurdular.» Bu hadîsi, Müslim tahric etmiştir. Buhârî'de bu hadîs şöyledir: «Sakın sizden biriniz akmayan durgun suya bevl etmesin sonra o su'da yıkanır.»[45]

 

Müslim'de «o suda» tâbiri yerine «bu sudan» denilmiştir. Ebû Dâvud'da ise hadîs şöyledir : «O suda cünüblükten yıkanmasın.»

Hadîs-i Şerifin Buftârî'deki rivayetine verdiğimiz mâ'na son cümlesinin merfu olarak rivayet edildiğine göredir. Son cümleyi ev­velki cümleye atfetmek de caiz görülmüştür. Bu takdirde mâ'na şöy­le olur:  :

«Sakın sizden biriniz akmayan durgun suya bevl edip sonra o suda yıkanmasın.»

Hadîs-i Şerîf durgun suya bevl edip, o su ile yıkanmanın dînen memnu' olduğunu bildirmektedir. Müslim'in rivayeti BıüıârVmn ki ile kayıtlanmazsa, yalnız yıkanmanın memnûiyetini gösteriyor. Ebû Davud'un rivayeti ile ayrı ayrı ikisinin de memnu, olduğunu ifâde ediyor.

Bu memnûiyet çok su hakkında kerahet, az su hakkında tanrım ifâde eder diyenler olmuş, fakat buna itiraz edilmiş: «Bu takdirde neîıy lâfa hem hakikât, hem mecaz ma'nâlarda kullanılmış olur; tu ise caiz değildir.» denilmişdir. En iyisi umum mecaz demektir. Nehy, talırîm ve kerâhet-i tenzîhiyeye şâmil olmak üzere adem-i fiil, yâni yapmamak ma'nâsmda kullamlmışdır.

Durgun suyun hükmüne gelince: Su, ancak Üç vasfından birini değiş­tiren pislik karışmakla murdar olur diyenlere göre bur&daki nehy «yasak» taabbüd içindir. Yoksa bu hadd-i zâtında temizdir. Mâlİk'Ier bu fikirdedir. Onlara göre bu su ile temizlenmek caizdir. Nehy kerahet içindir. Zahirîlere göre buradaki nehy tahrîm içindir. Her ne kadar bu nehy taabbüdî de olsa nehyde asıl olan tahrîm ifâde etmektir. Binâena­leyh bu suyu kullanmak haramdır. Az su ile çok su arasında fark gören Hanefilerle Şafitlerden her biri kendi takdirine göre: Su çok ise ve va­sıflarından biri değişmemişse o su temizdir. Yok su az ise ondan nehy tahrîm içindir. Çünki o su pisdir; temizlemez, dediler. Bu iki mezhe­bin asıllarına göre nehy, yasak edilen şey'in pisliğini gösterir.

Suya bevl etmenin hükmü : Bu hadîsin de ifâde ettiği gibi akan çok suya bevl etmek haram değilse de evlâ olan bevl etmekten kaçın­maktır. Akan su az'olursa bazılarınca ona bevl etmek mekruh; bazı­larına göra haramdır. Durgun, fakat çok olan suya bevl etmek yine ih­tilaflıdır. Bazılarına göre mekruh, bazılarınca kasdî olursa mekruh, kas-dcn değil de suyun içinde İken başı sıkılırsa mekruh değildir. Su durgun ve az ise b uhadîsin de ifâde ettiği vecihîe sahîh olan ona bevl etmek haramdır.

Bevl'den mâada- necasetlerin, meselâ kazuratın hükmü: Cumhur-u Ulemâ'ya göre evleviyyetle bevl hükmündedir. İmam-ı Ahmed b. Han-bel' (164—241) den bir rivayete göre bevlden başkası bu hükme katıla­maz;. Buradaki hüküm yalnız bevle mahsusdur. Bir adam suya bevl etmese de bir kaba bevl ederek suya dökse hüküm hep birdir. Yalnız Dâvud~u ZahirVye göre hüküm bir değildir. Bilâkis bu takdirde su temizdir. Zira bundan nehy vârid omıamışdır.

İçersine bevl edilen su ile yıkanmanın hükmü ne ise abdest al­manın hükmü de aynıdır. Filhakika hadîsin bir rivayetinde:

«Sakın sizden bîriniz durgun suya bevl edip sonra ondan abdest almasın.» buyurulmuşdur. Hadîsin bu rivayeti; Abdurrezzâk (—2M),Ahmed b. Hanbel, İbni Bbî Şeyhe (—234), Tirmizi (200—279) ve başkaları tarafından tahrîc edilmiştir. Hattâ Tirmizı bu hadîs hakkında «hasen sahihtir.» demiştir.[46]

6/9- «Peygamber (S.A.V.) e sahabîlik etmiş bir zatdan rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.) kadının erkekden artan su ile, er­keğin de kadından artan su ile yıkanmasını yasak etti, beraberce suyu avuçlasınSar.»[47]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud ve Nesâî tahrîc etmişlerdir, isnadı sahîhdir.

Hadîsi rivayet eden meçhul râvînin ismi bazı kayıtlara göre EI-Hâkİm b. Amr'dır. Bu hadîs-i şerîf hakkında Beyhaki mürsel ma'nâsındadır» demiş; îbni Hazm da (384—456) ravîlerden Dâvud b. Abduîla-hi'î-Ezdî'yi zaif addetmiş ise de Beyhaki'ye «Sahâbî'nin mürseli bîlit-tifak makbuldür diye .cevap verildiği gibi îbni Hazm'm iddiası da bir vehimden ibarettir. Zira Dâvud b. Abdiîlah sikadandır.

Musannif merhum «Fethu'l - Bârî» nâra eserinde bu hadîs için «Ravîleri sikadır; Bu hadîsin hiçbir illetine vakıf olmuş değiliz» demiş­tir. Nitekim burada da «isnadı sahîhdir» diyor. Ancak bu hadîs aşağı­daki hadîse muarızdır.[48]

 

10/7- «İbni Abbas[49] radiyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine-göre; Peygamber saîlâllahu aleyhi ve sellem Meymune radiyallahib anhâ'ûan artan su ile yıkanıyordu.»[50]

 

Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir. Sünen sahiplerinin kitablarında bu hadîs şöyledir. Peygamber (S.A.V.)'in zevcelerinden birisi büyük bir kabda yıkandı. Arkasından Hazret! Peygamber de o kabdan yıkan­mağa geldi. Zevcesi kendilerine: Ben cünüb idim (yâni bu kabdan yı­kandım) deyince, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.):

«GerçekcJen su cünüb olmaz.» buyurdular.

Bu hadîsi Tirmizl ile İbni Huzeyme sahîhlemiştir.

Hadîs-i Şerif Buharl ile Müslim'de şu lâfızla da tahrîc edilmiştir :

((Filhakika Peygamber (S.A.V.) ile Meymûne bir kabdan yıkanırlardı.» bu takdirde yukardaki hadîsle aralarında muâ-raza yokdur. Zira beraberce suyu avuçlamaları mümkindir. Fakat sa­dedinde bulunduğumuz 'hadîsin Sünen sâhiblerinin tahricindeki riva­yetine göre iki hadîs arasında muaraza (çatışma) vardır. Çünkü yukarki hadîsde erkek kadın birbirlerinden artan artık su ile yıkanamazlar de­niliyor. Bu hadisde ise onun aksine olarak yıkanabilecekleri; suyun cü-üüblük kabul etmediği beyân buyurulmaktadir. Mesele ihtilaflıdır. Yı­kanır diyenler olduğu gibi yıkanamaz diyenler de olmuştur.[51]

 

12/8- Ebû Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir. Demiştir ki Resûlullah (S.A.V.) :

— Birinizin kabına köpek ağzını sokduğu zaman o kabın temizlenmesi, birincisi toprakla olmak üzere yedi kere yıkamak iledir» buyurdular.[52]

 

Bu hadîsi Müslim tahric etmiştir. Müslim'in bir rivayetinde «Onu akıtsın» buyurulmuştur.

«Birincisi veya sonuncusu toprakla yıkanır; şeklinde­dir.» îmam-ı Şafiî ile Ahmed b. HanbeVin kavli de budur.

Bu hadîs-i şerîf bir takım hükümlere delâlet etmektedir:

Birincisi : Köpeğin ağzının pisliğidir.Çünkü köpeğin ağzının girdiği kabın yıkanması ve içindeki suyun dökülmesi emrediliyor. Keza;

«Birinizin kabının temizlenmesi.» deniliyor. Temizliği icab eden şey ya pislik yahut manevî pislik demek olan hades (abdesti veya guslü icâbeden şey) dir. Ortada hadesten bir şey olmadığına göre muradın pislik olduğunda şüphe kalmaz. Suyu dök­mek israftır. Şu halde temiz olsa boşu boşuna dökülmesini emretmezlerdi. Çünki israftan, malı ziyan etmekden nehiy vârid olmuştur. Bi-nâerialeyh hadîs-i şerif köpeğin ağzı hakkında zahirdir.[53] Sair bedeni ise ağzına kıyasen bilinir. Şöyle ki, salyası pis olunca bütün bedeninin de pis olması icab eder. Çünkü köpeğin salyası ağzının teri mesabesin­dedir, ter ise bedenden doğan ve sızan bir cüz'dür. Şu halde salyası pis ise ağzı da pis'dir Ağzı pis olunca bütün bedeni de pis'dir. Ancak îmam-ı Mâlik, Dâvudu Zahirî ve îbni Şihab Zührî (—124) köpeğin pis olmadığına kaildirler. Bunlar köpeğin ağzını soktuğu kab'ın dö­külmesi emrini köpeğin pis olduğuna atfetmezler. Derler ki: «Belki kö­peğin ağzında ve salyasında pislik vardır. Çünki ekseriyetle ağızıyla pislik yer. Binâenaleyh hüküm ekseriyetle necaset yediğine bakarak ve rîlmiştir, bu o hayvanın necis-i ayn olduğuna delâlet etmez.»

Cumhur-u Ulemâ köpeğin necis-i ayn olduğuna kaildirler. Maamafih Hanefiyye imam!arı arasında mes'eîe yine ihtilaflıdır. Köpeğin aynı ne­cistir diyenler olduğu gibi değildir diyenlerde vardır. Necis-i ayndır diyenlerin delili: Sadedinde bulunduğumuz şu hadîsdir. Değildir diyen­lere göre ise yıkama emri ta-abbüdî'dir. Çünki bu emir pislikden dolayı olsa yediden daha az ile iktifa etmek gerekirdi. Zira bu necaset kazurat pisliğinden de fazla değildir. Halbuki kazuratta bile yedi defa yıkama emri yoktur. Bunlara cevaben şöyle denilmiştir: «Ahkâmda ası! ta'lîldir.[54] Binâenaleyh burada da ta'lîl yaparız ve yıkama emri necaset­ten dolayıdır deriz. Ancak yedi defa mes'elesi taabbüdîdir.[55]

İkincisi : Bu hadîs kab'ın yedi defa yıkanmasının vücubuna delâlet eder. Yedi defa yıkamak vâcib değil, mendubdur. Zira köpeğin artığı, şâir necasetler gibi bir necasettir, diyenler, hadîsi rivayet eden Ebu Hüreyre Hazretlerinin «Köpek artığından dolayı kab üç defa yıkanır» sözüyle istidlal ederler. Bir de Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz'den rivayet edilen:

« Kab'a köpek ağzını sokarsa, o kab üç defa yahûcl beş veya yedi defa yıkanır.» hadîsiyle istidlal ederler ve Üçüncüsü : Kabın toprakla oğuşdurulmasidır. Hadîs-i Şerif bunu ilk yıkayışda olacağını tâyin ediyor. Toprakla oğmak lâzımdır diyenler, bu işin toprakla suyu karıştırmak veya suyu toprağın üzerine atmak yahut toprağı suyun üzerine atmak suretiyle yapılacağını söylerler. Yedi defa yıkamanın vücubuna kail olanlardan bazıları toprakla yı­kamayı lüzumsuz sayarlar. Zîra onlarca toprak mes'elesi sabit değil­dir. Sonra toprakla yıkama rivayeti muzdaribdir. «Birincisi veya sonun­cusu, yahut birisi veya yedincisi yahut sekizincisi toprakla yıkanır» şekillerinde rivayet edilmiştir. Muzdarip hadîs ahkâmda delil olamaz. Toprak rivayetini kabul edenler bu ızdirap iddiasına cevap verirler ve buradaki ızdırabın zararsız olduğunu isbata çalışırlar.

Hadîs-i Şerife geçen «Birinizin kabına» tâbirindeki izafet mülgadır. Çünki temizlik veya pisliğin hükmü, kabın sahibi olmasına bağlı de­ğildir. «Yıkasın» tâbiri de böyledir. Kabı mutlaka sahibinin yıkaması lâzım geldiğine delâlet etmez. Yine bu hadîsde geçen «Onu akıtsın» tâbiri köpek artığı olan suuyun veya yemeğin akıtılması için emirdir. İşte bu emir o akıtılması lâzım gelen şeyin murdarlığına en büyük bir delildir. Yalnız Musannif mehum «FethuH - Bârî» nâm eserinde bu tâbirin Hafızlarca sahîh kabul edilmediğini yazıyor. îbni Abdiî-berr ('368—463) ve İbni Mendeh (—301) gibi hadîs âlimleri bu ziyâdenin hafızlardan nakledilmediğini, Hazret; Peygamber'den geldiği hiçbir vecihle bilinmediğini söylerler. Bir de musannif merhum sekizinci defa o kabı yıkamayı emreden rivayeti zikretmemişdir. Halbuki Müslim'de:

«Onu sekizincide toprakla yıkayın.»

rivayeti vardır.- İbni Dakîki'l - îyd (625 — 702) «Bu rivayete yalnız Hasan-ı Basrî kail olmuşdur. Başka kâü olan yokdur.» diyor. Fakat caizdir ki, îbni Dakik bu sözüyle Mütekaddimîn Ulemâyı kasdetmiş ola. Çünkü hadîsin bu rivayetine hiçbir diyecek yokdur. Kuvvetlidir.[56]

 

13/9- Ebû Katade[57] (R.A.) den rivayet ediîmiştir. Demiştir ki: «Resulullah  (S.A.V.)  kendi hakkında:

«— O pis değildir; ancak o sizin etrafınızda çok dola­şanlardandır.» buyurdu.[58]

 

Bu hadîsi Dörtler tahrîc etmiş, Tirmizî ile İbni Huzeyme de sahihleşmişler. Bunlardan maada İmam-ı Buharı, Ukayl ve Dâre Kutnî de sahîh olduğunu beyan etmişlerdir.

Hadîs-i Şerîf'İn sebebi vardır kî, şudur : Hazreti Ebu Katâde ken­disine abdest suyu hazırlamış. O arada suya bir kedi gelmiş. Ebu Ka­tâde hayvanın su içmek istediğini sezince hemen su kabını ona uzatmış ve kedi suyu içmiş. Kendisine bu sudan artık abdest alınır mı denilince bu hadîs-ri şerifi rivayet etmiş. Hadîs-i Şerifde:

«Kedi necis değildir.»

buyrulduğun» göre kedinin dokunduğu şey de pislenmez demektir. Ha­dîs-i Şerifde «etrafınızda çok dolaşanı) mânasında kelimesi kullanılmıştır. îbnü'l - Esîr diyor ki: Lütuf ve nezâketle hizmet gören hizmetkâr demektir; da onun mübalâğa sigasıdır. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kediyi, Kur'an-ı Kerîm'deki' Sure-i Nur; Âyet: 58) «Etrafınızda çok dönerler» Âyet-i kerîms'sinden alarak Efendisi­nin etrafında dönen ve ona şetaretle hizmet eden hizmetçiye benzetmiştir.

Onun içindir ki hayvanata ve eşyaya mahsus olan cem' sığasını bırakarak kediyi akıl sahihlerine mahsus olan «Cem'i Müzekker-i Salim» ile cemi'leşmiş onu aklı başında bir hizmetkâr yerine say­mıştır.

Hadîs-i Şerifteki ta'lîlin işaretinden anlaşılacağı vecihle Teâlâ Ha-z-retleri kediyi insanlarla çok düşüp kalktığından ve ev aşyasına çok do­kunduğundan evin bir hizmetçisi mesabesinde tutmuş, kullarına güç­lük ve zahmet olmasın diye onu pis addetmemiş; bu suretle biz kul­larına kolaylık ihsan buyurmuşdur. Bu hadîs-i şerif, kedinin ve kedi artığının temiz olduğuna delildir. Hattâ zahirine bakılırsa fare gibi pis bir şey bile yese ağzının temizlenmesi için bir zaman kaydı yok ise de Fukaha bunu tecviz etmemiş; kedi pis bir şey yemişsc ağzı bittabi* pis­leneceğinden ağzının temizlenmesi için bir gün veya bir gece yahut bir saat gibi vakit geçmeli yahut temizlenmişdir zanm verecek kadar dı­şarıda gezinmeli veyahut yalanarak ağzını temizlemelidir. Aksi tak­dirde artığı pis olur demişler. Hattâ Hanefîyye'den bazıları ağzı temiz olduğu halde bile onun artığını mekruh addetmişlerdir ki, bu hükmün ne derece isabetli olduğu beyandan müstağnidir.' Şafiî (150 — 204), Mâlik {92—179) ve Ahmet b. Hanbel (164—241) Hazeratı kedinin ar­tığında be's görmezler.[59]

 

14/10- «Enes bin Mâlik[60] radiyallahu anh'den rivayet edil­miştir. Demiştir, kî: Bîr A'rabî geldi Mescid'İn bir tarafına bev!etti. Nâs kedisini men' eitiler. Resûlullah (S.A.V.)'de onları nehy etti. A'rabî bevlini yapfıkdan sonra Peygamber (S.A.V.) bir büyük kova su emrettiler. Ve bevlin üzerine döküldü.»[61]

 

Hadîs, Müttefekun Aleyh'dir. Yani Buhârİ ile Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri hadîslerdendir.

A'rabî: Arab olsun Acem olsun çölde yaşayanlara denilir. Mescide bevl eden zat bir rivayette Zü'l - Hüveysırafe'I Yemâni'dir. Kaba-saba bir adammış. Diğer bir rivayete göre Akra' b. Habis veya Uyeyne b. Hısn'dır.

Hadîs'in bir rivayetinde:          

«Nas onun'a kavga etmeğe kalkdılar» deniliyor. Diğer bir riâyette

«Resûlüllah (S.A.V.)'în Ashabı vazgeç -vazgeç dediler» buyuruluyor. Bir rivayette Hazret! Peygamber (S.A.V.)'in Ashabını hangi kelime ile men' ettiği beyan ediliyor  «bırakın Onu» buyurmuştur. Bir rivayete göre de «onun bevlini kesmeyiniz.» buyurduğu anlaşı­lıyor.

Zenûb : Eüyük kova- yahut dolu kovadır.

Hadîs-i Şerif :

a —) însan sidiğinin pis olduğuna delâlet etmektedir ki, bu bâbda îcma' da vardır.

b—) Yer pislendiği zaman sair pis şeyler gibi su ile temiz­leneceğine delâlet ediyor. Filvaki' bütün mezheb imamları bu hü­kümde ittifak etmişlerse de keyfiyetinde ba'zı ihtilâflar görülmüş-dür. Meselâ : Hanefîler'e göre pis yerin üzerine üç defa su dökülür ve her defasında temiz bir bez ile kurulanır. Maamafih o pis yerin üzerine bir defa da çok su dökülerek pisliğin eserini gidermekle de temizlenir. Bir de Hanefî imamlarından Züfer'den maadasına göre pis yer güneş­letme ve rüzgâra ma'ruz bırakmakla da temizlenebilir. Zira Güneş ile rüzgârın pisliği giderme hususunda te'sirleri suyun tehirinden daha büyüktür. Nitekim:     

«Yerin temizliği kurumasidır» hadîsi şerifi de bu hakikati anlatmaktır.

Mâlikîler'le Hanbelîler'e göre: Pis yerin üzerine, pisliği ve evsafını giderecek miktarda bol su dökülerek temizlenir.

Şâüıler'e göre : Eğer yer; şarap veya sidik gibi bir necasetle pis­lenmiş ve o pisliği de içmişse, üzerine bel su dökülerek temizlenir. Pis­liği içmemişse evvelâ tahkik edilir ve senra üzerine hiç olmazsa bir defa su dökülür. Pislik kura olup yere bul&şmamışsa sadece o yerden atmakla temiz olur. Fakat yaş olur ve yere de bulaşırsa, pislik atıldık­tan senra yerine su dökülür.

Bu hadîs-i şerif, yer kaba olsun katı olsun üzerine su dökmekle te­mizleneceğini zahir bir şekilde ifâde ettiği halde bazıları yine katı yerle kaba toprak arasında fark görmüş; ve katı yeri sair pislenen eşya giti yıkamak şarttır. Kaba toprak ise üzerine su dökülmekle temizlenir; Nitekim R^sû'üllah (S.A.V.)'in mescidinin toprağı kaba idî demişler­dir. Bazıları da yer katı ise kazarak toprağı atmak lâzımdır. Çünkü üstüne altına su işlememişdir; derler ve bu babda hadîsin bazı tariklerindeki şu ziyâde ile istidlal ederler:

«Üzerine bevl ettiği toprağı alın ve atın!   Yerine de su dökün.»

Bu hadîsi şerîfde bir takı mfâideler vardır:

1— Câhile karşı yumuşak davranmak.

2— Resûl-ü  Ekrem  (S.A.V.)'in ahlâk güzelliği ve öğrenciye karşı lütufkârlığı.

3— Ehven-i şerreynin ihtiyar olunması ki, bevli kesdirseler A'ra-bî'ye elbette zararı daha büyük olurdu. Çünkü, yerinden çekilince bevl msscidin başka yerlerine de sıçrar; bedenini ve elbisesini de pislerdi.

4— Kazâ-yı hâcetden men' edilmek mes'elesinin büyük abdest boz­maya mahsus olduğu.

5— Mescidlere hürmetin lüzumu.  Çünkü Resûl-ü  Ekrem (S.A.V.) o A'rabî'yi çağırdı ve ona şöyle buyurdu:

«Hiç şüphe yok ki bu mescidler bu bevl ve pislikten hiçbir şeye yaramazlar. Bunlar ancak Allah Azze ve Cel-le'yi anmak ve Kur'ân okumak içindir.»

Ashâb-ı Kirâm'm A'rabî'yi def etmek istemelerini Hazreti Peygamber (S.A.V.) inkâr etmemiş; yalnız onlara yumuşak davranma­larını emreylemişdi. Bu da mescidlere hürmetin lüzumuna delildir. Zira hürmet lâzım olmasa Resûl-ü Ekrem Ashabına rıfk ile muamele tavsiye değil, bilâkis «bırakın onu, o muahazeyi mucib bir şey yapmadı. Niye men1 ediyorsunuz?» der idi.[62]

 

15/11- «Abdullah b. Ömer (radıyattahu anh)'den rivayet edilmiştir.  Demiştir kî:  «Resûlullah  (S.A.V.) :

«Bize iki ölü iki de kan helâl kılındı. İki ölü çekirge ile balık iki kan ise, karaciğer ile dalakdır.» Buyurdular».[63]

 

Bu hadîsi Ahmedileİbni Mâce tahrîc etmişlerdir. Hadîste zaiflik vardır. Çünki Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'in babasından onun da İbni Ömer'den rivayet ettiği bir hadîsdir. İmam Ahmed bin Hanbel bu zât hakkında «hadîsi münkerdir» der. Fakat bu hadîsin bir hadîs-" mevkuf olduğu sahîhan anlaşilmışdır. Nitekim-hadîs imamlarından Ebû Zür'a (—375) ile Ebû Hatim (195—277) de Mevkuf olduğuna kaildirler Hadîsin Mvkuf olduğu sabit olunca ona Merfu' hükmü verilir. Çünkü Sahâbî'nin «Bize fülan şey helâl kılındı» -«Fülân şey haram kılındı» de­mesi «Bize emr olundu» «Bize nehy olundu» demesi gibidir. Böyle de­miş olsa hüccet olacağı şüphesizdir. Binaenaleyh bu manâya gelen sö­zü de aynı hükmü ifâde eder.

Hadîs-i Şerif çekirge ölüsünün ne halde olursa olsun helâl olduğuna delâlet eder. O halde ister eceliyle Ölsün, isterse bir sebeble ölsün yen­mesi için' bir fark yoktur. İmam Mâlik gibi bazı zevat bir sebeble ölürse yahud başı kesilirse yenir. Aksi takdirde yenmez demişlerse de bu hadîs onların aleyhine delildir. Hadîs balığın da ne sıfatta bulunur­sa bulunsun yenilebileceğine delâlet ediyor. Nitekim  :

hadîsi de aynı hükme delâlet eder. Hanefî İmamları balık hakkında da bir sebeple yani insan veya dalga çarpması gibi bir sebeble ölürse yenilir, suyun üstünde yüzer halde bulunursa yenmez;  derler, ve  :

«Denizin atdığını veya med ve cezirden öleni yeyin. Denizde ölüp de suyun üstünde yüzeni yemeyin.»

Hadîsi ile istidlal ederler. Bunlar şöyle diyorlar : «Bu hadîsi İmam-ı Ahmed ve Ebû Dâvud, câbir ' in hadîs'inden tahrîc etmiş­lerdir. Bu hadîs hass'dır. Bununla yukarıda geçen iki hadîs tahsis olu­nur Hanefiyye: «Câbİr Hadîsi, hadîs imamlarının ittifakıyla zaiftir.» Hattâ Nevevî: «C â b İ r hadîsiyle ihticac etmek hiç bir delile muaraza etmese yine caiz değildir. Muaraza ettizi zaman nasıl hüccet olur?...» demişdir.

Sonra Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) denizin atdığı ve Ashâb-ı Seriyye'nin getirdiği Anber balığından yediler. Fakat bu balığın ne sebeble öldüğünü sormadılar. Nitekim hadîs ve siyer kitablannda mufassalan beyan olun-muşdur. Hanefiyye «Onlara pîs şeyleri haram kılar.»

                                                                                                                                                    ([64] ) ,,             ,, -۳۰

Âyetiyle istidlal ederler ve deniz mahlûklarının balıkdan maadası habistir Cpistîr) derler. Karaciğer icma' ile helâldir. Dalak da böyledir. Yalnız «El-Bahr-» nâm kitapda mekruh olduğu yazılıyor. Çünkü H a z -re ti Ali (Kerremallahu Veçhe) «Dalak şeytanın lokmasıdır; yani o yenirse şeytan sevinir» demiş. Fakat Hazreti Ali'nin bu hadîsini kimin tahrîc ettiği malûm değildir.[65]

 

16/12- «Ebû Hüreyre (R. A.J'den rlvflyet edilmiştir. Demiştir ki: «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) :

«— Birinizin içeceği şey'e sinek düştüğü zaman onu hemen daldırsın, sonra çıkarsın. Zira onun iki kanadın­dan birinde hastalık; Ötekinde şifâ vardır; buyurdular.»[66]

 

Bu hadîs-i şerifi; Buharı ve Ebû Dâvud tahrîc etmişlerdir. Ebû Dâvud; «Çünki sinek hastalık olan kanadıyla korunur»; rivâ% yetini ziyâde etmişdir.

Hadîsi Şerif, bazı kelime değişiklikleriyle de rivayet edilmiştir. Meselâ :

«İçeceği şey'e» yerine bazılarında :

«Birinizin yiyeceğine» şeklindedir. Ebû Davud'un rivayetinde: yerine

«Onu batirmiZ» tâbiri görülmektedir. Buharî'de  :

«Onun her tarafını hatırsın» denilerek ziyadesiy­le rivayet edilmiştir. Bu hadîs'in sonu Buharî'da şöyledir:

Bir rivâyetde yerine « = zehir» denilmigdir. îmarri-î Ahmed ile îbni Mâce'nin rivayetlerinde :

«Çünki sinek evvelâ zehiri sonra şifâyı kullanır» ziyâdesi vardır.

Hadîs-i Şerif zararını def için sineğin öldürülebileceğine, sonra da yenmeyip atılacağına açık bir surette delâlet ettiği gibi, mâiyâtdan bi­rinin içinde öldüğü vakit onu murdar etmeyeğini de göstermektedir. Çünki ResûliiMah {S.A.V.) sinek kab'a düştüğü zaman daldırılmasını emr etmişdir. Bu halde ve bilhassa yiyecek sıcak oldukta sineğin orada öle­ceği malûmdur. Eğer murdar etse idi onu beyan ederlerdi. Halbuki, murdar olacağından asla bahsetmemiş, bilâkis çıkarıp atmak suretiyle o yemeğin ıslâhını emir buyurmuşdur. Sinek hakkında hüküm, böyle olunca aynı hüküm sinek gibi akar kanı olmayan arı, sarıca an, örüm­cek gibi hayvanlara da kıyas yoluyla teşmil edilmişdir. Zîra hüküm ille­tin umumuna bakarak âmm olduğu gibi sebebin intifası ile de müntefî olur.[67] Ölen hayvanın murdar olmasına sebeb, içinde toplanan kandır. Bu ise akar kanı olmayanlarda yoktur .Binaenaleyh illeti olmayınca hüküm de yoktur. Sineği kaba daldırma emrine gelince: Zehirini dök­tüğü gibi şifâsını da döksün diyedir. Evet sinekde zehirleyici bir madde olduğu malûmdur. Nitekim ısırdığı yerin şişmesi ve gidişmesi de bunu gösterir. Bu zehir sineğin silâhıdır. Ona eziyet veren bir şeyle karşıla­şınca bu silâhı kullanır ve kendisini korur. Nasıl ki, bu ciheti Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de beyan eylemiş ve «Çünki sinek hastalık plan kanadıyla korunur.» buyurmuşdur., îşte bu zehîre karşı öteki ka­nadındaki panzehir de dökülsün ve bu suretle zehir zararsız, hale .gelsin diye batırılmasını Hazretî Fahr-i Kâinat Efendimiz (S.A.V.) emir et­mişlerdir. «Akrep ve sarıca arı gibi haşerât sokduğu zaman yeri si­nekle oğuşturulursa fâideli olacağım hekimler tavsiye ederler. Bu da onda şifâ olduğunun delilidir. Şâyan-ı hayretdir ki, bu hayvan kanad-lılar arasında en ziyâde münasebet-i cinsiyye düşkünüdür. Dişisini» üzerinde bazan bütün gün kaldığı olur. Tersi de beyaz elbise üzerinde kararır, kara elbise üzerinde beyazlaşır.» denilmektedir.[68]

 

17/13- «Ebû Vâkıd-ı Leysî[69] radıyallahu anh'den rivayet edilmiştir. Demişdir ki: Resûlullah (S.A.V.) :

«— Hayvandan   dirilken   kesilen'  parça   murdardır; buyurdular.»[70]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud üe Tirmizî[71] tahrîc etmişler; Tirmîzî Ha-sen olduğunu söylemiştir. Lâfız Tirmizî'nindir.

Hadîs dört sahabî tarafından dört tarik ile rivayet olunmuştur. Rivayet edenler : Ebû Saîd-î Hudrî, Ebû Vâkıd-ı Leysî, Abdullah b. Ömer ve Temîm ed-Dârî (R. A.) Hazcrâtıdır. Sadedinde bulunduğumuz Ebû Vâkıd Hadîsi'ni İmam, Ahmed b. Hanbel ile Hâkim'de rivayet etmişlerdir. Hadîs-i Şerifin onlardaki metni şudur:

Resûlüllah (S.A.V:) Medine'ye geldi. Orada bîr takım insanlar ko­yun Kuyruklarıyla develerin hörküçlerini kesme işini yapıyorlardı. Bu­nun üzerine:

«— Hayvandan diri iken kesilen   parça   murdardır»; buyurdular.

Behîme; Kamus'da dört ayaklı hayvan demektir. isterse denizde olsun. Akıl ve temyiz sahibi olmayan her diriye dahi ıtlak olunur. Ke­çi ve koyun yavrularına da «bahîme» denilir. Burada bu lâfızdan ya birinci, yahud üçüncü ma'na muraddır. Hadîsin sebebi, birinci manâ murad olduğuna delâlet ediyor. San'anî diyor ki: «Bu takdirde bu  hadîs dört ayaklı bile olmuş olsa balık ile tahsis edilmiştir.. Çünki ba­lıktan kesilen parça murdar değildir. Yahud murad ikinci manâ'dır, yani akıl ve temyiz sahibi olmayan her diri demektir. Ancak bu sefer­de bu umumdan balık ile çekirge ve emsali kansızlar tahsis olunur.»

«O murdardır»    tâbirinden    anlaşılıyor  ki;   kesilen parçaya hayatın girmiş olması mutlaka lâzımdır. Çünki ölü demek, diri olmak şanından bulunan şeydir.[72]

 

Kablar Babı

 

( ) kelimesi cem'dir; kablar demektir. Müfredi dir. Kablar için ayrıca bâb tahsisinin sebebi: Sâri' Hazretlerinin bazı kap­ları kullanmaktan men' etmesidir. Bu suretle kab'lara hüküm taalluk etmiş olur.[73]

 

18/14- «Huzeyfe b. Yemân[74] radiyallahu anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki:

«— Resûlullah (S.A.V,) : Altun ve gümüş kablardan leyiniz; onlardan yapma sahanlardan da yemeyiniz. içmeyiniz; Çünki bu kablar dünyada onların (müşriklerin) anket­te Sizindir.»  buyurdular.[75]

 

Hadîs-i Şerîf Buharı ile Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri bir ha-dîsdir. Böyle hadîslere Müttefekun Aleyh denilmek ıstılah olmuştur.

Bu hadîs-i Şerif; altun ve gümüş kaplardan yeyip içmenin haram olduğuna delâlet ediyor. Kab'ın halis altundan veya gümüşten olması ile, altun gümüş karışık olması arasında bir fark yoktur.1 Çünki karı­şık ulanmada altun ve gümüş kab denilir. İmam Nevevî: Altun ve gü­müş kaplardan yeyip içmenin hürmeti babında İcmâ-ı Ümmet mün'-akid olmuşdur» diyor. Acaba bu hürmetin illeti nedir? Bu husus ihti­laflıdır. Bazılarına göre illet kibir ve ucb'dur. Bazıları hayır altun ve gümüş olması nehye illetdir;  der.

Altun ve gümüş yaldızlı kabların hükmü dahi ihtilaflıdır. Bazılarına göre, eğer altun ve gümüş kab'dan ayrılıp alınabiliyorsa kullanılması icmâe'n haramdır. Çünkü altunu ve gümüşü kullanmış sayılır. Fakat ayırması mümkün değilse haram değildir. Altun ve gümüş kaplama kab'dan yeyip içmek icmâen caizdir. Yeyip içme babında hüküm budur. Sair istimallere gelince: îhtilâf yine mevcuddur. Bazıları haram değil­dir; çünki nass yalnız yeyip içmeyi men' etmişdir; diyor. Diğer bazı­larında ise altunla gümüşün sair istimalleri icmâ' ile haram olmuşdur. Musannif merhumun mezhebince altun ve gümüş kab'dan abdest al­mak haramdır. Zîra altunu ve gümüşü kullanmakdır. Bu hadîs-i şerifi bu bâbda zikretmesi de abdest münasebetiyle olmuştur, yoksa bu hadîsi

«Yiyecekler ve İçecekler Babı» nda zikr etmeliydi. Acaba yakut, zümrüd ve. pırlanta gibi mücevherat da aynı hüküm­de midirler? Bu cihet dahi ihtilaflıdır. Zahir olan, mücevheratın altunla gümüşe ilhak edilmemesidir. Çünki altunla gümüş,' eşyaya kıymet tak­diri için zaten semen (kıymet) olarak yaratılmışlardır. Sair mücevhe­rat böyle değildir. Binâenaleyh îbaha-i asliyyeleri üzere kalırlar. Çün­kü eşyada asıl olan, mubahlıktır.[76]

 

19/15- «Ümmü Seleme[77] radıyallahu anha'dan rivayet edilmiş­tir, demiştir ki:Resûîüllah  (S.A.V.) :

«— Gümüş kab'dan içen ancak karnında Cehennem ateşini şarıldatır; buyurdular.»[78]

 

Hadîs, Müttefekun  Âleyh'dir.

Bu hadîs-i şerifin Sahîh-i Müslim'de ayrıca bir rivayeti daha vardır ki onda:

«Gümüş ve Altun kabda» ziyâdesi mevcuttur. Allâme Zemah-şerî (467—538)  bu hadîs hakkında şu mütalâada bulunuyor: «Hadîs-i Şerifde zikri geçen kelimesi Arapça'nın Nahv.Kaidelerine göre faildir. Fakat mecazdır. Çünki hakîkatda içenin karnında Cehennem Ateşi şarıldamaz. Ancak insanın bu menhî kab'Iardan su içmesi ve bun­ları kullanmakla azabı hak etmesi mecazen karnına Cehennem Ateşi akıtmağa benzetilmişdir. Bu takdirde hadîs'in manâsı şöyle olur; «Gümüş kab'dan içenin karnında Cehennem Ateşi şarıl­dar.» Yine bu takdirde fiil müzekker, fâü müennes olmak gibi bir uy-uygunsuzluk göze çarpıyorsa da fiil ile failin araları başka lâfızlarla ayrılmışdır. Üstelik failin müennesliği hakîki değil mecâzî'dir. Bu suret­lerde ise fiil ile failin birbirine mutabakatı, (uygun düşmesi) şart değildir. Bununla beraber ekseriyetle ulemâ kelimesinin fail değil, mef'ul olduğunu söylemişlerdir, zaten bizim verdiğimiz manâ da mef'ul olduğuna göredir. Nevevî (631—676) diyor ki:

in mansub okunuşu sahîh ve meşhur olan rivayetidir. Hadîs Sarihler, ehl-i örf ve lûgatçılar hep bu kanaattadır. Ezherî de buna kat'iyetle hüknı etmişdir.

«Cehennem» kelimesi yabancıdır. Alem ve müennes olduğundan gayr-ı munsanfdır. Çünki ateş tabakalarından birinin adıdır. Allah cümlemizi- ondan muhafaza buyursun.

Bu hadîs-i şerifde Hazreti Huzeyfe Hadîsinin delâlet ettiği hükme delâlet eder.[79]

 

20/16- «İbni Abbas radıyallahu anh'den rivayet edilmişdîr. De­miştir ki: Resûlullah (S.A.V.) :

«— Deri tabaklandığı vakit muhakkak temiz olmuş­tur; buyurdular.»[80]

 

Bu hadîs'i Müslim tahrîc etmişdir. Dörtier'de hadîs şöyledir:

Hangi deri dlbağatlanırsa (tabaklanırsa) muhakkak temiz olmuştur.

Hadîs-i Şerifi Beşler de tahrîc etmişdir. Yalnız lâfızları değişikdir. Hadîsin sebeb-i vürudu şudur. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Hazreti Meymü-ne'nîn Ölmüş bîr koyununun ya nidan geçiyormuş. Kokunu görünce  :

Bunun derisinden   faydalansaydınız ya.   Zira deriyi ta­baklamak temizler.» buyurmuştur.

Bu hadîs dibağatın her ölü hayvan derisini temizlediğine delâlet ediyor. Nitekim nass-ı hadîs'de umum lâfızlarından « = Her hangi» kelimesi vardır. Binaenaleyh her hayvan derisinin işini dışını temizle­yeceğini ifâde eder. Bu meselede bir kaç kavi vardır.

1- Dibağat: Ölü hayvan derisinin içini dışını temizler. Te­mizlemedik hiçbir yerini bırakmaz.   Nitekim İbni Abbas (R.A,) hadî­sinin zahiri de bunu ifâde eder. Bu kavi Hazreti Ali  (K. Vechehu) ile İbni Mes'ud raâıyallahu anhüma'd&n da rivayet olunur.

2- Dibağat: Hiçbir şeyi temizlemez: Mâlikîler'den meşhur olan kavi bu olduğu gibi bazı Ashâb-ı Kirâm'ın mezhebi de budur. Bun­lar Şafiî hadîsiyle istidlal ederler ki aynı hadîsi imam Ahmed b. Hanbel (164 — 241), İmam Buharı (194 — 256), Dörtler, Dâre Kutnî (306—385) ve Beyhakî (384—458) de rivayet etmişlerdir. İbni Hİbbân (—354) bu hadîsi Abdullah bin Ukeym'den şu lâfızlarla tahrîc etmiş. Abdullah demiş kî :

«Bize Resûlüllah (S.A.V.) in vefatından evvel ölünün gerek derisinden, gerekse sinirinden fâidelenmeyin diye

bir mektubu geldi.»

Bu hadîsi Şafiî (150—204), Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd ri­vayetlerinde :

«Ölümünden bir ay evvel»,.kaydı vardır. Hattâ bir rivayette:

«Ölümünden bir veya iki ay Önce» denilmektedir. Bu ha­dîse İmam-ı Tirmizî .(200—279) «Hasen'dir» diyor. Bîr zaman îmam-ı Ahmed de buna kail olmuşsa, da sonradan terk etmiştir.

Bazıları bu hadîs İbni Abbas (R.A.) hadîsini nesh eder; diyorlar. Fakat bunlara müteaddit cevaplar verilmiş ve denilmişdir ki: Bu hadîs evvelâ sened itibariyle Muzdarîb'dir. Çünki bazan Hz. Peygamberin mektubundan bazan da o mektubu okuyan Cüheyneli bir takım meşâ-yih'den rivayet edilmiştir. Metin itibariyle de Muzdarib'dir. Zîra ekseri­yetin rivayetinde kayıdsiz, diğer rivayetlerde «bîr ay, veya iki ay, ya-hud kırk gün veya üç gün» kayıdlarıyla mukayyeddir. Sonra bu hadîs Mürsel'dir. Çünki Abdullah b. Ukeym onu Resûl-ü Ekrem'den bizzat işitmemişdir. Aynı zamanda Munkatı'dır. Çünki Abdurrahman b. Ebî Leylâ (—83) onu Abdullah b. Ukeym'den işitmemiştir, bundan dolayı îmam-ı Ahmed b. Hanbel onu sonradan terk etmiştir. Binaenaleyh İbn-İ Abbas (R.A.) hadîsini nesh edecek kuvvette değildir. Çünki İbnî Abbas (R. A.) hadîsi Buharı ile Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri Esahh tir hadîsdir. Üstelik müteaddit tariklerle, müteaddit sahabe ta­rafından bu manâda hadîsler rivayet olunmuştur. Meselâ: İbni Abbas'-dan iki, Ümmii Seleme'den üç, Enes b. Mâlİk'den iki hadîs rivayet edil­diği gibi Hazreti Âİşe'den, İbni Mesud'dan, Muğire b. Şu'be'den, Ebû Ümâme'den ve Seleme b. el-Muhabbik'den de rivayetler vardır. Bir de nâsih'ın sonra gelmesi lâzımdır, halbuki Abdullah b. Ukeym hadîsinin İbni Abbas hadîsinden sonra geldiğine bir delil bulunmadığı gibi onu tercihe de imkân yokdur. Çünkü tercih ancak iki delil müsavi olduğu zaman yapılır. Biri kuvvetli olduğu zaman ise zaten muaraza yokdur. Bazıları bu iki hadîsin arasını bulmağa   çalışmıştır.   Bunlara göre Lügatta bir kavle göre dibağatlanmamış deridir. Dibağatlan-dıktah sonra veya denir. Binaenaleyh ölü hayva-nın derisi dibağatlanmamışsa onu kullanmak yasakdır. Dibağatlandık-tan sonra kullanılabilir. Hadîs-i Şerifi bu .manâya hamletmek gerekir. Hanbelîler'e göre de dibağat derileri temizlemez ise de dibağatlı deri hububat gibi kuru şeylerde kullanılabilir.

3- Dibağat;   eti yenilen  hayvanın derisini temizler.  Eti yenme-yenlerin derisini temizlemez...    Lâkin bu kavli hadîs-i şerif de geçen umum lâfzı reddeder.

4- Dibağat; domuzdan maada bütün hayvanların derisini temiz­ler. Çünki domuz aynı necis bir hayvandır. Hatta bir kavle göre cnun derisi de yokdur. İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin mezhebi budur. Va­kıa insan derisi de kullanılmaz. Amma dibağat kabul etmediği için de­ğil, kerametindendir. Yani insan derisi dibağatla pek a'lâ temiz olur. Ancak insan bütün mahlûkatın en şereflisi olduğundan onun cüzlerinden fâidelenmeğe Şer'î müsâade yokdur. İmam-ı Şafiî'ye göre köpek de ay­nı necis olan bir hayvandır. Binaenaleyh onun derisi de dibağatla temiz­lenmez. HanefHerden İmam-ı Muhammed'e göre fil de necis-ül ayn ol­duğundan derisi dibağat kabul etmez.

Sonra dibağata tahammülü olmayan yılan ve fare gibi hayvanla­rın derisi dibağatla temizlenmez.

5- Dibağat; domuzdan maada her hayvanın derisini temizler ise de içini değil sadece dışını temizler. Binaenaleyh dibağatlı deri yal­nız hububat gibi kuru şeylerde kullanılır. Sirke gibi mayi şeylerde kul­lanılamaz. Üzerinde namaz kılınır. Fakat içinde kılınmaz[81]:  Malikî-ler'den rivayet olunan ikinci kavi budur. Buna Mâükiyye ulemâsının muhakkıkları kaildir.

6- Ölü hayvanların derileri dibağatlanmamış bile olsa onların dışından ve içinden istifâde edilebilir.    Bu kavlin sahihleri Buharî'nin İbn-i Abbas'dan tahrîc ettiği şu hadîs ile istidlal ederler.

Resûlüllah (S.A.V. ölü bir koyunun yanıdan geçti ve: «Bunun derisinden istifade etseydiniz ya, dedi. Ashab-ı Kiram; o ölü­dür, deyince: Onun ancak yenilmesi haramdır, buyurdular.» tmam-ı Zührî (—124) bu re'ydedir. Zührî'ye bu hadîs mutlakdır; yu­karıdaki dibağ hadîsiyle takyid olunmuşdur, diye cevab verilmişdir.[82]

 

22/18- «Seleme b. el-Muhabbîk[83] radıyalîahu anadan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem:

«— Ölü hayvan derilerinin dibağatı onların temizliği­dir; buyurdular.»[84]

 

Bu hadîsi İbnî Hibban sahîhlemiştir.

İbn4 Hibban1'dan maada Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, Nesâî (215—303) ve Beyhakî gibi zevat da aynı hadîsi Seleme b. el-Muhabbîk'-den rivayet etmişlerse de onlardaki elfazı değişiktir. Meselâ: Bir ri-vâyetde:

«Derinin dibağatı kesilmesidir.» Diğerinde:

«Onun dibağatı  kesilmesidir.» Başka bir rivayette:

«Onun dibağatı temizliğidir.» Daha başkasında:

Bir başkasında:

«Derinin kesilmesi dibağatıdır» tarzında vârid olmuşdur. Bu bâbda başka hadîsler de vardır.

Hadîs-i Şerîf; İbni Abbas (R.A.) hadîsinin delâlet ettiği ahkâma delâlet etmekdedir. Dibağatı kesmeğe benzetmek temizlenme hususun­da onun kesmek makamında olduğunu bildirmek içindir. Çünkü kes­mek eti yenilen hayvanın hem derisini ve etini temizler. Hem de yenil­mesini helâl kılar.[85]

 

23/18- «Meymûne[86] radıyallahu anh'dan rivayet edilmiştir. De­miştir ki: mistir ki: Resûlüllah (S.A.V.) Ashabın sürüyerek götürdük­leri bir koypnun yanından geçiyordu. «Bunun derisini alsaydiniZ yaî.» dedi. Ashab: O ölüdür, dediler.  Resûl-ü  Ekrem:   «Onu su ve Karaz temizler» buyurdular.»[87]

 

Bu hadîsi Ebû Dâvud ile Nesâî tahrîc etmişlerdir. Hadîsi, Dâre Kutnî (306 — 385)  İbni Abbas'dan şu lâfızla rivayet eder:

«Su ile karazda onu temizleyecek nesne yok mudur?»

Bu hadîsin şöyle de bir rivayeti vardır:

«Şess ile Karaz[88]'da onu temizleyecek nesne yok mudur?» Fakat Nevevî; «hadîs bu lâfızla batıldır; aslı yoktur» diyor. Yine Nevevî (6.31—676) Müslim Şerhinde Dibağat; derinin ru­tubet ve fadalatım kurutan ve onu bozulmaktan koruyan şess, karaz gibi nebatlarla, nar kabuğu ve sair temiz şeylerle olur. Güneşle ise yal­nız Hanefîler'e göre caizdir. Esah kavle göre toprakla, kül ve tuz gibi şeylerle olmaz» dernektedir. Filhakika güneşletme, kurutma, toprakla­ma veya tuzlama gibi şeylerle Hanefîler'e göre dibağat caizdir.[89]

 

24/19- «Ebû Sa'lebe el-Huşenî[90] rackyallahu anft'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Yâ Resûlallah biz Ehl-i Kîtab bir kavmin toprağındayız; onların kab'Sanndan yemek yiyelim mi? Dedim :

«— O kab'larda yemeyin, ancak başkasını bulamazsanız, müstesna. Bu takdirde onları yıkayın ve içlerinden yeyin; buyurdular.»[91]

 

Hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Bu hadîs-i şerîf ile ehl-i kitap milletlerin kab-kacağının pisliğine istidlal olunuyor. Acaba bu onların rutubetleri necistir diye midir? Yok­sa domuz eti yedikleri ve şarap içtikleri için midir? Yahud kerahât için midir?

Bazı kimseler kâfirlerin rutubeti necîs olduğu için kab'lan da pis­tir derler. Bunlar:

«Müşrikler ancak necistîr». Âyeti kerîmesiyle de istidlal ederler. Kitabi de müşrik demektir. Çünkü bazıları Hazreti İsa içifi Allah'ın oğ­lu; diğerleri de Hazreti Uzeyr için Allah'ın oğludur dediler.

Hanefîyye, ŞâfÜyye ve diğer ulemâ ehl-i kitabın rutubetlerinin te­mizliğine kail oldular ki; hak da budur. Zira Teâlâ Hazretîerî, Maide Sûresi'nde:

«Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâl, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir»[92] buyurmaktadır. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de bir müş­rik kadının su tulumundan abdest almıştır. Şu bâbda îmam- Ahmed b. Haribel ile Ebû Dâvud'\m tahrîc ettikleri Câbir hadîsi de vardır. Hazreti Câbir (R.A.) şöyle diyor:

«Biz Resûlüüah {S.A.V.) ile beraber gaza ediyor ve müşriklerin ye­mek ve su kablarmdan yeyip İçiyorduk. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bunu bize ayıb saymıyordu.» Fakat bu hadîsle istidlale bazıları itiraz etmiş ve hadîs müşriklerin memleketi istilâ edildikten sonrayı anlatıyor. O bâbda söz yoktur. Demiş isede kendilerine bu bâbdaki sair deliller bu hadîsle istidlale lüzum bile bırakmamaktadır;  diye cevab verilmiştir. Meselâ: İmam-ı Ahmed b. HanbeVin tahrîc ettiği Enes hadîsi bun­lardan biridir. Bu hadîs-i şerifte: «Resûlüllah (S.A.V.)'i bir yahudi arpa ekmeği ile bayatlamış kuyruk yağı yemeğe davet etmiş, Resûl-ü  Ek­rem (S.A.V.) ondan yemişdi»; deniliyor. el-Bdhr nam kitap'da şu be­yanat vardır:  «Ehl-i Kitab'm rutubetleri, ter ve salyaları haram olsa Ashab-i Kirâm'ın kendi aralarında bundan kaçındıkları şöhret bulurdu. Çünkü o gün müslümanlar azdı. Yiyecekler ile giyecek de dahil olmak şartıylarjnüslumanların eşya istimali ise çokdur. Bu gibi hallerde âdet bir şey'in duyulmasını ve şöhret bulmasını îcab eder. Ebû Sa'lebe ha­dîsi ehl-i kitabın kab'larmdan   yemenin   kerahatine    hamlolunmuştur. Fakat bu kerahet o kab'ların necasetinden değil, onlardan tiksinildiği içindir.  Eğer necis olsalardı, başkasını bulamamak şartıyla kullanıl­masına izin. verilmezdi. Çünkü, pis bir kab yıkandıktan sonra temiz kab'Ia müsavi olur. Yahud sedd-İ zerîa için yani harama götürecek yolu tıkamış olmak için, veya o kab'larda haram şeyler pişirildiği için kerahate hamlolunmuştur. Yoksa küffâr'ın rutubet ve terlerinden do­layı değildir. Nitekim Ebû Dâvud (202—275) ile Ahmed b. HanbeVin rivayetlerinde had^s şöyledir:

«Biz ehl-î kitab'a komşu yaşıyoruz. Onlar çömleklerinde domuz pi­şiriyor;    kab'Sarından    şarap    İçiyorlar;    dedim. Resûlullah  (S.A.V.) «başkasını bulursanız onlardan içmeyin; buyurdular.»

Ebû Sa'lebe'nin birinci hadîsi mutlak, bu hadîsi mukayyeddir. Bi­naenaleyh mutlak mukayyede hamlolunur. Âyet-i Kerîme'ye gelince : Neces, lûgatta, pis addedilen şeydir. Ve Şer'î manâsından da eamm1-dır. Bazılarınca âyetdeki necesin manâsı: Necasetli demektir. Çünkü onların şirki necis menzile sindedir. Bir de küffâr temizlenmez, gusül etmez, pisliklerden sakınmazlar. Elhasıl pislik onları sarmıştır, işte bu bâbdaki hadîslerle M aide Âyetİ'nin ve ona muarız hadîslerin araları bu suretle yatışdırılır.[93]

 

25/20- «İmran b. Husayn[94] radıydllahu anh'den rivayet olunmuştur ki; Peygamber (S.A.V.} İle Ashabı müşrik bir kadının su tulu­mundan abdest almışlardır.»[95]

 

Bu hadîs; müttefekun aleyh uzun bir hadîsden alınmıştır. Aynı ha­dîsi, Buharî (194—256) çeşitli lâfızlarla rivayet etmiştir.

Sahîh-i Buharî'deki rivayetinin bir kısmı şöyledir. Hazreti Pey­gamber {S.A.V.) Hazreti Ali ile bir başkasını bir seferde su aramağa göndermiş ve «Gidiniz SU arayınız» buyurmuşlardı. Bunlar gittiler ve iki su tulumu arasında devesine binmiş bir kadına rastladılar. Ka­dına sordular: Su nerede?— : «Suyu dün bu saatte buldum; adamları­mız kayıb oldular.

— O halde git!

— Nereye?

— Resûlüllah (S.A.V.)'e.

— Şu sapık dedikleri adama  mı?

— Söylemek istediğin odur. Haydi yürü! dediler ve kadını Resûlüllah (S.A.V.)'e getirdiler, ona olup biteni anlattılar... ilâ âhir..»

Bu uzun hadîsde Resûl-ü Ekrem'in mucizeleri bile vardır. Hadîs-i Şerifin ifâde ettiği hüküm, müşriklerin kab'Iarından su almanın caiz oluşudur. Çünki Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bizzat müşrik kadının tulumun­dan abdest aldılar. Bu da yukarıda geçen Ebû Sa'lebe hadîsi gibi onla­rın kab'larının temizliğine delâlet eder. Ayrıca murdar ölen hayvanın derisinin dibağatla temizleneceğine de delâlet etmektedir. Zira tulum­lar müşriklerin kestiği hayvan derisinden idi. Halbuki Müşriklerin kes­tiği murdardır. Şu halde bu deri ancak dibağat sayesinde temizlenmiş oluyor. Hadîs müşriklerin ter ve rutubetlerinin de temizliğine delâlet ediyor. Çünkü o kadın suya elini daldırmıştı.[96]

 

26/21- «Enes b. Mâlik radıj/allahu anh'den rivayet olduğuna göre: Peygamber (S.A.V.)'in bardağı kırılmış, o kırık yere gümüşden bir bağ koymuştur.»[97]

 

Bu hadîsi;  Buharî tahrîc etmiştir.

Hadîs-i Şerif, kabı gümüşle kanlamanın caiz olduğuna delildir. Bu bâbda hilaf yoktur. Yalnız bağı kimin koyduğunda ihtilâf vardır. Bey' hakî'mn (384 — 458) bazılarından rivayet etdiğine göre, bağı koyan Enes b. Mâlik'dir. Hattâ îbni Salah (577—643) Hazretî Enes olduğuna kat'î hüküm vermiş. Maamafih yine de söz götürür demiştir. Çünkü Buharî'nin Âsim el-Ahvel'den rivayet etdiği hadîsde : «Hazreti Pey­gamber (S.A.V.)'in bardağını Enes bin Mâlik'in yanında gördüm. Çatlamışda onu gümüş ile bağlamişdı» deniliyor.

îbni Şîrîn : «Bardakda demirden bir halka vardı. Enes onun yerine altundan veya gümüşten bir halka koymak istedi. Ebû Talha : «Resûlüî­lah (S.A.V.)'in yaptığı bir şey'i sakın değiştirme» dedi. Bunun üzerine o da bıraktı» diyor .Görülüyor ki, Buharî'de: «Onu gümüşle bağla-mış»-tâbiri geçmektedir. Bu fiildeki zamir, Resûl-ü Ekrem'e de Enes'e de râci, olabilir. Yâni bağlayan Resûl-ü Ekrem de olabilir; Hazreti Enes de. Ancak îbni Sîrîn'in rivayetinden halkayı bizzat Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in koyduğu anlaşılıyor.[98]

 

Pisliği Giderme Babı Ve İzah

 

27/22- «Enes b. Mâlik radıyallahû anh'den rivayet edilmiştir. Demişdir ki, Resûlüîlah (S.A.V.)'e şaraptan sirke yapılır mı diye so­ruldu. «Hayır» buyurdular.»[99]

 

Bu hadîsi; Müslim ile Tirmizî tahrîc etmişlerdir. Tirmizî «Hasen -Sahîh» dir; demiştir.

Bu sual, şarap haram kılındıktan sonra sorulmuştur. Sirke yapmakdan maksad da ilâç katmak suretiyle yapılandır. Çünkü «Şarap haram kılındıktan sonra Ebû Talha bazı yetimlere aid kendi nezdinde bulunan şarapdan sirke yapıp yapamiyacağını sordu. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisine o şarabı dökmesini emretti» mealindeki hadîsi şerif de aynı manâya delâlet etmektedir. Bu hadîs-i şerifi; Ebû Dâvud (202—275) ve Tirmizî (200—279) rivayet etmişlerdir, binaenaleyh şaraba bir şey kat­mak hattâ gölgeden güneşe çıkarmak suretiyle ondan sirke yapmak haramdır. Fakat kendi kendine sirke olursa helâldir. îmam-î/u'nin (150—204) mezhebi budur. Yalnız sirke olmadan evvel içine necaset karışmamak şarttır. Hanefîler'e göre şarap sirke olunca temizlenir. Ve kullanılması helâl olur. Hattâ kab'ı bile temiz olur. Bu bâbda sirke yap­makla kendi kendine sirke olması arasında bir fark yoktur. Üzüm şıra­sına bir fare düşsede çürümeden çıkarılırsa, sonra bu şıra şarap olsa, bu şarap bile sirke yapıldıktan sonra temiz ve helâl olur. Malikîler'e göre de şarap sirke olunca helâldir. Lâkin sirke olmazdan evvel içine necaset karışmamış olması şarttır. îmâm-ı Ahmed b. Hanbeî'in (164—241) mez­hebi de hemen hemen böyledir. Ulemâdan bazılarına göre şarapdan ya­pılan sirke mutlak surette haramdır. Bazılarınca mutlak surette helâl­dir. Amma şarapdan sirke yapan yine de günahkâr olur. Onu dökme­diği için adaleti mecruhdur. Nitekim meâlen naklettiğimiz Ebû Talha hadîsi de buna delâlet eder. Şırayı şarap olmadan sirke haline getir­mek için çeşitli usuller vardır. Meselâ: İçinden sirke boşaltılan bir kab'a şıra konursa asla şarap olmadan sirkeleşiverdiğî gibi şıranın üzerine bir o kadar sirke koymak da aynı neticeyi verir. Hattâ üzüm taneleri bir kaba doldurularak kab'ın ağzı toprakla tıkanırsa yine sirke olur.[100]

 

28/23- «Bu da ondan (R.A.) rivayet edilmiştir. Demiştir ki: «Biz Hayber Vak'ası gününde iken Resûlüllah (S.A.V.). Ebû Talha'ya em­retti. O da, muhakkak Allah ve Resûl-ü sizleri Eh!î eşeklerin etinden nehy ediyorlar, çünkü o etler necistir; diye nida etti.»[101]

 

Hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Hadîsi Şerîfdeki; «Allah ve Resûl-ü sizleri ehlî eşeklerin etinden nehy ediyorlar» cümlesi nazar-ı dikkati celbetmektedir. Filvaki Hazre-tî Peygamber (S.A.V.) bir hatibe:

«Bu kavmin   hatibi   olan   sen ne kötüsün»   Buyurmuşlardı.

Buna sebeb de hatibin hutbesinde: Her kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse muhakkak doğruyu buldu. Kim onlara isyan ederse muhakkak saptı» demesi olmuşdu. Buna karşılık Resûl-ü Ekrem: «Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse demeliydin» buyurmuşlardır. Bu­rada ise nehy etdikleri şey'i bizzat kendileri yapıyorlar. Ve iki hadîs birbirlerine muaraza ediyor. Bu itiraza şöyle cevap verilmiştir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in hatibi tesniye sîgası kullanmakdan nehy etmesi Allah ile Resulüne aid zamirleri bir araya getirdiği için değil ,makam îbah ve ıtnabı îcabetdiğindendir .Çünkü hutbe tam îzah ve takrir ye­ridir. Bir de Resûlüllah (S.A.V.) bu iki zamiri bir araya getirebilir; fa­kat başkası getiremez. Zira Rabbisinin Celâl ve Azametini o bilir; baş­kası bilemez;  denilmişdir.

Enes hadîsi, BuharVûe şöyledir: «Resûlüllah (S.A.V.)'e birisi gel­di: Ve, eşekler yenildi; dedi. Sonra bir başkası geîdi: Ve, eşekler ye­nildi; dedi. Sonra bir başkası geldi: Ve, eşekler ifna edildi; dedi. Bu­nun üzerine o da, bîr münadî çıkararak; «Muhakkak Allah ve Resûlü sizleri ehlî eşeklerin etlerinden nehy ediyorlar, çün­kü onlar necisdir.» d'Ye "'da etmesini emir buyurdular. Ve hemen çömlekler döküldü;   hakikaten   bunlarda eşek  etleri  kaynıyordu.»

Ehlî eşeklerin etlerinden nehiy bir çok hadîslerle sabit olmuştur.

Hz. Ali, İbni Ömer, Câbir b. Abdülah, Ibni Ebî Evfa, Berâ, b. Âzib, Ebû Sa'lebe, Ebû Hüreyre, Irbâd b. Sâriye, Halîd b. eS-Velid, Amr b. Şuayb, Mikdam b. Ma'dikerib ve İbni Abbas Hazerâtmın rivayet ettik­leri hadîsler bunlardandır. Bu hadîslerin hepsi de müslümanların mü-devvenatında sabittir. Ve hepsi ehlî eşek etlerinin haram olduğuna de­lâlet eder. Nitekim birçok Ashab-ı Kiram ile Tabiînin ve onlardan son­raki îslâm büyüklerinin mezhebi de budur. Abdullah b. Abbas (R. A.)} eşek etinin haram olmadığına kaildir. Ulemâdan bazıdan İbni Abbas kavliyle zeml ederler. Bu kavli İmam-ı Mâlik*e de nisbet ederler. İbni Abbas :

«De ki ben bana vahy edilen Kur'an'da haram kılınmış bir şey bulamı­yorum.» Âyet-i Kerîme'sinin umumu ile istidlal eder. Nitekim eşek et­lerinin hükmünü soran bir zâta bu âyet'i okumuştu. Buharı; İbni Ab-bas'ın: «Bilmiyorum Ehlî eşekler nasm yük hayvanları olduğundanmı etleri nehy edildi; yoksa harammı kılındı» dediğini rivayet ediyor. Fa­kat bu kavlin zaifliği aşikârdır. Çünkü nehyde asıl olan illetini bilsek de bilmesek de tahrimdir. İbni Abbas, Ebû Davud'un rivayet ettiği bir hadîs ile de istidlal etmiştir. Bu hadîse göre: «Resûlüllah (S.A.V.)'e Gâîib b. Ebcer ge'miş ve ya Resûlallah bize kıtlık isabet etti; malım içinde çotuğumu çocuğumu beslemek için semiz eşeklerden başka bir şey yokdur.    Halbuki sen ehlî eşeklerin etlerini haram kildin? demiş.

Resûlüüah (S.A.V.) ona: «Çoluğuna çocuğuna eşeklerinin se­mizlerinden yedir. Ben onları ancak köy kenarının pis­liklerinden dolayı haram kildim» buyurmuş. Yani pislik yedik-leri için haram kıldım; demek istemiştir.   

Fakat buna şöyle cevap verilmişdir. Yukarıda zikir edilen hadîsler bu âyetin umumunu tahsis etmiştir. Bbû Dâvud- (202—275) hadîsi de Muzdarib'tir. Bu hadîs hakkında pek çok ihtilâflar olmuşdur. Sahih olsa bile eşek etlerinin zarurette mubah olacağına hamledilir. Nitekim aynı hadîsde: «Bize kıtlık ve şiddet isabet etdi», denilmesi buna delildir. Mu­sannif merhumun bu iki hadîsi burada necasetler babında zikretmesi haram olan şeyin necis de olması lâzım geldiğindendir. Ve ekser ule­mânın kavli de budur. Maamafih mes'ele ihtilaflıdır, Hak şudurki eşya­da asıl olan temizliktir. Haram olmak necis olma yıistilzam etmez, îpek, altun gibi nice temiz eşya vardırki, kullanılması haramdır. Fakat necis olmak mutlaka haram olmayı istilzam eder. Yani her necis haramdır. Binaenaleyh etinin haram olmasından pis olması da lâzım gel­mez.[102]

 

29/24- «Amr b. Hârice[103] radıyaîîahu anh'den rivayet edilmiştir. Demişdîr ki: «Resûlüllah (S.A.V.) Mina'da hayvanının üzerinde bize hutbe okudu. Devesinin salyası omuzuma akıyordu.»[104]

 

Bu hadîsi; Imam-ı Ahmed ile T'rmizî tahrîc etmişler; Tirmizî sahîhlemîştir.

Hadîs-i Şerîf, eti yenilen hayvanın salyasının temizliğine delildir. Ki asıl olan da budur. Bu bâb'da İcma-ı Ümmet de vardır.[105]

 

30/25- «Âişe[106] radıyallahu anha'dan rivayet edilmiştir. Demişdir ki: «Resûlüllah (S.A.V.) menliyi yıkar; sonra o elbise içinde nama­za çıkardı. Ben yıkamadan hası! olan esere bakıyordum.»[107]

 

Bu hadîs;  Mütfefekun Aleyh'dir.

Müslim'de şöyledir: «Ben onu Resûlüllah (S.A.V.)'in elbisesinden İyice oğuşduruyordum. Bunu müteâkib o elbisenin içinde namaz kılı­yordu.» Müslim'in bir rivayetinde de şu elfazladır: «Menî kuru olursa onu ban tırnağım ile Resûlüllah  (S.A.V.)'in elbisesinden kazıyordum.»

Bu hadîs-i şerifi îmam-ı Buharı, Hazreti Âişe'den çeşidli lâfızlarla tahrîc etmişdir. Bunlarda Hazretî Âİşe (R. Anha)'nm menî'yi Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in elbisesinden yıkadığı belirtilmekte ve ba'zısında:

«Yıkamanın eseri elbisesinde su lekeleri şeklinde idi» denilmekde. Ba­zısında:

«Suyun lekeleri elbisesinde olduğu halde namaza çıkıyordu» diye ifâde buyurulmakda, diğer bazılarında:

«Onda yıkamadan hasıl eser su lekeleri İdi» buyurulmakda, bazılarında:

«Sonra o eseri elbisede leke veya lekeler halinde görürdüm» denilmekte­dir.

Ancak hadîs ulmâsından Bezzâr bu hadîse itirazda bulunmuş ve: «Bu hadîsi Hazretî Âişe'den Süleyman b. Yesâr rivayet etmişdir. Hal­buki Süleyman, Hazreti Âişe'den işitmemiştir.» demiştir. Bu itirazı Bez-zâr'dan önce İmam-Şafiî (150—204) «El-Ümm ismindeki kitabında başkasından hikâye tariîkiyle yapmıştır. Fakat, itiraz reddedilmişdir. Çünkü İmam-% Buharı ile Müslim'in onu sahîh kabul etmeleri, Süley­man'ın Hazreti Âişe'den işittiğine ve hadîsi Merfu, rivayet etmesinin sahîh olduğuna delildir.

Bu hadîs, menî pisdir diyen Hanefiyye ile Mâlikiyye'nin ve bir ri­vayette İmam- Ahmed b. HanbeVm (161—241) delilidir. Bunlara göre yıkamak ancak pislikden dolayı lâzım olur. Bir de menîyi sidik kazurat gibi vücuddari çıkan pis şeylere kıyas ederler. Çünkü bunların hepsi yi­yeceklerden hasıl olur ve bir yere dökülür. Menî'nin çıktığı yoldan da çıkar. Binâenaleyh sair necasetler gibi menî'yi de yıkamak îcab eder. Oğuşdurmakla veya kazımakla temizleneceğini ifâde eden hadîsleri ise te'vil ederler ve: «Bunlardan murad, su ile oğuşdurmakdır»; derler.

Şafİîfer'e göre menî temizdir. Menî'nin temiz olduğuna onlar da ay­nı hadîsle istidlal ederler. Derler ki: Menî'nin yıkanacağını ifâde eden hadîsler, yıkamanın mendub olduğuna hamlolunur. Zîra yıkamak mut­laka 'o şey'in pis olmasını gerekdirmez. Kir ve pas'dan temizlik için yıkamış olabilir. Nitekim, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) elbiseye bulaşan menî'nin hükmü soruldukta :

«O ancak sümük ve tükürük mesabesindedir»; buyurdular. Şüphesizki menî'yi tükürük ve sümüğe benzetmek cnun temiz olduğuna delildir. Vâkıâ :

«Onu bircapıt veya izhîr denjlen nebatla silmen sana ye­ter» rivayeti de vardır. Fakat bu da menî'nin temiz olduğunu göste­rir. Zîra silme emri pis olduğu için değil elbisenin üzerinde kalacak ofan menî iğrenç bir manzara arzedeceği içindir.

Şâyed menî necis olsaydı o zaman silmek kâfi gelmez, mutlaka yıkamayı emr ederdi. Menî'yi sidik ve kazurat gibi vücuddan çıkan pisliklere benzetmek, nassın karşısında kıyas ile amel etmek olur ki, caiz değildir.»

Maamafih Hanefiyye ile MâMkiyye oğuşdurmak veya kazımakla menî'nin temizlenmesi mes'elesi Hazreti Peygamber (S.A.V.)'e mah-susdur. Çünkü onun fadalâti, yani mübarek vücudunun dışarıya attığı şeyler temizdir, iddiasıyle Şâfiyye'ye cevab verirler. Bahusus Hanefî-ler menî necisdir; demekle beraber bu bâbda iki vecih gösteren hadîs­lerle amel etmiş olmak için menî yaş olursa yıkamak îcab ederse de kuru olursa oğalamak kâfidir derler.[108]

 

33/26- «Ebû's-Semh[109] radiyallahu anh'den rîvâyet edilmiştir.Demiştîr ki: «Resûlullah (S.A.V.): «Kızın sidiğinden (pislenen bir şey) yıkanır; oğlanmkinden su serpilir;» buyurdular.»[110]

 

Bu hadîsi; Ebû Dâvud ile Nesâî tahrîc etmiş; Hâkim de sahîhlemişdir.

Hadîs-i Şerifi yine Ebû's Semh Hazretlerinden el-Bezzâr, îbni Mâce (207—275) ve îbni Huzeyme (223—311) gibi hadîs imamları tahrîc etmişlerdir. Onlardaki rivayeti şöyle başlar :

«Dedi ki : Ben Peygamber (S.A.V.)'e hizmet ediyordum. Hazreti Hasan'ı veya Hüseyin'i getirdiler. O da Resûlüllah (S.A.V.)'in göğsüne bevl etli. Ben hemen yıkamağa geldim. Buyurdular kî: «KlZin bev-linclen dolayı yıkanır... ilâ âhir...» Bu hadîsi, îmam-% Ahmed b. Hanbel (164—241), Ebû Dâvud (202—275), îbni Huzeyme, İbni Mâ-ce ve el-Hâkim (321—405) Lübâbe bİnti'I-Hâris'den ve "keza Hazreti Ali b. Ebî Tâlib'den rivayet etmişlerdir. Lübâbe hadîsinde:

«Kızın sidiğinden yıkanır, oğlanın sidiğinden suya dal­dırılır.» buyurulmaktadır.

Hadîsin ravîlerinden Katâde'ye göre bu tafsilât, çocukların henüz anne südüyle beslendikleri zamana âîddir. Yemek yemeğe başladıkları zaman her ikisinin bevli de yıkanır. Bu bâbda fazısı Merfu' bazısı Mev­kuf bir çok hadîsler vardır. Fakat Hafız BeyhaM'nin {384—458) dediği gibi bunlar birbirine katılınca kuvvet bulurlar.

 Bu hadîs-i şerîf kız çocuğu ile oğlanın bevl hükmünde bir olmadık­larına delildir. Ancak bu delâlet de süt çocuğu oldukları zamana mah­sustur. Nitekim râvı'nin sözünü yukarıda gördük. Maamafih bu bâbda Merfu, hadîs de vardır. îbni Hibbân'm (—354) Sahihi ile îbni Ebî Şeybe'mn (—234) El-Musannef'inde Îbni Şihab'd&n şöyle rivayet edi­liyor :

«Sünnet, çocuklardan henüz yemek yemeyenlerin bevline su serpmekle cereyan etmiştir.» Bundan maksad, sütden gayrî müstakilen yiyecekle iktifa etmemeleri hâlidir, Ulemâ'nın bu bâbda üç mezhebe ayrıldığını görüyoruz.

1— Hanefîler ile Mâlikîler'e göre çocukların bevli, büyüklerin bevli gibidir. Aralarında bir fark yokdur. Binaenaleyh necisdir. Sair pislikler gibi onları da yıkamak îcab eder. Onlar bu hadîsleri te'vil ederler.

2— Şafiîler'le Hanbelîler'e göre oğlanın sidiğine su serpilir, kızın ki sair necasetler gibi yıkanır. Görülüyor ki Şafiîler'le Hanbeliler bu bâbda tamamiyle sadedinde bulunduğumuz    hadîslere    uymaktadırlar. Hazret i Ali (R. A.), Ata, El-Hasan ve sâirenin kavli de budur.

3— EvzâVye. göre çocuk erkek olsun kız olsun, sidiğin üzerine su serpmekle yeri temizlenir.

Maamafih temizleme hükmü ne olursa olsun çocuğun sidiği necis­dir. Nitekim ekser ulemânın kavli de budur. Ancak Şarî' Hazretleri te­mizleme   hususunda   kolaylık ihsan buyurmuştur.   Hadîs de geçen tâbirinin şerhinde îmam-ı Nevevî (631—676) şöyle diyor:

sidik isabet eden şey'in üzerine akar dereceyi bulmamak şartıyla çok su dökmekdir. Başka' şeylerde çok su deyince akar de­recede olması ve damlaması şarttır. Sıkmak şart değildir. Ulemânın Muhakkiklerinden İmamü'î-Haremeyn'in (419 - 478) kavli de budur.[111]

 

34/27- «Esma bint-i Ebî Bekir[112] radıyallahu anhümâ'dan riva­yet edilmiştir ki: Peygamber sotlollahu aleyhi ve sellem elbiseye bu­laşan Hayız Kam hakkında : Onu oğalar; sonra su île (ıslata­rak) parmak uçlarıyla oğuşdurur; sonra yıkar; sonra içinde namaz kılar» buyurmuşlardır.[113]

 

Hadîs, Müttefekun A'eyh'dir. Aynı Hadîs-i Şerifi îbni Mâce şu lâfızla tahrîc etmiştir:

«Onu su İle oğuşdur ve yıka» îbni Ebî Şeybe'mn rivayetinde şöyledir:

«Onu su ile oğuşdur; yıka ve içinde namaz kıl!» îmam Ahmed b, Hanbel, Ebû Dâvud, Nesaî (215—303), îbni Mâce, îbni Huzeyme (223—311) ve îbni Hibbân'm Ümm-ü Kays Bint-i Mihsan'dan rivayet ettikleri hadîsde Ümm-ü Kays diyor ki: «Resûlüllah (S.A.V.)'e elbiseye bulaşan hayz kanını sordum:

«Onu taşla oğuşdur, su ve sidirle yıka» buyurdular. îbni Kat­tan (—628); «Bu hadîsin isnadı sen derece sahîhdir. Hiç bir illetini bil­miyorum» diyor.

Bu hadîsi şerîf hayz kanının pis olduğuna; onu yıkamanın vücu-buna ve temizleme hususunda mübalağa gösterilerek oğuşturmak, su­ya gark etmek gibi eserini giderecek şeylere tevessül edilmesinin lü­zumuna delildir. Hadîsin zahirine bakılırsa bu zikrolunanlar yapıldık­tan sonra pisliğin eseri bile kalsa başka bir şey yapılmaz; çünkü hadîsde zikre dilnıemişt ir. Hattâ aşağıdaki hadîsde «Eserinin kalması sana zarar etmez» buyurulmuşdur.[114]

 

35/28- «Ebu Hüreyre radıyallahu an/ıJdent rivayet edilmiştir.De­miştir ki: «Havle, yâ Resûlallah  kan çıkmazsa  ne  yapmalı! dedi  :

Sana su yeter; pisliğin eseri sana zarar etmez; buyurdular.»[115]

 

Bu hadîsi, Tİrmizj tahrîc etmiştir. Senedi Zaîf'tir. Hadîsi, yine Zaîf senedle Beyhakî (384—458) de tahrîc etmişdir. Zaif olmasının sebebi isnadında İbni Lehîa bulunmasıdır. Hadîsin râviyesi Havle'den Murad İbni' Abdilberr (368 — 463)'in «El-İstîab» adlı kitabında beyân et­tiğine göre Havle Bint-i Yesâr'dır. Halbuki îbrahimiVl • Harbî Havle Bint-i Yesâr'dan şu hadîsden başka bir hadîs rivayet edildiğini işitme­dik» diyor. Filhakika Taberanî (260—360) de bu hadîsi «.El-Kebîr»-inde Havle Bint-i Hakimden rivayet etmiştir. Ve isnadı yukarıkinden daha Zaif'tir. Dârimî (181—255) dahi bu -hadîsi Hazreii Âişe'ye Mev­kuf olarak rivayet eder. Lâfzı şöyledir:

«Kadın kanı yıkar da çıkmazsa onu sarıya boyamakla veya za'feranla değiştirsin.» Ebû Dâvud (202—275) dahi ayni hadîsi Hazretİ Âişe'ye Mevkuf olarak rivayet ediyor. Sarı boya veya za'feranla boyanması pisliğin aynını gidermek için değil rengini değiştirmek içindir.

Bu hadîs pisliğin temizlenmesi için eserinin de mutlaka çıkması­nın şart olmadığına delildir. Nitekim Hanefiyye ile Şâfiîyye İmamları­nın mezhebi budur.

Görülüyor ki, bu babın hadîsleri şarab, ehlî eşeklerin eti, menî, ço­cukların bevli ve hayız kanı gibi necasetleri ihtiva ediyor. Musannif merhum «A'rabî'nin mescide bevl etmesi» hadîsiyle, «derinin dibağati» hadîslerini de bu bâb'a koysa daha münasib olurdu.[116]

 

Abdest Babı

 

Vav zamme ile okunursa abdest almak demektir; fetha ile okunursa abdest suyu demek olur. Maamafih masdar manâsına da kullanılır. Abdest almak namazın en büyük şartlarındandır. Buharî ile Müslim'in Merfû'an tahrîc ettikleri şu Ebu HÜreyre hadîsine bakı­nız:

«Hiç şüphe yok ki biriniz abdestini bozduğu vakit abdest almadıkça Allah onun namazını kabul etmez.» :

«Abdest îmanın yarısıdır» hadîsi şerîfî de Sahîh ve sabit bir hadistir. Abdestin farz.olduğunu Cenâb-i Hak şu âyet-i kerîmesiyle beyân buyurmaktadır:

( [117] )«Ey mü'minler, namaza kalkmak istediğiniz zaman yüzlerinizi yı­kayın...» Bu âyet-i kerîme Medine'de nazil olmuşdur.

Ulemâ abdestin Medine'de mi yoksa Mekke'de mi farz olduğu hu­susunda ihtilâf etmişlerdir. Muhakkikler Medine'de nazil olduğuna kail­dirler. Çünkü zıddına delil yoktur. Abdestin faziletleri pek çoktur. Bun­lardan bazılarının İmam-ı Malik (93—179) ve başkalarının Merfu' ola­rak Ebu Hüreyre (R. A./den rivayet ettikleri şu hadîsi şerîf göster­mektedir :

«Müslüman kul yahud mü'min kul abdest alır da yüzünü yıkarsa gözleriyle bakmak suretiyle işlediği her günah yüzünden su ile beraber yahud suyun son damlasıyla birlikte çıkar. Ellerini yıkadığı zaman elieri ile tu­tarak işlediği her günâh su ile beraber yahud suyun son damlasıyla birlikte ellerinden çıkar. Ayaklarını yıkadığı zaman ayaklarının yürümesiyle hasıl olan bütün günah­lar su ile beraber yahud suyun son damlasıylş birlikte çıkar. Tâ ki günahlardan tertemiz çıkıncaya kadar.» Yine îmam-ı Mâlih'in AbdullahiVSunabihî Hazretlerinden rivayet ettiği şu hadîs-i şerîf daha da şümullüdür:

«Abdullah Hazretleri şöyle demiştir : «Filhakika Re sû I-ü Ekrem (S.A.v.) : Mü'min kul Abdest alıp mazmaza yaptı mı bü­tün günahlar ağızdan çıkar. Burnunu atdığı zaman gü­nahlar burnundan çıkar. Yüzünü yıkadığı zaman günah­lar yüzünden çıkar; ta gözlerinin kirpik altlarından bile. Ellerini yıkadığı vakit günahlar ellerinden çıkar; hattâ ellerinin tırnak altlarından bile. Başına mesh ettiği vakit günahlar başından çıkar. Hattâ kulaklarından bile. Ayaklarını yıkadığı zaman günahlar ayaklarından çıkar. Tâ ayak tırnaklarının altından bile. Sonra camie gitme­si ve namazı ona nafile kalır. Buyurdular.» Bu manâ'da daha nice hadîsi şerifler vardır.

Acaba abdest bu ümmetin hususiyetlerinden midir? Bu cihet ihtilâfdır. Muhakkikîn-i uîemâ'ya göre bu ümmetin hususiyetlerinden de­ğildir. Hasaisinden olan yalnız ğurre ve tahcil'dir. Ki bunlar hakkında bu bâbda gelecek 12 nci hadîsde malumat verilecekdir.[118]

 

36/29- «Ebu Hüreyre rackyallahu anh'den Resûl-ü Ekrem salldl-lahu aleyhi ve sellem'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.

— Eğer ümmetime meşakkat vereceğimi bilmesem kendilerine her abdest ile beraber misvak tutunmalarını emr ederdim.»[119]

 

Bu hadîsi; Mâlik, Ahmed, Nesâî tahrîc etmişler;  Ibni Huzeyme de sahîhlemiştir. Buhar! bunu ta'lik suretiyle zikir etmişdir.

Hadîs-i Muallak (Bak: Hadîs tstilâhlan; shf: Y).

Bu hadîs-i şerîf Müttefekun Aleyh bir hadîs'dir. tbn-% Mende (—301) «Bunun sahîh olduğuna ittifak vardır» der. Nevevî (631 — 676) de : «Bazı büyükler hata etti ve bu hadîsi Buharı tahrîc etmedi sandı» di­yor. Filhakika Musannif merhum bu zannı vermektedir. Hattâ dikkat edilirse Buharı ile Müslim'den biri onu tahrîc etmemiş sanılır. Hal­buki bu hadîsi şerîf ahkâma umde ve esas teşkil eden hadîslerden­dir. Böyle hadîsleri ise ancak Şeyheyn denilen Buharı ile Müslim'in müttefikan tahrîc etmiş olması îcab eder. Nitekim etmişlerdir. Bu Manâda bir çok Ashab-ı Kirâm'dan bir nice hadîsler rivayet edil­miştir ki îmam-ı Ahmed b. HaribeVin (164—241) Hazreti Ali Kerre-meîlahu veche'den; Tirmizî (200—279)'nin Zeyd b. Hâlid'den rivayet ettikleri hadîslerle, Ümm-ü Habîbe, Abdullah b. Ömer, Sehl b. Sa'd Câbir hadîsleri, Ebu Nuaym (—4O3)'ın rivayet ettiği Enes Hadisi ve Ahmed b. Hanbel ile TirmizVnm rivayet ettikleri Ebu Eyyûb Hadîs­leri, Müslim'de ve Ebu Dâvud'd&ki İbni Abbas ve Hazreti Âişe Hadîs­leri hep bunlardandır:

«Misvakleniniz, çünkü misvak ağzın temizliğidir.» hadîsi misvaklenmeyi emr ediyor. Yalnız bu hadîs Zatf'tir. İbni Mâce'nin (207—275) tahrîc ettiği hadîslerdendir. Maamafih bir çok şâhidleri de vardır. Misvak emrinin sahih olduğuna delâlet eder. Misvak hakkında îmam-ıAhmed (164—241), İbni Huzeyme (223—311), Hâkim. (321—405), Dâre Kutnî (306—385) ve sâirenin tahrîc ettikleri şu hadîs de şâyân-ı dikkattir;

«Şüphe yok ki, misvak tutunmak peygamberlerin sün­netidir. Hem o dinî hasteltlerden ve taharetlerdendir. Kendisi için misvak tutunufan namaz, misvak tutunul-mayandan yetmiş derece daha faziletlidir.» El-Bedrü'l-Münîr adlı eserde şöyle deniliyor: «Misvak hakkında yüzden ziyâde hadîs zikredilmiştir. Şâyân-ı hayrettir ki, bir sünnet hakkında bu ka­dar hadîsler vârid oluyor da onu yine bir çok kimseler hattâ fukaba'-dan bir çoğu terk ediyor. Bu cidden büyük bir haybetdir.»

Sivâk = Lâfzı sinin kesri ile lûgatta hem misvak tutunmağa hem de misvâk'a denir. Istılah'da ise dişlerin sarılığını ve sâireyi gidermek için ağaç kökü veya benzeri bir şeyi dişlerde kullanmakdır. Hazreti Âişe (R. Anha)'nm rivayet ettiği şu hadîs-i şerife ba­kılırsa dişleri düşenlerin bile misvak tutunması Meşru' olmuşdur:

Dedim ki: Yâ Resûlaflah dişleri dökü'en adam misvak tutunacak mı? Evet. Buyurdular. Nasıl yapacak? Dedim. Parmağım ağzına Sokacak buyurdular.»

Misvak tutunmanın hükmü: Cumhur-u ulemâ'ya göre sünnettir. Hat­ta vâcibdir diyenler bile olmuşdur. Sadedinde bulunduğumuz hadîs-i şerîf, vâcib olmadığına delildir. Çünkü bu hadîs-i şerifte: «Meşakkat olacağını bilmesem emrederdim»; buyuruluyor.

Demek ki meşakkat olacağını bildiği için Fahr-i Kâinat Efendimiz (S.A.V.)  emretmemişlerdir. Maamafih burada terkedilen emir vücûb için olandır. Yoksa nedb için emr şüphesiz ki sabittir. Hadîs-i Şerîf misvakın vaktini de tâyin ediyor. Her abdest alırken kullanılacak. Bu­nunla beraber her zaman misvâklanmak müstehabdır. Bahusus şu beş yerde şiddetle müstehab olur:

1— Namaz kılınacağı  zaman.   (İster abdestle  kılsın ister teyem­mümle.)

2— Abdest alırken.

3— Kur'an okurken.

4— Uykudan uyandıkta.

5— Ağzın kokusu değişdikde.        

îbnü Dakikil-tyd (625—702) diyor ki: «Bundaki yâni namaz kılına­cağı zaman misvak tutunmakdaki sır, Allah'a ibâdet edeceğimiz her hâl u kârda ibâdetin şerefi için tertemiz bulunmamızdır.» Bazılarınca misvak emri; Melek fena kokudan müteessir olmasın diyedir. Çünkü Melek ağzını, okuyan kimsenin ağzına koyar ve pis kokudan eziyet du­yar. Bunu def etmek için misvak meşru' olmuşdur.» Bu tevcih fena değildir.

Hadîs-i Şerifin zahiri mutlakdır. Oruçlu olsun, oruçsuz olsun Mis-vât tutunmak sünnet'dir. İmam-ı Şafiî (150—204) oruçlu bir kimsenin öğleden sonra misvak tutunmasını sünnetden saymaz. Çünkü o zaman misvak tutunmak indallah pek makbul olan huluf'u yani oruçlu ağzm kokusunu giderir. Hasreti Şafiî'ye «misvak huluf'u gidermez. Zira huluf mideden gelir.» Diye cevap verilmişdir. Bazılarına göre misvak yalnız abdest alırken sünnet'tir. Binaenaleyh evvelden abdestli bir kim­senin namaza kalkarken misvak tutunması îcabetmez. Nitekim bu ha-dîsde de «Her abdest aldıkça» deniliyor.

Misvakın makbul olanı Erak ağacından yapılanı ve fazla kuru veya yaş olmayanıdır. Zira kuru olursa diş etlerini zedeler. Fazla yaş olursa matlub temizliği yapamaz.[120]

 

37/30- «Humrân[121] radıyallahu anh'den rivayet edilmiştir ki, Os­man (R. A.) abdesf suyu İstemiş ve ellerini üç defa yıkamış; sonra ağ­zını çalkalamış; burnuna su çekerek burnunu atmış; sonra yüzünü üç defa yıkamış; sonra sağ elini dirseğe kadar üç defa yıkamış; sonra sol elini de aynı minval üzere yıkamış; sonra başına mesh etmiş. Son­ra sağ ayağını topuklara kadar üç defa yıkamış; sonra sol ayağı da aynı şekilde yıkamış; sonra da: Ben Resûlüllah (S.A.V.)'İ benim şu abdestim gibi abdesf alırken gördüm. Demişdir.»[122]

 

Hadîs Müttefekun Aleyh'dir.

Bu hadîs-i şerîfde zikri geçen üç defa el yıkama meselesi ulemâ­nın ittifakiyle abdestin sünnetidir. Bir de uykudan uyandıktan sonra elleri üç defa yıkama vardır ki,, o abdestin sünneti değildir. Ve ileride «IstîkâzB hadîsinde gelecekdir. Binaenaleyh bir adam uykudan uyansa da abdest almak istese bu iki hadîsin zahirine göre evvelâ ellerini uy­kudan uyandığı için üç defa yıkar; sonra abdest alacağı için de üç de­fa yıkar. Bununla beraber tedahül olmak yani bir defadan «üç kere yıkamanın iki defa üçer yıkama yerini tutması ihtimali de vardır.

Mazmaza : Suyu ağza alarak ağzı çalkalamak ve sonra ağzından atmakdır. Hazreti Osman Hadîsinde bunun kaç defa yapıldığını beyan edilmişse de Hazreti AH hadîsinde üç defa olduğu gösterilmiştir.

İstinşâk : Suyu nefesle birlikte burunun tâ nihayetine- çekmektir. Istînsâr : Suyu burundan atmakdır.

Mirfak : Dirsek demektir. Abdest âyetinin dirseklerin yıkanması­nı ifâde edip etmemesi bazı ulemâya göre mücmel sayılmış ise de hadîs imamlarından Dâre Kutnî (306 — 385), El - Bezzâr, Taberânl, Tahâvî (238 — 321) gibi zevatın tahrîc ettikleri hadîslerde dirseklerin yıkanacağı beyân edilmiştir. Bu hadîslerin bazısı her nekadar zaîf de olsa mecmû'u ..yine de, birbirini takviye etmektedir. Bundan dolayı-dir ki, îmam-ı Şafiî (150 — 204): «Dirseklerin abdestte yıkanması îcab edeceği hususunda ben bir ihtilâf bilmiyorum» demişdir.

Şimdi bu hadîslerden bir ikisini görelim: Dâre Kutnî'mn Zaîf senedle tahrîc ettiği bu hadîs Câbir b. Abdillah (R. A.) tarafından ri­vayet edilmişdir. Bunda:

«Suyu iki dirseğinin üzerinde döndürüyordu» deniliyor. Bezzâr ile Tdbe~ rânî'nm tahrîc ettikleri Vâİl b. Hucur hadîsinde de:

«İki kolunu tâ dirsekleri geçinceye kadar yıkadı» buyurmuştur. Tahâvî ile Tab.erânî'nin tahrîc ettikleri Sa'lebe Hadîsinde ise:  

«Sonra kollarını yıkadı. Hattâ su dirseklerinin üzerine akdi» denilmek­tedir. Binaenaleyh abdest alırken dirsekler yıfeanacaktır. Ulemâ başa mesh meselesinde, de ihtilâf etmişlerdir. Zîra âyeti yine mücmel gör­mektedirler. «Başlarınıza mesh ediniz» demek bütün başınıza mı yoksa bir kısmına mı açık olarak anlaşılamıyor diyorlar. MâÜkîler'le Hanbelî-ler'e göre bütün başa mesh etmek farzdır. Şafİtler bil'akis parmak ucuyla,yapılan meshi bite kâfi görüyorlar. Hanefîler: Başın dörtte biri­ne mesh etmek farzdır; derler. Bazı ulemâya göre ise başın bir kısmı­na mesh ettikden sonra bir kısmını da sarığın veya giydiği serpuşun üzerine tamamlaması îcab eder. Başın tamamına mesh farz değildir diyenler îmam-ı Şafiî'nin tahrîc ettiği «Ata» hadîsiyle istidlal eder ve: Bu hadîs-i şerîf âyetdeki fei ihtimalden birini beyan etmişdir; der­ler. Bu hadîsde: Resûlüllah (S.A.V.) abdest aldı. Ve başından sarığı çıkararak başının ön tarafına mesh etti»; deniliyor. Hadîs; Mürsel'dir. Fakat Hazretî Enes'in rivayetinden Merfu' olarak da gelmişdir. Onun da senedinde meçhul bir ravî varsa da bu da Hazreti Osman (R. A.) hadîsiyle kuvvet bulmuşdur.

Hadîs-i Şerifin bu rivayetinde meshin tekrarı yoktur. Başka riva­yetlerinde onun da tekrarı zikrediliyor.

Kâ'beyn = Topuklar demektir ki; bunlardan maksad ayakların bacağa bitişdiği yerdeki çıkık kemiklerdir. Ekser ulemânın kavli bu olmakla- beraber bazı ulemâya göre ayağın üzerindeki topuğa benzer çıkıntılardır. Bu sebeble mes'elede bir hayli kîl-û kâl olmuştur.

Hadîs-i Şerifin zahiri, âzâlar arasında tertip ifâde eder.Çünkü, âzâlar birbirleri üzerine edatı ile atfedilmişdir.

Bu edat ise tertîb ve gecikme İfâde eder. Yıkanan azanın üç defa yıkanacağı dahi bu hadîsden anlaşılan ahkâmdandır. Ancak tertib mes'elesinde Hanefîler muhalefet etmiş. Ve tertibin vâcib olmadığına kail olmuşlardır. Üç defa yıkamak ise bil icma' vacib değildir.Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) her azayı birer defa yıkayarak. Abdest aldı­ğı gibi, ikişer defa yıkayarak da abdest almıştır.

Mazmaza ile Istinşâka gelince : Bazıları bunların vâcib olduğuna zâhib oîmüşdur. Çünkü Resûl-ü Ekrem {S.A.V.) bütün abdestlerinde bunlara devam buyurmuşlardır.

Ebu Davud'un (202—275) sahîh isnad ile rivayet ettiği bir hadîsde mazmaza ile istinşâk emrolunmuşdur. Bazıları da mazmaza ile istin-şâk'ın Sünnet olduğuna kaildir. Bunlar da Ebu Dâvud hadîsiyle istidlal ederler. Ve bu hadîsde abdest tarif edildiği halde mazmaza ile istin­şâk zîkredilmemişdir. Şayet, vâcib olsalardı sair vâcib olan abdest fiilleri gibi bunlar da zikrediîirdi. Binaenaleyh Vâcib değil Sünnet'dir derler. Ve bu bâbdaki emri mendub kabul ederler.[123]

 

38/31- «Ali[124] radiyallahu anh’den Peygamber (S.A.V.)'İn nasıl abdest aldığı hakkında rivayet edilmişdlr kî: «Başına bir defa mesh etti.» demiştir.[125]

 

Bu hadîs-i; Ebu Dâvud tahrîc etmiştir. Nesâî ile Tirmizî dahi sa­hih isnad ile tahrîc etmişler;*h.attâ Tirmîzî; «bu bâbda bu hadîs en sa­hîh bir şeydir», demiştir.

Hadîs-i Şerif uzun bir hadîsin bir kısmıdır. Bu hadîsde Hazreii Alî (R. A.) abdestin nasıl alınacağını başdan sona îzah etmişdir. Bu da yu­karı da geçen Hazreti Osman Hadîsinin ifâde ettiği hükmün aynını ifâ­de etmekdedir. Musannif merhum bunu Hazreti Osman hadîsinde tasrih edilmeyen, başa bir defa mesh mes'elesini isbât için getirmiştir. Filvaki bu mes'ele de ihtilaflıdır. Bazıları şâir azanın üç defa yıkan­masına bakarak meshin de üç defa yapılacağına kail olmuş, bu"bâb­da müddealarını isbât için Ebu Dâvud'vaı (202—275)^ tahrîc ettiği Hazreti Osman Hadîsiyle istidlal etmişdir. Ebu Dâvud bu hadisi iki veçhile tahrîc etmiş; bunlardan birini İbni Huzeyme (223—311) sa-hihlemişdir. Eir Sünnetin sabit olması için de bu kadarı kâfidir; diyor­lar. Diğer bazıları mesh üç defa yapılamaz; zira Hazreti Osman Hadîs­leri umumiyetle meshin bir def a yapıldığına delâlet etmektedir; der­ler. Bir de mesh tahfif için meşru' olmuşdur; yıkamağa kıyas edile­mez; zâten meshde aded nazar-ı îtibâre alınırsa yıkamakla mesh ara­sında fark kalmaz; diyorlar.

Yukarıdaki hadîsi Ebu Dâvud altı yoldan tahrîc etmişdir. Ba­zılarında mazmaza ve istinşâk yoktur.[126]

 

39/32- «Abdullah b. Zeyd b. Âsim[127] radiyallahu anh'öen abdesiin sıfatı hakkında şöyle dediği, rivayet edilmiştir. Resûlüllah saltdttahü aleyhi ve sellem başına mesh etdi ve iki elini Öne ve arkaya hareket etdirdİ.»[128]

 

Hadîs; Miittefekun Aleyh'dir.

Şeyheyn'in bir rivayetinde lâfız şöyledir: «Başının ön tarafından başladı ve ellerini kafası tarafına doğru götürdü. Sonra onları yine baş­ladığı yere döndürdü.»

Bu hadîs-i şerîf meshin nasıl yapılacağını yani onun sıfatını beyan ediyor.

Bu hususda ulemâ üçe ayrılmışlardır:

1— Mesh ederken yüz tarafından başlayarak geriye kafa tarafına doğru gidilir. Sonra tekrar dönerek    başlanılan yere gelinir.    Nitekim hadîs-i şerifin son kısmı da bunu ifâde ediyor.

2— Başın arka tarafından başlanır; yüze doğru mesh edilir. Yüze geldi mi tekrar arkaya gidilir.

3— Alından başlanır.    Yüze doğru gidilir.    Sonra başın arkasına doğru çekilir; sonra yine alına doğru dönülür.[129]

 

41/33- «Abdullah b. Amr[130] radıyallahu anhümâ'dan abdestin sıfatı 'hakkında şöyle dediği rivayet olunmuşdur: «Sonra başına mesh etdi; ve şehâdet parmaklarını iki kulağına sokdu; baş parmaklarıyla da kulaklarının dışına meshetdi.»[131]

 

Bu hadîsi;Ebû Dâvud ile Nesâî tahrîc etmişler; İbni Huzeyme de sahîhlemişdir.

Bu hadîs-i şerîf dahi yukarıda geçenler gibi abdestin sıfatını beyan ediyor. Musannif merhumun bunu burada zikretmesi öteki hadîslerde olmayan bir ziyâdeyi isbât etdiği içindir. Bu ziyâde kulakların mesh edilmesidir. Kulakların meshi bir çok hadîslerde zikredilmişdir. Ebû Davud'un (202—275) Mikdam b. Ma'dîkerib ile Rebi'den rivayet etdiği hadîslerle, Dâre Kutnî (306—385)'nin Hazreti Enes'den Hâkim (321 — 405)'in Abdullah b. Zeyd'den rivayet etdikleri hadîsler bu cümledendir. Abdullah b. Zeyd hadîsinde Resûlüllah (S.A.V.)'in kulaklarını başından artan su ile değil de yeni su ile meshetdiği zikredilmektedir. Nitekim ileride bu hadîs-i şerîf gelecektir. Bu hadîs hakkında Beyhakî (384— 458) : «Bu sahîh bir isnaddir.» demişdir. Kulakların yeni su ile mi yoksa başdan artan su ile mi meshedeceği hususu ihtilaflıdır. Biraz ile­ride tafsilâtı gelecektir.[132]

 

42/34- «Ebû Hiireyre radıyattahü anh'ıfen rivayet edilmiştir. De­miştir kî: Resûîüllah salldllahü aleyhi ve sellem :

Biriniz uykusundan uyandığı zaman üç defa burnu­nu atsın; çünkü şeytan onun burnunda geceler; buyurdular.»[133]

Hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Burnun yukarısıdır. Bazılarına göre bütün burundur. Ba­zılarına göre ise burnun yukarısmdaki kıkırdak kemiklerdir.

Bu hadîs-î şerifin zahirine göre gece olsun gündüz olsun uykudan uyanan bir kimsenin burnunu atması vâcibdir. Ancak BuharVmn riva­yetinde şöyle buyruluyor:

«Biriniz uykusundan uyandı da abdest almak istedi mi Üç defa burnunu atsın...» Görülüyor ki bu rivayet yukarıdaki mutlak rivayeti kayıdlamışdır.. Buna göre sümkürmek abdest alacağı zaman îcab ediyor, Hadîs-i şerîfdeki «geceler» tâbirinden de uykunun gece uykusu olduğu anlaşılıyor. Bu hadîs, «Abdest alırken yalnız istin-sâr yani burnuna su çekip sonra sümkürmek vâcibdir; mazmaza vâcib değildir» diyenlerin delilidir. Bu kavle zâhib olanlar îmam Ahmed b. Haribel (164—241) ile fukahâdan bir cemaattır. Cumhur-u ulemâ'ya* göre ise istinsâr vâcib değil mendubdur. Zira buradaki emir nedib için­dir. Cumhur-u ulemâ A'rabî hadîsiyle istidlal ederler. Bu hadîs.de Re-sûl-ü Ekrem (S.A.V.) A'rabî'ye :

«Allah sana nasıl emretti ise öyle abdest al!»; buyurmuş ona abdesti bütün şerait ve. erkâniyle tarif etmiş fakat iştinsârı zikir buyurmamışdır. Bir çok hadîslerde bu hal hep böyledir. Maamafih bazı hadîslerde mazmaza ile istinşâk zikir edilmişdir. Bazısında zikir edi­lip bazısında edilmemesi ise mendup olduğuna delildir.

Şeytanın burunda gecelemesine gelince: Kâdi îyâz (476—544)'e gö­re bu sözün hakikat olması da mecaz olması da ihtimâl dahilindedir. Zira burun, koklamak suretile kendisinden kalbe geçilen bir vücûd geçi­didir. Vücûd geçidleri arasında kapaksız olanı hemen hemen yalnız bu­rundur. Bir hadîs-i şerif de:

«Muhakkak şeytan hiç bir kapalı şeyi açamaz»; buyurul-muştur. Esnerken ağzın kapanması, o anjLa içine şeytan girmesin diye emrolunmuşdur. Binaenaleyh şu mütâlaaya göre şeytanın insan bur­nunda gecelemesi hakikatdır. Maamafih bu sözün bir mecaz yani is­tiare olması da ihtimâlden uzak değildir. Çünkü burnun içinde topla-; nan toz toprak orada bir pislik meydana getirir ki, bu pislik istiare suretiyle şeytâna ıtlak edilebilir. Bu iki ihtimâlden birincisi daha za­hirdir.[134]

 

43/35- «Ebu Hüreyre'den :

«Biriniz uykusundan uyandıkda elini üç defa yıka­madan hemen onu kabın içine daldırmasın, Zîra elinin nerede gecelediğini bilmez.»[135]

 

Hadîs, Müttefekun Aleyh'dir; lâfız Müslim'indir.

Bu hadîs-i şerîf gece olsun gündüz olsun uykudan kalkan bir kim­senin elini yıkaması îcâb etdiğine delildir. Gece uykusundan uyanan hakkında İmam-ı Ahmed b. Haribel (164 — 241) buna kaildir. Ancak, ta'IİI (yâni; niçin yıkayacağını bildirmesi), gündüz uykusunun da aynı hükmü îcab ettireceği iddiasiyle îmam-ı Ahmed'e itiraz vârîd olur. tmam-t Şafiî (150—204), Mâlik (93—179) ve şâir ulentâ:  «Hadîs-i şerifin bir rivayetinde

«Yıkasın» emri nedib için bu hadîsdeki

«Daldırmasın» nehyi de kerahet için gelmişdir.» derler. Çünkü on farca bizzat necis olmayan bir şey yasak edilirse oradaki nehy nedi» bildirir. Bir de Resûlültah (S.A.V.)'in buradaki ta'lüi şek ve şüphe, îras etmektedir. Şek ise burada vücûb iktiza edemez. Çünkü eşyada asıl olan tahâretdir. Uykudan uyanan hakkında kerahet ancak üç defa yıkamakla zail olur. Fakat uyanık bir kimse abdest almak isterse el­lerini yıkamak sadece müstehab olur; yıkamazsa mekruh işlemiş sa­yılmaz.

Cumhur-u uîemâ'ya göre ise bu bâbdaki emir ve nehiy ellerde neca­set bulunması ihtimâlindendir. Şâyed uyanan kimse ellerinin nerede ve nasıl gecelediğini bilirse; Meselâ: Ellerine eldiven giymek suretiyle on­ların temiz kalmasını temin ederse o zaman ellerini su kabına sok­madan evvel yıkamaması mekruh olmaz. Maamafih uykudan uyanana ellerini yıkamak yine de müstehabdır. Bazıları elleri yıkama emri taab-büdîdir. Yâni hikmetine akıl ermeyen şeylerdendir. Binâenaleyh elinin temiz olduğunu bilen ile şüphe eden arasında bu bâbda fark yokdur, derler. Hadîs-i şerîfde «Elini daldırmasın» denildiğine görmek-, ruh olan yalnız elin daldırıl maşıdır. Maşraba, kepçe gibi bir şeyle su­yun alınmasında bu yasak yokdur. Sonra mevz-u bahs olan kabdır. Göl ve havuz gibi şeyler mevzuumuzdan haricdir.[136]

 

44/36- «Lekiyt bin Sabire[137] radvyallau anh'den rivayet edilmîş-dir. Demişdir ki: ResûlüIIah sallaUahu aleyhi ve sellem:

«Abdesti tastamam al, parmakların arasını hilâlle burnuna su çekmekde mübalağa göster. Ancak oruçlu olursan o başka; buyurdular.»[138]

 

Bu hadîs-i;  Dörtler tahrîc etmişler; İbni Huzeyme sahîhlemişdir. Ebu Davud'um (202 — 275) bir rivayetinde:

«Abdest aldığın vakit mazmaza yap»; buyurulmuşdur.

Bu hadîsi îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241), Şafiî (150 — 204), İbni Cârûd,   İbni Hıbban (— 354), Hâkim (321 — 405) ve Beyhakî (384 — 458) de tahrîc etmişler; Tirmisl {200 — 279), Bagavi (426—516) ve îbnil'l - Kattan (— 628) sahîhlemişlerdir.

Hadîs-i şerif altestin tas-tamam alınmasının viicûbuna delildir.

Lûgatta bir şeyi yerli yerine koymak, her azanın hakkını vermektir. Her azaya üçer defa yıkamak isbâğ'dan değildir. Mendub'dur. Üçden ziyâde de yıkanmaz. Abdest alan kimse bir uzvunu iki ini, üç mü yıkadığında şüphelense ikide bırakır. CUveyni (— 434); «üç kere yıkar, bid'at irtikâbı korkusundan dolayı daha fazla yıkamaz» diyor. Vakıa Abdullah b. Ömer (R. AnhümâJ'dan, ayaklarım yedi defa yı­kar idiği rivayet olunmuşsa. da bu bir fî'li sahâbî'dir. Hüccet teşkil et­mez ve üçün üzerine ziyâde etdiği dört sayı necasetten dolayı imişdir; denilir. Hadîs-i şerîf übdest alırken parmakların hilâllenmesi vücûbuna da delâlet ediyor. Bu husus Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, İbni Mdce (207—275) ve Hâki m'in tahrîc ettikleri, ayrıca îmam-ı Buharı (194—256) nin de Hasen saydığı İbni Abbas hadîsîyle de sabittir. Parmakların tah­lili, sol elin küçük parmağı ile yapılır ve parmakların en altdakinden başlanır, TahlîPin sol el ile yapılacağına yalnız îmam-ı Gazali {450— 505) kail olmuşdur; Gazali bunu istincâ denilen taharetlenmeye kıyas oderek söylemişdir. Nass-ı Hadîs'de böyle bir kayd yokdur. Ebû Dd-vud (202—275) ile Tirmizl El - Müstevrid b. Şeddâddan şu hadîsi riva­yet etmişlerdir.

«Resûlüllah (S.A.V.)'i abdest aldığı zaman küçük parmağıyla ayak par­maklarının aralarını oğuşdumrken gördüm.» Hadîsi şerîf oruçlu olma­yan için istinşâkda mübalâğa göstermenin lüzumuna delildir. Oruçlu, boğazına su kaçar korkusuyla mübalâğa yapmaz. Bu izahattan anlaşılır ki, mübalâğa vâcib değildir .Çünki vâcib olsa onu terketmek caiz ol­mazdı. Hadîs-i şerifin Ebu Dâvud'ûaki kısmıyla mazmazanın vücû­buna istidlal olunur. Mazmazayı vâcib görmeyenler bu emri nedib için addederler. Nitekim îzahı yukarıda altıncı hadîsde geçti.[139]

 

46/37- «Osman[140] rodıyaîlau anh'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber saîlaîlahu aleyhi ve sellem abdest alırken sakalını hilâl­lerdi.»[141]

 

Bu hadîsi; Tirmîri tahrîc etmiş, Ibnî Huzeyme de sahîhlemişdir.

Hadîsi, Hâkim (321—405), Dâre Kutnî (306—385) ve İbni Hİbban (—354) da Âmir b. Şakîk'in rivayetinden tahrîc etmişlerdir. îmam-% Buharı (194—256) Âmir'in hadîsi için «Onun hadîsi Hasen'dir» ; de-mişdir. Hâkim: «Bu hadîsde hiç bir veçhile zayıflık bilmiyoruz», diyor. Maamafih İbni Main (—233) bunu zayıf sayar. Hâkim: bu hadîse, Haz-retî Âişe'den, Enes'den, Hazreti Ali'den ve Ammâr b. Yâsir'den şâhid-Ier rivayet etmişdir. Musannif da Hazreti Ümmii Seleme (R. Ariha) dan, Ebu Eyyüb'den, Ebu Ümâme'den, İbni Ömer'den Câbir'den, İbnî Abbas ve Ebü'd Derdâ hazerâtından şâhidler zikretmiş ve bunların, hepsinin zayıf olduğunu belirtmiş; ancak Hazreti Âîşe Hadîsini istisna etmişdir. Abdullah b. Ahmed (-^ 417) babasından naklen : «Sakalı tahlil babında hiçbir şey yokdur», der. .Hazreti Osman (R. A.)\n bu hadîsi sakal hilâllemenin meşru olduğuna delâlet etmektedir. Bazı­ları bunu vâcib bile sayarlarsa da hadîslerde vücûba delâlet edecek kadar kuvvetli olan yoktur. Hemen hepsi zayıfdırlar.[142]

 

47/38- «Abdullah b. Zeyd radtydllaJiu anh'den rivayet edilmiştir; demiştir ki: Peygamber satlalîahu aleyhi ve seTlem'e bir müdd'ün üçde ikisi getirildi. Ve koflarını oğuşdurmaya başladı.»[143]

 

Bu hadîsi; Ahmed tahrîc etmiş ve İbni Huzeyme Sahîhlemişdir.

Müdd: Lûgatta bir ölçekdir ki, okkanın parçalarından iki rıtıl alır. Yahud bir rıtıl bir de üçde bir rıtıl alır. Yahud orta bir insanın elleri ileriye uzatılmış olarak avucunun doluşudur. Zaten ellerin ileriye uzanmış olduğuna bakarak buna müdd denilmiştir.Ebu Davud'un (202—275) Hasen bir isnâd'la tahrîc etdiği Ümm-ü Amare hadîsinde şöyle denilmektedir:

«Resûl-ü Ekrem saUallahu aleyhi ve sellem; içinde bîr müddün üçde ikisi mikdârı su bulunan bir kabd'an abdest aldı.» Bunu Beyhakî (384 —458) de Abdullah b. Zeyd'den rivayet etmişdir. Bir müdd'ün üçde ikisi Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in abdest aldığı en az sudur. Vakıa: «Bir müdd'ün üçde biri ile abdest aldı»; rivayeti de vardır, fakat asılsızdır. Ebu Zür'a (—375)'nın Hazreti Âİşe (R.Anha) ile Câbîr (R. A ./dan rivayet ederek sahîhlediği bir hadîsde şöyle denilmektedir:

«ResûMi Ekrem (S.A.V.) bir sâ, ile yıkanır bîr müdd İle abdest alırdı.» Bu bâbda Müslim'in (204—261) Süfeyne'den Ebu Davud'un (202—275) Hazreti Enes'den tahrîc etdikleri şu hadîs-i şerîfde vardır:

«İki rıtıl alan bir kab'dan abdest aldı.» Bu hadîs TirmizVde C200—279) şöyledir:

«Abdeste iki rıtıl kâfidir.»

Bütün bu hadîsler abdest suyunun az harcanmasını ifâde etmekde-dir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in suyu israfdan men etmesi ve ileride ge­lecek bir kavmin abdestte haddi tecâvüz edeceklerini haber vermesi hatırlardadır. Binaenaleyh Şârİ' Hazretlerinin «Yeter» dediği ile iktifa etmeyen israf etmiş olur. İsraf ise haramdır. Bazıları : «Resûl-ü Ek­rem (S.A.V.)'in bu kadar az su ile abdest alması suyu bu mikdarla tah-did değildir. Aşağı yukarı bu kadar az bir su ile abdest aldı demektir. Binâenaleyh o mikdardan az veya çok su ile abdest almak caizdir»; derler. Vakıa bu da güzel bir tevcihdir. Ama ne de olsa Peygamberini seven bir müslümana yaraşan Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in ahlâkına uy­mağa çalışmaktır.

Bu hadîs-i şerîfde abdest azalarını oğuşdurmanın meşru olduğuna delâlet vardır ki, bu mes'ele ihtilaflıdır. Oğuşdurmak vâcibdir diyen Imam-ı Mâlik (93—179) bu hadîs ile istidlal eder. Değildir diyen Ha-nefîler, Şâfifter ve Hanbelîler ise, «Âyet-İ Kerîme'de yalnız yıkamak zikredilmişdir. Yıkamak demek oğuşdurmak değildir» derler.[144]

 

48/39- «Abdullah b. Zeyd'den Peygamber sdllallahu aleyhi ve seMem'î kulakları İçin başına aldığı sudan başka su alırken gördüğü ri­vayet olunmuşdur.»[145]

 

Bu hadîsi; Beyhakî tahrîc etmişdir. Hadîs Müslim'de yine bu yol­dan şu lâfızladır. «Başını ellerinden artandan başka bir su ile meshet-di.» Mahfuz olan da budur.

Çünkü Musannif merhumun «Et - Telhis» nâm eserinde îbn-ü Dakîki'l - İyd (625—702)'den «gördüm» diye rivayet ettiği işte bu mahfuz dediği kısımdır.

Keza Musannifin, îbni Hibban'mn (— 354) sahihinde, Tirmizî (200 — 279)'nin rivayetinde mevcuddur; dediği hep bu kısımdır. Yal­nız Telhîs'de: Bu hadîsi Müslim tahrîc etmişdir; yahut bunu-Müs-Zim'de gördüm demenıişdir. Hal böyle olunca başa mesh etmek için yeni su almak mutlaka lâzım olur. Hadîslerin delâlet ettiği de bu­dur. Beyhakî'nm bu hadîsi, «Kulaklar için yeni su alınır» diyen Şafiî f150—204) Ue Ahmed bin Hanbel'in (164—241) delilidir. Yuka­rılarda geçen hadîslerde hiçbir râvî Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in başa mesh için ayrı su aldığını zikretmedi. Maamafih zikretmemek onu yapmadığına delil olamazsa da Sahabeden olan ravîlerin- «Başıyla ku­laklarına bir defa mesnetti» demeleri bu meshin bir su ile olduğunu gösterir. Bir de:

«Kulaklar başdandir»; hadîsi vardır ki, her ne kadar isnadlafın da söz olsa da rivayet yollarının çokluğu birbirini takviye etmişdir. Ba­şıyla- kulaklarına bir defa mesh etdiğini ifâde eden hadîsler çokdur. Ali, Ibni Abbas, Rebî ve Osman Hazeratının    rivayet ettikleri bu hadîsler hep kulakları başıyla birlikte bir defada yani bir su ile mesh ettiğini göstermektedirler. Çünkü kulaklar için yeni su alsa idi başı ile kulaklarını bir defada mesh etdi denilemezdi. Kulaklar için başına mesh ettiği sudan başka su aldığını ifâde eden hadîs hakkında söyleni­lecek en akla yakın söz : Kulaklarına yetecek kadar eline su kalmamış-dır da onun için yeni su almıştır; demektir.[146]

 

49/40- «Ebu Hüreyre radıyattahu anVden rivayet edilmiştir. De-mişdir ki: Resûlüllah salldllahu aleyhi ve sellem'ı :

«Muhakkak Ümmetin Kıyamet Gününde gurralı, (yüzleri nurlu), tahcîlli (Abdest azaları abdest eserinden bem beyaz) gelecekler. Sizden kim gurrasını uzatabilir ise bunu yapsın; derken işittim.[147]

 

Hadîs, Müttefekun Aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir.

Gurralı demektir. Gurra; atın alnındaki beyazlikdır.

Nihâye» nâm eserde «Kıyamet'de yüzlerinin abdest nuruyla bem-beyaz olacağını ifâde etmek istiyor» denilmektedir. ( fr&efi-) : Yine En - Nihâye'de beyân olunduğuna göre bundan mu-rad abdest âzası olari yüzün ve eller ile ayakların beyazlığıdır. İnsanın yüzündeki ve elleriyle ayaklarındaki abdest eserine atın alnında ve ayaklarında görülen beyazlık istiare edilmişdir. Hadîs-i Şerîf'de «Kim gurrasını uzatabilir İse»; deniliyorsa da maksad sâde gurra değil, hem gurra hem tahsildir. Birisini söylemekle Öteki anlaşı-lacağı için zikredilmemişdir. Gurra müennes bir kelime ^olduğu halde müzekker olan tâhcîl bırakıhb da bunun zikrolunması yerinin şerefin-dendir. Zira gurra alındaki beyazlık tahcîl ise ayaklardaki bsyazlıkdır. Maamafih Müslim'in (204—261) bir rivayetinde:

«Gurra ve tahcîlini uzatıversin»; buyurulmak suretiyle her iki­si de zikredilmişdir.

Hadîs-i Şerifin   siyakına   bakılırsa   «Gurrasim kim uzatabilirse» sözü nefs-i hadîs'dendir.    Bu söz «Kim isterse» manâsında ve kuvvetinde olduğu için uzatmanın vâcib olmadığına delâlet eder. Zira vâcib olsa idi «Uzatabilirse» demezdi. Çünkü uzatabilmek pek a'lâ mümkündür. Lâkin hadîsin ravîlerinden Nuaym «Bu hadîsin kısmı ResûlüMah (S.A.V.)'in sözümüdür, yoksa    Ebu  Hüreyre'nin mi bilmiyorum»; demiştir. El-Feth'de: «Bu cümleyi, sayıları onu bu­lan sahabe ravıleri hiç birinin rivayetinde görmediğim giEi'Ebu Hürey­re'den rivayet edenlerden dahi Nuaym'in şu rivayetinden maada biri­nin rivayetinde görmedim»; deniliyor.

Hadîs-i şerîf gurra ve tahcîl'in uzatılmasının meşru olduğuna delil­dir. Bunun ne kadarı müstehab olacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Ba­zılarına göre ellerde omuza kadar, ayaklarda dize kadar yıkamakla olur. Filhakika bu manâ Hazreti Ebu Hüreyre'den hem rivâyeten hı. dirâyeten naklolunmuştur. Hazreti Abdullah bin Ömer'in de böyle ya-pardığı malumdur. Bazılarına göre ellerde bazularm yarısına, ayaklar­da da baldırların yarısına kadardır. Yüzde gurra'nm uzatılması boğa­zın yanlarına kadar yüzü yıkamakla olur. Bazıları gurra ile tahcîl'i meşru' görmemiş; Ebu Hüreyre hadîsini te'vil ederek: «Bundan murad, abdeste devam etmekdir» demişdir. Fakat bu îtirâz hilâf-ı zahir görülmekde ve; Râvî rivayet etdiğini herkesden daha iyi bilir diyerek red olunmakdadır. Bilhassa Hazreti Ebu Hüreyre'den hem naklen hem de re'yen sabit oldukdan sonra nefiy ve te'vîle hacet kalmaz.

Bu hadîs~i şerifle ve Müslim'in (204—261) merfû' olarak rivayet etdiği:

«Sizden başka kimseye nasîb olmayacak bir sıma» hadîsiy-îe abdestin bu ümmetin hasâisinden olduğuma istidlal edilmişdir. Sima: Alâmet demekdir-. Maamafih abdestin başka ümmetlere de meşru' ol­uğunu ileri sürerek; bu ümmete mahsus olan yalnız gurra ve tahcîl-dir diyenler de vardır.[148]

 

50/41- «Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edilmişdir.Demiştîr ki: Peygamber sdllalldhu aleyhi v, sellem'ı ayakkabı giymesinde, taranmasında, temizlenmesinds ve her işinde sağdan    başlamak hoşuna gidiyordu.»[149]

 

Hadîs, Mültefekun Aleyh'dir.

İbn-ü Dafcîki'l - îyd (625—702) hadîs-i şerîfde geçen «Her işinde» tâbiri için «Âmm-ı mahsusdur. Zîra helaya girerken ve mescidden çı­karken soldan başlanır»; diyor. Bazılarında hadîs umumu üzere bakîdir. Ondan tahsis olunan bir şey yokdur. Yâni mutlak suretde her ise sağ­dan başlanır. Bazılarına göre ise ( jli ) ancak yapılması" maksad olan işe denilir. Soldan başlaması müstehab olan fiiller hâdd-i zâtında mak-sud değildir. Binâenaleyh hadîs'de tahsis yokdur. Bu hadîs-i şerîf ta­ranırken, yıkanırken veya traş olurken başın sağ yarısından; keza- ab-dest alırken, yeyip içerken ve sair işleri yaparken sağdan başlamağa delildir. Nevevî f631—676) : «Şer'i Şerifin devamlı kaidesi: îkrâm ve tezyîn babında olan her şeyde sağdan, bunun zıddı olan şeyde de sol­dan başlamanın müstehab oluşudur»; diyor. Abdest hakkındaki hadîs aşağıda gelecekdir. Hadîs-i şerîfden çıkarılan bir istihbab hük.mü «Ho­şuna gidiyordu» tâbirinden alınmaktadır.[150]

 

51/42- «Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edilmedir. Demişdir ki: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem :

«Abdest aldığınız vakit sağ taraflarınızdan başlayın» buyurdular.[151]

 

Bu hadîsi, Dörtler tahrîc etmiş;   İbn-i Hüzeyme de sahîhlemişdir. Hadîsi, İmam-% Ahmed (164 — 241), îbn-i Hibban (—354) ve Bey-Kakı (384 — 458) de tahrîc etmişlerdir. Beyhakî'de:

«Giydiğiniz vakit» kaydı da vardır. îbnü'l DaMM'l-lyd (625 — 702) : «Bu hadîs sahîhlenmeğe lâyıkdır» der. Hadîs-i şerîf abdest alır­ken elleri ve ayaklan sağdan başlayarak yıkamağa delildir. Vakıa sağ­dan başlamak yüz ve baş gibi azaya da şâmildir. Ama bu azalar hak­kında kimse bir şey dememiş. Abdesti Öğreten hadîslerde de yüzle ba­şın zikri geçmemişdir. Abdest âyeti mücmeldir. Onu sünnet beyân et-mişdir. Sağdan başlamanın vâdb olup olmadığı ihtilaflıdır. Maamafih evlâ olduğunda şüphe yokdur. Bazılarına göre sağdan başlamak vâcibdir. Delilleri bu hadîsdir. Hadîs-i şerîfde sağdan başlamak emredi­liyor. Emir vücûb içindir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de müddet-i haya­tında hsp sağdan başlamışdır. Hanefîîer'le. bir cemâate göre abdest âzalarının arasında tertibe riâyet vâcib olmadığı gibi sağ ile sol el ve­ya ayak arasında da tertib vâcib değil müstehabdır. Çünkü bu azalar abdest âyetinde birbiri üzerine ile atf edilmişlerdir".mutlak cem' içindir. Tertibe delâlet etmez. Sonra Hazreti AH (KerremdUahu vecheh) abdest alırken soldan başlamış ve : «Ben abdesti tam al­dıktan sonra soldan mı başladım, sağdan mı aldırış etmem» demiş­tir.[152]

 

52/43- «Muğîre b.'Su'be[153] radıyallahu anh'den rivayet edİl-mişdir ki; Peygamber saTlallahu aleyhi ve sellem abdest almış ve al­nına, sarığın üzerine ve mestlerin üzerine mesh etmiştîr.»[154]

 

Hadîsi, MüsÜm tâ'hrîc etmişdir.

Bu hadîs-i şerîf, Buharî'de^yokdur. Var diyen vehmetmişdir. Hadîs, abdest alırken sâde alına mesh etmenin caiz olmadığına delildir. îbnü'l -Kayyım (691 — 751) : Resûlüİlah (S.A.V.)'den rivayet olunan hiçbir hadîsde sadece başının bir kısmına meshettiği asla sahîh ve sabit ol-mamışdır»; der. Resûl-ü Ekrem alnına meshettiği zaman sarığın üze­rine o meshi ikmâl ederdi; nitekim sadedinde bulunduğumuz Muğîre hadîsi de bunu ifâde ediyor. Dâre Kutnî (306 — 385), bu hadîsi altmış zâtın rivayet etdiğini söyler. Hanefîyye'ye göre başın dörtte birine mesh etmek kâfidir. Sadece sarığın üzerine meshe Cumhur-u ulemâ kail ol­mamışlardır, îbni Kayyim'e göre Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bazen ba­şına, bazan sarığının üzerine, bazan da alnı ile birlikde sarığının üze­rine mesh ederdi. Mestler üzerine mesh için ileride müstakil bâb gelecektir.[155]

 

53/44- «Câbir b. Abdillah radıyaMahu anhümâ'dan Peygamber sdlîallahü aleyhi ve sellem'İn nasıl hacc ettiğine dâir rivayet edllmiş-dir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem :

«Allah'ın başladığından başlayın»; buyurmuşlardır.[156]

 

Bu hadîsi; böyle emir lâfzile Nesâî tahrîc etmiştir. Hadîs, Müslim'­de haber lâfzıyladır.

Hadîs-i şerîf, Müslim'de şöyledir :

«Câbir dedi kî: Sonra Peygamber (S.A.V.) kapıdan yâni Ha rem-i Şerif kapısından Safâ'ya  doğru  çıkdı. Safâ'ya  yaklaşınca: «Şüphesiz ki, Safa ve Merve Allah'ın eâirindendir» âyetini okudu, «Al­lah'ın başladığından başlıyoruz» buyurdular.» Yâni başlama işini emir değil, fiil-i müzâri' sîgasıyla ifâde ettiler. Ve Al'ahu Zülcelât Âyef-i Kerîme'de Safâ'dan başladığı için o da sa'ye Safâ'dan başladı. Musannifin bu hadîs-i şerîfi burada getirmesi Allah hangi şey'i evvel zikrederse bizim de fiiliyatta ondan başlamamız îca-b ettiğini anlatmak içindir. Zîra Teâlâ Hazretlerinin Kedâmı hikmetli kelâmdır. O hangi iş evvel yapılacaksa onu evvelâ zikreder. Nitekim Belagatın mukte-zasi da budur. Bundan dolayıdır ki, İmam-ı Sîbeveyh; «Arablar, en mühimmi en evvel zikrederler» der. Burada lâfız âmm'dır. Yâni hadîsdekicümlesindeki kelimesi ism-i mevsûi'dür. İsm-Î mevsûller ise elfâz-ı umum'dandır. Âmm lâfız sebebine inhisar etmez. Binâenaleyh Abdest Âyeti ki :

([157]) Yâni, «Yüzlerinizi ve eiîerînizî dirseklerle beraber yıkayın;  başlarınıza mesh edin; ayaklarınızı topuklarla bîrlikde yıkayın»; Âyef-i Ke­rîme'sidir. - Hazret i Peygamberin «Allah'ın başladığından başla­yın» emrine dâhildir. Şu hâlde evvelâ yüzden başlayarak diğer azaları tertib üzere yıkamak îcab eder. Bu bâbda .yukarıda «14» üncü hadîsde izahat verildi.[158]    

          

54/45- <<Câblr b. Abdillah[159] radıyaMahu anhümâ'dan rivayet edi'mişdİr. Demİşdir ki: Resûlüüah saîldllahü aleyhime sellem abdest aldığı zaman dirseklerinin üzerinde suyu döndürürdü»[160]

   

Hadîsi, Dâre Kutnî[161] zayıf bir isnad ile tahrîc etmişdir.

Bu hadîsi, Beyhdkî de Dâre KutnVnm isnâdiyle tahrîc etmiş, fa­kat iki isnadın ikisinde de «El-Kasım b. Muhammed b. Ukayl» bu-lunmakdadır ki, bu zât metrûkdur. Bu hadîsi îmam-ı Ahmed b. Ban-bel (164 — 241) ile îbni Main ve başkaları da zayıf saymış; yalnız tbni Hİbban (^- 354) sikât'dân yâni îümad edilenlerden kabul etmişdir. Fakat kaide icabı cerh ile ta'dil tearuz ederse, ta'dil edenler çok bile olsa yine cerh tarafı tercîh edilir. Halbuki burada cerh edenler daha çökdur. Bu hadîs'in zayıf olduğunu Münzirl {— 656), îbnü's Salâh (577 — 643) ve Nevevi (631 — 676) gibi Hadîs imamları tasrîh etmiş­lerdir. Musannif bir yerde: «Sahîh-i Müslim'deki Ebu Hüreyre hadîsi buna ihtiyaç bırakmaz»; demiş. O hadîsi buraya defcetse ne iyi olur­du. Sahîh-i Müslim'deki Ebu Hüreyre hadîsi şudur :

«Ebû Hüreyre abdest aidi; kolunu tâ bazuya kadar yıkadı ve ResûlüE-lah (S.A.V.)'in böyle abdest aldığını gördüm; dedi.»[162]

 

55/16- «Ebu Hüreyre radıyaUahu anh'âzn rivayet edilmişdîr. De-ırjşdir'kî; ResûİüEEah sallaîlahû aleyhi ve sellem ;

«Abdesti üzerine besmele çekmeyen kimsenin abdesti yokdur; buyurdular.»[163]

 

Eu hadîsi, Ahnrısd, Ebu Dâvud ve İbnî Mâce zayıf bir isnadla tahrîc etmişlerdir. Tirm'zî'de de Saicl b. Zeyd ile Ebu Said'deri yins böyle za­yıf bir rivayet vardır. Imam-ı Ahmed: «Eu bâb'da hiç bir şey sabit ol­muyor» diyor.

Hadîs-i şerif adı geçen zevatın tahrîc ettikleri uzun bir hadîs'in bir kısmıdır. Bu zevat onu şu lâfızlarla tahrîc etmişlerdir:

«Abdestî olmayanın namazı yokdur; abdesti üzerine Bes­mele çekmeyenin de abdesti yokdur.» Bu hadîs Yakup b. 8e-Teme'nin babasından, onun da Ebu Hüreyre'den rivayet etdiği bir ha-dîsdir. İmam- Buharı {194 — 256), bu Yakup için, «Ne onun baba­sından işittiği malumdur, ne- de babasının Ebu Hüreyre'den duydu­ğu»; diyor. Hadîs'in Dâre Kutnl (306—3S5) ile SeyhakVde (384—458) başka yollardan rivayetleri, varsa da bunlar da zayıf'dır. Ebu Hü­reyre hadîsî'nin Taberânî'deki (260—360) rivayeti şöyledir:

«Abdest aldığın vakit: Bismillah ve Elhamdülillah de; çünki H af aza Meleklerin, tâ bu abdesti bozuncaya kadar senin için sevâbları yazmağa devam ederler.» Lâkin senedi son derece zayıf'dır.

Sadedinde bulunduğ-umuz hadîsi, Bezzâr, Ahmed b. Hanbel (164 — 241, îbni Mâce (207 — 275), Dâre Kutnl (30—385) ve şâire de tahrîc etmişlerdir. Tirmizi (200—279) diyor ki: «Muhammed, yâ­ni Bukarî hakîkaten bu hadîs bu bâlâda en güzel bir şey, lâkin zayıf'dır; çünki ravîleri arasında iki tane meçhul var» dedi. Tirmizi ile başkalarının tahrîc etdikleri Ebu Saİd-i Hudrî hadîsi, Kesir b. Zeyd'in Rebîh'den, onun da Abdurrahman'dan, onun da Ebu Said1-den rivayet ettiği bir hadîsdir. Lâkin hem Resîr'e hem Rebîh'e ta'n vaki' olmuşdur.

Besmele hakkındaki hadîs Hazreti Âlşe, Sehl b. Sa'd, İbni Sebra ve Ümmü Sebra Alî ve Enes Hazerâtı tarafından da rivayet edilmişdir. Fakat hepsinde söz vardır. Şu kadar var ki, bu rivayetler birbirini takviye etdiğinden yine de bir gûnâ kuvvetden hâli değildirler. Bun­dan dolayı tbni Ebu Şeyhe (—234); «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in söy­lediği bize sabit oldu», demiştir.

Hadîs-i şerîf, abdestte besmele çekmenin meşru' olduğuna delildir.

Hattâ zahirine bakılırsa «Abdest yokdur» deniliyor ki bunun masası Besmele'siz abdestin sahih ve mevcud olmamasıdır. Çünki nçfy'de asıl olan hakikat'dır; Bu bâbda ulemâ arasında ihtilâf vırdır. Bazıları hatırında olana abdeste başlarken Besmele çekmek farzdır; derler. Hattâ îmam-ı Ahmed b. Hanbel (163 — 24.1) ile Zahi­rîler, unutana bile besmele çekmek farzdır diyorlar.[164] Hanefîler'le Şâflîler'e göre Besmele Sünneftir. Bunlar Ebu Hüreyre Hazretleri'nin şu hadîs-i seriliyle istidlal ederler:

«Kim abdestinin başında   Allah'ı anarsa  bütün vücûdu temiz olur. AI ah'm adım anmadığı zaman ise yalnız ab-yeri temizlenir.» Bu hadîsi Dâire Kutnî (306—385) ve başka­ları tahrîc etmişlerse de, bu da zayıfdır. Besmeleyi hatırlayan ile unu­tan arasında fark görenler bu hadîsle istidlal ederler. Derler ki: Öteki kasden bırakana mahsusdur, bu ise unutan hakkındadır.

Hazreti Ebu Hüreyre'nin şu son hadîsi her ne kadar zayıf da olsa Besmele'nin farz olmadığına delâlet hususunda onu :

«Aljâh'ın sana emrettiği gibi abdest al» hadîsi takviye eder. Ve bu hadîs, sadedinde bulunduğumuz hadîsdeki nefyi, yâni «Abdesti yokdur» sözünü te'vîle delildir. Binâenaleyh hadîsimiz şöyle te'vîl olunur. «Besmele çekmeyenin kâmil abdesti yokdur». Filhakika bu ha­dîs bu sözle de rivayet edilmişdir. Yâni :

Şeklinde rivayet vardır. Ancak musannif bu lâfızla rivayet etmemişdir.                                                                                         

Besmele'nin Sünnet olacağına:

Hadîsi de delâlet eder. Şu halde bu bâbdaki hadîsler böylece kuvvet bulur ve Besmele'nin meşru olduğuna delâlet ederler. Meşruiyetin en aşağısı ise mendub olmakdır.[165]

 

57/47- «Talha b. Musarrif radıyallahu anh'dan, o da babasından, o da ceddi Tvdvyallahu anh'den işitmiş olmak üzere rivayet edilmişdir. Dem i şd ir kî: Resûlüllah sallaMahü aleyhi ve sellem'ı maimaza ile is-Hnşâk'ın arasını ayırırken gördüm.»[166]

 

Bu hadîsi, Ebu Dâvud zayıf bir isnâdla tahrîc eylemişdir.

ÇünM hadîsi, Leys bf Ebî Süleym rivayet etmişdir. Bu zât za­yıfdır. Nevevî (631 — €76): «Bunun zayıf olduğunu bütün ulemâ ittifak ettiler»; diyor. Bir de Talha'nın babası Musarrif Meçhulü'! - hâ! bir zâtNâır. Ebu Dâvud (202 — 275) diyor ki: «Ahmed bin Hanbel'in şöy­le derken işittim: Derler ki, îbnî TJyeyne (107 — 198) onu inkâr edermis ve: «Bu Talha b. Musarrif babasından, o da ceddinden; kim oluyor bu?» Dermiş.                                                                                      

Hadîs, mazmaza ile istingâkı birbirinden ayırmağa delildir. Bu ayırma her ,biri su için ayrı ayrı su almakla olur. Hz. Ali ile Hz. Os­man (R. Anhümâ)'mn dahî mazmaza ile istinşâkı ayrı ayrı yaparak: ResûlüMah (S.A.V.)7! böyle abdest alırken gördük»; demeleri de buna. delildir. Nitekim ulemâ'dan bir cemaatin mezhebi budur. Bazıları maz­maza ile istinşâk'ın bir avüçdan yapılmasına kail olmuşdur. Bazıları da bu bâb'daki hadîsler bazısının ayırma, bazılarının da ayırmama ifâde etdiğine bakarak «ikisi de Sünnet'dir. Yâni abdest alan muhay­yerdir. İsterse mazmaza ile istinşâkı ayrı su ile yapar. îsterse bir su ile yapar, bunların ikisi de Sünnet'dir» derler.[167]

 

58/49- «Ali vadıyallahu anh'den abdestîn sıfatı hakkında şöyle rivayet edilmişdir. Bundan stuıra Hazreti Peygamber saMallahü aleyhi ve sellem üç kere mazmaza ve istinşâk yaptı. Suyu aîdığj avucdan hem mazmaza hem de istinşâk yapıyordu.»[168]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud ile Nesât tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i şerîf, mazmaza ile istinşâk bir avuçdan yapılır diyenlerin delilidir. Ve her ikisinin bir avuçdan veya üç avuçdan yapılmış olması muhtemeldir.[169]

 

59/49- «Abdullah b. Zeyd[170] radıyallahu emft'den abdestin sıfatı hakkında şöyle rivayet edilmişdir: Bundan sonra Resûlüllah sdllallahü aleyhi ve sellem elini suya daldırdı ve bir avuç dan hem mazmaza yap­tı hem istînşâk. Bunu üç defa yapıyordu.»[171]

 

Hadîs, Müttefekun Aîeyh'dir.

Bu hadîs de yukarıki gibi mazmaza ve istinşâkın birden yapılabile­ceğinin delülerindendir. Ye gerek bu gerekse bundan önceki hadîs ab­destin sıfatı hakkındaki iki uzun hadîsin birer parçasidirlar.[172]

 

60/50- «Enes radıyallahu anVden rivayet edifmişdir.Demişdir ki: Peygamber saMallahü aleyhi ve seMem, ayağında tırnak kadar yere su İsabet etmemiş bir adam gördü ve:

«Dön de abdestini güzel al; buyurdular.»[173]

 

Bu hadîsi, Ebu Dâvud ile Nesâî tahrîc etmişlerdir.

Bunun bir mislini Hazreti Câbir hadîsinden Müslim (204 — 261) de tahrîc etmişdir. Lâkin Câbİr hadîsi   Hazreti Ömer'e mevkufdur, diyen­ler olmuşdur. Sünen-i Ebî Öâvttd'da Hâlid b. Ma'dan tankıyla rivayet edilen şu hadîs vardır:

«Peygamber (S.A.V.) namaz kılan bir adam gördü. Bu adamın ayağı­nın üzerinde dirhem mikdârı bir kuru yer kalmış, oraya su isâbef et­memi şdi: Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) kendisine hem abdesti hem namazı iade etmesini emir buyurdular». Bu hadîsin isnadı İmam-ı Ahmed b. Hanbel'e (164— 241) soruldukda: «îyi» dir cevabım vermiş-dir.

Hadîs-i şerîf, abdest azalarını yıkarken kuru yer bırakmamak şar­tıyla kaplamağa delildir. Bu delâlet, ayaklar hakkında nass ile, şâir azalar da ayaklara kıyas iledir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.), abdest alırken topuklarına su değmiyen bir cemaata:

«Vay topukların Cehennemiden başına gelene» buyurmuşlardı.Cumhur-u Ulemâ'mn re'yi de budur.İmam-ı A'zam Ebu Ha-nıfe (80—150)'den bu bâbda çeşitli rivayetler olduğu söylenir. Bir ri­vayete göre bir uzvun yarısına su değmese afvolunur. Diğer bir riva­yette yarısının yarısına   değmemişse;   başka bir rivayete göre de su değmeyen yer dirhem mikdârından az olursa afvolunur. Fakat bu riva­yetleri Hanefîyye İmamları kabul etmiyor ve bunlar ne îmam-ı A'zam'-ın ne de tabî'lerinden birinindir diyorlar. Abdestte «Muvâlât» ı şart ko­şanlar da bu hadîsle istidlal ederler. Muvâlât: Azaları hiç ara vermeden birbirinin arkasından yıkamakdır. Burada dikkat edilecek cihet, mutedil havada abdest alan bir kimsenin bir uzvu yıkadıkdan sonra o kuruma­dan ikinciye başlamasıdır. Şâyed kuruduktan sonra ikinciye geçerse ab­dest caiz clmaz. Muvâlât Matikîlere göre abdestin farzlarmdandır. An­cak bunun da onlara göre bazı şartları vardır.    Meselâ abdest alan kimsenin abdest halinde    olduğunu   hatırlaması, kadir olması şarttır. Binaenaleyh abdest hâlinde olduğunu unutarak muvâlâtı terk etmek cn-onlara göre de zarar vermediği gibi âciz-i gayr-î Mufarnt dedikleri de afvolunur.

Âcİz-İ gayr-ı mufarnt: Abdest almak için hazırladığı suyun yüzde yüz yeteceğini tahmin eden kimsedir. Bu su, tahmini hilâfına yetmeyi-verirse abdestini tamamlamak için su araması ve bu arada uzun bile olsa vakit kaybetmesi o abdestin tamamlamasına manî değildir. Yâni hükmen muvâlât bozulmamışdır. Abdestini tamamlar; yenilemeğe lü­zum yokdur. Hanefî!erle, Şafiî'lere göre muvâlât abdestin sünnetlerin-dendir. Binâenaleyh bir özür yokken bunu terk etmek mekruhdur. Fa­kat özür varsa mekruh değildir.

Bu hadîs-i şerifle istidlal edenler şöyle diyorlar: «Muvâlât farz ol­masa Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) abdestini tazelemesini emretmez; «Bırak-dığm yeri yıka» derdi.» Bunlara cevap verilmiş ve: «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) inkârda şiddet göstermek için abdesti yeniletti .Yoksa bırak-dığı yeri yıkamak yeterdi»; denilmiş ise de bu cevap zayıf gorülmüş-dür. Verilecek kâfi cevap şudur: «Ravî'nin abdesti yeniden almasını emretti» sözünden muradı, bütün abdesti yenilemesi değil, sadece bı-rakdığı yeri yıkamakdır. Binâenaleyh hadîs-i şerîf muvâlâtın lüzumuna değil, adem-i lüzumuna delildir. Yine bu hadîs-i şerîf, kuru yer bırak­ma hususunda kasden bırakan ile bilmeyerek veya unutarak bırakan arasında hükmen bir fark olmadığına delâdlet eder.[174]

 

61/51- «Bu da Enes radıyallahü arih'ûan rivayet edilmişdlr. De-mişdtr kî: Resûlüllah saMaUahü aleyhi ve sellem bir müdd İte abdest alıyor. Sâ' ile dört müdden beş müdde kadar yıkanıyordu.»[175]

 

Hadîs, Mütiefekun Aîeyh'dir.

Müddün mikdan yukarıda bu babın onuncu hadîsinde geçmiştir. Sa' ise; dört müdd yâni aşağı yukarı dört avuç alan kab'dır. Yâni «Re-sûl-ü Ekrem (S.A.V.) dört beş avuç su ile yıkanır idi.» Demek istemiş-dir. Musannif merhum ya onuncu hadîsi burada yahud bunu onun ya­nında zikretse daha münasip ve tertibli olurdu.

Hadîs-i Şerifin lâhirî: Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in en az bir müdd su ile abdest aldığını ve en az bir sa' su ile yıkandığını ifâde ediyor. Bi­nâenaleyh Buharî'nin (194—256) tahrîc etdiği Hazret! Âİşs Hadîsiyle bunun arasında bir münafât ve zıddiyet yokdur. Hazreti Âişe hadîsi şu­dur:

«Resûl-ü Ekrem {S.A.V,) farak denilen bir kab'dan abdesf aldı.» Farak nin fethasıyla okunur. On dokuz ntıl alan büyük bir kabdır. Bununla beraber hadîsde bu kabın dolu olduğuna delâlet eden bir söz yokdur. Bilâkis. «Bir kabdan» demesi onun dolu ol­madığına delâlet eder. Çünkü Arabca'da edât-ı teb'îz yâni par­çalama ifâde eder. Şu halde kabdakinin bütünüyle değil bir kısmıyla abdest almış demektir. Gerek Hazreti Enes'in rivayet etdiği şu hadîs gerekse yukarıda onuncu sıra numarasıyla zikri geçen Abdullah b. Zeyd hadîsi abdesti az su ile almağa irşâd etmektedirler. îmam-t Bu-harî (194—256): «Ehl-i İlm abdest suyunun Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)*in kullandığı mikdârı geçmesini kerih gördüler»; diyor.[176]

 

62/52- «Ömer[177] radtyallahü onVden rivayet edilmişdlr. Demlşdlr ki: Resûlüllah salîaîlahü aleyhi ve sellem:

— Eğer sizden biriniz abdest alır ve onu tes-tekmil tamamlar da sonra Allah'dan başka Allah olmadığına yalnız Allah mevcud olup şerîki bulunmadığına şehâdet ederim; Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu da şehâdet ederim, derse ona Cennet'in kapıları açılır; buyurdular.»[178]

 

Eu hadîsi; Müslim ile Tirmizî tahrîc etmişlerdir. Tirmizî: «Allah'­ım, beni tevbekâriardan kıl; beni temizlenenlerden eyle!» cümlelerini de ziyâde etmişdir.

Hadîs-i Şerifin son kısmında tövbe ile temizliğin bir arada zikre­dilmesi:

([179]) «Şüphesiz ki Allah tevbe edenlerle ^temizlenenleri sever» âyet-i ke­rîmesine uymak içindir. Çünkü tevbe insanın içini günâh kirlerinden te­mizler. Abdest de bedenin dışını ibâdete mâni olan hadeslerden temiz­lemek olduğuna göre; ikisini bir araya getirerek ikisini birden Allah'dan istemek, onun sevgili kullarından olmayı dileyenler için son derece mü-nâsib olur,

Hadîs-i Şerifin Tirmi^î'deki rivayeti için Tirmyzı (200—279), her ne kadar «isnadında ızdırap vardır» dese de baş tarafı Müslim'in (204—261) Sahîhi'nde sâbitdir. Ziyâde kısmını Bezzâr rivayet etdiği gibi Tabe-rânî (260—36C) de «El-Evsat» nam eserinde Hazreti Sevbân tarikiyle şu lâfızlarla rivayet etmektedir:

«Kim abdest suyu ister de abdest alır ve abdestini bitirdiği anda: Allah'dan başka Allah olmadığına şehâdet ederim. Muhammed'in Allah'ın kulu ve Peygamberi ol­duğuna da şehâdet ederim; Allah'ım beni tevbekârlardan kıl; beni temizlerden eyle! derse... ilh.» Bu hadîsi, îbni Mâce (207—275) Hazreti Encs'den rivayet etdiği gibi, Hâkim (321—405) de «Eî-Müstedrek» inde Ebû Saîd'den su lâfızla rivayet eder:

«Bir kimse abdest alır da: «Seni tenzîh ve Sana hamd ederim Allah'ım, Şehâdet ederim ki Sen'den başka Allah yokdur. Senden mağfiret diler; Sana tevbe eylerim! der­se bir sahifeye yazılır. Sonra bir mühür ile mühürlenir ve Kıvâmet Gününe kadar kırılmaz,» Nesâl (215—303) bu ha-dîs'in Mevkuf olduğunu kabul eder.

îşbu zikir abdestten sonra yapılır. Nevevl (631—676) diyor ki: «Bi­zim ashabımız, gusül'den sonra da Müstehab'dır, dediler.»

Abd?st babı burada sona eriyor. Musannif merhum abdest'hakkın­daki zikirlerden yalnız abdeste başlarken çekilecek. Besmeleyi bildiren hadîs ile sonundaki zikri teşkil edn bu son hadîsi rivayet etmişdir.

Musannif merhûm'un Abdest Babı'm abdest sonunda okunan bu dua ile bitirmesi yâni fiilen abdestin sonunda okunan şey'i te.lifen de delil­lerin sonuna getirmesi şüphesiz ki güzel bir san'atdir. Buna Bedî İlmin de Hüsn-ü İntiha derler. Bundan sonra mest üzerine mesh babı geliyor. Çünkü mesh de abdest ahkâmındadır.[180]

 

Mestler Üzerine Mesh Babı

 

Bu bâbta mest üzerine mesh'in meşru olduğunu bildiren deliller görülecektir. yâni mest Deriden yapılan ve ayakları topuklarla birlikte örten ayakkabıdır. (Curmuk) Mest üzerine giyilen büyük mesttir. Mest üzerine mesh yalnız Sünnetle sabit olmuşdur. Fa­kat Sünnetden delilleri o kadar çok ve kuvvetlidir ki, fukahâ meshi caiz görmeyen Ehl-i Bid'atden olur demişlerdir. îmam-ı Âzam Ebû Hanîfe (80—150) ; «Bana günün aydınlığı gibi aşikâr olmadan mesh'e kâü ol­madım» demişdir. Hattâ: «Mest üzerine mesh'i caiz görmeyenin küfrün­den korkarım; çünkü bu bâb'daki eserler tevatür makamındadır» dedi­ği rivayet olunur.

îmam-ı Ebû Yusuf (113—182) : «Mesh Haberi meşhur olduğundan onunla kitab üzerine ziyâde edilebilir» diyor. İmâm-ı Ahmed b. Hanbel (164—241) : «Kalbimde meshe karşı hiç bir pürüz yok, bu bâbda Resû-füllah'ın Ashabından kimi Merfû kimi Mevkuf «40» tane hadîs var» demişdir.

Mest üzerine mesh Cenâb-ı Hak'ın mü'min kullarına bir ruhsatıdır. Bunu iyi anlıyabilmek için bir rtebzecik Usûl-ü Fıkh İlmîne müracaat etmeğe mecburuz. Bu ilmin beyânına göre : Âkil baliğ bir insanın fiili, uhrevî maksad itibariyle iki kısımdır: Azimet, Ruhsat:

Azimet: Kulların özürlerine bakmayarak ibtidâen meşru olan şey­dir. Diğer tâbirle azimet Namaz ve Oruç gibi aslî hükümlerdir.

Ruhsat: özre mebnî ikinci defa meşru olan şeydir ve dört kısım­dır. Bunların ikisine «hakîkaten ruhsat» denilir.

Birincisi : Haram olduğuna delil ve hüküm baki kalmakla beraber mubah muamelesi gören şeydir. Küfür etmek için mecbur edilen kim­senin kalbi îmanla dolu olmak şartıyla kelime-i küfrü söylemesi gibi. Bunun hükmü azimetle amel ederse sevab kazanmakdır.

İkincisi : Haram olduğuna delil ve sebeb bakî olmakla beraber hü­küm gecikir. Yolcunun orucu terketmesi gibi. Bu kısmın hükmü: Zayıf düşmedikçe azimetin evlâ olmasıdır. Ruhsatın dört kısmından ikisine de «Mscâzen ruhsat» derler.

Birincisi.: Eski Şeriatlarda meşru olan dayanılmaz güç tekliflerin İslâm Dİni'nden kaldırılmasıdır. Günâh işleyen uzvu kesmek gibi. Böy­le bir teklifin bize göre meşru olmaması ruhsata benzediğinden buna «Mecazen ruhsat» denilmiştir. Çünkü hakikatta azimet tasavvur oluna­mayan yerde ruhsat bulunmaz.

İkincisi : Bazı kullar hakkında meşruiyeti baki olmakla beraber di­ğer bazılarında meşruiyeti sakıt olan şeydir. Yolculuk hâlinde dört re­kâta farzların ikiye indirilmesi gibi. İşte mest üzerine mesh etmek bu kısımdandır.[181]

 

63/53- «Muğire b. Şu'be radıyallahü cmA'den rivayet edilmişdir. Demişdir ki: Peygamber satlaîlahü aleyhi ve seUem ile beraber İdim. Abdest aldı. Ben hemen mestlerini çıkarmağa el attım. Resûl-ü Ekrem:

— Bırak onları; çünkü ben onları temiz olarak giy­dim; buyurdular. Ve mestlerin üstüne mesh ettiler.»[182]

 

Hadîs, Mütfefekun A!eyh'dir.

Nesâî müstesna Dörtler'de bu hadîs şöyledir: ((Peygamber (S.A. V.) mestin hem üstüne, hem de altına mesh etdi.» Bunun isnadında zaaf vardır.

Bu hadîs-i şerifin Buharı, Mâlik ve Ebû Dâvud'daki rivayetleri bir araya getirilirse anlaşılıyor ki, hadîse Tebük Gazâsı'nda ve sabah namazında cereyan etmişdir.

Hazreti Muğîre'nin «Mestlerini çıkarmağa el atdım» demesine ba­kılırsa ya meshe ruhsat verildiğini henüz bilmiyormuş; -yâhud biliyor­muş, fakat mestlerini çıkarmak efdal olduğuna göre Resûîüllah (S.A.V.) efdâl olanı yapacak zanniyle çıkarmak istemişdir. Mes'ele ihtilaflıdır. Biraz aşağıda bu ihtilâflar görülecekdir. Hazretİ Muğîre'nin mesh'in şartları bulunmadı zannetmiş olması da mümkindir. Hattâ ihtimallerin en yakınıdır. Çünkü Fahr-i Kâinat Efendimiz «Bırak Onları ben On-lan temiz olarak giydim» ; buyuruyor, bundan pekâ'lâ «Sen mes-hin şartları yok zannediyorsun ama öyle değil, ben o mrstleri ayakla­rım temiz olarak giydim; binâenaleyh meshin şartı mevcûddur» manâ­sı çıkabilir. Zâten cümlesi ayakların hâlidir.            

Yâni ben onları ayaklarım temiz olarak giydim. Demekdir. Nitekim Ebû Davud'un (202—275) rivayeti bu manâyı sarahaten ifâde ediyor. Ebû Davud'un rivayeti şudur:

«Çünkü ben bu mestleri ayaklarımın ikisi de temiz oldu­ğu halde giydim.»

Müttefekun Aleyh olan bu hadîs-i şerifin buradaki lâfzı BuharV-nindir. Bezzâfm beyânına göre bu hadîs-i şerîf Hazreti Muğîre'den altmış tarik ile rivayet edilmişdir. İbni Mende (—30İ) bunların «45» ini zikrediyor. Hadîs-i şerîf, sefer yani yolculuk hâlinde mest üzerine mesh edileceğine delildir. Çünkü bu bâbda nass'dır. Hazar hâlinde yâni evinde olanlar için biraz ileride söz gelecekdir. Ulemâ-i Kiram mest üzerine mesh hakkında ihtilâf etmişlerdir. Ekseriyet şu hadîsle istidlal ederek seferde; ileride gelecek hadîslerle istidlal ederek hazarda meshin caiz olduğuna kail olmuşlardır. îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164—241): «Bu hususda Sahâbe-i KirânVdan. «40» tane merfû hadîs vardır »diyor. îbni >Ebî Hatim (247—327)'e göre «41» sahabeden merfû hadîs vardır. İbni Abdilberr (368 ^- 463) «El - îstizhâr-» adlı eserinde şöyle der : «Hazreti Peygamber (S.A.V.)'den meshı «40» kadar Sahabî rivayet et­miştir. Îbnü'l-Münzir (—236), Hasdn-ı Basrî (21—110)'nin sözünü nak­lediyor: «Bana Resûl-ü Ekrem (S.Â.V.)'in mestleri üzerine mesh eder idiğini ashab-ı Resûlüllahdan «70» tanesi söyledi»; demiş. Ebu'l - Kasım İbni Mende tezkiresinde ravîlerin adlarını saymış ve tam «80» Sa-hâbî'ye baliğ olmuşlardır. Bunlardan bazıları şunlardır : Ebu Bekir, Ömer, Ali, İbni Mes'ûd, İbni Ömer, İbni Abbas, Câbir b. Abdİllah, Sa'd b. Ebi Vakkas, Âişe, Bilâl, Huzeyfe, Büreyde, Huzeyme b. Sabit, Ebu Hüreyre, Selmân-ı Fârisî, Ebû Mûse'l - Eş'ari, Amrü'bnü'l-Âs, Ebû Ey-yûb, Ebû Ümâme, Sevbân, Ubâdetü'bnüs - Sâmit, Üsâme b. Zeyd rıdvanuilahi anhüm.

İbnü'l - Mübarek (—181): Mestler üzerine mesh hakkında Sahabe arasında ihtilâf yokdur. Zira hangisinden inkâr etdiği rivayet edildi ise aynı zattan isbât ettiği de rivayet edilmişdir»; demektedir.'îbni Abdil­berr diyor ki: «Meshi Sahabeden İbni Abbas, Hazreti Âişe ve Ebu Hü-reyre'dçn başka inkâr eden bulunduğu rivayet edilmemiştir.» İbni Ab­bas île Ebu Hüreyre'den muteber senedlerle bunun hilafı ve şâir Ashaba muvafakat ettikleri rivayeti gelmişdir. Hazreti Âişe'ye gelince Müslim'­in (204—261) kaydettiğine göre o da bu işi Hazreti Ali'den ilmine havale etmişdir. Bir rivayete göre: «Bana meshi sordular. Benim buna dâir malûmatını yok»; demişdi. Yine İbni Abdilberr (368—463): «Selef -den hiç birinin onu inkâr ettiği rivayet olunduğunu bilmiyorum. An­cak îmam-% Mâlik'den {93—179) bir rivayet müstesna, Maamafih on­dan gelen sahih rivâyetde meshi isbât ettiğini sarahaten beyan ediyor» der. Musannif merhum ise daha ileriye giderek: «Hadîs hafızlarından bir cemâat meshin mütevâtir olduğunu açıkla mışdır» diyor. Bundan, dolayıdır ki, mest üzerine mesh dört mezhebe göre şahindir. Yalnız bu­nun iki şartı vardır.

Birincisi : Hadîs-i şerifin işaret ettiği ayakların temizliğidir. Yâni mestler üzerine mesh edebilmek için evvelâ tam bir abdest al­mak ve mestleri abdestli iken giymek şarttır. Bu şekilde giydikten sonra abdesti bozulursa artık abdest alırken mestlerin üzerine mssh eder.

İkinci şart: Mestlerin kuvvetli, suyun girmesine mâni, yır-tıksız ve ayakları topuklarla birlikte örter olmasıdır. Zaten mest de­nilince akla böyle mükemmel olanı gelir. Hazreti Muğîre'nin Buharı (194 — 256) ile Müslim'deki (204 — 261) rivayetinde meshin keyfiyeti, kemiyet ve yeri zikredilmemişse de Dörtler'in rivayetinde zikredil­miş ve hem altına hem üstüne mesh edilebileceği anlatılmadır. Nite­kim buna kail olanlarda vardır. Lâkin hadîsin Z)örtZer'deki rivayeti zayıf-'dir. Hadîs İmamları bunu Hazreti Muğîre'nin kâtibinin rivayet etmiş olması dolayısıyla zayıf addetmişlerdir.

Aşağıdaki hadîs-i şerîf de meshin yerini beyan ediyor. Fakat Muğîre Hadîsine muarızdır.[183]

 

65/54- «Ali radıyattahü cmVderi rivayet edilmİşdir ki: Eğer dinr re'y ile olsaydı mestin altı mesh edilmek için üstünden eviâ olurdu. Mu­hakkak ben ResûlüIIah saUallahü aleyhi ve sellem'ı mestlerinin üstüne mesh ederken gördüm; demişdir.»[184]

 

Bu hadîsi, Ebu Dâvud güzel bir isnadla tahrîc etmişdir.

Musannif merhum «Et-telhîs» nâm eserinde «Bu hadîs sahîh'dir» der. Hadîs-i şerif de mestler üzerine meshin yeri bildirilmekde ve bunun mestlerin üstü olduğu, altına mesh edilemeyeceği beyan edil-mekdedir. Bu hususda ulemânın iki kavli vardır:

1— Eller suya batırılır. Sonra sol elin avucu mestin topuğuna; sağ elin avucu da parmakların etrafına konur ve sağ el mestin koncuna doğru; sol el de parmakların kenarlarına doğru çekilir. Bu kavi îmam-ı Şafiî (150— 204)'nindir. Hazreti Şafiî mestin böyle yapıla­cağına Hazreti Muğîre hadîsiyie istidlal eder. Çünkü o hadîsde:

«Resûf-ü Ekrem (S.A.V.) mestlerinin üzerine mesh etti ve sağ etini sağ mestinin üzerine, sol elini de sol mestinin üzerine koydu. Sonra üzer­lerine bir defa mesh etli. Ben onun mestleri üzerindeki parmakların» hâlâ görüyor gibiyim; deniliyor.» Maamafih bu hadîs hem Munkatı'dır. Hem de Şafiî'nin tarif ettiği şekle delâlet etmez.

2— Mestin üzerine mesh edilir.    Hazreti Alî hadîsi de bunu ifâde eder.

Meshin mikdarına gelince:

Mâlikîler'e geince mestlerin üstüne kamilen mesh etmek vâcibdir. Altına mesh etmek ise müstehabdır-.

Hanefîler'e göre mesh, giyilmiş mestlerin üzerine el parmaklarının küçüklerinden üç tanesinin uzunluğu ve genişliği mikdârı yapılır.

Şafiîler'e göre, mestlerin üzerine gelmek şartıyla neresine olursa olsun velev ıslak parmağını çekmeden değdirmek suretiyle farz yerini bulur. Nitekim başa mesh dahi böyledir.

Hanbelîler'e göre; mestin üzerine, fakat ekserisine rneshetmek farz; altına msshetmek müstehabdır. Bu bâbda tafsilât her mezhebin fıkıh kitabtermdadır. Hazreîi Alî ve Muğîre hadîslerinde meshin mikdarına dair söz yokdur. Yalnız Alî kerremallahu uec/ıe/t'den diğer bir rivâyet­de Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'i mestin üzerine parmaklarla çizgi çize­rek mesh ederken gördüğü ifâde ediîmekde ise de îmam-ı Nevevî (631—676) tu hadîs için zayıf demişdir. Hazret! Câbir (R. A.)7den dahi: «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in meshi öğrettiği bir zâta eliyle mestlerin ön tarafından konca doğru bir defa mest etmesini gösterdiği ve par­makların arasını açdığı» rivayet ediliyor. Fakat Musannif bu hadîs için: «İsnadı son derece zayıf'dır»; diyor. Velhasıl meshin keyfiyeti ve kemiyeti hakkında itimada şâyân bir hadîs yokdur. Yalnız meshin ye­rini bildiren hadîs sahîh'dir.

Meshin müddetine gelince: Onu da aşağıdaki hadîs-i şerîf beyan ediyor.[185]

 

66/55- «Safvân b. Assâl[186] radıyaîlahü anh'dan rivayet edümişdir. Demİşdir ki: Peygamber saîlaîîahü aleyhi ve sellem, yolcu olduğumuz zaman bize, cünüblük müstesna Sakin büyük ve küçük abdest bozmak-dan ve uykudan dolayı üç gün üç gece mestlerimizi çıkarmamamızı emrederdi.»[187]

 

Bu hadîsi, Nesâî ve Tİrmîzî tahrîc etmişlerdir. Lâfız Tirmizî'hindir. İbn-i Huzeyme dahi tahrîc etmiş ve Tirmîzî ile ikisi bunu sahîhlemişlerdir.

Bu hadîs-i şerifi, îmam-ı Şafiî (150 — 204), İbni Mâce {207 — 275), İbni Hibban (— 354), Dâre Kutnî (306 — 375) ve Beyhakî (384 — 458) dahi rivayet etmişlerdir. Tirmizî (200 — 279) Buharî'den (194 — 256) naklen «Bu hadîs hasen'dir»; diyor. Hattâ Buharı: «Vakit tâyini husu­sunda Safvân bin Assâli'l - Meradî'nin hadîsinden daha sahîh bir şey yokdur»; demişdir. Bu hadîsi, Tirmizî ile Hattâbi (—388) sahîhlemişdir. Hadîs-i şerîf, mest üzerine meshin yolcular için üç gün üç gece meşru olduğuna delildir. Yine bu hadîsde meshin abdeste mahsus ol­duğuna, gusülde yapılamayacağına delâlet vardır ki; bu cihet ittifâkî bir mes'eledir. «Bize emrederdi» denildiğine göre mest üzerine mesh vâcib olmak îcab ederse de İcmâ-İ Ümmet bu emrin vücûb için değil, nedib ve ibâha için olduğunu tâyin etmişdir. Acaba mestlere mesh et­mek mi daha sevabdır; yoksa çıkarıb ayaklan yıkamak mı? Bu mes'ele ihtilaflıdır. Musannif merhûm'un ihtiyarı meshin efdâl olduğudur. îmctm-t Nevevî (631 — 676): «Sünnet'den yüz çevirerek terk edilme­mek şartıyla ayakları yıkamanın efdâl olduğunu ulemâmız açıklamiş-dır» diyor. HanbeÜler'e göre mestlerin üzerine mesh etmek ayakları yıkamakdan evlâdır. Hanefîyye İmamlarının bazılarından da meşhur olan rivayet budur. Diğerleri azimeti evlâ görürler.[188]

 

67/56- «Ali radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Mestler üzerine mesh hakkında söylediğini kasd ederek demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem üç gün ile üç geceyi yolcuya; bir g"iih ile bir ge­ceyi de evinde olana tahsis etti.»[189]

 

Bu hadîsi, Müslim tahrîc etmişdir.

Hadîsteki  sözü yâ Hazreti Ali'nin yahud başka ravîlerden birinin sözü olup müdrecdir... Hadîsi, Ebu Dâvud (202 — 275), Tirmizi (200 — 279) ve İbni Hibban (—354) de tahrîc et­mişlerdir. Bu da yukardaki hadîs gibi misafir hakkında mest üzerine meshin müddetini beyan ediyor. Fazla olarak da mukîm yâni evinde olan kimseye meshin meşru olduğuna; onun hakkında mesh müdde­tinin bir gün ile bir gece olacağına delâlet ediyor. Yolcular hakkında mesh müddetinin fazla olması yolculukda meşakkat ve zahmet bulun-masmdandır. Bu cihetle yolcu ruhsata daha lâyıkdır.[190]

 

68/57- «Sevbân[191] radıyallahü anh'öen rivayet edilmişdir. Demişdir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem bir müfreze gönderdi ve on­lara ısâbeler yâni sarıklar ve teshânlar yâni mestler üzerine mesh et­melerini emir buyurdu.»[192]

 

Bu hadîsi, Ahmst, Ebû Dâvud rivayet etmişler; Hâkim de sahîhlemişdir.

Hadîsde geçen sözleri ravî tara­fından müdrecdir.[193] Bu hadîs-i şerîf, mestler üzerine olduğu gibi sa­rık üzerine de mesh edilebileceğinin delilidir. Acaba bunun için başın temiz elması şart mıdır; müddet filân var mıdır? Bu bâbda mezâhib ulemâsından bir nakl bulunamamışdir. Yalnız Bülûğu'l - Meram üze­rine yazılmış Kadı Abdurrahman Hâşiyesi'nde «sarıkların .üzerine mesh caiz olabilmek İçin mesh edecek kimsenin tıpkı mşstde olduğu gibi tam abdest aldıktan sonra sarığını sarmış olması şarttır; sarık üzerine meshe bazı ulemâ kail olmuş; fakat iddiasına delil getirmemişdir» de­niliyor. Hadîs i Şerifin zahirine göre sarık üzerine mesfoetmek için özür­lü olmak şart değildir.

Yine bu hadîsin zahirine göre başa asla su değmese bile sarığa mesh edilebilir. İbnü'l - Kayyım (691 — 751) şöyle der; «Resûfüllah (S.A.V.) sâde sarık üzerine meshetti. Alnının üzerine mesh ederek sa­rığın üzerine ikmâl etdiği de oldu.» Hanefîleı- sarık üzerine msshi özür­lüye caiz görürler. Çünkü bu hadîsin Ebu Dâvu«Tdaki rivayetinde : «Gönderilen müfreze soğuğa tutulmuşlardı»; diyorlar .Bu sebeple sarık üzerine mesh, Özre hamlediliyor ise de; bu da Sübülü's - selâm sahi­bine göre uzak bir ihtimâldir. Zira başka hadîslerde özürsüz oldu­ğu halde mestlerle sarık üzerine mesh ettiği sabit olmuşdur.[194]

 

69/58- «Ömer radıydllahuanh'den mevkuf olarak, Enes radıyattahu anh'öen merfû olarak rivayet edilmişdir ki:

«Biriniz abdest aldı da mestlerini giydi mi onların üzerine mesh etsin ve onların içinde namaz kılsın; ister­se onları çıkarmasın yalnız cünüblük müstesnü» buyurmuş­lardır.»[195]

 

Bu hadîsi, Dâre Kutnî ile Hâkim tahrîc etmişler ve Hâkim sahîhlemişdir.

Hadîs-i Şerîfde mestlerin giyilmesiyle üzerine mesh edilmesinin (Abdest aldıkdan sonra) kaydıyla kayıdlanması gerek bu bâb'ın başın­da geçen Muğîre Hadîsinde, gerekse başka hadîslerde geçen taharet kelimelerinden, abdestsizlik kasd edildiğine delildir.

Bu hadîs, taharetin şart olduğuna da delildir. Ancak müddet hak­kında mutlak ise de Safvân ve Ali (R, Anhümâ) hadîslerinin ifâde et­diği müddet ile bu da mukayyeddir.[196]

 

70/59- «Ebû Bekre[197] radzyallahü anh vasıtasıyla Peygamber salîalîahü aleyhi ve sellem'den rivayet edümişdir ki: Temizlenerek mestlerini giydiği zaman üzerine mesh etmek için yolcuya üç gün üç gere, evinde olana bîr gün bir gece ruhsat yermişdir.[198]

 

Bu hadîsi, Dâre Kutnî tahrîc etmiş, İbrit Huzeyme .de sahîhlemişdir.

Hattabî {— 388) ile İmam-ı Şafiî (150 — 204) dahi sâhîhlemişlerdir. Ayni hadîsi Ibni Hibban (—354, İbnü'l - Cârûd, Ibni Ebî Şeybe (— 234) Beybakî (384 — 458) ve «El - İlel» adlı eserinde Tirmizî (200 — 279) tah­rîc etmişlerdir.

Hadîs-i Şerîf, yolcu ile mukîm hakkındaki mesh müddetini ifâde hususunda Hazreti Ali (R. A.) hadîsi gibi, taharetin şart oİduğunu ifâde bakımından ise Hazrefi Ömer ve Enes (R. A.) hadîsi gibidir. Ayrıca- bu hadîsde meshin ru,hsat olduğu tasrîh edümişdir.[199]

 

71/60- «Übeyy b. Ama re radıyallahü anVden şöyle dediği rivayet edîlmişdir: «Yâ Resûlallah» mestlerin üzerine mesh edeyim mi dedi:

— Evet!

— Bir gün mü?

— Evet!

— İki gün de olur mu?

— Evet!

— Üç gün?

— Evet ve dilediğin kadar; buyurdu.»[200]

 

B,u hadîsi, Ebu Dâvud tahrîc etmiş ve: «Kavî değil» demişdir.

Hafız el Münzİrî (— 656) «Muhtasaru's - Sünen» adlı eserinde : Bu mânâda yâni Ebu Davud'un söylediği söz mânâsında bir sözü.de Bu-harî söyledi» diyor. İmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241): «Bu hadîs'in ricali bilinmiyor» der. Dâre Kutnî (306 — 385): «Bu-sabit olmayan bir isnâddır», demektedir. İbni Hibban (—354): «Ben bunun haberine iti-mad etmem» demiş; İbni Abdilberr (368—'463): «Sabit olmuyor; doğru bir isnadı yokdur» demiş; Nihayet İbnü'l - Cevzî (508 — 557) mübalâğa göstererek onu mevzu' hadîslerden saymışdır.

Bu hadîs mesh için gerek hazarda, gerekse seferde bir müddet olmadığına delâlet ediyor. Bu kavi îmam-ı Mâlilc'de.n (93 — 179) ri­vayet olunur. Şafiî (150 — 204)'nin de eskiden Kavli budur. Lâkin bu hadîs yukarıda geçen hadîslere muaraza edecek kuvvette olmak göyle dursun, onlara yaklaşamaz bile. Bilfarz sabit bir hadîs bile ol­sa geçen hadîslere takyid olunur.[201]

 

«Abdesti Bozan Şeyler Babı»

 

Lûgatta, muhkem bir şey'i bozmakdır. Sonra mecazen ab-desti ibtâl etmek mânâsında kullanılmış; sonra da Hakikat-ı Örfiyye olmuşdur. Abdesti bozan şeyler Teyemmümü de bozar.. Çünkü teyem­müm abdestin bedelidir.[202]

 

72/61- «Enes b radıyallahü anh'den rivayet edümişdir. Demişdir ki: ResûliKlah sallallahü aleyhi ve sellem devrinde Ashabı yatsıyı beklerlerdi. O derecede kî başları uykudan eğitir; sonra namaz kılar­lar; abdest tazelemezlerdi.»[203]

 

Bu hadîsi, Ebu Dâvud tahrîc etmiş; Dâre Kulnî de sahîhlemişdir. Aslı Müslim'dedir.

Hadîsi, Tirmizî (200 — 279) de tahrîc etmişdir. Onun rivayetinde hadîs'de :                                                   

«Namaz için uyandırırlardı» ve ;

«Hattâ ben onlardan bir hangisinin horultusunu İşitiyordum. Sonra kal-, karlar, namaz kılarlar ve abdest tazeîemezlerdi»; cümleleri vardır. Bu uykuyu ulemâdan bir cemâat oturanın uykusuna hamlettiler ise de, on­ların bu te'vilini Yahya'! - Kattan (—628)'in Hazreti Enes'den rivayet ettiği :                                                     

«yalanlarlardı» tâbiri bertaraf etmekdedir. jbnü Dakîk'ü-İyd (625—702):

«Hafif uykuya hamledilir» diyorsa da bu da hadîsde geçen «   <ıkli * «horultu» « jjli I » «uyandırma» tâbirlerine uygun değildir iddiasiyle red olunur. Çünkü horultu ve uyandırma ancak derin uykuda olur. Bu cihet böylece bilindikden sonra şunu da ilâve edelim ki, bu bâbdaki hadîslerde hep başın eğilmesinden, horultudan, uyandırmadan, yan yatmakdan filândan bahsediyor. Bununla beraber hepsinde bunlardan do­layı abdest tazelemedikleri bildiriliyor.

Mes'ele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Ve bu ihtilâfdan ortaya sekiz kavi çıkmişdır.  

1— Uyku mutlak surette ve her hal'u şa'nda abdesti bozar. Buna delil üst tarafdaki bâbda geçen Safvân b. Aâsâl hadîsidir. Bu hadîsde:

«Sidikden veya kazurattan yahud uykudan»; deniliyor. Demek ki ab­desti bozmakda mutlak suretde uyku «sidik» ve emsali gibi imiş. Haz reti Enes'in şu hadîsi hangi ibare ile rivayet edilirse edilsin bunda Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in Ashabını yaptıklarından dolayı ikrar ve tasdik etdiğini isbâta yarar bir söz yokdur. Hattâ Ashabını gördüğü­ne dair de bir şey yokdur. Bu sadece sahabenin fiilidir. Nasıl olduğu da meçhuldür. Hüccet teşkil edecek olan sahabenin fiili değil, ancak Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in fiilleri, sözleri takrirleridir.[204]

2— Uyku mutlak surette abdesti bozmaz. Buna delil sadedinde bulunduğumuz En es b. MâHk hadîsidir.   Şayet uyku abdesti bozsa idi, Allah Zül Celâf onları o hal üzere bırakmaz,-Resûl-ü Zîşânına ayakka­bının pisliğini vahiy suretile nasıl bildirdi ise bunu da hattâ evleviyetle bildirirdi. Lâkin Hairetİ Safvân hadîsi bu kavli reddeder..

3— Uykunun her nev'i abdesti bçzar. Ancak uyuklayarak iki defa arka arkaya başın eğilmesi, arka arkaya değilse bir kaç defalar başın eğilmesi afvolunur. Başın eğilmesinin, hududu : Uyanmadıkça başın omuzlar üstünde dim - d;k   duramamasıdır.Bu kavle zâhib olanlar Enes hadîsini, «Hafif uyuklama akıl ve temyizi gidermez» şeklinde te'vil ederler.

4— Uyku bizzat abdesti bozmaz. Yalnız bozulmaya sebebdir. Bi­nâenaleyh bir kimse makadını iyice yere sererek oturduğu yerde uyur­sa ebdesti bozulmaz. Aksi takdirde bozulur, tmam-ı Şafiî'nin (150 — 204) mezhebi budur. Şafiî Hazreti Afi (R.A.)'m rivayet ettiği:

«Göz mak'adın bağıdır. Kim uyursa abdest alsın» hadîsiyle istidlal eder. Şafiî'nin istidlal ettiği bu hadîsi Tirmİzî «Hasen» olarak kabul eder. Yalnız ravîleri arasında Bakıyye b. El - Velid vardır ki, bu zâtın riva­yeti hüccet" olamaz.

5— Namazdaki rükû' sücûd veya kıyama benzer bir hey'ette uyur­sa kendisi bizzat namazda olsun olmasın abdesti bozulmaz. Ama yas­lanarak veya kafasının üstüne yatarak uyursa bozulur. Delili şu hadîs-i şerîfdir:

«Kul secde halında uyursa Allahu Zül Celâl onunla Meleklere mübâhat eyler; der ki, benim kulum! Ruhu bende, cesedi huzurumda secde edi­yor.» Fakat bu hadîsi, Beyhakî (384—458) rivayet etmiş ve zaif olduğu­nu söylemişdir. RanefUerm mezhebi budur. Diyorlar ki, uykuda olan kimseye «secdede» dedi. Secde ise yalnız taharetle yapılır. Demek secdede uyku abdesti bozmâzmış. Fakat Hanefîler'e şöyle cevap veril-.mişdir. Buna «secdede» demesi, ya şekline bakarak, yahud da uyumaz­dan evvelki haline nazarandır. Yoksa şimdi secde'de demek değildir.

6— Uyku abdesti bozar. Yalnız rükû ve secdede uyumak bozmaz. Buna delil beşinci kavide .geçen hadîstir. Bu hadîs secde haline mah­sus ise de rükû hâli de buna kıyasen bilinir.

7— Namazda uyku ne şekilde olursa olsun abdesti bozmaz. Namaz haricindeki uyku bozar. Delili yine-aynı hadîsdir.

8— Çok uyku ne şekilde olursa olsun bozar. Az uyku bozmaz bu kavle zâhib olanlar şu mütalâada bulunuyorlar:  «Uyku bizzat abdesti bozmaz. O yalnız bozulmağa götüren sebeb ve zan îras eden bir şeydir. Zan îras eden ise uykunun azı değil, çoğudur. Bunlar Enes hadîslerini Zan îras eden ise uykunun azı değil, çoğudur. Bunlar Enes hadîslerini aza hamlederler. Ancak azın çoğun haddini zikretmezler.    Velhasıl bu bâbdaki hadîsler muhtelif olduğu için ulemânın kavilleri de böyle muh­telif olmuşdur. Bu kaviller içinde sevaba en yakını uyku abdesti bozar diyendir. Çünkü bunu sahîh olan Safvân hadîsi isbât ediyor. Şu var ki bunda da [.yi «uyku» lâfzı mutlakdır. Binâenaleyh derin uyku ile tak- yid olunur. Enes hadîsi ise henüz derin uykuya dalmamışlar» şeklinde te'vil edilir. Filhakika bâzan uykusunun ibtidâsında horuldayanlar olur. Yangelmek dalmayı îcab etmez. Uyandırmağa gelince: Dalmasın diye bazan uyukluyan bir kimse uyandırılabilir.

Bayılma/delirme ve hangi müskirat sebebiyle olursa olsun sarhoş­luk da- uyku gibidir. Çünkü hepsinde akıl zail olur. Bazılarına göre bun­lar âbdesti bozar. Bu kavi sahîh ise bu sefer delil İcmâ' olur.[205]

 

73/62- «Âişe radtyallahü anhâ'dan rivayet edilmişdir. Demişdir ki: Fatma Binti Ebî Hubeyş[206] Peygamber sallallahü aleyhi ve sel-lem'e gelerek: Yâ Resûlallah dedi. Ben hastalıklı bir kadınım. Hiç te­mizlenemiyorum. Namazı bırakayım mı? Hayır; bu ancak bir da­mardır; hayz değildir. HaYzin geldi mî nsmazı bırakıver. Gitti mi kendinden kanı yıka sonra namaz kıl; buyurdular.»[207]

 

Hadîs Müttefekun Aleyh'âir. Buharî'de Âişe hadîsinden şu ziyâde vardır: «Sonra her namaz için abdest al.» Müslim burasını kasden hazf ettiğine işaret etmiştir.

İstihâza: Kadının fercinden vakitsiz akan kandır. Yani hastalık ka­nıdır.

Hayz : Sağlam bir kadın rahminin dışarıya atdığı kandır. Bu kan rahmin dibinden çıkar. Hadîs-i şerîfde :

«O hayz değildir» buyurulması kadının, «Temizlenmiyorum» sözünü red içindir. Çünkü kadın, hayzlının temizlenmesi ancak kanın kesilmesile bilinir sanmış ve, «Temizlenemiyorum» demekle kanın kesilmeden mut­tasıl akmasından kinaye yapmışdı. Hayzlı kadının namaz kılmadığını .biliyordu. Binâenaleyh bu hüküm kanın akmasıyla devam eder zannetmişdi. İşte Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bunu gördüğü kanın hayz olmadı­ğım; kendisinin temiz olduğunu ve namaz kılması lâzım geldiğini beyan buyurdular. «Kendinden kanı yıka» demek gusül et demektir. Bu cihet başka delillerden anlaşılmaktadır.

Bu hadîs-i şerîf istihâza'nın yâni hastalık kanının vâkî olabileceği­ne ve bu kanın hayz hükmüne uymayan bîr hükmü bulunduğuna delil­dir. Fahr-i Kâinat Efendimiz bunu en mükemmel şekilde beyân buyur-muşdur. Sahîh hadîslerin bazısında «Kanı yıka», bazısında ise, «Yıkan»-buyuruluyor. Demek oluyor ki, râvîler bazısında tâbirin birini, diğerin­de ötekini söylemekle iktifa etmişlerdir.

Şimdi bu kadın hayzmın geldiğini kan ak'ıp dururken nasıl bilecek-dir? Sâri' hastalıklı kadına, hayzmın gelişini, gidişini Öğretmişdir. Bi­nâenaleyh kadın hayzını alâmeti ile bilir. Ulemâ'nın bu bâbda iki kav­li vardır:

1— Bu kadın hayzının geldiğini eski âdetine müracaatla bilir. Ya­ni eskiden hayz gördüğü günlerin başında kan gelirse hayz gördü de-mekdir. «Hayzmın gitmesi ise âdet günlerinin geçmesidir.» Filhakika Fatıma hadîsinin bazı rivayetlerinde :

«Namazı,  eskiden hayz gördüğün günler kadar bırak» buyurularak, âdet günlerine müracaatı beyân olunmuşdur. Bu hususda fazla tahkikat hayz babında gelecekdir.

2— Kanın sıfatına müracaat edilir. Netekim yine hayz babında görüleceği veçhile Hazretî Âişe (R. Anhâ)'nm rivayet ettiği Patıma Binti Ebî Hubeyş hadîsinde şöyle buyuruluyor :

«Muhakkak hayz kanı karadır; bilinir. Öyle oldu mu na-rrîazı bırak; değilse abdest al ve namaz kıl.»

Bu suretle hayzın gelişi kanın sıfatının gelişi, gidişi'de bu sıfatın gidişi oluyor. Bu bâbdaki ihtilâflar da ileride gelecekdir.

Müslim'in hazf ettiği ziyâdeye gelince: İmam-ı Müslim (204-261) Sahihinde bu hadîsi beyân ettikden sonra, «Hammâd hadîsinde bir harf varki biz onu biraydık», diyor. Beyhakî (384—458) bu harf sö­züdür, çünkü bu söz mahfuz olmayan bir ziyâdedir, bunu râvîler ara­sından bazısı münferiden yapmışdır» diyor. Bununla beraber Musannif «Fethu'1-Bârî»   nâm eserinde adı geçen    ziyâdenin bir çok tariklerden sabit olduğunu, binâenaleyh Müslim'in söylediği zâtın teferrüdü kalma­dığını takrir etmişdir.

Musannif merhumun bu müştâhaza- hadîsini abdesti bozan şeyler babında zikretmesi yalnız sonundaki ziyâde içindir. Çünkü buraya mü-nasib olan yalnız bu ziyâdedir. Asıl hadîsi ileride istihâza babında tek-rarlayacakdır. Evet bu hadîsin sonundaki ziyâde, istihâza kanının şâir hadîsler, (abdesti,bozan şeyler) gibi abdesti bozduğuna delildir. Bu se-bebledir ki Sâri Hazretleri istihâza kanından dolayı her namaz için ab­dest almayı emir buyurmuşdur. Abdest bu kanın hükmünü ancak na­maz kılmak için kaldırır. Namaz bitti mi, abdesti de bozulur. Cumhur-u Ulemâ'nın kavli budur. Yâni bu kadın her'namaz için abdest alacakdır. Hanefîler'e göre ise her namaz için değil, her namaz vakti' için ab­dest alır. Alınan abdest vakte mütealliktir. Kadın bu abdestle o vak­tin içinde dilediği kadar farz ve nafile kılabilir. Çünkü hadîsde mu­kadder muzaf vardır.demek  demektir. Nitekim hadîsin :

«İstihâzalı kadın her namaz vakti için abdest alır» rivaye­ti de vardır. Muhtasar-ı Tahavj Şerhi'nde bu hadîsi İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe (80—150)'nin rivayet etdiği an'anesiyle beyân olunuyor. Mâli-kîler'e göre namaz için abdest alması vâcib değil müstehab'dır. §â~ fiîler'e göre istihâzalı kadın her farz için ayrı abdest alır. Bu hu-susda dahi ileride hayz babında Hamne Binti Cahş hadîsinde taf­silât verilecekdir, İnşâ Allah.[208]

 

75/63- «Ali b. Talİb radtyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir ki: «Ben çok mezi gören bir adattıdım. Bu sebeble Mikdâd'a Resûlüllah salldl-Jahü aleyhi ve seîlem'e. sormasını emrettim. Oda sordu: «Onda ab-dest vard I r; buyurdular.»[209]

 

Hadîs, Müttefekun Aleyh'dir. Lâfız Buharî'nindir.

Mezi : Beyaz ve berrak bir su olup, münasebet-i cinsiyyeyi hatır-ladığı ve arzu ettiği zaman erkekten gelir. Bir de «vedî» vardır. Bu küçük abdest bozduktan sonra gelen koyu sudur ve bevl hükmünde­dir.

Hadîs-i şerif Buharı (194—256) ve Müslim'de (204—261) muhtelif lâfızlarla rivayet olunuyor. Meselâ Buharî'de yukardaki kısım zik­redildikten sonra :

«Peygamber (S.A.V.)'e sormağa utandım» denilmekte. Bir yerde :

«Kızı bende olduğu için» kaydına rastlanmaktadır. Müslim'de bu ifâde:

«Fâtıma (R. A.) bende olduğu için şeklindedir. Ayni hadîsi Ebû Dâvud (202—275) Nesâî (215—303) ve tbnü Huzeyme (223—311) Hazret! Ali'den şu lâfızlarla- rivayet ediyorlar:

«Ben çok mezî gören bir adam idim. Bundan dolayı kışın yıkanmağa başladım. Hattâ sırtım çatladı.» Buharî'nin bir rivayetinde :

«Abdest al ve zekerini yıka» Müslim'in bir rivayetinde :

«Zekerini yıka ve abdest al» ziyâdeleri vardır. Soranın kim ol­duğu da ihtilaflıdır. Bazı rivayetlerde Mikdâd bin Esved, bazılarında Ammâr, bir rivayette bizzat Hazreti Ali'dir, tbni Hibbân (—354) bu ri­vayetlerin arasını cem' ve te'lif etmiştir. Buna göre Hazreti AH Mikdâd'a sormasını emretmiş, fakat sonra kendisi sormuştur. Ancak:' «Kızı ben­de olduğu İçin utandım» demesi soranın bizzat Hazreti Ali (R. A.) ol­madığına delâlet eder. «Bizzat sordu» diyen kavle göre, Hazretî Alî'nin sorması Mecazdır, zira sormayı emreden odur.

Bu hadîs-i şerif meşinin abdesti bozduğuna, delildir. Musannif da zaten bunu isbat için bu bâbda zikretmiştir. Hadîs aynı zamanda mezi nin gusül icab etmiyeceğini de göstermektedir ki, bu hususda icma' da vardır. Hadîsin bir rivayetinde görülen:

«Abdest al ve zekerini yıka» sözü abdestin evvel alınmasını icap etmez. Çünkü cümleler birbiri üzerine atıf edatlarından İle bağlanmıştır. ise tertip ifade etmez. Fakat «zeker» sözünü mut­lak zikretmek ^bütününün yıkanmasını icab ederse de bu da edebiyat­taki tabiri ile külli zikir, cüz'i kasd kabilinden mecaz-i mürseîdir. Bi­nâenaleyh yıkanması İcab eden yer pisliğin çıktığı yerdir. Bununla be­raber hadîs-i şerif lâfzına uyarak bütün zekeri yıkamak vaciptir.; di­yenler de olmuştur. Nitekim Ebû Davud'un rivayeti bunu te'yid eder. Bu rivayette :

«Zekeri ile hayalarını yıkar ve abdest alır» buyuruluyor. Yi­ne Ebû Davud'un bir rivayetinde:

«Bundan zekerini ve hayalarını yıkar; abdest alırsın. «Ancak hayalarını yıkama rivayetinde ta'n edilmiştir. Çünkü ravîler arasında Hazreti Ali'­den rivayet eden Urve vardır. Halbuki Urve Hazreti Ali'den işitmemiş-tir. Mamaafih bu hadîsi Ebû Avâne (—316) sahihinde Hazreti Ali'den rivayet eden zâtı Ubeyde olarak göstermekledir. Musannif merhum «Et-Telhis» adlı eserinde «îsnadına bir diyecek yoktur» der. Hadîs sa­hih olduğuna göre mucibince hüküm ve amel olunmağa bir mani' yok­tur. Bazıları bütün zekerin yıkanması hikmetini bulmuş, ve : «Bütün zeker yıkandığı zaman büzülür; mezinin çıkması kesilir» demişlerdir. Bu hadîs ile mezinin necaset olduğuna da istidlal edilir.[210]

 

76/69- «Âİşe radıyallahü anhâ'âan rivayet edilmiştir kî: Peygam­ber sdllallalm aleyhi ve sillem kadınlarından birisini cpmüş; sonra namaza çıkmış; abdest almamıştır.»[211]

 

Bu hadîsi, Ahmed tahrîc etmiş ve Buharı zaîf bulmuştur.

Aynı hadîsi Ebû Dâvud (202—275), Tirmizi (200—279), Nesâî (215—303) ve İbni Mâce (207—275) de tahrîc etmişlerdir. Tirmizi şöy­le demiştir: «Ben Muhammed b. İsmail'i bu hadîs zayıftır derken işittim». Ebû Dâvud bunu Hazreti Âişe'den işiten İbrahim Et-Teymî tarikinden tahrîc etmiştir.

Halbuki İbrahim Hazreti Âîşe (R. Anhâydan hiçbir hadîs işitme-miştir. Binâenaleyh hadîs mürseîdir. Nesâî : «Bu bâbda bundan güzel bir hadîs yoktur; lâkin mürseîdir» diyor. Musannif: «Bu hadîs, Hazreti Âîşe'den on vecihle rivayet edilmiştir; bu vecihleri Beyhakî (384—458) «Bl-Hilâfiyyât» adlı eserinde nakletmiş ve hepsini zâif bulmuştur» der. İbni Hazm (384—456): «Bu bâbda hiçbir şey sahîh olmuyor; ol­sa bile abdest meşru olmazdan Önceki hale hamledilir;» demekte­dir.

Hadîs-i şerîf, kadına dokunma ve öpmenin abdestî bozmadığına de­lildir. Asıl olan da budur. Şafitler: «Nikâhı haram olmayan kadının te­nine dokunmak abdesti bozar» derler. Ve bu hususta:

([212]) «Yahut kadınlara temas ederseniz» âyet-i kerîmesi ile istidlal eder-ler. Derler ki : el ile dokunmaktır. Bu manâyı âyetin  kıraati da te'yid ediyor. Çünkü bu kıraata göre mânâ, sadece erkeğin dokunmasıdır. Bu da lâfzın hakikî mânâsında kalmasını tahakkuk et­tirir.»

Şafiîler'e cevap verilmiş ve: «Karine bulunursa lâfız hakikî mânâ­sından mecaza aktarılır.

Burada karine vardır. Ve bu karine şu Hazretî.Âİşe hadîsidir. Ei-nâenaleyh Mülâmese ve Lelms lâfızları burada mecazen cima' demek­tir. Vakıa Hazreti Âişe hadîsine ta'n edenler olmuştur. Amma onun çe­şitli yollardan rivayet edilmesi kuvvet bulmasına sebeb olmuştur;» denilmiştir. Hazreti Âişe (R.Anhâ)[n\n Buharî'deki hadîsine göre : Âİşe (R.Anhâ) Hazreti Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in kıblesine aykırı yatardı. Namaz kılmağa kalktığında ona göz ucuyla işaret ederdi. O da Resûlüllah (S.A.V.) secde edeceği zaman ayaklarını çeker; ayağa kalktı mı yine yayar idi...» Bu da buradaki hadîsi te'yid eder. Ve do­kunmanın abdesti bozmadığını gösterir. Musannif merhum her ne ka­dar «Fethü'1-Bâri» nâm eserinde bu hadîs üzerinde çekimser konuş­muş: «İhtimal aralarında bir perde varmıştır; yahut bu peygamberimize mahsustur...» demiş ise de bu ihtimal uzak ve zahire muha­liftir, Hazreti AH (R. A.) mülameseyi, cima' diye tefsir etmiştir. Ibnî Abbas (R. A.) -ki Sultanü'l-Müfessirin lâkabını haizdir; kendisine tevil ilmini ihsan etmesi için bizzat Resûlüllah (S.A.V.) efendimiz Cenab-ı Hakka niyaz eylemiştir- mülameseyi cima' diye tefsir etmiş ve iki par­mağı ile kulaklarını tıkayarak «dikkat edin, o cima'dır» demiştir. Bundan maada âyet-i kerîmenin ter­kibi ve üslûbu da mülâmeseden muradın cima' olduğunu iktiza eyler. Çünkü Teâlâ hazretleri teyemmümü icab eden halleri sayarken helâlden gelmeyi hades-i asgar denilen abdestsizliğe, mülameseyi de hades-i ekber denilen cünüblüğe tenbih' için zikretmiştir. Binâenaleyh âyetteki :

kaydı, güsül âyetindeki ([213]) «eğer cünüb İseniz tertemiz yıkanın» emrinin karşılığıdır. Eğer «mulamese» el ile dokunmak danasına alınırsa, o zaman toprağın cünübliiğü giderme hususunda suyun yereni tutması mânâsız kalır. Ve âyetin baş tarafına da muhalif olur. Hanefiyyenin kitaplarında bu bâbda tafsilât vardır.[214]

           

77/65- «Ebû Hüreyre radıydUahü anft'den rivayet edilmiştir. Demiş­tir ki: Jlesûlüllah sallallahü aleyhi ye sellem:

— Biriniz karnında bir şey hisseder de bir şey çıkıp çıkmadığında şüpheye düşerse bir ses işitmedikçe veya koku duymadıkça sakın mescidden çıkmasın; buyurdular.»[215]

 

Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

Abdestin bozulması için yellenmenin sesini işitmek veya kokusunu duymak şart değildir. Maksad yüzde yüz bilmesidir. Bu hadîs-i şerif Islâmın temellerinden bir temel, fıkıh kaidelerinden büyük bir kaide­dir. Bu kaideye istishdb derler.

İstİshâb = Bir şeyin hilâfına delil olmadıkça bulunduğu hal üzere kalmasıdır.

Bu kaide Meceîle-i Ahkâm-ı Adliyyenin kavaid-i külliyesi ara­sında beşinci maddede: «Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır» şeklinde ifade olunmuştur. İstishabm nevileri vardır. Bun­lar Mecelle-i Ahkâm-% Adliyyenin «1683, 1776, 1777» nci maddele­rinde gösterilmiştir. Binâenaleyh bir kimse yüzde yüz" abdestli ol­duğunu bildiği halde abdestinin bozulduğundan şüpheye düşerse, yakînen bilmedikçe bu şüphe ona zarar vermez. Nitekim hadîs-i şe-rîfde bu cihet hissen hasıl olacak ses ve kokuya ta'lik edilmiştir. Bunların zikredilmesi temsil içindir. Yoksa mezi ve vedî gibi abdes-ti bozan sair şeylerde de hüküm böyledir. Bu mânâda babın sonunda İbni Abbas hadîsi gelecektir. Hadîs-i şerîf namazda olanlara ve olma­yanlara âmm ve şâmildir. Cumhur-u Ulemâ'mn kavli de budur. Malikî-ler bu bâbda namaz içinde olan ile olmayan arasında fark görürler.[216]

 

78/66- «Talk b. Ali'den[217] rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bir adam namazda zekerimi tuttum dese. Yahut bir adam namazda zekerini tut­sa ona abdsst lâzım olurmu? dedi. Peygamber saUallahil aleyhi ve sellem :

— Hayır. O ancak senden bir parçadır; buyurdular.»[218]

Bu hadîsi «Beşler» tahrîc etmişler; İbni Hibbân sahîhlemiştir. İbnü'l Medini[219]: «Büsre hadîsinden daha güzel» demiştir.

Yukardaki hadîs-i şerifi İmam-ı Ahmed b. Hanbel (164—241) ile Dâre Kutra (306—385) de rivayet etmişlerdir. Tahâvî (238—321) bunun hakkında: isnadı müstakimdir. Muzdarip değildir» diyor. Taberânl (260—360) ile İbni Hazm (384—456) onu sahîhlemişler; İmam-ı Şafiî {150 — 204), Ebû Hatim (195 — 277), Ebû Zür'a (— 375) Dâre Kutnî (305—385) Beyhakî (384—458) ve îbnü'l Cevzî (508—597] ise zaîf bul­muşlardır. Hadîs-i şerîf, zekere dokunmanın abdesti bozmayacağına de­lildir ki, asıl olan da budur. Hanefîler ile Ashâb-ı Kiramdan Hazreti Ali Kerremallahü veçhenin mezhebi de budur. Zekere dokunmanın abdesti bozacağına Ashâb-ı Kiramdan ve Tabiînden bir cemaat kail ol­muşlardır. İmam-ı Şafiî (150 — 204) ile İmam Ahmed b. HaribeVm  mezhebi budur. Eunlar aşağıdaki hadîs ile istidlal ederler.[220]

 

79/67- «Büsre binti Safvân radıyattahü anhâ'ûan rivayet edilmiş­tir ki: ResûlüHah salîaîîahü aleyhi ve sellem:

— Kim zekerine dokunursa abdest alsın; buyurmuşlar­dır.»[221]

 

Bu hadîsi, Beşler.tahrîc etmişler, Tirmîzî ile İbnî Hibbân sahîhle­miştir. Buharı : «Bu hadîs bu bâbda en sahîh şeydir» demiştir.

Hadîsi îmam-ı Şafiî, Ahmed b. Hanbel, îbnü Hüzeyme (223—311), Hakim (321—405) ve İbnü'l-Carûd da tahrîc etmişlerdir. Dâre Kutnî (306—385) bu hadîs hakkında: «Sahîh sabittir» demiştir. Yahya b. Maîn (—233), Beyhakî (384—458) ve Hâzimî (548—584) dahi sahîhlemişler-dir. Hadîse dokunmak isteyenler olmuş; ve: «Bunu Urve, Mervân'dan yahut meçhul bîr adamdan rivayet etmiştir» demişler ise de bu iddia doğru değildir. Urve'nin bu hadîsi «Büsre»'den işittiği sabit olmuş; ve hadîs imamlarından İbni Huzeyme (223—311) ve şâire Urve'nin «£wsre»'den işittiğine cezmetmişlerdir. Yine bu hadîse bir başka yoldan dokunmak istemişler; demişler ki: «Hadîsin ravîlerinden Hişâm b. Urve her ne kadar bu hadîsi babasından rivayet ediyorsa da, baba­sından işitmemiştir. Bu iddia dahi doğru değildir. Urve'nin babasından işittiği sabit olmuştur. Bu suretle itiraz mündefi' olmuş ve hadîs sahîhlenmiştir.

Zekere dokunmak abdesti bozar diyenler bu hadîs' ile istidlal eder­ler. Buradaki zekere dokunmaktan murad çıplak dokunmaktır. Zira İbni Hibbân (—354) sahihinde Ebû Hüreyre'den şu hadîsi tahrîc etmiş­tir :

«Biriniz elini avret mahalline götürür de arada bir perde veya örtü bulunmazsa, o kimseye muhakkak abdest va-Cİb olur.» Bu hadîsi Hâkim (321—405) ile İbni Abdüberr (368—463) sahîhlemişlerdir. Îbnü's-Seken (294—353) : «Bu hadîs bu bâbda riva­yet edilenlerin en güzelidir» diyor. Şâfilere göre zeker, elin içi ile tu­tulursa abdest bozulur. Elin dış tarafı ile dokunulursa bozulmaz. Fakat Muhakkikİn-i   Ulemâ  Şafiîler'in  bu sözüne itiraz  ederler. Derler  ki   :

Lügâfta, vusul yani ulaşmak demektir. Bunda elin içi ile dişmnm bir farkı' yoktur. İbni Hazm (384 — 456) : «Şafiîler'in id­dialarını isbat edecek Kitabdan, Sünnetten, icma' veya kıyasdan yahut sahîh bir re'yden hiçbir delil yoktur» der. Büsre hadîslerini onyedi sa­habenin rivayet ettiği hadîsler de te'yid eder ki, bunlardan bir tanesi bizzat Talk b. Ali'nin hadîsidir. Hazreti Talk'ın rivayet ettiği adem-i nakz hadîsi yukarda «6» sıra rakamı ile geçti. Zekere dokunmak ab­desti bozar diyenler bu hadîsi te'vil ederler ve «o İslâmiyyetin başında idi; binâenaleyh ondan çok sonraki «Büsre» hadîsi ile neshedilmişdir» derler.

(Nesh) : Sonra gelen bir şer'i fer'i hükmün kendinden evvel ge­len kendi gibi bir hüküm hilâfına delâlet ederek onu kaldırmasıdır. Mamafih neshe gitmekten ise tercihe müracaat etmek evlâdır. Ve Büsre hadîsi tercih olunur. Çünkü" hadîs imamlarından onu sahîhliyen çok olduğu gibi şehidleri de çoktur. Sonra Hazreti Büsre bu hadîsi muhacir, ve ensarm çok bulunduğu yerde tahdis ve rivayet etmiş; inkâr eden bulunmamışdır. Hattâ Hazreti Urve bile kendi rivayetinden Büsre'nin rivayetine dönmüştür:y..Mamafih Hazreti İbni Ömer vefatına kadar ze­kerini her meshettikçe abdest almağa devam etmiştir. BeylıaM (384— 458} diyor ki: «Büsre» hadîsini Talk hadîsi üzerine tercih için Buharı (194—2S6) ile Müslim'in (204—261) onu tahrîc etmemeleri ve ravîlerin-den hiç biri ile ihticac[222] etmemiş olmaları kâfidir. Halbuki «Büsre» hadîsinin bütün râvileri ile ihticâc etmişlerdir». Bir de Talk hadîsinin râvilerinden Kays b. Talk bazı hadîs imamları tarafından hüccet olarak kabul edilmemiştir. îmam-ı Malık (93—179) yukarda geçen iki hadîsin birbirine muarız olmasına bakarak zekere dokunmaktan abdestin vücu-buna kail olamamış; fakat menduptur demiştir.[223]

 

80/68- «Âişe radıyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir ki: Resûlüüah sallaîlahü aleyhi ve sellem :

— Kime namazda kusmak veya burun kanaması, yahud boğazından bir şey gelme veya mezi isabet ederse, hemen gitsin abdest alsın. Sonra o halde konuşmayarak namazının üzerine bina[224] etsin; buyurmuşlardır.»[225]

 

Bu hadîsi, İbni Mâce tahrîc etmiştir. Ahmed ve başkaları bunu zâîf bulmuşlardır.                        .                          

Zaîf bulmalarının sebebi Resulü Ekrem (S.A.V.)'e ref edilmesinin yanlış olmasıdır. îmam-ı Tirmizî (200—279) bu hadîsi Hazreti Ebiid-Derdâ'dan şu lâfızla rivayet etmiştir:

Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) «Kustu ve'abdest aidi.» Tirmizî di­yor ki: Peygamber (S.A.V.)'in ashabından olsun, Tabiîn ve sâireden olsun birçok ili mehli kusmanın ve burun kanamasının abdesti boza­cağına kaildir. Süfyan-ı Sevrî (95—161), lbnü'l Mübarek (—181) ve îmam-ı Ahmed'in mezhebleri de budur.

Büsre binti Safvan b. Nevfel Kureyşiyye'dir. Resulü Ekrem (S.A. V.)'e biat edenlerdendir. Kendisinden Abdullah b. Ömer ve sair râviler hadîs rivayet etmişlerdir.

Sahîh olan bu hadîs merfu değil, mürseldir. îmam-ı Ahmed (164—241) ile Beyhakî (384—458) bu hadîs hakkında: «doğru olan mür-sel oluşudur» demişlerdir. Mürseli hüccet kabul edenler, hadîsde zikre­dilen şeylerin abdesti bozduğuna kail olmuştur. Kusmuğun abdesti bozması Hanefîyyenin mezhebidir.. Yalnız kusmuğun mideden çıkma­sını şart koştular. Çünkü mideden gelmeyene kusmuk denilmez. Bir de olsa başka yerde mukayyet olarak gelmiştir. Meselâ; Ammâr ha­dîsinde böyledir. Şafiîler'le Mâlİkîler'e göre kusmak abdesti bozmaz, çünkü bu Hazreti Âişe hadîsi merfu' olarak sabit olmamıştır. Asıl olan abdestin bozul mama sidir. Bu kaide ancak kuvvetli bir delil ile terk edilebilir.                                            .

Ruâf : Burun kanamasıdır. Abdesti bozup bozmaması ihtilaflıdır. Hanefîler'e göre bozar. Bozar diyenler bu hadîsle istidlal ederler. Boz­maz diyenler hükm-ü asli ile amel ederler.

Necaset yollarının birinden gayrı bedenin her hangi bir yerinden çıkan kanın hükmü ilerde Enes hadîsinde gelecektir.

Kafese gelince: Kales mide bozukluğundan kusacağı kalkarak bo­ğaza bir şey gelmektir, kusmak değildir. Ve ekser ulemâya göre abdes­ti bozmaz; zira bozacağına delil yoktur .Mezi hakkında yukarıda söz geçti. Ve bilittifak abdesti bozar idiği görüldü. Namazın üzerine bina mes'elesi de ihtilaflıdır. Hanefîler'le Malîkiler'e ve Şafiî'nin eski kav­line göre abdesti ve namazı bozulmaz. Bilâkis bozacak bir şey yapma­mak ve konuşmamak şartı ile namazdan çıkar, abdest ahr ve o nama­zın üzerine bina eder. Nitekim bu hadîsde bu cihete işaret vardır. Ye­ni kavlinde Şafiî ile bir cemaata göre hades, namazı bozar. Bunların delili ilerde gelecek olan Talk b. Ali hadîsidir. O hadîsde :

«Bîriniz namazda yellenirse hemen gitsin abdest alsın ve namazı yeniden kilsin» Duyurulmaktadır.[226]

 

81/69- «Câbir b. Semura[227] radıyallahü anhâ'dan rivayet edilmiş­tir ki, bir adam Peygamber sallollahü aleyhi ve.sellemJe koyun eti ye-mekden abdesi alayım mı diye sormuş; Resûl-ü Ekrem: «İstersen» demiş. O adam, deve etinden abdest alayım mı diye sormuş (evet) buyurmuşlardır.»[228]

 

Bu hadîsi, Müslim tahrîc etmiştir.

Hadîsin benzerini Ebû Dâvud (202—275) Tirmizî (200—279), îbni Mâce (207—275) ve başkaları Berâ' b. Âzîb'den rivayet etmişlerdir. Berâ' hadîsi sudur:

«Dedi ki: Resûlüllah (S.A.V.): «Deve etlerinden abdest alın; ko­yun etlerinden abdest almayın» buyurdular. îbni Huzeyme (223—311). «Bu hadîsi nakledenler âdil olduğu için nakil cihetinden bu haberin sahih olduğunda hadîs âlimleri arasında bir ihtilâf görmedim» der. Yukarki hadîslerin ikisi de deve etinin abdesti bozduğuna delildir. Nitekim İmam-ı Ahmed b. Hanbel (164—241) ile Îbnü'l-Münzir (—236) ve İbni Huzeyme (223—311)'nin mezhebi bu olduğu gibi, BeyhaH (384—458) de bunu ihtiyar etmiş ve bu kavli mutlak olarak hadîs ule­mâsından hikâye eylemiştir. Imam-ı Şafiî'den: «Deve etleri hakkındaki hadîs sahîh ise ona kail olurum» dediği rivayet olunur. Beyhakî: «Bu bâbda sahîh iki hadîs vardır. Biri «Câbir» hadîsi, diğeri «Berâ' hadîsi» diyor. Ashâb-i Kiram ile tabiîn hazâratmdan bir cemaat, Ebû Hanîfe (8D—150) ve bir rivayete göre Şafiî (150—204) koyun ve deve eti yeme­nin abdesti bozmadığına kail olmuşlardır. Bunlara göre, bu iki hadîs, ya Dörtlerin tahrîc ettiği şu hadîsle neshedilmiştir:

«Muhakkak ki, Rssûlüllah (S.A.V.)'in son emri ateşin temas ettiği şey­den abdest lâzım gelmemesidir.» Bu hadîsi, Hazretî Câbir'den îbni Hibban (—354) de rivayet eder. îmam-ı Nevevl (631—676) : «Nesh da­vası batıldır. Çünkü bu son hadîs âmm, öteki hâss'dır. Hâss ânımdan ileridir» diyor. Ancak NevevVnm bu sözü mutlak surette yani hâss evvel olsun, sonra olsun âmm üzerine takdim ediliyorsa, doğrudur. Fakat mes'ele Usül-ü Fıkıh ulemâsı arasında ihtilaflıdır.

Yahut abdestten murad temizliktir ki, kir ve pasdan dolayı elleri yıkamaktan ibarettir. Nitekim sütten dolayı abdest alma mes'elesinde emrolunmuş ve sütün yağı vardır buyurulmuştu. Süt hakkında vârid olan süt içildikten sonra ağzın çalkalanmağıdır.

Bazıları deve eti yedikten sonra abdest almak için vârid olan emir, «vücup için değil, istihâb içindir.» derlerse de bu iddia hılâf-ı zahir­dir.

Koyun eti bilittifak abdesti bozmaz deniliyorsa da «Şerhü's-Sünne» nâm kitapta ateşte pişen her şeyi yemekten abdest almanın vâcib ol­duğu hikâye edilir. Halife Ömer b. Abdilazîz şeker yese abdest alırmış.[229]

 

82/70- «Ebû Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edi'miştir. De­miştir ki: Resûlüllah sallalîahü aleyhi ve seîlem :                      

— Kim Ölü yıkarsa yıkansın, onu taşıyan da abdest alsın; buyurdular.»[230]

 

Bu hadîsi, Ahmed, Nesâî ve Tirmizî tahrîc etmiştir. Tirmizî bunu hasen görmüş, Ahmed ise: «Bu bâbda hiçbir şey sahîh olmuyor» demiş­tir.

Çünkü îmam-ı Ahmed (164—241) bu hadîsi zaîf bir tarikden tah­rîc etmiştir. Fakat Tirmizî hasen bulmuş, îbni Hibban (—354) ise sahîhlemiştir. Zira kuvvetli tariklerden gelmiştir. Maverdi {—450} hadîsçilerin bu hadîsi «120» tarikten tahrîc ettiklerini söyler. îmam-ı Ahmed: «Bu hadis Beyhakî'nin (384—458) rivayet ettiği İbni Abbas hadîsi ile nesholunmuştur» diyor. O hadîsde Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Şöyle buyurmaktadır:               

«Size ölünüzü yıkadığınız zaman, yıkamaktan dolayı gusül yoktur. Çünkü sizin ölünüz temiz Ölür. Pis değil­dir. Binâenaleyh ellerinizi yıkayıvermek size yeter.» Lâkin bu hadîsi Beyhakî zaîf görmüş ve Ebû Şeybe'ye yüklenmiştir. Musannif merhum tla BeyhakVye çatarak, Ebû Şeybe'mn itimada şayan olduğunu beyân etmiştir. Çünkü Ebû Şeyhe ile Nesâî (—215 303) bile ihticac etmiş, birçok imamlar kendisini şayân-ı itimad saymış ve ondan bir derece üstün olanlarla Buharı (194—256) ihticac etmiştir. Binâenaleyh Musannif bu hadîse «hasendir» der. Sonra bu hadîsle Ebû Hüreyre hamsindeki emrin aralarım bulmağa çalışarak: «Bu emir ne-dib içindir». Nedib için olduğuna karine yukarıki İfoni Abbas hadîsi ile Abdullah b. Ahmed'in (—417) tahrîc ettiği Abdullah b. Ömer hadîsidir. Bu hadîsde :

«Biz ölü yıkıyorduk; müteakiben kimimiz yıkanıyor, kimimiz yıkanmı­yorduk»- Duyuruluyor. Musannif bunun için «isnadı sahihtir» diyor. Bu bâbdaki hadîslerin arasını bulmağa yarayan en güzel hadîs budur. «Cenazeyi taşıyan abdest alsın» emrine gelince: Böyle bir şe­yin vacib olması şöyle dursun, mendub olduğuna kail olan bile yok­tur. Maamafih madem ki hadîs-i şerîfde vardır; amel olunabilir. Ha-dîsdeki «abdest alma» emri elleri yıkamakla tefsir olunur. Çünkü temiz bir "şeyi taşımak abdesti değil, elleri yıkamayı bile icap etmez. Şu halde elleri yıkamak teabbüdi olarak menduptur. Cenazeyi taşımak­tan maksad da.onu cesedinden tutarak kaldırmakdır. Zira hadîsde «temiz ölür» buyuruluyor. Bu söze münasip olan bedeninden tutarak götürmektir.[231]

 

83/71- «Abdullah b. Ebî Bekir[232] radıydllahü anh'den rivayet edil­miştir ki: Resûlüîlah sallallahü aleyhi ve seUem'ın Amr b. Hazm'e[233] yazdığı nâmede,  «Kur'ana temiz olan kimseden başkasının el sürmemesi vardır.»[234]

 

Bu hadîsi, Mâlik mürsel olarak rivayet etmiştir. Nesâî ile İbni Hibban vasletmişlerdir. Hadîs ma'luldur.

(Hadîs-i malul: Bak: Kitabın başındaki ıstılâhat cetvelinde, (shf, Z) Musannifin bu hadîsle ma'lul demesi Süleyman b. Davud'un rivaye­tinden dolayıdır. İbni Hazm'm (384—456) beyânına göre Süleyman bil-ittifak metruktür. Fakat Musannif bu Süleyman hakkında vehme kapılmış; onu Süleyman b. Dâvud el-Yemânl zannetmiştir. Halbu­ki bu Süleyman, Süleyman b. Dâvud el - Hûlânî'dir. Ve sikadır (mu­temettir). Hakkında bir çok hadîs hafızları sitayişlerde bulunmuştur, bilittifak zaîf sayılan Süleyman Yemânî'dir.

Amr b. Hazm'in nâmesini nâs kabul ile telâkki etmişlerdir. Hattâ İbni Abdilberr (368 — 463) «bu, nâsın kabulü ile mütevatire benzedi» diyor. Yakup b. Süfyan «bu nâmeden daha sahîh bir nâme bilmiyo­rum; çünkü Resûlüllahm ashabı ile tabiîn hep buna müracaat edip,  kendi re'ylerinİ terk ediyorlar.»'demiştir. Hâkim (321—405): Ömer b. Abdilaziz ile asrının mamı Zührî (—124) «bu nâmenin sahîh olduğu­na şehadet ettiler» der. Bu bâbÖa Hâkîm b. Hizam hadîsi de vardır. Bu hadîsde:

«Kur'ana ancak temiz olan el sürer» buyurulmaktadir. Hâkim hadîsinin isnadında söz olsa da yine bu bâbda Heysemî (—374)'nin «Mecmeu'z-Zevâid» adlı eserinde Abdullah b. Ömer (R. A.)'den şu hadîs rivayet olunmaktadır:

«ResûlüIIah sdllaîlahü aleyhi ve sellem: «Kur'ana temiz olandan başkası el süremez» buyurdular. Heysemî «bu hadîsin bütün ri­cali itimada şayandır» demiş; ve iki tane şahidi olduğunu söyle­miştir. San'ânî diyor ki: Şimdi yalnız den ne kasdedildiği meselesi kalıyor. Zira bu kelime müşterektir. Hem hades-i ekber'-den, hem hades-i asgar'dan temizlenene ıtlak olunabileceği, mü'mine de, vücudunda necaset olmayan kâfire de ıtlak edilebilir. Binâenaleyh bir manâya hamledebilmek için karine lâzımdır,

([235]) «ona ancak temizlenmiş olanlar ei sürer» âyet-i kerîmesinde makûl olan zamirin kitabı meknuna raci olmasıdır, denilmiştir. Hanetîler'e göre Kur'an Abdestsiz ele alınmaz.[236]

 

84/72- «Âişe radıydllahü anhâ'dan rivayet edümiştir. Demiştir kî: ResûlüIIah sdllaUahü aleyhi ve sellem Allah'ı vakitlerinin hepsinde zikrediyordu.»[237]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiş;  Buharî ta'Iîk eylemiştir.

Hadîs-i şerîf bir aslı takrir etmektedir. Bu asıl her hal-ü şanda Allah'ı zikretmektir. Zikir hususunda hadîs âmmdır. Binâenaleyh cünüb iken Kur'an-okumak bile bu umuma dahil olmak icab ederse de cünüb meselesi güsül babında görülecek olan Hazreti Alî (R. A.) hadîsile tah­sis olunmuştur. Bu hadîs kaza-i hacet ve münasebet-i cinsiyye halleri ile de tahsis olunmuştur. Şu halde «bütün zamanlarında» tabirinden murad ekserisinde demek olur. Musannif merhumun bu hadîsi buraya ge­tirmesi, abdesti bozan şeylerin zikrullaha da mani olacağı zannedilmemssi içindir.[238]

 

85/73- «Enes radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem kan aldırmış ve namaz kılmıştır; abdest almamıştır.»[239]

 

Bu hadîsi, Dâre Kutnî tahrîc etmiş ve gevşek bulmuştur.

Yani: «Bu hadîs leyyindir» demiştir. Çünkü isnadında Salih b, Mu-kâfif vardır ki, bu zât kavî değildir. Onu Nevevî (631—676) dahi zaîfler faslında zikretmiştir.

Hadîs vücudun necaset yollarından gayri bir yerinden çıkan kanın abdesti bozmadığına delildir. Bu bâbda Ibni Ömer, İbni Abbas ve İbnî Ebi Evfâ hazârâtmdan hadîsler vardır. Ve hepsi abdesti bozmayacağı­nı ifade ederler. Ulemâ bu meselede ihtilâf etmişlerdir. Bazıları: Dam-Iıyarak akarsa, yahut arpa tanesi miktarı olup akarsa bozar; demiş­ler. Şafiiler'le Malikîler'e ve Ashâb-i Kiramdan ve Tabiînden bir ce­maata göre necaset yolları haricinde bedenden çıkan kan abdesti boz­maz. Bunların delilleri Enes hadîsidir. Bir de Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) :

«Sesle kokudan başka hiç bir şeyden abdest lâzım gelmez» buyurmuş­lardır ki, buda onlara delil olabilir. Hanefîler'e göre vücuddan çıkan kan akar hükmüne girdi mi, abdesti bozar. Hattâ îmam-% Züfer (110—150)'e göre akmayacak kadar az da olsa yine bozar. Hanetîyyenîn-delili: Dâre Kutnî"{206—385)'nin tahrîc ettiği:

«Abdest her akar kandan dolayı lâzım olur» hadîsidir.[240]

 

86/74- «Muaviye radıyallahü anh'den rivayet edilmişdir, Demişdir kî: Resûlâllah salîaîlahü aleyhi ve sellem;

— Göz kıçın bağıdır. Gözler uyudumu bağ çözülür; buyurdular.»[241]

 

Bu hadîsi : Ahmed ve Taberanî rivayet etmişlerdir. Taberani «Kim uyursa abdest alsın» cümlesini ziyâde etmişdir. Bu hadîs­teki bu ziyâde Ebû Davud'daki Ali (K.V.) hadîsinde «Bağ ÇÖZÜlÜr» tâbiri olmaksızındır. Her iki isnâdda da zaaf vardır.

Ebu Davud'un, Ibni Abbas (R. Anhümâ)'dan merfu olarak zikret­tiği rivayetinde «Abdest ancak yatarak uyuyana lâzımdır.» cümlesi vardır. Hadîsin isnadında yine zaaf vardır.

Muaviye ve Ali (R.'A.) rivayetleri zayıfdır. Çünkü Muaviye hadîsi­nin isnadında: Ebû Bekir b. Meryem'den rivayet eden Bakiyye vardır. Bakiyye cidden zaîftir. Hazretİ Ali hadîsinde yine Bakiyye vardır. Yal-niz bu sefer Vadîn b. Ata'dan rivayet eder. îbni Ebî Hatim (—320) der­ki: «Bu iki hadîsi babama sordum: Kavi değildirler» dedi. îmam-% Ah­med (164—241 )'e göre Hazreti A!i hadîsi Muaviye hadîsinden daha sa­bittir. Bu hadîsi Münzîri(—656), Nevevî (631—676) ve îbni Salâh (577—643). «Hasen» olarak kabul etmişlerdir.

Her iki hadîs uykunun bizzat abdesti bozmadığına,, yalnız, bozma şüphesi uyandırdığına delâlet etmektedirler. Binâenaleyh bu kavle za-hip olanların delilidirler. Bu hususta söz yukarda bu babın birinci ha­dîsinde geçmiştir. Tertip daha güzel olmak için musannif bu hadîsi de orada- zikretse daha iyi olurdu. Ibni Abbas rivayeti de zayıfdır.

Çünkü Ebû Dâvud (202—275) bu hadîsin münker olduğunu söyle­miş ve ne suretle münker olduğunu açıklamıştır. Hadîsde, edatı ile yapılmış kasır vardır. Binâenaleyh abdesti yalnız yatarak uyuyanın uykusu bozar. Dalarak bile olsa başka uyku bozmaz. Bu rivayetle yu-karıkiler birbirine muarız görülürse de araları bulunur: Ve bu hadîs ağleb-i halı yani ekseriyetle vuku bulan hali tasvir ediyor. Çünkü uyu­yan kimse ekseriyetle yan üstü yatarak uyur. Binâenaleyh muâraza yoktur; denilir.[242]

 

89/75- «İbni Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir ki, Resûfüllah saîlallahü aleyhi ve seUem :

— Şeytan sizden birinize namazında gelir de dübürü-ne üfürür. Bu sebeble ona abdesti bozdu gibi gelir. Hal­buki bozulmamıştır. Böyle bir şey başına geldimi bir ses işitmedikçe veya bir koku duymadıkça namazdan çık­masın; buyurdular.»[243]

 

Bu hadîsi, Bezzâr[244] tahrîc etmiştir. Aslı Buharı ile Müslim'deki Abdullah b. Zeyd hadîsidir. Müslim'de Ebû Hüreyre'den benzeri var­dır.

Hadîsin mânâsını.ifade eden başka hadîs geride geçti. Hadîs; şey­tanın kullar üzerine en şerefli ibadette bile musallat kılınacağının sâri tarafından ilâmıdır. Maamafih onlara bir zarar veremiyeceği ve temiz­lik hükmünün ancak ilm-i yakîn ile zail olacağı da hadîsin delâleti cüm­le sindendir.        

«Hâkim'in Ebû Said'den merfu' olarak rivayet ettiği hadîs: «Bîri­nize şeytan gelir de sen muhakkak abdesti bozdun derse, yalan söyledin desin;» şeklindedir.

Bu hadîsi, İbni Hibbân: «Kendi kendine desin» lafzıyla tahrîc etmiştir.

Hâkim'in hadîsi, «Yalan söyledin» sözünden sonra :

«Ancak bir koku duyar veya kulağı ile bir ses işitirse o başka» cümlesi­nin ilâvesi ite de rivayet edilmiştir.

Bu hadîslerin ifade ettiği mânâlar geride geçmişti. Musannif mer­hum bu rivayetlerin hepsini bir araya getirerek geride geçen Ebû Hü-reyre hadîsine katsa tertib itibarı ile çok iyi olurdu.

Bu hadîsler, şeytanın âdem oğullarının ibadetini ve bilhassa nama­zını ve ona müteallik şeyleri ifsat etmeye ne derece hırslı olduğunu gös­termektedir. Şeytanın âdemoğluna ekseriyetle şüphe vermek suretiyle sokulduğu da bu hadîslerin ifadesi cümlesindendir. Bundan anlaşilıyor-ki, temizlik meselesinde müvesvis olanlar şeytanın emrine uyanlardır.[245]

 

Kaza-yı  Hacet Babı

 

Kaza-yı hacet, büyük ve küçük abdest    bozmaktan kinayedir.   Bu tâbir Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in :

«Biriniz haceti için oturdukta»    hadîsinden alınmadır. Buna hadîsçiler «Babu't-Tahalî» derler ki, bu da:

«Biriniz helaya girdiği vakit» hadîsinden alınmadır. Daha başka tâbir­ler de vardır. Ve hepsi sahihtir.[246]

 

93/76- «Enes b. Mâlik radıyaMahü anh'den rivayet edilmîşdîr. De-mişdir kî: Resûlüllah sattaZlahü aleyhi ve seltem, helaya girdiği vakit yüzüğünü bırakıyordu.»[247]

 

Bu hadîsi, Dörtler tahrîc etmişdir. Hadîs, Ma'lûl'dur. Ma'lûl olma­sının sebebi Îbni Cüreyc'in Zührî'den (—124) rivayet etmesidir. Çün­kü îbni Cüreyc Zührî'den değil, Ziyâd bin Sâd'd&n o da Zührî'den işitmişdir. Yoksa ravîleri mazbuttur. Lâkin bu hadîs, Zührî'den. bu lâfızla rivayet edilmemişdir. Ondan rivayet olunan lâfız şudur:

«Resûl-ü Ekrem salîaîîahü aleyhi ve sellem gümüşden bir yüzük edin­di, sonra onu atdı.» «îbni Cüreyc'in Zührî'den işittiğini vehmeden ra-vî Hemmâm'dır. Nitekim Ebû Dâvud (202—275) de aynı şey'i söy­lemektedir. Hemmâm sika'd&n bir zâttır. Burada nasılsa vehmet-mişdir. Bu hadîs hem Merfû hem Mevkuf olarak başka tarîklerle Hazret! Enes'den rivayet olunmuşdur. İmam-ı Beyhakî (384—458]f buna şâhid rivayet etmişdir. Hâkim (321—405) bu hadîsi, şu lâfızlarla riva­yet eder :

«Resûlül'ah (S.A.V.) nakşı Muhammedürresûlüllah olan bir yüzük ta­kındı. Helaya girdiği vakit onu çıkarıyordu.»

Hadîs-i şerif helanın uzakta olmasına- delildir. Buna delâlet eden tarafı «hela» sözüdür. Çünkü hela: Hâlî ve boş yer demektir. Aşağıda dört rakamıyla işaret ettiğimiz Muğîre hadîsinde bu mânâ daha açık görülecektir.

Ebû Dâvud'ds. (202—275) bu mânâda şöyle bir hadîs vardır:

«Kaza-yı hacet murad ettiği zaman kendisini kimsenin göremiyeceği bir yere gider idî.»[248] Yine bu hadîsde, üzerinde zikruMah yazılı şeyle­rin kaza-yı hacet zamanı terkedilmesine de'âlet vardır. Bazılarına göre zaruret yokken Mushafı helaya sokmak haram'dır. Hanefîlerle1 Şafiîlere göre mekruh'dur. Üstünde başında zikrullah yazılı bir şey olduğunu unu­tan kimse kaza-yı hacet ederken hatırlarsa onu ağzında veya cep gibi bir yerinde saklar; diyorlar. Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in fiili mey­dandadır. Bunu, üzerinde zikrullah yazılı şey'i pis yerlerden korumak için yapmışdır. Binâenaleyh, mendûb olduğuna delâlet eder. Helaya giderken çıkarmak yalnız yüzüğe mahsus değildir. Üzerinde Âyet di­ğer zikrullah.yazılı hamili gibi şeyler'de aynı hükümdedir.[249]

 

94/77- «Enes radıyaMahü anh'den rivayet edilmişdir. Demişdir ki: Resûlüllah salîattahü aleyhi ve seUem helaya gireceği vakit: Allah'ım, erkek ve dişi şeytanlardan Sana sığınırım» der idi.[250]

 

Bu hadîsi, Yediler tahrîc etmişlerdir.

Said b. Mansur hadîsinde: der idiği rivayet edil­mişdir. Musannif merhum «Fethu'l-Bârî-» de: Bu hadîsi «El-Ma'me-rı-» de rivayet etmiş, onun isnadı Müslim'in şartına göredir. O riva­yete «Besmele» ziyâde edilmiş; Besmele'yi başka yerde görmedim.»

diyor. Hadîs-i Şerifin ibaresi seklinde olduğuna göre bu kısma mânâ verirken «Girdiği vakit» demek lâzım gelirse de helaya girdikten sonra dua okumayacağı için; «Girmek istediği vakit» diye şerh edilmiştir. Filvaki hu hadîs Buharî'deki Enes hadîsinde anlattığı­mız şekilde açıklanmıştır. Enes Hazretleri diyor ki :

«Resûlüllah (S.A.V.)  helaya girmek istediği vakit...»

Bu hüküm, kaza-yı hacet için hazırlanmış helalar hakkında böyle­dir. Karinede duhûl'dur. Zira kaza-yı hacet için hazırlanmayan ovalar hakkında girmek tâbiri kullanılmaz. Vakıa hadîs bahçelikler hakkında vârid olmuş; oralara da şeytanların gelirdiği beyân olunmuş ise de kaza-yı hacet için hazırlanmayan yerlerde bu zikir meşrudur. Böyle yerlerde zikir kaza-yı hacet için elbiseyi kaldırırken; hazır helalarda ise heJâya girmeden söylenir. Enes hadîsinin zahirine bakılırsa Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bu, zikri aşikâr söylüyormuş. Binâenaleyh aşikâr söy­lemek daha iyidir.[251]

 

95/78- «Enes radıyaMahü anh'den rivayet edilmiştir. Demişdir ki: Resûlüllah saUaîlahü aleyhi ve settem helaya giriyor; ben ve benîm gibi» bir çocuk bir su tulumu ile değnek taşıyorduk; o su ile taharetleni­yordu.[252]

 

Hadîs, Müttefekun A'eyh'dir.

Buradaki «hela» sözünden murad ovadır. Zira su ile beraber bir de değnek götürülüyor. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) abdest aldığı zaman kır'da bu değneği kıblesine dikerek ona doğru namaz kılıyordu. Yahud üzeri­ne elbisesini asarak onunla örtünüyordu. Yahud başka ihtiyaçları hu­susunda ondan istifade ediyordu. Şu da var ki, evinde olsa Resûl-ü Ek­rem'in hizmetini ehli ve ailesi efradı görürlerdi.

Hazreti Enes'in yanındaki çocuğun kim olduğu ihtilaflıdır. Bazıla­rına göre İbni Mes'ûd (R. A.)'Ğır. Kendisine çocuk denmesi mecaz'dır. Fakat hadîsde geçen «Benim gibi» sözü bu ihtimâli uzaklaşdırıyor. Çün­kü İbni Mes'ûd büyük idi;Enes yaşda değildi. Maamafih «Benîm gibi» tâbirinden o da benim gibi Hazreti Peygambere hizmet ediyordu mânâsı kasdedilebilir. Filvaki İbni Mes'ûd Hazretleri Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'-dsn ayrılmaz, onun ayakkablanyla misvâkini taşırdı. Bazıları bu ço­cuk Hazreti Ebû Hüreyre (R. A.) idi diyor. Bazılarınca da çocuk Câbir b. Abdullah (R. A.) idi.

Hadîs-i Şerîf, küçük çocuğun hizmette kullanılabileceğine ve su ile taharetlenmenin cevazına delildir. İmam-ı Mâlik'in Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in su ile taharetlendiğini kabul etmediği rivayet olunur. Hal­buki hadîsler bu hakikati isbat etmektedir. Binâenaleyh Mâlik'in inkârı­na bakılmaz. Bazılarına göre hadîs su ile taharetlenmenin taşla taharet-lenmekden daha makbul olduğuna da delâlet eder. Çünkü daha makbul olmasa çocuklar vasıtasıyla ovaya su taşımağa lüzum kalmazdı. Ule--mânın ekserisine göre efdal olan hem su ile, hem taşla taharetlenmek­tir. Şâyed birisi ile iktifa ederse su ile taharetlenmek efdaldir. Maama-fîh namaz kılacaksa mss'ele ihtilaflıdır. Taşla taharet kâfidir diyenler su lâzım değil diyor. Değildir diyenler su ile taharet de lâzımdır diyor.

Su ile taharetlenmenin âdâbınd&n biri de, iş bittikten sonra elini toprakla silmektir. Nitekim Ebû Davud'un (202—275) tahrîc ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde şöyte deniliyor :

«Resûlüllah (S.A.V.) helaya gittiği vakit ben bir ibrik veya bir tuîum su gelİrirdim. Bundan taharetlenir; sonra elini yere silerdi. «Nesâi (215—303) dahi Csrİr'den şu hadîsi tahrîc efmişdir:

«Ben Peygamber {S.A.V.) ile beraber İdim. Helaya gltfl kaza-yt hacet ettikten sonra: «Yâ Cerîr temizleyecek şey getir;» dedi. Ben kendilerine su getirdim, istinca yaptılar. Cerîr eliyle göstererek elini yere oğuşturdu.» Bu hadîsin benzeri Gusül Babında gelecektir.[253]

 

96/79- «Muğîre b. Şu'be'den rivayet edilmişdİr. Demişdîr kî: Re-sûlüllah salîaîlahü aleyhi ve sellem: «Al tulumu; dedi ve yürü­dü.» Tâ gözümden kayıp oluncaya kadar gitti ve kaza-yı hacet etdî.»[254]

 

Hadîs, Müttefekun A!eyh'dir.

Bu hadîs-i şerîf kaza-yı hacet ederken gizlenmeğe delildir. Fakat gizlenmek vacib değildir. Çünkü delili fiildir. Peygamber (S.A.V.)'in sözle beyân etmeden bir şey'i fiilen yapması vücûb ifâde etmez. Lâkin setr-i avret delilleri ile yine de örtünmek vacib olur. Imam-ı Ahmed (164—241), Ebû Dâvud ve İbni Mâce (207—275)'nin Ebû Hüreyre'den tahrîc ettikleri şu hadîs'de örtünme emri vardır:

«Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) : «Kim helaya giderse örtünsün. Şa­yet örtünmek için bir kum tepeciğinden başka bir şey bu­lamazsa onu arkasına alsın.» Çünkü şeytan Benî Âdem'­in dübürlerUle oynar. Kim yaparsa muhakkak ki iyi eder; kim yapmazsa beis yok» buyurdular. Binâenaleyh bu ha­dîs örtünmenin müstehab olduğuna delildir. Lâkin dikkat edilirse. anla­şılır ki; bu örtünme insanlardan korunmak için değil, helaya mahşus-dur.* Lâkin örtünmeye sebeb olarak şeytanin oynaması gösteriliyor. Şu halde insan olmayan bir ovada bile bulunsa bir şeyle 'örtünmek müstaha'b olur. Hattâbî (—388) diyor ki; «Bunun manâsı şudur: Bu yerlere şeytan gelir ve fesat çıkarmak, eziyet vermek için fırsat arar. Çünkü bu yerler.zikrullah'm terk edildiği, avret mahallerinin açıldığı yer­lerdir. Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in: «Bu bahçeler konak yeri­dir» buyurmasının manâsı da budur. Binâenaleyh kaza-yı hacet es­nasında mümkün mertebe Örtünerek görünmeğe çalışmayı emretti. Tâ ki örtünmüyor diye nâsın tenkidine mâruz kalmasın. Bir de rüzgâr­dan üzerine sidik ve kazurat sıçramasın. Bütün bunlar Şeytanın onun mak'adı'yla oynamasından ve ona eza ve fesat kasdetmesînden ileri gelir.»[255]

 

97/80- «Ebû Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. De-mişdir kî:  Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— İki lâ'netçiden: Nâsın yoluna, yahut gölgesine ha­cet edenden sakının; buyurdular.»[256]

 

Hadîsi, Müslim rivayet etmişdir.

Müslim'in bir rivayetinde :

«Ashâb, bu-lâ'netçiler kimdir: Yâ Resûlallah dediler?» ziyâdesi vardır. Hadîsdeki iki lâ'netçiden murad : Âlemin yoluna veya gölgesine ka­za-yı hacet etmekdir. Bu iki fiil başkalarının lâ'net okumasına sebebdir. Yâni bunları yapanlara soğmek ve lâ'net etmek insanların -âdetle-rindendir. Lâ'neti sanki bu fiiler yapıyormuş gibi onlara nisbet etmek Edebiyat tâbiri ile Mecâz-ı Aklî'dir. Bazan «Lâane» sîgası «Mel'un» mânâsına da kullanılır. Bu takdirde yine ifâdede Mecâz-ı Aklî vardır. Âlemin geçtiği yola kaza-yı hacet etmek geçenlere eziyet verir. Çünkü pis pis kokar. İğrençlik verir. Bu suretle lâ'net okumağa sebeb olur. Eğer o kimseye bu fiilinden dolayı lâ'net etmek caiz ise kendisine lâ'net ve beddua ettirmeğe kendisi sebeb oldu demektir. Değil ise başkasını lâ'net sebebiyle günaha sokdu demektir. Acaba burada bu iki ihtimâl­den hangisi kasdedilmiştir? Burada maksad birinci ihtimâldir. Çünkü Taberânî (260—360)'nin «El - Kebîr» inde tahrîc ettiği Huzeyfe b. Esed hadîüi buna delâlet ediyor. Hafız Münzîrî {—656)'nin isnadını beğen­diği bu hadîsde' şöyle buyurulmaktadır:

«Resûl-ü Ekrem salîaUahü aleyhi vesellem : «Kim müslümanlara yollarında eziyyet verirse onun aleyhine müslümanların lâ'neti vâcib olur.» buyurdular. Bu mânâda başka hadîsler de var­dır. Bu hadîsler bu fiili yapanın lâ'nete müstahak olduğuna delâlet eder­ler. Hadîsimizdeki gölgeden maksad; insanların oturup istirahat ettiği gölgedir. Yoksa işe yaramayan gölge değildir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kaza-yı hacet için bir hurmalık altına oturmuşdu. Şüphesiz ki, onun da gölgesi vardır. îmam-ı Ahmed'in hadîsinde :

«Yahuî ksrtdisiyle gölgelenilen gölge» deniliyor ki, bu da lâ'nete müs­tahak olduğuna delâlet eder.[257]

 

97/80- «Ebû Dâvud Muâz   r<tdtyalîahü anh'den:  «Su başlan» sözünü ziyâde etti. Ebû Davud'un lâfzı :

«Üç lâ'net yerinden, su başlarına, yol ortasına ve göl­geye kaza-yı hacet etmekden sakının.» seklindedir.[258]

 

97/80- «Ahmedin   İbnî Abbas'dan rivayetinde: «Yahut  SU  biri­kintisine» ziyâdesi vardır.» ([259])

 

Hadîs'in tamamı İmam-ı Ahmed'in (164—241) rivayetinde şöyledir:

«Üç lâ'net yerinden sakının: Hanginizin kendisüe gölge­lenilen bir gölgeye veya yola, yahut su birikintisine def-i hacet İçin oturmaktan sakınsın» buyurdular. Bu hadîslerin iki­sinde de za'af vardır.

Ebû Dâvud hadîsinin zaifliği Mürsel olduğundandır. Bunu biz-zad Ebû Dâvud söylenüşdir. Bu hadîsi Ebu Said Hımyer' rivayet et-mişdir. Fakat bu 2ât Hazreti Muâz'a yetişme mi şdir. Binâenaleyh Mün-katı'dır. Bu tarikden onu İbni Mâce (207—275) de tahrîc etmişdir.

îmam-ı Ahmed hadîsinin zaifliği ise ravîleri arasında İbni Le-hîa'nın bulunmasındandır. İbni Abbas'dan rivayet eden zât da miibhemdir.[260]

 

97/80- «Tabaranî»[261] yemiş ağaçlarının altına ve akan ırmak kenarına kaza-yı hacet yasağını İbni Ömer hadîsinden zaîf bir senedle tahrîc etdi.

Bu hadîsin zaîf olmasına sebeb, ravîleri arasında metruk ravî bu­lunmasıdır. Bu Metruk ravî Furad b. Sdib'dir. Musannif merhumun «Telhis» adlı eserinde zikri geçer. Buraya kadar zikri geçen ya­sak yerler altıdır. Bunlar: Yol ortası, gölge, su başları, su birikintileri, yemiş ağaçlarının altı, ve ırmak kenarlarıdır. Bir yedincisi de Mescİd kapılarına bevl efmekdir. Bunu Ebû Dâvud (202 — 275) Merasilinde Mekhûîden §u lâfızlarla rivayet eder :

«Resûlüllah (S.A.V.) mescidlerin kapılarına bevl etmekden nehy etdi.»[262]

 

101/81- «Câbir radıyallahü aııh'den rivayet edilmişdir. Demişdir ki: Resû'üllah sallallahü aleyhi ve sellem :

— İki kişi büyük abdest bozarlarsa her biri arkada­şından gizlensin ve konuşmasınlar. Çünkü Allah bundan dolay'ı. buğz eder; buyurdular.»[263]

 

Bu hadîsi, Ahmed rivayet etmiş; İbnü's- Seken[264] ile İbnü'l - Kat­tan[265] sahîhlemişlerdir.Hadîs, Ma'lûl'dür. Hadîsdeki örtünme emri vücûb içindir. Makt: buğzım en şiddetlisi-dir. Hadîsin Ma'lûl olmasına sebeb: Ebû Davud'un beyânına göre Müs-ned olarak rivayet edilmemesidir. Bu hadîsi müsned olarak yalnız İkri-me b. Ammâr rivayet etmişdir. Bu zâtla Müslim (204—261) sahihinde ihticâc etmişdir. Bazı hadîs hafızları İkrime'nin Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet ettiği bu hadîsi zaîf bulmuşlardır. Halbuki Müslim Gnun Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet ettiği hadîsi tahrîc etmişdir. Buharı (194—256) dahi Yahya'dan rivayet ettiği hadîsle istişhadda buhmmuşdur. Ka-za-yı hacet ederken konuşmakdan nehy hadîsini Ebû Dâvud (202—275) Î6ni Mâce (207—275) ve îbni Hüzeyme (223—311) de «Sahîh» inde Ebû Said'den rivayet etmişdir. Şu kadar var ki, hepsi bunu İyâd b. Hilâl'den yahut Hilâl b. İyâd'dan rivayet etmişlerdir. Bu zât hakkında Hafız Münzirî: «Kendisini ne cerh ne de adaletle tanırım; o.meçhul­ler meyanmdadır.» der.

Bu hadîs avret mahallini örtmenin vücûbuna; kaza-i hacet eder­ken konuşmanın memnu olduğuna delildir. Nehiyde asıl olan tahrim-dir. Bilhassa hadîs-i şerîfde konuşmanın Allah'ın maktı yârîi şiddetli buğzu ile tâlil edilmesi tahrimi daha fazla açıklamak içindir. Fakat «El - Bahr» da konuşmanın bî'l - İcmâ haram olmadığı iddia edilmiş­dir; nehiy kerahet içindir» deniliyor.

Filvaki Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) vâcib olan selâm almayı bile ka-za-yı hacet esnasında terk etmişdir. Buharî'den maada sahîh sahihle­rinin İbni Ömer (R. A.)'den tahrîc ettikleri bir hadîs-i şerîfde şöyle buyurulmaktadır:

«Bir adam  Resûl-ü  Ekrem  (S.A.V.)   bevl ederken  onun  yamdan  geçdî ve selâm verdî,  Resûl-ü Ekrem  (S.A-V.)  onun  selâmını  almadı.»[266]

 

102/82- «Ebu Katâde radıyallahü anh'den rivayet edilmişdir. De-mîşdir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Sakın biriniz bevl ederken zekirini şağ eliyle tutmasın, heladan (sonra) sağ eliyle silinmesin; su içerken kabın içine solumasın; buyurdular.»[267]

 

Hadîs;  MüHefekun Aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir.

Bu hadîs'de, bevl ederken zekeri sağ el ile tutmanın ve keza, kaza-yı hacetten sonra sağ eli ile silinmenin, su içerken kabın içine solu­manın memnu olduğuna delildir. Bevl ettikden sonra sağ eliyle silinme­nin de aynı hükümde olduğu ağaşıda gelecek. Selmân hadîsinde görüle­cektir. Hadîs-i şerifin zahiri mucebince tahrime kail olanlar Zâhiriyye'-dir. Şâfiîyye'den bazılarının da istinca (taharetlenmek) mes'elesinde re'yi budur. Cumhur-u Ulemâya göre ise hadîsdeki nehiy tahrim için değil, tenzih içindir. Buharı (194—256) bu bâbda :

«Sağ el ile istinca'dan nehiy babı» adını vermişdir.

Musannif merhum «Fethu'l-Bari-» de bu hususda şunları yazı­yor: «Babu'n-Nehy demesi buradaki nehyin tahrim için mi yoksa tenzih için mi olduğunu kestiremediğindendir. Yahut bu nehyin tah­rim için olmasına mâni karine kendisine zahir olmadığındandır.

Yukarıda zikrettiğimiz hüküm, su veya taş gibi bir şeyle taharet-lenildiğine göredir. Bunun aksi yâni doğrudan doğruya eliyle silmesi bil'iemâ harâm'dır. Bu da sağ elin şerefine tenbih ve onu pisliklerden korunmak içindir. Su içerken kab'ın içine solumaktan nehyin sebebi[268] başkaları iğrenmesin, yahut suyun içine ağzından veya burnundan bir şey düşerek başkasının midesini bulandırmasın diyedir.

Bu nehyin zahiri de tahrim icap ederse de Cumhur-u Ulemâ bunu âdaba hamletmişlerdir.[269]

 

103/83- Selman[270] radıyallahü anh'den rivayet edilmişdir. Demiş-dir ki: Muhakkak Resûlullah saîîaUahü aleyhi ve seîlem bizi büyük ve­ya küçük abdest bozarken kıbleye dönmekden, yahuf sağ el ile taharetlenmekden veya üç faşdan daha az ile taharetlenmekden yahuf kazurat ve kemikfe taharetlenmekten nehy etti.»[271]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmişdir.

İstînca; büyük abdest bozduktan sonra pisliği su veya taşlarla gi­dermek yâni taharetlenmektir.

Hadîs-i şerif de kıbleye yâni Kabe'ye dönmekten nehiy vardır. Kıb­leden muradın Kabe olduğunu bundan sonra gelen Ebu Eyyûb hadîsinin şu cümlesi açıklar:

«Kabe'ye doğru yapılmış bir takım helalar bulduk. Artık yan dönüyor ve Allah/dan ma'flret diliyorduk.» Kıbleye önünü dönmekden; nehy vârid olduğu gibi ona arkasını dönmekden de yâriddir. Nitekim Müslim'in (204—261) Ebu Hüreyre (R. A./den Merfû olarak rivayet ettiği şu hadîsde beyân edilmişdir:

«Biriniz kaza-yı hacet için oturdukta kıbleye ne Önünü dönsün, ne de arkasını». Bu mânâda başka- hadîsler de vardır. Ulemâ burada nehyin tahrim için olup olmadığında ihtilâf etmişler ve binnetice beş kavi meydana gelmişdir:

1— Buradaki nehy tenzih içindir. Ve mes'elede ova ile şehrin farkı yoktur. Kıbleye önünü veya arkısına dönmek mekruhdur. Bütün <mehy» hadîsleri Hazreti Câbİr hadîsi karînesiyle kerahete habledilir. Ahmed hin Hanbel (164—241), îbni Hibban (—354) vesâirenin tahrîc ettiği bu hadîsde :                           

«Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in vefatından bir yıl önce kıbleye karşı otur­duğunu gördüm» denilmektedir. Bu mânâda Buharı ile Müslim'in itti-faken rivayet ettikleri İbni Ömer hadisi de vardır. Mezkûr hadîste Ab-duÜah b. Ömer (R,A.) Peygamber (S.A.V.)'i önünü Beyt-i Mukaddes, arkasını da Kabe'ye dönmüş olarak kaza-yı hacet ederken gördüğünü söyler.

2— Ovada ve ş&hirde önünü veya arkasını Kıble'ye dönmek haram­dır. Çünkü hadîslerde nehyediliyor. Tenzihe karine teşkil eden hadîsler: «Özürden dolayı dönmüştür.» diye te'vil edilir. Bir de bu hadîsler Re-sûlullah'ın fiilini hikâye eder. Fiilinin ise umumu yoktur.

3— Ovada ve şehirde kıbleye Öjıünü veya arkasını dönmek mübah-dır. Çünkü nehy hadisleri ibâha hadîsleriyle nesh edilmişdir.

4— Ovada kıbleye karşı dönmek veya kıbleyi arkasına almak ha­ramdır. Fekat şehirde değildir. Çünkü ibâha bildiren hadîsler şehirler hakkında vârid olmuşdur. Binâenaleyh oraya hamîolunur. Nehy hadîs­leri ise umumîdir. Şehirler Resûlullah (S.A.V.)'irı fiiliyle tahsis olun-muşdur. Ovalar tahrim hükmü üzere kalırlar. Filvaki' Abdullah b. Ömer (R.A.): «Bundan ancak ovada nehy olundu. Seninle kıble arasında se­ni Örten bir şey varsa beis yokdur.» demişdir.    Bunu Ebû  Dâvud (202 —' 275) ve şâire rivayet ederler. Bu dördüncü kavi akla enyakın olanıdır. Çünkü bununla amel edilirse nehiy ve ibâha hadislerinin hepsi ile amel edilmiş oluyor.

5— Kâbeye önünü dönmekle arkasını dönmek arasında fark var­dır. Gerek büyük ve gerekse Küçük abdest bozarken kjbleye önünü dön­mek haramdır. Fakat arkasını dönmek caizdir. Bu kavi merduddur. Çünkü nehiy ikisine de müsavi olarak şâmildir.

Şâ'bî (26—1D4)'ye göre ovada kıbleyç dönmekden men' edilmesinin sebebi, orasının namaz kılandan hâli kalmamasmdandır. Zira kırlarda ya insan, ya melek veyahut cinnîlerden namaz kılanlar eksik olmaz. Olabilir gözü kaza-yı hacet edenin avret mahalline ilişir. §â'bî'ye İbni Ömer hadîsiyle Ebû Hüreyre hadîsinin ihtilâfları sorulmuş. İbni Ömer hadîsinde, Resûlüllah (S.A.V.)'i kıbleye arkasını dönerek kaza-yı hacet ettiğini gördüğü ifade ediliyor; Ebû Hüreyre hadîsinde ise bundan men-ettiği bildiriliyor, Buna ne dersin? demişler: «İkisi de. doğru!.. Ebu Hü-reyre'nin kavli ova hakkındadır. Çünkü Allah-'ın melek ve cin kulları orada namaz kılarlar; onlara karşı hiç bir kimse ne büyük abdest boz­malı, ne de.küçük abdest. Onlara arka da dönmemeli. Etrafınıza ge­lince: Bunlar bina edilmiş evlerdir. Bunlarda kıble aranmaz.» demiş-dir. Burada söz Kabe'ye mahsus ise de hükümde Beyf-i Mukaddes de Kabe'ye mülhakdır. Çünkü, Ebû Dâvud'vm. rivayet ettiği şu hadîsde onun da zikri gelmektedir:

«Resûlüllah (S.A.V.) büyük veya küçük abdest bozarken iki kıbleye karşı durmakdan nehyetfî.» bu hadîs, zaîf dir. Ay ile Güneş'e karşı dur­manın mekruh olduğuna kail olmak daha da zaîf'dir. Çünkü bundan sonra gelen 12 inci hadîsde doğuya batıya dönmek emir buyruluyor.

Sadedinde bulunduğumuz hadîs-i şerif üç taşdan daha azıyla taha­ret caiz olmadığına da delildir. Bu taşların nasıl kullanılacağı ibni Ab-bas (R. A.) hadîsinde beyân olunmuşdur. îki taşla dübürün iki kenarı, biri ile de necasetin çıktığı yer silinecekdir. Taşla istincâ hususunda ulemâ arasında ihtilâf vardır. Şâfiîler'e göre istincâ yapacak kimse taş ile su kullanmak arasında muhayyerdîr. Hangisini yapsa kifayet eder. Yalnız taş ile taharetlenirse pislik bir defada temizlenmiş bile olsa üç defa silmek lâzımdır. Maamafih değildir diyenler de olmuşdur. Üç taş­la pislik temizlenmezse daha fazlasını kullanır; lâkin taşların tek ol­ması mendub'dur. Taşların ön ve arka için üçerden altı aded olması müstehab'dır. Fakat Şâfiîyye'nin bu sözüne karşı: Hadîslerde taşların altı olacağına- delâlet yokdur denilebilir. Hanefîlere göre taşlarla taharetlenmede mesnun bir sayı yokdur. İstincâ su, taş ve taş yerini tuta­cak, toprak tuğla gibi temiz şeylerle olur. Zahirîlere göre ise yalnız taş­la taharetlenmek vâcibdir.

Bunlar hadîsin zahiri, ile istidlal ederler. Kendilerine : Hadîslerde hep taşın zikir edilmesi ekseriyetle o kullanıldığı içindir. Bunun böyle olduğuna delil kazuratla veya kemikle istincâdan menetmesidir. Eğer taşla taharet taayyün etse idi, o zaman Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bir sözle taşdan gayri her şeyle istincâyı menederdi; şeklinde cevab veril-mîşdir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kömürle, kemik ve hayvan tersiyle is­tincâdan da menetmiştir. Kömürle tezek hakkındaki hadîsi Ebû Dâvud (202—275) şu lâfızla rivayet ediyor :

Cînnîler demişler ki: «Ümmetine emret hayvan tezeği veya kömür par­çasıyla istincâ etmesinler. Çünkü Allah Teâlâ bize onlarda rızık halketBunun üzerine, Resûlüllah Efendimiz bunları nehyetmişdir. Kemi­ğin cinlerin azığı olduğunuft Müslim'in (204—261) tahrîc ettiği İbni Mas'ûd hadîsinden okuyalım:

«Resûlüllah   (S.A.V.)   kendilerine  cinler  yiyecek   mes'elesinî   sorduklarr

zaman buyurdular ki: «Üzerine Allah'ın adı anılan her bol et­li kemik size azık ve her hayvan tersi de hayvanlarınıza yem olsun.» «Hayvan tersini bir hadîs-i şerîfde rics yâni necis diye vasıflandırması buna münâfi ve mâni değildir. Zira bir şey bir cok illetlerle ta'lil edilebilir. Hem necis hem de cinlerin hayvanlarına yem olmasına da bir mâni yokdur.

Ay ile Güneş'e ,karşı kaza-yı hacete durmanın memnu olmadığına aşağıdaki hadîs delâlet eder.[272]

 

103/83- «Yediler'in Ebû Eyyub[273] radiyaîlahü anh'den rivayet et-dikleri hadîsde:

«Büyük veya küçük abdest bozarken kıbleye önünü­zü veya arkanızı dönmeyin, lâkin   doğuya   veya   batıya dönün» cümlesi vardır kî. Ayla Güneş'e  karşı abdest bozulabileceği babında açıkdır.[274]

 

Bu hadîs, merfû'dur, baştarafi şöyledir:

«Abdest bozmağa gittiğinizde., iiâ âhir...»   Sonunda Hazreii HâMd'in kedi £Özü vardır. Ve şöyle dernektedir-

«Şam'a geldik. Orada Kabe'ye doğru bina edilmiş bir takım helalar bul­duk...» Bu hadîsin alt tarafı yukarıda «11» inci hadîsde geçti.[275]

 

105/85- «Âişe raâiyaüaKü arihâ'dan rivayet edilmişdir ki; Peygam­ber sdllallahü aleyhi ve settem:

— Kim büyük   abdest   bozmağa   giderse   Örtünsün; "buyurmuşdur.»[276]

 

Bu hadîsi, Ebu Dâvud rivayet etmişdir.

«Es' Sünen» de bunu Ebu Hüreyre (R. A./a nisbet edilmiştir. «Ef Telhis» de dahi Ebu Hüreyre'ye nisbet edilmiş ve bunun medarı Ebu Saidi'l - Hayrâni'l - Humsî'dir; denilmiştir. Bu zât hakkında ihti­lâf vardır. Bazılarınca Sahâbîdir. Fakat bu idda sahih değildir. Ondan rivayet eden de ihtilaflıdır.

Bu hadîs dahi emsali gibi helada örtünmenin vücûbuna delâlet edi­yor. Hattâ bir kısmını yukarıda bilmünasebe zikretmişdik. Hadîsin tamamı, «Es' Sünende» Ebu Hüreyre (R. Â.^'den    şu lâfızlarla rivayet edilmişdir:

«Resûlüllah  (S.A.V.)  şöyle  buyurmuşlardır : «Kim SÜrmelenİrse, tek yapsın. Kim yaparsa muhakkak iyi eder. Yapmayana bir şey yok. Kim taşlarla taharetlenirse tek yapsın. Kim yaparsa muhakkak" iyi eder; yapmayana bir şey yok. Kim bir şey yerse, dişlerinin arasında kalanı atsın. Diliy­le çiğnediğini yutsun. Kim yaparsa muhakkak iyi eder. Yapmayana bir şey yok. Kim büyük abdest bozmağa gi­derse, Örtünsün. Eğer bir kum tepeciğinden başka bir şey bulamazsa onunla örtünsün. Zira Şeytan Âdem oğul­larının makatları ile oynar. Kim yaparsa iyi eder. Kim yapmazsa bir şey yok.»

îşte Ebu Davud'un (202—275) Ebu Hüreyre (R. A./den tahrîc et­tiği hadîs.budur. Onun burada Haireti Âİşe'den rivayeti yokdur. Sonra buradaki hadîs zaîftir.. Binâenaleyh Musanmfa gereken bunu Hazreti Ebu Hüreyre'ye nisbet etmek ve zaîf olduğunu belirtmektir. Nitekim âdeti de bu idi. Her halde «Fethü'l - Bârı» de isnadı için «Hasen» de­diğinden burada zaîf olduğuna işaret etmemişdir.

«BZ - Bedru'l - Münir» nâmındaki eserde; «Bu hadîs sahihtir. Bu­nu bir cemaat sahîhlemiştir. Sahîhleyenlerden bazıları; îbni Bibban (—354), Hâkim (321—405) ve Nevevî (631—676)'dır.» deniliyor.[277]

 

106/85- «Yine ondan rivayet edilmiştir ki; Peygamber sallallahil aleyhi ve sellem he'âdan çıktığı zamanki '.it    der idi.»[278]

 

Bu hadîsi, Beşler tahrîc etmiş, Ebu Hâtîm ile Hâkim sahîhlemişlerdir.

Hadîsde geçen «çıktığı» tâbiri her ne kadar bir yerden çıkmayı ha­tıra getiriyorsa da, maksat umumîdir. İsterse ovada olsun.

Resûl-ü Ekrem'in istiğfarı bazılarına göre kaza-yı hacet ânında . zikredemediği içindir. Çünkü şâir zamanlarının hepsinde Allah'ı zikre­diyordu. Bu halde iken zikredememesini kendisine bir kusur sayarak istiğfar ile onu tedârik etmiştir. Bazıları : «îstiğrafının mânâsı Allah'ın nimetlerine şükürden âciz olduğu içindir. Çünkü Allah-u Zü!-Ce!âİ ken­disini doyurdu; yediğini hazmettirdi. Sonra fazlaların çıkmasını kolay­laştırdı. Bunun karşısında Resûl-ü Ekrerr.(S.Â.V.) kendisini şükürden âciz gördü ve istiğfara şitâb eyîedi.» diyorlar ki, bu daha münasibdir ve Hazreti Enes hadîsine de uygundur. Enes hadîsi şudur: «Resûlüllah (S.A.V.) heladan çıktıktan sonra :

«Benden ezayı giderip, bana afiyet yeren Allah'a hamdolsun; der idi.» Bu hadîsi, İbni Mâce (207—275) rivayet etmişdir. Haz­reti Nûh Aleyhisselâm'm heladan çıktıktan sonra Allah'a şükrederken:

«Benden ezayı gideren Allah'a hamdolsun. Dilese onu bende hapsederdi;» dediği rivayet olunur. Hazreti Nuh'u Resû!-ü Ekrem (S.A.V.): «Şükür edici bir kul İdi.» diye tavsif buyurmuş­tu.

Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in istiğfarı her iki husus içinde daha taşka bizim bilmediğimiz hususat için de olabilir. Bu bâbda Hazreti Enes (R. A.)'dcn şu hadîsi şerif rivayet edilmiştir:

«Evvelinde de âhirinde de bana   ihsan   eyleyen  Allah'a hamdolsun; der idi.» Yine bu bâbda İbni Ömer'den şu hadîs rivayet olunmuştur:

«Resûl-ü   Ekrem   (S.A.V.)   heladan  ç:ktıkîa:   «Bana yediğimin   lezzetini taddıran, bende kuvvetini bırakıp, ezasını gideren Allah'a hamdoîsun; der id'-» Fakat bunların bütün isnadları zaîf-dir. Ebu Hât!m: (195—277): «Bu bâbda en sahîh hadîs Hazreti Âişe ha-dîsidİr der. Maamafih böyle yerlerde hadîsin mutlaka sahîh olması şart değildir. Binâenaleyh yukarıdaki hadîslerde zikri geçen zikirlerin hepsini söylemekte hiçbir beis yoktur.[279]

 

107/86- «İbni Mesûd'dan[280] rivayet edilmiştir. Demişdir kî: Pey­gamber suttöMalıv aleyhi ve sellem helaya gitti. Bana da kendisine üç taş getirmemi emretti. Ben iki taş buldum. Üçüncüyü bulamadım. Ve kendiîerine bir tezek getirdim. Taşlan aldı. Tezeği attı. Ve: Muhak­kak ki O necîstir; buyurdular.»[281]

 

Eu hadîsi Buharı tahrîc etmiştir. Ahmed İle Dâre Kutru: «Bana başkasını getir» cümlesini ziyâde ettiler.

Hadîs; îmam-ı Şafiî (150—204), îmam-ı Ahmed b. Hanbeî (164— 241) vesâir hadîs imamlarının delilidir. Bu zevat istincâ taşlarının üçten az olmamasını ve temizlemesine dikkat edilmesini şart koştu­lar. Fakat üç ile matlub hasıl olmazsa temizleyinceye kadar ziyâde edilip dediler. Buna yukarıda işaret etmiştik. Taşların tek adet ol­ması da vâcib değildir. Hattâbî (—388) diyor ki: «Maksad sadece temizlemek olsa, sayının şart oluşu fâideden hâli kalırdı. Sayı Iaf-zen şart, temizleme de manen malûm olunca hadîs-i şerif her iki şeyin vâcib olduğuna delâlet eder.» Tahâvî'nin (238—321): «Üç şart olsa, Resûlülahm üçüncüye de ister idi.» demesine mukabil ise: «Evet istedi» diye cevap verilir. Nitekim hadîsimizin fmam-ı Ahmed ve Dâre Kutnî (306—385) rivayetinde vardır. Musannif «Fethü'l -Bari» de ricalinin sikât (mutemet) olduğunu söyler. Maamafih bu ziyâde sabit olmamış olsa bile Tahâvî'ye yine cevap verilebilir. De­nilir ki; Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ilk emriyle üç taş istemişti. Bununla iktifa etti. Tezeği atınca, İbni Mesûd (R.A.) anladı ki, emre imtisalı tam olmamış; üçüncü taşı getirmek lâzım. Sonra bu üç taş necaset yol­larının birisi içindir. Diğeri için de ayrıca üç taş lâzımdır. Binâenaleyh mecmuu altı taş olur. Bu hususta îmam-ı Ahmed'in Müsnedin'de bir hadis de vardır. Ancak mes'ele yine de bir garabet azretmektedir. Çün­kü, ResûlüÜah (S.A.V.) birçok defalar üç taş istediği halde hiç bir de­fa altı taş istediği duyulmamıştır. Altı taşı şart koşanlar Ahmed b. Hanbel (164—241)'in tahrîc ettiği hadîs île istidlal ediyor. Fakat bu ha­dîsin sıhhat derecesi ^ bizce malûm değildir. Üç taşla istincâyı emreden hadîsler tetkik edilirse görülür ki, bunlar hep «dübürü» temizlemek için vârid olmuştur. Bevilden temizlenmek için bunlarda deüT-yoktur. Asıl olan burada yani bevilde taşları bir adet ile takdir etmemektir. Matlûb kaç tanesi ile hâsıl olursa o kadar kullanılır.[282]

 

108/87- «Ebû Hüreyre radiyaJlahü anh'den rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Şüphesiz Rosûlüllah saUallahü aleyhi ve sellem kemikle ve­ya tezekle istincâ etmekten nehyetti ve:

— Bunlar hakikaten temizlemezler; buyurdu.»[283]

 

Bu hadîsi, Dâre Kutnî rivayet etmiş ve sahîhlemîştir.

Hadisi bu lâfız ile îbni Huzeyme (223—311); buna yakın bir lâfızla da Buharı tabrîc etmişlerdir.  Buharî'de şu ziyâde vardır:

«Ebu Hüreyre Resûl-ü Ekrem sözünü bitirdikten sonra bu kemikle te­zeğe ne oluyor? demiş. Resûlüllah (S.A.V.): «Bunlar cinlerin yi-yeceğidir.» buyurmuştur» Beyhakî (384—458) bu hadîsi uzun olarak Sürteninde tahrîc etmiştir. Bu bâbda Zübeyr, Câbir, Seni b. Hanîf ve sâireden nehiy hadîsleri rivayet edilmiştir. Bunların isnadları söz gö­türse de hepsi birbirini kuvetleşürir, takviye eder. Burada, kemikle tezeğin nehyedilmesinin sebebini temizlememek ve bir de cinnîlerin yi­yeceği olmakla beyân etti. Tezeğin nehyini pis olmakla da talîl buyur­du Resûlüllah (S.A.V.) kemik ile tezeğin cin gıdası olduğunu beyân edin­ce, İbni Mes'ûd (R. A.) şu suali sormuştur:

«Bu onlara ne faide getirir, yâ Resûlallah? dedi. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Onlar bir kemik bulursa onun üzerinde kesildiği günkü etini de bulurlar. Bir tezek bulurlarsa onda yenildiği gün­kü taneyi de bu!urlar;B"yurd"B Bu hadîsi, Ebu Abdillah Hâkim «Eâ - Delâil» nâm eserinde rivayet eder. Yukarıda başka bir hadîs­te gördüğümüz: «Tezeğin cin hayvanlarının yemi olması bittabi bu­na münâfi değildir.»

Hadîste taşla yapılan taharetin yanında su da kullanmağa lüzum olmadığına delâlet vardır. Ancak bu delâlet mefhûm-u muhalifinden anlaşılmaktadır.Yani «kemikle tezek temizlemez» buyurunca başkalarının temizleyeceği anlaşılır. Mefhum-u muhalif; Hanefİyye İmamlarına göre fâsid delillerdendir.[284]

 

109/83- «Ebu Hüreyre radiyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir; demişiir ki: Resûlüllah saîlallahü aleyhi ve sellem:

  Sidikten sakınınız, çünkü kabir azabının umumu ondan olacaktır; buyurdular.»[285]

 

Bu hadîsi, Dâre Kutnî rivayet etmiştir.[286]

 

109/88- «Hâkim'in  Ebu Hüreyre'den rivayetinde:

— Kabir azabının çoğu bevildendir; buyurulmuştur.»[287]

 

Bu­nun isnadı sahîdir.

Hadîs-i şerîf, bevlden uzaklaşmayı emrediyor ve uzaklaşmanın ce­zasının kabirde hemen verileceğini bildiriyor. Filvaki Buharı ve Müs­lim'in ittifakla rivayet ettikleri bir hadîste: Resûlüllah (S.A.V.)'in iki kabrin yanından geçtiği ve kabirlere işaretle, «Bunlara azap olunu­yor» dediği, sonra birinin bevilden korunmadığı için azâb edildiği be­yân edilmektedir. Hadîsin lâfızları çeşitlidir ve hepsi bevilden sakın­mamanın haram olduğunu ifade ediyor.

Fıkıh imamları necasetin giderilmesi hakkında ihtilâf etmişlerdir. jmam-ı Malîk'e (93—179) göre necaseti gidermek farz değildir. §afiî (150—204)'yİ2 ve Hanefîler'e göre afvedilen . miktardan geri kalanını gidermek farzdır. Delilleri, bevilden korunma hadîsidir. Çünkü tu ha-dîsde vaîd yâni tehdit vardır. Tehdit ise ancak farz terk edildikte ta­savvur olunur. Mâliküer tâzib hadîsini te'vil ederek: «Azap görmesine sebep ihtimal ki sidikten hiç korunmadığı için üzerine sidik aktığı halde namaz kılmasıdır. Bu takdirde elbette namazı sahih'olmaz» derler. Fa­kat taşla taharetlenme hadîsleri necasetin giderilmesinin farz olduğuna h delâlet ederler.

Bu hadîs bevlin necis olduğuna delildir. Ve insan bevli hakkında nâsstir. Baziları onu bütün insafı ve.hayvan bevillerine âmm ve şâmil sayarlar.[288]

 

109/88- «Hâkim'in Ebu Hüreyre'den rivayetinde :

«Kabir azabının çoğu bevildendir» buyurulmuştur.[289]

 

Bunun İsnadı sahîhdir.

Musannif burada böyle diyorsa da «Et - Telhis» adil eserinde aynı h^dîs hakkında şunları söylüyor : «Bu hadîsi Ebû Hatim Malûl atîdetti ve merfû olması bâtıldır; dedi. «Yâni TV/us'de bu sözle­rin üzerine bir kelime bile ilâve etmediği halde burada hadîsin sahih olduğuna cezmediyor. Ve bu suretle sözleri birbirini tutmuyor.

Hadîs-i şerîf, yukarıki hadîsin ifâde ettiği «mânâyı ifâde etmektedir. Bevilden korunmamak büyük günah mıdır, küçük günah mıdır? Mes'-elesi ihtilaflıdır. İhtilâfa sebep tâzib hadîsinin muhtelif rivayetleridir. Zira bu rivayetlerin birinde :

«Büyük bir şey hakkında azap edilmiyorlar»   buyuruluyor. Diğerinde ise:

«Bilâkis O çok büyük» deniliyor. Bazılarına göre hadîste geçen : «Büyük bir şey İçin değil» tâbirinden murad: Azap görenlerin itikadmca yahut muhatabların itikad ve âdetince büyük sayılmayan de­mektir. Yoksa Allah indinde büyüktür. Bazılarında mânâ şudur: «Ko­runma meşakkati büyük olmayan bir şey hakkında azâb ediliyorlar. «Hadîs ulemâsından Begavî (426 — 516) bu mânâya cezmen kail olmuş­tur, îbnü DakîkiJl - jyd (625 — 702) dahi bunu tercih eder. Daha başka kaviller de vardır. Şu halde bevilden sakınmamak büyük günahtır.[290]

 

111/89- «Süraka b. Mâlik[291] radiyaîlahü anh'den rivayet edilmiş­tir.Demiştir ki:  Bize Resûliillah sdllallahü aleyhi ve seîlem helada sol ayağımızı dikmemizi Öğretti.»[292]

 

Bu hadîsi, Beyhakî zaîf bir senedle rivayet etmiştir.

Aynı hadîsi Taberâm (260—360) dahi tahrîc eylemiştir. Hâzimî (5-18 — 584): «Bu hadîsin senedinde tanımadığımız kimse var. Bu bâbda başka hadîs de bilmiyoruz; diyor. Sol ayağın üzerine oturulmasının hik­meti: Mide sol tarafta olduğu için çıkacak kazuratın kolay çıkması içindir; diyorlar. Bazılarına göre bundaki hikmet: Sol ayağı üzerine da­yanmak suretiyle şerefli olan sağ ayağın kullanılmasını azaltmaktadır.[293]

 

112/50- «İsa bin Yezdâd radiydllahü anh'dan o da babasından işitmiş olarak rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve selîem :

— Biriniz bevl ettiği zaman zekerini üç defa silksin; buyurdular.»[294]        

                  

Bu hadîsi, İbni Mâce zaîf bir senetle rivayet etmiştir.

Imarn-ı Ahmed (164—241) Müsned'inde, Ebu Dâvud (202 — 275), Merâsîl'inde, El - Ukaylî (—769) «Ed - Duajâs> nâm eserinde, Ebu Nuaym (—403) «El-Ma'rife'de bu hadîsi rivayet ettikleri gibi Beyhakî (384 — 458) ve îbni Gani (295 — 351) de rivayet etmiştir. Ve hepsinin rivayeti İsâ bin Yezdâd'dandır. îbni Maın (—233): «İsa ile babası bilin­miyor» demiştir. Ukaylî; «Bu- hadîste ona tâbi olunmaz. Bu hadîsten başkasıyla da tanınmaz» diyor. Nevevî (631 — 676) Şerhü'l-Mühezzeb» de: «Bunun zaîf olduğuna ittifak ettiler» diyor. Yalnız mânâsı Buharı ile Müslim'deki iki kabir hadîsinde vardır. Bu hadîsi îbni Asâkir (499 — 571) şu lâfızlarla rivayet eder:

«Bevlinden temizlenmiyordu» (istîbra etmezdi; rad; bevli gidermeye var kuvvetiyle çalışmıyordu da sonra yine bevl geliyordu; demektir.

Silkmekteki hikmet: Sidiğin iyice bittiğine kanaat getirmektir zıları kabir hadîsiyle istidlal ederek istibrâyı yâni küçük abdesti duktan sonra kurulamayı vâcib sayarlar.[295]

 

113/91- «İbni Abbas radiyatlahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir ki: Peygamber SttÜallahii aleyhi ve sellem; Kübalılara sordu ve:

«Neden Allah SİZİ ÖğÜyor?» dedi. «Biz taşlarla taharetin ar­kasından suyu kullanırız.» derler.[296]

 

Bu hadîsi, Beziâr zaîf bir senedle rivayet etmiştir. Aslı Ebu Dâvud'dadır. Bunu ibni Hüzeyme Ebu Hüreyre hadîsinden «Taşları» zikretmeksizin sahîhlemiştir.

Bezzâr şöyle diyor: «Bu hadîsi Zührî'den Muhammed b. Abdül-Aziz'den başka birinin rivayet ettiğini bilmiyoruz. Muhammed'dea. de oğlundan başkasının rivayetini bilmiyoruz. Muhammed zaîî hadîsi ondan rivayet eden Abdullah b. Şebib de zaîftir. Hadîsin aslı Süneni Tîrmizî'de Ebu Hüreyre'nin rivayeti ile olup şu lâfızladır;

«Resûl-ü Ekrem S.A.V.) şu (Orada temizlenmeyi sever Adam­lar var) ([297]) âyet-i kerîmesi Kübalılar hakkında nazil ol­du. Su ile istincâ yapıyorlardı ve haklarında bu âyet na­zil oldu»; buyurdular. Münzirî der ki: «Tirmizî gariptir sözünü ilâ­ve etti». Yukarıdaki hadîsi îbni Mâce (207 — 275) dahi tahrîc etmiştir. îmam-ı Nevevî (631 — 676) «Şerhü'l - Mühezzeb-» nâm eserinde şunları yazıyor: «Hadîs tariklerinden malûm olan, Kübalıların su ile taharetlenmeleridir. Su ile taşların arasını cem ettikleri yoktur.» Ibnü'r - Rif'a da bu hususta Nevevî'ye tâbi olarak: «Bu, hadîs kitaplarında bulunmuyor» der. Buna karşı Musannif da diyor ki: Bezzâr'ın rivayeti zaîf de olsa, onların aleyhine delildir. İbnü Dakîki'l - îyd (625 — 702) de «El - İlmân» nâm eserinde bu hadîsi sahîhlemiştir.

Hasıh kelâm: Su ile istincâ, taşla taharetlenmekten evlâ olduğu gibi, su ile taşı. bir arada kullanmak hepsinden evlâdır.'Yalnız Resû-füflah (S.A.V.)'den su ile taşlan beraber kullandığına dair bir hadîs buluns-mamıştır. Kazayı hacet hakkındaki hadîslerin sayısı «21» dir.[298]

 

«Gusül ve Cünübün Hükmü»

 

Gusül: "îğtisâlin yâni yıkanmanın ismidir. Bazılarına göre bu ke­lime ile su kasdedilirse ilk harfi ötre okunur. Masdar kasdedilirse ötre ve üstün okumak caizdir. Bazılarınca masdarase ilk harfi üstün, yıkan­mak mânâsı kasdediliyorsa ötre okunur. Bir kavle göre de.üstün okun­duğu takdirde yıkanmak fiilî; ötre okundukta kendisiyle yıkanılan şey: dir. Esre okunursa, su ile birlikte kullanılan uşnan ve sabun gibi şey­lerdir.

Cünübün hükmünden maksad : Cünüb olan kimseye müteâllik hü­kümlerdir.[299]

 

115/92- «Ebû Saîd-İ Hudrî   radiydlîahü anh'den rivayet edilmiştir Demiştir khResûlülfah saîatlahü aleyhi ve seîlem:

«Su  sudandır.»  buyurdular.»[300]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmişdir. Aslı Buhârî'dedir.

Hadîs-İ Şerifin mânâsı : Gusüf etmek meninin çıkmasından ileri ge­lir, demektir. Yâni hadîsteki birinci su malûm olan sudur. İkinci su ise menî'dir. Buna Bedi' İlminde «Cinâs-ı tam» derler. Iğtîsâl yâni boy ab-destinin hakikati azânm üzerine suyu dökünmektir. Ovunmanın hükmü ihtilaflıdır. İmam-ı Mâlik gibi bazılarına göre farz bazılarına göre de­ğildir. Mes.ele lügat mes'elesidir. Zira Kur'an-ı Kerîm'de vârid olan tâbirler: Abdest azaları hakkında yıkamak, gusül hakkında temizlemek­tir. Yıkamak kelimesinin mânasında oğmak dahil değildir. Çünkü: «Ter yıkadı, yağmur yıkadı» denilir. Binâenaleyh abdestte «oğmak» farz ol­mak için haricî bir delil lâzımdır. Gusülde ise temizlenme mânasına ge­len Tetahhur» tâbiri vârid olmuştur. Bu lâfızda yıkamak mânasından bir'fazlalık vardır ki, bu fazlanın en azı oğmaktır. Çünkü abdestteki yıkama ile gusüîdekinin arasında bir fark olmasa ikisinde ayrı ayrı tâbir kullanılmazdı.Hayz hakkında dahi gusüldeki tâbir kullanılmış buyurulmuştur. Şu kadar var ki aşağıda [«11» ve «12»][301] sayılarda gelecek Hazret-i Âişe ve Meymune hadîs'erinde görüleceği veçhile Resûlüllah (S.A.V.) cünüblüğü izâle için sırf yıkama ve su dö-künme ile iktifa etmiştir. Binâenaleyh keyfiyette ikisi de bir olduğu halde, gusülde «temizleme» abdestde ise «yıkama» tâbirlerini kullan­maktaki nükteyi Allah bilir:

Mesh : Eli bir şeyin üzerinden geçirmektir. Elin geçtiği her yere teması şart değildir. Temas ettiği yere eder etmediğine etmez. Şu hal­de ovalama şart kılınmazsa mesh ile gusül arasında fark kalmaz deni­lemez. Bu hadîsi, Müslim (204 — 261) Itbân.b. Mâlik Kıssasında, zik­reder .Aynı hadîsi Ebû Dâvud (202 — 275) îbnı Hüzeyme (223—311) ve İbni Hibbân (—354) aynı lâfızla rivayet etmişlerdir. Buharı (194— 256) Kıssayı zikretmiş, fakat hadîsi tahrîc etmemiştir. Onun için de Musannif, «aslı JSüTıarî'dedir» dedi. Hadîsin aslı şudur:

«Acele ettirilir veya menînin çıkmasına mani' bir şey zu­hur eder de menî tıkanırsa sana abdest almak lâzım olur.»

Sadedinde bulunduğumuz hadîsin birçok tarikleri vardır. Onu saha­beden: Şbû Eyyübi'l - Ensârî, Rafi b. Hadîc, Itban b. Mâlik, Ebu Hüreyre ve Enes (R. Anhüm) rivayet etmişlerdir. Hadîs-i Şerîf Mefhum-u Hasr denilen san'atla gusülün yalnız menî çıktığı zaman lâzım geleceğine delildir. Burada Mefhum-u Hasr Müsned-ü  İleyh'in tarifle gel­mesinden anlaşılırsa da, Müslim'deki hadîs :

«Su ancak Sudandır» şeklindedir. Yâni Hasr, bizzat Hasr edatı olan ( tel ) ile yapılmıştır. Binâenaleyh zahirîler İltikâ-i Hıtaneyn de-niUn erkek ve kadının avret mahallerinin birbirine kavuşması ile gu-sülüri lâzım gelmiyeceğine kail olmuşlardır. Buharı'de şu hadîs vardır:

Hz. Osman'a karısîle cinsî münasebetle bulunup da menî'sİ çıkmaya­nın hükmü sorulmuş. Namaza abdest aldığı gibi abdest alır ve zekerini yıkar demiş. Hazret! Osman bunu Resûlüllah (S.A.V.)'den işittim de­miştir.»   Hazretİ Ali,  Zübeyr,   Talha,  Übey b. Kaab   ve   Ebû Eyyub (B.An-hüm) de buna kaildirler. Hattâ Ebu Eyyub hazretleri hadîs ola­rak Resûlüllah (S.A.V.)'e ref, etmektedir. Bundan sonra Buharı (194— 256): «Yıkanmak daha ihtiyattır» diyor. Cumhur-u ulemâ bu hadîs için aşağıdaki hadîsle mensuhtur, derler.[302]

 

116/93- «Ebu Hüreyre radtyaUahu anft-Ven rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve sellem:

— Erkek kadının dört şu'besi arasına oturur da son­ra onu yorarsa, muhakkak yıkanmak vâcib olur; buyurdu­lar.»[303]

 

Bu hadîs, Nlüttefekun Aleyh'dir. Müslim; «Menîyİ indirmese de» sözünü ziyâde etmiştir.

Ebû Davud'un (202 — 275) rivayetinde:

«Sünnet mahallini, sünnet mahallîne yapıştırırsa» cümle­si vardır.

Musannif merhumun «Et-Feih» de beyân ettiğine göre Hadîs-i Şerifte geçen «Onu yorarsa» tâbiri cimâ'dan yani cinsî münasebet­ten kinayedir. Dört Şu'be'den maksad; Bazılarına göre kollan ile ba­caklarıdır. Bazılarına göre ayakları ile uylukları; diğer bazılarınca baldırları ile uyluklarıdır. Daha başka diyenler de vardır. Ve bunla­rın hepsi cinsî münasebetten kinayedir.

Bu hadîsi şerifle Cumhur-u Ulemâ yukarda geçen: hadîsinin nesh edildiğine kaildirler. Zira bu hadîs ötekinden sonra vârid olmuştur. Nesh dâvasını   tmam-ı Ahmed b. Hanbel (164—241) ile başkalarının Zühri tankıyla Übey b. Kaab'darî rivayet   ettikleri şu hadîsten anlıyoruz:

«Übey dedi ki: Muhakkak su sudandır dedikleri fetva bir ruhsattır. Re­sûlüllah (S.A.V.) buna İsIâmiyetİn başında ruhsat vermişti. Sonraları yıkanmayı emretti. «Bu hadîsi tbni Hüzeyme (223—331) ile îbni Hib~ bân (—354) sahîhlemişlerdir. İsmâilî: «Bu hadîs Buhar'nin şartı üze­rine sahihtir» der.

Hadîs-i şerîf nesh hususunda açıktır. Zaten nesh olmasa bile bu ha­dîs hadîsine yine tercih olunur. Çünkü bu mantuk, öteki mef­humdur. Usûl-ü fıkıh kâideslnce mantuk mefhum üzerine tercih olunur. Ayet-i Kerîme dahi gusülü îcab hususunda bu mantuku 'desteklemekte­dir. Şöyle ki: Âyet-i Kerîme'de:

([304]) «Eğer cünüp olursanız tertemtzpâklanın» Duyuruluyor. îmam-% Şafiî (150 — 204) diyor ki: «Arap dili cenabet kelimesinin hakikat olarak cin­sî münasebet mânasına gelmesini iktizâ eder;  isterse meni çıkmasın.

Çünkü birisine filanca falan kadından cünüb oldu deseler hemen o ka­dın ile cinsî münasebette bulunduğunu anlar velevki menî inmesin.» Eu suretle sırf «îlâc» in yani içeriye girmenin guslü icab etmesi babın­da Kifabla Sünnef birbirini desteklemiş oluyor.[305]

 

119/94- «Ümmü Seleme radiyallahü anhâ'dan rivayet edildiğine gö­re, Ebû Talhâ'n:n zevcesi Ümmü Süleym: Yâ Resûlaflah, şüphesiz ki Allah hak'dan haya etmez. Kadın ihtilâm olursa ona gusül etmek lâ­zım mı? dedi. Resûlüllah sdüallahü aleyhi ve selîem:

— Evet, menî'yi gördüğü zaman; buyurdular.»[306]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

«Ümmü Süleym Resûlüllah (S.A.V.)'e uykun esnasında erkeğin gör­düğünü gören kadının hükmünü sormuş, Resûl-ü  Ekrem de:  «Bunu gördüğü zaman hemen yıkansın.» buyurmuşlardır.

Bu hadîs, ihtilâm olduğu zaman kadına da gusül lâzım geleceğine delâlet ediyor.

İhtilâm : Rüya halinde cünüb olmaktır. Hadîs, zahirî, yıkanma­nın menî'yi görmek şartiyle lâzım geleceğini ifâde ediyorsada bu­radaki görmenin yakînen bilmek mânâslna geldiğini Kemal b. Hü-mam {788 — 861) «Fethû-l ~ Kadir» adlı eserinde tahkik ve beyân et­miştir ([307]). Filhakika arapçada görmek, bilmek mânâsında kullanıl­mıştır.

Derler ki, mânâsı: «Allahı her şeyden büyük bildim» demektir. Binâe­naleyh ihtilâm olan kimse meninin çıktığım yakînen bildikten sonra goziyle görse de, görmese de kendisine gusül lâzım olur.

Uykudan uyanan bir kimse elbisesinde veya bedeninde gördüğü ıs­laklık hakkında şüphe ederse mesele ihtilaflıdır, ihtiyat olan yıkan­maktır.

Cumhur-u ulemâya göre ihtilâm meselesinde erkekle kadın arasın­da fark yoktur. Her ikisinede gusül icabeder.

Bu bâbda ulemâ hemen hemen ittifak halindedirler. Yalnız İbrahim Nehaî (11 — 90)'nin: «Kadın ihtilâm olursa ona gusül lâzım gelmez» de­diği rivayet olunur, birde Hanefîler'e göre gusül lâzım olmak için me-nînin mutlaka dışarı çıkması şart isede keyfiyetinde ihtilâf etmişlerdir. tmam-ı Âzam Ebû Hanîfe (80 — 150) ile îmam-ı Muhammed'e (120 — 189) göre meninin yerinden şehvetle kopması şartdır. Dışarı şehvetle çıkması şart değildir. Şu halde yerinden kopduktan sonra dışarı, şehvetsiz bile çıksa onlara göre gusül lâzım olur.

îmmn-ı Ebû Yusuf'a, (113 — 182) göre ise yerinden şehvetle kop­muş olması şart olduğu gibi dışarıya da şehvetle çıkması şartdır.

Binâenaleyh ihtilâm olan bir kimse menî şehvetle yerinden kopar kopmaz hemen zekerini sıkarak çıkmasına mâni olurda şehveti sükû­net bulduktan sonra bırakır ve menî şehvetsiz olarak çıkarsa ona göre gusül icabetmez. Fekat ihtiyat olan yinede İmam-% Şam'la, îmam-ı Muhammed'm kavliyle amel ederek yıkanmaktır. Hanbelîler'e göre menî yerinden şehvetle kopduktan sonra dışarı hiç çıkmasa yine gusül lâzım gelir. Şafiîler'e göre menî olduğu anlaşıldıktan sonra dışarı; na­sıl çıkarsa çıksın mutlaka gusül icabeder.[308]

 

118/95- «Enes radıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah salîaîlahü aleyhi ve settem uykusunda erkeğin gördüğünü gören kadın hakkında:

«Yıkanır» buyurdular.»[309]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir. Müslim, şunu da ziyâde etmiştir: «Ümmü Seîeme; bu olur mu? dedi. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.): «Evet,, benzerlik nereden oluyor? buyurdular.»

Yukardaki hadîsi Buharı ile Müslim Ümmü Seleme, Âişe ve Enes Hazeratmdan tahrîc etmişlerdir. Bu mesele sahâbî kadınlardan' Havle bîntü Hakim Sehle binti Süheyl ve Büsre binti Safvân hazaratınm ba­şına gelmiştir. Bunlardan    Havle hadîsini    îmam-ı Ahmed b. Hanbet  (164 — 241), Nesâî (215 — 303) ve îbni Mâce (207 — 275); Sehle hadîsim Tabarânî (260 — 360); Büsre hadîsini de îbni Ebî Şeybe (—274) riva­yet etmişlerdir.

Hadîs-i Şerîf kadının da uyku esnasında erkek gibi ihtilâm olduğuna delildir. Bittabi, bu, menî'nin dışarı çıkmasıyla bilinir. Nitekim Buharı de tasrih edilmiş ve :

«Evet, menî'yi gördüğü vakit» denilmiştir. Bir rivayette de:

«Onlar erkeklerin kardeşleridir» buyurulmuştur. Yine hadîste ihtilâm olma halinin erkeklerde olduğu gibi kadınlarda da ekseriyetle vuku' bulduğuna ve kadının menî'si gözükmez diyenlerin aleyhine de­lâlet vardır. Hadîste geçen, «Benzerlik nereden oluyor,» suali Istifham-r İnkârî'dir. Ve çocuğun kimi babasına, kimi anasına ve dayı­larına benzediğini açıklamaktadır . Hangi tarafın menî'si galip gelirse çocuk o tarafa benzer.[310]

 

120/96- «Âişe radıyallahü anhâ'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber salîaîlahü aleyhi ve sellem dört şeyden yıkanırdı. Cünüblükten. Cuma gününde, kan aldırmadan ve ölü yıkamadan.»[311]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud rivayet etmiş; İbnü Hüzeyme sahîhlemiştir.

Aynı hadîsi Imam-t Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile Beyhaki (384-— 458) de rivayet etmişlerdir, isnadında Mis'ab b. Şeybe vardır ki, hakkında söz edilmiştir. Hadîs-i şerîf bu dört halde yıkanmanın meşru olduğuna delildir.   Cünüblükten dolayı yıkanmanın   vücûbu Hükmü: Cumhûr'a göre Sünnettir. Bu bâbda Hazreti Sem ura (R.A.)'den şu hadîs rivayet edilmiştir:

«Bir kimse Cuma günü abdest alırsa ne ala; kim yıkanır­sa yıkanmak daha faziletlidir». Bu hadîs aşağıda yedinci sayı­da gelecektir. Davûd-u Zahirî (202 — 270) ile ulemâdan bir cemaata göre vâcibtir. Nitekim aşağıda altıncı sayıda gelecek olan :

«Cuma için yıkanmak her âkil, baliğe vâcibtir» hadîsi şerifi bu bâbda sarihdir. Zâhirîler'e : «Hadîsteki vücûb lâfzı onun Sün­net olduğunu te'kid için getirilmiş olabilir.» diye cevap verilmiştir.

Vaktine gelince : Bazılarına göre Cuma gününün fecrinden başhya-rak ikindisine kadardır. Ekser ulemâya göre ise o gün yıkanmak na­maz için Sünnet olmuştur. Cuma namazından sonra ikindinin vakti gi­rinceye kadar meşru değildir:

«Kim Cuma'ya gelirse yıkansın» hadîsi bu ikinci kavlin delilidir. Haz­reti Âişe hadîsi ise birinci kavle münasibdir.

Kan aldırdıktan sonra yıkanmak: Bazılarına göre Sünnettir. Yu­karda «Abdesti bozan şeyler» babının onaltıncı hadîsinde görüldüğü veç­hile Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kan aldırmış ve abdest tazelemeden na­maz kılmıştır. Binâenaleyh yıkanmak sadece sünnettir. Kimi yıkanır, kimi yıkanmaz: Hazreti Ali (R. A)'den: «Kan aldırmadan dolayı yı­kanmak sünnettir» dediği rivayet olunur.

Cenaze yıkamadan dolayı yıkanmanın hükmü de yukarda geçmiş ve bu mes'elede üç kavi olduğu yâni;

1) Sünnettir, 2) Vaciptir, 3) Müstahab bile değildir diyenler bulunduğu orada görülmüştür.[312]

 

121/97- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'âen Sümâme b. Usâl kıssası hakkında rivayet edilmiştir. Sümâme    müslüman  olduğu zaman  Pey­gamber (S.A.V.)  de ona yıkanmasını emretti, demiştir.»[313]

 

Hadîs-i şerîf, müslüman olduktan sonra yıkanmanın meşru- olduğu­na delildir. «Kmretti» denilmesine bakılırsa yıkanmak vâcibtir. Mes'-ele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre küfür halinde iken cü-nüb oldu ise yıkanmak vâcibdir. Yıkandı da müslüman oldu ise tekrar yıkanmaya lüzum yoktur. Hanefîler'e göre kâfir iken yıkanmış ise, şimdi tekrar yıkanmak vâcib değildir. Şafiî'ler ile şâir fukahâya göre müslüman olduktan sonra eski cünüplükten dolayı yıkanmak vâcib de­ğildir. Fakat kâfir iken henüz cünüb olmadı ise, müslüman oldukta yı­kanması müstehabdır. îmam-ı Ahmed bin Hanbel'e {164 — 241) göre mutlaka yıkanması vâcibdir.[314]

 

122/98- «Ebu Said radıyallahü anft'den rivayet edilmiştir.  Demiş­tir ki: Peygamber salîallahü aleyhi ve sellem :

— Cuma günü yıkanmak her âkil baliğe vâcibtir; bu­yurdular.»[315]

 

Hadîsi Yediler tahrîc etmişlerdir.

Bu- hadîsin Cuma günü yıkanmak farzdır diyen Davûd-u Zâhirî'nin (202 — 270) delili olduğu, Cumhur-u Ulemâ'nın ise, bunu te'vil ettiği­ni yukarda dördüncü hadîs de gördük. Burada şunu ilâve edelim ki: Bazılarına göre yıkanmak islâmiyetin ilk* zamanlarında farzdı. Çünkü o zamanlarda müslümanlar zaruret içinde idiler. Ekseriyetle giydikleri yün elbiseler idi. Memleketlerinin havası sıcak olduğundan Cuma na­mazına toplandıkları vakit terlerler idi. Bu sebebten ResûlüÜah (S.A.V). kendilerine yıkanmayı emretmişti. Vaktaki halleri iyileşti ve pamuklu elbiseler giymeye başladılar; Hazreti Peygamber de kendilerine bu bâbda serbesti verdi.[316]

 

123/99- «Semura b. Cündeb[317] radıyallahü aniden rivayet edil­miştir. Demiştir ki:  Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem :

— Kim Cuma günü abdest alırsa ne âlâ; kim yıkanır­sa yıkanmak daha faziletlidir; buyurdular.»[318]

 

Bu hadîsi Beşler tahrîc etmişler; Tirmizî de «Hasen» olduğunu söy­lemiştir.

Hadîs-i Şerifin ravî'lerinden «El - Hasan» m Semüra'dan işitip işit­mediği ihtilaflıdır. İşittiğini kabul edenlere göre bu hadîs sahîhdir. Ve Cuma günü yıkanmanın vâcib olduğuna delildir; Hadîs-i şerîf Cumhur'-un delilidir.

Yalnız burada bîr sual vârid oluyor. Nasıl oluyor da gusül etmek Sünnet olduğu halde, farz olan abdestten daha efdal oluyor. Halbuki farz Sünnetten bİl'İcmâ efdaldir. Bu sualin cevabı şudur. Efdaliyet mes-' elesi gelişi güzel değildir. Yâni gusül etmek bizzat abdestten üstün de­ğil; beraberinde gusül olmayan abdestten efdaldir. Ve şöyle demiş gibi oluyor. «Abdest, alıp yıkanmak, sade abdest almaktan efdaldir.» Yıkan­manın farz olmadığına Müslim'in rivayet ettiği şu hadîs de delâlet eder:

«Kim tertemiz abdest alır da sonra Cumaya gelip hut­beyi dinler; susarsa ona o cuma ile gelecek cuma arası günahları ile üç günlük fazla günahı   mağfiret olunur.»

Maamafih bir mü'mine ihtiyat olarak gereken, Cuma guslünü terk etmektedir. Zahirîlerin «El - Hedyün - Nebevi» adlı kitabında şöy­le deniliyor: «Cuma günü yıkanmak son derece müekkeddir. Onun vü-cûbu; vitir namazının vücûbundan da, namazda Besme!e'nin vücûbun­dan da, kadınlara dokunduktan sonra abdestin vücûbundan da, zekerine dokunduğu vakit abdestin   vücûbundan da, namazda   kahkaha ile gülmekten, burun kanamasından, kan aldırmadan ve kusmaktan lâzım ge­len abdestin vücûbundan da, kuvvetlidir.»[319]

 

124/100- «Ali radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah saUallahü aleyhi ve sellem cünüb olmadığı vakit bize Kuran okutuyordu.»[320]

 

Bu hadîsi, Ahmed ile Beşler rivayet etmişlerdir. Bu, Tirmizî'nin lâfzıdır. Hadîsi Tirmîzî sahih İbni Hibbân Hasen addetmiştir.

Bülûğû'l Merâm'âsL bu hadîsi tahrîc eden "Beşler denilmîşse de Dörtîer demek evlâ olur. Nitekim bazı nüshalarda denilmiştir.

Musannifin Et - Telhis-» de zikrettiğine göre bu hadîsin sahih olduğuna Tirmizî (200 — 279), İbnü's - Seken (249 — 353), Abdülhak ve Bağavî (426 — 516) hükmetmişlerdir. İbni Huzeyme (223 — 311) dahi Şu'be'ye isnad ile : «Bu hadîs benim sermayemin üçte biridir, bundan daha güzel bir hadîs rivayet edemem» demiştir. Nevevî'nin (631 — 676) : Tirmizî ekseriyetle muhalefet etti. Onlar bu hadîsi zaîf addettiler.» demesine mukabil Musannif,da diyor ki: Nevevî'nin sa-hîhlemiştir diye sadece TirmizVyi tahsis etmesi başkalarının bu ha­dîsi sahîhlediklerini görmediğine delildir. «Filvaki Tirmizî'den gayri birçok imamların onu sahih bulduğunu bu hadîsde' görmüş bulunuyo­ruz. Dâre Kutnî (306 — 375, Hazreti Ali (R. A.)'e mevkuf olarak:

«Kur'anı birinize cünüblük İsabet etmedikçe okuyun, eğer ederse asla bir harf bile» hadîsini rivayet eder ki, bu hadîs de babımızın hadîsini takviye eder. Yalnız İbni Huzeyme (223 — 311) mevzuu bahsimiz olan hadîs için: «Bu hadîsde cünüb olanı Kur'an okumaktan menedenlere delil yoktur. Çünkü hadîste nehiy yoktur. O sadece bir fiilin hikâyesin­den ibarettir. Resûlüllah (S.A.V.)'in bundan imtihanının cünüblük se­bebiyle olduğunu da açıklamamıştır.» diyor. Buharı (194 — 256) nin İbni Abbas (R. A.J'den rivayetine göre İbni Abbas hazretleri cünüb olana Kur'an okumakta bir beis görmemiştir.îmam-ı Ahmed bin Hanbel (194 — 241) ile Sünen sahiplerinin ve îbni Huzeyme (224 — 311), îbni Hibbân (- 354), Hâkim (321 - 405), Bezzâr, Dâre Kutnî (306-385) ve BeyhaU (384 - 458)'nin tahrîc ettikleri bir rivayet daha var­dır ki, şudur:

«Peygamber (S.A.V.)'i Kur'an okumaktan, cünüblükteh gayrı hiçbir şey menetmiyordu. Yahut mâni olmuyordu.» Bazıları cünüb iken Kur'­an okumanın haram olduğuna bu hadîs babımızın hadîsinden daha açık delâlet ediyor derlerse de; bu iddia zahir değildir. Zira hadîsde geçen bütün lâfızlar. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in cünüb iken Kur'an okumayı terk ettiğini haber veriyor. Terk etmekte ise muayyen bir hükme delil yoktur. Resûlüllah (S.A.V.)'in her zaman Allah'ı zikreder idiği yukarı­da «Adesti bozan şeyler» babının onikincİ hadîsinde geçmişti. Ve o ha­dîsin bu Hazreti Ali hadisi ile tahsis edildiğini de söylemiştik. Lâkin hak olan bu hadîsin tahrim ifade etmeye kâfi gelmemesidir. Çünkü ola­bilir ki, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Kur'an okumayı kerahetten veya baş­ka bir sebepten dolayı bırakmıştır. Yalnız bu bâbda Ebû Ya'lâ'nın (— 307) tahrîc ettiği Hazreti Ali hadîsi de vardır. Bu hadîs-i şerîfde:

«Resûiüllah  (S.A.V.)'i gördüm;   abdest  aldı;   sonra Kur'andan   bir  şey okudu. Sonra buyurdu ki: Cünüb olmayana böyle; fakat cü­nüb olana değildir; bir âyet bile.» denilmektedir. Heysemî (— 374): «Bunun ricali mevsuktur» diyor. îşte bu hadîs cünüb olana Kur'an okumanın haram olduğunu bildiriyor. Çünkü nehiydir. Nehyin aslı ise tahrim içindir. Geçen hadîsleri de takviye ve te'kid ediyor. Bir de merfû olarak rivayet edilen İbni Abbas hadîsi vardır. Onda:

«Sizden biriniz ehline cima' için geldiği zaman Bismillah derse» buyuruluyor ise de cünüb Kur'an okunabileceğine delâlet yok­tur. Çünkü burada Kur'an okumak kasdı yoktur. Dua niyeti ile ise bazı âyetler, hattâ Fatiha sûresi okunabilir. Bu Besmele zaten cünüb olma­dan çekilecektir. Binâenaleyh işkâl yoktur.[321]

 

125/101- «Ebû Saîd-i Hudrî radiyaUahü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah saîlaîlahü aleyhi ve seîlem:

— Biriniz ehli ile cima' etti de sonra tekrarlamak is­tedi mi hemen ikisinin arasında güzel bîr abdest alsın; buyurdular.»[322]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir. Hâkim :

«Çünkü bu o işi tekrarlamak için daha neşât verici­dir» cümlesini ziyade etmiştir.

Hadîsde geçen abdest emrini mef'ûl-ü mutlak ile te'kid etmesi mak­sadı daha iyi açıklamak içindir. Zira böyle denilmese, belki abdest tâ­birinden elin, yüzün yıkanması kasdolundu sanılabilirdi. Beyhakî (384 — 458)'nin rivayetinde «Namaz için aldığı abdest gibi» tâbiri de vardır.

Bu hadîs-i şerîfde tekrar muâmele-i cinsîyede bulunmak istiyene abdest almanın meşru olduğuna delâlet vardır. Maamafîh Resûl-ü Ek­rem (S.A.V.)'in kadınlarına yakınlık ettiği, fakat iki fiil arasında ab­dest almadığı sabit olduğu gibi, her münasebetten sonra yıkandığı da Sabit olmuştur. Binâenaleyh her biri caiz demektir.

125/101 - «Dörtlerin Âişe radiyaUahü    anhâ'dan    rivayetinde    Âişe (R.Anha) demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.) cünüb olarak hiç bîr suya dokunmadan uyurdu.» Bu hadîs, mâlûl'dür.

Musannif merhum illeti beyân etmiş; bunun Ebu İshak'm Eşved'-den, onun da Hazret! Âişe'den rivayet etmiş olmasından ileri geldiği anlaşılmıştır. îmam-ı Âhmed b. Haribel (164—241) : «Halbuki bu hadîs sahih de değildir» demiştir. Ebu Dâvud (202—275); «Ve­himdir» diyor. İlletin vechi şudur ki: Ebu îshak bu hadîsi Esved'-den işitmemiştir. Maamafîh Beyhakî (384 — 458) hadîsi sahîhlemiş; ve : «Ebu îshak bunu Esved"den işitmiştir» demiştir. Bu suretle «Bütün hadîs imamları onun Ebu îshak'm bir hatası olduğuna it­tifak etmişlerdir.» iddiası suya düşer. Tirmizî (200—279) diyor ki: «Sahih olduğu takdirde dahi yıkanmak için suya dokunmuyordu; mânası kasdedilmiş olabilir.» Tirmizî'mn ortaya attığı İhtimal Bu-harı ve Müslim'deki hadîslere uygun düşüyor. Çünkü onlarda Resûl-ü, Ekrem (S.A.V.)'in, uyumak, yiyip içmek ve münasebet-i cin-sîyede bulunmak için abdest alır ve fercini yıkar idiği açıklanmakta­dır. Acaba bu vâcib midir, değil midir? Mes'elesinde ulemâ ihtilâf et­mişlerdir. Cumhûr'a.göre vâcib değildir. Delilleri de babımızın hadîsi­dir. Çünkü hiçbir suya dokunmadığını sarahaten ifâde ediyor. Bu gusül ile bütün kadınlarım dolaşıyordu» hadîsi de böyledir. Davûd-u Zahirî ile bir cemaate göre abdest almak ve fercini yıkamak farzdır. Zira Müslim'de :

«Abdest alsın sonra uyusun» rivayeti vardır ki emirdir, Buharide dahi :

«Fercini yıka, sonra abdest al» rivayeti vardır. Emirde asıl vü-cûb ifade etmektir. Cumhur, bu emirleri istihbab mânasına alarak ha­dîslerin aralarını bulurlar. Nitekim îbni Huzeyme (223 — 311) ile îb-ni Hibbân'm (— 354) sahihlerinde İbnİ Ömer (R. A./den rivayet et­tikleri hadîs'de şöyle Duyurulmaktadır:

«Ibnî Ömer, Peygamber (S.A.V.)'e bizden birimiz cünüb İken uyuyabi­lir mi? diye sordu : Evet, dilerse abdest de alır; buyurdular.» Hadîsin aslı Sahîheyn denilen Buharı ile Müslim'dedir. Yalnız «Dİ-îerse» sözü yoktur. Bununla beraber bu rivayet aahîh görüb, sa-hîh kitabda rivayet etmek, onunla amel etmeye yeter. Bu hadîs sa­dedinde bulunduğumuz Hazretî Âİşe hadîsini te'yid etmektedir. Binâe­naleyh Tirmizî'nin te'viline hacet yoktur. Cumhur'un kavlini te'yid eder.[323]

 

126/102- «Âişe radiyallahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve seîlem cünübîükten yıkanmak iste­diği zaman, evvelâ; ellerini yıkar, sonra suyu sağ eli ile sol eline döker ve fercini yıkar; sonra abdesf alır; sonra suyu ahr ve parmaklarını saçlarının diblerine sokar; sonra başına üç avuç su atar; sonra sair cesedine dökünür; sonra ayaklarını yıkardı.»[324]

 

Bu hadîs, Mütfefekun Aleyh'dir. Lâfız, Müslim'indir. Hafne : Hân'ın ^üstünü ve esresi ile okunur. Avuç dolusu demektir.[325]

 

128/102 — «Şeyheyn'İn Meymûne'den  rivayetlerinde :     «Sonra fer-cina döktü ve onu sol eli ile yıkadı; sonra o eli yere vurdu denilmek­tedir. — Bir rivayette onu toprakla sildi —» ziyâdesi vardır. Sonunda da, «Sonra ,ona mendili getirdim; onu reddetti» cümlesi vardır. Bu ha-dîsde, «Suyu eli ile serpmeye başladı» ifâdesi de vardır.

Bu iki hadîs, gusüîün baştan sona nasıl yapılacağım bildirmek­tedir. Görülüyor ki, gusülün ibtidası, uykudan uyandığı zaman elle­rini su kabına daldırmadan yıkamaktır. Nitekim daha açık ifâdesi yerinde görülmüştür. Hattâ Hazretİ Meymûne hadîsinde iki veya üç defa diye kayıtlanmıştır. Bundan sonra avret mahalli yıkanacaktır. Bunun zahirine bakılırsa, bir defa yıkamak da kâfidir. Elden koku git­sin diye, el toprağa sürülecektir. Bundan sonra- tekrar fercini yıkayıp yıkamadığını zikretme mistir. Halbuki koku elde kalırsa, yerinde de ka­lır. Hadîs-i şerîf necaset yerini temizleyen suyun temiz ve temizleyici olduğuna delâlet ediyor. Her iki hadîs gusül ederken olsun, abdest alırke'n onun, azayı birer defa yıkamanın kâfi geldiğine ve keza abdest sa-hîh olmak için, evvelâ hades-İ ekber denilen boy abdestinin şart olma­dığına delâlet etmektedirler. Bazıları gusül bittikten sonra abdest al­mak lâzımdır demişler ise de buna delil yoktur, Filhakika Ebû Davud'­un (202 — 275) Sünew'inde sabit olmuştur ki Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) yıkanır ve iki rekat nafile namazla birlikte sabah namazını kılar ;hiç bir suya el sürmezdi. Bu izahattan anlaşılır ki, «Hazreti Meymûne ve Âîşe hadîslerinde bu gusülden sonra namaz kıldığı zikredilmemiştir.» iddiası batıldır. Bu gusül ile namaz kıldığı Sünen hadîslerinde sabit ol­muştur. Evet gusül için aldığı abdestte başına mesh edip etmediği zik-redilmemiştir. Amma Meymûne (R. A./ın «Namaz için aldığı abdest gibi» demesi meshe şâmildir.    Hadîs-i şerîfde geçen ifâza kelimesinin mânası akıtmaktır. Bununla ' oğuşturmanın vâcib    olmadığına- istidlal olunur. Fakat Mârudî {— 450); «Bununla istidlal tamam olamaz; çün­kü Hazreti Âişe (R. Anka) ifâza tâbirini kullanmıştır ki, yıkamak ma­nasınadır. Hazretİ Meymûne (R. Anha) zâten gusül tâbirini kullanmış­tır. Şu halde yıkama hakkındaki hilaf bakidir» diyor. Gusül için abdest alırken azaları üçer defa yıkayıp yıkamadığı Hazreti Meymûne ve Âişe (R. Anhümâ) hadîslerinde zikredilmemiştir. Kâdî îyâz (476 — 544)  : «Üçer defa yıkadığı rivayetlerin    hiçbirinde    zikredilmemiştir.» diyor. Musannif a göre ise Hazreti Aişe (R. Anha)'dan sahîh rivayet sabit olmuştur.

Hazret! Meymûne (R. Anha)'mn ifâdesinde Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ayaklarını en son yıkamıştır. Hazreti Âişe (R. A.) haynm rivayetinde ise bu yoktur. Bacılarına göre ayakları en sonra yıkamak tekrardan ibarettir. Yoksa onları gusülden önce aldığı abdestte yıkamıştır. Çün­kü yıkamasa Hazreti Meymûne (R. Anha) «Namaz abdesti gibi abdest aldı» demezdi. Bazıları ayakların baştan yıkanmasını, bazıları da son­ra yıkanmasını ihtiyar etmişlerdir. Bundan abdest azalarının abdest alırken, toplu bir şekilde yıkanmasının vâcib olmadığı hükmü çıkarıl­mıştır. Mendili geri çevirmesi âzâyı kurulamanın meşru olmadığına de­lildir. Eu babda birkaç kavi vardır. Bunların en meşhuru : Terkinin mustehab oluşudur. Yine bu hadîsi şerîfde abdest suyundan dolayı el silkmenin zararsız olduğuna delâlet vardır. Binâenaleyh:

«Ellerinizi silkmeyin, çünkü silkmek şeytanın yelpazele­ridir» hadîsi ile birbirlerine muarızdırlar. Şu kadar var ki, bu hadîs laîftir. Babımızın hadîsine mukavemet edemez.[326]

 

131/103- «Ümmü Seleme radıyallahü teâlâ anhâ'dan rivayet edil­miştir. Demiştir kî : Yâ Resûlüllah Ben başımın saçını bağlayan bir kadınım; cünüblükten — bir rivayette ve hayzdan — yıkanmak için onu çözeyim mi? dedim:

— Hayır sade başına üç avuç su dökmen sana yeter; buyurdular.»[327]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir. Lâkin hadîsin lâfzı şöyledir :

«Ben başımın bağını bağlayan bir kadınım». Şu halde Musannif manen rivayet etmiş demektir.

Bu hadîs-i şerîf, kadına cünüblükten veya hayızdan temizlenmek için yıkanırken saçını çözmek'' vâcib olmadığına, suyun saçların diple­rine ulaşmış dahi îcab etmediğine delildir. Mes'ele ihtilaflıdır. Bu bâb-da açık ifadeli bir hadîs vardır. Dâre Kutnî'nm (306—385) «El-Efrâd» da, Hatîb'in (392—463) «Et-TelMs» de ve Taberânî (260—360), Ziyâ-i Makdisî'nin Enes (R. AJ'den merfû olarak tahrîc ettikleri bu hadîs de şöyle buyuruluyor:

«Kadın hayzından yıkanırsa, saçını iyice çözer ve onu hıtmî[328] ve uşnân ile yıkar; cünüblükten yıkanırsa su­yu başına güzelce döker ve ssçını sıkar.» Bu hadîs-i şerifi, tahrîc ettiği şeyin mutlaka sahih olmasını şart koşan Ziyâ-i Makdisî de tahrîc etmiş olmakla beraber ve yine de amel babında zan ifa­de etmekden ileri geçemiyor, Nedbe delâlet ediyor. Çünkü içinde hitmî ve uşnân zikredilmiştir. Bunların kullanılmasının vâcib olduğu­na kail olan yoktur. Nedbe delâlet ettiğine karine de budur. Ümmü Se­leme hadîsi ise vücûba hamledilmiştir. Zira «Başına ÜÇ avuç su dökmen sana yeter» buyruluyor. Daha fazlasını yapayım derse sa­çını çözer ki bu mendubtur. Saçını çözmenin vâcib olmadığına Imam-ı Ahmed b. Haribel (164 — 241) ile Müslim'in (204 — 261) tahrîc ettik-, leri şu hadîs de delâlet eder :

Hazreti Âişe, İbni Ömer'in[329] kadınlara yıkanırken başlarını çözdür­düğünü duydu. Ve: Şaşarım İbni Ömer'e: Nasıl oluyor da kadınlara saçlarını çözmelerini o emrediyor? Başlarını tıraş etmelerini emretmi­yor mu bari? Vallahi ben, ve ResûlüMah (S.A.V.) bîr kabdan yıkanır­dık. Başıma üç kere su dökünmekten fazla bir şey yapmazdım» dedi Hazreti Âİşe (R. Anka)'nm bu hadîsi cünüblükten temizlenme hakkın­da ise de İbni Ömer'den rivayet edilen saç çözme emri hem hayza, hem cünüblüğe şâmildir.[330]

 

132/104- «Âİşe radıyallahü anhâ'dsn rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüüah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Şüphesiz ben mescide girmeyi hayızlı i!e clinübe helâl kılmıyorum; buyurdular.»[331]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvucf rivayet etmiş;  Ibni Huzeyme sahîhlemiştir.

Ibni Rifat: «Bu hadîsin, râvileri arasında metruk olanı vardır» de­mişse de, onun sözünü kabul eden olmamıştır.

Hadîs-i şerif hayızlı ile cünüb olana mescide girmenin caiz olmadı­ğına delildir, Cumhur-u ulemâ'nın kavli de budur. Dâvud-u Zahirî ile (202 — 270) bazıları caiz görmüşlerdir. Bunlar Meceîle-i Ahkâm-ı Adliyye'de «Berâet-i Zimmet aslıdır» cümlesi ile hülâsa edilen kaide ile istidlal ederler. Fikirlerince bu hadîs o kaidenin hükmünü değiş­tiremez,

Mescid ve camilerden geçme mes'elesine gelince: Şafiîler ile'Han-belîler'e göre cünüb, hayızlı, ve nifaslılara camiden geçmek mubahtır. Hattâ Hanbelîler'e göre yalnız cünübe mahsus olmak üzere camide dur­mak bile mubahtır. Hanefîler'le Malikîler'e, göre ise ciddi bir özür ol­madıkça camiden geçmek veya camide durmak haramdır. (Bu bâbda-ki tafsilât için her mezhebin fıkıh kitaplarına müracaat oluna).[332]

 

133/105- «Bu da ondan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Ben ve Re-sülüHah salîallahü aleyhi ve seîîem cünüblükten dolayı bir kapdan yı­kanıyor, ellerimiz kabın içine dafıp çıkıyordu.»[333]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir; 'Ibni Hibbân: «Ellerimiz birbirine rastlıyordu» cümlesini ziyâde etmiştir.

Hadîs-i şerif, erkekle, kadının bir sudan yıkanmalarına delildir ki, asıl olan da budur. Bu hususta «sular babı» nda söz geçmişti.[334]

 

134/105- «Ebû Hüreyre radıyallahü anh'den rivâylt edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem:

— Muhakkak kılın altında cünüblük vardır. Binâe­naleyh saçları yıkayın ve teni temizleyin; buyurdular.»[335]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud ile Tîrmizî rivayet etmiş ve her ikisi de zâif saymışlardır.

Çünkü onlar bunu Haris b. Vedh'den rivayet etmişlerdir. Bu zât hakkında Ebû Dâvud (202—275); «Hadîsi münker; kendisi de zâifdir» diyor. Tirmizî (200 — 279) ise : «Bu hadîsi yalnız Harisin rivayetinden biliyoruz; Haris ise ihtiyardır; bu işe el vermez» demektedir. îmam-ı Şafiî (150—204): «Bu hadîs sabit değildir» demiştir. Beyhakî (384—458): «Bunu hadîs ilminin ehli olan Buharı, Ebû Dâvud ve saire inkâr et­mişlerdir» diyor. Maamafîh bu bâbda Hazretİ Ali (R. A ./den merfu olarak şu hadîs rivayet olunuyor:

«Eğer   bir   kimse   cünüblükten kıl kadar bir yer   yıkamadan   bırakır­sa ona şöyle şöy!e yapılır. İşte bundan   dolayı ben başıma    düşman kesildim.   İşte   bundan   dolayı ben başıma   düşman   kesildim»;   demiş. Bunu üç defa tekrarlamıştır. Hazretİ Ali (R. A.) saçını tıraş ettiriyordu. Hadîsin isnadı Musannifin da dediği gibi sahihtir. Lâkin Ibni Kesir «EÜrşâd» da   Hazretİ Alî'nin bu hadîsi Atâ bin Es'sâib tarafından ri­vayet edilmiştir. Bu zâtın belleyişi kötüdür.» diyor. Nevevî (631—676) de: «Şüphesiz bu za;f bir hadîstir» demiştir. Bu hadîsin sahîh veya zaîf olduğu hakkındaki ihtilâfın sebebi, Atâ b. Es'sâib'in âhir ömründe ak­lının bozulmasıdır. Ondan aklı bozulmadan Önce yapılan rivayetler sa­hîh; bozulduktan sonrakiler zaîftir. Bu hadîsi aklı bozulmadan önce mi, sonra mı rivayet ettiği ihtilâf olduğu için sahîh veya zaîf olması hu­susunda da ihtilâf olunmuştur. Hak olan, hal iyice belli oluncaya kadar tevakkuf ederek sahîh veya zaîf diye bir hüküm vermemektir. Bazıla­rı: «Doğrusu, Haireti Alî (R. A.)'a mevkuf olmasıdır» diyorlar. Hadîs-i şerîf cünüblükten temizlenmek için bütün bedenin yıkanmasının vâcib olduğuna; bu hükümden ufak bir yerin bile müstesna olmıyacağma de­lildir. Bu cihet ittifakı ise de, gusülde mazmaza ve istinşâk yine de ih­tilaflıdır. Hanefîler'le Hanbelîler'e göre farzdır. Delilleri bu hadîs-i şe-rîfle gusül âyetidir. Şöyleki: Gerek abdestde »gerekse gusülde yıkama­sı icap eden yerler bilicma' bedenin dış âzasıdır. Şu hale göre ağız ile burnu yıkamanın hükmü müşkil[336] olarak kalır. Çünkü ağız bir cihetle iç bir cihetle dış âzasıdır. Burun da öyledir. Oruçlu bir kimsenin tü­kürüğünü yutması orucunu bozmadığına- bakılırsa ağız iç âzasıdır. Fa­kat yine oruçlu bir kimsenin dışarıdan ağzına bir şey atıp tekrar çıkar­ması da orucunu bozmaz. Buna bakılırsa bu sefer ağız dış âzası olmak gerekir. İşte bu iki ciheti de nazar-ı itibara alan imamlar her ilci vazi­fenin delillerine bakmışlar. Gusülün delilinde mübalağa ifâdesi, gör­müşler; âbdestin delilinde ise bu mübalağayı bulamamaşlardır. Binâe­naleyh her iki delille de amel etmiş olmak için abdestte ağız ile burun iç âzası olarak kabul edilmiş ve onları yıkamak farz sayılmamıştır. Gusülde ise dış âzası sayılmışlar ve yıkanmaları farz kabul edilmiştir. Şafiîler'le Malikîler'e göre farz değildir. Malikîîer'e göre sünnettir, de­lilleri yukarda (11) ve (12) inci sayılarda geçen Hazreti Âişe ve Mey-mûne (R. Arihümâ) hadîsidir.

Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in namaz abdesti gibi abdest alması­na gelince: Bu bir fiildir; vücûb ifâde etmez denilir. Ancak buna da: Mücmeli[337] beyân için vaki fiiller vücûb ifâde eder diye cevap veri­lebilir. Hadîs-i şerîf hakkında sözü bitirmeden önce şunu da arz etmek isteriz ki, bu hadîs-i şerîf bir mucizedir. Çünkü vücuddaki mesamat de­nilen ince meliklerden meni çıktığını fen ancak son asırlarda isbat ede­bilmiştir. Fahr-i Kâinat efendimiz ise bunu «1400» yıl önce haber ver­miştir.

134/106-«Ahmed'in Âişe radıyallahü anhâ'dan rivayetinde de bu­nun benzeri vardır.» Bunda bir de meçhul râvi vardır. Fakat Mu­sannif bu hadîsi Teîhîs'de zikretmediği gibi, meçhul râvinin kim ol­duğunu da beyân etmemiştir. Râvileri arasında meçhul olduğuna göre, bu hadîs hüccet olamaz. Gusül babının hadîsleri «17» dir.[338]

 

Teyemmüm  Babı

 

Teyemmüm: lügatte; Kasdetmek demektir. Şeri'atde ise, temizlen­mek için temiz yeri kasdetmektir. Fakat Kemâl b. Hâmâm (788—861). Fethü-l - Kadir adlı eserinde bu tarifi beğenmiyor. «Hak olan, teyem­müm yüz ile elleri temiz yere silmenin ismidir. Kasd şarttır» diyor.

Teyemmüm âbdestin halefidir. Türkçemizde bile; «Su bulunmadığı yerde, teyemmüm caizdir» diyerek nükte yaparlar. Su ile yapılan temiz­lik mes'elelerinden sonra onun halefi olan yer ile temizliği zikretmek pek tabiî bir şeydir. Teyemmüm azimet mi, yoksa ruhsat mı olduğu ihtilaflıdır.[339] Teyemmüm Kitap, Sünnet ve îcma-ı Ümmetle sabittir. Kitaptan delili :

([340]) «Su bulamazsanız temiz yere teyemmüm ediniz.» Âyet-i Kerîmesidir. Bu âyet-i kerîme Müreysî gazasında nazil olmuştur. Nüzul sebebi şudur: Resû!-ü Ekrem (S.A-V.) bir gece bir yerde moîa vermişti. O esnada "Haz­reti Âişe (R. A.ydan kız kardeşi Esmâ'ya ait bir gerdanlık kayıp olmuş­tu. Kafile yola revan olunca bunu Resûiüllah (S,A.V.)'e açtı. O da ger­danlığı aramak İçin iki kişi gönderdi. Ve arayanları beklemek üzere hayvanlarından indiler. Yanlarında su yoktu, Hazreti Ebû Bekir Âişe (R. A.)'ya şiddetle çatmış: «Resûiüllah (S.A.V.) ile, müsiümanlan su­suz olarak hapsettin» demişti. İşte bunun üzerine teyemmüm âyeti na­zil oldu. Teyemmümle namazı kıldıktan sonra Useyd b. Hudayr Hazret-Î Âişe'nin çadır.iüa gelerek: «Bereketiniz ne de çokmuş ey Ebû Bekir sü­lâlesi!» diğer bir rivayete göre: «Allah sana merhamet buyursun Âişe! Başına- sevmediğin bir şey geldi mi, muhakkak onda Allah-ü Teâlâ rnüslümanlara bir ferahlık halkeder» dedi. Sünnetten delili aşağıdaki hadîslerdir.[341]

 

136/107- «Câbir bin  Abdillah'dan   rivayet  edilmiştir ki. Peygamber sallallahü aleyhi ve settem :

— Benden önce kimseye verilmeyen beş şey bana ve­rildi. Bir aylık yoldan «düşmana» korku verilmekle za-feryâb oldum. Ve yer bana mescid ve temizleyici kılındı. Binâenaleyh hangi kimseye namaz vakti gelirse nama­zını kılsın; buyurdu. Ve Câbir hadisin geri kalan kısmım zikretti.»[342]

 

Hadîs-i şerifteki beş şeyden murad. Beş haslet, yahut beş fazilet veya beş hasâistir. Bundan sonra, «Benden önce kimseye veril­meyen» buyrulmuş olmasına bakılırsa, beş şeyden beş hasâîs mânâ­sının kasdedilmesi daha münasib düşüyor. Pek tabiîdir ki, bu beş hasâis ondan önce kimseye verilmediği gibi, ondan sonra da kimseye verilece­ği yoktu. Zaten böyle ona mahsus olan şeylere hasâis deniliyor. «Beş» tabirinden adedin mefhumu kasdedilmemiştir. Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'e beşten çok daha fazla hassalar verilmiştir. Bunları îmam-ı Süyûtî (—911) «El-Hasâis» adh eserinde saymış ve iki yüzden faz­la bulmuştur. «Bir aylık yoldan» demek düşman ile aramızda bir aylık yol mesafesi var iken demektir. Nitekim Taperânî'nin (260—360) rivayetinde:

«Düşmanıma iki aylık mesafeden korku verilmekle mu­zaffer oldum» buyruluyor. Taberâni'de bu iki aylık mesafenin tef­siri Said b. Yezid'den tahrîc edilmiş ve «Bir aylık arkamdan, bir aylık önümden» buyrulmuştur. Deniliyor ki: Düşmanının kalbine tir ayhk mesafeden korku girmesi,, o vakit Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ile düşmanları arasında bundan fazla mesafe olmadığındandır. Bu korku Kesûl-ü Ekrem (S.A.V.) yalnız dahi olsa, düşmanının kalbine mutlaka doğacaktır. Ümmeti için de aynı keramet varmıdir, yokmudur mes'ele-si ihtilaflıdır.

Yeryüzünün her tarafı Resûl-ü Ekrem, ve ümmetine mesciddir. Namazın sahîh olması için hususî bir yer yoktur. Bu da ona ve ümme­tine mahsustur. Nitekim bir rivayette bu ciheti açıklamış ve şöyle bu­yurmuştur:

«Benden önce geçenler ancak kiliselerinde namaz kılar­lardı.» «Başka bir rivayette:

«Peygamberlerden hiç biri mihrabına varmadıkça na­maz kılamazdı.» buyrulmaktadır.

Bu da bittabi bu hususiyetin geçmiş peygamberlerden hiçbirine verilmediği hakkında nâssdır.

Hadîs-i şerîfde toprağın da su gibi hadesi (Abdestsizlikle cünüblüğü) giderildiğine delil vardır.'Çünkü ikisi de temizleyicilikte müşterektir. Keza bu hadîs-i şerîf, yer cinsinden olan her şeyle teyemmümün caiz olduğuna da delâlet ediyor. Hattâ şöyle de rivayet vardır:

«Benim için ve ümmetim için yerin her tarafı mescid ve temizleyici kılındı.» «Bu hadîsi İmam Ahmed b. Hanbel (164— 241) ve başkaları Hazret! Ebû Ümâme'den rivayet etmişlerdir. Bazıları Müslim'in (204 — 261) tahrîc ettişi şu :

«Toprağı temizleyici kılındı» rivayeti ile istidlal ederek «temiz­lemek yalnız toprağa mahsustur; sair yer cinsinden olan şeylerde bu hassa yoktur» demek isterlerse de, bu rivayette toprağın şart olduğuna delâlet yoktur. Çünkü Usûl-ü Fıkıh ilminde beyân edildiğine göre, ([343]) Anımın ferdlerinden bazısını zikretmek onu tahsis demek değildir;. Son­ra bu söz mefhum-u lâkaptır. Mefhum-u lâkap ise Usulcülerin muhak­kiklerine göre fasid delillerdendir. Onunla amel edilemez. Evet Mâide sûresinin altıncı âyetinde:

([344]) «Temiz yerle teyemmüm edin; yüzünüzü ve ellerinizi onunla mesh ediverin» buyurulduğuna göre bundan maksad topraktır.Çünkü edadı teb'îz içindir. Yani bir şeyin cüz'ünü bildirir. Nitekim Alîâme Zemahşerî (467 — 538) meşhur tefsiri Keşşaf'da,: «Şu muhakkak ki araplardan hiçbiri:

başıma yağdan ve topraktan sürdüm deyince teb'îzden başka bir mânâ anlamaz» diyor. Binâenaleyh teb'îz burada taşa ve saireye de-ğiî, ancak toprağa mesh etmekle tahakkuk eder; diyorlar.

Filhakika teb'îz içindir. Zaten onun teb'îz manâsına hiç gel­mediğini idda eden olmadığı gibi burada da teb'îzden başka bir mâna­ya hamletmsye İmkân yoktur. Çünkü yüz ile kollan yeryüzünün bütün toprağına meshetmek zaten imkânsızdır. Fakat bundan mesh yalnız toprağa yapılır» mânasını çıkarmak doğru değildir. Neden meshedile-cek yerin cüz'î topraktan maada kum veya taş olamasın? Nitekim âyet-i kerimedeki kelimesinin mânası halis toprak demek değildir. Bu kelime «Yukarıya çıktı» fiilinden sıfatı müşebbehe olup, fail babından gelmiştir. Bu bâb fail ile mef.'ul arasında müşte­rektir. Burada fail mânasına gelmiştir. Şu halde yukarıda yani yerin yüzüne çık&n tabakasına mesnediniz; demek olur. Yerin yüzünü teşkil eden tabakası ise yalnız topraktan ibaret değildir. İşte şu mülâhazaya msbni Hanefî imamlarından îmam-ı Âzam {80 — 150) ve îmam-ı Mu-hammed (134 — 189) ile şâir mezhep imamlarından Mâlik’e (93 — 179) göre teyemmüm yer cinsinden olan her şeyle yapılabilir. Binâenaleyh toprak, kum, taş, kireç, kil ve şâire gibi şeyler üzerine teyemmüm ca­izdir. İmam-t Şafiî (150 — 201) ve îmam-ı Ahmed b. Hanbeî (164 — 241) ile Hanefîlerden İmam-ı Ebu Yusuf (113 — 182): «Teyemmüm yal­nız temiz toprak üzerine olur» derler. Bu zevatın Kitabdan delilleri:

âyet-i kerîmesidir.Onlara göre temiz toprak demektir. Nitekim Su!fanü'I - Müfessirîn İbni Abbas Haz­retleri de ona bu mânayı vermiştir. Lâkin buna karşı Kemâl b. Hüman  (788 — 861) Fethü'l - Kadîr'de şöyle diyor : «Saîd» : Yeryüzünün ismidir. Yüz kısmı yukarıya çıktığı İçin ona bu isim verilmiştir ve keli­me fail vezninde olup fail manasınadır. Kelimenin mânası bu olunca, onu umumî almak vâcib olur. İbnî Abbas'ın onu toprak ile tefsir etmesi ağ-leb'e göredir. Sahiheyn'de rivayet edilen:

«Yer bana mescîd ve temizleyici kılındı» hadîsi tamime delâlet eder.» «Toprağı da temiz» rivayetine gelince: Bunu muhassis zannetmek ha­tadır. Çünkü bu âmmın ferdlerinden birini almaktır. Zira bizzat âmmın hükmünü bazı ferdlerine rabtetmektir. Tahsis ise âmm olan hükümden bir ferdi çıkarmaktır. Şu halde muhtar olan kavle göre bu tahsis de­ğildir» dedikten sonra âyette zikri geçen [ ^k j in Icma-ı Ümmet'Ie «temiz» mânasına geldiğini beyân ediyor. Bu bâbda her mezhebin taf­silâtı için, o mezhebin fıkıh kitaplarına müracaat edilebilir. Hadîs-i şe­rifte geçen «Her kime namaz vakti gelirse hemen namazını kılsın» emri her şahsa âmm ve şâmil olduğu gibi her halde şamil­dir. Yâni bulunduğu yerde rnescid ve su olmasa dahi, kılsın demektir. Bu cihet Ebu Ümâme rivayetinde şöyle beyân buyurmuştur:

«Ümmetimden her hangi bir kimseye namaz vakti gelir ele su bulamazsa, yeri   temizleyici ve mescid    bulunur.»

Bir rivayetinde :

«Onun temizleyicisi ve mescidi yanındadır.» buyurulmuştur.                                                              

Hadîsde Hadîsi zikretti  :                

denilerek Hazreti Câbir'in hadîsi baştan sona okuduğuna işaret ediliyor. Demek oluyor ki, beş şeyden burada yalnız ikisi zikredilmiştir. O hâl­de geri kalan üçünü de biz tamamliyalım: Fahri Kâinat (S.A.V.) Efen­dimiz buyuruyorlar ki:

«Bana ganimetler helâl kılındı. Şefaat da verildi. Eski­den peygamber hususî olarak kavmine gönderilirdi; ben ise insanların hepsine gönderildim.» görülüyor ki, peygambe­rimize verilen beş şeyden üçüncüsü ganimetlerdir.

Gânîmet; harp esnasında düşmandan kahren alının mal ve candır ki, hak kazananlar arasında beşte bir usulüyle taksim olunur. (Tafsilâtı fıkıh kitablarmdadır.)

Gânîmef, Resûl-ü Ekrem {S.A.V.)'e mahsus hasâistendir. Geçmiş ümmetlerde ya hiç yoktur. Yahut böyle değildi. Bakınız Hattdbl (—388) bu hususta ne diyor: «Geçmiş peygamberler iki kısımdır. Bir kısmına hiç cihad farz olmamış; binâenaleyh onlara ganimet de meşru olma­mıştı.

Bir kısmına ise cihad için izin verilmiş, lâkin ganimet olarak aldıkları şeyden istifâde, kendilerine helâl kılınmamıştı. Bir ateş gelîr, onların ganimetlerini yakardı.» Bazıları «Bana ganimetler helâl kilindi» cümlesini: «Bana nafile, istifa ve ganimetleri alanlar arasın­da paylaştırmak suretiyle ganimetler hakkında tasarrufda bulunmaya iiîn verildi.» şeklinde tefsir ettiler.                                                 

Beş şeyden dördüncüsü şefaattir, Şefaat : Kıyamet gününde bazı müstesna kulların bazı günahkâr kulları afvetmesi için Allah'a niyazda bulunmalarıdır. Bazıları kendilerine şefaat etme hakkı verilenleri on iki sınıfa çıkarır. Bunların başında hiç şüphe yok ki, (Şefâat-İ Uzmâ) sahibi Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) gelir. . Şefaati Uzmâ en büyük şefaat demek olup, nâsın kıyamet günü hesap yerle­rinde pek başı sıkıldığı zaman yapılacaktır.

Beşincis? : 'Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in bütün insanlara peygamber gönderilmesidir. Diğer peygamberler böyle değildi. Meselâ : HazreM Nuh Aleyhisselâm yalnız kendi kavmine gönderilmişti. İçlerinde yal­nız bir beldeye gönderilenler bile vardı. İşte bu beş şeyle Resûl-ü Ek­rem (S.A.V.) imtiyaz ve ihtisas kesbetmiştir. Hadîsi şerifte bir çok fay­dalar vardır ki, bunlar uzun şerhlerde beyân olunmuştur. Burada Mu­sannif merhuma gereken: Hadîsin sonunda Müftefekun Aleyh demek ondan sonra ikinci hadîse geçmek idi. Gerçi hadîs-i şerifin Müttefekun Aleyh olduğu anlaşılmakta ise de, bu şekli ile onu hiç tahrîc eden yok­muş gibi muallakta bırakmak doğru değildir.[345]

 

135/107- «Hüzeyfe radiyallahü anh hadîsinin Müslim'deki rîvâyetin-de: Suyu bulamadığımız zaman, toprağı da bize temizle­yici kilindi» kaydı vardır ki, bu kayıt Kur'an-ı Kerimin kaydına uy­duğu için birinci hadîsde de muteberdir.[346]

 

136/107- «Ali radiyallahü anh'âen Ahmed'in tahrîc ettiği rivayette: «Toprak bana temizleyici kılındı» cümlesi vardır.

Hadîs-i şerifin bu cümlesi ile yukarıdaki Huzeyfe rivayeti «teyem­müm yalnız toprak üzerine olur» diyenlerin delilidir. Buna verilen ce­vap birinci hadîsde geçti.[347]

 

136/108- «Ammâr b. Yâsir[348] radtyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demişfİr ki: Resûlüllah sollallahü aleyhi ve seîlem beni bir hacet peşinde gönderdi. Ve ben cünüb oldum da su bulamadım. Binâe­naleyh yer üzerinde tıpkı hayvanın yuvarlandığı gibi yuvarlandım. Sonra Peygamber {S.A.V.)ıe gelerek bunu kendilerine anlattım: «Sa­na ellerinle sadece şöyle yapmak yeterdi.»   buyurdu. Sonra iki eliyle yere bir kere vurdu; sonra sol eli ile sağ eli üzerine, avuçla­rının dışına ve yüzüne mesnetti.»[349]   

                                              

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'tir, lâfız Müslim'indir. Buharî'nin bir rivayetinde ise : «iki avucunu yere vurdu. Ve onları üfürdü. Sonra on­larla yüzünü ve ellerini mesnetti.» Duyurulmuştur.

Yukardaki hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, Hazrefi Ammâr kıyas ile âmel etmiştir. Bakmış ki, su bulunmadığı zaman onun yerini toprak tu­tuyor. O halde su ile nasıl bütün bedeni kuru yer kalmamak şartıyla yıkamak lâzım ise, toprakla da bütün bedeni kaplamak icap eder; kanaatma varmış, lâkin Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisine bu kıyasın doğ­ru olmadığını, toprağı kullanmanın nasıl olacağına ve bunun yeter de­recesinin neden ibaret olduğunu göstermiş ve teyemmüm için elleri te­miz yere bir defa vurmanın kâfi geleceğini, ellerin yalnız üstü mesh edileceğini yâni farz olan miktarın bundan ibaret olduğunu anlatmış­tır. Filhakika bu bâbtaki âyet-i kerîme mücmeldir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bilfiil meshetmekle onıj beyân buyurmuştur. Teyemmüm eder­ken, yüz ile kollar arasında tertibe riayet icab etmiyeceği dahi bu be­yândan anlaşılmaktadır. Vakıa cümlede atıf harflerden «vav» vardır.

ise zaten tertip ifâde etmez. Amma Buharî'nin rivayetinde ile atıf edilmiştir. Tertip veterâhi ifâde eder. Bundan sonra demektir. Ebû Davud'un bir rivayetinde hadîs şöyledir:

«Sonra sol eliyle sağ elinin üzerine, sağ eliyle de sol elinin üzerine avuç­ların üzerine vurdu. Sonra yüzüne mesnetti.» îsmaüî'nm rivayetinde ifâde daha da açıktır. O rivayette şöyle denilmektedir:

«Sadece ellerini yere vurarak sonra onları silkmen, son­ra sağ elinle solunun üzerine, sol elinle de sağ elinin üze­rine meshetmen, sonra yüzüne meshetmen sana kâfidir.»

Hadîs-i şerif,  cünüb olup  da  su bulamayana  teyemmüm etmenin farz olduğuna delildir. Teyemmüm için ellerin toprağa- ka£ defa lacağı ve ellerin nereye kadar meshediîeceği ihtilaflıdır. Se'.ef-i Salî-hîn'den bir cemaatle onlardan sonra gelen bazı ulemâya göre teyem­müm için elleri bir defa toprağa vurmak kâfidir. Ashâb-ı kiramdan bir cemaatla onlardan sonra gelen Hanefîyye gibi bazı ulemâya göre ise mutlaka iki defa elleri toprağa vurmak lâzımdır. Bunların delilleri aşa­ğıda gelen beşinci hadîstir. Hadis imamları ile birçok ulemâ toprağa bir kere vurmak kâfidir derler. Delilleri mevzu-u bahsimiz olan Ammâr hadîsidir. Bu hadîs bu bâbdaki hadîslerin en sahihidir. Aşağıda gelen ve iki vuruş ifade eden Ibnî Ömer hadîsi, buna muaraza edemez. Ammâr hadîsinden maada bu bâbda gelen her hadîs ya zaîftir, ya mevkuf di­yorlar.

Ellerin nereye kadar meshedileceğine gelince: Hadîs imamlariyle ulemâdan bir cemaata göre ellerin yalnız avuç kısmı ile avucun dışını meshetmek kâfidir. Nitekim Ammâr hadîsi de bunu ifâde ediyor. Vakıa Hazreti Ammâr'dan muhtelif rivayetler gelmiş ise de bunların en sahihi şüphesiz ki Buharı (194 — 256) ile Müslim (204 — 261)'in.rivayetleridir. Hazreti Ammâr (R. A.) Resûlüllah (S.A.V.)'in vefatından sonra dahi bununla fetva verirdi. Ravî, bilhassa şahabı ve müçtehit olursa rivayet ettiğinin mânasını başkalarından iyi bilir. Teyemmüm için eller iki defa toprağa vurulur diyenler eller dirseklerle beraber meshedilir der­ler. Delilleri yine beşinci hadîstir. Tertib mes'eresUde-.ihtilaflıdır. Elle­rin bir defa vurulmasını kâfi görenler Ammâr'hadîsi ile istidlal ederek tertip vâcib değildir diyorlar.. Ellerin iki defa vurulmasını şart koşan­lar: Evvelâ yüze, sonra kollara ve keza evvelâ sağa, sonra sola mesh­etmek suretiyle tertibe riayet etmek farzdır; derler.. îmnyn-ı Şafiî'ye (150 — 204) göre teyemmüm için elleri toprağa vurmak şart değildir. Sadece toprağın üzerine koymak kâfidir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'in duvardan yaptığı teyemmüm de yalnız elini koyduğu rivayet edilmiş­tir.

Hadîs-i şerifin Bw/ıan'deki rivayetinde ellerden toprağa üfür-mek de vardır ki; bazı ulemâya göre bu mendup, bazılarına göre de­ğildir. Buradaki teyemmüm cünüp hakkında ise de hayızlı ile nifas-lının hükmü de cünübe kıyasen aynıdır. Yalnız bunlar hakkında Ibnı Ömer ile İbni Mes'ûd muhalif reydedirler. Toprağın cünüblüğü gi­derip giderememesi altıncı ha-dîsdç görülecektir.[350]

 

141/109- «İbni Ömer radiyallahü aııh'den rivayet edilmiştir. De­miştir ki:  Resûfüllah sallallahü aleyhi ve seîlem :

— Teyemmüm iki vuruştur. Bir vuruş yüz için; bir vurug da dirseklerle beraber kollar içindir; buyurdular.»[351]

 

Bu hadîsi Dâre Kutnî rivayet etmiştir. Hadîs imamları onun mev­kuf olduğunu sahîhlemişlerdir.

Dâre Kutnî (306 — 385) «Sünen» inde bu hadîsi rivayet ettikten zcnırz: «Bu hadîsi Yahya, Kattan, Hiişeym ve başkaları mevkuf say­mışlardır. Doğrusu da budur.» diyor. Hadîs İbni Ömer'e mevkuftur. Hattâ bazıları «onun sözüdür. Bu bâbda içtihada meydan açıktır» di­yor. Bu mânada daha birçok rrvâyetler vardır. Fakat hiçbiri sahîh de­ğildir. Bunların kimisi mevkuf, kimisi de zaîftir. İtimâda şayan olanı, yalnız yukarda zikrettiğimiz Ammâr hadîsidir. Buharı (194 — 256) bu rivayete katiyetle cezmederek sahihinde :

«Yüz İle Ellere Teyemmüm Babı» unvanı ile bir bâb yapmışdır.

Burada ihtilâf olduğu şöhret bulmakla beraber Buharî'nin cezm sigası kullanması delili kuvvetli olduğundandır. Zira teyemmümün sıfatı hakkında vârid olan hadîslerden oncak Ebu Cüheym hadîsi ile Ammâd hadîsi sahihtir .Bunlardan maadası ya zaîftir ,yahut mevkuf veya merfu olduğu ihtilaflıdır. Ve merfu olmadıkları müreccahtır. Ebu Cüheym hadîsi elleri mücmel zikretmiştir. Ammâr hadîsine gelince: Bu hadîs Sahîheyn'de « ^kj3 | » yâni eller İraydı ile, Süne»'de yâni dirsekler kaydıyla rivayet olunmuş; bir rivayette kolun yarısı­na kadar! diğer bir rivayette koltuklara kadar, kaydıyla vârid ol­muştur. Dirsekler ile kolun yansı rivayetleri üzerinde söz edilmiş-' tir. Koltuklara kadar mesh edileceğini gösteren rivayet hakkında tmam-ı Şafiî (150 — 204) ve başkaları şöyle diyorlar: «Eğer bu şekilde teyemmüm Hazretİ Peygamber (S.A.V.)'in emri ile olduysa bundan sonra Hazretî Peygamberden sahîh olarak rivayet edilen her teyemmüm bunu neshetmiştir. Yok Resûlüllah (S.A.V.)'in emri »olmaksızın yapıl­mışsa hüccet değildir. Hüccet Peygamber (S.A.V.)'in emridir.»[352]

 

142/110- «Ebû Hüreyre radiyallahü anh'iien rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Yer yüzü müslümanın abdest suyudur; isterse su­yu on sene bulamasın, suyu bulduğu zaman Allah'dan korksunda onu cildine dokundursun; buyurdular.»[353]

 

Bu hadîsi, Bezzâr rivayet etmiş ve İbni Kattan sahîhîemiştir. Lâkin Dâre Kutnî mürsel olduğunu doğru bulmuştur.

Dâre Kutnî (305 — 385) «Kitabül - îlel» inde «Mürsel olduğu da­ha sahîhdir» der. Hadîsde «Suyu bulduğu zaman» denilmesi, su bulun­dukta onu vücuduna dökünmesi lüzumuna delildir. îşte toprak cünüb-lüğü gidermez, o yalnız namazı mubah kılar. Namazdan sonra cünüb-lük yine bakidir; diyenlerin delili budur. Bundan dolayıdır ki, her na­maz için ayrı teyemmüm icap eder derler. Bunlar Amr b. Âs hadîsi ile de istidlal ederler. Hazretİ Amr (R. A.) cünüblükten teyemmüm etmiş ve arkadaşlarına namaz kıldırmıştır. Ashâb-ı Kiram bunu Resûlüllah (S.A.V.)'e haber verdiler. Ve Amr cünüb olduğu halde arkadaşlarına namaz kıldırdı; dediler. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisine hitaben :

«Arkadaşlarına cünüb iken namaz mı kıldırdın» diyerek ashabın hazreti Amr'a cünüb demelerini takrir eylemiştir.

Bazıları: «Toprak su hükmündedir. Binâenaleyh o da su gibi cünüb-lüğü giderir. Ve onunla teyemmüm eden istediği kadar namaz kılar. Suyu bulduğu zaman yıkanması icap eder. Fakat bu yıkanma geçmiş namazlar için değil, gelecek namazlar içindir;» derler. Ve bu hususta hem âyet hem hadîsle istidlal ederler. Âyetten delilleri Cenab-ı Hakkın toprağı suyun yerine bedel tutmasıdır .Binâenaleyh suyun hükmü ne ise, toprağın hükmü dahi odur. Hadîsden delilleri: Resûlüllah (S.A.V.)'in toprak için tahûr yâni temiz ve temizleyici demesi onun hakkında- ab­dest suyu tabirini kullanmasıdır.Hak olan şudur ki: Teyemmüm suyun yerini tutar ve cünüblüğü giderir. Fakat muvakkattir. Suyu bul­du mu onun hükmü kalkar. Suyun yerini tutması Cenab-ı Hakkın onu suyun yerine bedel saymasındandır. Esas itibarı ile toprak bütün ah­kâm hususunda suyun yerini tutar. Bu kaide ancak aksine bir delil var­sa bozulur. Aksine delil de yoktur. Suyu bulduğu zaman yıkanması, Resülüllah (S.A.V.) Hazretleri Amr'a cünüb dediği ve «Suyu btlldu-ğu zaman Allah'tan korksun» buyurduğu içindir. Bundan anla­şılanı; suyu bulmazdan Önceki sebepten dolayı yıkanmayı emretmiş ol­masıdır. Zira ilerde gelecek sebeplerden dolayı yıkanma emri Kitap ve Sünnet'ten malûmdur. Te'sis, Te'kidden hayırlıdır.

142/110- «Tirmizî'de Ebû Zerr[354] radiyaîlahü cmVden bunun ben­zerî vardır. Tirmizî bunu sahîhlemiştir.»

Hazreti Ebu Zerr'in yukardaki Ebu Hüreyre hadîsine benziyen ha­dîsi sudur :

öEbû Zerr dedi ki : Medine'de sıkıldım Resülüllah (S.A.V.) de bana develerin yanına gitmemi emretti. Bir müddet onların arasında kaldım. Nihayet Resülüllah (S.A.V.)'e gelerek Ebû Zerr helak oldu; dedim. Hâlin  nedir?    Buyurdular. Cünüblüğe maruz kalıyordum; yanımda su da yoktu; dedim. «Yer yüzü suyu bulamayanın temizleyi-cisidir. isterse on sene olsun» buyurdular.

Bu hadîs için Musannif merhum «El-Fetih» de, «Onu İbni Hib- (—354) ile Dâre Kutnî (306 — 385) de sahihi emişi erdir» diyor.[355]

 

144/111- «Ebû Saİd-î Hudrî radiyaîlahü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Bir seferde iki adam yola çıkmıştı. Yanlarında su yoktu. Namaz vakti geldi. Bunlar hemen temiz yere teyemmüm ederek na­mazlarını kıldılar. Sonra vaktin içinde iken suyu buldular. Derken bi­risi hem abdestî, hem namazı iade etti. Öteki iade etmedi. Sonra Re-sûlüllah (S.A.V.)'e gelerek mes'eleyi anlattılar. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Namazı iade etmeyene «Sen sünneti yapmakla isabet ettin ve namazın sana kifayet etti;» dedi. Diğerine de: «Sana iki kere sevap var» buyurdular.»[356]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud ve Nesâî rivayet etmiştir.

Hadîs-i şerîfte yolculardan biri hakkında «hem namazı, hem ab-desti iade etti» deniliyor. Halbuki henüz abdest almamış; teyemmüm etmişti. Şu halde burada abdest almasına ya tağlîb tarikiyle iade etti denilmiş; yahut teyemmüme mecazen abdest ıtlak edilmiştir. «Sün­nete İsabet ettin» tâbirinden murad: Meşru yola rastladın demek­tir. «Sana İki kere sevap var» demek; biri teyemmümle kıldığın diğeri da abdestle kıldığın için demektir.                               

MunzirVnm (—656) «Muhtasarü's - Sünen» adlı eserinde : Bu hadîsi NesâVnin hem müsned, hem de mürsel olarak tahrîe ettiği zikredilmiştir. Ebu Dâvud (202 — 275) dahi: «Bu hadîs Ata b. Yesâr'dan mürseldir;» diyor. Lâkin Musannif «Bu rivayet îbni Seken {294—353)'in sahihinde yer almıştır» demektedir. Hadîsin İbni Abbas (R. A ./dan bîr şahidi de vardır. Bu şahidi îshak Müsned'inde şu lâfızlarla rivayet eder.

«Resûl-iİ Ekrem (S.A.V.) küçük abdestini bozdu; sonra teyemmüm efti. Kendisine: Muhakkak su sana yakındır dediler. Belki ben ona Uİa-şamam» buyurdular»

Sadedinde bulunduğumuz hadîs-i şerîf Resûlüllah (S.A.V.) devrinde içtihadın caiz olduğuna delâlet ettiği gibi, teyemmümle namazını kılıp da, vakit içinde suyu bulana namazını iade lâzım gelmiyeceğine de de­lildir. Bazıları vakit içinde suyu bulan namazını iade eder; demişler ve yukarda geçen :

«Suyu bulduğu vakit Allah'dan korksun da onu cildine dokundursun» hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Fakat buna şöyle ce­vap verilmiştir: «Bu hadîs mutlaktır. Suyu vakit içinde, vakit dışında, namaz halinde ve namaz dışında bulana şâmildir. Ebu Said'in bu ha­dîsi ise, suyu vakit içinde namaz halinde iken bulamayanlar hakkında­dır. Binâenaleyh o mutlak hadîs bu mukayyede hamledilir ve mâna şöyle-olur: «Eskiden cünüb olup, teyemmüm etmiş de şimdi vakit için­de namazı kılmadan Önce suyu bulmuşsa, o suyu vücuduna dökerek yı­kansın.»

Vakit içinde iade eder diyenler bir de:

([357]) Namaza kalkmak istediğinizde yüzlerinizi yıkayın» âyeti kerîme-siyle istidlal ederek «vakit çıkmadıkça bu hitab o mükellefe mütevec­cihtir» derlerse de bunlara: «Namaz kılındıktan sonra, hitabın teveccü­hü kalmaz.» Resûî-ü Ekrem (S.A.V.) :

«Namazın  sana yeter» dedikten sonra hitabın teveccühü nasıl kalabilir» diye cevap verilmiştir.[358]

 

145/112- «İbni Abbas radiyallahü anhümâ'dan Teâlâ hazretlerinin «Eğer hasta veya yolcu olursanız» âyet-i kerimesi hakkında rivayet edilmiştir. Demiştir ki:

«Adamda hak yolunda cihad ederken yaralanma olur veya vücudunda çıkan yara bulunur da, cünüb olur ve yıkandığı   takdirde   öleceğinden    korkarsa   teyemmüm eder.»[359]

 

Bu hadîsi, Dâre Kutnî mevkuf olarak Bezzâr ise merfû olarak ri­vayet etmiş;   İbni Hüzeyme ile Hâkim sahîhlemişlerdir.

Dâre Kutnî (306—385) İbni Abbas'a mevkufen rivayet etmektedir. Ebû Züra (— 375) ile Ebû Hatim (— 354) : «Bu hadîsde Ali b. Âsim hata etti» diyorlar. Bezzâr: «Bu hadîsi mutemet râvilerden Cerir*-den gayri hiçbirinin Ata'dan merftı olarak rivayet ettiğini bi'miyo-ruz;» demiştir. İbni Maîn, (—233) : «Cerîr Atâ'dân ihtilâftan sonra işitmiştir.» der. Bu takdirde hadîsin merfu olduğu bile tam sabit olamıyor.

Hadîs-i çerîf cünüb hakkında teyemmümün ölüm korkusu ha­linde caiz olacağına delildir. Ölüm korkusu yok da yalnız zarar var­sa o zaman da:

âyet-i kerîmesi hastalığın teyemmümü mutlak surette, yani ölüm kor­kusu olsun olmasın mubah kıldığına delâlet eder. İbni Abbas (R. A.)'ın sözünde geçen «yara» tâbirleri sırf birer misaldir. Yoksa her hastalık aynı hükümdedir. İbni Abbas hazretlerinin kavline îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile bir kavlinde Şafiî (150 — 204) zâhib olmuşlar­dır, îmam-ı Mâlik (93 — 179), Hanefîyye İmamları ve bir kavlinde Şafiî zarar korkusuyla dahi teyemmümü caiz görürler. Zira âyet mutlaktır. Dâvud-u Zahirî (202 — 270)'ye göre zarar korkusu olma­sa bile hastalık teyemmümü mubah kılar. Çünkü ayetin zahiri bu­nu ifâde eder.[360]

 

146/113- «Alî radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki:Bilek mafsallarımdan birisi kırıldı da Resûlüllah (S.A.V.)'e ne yapa­cağımı sordum:  Bana sargılar üzerine mesh etmemi emir buyurdular.»[361]

 

Bu hadîsi,  İbni Mâce cidden hiç olan bir senetle rivayet etmiştir.

Onu Yahya b. Maln (—233), îmam-ı Ahmed b. Haribel (164—241) ve başkaları dahi inkâr etmişler ve: «Bu hadîsi Amr b. Halid Vasıtî rivayet etmiştir. Bu adam yalancıdır» demişlerdir. Hadisi Dâre Kutnl (306 — 385) ile Beyhakı (384 — 458) dahi iki yoldan rivayet et­mişlerse de senet itibariyle bunlar yukarıkinden daha hiçtir. Nevevî (631 — 676) : «Bu hadîsin zaîf olduğuna bütün hafızlar ittifak et­miştir» der. İmam-ı Şafiî (150 — 204) : «İsnadının sahîh olduğunu bilsem buna kail olurdum. Bu hadîs, hakkında Allah'a istihare et­tiğim hadîslerdendir.» demiştir.[362]

 

147/114- «Câbir radiyallahü anh'den, başı yanlan ve yıkanarak Ölen zât hakkında :                  

— «Ona sade teyemmüm edip, yarasının üzerine bir  bez parçası sarması yeterdi. Sonra   üzerine   mesheder,   Sair cesedini yıkardı; dediği rivayet edilmiştir.»[363]

 

Bu hadîsi; Ebû Dâvud, içinde zaaf bulunan bir senetle rivayet et­miştir. Hadîsin ravîsi üzerinde de ihtilâf vardır.

Çünkü bu hadîsi tek başına Ziibeyr b. Hurayk rivayet etmiştir. Dâre Kutnî (306 — 385) bu zât hakkında: «Kavî değildir» diyor. Fakat Zehebî (673 — 748)  : «Doğru söyler» demiştir.

Râvisi üzerindeki ihtilâf ise Atâ'nm Câbir'den mi, yoksa İbni Abbas'dan mı rivayet ettiği hususundadır. Çünkü hadîsi Atâ'd&n Zübeyr b. Hurayk'm rivayetinde Atâ bu hadîsi Câbir'den rivayet et­mektedir; Fakat EvzâVnin Atâ'âa.11 duyarak naklettiği rivayet de Atâ hadîsi İbni Abbas'dan rivayet eder. Bir rivayetinde olan diğerin­de yoktur.

Bu hadîsile yukarıki Hazreti Ali hadîsi sargı üzerine su ile meshet-menin vücubu hakkında birbirini takviye ediyorlar. Bu faâbda ulemâ arasında ihtilâf vardır. Bazıları zaîf de olsalar birbirlerini takviye eden bu iki hadîsle istidlal ederek, sargı üzerine meshe kail olmuş; bunu mest ve sargı üzerine mesh etmeye kıyas eylemiştir ki, bu kıyâs nassı takviye ede,r. Evet, mest ile sargı üzerine meshi caiz görenlerce sarı­ğı üzerine mesh kuvvetle sabit ve caiz olur. Fakat Câbir hadîsinde te­yemmüm, mesh ve yıkamanın üçü birden zikredilmektedir ki, bu müş­küldür. Çünkü teyemmümle gusülün bir araya gelmesini iktiza ediyor. Bazılarında bu müşkil şu şekilde hâl olunur: Abdest azaları yara olur. Eu sebeple onlara su dokundurmak imkansızlaşır ve teyemmüme mü­racaat olunur. Sonra vücudun geri kalan yerlerine su dökülür. Baş ya­rığına gelince: Bu baştadır ve yıkamak icap eder. Lâkin yarığı yıka­mak imkânsız olduğundan üzerine sargı sarılır ve mesh olunur. Ancak Musannif «Et-Telhîs» adlı eserinde: Atâ'nin İbni Abbas'dan olan ri­vayetinde teyemmüm lâfı yoktur: Binâenaleyh Zübeyr b. Hurayk'ın bunu rivayette yalnız kaldığı sabit olur. Bu cihetle İbni Katta (—628) tenbihte bulunmuştur.» dedikten sonra «Atâ'nm rivayetinde sargı üzerine mesh lâfı da yoktur. Bu da ZÜbeyr'in tek başına rivayeti­dir,» diyor.

«ona sadece yeterdi» cümlesinin merfu olmadığı zannmı vermekte İse de hâl butlun aksinedir. İbare merfudur. Yalnız Musannif kısaltma yaparken merfu olduğuna delâlet edeiı ibare gözden kaçmıştır. Bu: hadîs bir kıssayı hâvi olup, lâfzı Ebû Davud'un Câbir'den tahrîc ettiği rivayette şöyledir.»

Câbir dedi ki: Bir sefere çıktık. Bizden bir adama bir taş isabet ede­rek başını yardı. Sonra bu zât ihtilâm oldu ve arkadaşlarına sordu. Be­nîm  için teyemmüme  ruhsat  buluyormusunuz?  dedi. Arkadaşları: 

Senin için ruhsat bulamayız! Sen su isti'maline kadirsin dediler. Bunun üzerine yıkandı ve öldü.Resûlüllah   (S.A.V.)'in  yanına gelince hadîse kendisine haber verildi ve : Öldürdüler adamı! Allah onları katletsin.'Mademki bilmiyorlar sorsalar ya! Âcizin şifa­sı ancsk sormaktır. Bu adama sadece teyemmüm ede­rek yarayı sıkması yahut yarasının üzerine bir bez par­çası r arması «Musa burada şek etti» kendisine yeterdi. Son­ra üzerine mesh. eder, ve bedenininsâir yerlerini yıkar­dı.» buyurdular.[364]

 

148/115- «İbni Abbas radiyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Kişinin bir teyemmüm İle bir namazdan başka namaz kıl­maması sünnettendir. Sonra diğer namaz için yine teyemmüm eder.»[365]

 

Bu hadîsi Dâre Kutnî pek zaîf bir isnadla rivayet etmiştir. Çünkü, Hasan b. Amâre'nin rivayetidir. Bu zât zaîftir.

Bu bâbda Hazreti Ali ile İbni Ömer (R.A.)'den iki zaîf hadîs daha vardır. Her ne kadar İbni Ömer hadîsi daha sahihtir diyenler olmuşsa da o da- mevkuftur. Binâenaleyh hiçbiri ile istidlal caiz değildir. Asıl olan: Cenab-ı Hak toprağı suyun yerine koymuştur. Su ile abdest yal­nız hadesten dolayı vacip olur. O halde teyemmüm de öyledir. Hadîs imamlarından bir cemaat ile diğer bir takım ulemâ bu kanaattadır. De­lil nokta-ı nazarından bu daha kuvvetlidir.[366]

 

Hayz  Babı

 

Hayz : lugâtta: Çıkan kan demektir. Şer'an, hayzin hades mi yoksa necis mi olduğu ihtilaflıdır. Hades olması daha münasib görülür. Hay­zin necis olduğuna göre tarifi : Hasta ve küçük olmayan bir kadın rah­minin dışarı attığı kandır. Hades olduğuna göre tarifi : Adı geçen kan sebebiyle hasıl olan seri maniiyyettir[367]. Musannif vukuu çok olan hadesîeri bitirdikten sonra vukuu da-ha az olana geçiyor ki, tertip bu­nu icap eder.[368]

 

149/116- «Âişe radiyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir ki, Fâtıma bınti Ebi Hubeyş hastalık kanı görüyordu. Resûlüllah saTlallahü aley­hi ve sellem kendisine:

— Muhakkak ki hayız kanı karadır; bilinir. Binâe­naleyh o geldi mi namazdan vazgeç. Öteki olursa abdest a' ve namazını kıl; buyurdular.»[369]

 

Bu hadîsi; Ebû Dâvud ve Nesâi rivayet etmişler; İbni Hibbân ile Hakim sahîhlemişler; Ebû Hatim ise münker bulmuştur. Bu ha­dîs abdesti bozan şeyler babının ikinci hadîsidir. Oradaki rivayeti Müttefekun aleyhtir. Buradakinde Ebû Hatim'in onu münker sayma­sının sebebi Adiyy b. Sabitin babasından, onun da dedesinden rivayet etmiş olmasıdır. Çünkü ceddi maruf bir kimse değildir. Bu hadîsi Ebû Dâvud (202 — 275) dahi zaîf addetmiştir. Hadîs-i şerîfde istihazalı kadına, kanın sıfatına bakması emrediliyor. Hayz kanı­nın rengini, sıfatını kadınlar zaten bilirler. Binâenaleyh görülen kan o sıfatta ise hayz; değilse istihazadır.

îmam-ı Şa/i$(150 — 204) yeni hayz görenler hakkında buna kail olmuştur.

Abdesti bozan şeyler. babında    Resûlüllah (S.A.V.)'in    Fâtıma'ya :

«Bu ancak bir damardır. Hayzin geldi mi namazı bırak! Gitti mi kendinden kanı yıka ve namazını kıl» buyurduğunu görmüştük. Eu hadîs cna zıt değildir. Zira: «Hayz kam karadır; bilinir» demek, hayzin gelip gitme za^nanını beyândır. İstihazalı kadın, ya kanın sıfatından, yahut âdeti günlerinde gelmesinden, gelen kanın hayz olduğunu bilir. Fâtıma binti ebî Hubeyş, ihtimalki âdeti malûm olan bir kadındı. Bu takdirde «hayzin geldi mi» sözü âdet günlerin geldiği vakit demek olur. Şayet âdet günleri malûm değildiyse o zaman da ka-nm sıfatına' bakarak, hayzin geldiyse demek olur. Bir kadın hakkında-hem âdet günleri, hem de kanın sıfatı bir araya gelebilir.

İstihazalı kadının kendine mahsus hükümleri vardır ki, bazıları şunlardır:

1— Cumhur-u ulemâ'y^' göre istihaza kanı akarken, o kadının cin­sî münasebette   bulunması   caizdir.    Çünkü bu kadın namaz, oruç ve şâir ibadetlere nisbetle temiz hükmündedir. O halde cima için de aynı hükümdedir. Zaten kadının cimâı ancak bir delil ile kocasına haram olur. Burada böyle bir delil yoktur. İbni Abbas (R. A.), «îstihazalı kadın namazını kılıyorsa, kocası kendisine, yaklaşabilir. Namaz daha büyük­tür! demiştir.   Yani namaz ki taharet şartiyle yapılan ibadetlerin ba­şındadır; onu bile istihaza kanı akıp dururken kılabilirse, cinsî müna­sebet evleviyyetle caiz olur, demek istemiştir.

2— İhtiyat kabilinden istihazalı kadına abdest ve gusülden önce fercini yıkayarak oraya pamuk veya bez parçası tıkıştırması ve bu su­retle mümkün olduğu kadar pisliği   azaltmağa   çalışması   emrolunur. Fakat bu vacip değil, menduptur.

3— Cumhûr'a göre, namaz vakti girmeden abdest alamaz.Çünkü onun temizliği zaruri temizliktir. İhtiyaç zamanı gelmedikçe onu yapamam.[370]

 

149/116- «Esma bîntî Umeys[371] radiyallahü anhâ'nm Ebû Dâvud'daki hadîsinde : Bir leğene otursun, suyun üzerinde sarılığı gördüğü zaman, öğle ile ikindi için bir gusül yıkansın. Akşam ile yatsı için de bir gusül yıkanır; sabah için de bir gusül yıkanır. Bunların arasında abdest alır» Duyurul­muştur.[372]

 

Hadîs-i şerîfde «otursun» buyurulduğu zikrediliyor. Yani cümle yukarıya atıf harflerinden ile bağlanıyor. Çünkü Musannif Esma hadîsinin yalnız bir kısmını almıştır. Zaten âdeti öyledir. Hadîsin yalnız delil teşkil eden yerini alır. Lâkin Ebû Davud'un tahrîc ettiği Esma hadîsi şöyledir :

«Sübhânellah bu şeytandandır. Otursun...» yani orada ile atıf yok­tur. Gerek bu lıadîsde, gerekse aşağıdaki Hamne hadîsinde istiha­zalı kadının gün ile gecede üç defa yıkanması emrediliyor. Hamne hadîsinde bunu öğle ile akşamı, geciktirdiği zaman yapacağını izah ediyor. Hadîsden anlaşılan: vakit, tâyin ederse, her farz için yıkan­masıdır. Ulemâ bu bâbda ihtilâf etmişlerdir. Ashab-ı kiram ile ta­biînden bir cemaata göre bu kadına her namaz için yıkanmak icap eder. Cumhûr'a före ise her namaz için yıkanmak farz değildir. Çün­kü her namaz için yıkanma rivayeti zaîftir. Zaîf olduğunu îmam-ı Beyhakî (384 — 458) beyân etmiştir. Bazıları «yıkanma hadîsi Fâtıma binti Efaî Hübeyş hadîsi ile nesh edilmiştir» derler. Şu varki nesh için tarihini bilmek icap eder. Münzirî (— 656) Esma binti Ümeys için «hasendir» demiştir. O halde bu hadîsle Fâtıma bîntî Ebî Hübeyş ha­dîsinin araları şöyle cemedilir:  Gusül menduptur. Abdest almak farzdır:  Zira gusül farz olsaydı,  Fâtıma'ya sade abdest almasını emret-mezdi. îmam-ı Şafiî (150 — 204) bu kavle meyletmiştir.[373]

 

151/117- «Hamne binti Cahş[374] radiyallahü anhâ'dsp rivayet-edil­miştir, demiştir ki: Ben çok şiddetli hayızla istihaza görüyordum. Pey­gamber  (S.A.V.)'e fefvâ sormağa geldim. Buyurdu ki :Bu ancak şeytandan bir dürtmedir. Binâenaleyh sen altı gün veya yedi gün hayzını gör. Sonra yıkan; iyice temizlendin mi yirmidört veya yirmi üç gün namaz kıl ve kıl; tut. Çün­kü bu sana yeter. (İlerisi için de) hep böyle yap. Kadın­lar nasıl hayz görüyorsa, Öyle. Eğer öğleyi geciktirip, ikindiyi acele kılmaya iktidarın var da, sonra hayzdan temizlenip yıkanır ve öğle ile ikindiyi toptan kılar; sonra akşam namazı ile yatsıyı te'hir eder; sonra yıkanır ve iki namazı birden kılabilirsen bunu yap.   Sabah zamanında yıkanır ve namazı kılarsın.» Bu benîm için iki şıkkın en acaibi-dİr.»[375]

 

Bu hadîsi Nesâî müstesna, Beşler rivayet etmiş; Tirmizî sahîh-lemiş ve Buharı «Hasen» addetmiştir. Hadîsde geçen bazı cümlelerin izahı :

«Şeytandan bir dürtme» bunun mânâsı: Şeytan dinî hususunda onu al­datarak âdetini unutturmaya imkân buldu. Bu suretle sanki onu dürt­müş gibi oldu demektir. Bu izahat abdesti bozan şeyler babının ikinci hadîsinde geçen: «O bîr damardır» tarzındaki izaha aykırı değildir. Çünkü «Şeytan dürtmüştür de damar çatlamıştır» şeklinde araları cem edilebilir. Bu mânâya hamletmeye bir mâni de yoktur:

«Yirmi dört veya yirmi üç kıl» bunun mânâsı: Hayz günlerin altı ise, yirmi dört gün namaz kıl; yirmi üç gün kıl Bu suretle otuz gün tamam olsun demektir:

«Kıl, tut» yani istediğin kadar farz ve nafile ibadet yap demektir:

«Hep böyle yap» yani gelecek aylarda da böyle hareket et demektir. Ni­tekim Ebû Davud'un (202 — 275) rivayetinde : «Her ay yap» buyrulmuştur.»            

«Öğleyi geciktirip, ikindiyi acele kılmaya...» yani öğleyi «vakit çıkma­mak şartıyla» vaktin sonuna bırakıp, ikindiyi de hemen vakti girdiği anda kılmak suretiyle zahiren aralarını cem et demektir;

anda kılmak suretiyle zahiren aralarını cem et demektir;

«Sonra akşamla yatsıyı geciktirirsin» bundan murad: Akşam namazını vaktin sonuna geciktirir; - yatsıyı da vaktinin evvelinde lalarsın demektir. Zaten Ebû 'Davud'un rivayeti böyle değildir. Onun rivayetinde:

«Akşam namazını geciktirir; yatsıyı ilk vaktinde kılar­sın» buyrutmaktadır. Musannif Merhumun bu cümleyi hafzetmesi iyi olmamıştır. «Bu benim için iki şıkkın en acâibidir». Zahirine bakılırsa bu söz ResûlüÜah (S.A.V.)'indir. Ancak Ebû Davud'un rivayetine ba­kılırsa, Hazreti Hamne'nin sözüdür. Zira Ebû Dâvud şöyle diyor:

«Bu hadîsi Amr b. Sabit İbnî Ukayl'den rivayet etmiştir. İbni Ukayl de­miştir ki: Hamne bu benim için şıkkın en acâibidir; dedi.»

Hafız Münzirî (— 656) «Muhtasar-ı Sünen-i Ebû Dâvud-» adlı "eserinde bu hadîs hakkında şöyle diyor: «Hattâbî (—388) : Bazı ulemâ bu hadîsin mucebiyle, kavli bıraktı. Çünkü râvisi îbnü Ukayl bir şey değil; dedi». Ebû BelUr Beyhâkî (384—458) «Bu hadîsi mün­feriden Abdullah b. Muhammed b. Ukayl rivayet etmiştir. Bu zâtın hüccet olup olmayacağı ihtilaflıdır; demiştir.»

Bu hadîs hakkında Tirmizî (200 — 267): «Hasen sahîh» dir; dedik­ten sonra «Muhammed'e yani Buhari'ye bu hadisi sordum. «O ha-sendir» cevabını verdi diyor. İmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) : «Bu hadîs hasen, sahihtir» demiştir.

Görülüyor ki, bu hadîs için «doğru değildir» diyenlerin sözü, doğru değildir. Bilâkis hadîs imamları onu sahîhlemiştir. Musannif bu hadî­si Ebû Davud'un lafzıyla nakletmemiştir. Fakat yukarda da tenbih ettiğimiz veçhile yatsıyı «vaktinin evvelinde» kaydıyla kayıtlamak lâzımdır. Çünkü bu cümleleri Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) her namazı vaktinde kılmaya irşad için söylemiştir. Yani namazın biri vaktin sonunda, öteki vaktin evvelinde kılınacaktır:

«Muktedir olursan» denilmesine bakılırsa kadına gusül etmek farz de­ğil, menduptur. Farz olan: Altı veya yedi gün geçtikten sonra hayzdan yıkanmak, ondan sonra her namaz için abdest almaktır. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in irşad buyurdukları iki şeyin birincisi budur. Zira hadîsin başında .

«Sana iki şey emrediyorum. Bunların hangisini yapar­san Ötekinden Ötürü sana yeter. Her ikisini de yapabil ir­sen sen*bilirsin!...» buyurulmuş; sonra bu iki şeyden birinciyi be­yân babında kadına altı veya yedi gün hayz gördükten sonra yıkanıp, namaz kılmak emrolunmuştur. îstihâzalı kadının her namaz için abdest alacağını bildiren rivayeti Musannif burada .zikretmemiş, fakat başka yerde zikretmiştir. ResûlüElah (S.A.V.)'in irşad buyurdukları iki şeyin ikincisi de yıkanıp, iki namazı sureta cem etmektir.

Bu hadîsde özürden dolayı iki namazın bir vakit de toptan kılınma­sına şeran müsaade edilmediğine delil' vardır. Çünkü özürden dolayı buna müsaade edilse, evvelâ istihâzah kadınlaFa edilirdi.[376]

 

152/118- «Âişe radiyaîlahü anhâ'dan rivayet edilmiştir ki, Ümmü Habibe bihti Cahş Resûlüllah (S.A.V.)'e kandan şikâyet etti. Resûlüllah (S.A.V.) buyurdular ki: «Hayzmın seni hapsettiği miktar bek­le; sonra yıkan!» Bundan sonra Ümmü Habibe[377] artık her namaz için yıkanıyordu.[378]

 

Bu hadîsi Müslim rivâet etmiştir. Buhâri'nm bir rivâyetinue şöyledir: «Her namaz için abdest al» bu rivayet Ebû Dâvud ile başkalarında başkavecihtendir.»

Hadîsde geçen bazı cümlelerin izahı :

«Sonra yıkan» bundan murad, hayzdan paklanmak için yıkanmak­tır, o Artık her namaz için yıkanıyordu», bundan maksat ftesûlüllahın emri olmaksızın yıkanırdı demektir.

Bu hadîs-i şerîf istihâzalı kadının hayzını bildiren şeylere müra­caata havale edileceğine delildir. Hayzını bildiren şeylerin âdet günleri ile kanın sıfatı olduğunu yukarda görmüştük. Maksad bu yollardan bi­riyle hayzmın geldiğine zan hasıl etmektir. Keza ne zaman hayzımn bittiğine dair zan hasıl olursa, kadına yıkanmak farz olur. Namazları­nı şeklen cem edebileceğini görmüştük. Acaba abdesti de böyle cem edebilir mi? Bu bâbda bir nass yoksa da, bunun herkese caiz olduğu başka delilden anlaşılmıştır. İstihâzalı kadının farz namaz için aldığı abdestle nafile kılıp kılmayacağı hakkında da bir bilgi verilmemiştir. Bu mes'elelerde ulemâ ihtilâfa düşmüşlerdir. İmam-ı Şafiî'ye göre bir farzdan fazla kılamaz. Nafile istediği kadar kılar[379].

 

154/119- «Ümmü Atîyye[380] radiyallahü anhâ'dan rivayet edîlmîş-tir. Demiştir ki:  Biz temizlendikten sonra gel»n bulanıklığı ve sanlığı bîr şey saymıyorduk.»[381]

 

Bu hadîsi Buhârî ile Ebû Dâvud rivayet etmiş­lerdir. Lâfız Ebûr Davud'undur,

Hadîsteki «saymıyorduk» sözü ulemânın ihtilâflarına sebep olmuş­tur. Bazıları, bu «Peygamber (S.A.V.)'e merfû hükmündedir. Çünkü maksad onun zamanında ve onun malûmatı ile saymıyorduk demektir. Binâenaleyh Resûlüllah (S.A.V.) bu hali takrir etmiş oluyor» diyorlar. Hadîs imamlarından Buharı (194 — 256) ile birçoklarının rey'i budur. Binâenaleyh hüccet olur ve kadın kara koyu ve kadınlarca malûm kanı görmedikçe hayızlı sayılmaz. Kadın bir defa kassa denilen beyaz ipli­ğe benziyen şeyi gördükten sonra gelen bulanık veya sarımtırak renkli suyun bir hükmü kalmaz.

Kassa; hayz bittikten sonra rahimden çıkan beyaz ipliğe benzer bir şeydir. Yahut kurulandıktan sonra çıkan beyaz şeydir. Kurulanma rah­mine içine kuru bir bez salarak bezin kupkuru çıkmasıdır. Hadîsde «tuhurdan sonra gelen bulanıklığı ve sarılığı bir şey saymazdık» denil­diğine göre mefhum-u muhalifine bakılırsa tuhurdan evvel gelenin hayz sayılması icabeder. Bu cihet dahi ulemâ arasında ihtilaflıdır. Fıkıh ki­taplarından öğrenilebilir.[382]

 

155/120- «Enes radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki, Yahudi­ler kadın hayz gördüğü vakit onunla yiyip içmezler mi ş. Peygamber (S.A.v.) de: «Her şeyi yapın. Yalnız cinsî münasebet müs­tesna» buyurmuşlardır.[383]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir. Hadîs-i şerîf Teâlâ hazretlerinin :

 [384] «O hayz ezadır. Binâenaleyh siz hayz halinde    kadınlardan   hemen uzaklasın ve tâ temizleninceye   kadar   onların    semtine    yaklaşmayın»

âyet-i celîlesinden murad ne olduğunu açıklamaktır. Görülüyor ki, kendişinden uzaklaşılması emir, yaklaşılması nehy edilen şey cinsî mü­nasebet imiş. Bundan gayri yiyip içme, beraber düşüp kalkma, yatma ve şâire caizdir. Filvâ kiYahudiler hayızh kadınlarla bir evde bile otur­maz; onlarla cinsî münasebette bulunmadıktan maada . beraberce ye­meğe bile oturmazlarcnış. Nitekim Müslim'in rivayetinde bu cihet açıklanmıştır. Cinsî münasebetten gayri istifadeyi bu hadîs-i şerif mubah kıldığı gibi, aşağıdaki hadîs de aynı mânâyı ifade eder.[385]

 

156/121- «Âişe radiyallahü anhâ'dân rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah saUalldhü aleyhi ve sellem bana entarimi giymemi emrediyor; ben de giyiyordum. Sonra hayızh olduğum halde tenini te­nime yapıştırıyordu.»[386]

 

Bu hadîs Müttefekun ASeyh'tir.

Mübaşeret: Teni tene yapıştırmaktır. Bu hadîs ondan kazâ-ı şehvet babında istifâde edip etmediği hususunda açık değildir. Fere istisna edildikten sonra göbekle diz arasında istifade, Hanefîler'Ie bazılarına göre caizdir. Delilleri az yukarda geçen: «Her şeyi yapın, yalnız cinsî münasebet müstesna» hadîsi ile bu hadîsin mefhumudur. Bazıları mübaşereti mekruh addetmiş; diğer bazıları hürmetine kail ol­muşlardır. Bu kavillerin içinde delile dayanan birincisidir. Kabule şayan olan da odur. Hayızh kadınla cinsî münasebete gelfince icmâ' en haram­dır. Fakat dünyevî bir cezası yoktur. Bazıları, sadaka vermesi icap eder diyorlar. Delilleri aşağıdaki hadîstir.[387]

 

157/122- «İbni Abbas radiyallahü anhümâ’dan Peygamber sollallahü aleyhi ve sellem: Karısına hayz haîlnde yakınlık eden hakkında:

«Bir dinar, yahut yarım dinar tasadduk eder» dediğini işit­tiği rivayet edilmiştir.[388]

 

Bu hadîsi Beşler rivayet etmiş; Hâkim ile İbni Kattan sahîhlemişler; onlardan gayrisi mevkuf addetmişlerdir.

Hadîs İbni Abbas'a mevkuftur ve çeşitli rivayetleri vardır. Buradaki rivayetinin ricali her nekadar sahih hadîs kitablarmda rivayeti kabul edilen zevattan olsalar bile, rivayet yine de ızdıraptan kurtula­mamıştır, îmam-ı Şafiî (150 — 204) : «Bu hadîs sabit olsa ,onunla amel ederdik» demiştir. Musannif merhum: «Bu hadîsin gerek isna­dında, gerekse metninde pek çok ıztırap vardır» diyor. Bazıları sa­daka vermek vâcibtir demiş; ve bunu Ramazanda cinsî münasebet­te bulunana kıyas ederek, bir köle âzad edecek demişlerdir. Bir ta­kımları, bir dinar, yahut yarım dinar sadaka verir diyorlar.

Hattâbi (—388) : Ulemânın ekserisine göre buna birşey lâzım gelmez; bu hadîsi ya mürsel, yahut mevkuf telâkki ettiler,» diyor. İbnü Abdi'l - Berr (368 — 463): «Sadaka icap etmez diyenin delili bu hadîsin muzdarip oluşudur. Bir de berâet-i zimmet asıldır. Zimmet­te, ne fakir ne de gayrisi için söz götürmez bir delil olmadıkça bir şey sabit.olmaz. Bu mes'elede bu yoktur;» demiştir.

Elhasıl; hadîsi sahîh kabul edenlerce onunla amel lâzımdır. Et-meyenlerce bu hadîs hüccet olamaz.[389]

 

158/123- «Ebû Saİd-i Hudrî radiyallahü anh'den rivâyef edilmiştir. Demiştir kî: Resûfüllah sallattahü aleyhi ve sellem :

— Kadın hayzını gördüğü zaman namaz kalmayacak, oruç tutmayacak değil mi ya!; buyurdular.»[390]

 

Bu hadîs Müttefekun Aleyh uzun bir hadîsin içindedir. Hadîsin tamamı şöyledir :                                           

«İşte bu onun dininin noksanlığındandır» aym hadîsi îmam-ı Müslim (204-261) İbni Ömer (R. A.)'den şu lâfizlarla rivayet etmiş­tir:

«Gecelerde namaz kılmaz duçur; Ramazan ayında da oruç tutmaz. İşte dininin noksanlığı buduK» Bu bir ihbar olup kadının namaz ve orucu terk etmesini ve keza bu ibadetlerin cna farz olmadığını takriridir. Nitekim bu bâbda îcma-ı Ümmet de vardır. Yalnız başka delillerden orucun kazası lâzım geldiği anlaşılmıştır: Ha-yızlı kadının camiye girememesi:

«Mescidi hayızlı ile cünübe helâl kılmıyorum» hadîsine mebni olduğu gibi, Kur'an okuyamamasi da jbnî Ömer hadîsinde :

«Hayızlı ile cünüb   Kur'andân   hiçbir şey okuyamazlar» buyrulduğundandır. Hayızlı Mushaf'a da el süremez. Delili Amr . Hazm hadîsidir. Şahidleri ile birlikte yukarda geçti.    Bu hadîsler kîl-ü Kaiden hâli değildirler. Binâenaleyh tahrinı ifade edemezler­se kerahatten aşağıya da düşmezler.   Lâfızları   sarahaten tahrime delâlet etmemektedir.[391]

 

159/124- «Âîşe radıyaliahü anhâ'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Şerife geldiğimiz vakit ben hayzımı gördüm. Peygamber saîlalîahü aleyhi ve sellem :

— Hacıların yaptığını yap, yalnız temizleninceye ka­dar. Kabe'yi tavaf etme; buyurdular.»[392]

 

Bu hadîs; Müttefekun Aleyh uzun bir hadîsin içindedir.

Hazreti Âişe (R. Anhâ) Haccetü'l - Veda senesi Peygamberimiz (S.A.V.) ile birlikte ihrama girmişti. Şerif; Mekke ile Medine arasında bir yerdir.

Bu hadîs-i şerif hayızlı kadının tavafdan maada bütün hacc fiillerini yapabileceğine delildir. Bu bâbda ulemâ ittifak halindedirler. Yalnız tavaf edememenin illeti hakkında ihtilâf vardır. Bazılarına göre. tavafın şartı temizlik olduğundan tavaf edemez. Bir takımları hayızlı mescide girmekten memnu olduğu için tavaf edemez derler. İki rekat tavaf na­mazına gelince: Bunları kılamaz. Çünkü bunlar tavaf ve temizlik üze­rine metnidirler. Halbuki kadın ne temizdir; ne de tavaf edebilir.[393]

 

160/125- «Muaz b. Cebel[394] radiyallahü anh'den rivayet edilmiş­tir ki, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem erkeğe karısından hayızlı iken neyin helâl olduğunu sormuş; Resûlüüah (S.A.V.): «Entarinin Üzeri» buyurmuştur.»[395]

 

Bu hadîsi Ebû Dâvud rivayet etmiş ve onu zaîf bulmuştur.

Hadîs hakkında Ebû Dâvud (202 — 275) : «Kavi değildir» demiştir. Hadîs, entari mahalli olan göbekle diz arasının çıplak tenle birbirine dokunmasının haram olduğuna delâlet eder ve bu hadîs yukarda geçen «herşeyi yapın, yalnız cinsî, münasebet müstesna» hadîsi­ne Fakat o hadîs bundan daha sahihtir. Binâenaleyh buna Uveih (ilııııur. Musannif bunu da o hadîsle beraber zikretse daha iyi olurdu.[396]

 

161/126- «Ümmiî Seleme radiyallahü anh'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: «Nifaslı[397] kadın Resûlüflah (S.A.V.) devrinde nifasin-dan sonra kırk gün otururdu.»[398]

 

Bu hadîsi, Nesâî müstesna Beşler râviyet etmiştir.

Lâfız Ebû Davud'undur. Bir rivayette : «Ona Sallallahü aleyhi ve sellem nifas namazının kazasının kazasını emretmezdi» buyrul-muştur. Bu hadîsi Hâkim sahîhlemiştir.

Bir çok hadîs hadîs imamları da zaîf bulmuştur. Lâkin Nevevî (631—676) şöyle demektedir: «Fakîh olan Musanmflardan bir ce­maatın: Bu hadîs zaîftir demeleri kendilerine red edilir. «Bu hadî­sin îbniMâce (207—275)'de Hazret! Enes'den şahidi vardır. Ve şöyledir:

«Resûlüllah (S.A.V.) nifaslı kadına «40» gün vakit tayin etti. Bundan önce temizlenirse o başka».

Buna benzer bir şahidi de tfâkim'de {321 — 405) Osman b. Ebi'l -Âs'dan rivayet edilmiştir. Binâenaleyh hadîsler birbirini takviye edi­yorlar ve nifas müddetinin «40» gün olacağına, keza bu müddette ka-dmın.namaz ve oruç gibi ibadetleri terk edeceğine delildirler. Vakıa bu cihetler hadîsimizde açıklanmamıştır. Fakat başka delillerden anlaşıl­mıştır. Enes1 hadîsi nifasın azı için had olmadığına da delâlet eder. Binâenaleyh «40» günden Önce kan kesildi mi kadın temizlenir.[399]

 

«Namaz  Ve  Vakitleri  Babı»

 

Buraya kadar görülen bahisler bizzat maksud ibadetler değil, on­lara hazırlık teşkil eden şartlar idi. Şimdi sıra bizzat maksud olan iba­detlere geldi ki; bunların başında namaz gelir. Çünki namaz dinin di­reğidir. Binâenaleyh Allah'a imandan sonra her ibadetten önce onun zikredilmesi icabeder.

«Salât» lûgatta ; Dua demektir. Kur'an-ı Kerîm'de:

buyrulmuştur. Onlara dua et demektir. Şer'i şerîf ıstılahında ise; hu­susî tâbiri ile erkân-i mâlûme efâl-i mahsusadır. Yani malûm bir takım rükünler ve hususî bir takım fiillerdir. Bu fiiller dua mânâsına da şâmil olduğundan, sâri' tarafından namaza salât denilmiştir. Yâni salât kelimesi bir menkul-ü şer'i olarak namaza isim olmuştur. Bu mânâya nakil edildikten sonra artık salât denilince dua değil, namaz anlaşılmaya başlanmıştır. İsimler üzerinde    muhakeme ve münakaşa caiz değildir. Hattâ ;                              

Yâni «isimler hakkında münakaşa olmaz» sözü bir kaide olmuştur. Bi­nâenaleyh zamanımızın bazı şaşkınları hariç, bin üçyüz şukadar sene-dehberi bu fâni dünyadan gelmiş geçmiş milyonlarca İslâm âlimi için­den bir tanesi çıkıp da salât kelimesi üzerinde münakaşa etmemiş; onu sadece dua mânâsına almaya kalkışmamıştır. Vakıa salât lâfzı bazan salâvat getirmek, istiğfar etmek gibi mânâlarda da kullanılırsa da bu mânâlarda o mecazdır. Namazın sebebi, şartları, rükünleri, hik­meti, ve hükmü vardır. Sebeb-İ vücûbu : Yâni farz kılınmasına zahirî sebep, vakitlerdir. Hakikî sebep ise Allah'ın hitabıdır.

Şartları: Temizlik, avret mahallinin örtülmesi, kıbleye karşı, dön­mek, vakit, niyet, ve iftitâh tekbiridir.

Rükünleri : Kıyam, kıraat, rükû, sücûd, ve son oturuşta teşehhüd miktarı oturmaktır.

Meşru oluşunun hikmeti : Sayısız nimetleri veren Allah'a teşekkür­dür, îslâmm beş vakit namazım çok görenler şu hikmete bir baksın­lar: Bir zehirli sigaradan dolayı yerlere kadar eğilip binbir temanna ile teşekkürler edenler gözönüne getirilirse, bir nefes sıhhati biie nice devletlere bedel olan hayata, her biri milyarlarla cevhere değişilmez vücud azalarına, o azaları besleyen gıda maddelerine, çeşitti meyva-lara, havaya, suya vesâir saymakla bitmeyen nimetlere karşılık olmak üzere onları ihsan eden Allah'ımıza günde beş vakit namaz kılarak te­şekkürde bulunmak, insafla düşünenler için çok olmak şöyle dursun, bilâkis içtiğimiz soğuk suları bile Ödeyemiyecek kadar azdır.

Hükmü : Edâ etmekle dünyada borcun zimmetten sakıt olması; âhirette de, vaad edilen sevabın verilmesidir.

Namaz, muhkem bir farizadır. Farziyyeti bütün şer'î delillerle sa­bittir. Binâenaleyh meşru olduğunu inkâr eden -hilâfsız kâfir olur. Ki­taptan delili :

[400] «Namazı dosdoğru kılınız»

[401] «Namazlara ve orta namaza devam ediniz.» Ve emsali âyetlerdir. Buradaki ikinci âyet hem namazların farz; hem de vakitlerin beş ol­duğuna delâlet etmektedir. Çünkü bütün namazlara ve ayrıca orta na­maza devam edilmesi emrolunuyor. Ortası bulunan en az cem' dört­tür. Orta namazla beş olur. Namazın bir fariza-ı muhkeme olduğuna îcmâ-ı Ümmet vardır.

Sünnetten delili : Aşağıda görülecek hadîslerdir.[402]

 

163/127- «Abdullah  b. Amr radiyallahü anhümâ'dan  rivayet edil­miştir ki:  Peygamber sdUallahü aleyhi ve sellem :

— Öğlenin vakti, güneş meyledip kişinin gölgesi uzun­luğu kadar oluncaya (yani) ikindinin vakti girmeyinceye kadardır. İkindinin vakti güneş sararmayana kadar. Akşam namazının vakti şafak kaybolmayana kadardır; yatsı namazının vakti gecenin orta yarısına kadar; sa­bah namazının vakti de tan yerinin ağarmasından güneş doğmamış olana kadardır; buyurdular.»[403]

 

Bu hadîsi M üslim rivayet etmiştir.

Bazı cümlelerin izahı :  «Güneş meylettiği zaman» yâni ba­tıya yanladığı zaman demektir ki ;

[404] «Güneşin yanladsğı zaman namazı dosdoğru kıl» âyet-i kerîmesin­den murad budur.

«Kişinin gölgesi uzunluğu  miktarı oluncaya kadar» yani öğlenin evvel ve âhir vakti budur. İkindinin vakti her şeyin gölgesi bir misli oldukta girer. Nitekim bu hadîsin nıefhum-u mu­halifinden, başkalarının saraheten beyânından da bu anlaşılır, «Güneş sararmayana kadar» bazı rivayetlerde herşeyin gölge­si iki rriisli oluncaya kadar denilmiştir.

Akşam namazının vakti güneş kavuştuktan, kızıllık kaybolmayana kadardır. Şafağın tefsiri ilerde görülecektir. Yatsının vakti şafak kay­bolduktan gecenin ilk yarısına kadardır.

Hadîs-i şerifin Sahîh-i Müslim'de tamamı şöyledir:

«Güneş doğdumu namazdan vazgeç. Zira güneş şey­tanın iki boynuzu arasından doğar.»

Bu hadîs, beş vaktin ekserisinin evvelini âhirini tâyin ediyor. Gö­rülüyor ki, öğlenin evveli güneşin zevali, âhiri de her şeyin gölgesinin bir misli olmasıdır. Hadîsde kişiyi zikretmek temsil içindir. Hal böyl'e olunca bu vakit ikindinin de evvel vaktidir. Lâkin dört rekât namaz sığacak miktarında öğle ile müşterektir. Yâni her ikisinin de vakti sa­yılır. Nitekim Cebril hadîsinden de bu anlaşılmaktadır. Çünkü hazreti Cibril Resûlüllah (S.A.V.)'e namazları öğretmeye ilk geldiği gün öğ­leyi zevalden sonra- kıldırmış, ikindiyi de her şeyin gölgesi bir misline vardığı zaman kıldırmıştı. İkinci gün ise, öğleyi her şeyin gölgesi bir misli olduğu zaman, yâni tam dünkü ikindiyi kıldırdığı vakitte kıldır­mıştı. Bu onların dört rekât sığacak miktarda müşterek olduklarına delâlet eder. Mesele ihtilaflıdır. Müşterek vakit isbat edenler bu ha­dîsle istidlal ederler. Etmeyenler.hadîsi te'vile giderek derler, ki: İkin­ci gün öğleyi her şeyin goigesi bir misli olduğu zaman kıldırdı» demek, öğle namazını o zamanda bitirdi demektir.» Fakat bu te'vil zayıf görü­lüyor. Sonra ikindinin vakti güneşin sararmasına kadar devam eder. Güneş sarardıktan sonra artık edâ için vakit yoktur. Burada îmam-ı Âzam Ebu Hanîfc'mn (80 — 150) de dediği gibi yalnız o günün kazası için vakit kalmıştır. Bazılarına göre güneşin kavuşmasına dokuz rekât sığacak kadar zaman kalıncaya kadar edâ vaktidir. Bunların delili :

«Kim güneş kavuşmazdan    evvel    ikindinin bir rekâtına yetişirse ikindiye yetişti demektir» hadîs-i şerifidir.

Aksamın evvel vakti güneş tattıktan scnrasıdır. Sonu şafakın kay­bolmasından öncesidir. Burada akşam namazı vaktinin genişliğine de­lâlet vardır. Fakat Cibril hadîsi buna muaraza etmektedir. Zira Hazreti Cibril akşam namazını iki gündede aynı vakitte kıldırmıştır ki, bu da güneş kavuştuktan sonraki zamandır. Bu iki hadîsin araları şöyle bulunur. Denilir ki: Cibril hadîsinde vakitlerin münhasıran tâyini yok­tur. Bir de Cibril Aleyhisselâmm Hazreti Peygamber (S.A.V.) e imamlığı Mekke'de idi. Akşam namazının şafak kavuşuncaya kadar ge­ciktirilebileceğini ifade eden hadîsler ise Medine'de vârid olmuştur. Demek oluyor ki, bu hadîslerdeki vakit ziyâdesi Allah'ın bir lûtfudur. Bazılarınca Cibril hadîsi akşam namazının Cibril Aleyhisselânun kıl­dırdığı vakitten başka vakti olmadığına delâlet eder. Yatsının evvel vakti şafakın kayıp olmasından başlar; sonu gece ya-rısıdır. Bir ha­dîsde: «Yatsının son vakti gecenin üçte biridir» denilmiş ise de gece yarısına kadardır diyen hadîsler sahîh olup, onlarla âmel etmek ge­rekir. Sabah namazının evvel vakti tan yerinin ağarmasıdır. Sonu gü­neşin doğmasından.biraz öncesidir. Müslim'in bu hadîsi beş vaktin ba­şını ve sonunu bildiriyor. Ve zımnen her namaz vaktinin evveli ve âhiri olduğuna delâlet ediyor. Acaba güneş sarardıktan sonra ikindinin, gece yarısından sonra yatsının edası için vakit var mıdır? Bu hadîse bakı­lırsa yoktur. Lâkin «Kim güneş kavuşmadan ikindinin bir rekâtına erişirse ikindiye erişti demektir» hadîsi güneş sa­rardıktan sonra ikindi için veda vakti olduğuna delâlet eder. Bunun misli sabah hakkında da vârid olmuştur. Aşağıda gelecektir. Yatsı hakkında yok isede Müslim'in (204 — 261) rivayet ettiği bir hadîsde:

«Namazı kılmayana tâ öbür namazın vakti gelinceye ka­dar uyku hakkında tefrit yoktur» buyurulmasına bakılırsa, her namaz vaktinin ondan sonraki namaz vaktine kadar uzadığı anla­şılır. Bundan yalnız sabah namazı müstesnadır. Çünkü sabah namazı­nın son vakti güneşin doğmağa yaklaşmasıdır. Halbuki ondan sonra başka bir narnaz vakti girmez. Bu hadîse gere yatsının vakti de müs­tesnadır. Çünkü son vakti gece yarısı olduğu halde, ondan sonra baş­ka bir namaz vakti başlamaz. Malikîler vakti : İhtiyarî ve ıstırarî ol­mak üzere ikiye; ŞafİÜer ise sekize ayırmışlardır. Tafsilâtı fıkıh kitaplarındadır.[405]

 

163/127- «Müslim'in   Büreyde[406] radiyallahii   anh'âen  rivayet   ettiği hadîsde ikindinin vaktini beyan babında- «güneş beyaz safî İken» cümlesi vardır.»[407]

 

163/127- «Müslim'de Ebu Musa hadîsinden de «Güneş yüksekte İken» ziyadesi vardır.»

Hadîsteki «Güneş yüksek İdi» kaydı, ikindiyi erken kıldığım gösteriyor. Bu hadîslerde ikindiyi kılmakta acele etmediğine delâlet vardır. Bunların içinde ikindinin ilk vaktini en açık gösteren Cibril ha­dîsidir. Büreyde ile Ebu Musa hadîsleri ve benzerleri Cibril hadîsine, hamlolunurlar.[408]

 

166/128- «Ebu   Berzet el – Eşlemi[409]  radiyallahü anh1 den  rivayet edilmiştir. Demiştir ki, Resûlüllah (S.A.V.) ikindiyi kılar, sonra bizden birimiz, güneş dipdiri olduğu halde şehrin öbür tarafındaki evine dö­nerdi. Yatsıyı geciktirmeyi sever, ondan evvel uyku uyumaktan ve on­dan sonra konuşmaktan hoşlanmazdı. İnsanın arkadaşını tanıyacağı ka­dar aydınlandığı zaman sabah namazından döner idi. Alîmışdan yüze kadar (âyet) okurdu.»[410]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'tir.

Hadîs-i şerif Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in ikindi,, yatsı, ve sabah namazlarını vakit tahdid etmeden kıldığını ifâde etmektedir, veti ve rengi taptaze iken uzaklardaki evlerine dönmeleri, ikindiyi vak­ti girdiği gibi kıldığına delildir. Fahr-İ Kâinat (S.A.V.)'in yatsıyı geciktirmek istemeleri bu hadîse göre mutlaktır. Başka hadîslerde ne dere­ceye kadar geciktirdiği açıklanmıştır. Yatsıdan evvel uyumaktan hoş­lanmaması uykuya dalıp kalmamak içindir. Yatsıdan sonra konuşmak istememesi, hatalar namazla keffaretlendikten sonra uyumak ve günün son işi namaz olmak ve bir de muhabbete dalarak gece namazını ka­çırmamak içindir.

Sabah namazından dönerken ortalık henüz ağarmış ve insan arka­daşını tanımağa başlamış olduğuna göre mescide karanlık iken geldiği anlaşılıyor. Bu da sabah namazının erken kılınacağına delildir. Okudu­ğu âyetlerin altmış ile yüz arasında olmasından maksad : Sabah na­mazında kıraati kısadan kesmek isterse 60, uzun okumak isterse 100 âyet okur idiğİni anlatmaktır.[411]

 

166/128- «Yine  Buharî ile  Müsüm'de Câbîr  hadîsinden  şu  ziyâde vardır. Yatsıyı bazan öne alır;    bazan da geciktirirdi. Ashabın toplan­dıklarını gördümü, hemen  kıldırır; ağır davrandıklarını  görürse te'hir ederdi. Sabah namazına gelince. Peygamber (S.A.V.) onu alaca karanlıkta kılardı.»[412]

 

Anlaşılıyor ki, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) efendimiz ashabına olan nfkû mülâyemetinden onlara birşey demiyor; 'mescide vaktin evvelinde ge­lirlerse namazı hemen kıldırıyor, biraz geç kalırsa o da namazı te'hir ediyordu. «Meşakkat vereceğini bilmesem namazları va­kitlerin sonlarına doğru kıldınrdmı» buyurduğu da sabit ol­muştur. Bu hadîsde sabah namazını erken kıldığı ifade ediliyorsa da aşağıda gelen Râfi b. Hadîç hadîsi buna muarızdır.[413]

 

166/128- «Müslim'de Ebû Musa hadîsinden «Sabahı fanyeri aralan­dığı zaman insanlar hemen hemen birbîrinî" tanıyamazken kıldı,» cüm­lesi de vardır.»

Nitekim yukarıki hadîsde ay m mânâyı ifade ediyor.[414]

 

169/129- «Râfi b. Hadîç[415] radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Biz akşamı Peygamber (S.A.V.) ile birlikte kılardık. Bîri­miz evine dönerken okunun düştüğü yerleri görüyordu.»[416]

 

Bu hadîs Müttefekun Aleyh'dir.

Hadîs-i  şcrîfde akşam namazının acele edilmesine delil  vardır.[417]

 

170/130- «Âişe radiyallahü a nha'ö an rivayet edilmiştir. Demiştir ki:   Bîr gece  Resûlüllah   (S.A.V.)  yatsıyı gecenin ilk  sülüsüne  (1/3)  tâ gecenin bir kısmı gidene kadar geciktirdi. Sonra çıktı ve namaz kıldı. Buyurdu ki: Şüphesiz onun vakti budur. Amma ümmetime meşakkat vermesem» bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.[418]

 

171/131- «Ebû Hüreyre radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. De­miştir ki:  Resûlüüah sallattahü aleyhi ve seüem:

— Sıcak şiddetlendi mi, namazı serinliğe bırakın. Çünkü   sıcağın   şiddeti   Cehennemin   kükremesindendir;

buyurdular.»[419]

 

Bu hadîs Müttefekun Aleyh'dir.

Hadîsteki namazdan murad: Öğledir. Hadîs-i şerîf Öğle zamanı, sı­cak basınca, namazı serinlik zamanına geciktirmenin vücubuna delâlet ediyor. Çünkü emirde asıl olan vücub ifade etmektir. Fakat Curnhur-u ulemâ'ya göre bu, vâcib değil, müstehaptır; ve âmmdır. Namazı yal­nız kılana, cemaata evde, kırda kılanlara, sıcak ve soğuk memleketle­re şâmildir. Bu bâbda başka kaviller de vardır. Bazıları: «Serinliğe ge­ciktirmek sünnettir. Amma vaktinde kılmak daha efdaldir; zira vakti girince hemen kılınan namazın faziletini bildiren deliller umuni ifade eder» derlerse de bunlara: O deliller bu (İbrâd) hadîsi ile tahsis olun­muştur.» diye cevap verilir. Yalnız İbrâd hadîsi Habbâb (R. A,) hadî­sine muarızdır. Habbâb hadîsini Müslim rivayet etmiştir. Binâenaleyh sahihtir. Habbâb- diyor ki:

«Biz Resûlüllah (.SA.V,)'e kızgın yerin yüzlerimizle ellerimize vuran sıcağından şikâyet ettik; şikâyetimizi kabul etmedi. «Bu hadîse çeşit­li cevaplar verilmiştir ki, içlerinden en iyisi şudur; Ashâb-ı Kiram sı­cak yerin elleri ile yüzlerini yaktığından şikâyet etmişlerdir. Bu sıcak­lık ise. yerden tâ vaktin sonunda veya daha sonra gider. Bundan do­layıdır ki, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendilerine :

«Namazı vaktinde kılın» buyurmuştur. Nitekim Habbâb'm «şi­kâyetimizi kabul etmedi» demesinden de aynı mânâ anlaşılır. Yani as-hab serinlik vaktinden daha sonraya geciktirmek istemişler; Resûlüilah (S.A.V.) kabul etmemiş oluyor. Binâenaleyh Habbâb'm hadîsi ile îbrâd hadîsi arasında muaraza denilen çatışma yoktur. Fahr-İ Kâinat (S.A.V.) efendimizin öğleyi sıcak günde serinlik zamanına bıraktıran illeti «Si-

cağın şiddeti Cehennemin kükremesindendir» şeklinde be­yan buyurması namazın ruhu mesabesinde olan Huşuu giderdiği için­dir. Bazıları buna mukabil «mademki sebep ve illet bu-imiş; o halde soğuk memleketlerde öğleyi serinliğe bırakmak meşru değildir» derler. tbnu'l-Arabî (468 — 543) «El Kabes» nâmındaki eserinde serinliğe bı­rakma hususunda İbnü Mes'ûd (R. A.) hadîsinden maada tahdid bildi­ren delil olmadığını söyler. Musannif merhum İbnî Mes'ûd hadîsini Telhis» de zikretmiş ise de bu hadîs .vakitler hakkında istidlale kâfi görülmemektedir. Elhasıl îbrâd yani serinlik hadîsi öğle namazının ilk anda kılınması faziletini tahsis etmiştir.[420]

 

172/132- «Râfi b. Hadîç radiyaüahü   anh'den    rivayet   edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüilah sallalîahü aleyhi ve sellem :

— Sabah namazını iyice sabahlatın; zira bu sizin ecirleriniz için daha büyükdür; buyurmuştur.»[421]

 

Bu hadîsi, Beşler rivayet etmiş; Tîrmizî ile İbni Hibbân sahîhlemişlerdir.

Yukardaki hadîs-i. şerifin lâfzı Ebû Dâvud'd&n alınraıgtır. Hadîs Hansfiyye'nin delilidir. Çünkü onlarca sabah namazını aydınlandıktan sonra kılmak efdâldir. Şâir mezhepler ulemâsı Hanefîler'e : «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) sabah namazını hep alaca karanlıkta kılmıştır. Bu hu­susta Ebû Davud'un Enes'den rivayet ettiği bir hadîste şöyle denilmek­tedir :

«Resûlüilah (S.A.V.) Sabah namazını bir defa aydmladikta kıldı. Bun­dan sonraki namazı Ölünceye kadar hep   alaca    karanlıkta    olmuştur.»

Bu hadîsden anlaşılıyor ki: Râfi hadîsindeki «sabahlayın» tâbiri za­hiri manâsında değildir» şeklinde cevap verirler. Ve sonra zahiri ma­nâsında kullanılmamış bulunan bu emrin manâsını tayine çalışırlar. Bazıları: Bundan maksad fecrin doğup doğmadığını iyice tahkik edin demektir. Diğerleri: Hayır, maksad sabah namazında kıraeti uzatmak­tır. O derece ki, namazdan çıktıkta ortalık iyice aydınlanmış bulunsun derler. Bir takımları: Yok; bu mehtaplı gecelere mahsustur; çünkü o gecelerde ay aydınlığı fazla olduğundan, sabahın aydınlığı pek seçi­lemez. Yahut Resûl-ü Ekrem bunu özürden dolayı bir defa böyle kıl­mış: Bir daha müddet-i ömründe hep alaca karanlıkta kılmıştır» der­ler.[422]

 

173/133- «Ebû Hüreyre radiyallahü anh'den rivâyef edilmiştir kî; ResûlDHah saîlallahü aleyhi ve sellem :

— Kim güneş doğmazdan evvel sabah namazının bir rekâtına yetişirse, sabah namazına yetişti demektir. Kim güneş batmazdan evvel ikindinin bir rekâtına yetişirse, ikindi namazına yetişti demektir; buyurdular.»[423]

 

Bu hadîs,Müttefekun Aleyh'dir.

Hadîs-i şerîfde geçen bir rekât s"özü vaktin içinde kılman rekâttır. Yoksa bir rekât kılarsa kâfidir demsk istememiştir. Çünkü bir rekâtli namaz, bilicma yoktur. Yani sabah namazının bir rekâtını güneş doğ­mazdan kılabilirse, öteki rekâti doğduktan sonra da kılsa- yine sabah namazına vaktinde yetişti ve kıldı sayılır. Kezâlik, ikindinin bir rekâtı­nı güneş batmadan kılabildiyse, üç rekâtını güneş kavuştuktan sonra­da kılsa yine ikindiye yetişti sayılır. Filhakika aynı manâda hadîsler de vardır. Beyhaki (384 —458) sabah namazı hakkında şu hadîsi rivayet -eder:

«Kim güneş doğmadan sabah namazının bir rekâtına yetişir; doğduktan sonra da bir rekât kılarsa, muhakkak o namaza yetişmiştir.» «Bir rivayette :

«Kim güneş doğmadan sabah namazının bir rekâtına ye­tişirse ona bir rekât daha eklesin» buyrulmuştur. İkindi hak­kında dahi Ebû Hüreyre (R. A.)'den şu hadîs-i şerîf rivayet eder:

«Kim güneş kavuşmazdan önce ikindiden bir rekât kılar da sonra kalanını güneş battıktan sonra kılarsa ikindiyi

ksçirmamiş olur.» Hanefîîer'e göre ikindi hakkında hüküm bu ise de sabah namazında öyle değildir. Bir kimse namazını kılarken güneş doğarsa anlara göre namaz fasid olur.

Rekâttan maksad : Rukûu-ile sücûdu ile, farzları ile vâcibleri ile tam olarak rekâttır. Hadîslerin zahirine göre kılınan hepsi edadır. Zira vakit çıktıktan sonra kılmanın hükmü de Allah'ın bir lütuf ve ihsanı olarak edadır. Sonra bu hadîslerin mefhum-u muhalifini alırsak, bir 'rekâttan daha azını yetişenin o namaza yetişmiş sayılmaması icap eder.[424]

 

173/133- «Müslim'de Âîşe radiyaîlahü anhâ'dan bunun gibi bir rivayet vardır: (Yalnız) rekât yerine secde demiş; sonra: «Secde rekâtin tâ kendisidir» buyurmuştur.»

Hadîs-İ şerifin son kısmı secdeden hakikat manâsının anlaşılmasına mani olmuşdur. Bu tefsir Resûlüllah (S.A.V.)'in sözü de oİa-bilir;. râvinin de:

Eğer Resûiüflah (S.A.V.)'in sözü ise mes'elede işkâl yoktur. Râvinin sözü yine makbuldür. Çünkü râvi rivayet ettiği sözü herkesten iyi bilir. Hattâbi (— 388): «Secdeden murad: Rükûu ile secdesi ile bir rek'âttır. Çünkü rek'ât ancak secdesiyle tamam olur. Bu sebebten ona secde de denilir.» demiştir.

Secde; lâfzı hakiki manâsında kullanılmış olsa o zaman secdelerin­den birinde bir rek'âta erişen kimsenin namaza- yetişmiş olması icap eder. Halbuki şâir hadîslerden anlaşılıyor ki, secde hakikî manâsında kullanılmamış; rek'ât manâsında kullanılmıştır. Binâenaleyh (Secde) ri­vayeti de rek'ât manâsına hamledilir. Bu suretle :

«Kim bir rek'âte yetişirse...» hadîsi muarazadan kurtulmuş olur: Maamafih «kim bir secdeye yetişirse» tâbirinden hakikî secde­nin kasdedilmiş olması ihtimali yine bakidir. Ve Cenab-ı Hakkın sırf bir lütfü keremi olarak bir secdeye yetişen o rek'âte yetişmiş olabilir. Bu takdirde Resûiüitah (S.A.V.): «Kim bir rek'âte yetişirse, o namaza yetişmiştir»; hadîsi secdeye yetişenin de ayni hükümde olduğunu Cenab-ı Allah henüz kendisine bildirmeden haber vermiş olur. «Secde rek'âtin ta kendisidir» sözü yukarda söylediğimiz gibi râvinin de olabilir. Râvinin sözü ise alelıtlak hüccet değildir. (Râvinin tef­siri ön plânda tutulur) demeleri bir kaide değil, çok kullanılan bir söz­dür. Aksi takdirde :

«Nice tebliğ edilen vardır ki, işitenden daha belleyişlidir». Bir rivayette: «Nice tebliğ edilen vardır ki, işitenden daha fakihtir» hadîsi selef-i salihinden sonra onlardan daha fakih zevatın geleceğini bildirmektedir.

Hadîs-i şerifimizin zahiri, ikindi ile sabah namazlarının birer rek'-âtine yetişen kimsenin namazının güneş batmakla ve doğmakla mek­ruh olmayacağına da delâlet ediyor. Bu iki vakit aslî kerahet vakitle-rindendir. Bunlardan namaz kılmayı, cenaze defnetmeyi Resûlüîlah (S.A.V.) nehyetmiştir. Maamafih mes'ele mezhep imamları arasında ihtilaflıdır. Nafile namazların kümamıyacağı aşağıdaki hadîsden anla­şılmaktadır.[425]

 

175/134- «Ebû Saîd-î Hudrî radiyallahü anh'den rivayet edilmiş. Demiştir ki: Resûiüliah (S.A.V.)'i „ «sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar namaz yoktur; ikindiden sonra da güneş kavuşuncaya kadar namaz yoktur;» derken işit­tim.»[426]

 

Bu hadîs Müttefekun Aleyh'tir. Müslim'in lâfzı şöyledir.[427]

 

175/134- «Müslim'in Ukbe b. Âmîr[428] radiyaMuhü anh'den (Rivaye­tinde şöyle deniliyor) üç saat vardır ki, Resûiüliah (S.A.V.) bizi onlar­da namaz kılmaktan ve Ölülerimizi gömmekten nehyediyordu: Güneş doğup çıktıktan, yükselinceye kadar; öğleyin güneş semâda dikilip yan­layıncaya kadar; ve güneş kavuşmak îçîn meylettiği zaman.»[429]

 

Sabah namazından sonra namaz yoktur.

Burada kılınması yasak edilen namaz nafile namazıdır. Hadîs-i şe-rîfde geçen (sabahtan sonra, ikindiden sonra) tâbirleri vakitlere de, o vakitlerde kılınan namazlara da ihtimâlli ise de Müslim'in rivayeti ih­timâli kaldırarak maksadı tayin etmiştir. Biz de buna istinaden tercü­mede «sabah namazından sonra» tâbirini kullandık. Zaten fecir doğduktan sonra" nafile olarak yalnız sabah namazının sünneti meşru olmuştur. İkindinin vakti "girince ise farzı kılınmadıkça nafile kı!mak mubahtır. Hadîsteki (nehiy) namazın meşru  oluşunu nefiydir ki, yasak manâsındadır. Yasak manâsını ifade eden nehiy de asıl ise tahrim ifade etmektir. Binâenaleyh hadîs şu iki vakitte nafile kılmanın mutlak surette yasak olduğuna delâlet eder. Bazıları tahiyyei mescid gibi se-bebli nafileler caizdir; sebebsiz olanlar caiz değildir; derler. Vakıa Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in evinde ikindi namazından sonra daima iki rek'ât nafile kıldığını beyân eden bir hadîs vardır. Bu hadîsi Buhâri Hazreti Mşa (R, Anhâ)'da,n şu lâfızlarla rivayet eder:

«Benim yanımda ikindiden sonra iki rek'âtı asla bırak­madı,» Bir rivayette:

«Bu iki rek'âti gizli veya aşikâre bırakmazdı» deniliyor ise de buna şu tarzda cevap verilmiştir. Bunları o kılmadığı bir öğle sün­netini kaza için kılmıştır. Bir daha da bırakmamıştır.. Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bir şeyi yaptı mı onu isbat eder; bırakmazdı. Binâe­naleyh bu fiil kerahat vaktinde kaza namazının caiz olduğuna delildir. Sonra kerahat zamanında nafile kılmak Hazreti Peygamber'in hasai-sindendir. Nitekim Ebû Dâvuffun (202—275) rivayet ettiği Hazreti Âİşe hadîsi buna delildir. «Hazretî Âîşe hadîsi şudur:

«Resûlüllah (S.A.V.) ikindiden sonra namaz kılar başkalarına yasak ederdi. Kendisi visal orucu tutar, başkalarını visalden men ederdi.» Bazıları Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in bu ikindiden sonraki nafilesine bakarak ikindi üe sabah namazlarından sonra nafile kılmak mekruh değildir, demişler; ve Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in sabah namazın­dan sonra sabahın sünnetini kılan birini görerek takrir buyuıtnası ile dahi istidlal etmişler ise de doğrusu bu iki vakitte nafile namazların meşru olmamasıdır. Nitekim nafile namazlar aşağıdaki hadîsde bildi­rilen üç vakitte de kılınamazlar.

Bu hadîsde güneş nekadar yükseldikten sonra kerahatin kalkacağı beyân edilmemiş, fakat Amr b. Abse'den rivayet edilen şu hadîsde be­yân olunmuştur:

«Bir veya iki mızrak miktarı yükselinceye kadar» Amr b. Abse hadîsini Ebû Dâvud (202 — 275) ile Nesâî (215 — 303) tahrîc et­mişlerdir. Hadîsimizde geçen:

Yerine İbni Absc hadîsinde :

- 235 «Tâ mızrakla gölgesi bir oluncaya kadar» cümlesi vardır.

- Bu hadîsde zikredilen üç vakit yukarda zikri geçen iki vakite katı­lınca kerahat vakitleri beş olur. Yalnız üç. vakitte hem namaz kılmak, hem cenaze defnetmek mekruhtur. İki vakitte ise, yalnız namaz kılmak mekruhtur. Üç vakit hakkında nehy namazın farz ve nafile kısımla­rına âmm ve şâmildir. Nehyin aslı tahrim için olduğuna göre mezkûr vakitlerde namaz kılmak, cenaze defnetmek haram olmak icab ederse de :

«Kim namazını kılmadan uyur kalırsa...» hadîsi farz namazı bu hükümden çıkarmıştır. Çünkü bu hadîsde ;

«O namazın vakti hatırına geldiği zamandır» buyurulmak-tadır. Şu halde hangi vakitte hâtıra gelirse veya uyanırsa onu kılabi­lir. Keza yukarda 'geçen ikindi ve sabah hadîsleri de bu mekruh vakit­lerde o günün farzının haram olmadığına delâlet etmektedirler. Binâe­naleyh bu üç vakitte namaz hakkında varid olan nehy farzlara değil, sadece nafilelere mahsustur.

Bazıları: «Hayır hem nafileye, hem de farza âmm ve şâmildir» der­ler. Ve Resûlüllah (S.A.V.)'in vadide uyuyarak sabah namazına kalka-maması hâdisesi ile istidlal ediyorlar. Filhakika Resulü Ekrem (S.A.V.) uyumuş kalmış idi. Uyandığı zaman ise kerahat vakti girmişti. Binâe­naleyh namazı o anda kılmayıp, kerahat vakti geçinceye kadar bekle-,diler. Eğer farz İçin kerahat vakti olmasa, Resulü Ekrem kılardı.

Cuma günü zeval vaktinin bu üç vakitten tahsis edilerek, o vakitte nafile kılmasının caiz olduğuna aşağıdaki hadîs delâlet eder.[430]

 

175/134- İkinci hüküm Şafiî tarafından, zâif bir senetle gelen Ebû Hüreyre hadîsinden alınmıştır. Bu hadîste: «Ancak Cuma günü müstesna» cümlesini ziyâde etmiştir.

Buradaki ikinci hükümden murad: Zeval vakti namazdan nehyet-mektir. Birinci hüküm güneş doğarken namazdan nehyetmektir. Bu nehylere hüküm demekte Musannif müsamaha göstermiştir. Yoksa hü­küm üç vakitte de birdir ve namazdan nehydir. Şu halde bu ikincisi hüküm değil, hükmün mahallerinden biridir. Musannifin burada ikinci hüküm diye izah ettiği üç vakitte namaz kılma mes'elesi Ukbe hadîsin­de birinci hükümdür. Zira orada ikinci hüküm cenazeleri defnetmekten nehy mes'elesidir. Cuma gününün istisnası da üç vakte şâmil değildir. Bu ittifâkidir. İhtilâf yalnız Cuma gününün zeval saatindedir.

Hazreti Ebû Hüreyre'den zâîf senetle rivayet edilen hadîsi Beyhakî (384 — 458) (El - Ma'rife'&e) Ebû Saîd ile Ebû Hüreyre'den şu lâfızlar­la tahrîc etmiştir.

Resûlüllah (S.A.v.) «Günün yarısında namaz kılmaktan nehyederdi. Yalnız Cuma günü müstesna.» Beyhdkî diyor ki: Bu hadîsin zaîf olması râvileri arasında İbrahim b. Yahya ile tshak b. Abdullah b. Ebî Ferve bulunduUundandır. Bunların ikisi de zaîftir. Lâkin aşağıdaki hadîs buna şahittir.[431]

 

175/134- «Keza Ebû Dâvud'da. dahi    Ebû Katâde'den bu hadîsin benzeri vardır. Ebû Dâvud'dakinm lâfzı şudur:

«Peygamber (S.A.V.) günün yarısında namaz kılmayı kerih gördü. Yal­nız Cuma günü müstesna.. Buyurdu ki: «Muhakkak Cehennem Cuma gününden maada (her gün) kızdırılır.» Dâvud (202 — 275) : «Bu hadîs mürseldir. Râvileri arasında Leys b. Ebî Süleym bulunuyor. Bu adam zaîftir. Şukadar var ki,, bu hadîs-i §e-rîfi Resûl-ü  Ekrem  (S.A.V.)'in fiili te'yit ediyor.  Çünkü Cuma günü, günün yansında namaz kılarlardı. Bir de Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Cu­maya erken gitmeye; hatip minbere çıkmadıkça namaz kılmayı teşvik «der; bu bâbda hiçbir tahsis ve istisna yapmazdı» diyor.

Nehy hadîsleri namaz kılınabilecek her yer hakkında âmm ve şâ­mil ise de aşağıdaki hadîs onları Mekkeî Mükerreme ile tahsis etmiş­tir.[432]

 

175/135- Cübeyr b. Mut'im[433] radiydtlahü anh'den rivayet edil­miştir. Demiştir ki:  Resûlüllah sallaUahü aleyhi ve sellem :

— Ey Abdi Menaf oğullan! Bu beyti gecenin veya gündüzün hangi saatjnde dilerse tavaf edecek veya na­maz kılacak hiçbir kimseye men'etmeyin; buyurdu.»[434]

 

Bu hadîsi Beşler rivayet etmiş, Tİrmizî ile İbni Hibbân sahîhlemişlerdir.

Hadîs-i şerifi yine Hazreti Cübeyr'den: Dâre Kutnî (306 — 385), ibniHuzeyme (223-311)/ Hâkim (321-405), İmam-ı Şafiî (150—204) "ve îma/m-% Ahmed b. Haribel (164—241) tahrîc etmişlerdir. Dâre Kutnî İbnl Ab'bas'ın rivayetini almıştır. Daha başka tahrîc edenler de vardır.

Hadîs-i şerîf gece ile gündüzün hangi saatinde olursa olsun Kâbe-i Muazzama'yı tavaf ile orada namaz kılmanın mekruh olmadığına delâ­let ediyor. Bu hadîs yukarda geçenlere muarızdır.. Cumhur-u Ulemâ İterahet tarafını tercih ederek, nehy hadîsleri ile amel etmişlerdir. Bir de bu hadisler Btiharî ile Müslim'de sair sahîh hadîs kitaplarında mevcuttur. Bu kitaplar ise elbette diğerlerine müreccahtır.

İmam Şafiî (150 — 2Q4) ile diğer bazı ulemâ bu hadîsle amel eder­ler. Derler ki; nehy hadîsleri zaten tahsis edilmiştir. Varsın bir de bu­nunla tahsis ediliversin. Mekke'de hangi saatte olursa olsun, nafile kılinak mekruh değildir. Hem bu iki rek'ât tavaf namazına mah­sus değil, her türlü nafileye âmm ve şâmildir. Çünkü bu bâbda ibni Sibbân'tn (—354) rivayet ettiği şu hadîs vardır:

«Ey Abdülmuttalip oğullan! Eğer elinizden birşey geli­yorsa sakın sizden birinizin Beyt-i Şerîf yanında gece ile gündüzün herhangi bir saatinde namaz kılan bir kimse­yi menederdiğini duymayayım.»

«En - Necmü'l - Vehhâc» adlı eserde şöyle deniliyor : «Kerahat vakitlerinde mescid-i Haram'da nafile kılmak caizdir dersek acaba bu cevaz sade Mescid-i Haram'mı mahsustur, yoksa Mekke'nin bü­tün evlerinde de caiz midir? Burada iki vecih vardır. Doğrusu: Mek­ke'nin bütün evlerine âmm ve şâmil olmasıdır.»[435]

 

180/136- «Ibnt Ömer TadiyaUaü anhümâ'dan Peygamber (S.A.V.)'-in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: «Şafak kızıllıktır».[436]

 

Bu hadîsi Dâre Kutnt rivayet .etmiş; îbni Huzeyme sahîhlemiştir. Başkaları ise onu Ibnî Ömer'e mevkuf saymışlardır. Hadîs-i şerifin ta­mamı şöyledir:

«Şafak kayboldu mu namaz yâcib olur.» İbni Huzeyme (223 — 311) bu hadîsi Sahihinde İbni Ömer'den merfu olarak tahrîc et­miştir. Hadis şudur:

«Akşam namazının vakti şafağın kızıllığı gidinceye ka­dardır.» Beyhald (384 —458) : 8u hadîs Hazreti Ali (R. A.)'den, Ömer <R. A.)'den İbni Abbas (R. A.)'dan, Ubâde b. Samld (R. A-İ'den, Şeddâd b. Evs (R. A.)'den ve Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir. Fa­kat bu rivayetlerin hiç biri sahîh değildir» diyor. Maamafih buradaki bahis lugâta aittir. Lugât babında ehli lugâta müracaat olunur. Ibnî Ömer (R. A.): Ehl-i lugâttan ve hâlis araplardandır. Binâenaleyh hadîs mevkuf da olsa onun sözü hüccettir. Kâmus'da. «Şafak: UfvJcda güneş battıktan sonra, yatsıya kadar veya yatsıya yakın, yahut gecenin koyu karanlığına yakın devam eden kızıllıktır» der. İmam-t Şafiî'nin. {150 — 204) yeni mezhebine göre akşam namazının vakti güneş battık­tan sonra temizlenerek avret mahallini örtecek, ezan ve ikâmet ederek beş rek'âfc namaz kılacak kadar zamandır. Delili, Cibril hadîsidir. Bu hadîse göre Cibril Aleyhisselâm akşam namazını her, iki gün de de aynı vakitte kıldırmıştır ki, bu vakit güneşbattıktan hemen sonrasidır. Eğer akşam için uzun vakit olsa, Cibril Aleyhisselâm ikinci gün nama­zı o vakte bırakırdı.

îmam^ı Şafiî'ye: «Cibril hadîsi Mekke'de namaz ilk farz olduğu zaman geçmiştir. Halbuki akşam namazının son vaktinin şafak olaca­ğını tayin eden hadîsler ondan çok sonra Medine'de kavlen ve fiilen vaki olmuşlardır. Binâenaleyh tercihen hüküm onlara göre verilir. Hem bu hadîsler isnad nokta-i nazarından Cibril hadîsinden daha sahihtirler» diye cevap'verilir. Vakıa Medine'deki hadîsler hem kavlî, hem fiilidir;, hadîs-i Cibril ise yalnız fiilidir.» diyerek cevap vermek isteyenler ol­muşsa da bu cevap doğru değildir. Çünkü Cibril hadîsi de hem fiili, hem kavlidir. Hazret! Cibril Fahri Kâinat (S.A.V.) Efendimize beş vaMt na­mazı kıldırıp bitirdikten sonra:                                             

«Şu iki vaktin arası sana da ümmetine de namaz vaktidir»

buyurmuştur. Evet Cibril hadîsinde akşam ile yatsı arasında bir ara yok. Bu da akşamın vaktine nazaran fiildir. Binâenaleyh Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in kavli hadîsleri bu fiili hadîse tercih olunur.

Zira kavi fiil tearuz ederse, kavil tercih olunur denilebilirse de burada esasen tearuz yoktur. Çünkü buradaki kavlî hadîsler akşam namazı için sırf Allah'ın bir lütfü olmak üzere vakit ziyâde edildiğini anlatmaktadırlar.

îmam-ı Şafiî'nin eski mezhebine göre akşam namazının iki vak­ti vardır. Biri yukarda söylenendir. Diğeri şafak kayboluncaya ka­dar devam eder. Bu ikinciyi Şafiîyye ulemâsından îbni Buzeyme (223 —311) Hattâbî (— 388) ve Beyhakî (384 — 458) gibi imamlar sa-hîhlemiglerdir. Nevevî (631 — 676) «El-Mühezzeb şerhinde akşam namazı vaktinin şafak zamanına kadar uzadığını bildiren delilleri zikretmiştir. Bu bâbdaki hadîsler sahîh olduğundan mûçebince amel lâzım gelir. Musannif bu hadîsi tertip itibarı ile ilk hadîsten sonra zikretse daha iyi olurdu.[437]

 

181/137- «İbni Abbas radiyallahü anhümâ'dan rivâvet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüüah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Tan yeri iki tanedir. Biri (oruçluya), yemeği ha­ram kılan ve içersine namaz vakti girendir. Diğeri de içersinde namaz, yani sabah namazı haram olup, yemek helâl olandır; buyurdular.»[438]

 

Bu hadîsi Ibnî Huzeyme ile Hâkim rivayet etmiş ve sahîhlemişlerdir.Hadîs-i şerîfde :                                     

«Yani sabah namazı» diye yapılan açıklama o vakitte mutlak olarak namazın haram olduğu sanılmasın diyedir. Bunun Resûlüllah (S.A.V.)'in sözü olması kuvvetle muhtemel olduğu gibi râvinin sözü olmak İhtima­li de vardır.

Fecir kelimesi lügatte iki vakit arasında müşterek olduğundan ve bazı vakit bildiren hadîslerde mutlak olarak: Sabah namazının evvel vakti fecirdir, denildiğinden, Resûlüllah (S.A.V.) bu kelimenin manâ­sını beyân etmiş; fecirden muradın açık alâmeti tan y£ri olduğunu aşağıdaki hadîsde açıklamıştır.[439]

 

181/137- «Hâkim'in Câbîr'den rivayet ettiği hadîsde bunun benzeri vardır. Ve yemeği haram kılan fecir hakkında bunun «ufukda UZa-yip gittiği;» diğer fecir hakkında-ise «kurdun kuyruğu gibi Oİ-düğü» cümlelerini ziyâde etmiştir.

Hâkim mevzu bahs hadîsi «El-Mustedrek» inde şu lâfızlarla ri­vayet eder:

«Tan yeri iki tanedir. Kurdun kuyruğu gibi o|an tan ye* ri namazı helâl kılmaz, yemeği helâl kılar. Ufukta uza­yıp giden tanyeri ise, namazı helâl; yemeği haram kılar!»

«BuharVnin {194 — 256) rivayetinde Resûlüllah (S.A.V.J'in sağa,, sola elini uzatarak tarif ettiği zikrolunur. Kurd kuyruğuna benziyen tanyerine eskiden fecr-i kâzip; diğerine fecr-i sâdık denilirdi. Fecri kâzip direk gibi gökyüzüne yükselir, ikisinin arasında biraz vakit var­dır. Evvelâ fecr-i kâzip görünür, biraz sonra da açık olmak üzere ikin­cisi görülür. İşte sabah namazının ilk vakti budur. Son vakti işe güneş doğmaya biraz kalıncaya kadardır. Her vaktin evveli ve sonu olduğuna göre, ResûIiiÜah (S.A.V.) bunlardan hangisinin efdâl olduğunu aşağı­daki hadîsde beyân buyurmuştur.[440]

 

183/138- «İbnî Mes'ud radiygMahü anh'den  rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah saüalîahü aleyhi ve sellem:

— Amellerin en faziletlisi namazı vaktinin evvelinde kılmaktır; buyurdular.»[441]

 

Bu hadîsi, Tirmizî ile Hâkim rivayet etmişler ve sahihle misler dnv Aslı Bulıâr'% ile Müslim'dedir.»şerifin Buhâri'deki metni şudur:

«İbni Mes'ud diyor ki: Resûlüllah (S.A.V.)'e amellerin hangisi Allah'a daha makbuldür diye sordum. (Vaktinde namaz) buyurdular. Gö­rülüyor ki Buhâri'nin rivayetinde «ilk» lâfzı yoktur.

Yukardaki hadis, namazı vaktinin evvelinde kılmanın efdâl ol­duğuna delâlet ettiği gibi böyle kılınan namazın bütün amellerden efdâl olacağını da göstermektedir. Şu halde zahiren :

Amellerin en faziletlisi Allah'a imandır» hadîsi ile mua-rasa ediyorsa da hakikatte aralarında nıuaraza yoktur. Çünkü İbnî Mes'ud ha-dîsindeki amellerden murad imandan gayri amellerdir. Haz-reti îbni Mes'ud iman ehli olanların amsllerini sormuştu. Cevap da ona göre verilmiştir. İbni Dakiîkîl-îd (625 — 702) diyor ki: «Burada yani İbni Mas'ûd hadîsindeki'ameller bedenî amellere hamlolunmuştur. Bi­nâenaleyh kalbin amellerine şâmil değildir. Ve Ebû Hüreyre'nin riva­yet ettiği şu hadîsle muaraza etmez;

«Amellerin en faziletlisi   Allah-ü Azze ve Celle'ye   iman etmektir».

Lâkin iyiliklere dair başka bir takım hadîsler varid olmuştur ki, bunlar da amellerin efdâli olmakla vasıflandırılmışlardır. îşte bahsi­mizin hadîsiyle zahiren muaraza halinde olan hadîsler asıl onlardır. Maamafih buna da cevap verilmiştir. Denilmiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.) muhatabına göre konuşur; onun istifade edeceği rağbet göstereceği en lâyık şekil ne ise o suretle idare-i kelâm ederdi. Meselâ : Cesur bir merd için' amellerin en faziletlisi cihaddır. Böyle bir adama cihaddan bahsetmek onu ibadete sevketmekten efdâldir. Zengin bir adam için amellerin en hayırlısı sadak vermektir! Burada da öğle olmuş ve mu­hatabına en lâyık olanı haber vermiştir. Yahut ibarede  kelimesi mukadderdir. Bu takdirde de mânâ şöyle olur: «Amellerin en fazilet­lilerinden biri de namazı vaktinin evvelinde kılmaktır» yahut da ismi tafdil olan (efdâlü) kelimesinden üstünlük ve derece mânâsı kasdedil-memiştir. Bu takdirde de mânâ şöyle olur : «Amellerin faziletlisi namazı ilk vaktinde kılmaktır.» Buna da «Ümmetime me­şakkat vermem olmşşa, yatsıyı geciktirirdim» hadîsi ile ve keza sabah namazı hakkında vârid olan aydınlık zamanına geciktirme; öğle hakkındaki serinliğe bırakma hadîsleri ileri sürülerek itirazda bulunulmuştur. Cevabı şudur: Bu hadîs evvel vaktin umumunu tahsis et­miştir. Usül-ü Fıkıh ilmine göre âmm ile hâss arasında muaraza yok­tur.

Bir de şöyle itira-z ediyorlar. Diyorlar ki: «Vaktin evvelinde» rivayetini yalnız başına Ali b. Hafs yapmıştır. Hadîsin diğer râvileri-nin hepsi onu (evvel) kaydını zikretmeden rivayet etmişlerdir.

Neden bunca râvinin rivayetini bırakıp da bir kişinin rivayeti ile amel edelim? Bunun rivayet yönünden cevabı şudur: «Râvi doğru söy­ledikten ve mutemet olduktan sonra yalnız başına da rivayet etse, onun teferrüdü hadîse hiçbir zarar vermez. Nitekim Ali b. Hafs da böyledir. Ve Müslim'in ricalindendir. Bu rivayetini de hadîs imamlarından Tirmizî (200 — 279), Hâkim (321 — 405) sahîhlemiş, îbnü Huzeyme (223 — 311) onu Sahihinde tahrîc eylemiştir.

Dirayet yönünden cevabına gelince, sözü vaktin evve­linde olmayı ifade eder. Çünkü kelimesi, isti'lâ içindir. Ve bütün,

vakti kaplamayı iktizâ eder.Rivayeti de öyledir. Zira vakit gir­meden namaz caiz olmıyacağma göre, bundan murad :

Yani «vaktinin çoğunu karşılamanız için» demektir. Bu ise namazın vak­ti girer girmez kılmakla olur. Resûliillah (S.A.V.)'in âdeti daima na­mazı vaktinin evvelinde kılmaktı. Evveli efdâl olmasa kılmazdı. Çün­kü, Hazreti Fahr-i Kâinat daima evlâ olanı yapardı. Bu bâbda Ebû Da­vud'un (202 — 275) rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfde: Geciktirmeye gel­meyen üç ,şey vardır...» deniliyor ve vakti geldiği zaman namaz kıl­makta bunlardan biri olarak gösteriliyor. Bundan maksad efdâl oldu­ğunu anlatmaktır. Yoksa vakit geldikte namazı biraz geciktirmek ca­izdir. Aşağıdaki hadîs,, dahi vaktin evvelinde kılmanın efdâl olduğuna delâlet eder.[442]

 

184/139- «Mahzûre[443]’den   rivayet  edilmiştir kî:  Peygamber şallallahü aleyhi ve sellem :

— Vaktîh evveli, Allah'ın rıdvanı, ortası, Allah'ın' rahmeti, sonu Allah'ın afvıdır; buyurmuştur.»[444]

 

Bu hadîsi, Dâre Kutnî pek zaîf bir senetle tahrîc etmiştir.

Hadîs-i şerifte vakitlerin evvel, orta ve son diye taksimi farz na-' mazlara nisbetledir. Şu halde mânâ: Farz namazı vaktinin cvvcÜnde kılana Allah'ın1 rıdvanı, ortasında kılana rahmeti hasıl olur demektir. Ve şüphesiz ki rıdvanının mertebesi rahmetten daha büyüktür. Sonunda kılana da Allah'ın afvı hasıl olur. Fakat unutmamalı ki afv suç üze­rine terettüp eder. Demek ki, sona bırakmak ne de olsa bir suçtur.

Senedinin ,zaîf ligi: Kavisinin Yakub b. El-Velîd olmasındandır. îmam-ı Ahmed b. Haribel (164 — 241) : Bu adam büyük yalancılar­dandı» diyor,; Onu îbni Mam(— 233) de yalancı saymış; Nesâl (215 — 303) terk etmiştir. îbni Hibbân (— 354) hadîs vaz1 edenlerden addetmiştir. Bazıları isnadında îbrahim b. Zekeriyya el -Beceti yar­dır. Bu adam müttehemdir diyorlar. Bundan dolayı Musannif mer­hum zaîf İn yanına bir.de cidden lâfzını katarak senedinin zaîf ligini te'kid etmiştir. Aşağıdaki hadîs "buna şahiddir denilemez.[445]

 

184/139- «Tirmizî'nin İbni Ömer'den rivayetinde bu hadîsin ben­zeri vardır. Yalnız evsâtı yoktur.» Bu da zaîf tir.

Yani yukardaki hadîsin benzerini Tirmizî İbnİ Ömer'den rivâye-ten tahrîc etmiştir. Yalnız onun rivayetinde vaktin evveli İle sonu zik­redilmiştir. Ortası zikredilmemiştir. Bu hadîsin zaîf olmasına sebeb yine Kavileri arasında yukarda zikri geçen Yakup b. El - Velİd'in bulun­masıdır. Bu hadîsin yukarıkine şahid olmaması her. ikisinde de hadîs imamlarının «yalancıdır» dedikleri adam bulunmasindandır. Binâena­leyh bu hadîslerden ne şahid olur, ne de Meşhûdün-Leh.

Bu bâbda, Gâbir, Enes ve İbni Abbas hazaratından da rivayetler v&rsa da hepsi zaîftir. Hazreti Ali (R. A J'dan dahi ayni mânâda bir hadîsi Musa b. Muhammcd-,- Ali b. HUsci/iıı'dvn, ila babasından, o da dedesinden o-da Hazreti Ali.fft. AJthu işitmiş olmak u/.ı/rr rivayet etmiştir. Bu hadîs hakkında Beyhakî (384 —458) : «isnadı zannederim bu bâbda en sahih olan bir şeydir;» demiştir. Halbuki hadîs malûldür.

Çünkü mahfuz olan, bu hadîsi Musa'nın Cafer bin Muhammenden o da babasından mevkuf olarak rivayetidir. Hâkim (321 — 405): «Bu hususta Peygamber (S.A.V.)'den veya sahabeden sahîh olarak gelen bir hadîs bilmiyorum. Olan rivayet, yalnız Cafer b. Mııhammed'den, o da babasından msvkufendir;» diyor. Maamafih bu mevkuf sahîh ise, yine de merfu hükmündedir. Çünkü fezâil hakkında kendi re'yi ile bir şey söylemek mümkün değildir. Mes'ele ihtimallidir. Bilfarz hadîsler sahîh olmasa bile Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in namazına vaktin evve­linde devam etmiş elması ve yukarda arzettiğimia şahidler bu işin hsr halde efdâl olduğuna delâlet eder.[446]

 

136/110- «Ibni Ömer radiyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir ki, Resûlüüah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Fecirden sonra iki secdeden başka namaz yoktur» buyurmuşlardır.»[447]

 

Bu hadîsi, Nesâl müstesna, Beşler tahrîc etmişlerdir.Abdürrezzak?-m rivayetinde: «Fecir doğduktan sonra iki rek'ât sabah na­mazından başka namazyoktur.» ziyâdesi vardır.

Zaten hadîs-i şerîfde geçen «iki secde» tâbirinden murad da sa­bah namazının iki rek'ât sünnetidir. Bu hadîsi îmam-ı Ahmed b. Han-bel (164 — 241) ve Dâre Kutnî tahrîc etmişlerdir. Tirmizî: Bu hadîs, gariptir. Kv.dâmc b. Musa'nın rivayetinden başka vecihle maruf de­ğildir» diyer.

Hadîs-i Ş3rîf mânâsı itibarı ile fecir doğduktan sonra ve sabah na­mazının farzı kılınmazdan önce sabah namazının iki rekât sünnetinden maada nafile kılmanın haram olduğuna delâlet ediyor. Çünkü lâfzı her ne kadar nefi de olsa, mânâsı nehydir. Nehyin aslı ise tahrim içindir. Fakat mc-s'ele ihtilaflıdır. Tirmizî : «Bütün ehl-i ilim olanlar fecir doğ­duktan senra sabah namazının iki rek'ât sünnetinden başka namaz kıl­manın mekruh olduğunda ittifak ettiler» diyor. Musannif da: TirmizV-nin icma iddiası acaiptir.-Çünkü bu mes'eledeki ihtilâf meşhurdur. Bunu îbnü'l - Münzir (—236) ve başkaları hikâye etmişlerdir» der. Ha-san-ı Basri (21—110) : «Kılmakta beis yoktur» demiştir. îmam-t Malik (93 — 179) dahi geceleyin namazı kalmayana, sabahleyin kılma­sında bir beis görmüyordu.

Bunun mislini Dâre Kutnî Amr b. el-Âs hadîsinden rivayet etmiş­tir.»

Yani yukardaki Abdürrezzak rivayeti ile Dâre KutnVnin rivayeti «fecirden sonra» tâbirinden ne kasd edildiğini açıklamışlardır. Bu­nunla kerahet vakitlerinin sayısı altıyı buluyor. Bunların beşi yukarda geçmişti. Yalnız aşağıdaki hadîs altı kerahat vaktinden biri olan ikin­diye muarızdır.[448]

 

183/111- «Ümmü Seleme radiyaîlahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Sallallahü aleyhi ve sellem İkindiyi kıldı. Sonra benim evime girerek iki rek'ât daha kıldı. Kendisine sordum:  Buyurdular ki:

— öğleden sonraki iki rek'âtı kılamamıştım da on­ları şimdi kıldım.» Sahabenin sözü : O halde biz de kılamadığı­mız zaman onları kaza edelim mi dedim.

«Hayır! dedi.»[449]

 

Eu hadîsi. Ahmed tahrîc etmiştir.

Hazretİ Ümmü Seleme (R.Anhâ)'mn sormasından anteşjhyor ki, Resûlüllah (S.A.V.) ya bu iki rek'âtı daha evvel onun yanında kılma­mış; yahut Hazretİ Ümmü Seleme bunların nehy edildiğini biliyormuş da hem nehy ettin, hem de niçin kendin kılıyorsun demek istemiştir. RsEû'üÜah (S.A.V.) de bunun ikindiye mahsus olmadığını, öğlenin so­nunda kılsnın iki rek'âtın kazası olduğunu beyân buyurmuştur. Bun­ları kılmasına mâni olan engelin «Abdül - Kays» kabilesinden bir ta­kım adamlar olduğunu başka rivayetlerden anlıyoruz. Hazretİ Ümmü Seleme işin hakikatini anlayınca bu sefer bu kazaya merak etmiş ve biz de başımıza gelirse kaza edelim mi? diye sormuş ve hayır cevabı­nı almıştır!

Musannif merhum bu hadîs hakkında burada bir şey dememiştir. Halbuki bunu- «Fethü'l - Bârı» de zikrettiği vakit: «Bu rivayet zaîftir; bundan hüccet olmaz» demiş. Fakat zaafiyyetinİn vehcini anlatmamış­tır. Burada dahi onun zaîf olduğunu söylemeli idi. ,

Hadîs-i şerif yukarda da geçtiği vecihle ikindiden sonra nama-z kazasının Resûlüllah (S.A.V.)'in hasâisinden olduğuna delildir. Buna Ebfo Davud'un tahrîc ettiği Hazreti Âişe hadîsi de delâlet ediyor, O hadîsde: «Resûlüiah (S.A.V.) ikindiden sonra namaz kılar; başkalarını kılmaktan nehyedefdi. Vislâ orucu tutar, başkalarını tutmaktan nehy-ederdb denilmektedir. Lâkin Beyhakî (384 — 458): «Resûlüllah'a mah­sus olan kaza değil, ikindiden sonraki iki rek'ât_ nafile idi» diyor. Şüp­hesiz ki, Ümmü Seleme hazretlerinin şu hadîsi, BeyhakVnin sözünü reddediyor. Ve kaza namazının da Resûlüllah (S.A.V.)'e mahsus oldu­ğunu isbat ediyor.

Hazreti Âişe (R. Anhây nmmanen naklettiğimiz yukardaki hadî­sine Musannif aşağıdaki ifâdesi il eişaret ediyor.[450]

 

188/141- «Ebû Davud'un Âişe radiyallahü anhâ'dan rivayet ettiği hadîsde bu mânâdadır.»[451]

 

«Ezan Babı»

 

Ezan : Lûgatta; bildirmek demektir.

Şer'an : Namaz vaktini hususî bir takım lâfızlarla bildirmektir. Ezanın meşrûiyyeti hicretin birinci yılında Medine'de vâkî olmuştur. Vakıa Mekke'de meşru oldu; diyenler de bulunmuşsa da doğrusu bu­dur. Meşru olmasına sebeb : İçlerinde Hazreti Ömer de bulunmak üze­re Sahaba-i kiramdan bir cemaatin rüyalarında gökten bir melek ine­rek ezanın lâfızlarını öğretmesidir. Ezan, şeâir-i diniyye'dendir. Sıfatı: sünneti müekkededir. Vâcib diyenler de vardır; Çünkü İmam-ı Muhammed (135 — 189); «Bir belde ahâlisi ezan ile ikameti terk etseler bun­larla harp olunur» demiştir. Harp ancak vacip terk edildiği zaman meş­ru olur.[452]

 

190/142- «Abdullah b. Zeyd[453] b. Abdi Rabbih radıyallahü a«Vden rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Ben uyurken benî bir adam dolaştırdı. Ve dedi ki: «Allahüekber, Allahüekber» dersin. Ve tekbiri dörtîemek suretiyle ezanı (sonuna kadar) terci'siz olarak anlattı .İkâmeti : müstesna, tek tek zikretti. Abdullah diyor ki: Sabahladığım zaman Re­sûlüllah (S.A.V.)'e geldim:

— Bu hakikaten hak rüyadır; buyurdu.»[454]

 

Bu hadîsi, Ahmed ile Ebû Dâvud tahrîc etmiş; Tirmızî ile Ibnı Huzeyme sahîhlemişlerdir.

«Bilâl, bana Resûlüllah (S.A.V.) «sakın namazın hiç bir ye­rinde tesvib yapma, yalnız sabah namazı müstesna;» bu­yurdular.

Rivayete göre yukardaki hadîsin bir sebebi vardır ki şudur: «Müs­lümanlar çoğalınca aralarında namaz vakitlerini bildirecek bir şey dü­şünmeye başladılar. Bazıları «çan çalalım» dediler. Resûlüllah (S.A.V.) «Bu hıristiyanlanndir» buyurdu. Bir takımları boru çalalım de­diler. Bunun için de Resûlüllah (S.A.V.) : «O da yahudîlerindir» dedi. Ateş yakalım, diyenler oldu. Hazreti Peygamber (S.A.V.): «O da mecûsîlerindir» buyurdular.\ Ve böylece dağılıp evlerine gittiler. Bunun üzerine AbduUah b. Zeyd bir rüya gördü ve Peygamberimize ge­lerek anlattı. Ebu Davud'un (202 — 275) £fü»e»'inde bu hadîs şu lâ­fızlardır:

«Ben uyurken beni bîr adam dolaştırdı; elinde bir çan taşıyordu. Ken­disine: Bu çanı satafmısın yâ Abdullah dedim. Ne yapacaksın onu de­di. Onunla namaza davet edeceğiz, dedim. Ben sana bundan daha ha­yırlı bir şey göstereyim mi; dedi. Hay hay dedim: dersin, ilâ âhir...» dedi.

Hadîs-i şerîfde geçen tcrcî'in mânası : Şchadetleri dönüp tekrar söylemektir. Müslim Şerhinde: «Terci, iki şehadeti evvelâ yavaş söy­ledikten sonra dönüp tekrar yüksek sesle söylemektir» der.

Aşağıda dördüncü hadîsde gelecektir. Bu hadîse göre ikamet'te den maada tekrar yoktur. Hadîs-i şerif, uzakta olanları namaza davet için ezanın meşru olduğuna delildir. Resûlüllah (S.A.V.) müsîümanları camiye toplayacak bir şeyi çok düşünüyordu. İşte ezan kendisini bu bâbda üzülmekten kurtardı. Ezan namaz vaktinin girdiğini de bildirir. Ulemâ ezan okumanın vâcib olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Delilleri gelecektir. Ezanın şeâiri diniyeden olduğundan şüphe yoktur. Lâfızlarının kaç olduğunda dahi ihtilâf edilmiştir. Bu hadîse göre eza­nın ihtidasında dört defa AMahüekber denilir. Bazı rivayetlere göre iki kere denilir. Ulemânın ekserisi dört tekbir ifâde eden rivayetle amel etmişlerdir. Çünkü bu rivayet meşhurdur ve âdil bir ravînin ziyâde-sidir ki, böyle ziyâdeler makbuldür. Yine bu hadîs tercîin meşru olma­dığına delâlet eder. Bu da ihtilaflıdır. Meşru değildir diyenler buradaki rivayetle amel ederler. Meşrudur diyenler aşağıda gelecek Ebu Mahzûre hadîsi ile amel ederler. Hadîsin zahirine bakılırsa ikametin başın­daki tekbir bir defa söylenecekmiş zan olunur. Fakat Cumhûr'a göre tekbir iki defa tekrarlanır ve ikişerden dört kere Allahü ekber denilir. Bittabî bu da ihtilaflıdır. îki defa tekrarlanır diyenler de vardır. Buharı (194—256)'nın rivayet ettiği bir hadîsde Resûlüllah (S.A.V.) Hazreti Bilâî'e ezanı çift ikameti tek kelimeler halinde okumasını yalnız:yi çift söylemesini emir buyurmuştur ki, aşağıda gelecektir. O hadisle istidlal ederek bazıları : Ezanın kelimeleri ikişer, ikişer ikâmetin ise birer birer söylenecek yalnız :

ikişer söylenecektir; demişlerdir. Dört defa söylenecek diyenler buna şu yolda cevap verirler: Evet bu hadîs de sahihtir. Lâkin ezanın ba­şında dört defa denileceğini bildiren rivayet şüphesiz ki daha kuvvetlidir ve âdil ravînin ziyâdesi makbuldür. Hem dördün İçin­de sizin dediğiniz iki de vardır. Binâenaleyh her iki rivayetle amel edil­miş olur.

Aşağıda gelecek olan «ezan çift okunur» hadîsi tekbirlerin dört söylenmiyeceğine delâlet etmez.

Ezan ve ikametin sonundaki    kelime-i tevhid    bilittifak birer defa söylenir.

Ezan çift, ikamet tek kelimeler halinde okunur diyenler buradaki hikmeti şöyle izah ederler: Ezan uzakta otanları çağırmak içindir. Bun­dan dolayı tekrar onda meşru olmuştur. Sesi yükseltmek, yüksek bir yere çıkmak müstehap olmuştur. Fakat ikamet öyle değildir. O mevcut cemaata namazın hazır olduğunu bildirmektir. Binâenaleyh tekrara hacet yoktur. Ve alçak sesle okunur :cümlesi ise ikametten maksad o olduğu için tekrarlanır.[455]

 

190/142- «Ahmed, hadîsin sonuna Bilâl'ın sabah ezanında «namaz uykudan daha hayırlıdır» demesinin hikâyesini ziyâde etmiştir.»

Buradaki hadîsden murad, A-bdul!ah.b. Zeyd hadîsi olacaktır. Tir-mizî (200 — 279, İbni Mâcc (207 — 275) ve îmam-ı Ahmed Un Hanbel (164 — 241) Hazreti Bilâl (R. A.) hadîsini Abdurrahman b. Bbi Leylâ (—83) dan şu lâfızlarla rivayet etmişlerdir:

«Bilâl, bana Resûlüllah (S.A.v.) «sakın namazın hiç bir yerinde tesvib yapma, yalnız sabah namazı müstesna;» buyurdular, dedi. Ancak bu hadîsde zaîf ravî olduğu gibi inkita-'da vardır. Tesvib :

demektir. Ve iki defa söylenir.   Nitekim Ebû Davud'un Sumeninde zikredilmiştir. Musannifin îham ettiği gibi:

ibaresi Abdullah b. Zeyd hadîsinde mevcut değildir.   [456]                 

 

190/142- «Ibni Huzeyme'nin Enes radıyallahü anh'â&n rivayetinde Enes (R. A.) sabah ezanında müezzin dediği vakit: demek sünnettendir» demiştir:

Hadîsri şerifi îbnü's - Seken (294 — 353) de sahîhlemiştir. Nesâî:

«Namaz uykudan daha hayırlıdır, namaz uykudan daha hayırlıdır (söz­leri) sabahın İlk eianındadır» deniliyor.                        

Şu halde diğer rivayetlerde .mutlak zikredilen, burada mukayyet olarak gelmiştir. İbn! Reslân diyor ki: Bu rivayeti İbnİ Huzeyme sa-hîhlemiş ve; Tesvib ancak sabahın birinci ezanı için meşru olmuştur. Çünkü uyuyanı uyandırmaya yarar; ikinci ezan ise vaktin girdiğini bil­dirmek ve namaza davet içindir.» demiştir. Nesâî'nin Essüncnül -Kübra'dz Siifyan'dan, o da Ebu Cafer'den o da Bbu Süleyman'dan o da Ebu Mahzure'den işitmiş olmak üzere rivayeti şu lâfızlarladır:

«Resûîüllah (S.A.V.)'e müezzinlik yapıyor ve birinci sabah ezanında haydin namaza haydin kurtuluşa! Namaz uykudan daha hayırlıdır. Na­maz uykudan daha hayırlıdır; diyordum.» îbni Hazm (384 — 456) : «Bu hadîsin isnadı sahihtir» der. Beyhakî (384 — 458)'nin «Essüne-nü'l - Kübra» sında da hadîsin benzeri vardır. Şu halde:

cümlesi, namaza davet ve vaktin girdiğini bildirmek için meşru olan ezandan değil; uyuyanı uyandırmak için meşru olmuş sözlerdendir:

cümlesinden muradı; Namaz için uyanmanın yani kıyamette verile­cek rahatın uykudan daha hayırlı olduğunu beyandır.[457]

 

193/143- «Ebu Mahzûre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir kî. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem kendisine ezanı öğretmiş. Bun­da tercii de zikretmiştir.»[458]

 

Bu hadîsi. Müslim tahrîç etmiştir. Onu Beşler de rivayet etmiş; fakat dörtlü olarak zikretmişlerdir. Resûlüllah (S.A.V.) Hz. Ebû Mah-zûre'ye ezanı bizzat okuyarak öğretmiştir.

Kıssası şudur: Ebu Mahzûre Mekke'nin fethinden sonra Mekke'lilerden dokuz kişi İle birlikte Hüneyn'e çıkmışlardı .Mü'minlerin ezan okuduğunu işitince cnlarla alay etmek için bunlar da ezan okudular. Ebu Mahzûre diyor ki : Resûlüllah (S.A.V.): «Bu adamların «Bu adamların ara sında güzel sesli birinin ezan okuduğunu işittim» buyura­rak bize adam gönderdi. Hepimiz birer birer ezan okuduk. Ben en sonraya kalmıştım. Ezanı okuduğum zaman- bana hitaben, gel diyerek hu­zuruna oturttu. Alnımı mesh etti. Ve bana üç defa bereket duasında bu­lundu. Sonra dedi ki: «Git de mescid-i haramda ezan oku!» O halde öğret bana yâ Resûlüllah dedim. İlâ âhir...»

Hadîs-i şerîfde zikri geçen terci', şehadeteyni söylerken yapılır. Bu hadîsin Ebu Dâvud (202 — 275) deki lâfzı şudur:

«Sonra, Allah'dan başka Allah yok idiğine şehadet ede­rim. Allsh'dan başka Allah yok idiğine şehadet ederim. IVluhammed'in Resûlüllah olduğuna şehadet ederim, der­sin. Bunları söylerken sesini kısarsın. Sonra şehadette sesini yükseltir: Allah'dsn başka Allah yok idiğine şeha­det ederim; Allah'dan başka Allah yok idiğine şehadet ederim. Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şehadet ede­rim, IVluhammed'in Resûlüllah olduğuna şehadet ederim; dersin.»

Birinci defa şehadeteyni söylerken sesini kısmasının hikmeti bazı­larına göre mânasını ihlâs ve samimiyetle düşünebilmek içindir. Çün­kü ihlâsla düşünmenin kemali ancak alçak" sesle olur. İşte bu sahih ha-dîsile istidlal ederek, Cumhur-u ulemâ tarafından meşru olduğu ileri sürülen terci' budur. Terci meselesi Abdullah b. Zeyd hadîsine ziyâde­dir. Maamafih adi tarafından yapılan ziyâde makbuldür. îmam-ı Azam Ebû Hanîfe (80 — 1503 ile fukahadan bir kısmı Abdullah b. Zeyd hadîsi ile amel ederek tercii kabul etmezler.

Yukardaki hadîsi Müslim tahrîc etmiş ise de başındaki tekbir onda iki defadır. Eu rivayetle İmam-ı Malik (93 — 179) ve başkaları amel etmişlerdir.

Beşler'deki Ebû Mahzûre hadîsinde ezanın başındaki tekbir Abdul­lah b. Zeyd hadîsinde olduğu gibi dörtlüdür. İbnü Abdiîberr (368 — 463) «El-îstizkâr-» adh eserinde: «Ezanın başındaki dört tekbir Ebû Mah­zûre ile Abdullah b. Zeyd hadîsinin sika (güvenilir1) râvilerinden hıfze-dilmiştir; bu ziyâde kabulü vâcib olan bir ziyâdedir» diyor. İbnİ Teytniyye (— 726) «El-Münteka» da dört tekbir ifade eden Ebû Mahzûre hadîsini Müslim'in rivayet ettiğini söylemiş; Musannif Merhum ise Müslim'e değil. Beşler'e nisbet eylemiştir. Tahkik neticesinde anlaşıl­mıştır ki, Müslim şerhi Nevevl; «Bu hadîsin ekseriyetle asıllarında tekbir evvelinde iki defadır» demiştir. Kadı İyâz (476 — 544) da: «Sahîh-i Müslim'in Fârisi tariklerinden bazısında ezanın başındaki tekbirin dört olduğu zikredilir» diyor. Bundan anlaşılıyor ki: Mu­sannif ekseri rivayetleri nazar-ı itibara almış; îbni Teymiyye ise ba­zı tariklerine itimat etmiştir. Aralarında münafat yoktur.[459]

 

194/144- «Enes  rackydllahü anh'den  rivayet Edilmiştir.Demiştir ki:  Büâl'e ezanı çifter çifter; ikameti, ikamet yani  müstesna, tek tek lâfızlarla okuması emrolundu.[460]

 

Bu hadîs Müftefekun Aleyh'dir. Müslim istisnasını zikretmemistir.                      

Hadîsteki fiilinin meçhul gelmesi, faili herkesçe bilindiği içindir. Çünkü şer'î kaidelerde Peygamber (S.A.V.)'den başka kimse emredemez. Buradaki «çifter» tâbiri mücmeldir. İkiye de, dörde de ih-timallidir. Abdullah b. Zeyd ile Ebû Mahzûre hadîsleri bu icmali beyan etmiş; tekbirin çift yapılmasının dörder sair lâfızların ise ikişer defa söylemekle olacağını anlatmıştır. Maamafih bu hüküm ekseriyetle baka­rak verilmiştir. Yoksa ezan lâfızlarının içinde    sonundaki tevhit   yani gibi bir defa söylenenleri de vardır. Hakikaten Ule­mâ ezan lâfızlarının kaçar defa söyleneceği hakkında ihtilâf etmişler­dir. Hanefiyyeye göre baştaki tekbirler dört; sair bütün ezan ve ikamet lâfızları ikişer; sonlardaki tevhit birer defa okunur. Delilleri : Semâdan inen melek hadîsi ile Abdürrezzak (— 211), Dâre Kutnî (306 — 385) ve Tahâvl (238 — 321)'nin rivayet ettikleri:

«Muhakkak ki Bilâl ezan ve ikamet «lâfızlar» ını ikişer defa söylüyordu» hadîsidir. Şu kadar var ki, Hâkim (321 — 405*) bu hadîsde inkita olduğunu iddia etmiştir. Bazı tariklerinde de zaiflik vardır. Amma tekbir­lerin dört olacağı rivayeti ikametin tek olacağı rivayetine muarız de­ğildir. Çünkü bu tek rivayeti sahihtir.» İkamet lâfızlarının ikişer okun­ması adi olan râvinin ziyâdesi ile sabittir. Böyle bir ziyâdenin kabulü ise vâcibtir» diyenlere «bu rivayet sahih olmamıştır» diye cevap veri­yorlar, İmam-1 M alık'e (93 — 179) göre baştaki ve sondaki tekbirler-maadâ ikamet lâfızları tek okunur. Cumhur'a göre ikamet lâfızlarının den maadası tek okunur.[461]

 

194/144- «Nesâî'nin  rivayetinde hadîs    Peygamber (S.A.V.) Bilâl'e emretti» şeklindedir.

Bu hadîsi Nesâl (215 — 303) dahi Hazrefi Enes'den rivayet etmiş­tir. Musannifin bu hadîsi burada zikretmesinin sebebi, yukarda meçhul sigası ile zikredilen hadîsin de merfu ve MÜttefekun Aley olduğunu anlatmak içindir. Hattâbî (— 388) diyor ki: «Ezanın ikişer, ikametin tek okunacağı rivayetinin isnadı rivayetler içinde en sahih olanıdır. Ulemânın ekserisi bu kavi ile amel ederler. Mekke ve Medine'de, Hi­caz'da, Şsm'da, Yemen'de, Mısır diyarında tâ Mağrib-i Aksa'ya kadar hep bununla amel olunur.»

Bazılarınca müteahhirini ulemânın muhakkiklerinden sayılan Salih b. Mehdi (1047 — 1110) ezanın lâfızları ikişermidir, dördermidir? Ter­cihi varmıdır, yokmudur? Ver ikametteki ihtilâf hususunda Sübülü's -Selâm sahibi San'ânî'nin çok. beğendiği şu sözleri söylemektedir: «Bu mes'ele garib vukuattandır. Şeriatta değil, âdette bile benzeri azdır, Öy­le ya. Ezan ve ikametteki su lâfızlar az. mâdûd ve muayyen bir kaç tözdür. Bunlarla her gün ve gece beş defa en yüksek yerden seslenil-mektedir. Üstelik her işitenin müezzinin dediğini okuması da emrolun-mustur. îslâmiyyetin ilk devirlerinde ezam okuyanlar devirlerin en ha­yırlısını teşkil edenler; faziletleri korumağa en titiz davrananlardır. Bu­nunla beraber ne sahabenin, ne de tabiînin bu bâbda söz ettikleri, ihti­lâfa düştükleri söylenmemiştir. Sonra müteahhirin arasında şiddetli ihtilâf zuhur etmiş; ve her fırka az çok işe yarar bir şey ortaya atmış­tır. Bu deliller birbirinden farklı da olsa rivayetler arasında yinede münafaat ve zıddiyet yoktur. Çünkü her birinin bizim kail olduğumuz vecih ile sünnet olmasına mani yoktur. Bunun benzerleri hususunda meselâ teşehhüdde okunacak lâfızlarla salatü'l - havf nasıl kılınacağı hususunda dahi "ihtilâfa; düşmüşlerdir.»[462]

196/145- «Ebû Cühayfe[463] radiyallahü anh'âen rivayet edilmişdir. Demişdir kî: Bilâl'i ezan okurken gördüm. Ağzını şuradaı ve şurada (sağda solda) takip ediyordum; iki parmağı kulaklarında idi.[464]

 

Bu hadîsi Ahmed ve Tİrmizî rivayet etmiş, TIrmizî sahîhlemiştir Ibni Mâce'nin rivayetinde: «iki parmağını kulaklarına koydu. Ebû Da­vud'un rivayetinde: geldiği zaman boynunu sağa, sola büktü; ve dönmedi^ ziyâdeleri vardır. Hadîsin aslı Buhâri ile Müs­lim'dedir.

Ezan okurken Haireti Bîlâl'i takip eden râvi parmaklarının hangi­lerini kulaklarına koyduğunu tayin etmiştir. Nevevî (63Î — 676) bunla­rın şehadet parmakları olduğunu söyler. Bu hadîsi İbni Mâce ile Ebû Dâvud da Ebû Cüheyfe'den rivayet etmişlerdir. Ebû Davud'un (502 — 275) rivâyetindeki «boynurfu sağa sola büktü» tâbiri İmam-t Ahmed'in (164 — 241) rivayetinde geçen «ağzını şurada ve şurada ta­kip ediyordum »ifadesinin açıklamasıdır. Hattâ Müslim'in (204^-261) rivayeti Ebû Dâvud'unkinden daha da sarihtir. Onda şöyle deniliyor:

«Ağzını şurada ve şurada sağa sola çevirerek: «hayaalesselâh, hayyaalelfelâh» dediğini takip ediyordum.» Bu hadîsde sağa ve sola dönmenin şeh&deteyndcn scnra olduğu da beyan ediliyor.  İbni    Huzeyme (223 —331) bu hususta ayrı bir bâb yapmıştır: Ve «Ağzı çevirmek, yüzü dön­dürmekle olur» diyerek vekî' tarikiyle şu hadîsi tahrîc etmiştir:

«Ezamnda şöyle yapmiya başladı. Başını sağa ve sola çevirdi». Hazretî Bilâl'ın ezan okurken döndüğü rivayeti ise sahîh değildir. Parmaklarını kulaklarına koymasını Resûlüîlah (S.A.V.)'in emrettiğine dair rivayet­te zaîftir. îmam-% Ahmed b. Hanbeî'deu (164 — 241) bir rivayete göre dönmek ancak minarede olur ve iki taraf ahalisine işittirmek için ya­pılır. Ulemâ, sağa ve sola dönmenin iki fâidesi olduğunu söylerler. BK ri sesinin daha iyi çıkmasını temin ettiği; diğeri de müezzin olduğunu bildirmek içindir. Bu suretle uzaklarda olan, yahut sağır bir kimse cnu görmekle ezanın' okunduğunu anlar. Acaba ikamette de sağa sola dönmek varmıdir. Bu suale İmam-ı Tirmizi (200 — 279) cevap veriyor ve: Evzâl (78 — 150) «bunu hoş gördü» diyor.[465]

 

199/146- «Ebû Mahzûre radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir kî. Peygamber sallalîahü aleyhi v? sellem kendisinin sesini beğenmiş ve ona ezanı öğretmiştir»[466]

 

Eu hadîsi, İbni Huzeyme rivayet etmiş, ve sahîhlemiştir. Hadîs-i şerifin kıssası yukarda dördüncü hadîsde geçti. Bunda mü­ezzinin güzel sesli olmasına delâlet vardır.[467]

 

200/147- «Câbir b. Semura radiyallahü anh1'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî:  Resûlüîlah sallalîahü aleyhi ve sellem ile iki bayram namazını bir kere değil, iki kerre değil, ezansız ve ikametsiz olarak kıl­dım.»[468]                                                                                

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.                         

Yani bir çok defalar hep ezansız, ikametsiz kıldık 4emek istiyor. Bu hadîs-i şerif bayram namazları için ezan ve ikametin meşru olma­dığına delildir. Ki icma gibidir. Ashab-ı Kîrâm'dan İbnüz-Zübeyr, Nlu-aviye ve Ömer b. Abdilaziz hazaratının bayramları Cumaya kıyas ede­rek ezan ve ikametin onlarda da lüzumuna kail alduklafı rivayet edi­liyorsa da bu kıyas doğru değildir. Bayram namazlarında ezan ile ika­met Hazreti Peygamber (S.A.V.)'den nakledilmediği gibi, Hulâfa-i Ra-şidin'den de edilmemiştir. Binâenaleyh onlarda ezan ve ikamet bidatdır.

Aşağıdaki rivayet de bunu te'yi deder.[469]

                         

200/147- «Bunun benzeri de İbnî Abbas radiyallahü anh'den ve'baş kasından Buharî iîe Müslim'de rivayet edilmiştir.»       

Bazıları bayramlarda ezanın yerine «namaz toplayıcıdır» denilir; demişlerse de, Bayram namazları hakkında böyle bir sünnet yoktur. İbnül Kayyım: «El-Hedyun NebevH nâm eserinde* «Hazreti Peygamber (S.A.V.) namazgaha vardıkta ezansız ve ikamet­siz olarak « ÜUU^ "C}CJ \ »dahi demeden namaza yani Bayram na­mazına başlardı» diyor. Şu mütalaaya bemni San'ânî dahi bunlardan hiçbirini yapmamak sünnettir. Bundan anlaşılıyor ki, bazılarının: Bay­ramlar ve cenaze namazı gibi kendilerinde ezan ve ikamet meşru ol­mayan namazlar davet ederken demek mütehaptır» şeklindeki iddiası doğru değildir. Çünkü müstchab olduğuna hiçbir deli] yoktur. Müstehap olsa onu ne Resûtüilah {S.A.V.) terk ederdi, ne de Hulâfa-İ Raşidin ile daha sonrakiler. Evet.Küsûf namazında sabit ol­muştur ;amma yalnız^ ona mahsustur. Şâirlerini ona kıyas etmek doğ­ru olmaz. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) devrinde bir şeyin sebebi mevcut, iken, cmu yapmazsa onun zaman-ı saadetinden sonra o şeyi yapmak aiv ,hk bid'at olur. Binâenaleyh kıyas ve şâire yolu ile, de işba ti mümkün olamaz» demektir.[470]

 

202/148- «Ebû Katâde radiyallahü anh'den namazdan uyuyarak kaldıkları hususdaki uzun hadîsde şöyle rivayet edilmiştir: Sonra Bilâl ezan okudu ve Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem hergün yaptığı gibi namaz, kıldı.»[471]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Uyuyup kaldıkları namaz, sabah nama-zı idi. Hayber gazasından dönüyorlardı, Hazreti Bilâl Resûîüllah (S.A.V.)'in emri ile ezan oku­muştu. Nitekim «Sünen-i Ebi Dâvud» da:

«Sonra Bilâl'e namaz için ezan okumasını emretti; o da okudu» denilmektedir.

Hadîs-i şerif uyuyarak kılınamıyan kaza namazı için ezan okuma­nın maşrû olduğuna delildir. Unutularak kılınamayan da ayni hüküm­dedir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) hükümde ikisini bir tutmuş ve:

«Kim bir namazı uyuyarak kaçırır veya unutursa... ilâ âhir...» buyur­muştur, îmam-t Müslim (204 — 261) İn rivayet ettiği Ebû Hüreyre ha­dîsinde: Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in Bilâl'e ikamet getirmesini em­rederek ezanı zikretmediği ve keza Hendek gazasının vuku bulduğu, gün kalan namazlarını kaza ederken yalnız ikamet getirmesini emrettiği, ezanı zikretmediği görülüyorsa da bunlar yukarıki Ebû Katade ha­dîsine muhalif değildir. Çünkü Ebû Katade hadîsi müsbittir, yani ezanı isbat ediyor. Ebû Hüreyre hadîsi ile Hendek gününü anlatan Ebû Said hadîslerinde ise ezanın isbatı nefyi yoktur. Binâenaelyh aralarında muaraza da yoktur. Çünkü zikredilmemek, zikredilmeye muaraza ede­mez.[472]

 

207/148-b «Müslim'in Câbir'den rivayetinde: Peygamber (S.A.V.) Müzdolife'ye geldi. Orada akşam île yatsıyı bir ezan ve İki ikametle kıldı» denilmektedir.

Hadîs-i şerîf iki namazı cem ettiğini gösteriyor. Buhâri (194 — 256), Ibnl Mes'ud radiydllahii anh'den şu hadîsi rivayet eder:

İbni Mes'ud (R.A.) akşam namazını ezan ve ikametle yatsıyı dahi ezan ve İkametle kıldı. Ve Resûlüllah (S.A.V.)'ı böyle yaparken gör­düm dedi.» Ya-lnız yukardaki iki hadîse aşağıdaki hadîs muaraza edi­yor.[473]

 

207/148 –c «Müslim'in İbnî Ömer radiyallahü anh'den rivayetinde: Peygamber (S.A.V.) akşam ile yatsıyı bir ikâmet İle bir arada kıldı.» denilmektedir.»

Ebû Dâvud: «Her namaz için» cümlesini ziyâde etmiştir. Ebû Da­vud'un bir rivayetinde: «hiç biri için ezan okumadı» denilmektedir.

Hadîsin zahirine bakılırsa bu iki namaz birlikte kılınırken ezan yok­tur. Namaz kılman yerin Müzdelife olduğu Müslim"de sarâhaten zik­redilmiştir. Müslim hadîsini rivayet eden Saîd b. Cübeyr (R. A.) diyor ki: «Sonra Ibni Ömer'le beraber Arafattan çekildik. Tâ ki Cema yani Müzdelife'ye geldik. Orada İbnî Ömer akşam 41e yatsıyı bir ikametle kıldı. Sonra çekildi ye dedi ki : ResûlüÜah (S.A.V.) bize bu yerde böy­le kıldırdı.»

Şu halde bu rivayette Müzdelife'deki cami'de ezan olmadığına, her iki namaa için bir ikâmet getirileceğine delâlet eder. Yalnız Ebû Da­vud'un yine İbnl Ömer'den rivayet ettiği «Her namaz için» tâbiri her namaz için ayrı ayrı ikâmet getirileceğini ifade ediyor. Binâenaleyh Müslim'in rivayeti bununla takyîd edilir. Yine Ebû Davud'un İbnî Ömer'den rivayet ettiği; «Hiçbiri için ezan okumadı* tâbiri bu namaz­lar için ezan okunmadığının açık delilidir. Rivayetler tearuz halinde­dir. Çünkü Hazret! Câblr (R. A.) bir ezan ve iki ikâmet isbat ediyor.

Ibnl Ömer hadisi ezan yok, iki ikamet vardı; diyor. Ibni Mesud hadîsi ise iki ezan, iki ikâmet isbat ediyor. Eğer hüküm isbat eden ha­dîs, etmeyene tercih olunur; dersek Ibni Mes'ud hadisi ile amel etmek

icap ccfor. Bazıları, Câbir hadîsi tercih edilir, çünkü ezanı isbat ediyor; İbni Örner hadisi ise onu nefyediyor demiş ise de yine de İbnî Meft'ûd hadîsi tercih olunur. Çünkü onun isbatı daha" çoktur.[474]

 

205/149- «Ibnİ Ömer ve Âîşe radiyallahü    anhümâ'dan    rivayet edilmiştir. Demiştir ki:  Resûfüîîah sallallahü aleyhi ve selleın :

— Bilâl geceleyin ezan okur, binâenaleyh sîz İbnü Ümmii Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyip için;» buyurdular. «îbnî Ümmii Mektûm» âmâ bir adam idi. Kendisine sabah­ladın, sabahladın denilmedikçe ezan okumazdı.[475]

 

Bu hadîs Müttefekun Aleyh'dir. Sonunda idrâç vardır.

Hadîsde geçen «geceleyin» tâbirinden murad: Tan yeri ağarmam­dan az öncesidir. Bunu BuharVnin (194 — 256) rivayeti açıklamıştır. İbnü Ümmü Mekfûm'un ismi Amr'dır. İdrâç: Katma sözdür. Yani Haz-reti Peygamber (S.A.V.)'in sözü değildir. Buradaki idrâçtan maksad  :

«Kör bîr adam idî İlâ âhir...» cümleleridir. Bu cümleler ya İbnî Ömer, yahut Zührî tarafından söylenmiştir.

Bu hadîs-i şerîf fecir doğmadan önce ezan okumanın meşru oldu­ğuna detiidîr. Fakat bu ezan, vakitleri bildirmek, namaza davet et-msk için meşru oîan ezan değildir. Çünkü henüz namaz vakti girme­miştir. Bu. ezanm vech-İ meşrûiyyetini Resûlü'lah {S.A.V.) :

«Uyuyanınız uyansın; namazda olanınız da dönsün diye?> buyurarak beyan etmiştir. Hadîsi Tirmizî (202 — 279)'den gayri sahîh sahipleri rivayet etmişlerdir. Namaz kılandan maksad gece namazı kı­landır. Dönmekten murad da uykuya veya namazdan çıkıp oturmağa rl fin m r.sidir. Şu halde uyuyanları uyandırmak, namazda olanları iştirahata davet etmek için meşru olan bu ezan Yemen gibi bazı yerlerde minarelerde okunan teşbihlere benzer bir şeydir. Şu farkla ki, bu ezandır.

Rgsû'-ü Ekrem (S.A.V.)'in «yeyin, İçin» buyurması, oruç tutan­lar içindir. Ve yiyip içmenin sabah ezanına kadar devam edeceğine delildir. Hattâ, İbni Ümmü Mektûm'a: «Sabahladın sabahladın» denil-medikçe ezan okumazdı denilmesine bakılırsa, fecir doğduktan sonra bile ezan okununcaya kadar yiyip içmenin caiz olduğu anlaşılır. Hat­tâ, buna kail olanlar bile bulunmuştur. Caiz görmeyen Cumhur-u ule­mâ ve mezheb imamları ise «sabahladın» sözünü «sabaha yaklaştın mânâsına alırlar.

Hadîs-i şerîfde, bir mescid için iki müezzin bulundurmanın caiz olacağına delâlet vardır. Bunların beraberce ezan okumaları bazıla­rınca mekruhtur. Bunu ilk icad eden Benî Ümeyye'dir. Bazılarına göre mekruh değildir. Ancak bir kargaşalığa sebeb olursa, mekruh olur.

Yine hadîs-i şerîfde müezzinliğin gözü görene de görmeyene de ve­rilebileceğine delâlet olduğu gibi, bir kimseyi tarif etmek için onun sa­katlığını söylemeye ve kişi annesinin adıyla şöhret bulmuşsa, onunla anılmasının caiz olduğuna da delâlet vardır.[476]

 

205/150- «İbni Ömer radİyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur ki; Bilâ! fecirden önce ezan okumuş ve Peygamber saîlallahü aleyhi ve sellem kendisine: Dönüp «Dikkat edin,- köle uyudu» diye nida et­mesini emir buyurmuşlardır.»[477]

 

Bu hadîsi Ebû Dâvud rivayet etmiş ve zaîf bulmuştur.

Ebû Dâvud (202 — 275) bu hadîsi tahrîc ettikten sonra şöyle de­miştir: «Bu hadîsi Eyyübdaaı yalnız Hammad b. Seleme rivayet et­miştir. Münzirî (— 656) diyor ki : Tirmizî (200 — 279) : Bu hadîs mahfuz değildir dedi». Ali b. El - Medînî (—161) : Hammad bin Se­leme hadîsi mahfuz değildir. Onda Hammad b. Seleme hatâ etmiş­tir» der.

Fecirden evvel ezan okumak meşru değildir diyen HanefHer'le şâir ulemâ bu hadîsle istidlal ederler.[478]

 

237/151- «Ebû Said-i Hudrî ntân/allahü anh'den rivayet edilmiştir. Demîşür ki: Resûlüllah saîlallahü aleyhi ve sellem;

— Ezanı işittiniz mi    hemen siz t!e müezzinin dediği gibi deyin;  buyurdular.»[479]

 

Bu hadis, Müttefekun Aleyhdir.

Hadîs-i. şerif, ezanı işiten kimsenin müzzinin arkasından onun de­diğini demesinin meşru olduğunu bildirmektedir. Bu hususta münase-bet-i cinsîye haliyle, helada bulunmak müstesna, diğer bütün ahvâl mü­savidir. Yani abdestli, abdestsiz, cünüb, hayızlı, nifaslı hükmen birdir. Fakat Hanefîler'e göre hayızlı ile nifashya da icabet lâzım gelmez: Zira ehil değildirler. Ezanı işiten namazda ise bittabi icabet etmez. Maama-fih mss'ele ihtilaflıdır. Çeşitli kaviller içinde sevaba en yakını namaz halinde icabet etmeyip, bitirdikten sonra etmesidir.

Hadîs-i şerîfdeki emir hernekadar işitene ezanı tekrarlamanın va-cib olduğuna delâlet ediyorsa da, buradaki emrin vücup ifade edip et­memesi ihtilaflıdır. Bazıları vacibtir demişler; Cumhur'u ulemâya göre vacip değildir, delilleri: Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in bir müezzin ezan okurken «Allahüekber» dedikte: demesi şehâdeteyni okuduğu zaman da : buyurmasıdır. Bunu Müslim (204 — 261) tahrîc etmiştir. Eğer icabet vacip olsa idi, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de müezzinin dediğini der idi. Binâenaleyh Ebû Said hadîsindeki emir istihbab içindir derler. Maama-fih râvinin sözünde Resûlüllah (S.A.V.)'in müezzini takiben onun de­diklerini demediğine dair bir söz yoktur. Olabilir ki râvi yalnız adetten ziyâde olarak söylediğini zikretmiştir. Hadîsteki :

«Söylediğinin mislini» ifadesinden işitilen her kelimenin tekrar­lanacağı anlaşılıyor. Filhakika Ümmü Seleme (R. Anh.yds.n Resût-ü Ekrem (S.A.V.)'in tâ müezzin sükût edinceye kadar onun söylediklerini söylediği rivayet olunmuştur. Hadîs Nesâî (215 — 303)'dedir. Ezan oku­nurken müezzinin arkasından icabet edemiyen için fazla vakit geçme­miş olmak şartıyla sonradan okumak müstahabdır. «Müezzinin de­diği gibi» 'temekten murad onun gibi yüksek sesle okumak değildir. Çünkü müez?in başkalarına işittirmek için okur, İcabet edende böyle bir maksad yoktur. Müezzinin arkasından okumasa da yalnız gönlünden geçirse icabet etmiş oimaz. Çünkü gönülden geçirdiği şey söz değildir.

Halbuki Ebû Saîd hadîsi ile aşağıda gelen Muavîye hadîsilerden maada bütün ezan lâfızlarının söylenmesinin icap ettiğini gös­teriyorlar.[480]

 

207/151–b «Buharî'nîn Muaviye radiyatlahü anh'den rivayetinde bu­nun misli vardır.»

Yani ezanı işiten «İtlerden maada- bütün lâfızları müezzinin arkasından tekrarlıyacaktır. Bu hususu aşağıdaki hadîs de ifade ediyor.[481]

 

207/15 –c «Müslim'in Ömer radİyaüahü anh'den müezzinin dediği gibi demenin fazileti hakkındaki rivayetinde : Ezanı «hayale» lerden maada kelime kelime söylîyeceği, onlarda ise :

diyeceği beyan buyruluyor.»

Yani ezanı işiten,  müezzinin arkasından her kelimesini okuyacak ise de «hay'ale» ler bundan müstesnadır. Hay'ale :

demektir. Yani o cümleleri kısaltma tâbirle ifade etmektir. Müezzin bunlardan birini okudumu işiten aynı sözü tekrarlamayıp :diyecektir. Çünkü «Haydi namaza» demektir. Bu sözde müeziiı işitenleri namaza da­vet ediyor. İcabet edenin ise kimseyi çjâvet ettiği yoktur. O halde bu sözü tekrar etmesi lüzumsuzdur. Hattâ müezzin İle alay ediyor zannını bile verir. Bundan dolayı onun yerine yi okuması emredil­miştir. Müslim'deki bu Ömer hadîsi, BuharVnm Muavîye'den rivayet ettiği hadîsin metni itibarı ile aynıdır. Yalnız Musannif merhum ihtisar yapmıştır.

Ezanı işiten kimsenin müezzinin arkasından nasıl hareket edeceği en ince teferruatına kadar beyan edilmiştir. Müslim'in (204 — 261) ri­vayet ettiği hadîsde şöyle deniliyor :

«Müezzin: «Allahüekber Allahüekber» dedi mi, sizden herhangi biriniz de: «Allahüekber Allahüekber» desin. Hay'alelere gel­dikte ise :

«Müezzin  dedi mi: » dedikte;  desin. desin.»

Sonra dedikte; buyruluyor. Bu izahata göre İki «hayyalessala»  ikinci  kere   «lâhevle» cümlesini okumak yahut her ikisine bir kere demek istenmiş olması  ihtimal  dahilindedir.   «Hayyalelfelâh»   de aynı hükümdedir.

Havkaie'ye gelince: Bu kelime cümlesini kısaltmak suretiyle ifadedir. Yani bu cümleyi söylemeye havkale, der­ler. Havi: Hareket demektir. O halde cümlenin mânası şudur: «Hare­ket ve kudret ancak Allah'ın dilemesiyledir. Bazıları tefsir ederek şöy­le mâna verirler: Şerri def babında hareket ve hayrı elde etme-husu­sunda kudret ancak Allah'ın dilemesiyle hasıl olur!» Bir takımları da «lahavle» cümlesine şu mânayı vermişlerdir: Allah'a isyan etmemek hareketi, ancak Allah'ın korumasıyla; taatına kudret de ancak onun yardımı ile hasıl olur.» Bu mâna İbni Mes'ûd (R. A.)'dcn merfu olarak rivayet edilmiştir. Mevzuu bahsimiz olan Ömer hadîsi yukarda gecen Ebû Saîd hadîsini takyit etmektedir. Ebû Saîd hadîsine göre ezanı işi­ten kimse her sözünde müezzinin arkasından giderek o sözü tekrarlıya' çaktır.   Fakat bu hadîs «hayyalesselâ» ile thayyalelfelâh» cümlelerinin  tekrarlanmayacağına, onların yerine denile­ceğine delâlet ediyor. Binâenaleyh Ebû Saîd hadîsini de bu mânaya alıp takyid ederiz. «Bazıları ezanı işiten hay'alede dahi müezzinin de­diğini söylemelidir» demişlerse de evlâ olan zikrettiğimizdir. Zaten mâ­na hay'aleye karşı havkale île cevap vermeye daha münasip düşer. Çünkü «hayyalelfelâh» cümlesi ile haydi Jelâha yani kurtuluşa, hayır kazanmaya gel diye çağırılınca; «Bu büyük bir iştir. Bu acizlik ile be­nim yapacağım iş değildir; ancak kuvvet ve kudretiyle Cenab-ı Allah muvaffak kılarsa o başka» diye cevap vermek elbette daha muvafık ve münasib olur.                          

«Lâ havle» cümlesi ile cevab vermekde bundan başka bir şey de­ğildir.

Terci' ve tesvîb yaparken dahi işiten icabet edecek midir? Bu cihet ihtilaflıdır. Tesvîb yaparken yani  derken, işi-

Tenin demesi Hanefilerle bazı ulemâya göre müstahabdır.

Ebû Davud'un (202 — 275) bazı a-shabdan rivayet ettiği bir hadîse göre Hazret! Bilâl ikâmet esnasında cümlesini söyledikte Resûlüllah (S.A.V.) :

«Allah onu ayakta tutsun ve devam ettirsin» buyurmuştur.

Fakat şâir ikâmetlerde hep Ömer h«flslnde olduğu giib havkale yaptı­ğı söylenmiştir.[482]

 

210/152- «Osman b. EW'I-As[483]  radiyallahü anh'dtn rivayet mistir ki:    Resûlâlîah, beni kavmime imam yap!  demiş.  Resûlüllah saîîaîîahü aleyhi ve sellem :

— Sen onların imamısın. Onların en zaîfine uy. Ve kendine ezan için ücret almıyan bir müezzin tut; buyur­muştur.»[484]

 

Bu hadîsi; Beşler tahrîc etmiş; Tirmizî Hasen bulmuş ve Hâkim sahîhlemiştir.

Hadîs-i şerîfde geçen «En zaîfine uy» emrinden murad: Ken­dini onların en zaîf ve takatsızına imam oluyorsun farzet ve namazı ona göre kıldır; demektir.

Bu hadîs hayır babında imamlığı istemenin caiz olduğuna delildir. Filvaki Cenab-ı Hak hâlis kullarının dualarını beyân ederken :

«Bizi takva sahiplerine imam yap» buyurmuştur. Fakat dünyaya ait olan riyaset bâbındaki önderliği — ki Arapçada ona da imam denilebi­lir— istemek mekruhtur. Zira ilerde de görüleceği vecihle ona ilâhî muavenet yoktur. Hadîs-i şerîf namazda imam olan zâtın arkasındaki cemaatın hallerini göz önünde bulundurması icâb ettiğini, kendisini bunların en zaîfine namaz kıldırıyormuş gibi tutarak hafif kıldırmasını ifade ediyor. İmamın cemaati toplamak için bir müezzin tutmasını, müezzinin okuduğu ezan için ücret almamasını beyan. ediyor. Okuduğu ezan için ücret alacak kimsenin müezzin tutulması emredilmediğine de­lâlet ediyor.

Acaba müezzine ücret almak caiz midir? Bu cihet ihtilaflıdır. Şa-fiîler'e göre kerahetle caizdir. Hanefîler'e caiz değildir. Ancak hususî surette bir câmi'de o vazife ile meşgul olursa o zaman caizdir. Zira bu takdirde aldığı ücret ezan mukabilinde değil, o yere devam ettiği için­dir; diyenler de vardır.[485]

 

211/153- «Malik b.  Huveyrİs[486]  radiyaJlahü anh'den  rivayet edil­miştir. Demiştir ki:  Resûlüllah saîîallahü aleyhi ve sellem bize : Namaz vakti geldikte biriniz size imam oisun; dedi.»[487]

 

Bu hadîsi, Yediler tahric etmişlerdir.

Bu hadîsi, uzun bir hadisin bir kısmıdır. Buharı (194 — 256) onu çeşitli lâfızlarla tahrîc etmiştir. Bunların bir tanesi şudur :

«Mâlik demiştir ki : Peygamber (S.A.V.)'e kavmimden birkaç kişi ile birlikte geldim; ve yanında yirmi gece kaldık. Merhametli; lütufkâr idî. Bizim ailelerimizi özlediğimizi görünce:

Dönünüz ve onların arasında oiunuz. Hem onlara Öğ­retiniz ve namaz kılınız, Namaz vakti geldi mi hemen bi­riniz size ezanı okusun. Ve en büyüğünüz size imam ol­sun; buyurdular.

Musannif merhum bu hadîsin kendisine lâzım olan bir parça­sını yani ezan okumağa teşvike delâlet eden kısmını almıştır. Ezan okumalarını emretmesi onun vacip olduğuna delildir. Hadîs-i şerifde İ3U bâbda yalnız «sizden biriniz» buyrulması müezzin olmak için imamdan başka bir şeyin şart olmadığına delâlet eder.[488]

 

212/154- «Câbir radiyaîlahü anh'dcn rivayet edilmiştir ki; Peygam­ber saUaîlahü aleyhi ve sellem Bilâl'e :

— Ezan okuduğun vakit yavaş ol; ikâmet getirdiğin vakit çabuk ol. Hem ezanınla ikâmetin arasında yemek yiyenin yemeğinden kalkacağı kadar bir vakit bırak, ilâ âhir; buyurduîar.»[489]

 

Bu hadîsi Tirmizî rivayet etmiş ve zaîf bulmuştur.[490]

      

212/154- «Tirmizî'nin Ebû Hüreyre radiyaJlahü anh'den rivayetin­de. Peygamber (S.A.V.): Abdestliden başkası ezan okuyamaz;Tirmizî bunu da zaîf bulmuştur.[491]

 

212/154- «Tirmizî'nîn Ziyâd b. El - Haris[492]'den  rivayetinde  Haris demiştir ki: Resûlüüah (S.A.V.) : Kim ezan okudu ise, o ikâmet eder; buyurdular.»[493]

212/154- «Ebu Davud'un Abdullah b. Zeyd hadîsinden rivayetinde: Abdullah'ın onu, yani ezam ben gördüm. Okumayı da ben isterdim; de-didi, Resûlüllah (S.A.V.)'in. «sen de İkâmet getir» buyurduğu zik­redilmiştir.»[494]

 

Bunda da zaiflik vardır.

Hadîs-i şerifin sonundaki lâfzını iki türlü tevcih etmek mümkündür. Birinci  veçhe göre bu kelime  ibareden  anlaşılacağı  için terk olunmuş bir fiil'in mefûiüdür. Mâna: «hadîsi oku» demsk olur. İkinci veçhe göre de ibareden terkolunmuş bir mübtedânın haberi olur. Eu takdirde mâna: «hadîs budur» demek olur.

Musanniflar hadisi tam yazmadıkları zaman bu kelimeyi sona ilâ­ve ederek «hadîsi sen tamamla» demek isterler. Çok defa aynı şeyi müfessirler ve edebiyatçılar da y&parlar. Ve; derler. Bittabi buradaki hadîs-i şerif de tam değildir. Tamamı şudur:

«Ezanınla imametin arasında yemek yiyenin yemekten kalkacağı, su içenin içtiğinden ayrılacağı ve başı sıkıla­nın kazâ-i hacet edeceği kadar bir vakit bırak. Beni gör­medikçe kalkmayın; buyurdular.»

Bu hadîs hakkında İmam-ı Tirmizî (202 — 279): Abdü'l - Mümin1-in hadîsinden başka rivayetini bilmiyoruz; isnadı meçhuldür.» diyor. Onu Hâkim (321 — 405) dahi tahrîc etmiştir. Ebu Hüreyre (R.A.) ile Übey b. Kâab (R.A.)'den ve başkalarından şahidleri vardır. Fakat hepsi de hiçtir. Şu kadar var ki; ezanın hikmet-i meşruiyyeti bu hadîsi takviye ediyor. Çünkü ezan uzaktakilerin işitip-namaza gelmesi için meşru olmuştur. Ve elbetteki hazırlamy cami'ye silmek için az çok bir vakte muhtaçtır. Bunu nazar-ı itibara almazsak, ezanın bir faidesi kalmaz. Filhakika Buharı (194 — 256) bu ciheti nazar-ı dikkate alarak «Ezanla ikâmet arasında ne kadar vakit olduğu babı» adlı bir bâb ayırmıştır. Yalnız vaktin miktarı sa­bit olmamıştır. Ibni Battal (— 444) : <:Bunun için had, yoktur, yalnız vakit girip cemaat toplanacak kadar bir zamandır.» der.

Hadîs-i şerif ezanın ağır ağır okunacağına, ikâmetin ise çabuk ya­pılacağına delâlet etmektedir. Çünkü ezandan maksad, uzaktakilere na­maz vaktini bildirmektir. Bu da acele ile değil, teenni ile olur.  İkâmet ise hazırdakilere hitaptır. Onda çabuk davranmak ve hemen bitir­diği gibi maksud olan namaza geçmek daha münasiptir.

[1]   212/154 Bak. 245 Shf. Tirmizî bu hadîsi de zaîf bulmuştur.

Çünkü bu hadîsde inkıta vardır. Hadîsi Zührî Ebu Hüreyre'den ri­vayet etmiştir. Halbuki Tirmizî (200 — 279) : «Zührî Ebû Hüreyre'den işitmemiştir; ZührVden rivayet eden ravî de zaîfdir» diyor. Yalnız bu hadîs yukarıkinden daha sahîhdir.

Hadîs, ezan okumak için abdest şart olduğuna delildir. Abdest şart olunca gusül icap edene yıkanmak evleviyetle şarttır. Binâena­leyh bu hadîsle istidlal edenlerce cünüp veya abdestsiz kimsenin ezan okuyamaması icap eder. Hanefîlerle diğer bazı ulemâ cünüp kimse ezan okuyamaz. Fakat abdestsiz olan okur demişlerdir. îmam-% Ahmed b, S'anbel (164 — 241) ile bir cemaata göre abdestsizin ezan okuması caiz değildir. Delili bu hadîstir. İkâmete gelince-: Ekser ulemâya göre ikâmet için abdest şarttır. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) devrinde abdestsiz ikâmet edildiği rivayet olunmamıştır. Bazılarınca mekruh olmakla beraber ikâmet abdestsiz de caizdir. Diğer bazılarınca ise kerahetsiz caizdir.

[2]   212/154 Bak. 245 Shf.

Tirmizî (200 — 279) bu hadîs hakkında: «Ancak Ziyâd b. En'ûm AfrİkVnhı rivâyetiyle maruf bir hadîsdir. Bu hadîsi Kattan ve baş­kaları zaîf addetmişlerdir» der. Buharı (194 — 256) : «Bu adam mu-kaarib'ül - hadîstir. Onu Ebû Hatim ile Ibni Hİbbân zaîf saymışlar­dır» diyor. Tirmizî: «Ehl-i İlmin çoğuna göre bu hadîsle amel olu­nur. Ezanı kim okursa, ikâmeti de o getirir» der.

Hadîs ezanı kim okursa, ikâmet te onun hakkı olduğuna delâ­let ecler. Buna kail olanlar da vardır. Viyâd b. Haris hadîsini, İbnî Ömer'den rivayet edilen şu hadîs de takviye eder:

«Ağır ol Yâ Bilâl! Ezahı kim okudu ise, ikâmeti de ancak O getirir.» Bu hadîsi, Taberânî (260 — 360) ve Ükayli [— 769) tah­rîc etmişler; Ebû Hatim (195 — 277) ile Ibni Hibbân {— 354) zaîf bul­muşlardır. Hanefîlerle şâir fukahaya göre ezan okuyandan başkasının ikâmet getirmesi caiz ve kâfidir. Çünkü Ziyâd hadîsini bu bâbda kâfi bir delil kabul etmezler. Aşağıdaki hadîs de caiz olduğuna delildir.

[3]   212/154   Ba. 245 Shf.

Bu hadîs babın başında geçen îbnü A bdirrabbih hadîsinden bir parçadır. Resûlüllah (S.A.V.) Abdullah b. Zeyd (R:A.)'a bu gördüğünü Hazreti Bilâl'e eğretmesini emrettiği zaman: Onu rüyada ben gör­düm. Okumayı da ben isterdim; demiş. Fahri Kâinat (S.A.V.): «Sen de İkâmet getir» buyurmuştur. Bu hadîsine BiUûğu'l -Meram sa­rihi, ne de rivayet eden Ebû Dâvud şerh ve izah etmemiştir. Yalnız Hafız Münzirî (— 656) şöyle diyor: «Beyhaki bunun isnadında ve metninde ihtilâf olduğunu söylemişler Ebû Bekir Hâzimî (5-48 — 584) de: «İsnadında söz vardır» der.

Ohalde bununla istidlal caiz değildir. Evet asıl olan ezan ile ikâmetin başka başka şahıslar tarafından okunmasının caiz olma­sıdır. Hadîs bu aslı takviye ediyor.[495]

 

216/155- «Ebu Hüreyre radıyaMahü anh'den rivayet edilmiştir. De­miştir kî; Resûfüllah sallaîîahü aleyhi ve sellem:

— Müezzin   ezan   okuma   hakkına   daha   maliktir, imam da ikâmet hakkına daha maliktir; buyurdu.»[496]

 

Bu hadîsi İbııî Adîyy[497] rivayet etmiş ve zaîf bulmuştur. Beyhakîde de Alî (R.A.ym kendi sözünden buna benzer bir rivayet vardır.

Bu hadîsi îbni Adiyy'in zaîf bulması onu münferiden Şureyk'in. rivayet etmesindendir. Beyhaki (384 — 458) : «Bu hadîs mahfuz de­ğil»- der. Hadîs-i şerîf müezzinin ezan okumak hakkına daha mâlik olduğuna imamın da ikâmetle daha haklı olduğuna delildir. Bunun mânası: Müezzin ezanın ilk vaktini daha iyi bilir; bu vazife onun­dur. Çünkü vakitler, hakkında kendisine itimat edilecek ve onları ta­kip edecek emniyetli insan odur. İkâmet mes'elesinde de söz sahibi imamdır. Zira ikâmet igîn o işaret etmedikçe ikâmete başlanılmaz; demektir. Nitekim Buharı (194 — 256)'nın tahric ettiği bir hadîsde:

«Namaz kılınacağı zaman beni görmedikçe hemen kalkı-vermeyin» buyrulmuştur. Bunun mefhum-u muhalifi, ikâmet getire­nin imam gelmese bile kılabileceğidir. Lâkin şöyle de bir rivayet var dır:

«Bi'âl ikâmet etmezden Önce Resûlüllah (S.A.V.)'ln evine gelir; nama­zı oha bildirirdi.» Bittabi ezan okunduktan sonra namazı bildirmek ikâ­met getirmek için izin istemektir. Musannif merhum: «Buharı hadîsi Câbİr b. Semura hadîsine muarızdır. Çünkü Câbir hadîsinde :

«Muhakkak kî Bilâİ  Resûlüllah (S.A.V.) çıkmadan İkâmet getirmezdi»

deniliyor. Dedikten sonra: «Bunların arası şöyle cem' olunur: Hazreti Bilâl Resûlüllah (S.A.V.)'in çıkacağı zamanı gözetir; çıkmakta oldu­ğunu gördümü ikâmete başlardı. Sonra Resûlüllahı şâir cemaat ta gör­düklerinde onlar da kalkardı» diyor.

Cemaatın namaza kalkma zamanını tâyin hakkında îmam-ı Mâ­lik (93 —179) *El - Muvatta-» da «namaz kılınırken cemaatin ne za­man kalkacakları babında mahdut bir sınır duymadım. Yalnız beri bu işi nâsın takatine bırakırım. Zira kimisi ağır; kimisi hafiftir.» demek­tedir. Ekser ulemâya göre eğer imam cemaatle birlikte mescidde bu­lunuyorsa ikâmet bitmeden kalkmazlar. Hazreti Enes (R. A.)'den bir

rivayete göre, Resûlüllah (S.A.V.) : «Müezzin dedikte kalkardı. «Bu hadîsi, îbnü'l - Münzir {— 236) ve başkası rivayet et­miştir. Said b. El - Müseyyeb'den bir rivayete göre: Müezzin «Allahü ekber» dedimi kalkmak vaciptir. dedikde sallar duzeltiUr.dedikte imam tekbir alır. Lâkin bu kavi onun şahsı re'yidir. Bu hususta hadîs rivayet etmemiştir.[498]

 

 218/156- «Enes radıyalîahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûiüllah saîîalîahü aleyhi ve sellem :

— Ezan ile ikâmet arasında yapılan dua geri çevril­mez; buyurdular.»[499]

 

Bu hadîsi Nesâî rivayet etmiş; İbnİ Huzeyme sanîhlemiştir.

Hadîs-i şerîf Sünen-i Ebi Dâvud'&a. da merfu olarak aynı lâfız­larla Hazretİ Enes b. Mâfik'ten rivayet edilmektedir.

Bu hadîs-i şerîf, ezan ile ikâmet arasında yapılan duanın kafcul edileceğine delildir. Çünkü reddedilmemek kabul olunmak demektir. Duâ umumi zikredildiğine göre her duaya âmm ve şâmil olacağı anla­şılırsa da bittabi günah ve kat-ı rahm bâbındaki dualar müstesnadır.

Ezandan sonra okunacak muayyen dualar da rivayet olunmuştur kî şunlardır:

1— Ezan bittikten sonra:

«Rab olarak Allah'a, din olarak islâm'a ve Peygamber olarak Muhammed'e razı oldum» demelidir. Resûiüllah (S.A.v.) Efendimiz:

«Muhakkak bunu kim söylerse günahı afvolunur» buyur­muştur.

2— Müezzinin arkasından ezanı okuyup bitiren Peygamber {S.A.V.)'e sala vat getirir. îbnü'l - Kayyım (691 — 751) «Resûiüllah (S.A.V.)'in üm­metine tâlim buyurduğu getirilecek ve kendisine vâsıl olacak en mü­kemmel salavât-ı şerife budur. Bundan daha mükemmeli yoktur» di­yor .Bu salavâtm sıfatı inşâallah «Kitabü's-Salât» da gelecektir.

3— Resûiüllah (S.A.V.)'e salâvat getirdikten sonra:

«Ey şu tamam davetin, hazır namazın Rabbi olan Alla-hım, Muhammed'e vesileyi, fazileti ver. Onu vaad ettiğin öğülen makama gönder» demelidir.

4— Bundan sonra kendisi için duâ etmeli, Allah'ın fazıl ve kere­minden niyazda bulunmalıdır. Nitekim Sünen Kitaplarında Resûiüllah (S.A.V.) :

«Müezzinin dediğini de; bitirdinmi iste ki, istediğin şana verilsin» buyurduğu rivayet edilir. îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) şu hadîsi rivayet eder:

«Eğer bir kimse müezzin ezan okudukta: Ey şu kâim davetin ve fâideli namazın Rabbi olan Allahım! Muham­med'e salât eyle ve ondan Öyle bir razı ol ki, ondan son­ra gazab olmasın; derse'duâsı kabulolunur» buyurdu.

îmam-ı Tirmizî (200 — 279) dahi Hazreti Ümmü Seleme (R.Anhâ) dan şu hadîsi tahrîc etmiştir:

«Ümmü Seleme demiştir ki: Resûiüllah (S.A.V.) bana akşam ezanında: «Yâ Rabbi şu (hal) senin gecenin gelişi; gündüzünün gidişi; sana duâ edenlerin sesleridir, imdi beni mağfiret eyle» dememi öğretti.

«Ezandan sonra ne okunacağı Resûiüllah (S.A^V.)'e sorulduğu za­man:       

«Allah'dan dünya ve âhirette afvı ve afiyeti isteyin» buyu­rarak okunacak şeyleri tâyin dahi etmişlerdi. İbnü'l-Kayyim (691—751); «Bu hadîs sahihtir» der.İmam-ı Beyhakî (384 — 458) Resûlüllah (S.A.V.)'in denildiği zaman:

«Allah onu ikâme ve idâme eylesin» diye duâ ederdiğini söy­ler. Bu makamda daha başka dualar da vardır.[500]

 

219/157- Câbîr radiyallahü anh'den Resûİüllah sallallahü aleyhi ve sellem'm şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

— Eğer bir kimse ezanı işittiği vakit: Ey şu tamam dâ'vetin ve hazır namazın Rabbi olan Allah'ım! Muham-med'e vesileyi, fazileti ver. Onu va'd ettiğin öğülen ma­kama gönder; derse Kıyamet Gününde şefaatim ona helâl olur.»[501]

 

Eu hadîsi, Dörtler tahrîc etmişlerdir.

Hadîsi şerifin gerek Dörtler'de gerekse Sahiîh-i BuharVdeki riva­yeti bu kadardır. Fakat bazı sahîh hadîs kîtablannda hadîsin sonunda:

«Çünkü Sen va'dından dönmszsin» cümlesi de vardır.

Bazı cümlelerin izahı:

«Bir kimse ezam İşittiği vakit» cümlesinden murad: Eza­nın bitmesini beklemeden duayı okuması, yahut bittikden sonra oku-maşıdır. Bittabi duayı ezan bittikten sonra okumak daha iyidir. Ha-dîsde geçen: «Tam da'vet» den maksad, ezandır. Ezana mükemmel­liğinden ve mevkiinin büyüklüğünden dolayı «Tam da'vet» denilmiş­tir. Îbnü't-Tîn diyor ki, ezana «Tam da'vet» denilmesi içersinde sözün en mükemmeli olan bulunduğundandır.

«Hazır namaz» tâbiri ile kılınacak olan namaz kasdedilmişdir. Nitekim Musannif Merhum'un re'yi de budur. Tıybî'ye göre. ise, «Tam da'vet» ezanın başından «Muhammedü'r-Resû'üllah» -a kadar olan kısımdır. «Hazır namaz» dan murad ise Hay'ale'lerdir. Maa-mafih buradaki «Salâf» lâfzından duâ, «kâime» lâfzından da devamlı manâlar kasdedilmiş de olabilir. Bu takdirde «Hazır namaz» tâbi­ri dâima duâ manâsına gelerek «Tâm da'vet» in beyânı olmuş olur.

«Fazilet» i; Musannif, şâir mahlûkâtınkinden daha fazla bir mer­tebedir, diye izah ediyor.

«öğülen makam» dan murad: Ttybî'ye göre :

[502] «Umulur k! Rabbin seni pek öğülen bir makama genderir». Ayet-i Kerîme'sidir. îbni Uyeyne ve başkalarından gelen sahîh rivayete göre

kelimesi Allah'a nisbetle ummayı değil yüzde yüz vukuu ifâ­de eder. Buradaki «Va'dedİlen makam» dan murad; ekser-i ule­mâya göre şefaat'dir.

«Şefaatim ona helâl olur» demek, vâcib olur manasınadır. Nitekim TdhâvVnih rivayetinde bu mânâya gelen sözler vardır.

Hadîs:i şerîf ezanı dinleyene bu duayı okumanın mendup olduğuna delildir. Mezheb İmamları'nın kavli de budur.[503]

 

«Namazın Şartları Babı»

 

Şart: Lûgatta alâmet demektir. Kur'an-ı Kerim de bu mânâya kullanılmış ve :

[504] «Kıyametin alâmetleri şüphesiz geldî» buyrulnıuştur.

Fukâha'nin ıstılahına göre ise: «Yokluğundan yokluk lâzım gelen şeydir.» Yani bir şeyin, olabilmesi başka bir şeyin olmasına bağlı bu­lunmaktır. Ö suretle ki başka şey bulunmazsa o şey de bulunmaz. Meselâ: Namazın sahih olması için abdest şarttır. Binâenaleyh abdest yok ise, namaz da yoktur.[505]

 

220/158- «Alî b. Talk radiyallahü anh'den rivayet edümişfir De­miştir ki:  Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

«Biriniz nama2da yellenirse, hemen çekilsin. Ve ab­dest alsın. Namazı iade etsin.»[506]

 

Bu hadîsi, Beşler rivayet etmiş ve İbnİ Hibbân sahîhlemiştir.

Musannif Merhumun burada İbni Hibban sahîhlemiştir demesi, sözü kısa kesmek istediğindendir. Yoksa asıl ibare şöyledir: «Bu hadîsi İbni Hibban da tahrîc etmiş ve sahîhlemiştir. Musannifin bu biçim ibarelerine çok rastlanır. İbni Hibban (— 354)'m kendisi tahrîc etme­den başkalarının rivayet ettiği hadîsleri sahîhlemiş olması da ihtimal dâhilinde ise de bu ihtimal uzaktır.

Bu hadîsi İbnü'l-Kattân (— 628) Müslim b. Selâm Hanefî ile illet-lemiştir. Çünkü Müslim, tanınmış bir râvî değildir. Tirmizî (200 — 279) diyor ki: «Buharı Aii b. Talk'm şu bir tek hadîsinden maada hadîs rivayet e.ttiğini bilmiyorum dedi».

Hadîs-i şerîf yellenmenin abdesti bozduğuna delildir ki, bu mes'ele ittifakıdır. Sair abdesti bozan şeyler buna kıyas olunur. Yine bu hadîs yellenmenin namazı da bozduğuna delâlet ediyor. Halbuki «Abdesti Bo­zan Şeyler Babı» nın sekizinci hadîsinde görüldüğü veçhile namazda aburun kanama-k ve kusmak gibi yellenme hükmünde sayılan şeylerden biri vâki olursa o namaz bozulmaz, üzerine bina edilirdi. Şu halde iki hadîs arasında muâraza olduğu meydana çıkıyor. Hadîslerin her ikisi hakkında da söz edilmiştir. Yalnız bazıları buradaki rivayeti tercih ederler. Çünkü bu rivayet namazın yeniden kılınacağını isbât ediyor. Öteki ise nefyetmektir. Şöyle de denilebilir. Buradaki hadîsi İbni Hibban gibi bir hadîs imamı sahîhlemiştir. Halbuki oradakini sahîh-leyen yoktur. Binâenaleyh sıhhat nokta-i nazarından bu ona tercih edilir.[507]

 

221/159- «Âişe radiyallahü anhâ'öan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüüah sallallahü aleyhi ve sellem, bir kimsenin başına (Na­mazda) kusmak, burun kanaması veya mezi gelirse hemen gitsin ab­dest  alsın;  sonra konuşmamak  şartîyle  namazının üzerine  bina  etsin» buyurdular.[508]

 

Bu hadîsi, İbni Mâce rivayet etmiş ve zaîf bulmuştur. Maama-fih İbni Mam (— 233) onu mutemetlerden saymıştır. Hadîs-i şerifi Dâre Kutnî de rivayet etmiş; bir benzerini İbni Ebî Şeybe (— 262) tahrîc etmiştir; Beyhakî ise mürsel olduğunu söylemiş ve: «Sahih olan budur» demiştir.

Ayni hadîsi mevkuf olarak ashab-ı Kiramdan: Ebû Bekir, Ömer, Ali, İbni Ömer, İbni Mes'ud, Selman-ı Farîsî radiyallahü anhüm üe tabiinden: Alkame, Tavus, Salim b. Abdillah, Said b. Cübeyr, Şabı, İbrahim Nehaî, Ât% Mekhul ve Said b. El-Müseyyeb hazeratı riva­yet etmişlerdir. Mürsel hadisi Hanefîlerle Cumhur-u Ulemâ'ya g°re hüccetdir. Binâenaleyh onlara göre: Namazda kusma-k, burun kanamak veya mezi gelmek gibi elde olmayan bir sebeble abdesti bozulan bir kimse namazdan çıkarak en yakın yerde abdest alır ve konuşmamak, dünya işleriyle meşgul olmamak şartiyle namazını bıraktığı yerden ta­mamlar.

Buna husûsi tabiri ile namazın üzerine bina etmek derler. Abdesti bozulurda imam yerine cemaatten birini geçirir. Bunada istihlâf der­ler. Maamafih böyle yarıda bırakılan namazı yeniden kılmak daha ef-daldir.

İstihîâf : Bazı hususattan birçok sair mezheb imamlarına göre de caiz isede onlara göre yalnız kılınan namazı üzerine bina etmesi caiz değildir. Hattâ Hanefî imamlarından bazıları dahi yalnız kılanın nama­zını yeniden kılması icab eder derler. Musannif bu hadîsi abdesti bo­zan şeyler babında da zikretmiştir.[509]

 

221/160- «Âîşe radiyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir ki. Peygam­ber sdlîallahü aleyhi ve sellem :

— Allah, hayz görenin namazını ancak baş örtüsü ile kabul eder; buyurmuşlardır.»[510]

 

Bu hadîsi, Nesâî müstesna olmak üzere Beşler rivayet etmiş, İbni Huzeyme de sahîhlemiştir.

Hadîsi, îmam-ı Ahmed b. Haribel (164 — 241) ile Hâkim (321 -r-405) de rivayet etmişlerdir. Dâre Kutnî (306 — 385) ise illetli bulmuş ve: aMevkuf olması daha doğrudur» demiştir. Onu Hâkim de mürsel olmakla illetlendirir Taberânî (260 — 360) «Es-Sağîr» ile «El-EvsâU-ında bu hadîsi Ebû Katâde'den şu lâfızlarla rivayet eder:

«Cenab-ı Allah ziynetini gizlemedikçe bir kadının hiçbir namazını, başını örtmedikçe de-hayz görme çağına erişen bir kızın namazını kabul etmez.» Buradaki kabul etmemekten murad, namazın sahih olmamasıdır. Bazan kabul edilmekten sevabı olduğu; kabul edilmemekten de sevabı olmadığı kasdedilir. Nitekim şu hadîs de aynı mânâya kullanılmıştır:

«Muhakkak ki Allah kaçak köle ile karnında şarap bulu­nan kimsenin namazını kabul etmez.»

Hadîs-İ .şerlide zikredilen hayz görenden maksad; âkil baliğ olan mükellef kadındır. «Ancak baş örtüsü İle» buyrulması, kadının baş örtüsü ile Örtülebilecek baş ve boyun gibi yerlerinin örtülmesi vâ-cib olduğuna delildir. Bu bâbda Ebû Davud'un (202 —275) Ümmü Se!e-me (R. Anha) Hazretlerinden rivayet ettiği bir hadîs daha vardır kî aşağıda gelecektir.

Gerek o hadîsden, gerekse bu hadîsden anlaşılan mânâ : Kadının namaz kılarken tepeden tırnağa kadar ertünmesi lüzumudur. Bu delil­lerde yüzüne âit bir kayıt bulunmadığına göre namazda yüzünü açmak mubahtır. Bazılarına* göre kadının, biri namaza ait, diğeri namaz dışın­da, olmak: üzere iki nevî avreti vardır. Onlara göre burada zikri geçen avreti namaza mahsus olanıdır.Namaz dışındaki avret mahalli ise yerinde görüleceği üzere bütün bedenidir.[511]

 

222/161- «Câbir  radiyallahü anh'den   rivayet  olunmuştur   kî.   Pey­gamber sallaîlahü aleyhi ve sellem :

«Elbise geniş olursa onunla sarın, yani namazda sa­rın;» buyurmuştur. Müslim'in rivayetinde :

«İki tarafını birbirine muhalif yap!  Eğer dar olursa onu   giy;»  denilmektedir.[512]

 

Bu hadîs Mütîefekun Aleyh'dir.[513]

 

222/161- «Buharı  ile  Müslim'in  Ebû  Hüreyre  rivayetlerinde «Biriniz   omuzlarında bir şey    olmaksızın bir   elbise içinde namaz kılmasın;» buyurulmuştur.[514]

 

Hadîs-i serîfde şeklinde iki emir geçiyor. Bunlardan «İltihâf» m mânâsı: Elbisenin bir tarafım giyerek, diğer tarafı ile vü­cûdu sarmaktır. «İttİzar» ise:  Elbiseyi, tamamiyle giymektir.Yine bu hadîsde geçen sözü ravîferden birine ait müdreç bir sözdür. Bunu hadîs-i şerifin kıssasından anlıyoruz. Çünkü Hazreti Câbır (R.A.) şöyle diyor:

Resûlüllah (S.A.V.J'e geldim; namaz kılıyordu. Üzerimde  bîr elbise vardı. Hemen ona sarınarak yanı başında namaza durdum.  Namazdan  çjkhktan sonra (S.A.V.); «Bu gördüğüm sarınma ne idi?» dedi. Elbise îdi dedim: «Eğer geniş ise onunla sarın; dar ise gi­yin» Buyurdular.» Görülüyor ki hadîs-i şerîf, elbise geniş ise giydik­ten sonra kenarlarj. ile sarılmak lâzım geleceğini, dar ise sade onu giy­mek kâfi geleceğini ifade etmektedir. Erkeğin avret mahalli en meşhur kavle göre göbeğinin altından diz kapağına kadardır.

Yukardaki hadîsten anlaşıldığı veçhile elbiâe geniş ise onu kuşak sarar gibi beline dolayıp omuzları açık bırakmamak bilâkis omuzları­na alarak vücudun her tarafını örtmek lâzımdır. Maamafih Cumhur-ıi ulemâ buradaki nehyi tenzih mânasına hamletmişlerdir. Nitekim sa­rınma emri de onlarca nedip ifade eder.' îmam'i Ahmed b. Hanbel (164— 241) buradaki nehyi vücup mânasına almıştır. Bir rivayette kadir olan elbiseye bürünmezse namazı sahîh değildir... Diğer bir rivayette namazı sahîh, fakat günahkârdır demiştir. Şu halde birinci rivayete göre sarınmayı şart, diğer rivayete göre namazın farzlarından saymış demektir.[515]

 

224/162- «Ümmü Seleme radiyallahü anhâ'dah rivayet edilmiştir, kî: Kendisi Resûlüllah sallaUahü aleyhi ve seîlem; kadın bir gömlek ve baş örtüsü île çarşafsız olarak namaz kılabilir mi diye sormuş; Re­sûlüllah sdllaîlahü aleyhi ve seJlem :

— «Evet» gömlek geniş olur da ayaklarının üzerini Örterse (Kılar) buyurmuşlardır.»[516]

 

Bu hadisi Ebu Dâvud tahrîc etmiştir. İmamlar onun mevkuf oldu­ğunu sahîhlemişlerdir.

Maamafih bu vadide içtihada mecal olmadığından hadîs mevkuf da olsa yine merfû hükmündedir. îmam-ı Mâlik (93—179) ile Ebu Dâvud (202 — 275) bu hadîsi, mevkuf olarak tahrîc etmişlerdir. Hadîsin onlar­daki lâfızları Muhammed b. Zeyd Kungiia'âen o da annesinden, an­nesinin de Ümmü Seleme'ye sormuş olması sureti ile rivayet edilmek­te olup şöyledir:

«Ümmü Seleme'ye kadın hangi elbisenin içinde namaz kılacak? diye sordum; o da ayaklarının üstünü kayıp ederse bir geniş gömlek ve baş örtüsü ile kılabilir» dedi.[517]

 

225/163- «Âmir b. Rebia[518] radiyallahü anh'âan rîvâyel edilmiş­tir. Demiştir kî: Karanlık bir gecede Resûlüllah (S.A.V.) ile beraber­dir. Kıbleyi tâyin hususunda bize şüphe arız oldu. Ve namazı kıldık. Gü­neş doğunca ne görelim, kıblenin gayrisine doğru kılmışız. Bunun üze­rine: «Nereye dönseniz Allah'ın vechi oradadır» âyet-î  kerîmesi  indi.»[519]

 

Bu hadîsi Tirmîzî tahrîc etmiş ve zaîf bulmuştur.

Hadîsin zaîf addedilmesi ravîleri arasında Eş'as b. Said'in bulun-masındandır. Bu zât zaîftir. Hadîs-i şerîf karanlık veya bulut gibi bir sebeble kıbleden başka bir tarafa doğru namaz kılana iade lâzım gel-miyeceğine delildir ve bu bâbda mutlaktır. Yani kıbleyi araştırsın, araş­tırmasın. Ve keza hatasını vakit içinde iken anlasın veya anlamasın: Kıldığı namaz kâfidir. Taberânî'nin (260 — 360) rivayet ettiği Muaz b. Cebel hadîsi de aynı hükmü ifâde etmektedir. Hazret! Muâz şöyle di­yor:

«Resûlüllah (S.A.V.)'le bîr seferde bulutlu bîr günde kıbleden başka bîr tarafa doğru namaz kılmışız. Namazımızı bîtirînce güneş açıldı. Biz Yâ Resûlüllah; Kıbleden başka tarafa doğru .kılmışız; dedîk: Muhak­kak namazınız hakkıyla beraber Allah'a arzolunmuştur,» buyurdular. Hadîsin ravîleri arasında Ayle vardır ki, bu zâtı lbni Hİbbân sikadan yani mutemedlerden salmıştır. Hadîsin ifâde ettiği hü­küm ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hanefîlerle Kûfeliler ve îmam-t Şdbî (26 — 104)'ye göre kıbleyi araştırarak kıldı ise namazı sahîh ve kâfidir. Fakat aramadan ve sormadan kıldı da hatasını anladı ise bilicma na­mazı eniden kılması lâzım gelir. Evet îcma' tamam ise bu hadîsin umumunu tahsis eder. Bazılarına göre taharri ile yani kıbleyi araştıra­rak kıldı da hatasını vakit çıktıktan sonra anladı ise, namazı tamamdır, îâde lâzım gelmez. Fakat hatasını vakit içinde anlarsa, namazı yeni­den kılm&sı icab eder. Bunlar da araştırmayı şart koşmuştur. Çünkü namaz kılanın kıbleye döndüğünü yakinen bilmesi lâzımdır. Şayet yüz­de yüz bilemezse, o zaman taharri ile kılması caizdir. Taharri için elin­den geleni yapar, yapmazsa ancak kıbleye tesadüf ettiği anlaşıldığı takdirde mazur olur. Ve namazı tamamdır. Tesadüf etmedi ise mazur sayılamaz.

îmam-ı Şafiî (150 — 204)'ye göre hatasını vaktin içinde veya dışın­da anlaması hükümde bir fark icab etmez. Her iki vecihde de nama­zı yeniden kılmak icab eder. Çünkü îstikbal-i kıble kat'î olarak farzdır. Seriyye hadîsinde ise zaaf vardır. îmam-ı Şafiî'ye : «Seriyye hadîsi Muaz b. Cebel hadîsi ile kuvvet kazanmıştır. Hattâ Muaz hadîsi yalnız başına hüccettir. Binâenaleyh bu hadîs ile amel olunur» dîye cevap ve­rilir.[520]

 

226/164- «Ebu Hüreyre radtyallahü anh'den rivayet edilmiştir. De­miştir kî Resûlüllah sallallahü aleyhi ve seîlem:

— Doğu ile batı arası kıbledir; buyurdular.»[521]

 

Bu hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir.

Musannif merhum bu hadîsi «Et - Telhis» adlı eserinde Tirmizî'nin rivayet ettiğini söyledikten sonra onun için «Hasen sahîh» dediğini zikreder. Burada dahi zikretmeliydi. Filhakika Tirmizî (200 — 279) bu hadîsi iki yoldan rivayet etmiştir. Bunlardan.biri hasendir. Tirmizî rivâyeti sahîhlemiş ve sonra şöyle demiştir: «Maşrikle Mağrip arası kıbledir» hadîsi Peygamber (S.A.V.)'in ashabından birçoğu tarafın­dan rivayet edilmiştir ki, Ömer b. Hattab, Ali b. Ebî talip, lbni Abbas ha zar at ı bunlardandır.»

İbnİ Ömer (R. A.) diyor ki, «Batıyı sağına, doğuyu soluna alırsan ikisinin arası kıbledir. O halde kıbleye karşı döndün demektir.» îbnül Mübarek (—181) Maşrik ile Mağrip arası ehli Maşrik için kıbledir; di.-yor. Bittabi İbni Ömer hazretlerinin tarifi Medine'de ve daha-beride olan memleketler içindir. Yemendekiler için kıble batıyı sola, doğuyu sağa almak suretiyle tâyin edildiği gibi, Hindliler için de batıyı karşısına, do­ğuyu arkasına almakla tâyin edilir. Yâni her yerin tayini, bulunduğu coğrafî vaziyete göredir.

Hadîs-i şerîf Kabe'nin aynını göremiyenler için kıblenin Kabe. ci­heti olduğuna delildir. Ulemâdan birçokları bu hadîsle istidlal ederek bu kavle zâhip olmuşlardır. Çünkü Kabe'yi gören bir kimse için kıble sadece batı ile doğu arasına münhasır değildir. Kabe'yi karşısında gör­mek şartı ile onun hakkında bütün cihetler müsavidir. Yine bu hadîs iki cihet arasının kıble olduğuna, istikbal-i kıble için Kabe'nin aynının değil, cihetinin şart olduğuna delâlet etmektedir. Kabe'yi gören için mutlaka onun kendine doğru dönmenin vücûbuna dair bu hadîsde bir delâlet yoktur. O başka delillerden anlaşılır.[522]

 

227/165- «Âmir b. Rebia radıyattahü anft'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.)'i hayvanının üzerinde hayvan kendi­sini nereye çevirse oraya doğru namaz kılarken gördüm.»[523]

 

Bu hadîs, Mültefekun Aleyh'dir. Buharı «Başı ile imâ ediyordu. Bunu farz namaz­da yapmıyordu» cümlesini ziyâde etmiştir.

Bu hadîsin Âmir b. Rebia'dan olan rivayeti Buharî'de:

«Hayvanın üzerinde teşbih ederdi» cümlesi ile başlar. Yine Buharî'mn İbni Ömer'den olan rivayeti ise:

«Hayvanının sırtında teşbih ederdi» şeklindedir. İmam-ı Şafiî (150—204) dahi Hazreti Câbir (R. A./den şu hadîsi rivayet eder:

«Resûiüllah (S.A.V.)'i hayvanının üzerinde nafileleri kılarken gördüm.»

Buharî'nin rivâyetindeki «Başı ile imâ» dan maksad rükû ile secde hâlidir. Hattâ İbni Huzeyme'nin rivayetinde «Secdeleri rükûdan daha fazla eğilerek yapar» idiği zikredilmiştir. Binâenaleyh hadîsi şerîf hay­van üzerinde kıbleye karşı dönmese bile, nafile namazı kılmanın caiz olduğuna delildir. Zahirine bakılırsa hayvanın üzerinde semer ve mî-haffe gibi bir şey bulunsun veya bulunmasın; keza sefer uzun olsun, kısa olsun hüküm birdir. Fakat Câbir hadîsinin bir rivayetinde:

«Kendisinde namaz kısa kılınan sefer» kaydı vardır. Bu kayda bakarak ulemâdan MalîkÜerle bir cemaat; seferin, namazın kısa kılınmasına se­bep olan uzak yol olmasını şart koşmuşlardır. Diğer mezhep imamlarına göre uzak yol şart değildir. Kısa yolda da caizdir. Bu kavi Hazreti Enes'den fiilen ve kavlen rivayet edilmiştir. Hadîs-i şerîfde sözü geçen hayvandan murad devedir. Bu hadîs binekli giden hakkındadır. Yaya giden hakkında bunda söz yoktur. Şafiîler binek gidene kıyasla yaya gidene de nafile kılmaya cevaz vermişlerdir. Ancak rükûda, sücûdda mutlaka kıbleye dönmek ve onları tam yapmak şart olduğu gibi, yü­rümesi de yalnız kıyam ile teşehhüd halinde caizdir. Rükûdan doğrul-dukta yürüyüp yürüyemiyeceği hakkında iki kavi vardır, iki secde ara­sında ise yürüyemez. Çünkü aralarında oturmak icab eder} demişler­dir.

Hadîsde «Nereye çevirirse» denildiğine bakılırsa İstikbâl-i kıble için ne namazda, ne de namazın başında kıbleye dönmek icab etmezse de aşağıdaki hadîsde îftitâh tekbirini alırken, kıbleye dönmek icab ede­ceğine delil vardır.[524]

 

227/165- «Ebu Davud'un Enes hadîsinden olan rivayetinde; «Yola gittiğinde nafile namaz kılmak İsterse, devesini kıbleye çevirir ve tek­bir af ir; sonra hayvanının yüzünün olduğu tarafa doğru kılardı» buyrulmaktadır.[525]

 

Bu hadîs isnadı hasendir.

Binâenaleyh bu ziyâde makbuldür. Ve Enes hadîsi ile amel olunur. Binek hayvanın deve olması şart değildir. Müslim'in {204 — 261) riva­yetinde Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in eşeği üzerinde de namaz kıldığı ifa­de olunmuştur. Her iki hadîse göre de hayvan üzerinde kılınacak nama­zın nafile olduğu beyan olunmakta ise de Tirmizî (200 — 279) ile Nesâi (215 —303) rivayetinde: «Resûiüllah (S.A.V.)'in ashabı ile birlikte dar bîr boğaza geldiklerinde üzerleri yağmur altlan çamur bir halde na­maz vak(İ oldu. Resû!-ü Ekrem (S.A.V.) müezzine emrederek ezan okuttu, ikâmet getirtti. Sonra hayvanının üzerinde öne geçerek ashaba İmâ İle namaz kıldırdı. Secdeyi rükûdan daha fazla eğilerek yapıyordu.» deniliyor. Tirmizî: «Bu hadîs gariptir» diyor. Fakat Hazreti Enes'in farz namazını fiilen hayvan üzerinde kıldığı da rivayet olunmuştur. Bu hadîsi Abdüîhak sahîhlemiş; Sevrî (95 —161) hasen bulmuş; Beyhakî (384 — 458) zaîf addetmiştir.

Bazıları hayvanın üzerinde « *û£ » bulunur ve kıbleye karşı du­rursa, üzerinde farz namaz kılınabilir demişlerdir. Fakat gemi gibi yürür halde olursa, içinde bilittifak namaz caizdir. Hayvan durursa Şafİîfere göre; «Farz namazı yine caizdir.» Çünkü onlara göre iplerle bağlı beşik üzerinde farz namaz caiz olduğu gibi, sırtta taşınan karyo­la üzerinde dahi taşıyan durduğu halde farz kıhnabilic. Hadîs-i şerîfde geçen «Mektube» tâbirinden bütün mükelleflere farz olan namaz kas-dedümiştir. Binâenaleyh ResûlülSah (S.A.V.) hayvanın üzerinde vitir namazı kılıyordu. Vitir ise sade ona farzdı.» diye bir itiraz vârid ola­maz. Maamafih mes'ele ihtilaflıdır, tafsilât için fîkih kitablarına mü­racaat etmelidir. Buradaki tafsilât hadîslerin zahirine göredir.[526]

 

229/166- «Ebû Sald-i Hudrî radıyaMahü anft'den Peygamber sallal-' lahü aleyhi ve seMem'ın :

— Yerin hepsi mesciddir. Yalnız kabristan ile hamam müstesna;   buyurdukları rivayet edilmiştir.[527]

 

Bu hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir. Hadîsin illeti vardır.

îllete sebeb, vasıl ve irsalinin ihtilaflı olmasıdır. Çünkü Hammâd, Artır b. Yahya'dan, o da .babasından, o da Ebu Said'den işitmiş olmak üzere mevsu! rivayet etmiştir. Fakat Sevrî {95 — 161} Amr b. Yahya'­dan, o da babasından, o da Peygamber (S.A.V.)'den mürsel olarak riva­yet etmiştir. SevrVnin rivayeti daha doğru ve daha sabittir. Dâre Kutnî (306 — 385): «Mahfuz olan, bu hadîs mürseldir» diyor. Beyhakî (384 — 458), dahî mürsel olmasını tercih ediyor. Hadîs-i şerîf kabristan ile hamamdan maada her yerin namaz kılmak için elverişli olduğuna delildir. Kabristan tâbiri, kabir üzerinde veya kabirlerin arasında kıl­maya şâmil olduğu gibi, mü'min veya kâfir kabristanına da âmm ve şâmildir. Mü'min kabristanında hürmet ve ikram için kılınmaz. Kâfir kabristanında ise pisliğinden uzak olmak için namaz caiz değildir. Ha­mamda" kılınmaması bazılarına göre pis olduğundandır. Şu halde te­mizlenirse kılınır. Fakat bazılarınca pis olduğundan değil, hadîs-i şe­rifte istisna edildiği içindir. Binâenaleyh hamamın hali ne olursa olsun içinde.namaz kılmak mekruhtur, îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) «bu-hadîsle amel ederek hamamda hattâ hamamın üzerinde bile namaz kılmak sahîh değildir» diyor. Cumhur'a göre caiz ise de mekruhtur. Bazı rivayetlerde hamamda namaz kılmaktan menedilmesine sebeb bu­rasının şeytanlar mahalli olduğu ifade edilmiştir. Şu halde teyemmüm babı 137/107. No: lu hadîsde görülen :

«Yer bana mescicl ve temizleyici kılındı» rivayeti kabristan ve hamam ile keza aşağıdaki hadîsde görülecek mezbele, salhane ve yol ortası gibi şeylerle tahsis olunmuştur.[528]

 

230/167- «Ibni Ömer radıyallahii   anh'den rivayet    edilmiştir ki : Peygamber  (S.A.V.) yedi yerde  namaz kılmaktan  nehyetmişiir:Mezbebede, salhanede, kabristanda, yol ortasında, hamamda, deve ireklerinde ve Beytüllah'ın üzerinde.»[529]

Bu hadîsi, Tirmizî rivayet etmiş ve zaîf bulmuştur.

Mezbslo: Çöplük demektir. Mattın: Ma'tanın cemidir. Su kenarın­daki deve ireğidir.

Tirmizî (200 — 279) bu hadîsi tahrîc ettikten sonra: «İbni Ömer ha­dîsi o kadar kavî değildir; gerçekten, Zeyd b. Cebire hakkında belleyişi cihetinden söz edilmiştir» demektir. Buharı (194 — 256) Zeyd b. Cebire hakkında: «Metruktür» diyor.

Bazı ulemâya göre bu yerlerde namaz kılmaktan nehyedilmesinin illeti : Kabristanla salhane hakkında pis olmalarıdır. Bazılarına göre yel ortası da bu hükümdedir. Diğer bazılarına göre ise yolda gayrin haK-kı olduğu için yasak edilmiştir. Binâenaleyh yol geniş de olsa, dar da olsa orada namaz sahîh olmaz, nehy umumîdir. Deve irekleri şeytan­ların sığınağı olduğu için orada namaz kılmak yasaktır. Bu bâbdaki ri­vayetlerde «Mebâvikku'l - İbil Menâhu'l - İbil, MszâbUu'l İbİİ» tâbirleri geçmekte clup, bunlar develerin çöktüğü yer, deve pisliklerinin atıldığı yer mânâlarına gelir. Ve «ve maâtmu'l - ibil» tâbirinden daha da umu­mîdirler.

Kabe'nin üzerinde kılmanın yasak edilmesi Kabe'nin havasından çıkacak derece üstünde olduğu zamana mahsustur. Böyle olmazsa, na-mz'Z caizdir. Şu kadar var ki bu ta'lil hadîs-i şerifin mânâsını ibtâl eder görünüyor. Zira Kabe'yi karşısına almayınca «Istikbâl-i kıble» tahak­kuk edemiyor. İstlkbâl-i kıble ise şarttır. Bu hadîs sahîh olsa nehy vücûb ifâde eder. Ve mezkûr yerlerin hepsi hakkında hüküm bir olurdu ve hadîsini de tahsis ederdi. Lâkin zait olduğunu görmüş bulunuyoruz. Yalnız rivayetler arasında kabristan ile deve irekleri hakkındakiler sa­hihtir.

Nitekim aşağıdaki hadîsle Tirmizî'nin Hazreti Ebû Hüreyre'den ri­vayet ettiği şu hadîs-i şerîf sahihtirler:

«Demiştir ki: «Koyun ağıllarında namaz kılın; deve ireklerinde kılmayın» buyurdu. Tirmizî bu hadîs için hasen sahihtir» di­yor. Binâenaleyh bu hadîsler o hadîsi tahsis ederler.[530]

 

231/168- «Ebu Mersed-i Ganevî[531] radtyriUahü anh'fan rivayet edilmiştir. Demiştir kî; ResûlüNah sallaîlahü aleyhi ve sellem:

— Kabirlere doğru namaz kılmayın; onlarm üzerine de oturmayın; derken işittim.»[532]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir,

Hadîs-i şerîf, kabre karşı namaz kılmanın nehyedildiğini gösteriyor Nitekim kabir üzerinde kılmanın yasak olduğunu germüştük. Kabre karşı ne miktar dönülürse namaz kılmak memnu olduğu beyan edilme­miştir. Binâenaleyh örfen ne miktara «karşı döndü» denilirse, memnu olan da o miktardır. Kabre karsı namaz kılmanın hükmü ihtilaflıdır. Hanefîler'e göre kabir, önünde olursa mekruhtur. Arkasında veya yan­larında bulunursa değildir. Amma kabristanda namaz kılmafc için yer ayrılmışsa orada namaz kılmak ve keza peygamberlerin:kabirlerine karşı namaz kılmak mekruh değildir. Hanbelîlere göre kab­ristanda namaz kılmak mutlak suretle bâtıldır. Amma" üç mezardan az olan kabristanda kabre karşı olmamak şartı ile namaz kılmak mek­ruh bile değildir. Kabre karşı olursa mekruhtur. Şafiîlere göre peygam­berlerle şühedanın kabirleri müstesna, şâir kabirlere karşı namaz kıl-makfmutlak suretle mekruhtur. Yani kabir namaz kılanın neresine ge­lirse, gelsin mekruhtur. Maliklere göre necasetten emin olmak şartı ile kabristanda namaz kılmak kerahetsiz. caizdir.

Hadîs-i şerîf kabir üzerine oturmanın da memnu olduğuna delâlet ediyor. Bu bâbda başka hadîsler de vardır. Müslim'in tahrîc ettiği Ebu Hüreyre  hadîsi ile kabirlerin üzerine basmanın hükmünü bildiren Câ-bir hadîsi bunlardandır.  Ebu Hüreyre hadîsi şudur:

«Biriniz bir kor üzerine oturarak elbisesinin yanması ve (korun) cildine işlemesi kabir üzerinde oturmasından da­ha hayırlıdır.» Ulemâdan bir cemaat bu hadîse isnad ederek kabir üzerine oturmanın haram olduğuna kail olmuşlardır. îmam-ı Malik'ten (93 —179) bir rivayete göre oturmak ve emsâii, mekruh değildir. Mem­nu olan kazâ-i hacet için oturmaktır. «El Muvatta» da Hazreti Ali (R. A.^'nin kabir üzerine oturduğunu ve yattığını zikreder. BuharV-de dahi İteni Ömer ve başkalarından buna benzer rivayetler vardır. Diğer mezhep imamlarına göre kabir üzerinde oturmak, uyumak ve yürümek — zaruret hali müstesna — mekruhtur.[533]

 

232/169- «Ebu Said radtyaJlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiş­tir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Bir kimse mescide geldi mi baksın. Eğer ayakka-bıTarında bir eza veya kazer görürse onu silsin ve o ayak­kabıları ile namazını kılsın; buyurdular.»[534]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud tahrîc etmiş; İbni Huzeyme sahîhlemişîir.

Hadîs-i şerîfdeki ezâ ve kazer lâfızları, pislik- mânasına gelir. Ezâ mı dedi, kazer mi? Ravî burada şüphe etmiştir. Hadisin mevsul veya muttasıl olması ihtilaflıdır. Ebu Hafim (195 — 277) mevsul olmasını tercih etmiştir. Aynı hadîsi, Hâkim (321 — 405) Enes ile İbni Mes'ûd (R. Anhümâ)'dan; Dâre Kutnî (306 — 385) de İbni Abbas ile Abdul­lah b. Şihhîr'den rivayet etmişlerse de isnadları zaîftir. Bu hadîs, ayak­kabı ile namaz kılmanın meşru' olduğuna .ayakkabılarında pislik varsa silmekle temizleneceğine delildir. Zahirine bakılırsa necaset kuru olsun, yaş olsun, silmekle temizlenir. Bu hadîse sebeb, Resûlüllah (S.A.V.) ayakkabı ile namaz kılarken Cibril Aleyhisselâm gelerek, ayakkabısında pislik olduğunu haber vermesidir. Resûl-ii Ekrem hemen ayakkabısını çıkarmış ve namazına devem etmiştir. Yine bu hadisi bilmeden veya unutarak necâsetli ayakkabı veya elbise iie namaz kılan.bir kimsenin namaz içinde o necaseti giderip namazına devam edeceğine delâlet edi­yor. Lâkin bu mes'eleler ihtilaflıdır. Tafsilât fıkıh kitaplarındandır. Ayakkabılarının toprakla silmek suretiyle temizleneceğini aşağıdaki ha­dîs ifade etmektedir.[535]

 

233/170- «Ebu Hüreyre radvyaVahü anlı'den rivayet edümiştir. De-mişür ki:  Resûfüliah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Biriniz pislik üzerine mestleri ile bastı mı onların temizleyicisi topraktır; buyurular.»[536]

 

Bu hadîsi,  Ebû Dâvud tahrîc etmiş;   İbni Hîbbân da sahîhlemiştir.

Hadîsde mestler misâl olarak zikredilmiştir. Yoksa ayağa giyilen bir şey aynı hükümdedir. Bu hadîsi îbnü's- Seken (294 — 353), Hâkim, (321 — 405) ve Beyhakî (384 — 458} Hazreti Hüreyre'den tahrîc et­mişlerdir. Senedi zaîftir. Ebu Dâvud (202 — 275) de Hazreti Âİşe.'den tahrîc etmiştir. Bu bâbda daha başka hadîsler de varsa da hiçbiri zaîf-likten hali değildir. Şu kadar var ki birbirini takviye ederler. Evzâî (78 — 150) ile ibrahim Nehâî (11 — 95) bu hadîsle amel etmişlerdir. Ummii Seleme hadîsi de bu re'yi takviye eder. Bu hadîse göre Hazreti Ümmü Seleme (R. Anhâ) Resûlüllah (S.A.V.)'e sormuş: «Ben eteğimi uzatan bir kadınım; pis yerlerde yürüyorum» demiş. Resulü Ekrem (S.A.V.) kendilerine:

«Ondan sonrası onu paklar» diye cevap vermiştir. Bu hadîsi Ebu Dâvud, Tirmizl (200 — 279) ve tbni Mâve (207 — 275) tahrîc et­mişlerdir. Bunun bir benzeri de Ebu Dâvud ile İbni Mâce'nin tahrîc et­tikleri su hadîstir:

«Benî Abdil Eşhel kabilesinden bir kadın demiştir kî: Yâ Resûlallah, bizim mescide doğru pis bir yolumuz var. Yağmurumuz yağdığı zaman ne yapalım? dedim:

«Bu yoldan başka ondan daha güzel yok mu? dedi.

Evet dedim.

«İşte bu onunla «temizlenir» buyurdular.»

Hattâbî (— 388): «Bu hadislerin ikisinin de senedinde söz vardır» diyor. İmam-ı Şafiî (150 — 204) ise te'vil ederek: «Bunun mânası yol kuru olup, elbiseye bulaşacak bir şey yoksa demektir» şeklinde müta­lâada bulunmuşsa da «Yağmurumuz yağdığı zaman» tâbiri bu te'vile uygun düşmüyor. îmam-ı Mâlik (93 — 179) : «Yerin birbirini paklama­sı, evvelâ pis yere basıp, sonra kuru ve temiz toprağa basmakla olur. O zaman bir yer diğerini temizler. Fakat pislik bedene veya elbiseye bulaşırsa onu ancak su paklar; icma' da budur.» Demiştir. Bahis mev-zumuz oian Ebû Hüreyre hadîsini İmam-% Beyhak'ı (384 — 458)'nin Ebu'l - Mualla'd&n, onun da babasından, onun da dedesinden riva­yet ettiği şu vak'a te'yid eder: Ebu Mualla'mn ceddi diyor ki: Haz-reü Ali (R.A.) ile Cuma namazına gidiyorduk; yürüyordu. Kendi­sini bir çamurlu su birikintisi mescidden ayırdı. Bunun üzerine hemen ayakkabılarını ve donunu çıkardı. Ben, ver, senin yerine ben taşıyayım yâ Emîre'l - Mü'minin; dedim. Olmaz dedi ve suya daldı. Geçtikten sonra ayakkabılarını ve donunu giydi; sonra cemaata namaz kıldırdı ve ayaklarını yıkamadı.» Bittabi ravî yerdeki çamurlu suyun aynı zaman­da pis de olacağını anlatmak istiyor. Çünkü meskûn yerlerde toplanan sular necasetten hâli olmazlar.[537]

 

234/171- «Muaviye b. Hâkem[538] radıyallahü anh'öen rivayet edil­miştir. Demişlir ki: Resûlüüah sattallahü aleyhi ve selleriz:

— Şüphesiz şu namaz, içinde insanların sözlerinden bir şey (bulunması, söylemesi) salih olmayan'dır. He­men   ancak o, teşbihtir,  tekbirdir,   Kur'an   okumaktır;»[539]

 

Bu hadîsi, Müslim, rivayet etmiştir.

Hadîs-i şerifin sebebi şudur:  Namaz kılarken bir adam aksırmış;

Hazreti Muâviye de ona teşmit yapmış yâni « ^lil^V ».demişti. Eu-nu gören biri namazda Hazreîi SVluâvîye'ye işittirecek ve anlatacak şe­kilde reddiyede bulundu. Resûlüllah (S.A.V.) de bu hadîs-i şerifi irad buyurdular.

Hadîsteki «Salih olmayan» tâbirinden murad, namazın sahîh ol­mamasıdır. Şu halde hadîs namazda konuşmanın mutlak surette yâni ister namazı ıslah etmek niyeti ile olsun, namazı bozduğuna delildir. Keza bilmeyerek konuşmanın bozmayacağım, böylesinin mazur olaca­ğını bildiriyor. Çünkü Muâviye'ye namazım iade ettirmemiştir. Elhasıl nam&zda meşru elan insan sözü değil. Kur'an okumak, teşbih ve tekbir­dir. Nitekim aşağıdaki hadîs de buna delâlet eder.[540]

 

235/172- «Zeyd b. Erkam radıyattalıü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Biz Peygamber (S.A.V.) zamsnında namazda konuşacak olduk mu, birimiz arkadaşına hacetini söylerdi. Nihayet «namazlara ve bahusus orta namaza dikkat edin, ve Allah'a kunuî ederek namaz kilin.»[541] âyeti indi. Bize de sükut emrolundu. Konuşmak yasak edildi.»[542]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Hadîs-i şsrîfden her ne kadar sadr-ı İsîâmda namazda konuşmanın caiz idiğİ anîâşılryorsa da, bu konuşma meclislerdeki muhabbet gibi de­ğil, ihtiyaca mebnî idi: «Orta-namaz» dan murad ikindidir. Ekser ulemâ­nın kavli bu olduğu gibi icmâ iddia edenler bile vardır.

Nevevî (631 — 676) Müslim şerhinde şöyle diyor: «Bu hadîsde her nevi insan sözlerinin haram kılındığına delil vardır. Ve namazda kenuşmamn haram olduğunu bildiği halde, namazın yararına olmayan veya başı sıkılan birinin kurtarmaya yaramayan yahut benzeri bir şey­den başkası için konuşmanın namazı bozacağına ulemâ ittifak etmiş­tilerdir.» Bundan sonra Nevevî namaz yararına konuşma bâbmdaki ih­tilâfı zikretmiştir. Bu ihtilâf ilerde sehv' secde babında Zülyedeyn hadîsinde görülecektir. Ashab-ı Kiram (R. Anhüm) kunuttan sükut mânâsını anlamışlardır. Filhakika «Kunut» un onbir mânâsı vardır ve bunlardan biri de sükuttur. Demek oluyor ki hususiyle bu mânâyı as-hab ya karine ile anlamışlar; yahut maksadın.bu olduğunu kendilerine Resûlüllah (S.A.V.) açıklamıştır. Namaz kılan başkasına bir şeyi ten-bih etmeye mecbur kalırsa, şer-i şerîf kendisine bir takım lâfızlar mu­bah kılmıştır. Bu lâfızları aşağıdaki hadîs beyan ediyor.[543]

 

236/173- «Ebu Hüreyre radıyalîahü anh'den rivayet edilmiştir. De­miştir kî: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Teşbih erkeklere, el vurmak da kadınlaradır; buyur­dular.»[544]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir. Müslim «namazda» kaydını zi­yâde etmiştir.

Zaten hadîs-i şerifin bir rivayetinde:erkeklere, el vurmak da kadınlaradır.» buyrulmuştur. Hadîs-i şerifin siyakından anlaşılan, namaz halidir. Nitekim Müslim'deki ziyâde de bunu gösteriyor. Bi­nâenaleyh bu hadîs-i şerîf namazda bir şey başa geldiği, meselâ : imama yanıldığını tenbih etmek icab ettiği zaman erkeklerin «süb-hanellah» demek suretiyle, kadınların da el çırparak tenbihte bulun­malarının megrû olduğuna delildir. Böylelikle kendisinin namazda olduğunu bildirir. El vurmanın keyfiyeti sağ elinin iki parmağı ile sol elinin avucuna vurmaktır. Cumhur-u ulemâ bu hadîsle amel etmişler­dir. Bazıları tafsilât vermiş: ve «Eğer bu namazda olduğunu bildirmek için ise namazı bozmaz. Fakat başka bir şey için ise namazı bozar» der misler. Hattâ imam âyeti sökemeyip tutulsa ona âyeti hatırlatmağa bi­le müsaade etmemişlerdir. Delilleri Ebu Davud'un tahrîc ettiği şu hadîstir:

«Yâ Ali namazda imama (âyeti) açma.» Fakat bunlara cevap verilmiş ve: Bbu Dâvud bu hadîsi rivayet ettikten sonra bizzat ken­disi zaîf bulmuştur» denilmiştir. Mevzuu bahsimiz oian Ebû Hüreyre hadîsi teşbih ve el çırpmanın meşru olduğuna delâlet etmekle beraber bunların farz olduğunu bildirmiyor. Zira hadîs de emir yoktur. Yalnız bir rivayetinde emir lâfzı ile vârid olmuş ve:

 (Namazda) başınıza bir şey gelirse erkekler teşbih etsin, kadınlar el çarpsın» buyrulmuştur. Mesele ihtilaflıdır. Bazıları sünnettir demiş. Diğer bazıları icabı hale göre vâcib, sünnet ve mendub olur demişlerdir.[545]

 

237/174- «Mutarrîf b. Abdillah b. Şıhhîr[546] radiydüahü anh'den, babasından duymuş olarak rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.)'İ namaz kılarken gördüm. Göğsünde ağlamaktan tencere fıkır­tısı gibi bir fıkırtı vardı.»[547]

 

Bu hadîsi, (bni Mâce müstesna, Beşler tahrîc etmşitir. İbnî Hibbân da sahîhlemiştir.

Yukarıdaki hadîs-i şerifi İbni Huzeyme (23 — 311) ile Hâkim (321 — 405) de sahîhlemişlerdir. Muslinim tahrîc ettiğini söyleyen­ler vehmetmişlerdir. Bu hadîsin bir misli de Buhan'de olup, onda: «Hazreiİ Ömer'in sabah namazını ve Yusuf sûresini okuduğu[548] âyeti­ne gelince hıçkırığı işHildiği» beyan olunmaktadır.    Bu hadîsi Buharî maktu olarak, Said b. Mansıır ise mevsul olarak tahrîc etmişlerdir. Aynı hadîsi tbnü'l - Münzir (— 236) dahi tahrîc etmiştir.Hatiîs-i şerîf ağlamanın ve ağlarken hıçkırmanın namazı bozmadiğına delildir. İnlemek de buna kıyas olunursa da mes'ele ihtilaf­lıdır. Tafsilâtı fıkıh kitaplarmdadır.[549]

 

233/175- «Ali radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.)'den bana iki tane kabul saati tahsis edilmişti. Ona geldiğimde namaz kılıyorsa bana öksürürdü.»[550]

 

Bu hadîsi Nesâî ile İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Hadîs-i şerifi İbni Seken (294 — 353) de sahîhlemiştir. Bir zaîf rivayetinde yani öksürük boğazını kazıdı, yerine teşbih etti denilmiştir. Hadîsde geçen medhal kelimesi ismi zamandır. Gelecek zaman demek­tir.

Bu hadîs, Öksürüğün namazı bozmadığına delildir. Öksürük ve ah­lamak, chlamak gibi şeylerin ihtiyaç olduğu takdirde namazı bozma­yacağında hemen hemen bütün mezheb imamları müttefiktir. İhtiyaç yokken sırf oyun olsun diye Öksürmenin veya anlayıp ohlamamn nama­zı bozacağında dahi müttefiktirler. Bundan maada bazı yerlerde birbi­rinden ayrıldıkları görülür. .

Yukarıki hadîsde her ne kadar ızdırab var denilmişsede, bu iddia doğru değildir. Çünkü (tenahneha) rivayetini İbni Sekeri sahîhlemiştir. (sebbaha) rivayeti ise zaîftir. Binâenaleyh ıztırap dâvası tam ve yerin­de değildir. Bilfarz her iki rivayet sabit olmuş olsa yine de aralarını bulmak ve Resûlüllah (S.A.V.) bazan öksürük, bazan da teşbih ederdi» demek mümkündür.[551]

 

239/176- «İbni Ömer radıydlîahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiş­tir ki: Bilâi'e Peygamber (S.A.V.) namaz kılarken ensâr ona selâm verdikleri vaki) onlara nasıl selâm reddettiğîni\gördün? dedim. Şöyle ya­pardı dedi ve avucunu yaydı.»[552]  

                      

Bu hadîsi, Ebu Dâvud ile Tirmizî tahrîc etmiş ve Tirmizî sahîhle-miştir.   .

Hadîsi İmam-ı Ahmed (164 — 241) Nesâî (215 — 303) ve İbni Mâce (207 — 275) de tahrîc etmişlerdir. Aslı şöyledir:

«Resûlüilah  (S.A.V.)    Küba'ya çıkmış, orada namaz kılıyor İdî.  Ensar çıka geldiler ve ona selâm verdiler.  Bllâl'e  :    Naşı! gördün  ilâ  ahir...dedim».

Bu hadîsi İmam-ı Ahmed, İbnİ Hİbban (— 354) ve Hâkim (321 — 405) İbnî Ömer'den de rivayet etmişlerdir. Yalnız o.rivayette (Bilâl) yerine (Suheyb) zikredilmiştir. Tirmizî (200 — 279) her iki hadîsin sahih oldu­ğunu söyler.

Hadîs-f şerîf, namaz kılana birisi selâm verirse, işaretle kabul edip, diliyle birşey söylemiyeceğine delildir. Müslim'de Hazreîi Câbîr'den rivayet olunan bir hadîse göre, Resûlüilah (S.A.V.) Câbir'i bir iş peşin­de göndermişdi. Hazretî Câbir diyor ki: Sonra ona namaz kılarken yetiş­tim. Ve selâm verdim. Bana işaret etti. Namazdan çıktıktan sonra beni çağırdı ve: «Sen bana selâm verdin;» dedi. Ve işaretle selâmı al­mışken yine de özür beyan etti.. «Bu da yukanki hadîsi takviye ve te'yid eder. Vakıa ibni Mes'ud hazretlerinden rivayet edilen bir hadîsde yu-karıkinin aksine olarak Resûlüilah (S.A.V.)'in namaz kılarken İbnİ Mes'ud'un selâmını kabul etmediği, namazdan sonra ona:

«Şüphesiz ki namazda meşguliyet vardır» buyurduğu zikre-düiyorsa da Beyhakî (384 — 458) o hadîsde Resûlüilah (S.A.V.)'in İbni

Mes'ud'a bası ile işaret ettiğini kaydetmektedir. Mes'ele ihtilaflıdır. Bazılarına göre namaz kılan selâm verene işaretle değil, sözle cevap verir. Diğer bazılarına göre; namazdan çıktıkdan sonra selâmını alır. Bir takımları: Verilen selâmı içinden alır; diyorlar. Bir takımları da buradaki hadîse uyarak: İşaretle kabul eder derler. Bu kaviller içinde delile istinad edeni bu son kavil görülüyor. Bazıları işaret­le selâm almak müstahaptır.  Çünkü Resûlüilah  (S.A.V. İbni Mes'ûd'a işaret etm-mîş; bilâkis   «namazda meşguliyet vardır» buyurmuştur. Eğer işaret vacip olsa, Resûlüilah (S.A.V.) terk etmezdi de­mek isterlerse de biraz evvel gördük ki Resûlüilah (S.A.V.) ona işaret etmiştir. Câbir hadisinde Hazreti Peygamberin namazdan, sonra Özür beyan ettiğini de gördük. Namazda konuşmak haram olmasa, selâmı işaretle kabul etmez ve namazda meşguliyet olduğunu söylemezdi. Bu böyle olduğu halde yine de namaz kılarken verilen selâm lâfızla alınır demek hakikaten şaşılacak şeylerdendir. Haneîîlere göre namazda iken verilen selâma hiç cevap verilmez. Bazıları Hanefîlere itiraz ederek : «Bu sözü Resulü Ekrem işaret ile selâm alması reddeder. Zira cevap verilmiyecek olsa, Resûlüilah (S.A.V.) cevap vermez ve ensar-ı kira­ma da bildirirdi» demişlerse de onlar, da bu itiraza lâzım gelen cevabı vermişlerdir. İşaretin nasıl yapılacağına gelince: Bu hususa dair yal­nız İbni Ömer hadîsinde açıklama yapılmışdır. Kâfi derecede açıkla­mayı İbni Ömer'den rivayet eden Cafer b. Avn yapmış ve elinin içini aşağı, üstünü yukarı çevirerek avucunu yaymış : «Şöyle yapardı» de­miştir. Bu hususta bir de Suheyb hadîsi vardır ki> onda işaretin par­makla yapıldığını ravî bildirmiştir. Hasılı Cumhur'a göre namaz kı­lan, kendisine verilen selâmı ya başı ile, ya eli ile yahut parmağı ile kabul eder. Hazreîi Ebu Hüreyre'den şöyle de bir hadîs rivayet edil­miştir ki:

«Resûlüilah (S.A.V.): Kim namazda anlaşılır bir işaret yapar­sa namazını İade etsin; buyurdu. Bu hadîsi Dâre Kutnî (306 — 385 rivayet etmişdir. Ama hadîs «SübülüsseJâm» sahibine göre batıldır. Çünkü Ebû Hüreyre'den rivayet eden Ebû Gatfan meçhul bir adam­dır. Biz deriz ki, aynı hadîsi 'Ebû Dâvud'da,, Ebû Hüreyre'den riva­yet etmiştir. Onu da îbnv/l - Cevzl, Ebû Gatafan' ve İbni İshak ile il-letlendirmiştir. Lâkin kendisine Ebû Gatafan'm adını Tarîf olduğu, İbni Maln ile Nesâî'nin onu mutemed saydıkları, hattâ Müslim'de hadîsi bulunduğu ihtar olunmuştur, İbni İshak dahi sikadır. İşte namazda iken verilen selâm babında hanefîlerin delili bu hadîstir.[553]

 

240/177- Ebu Kafâde'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlül-lah (S.A.V.) Ümâme binti Zeyneb'İ[554] yüklenmiş olduğu halde namaz kılardı. Secdeye vardı mı onu bırakır, kalktığında tekrar alırdı.»[555]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir. Müslim'de: «Mescidde nâsa imam iken» ziyâdesi vardır.

Hazretİ Peygamber (S.A.V.)'in Ümâme'yi kucağına alarak namaz kılması bir defa vâki olmuştur. Hadîs-i şerîf, namaz kılanın insan ol­sun, hayvan olsun bir canlıyı üzerinde bulundurmasının namaza zarar vermiyeceğİne delildir. Hadîs mutlak olduğuna göre, zaruret olsa da -olmasa da bu caizdir. Keza kıldığı namaz farz da olsa vacip veya sün­net de olsa; ve kendisi imam da olas yalnız da kılsa caizdir. Müslim'in rivayetinde bu işi imam iken yaptığı tasrih edildiğine göre yalnız kılarken evleviyetle caiz olur. Keza farz kılarken caiz olunca, farzdan gayri namazlarda mes'ele yine evleviyette kalır. Hadîs-i şerîfde ço­cukların elbise ve bedenlerinin temizliğine de işaret vardır ki, zaten" pislik zahir olmadıkça, asıl olan budur. Yine bu hadîs-i şerîfde çocuğu tutup, kapmakla namazın bozulmayacağına işaret vardır. Çünkü Resû-lüllah Ümâme'yi bırakıp alıyordu. îmam-ı Şafiî (150 — 204) bu kavle zahip olmuştur. Şâir imamlarsa caiz görmemiş; hadîsi te'vil yoluna gitmişlerdir. Ezcümle: Kimi bu iş Hazrefi Peygambere mahsustur, demişler. Kimi Ümâme ona kendiliğinden asılıyordu; Resûl-ü Ekrem onu kendisi almamıştı, demişlerdir. Bazıları zarurete binaen yapılmış­tır; derler. Bu hadîs mensuhtur diyenler de vardır. Bu bâbda îbni Dakikîl-ld (625—702) «Şerhü'l - Umde» adlı eserinde sözü bir hayli uzatmıştır.[556]

 

241/178- «Ebu Hüreyre radıyaîîahü anh'den rivayet edilmiştir. De-mîşür ki: Resûlüllah sallaîlah üdleyhi ve sellem :

— İki siyahı namazda öldürün: Yılanla, akrebi; buyur­dular.[557]

 

Bu hadîsi Dörtler tahrîc etmiş. İbnİ Hibban da sahîhlemiştir.

Hadîs-i şerifin birçok şâhidleri vardır. Araplar yılanla akrebe ne renkte olursa olsun «El - Esvedân» derler. Binâenaleyh siyah renkli olan­larına mahsus zannolunmamalıdır. ZaMr-i hadîs, yılanla akrebi namaz­da iken öldürmenin vacip olduğuna delâlet ediyorsa da, bazıları bu emir nedp içindir, demişlerdir. Hadîsde bu hayvanları öldürmek için za­rurî olan fiilin az olsun, çok olsun namazı bozmayacağına işaret var­dır. Ulemâdan bir cemaatın mezhebi de budur. Bazıları ise yılan ve akrep öldürmenin şâir şer'an çok sayılan fiiller gibi namazı bozduğuna kail olmuşlardır. Bir takımı daha başka tafsilât vermiştir. Namazın şartlan babının Hadîsleri 220/158 No. dan 240/177... Numaraya kadar (22) dir.[558]

 

«Namaz Kılanın Sütresi[559]  Babı»

 

242/179- «Ebu Cüheym[560] radiyallahü anh'fen rivayet edilmiştir kî: Resûlüllah sattattahü aleyhi ve sellem :

— Namaz kılanın önünden geçen, üzerine ne kadar günah olacağını bir bilse, kırk yıl durmak kendisi için onun önünden geçmekten daha hayrılı olurdu; buyurdular.»[561]

 

Bu hadîs, Müftefekun Aleyh'tir. Lâfız Buharînindir. Bezzar da baş­ka yoldan (kırk yıl) tâbiri vaki olmuştur.

Hadîs-i şerîfde «Ne kadar günah olacağını bir bilse» de­nilmektedir. Fakat günah tâbiri Müslim'de olmadığı gibi, Buharî'nm de yalnız bazı rivayetlerinde vardır. Ve ravîsi ehl-i ilimden olmamak­la itham ve ta'n edilmiştir. Musannif Merhum; Taberl (— 694)'nin bu hadîsi «El - Ahkâm-» adlı eserinde Buharî'ye nisbet etmesini ve keza El - Umde» sahibinin onu Buharı ile Müslim'e nisbet etmesini ayıplaniıştır. Burada aynı vehme kendisi kapılmıştır. Hadîsin Müttefe-kun Aleyh olan rivayetinde (yıl) sözü yoktur. Fakat Bezzâr'm yine Ebu Cüheym'den başka bir tarikle tahrîc ettiği rivayette (kırk yıl) tâbiri vardır.

Hadîs-i şerîf namaz kılanın Önünden geçmek memnu olduğuna de­lidir. Önünden murad, secde edeceği yer ile ayaklarının arasıdır. Baş­ka türlü izah edenler de1 olmuştur. Önünden geçme mes'elesi her na­maza âmm ve şâmildir. Hattâ imam olsun yalnız kılsın hüküm hep bir­dir. Bazıları imam ile yalnız kılana mahsustur; imamla kılan cemaatin önünden geçmek zarar etmez: Çünkü imamın .sütresi onun da sütresi-dir. Hattâ imamı onun için sütre sayılır; demişlerse de bu söz redde­dilmiş ve: Sütre geçenden değil, yalnız namaz kılandan mes'uliyeti kal­dırır denilmiştir. Sonra hadîsdeki yasağın zahiri yalnız geçenedir. Na­maz kılanın önünde kasden ayakta durana veya oturana değildir. Lâ­kin burada illet madem ki namaz kılanı şaşırtmaktır. Binâenaleyh bun­lar da geçmiş hükmündedirler.[562]

 

243/180- Aişe  rctthyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir.Derpiştir kî: Resû'üliah (S.A.V.)'e Tebük gazasında namaz kılanın sütresî sorul­du. «Semerin arka ağscı gibidir» buyurdular.»[563]

 

Bu hadîsi, Müslim tahrîc etmiştir, Hadîs-i şerîfde namaz kılanı süt­re dikmeye teşvik vardır. Sütrenin miktarı dahi gösteriliyor. Semerin arka ağacı bir metrenin aşağı yukarı üçte ikisi kadardır; ve her şeyden olabilir. Ulemâya göre sütre dikmenin hikmeti namaz kılarken ondan ileri bakmamak ve oradan geçenleri menetmektir. Bundan anlaşılır ki sütre yerine yere bir çizgi çizmek kâfi değildir. Vakıa kâfi geleceğini ifade eden bir hadîs vardır. Fakat zaîf ve müzdaribtir. Mamafih İmam-% Ahmed b. Haribel (164 — 241) bu zaîf hadîsle amel ederek, çizgi kâfi­dir diyor. Aşağıda Musannif da bu hadîsi hasen kabul edecek, müztarip değildir diyecektir. Namaz kılan sütreye yakın durmalı, ondan üç met­reden fazla uzaklaşmamalıdır. Sütre için sopa filan bulamazsa taş, toprak, elbise ve sâireden yapar. îmam-ı Nevevî (631 — 676) «Ehl-i ilim sütre ile namaz kılanın arasında secde edecek bir yer kalacak su­rette ona yakın durmayı müstahab görmüşlerdir.» diyor. Safların dahi birbirine yakın olması müstahabdır. Filvaki' safların sık olması ve bu­nun hikmeti babında şu hadîs vârid olmuştur;

«Biriniz sütreye karşı namaz kıldığı zaman ona. yaklaş­sın ki, şeytan namazını kesmesin.» Bu hadîsi Ebu Dâvud (202 — 275) ve başkaları Sehl b. Ebî Husme'den merfû olarak rivayet etmiş­lerdir. Aşağıda gelen 245/182 Numaralı hadîs de aynı hükmü ifade eder, Sütrenin en az semerin arka ağacı kadar olacağını aşağıdaki hadîs red­deder.[564]

 

244/181- «Sebre b. Ma'bed El - Cühenî[565] radıyaUahü anVden riva­yet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah saUaîlahü aleyhi ve sellem :

— Biriniz namazda hiç olmazsa bir okla sütrelensin; buyurdular.»[566]

 

Bu hadîsi, Hâkim tahrîc etmiştir.

Hadîs-i şerîfde sütre kullanmak emrolunuyor. Cumhur-u ulemâ bu emri nedip mânâsına almışlardır. Sütre, dikmenin faydası o namazı hiç bir şeyin kesmemesi içindir. Bunu yukarda gördük. Dikilmezse kese­ceğini de aşağıda göreceğiz. Hiç olmazsa bir okla buyurulması sütrenin kalın oisun ince olsun kâfi geleceğine delâlet ettiği gibi, onun en az semerin arka ağacı kadar olması lâzım gelmediğine de delildir. Ulemâ­ya göre muhtar olan, sütreyi sağına veya soluna dikerek ona dayan­mamaktır.[567]

 

245/182- «Ebû Zerrî Gıfârî radıyallahü awfc/den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: ResûVûV.ah sallallahû aleyhi ve sellem ;

— Müslüman erkeğin namazını, önünde semerin ar­ka.ağacı kadar bir şey olmadığı zaman kadın ile eşek ve kara köpek keser, ilâh âhir... buyurdular.» Bu hadîsde «Kara köpek şeytandır» ifadesi vardır.[568]

 

Hadîsi, Müslim tahrîc etmiştir.[569]

 

245/182- «Müslim'de Ebu Hüreyre'den bunun gibi bir hadîs vardır. Yalnız köpek zikredilmemiştİr. Yanî Müslim (204 — 261) Ebû Zerr ha­dîsine benzer bir hadîsi Ebu Hüreyre'den rîvâyef etmiştir. Fakat o ri­vayette «Kara köpek» zîkredilmemîştîr, demek istiyorsa da Müslim'deki rivayette de köpek zikredilmemiştir.[570]

 

Hadîsin Müslim'deki lâfzı şudur: «dedi ki :

«Resûlüllah (S.A.V.): «Namazı kadın ile eşek ve köpek kat' eder.Bundan semerin arka ağacı kadar bir şey korur;

buyurdular.»[571]

 

245/182- «Ebu Davûd  ile  Nesâî'de, İbni Abbas'dan  bunun  gibi  bir hadîs vardır. Yalnız sonu zikredilmemiştir. Kadını da hayızlı diye kaydlamîştır.Ebu Davud'un lâfzı şöyledir :

«Namazı hayızlı kadınla köpek kat' eder.»

Hadîsteki «Erkeğin namazını keser» sözünden maksad, onu ifsad eder yahut sevabını azaltır demektir. Sonundaki «el - hadîs» sözü yukarda geçtiği veçhile «hadîsi sen oku, tamamla» demektir. Tamamı şudur:

«Kırmızı, sarı, beyaz dururken, karaya ne oluyor? dedim: «Be birader senin bana sorduğunu ben Resûlüllaha sordum: «Kara köpek şey­tandır» buyurdular.» dedi.

Eu hadîsi Tirmİzî (200 — 279), Nesâî (215 — 303) ve İbni Mâce (207 — 275) kimi muhtasar, kimi uzun olarak tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i şerif, önünde sütresi. olmayanın namazını bu sayılanların geçmesinin bozduğuna delildir. Mes'ele ihtilaflıdır. Bazıları namazı ka­dınla kara köpeğin geçmesi bozar; eşeğin geçmesi bozmaz, demişlerdir. D:lilleri bu bâbda İbni Abbas hazretlerinden rivayet edilen şu hadîsdir:

«İbni Abbas Peygamber (S.A.V.) namaz kılarken bir eşek üzerinde sa­fın Önünden geçmiş; Hazret! Peygamber ne namazı iade etmiş; ne de ashabsna iade emri vermiştir». Hadîs; Şeyheyn  (Buharı    ile    Müslim)

tahrîc etmiş ve buradaki hadisi tahsis ettiğini kabul etmişlerdir. îmam-% Ahmed b. Hanbel (164 — 241) : «Namazı kara köpek kat* eder. Kadınla eşeğin geçmesinden ise içimde bir şey var. Eşek için İbni Abbas hadîsinden dolayı; kadın için de BuharVmn rivayet ettiği Âİşe hadîsi sebebi ile şüpheliyim. Çünkü bu hadîste şöyle deniliyor:

«ResûlüMah (S.A.V.) geceleyin namaz kılar. Âişe de Önüne aykırı yat­mış bulunurdu. Binâenaleyh secdeye vardımı Âişe'nin ayaklarını iter; o da onları toplardı. Kalktı mı yine yayardı.» Eğer kadının geçmesi na­mazı bozacak olsa Hazreti Âişe'nin Resûlüllah (S.A.V.)'in Önüne yat­ması bazardı,» diyor. Cumhur'u ulemâ namazı bunlardan birinin boz­madığına kail olmuşlar ve hadîsi te'vil i!e maksad, bozulur demek de­ğil, sevabının azaldığını anlatmaktır. Çünkü geçenlerje kalp meşgul olur demişlerdir. Bazıları bu hadîs aşağıda gelen «Ebu Said hadîsi ile nesh-edilmiştir» derler. Namaz kılanın önünden yahudi, hıristiyan, mecusî ve domuzun geçmesi namazı bozardığına dair bir hadîs varid olmuşsa da zaîftir. Bunu Ebu Dâvud (202 — 275) İbni Abbas'dan tahrîc etmiş ve zaîf olduğunu bildirmiştir.

[Metni. Hadîs yukarda 245/182 Nolu klişededir oraya  bakıla].

Hadîsi Nesâî'den maada İbni Mâce tahrîc etmiştir. «Musannifsin «yalnız sonu zikredilmemiştir» demekten maksadı. İbni Abbas hadîsînde Müslim'deki Ebu Hüreyre hadîsinin sonu olan cümlesinin bulunmadığını anlatmakdir. Şu halde Mu­sannifin ibaresindelâfzmdaki zamir Ebû Hüreyre hadîsinin so­nuna râci oluyor. Halbuki Musannif bu hadîsi lâfzen zikretmedi. Arap dili kaidelerine göre bir zamirin hakkı onu en yakın mercie gönder­mektir. Binâenaleyh ibaredeki sözünü Ebu Zerr hadîsine irca etmek doğru değildir. Sonra Ebu Dâvud hadîsi aranmış ve lâf­zının şöyle olduğu görülmüştür:

«Namazı hayızlı kadınla köpek kat'i eder.» Bu takdirde Mu­sannif ibaresi her ikisine de ihtimallidir. Hattâ Ebu Zerr hadîsine râci olması daha yakın ihtimaldir. Çünkü Ebu Zerr hadîsinin lâfzını zikretmiş;   Ebu Hüreyre hadîsinin lâfzını zikretmemiştir.

Kadmı hayızlı olmakla takyîd, mutlaka mukayyed üzerine hamletme­yi iktiza eder. Binâenaleyh yalnız hayızlı kadının geçmesi namazı bo­zar. Hayızlı olmayanın geçmesi bozmaz. Nitekim bazı rivayetlerde kopeğin kara olması zikredilmemiş; bazılarında edilmiş olduğundan ora­da da mutlakı mukayyete hamlederek namazı yalnız kara köpeğin geç­mesi bozar demişlerdir.

(Mutlak mukayyed bahsi Usul-ü Fıkıh İlmi'nin ihtilâfı mes'elele-rinden biridir. Mutlak, herhangi bir kayıttan azade olan hükümdür. Mukayyed ise, bir kayıtla bağlanan hükümdür. Meselâ; «Namaz kılanın önünden köpeğin geçmesi namazı bozar» denilse bu mutlaktır. Günkü köpeğin ak mı, kara mı ilâ âhir... olacağı beyan edilmemiştir. Fakat «namaz kılanın önünden kara köpeğin geçmesi namazı bozar» dersek bu cümle kara olma-kla mukayyettir. İşte bir hadîsteki iki tane delil bu­lunur ve bunlardan biri mutlak diğeri mukayyed olursa, Hanefîlere gö­re iki surette mutlak mukayyede hamledilir. Bunun mânası: Mutlak da mukayyedin hükmünü giyer yani mukayyedin hükmü her ikisine hükmolur. Bu iki suret şunlardır:

1— Bu hadîsde hükümler muhtelif olup. Biri diğerinin takyidini icab ederse:

2— Hüküm   ve   hadîse bir ıtlak ve takyîd nefsi hükümde olursa mutlak mukayyed üzerine hamlolunur.

Şafillere göre ise: Hüküm bir oldu mu hadîse ne olursa olsun ve ke­za ıtlak, takyîd ister hükümde isterse sebeb ve şartta bulunsun her hal­de mutlak mukayyede hamlolunur.[572]

 

248/183- «Ebû Said-i Hudrî radiyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— 'Biriniz kendisini nâsdan siper edecek bir şeye doğ­ru namaz kıldığı zaman biri önünden geçmek isterse onu itsin. Eğer mümanaat ederse, onunla çarpışsın. Çünkü o bir şeytandır; buyurdular.»[573]

 

Bu hadîs.Müttefekun Aleyh'dir. Bir rivayette: Çünkü onunla bera­ber şeytan vardır; buyurmuşlardır.

Hadîs-i şerîfin. sonundaki «bir rivayette» denilen kısmı Müslim'&e-

Selftmet Yollan — 21

— 284 —

dir. Fakat Ebu Hüreyre'nin rivayetidir; Musannifin ibaresi bu par­çanın Buharı ile Müslim'in ittifakla Ebu Said'den rivayet ettikleri zan-mm veriyorsa da hadîs Buharî'de bulunamamış; Müslim'de de Ebû Hüreyre'nin rivayeti olduğu görülmüştür.

Hadîs, ibaresiyle namaz kılanın, Önünde sütresi olduğu halde yi­ne geçmek ietiyeni iteceğine, mefhüm-u muhalifi ile de sütresi yok­sa itemiyeceğine delildir. Kurtubl (^- 671) : «İtmek evvelâ işaretle ve yavaşçacık kakmakla olur. Aldırış etmezse daha şiddetle itilir.» dedikten sonra: «Çarıpışmamn silâhla yapılması lâzım gelmiyeeeği-: ne ulemâ ittifak etmişlerdir. Çünkü çarpışmada namazı bırakarak başka şeyle meşgul olmak, huşuu terk etmek gibi namazın kaidesi­ne muhalefet vardır »diyor. Ulemâdan bazılarına göre hakikaten çarpışır. Bazıları sitem ve lanet etmek gibi şeylerde defeder demiş-lerse de; bu hadîs onların sözünü reddediyor. Hadîsimizin ravîsi Ebu Saİd'in fiili de bu reddi teyid ediyor. Buharî'nin (194 — 256) Ebu Salihl's - Semmân'dan tahrîc ettiği bir hadîsde şöyle deniyor:

t Bir Cuma günü Ebu Said-i Hudri'yİ kendisini nâsdan koruyacak bir şeye doğru namaz kılarken gördüm. Beni Ebi Muayt'dan bir genç önün­den geçmek istedi. Ebu Said hemen onu göğsünden iiti. Genç bakındı. Fakat Ebu Saİd'in önünden başka geçecek yer bulamadı. Ve tekrar geç­meye kalkıştı. Ebu Said de kendisini bu sefer evvelkinden daha şiddetle HU. İlâ âhir...» dedi. Bazı ulemâya göre namaz kılan önünden geçeni en sade bir şekilde meneder. Eğer çekilmezse daha şiddetle ve daha şiddetle msneder. Hattâ menederkeh öldürse şer'an bir suç işlemiş ol­maz; çünkü sari1 hazretleri onun katlini mubah kılmıştır. Hadîsdeki emir zahiren vücup için de görünse hakikatte nedip içindir. Nevevl (631 — 676): «Fukahadan hiçbirinin bu def vaciptir dediğini bilmiyorum. Bilâkis fukuhamızi bu işin mendup olduğunu açıklamışlardır» diyor. Yalnız zahirler itmenin vücubuna kail olmuşlardır. Hadîsdeki:

«O ancak bir şeytandır» tâbiri, önünden geçmekle namaz kılanın huzurunu bozarak onu şaşırtmak istemesinin şeytan İşi olduğunu anlat­mak İçindir. Bu hadîs'de böylelerîne şeytan denilebileceğine delâlet var­dır. Nitekim Teâlâ hazretleri:

[574] «İnsan ve Cin şeytanları» buyurmuştur. Bazıları: «Hayır bundan mu-rad namaz kılanın önünden geçmeye şeytan teşvik etti; demektir. Zaten Müslim'in rivâyetindeki; «Çünkü onunla beraber şeytan var­dır» tâbiri de bunu gösterir» diyorlar.

Acaba önünden geçen niçin itilecektir? Eu mes'eîe de ihtilaflıdır. Bazılarına göre itmenin hikmeti geçeni günaha sokmamak içindir. Ba­zılarına göre ise geçerken safda husule gelecek aralığı men etmek için­dir. Bu kavi daha makbuldür. Çünkü namaz kılan kimsenin namazım korumaya çalışması, başkasını günaha sokmamağa çalışmaktan daha mühimdir. Mamafih hem geçeni* hem kılanı günaha sokmamak için meşru olmuştur, denilse hiç fena olmaz. Zira her ikisi hakkında da gü­nah olacağını ifade eden hadîsler vardır.

Geçenin günaha girdiğini ifade eden hadîsi babımızın başında gör­dük. Kılanın günaha girdiğini de Ebu Nuaym (— 403) in Hazretİ Ömer (R.A.)'den tahrîc ettiği şu hadîsden anlıyoruz:

«Namaz kılan Önünden geçmekle namazından nekadar azaldığını bilse ancak kendisini insanlardan siper edecek bir şeye doğru namaz kılardı.» Bu bâbda îbni Ebi Şeybe (—234) de İbni Mes'ud (R. A.)'den şu hadîsi tahrîc etmiştir:

«Namaz kılanın önünden geçmek onun namazının yarı­sını kat' eder.» Şu iki hadîs her ne kadar mevkuf da olsalar bunlar için merfu hükmü vardır. Yalnız birinci hadîs sütre ile kılan hakkında­dır. İkincisi mutlaktır, Fakat birinciye'hamledilir.

Namazını sütre ile kılarken Önünden geçmek kılana bir zarar vermez. Çünkü sütre ile kılarken önünden geçmenin bir zarar vermeyece­ği hadîs-i şerif de tasrih edilmiştir. Bu suretle yine de geçeni menet­mekle memur olması her halde geçenin irtikap ettiği kötülüğü inkâr için olsa gerektir. Zira bu adam şer'an memnu olan bir işi yapmakta­dır. Bunun içindir ki, menetmeye hafiften başlar.[575]

 

249/184- «Ebu Hüreyre radiyallahü anh'den rîvâyet edilmiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve settem :

— Biriniz namaz kıldrğı zaman yüzüne karşı bir şey koysun; eğer bulamazsa bir sopa eliksin; o da olmazsa bir çizgi çizsin. Bundan sonra artık önünden geçen ona bir zarar vermez; buyurdular.»[576]

 

Bu hadîsi, Ahmed ile İbni Mâce tahrîc etmişler ve Ibni Hibban sa-hîhlemişdir. Bunu muzdarip zanneden doğruya isabet edememiştir. Bi­lâkis o, «hasen» dir.

Hadîsi muzdarip zanneden İbni Salah (577 — 643)'dır. Onu hadîs-i muztaribe misal göstermiştir. Musannif kendisi ile «En-NükeH adlı eserinde münazaa ve münakaşa etmiştir. Hadîsi îmam-t Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile îbnü'l - Medînî (16 1—) de sahîhlemişlerdir. «Muhtasarü's - Sünen-» de şöyle deniliyor : «Süfyan b. Uyeyne: «Bu hadîse hücum edecek bir şey bulamadık» diyor. Hadîs bundan başka veciMe gelmemiştir. İsmail b. Ümeyye, bu hadîsi rivayet ettiği za­man: Elinizde bu hadîse hücum edecek bir şey varım? der idi.» Şafiî bu hadîsin zaîf olduğuna işaret etmiş; Beyhakî (84 — 458) : «Böyle bir hüküm hususunda bu hadisde bir beis yoktur. îngaallahü Teâlâ» demiştir.

Hadîs-i şerîf sütre neden olsa kâfi geleceğine delildir. Yine mMuhtasarü's - Sünen-» de şöyle denilmektedir: «Süfyan b. ZTyeyne Şeriki bize bir cenazede ikindiyi kıldırırken gördüm. Külahını önü­ne koydu, dedi.» Buharı ile Müsflim'de İbni Ömer (R. A.)'den şu hadîs rivayet olunmuştur:

HHayvanını önüne alır, ona doğru namaz kılardı». Yukarda ikinci ha dîs-de namaz kılan kimsenin sütre bulamadığı zaman hiç olmazsa taş veya topraktan sütre yapması lâzım geldiğini ve îmam-ı Ahmed b. Han-beVm hilâl gibi bir çizgi çizmek yeter dediğini görmüştük. Hadîste­ki «bundan sonra artık Önünden geçen ona bir zarar vermez» cüm­lesinin mefhum-u muhalifi (mefhum-u muhalife kail olanlarca) süt­re dikmezse geçenin zarar vereceğine delâlet eder. Fakat bu imam olduğu, yahut yalnız kıldığı zamana mahsustur. Cemaat olursa ima­mın sütresi yahut bizzat imamın kendisi cemaate sütredir. Bu cihet­ler dahi yukarda görüldü. îmam-ı Buharî (194 — 256) ile Ebû Dâvud (202 — 275) bu hususa dair birer bâb ayırmışlardır. Taberanî şu ha­dîsi merfu olarak Hazretî Enes'den «Eî-Evsat» mda rivayet eder:

«İmamın sütresi arkasındakilere de sütredir» Maamafih ha-dîsde zaîflik vardı. Elhasıl sadedinde bulunduğumuz hadîs4 şerîf ova­da ve saîr yerlerde sütre dikme hususunda âmmdır. Sahîh hadîslerle sabit olmuştur ki, Resûlüllah (S.A.V.) bir duvara karşı bile namaz kıl-sa kendisi ile duvar arasına koyun geçecek kadar yer bırakırdı. Sütre-ye yakın durmayı emrederdi. Bir ağaca veya sopaya karşı namaza du­rursa onu ya sağına, ya soluna alır; tam önüne getirmezdi. Seferde harbisini veya sopasanı yere saplar; ona doğru namazım kılardı. Ba-zan da hayvanını karşısına dikerdi. Şafiîler buna kıyasen yere seccade yayarak önünden geçene kendisinin namazda olduğunu bildirmek ca­izdir derler.[577]

 

250/185- Ebû Saİd-i Hudr! radiyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demtftİr ki: Resûlüllah sallaUahü aleyhi ve seîlem:

— Nama2i hiçbir şey katı' etmez; siz yapabildiğiniz kadar menedin; buyurdular.»[578]

 

Bu hadîsi; Ebû Dâvud tahrîc etmiştir. Senedinde laaf vardır.

El - Münzirî (_ 656)'nin muhtasarında: «Bu hadîsin isnadında Mücalid vardır. Bu zât Ebû Said b. Ümeyri'l - Hemdâniî Kûfî'dir. Hakkında birçok söz edenler olmuştur» denilmektedir. Maamafih îmam-ı Müslim (204 — 261) Şa'bî'nin (6 — 104) bazı arkadaşları ile birlikte bu zâtın bir hadîsini rivayet etmiştir. Buna benzer bir hadîsi Dâre Kutnl (305 —385, Enes ve Ebû Ümame hazretlerinden rivayet et­miş; Tebaranî (260 — 360) dahi Hazretİ Câbir'den tahrîc eylemiştir. Fakat gerek Dâre Kutnî'nin, gerekse Tebaranî'nin tahrîc ettiği ha-dîsde zaîflik vardır.

Bu Ebû Said hadîsi Ebû Zer hadîsine muarızdır. Çünkü Ebû Zer ha­dîsinde: Sütre dikmeyenin önünden kadın; eşek ve kara köpek geçerse namazı bozulacağı ifade ediliyordu. Burada ise «namazı hiçbir şey boz­maz» deniliyor. Böylece iki hadîs tearuz edince ulemâ da ihtilâfa düş­müşlerdir. Bazıları aralarını yatıştırmaya çalışarak «Ebû Zer hadîsin­den murad namazın bozulması değil, geçenlerle kalp meşgul olacağın­dan namazın noksanlaşmasıdır. Ebû Saîd hadîsinden murad da nama­zın bozulmamasıdır» derler. Bir takımları buradaki Ebû Said hadîsi Ebû Zer hadîsini neshetmiştir diyorsa da bu kavi zayıftır. Çünkü hadîs­lerin aralarını bulmak mümkün iken neshe gidilemez. Sonra nesh iddia edebilmek İçin mutlaka hadîslerin tarihini bilmek gerekir. Burada ise hangisi evvel veya sonradır bilinememektedir. Bununla beraber har iîslerin araları bulunamazsa bile yine de yapılacak iş nesh değil, ter­cihe başvurmaktır. Bu takdirde; Ebû Zer hadîsi tercih edilir. Çünkü onu İmamı Müslim tahrîc etmiştir. Halbuki Ebû Said hadîsinin senedinde saaf vardır.[579]

 

«Namazda Huşua Teşvik Babı»

 

Kamusda huşu: Huıû'dur. Yahut huzua. yakın bir haldir. Ve ikisi de tevazu manâsını ifade eder. Yahut huzû' bedenle; huşu' sesle,, gözle, vakar ve sükûnetle olur. Bazılarına göre huzu' : Kimi kalple kimi sü­kût gibi bedenle olur. Bir takım ulemâya göre ise ikisine de itibar edi­lir Bu ciheti Fahri Bâzî (544 - 606) tefsirinde hikâye etmiştir. Hu-şû'un kalp amellerinden olduğuna Hazretİ Ali fl5.-A.rin şu hadîsi de­lâlet eder:

«HuşÛ 'kalpledir.» Bu hadîsi   Hâkim (321 - 405) tahrîc etmiştir. Şu hadîsde aynı davaya delildir:

«Bunun kalbi huşu' bulsa azaları da huşu'   bulurdu.» Resulü Ekrem (S.A.V.) istiaze ederken şöyle duâ ederlerdi:

«Huşu' bulmayan kalpten de sana sığınırım.»

Namazda huşûun vacib olup olmadığı ihtilaflıdır. Cumhur-u Ulema­ya göre vâcib değildir. İmam-% Gazali (450 - 505) îhyâü'l - Ulum'da. bu bahisde uzun uzadıya izahatta bulunmuştur .Huşûun vâcib olmadı­ğına icma' bulunduğunu Nevevî iddia etmiştir.[580]

 

251/186- «Ebû Hüreyre radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah saîîallahü aleyhi ve sellem:

— Kişinin ihtisar yaparak namaz kılmasını yasak etti.»[581]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir. İhtisarın mâ­nâsı: Elini böğrüne koymaktır.

Hadîs herne kadar Peygamber (S.A.V.)'in yasak ettiğini ihbardan ibaret olup, ne dediğini zikretmemekte ise de yine merfu' hükmünde­dir.

Ellerin böğüre dayanması tek tek de olabilir; ikisi beraber de. Şu kadar var ki, bu tefsire Kâmus'da, istişhad için gösterilen şu ha­dîs muarızdır:

«ihtisarcıların kıyamet gününde yüzlerinde nur olacak.» «Yani geceleyin namaz kılanlar yorulup da ellerini böğürlerine koyduk­ları vakit, demek istiyor.» Eğer bu hadîs sahîh ise kitabımızın hadîsi ile araları şöyle bulunur: Kitabımızın hadîsindeki yasak; yorulma­dan yapanlaradır, denilir; Fakat bu seferde mânâ «En - NiMye» nin tefsirine muhalif düşer. Orada: «Kıyamette ihtisarcıların sâlih amel-' leri ile birlikte gelecekleri ve o amellere dayanacakları ifade edil­mek istenmiştir» deniliyor. Hasıra kelimesi: Kamus'da. şâkile yani uyluk kemiği ile alt iğe kemiği arasıdır. Musannifin yaptığı tefsir ekser ulemânın kavlidir. Bazıları namazda ihtisar, eline bir sopa ala­rak ona dayanmaktır diyorlar. Bir takımları da ihtisar: Sûreyi kı­saltarak sonundan bir veya iki &yet okumaktır, derler. İhtisar rü-kûunu, sücûdunu ve şâir yerlerini kısaltmak suretiyle namazı kısa kesmektir; diyenler de olmuştur. Bunun yasak edilmesinin hikmeti­ni aşağıdaki hadîs beyân edecektir.[582]

 

251/186- «Buharî'de Âişe radiyallahü avhâ'dan rivayet edilmiştir ki:

— Bu, namazlarında Yahudilerin, yaptığı bir iş oldu­ğundandır.»[583]

 

Yani namazda ihtisar Yahudilerin yaptığı bir iştir. Bize ise bütün hallerinde onlara benzemek yasak edilmiştir, îşte nehyin hikmeti bu­dur. Yoksa bu şeytan işi imiş ,yahut İblis Cennetten çıkarken elleri böğ­ründe imiş; veya bu, iş büyüklenenlerin işi imiş de onun için bize ya­sak edilmiş gibi sözler buradaki nehyin asla illeti olamaz. Çünkü bu sözlerin hiçbiri tahminden öteye geçmemektedir.  îtimada -şayan olan sahabiden nâss olarak bize gelendir. Zira sahabî rivayet ettiği hadîsi herkesten iyi bilir. Hazreti Âişe (R.Anhâ)'mn bu hadîsinin merfû ol­mak ihtimali de vardır. Sonra sahîh hadîs kitabında vâfid olan hadîs başkalarına tercih edilir. Musannif merhumun bu hadîsi huşu' babında getirmesi, ihtisardan nehyedilmesinin illeti huşûa münafi olduğu için­dir, kanaatini vermektedir.[584]

 

253/187- «Enes radiyallahü an Vden rivayet olunmuştur ki;  Resû-lüllah saUaîlahü aleyhi ve sellem :

— Akşam yemeği takdim edildimi, akşam namazını kılmadan önce ondan başlayın; buyurmuşlardır.»[585]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Bazı rivayetlerde   namaz  tâbiri  mutlaktır. îbni Dakiki'l - îyd. (625 — 702) : «MuÜak mukayyede hamlolunur» diyor. Bir rivayette :

«Sizden biriniz oruçlu iken akşam yemeği konursa» duyu­rulmuştur ki, hadîs bununla takyîd edilemez; çünkü Usul-ü Fıkıh'da beyan edildiğine göre, kassın muvafık hükmünü zikretmek takyîd veya tahsis ifâde etmez.

Hadîs-i şerîf akşam yemeği hazır oldukta onu akşam namazından önce yemenin lüzumuna delildir. Cumhur-u Ulemâ bu emri nedib mâ­nâsına- hamletmişlerdir. Yalnız Zahiriyyeye göre vâcibtir. Onlara göre akşam namazı evvel kılınsa bâtıl olur. Sonra hadîs mutlaktır. Binâe­naleyh sofraya oturanlar aç da olsa, tok da olsa; yemeğin bozulacağın­dan korkulsa da, korkulmasa da ve, yemek az da olsa, çok da olsa mut­laka evvelâ ondan başlanacağına delâlet eder.

Hadîsin mânâsı hususunda birçok delilsiz tafsilât vardır. Yemeğin namazdan önce yenmesinin illeti aç bir kimsenin huzuruna gelmekle onun zihnini karıştırmış olacağı içindir ki, bu da namazda huşû'un kal­maması ile neticelenir, illetin bu olduğuna delil ashab-ı Kiramdan ba­zılarının sözleridir. Meselâ: îbni EH Şeyhe (— 234)'nin Ebû Hüreyre ile İbnİ Abbas (R. Anhümâ)'da.n tahrîc ettiği şu hadîs bir delildir:

«Ebu Hüreyre İle İbni Abbas yemek yiyorlarmış; fırında da kebab var­mış. Bu arada müezzin namaz için ikâmet edecek olmuş. Fakat İbni Abbas: Acele etme. Bundan canımız çekip dururken biz kalkmayız; de­miş». Bir rivayette :

«Bize namazımızda arız olmaması için» demiştir. Yine îbni Ebi Şeyhe Hazreti Hasan (R. A.)'den şu hadîsi rivayet ediyor;

«Hazreti Hasan namazdan Önce yemek yemek nefs-İ levvâmeyî giderir; demiştir.» Evet vakit varsa böyledir. Fakat vakit dar olur ve Önce ye­mek yenildiği takdirde akşamın vakti çıkarsa mes'ele ihtilaflıdır. Ba­zıları vakit çıksa bile yine evvelâ yemek yenecektir. Çünkü namazda huşu' yemek yemekle hasıl olur diyorlar. Bunlar namazda huşu' va-cibtir diyenlerdir. Cümhur-u ulemâya göre vakti kaçırmamak için ev­velâ namaz kılınır.   -

Bu hadîsde yemeğin hazır olmasının cemaatı terk etmek için bir özür teşkil ettiğine delâlet vardır. Bazılarına göre hadîsde:

«Hemen başlayın» buyrulması; yemek yerken namaz hazır olursa uzatmamaya delâlet eder.

Hazreti İbni Ömer'den sahîh rivayetle sabit olmuştur ki, akşam ye­meği yerken namazda imamın kıraatini işitse bile yemeğini bitirinceye kadar sofradan kalkmazmış. Yemekten başka şeyler de, zihni meşgul edeceği mülâhazası ile yemeğe kıyas olunmuştur.[586]

 

254/188- «Ebû Zer radiydüahü anft'den rivayet edilmiştir. Demiş­tir ki: Resûlütlah sallallahü aleyhi ve seîlem :

— Biriniz namaza girdi mi artık (yüzünden veya sec­de yerinden) ufak taşları silmesin. Çünkü rahmet onun

yÜZÜne gelir; buyurdular.»[587]

 

Bu hadîsi, sahîh isnad İle Beşler rivayet etmişlerdir. Ahmed «bir defa, yahut bırak» cümlesini ziyâde etmiştir.

Fakat musannifin buradaki ihtisarı manâyı bozmaktadır. Çünkü îmam-ı Ahmed'in ziyâdesi buradaki hadîse yaptığı zannını veriyor. Ve mânâ şöyle oluyor: «Biriniz namaza başladı mı artık yüzünden ufak taşları bir defa silmesin. Yahut bırak.» Halbuki anlatılmak is­tenilen bu değildir. îmam-ı Ahmed'in (164 — 241) rivayet ettiği hadîs şudur:

«Ebû Zer'den rivayet edi!mistir ki. Peygamber (S.A.V.)'e her şeyi sor­dum. Hattâ ufak taşları (alından) silmeyi bile sordum: «BİT defa, yahut, bırak;» buyurdular» demiştir. Yâni bir defa sil, yahut sil­meyi bırak demek istememişlerdir. Herhalde Musannif bu bâbda oku­yanların hadîsi bildiklerine güvenmiştir. Böyle diyeceğine:

«Ahmed'in bir rivayetinde bir defa silme izni vardır» dese daha açık anlaşılırdı. Hadîs-i şerîf namaza başladıktan sonra yüzünden veya secde yerinden ufak taşları silmenin memnu, olduğuna delil­dir. Namaza girmezden evvel silmek memnu' olmadığına göre, bu işi namaza niyet etmeden yapmalıdır. Ta ki namazda zihnini bunlar meşgul etmesin. Bir rivayette ufak taş yerine toprak zikredilmiştir. Lâkin taş olsun, toprak o!sun ekseriyetle vukuuna bakarak zikre­dilmiştir. Yoksa bunlardan gayri bir şey olursa siisin mânâsına gel­mez. Elhasıl namaz kılarken alına ve yüze yapışan toz toprağa ve çakılı silmek huşu' ve huzû'un bozulmaması için men'edilmiştir. Ni­tekim Musannifin bu hadîsi burada zikretmesi de ayni mânâyı ifa­de ediyor. Yüzü silmekten nehyin illeti; namaz içinde sık sık yüz silinerek namazla ilgisi olmayan işleri yapmak ve bu auretle nama­zı bozmak tehlikesine maruz bırakmak da olabilir, deniliyor. Şâirin nâssan bildirdiği illet: Rahmetin yüze gelmesidir. Binâenaleyh sü­mek suretiyle değiştirilmemelidir. Fakat taşlar yüzü rahatsız edi­yorsa bittabi silmesinde bir beis yoktur.[588]

 

254/188- «Sahîhaytı'da Muaykîb[589] radiyallahü anh'den fa'lîlsîz olarak bunun benzeri vardır.»[590]

 

Yani Buharı ile JfüsZim'de bunun gibi bir hadîs vardır. Yalnız onlardaki hadîsde talîl cümlesi olan : yoktur. Ve lâfzı şudur

«Ufak taşları namazda iken silme. Eğer mutlaka yapa­caksan taşları düzeltmek için bir defa.» (Yap).[591]

 

256/189- «Âİşe radiyaîlahü anhd'dan rivayet edilmiştir.Demiştir kİ: ResûlüMah (S.A.V.)'e namazda bakınmayı sordum:

— O bir kapış'tır. Şeytan onu kulun namazından ka­par; buyurdular.»[592]

 

Bu hadîsi, Buharî rivayet etmiştir.[593]

 

256/189- «Tîrmîzî'nin rivayeti -kî onu sahîhlemiştir de :

Tîybî {—743) diyor ki: «Bakınmaya ihtilas demesi şunun içindir : Namaz kılan Rabbine yönelmiştir. Şeytan ise bu yönelmenin elden git­mesi için fırsat kollar. Ve kul bakındı mı hemen onu kapar.»

Hadîs-i §erîf, namazda bakınmanın mekruh olduğuna delildir. Cumhur'un kavli de budur. Yalnız bakımrken göğsün ve boynunun ta­mamının kıbleden dönmemiş olması şarttır. Dönerse namaz bozulur. Kerahetin sebebi ya huşûun zedelenmesi veya bedenîn bir kısmı ile kıb­leden dönmüş olması, yahut da AUah-ii Teâlâya yönelmekten yüz çevirmesidir. Nitekim bu son ihtimali te'kid eden bir hadîsi îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile îbni Mâce (203 — 275) Hazreli EbÛ Zer'den tahrîc etmişlerdir. Hadîs şudur :

«Kul namazında bakınmadıkça Allah kuluna inayet bu­yurmakta devam eder, kul yüzünü çevirdi mi Allah da inayetinden vazgeçer.» B^ hadîsi Ebû Dâvud (202 — 275) ile Nesâî (215 — 303) de tahrîc etmişlerdir.

«Sakın namazda bakınma. Çünkü o helaktir. Eğer mutlaka lazımsa, bari tetavvu'da olsun» şeklindedir. [256/189. Nolu Tirmizİ metni yukarıda geçti o sahifeye bak.] Tirmizî'mn rivayeti dahi Hazreti Âişe (R. AnM^'dandır. Bu ha­dîsde. bakınmaya pek haklı olarak «helak» denilmiştir. Çünkü ibâdetlerin en faziletlesi olan namazı bozuyor. Dinin direğini yıkmadan daha büyük helak olur mu? Ulemâ : Bakınmak, ihtiyaç yoksa mekruhtur. îhtiyaç varsa mubahtır, diyorlar. Delilleri: Hazreti Ebû Bekir (R. A,)'in Pey­gamberimiz (S.A.V.) namaza gelirken öğle namazında bakınmasıdır. ResûlüMah (S.A.V.) ölüm döşeğinden kalkarak mescide çıktığı vakit Ashab-ı Kiram da bakınmışlar ve Resûlüllah kendilerine işaret buyur­muşlardı. Bakınmasalar onun geldiğini bilmezler; işaretini de görmez­lerdi. Hazreti Peygamber kendilerine bir şey dememek suretiyle takrir buyurmuşlardı.[594]                                                        

 

257/190- «Enes radiyalîahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve setlem :

— Biriniz namazda olduğu zaman muhakkak Rabbi ile münacaat etmektedir. Binâenaleyh sakın Önüne ve sa­ğına tükürmesin. Lâkin soluna ayağının altına (tükürSÜn); buyurdular.»[595]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'tir. Bir rivayette «Yahut ayağının altına» buyrulmuştur.

Önüne ve sağına tükürmekten menedümesinin illet ve sebebi Ebû Hüreyre hadîsinde «sağında bir melek vardır» buyrularak açıklanmıştır.                                   

Bu hadîs-i şerif namazda iken kıble tarafına veya sağına tükürmek­ten nehyediyor. Bu nehy Ebû Hüreyre ve Ebû Said hadîslerinde mutlak­tır. Deniliyor ki: Peygamber (S.A.V. mescidin duvarında tükürük gör­dü. Hemen bir ufak taş alarak onu kazıdı ve:

«Biriniz tükürdüğü zaman sakın yüzünün olduğu tarafa ve sağına tükürmesin; soluna, yahut sol ayağının altına

tükürsün;  buyurdular.»

Bu hadîs de, Müttefekun Aleyh'dir.

Nevevî (631 — 676) tükürmenin namazda olsun, dışında olsun ve-keza .mescidde olsun başka yerde olsun mutlak surette memnu, olduğu-na cezmeder. Namazdaki memnuniyetini Enes hadîsi ifâde ediyor. Baş­ka hadîsler kıbleye karşı tükürmeyi mutlak olarak ifâde etmektedirler. Binâenaleyh onlara göre mescidde veya dışında, namazda veya dışın­da tükürmek memnudur. îbni Huzeyme (223 — 311) ile îbni Hibbân. (— 354)'in sahihlerinde Hazreti Huzeyfe'den merfû olarak şu hadîs ri~ vâyet ediliyor:

«Kim k.bleye doğru tü^rürse k.yâmete tük«Kıbleye (tükürülen.) tükürüğün sahibi Kıyamet günün­de tükürük yüzünde olarak diriltilecektir.»

Ebû Dâvud (202 — 275) ile îbni Hibbân,  Saib b. HaHâd'dan şu ha­dîsi tahrîc etmişlerdir:

«Bir adam bir kavms imam olmuş ve kıbleye tükürmüştü. Namazdan çıkınca Resûlüllah (S.A.V.); «size namaz kıldırmasın;» buyurdu­lar.» Sağ tarafına tükürmek de kıbleye tükürmek gibidir. Çünkü ondan da mutlak olarak nehyedilmiştir. Abdürrezzak (—211) İbni Mes'ud'-

dan, namaz haricinde dahi tükürmeyi kerih gördüğünü rivayet eder. Muaz b. Cebel (R. A.) de:

«Müslüman olaiıdanberi sağıma hiç tükürmedinı» demiştir. Ömer b. Abdülaziz tükürmekten nehyederdi. Resûlüllah (S.A.V.) ne tarafa ttikürüleceğini :

«Soluna» demek suretiyle beyân ettiği gibi nereye tükürüleceğini :

«Ayağın altı» diye tayin buyurmuşlardır. îmam-ı Ahmed (164 — 241) ile Müslim (204 — 261)'in rivayet ettikleri Enes Hadîsinde :

357 ibaresinden sonra şu ziyâde vardır:

«Bundan sonra cübbesînin kenarını alarak oraya tükürdü ve kenarı kat­ladı da : Yahut işte böyle yapar» buyurdu. Hadîsdeki :

«Yâni ayağının altına» tâbiri camide olmayanlara mahsustur. Camide olanlar mutlaka mendiline veya elbisesine tükürür. Çünkü bîr hadîsde :

«Mescid içine tükürmek günahtır» buyrulmuştur.

Yukarda Resûlüllah (S-A.V.)'in sağ tarafa tükürmeyi men.etmesi­ne sebeb olarak orada bir melek olduğunu beyan ettiğini görmüştük. Buna şu sual vârid olmaktadır: Sağda olduğu gibi, solda da bir melek - vardır. Bu melek işlenen kötülükleri, günahları yazar. Sol tarafa tükürüldüğü takdirde o rahatsız olmazmı? Bu suale şu yolda cevap verilmiş­tir: «Sağa tükürmemek yalnız'sağ taraf meleğine mahsus bir ikram, ve teşriftir». Müfeahhirin-i Ulemâdan bazıları bu suale şöyle cevap vermiş­lerdir: «Namaz bedenen yapılan iyi amellerin temelidir. Binâenaleyh kötülükleri yazan meleğin ona bir dahli yoktur.» Bunların delili İbni Ebî Şeyhe (— 234)'nin Hazreti Huzeyfe'den mevkufen tahrîc ettiği hadîsteki:

«Sağına da tükürmesin. Çünkü sağında iyi ameller kâti­bi Vardır» ifâdesi ile Taberanî'nin (260 — 360) rivayet ettiği Ümâme hadîsindekr:

«Zira o Allah'ın huzuruna sağında bir melek, solunda da şeytanı olduğu halde çıkacaktır» ibâresidir.

Bu hadîs sabit olunsa sol tarafa tüküren şeytanın üzerine tükürmuş oluyor. İhtimal sol taraftaki melek o sırada tükürük isabet et-miyecek şekilde geriye çekilmiş bulunuyor. Yahut namazda sağ ta­rafa meylediyor.[596]

 

258/191- «(Bu da) ondan. Demiştir ki: Âişe'nİn bir kaygısı vardı. Evinin bir tarafını onunla örtmüş İdi. Peygamber (S.A.V.)  kendisine :

«Şu yaygını bizden defet. Çünkü tasvirleri namazım­da bana arız olup duruyor; buyurdular.»[597]

 

Bu hadîsi, Buharı rivayet etmiştir.[598]

 

258/191- «Şeyheyn Ebû Cehm'İn Enbicaniyye'si kıssası hakkındaki Âişe hadîsine ittifak etmişlerdir. Bu hadîsde:

«Zira o hamisa[599]  beni namazımdan   alıkoydu» buyrulmaktadır.[600]

 

Kiram: İnce çarşaf veya renkli, resimli yaygıdır. Hadîs-i şerif, evde veya namaz kılanın yerde insanı meşgul edecek şeyler varsa gide­rilmesine delildir. Fakat bunların namazı bezacağma dair bir delâlet yoktur. Çünkü ResûîüIIah (S.A.V.)'in namazı iade ettiği rivayet olun­mamıştır. Aşağıdaki hadîs de aynı hükmü ifâde etmektedir.

Hadîs-i şerîfde geçen « II' U » zamiri hamisaya aittir. Daha sonra­ki cümlesindeki zamir de ona aittir. Fakat Musannifin iba­resi Enbicanîyye'ye ait olduğu zannını vermektedir.

Enbicaniyye: Çizgisiz düz kumaşdan yapma elbisedir.

Hamîsa : Çizgili kumaştan yapılan elbisedir.

Bunu Resulü Ekreme Ebî Cehm (R. A.) hediye etmişti. Hazreti Âişe hadîsinin'lâfzı şöyledir:

«Peygamber (S.A.V.) çizgileri olan bîr hamîsa İçinde namaz kıldı, ve çizgilerine şöyle bir baktı. Namazdan çıktıktan sonra : «Benim bu hamîsamı Ebû Cehm'e götürün; Ebû Cehm'in düz kumaş elbisesini bana getirin. Çünkü bu hamîsa demin beni na­mazımdan alıkoydu.» buyurdu. Buradaki lâfız B«7um'nindir. îmam-t Malık (53— 179) «El-Muvatta» da bu hadîsi Hazreti Âişe'den şu lâfızla rivayet ediyor:

Âişe (R.Anhâ) demiştir ki: Ebû Cehm b. Huzeyfe Resûlüllah (S.A.V\)'e çizgili bir hamîsa hedîye etti. Resûlüüah onunla namaza geldi.. Namaz­dan çıkfıktan sonra: «Bu hamîsayı Ebû Cehm'e iade edin» buyurdular. Yine Hazreti Âişe'den bir rivayette :

«Namazda olduğum halde çizgilerine bakıyordum. Kor­karım beni alıkoyacak» buyrulmuştur. îbni Battal (—444) di­yor ki: Rcsûlüllah (S.A.V.)'in Ebû Cehm'den başka elbise istemesi he­diyesini kendisini küçümseyerek iade etmediğini bildirmek içindir».

[Me!n-i Hadîs 257/192 Nolu Hz. Âişe (R.Anhâ) Hadîsine bak.] Hadîs-i şerif, nakış ve resim gibi kalbi meşgul ederek namazdan alıkoyan şeylerin mekruh olduğuna delildir. Yine bu hadîs Resûl-ü Ek­rem'in namazdan alıkoyan şeylerden namazı kurtarmağa şitâb ettiği­ne delâlet ediyor. Tîybî: «Kötülerden geçtim; burada resimlerle za­hiri eşyanın temiz kalplere ve pak ruhlara bile te'siri olduğu bildi­riliyor» demektedir.

Bu hadîsde nakışlı seccadeler üzerinde namaz kılmanın ve mes-cidîeri nakışla süslemenin mekruh olduğuna delâlet vardır.[601]

 

259/192- «Câbir b. Semura radiyallahü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallajıü aleyhi ve seîlem :

— Ya namazda gözlerini semaya diken kavimler bun­dan kat'i surette vazgeçerler; yahut gözleri kendilerine dönmez; buyurdular.»[602]

 

Bu hadîsi; MüsMm rivayet etmiştir.[603]

 

259/192- «Müslim'in Âişe radiyallahü anhâ'Aan rivayetinde Âişe: Resûlüllah saUallahû aleyhi ve sellem'l :

  Yemek huzurunda namaz olmaz; kendisini büyük ve küçük abdestler sıkıştıranın da namazı olmaz; derken işittim, demiştir.»[604]

 

Semâdan murad: Mutlak surette yukansıdır. Nevevî (631 — 676) Müslim şerhinde: «Bu hadîsde pek te'kitli nehy ve şiddetli tehdit vardır. Bu bâbda icmâ olduğu naklolunur» diyor. Nehy tahrim îcab eder. tbni Hazm (3 — 456) : «Gözlerini yukarıya dikmek namazı bozar demiştir. Kâdi îyaz (476 — 544): «Namazdan gayri dualarda gözleri yu­karıya dikmek hususunda ulemâ ihtilâf etmiş; bir. takımı bunu mekruh görmüş, ekseriyet caiz olduğuna kaildir» diyor.

[Metni hadîs 259/192 Hz. Âişe (R. A.) hadisine bakıla.]

Bu bâbda yukarda üçüncü hadîsde söz geçti ise de buradaki hadîs yemeğin hazır olduğu yerde namaz kılınamiyacağını ifade ediyor. Bir de bu hadîs farz ve nafile bütün namazlara, keza a-ç veya tok herkese âmm ve şâmildir. Oradaki hadîs bundan esahtır. Kendisini yellenmek sıkıştıran da hükümde dahildir. Fakat sıkıştırma olmadan yelleneceği gelmek dahil değildir. Yani bu takdirde namazım kılabilir. Başı sıkı­lan bir kimsenin o hali ile namaz kılması mekruhtur.

Bu kerahat huşûu noksanlaştırdığındandır, diyorlar. Başı sıkılmak­la beraber vakit de daralsa ve çıkacağından korksa, namazı maal ke­rahet sahihtir. Zahirîlere göre bu namaz batıl olur.[605]

 

261/193- Ebû Hüreyre radtyaUahü anh'dan rivayet edilmiştir ki; Peygamber saUdllahü aleyhi ve seUem :

— Esnemek şeytandandır; biriniz esnedi mi gücü yet­tiği kadar menetsin; buyurmuştur.»[606]

 

Bu hadîsi; Müslim ve Tîrmizî rivayet etmişlerdir. Tîrmlrf «Na­mazda» kaydını ziyâde etmiştir.

Esnemenin şeytandan oluşu mecazdır. Esnemek midenin fazla dolu bulunmasından ve tenbellikten meydana gelir. Bunlar ise şey­tanın sevdiği şeylerdir. Binâenaleyh ondan gelmiş gibidir. Tirmizî'-nin ziyâdesini de kattıktan sonra hadîsin mânası: «Biriniz namaz­da esnedi mi mümkün olduğu kadar menetsin» demek olur. Maamafih bu halden namaz dışında da korunmağa, çalışmağa bir mani yoktur. Zira mutlak ile mukayyet hükümde birbirine muvafık­tırlar. Tirmigî'nin ziyâdesi Buharî'de de vardır. Buharı ondan sonra şu ziyâdeyi de kaydeder:

«Esnerken» hâ demesin. Çünkü bu ancak şeytandandır; ona güler.»

Bütün bunlar huşûa manî olan şeylerdir. Esniyen elini ağzına koymalıdır. Zira bir hadîs-i şerîfde:

«Biriniz esnedi mi hemen elini ağzına koysun. Çünkü şey­tan esneme İle birlikte girer.» buyrulmuştur. Bu hadîsi; Buha-rîj Müslim, Ahmed ve başkaları tahrîc etmişlerdir.[607]

 

Mescidler Babı

 

Mesâcid kelimesi mescidin cem'idir. Mescid, cimin kesresi ile oku­nursa mekân-ı mahsustur. Cimin fethası ile secde yeri demektir. Mes-cidlerin fazileti hakkında pek çok hadîsler vardır. Bunlarda mescidlerin Allah indinde en makbul yerler olduğu; helâl malından bir mescid yaptırana Allah'ın cennette bir köşk bina edeceği beyan olunmaktadır. «Mecmeu'z - Zevâid» gibi hadîs kitapları bu gûna hadîslerle doludur.[608]

 

262/194- «Âİşe radiyalîahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.) mescidlerin evlerin içine yapılmasını ve temiz­lenmesini, kokulanmasını emretti.»[609]

 

Bu hadîsi;  Ahmed, Ebû Dâvud ve Tirmiiî rivayet etmiş;  Tirmizî İrsalini sahîhlemiştir.

Hadîs-i şerîfdeki «Dûr» kaydından murad; evlerin içi de olabilir; evlerin yapıldığı mahallerde. Mescidler temiz olacak ve kokuîanacak-tır. Kokulamak buhur ve sair ile olur.

Bu hadîs-i şerîfdeki emir nedib içindir. Çünkü Müslim'in (204—261) rivayet ettiği bir hadîsde:

«Namaz sana nerede yetişirse hemen kıl» buyrulmuştur. Böy­le hadîsler başkalarında da vardır. Birinci mânaya göre mescidler evlerin içine yapılacaktır. Bu takdirde hadîsimiz teshilin yani onu sebilleştirmenin ve hak yolunda umum tarafından kullanılmak üze­re açılmasının şart olduğuna delâlet eder. Çünkü hemen mescid adı takmakla mescid oluverse bu binaların sahiplerinin mülkünden çıkması lâzım gelir. Bazılarına göre murad: Evlerin bulunduğu mahal­lerdir:

[610] «Sîze fasıklar darını göstereceğim» âyeti bu kabildendir. Çünkü arap-lar kabilelerin toplandığı yere «dar» derlerdi. Sevrî: «Mescidlerin dar­ların içinde yapılmasından murad, kabilelerdir» diyor.[611]

 

263/195- «Ebu Hüreyre radıyaMahü anh'ten rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah saltaîlahü aleyhi ve sellem:

— Allah Yahudilerin belâsını versin; Peygamberleri­nin kabirlerini mescid yaptılar; buyurdu.»[612]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir. Müslim: «Hıristiyanlar da» ibare­sini ziyâde etmiştir.[613]

 

263/195- «Buharı ile Müslim'de Âişe hadîsinden (şu parça vardır):

Hıristiyanlar aralarında salih zât öldümü kabrinin üzerine bir mescid yaparlardı.» Bu-hadîsde «Bunlar mahlu-kâtin en kötüleridir» ibaresi de vardır.Müslim (204 — 261) Hazreti Âîşe (R. Anhâydah şu hadîsi rivayet ediyor:

«Âİijb radiycdlahü anhâ dedi ki: Gerçekten Ümmü Habibe ile Ümmü Seleme Resûiüilah (S.A.V.)'e Habeşistanda içersinde resimler bulunan bîr kilise gördüklerini ahlattılar da Resûlüllah (S.A.V.) :  Şüphe yok

ki, bunlar, aralarında salih kimse bulunup, öldüğü za­man kabrinin üzerine bir mescid bina ederler ve o suret­leri yaparlardı. Bunlar kıyamet gününde Allah'ın indinde mahlûkatın en kötüleri olacaklardır» buyurdu.

Kabirleri mescid yapmak içersinde namaz kılmağa da üzerlerin­de namaz kılmağa da şâmildir. Yine Müslim'de şu hadîs vardır:

«Kabirlerin üzerine oturmayın. Ne onlara doğru, ne onla­rın üzerinde namaz kılmayın.» Kadı Beyzavî (685) tefsirin­de şöyle der: «Vaktaki Yahudilerle Hıristiyanlar Peygamberlerinin sanma tazim için onların kabirlerine secde ettiler, kabirleri kıble yaparak namazda onlara doğru döndüler — Allah belâlarını versin — kabirleri put ittihaz ettiler; müslümanlar bundan menedildi. Amma bir kimse salih bir zâtın civarına mescid inşa eder ve bundan ona tazim ve ona doğru teveccüh değil de, sırf yakın bulunmak suretiy­le teberrük kasdederse, bu tehdide dahil olmaz.    BeyzavVnin «ona tazim ve ona doğru teveccüh değildi, sırf   teberrük için»   diyerek yaptığı ta'lili   Sübülü's - Selâm-»   sahibi   beğenmemektedir. Bu söze kargı «o zâta yakınında mescid yapmak, ve onunla teberrük kas-detmek, onu tazimdir» dedikten sonra; «Nehy hadîsleri mutlaktır; Beyzavî'nin dedikleri ile ta'lil etmeye bir delil yoktur. Anlaşılan bu­rada illet «Şeddi zeria» yani fenalık yolunu kapamak ve faidesi zararı olmayan,   İşitmeyen   cemaatı   tazim eden putperestlere   benzemekten uzak bulunmaktır. Çünkü bu bâbda sarf edilen mal tamamiyle faideden hali olup, nahak yere israftır. Bir de bu, kabirlerin üzerine mum yak­mağa sebep olur ki, failine lanet   okunmuştur.» diyor.Ve kabirlerin üzerine yapılan türbelerle kubbelerin sayısız mefsedetlerinden bahsedi­yor ise de Hak olan San'anî'mn iddiası değil, BeyzavVnin sözüdür. Nitekim, Fukaha-ı Kiramın kavilleri de budur. Hakikatda ne Sule-lıadan birinin kabrine yakın Mescid yapmak, putperestliğe benze-mekdir ne'de Hâşâ!, O kabirde yatan zâta tapmakdır. San'anî mer­hum burada galeyane gelerek melûf bulunduğu mezhebi sezdirmiştir:

«Allah yahudilerle hıristiyanların belâsını versin...» Fakat hıristiyanları katınca mes'ele müşkilleşir. Çünkü onları Hazreti İsa'dan başka peygamberi yoktur. Hazreti İsa Aleyhisseîâm ise diri olarak gö­ğe çekilmiştir. Buna cevaben bazıları hıristiyanların Hazreti İsa'dan gayri mürsel olmayan, yani kendilerine kitap verilerek gönderilme­yen peygamberleri vardı. Havariyyun ile Hazreti Meryem bunlardan­dır.» demiştir. Bazıları da: «Peygamberleri» tâbirinden, maksad hem yahudilerin, hem hıristiyanların peygamberleridir. Yahud murad: Pey­gamberlerle tâbi'leridir. Bu sözle ikisi birden kastedilmiştir; demişler­dir. Bu kavli şu hadîs de te'yid eder:     

«Peygamberlerinin ve salihinden olanlarının kabirlerini mescid ittihaz ederlerdi.» Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

En güzeli: «Yahudilerin Peygamberleri hıristiyanların da peygam­beridir. Çünkü hıristiyanlar her   Resule inanmakla   memurdurlar» demektir. Hadîsde son olarak geçen ismi işareti her iki fırkaya attir. Ve zem olarak kâfidir.

İttihaz etmekten murad: Yeni yapmağa ve yapılmışa tabi olmağa şâmildir. Şu halde yahudiler peygamberlerinin kabirlerini mescid yap­mış; hıristiyanlar da onlara tâbi olmuştur.[614]

 

265/196- «Ebu Hüreyre radiyaHahü anh'den rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Peygamber (S.A.V.) süvariler gönderdi. Bunlar bir adam ge­tirdiler ve onu mescidin direklerinden birine bağladılar. İlâ âhir...»[615]

 

Bu hadîs Müttefekun Aleyh'dir.

Getirilen adam Sümame b. Üsal'dir. Nitekim Sahîheyn'de ve şâir hadîs kitaplarında ismi geçer. Fakat onlarda Resûlüllah (S.A.V.)'in emir vererek bağlattığı yoktur. Yalnız bağladıklarına ses çıkarmamış ,bina-enaleyh takrir buyurmuştur. Hadîsin kıssasında Resûlüllah (S.A.V.)'in. üç günde bir yanma uğrayarak :

«Nen var yâ Sümâme...» dediği zikrediliyor.

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Bu hadîsde esiri    mescide bağlamanın caiz olduğuna delil vardır. Getirilen esir isterse kâfir olsun. Şu halde hadîs :

«Şüphesiz ki mescid zikrullah ve taat içindir.» Hadîsini tah­sis eder. Resûlüllah (S.A.V.)'in Sakîf hey'etini mescidde konaklattırdı-ğı sabittir Hattâbi (— 388) diyor ki: «Bu hadîsde, müşrikin ihtiyacı olduğu zaman mescide girebileceğine delil vardır. Meselâ: Mescidde olup dışarı çıkmayan borçlusunu yakalamak, mescid içinde dâva halleden hâkimin huzurunda dâvaya durmak gibi hallerde müşrik mes­cide girebilir. Resûlüllah (S.A.V.)'in Mescidine Kâfirler sual sormak ve diğeri bazı şeyleri görmek için gelirlerdi. Orada uzun uzadıya ka­lırlardı. Ebû Dâvud (202 — 275)'un Ebû Hüre*yre'den tahrîc ettiği bir hadîsde, Resûlüllah (S.A.V-)'e mescid içinde iken yahudilerin geldiğin­den bahsolunmaktadır.

Vakıa müşrikler hakkında- KuKan-ı Kerîmde :

[616] «Mescİd-i Harama yaklaşmasınlar» buyrulmuştur.    Amma bundan murad : Hacc veya Umre yapmalarına imkân verilmemekdir,

[617] «Onlar için mescidlere ancak korkarak girmek vardır.» Âyeti Kerî­mesi ise müşriklerin mescidlere girmesini haram kılmak için tam de­lil olmaz. Çünkü bu âyet hıristiyanlar Beyt-i Mukaddesi zaptederek içersine pislik attıkları zaman, yahut Kureyş, Hudeybiye senesi Resûlül­lah (S.A.V.)'i Umre yapmaktan menettikleri vakit nazil olmuştur. Zapt ve istilâ, tahrip gibi maksadlarla girmezlerse hüküm nedir? Âyet-Î Kerîme bu suale cevap vermiyor. Herhalde Musannif merhum bu ha­dîsi, müşriklerin mescide girmelerinin caiz olduğuna delil olmak üze­re getirmiş bulunsa gerektir. Nitekim Mescid-i Haramdan mada mes­cidlere girip girmiyecekleri hususunda Imam-ı Şafii'nin reyi de böyle­dir.[618]

 

266/197- «Ebu Hüreyre'den (rivayet olunmuştur ki) Ömer radiydl-Jahü anh mescidde şiir okuyan Hassan'ın yanına uğramış ve ona bir bakmış. Hassan; ben burada senden daha hayırlısı varken okuyordum; demiştir.»[619]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Hadîs-î şerifin siyakından anlaşıldığına göre Hazreti Ömer (R. A.) Hassan'a bakınca Hassan bunun iyiye alâmet olmayıp inkâr mânasına geldiğini anlamış ve cevap vermiştir.

«Senden daha  hayırlısı»  sözü ile bittabi  Resûlüllah  (S.A.V.)'İ kasdetmiştir. îmam- Buharl (194 — 256) da bu kıs­saya işaret ederek Hassan[620]'ın mescidde Peygamber (S.A.V.) tara­fından müşriklere verdiği cevaptan bahseder. Hadîs-i şerîf, mescidde şiir okumanın caiz olduğuna delildir. Fakat îbni Huzeyme (223 — 311) nin 'tahrîc ettiği TirmizVnm de sahîhlediği Amr b. Şuayb hadîsi ile diğer bazı hadîsler buna muarızdır. Amr b. Şuayb hadisi şudur:

«Resûlüllah  (S.A.V.)  mescidde şiirler okumayı yasak etti.» Bu hadîsin şâhidleri de vardır.

O hadîslerle babımız hadîsinin arası cem edilmiş ve yasak edilen şiirler câhiliyet devrine ait, öğünme şiirleridir kî, bunlarda sahîh bir heder ve maksad yoktur. Okunmasına izin verilenler ise böyle olmayıp sahîh bir maksad ifâde edenlerdir, denilmiştir. Bazıları: «Okunmasına izin verilen şiirlerin mesciddekileri meşgul etmiyecek cinsten olmala­rı şarttır» derler.[621]

 

267/198- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir.Demîştir ki; Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem:

— Kim bir adamı mescidde kayıp hayvan ararken işitirse, «Allah onu sana iade etmesin» desin. Çünkü mes-cidler bunun için yapılmamıştır; buyurdular.»[622]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.

Hadîs-i şerîfdeki beddua, o adama ceza içindir. Çünkü mescidde, caiz olmayan bir şeyi irtikâp etmiştir. Hadîsin zahirine bakılırsa- bed­dua aşikâre edilecektir. Hem edilmesi lâzımdır. Çünkü mescidler hay­van aramak İçin değil, zikrulfah için, namaz kılmak, ilim Öğrenmek ve hayırlı şeyler müzakere etmek için yapılmıştır.

Bu hadîs, mescidde hayvan' arayıp soruşturmanın memnu olduğuna delâlet eder. Hayvandan gayrı kayıpların soruşturulması da bu hük­me dahildir, deniliyor. Zira illet birdir. O da «Çünkü mescidler bunun İçin yapılmamıştır.» sözüdür. Şu halde gerek mescidde ge­rekse başka yerde bir şey kaybedenler mescidin kapısına oturup giren­lerle çıkanlara dışarı da soracaklardır.[623]

 

267/199- «Ebû Hüreyre radıyallahü anh'öen rivayet edilmiştir ki; Resûlüllah sdtlallahü aleyhi ve sellem :

— Bir kimseyi mescidde satarken veya satın alırken görürseniz ona; «Allah ticâretine kâr ettirmesin; dey'" bu­yurdu.»[624]

 

Bu hadîsi, Tirmizî ile Nesâî rivayet etmişlerdir. Nesâî onu «Hasen» bulmuştur.

Hadîs-i şerif, camilerde ahş-veriş yapmanın haram olduğuna de­lildir. Ahş-veriş görenlerin faillerini menetmek için açık açık «Allah ticâretine kâr ettirmesin» demeleri lüzumuna da delâlet ediyor. Buna. sebep ve illet yukanki hadîsde beyan edilen «Çünkü mescid-ler bunun için yapılmamıştır» hadîsi şerifidir.

Buna rağmen yine de mescidde ahveriş yapılsa acaba sahih ve mün'akid olur mu? Bu suale cevaben Mârudî (_450): «Evet, bilittifak mün'akid olur» diyor.[625]

 

269/200- «Hâkim b.  Hizam[626] radiyallahü    anh'den  rivayet edil-* mistir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve seîîem :

— Hadler mescidlerde ikâme edilemez, oralarda kı­sas da yapılamaz; buyurdular.»[627]

 

Bu hadîsi, Ahmed ve, Ebu Dâvud zayıf bir senedle rivayet etmiştir.

Hadîsi, Hakim (321 — 405), İbnü's - Seken (294 — 353) Dâre Kutnî (306 — 385) ve Beyhakî (384 — 458) de rivayet etmişlerdir. Musannif merhum «Telhis» de: Bunun isnadında beis yoktur» der.

Bu hadîsi mescidlerde hudut ikâmesi ile kısas yapmanın haram olduğuna delildir. Nitekim yerlerinde görülecektir.[628]

 

270/201- «Âişe radıyallahü anhâ'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Hendek günü Sa'd yaralandı. Ve Resûîüllah (S.A.V.) kendisini yakın­dan dolaşabilmek için üzerine mescidde bir çadır kurdu.»[629]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Hadîs-i şerîf mescidde hasta ve yaralı bakıîabileceğine, uyunacağı­na, çadır kurulabileceğine delildir.

«Hudud» : Haddin cem'idir. Hadd; lûgatta : Menetmek manasına­dır. Istılahta ise zina, içki ve hırsızlık gibi şeylerin sebeplerini men-eden mânilerdir ki, bunların bazısı dayak, bazısı el kesme, kelle kes­me gibi şeylerdir.[630]

 

271/202- «(Bu da) ondan. Demiştir kî: Resûlüllah (S.A.V.)'in, ben mescidde oynayan Habeşlilere bakarken beni örttüğünü gördüm, ilh...»[631]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Buharî'nin bir rivayetinde oyunun kalkan ve harbilerle yapıl­dığı; Müslim'in bir rivayetinde sade harbilerle yapıldığı beyan olu­nuyor. Yine Buharî'nin bir rivayetinde günün bayram olduğu bildi­riliyor. Bu da sevinç günlerinde böyle oyunların mescidde. oynana­bileceğini gösterir ise de bunun Kitap ve sünnetle mensuh olduğu iddia ediliyor. Kitaptan nâsihi :

[632] «Bina edilerek içlerinde isminin anılmasına Allah'ın izin verdiği evlerde...» Âyeti kerimesidir. Sünnetten de hadîsidir. Maamafih nesh iddiasına itiraz edenlerde olmuş ve: Hadîs zaittir. Sonra ne âyette, ne de hadîsde neshe dair bir sarahat yoktur. Tarih de malûm değildir ki nesh iddia edilebilsin demişlerdir. Habeşlilerin oyununun mescid haricinde olduğunu, Hazreti Âişe'nin mescidde bulunduğunu da iddia edenler olmuştur.

Hazreti Âişe (R. Anhâ)'mn    ecnebiyye olduğu halde oynayanlara bakması, kadının insan topluluklarına    ferdlerini   ayırmaksızın toptan bakışının caiz olduğuna delâlet eder. Nitekim camiye giren ve çıkan cemaata ve keza yollardaki kalabalığa bakmak da böyledir. Mes'elenin tahkiki yerinde gelecektir.[633]

 

273/203- «(Bu da) ondan, (demiştir ki):  Bîr kara cariyenin mescîd-de çadırı vardı. Bana gelir ve yanımda konuşurdu... İlâh...».[634]

 

Bu hadîs, MÜttefekun Aleyh'dir. Bu  hadîs  Buharî'de  Hazreti  Âişe'den  şu   lâfızlarla  rivayet  olunuyor:

«Arap kabilelerinden birinin kara bir cariyesi vardı. Bunu âzâd etmiş­ler. Fakat onlarla beraber yaşıyormuş. Birgün kabilenin bir kız çocuğu üzerinde kayış parçaları ile işlenmiş kırmızı  bir kuşak    olduğu    halde sokağa çıkm:ş. Câriye diyor ki : Kız kuşağı bıraktı. Yahut da ondan düştü. Kuşak yerde iken bir çaylactk geçti ve onu et sanarak kâptı. Onu aradılar fakat bulamadılar. Ve kuşaktan dolayı beni itham ettiler. Artık benî araştırmağa başladılar. (Hattâ Önünü bile aramışlar.) Diyor kî: Vallahi ben yanlarında duruyordum. Bir de ne göreyim çaylacik çtka geldi ve o kuşağı atıverdİ. Aralarına düştü. Ben: İşte beni itham etliğiniz şey! Vehmettiniz! Halbuki ben bundan beriyim; işte o! de­dim» Hazreti Âİşe (R.Anhâ) diyor ki bunun üzerine câriye Resûlüllah (S.A.V.)'e gelerek müslüman oldu. Bu cariyenin mescİdde bîr çadırı veya kıldan evi vardı. Bana gelir yanımda muhabbet ederdi. Oturur oturmaz şunu söylerdi: «Kuşak günü Rabbimizin acayiplerindendir.» «Beri bak, hiç şüphe yek ki o beni küfür diyarından kurtardı.»

Âişe diyer ki: Ona, «ne oluyor sana ki oturur oturmaz bunu söylü-yersun? dedim. Bana bu hadîsi anlattı.»

İşte Musannifin «El-Hadîs» diyerek okunmasını bize havale kıldığı hadîs budur. Bu hadîs de erkek veya kadın bir müsiümanın evi yoksa fitneden emin olmak şartı ile mescidde yatıp kalkabileceğine; mescide çadır ve şâire kurulabileceğine delâlet vardır.[635]

 

273/204- «Enes radiyallahü anh1'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Mescidde tükürmek günahtır; keffareti onu göm­mektir; buyurdular.»[636]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Eu h&dîs, m:scidde tükürmenin günah olduğuna; tükürüğü gömniL'k bu günah için keffaret olacağına delâlet ediyor. Halbuki yukarda huşu tâbınm 257/190 Nolu hadîsinde; «sol tarafına veya ayağının altı­na tükürsün» buyrulmuştu. Şu halde bu hadîs oradakine muarızdır. Çünkü o hadîsin zahiri âmm'dır. Binâenaleyh mescidde olana da şâmil­dir. Ncvcvl {631 — 676) eliyor ki: «Bu hadîslerin ikisi de âmm'dır. Lâkin ötekinin umumu mescidin içinde olmamakla tahsis edilmiştir. «Halite» hadîsinin umumu mescid içinde olan hakkında tahsis edilmeden kal­mıştır. «Kadı îyaz» (476 — 544): «Mescidde tükürmek yere gömülmez-se günahtır; gömülürse, günah olmaz» diyor. Hadîs imamlarından ba­zıları bu re'ye kail olmuşlardır. îmam-ı Akmed b. Hanbel (164 — 241) ile Taberânî (260 — 360)'nin «Hasen» bir isnadla Ebû Ümâme (R. A.)f-den merfûan rivayet ettikleri şu hadîs de bu re'yi te'yîd eder:

«Bir kimse mescidde tükürür de onu gömmezse günah­tır. Gömerse sevaptır.» Anlaşılıyor ki tükürüğü ancak gömülmediği takdirde günah addetmiştir. Müslim'in Hazret! Ebû Zer'den mer­fûan rivayet ettiği şu hadîs de öyledir.

«Ümmetimin'günahları arasında mescidde olup da gö­mülmeyen tükürüğü buldum.» Selef-i Salihîn hazârâtı bunu böy­lece anlamışlardır. «Sünen» nâmındaki hadîs kitaplarında Said b. Man&ur'd&Ti, o da Ebû übeyde b. EJ-Cerrah''dan işitmiş olmak üze­re şu hadîs rivayet olunmuştur.

«Ebû Ubeyde bîr gece mescidde tükürmüş ve gömmeyi unutmuş; hat­tâ evine dönmüş. Hemen ateşten bir şule alarak tükürüğü aramağa gelmiş; nihayet onu gömmüş ve: Allah'a hamdolsun ki bu gecenin gü­nahı   üzerime   yazılmadı;  demiş.»  Görülüyor  ki,   Hazret!   Ebû  Ubeyde tükürüp gömülmeden bırakıldığı zaman günah olacağını anlamıştır. Yu­karda görmüştük ki, günah olan sağ tarafa veya kıbleye tükürmektir. Sol tarafa veya ayağının altına tükürmek günah değildir. Binâenaleyh bu hadîs oradaki hadîsle tahsis ve takyîd olunmuştur.

Cumhur-u ulemâya göre (gömmekten) murad: Tükürüğü mescidin içine, mescidin toprağı ve kumu ile örtmektir. Bazıları mescidden dı­şarı çıkarıp gömülür demişlerse de, bu ihtimalden uzaktır.[637]

 

274/205- «(Bu da) ondan.  Demiştir ki:  Resûlüllah  (S.A.V.) :

— İnsanlar mescidler hakkında Övünmeye başlayın­caya kadar kıyamet kopmaz; buyurdular.»[638]

 

Bu hadîsi, Tirmizî müstesna Beşler tahrîc etmişdir.İbni Huzeyme de sahîhlemiştir.

Mescidler hakkında övünme : «Benim mescidin senİnkinden daha yüksek, daha muhteşem, ve ziynetli» gibi sözlerle olduğu gibi binayı yüksek yapmak ve ziynetlemek suretiyle fiilen.de olur.

Hadîs-i şerîf Peygamberliğin alâmetlerindendir. «Kıyamet kopmaz» tâbirinden mescidler hakkında övünmenin kıyamet alâmetlerin­den olması manâsı çıkarılabilir. Bu hadîsde övünmenin mekruh oldu­ğuna ve kıyamet alâmetlerinden sayıldığına Allah-ü Teâlâ'nm bina iti­barı ile değil, ibâdet ve taat itibarı ile mescidlerin muhkem ve mamur olmasını dilediğine delâlet vardır.[639]

 

275/206- «İbnİ Abbas radiyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki:  Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

«Ben mescidleri muhkem kurmak için emir almadım; buyurdu.»[640]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud tahrîc etmiş ve İbni Hibban sahîhlemiştir. Tamamı şöyledir:

«OnJarı yahudilerle hıristiyanların süslediği gibi tezyin edirt diye (de emir almadım).» Fakat bu cümle İbni Abbas (R.A.)'m kendi ifâdesinden müdreçtir. Herhalde Peygamber (S.A.V.)'in beyanlarından, bu ümmetin binayı sapasağlam oturtarak harç ve kireçle ziynetleme hususunda Benî İsrail'in yolundan gideceğini anla­mış da söylemiş olacaktır.[641]

Hadîs-i şerif, kerahet veya fahrim ifâde ediyor. Zira yahudilere ve hiristiyanlara benzemek haramdır. Çünkü mescidlerin bina edilmesin­den maksad, yalnız soğuktan ve sıcaktan korunmaktır. Onları ziynet-lemek, ibadetin ruhu mesabesinde olan huşu'dan kalpleri ahkoyar. Mihlaplanri ziyn etlenebil e ceğine dair bir kavi varsa da, o da doğru değil­dir, mekruhtur. Çünkü namaz kılanın kalbini meşgul eder. «El-Bahrü'z-Zahhâr» sahibi (El-Mehdî) Harameyn-i Şerifeyn diye yaddettiğimiz Kâbe-İ Muazzama ile, Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin tezyinine çata­rak şunları söylüyor: «Şüphesiz ki Haremeyn'in tezyini, hall-ü fasl sa-hiblerinin ve sükûtu rıza sayılmayanların yani ulemânın re'yi ile olma­mıştır. Bunu ancak cebbar hükümdarlar fazilet ehlinden tek birine da­nışmadan yapmışlar, müslüma-nlar ve ulemâ da rıza göstermeden sus­muşlardır. «Sübülü's - SeZâm» sahibi bu sözü naklettikten sonra tak­dirini gizlemeyerek «bu güzel bir sözdür» dedikten sonra : Resûlüllah (S.A.V.)'in ;

«Emrolunm&dim» sözünde tezyinatın iyi bir şey olmadığını iş'â-r vardır; çünkü iyi olsa Resûlüllah (S.A.V.) emrederdi diyor.» Ve müd­afaasını isbat için BuharVden, îbni Battâl'd&n deliller getiriyor. Bu-harV den. delili İbni Ömer (R.A.ydm rivayet edilen şu mealdeki ha­dîstir. Resûlüllah (S.A.V.)'in mescidi onun zamanında kerpiçten yapıl­mıştı. Tavanı hurma dalından, direkleri hurma ağacındandı. Ebû Bekir ona bir şey ilâve etmedi; Ömer ilâve etti ve onu Resûlüllah (S.A.V.) zamanındaki temeli üzerine kerpiçle ve hurma dalı ile bina etti; direk­lerini de tekrar odundan yaptı. Sonra onu Osman değiştirdi ve ona bü­yük bir ziyâde ilâve etti. Duvarlarını nakışlı taşlarla ve kireçle bina et­ti. Direklerini nakışlı taşlardan-; tavanını saç ağacından yaptı.» «îbni Battâl'da,: «Bu, mescid yaparken iktisad yapmanın, onları güzelleş­tirmek için haddini aşmamanın sünnet olduğuna delâlet eder.» de­miş. «Sübülü's - Selâm» sahibi devam ile: «Ömer, zamanında bunca fütuhat ve mal çokluğu olmasına rağmen bu mescidi bulunduğu şekilden değiştirmemiş, yalnız yenilemeğe mecbur olmuştu. Çünkü hurma dalları onun zamanında eskimişti. Sonra onu tamir ederken de: İnsan­ları yağmurdan koru! Sakın kızarıp sararma. İnsanları fitneye sokar­sın» demişti. Daha sonra Osman geldi. Onun zamanında mal daha da çoğaldı. O da mescidi lüzumsuz tezyinat ile güzelleştirdi. Bununla be­raber bazı sahabe kendisine inkâr ve itirazda bulundu. Mescidleri ilk tezyin eden, Velid b. Abdülmelik'iir. Bu da sahabe devrinin son­larına rastlar. Ehl-i ilmin birçoğu fitneden korkusuna bunu inkâr etmekten kaçınmıştır» diyor.

Re'yi âcizanemce bu bâbda ne «El-Bahrü'z - Zahhar» sahibinin takdirine lüzum vardır; ne de «Sübülü's - Selâm» sahibinin takdirine.

Çünkü Harameyn-î Şerifeyn'i ziynetleyenler bunu -hâşâ- bir kimse­ye cebir ve kahrolsun diye değil, îslâmın iki büyük şiarı ve küre-i arzın medâr-ı iftiharı olan bu mübarek yerlerin birer Beyfuilah olması ibâ­detlerin başka yerlere nisbetîe buralarda bin kat daha sevablı olması dolayısı ile onlara karşı bir nişâne-i hürmet ve ta'zim olmak üzere yapmışlardır. Binâenaleyh şu hareketlerinden dolayı takbihe değil, asıl takdire lâyik olan onlardır. Nitekim şeâir-i diniyyesini[642] ta'zim eden­lere belîğ bir takdirname olmak üzere Tealâ Hazretleri :

[643] «Allah'ın şeâîrine kim fa'zim gösterirse muhakkak o ta'zim kalple­rin takvasındandır» buyuruyor. Vakıa Fahri Kâinat (S.A.V.) Efendimiz her şeyde sadeliği sever, israf ve tebzirden son derece sakımrlardı. Bu cümleden olmak üzere bina ziynetine de ehemmiyet vermezlerdi. Fakat bu mes'ele zamanların değişmesiyle değişmiyecek, zarûriyattan değil­dir. Nitekim daha Hazreti Osman (R. A.) devrinde Mescid-i Nebevî'nin şeklen değiştirilmesi bunu gösterir.

Sonra fıkıh kitaplarımız mescidlerin nakışlanmasında bir beis yok­tur; diyor. Hattâ Âlimlerimizden bazıları bunun için güzel bir ibâdet­tir; demiş. Bir takımları mekruh saymıştır. Fakat ehl-i tercih fukahâ, ibâdet olmasını kabul etmiş: sebeb olarak da; «çünkü bu ona ta'zim dir» demişlerdir. Herhangi bir mescid hakkında İslâm hukukunun ver­diği hüküm bu ise artık mescidlerin en güzidesi olan Harameyn-i Şerİ-feyn'in tezyini hakkında ne denilir bilemem![644]

 

276/20- «En e s radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve selîem :

— Bana ümmetimin ecirleri arzolunclu. Hattâ kişinin mescidden çıkardığı çör çöp bile; buyurdu.»[645]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud ile Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî garip bul­muş; İbni Hİbbân sahîhlemiştir.

Hadîs-i şerîf bir kimsenin mescidden çıkardığı çör çöp az da olsa yine çıkarana sevab. olacağına delildir. Bunda Beytullâhı temizlemek mü'minlere eziyet veren şeyleri gidermek vardır. Mefhum-u muhalifini alırsak mescide çör çöp getirmenin günah olduğu anlaşılır.[646]

 

277/208- «Ebû Katâde radiydllahü cmft'den rivayet edilmiştir. De­miştir kî: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Biriniz mescide girdi mi, iki rek'ât namaz kılma­dan Oturmasın; buyurdular.»[647]

 

bu Hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Hadîs-i şerîf iki rek'ât nafile namazı kılmadan oturmayı yasak et­mektir ki buna «Tahiyyetü'l - Mescid» derler. Hadîsin zahirine bakılır­sa vücûb ifâde ederse de Cumhur-u ulemâ'ya göre buradaki emir ne-dip içindir.

Delilleri : Resulü Ekremin birisini cemaatin üzerinden geçerek gi­derken gördüğü zaman ona :

«Otur, muhakkak eziyet ettin» buyurmasıdır. Eğer Tahiyyetü'U Mescİd farz olsa, o zâta oturmasını emretmezdi. Bir de sununla istid­lal ederler:   Resûlüllah (S.A.V.) birisine îsîâmın beş şartını öğretmişdi. Adamcağız bunları öğrenince : «Bunlardan fazla bir şey yapmam» demişti. O zaman Resulü Ekrem :

«Doğru söyledi ise kurtuldu» buyurdular.

Zahir hadîse göre bu namaz ne vakit olsa kılınır ise de bittabi mes'-ele ihtilaflıdır; ve kerahet vakitlerinde kılınmaz. Kılmadan oturan son­radan kalkıp kılsa bazılarına göre caizdir. Bu hadîse göre caiz olma­mak lâzım gelir. Caiz görenlerin delili; İbni Hİbbân (— 354)'ın sahihin­de rivayet ettiği Ebû Zer hadîsidir. Bu hadîse göre Hazreti Ebû Zer mescide girmiş; Resulü Ekrem kendisine sormuş:

«İki rek'ât namaz kıldın mı? Hayır demiş. Öyle ise kalk onları kil» buyurmuşlar. Bunun üzerine îbni Hİbbân :

.«Mescid tahiyyesi oturmakla elden gitmez» diye bir, başlık yapmıştır. «İki rek'ât» tâbirinin ziyâde yönünden mefhumu yoktur. Fakat noksan yönünden vardır. Zira bir reR'âtlı tahiyye namazı olmaz. Mescidin umûmundan Mescİci-i Haram hariçtir. Çünkü onun tahiyyesi namaz de­ğil, tavaftır. Zira Peygamber (S.A.V.) tavaftan başlamıştır. Bazıları, bu adam oturmamıştır. Oturmayana tahiyye-i mescid meşru değildir, derler. Mescid-i Harama giren evvelâ oturmadan tavaf eder, sonra ma­kamın namazını kılar: Binâenaleyh namaz kılmadan oturmamış olur. Fakat girdiğinde tavaftan evvel oturmak isterse, tahiyye namazı ken­disine meşru1 olur. Bu hükümden bayram namazını da istisna ederler. Zİrâ bayram namazından önce ve sonra Hazreti Peygamber (S.A.V.) namaz kılmamıştır; derlerse de buna: Resulü Hhrern oturmadı ki, ta­hiyye-i mescidi bıraktı, denilebilsin. Zaten ekseriyetle bayramları sah­rada kılardı. Sahranın tahiyyesi yoldur. Mescidinde bir defacık bay­ram namazı kılmıştır. Onda da oturmamıştır.» diye cevap verilir. Mes­cide giren tahiyye-i mescidden başka bir namaz kılsa meselâ: Vaktin farzı kılmıyorsa ona niyyet ediverse, tahiyye namazının yerini tutar. Hattâ böyle dar zamanda tahiyye namazı memnudur bile. Bir hadîsde:

«Namaz kılınırken, farzdan başka namaz kılmak yoktur» buyrulmuştur.[648]

 

«Namazın Sıfatı Babı»

 

278/209- «Ebû Hüreyre radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir kî: Peygamber sallallahü aleyhi ve seîlem (namaz kılmayı beceremiyen HalUd b. Râfi'a):

Namaza kalktığın zaman abdesti tastamam al. Son­ra kıbleye karşı dön ve tekbir al; sonra Kur'andan sana mümkün olanı oku, sonra rükû et. Tâ rükû halinde itmi'-nan buluncaya kadar. Sonra doğrul, tâ dosdoğru olunca­ya kadar. Sonra secde et. Tâ secde halinde itmi'nan bu­luncaya kadar. Sonra doğrul, tâ oturarak itmi'nan buluncaya kadar; sonra secde et. Tâ secde halinde itmi'nan buluncaya kadar; sonra bunu bütün namazında yap; bu­yurdular.»[649]

 

Bu hadîsi, Yediler ta-hric etmiştir. Lâfız Buharî'nindir.  İbni Mâcenin rivayeti Müsüm ricali isnadı ile «tâ oturarak itmi'nan bulun-caya kadar»dır.[650]

 

278/209- «Ahmed ile İbni Hİbbânm (Müsnedlerin) de kî Rifaa b. Rafi radiyallahü anh hadîsinde : «Tâ doğrularak itmi'nan bulun­caya kadar»  denilmekte;   Ahmed'în    (rivayet  ettiği)     bir  lâfızda   :

(Belini doğrult. Tâki kemikler (yerlerine) dönsün» buyruimaktadır. Nesâî İle Ebû Davud'un Rİfaa b. Rafi'den (merfûan rivayet­lerinde): Mes'ele şu ki : Abdesti tastamam Allah'ın emretti­ği gibi almadıkça sonra iftitah tekbiri için Allah'a tekbir getirerek ona hamd-u sena etmedikçe, sizden hiçbirini­zin namazı tam olmaz» denilmiştir. (Yine Nesâî ile Ebû Davud'­un Rİfaa'dan tahrîc ettikleri) o rivayette : Ezberinde Kur'an varsa oku, yoksa Allah'a hamd et. Ona tekbir ve tehlil getir»denilmiştir.  Ebû  Davud'un   (Rifaa'dan)   rivayetinde : «Sonra Ümmü'1-K.itab (Fatihayı) ve Allah'ın dilediğini oku» cümlesi vardır. İbni Hibbân'ın (rivayetinde): «Sonra dilediğini oku» buyrulmuşfur.[651]

 

İzahat : «Kur'andan   sana mümkün   olanı   oku»   ifadesi

«Sübhâneke» okumanın vâcib olmadığını gösteriyor. Çünkü vâcib olsa, emrederdi. Kur'andan da neyi bilir veya dilerse onu okuması lâzım gel­diğini, binâenaleyh Fatihayı okumasa bile namaz sahih olacağı zannını veriyor. Mes'elenin tahkiki yerinde görülecektir. «Rükû et, tâ rükû halinde itmi'nan buluncaya kadar» tâbiri ile secdeler hakkın daki ayni tâbirler, rükû, ve sücûdun ve bunlardaki ta'dili erkânın lü­zumuna delildir. Bu minval üzere bir rek'âtın sıfatı tarif buyrulduktan sonra: «Bunu bütün namazında yap» diyerek namaz ta'lim edil­miştir. Bittabi bir rek'ât nasıl kıhmrsa geriye kalan da öyle kılınır. Yalnız îftitah tekbiri tekrar tekrar meşru olmadığından birinci rek'âta mahsustur. Bu hadîsi YedÜer birbirine yakın lâfızlarla tahrîc etmişler­dir, îbni Mâce, Müslim'in ricalinden rivayet etmiş; yalnız Buhar yerine ondakinde denilmiş ve rükûdan doğruluktan âza- yatışıncaya    kadar   durmanın lüzumu beyan olunmuştur.

«Hadîsin misli» yani îbni Mdce'nin tahrîc ettiği hadîsin bir eşi aşağıdaki hadîsde işaret edilendir:

— 322 —

Hadîsin buradaki rivayetlerinden birinde: «Tekbir getirerek ona hamd-Ü sena etmedikçe» denilmiştir. Bu hamd-ü-senâdan murad «Sübhâneke» okumaktır. Ve İftitah tekbirinden sonra onun okun­ması lüzumuna bu hadîs delâlet eder. Bu bâbda aşağıda izahat gele­cektir.

Tekbir : Allahü Ekber demekle; tehlil de:demekle olur. Tekbir ve tehlil emri Kur'an okumasını bilmeyenlerin Kur'an ye­rine bunları okumaları lüzumuna delildir. Yukardaki hadîs-i şerif ulemâ arasında «namazını beceremiyenin hadisi» unvanı ile anılır. Ve pek büyük bir ha­dîstir. Namaz kılana hususî İstılahı ile farz ve vâcib neler varsa, hep­sini öğretmektedir. Delâlet ettiği ahkâm çok olduğu için biz bunları sı­raya koyarak rakamla göstereceğiz:

1— Namaz kılrriak isteyen herkese abdest almanın lâzım olduğuna delâlet ediyor. Bu hususta abdest âyeti olan :

 [652] «Neye delâlet ederse hadisimiz de aynen ona delâlet etmektedir.»

Ve hitab abdesti olmayanlaradır. Buharî'nin (194 — 256) rivayet ettiği hadîsin mücmel bıraktığını Nesâî (215 — 303)'nin rivayeti izah ve tafsil etmiştir. Nesâî'nin rivayeti şudur:

«Tâ ki Allah'ın emrettiği gibi tastamam abdest aîıp yü­zünü ve ellerini dirsekleri ile beraber yıkayıp başına da mesh ederek, ayaklarını topukları ile beraber yıkayınca-ya kadar »

Bifaa b. Hafi' raöiyallahü anh: Ensardan'dır. Künyesi Ebû Muaz'dır. Be­dir, TThud ve şâir gazalara iştirak etmiştir. Cemel ve Sıffîn vak'alarında Haz-reti Ali (R. A.) tarafında bulunmuştur. Namaza müteâllik bir hadîs rivayet ettiğini söylerler.                                                                            

Bu tafsilât mazmaza ile istinşakın yani ağızla buruna su vermenin vâcib olmadığına delâlet eder. Ve artık bunların nerede emrolunduğu-nu görsek o emri vücub için değil, nedib mânâsına almamıza bir karine teşkil eder.

2— Hadîsimiz İstikbal-İ Kıblenin vücubuna delâlet «diyor. Nitekim vâcib olduğunu yerinde gördük.

3— İftitah tekbirinin vücubuna ve hangi lâfızlarla olacağına delâ­let ediyor. Çünkü hadîsin Taberânî (260 — 360)'deki rivayetinde «Sonra Allah-ü-ekber diyecek» buyrulmaktadır. İbni Huzeyme (223 — 311) ile Ibni Hibbân (— 354)'in sahîhledikleri ve îbni Mâce (207 — 275)'in rivayet ettiği Ebû Humeyd hadîsinde Resûlüilah (S.A.V.) in şöyle namaz kıldığı beyan ediliyor:

«Namaza kalkdı mı dimdik doğrulur ve ellerini kaldırır; sonra Allah-ü-ekber derdi.» Bu hadîsin bir mislini de Bezzâr sahîh bîr isnadla ve Müslim'in şartı üzere Hazreti Ali (R.A*)'âen tahrîc etmiştir. Hadîs şudur:

«Peygamber  (S.A.V.)  namaza  kalktığı zaman «Allâh-ii-ekber» der idi. Bütün bunlar, iftitah tekbîrinden muradın bu lâfız olduğunu gösterir.

4— Namazda Kur'an okumanın farz olduğuna delâlet ediyor. Çün­kü: «Kur'andan sana mümkün olanı oku» ve keza :

«Eğer ezberinde Kur'an varsa oku» emirleri namazda Kur'an okunması lüzumuna sünnetten en sarih delillerdir.    Kitabdan delil de :

[653] «Kur'andan mümkün olanı okuyun.» Ayeti Kerîmesi ile emsalidir.

Namazı mutlaka Türkçe kılmak ve dini mutlaka modaya uydurmak sevdasına kapılanlar lütfen şu delillere baksınlar: Baksınlar da söyle­sinler, bunlarda te'vil götürecek anlaşılmayan bir yer var mıdır? Bir irâde ile cihanları yoktan var eden Allah ile âlemlere rahmet olan Re­sulü: Biz müslümanlardan bilhassa namazda Kur'an okumamızı istiyor­lar. Kur'an bilmiyenlerih de ne okuması lâzım geldiğim tayin ve ta'Iim buyuruyorlar. Bir sözle, bize ya Kur'an okuyacaksınız, yahut bilmezse­niz tehlil ve tekbirle namaz kılacaksınız diyorlar. Tercüme ile namaz câîz olsa, acaba beyan etmezler mi idi? Bu suale biz cevap verelim: Beyan ederlerdi. Yarattığı kulunun dilini de bilen Rabbü'l-Âlemîn ter­cümeyi Kur'an yerine kabul etse, a raplar a : «Siz Kur'anın aslını oku­yacaksınız; arap olmayanlara siz de tercümesini okuyacaksınız» der idi. Bunu Allahü Zül-Csîâl demediği gibi, Resulü Zîşani da dememiş­tir. Biânenaleyh tercüme ile namaz caiz değildir. Tercüme ile namazın caiz olamayacağında Eimme-i Selâse denilen İmam-ı Mâlik, îmam-t Şafiî, ve îmam-% Ahmed b. Haribel hazaratı müttefiktirler.

Bizim imamımız lmam-% Âzam Ebû Hanîfe'ye gelince: Bir za­manlar tercüme ile namaz kılınır diye fetva verdiği rivayet olunuyor. Fakat sonra bu fetvasından dönmüştür. Hazreti îmam, kula kolaylık mülâhazası ile Kur'anı-Kerînrci biri mânâ, biri lâfız olmak üzere iki rük­ne ayırmış ve mânâyı aslî rükün, lâfzı zâid rükün addetmiştir. Aslî rü­kün hiçbir zaman sükut kabul etmez. Yani terk edilemez. Zâid rükün baş sıkışınca sakıt olur. Meselâ : İmam kalb ile tasdik ve dil ile ikrar­dan meydana gelir. Tasdik imamın aslî rüknü olduğundan hiçbir suretle sükut kabul etmezse de dil ile ikrar zâid rüknü olduğundan ölümle tehdit karşısında sükut eder. Ve tehdit edilen müslümanın kalbi imanla dolu olmak şartıyla küfür kelimesini söyleyebilir, işte Hazreti îmam buna kıyasen Kur'an-] Kerîmi biri aslî, biri zâid olmak üzere iki rükne ayırmış, ve namaz bir münâcaat hâli olduğundan o halde zâid rükün olan lâfzın sükutuna kail olmuştur. Ancak unutmamalıdır ki, bu fetva dahi umumî değil, yalnız namaza ve farsçaya mahsustur. Bununla be­raber mutlak da değil, «kılınan namaz mekruh olur» kaydı ile mukay­yettir. Âdet olmamak şartı ile de meşruttur. Görülüyor ki bu kadar kayit ve şartlarla sımsıkı bağlanmış bulunan bu fetva bir tecrübe mahi­yetinden öteye geçememiş, ve nihayet Hazreti İmam hatâsını anlayarak hemen Imameyn denilen Ebû Yusuf Muhammed'in kavline dönmüş­tür. Mes'ele bütün Fıkıh ve Usul-ü Fıkıh kitaplarından zikredilmiştir. İmameyn'in kavline gelince: Onlar hiç Kur'an okumak bilmeyen yeni bir müslümana Kur'an öğreninceye kadar bir iki gün terceme ile na­maz kumayı caiz görüyorlar. Fakat Müteahhİrîn ulemâmızın en bü­yüklerinden biri olan Kemal b. Hümam (788 — 861) bu mes'elede Ima­meyn kavlini de hatalı bulmakta ve: «Böylesi ümmî hükmündedir. «Ya­ni hiç okumak bilmeyen gibidir.)» Şu halde ya hiç okumayıp susacak, yahut sadece teşbih ve tehlil ile namaz kılacaktır. Tercemeyi okursa namazı bozulur» demektedir ki, Eİmme-i Selâsenin kavli de budur., Hak olan da budur. Çünkü sadedinde bulunduğumuz hadîsi şerifin tali­matı budur.

Hadîsi Ebû Dâvud (202 — 275)'deki rivayetinde :

«Ümmltt Kitabi oku.» îmam-î Ahmed {164 — 241} ile îbni Hib-ban'm (— 354} rivayetinde :

«Sonra Ümmü'l-Kurranı oku, sonra dilediğini oku» buyru-luyor. Ümmü'I-Kitâb, Ümmü'l-Kur'an»; fatihanın İsimleridir. Binâena­leyh rivayetlerin bu sarahati karşısında hadîsteki «Kur'andan sana mümkün olanı oku» ifâdesi fatihaya hamlolunur. Zaten bütün müslümanlar fatihayı bilirler. Yahud Resulü Ekrem (S.A.V.) muhatabın hâlinden onun fatihayı bilmediğini anlamıştır. Böylesi başka âyet veya sûre bilirse okuyacaktır. Ya-hut bu hadîs Fatihayı tayin eden hadîsle nesh edilmiştir; yahut murad: Fatihadan maada kolayına geleni oku demektir. Bu son ihtimali yukarda naklettiğimiz Imam-ı Ahmed ve İbnl Hibbân hadîsi te'yid etmektedir. Yahut ravî fatihayı söylemeyi unutmuş­tur.                                                                                

5— Namazda- Fatiha ile birlikte âyet veya sûre okumanın vücubuna delâlet ediyor. Zira :         

«Sonra Ümmü'l - Kitabı oku,   sonra dilediğini oku» emri bu hususta sarihtir.

6— Kur'an bilmeyene namazında : Hamd, tekbir ve tehliün yani Elhamdülillah, Allahü-ekber, Lâilâheillâllâh demenin kâfi geleceğine; bu bâbda muayyen lâfız ve muayyen mikdar olmadığına delâlet edi­yor. Maamafih lâfız tayin eden rivayet de vardır. Buna göre Kur'an bilmeyene namazında :

7— Rükûun ve rükûda jtmi'nânın vücûbuna delâlet ediyor. Rükûun nasıl yapılacağı îmam-ı Ahmetfin rivayet ettiği şu hadîsde beyan edilmiştir;

«Rükû ettiğin zaman avuçlarını   dizlerinin   üzerine koy; sırtını uzat ve rükûunu temkinli yap.» Bir rivayette :

«Sonra tekbir alır ve geriye dönersin, tâ mafsalların ya­tışıp, kendini sahncaya kadar» denilmiştir.

8— Rükûudan doğrulmanın; doğrulduktan sonra iyice dikilerek itmi'nan hâsıl etmenin vücûbuna delâlet ediyor. Çünkü:«Tâ doğrularak itmi'nan hasıl edinceye kadar».buyrulmuştur.

9— Secdenin ve şeddede itmi'nanın vücûbuna delâlet ediyor. Bu bâbdaki tafsilâtı tmam-\ JVesdî'nin (215 — 303) tshak b. EM TaZfca'dan rivayet ettiği §u hadîs veriyor:

«Sonra tekbir alır ve secde eder. Tâ yüzünü ve alnını iyi­ce yerleştirinceye kadar. Tâ ki m af s al Farı itmi'nan bul­sun ve salınsın.»

10— îki secde arasında oturmanın vücûbuna delâlet ediyor. NesâV-rivâyetinde:

«Sonra tekbir alır ve başını kaldırır. Tâ maksadının üze­rine iyice oturup doğruluncaya ve belini doğrultuncaya kadar» deniliyor. Bir rivayette de:

«Başını kaldırdığın zaman sol uyluğunun   üzerine otur»

buyurulmuştur. Binâenaleyh iki secde arasında oturmanın nasıl olacağı da beyân edilmiştir.

11— Geri kalan rek'âtler da Iftitah tekbîrinden maada bütün yu­karıda beyan edilen fiillerin yapılması vücûbuna delâlet ediyor. îftitah tekbirinin ilk rek'âtta hassatan namaza başlarken vâcib olduğu malûm­dur.                                                      

12— Her rek'âtta fatiha okumanın ye zammı sûrenin (yani fatihaya bir sûre veya âyet katmanın) Vücûbuna delâlet ediyor.    Bu husustaki tafsilât yerinde görülecektir.

Elhasıl bu hadîs-i şerîf cidden kıymeti büyük bir hadis olup, ulemâ-ı kiram tarafından gerek isbat, gerekse nefî hususunda tekrar tekrar ken­disiyle istidlal olunmuştur. İsbat yönünden bununla istidlal ederler. Çünkü: Resûtüllah (S.A.V.) bunu emir sigası ile sevk btryurmuştur. Nefî yönünden de bununla istidlal ederler. Çünkü: Makam, namazdaki vaci-batı tâlim makamıdır. Bazı vacibatı beyân etmeden bırakmış olsa: be­yanı, hacet vaktinden geriye tehir etmek lâzım gelir ki, bilicma caiz değildir. O halde: Bu hadîsde beyân edilmeyen herşey vâcib değildir; hükmüne varırız. Eğer bu hadîsin delâlet ettiği vücûb veya adem-i vücûb daha kuvvetli bir delİliİe muaraza ederse, tabiî M o delil ile amel olunur. Şayet bu hadîsin ihtiva etmediği bir şey hususunda emir siga-siyla bir haber gelirse, o emrin nedip mânâsında kullanıldığına bu ha­dîs karine olabildiği gibi zahirine göre vücûb için de kullanılmış olabi­lir. Herhalde amel için bir müreccih lâzımdır.

Bu hadîsde zikredilmeyen, fakat bilittifak vâcib olan şelerden biri de niyyettîr. Maamafih hadîs-i şerifin başında geçen :

«Namaza kalktığın zaman» tâbiri, niyetin vâcib olduğuna delil­dir. Çünkü niyyet bir şeyi yapmaya kasdetmekten başka bir şey değil­dir» denilebilir.

Yine bilittifak vacibattan biri de namazdaki son oturuştur. Hadîsde o da zikredilmemiştir. İhtilaflı mes'elelerden biri son teşehhüd ve ora­da okunan salâvat ile namazın sonundaki selâmdır.[654]

 

283/210- «Ebû Humeyd Sâid[655]i'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî : Resûlüllah (S.A.V.)'i gördüm (İftîtah) tekbir (ini) aldığı vakit ellerini omuz başları hizasına kaldırırdı. Rükû ettiği zaman ellerini dizlerine yerleştirir; sonra belini bükerdi. Başını kaldırdığı vakit bel kemiği fıkralarının hepsi yerine dönünceye kadar doğrulurdu. Secde etti mi el­lerini yaymadan ve büzmeden yere koyar; ayak parmaklarının kenar­larını kıbleye çevirirdi. İki rek'âtta oturduğu zaman sol ayağı üzerine oturur; sağ ayağını dikerdi. Son rek'âtta oturduğu vakit evvelâ sol aya­ğını yayar ve ötekini diker, mak'adinm üzerine otururdu.»[656]

 

Bu hadîsi, Buharı tahrîc etmiştir.

Bazı cümlelerinin izahı: Hattâbî (— 388) diyor ki: Kavs gibi eğrilmeyip, belini dümdüz bükmektir. «Buharî'nin bir rivayetinde bu kelimenin yerine denilmiştir. Ve aynı mânâyadır. Bir rivayette de :

«Başını kaldırmadan ve indirmeden» deniliyor. Bir rivayette: «Parmaklarının arasını açtı» denilmiştir: bundan murad : Kemal-t i'tîdaldir:

başını rükûdan kaldırdığı zaman demektir. Burada Ebû Dâvud (202 — 275) şu rivayeti ziyâde eder: der ve ellerini kaldırırdı. «Abdülhamid'm bir rivayetinde:

«Tâ onları dimdik olduğu halde omuz başları hizasına kaldınncaya ka­dar» denilmiştir «fikar» kelimesi «kifar» şeklinde de rivayet olunmuş­tur. «Fakare» nin cemidir. Ve bel kemiğinin parçalarının adıdır:

bu cümlenin şerhi :

«Yedi kemik üzerine secde etmekle memur oldum» hadî­sinde gelecektir.

Yukanki Ebû Humeyd hadîsi kendisinden, hem kavlen, hem fiilen rivayet olunmuştur. Ve her ikisinde Resûlüllah (S.A.V.)'in namazını tavsif etmektedir. Bu hadîslerden Resûlüllah (S.A.V.)'in iftitah tekbiri alırken ellerini kulaklarına değil, omuz başları hizasına kaldırdığını görüyoruz. Binâenaleyh bu hadîs elleri omuz başlarına kadar kaldırma­nın namaz fiillerinden olduğuna ve ellerin tekbir ile beraber kaldırıla­cağına .delildir. Bu bâbda rivayetler muhteliftir. Bazılarında ellerin tekbirden Önce kaldırılacağı, diğerlerinde bunun aksi yapılacağı bildiri­liyor. Buna binâen ulemânın bu meselede iki kavli vardır:

1) El kaldırmak tekbirle, beraber olacak.                                     :

2) Eller tekbirden evvel kaldırılacaktır.

Fakat evvelâ tekbir alınıp sonra eller kaldırılacak diyen olma­mıştır, îşte îftitah tekbirinin sıfatı budur. «Mincah» ile şerhi, «üJn-Necmü'l Vehhac» da kavilleri üçe ayırıyor:

1) Ellerini tekbirle beraber-kaldırır .Esah olan da budur. Çünkü Buharı ile Müslim îbni Ömer'den şu hadîsi rivayet ederler:

«Resûlüllah (S.A.V.) tekbir alırken ellerini omuzbaşları hizasına kaldı­rırdı» demek oluyorki, tekbirle el kaldırma birden başlıyor. Bitmesinin beraber olması şart değildir. Biri diğerinden evvel veya sonra olabilir.

2) Elleri tekbir almadan kaldırır, sonra tekbir alır. Tekbir bitti-mi ellerini salar. Çünkü Ebû Dâvud böyle rivayet e'tmiştir. İsnadı da «hasen» dir. Beğavî (426 — 516) bunu sahîh bulmuştur. Delili Müslim'­deki İbni Ömer rivayetidir.

3) Ellerim tekbirle beraber kaldırır; tekbir bitti mi indirir. Tekbîr bitmeden ellerini indirmez. Çünkü el kaldırmak tekbir içindir. Binâena­leyh tekbir müddetince eller, kalkık vaziyetinde durur. Musannif mer­hum bu kavli sahîh bulmuş ve onu Cumhur-u ulemâya nisbet eylemiş­tir. «Fakat deliller ,bu işin muhayyer bırakıldığına delâlet ediyor.»

El kaldırmanın hükmüne gelince : Dâvud-u Zahirî (202 — 270), Evzaî (78 — 150), Buharî'nin Şeyhi Hümeydî ve bir cemaata göre vâcibtir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'den fiilen sabit olmuştur.

Musannif «namazın başında el kaldırmayı «50» sahabi rivayet et­miştir. Bunların içinde Cennetle müjdelenen on zât da- vardır» diyor. îmam-ı Beyhakî (234 — 458) Hdfcim'den (321 — 405) şunu rivayet eder. «Bu sünnetten gayrı Peygamber (S.A.V.)'den rivayetinde Dört halife ile Cenrtetle müjdelenen on zâtın ve onlardan sonra bunca- geniş mem­leketlere dağılmış olmalarına rağmen sahabenin   ittifak ettikleri bir sünnet daha bilmiyoruz.» Beyhakî diyor ki : «Bu mesele üstadımız Ebû Abdillah'm dediği gibidir.» El kaldırmayı vacip diyenler: îfti­tah tekbiri alırken el kaldırma işte bu derece sabit oldu. Resûlüllah (S.A.V.) de :

«Beni kıfarken nasıf gördünüzse Öyle kılın» buyurmuştur. Bundan dolayı biz  vücuba kail olduk; derler..

Şâir ulemâ ise el kaldırmak, namazın sünnetlerinden bir sünnettir diyor. Cumhur-u ulemâ ile dört mezhep imamları bu reydedir. Ellerin nereye kadar kaldırılacağına gelince:

Ebû Humeyd İn bu rivayetine göre omuz. başlan hizasına kadar kaldırılacaktır. Şafiîlerîn mezhebi budur. Bazılarınca eller kulakların yumuşağına kadar kaldırılır. Hanefîlerin mezhebi de budur. Şemsü'î -Eimme-i Serahsi { —483)'nin beyanına göre Şafiî'nin mezhebi Sa-habe-i Kiramdan Hazreti Ömer; Hanefîlerin mezhebi ise Ebû Muse'l -.Eşarî'nin kavline uymaktadır. Hanefîlerin delili VâiV b. Hucr hadîsi­dir. Bu hadîsde:

«Tâ kulaklarının hizasına kaldırdı» denilmektedir. Maamafih bu iki ri­vayetin arasını şöyle bulmak mümkündür. Namaza niyetlenen elleri­nin arkasını omuz başları hizasına kaldırır. Parmaklarının uçlarım da kulaklarının yumuşağı hizasına kaldırır. Nitekim Vail hadîsinin Ebû Dâvud'd&ki rivayetinde:

«Hattâ elleri omuz başları hizasında; parmaklan ile de kulakları hiza­sını buluyordu.» deniliyor.

Hadîs-i şerîfde ilk oturuşla son oturuşun ayrı ayrı zikredilmesi, bir­birine uymadıklarının delili sayılır. Bu hadîs ikinci oturuşta mak'adını yere yapıştırıp, sağ ayağı dikmenin lüzumuna delâlet ediyor. Mes'ele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bu ihtilâflar yeri gelince görülecektir. -Bu hadîsle fmam-ı Şafiî ve tabileri amel etmişlerdir.[657]

 

285/211- «Alt b. Ebl Tâllb radîyalîahü anh'âen rivayet olunmuş; (o da) Resûîüllah (S.A.V.)'den rîvâyet etmiştir ki: Peygamber (S.A.V.) namaza kalkdığı zaman âyetini[658] e kadar okur:

— Yâ Rab melik sensin» sendan başka Allah yokdur. Benim Rabbim Sensin ben de senin kulunum... ilâ âhir...;

der İdi.»[659]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayetinde: Bu­nun gece namazında olduğu bildirilmiştir.

de iki rivayet vardır: Birinci rivayete göre âyet'de ol­duğu gibi : okunack;  ikinci rivayete göre  :

denilecek. Musannif ikinciye işaret etmişdir. Hadisin tamamı şudur :

«Nefsime zulm ettim ve günahımı i'tiraf ettim. Binâena­leyh bütün günahlarımı bana bağışla!. Çünkü günahları senden başka bağışlayan yokdur. Beni ahlâkın en güze­line ilet. Onun en güzeline Senden başka ileten yokdur. Ahlâkın kötülerinden (beni) çevir. Onun kötülerinden Senden başka çeviren yokdur. Emrine tekrar tekrar im­tisal eder; onu tekrar tekrar saadet sayarım. Hayrın hep­si Senin yed-i kudret'indedir. Şer sana aid değildir. Ben Seninleyim ve Sana (dönücüyüm). Sen mübarek ve yük­seksin, senden mağfiret diler; Sana tevbe ederim.»

Hadîsdee kadar diye işaret edilen kısımla beraber bütün okunan şudur :

«Yüzümü Hak Din'e meyi ederek, göklerle yeri yarata­na çevirdim. Ben müşriklerden değilim .Şüphesiz kî be­nîm namazım ve ibâdetim, hayatım ve memâtim. Âlem­lerin Rabbj olan Allah'a mahsusdur. Onun hiç bir şeriki yokdur. Bununla emr olundum ve ben müslümanlardanım.

Bazı kelime ve cümlelerin izahı: Hak'Din'e meyi ederek demekdir. Bundan murad İsmiyet'dir:

«Ben müşriklerden değilim» cümlesi Hanif'in beyanıdır. ibâdet" ve Allah'a yaklaşmağa vesile olan herşeydir. Bu kelimeyi m üzerine atf etmek, hassı âmm üzerine atf kabiliriendir:.

«Âlemlerin Rabbl» idaresindeki melik demektir.  

Âlemin cern'idir. Bu "kelime bütün mahlûkatın ismidir.Kâmus'da. [ile] Bütün mahlûkattır,  yahud Feleğin içinin, ihtiva ettikleri­dir» der.

«Yâ  Rab,  melik sensin»;  yâni, bütün   mahlûkatın mâliki Sensin demektir. taatinla ve emrine imtisal ile tekrar tekrar kâim olurum.Emrini tekrar tekrar saadet sayarım ve ona tabi' olurum; demektir.Hayrın hepsi Senin Yed- i Kudretindedir. Bu cümle, kullara vâsıl olan her hayırla, vâsıl olması umulan hayrın hepsinin Teâlâ Hazretlerinin Yed-i Kudretinde olduğunu ikrardır.                             

«Şer sana âid   değildir», yâni Sana izafe edilemez; ve «Ey şerrin Rabbı» denilemez.Yâhud şer sana kendisiyle yaklaşılan   şeylerden değildir; demektir. îlticam ve sonum sanadır. Tevfîkim ancak senin iledir; demektir.  Öğülmeyi hak etdin. Yâhud hayır sende sabit oldu;  demektir.

İşte istiftah yaparken-mutlak olarak okunan budur. Müslim'in bir rivayetinde Resûlüllah (S.A.V.)'in bunu gece namazında okuduğu zikr ediliyorsa 8a musannif «Telhis» de İmam Şafiî (150 — 204) ile îbni Huzeyme (233 — 311)'den bunun farz nama-zda okunacağını, çünkü Hazreti Ali hadîsinin farz namaz hakkında vârid olduğunu, nakletmiş-dir. Buradaki sözüne bakılırsa bu zikrin hem farz, hem nafileye ihti-.mâli vardır. Ve namaz kılan bunu tekbirin hemen arkasından okumakla aşağıdaki hadîsin, ifâde ettiğini yapmak arasında muhayyerdir.[660]

 

286/212- «Ebu Hüreyre radiyallahü anh'den rivayet edilmişdir. Demişdir kî: Resûiüllah (S.A.V.) namaza tekbir aldığı vakit okumazdan önce bir ân susardı. Kendilerine sordum:

— Yâ Rabbi benimle günahlarımın arasını, doğu ile batının arasını uzaklaştırdığın gibi ırak eyle. Yâ Rabbi beni günahlarımdan temizle. Yâ Rabbi beni günahlarım­dan su ile karla, dolu ile yıka diyorum; buyurdular.»[661]

 

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Tekbirden murad; iftitah tekbiridir. Günahlardan uzaklaşdırmak-dan murad da: Ya onları yok etmek, yahut olacaklardan korunmakdır, Hattâbî (—388): «Kar ve dolu ya te'kid için zikrolunmuş, yahud onlar da eldeğmedik su olduklarındandır» der. îbni Dakîki'l-îyd (625—702): «Bu sözlerle Resûiüllah günahları son derece yok etmeyi ifade buyurmuşdur. Çünkü üç temizleyici şeyle ayrı ayrı yıkanan elbise son dere­cede temiz olur» diyor.

Hadîs-i şerîfde, yukarıdaki zikri îftitah tekbiri ile kıraet arasında gizlice okuyacağına ve namaz kılanın bu duâ ile Hazreti Ali hadîsinde-ki duadan birini okuma hususunda muhayyer olduğuna yahud her iki­sini okuyabileceğine delil vardır. Nitekim Hanefî İmamlarından Ebû Yusuf'un görüşü ve Reyîde budur.[662]

 

287/213- «Ömer radiyallahü anh'den rivayet edilmişdir ki, Yâ Rabbi Senin hamdine bürünerek teşbih ederim. İsmin öğülmeye müstehak ve azametin yüksekdir. Senden başka İlâh yokdur; dermiş.»[663]

 

Bu hadîsi; Müslim Munkatı'bir senedle rivayet etmişdir. Dâre Kut-nî ise hem Msvsul hem Mevkuf rivayet ediyor.[664]

 

287/213 -a «Bunun benzeri Ebû Saîd'den Merfun'an Beşler'dedir. On lardakinde :

«Tekbirden sonra,   kovulmuş   şeytandan,, onun dürtmeşinden, üfürüğünden,   tükürüğünden bilen   işiden Al­lah'a sığınırım; derdi» ziyâdesi vardır.[665]

 

Hadîs, istiâzeye yani Eûzü çekmeye ve yerinin iftitah tekbirinden sonra olduğuna delildir. Zahirine bakılırsa, Eûzü çekmek dualardan sonra olacakdır. Çünkü Kıraet için meşru' olmuştur. Burada Dört mez-heb imamlarından îmam-% Mâlik (93 — 179) muhalefet etmiş ve farz namazlarda Eûzü çekmek mekruhdur; nafilelerde gizli çekilebilir. Aşikâre çekmek onlarda da mekruhdur, demiştir. Şâir mezheb imamlanna göre ise ilk rek'âtta Eûzü çekmek Sünnet'dir. Hattâ Safirlere gö­re her rek'âtta Eûzü Sünnet'tİr.

Hazrefi Ömer (R. A./in Sübhâneke'yi okuması iftitah tekbirinden sonradır.

Hâkim (321 — 410): «Bu hadîs, Ömer'den sahîh olarak gelmişdir.» der.

«El-Hedy-ün - Nebevi» nâm eserde : «Hazret-i Ömer'den sahîh olarak rivayet edildiğine göre bununla Nübüvvet makamında istiftah eder; aşikâre okur; nâsa'da öğretirmiş» deniliyor. Şu halde hadîs Merfu' hükmündedir. Bundan dolayı İmam-ı Ahmed. bin Hanbel (164 — 241): «Bana gelince" ben Hazret-i Ömer'den rivayet edilene zâ-hib olurum» demişdir.

Teveccüh hakkında, yâni namaza başlarken okunacak bir çok lâ­fızlar rivayet edilmişdir. Namaz kılan bunların arasında muhayyerdir demek en güzel bir harekettir. Bununla yukarıda geçenyi birlikde okuma meselesi, Taberânî'nin «El-Kebîr» inde rivayet ettiği İbn-i Ömer hadîsinde mevzu-u bahs olmuştur. Fakat Ibn-İ Ömer hadîsinin ravîlerinde zaîf vardır.

Dâre Kutnî bu hadîsi Hazret-i Ömer'e Mevkuf en rivayet ediyor. Aynı hadîsi Ebû Dâvud (202 — 275) ile Hâkim Hazret-İ Âişe (R. Anhâ1) den Merfû' olarak şu lâfızlarla rivayet etmişlerdir:

El - hadîs.. «Resûlülfah (S.A.V.)namaza -sfiftah etti mi Sübhâneke Üh. derdi.» Bu hadîsin ricali mu'temeödir.

Hadîsimizin senedinde İnkıta' vardır. Ebû Dâvud onu Mu'tell ad-dede. Dâre Kutnî (306 — 385) ise; «kavı değildir» diyor.[666]

 

289/214- «Âişe radiyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.) namazı tekbir ve (ElhâmdülilîâhiRabbîîâleminy'ı okumakla açardı. Rüku' ettiği zaman başını yukarıya dikmez, pek aşa­ğıya da eğmez; ikisinin arasında bırakır idî. Başını rüku'dan kaîdırdı mı dymdüz doğrulmadan secde etmezdi. Başını secdeden kaldırdı mı iyice oturup doğrulmadan secde etmezdi. Her rekâtta Tehiyyâtı okur­du. Sol ayağını yere döşer; sağı dikerdi. Ve şeytan oturuşunu yasak eder; kişinin kollarını yırtıcılar gibi yere döşemesinden de nehy ederdi. Namazı selâm vermekle bitirirdi.»[667]

 

Bu hadîsi, Müslim tahrîc etmişdir. Hadîs'in illeti vardır.

Bazı İzahat: den murad: Allahü Ekber demekdir. Nitekim Ebû Nuaym (— 403) «Hilye-» adlı eserinde aynı lâfızla rivayet edilmiş-dir. Bu tekbire İftitah Tekbiri ve İhram Tekbiri denilir. dan murad: ... yi okumakdır. Nitekim yerinde görülecek-dir. Sol ayağını yere döşeyerek üzerine oturması sağ ayağını dikmesi her halde bütün oturuşların» şâmildir. Bu bâbda yukarıda Ebu Humeyd hadîsinde izahat geçti. Hadîsteki  yâni yırtıcı kelimesi köpek diye tefsir olunmuşdur. Hattâ bir rivayette köpek tâbiri tasrîh edilmiş­tir:

iki türlü tefsir edilmiştir;

1) Ayaklarını yere döşeyip makadını topuklarının üzerine yerleşdirmekdir, fakat bu oturuş Abâdİle'nin[668] son oturuşundan maada yerler­de ihtiyar ettikleri şekildir. Buna derler ki diz çökmek demektir.. 2) Makadını yere yerleşdirerek, uyluklarını dikmak, elleriyle de yere dayanmakdir. Buna da derlerse de flaha ziyâde «köpek otu-ruşu» tâbir olunur.Yukarıda görüldüğü veçhile secdede kollarım yere yaymakdır. Resûlüllah (S.A.V.) hayvanlara benze-mekden menederdi. Deve gibi çökmek, tilki gibi bakınmak yırtıcı hay­van gibi serilmek köpek gibi dik oturmak, karga gibi gagalamak, at kuyruğu gibi el kaldırmak hep bu menedilen şeylerdendir.

Şimdi hadîsin izah ve tefsirine dönelim : Musannif hadîsin il­leti var diyor. Bu illet şuradan gelmektedir. Hadîsi Müslim Ebu'l -Cevza'dan tahrîc etmiş; o da Hazret-İ Âişe'den rivayet etmişdir. îbni Abdi'l-Ber (368 — 463) buna «Mürse!» diyor. Çünkü Ebu'l - Cevza, Hazreti Âişe'den ışitmemişdir. Bir de hadîsi Müslim'in EvzâVden mükâtebe yani yazışma suretiyle tahrîc etmesi sebebile illetlendirilmiştir.

Hadîs-i şerîf, namaza.başlarken lafzıyla tekbir alınaca­ğına delildir. Bu hususda babın başındaki Ebu Hü.eyre hadîsinde söz geçmişdi. sözüyle Besmelenin Fâtîha'dan olmadı­ğına istidlal olunuyor.

Ashâb-ı Kirâm'dan bunu kail olanlar: Enes b. Mâlik ile Übeyy Haze-râtıdir. Mezheb İmalarından da îmam-ı Mâlik (93 — 179) ile Ebu Ha-nîfe (80 — 150) ve şâire kail olmuşlardır. Delilleri bu hadîsdir. Bu istid­lale itiraz edenler olmuş ve bu sözden maksad Fâtîha'dır. Binâenaleyh Besmele'nin ondan bir âyet olmadığına bu sözde delil yoktur demişler­dir. Bir kaç hadîs sonra gelecek Enes hadîsinde bu mevzuda daha uzun söz edildiği görülecektir.

Resûlüllah (S.A.V.)'in rüku'da başını fazla kaldırıp eğmediğine da­ir yukarıda söz geçmişdi. Tahiyye'den murad: Malûm olan senadır. Lâf­zı ileride Ibnî Mes'ûd hadîsinde görülecekdir, İnşâAllah.

Hadîs-i Şerîf birinci ve ikinci teşehhüdlerin meşru olduğunada de­lildir. Bu teşehhüdlerin Sünnei mi yoksa vâcib mi oldukları hususu ihti­laflıdır. Vâcib diyenler olduğu gibi, Sünnet'dir. diyenlerde olmuşdur. Hattâ birinci Sünnet; ikinci vâcibdir diyenler bile vardır. İbni Mes'ûd hadîsinde ikinci teşehhüd hakkında izahat vardır. Birinci teşehhüd için vâcibdir diyenler bu hadîsle istidlal ederler. Bir delilleri de şu hadîsdir:

«Biriniz namaz kılarsa: Et-tehiyyâtü lillâh... ilâ. âhir... de­sin.»

Sünnetdir diyenler: Resûlüllah (S.A.V.)'in yanıldığı zaman teşeh­hüdü iade etmeyib sâdece se.cde-î sehiv yapmasıyla istidlal ediyor: Ve eğer bu rükû, sücûd gibi farz olsa secde-i sehiv ile tamamlanmazdı di­yorlar. «Sol ayağını yere döşer, sağı dikerdi» ifâdesinde Resûl'-ü Ekrem'­in secdeler arasında ve teşehhüdlerde hep böyle oturduğuna delâlet vardır. Nitekim Hanefîlerîn mezhebi de budur. Lâkin yukarılarda geçen Ebû Humeyd hadîsinde iki oturuş arasında fark olduğunu görmüşdük. O hadîse göre ilk oturuş burada tarif edildiği şekilde. Fakat ikinci otu­ruş sol ayağı ileri atarak, sağ ayağı dikmek ve makadı üzerine otur­makla olur, mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hadîs-i şerîf namazdan çıkarken selâm yermenin meşruiyetine de delildir.[669]

 

290/215-A «Ibnî Ömer'den rivayet edilmiştir-ki: Peygamber salldl-lahü aleyhi ve selîem namaza başladığı zaman, rükû İçin tekbir aldığı ve başını rükûdan kaldırdığı zaman ellerini omuz başları hizasına kal­dırırdı.»[670]

 

Bu hadîs, Mültefekun'Aleyh'dir.

Hadîs bu üç yerde el kaldırmanın meşru olduğuna delildir. Gerçi İftitah Tekbiri'nin meşru olduğu geçen delillerden anlaşilmışdı. Fakat diğer ikisinin delili bu hadîsdir. Muhammed b. Nasri'l - Mervezî :

«Kûfeliler müstesna bütün   şehirlerin   ulemâsı bu hükümde ittifak etmişlerdir.» diyor.

Hanefîler, iftîtah tekbirinden maada yerlerde el kaldırılmasına mu-halifdirler. Delilleri Mücâhid hadîsidir. Bu hadîsde şöyle deniliyor  :

«Hazreti Mücâhid İbni Ömer'in arkasında namaz kılmış bunu yaptığını görmemîşdîr.» Hanefîler bir de şu İbni Mes'ud hadîsîyle istidlal ederler:

«İbni Mes'ud Peygamber {S.A.V.J'i iftitah tekbiri anında ellerini kaldı­rırken görmüş, sonra tekrarlamamışdır.» Bu istidlale itiraz edilmiş ve Mücâhid hadîsinin ravîleri arasında Ebu Bekir b. Ayyaş vardır. Bu zâtın belleyişi kötüdür. Bir d'e bu rivayet İbni Ömer'in oğulları Nâfi' ile Sâlim'in rivayetine muarızdır. Çünkü bu zâtların rivayeti müsbit, ya­ni isbat ediyor. Mücâhid'inki nefy ediyor. Müsbit, nâfİ'ye tercih edilir.[671] Resûlüllah'm Müeâhîd rivayetinde olduğu gibi bazan el kaldırmayı terk etmesi onun caiz, fakat vâcib olmadığına delâlet eder... denilmiş-dir. İbni Mes'ud hadîsine dahi: «Sabit değildir» diye itiraz ediyorlar. Nitekim Şafiî (150 — 204} de aynı rey'dedir. Sabit olsa bile, İbni Ömer rivayeti buna tercih edilir. Çünkü müsbittir. Müsbit nâfi'ye tercih olunur. îmatn-ı Buharı; Hasan ile Humeyd b. HÜâi'den Ashâb-ı Kîrâm'-ın ellerini kaldırdıklarını rivayet etmiş ve: «Hasan kimseyi istisna et­medi» demişdir. Buharî şeyhi AH b. el-Medinî (161—)'den şöyle de­diğini nakleder: «Müslümanlara şu İbni Ömer hadisinden dolayı, rü-kûa giderken ve kalkarken ellerini kaldırmak hak olmuşdur.» Buharî başka bir yerde İbni Medinî'nin sözünü naklettikten sonra: «Ali çağ­daşları içinde en âlim bir zâtdı. Bunu bid'at zanneden Sahabeye ta'n etmişdir» diyor.[672]

 

290/215 B- Ebû Humeyd'in Ebû Dâvud'daki hadisinde: Ellerini tâ omuzbaşları  hizasına  kadar kaldırır;  sonra tekbir alır» denilmektedir.[673]

 

Buharî'nin rivayet ettiği Ebû Humeyd Hadîsi yukarıda geçdi. Fa­kat onda İftitah Tekbirinden mâada yerlerde elkaldırdığı zikredilmiyor. Amma Ebû Humeyd'in Ebu Dâvw4'daki hadîsinde üç yerde el kal­dırdığı zikredilmektedir. Ebu Dâvud'daki hadîsi şudur:

«Resûlüllah (S.A.V.) namaza kalkdığı zaman iyice doğrulur ve ellerini tâ omuzbaşları hizasına kadar kaldırırdı. Rükû etmek istedi mi elle­rini tâ omuzbaşları hizasına kadar kaldırır sonra (Allahü-Ekber) diye­rek rükûa giderdi. Sonra itidal ile hareket eder ;başını pek aşağı eğmez pek de kaldırmaz ve ellerini dizlerinin üzerine koyardı. Sonra:

der ve ellerini kaldırır; bütün kemikler yerine gelecek şekilde doğru-lurdu... ilâ âhir...»

Musannıfa gereken ( JJoLj V) lâfzından sonra El - Hadîs diyerek ha­dîsin yalnız bu kadarı ile değil bütünü ile istidlal olunduğuna işaret et-mekdi. Zira Musannifin yapdığından Ebû Humeyd hadîsinde yalnız İftitah tekbirinde el kaldırdığı zikredilmiş zannolunuyor.[674]

 

290/215-C «Müslim'de Mâlik b. Huveyris'den İbni Ömer hadîsi gi­bisi vardır. Lâkin: Tâ onları kulaklarının kenarları hizasına getirinceye kadar»; demişdir.[675]

 

Yani üç yerde el kaldırılacağı hususunda Mâlik b. Huveyris'den de bir hadîs rivayet edilmişdir. Yalnız lâfzında İbni Ömer'le Ebû Humeyd'e muhalefet etmişdir. Ulemâdan bazıları Müttefekuıv Aleyh olduğu için İbni Ömer Hadîsini tercih etmiş; Bir takımları hadîs­lerin arasını bulmağa çalışarak: Ellerinin arkasını omuzbaşları hi­zasına parmak uçlarını da kulakları hizasına, kaldırır demişler; bu­nu Ebû Davud'un rivâyetiyle teyîd etmişlerdir. Tafsilâtını yukarıda görmüşdük.[676]

 

291/216- «Vâİl b. Hucr[677] radıyallahü anVden rivayet edilmiştir. Demiştir kî; Resûlüllah (S.A.V.) ile birlikte namaz kıldım. Sağ elîni sol elinin üzerine göğsüne koydu.»[678]

 

Bu hadîsi, İbni Huzeyme tahrîc etmişdir.

Ebu Dâvud (202 — 275) ile Nesâî (215 — 303) de şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:

«Sonra sağ elînî sol avucunun arkasına bileğin ve kolun üzerine koydu.»

Hadîs-i Şerîf, namazda sağ elin sol el üzerine bağlanacağının ve her iki­sinin göğüs üzerine konulacağına delildir, Nevevî (—676) «El-Min-hâc» da: «Ellerini göğsünün altına koyar» diyor. «En-Necmü'l-Vehhâc-» şerhinde dahî «ashabın ibaresi' göğsünün altınadır» denilmektedir. Ya­ni hadîs «göğsün altı» ifadesiyle rivayet edilmiştir; demek istiyor. Ve «her halde ikisinin arasında az fark buldular.» diyor. Filhakika Şafiîler göğsün üzerine Hanetîler göbeğin altına konulacağına kaildirler. Bazı­ları elbağlamayı meşru görmezler. Hattâ namazı bozar diyenler bile olmuşdur. İbni Abdi'l - Ber (3.68 —463) : «Bu bâbda Hazreti Peygam-ber'den hilaf rivayet edilmemişdir. El bağlamak Cumhur sahabenin ve Tâbîîn'in kavlidir. îmam-ı Mâlık'in.; «El - Muvatta-» da zikrettiği de budur. îbnü'l ~ Münzir ve başkaları Mâlik'&en bundan başka bir şey hikâye etmediler; diyor. Maamafih îmam-ı Mâlik'fen. ellerin yanlara salınacağı rivayet edilmiş; ekser ashabı bununla amel etmişlerdir.[679]

 

294/217- «Ubâde b. Sâmit[680] radıyallahü aniden rivayet edilmiş­dir. Demişdîr ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve seîlem :

— Ümm-ü Kur'arTı okumayanın namazı yokdur; bu­yurdular.»[681]

 

Bu hadîs Mütîcfekun Aleyh'dir. Ibni Hibbân ile Dâre Kutnî'nin bir rivayetinde: «İçinde Fâtiha-i kitab okunmayan namaz kifa­yet etmez; denilmiş; Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizîve îbni Hibbân1 -tahrîc ettikleri diğer bir rivayette: «Galiba SİZ imamınızın ar­kasında okuyorsunuz, Evet dedik. Yapmayın, yalnız Fâti­ha-i Kitap müstesna. Çünkü onu okumayanın namazı ol­maz» buyurdu şeklindedir.

Bu hadîs-i şerif, namazda Fatiha okumayanın namazı caiz olmadı­ğına delildir. Zîra namaz birtakım fiillerle kavillerden mürekkebdir. Mürekkeb olan bir şey bütün cüz'leri yâhud bazı cüz'leri bulunmamak­la kendisi de msvcud olmakdan çıkar. «Nsmaz yokdur» demek «namazın kemali yokdur» şeklindeki bir takdirde lüzum yokdur. Çünkü takdire ancak zât nefy edilmediği zaman müracaat edilir. Burada zât nefy edilebilir. Şu kadar varki îbni Hibbân ile Dâre Kutnî'nin rivayetlerinde «Kâfi gelmez» tâbiri vardır ve nefy buna yönelmiş

Bu hadîs namazda Fatiha okumanın vücûbuna da delildir. Yalnız ayrı ayrı her rekatta okumanın vâcib olduğuna sarahaten delâlet etmi­yor. Bu cihet ihtimallidir. Zira bir rek'âatada namaz denilir. Namazını bsceremîyenîn hadîsi buna delâlet eder. Binâenaleyh Şafillerle bir ce­maat FâHha'nın her rek'âtta vâcib olduğuna zâhib olmuşlardır. Hane-fîlere göre farz namazlarda Fâtiha'yı ilk iki rek'âtda okumak vâcibtir. Çünkü her iki rekât bir namaz sayılır. Yalnız namaz cemaatla kılınırsa gündüz namazı olsun gece namazı olsun cemaat Fâtİha'yı- okumaz. Çünkü imamın kıraeti cemaatin de kıraeti demektir. Okuması kerâhet-i tahrimiyye ile mekruhdur. a/iî'nin kavline göre hadîsin delâleti za­hirdir. Çünkü, bazı lâfızlarla Fâtiha'nın her rek'âtta vâcib olduğuna de­lâlet vardır. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) namazım beceremeyen Hallâd b. Râfia talimatını verdikten sonra :

«Sonra bunu her rek'âtta yap» buyurmuşdur. Bu hadîsi îmam-ı Ahmed (164 — 241) ve Beyhakî (384 — 458) ve îbni Hibbân sahîh senedle tahrîc etmişlerdir. Resûlüllah (S.A.V.) bizzat kendileri Fâtiha'yı her rek'âtta okuyorlardı. Ve :

«Beni kılarken gördüğünüz gibi kılın buyurmuşlardır. Hadî­sin zahiri, Fâtiha'nın umumî olarak vücûbudur. Yânı aşikar okunan na­maz olsun, gizli okunan olsun; cemaatla kılsın yalnız kılsın okumak vâ-cibdir. Harreti Ubâde'nin îmam-ı Ahmed, Ebû Dâvud ve Tirmizî'üe-ki diğer rivayetinde: «Fâtiha'yı okumayanın namazı yokdur» buyruluyor ki, bu onun imam arkasında dahi okunacağına nass'dır. Hanefİler :

«Kim imamın arkasında kılıyorsa imamın okuması onun için de Kıraet'dir.» hadîsile istidlal ederleP. Fakat, kendilerine bu hadîs zaîfdir diye itiraz olunur. Musannif «Telhis» de bu hadîs için. «Câblr'den rivayet edildiği meşhurdur. Hadîs'in- bir takım sahabeden bir çok tarikleri varsa da hepsi Ma'lûl'dur.» diyor. «El-MünteM» nâm eserde dahi; «bu hadîsi Dâre Kutnî bir çok tariklerden rivayet et­miş, fakat bunların hepsi zaîfdir denilmisdir. Sahîh olan Mürsel'dir. Ve âmm'dır. Çünkü imamın okuması terkibindeki «K.raat» muzâf bir ism-i cins'dir; imamın her okuduğu şey'e ânım ve şâmildir. Hanefîler :

«Kur'an okunduğu vakit onu dinleyin ve susun.»   Ayet-i Kerîme'siyle ve keza :

«Okudu mu SİZ susun» hadlsiyle ve emsâUyle istidlal ederler. Bunlara.dahi itiraz olunmuş ve «bunlar Fatihaca ve gayrisine âmm ve şâmildir. Halbuki Ubâde hadîsi yalnız Fâtiha'ya mahsusdur. Binâe­naleyh öteki delillerin umumu bununla tahsis olunur;  denilmiştir.

Elhasıl bu bâbda itiraz ve tenkidler bir hayli ileri gitmiş, hattâ Imam-ı Âzam Ebû Hanîfe'nm itimada şayan olup olmadığına dil uzatanlar bile bulunmuşdur. Hanefîyye de kendilerine tevtih edilen itiraz ve tenkidlere ayni yollarla cevaplar vermişler; onlar da muarızların delillerini tenkid etmişlerdir.

İmamın arkasında Fatiha okunacak diyenler de ihtilâf etmişlerdir. ŞâfHlere göre farzdır. Hanbelîlere göre imamın arkasında gizli okunan namazlarla aşikâr okunanlarda, Âyet aralarında imam durdukça oku­mak müstehab'dır. imam okurken okumak mekruh'dur. Mâlikîlere gö­re imamın arkasında FfltUıe okumak gizli namazlarda mendüb, aşikâr namazlarda mekruh'dur. Şaflîler Fâtiha'yı cehri namazlarda, imam bi­tirdikten sonra okurlar. Maamafih Ubâde Hadîsinde bu tafsilâta delil yokdur. O yalnız imam okuduğu zaman okunacağını ifâde eder. Ebû Davud'un (202 — 275) yine Hairetİ Ubâde'den tahrîc ettiği şu hadîs, bu meseleyi daha da iizah ediyor.

«Ubâde Ebû Nuaym'ın arkasında namaza durdu. Ebû Nuaym Kıraati aşikâr okuyordu. Ubâde de Ümm-u Kur'an'ı Fâtİha'yı okumağa başla­dı. Namazdan çıktıktan sonra, onu okurken işitenlerden birisi : «Ebû Nuaym aşikâr okurken senin Ümm-ü Kur'an'ı okuduğunu İşittim» dedi. Ubâde : Evet, Resûîüllah (S.A.V.) bize aşikâr okuduğu namazlardan birini kıldırdı ve Kjraaftan şüphe elti. Namazdan çıktıkdan sonra yü­zünü bize çevirerek:

«Ben Kıraat'i aşikâr okuduğum zaman siz okuyor musunuz? dedi. Birimiz: Evet biz bunu yapıyoruz; dedi. Buyurdu ki; Yok. Bep de diyorum ne oldu bana bu Kur'an benimle (sanki) münazaa ediyor!.. Ben aşikâr okudum mu siz hiç bir şey okumayın. Yalnız Ümm-ü Kur'ân müstesna.»

Kur'ân'ın münazaasından murad : Siz okurken iki okuyuşu birbirine karışıp sanki kur'ân bana münazaa ediyor gibi oluyor demektir.

İşte hadîs-i şerifin râvisi olan Hazreti Ubâde bizzat imSmın arka­sında Fâtiha'yı sesle okumuşdur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'in ifâdesin­den onu sesle okuyabileceğini anlamışdır. Bu bâbda bir de Ebû Hürey-re Hadîsi vardır. Hazreti Ebû Hüreyre ;

«Bir kimse bir namaz kılar da o namazda Ümm-ü KuV-ân'ı okumazsa, o namaz noksandır, o namaz noksandır; o namaz noksandır, tamam değildir» hadîsini rivayet ettiği zaman Ebû Hüreyre'ye kendisinden rivayet eden râvî Hişâm b. Züh-re'nin mevlâsı Ebû Sâib;

«Yâ Ebâ Hüreyre ben bazan imamın arkasında bulunuyorum demiş Ebû Hüreyre de onun kolunu sıkarak: Onu kendi kendine oku ey Farisî de-tnigdi. ilâ âhir...» Bu hadîsi Ebû Dâvud tahrîc etmişdir. Mekhûl {— 118)'ün[682] şöyle dediği rivayet olunur: «Akşam namazında, yat-sı'da ve sabah namazında Fâtiha'yı her rek'âtta gizlice oku! îmam aşi­kâr okuduğu zaman Fâtiha'yı bitirip susduktan sonra oku, susmazsa on­dan önce, onunla beraber ve bundan sonra oku, onu herhalde bırakma.» Ebû Dâvud (202 — 275) Hazreti Ebû Hüreyre'den şu hadîsi tahrîc et­miştir.

«Resûlüllah (S.A.V.)kendisine (Ebû   Hüreyre'ye) Medine'de: Hakîkat şu ki, Fâtiha-i Kitabı ve ziyâdesini okumadan namaz olmaz diye nida etmesini emr etmişdir.» Bir rivâyetde :

«Kur'ân okumadan velev Fâtiha-i Kitab ile bir parça zi­yâde okumadan namaz olmaz» buyurulmuşdur. Ancak imamın arkasında yalnız Fatiha okunacağına delâlet eden.Ubâde Hadîsiyle bu rivayetin araları bulunmak için, bu rivayet yalnız kılana hami edilmişdir.[683]

 

257/218- «Enes radlyallahü  anh'den rivayet  edİlmişdir ki;   Resû­lüllah (S.A.V.) ve Ebû Bekir i!e Ömer Namazı  İle açarlardı.»[684]

 

Müttefekun Aleyh'dir.  Müslim:

hiç bir kıraatin başmda veya sonunda zikretmezlerdî» ibaresini ziyâde etmişdir. Ahmed, Nesâî ve İbni Huzeyme'nin tahrîc ettikleri bir riva­yette :

aşikâr okumazlardı» denilmişdir. İbni Huzeyme'nin tahrîc ettiği başka bir rivayette: «Gizli çekiyorlardı» deniliyor. Müslim'in rivâyetindeki nefy — o rivayeti illetleyenin hilâfına olarak — buna hamlolunur.

Kıraat'm sonunda Besmele zâten çekilmediğine göre «başında ve­ya sonunda» denilmesi nefiyde fazla mübalağa göstermek içindir. Maa-mafih (sonu) ile Fâtiha'dan sonraki sûreyi kasdetmiş olabilir.

Hadîs-i şerîf, Resûlüllah (S.A.V.) ile iki arkadaşının arkalarındaki cemaata Fâtiha'yi aşikâr okudukları halde Besmele*yi işittirmezdikleri-ne delildir. Bssmele'yi gizlice içlerinden çekmiş olmaları veya hiç çek­memiş olmaları ihtimâl dahilindedir. Yalnız îmam-ı Ahmed (164— 241) Nesâî (215 — 303) ve îbni Huzeyme (223 — 311)'nin rivâyeilerindeki «aşikâr okumazlardı» tâbiri, mefhûm-u muhalifiyle onu gizli okudukla­rına delâlet eder. îbni Huzeyme'nin rivayet ettiği ziyâde de ise «gizil çekiyorlardı» denilerek bu mefhum mantûka çevrilmişdir. Yâni Besmele'yi hiç çekmiyor değil, gizli çekiyorlardı. Bundan dolayı musannif : «Müslim'in rivayeti buna hami olunur» dedi. Yâni Müslim'in rivâ­yetindeki Besmele'yi zîkr etmez'erdî» sözü «Besmele'yi1 aşikâr zikr et-mszlerdi» mânâsına alınacaktır.

Müslim'in bu ziyâdesini illetlendirenler: Hadîsi Evzâî'nin (78—150) Katâde'den yazışma yoluyla rivayet ettiğini bahane ederlerse de, ha­dîsi yalnız Bvzâî değil ondan başkaları da sahîh yol ile rivayet etmiş bulunduğundan illetlendirme işi red edilir.

Besmele Fatiha'mn başında olsun şâir sûre başlarında olsun aşikâr çekilmez diyenler, bu hadîsle istidlal ederler. Çünkü Peygamber (S.A.V.) ile Ashâb-ı Kîrâm'ı Fâtîha'yı aşikâr okudukları ha-lde onu gizli çekdi-ler. Bu mes'elede ulemâ sözü pek uzatmış; hattâ bazı büyükler, Besme­le hakkında kitap bile yazarak Enes Hadîsinin muzdarib olduğunu beyâ­na çalışmışlardır. îbni AbdvJl-Berr (368 — 4S3) «El-îstizkâr» adlı ese­rinde Enes Hadîsinin rivayetlerini saydıktan sonra şöyle diyor : «Bu ız~ dırâb meydanda iken Fukahâ'dan hiç birine. (Besmele'yi çekenlere de çekmeyenlere de) bu hadîsle istidlal doğru olamaz. Hazreti Enes (R. A.)'e bu husus soruldu, fakat: «Yaşın ilerledi ve unuttum dedi.»

Asıl olan, Besmele Kur'ân'dandır. Ulemâ arasında bu bâbda ihtilâf vardır. Hanefîlere göre Besmele Kur'ân'dandır ve sûrelerin aralarını ayırmak için nazil olmuş tek bir âyet-i fezzedir: Yâni hiç bir sûre'nin başından ilk âyet değildir. Yalnız Sûre-i Neml'in :

âyetindeki Besmele o âyetin bir Cüz'üdür. Şafiîlere göre Besmele her sûrenin ilk âyetidir. Malikîlere göre ise «Besmele» hiç âyet değildir. Yalnız Nemi Sûresinin 30 uncu âyetindeki «Besmeîe» oradaki âyetin bir cüz'üdür. Mes'eleden Usul-ü Fıkıh kitablannda lâyıkiyle bahsedilir. «Besmele» hakkındaki sözlerin kabule en-yakın olanı şudur: Resûlüllah (S.A.V.) «Besmele» yi bazan aşikâr, bazan.da gizli çekerdi. Muhakkıkîn-î Ulemâ'dan bir cemaat «Besmele» nin sair Kur'ân âyetleri gibi aşikâr okunacak yerde aşikâr; gizli okunacak yerde gizli okunacağına kail olmuşlardır. İmam Mâttk'in «Resûl-ü Ekrem namazda Besmele'yi ne Fâtiha'da okumuşdur, ne de başka sûrede. Binâenaleyh Besmele KurJ-ândan değildir» iddiasına cevaben, bu söz merduddur. Çünkü Resûlül­lah (S.A.V.)'in namazda Besmeleyi okumadığı sabit bile olsa, okuma­mak onun Kur'ân'dan olmamasını icâb etmez. Zira Kur'ân'dan olma­sına namazda aşikâr okunması bir delil teşkil edemez. Bilâkis delil bundan daha âmm olandır. Ve hass olan delilin bulunmaması ile âmm olan delil müntefi olmaz» denilmisdir.[685]

 

301/219- «Nuaym Mücrim[686] (R. A.)'den  rivayet  edilmişdir.Demîşdir ki;  Ebû Hüreyre'nin arkasında namaz kıldım.okudu sonra  Ummü - Kur'ân'ı okudu, dedi. Her secde ettikçe ve oturuşdan kalkdıkça diyordu.  Selâm  verdiği  vakit:   Nefsim kabza-i  kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben sîzin namazca Resûlüllah saÜaMahû aleyhi ve seUem'e eh benzeyeninizin!, dedi.[687]

 

Bu hadîsi; Nesâî ile İbni Huzeyme rivayet etmişlerdir.

Hadîsi; Buharı (194 — 256) ta'lîkan rivayet etmişdir. Ayni hadîsi îbnî Hibban (— 254) ve başkaları da tahrîc etmişler, Nesâî bu adla bir bâb tahsis etmiş ve :

«Besmeleyi âşîkâr okuma babı» demişdir.

Bu hadîs bu hususda varîd olan «en sahîh hadîsdir. Ve aslı tey'îd etmektedir. Asıl kaide Besmele'nin aşikâr veya gizli okunma babında Fatiha hükmünde olmasıdır. Çünkü zahiren hadîs Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in Besmele'yi okuduğunu ifade ediyor. Vakıa, Hazret-i Ebû Hü­reyre'nin bütün namaz fiilleri değilde ekseri fiillerin Resûl-ü Ekrem'in fiillerine benzemiş olmasıda ihtimal dahilindedir. Fakat zahirin hilafı­dır. Bir Sahabî-i Celîlin bahusus Ebû Hüreyre'nin namazına Hazreti Peygamber'in yapmadığı bir bid'atı katması sonra da yapdığınm Haz-reti Peygamber'in fiiline en benzer bir iş olduğunu yemin ederek teyid etmesi cidden ihtimalden uzakdır.

Hadîs de imamın (Â m î n =) demesinin meşru olduğuna de­lil vardır, Dâre Kutnî (306 — 385) de «Sünen» in de VâH b. Hucr'dan-şu hadîsi tahrîc etmiştir:

Resûlüllah (S.A.V.)'i:   

dediği zaman «Amîn» derken işitdîm bunu söylerken sesin! uzatıyordu.»

Dâre Kutnî: «Bu hadîs sahîhdir» demişdir. Yine bu hadîs bir rü­künden ötekine gegerken nakl tekbiri almanın eâiz olduğuna delâlet ediyor. Eu hususda tam izahat az- aşağıda Ebû Hüreyre (R.A.) hadî­sinde gelecektir.[688]

 

302/220- «Ebû Hüreyre radiyaUahü anTı'den rivayet edilmişdir. De-mişdir ki; Resulü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem :

— Fâtiha'yı okuduğunuz zaman 'deokuyun, zira o, Fatiha âyetlerinin biridir; buyurdular.»[689]

 

Bu hadîsi, Dâre Kutnî rivayet etmiş ve vakfını doğru bulmuşdur. Bu hadîs-i şerif Fatiha'nın aşikâr veya gi'zli okunacağına değil de mutlak suretde okunacağına delâlet ediyor. Dâre Kutnî (306 — 385) «Sünen» inde Besmele'n'n namazda aşikâre okunması babında geniş ve merfu hadîsler rivayet etmişdir ki; Ammar, İbni Abbas, İbni Ömer, Ebû Hüreyre, Ümmii Seleme, Câbir ve Enes bin Malik Hadîsleri bun­lardandır. Dâre Kutnî bu Hadîsleri sıraladıktan sonra şöyle diyor :

aşikâr okunması hakkında Peygamberimiz (S.A.V.)'den, Ashabından ve zevcelerinden adlarını zikretmediğimiz zevatda hadîsler rivayet etdi. Onların bu hadîslerini «Kitab-ül Cehr bil Besmele» ye.ayrı ayrı yazdık, burada tahfif ve ihtisar maksadıy­la zikretdiklerimizle yetindik.» Hadîsimiz Besmele'yi okumanın de­lilidir. Onun Fatiha âyetlerinden bir âyet olduğuna da delâlet eder. Nitekim yukarıda görmüştük.[690]

 

303/221- «(Bu da) ondan (yani Ebû Hüreyre'den). Demişdir ki: Re-sûlüllah (S.A.V.) Ümmii Kur'ânı okumakdan fariğ oldu mu sesini kal­dırır ve Âmin derdi.»[691]

 

Bu hadîsi, Dâre Kutnî rivayet etmiş ve hasen olduğunu söylemiş­lerdir. Hâkim de rivayet etmiş ve sahîhlemişdir.

«Ebû Dâvud i!e Tirmizî'de Vâil b. Hucr hadîsinde bunun benzeri vardır.

Hâkim (321 —4051: «İsnadı Buharı ile Müslim'in şartı üzere sahîhdir.» Demişdir.

Beyhakl (384 — 458) «Hasen, şahindir» diyor.

Bu hadîs, imamın aşikâre olarak Fâtiha'dan sonra «Âmin = demesinin meşru olduğuna delildir. Zahirine bakılırsa hem cehri hem Sirrî namazlara şâmildir. Hanefîlere göre cehri namazlarda da Amin-gizli söylenir. Şaîiîlerce aşikâre Âmîn demek meşrudur. Bazıları meş­ru değildir derler. İmam-ı MâHk'den iki kavi rivayet olunuyor:

1— Hanefîler gibi,

2— Meşru görmüyor. Hadîs-i şerîf İmam-ı Şafn ye delildir. Bunda imama uyamn ve yalnız lalanın «Âmin, deyip demiyeceğine dair bir sev yokdur. Fakat Buharı (194 - 256) cemaatin de (Am.n) demesi la­zım geldiğine dair-Ebû Hüreyre'den.şu Hadîsi tahrîc fehnifdır. Demidir ki:

«Resûlüllah (S.A.V.) : imam Âmin dedi mi siz de deyin zira kimin Âmin demesi meleklerin Âmin'ihe rastlarsa geç­miş günahı afvolunur. Buyurdu.» Yine Ebû Hüreyre'den merfuan şu hadisi tahrîc etmişdir:

«Biriniz Âmin der; gokdeki meleklerde, Âmin der de, her ikisi birbirlerine denk gelirse, Allah onun geçmiş günahı­nı afveder.»

Eu hadîsler, cemaata âmin demenin meşru olduğuna delildir. Son hadîs yalnız kılana da âmm ve şâmildir. Âmin demeyi meşru kabul edenlerden pek çoğu bunu rnendup saymışlardır. Zahirîlerden bazıla­rına göre her namaz kılana Âmin demek vâcibdir.

Ebû Davud'un «Sünen» deki lâfzı şudur

İmam ı okudu mu (Âmin) der vederken sesînî Ebû Davud'un Hazreti Vâil'den bir rivayetinde :

Vâil Resûlüllah (S.A.V.)in arkasında  namaz,.kılmış; Resûlül-lah Amin'İ aşikâre demîşdir.».

Âmin = kelimesi ism-i fiildir. Kabul et manâsına gelir. Telâffuzu bütün rivayetlerde med ve tahfif iledir.[692]

 

305/222- «Abdullah b. Ebi Evfa[693] radiyatlahü anh'dan rivayet edilmlşdir. Demişdir ki: Peygamber (S.A.V.)'e bir- adam geldi de dedi kî; ben Kur'ândan bir şey alamıyorum; bana ondan yetecek kadarını öğretiver. Resûlüllah (S.A.V.) ilâ âhirini de buyurdular.[694]

 

Bu hadîsi, Ahmed, Ebû Dâvud ve Nesâî rivayet etmiş;  İbni Hîb-ban, Dâre Kutnî ve Hâkim de onu sahîhlemişlerdir.

Hadîs-i Şerifin tamamı «Sünen-i Ebi Dâvud» da şöyledir:

Adam Yâ  Resûlüllah bu Allah'adır bana ne var? Dedi.  Resûlüllah  (S. A.V.) buyurdular ki:

  Yâ Rabbî bana acı, bana rızk ve afiyet ver ve be­ni hidâyet eyle; de.

Vaktaki adam ayağa kalktı. Ellerini şöyle yapdı. Resûlüüah .(S.A.V.):

  Şu adam yok mu muhakkak ellerini hayırla dol­durdu; buyurdu.»

Yalnız hadîsin Ebû Dâvud'daki rivayetinde (^ÜJl Ljl) kelime­leri yokdur. Hadîs-i Şerîf Fatiha'yi ve başka âyet bilmeyene bu zikir­lerin Kur'ân yerine geçeceğine delildir. Namazını beceremeyenin hadî­sinde bu bâbda bahis geçdi.[695]

 

306/223- «Ebû Katade (R. A.J'den rivayet edilmişdîr. Demişdir ki: Resûlüllah (S.A.V.) bize namaz kıldırırdı ve Öğle ile ikindide ilk ikf rek'âtda Fâtiha-İ Kitab ile iki sûre okur; bazan bize âyeti işittirİrdi. Birinci rek'âtı uzatırdı. Son iki rek'âtda (yalnız) Fâtiha-î kitabı okurdu.»[696]

 

Müttefekun Aleyh'dir.

Bu hadîs-i şerîfde dört rek'âtın hepsinde, yani her rek'âtda Fatiha okumanın ve ilk iki rek'âtda zammı sûre yapmanın meşru olduğuna Peygamberimiz (S.A.V.)'in âdeti bu idiğine delil vardır. Çünkü «bize namaz kıfdırtrdı» ibaresi ekseriyetle devam ve istimrar ifade eder, ba­zan cemaata okuduğu âyeti işittirmesi gizli okunan namazlarda mutla­ka gizli okumanın vâcib olmadığına;'bundan dolayı sehiv secdesi lâzım gelmediğine delildir. «Bazan» tâbiri bu işin ResûlüÜah (S.A.V.)'den tek­rar tekrar sâdır olduğuna delâlet ediyor, Nesâî'nin (215 — 303) tahrîc ettiği Berâ' hadîsinde şöyle buyruluyor:

Hazret-1 Berâ' demiştir ki:

Bİz «Peygamber (S.A.V.)'in arkasında öğleyi kılıyor ve onun Lok­man ile Zarlyat sûrelerinden okuduğunu âyet beayef İşitiyorduk.» Îbni Huzeyme (223 — 311) de Hazreti Enes'den bunun benzerini tahrîc et­miştir. Lâkin Enes Hazretleri «Lokman ve Zariyat sûrelerinin yerine : yi zikretmişdir.

Hadîs-i gerîf, .birinci rekâtın uzatılmasına da delildir. Sebebini A-bdürrezzâk'm (—211) tahrîc ettiği yine bu Katâde hadîsinin sonu izah ediyor. Deniliyor ki:

«Anladık ki bununla nâsın İlk rek'âta yetişmesini istiyor.» Ebû Dâvud'-daki Abdürrezzâk hadîsinde : Atâ'nın; «Ben her namazda cemaat çoğalsın diye birinci rek'âtde imamın uzun okumasını, ikinciyi kısadan kesmesini dilerim» dediği rivayet olunuyor. îbni Hibban (354 — H.) uzatmanın kıraeti tertil yani tane tane okumak suretiyle yapılacağını, okunan âyetlerin birbirine müsavi olacağını iddia eder. Müslim'in (204 — 261) rivayet ettiği Hafsa (R. A.) hadîsi bu iddiayı teyid ediyor. Bu hadîsde:

sûreyi, ondan uzun olandan daha uzun oluncaya kadar tertil ederdi» de­niliyor. Bazılarında her iki rekatda okunan âyet mikdarı birbirine mü­savidir. Birinci rek'âtın uzunluğu başındaki iftitah duâsıyla (Euzu bes-melej'den ileri gelir. Aşağıda gelecek Ebû Said hadîsinde bu hususa ait izahat vardır. Beyhakî (384 — 458) : «Birisini bekliyorsa ilk rek'âtı uzatır; beklemezse her iki rek'âtde müsavi okur» diyor. Hadîs-i şcrîfde, son rek'atlarda Fâtiha'dan başka birşey okunmayacağına delil vardır. Bu hususda akşam namazı dahi hükümde dahildir, maamafih tmam-ı Malik (93 — 179) «El-Mııvatta-» da SunabiM'den, Hazreti Ebû Bekir (R. A.)'ı akşam namazının üçüncü rek'âtında:

âyetini okurken işitdiğini rivayet eder. Farz namazın son rek'atlarında sûre okumanın müstehab olup olmadığı hususunda îmamı Şafiî (R. H.) den iki kavil rivayet ediliyor.

Hadîs-i Şerîfde zanna binaen haber vermenin caiz olduğuna da de­lâlet vardır. Çünkü sûre okumayı yakînen bilmeğe imkân yokdur. Ba-zan okuduğu âyeti işitdirmek bütün sûreyi okuduğuna delil olamaz. Aşağıdaki Ebû Saîd hadîsi de zan üzerine ihbara delâlet ediyor. Habbab (R.A.) hadîsi de öyledir. Hazreti Habbab (R.A.)'a : Peygamber (S.A.V.)'in Öğle de ikindi de ne okuduğunu ne ile biliyorsunuz?» diye sorulduğu vakit:

— Sakalının kıpırdamasıyla.

Cevabını vermişdi. Bu bâbda Resûlüllah (S.A.V.)'den kavlen bir hadîs-i şerîf olsa söylerlerdi.[697]

337/221- «Ebû Said-İ Hudri (R.A.)'den rivayet edîlmişdir. Demİşdîr ki: Resûlüllah (S.A.V.)'in öğle ve İkindî'de ne kadar ayakta durduğunu tahmin ederdik, öğ'e'nin İlk iki rek'atındaki kıyamını Sûre-i Secdeyi son rek'aîlarda bunun yarısı kadar. İkindinin ilk İki rek'aîındakint öğlenin son rek'atları kadar; son rek'atlarındakini bu­nun yarısı kadar takdir ettik.»[698]

 

Bu hadîsi İmam-ı Müslim rivayet etmişdir.

«Tahmin ederdik» demesinden anlaşılıyor ki, takdir ve tahmin eden­ler bir cemaat imiş.

Filhakika Îbni Mâce takdir edenlerin otuz sahabe olduğunu rivayet ediyor. Takdir edilen (Sûre-i Secde) mikdarı her rekat için ayrıdır. Ya­ni iki rek'atda da Fâtiha'dan sonra o miktar âyet okuyacak kadar ayak­ta kalırmış. (Son rek'atlarda bunun yarısı kadar) denilmesinden anla­şılıyor ki, onlarda da Fâtiha'dan sonra Zamm-i Sûre ediyormuş. Aksi takdirde yalnız bir Fatiha okumakla ilk rek'atlar dekinin yarısı kadar

duramaz. (İkindinin ilk iki rek'atindekini öğlenin son rek'atları kadar) demesi bu işi daha fazla izah etmiş oluyor. Çünkü ikindinin ilk rekât­larında Fâtiha'dan sonra sûre okuyacağı malûmdur. Demek ki öğlenin son rek'atlannda da zamm-ı sûre varmış ki, ikindinin ilk rek'atlerine müsavi oluyormuş.

Bu hususda hadîsler çeşidlidir. Bazılarında ilk rek'atdeki uzatma: «bir kimse Bakî'a giderek hacetini gördükten ve evine dönerek abdest aldıktan sonra iki rek'atda Hazret-i Peygamber (S.A.V.)'e erişecek ka­dardı »deniliyor. Bu rivayet Müslim {204 — 261) ile NesâVde (215—303) dir. İmamı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile Müslim'in tahrîc ettik­leri Ebu Said (R.A.) hadîsinde şöyle denilmektedir:

«Peygamber (S.A.V.) Öğle namazında ilk İki rek'atının herbîrinde otuz âyet miktarı; son iki rekâtında onbeş âyet mikdarı — yahut bunun ya­nsı kadar dedi — ikindide ilk iki rek'atımn her birinde onbeş âyet mİk-darı; son İki rek'atmda da bunun yarısı kadar okuyordu.»

Buradaki lâfız, Müslim'indir.

Bu hadîs ikindi namazının son iki rek'atında Fâtiha'dan başka bir şey okunmayacağına; öğlenin son rek'atlannda ise okunacağına delâlet ediyor. Yukarıda Ebu Katâde hadîsinde, Hazret-İ Peygamber (S.A.V.)'in öğle'namazının son iki rek'atında yalnız Fâtiha'yı okuduğu­nu görmüştük. O hadîsin buradaki Ebû Said hadîsine tercih edilmesi gerekir. Çünkü onu Buharı ile Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir. Buradakini ise yalnız Müslim rivayet ediyor. Bir de o hadîsdeki ih­bar tahmini değil kafidir. Ebu Said hadîsindeki ise zan ve tahmine gö­redir. Binâenaleyh hem rivayet hem de dirayet yönünden o hadîs bu hadîse tercih edilir. Maamafih aralarını bulmak ve: «ResûlüÜah (S.A.V.) bazan son rek'atlarda Fâtiha'dan sonra Sûre veya âyet okur; hazanda- okumazdı» demek mümkündür; deniliyor. Bu takdirde son rek'atlarda zamm:ı Sûre bazan okunur, bazan terkedilen bir sünnet ol­muş olur.[699]

 

308/225- «Süleyman b. Yesar[700] (R. A.)'den rivayet edilmîşdir. De-mis'ir ki: Filân öğle namazında İlk rek'atleri uzatıyor? İkindiyi hafif kıldırıyor; Akşam namazında mufassal'ın kısalarını; yatsıda ortaları­nı; Sabah Namazında uzunlarını okuyordu. Bunun üzerine Ebû Hüreyre, namazı bundan daha ziyâde ResûlüMah (S.A.V.)'in namazına ben­zeyen bir kimsenin arkasında namaz kılmadım; dedi.»[701]

 

Bu hadîsi, Nesâî sahih bir isnadla tahrîc etmiştir.

Hadis-i Şerîfdekİ «filân» dan murad; Begavî (426 — 516)'nin «Şerh-üs Sünnet adlı eserindeki izahına göre Medîne-i Münevvere'nİn emîri-dir. Bazılarına göre ismi Amr b. Seteme'dir. Bazılarıda bunu Ömer b. Abdülazlz sanırlar. Fakat doğru değildir. Çünkü Ömer b. Abdü-lazîz Hazreti Ebu Hüreyre (R. A.) vefat etdikden sonra dünyaya gel­miştir. Halbuki hadîs'de Ebu Hüreyre'nin bu zâtın arkasında namaz kıldığı tasrih ediliyor. Mufassaldan murad: Bir takım sûrelerdir. Bunlarm uzunları, ortaları ve kısaları vardır. Mufassal sûrelerin nereden başladığı ihtilaflıdır. SâffaJ sûresinden veya Câsiyeden başlar diyenler olduğu gibi Kitâl'den yahut Fâtih'ten yahut Hucurât veya Saftan baş­lar diyenler de vardır. Hattâ daha başka sûreler göstere göstere Ve'd-duhâ'ya kadar inenler olmuştur. Mufassalların sonu bil ittifak Kur.'am Kerîm'in sonudur.

Ulemây-ı Kiram : Sa-bah ve öğle namazlarında «Mufassal» ların uzunlarım okumak hattâ Sabahınki öğleden daha uzun olmak, Yatsı ile îkindi'de ortalarını; Akşam'da kısalarını okumak sünnetdir; diyorlar ve bu tertibdeki hikmeti şöyle anlatıyorlar; Sabah ve Öğle zamanları .uyku sebebiyle gaflet zamanıdır. Çünkü biri gecenin sonu diğeri kaylule[702] vaktidir. Binâenaleyh bunların uzun sûrelerle kılınması. gaf-letden dolayı geciken cemaatın yetişmesi İçindir. İkindi; iş gü§ ve Ne-şaf zamanıdır. Bundan dolayı daha hafif kılınır. Akşamın ise vakti dar­dır. Bir de Oruçluların iftarı ve misafire akşam yemeği ikramı zama­nıdır. Binâenaleyh fazla tahfife muhtacdır. Yatsı'da uykunun galebe çalması tehlikesi vardır. Lâkin vakti genişdir ve İkindiye benzer.[703]

 

309/226- «Cübeyr b. Mut'İm (R. A.)'dan rivayet edilmiştir. Demiş­tir ki: Resûlüllah (S.A.V.)'i Akşam namazında Tur sûresini okurken işitdim.»[704]

 

Bu hadîs, Müttefekün Aleyh'dir.

Fcthül BarVdc bu işitmenin müslümanlığı kabul etmezden önce olduğu zikredilmiştir. Hadîsi Şerîf, Akşam namazında kıraetin Mufas­sal sûrelerin kısalarına münhasır olmadığına delildir. Hazreti Resûlül-lahın (S.A.V.) Akşam namazında (A'raf, Saffat, HâMim, Â'la, Tin) sûrelerini ve Muavvezeteyn ile Ve'l Mürselât sûresini keza mufassallarm kısalarını okuduğu rivayet edilmiştir, ve bu rivayetinin hepsi sa-hthdir. Nesâî {215 — 303)'nin tahrîc ettiği bir hadîse göre Resûlüllah {S.A.V.) Akşam namazının iki rek'atında «A,raf sûresi» ni bölerek okumuştur. Yatsıda Tîn sûresini okumuştur. Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, ResûlüMafi {S.A.V.) yerine ve zamanına göre zikredilen sûrelerin hepsini okumuştur.[705]

 

310/227- «Ebû Hüreyre {R. A.)'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.) Cuma günü sabah namazında «Secde Sûresi» ile «İnsan» sûrelerini okurdu.»[706]

 

Hadîsi Şerif;  Müttefekün Aleyh'dir.

«Taberânî dp İbni Mes'ud (R. A.) hadîsinden bunu devam ettiriyor­du.» ziyâdesi vardır.

Hadîs-i Şerîf, Resûlüllah (S.A.V.)'in hu namazda her zaman yaptı­ğı Şeyin bu olduğunu gösteriyor. Ta baranı rivayeti bundan devam etdi-ğini de bildiriyor.

Hanbeli Mezhebi İmamlarından İbni Teymiye'ye (661 — 728) göre bu sûrelere devamdaki sır: Cuma gününde olmuş ve olacak her şeye şâmil olmalarıdır. Çünkü bu iki sûre de HazreM Âdem'in yaratılması, kıyamet ve kulların haşri zikredilmektedir kî, bunlar hep cuma günü olmuş ve olacak şeylerdir. Binâenaleyh bunları okumak cuma günün­de olmuş ve olacak şeyleri cemaata hatırlatmak demektir .Tâ ki geç-mişden ibret alarak geleceğe hazırlansınlar.[707]

 

312/228- «Huzeyfe radiyaîîahü arih'ûen rivayet edilmiştir. Demiş­tir ki: Peygamber (S.A.V.) ile beraber namaz kıldım. Hiçbir rahmet âyeti rastlamıyordu kî, onda durup (rahmet) istemesin. Hiç bir azab âyeü de geçmiyordu ki ondan îstiâze etmesin.»[708]

 

Bu hadîsi,   Beşler tahrîc etmiş;   Tîrmizî de «hasen» bulmuştu!

Hadîs-i şerîfde, namaz kılarken okuduğunu düşünüp Allah'dan rah­metini dilemek,' azabından da O'na sığınmak gerektiğine delil vardır. Resûlüffah'ın bu namazı ihtimal gece namazıdır. Çünkü bu hadîs mut­lak ise de Abdurrahman îbni Ebi Leylâ[709] 'nm babasından rivayet ettiği ayni mevzudaki şu hadîs ile mukayyedir:                       

Resûlütlah (S.A.V.)'i farz olmayan bîr namazda okurken işittim. Cen­net ve cehennemin zikri geçince hemen; âteşten Allah'a sığınırım; vay . cehennemliklerin haline, dedi.» Bu hadîsi, İmamı Ahmed rivayet et­miştir, îbni Mâc de bu mânada bir hadîs rivayet eder. Yine îmam-ı Ahmed (164 — 241), Hazret-İ Âişe (R.Anhâ)'dan şu hadîsi tahrîc et­miştir :

«Resûlüllah (S.A.V.) ile «temam gecesi» namaza kalkdım. Bakara, Ni­sa' ve Âl-İ İmran'ı okuyordu. İçinde korkutma bulunan hiçbir âyete rastlamıyordu ki Allah Azze ve Celle'ye duâ ve istiâze etmesin. İçinde müjde olan bir âyet de geçmiyordu ki, Allah Azze ve Celle'ye duâ edip niyazda bulunmasın.»

Nesâî (215 — 303) ve Ebû Dâvud (202 — 275) Avf Ibni Mâlîk'den şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:

«Resûlüllah (S.A.V.). ile beraber namaza kalkdım. Evvelâ misvâkdan başladı; mlsvâklendi ve abdeşt aldı. Sonra kalktı ve namaz kıldı. Ba­ka re'den okumaya girişti. Hiçbir rahmet âyetine tesadüf etmiyordu ki durup (rahmet) dilemesin ve hiçbir azâb âyetine rastlamıyordu ki du­rup istiâze eylemesin... ilâ âhir...» yalnız Ebû Davud'un rivayetinde misvak ile abdest zikredilmemiştir.

Bütün bu hadîsler nafile namaz hakkındadır. Nitekim Abdur­rahman tbni Ebi Leylâ (— 83) hadîsinde tasrih edilmiştir. Namaz da gece namazıdır. Bunu da' diğer hadîslerden anlıyoruz. Zira Resûl-ü Ek­rem (S.A.V.)in farz bir namazda Bakara' ve Âl-î İmrân süreleriyle imam olduğu hiç rivayet edilmemiştir. Hadîsde «kalkdım» tâbirinin kullanılması da namazın gece namazı olduğuna işarettir. Maamafİh, bunları bir kimse farz'da okusa bir beis vardır; denilemez. Bahusus yalnız kılan, başkalarına usanç da vermiyeceği cihetle bu sûreleri oku­yabilir.

Hadtsde geçen «Leyletüt-temam» dan murad: Kışın en uzun gecesi yahut henüz kısaldığı belli olmayan üç gecedir. Yahut gecenin uzunluğu on iki saati bulup geçtikden sonraki zamandır.[710]

 

313/229- «Ibnİ Abbas radiyaUahü anA'den   rivayet   edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah saJlaUahü aleyhi ve seüem :

Dikkat edin! Ben rükû veya secde halinde Kur'an-ı okumaktan nehyolundum. Ama rükû'da siz Rabbi tazim edin. Secdeye gelince (orada) duaya çatışın. Zira duala­rınızın kabulü gerektir.»[711]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.

Hadîs-i şerif bir mukadder suale cevap gibidir. Sanki: «Rükû'da, secdede-biz ne yapacağız?» diye sorulmuş, Resûl-ü Ekrem de bu şekil­de cevap vermiştir. Hazretî Peygamber (S.A.V.) rükû'daki ta'zimin. na­sıl yapılacağını, bilfiil kendisi yaparak göstermiştir. Müslim'in bu bâb-da Huzeyfe'den rivayet ettiği hadîsde:

«Resûlâllah (S.A.V.) : «Sübhane Rabbiye'l - Azim demeğe başladı» de­niliyor.

Sadedinde bulunduğumuz hadîs, rükû ve sücûd halinde Kur'an oku­manın mcmnû olduğuna delâlet ediyor. Zahirine bakılırsa rükû'da tes-bih. secdede duâ etmenin vâcib olduğunu gösteriyor. Nitekim îmam-ı Akmed, tbni Hanbel (164 — 241) ile hadîs imamlarından bir cemaatin mezhebi budur. Cumhur'a göre ise müstehabdır. Çünkü vâcib olsa Hazreti Peygamber, namazını bsceremiyene.emrederdi. «Rabbl ta'-zirn edin» emri, ancak bir defa tazim icab eder. Çünkü emr-i mutlak tekrar icab etmez. Fakat Ebu Davud'un tahrîc ettiği.İbni Mes'ud ha­dîsinde tazimin üç defa yapılması emrediliyor. Hadîs şudur:

«Biriniz rükû et'ti mi ÜÇ defa» «Sübhane rabbİye'!âzîm» desin. «Bu Onun en azıdır.» Hadîsi, Tirmizî (200 — 279) ile tbni Mâce (207— 275) rivayet etmiştir. Yalnız Ebû Dâvud (202 — 275): «Bu ha­dîsde irsal vardır.» diyor. Buharı ile Tirmizı de aynı şeyi söylemiş­lerdir. «Bu onun en azıdır» denildiğine bakılırsa daha azının kâfi gelmemesi icab eder.

Hadîs-i şerîf, secde halinde duanın meşru olduğuna delildir. Secde­nin icabet yeri olduğuna da işaret vardır.[712]

 

314/230- «Âişe radiyallahü anhâ'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki Resûlüllah (S.A.V.) rükûunda ve sücûdunda   derdi.[713]

 

Hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

İnin mânası: «Seni tenzih ederim Âllahim. Senin ham­dine bürünürüm. Yâ Rabbi beni afvet» demektir. «Senin hamdine bürü­nerek seni tenzih ederim» mânası da verilebilir. Hadîs-i Şerîf çeşitli lâfızlarla rivayet edilmiştir. Bunlardan biri de şudur:

«ÂİŞE demişi ir ki:   Peygamber  (S.A.V.)   kendisine (sûresi) nâzîl olduktan sonra hiçbir namaz kılmamıştır ki:

dememiş olsun.»

Bu hadîs buradaki" zikrin de rükû ve secdelerde yapılacağına de­lildir. Yukarıda geçen «Ama rükûda siz Rabbi tazim edin» emri buna münafi değildir. Çünkü buradaki zikir o tazim üzerine zi­yâdedir. Binâenaleyh ikisi birden söylenir. Resûl-ü Ekrem'in :

«Yâ Rabbl bsni afvet» diye duâ etmesi, Teâlâ Hazretlerinin  [714] «O halde Rabbİnin hamdine bürünmüş olarak  (O'nu)  tenzih et ve CCna istiğfarda bulun» emrine imtisal içindir.Burada Fahr-i Kâinat  (S.A.V.)  Hazretlerinin kulluk vazifesini ifa için Allah'ın emrine imti-sâle şitâb ettiği de ifade olunmaktadır.[715]

 

315/231- «Ebû Hüreyre radiyalîahü anh'öen rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah (S.A.V.) namaza kalktığı vakit namaza dururken tekbir alır; sonra rükûa giderken tekbir alır; sonra Velîni rükûdan kal­dırırken derdi. Sonra ayakda iken der; sonra secdeye inerken tekbir ahrdı. Sonra başını kaldırırken tek­bir alır; .sonra secde ederken tekbir alır; sonra başını kaldırırken tek­bir alırdı. Sonra bunu bütün namazında yapardı. İki rek'atte oturduk-dan sonra kalkarken tekbir alırdı.»[716]  

                                           

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.                                      

Bazı izahat: Hadîsin başında denildiğine göre iftitâh. tekbiri alınırken ve alınmazdan evvel bir şey yapılmayacak de­mektir :

«Allah hamd edene İcabet eder» demektir. Zira, Allah'dan se-vâb umarak O'na hamd edene Cenabı Hak umduğunu verir. Binâena­leyh ondan sonra.demek münasib olur. Öunun mâ­nası: «Ey Rabbimiz, hamdi de Sana ettik.» demektir. Fakat bu mâna, cümledeki « j» ı atıf edatı olarak kabul ettiğimize göredir. Bu atıf, mukadder bir cümle üzerine yapılmış olur. Yâni : «Ey,.Rabbimiz. Sana itaat ettik ve Sana hamd ettik» demek olur. Maamafih «j ı in hâl mânasına yahut ziyâde olması da mümkündür. Nitekim bir ri­vayette « j » sızdır.

Hadîs-i Şerîf, zikredilen şeylerin meşru olduğuna delildir. Birinci tekbir, iftitâh tekbiridir. Bunun vâcîb olduğuna dair delil yukarıda gö­rülmüştü.

Sair tekbirlere gelince: Her rek'atda beş tekbir vardır. Üç ve dört rek'atlı namazlarda ilk oturuşdan kalkarken dahi tekbir alınır. Binâe­naleyh beş vakit farzlarında iftitâh tekbiri ile beraber «94», iftîtâh tek­biri sayılmazsa tekbir hasıl olur. Ulemâ nakil tekbirlerinin hük­münde ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre bunlar vâcibdir. Bu kavi İmam-ı Ahmed îbni Hanbel'üen (164 — 241) naklolunur.

DeÜli: Resûlüllah (S.A.V.)'in devamıdır. Bir de «Beni kılarken gördüğünüz gibi kilin» hadîsidir. Cumhur-u Ulemâya göre men-dûbdur. Çünkü bunları Hazret-i Peygamber (S.A.V.), namazını becere-miyen zâta öğretmemişti. Ona yalnız iftitâh tekbîrini talim buyurmuş­lardı. Binâenaleyh bunlar vâcib değildir. Zira vâcib olsa onları da- öğ­retirdi. Fakat Cumhura şu yolda cevab verilmiştir: Namazını becere-miyen hadîsinin Rifâa îbni Râfi' rivayetinde nakil tekbîri vardır. Hadîsi Ebû Dâvud (202 — 275) tahrîc etmiştir ki, mahall-j şâhid kıs­mı şudur:

«Sonra AUahü Ekber der; sonra rükû eder». Aynı hadîsde hem nem tekbirleri zikrolunmuştur. Bu rivayeti Tirmizî (200 — 279), Nesâî {215 —303) de tahrîc etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, îmam~ı Ahmed ile Dâvud-ı Zahiri, nakil tekbirlerinin vâcib olduğuna zâhib olmuşlardır. Rükûa giderken, doğrulurken» gibi tâbirler kullanıldığına bakılırsa tekbir bu hareketlerle birlikde olacak-"tır. Bir rüknü edaya başlarken tekbire de başlar. Bazıları beraberliği sağlamak için tekbiri uzatır demişlerse de buna lüzum yoktur. Lâfzı eksik ve fazlaya kaçmadan söylemelidir.cümlelerine gelince: Zâhir-i ha­dîse bakılırsa imam olsun, cemaat olsun, her namaz kılanın bunları söy­lemesi lâzımdır. Çünkü, Resûlüllah'ın namazından bu-cihet mutlak ola­rak rivayet edilmiştir. Maamafih, imam olduğu halin rivayet edilmiş olması ihtimali de vardır. Çünkü mutlak kemaline sarfedilir. Resûlül-İah'ın kemal üzere kılacağı namaz, şüphesiz ki cemaatle kıldığı namazda. Hanefilerle Safiîlere ve diğerlerine göre cümlesini mutlak surette nafile kılan ile farz kılan, imam ve yalnız kı­lan söyliyecck, tahmidi yâni imamın arkasındaki cemaat söyliyecektir. Delilleri :

«imam dedi mi, siz de deyin» hadîsidir. Bu hadîsi Ebû Dâvud tahrîc etmiştir. Lâkin, buna da itiraz olunmuş ve bu hadîs, cemaatin demesine.mâni değil­dir. Binâenaleyh, cemaat tesmi' ile tahmidin ikisini de yapar denilmiş­tir. Fakat Ebû Davud'un Şa'bî'den (6 — 104) tahrîc ettiği bir hadîsde.

«İmamın arkasındaki cemaat  demez la­kin der» buyurmuştur ki, bu hadîs Hanefiyye ile Şafİîyyenin kavillerini te'yicl eder.

§u kadar var ki hadîs mevkuftur. Tahâvî (238 — 321) ile îbni Abdil-berr (368 — 463) yalnız kılanın her ikisini söyleyeceğine icmâ, olduğunu iddia ederler.[717]

 

316/232- «Ebû Saîd-i Hudrî radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: tfesûiüllah (S.A.V.) başını rükûdan kaldırdığı vakit :

«Allahım! Ey Rabbimiz! Sana gökler ve yer dolusu hamd olsun ve ondan sonra da dilediğin nesne dolusu...»

Ey sena ve şeref sahibi! (Bu söz) kulun - ki hepimiz Sana kuluz -söylediğinin en haklısıdır. Allahım! Senin verdiğini menedecek yoktur. Menâttiğinİ de verecek yoktur. Bahtiyara Sen (in azabın) dan (kurtulma hususunda) bahtı bîr fayda vermez/ derdi.»[718]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

I-Iadîs-i Şerîfdeki Müslim'de Ebû Saîd rivayetinde bulunamamış; îbn-i Abbas rivayetinde bulunmuştur.keli­mesini mahfuz bir mübtedanın haberi olmak üzere merfû1 okumak da caizdir. Bu kelime,, Ebû Davud'un (202 — 275)  «Sünen» inde ve başkalarında şeklinde rivayet edilmiştir. Müslim'deki İbn-i Abbas rivayetinde de öyledir.

Bu rivayetin tamamı Ebû Saîd'in lâfzı değildir. Çünkü onun ri­vayetinde.lâfzı yoktur. îbn-i Abbas'ın lâfzı da değildir,çünkü ojıda tâbiri vardır. Cümlesindeki münâda olarak nasbedilmiştir. Fakat mahzûf bir mübtedanın haberi olmak üzere refi'de edilebilir ve o takdirde cümIe «Sen sena ve şeref ehlisin» şekline girer. manfuz mübtedanın haberidir. Takdiri şöyledir  Bu takdire göre aşağıdaki cüm­lesi haber değildir. Halbuki bazılan mübtedâ cümle­si haberdir demişlerdir. Musannif onu müste'nef bir cümle saymak­tadır. Çünkü bazı rivayetlerde bu cümle yoktur. «El-Mühezzeb» şer­hinde İbn-i Salâh (577— 643)'dan naklen şöyle deniliyor: Bunun mânası:

«Kulun söylediğinin en haklısı senin verdiğini menedecek yoktur, demssidir.»cümlesi mübteda ile haber arasında itiraz cümleşidir. Yahut cümlesi makablinin haberi olur. Fakat birinci şık evlâdır.»

Nevevî (631 — 676) diyor ki: «Evlâdır çünkü onda Allah'a kemal-İ tefviz; O'nun kemal-i kudretini, azametini, kahr vejsultanını, vahdâniy-yet ve mahlûkatın tedbirde tek olduğunu itiraf vardır.»

Hadîs-i Şerîf bu zikrin her namaz kılan için bu rükünde meşru' ol­duğuna delildir. Hamd güya bir cisim imiş de hadîsde sayılan o büyük zarflan, yerleri gökleri doldurmuştur. Bununla onun çokluğu şanına lâyık tir surette ifade edilmiş daha sonra (dilediğin nesne dolusu) buyurularak şanı daha da yüceltilmişdir.

Sena: Güzellikle tavsif ve medhetmektir.

El-ced: Cim'in fethiyle baht ve nasib demektir. Hadîsteki mânası: Senin azabın karşısında bahtlıya bahtı bir fayda vermez. Mutlaka sâlih amel lâzımdır, demektir.

Cid kelimesi : Cim'in kesri ile çalışmak demektir. Fakat bu rivayet zaîfdir.[719]

 

317/233- «İbni Abbas radiyallahü anhümâ'ûan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah saîlaîlahü aleyhi ve sellem :

Yüzde bulunan yedi kemik üzerine secde etmekle me­mur oldum dedi ve eliyle burnuna ellerine, dizlerine ve ayak uçlarına işaret; buyurdular.»[720]

 

Hadîs Müttefekun Aleyh'dir.

Hadîsin bir rivayetinde yerine yâni, emrolunduk ey ümmet; başka bir rivayetinde «Pey­gamber (S.A.V.) emretti» denilmiştir. Bu rivayetlerin üçü de Buharidedir. «Eliyle işaret etti» cümlesini   Nesâl (215 — 303) nin rivayeti tefsir etmiştir. O rivayette İbn-i Tavus diyor ki:

«Elini alnına koydu ve burnunun üzerine çekerek : Şu bir, dedi.» Kurtubî: (— 671). Bu, secdede alnın asıl, burnun ona tâbi olduğunu gösterir.» demiştir. Tbn-i Dakîki-l-îyd (625 — 702) dahi: bunun mânası, Resû!-ü Ekrem (S.A.V.) onlan bir azâ gibi saydı, demektir. Yoksa, âza sekiz olurdu.» diyor.

(Eller) den murad: avuçJ&ttfır. Hattâ bir rivayette tasrîh de edil­miştir.

(Ayak uçları) ndan murad da : ayaklarını dikerek parmaklarının ucuna basmak; ökçelerini yukarıya kaldırarak üstlerini kıble'ye karşı çevirmektir. Bu tarif, secdenin sıfatı hakkındaki Ebû Humeyd ha­dîsinde vardır.

Secdede, el parmaklarım bir araya toplamak mendûbdur; çünkü açılırsa bazılarının uçları kıble'den döner diyorlar. Ayak parmakları hakkındaki hüküm ise namazın sıfatı bâbmdaki Ebû Humeyd hadîsinde yukarda görülmüştü. O hadîsde parmaklarını kıble'ye çevirdi.» denilir.

Bu hadîs-i şerîf, sayılan azanın üzerine secde etmenin vâcib oldu­ğuna delildir. Zira;

Hazret-i Peygamber (S.A.V.) bunların Allah tarafından kendisine ve ümmetine emrolunduğunu emir sîgasıyla bildiriyor. Bu sîga ise vücûb ifade eder. Maamafih, mes'ele yine de ihtilaflıdır. Bazılarına ve Şafiî'­nin bir kavline göre vâcibdir. Hanefîlere göre de öyle ise de Ebû Ha-nîfe alın ile burundan birinin üzerine secde etmek kâfidir diyor.

Delili :

«Eliyle burnuna işaret etti» hadîsidir. İmameyn'e göre zaruret olma­dıkça caiz değildir. Musannif «Fethül-barî» de şöyle diyor: «Burun üzerine secde mes'elesinde» Ebû Hanîfe tarafından bu hadîsle istid­lal olunmuştur. îbn-i Dakîki-l-îyd (625 — 7G2) demiştir ki : «Hak olan, böyle bir şey cebhenin tasrihine muaraza edemez. Velevki alın­la burnun bir uzuv gibi telâkkisi itikad olunsun. Çünkü bu sade tes­miye ve ibarededir. Delâlet ettiği hükümde değildir.

Hadîsin zahiri bütün alnın üzerine secde etmenin vâcib olduğunu

gösteriyor. Çünkü, Hazret-i Peygamber (S.A.V.) bu bâbda «Alnını secde yerine değdir» buyurmuştur. Binâenaleyh, alnım mümkün mertebe yere değdirmek icab eder. Üzerine secde edjlecek azadan dizler gibi kapalı olanları secde için açmak lâzım değildir, Bun­da hilaf yoksa da, alın kapalı olduğunda açılıp açılmaması ihtilaflıdır. Bazlarına göre açmak vâcibdir.

Delilleri Ebû Davud'un (202 — 275) inde tahrıc ettiği şu hadîstir:

«Resûlüllah  (S.A.V.)  yanıbaşında  sçcde eden  bir  adam gördü. Alnına sarık sarmıştı. Hemen onun yüzünü açtı.» Lâkin Buhatl (194 — 256) Hasen'den ta'lik suretiyle şu hadîsi rivayet eder:

«Resûlüllah (S.A.V.)'in eshâbı elleri elbiselerinin içinde iken secde eder­lerdi. İçlerinden bazısı sarığının üzerine secde ederdi.» Bu hadîsi Bey-hdkî (384 — 458) vasletmiş ve : «Secde hakkında bu hadîs, sahabeye mevkuf olarak en sahîh bir şeydir» demiştir. Resûlüflah (S.A.V.)'in sa­rığının katı üzerine secde eder idiğini gösteren hadîsler kimi İbni Ab-bas ile İbni Ebi Evfâ'dan, kimi Câbîr ve Enes'den rivayet edilmiş ise de bunların hepsi zaîfdir. îmam Beyhakî bunları ve daha başkala­rını zikrederek «Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in sarığının katı üzerine secde ederdiğine dâir merfu' olarak hiçbir şey sabit olmamıştır» de­miştir. Eöylece iki tarafın delilleri vücûb isbât edememektedir. Binâe­naleyh, ikisi de, yâni açmak da açmamak da caiz olmak icâb eder. Vakıa Habbâb hadîsinde :

«Resûlüllah (S.A.V.)'e kızgın yerin yüzlerimize ve avuçlarımıza vuran sıcağından şikâyet ettik; şikâyetimizi kabul etmedi, ilâ... âhiri...» deni­liyorsa da bu hadîsde mevzû-u bahis âzânın açılıp açılmadığına bir de­lâlet yoktur. Müslim'in Hazret-i Enes'den rivayet ettiği hadîsde de : «Sıcağın şiddetinden her birerlerinin elbiselerini yayarak üzerlerine sec­de ettikleri» beyân ediliyor. Fakat bunda ihtilâf yoktur. İhtilâf edilen cihet, sırtındaki elbisenin üzerine edilen secdedir. Enes hadîsi ise iki tarafa yâni sırtında olmağa da olmamağa da ihtimâllidir.[721]

318/234- «İbn-i Buhâyne[722]'den rivayet olunmuştur kî. Peygamber (S.A.V.), secde ettiği zaman, kollarını tâ koltuklarının beyazı görünün-ceye kadar aralardı.»[723]

 

Mültefekun Aleyh'dir.

Bu hadîs, namazda bu şekilde hareket edileceğine delildir.

Bundaki hikmet : Her âzâyı ayrı ayrı meydana çıkararak secdede iken bir adamın birkaç kişi gibi görünmesini temin etmektir. Bu mânâ, Tâberânî'nin (260 — 360) zaîf bir isnadla İbn-i Ömer (R. A./dan tah-rîc ettiği şu hadîsde açıktır:

«Yırtıcı gibi serilip yatma. Avuçlarınla dayan, kollarını aç. Bunu yaptın mı, senin her uzvun secde eder.» Müslim'-Meymûne hadîsi dahi aynı sarahati arz ediyor. Hazret-i Meymûne (B. A.) diyor ki :

Peygamber (S.A.V.) kollarını açardı; o derecede ki( hanı bir (kedi gibi) hayvan geçmek istese geçerdi.»

Bu hadîslerin zahiri her ne kadar vücûb ifâde ederse de Ebû Davud'un tahrîc ettiği Ebû Hüreyre hadîsi, kollan açmanın vâcib ol­madığım gösterir. Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki :

«Peygamber (S.A.V.)'İn eshâbı, kollarını açtıkları zaman secde etmenîn zorluğundan kendisine şikâyet ettiler. Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem:Dizlerden yardım alın; buyurdular.»

Hadîsin râvilerinden tbn-i Acîân: «Bu, secde uzadığı zaman dir­seklerini dizlerinin üzerine koymakla olur» diyor.

(Tâ koltuklarının beyazı görününceye kadar) ifâdesinden bazıları, ResûlüMah (S.A.V.)'irı sırtında gömleği olmadığını, sanmış ise de, iba­rede buna bir delil yoktur. Çünkü gömleği sırtında iken de koltuğunun kenarı görünebilir. Bahusus, o devrin gömlekleri kolları yırtmaçlı ve geniş oluyordu. Binâenaleyh, gömleğinin yeninden koltuk altları görü­nebilir.[724]

 

319/235- «Berâ' İbn-i Âıîb[725] radiyallahü anA'den rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki: Resûfüllah sallaîlahü aleyhi ve sellem :

Secde ettin mi ellerini koy, dirseklerini kaldır; buyur­dular.»[726]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Yukardaki Hadîs-i Şerîf, na-mazda bu hey'ette bulunmanın vücûbu-na delildir. Fakat ulemâ ondaki emri nedib mânâsına almışlardı. Di­yorlar ki: «Bundaki hikmet, tevâzua daha elverişli, alnı burnu yere değdirmeğe  daha muvafık ve tenbeller kıyafetinden uzak oluşudur. Çünkü namazında yere yayılanın hâli, köpeğe benzer ve namazı hiçe say­dığını gösterir. Fakat bu hüküm erkek hakkındadır. Kadın bu hususda erkek gibi değildir. Sebebini Ebû Davud'un (202 — 275) «El - Merâsîl-» inde Zeyd tbn-i Ebl Habib'den rivayet ettiği şu hadîs açıklamakta­dır.

«Resûlüllah (S.A.V.) namaz kılan iki kadının yanına uğradı; Ve buyur­du ki:

«Secde ettiniz mi, vücudun bir kısmını yere toplayın. Çünkü kadın bu hususda adam gibi değildir; buyurdular.»

Beyhakı (384— 458): «Bu mürsel, bu bâbdaki iki mevsûlden da­ha iyidir» demiştir. Beyhakî o iki mevsûlü «Sünen» inde rivayet et­miş ; zaîf noktalarını da göstermiştir.

Parmaklan rükû'da açmak sünnettir. Çünkü Ebû Davud'un riva­yet ettiği Ebû Hu m ey d Sâidİ hadîsinde şöyle deniliyor:

«Resûlüllah (S.A.V.) elleriyle dizlerini yakalamış gfbi tutuyor; parmak­larının arasını aralıyordu.»

Kollarını aralıyarak yanlardan uzaklaştırmak da sünnettir. Nitekim yukarıki Ebû Humeyd hadîsinde beyân edilmiştir. O hadîsi İbn-i Huzeyfe şu lâfızlarla rivayet ediyor:

«İki elini yanlarından uzaklaştırdı.» Musannif tbn-i Buhayne hadîsini «Et-TeZMs» nâm eserinde de iki defa zikretmiştir. Hadîs sa-hîhdir. Binâenaleyh onu hem rükûa hem de sucuda delil getirmiştir. Çünkü hadîs ikisine de ihtimâllidir.[727]

 

320/236- «Vâİl İbn-i Hucr radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki: Peygamber (S.A.V.) rükû' ettiği vakit parmaklarının arasını aralar; sec­deye vardığında parmaklarını kapardı.»[728]

 

Bu hadîsi Hâkim rivayet etmiştir.

Parmaklardan murâd : El parmaklarıdır. Ulemâ: parmakları yum-makdaki hikmet, parmakların Kıble'ye dönmesidir, diyorlar.[729]

 

321/237- «Âİşe radiyallahü anhd'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki:   Resûlüllah   (S.A.V.)'i  bağdaş  kurarak namaz  kılarken  gördüm.»[730]

 

Bu hadîsi, Nesâî rivayet etmiş İbn-i Huzeyme sahîhlemiştir.

Beyhakî (384 — 458) dahi Abdullah İbn-i Zübeyr'den şu hadîsi ri­vayet eder:

«Resûlüllah  (S.A.V.)'i şöyle duâ ederken gördüm; (dedi) ve bağdaş kurmuş otururken ellerini dizlerinin üzerine koydu.»

Yine bu hadîsi Beyhakî Humeyd'den şu lâfızlarla rivayet etmiştir:

«Enasi döşeğinin üzerinde bağdaş kurmuş, namaz kılarken gördüm.»

Buharı bu hadîsi ta'lîk etmiştir.

Ulemâ diyor ki : Bağdaş kurmanın şekil : sağ ayağının iç tarafını sel uyluğunun altına ;sol ayağının iç tarafını da sağ uyluğunun altına koymaktır; avuçlar da rükû hâlindeki gibi dizlerin üzerine konarak par­maklar aralanacaktır.

Hadıs-i şerif, hastanın namaz kılarken nasıl oturacağına- delildir. Çünkü bu hadîs, oturarak namaz kılacak hasta hakkında vârid olmuş­tur. Hazreti Peygamber (S.A.V.) atından düşerek ayağı çıktığı zaman böyle bağdaş kurarak kalmıştı.[731]

 

322/233- «İbn-İ Abbas radiyallahü-   anAürnd'dan  rivayet edilmiştir ki: Peygamber (S.A.V.) iki secde arasında:

«Yâ Rabb, beni afveyle, bana acı, beni hidâyet bu­yur, bana afiyet ve rızk ver, derdi.»[732]

 

Eu hadîsi, Nesâî müstesna dörtler rivayet etmiştir. Lâfız Ebû Da­vud'undur. Hâkim de sahîhlemiştir.

Tirmizl (200 — 279}'nin rivayetinde yerine lâfzı vardır kaydı da yoktur. İbni Mâce (207 — 275) rivâyetinde lâfızlarım bir arada zikretmiş fakat ve lâfızlarını kaydetmiştir. Hâkim (321' — 405) dahi bu iki lâfzı bir arada zikretmekle beraber lâfzım zikretmemistir.

Hadîs-i- şerîf, iki secde arasında oturunca duâ etmenin meşru oldu­ğuna delildir. Zahir, Resûlüllah (S.A.V.)'in bu duayı aşikâr okuduğunu gösteriyor.[733]

 

323/239- «Mâlik İbn-i Hüveyris radiyaüahü anA'den rivayet edil­miştir ki; Peygamber (S.A.V.)'i namaz kılarken görmüş. Namazının tek (rek'atında) olduğu zaman, tâ oturup doğrulmadıkça kalkmazmış.»[734]

 

Eu hadîsi, Buharî rivayet etmişdir.

BuharVnin bir rivayetinde hadîsin lâfzı şöyledir:

«Başını  ikinci  secdeden kaldırdığı zaman oturur, yere dayanır. Sonra kalkardı.» Yine BuharVde şöyle bir rivayet vardır:

«Sonra secdeye indi. Sonra ayaklarını bükdü. Ve her uzvu yerine gelin­ceye kadar oturdu; sonra kalkdı.»

Bu oturuş; namazını beceremeyen hadîsinin bazı rivayetlerinde de zikredilmişdir.

Hadîs-i Şerîf bu oturuşun birinci rek'atin ikinci secdesiyle, üçüncü rek'atın secdelerinden sonra meşru olduğuna delâlet etmekdedir.

Buna «istirahat oturuşu» derler.Imam-ı Şafiî (150— 204) bir kavlinde buna kail olmuşsa da meşhur kavline göre caiz görmemiştir. Hanefîlerle, Mâlİkîler ve Hanbeliler'e ve diğer bazı zeva­ta göre bu oturuş meşru değildir.

Delilleri : Vâil b. Hucr'un Resûlüllah (S.A.V.)'in namazı hakkında­ki hadîsden geçen:

«İki secdeden başını kaldırdı mı kalkarak doğru I urdu» ifadesidir. Bu ha­dîsi, Bezzâr «Müsned» inde rivayet etmiş yalnız Nevevî (631 — 676) zayıf bulmuştur. İstirahat oturuşunu caiz görmeyenler İbni Münzir (— 236)'in rivayet ettiği; En-Numan b. Ebî Ayyaş hadîsiyle istidlal eder­ler.

Bu hadîsde şöyle deniliyor :

«Resûlüllah (S.A.V\)'in Ashabından bîr çoklarına yetiştim (bunlardan her biri) başını ilk rek'atde ve üçüncüde secdeden kaldırdığı zaman, bulunduğu vazîyetde (hemen) kalkar; oturmazdı.»

Bazıları bu hadislere teptan cevap vermeye çalışmış ve: menfaat yoktur. Çünkü oturanda sünnettir diye oturur; terk edende sünnettir di­ye terk eder; bu oturuşun vâcib olduğuna kail olan yoktur» demişler­dir.[735]                                            

 

324/240- «Enes radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki; Resû­lüllah (S.A.V.): «Bir ay (namazda) rükûdan sonra bazı Arab kabilele­rine beddua ederek Kunut yapmış. Sonra bunu terk etmişdîr.»[736]

Bu hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.

Ahmed ile Dâre Kutnî'de başka yoldan bunun benzeri vardır. (Sabah namazında ise tâ dünyadan ayrılıncaya, kadar kunut okumağa devam etti) ifâdesini de ziyâde etmiştir.

Haklarında beddua edilen arap kabilelerinin adları bazı rivayet­lerde açıklanmıştır.

Bunlar Ri Usayya ve Benû Lihyân'dır. Hadîsin lâfzı Buharde Âsım-ı Ahvel'den uzunboylu rivayet edilmiştir.

Asım şöyle demiştir :

«Enes b. Malîk'e kunutu sordum. Kunut vardı; dedi. Rükûdan evvel mi? İdî, sonra mi? dedim. Evvel idi; dedi. Yâ falan bana senin rükûdan son­ra dediğini haber vertji.de... dedim.  Hatâ etmiş.

Resûlüllah (S.A.Vı)riikûdan sonra ancak bir ay kunut yaptı; zanne­derim kendilerine Kurra; denilen yetmiş kişi kadar bir cemaatı müşriklerden bir cemaata ki adetçe müşriklerden az İdiler göndermişti. On­larda (yani müşrikler) gadrederek kurrayı öldürmüşlerdi. Resûlüllah {S.A.V.) ile bu müşrikler arasında muahade vardı. Bunun üzerine Re­sûlüllah (S.A.V.) bîr ay onlar aleyhine duâ ederek kunut eyledi, dedi.»

Bahsimizin mevzuu olan hadîsdeki «\£""^"V » «sonra onu terk etti»

sözü sabah namazından mâ'ada namazlardadır. Bunu hadîsin sonunda ki ziyâdeden anlıyoruz. Maamafih Hazreti Enes'den künut hakkında ri­vayet edilen hadîsler muzdarip ve sabah namazı hakkındakiler birbi­rine muarızdır. «El-Hedyü'n - Nebevi» namlı eserde bunların arası cem edilmeye çalışılmış ve:

Bu hadîslerin hepsi sahîhdir; birbirini tasdik eder; aralarında te­nakuz yoktur. Çünkü Enes'in rükûdan Önce diye anlatdığı kunut rükû'-dan sonraki kunut değildir.

Vakit tayin ederek söylediği kunut mutlak zikredildiğinin gayrıdır. Enes'in rükûdan evvel dediği- kunut; kıraat için ayakta uzun zaman kalkmakdır. Rükûdan sonra dediği kunut; dua için ayakda fazlaca dur-makdır. İşte bir ay yaparak kimi bir kavmin aleyhine kimi de bir kav­min lehine duâ ettiği, sonradan duâ ve sena için dünyadan gidene kadar devam ettirdiği kunut budur.

denilmiş isede bu tevcih (sabah namazında ise tâ dünyadan ayrılıncaya kadar kunut okumağa devam etti) ifadesiyle bir­birini tutmuyor. Ve anlaşılıyor ki; müddeti ömrünce devam ettiği ku­nut sabah namazına mahsusdur. Rükûdan sonra kıyamda fazla kalmak ise bütün namazlara âmm ve şâmildir.

Hâkim {321 — 405)'in Hazreti Ebû Hüreyre'den rivayet ederek sa-hîhlediği bir hadîsde: Resûlüllah (S.A.V.) sabah namazının İkinci re-katinde başını rükûdan kaldırdıktan sonra ellerini kaldırarak: dive duâ derdiği açıklanıyorsada o hadîsin râvileri arasında Abdullah b. Sâîd-i Makberî vardır ki, hüccet olamaz.

Sabah namazının son rükûundan sonra duâ etmenin sünnet olduğu­na selef ve halefden bazı zevat ile îmam-ı Şafiî (150 — 204) kail olmuş; fakat hangi lâfızlarla duâ edileceğinde ihtilâf etmişlerdir. Bazıları Kur'-an-ı Kerîm âyetleriyle duâ edilir demiş; İmam-ı Şafiî ise :

«Yâ Rab!    beni hidâyet ettiklerin arasında hidâyet buyur,., ilâ âhîr...»duasının okunacağına zâhib olmuştur.[737]

 

326/241- «Enes radiyaîîahü anfı'den rivayet edilmiştir kî; Peygam­ber (S.A.V.) ancak bîr kavme hayır duâ, yahut bir kavme beddua et­tiği zaman kunut ederdi.»[738]

 

Bu hadîsi, İbni Huzeyme sahîhlemişdir.

Resûlüllah (S.A.V.)'in hayır duası Mekke'deki zayıf müslümanlar içindi. Bedduasını ise az yukarıda gördük.

Bu hadîse bakarak bazıları felâket zamanında kunut yaparak hâ­diseye göre duada bulunmak sünnettir; derler. Bu kavi fena değilse de Resûlüllah (S.AıV.)'in başına hendek muhasarası gibi felâketler gel­diği halde bunlarda kunut yaptığı rivayet edilmemişdir, diyerek buna itiraz edilmişdir.

Hanefîler'e göre sabah namazında kunut yoktur; çünkü nehyedilmiştir. Bunlar aşağıdaki hadîsle istidlal ederler.[739]

 

327/242- «Said b. Târik Eşceî[740] radiyallahü anh'dan rivayet edil­miştir. Demiştir ki: Babama, babacığım dedim; sen :

Resûlüflah (S.A.V.)'in, Ebû Bekir'in Ömer'in Osman'ın ve Ali'nin arkasında namaz kıldın. Sabah namazında hiç kunut yapıyorlarmıydı? Ey oğulcuğum uydurmadır; dedi.»[741]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud müstesna, Beşler rivayet etmiştir.

Bu hadîsde adı geçen zevatdan bunun hilafı da rivayet edilmiştir.

İki rivayetin arasını bulmak için: bazan kunut yapmış; bazan yapma-mışdır, diyenler olmuşdur.

Hanefîler'e gelince:  Onlar bu hadîsle istidlal ederek sabah nama­zında-kunutu memnu addetmişlerdir. Çünkü muhdes'dir,[742] denilmiştir.[743]

 

328/243- «Hasan b. Ali[744] radiyalhhü anhümâ'dan .rivayet edil­miştir. Demiştir ki : Bana Resûlüllah (S.A.V.) bir takım kelimeler öğ­retti. Onları vitir'in kunutunda okuyorum:

«Yâ-Rabbi beni hidâyet ettiklerin arasında hidâyet eyle; bana afiyet verdiklerin arasında afiyet ver; Yar­dım ettiklerinin arasında yardım et! verdiklerinde bana bereket ihsan eyle. Kaza buyurduğunun şerrinden beni koru. Çünkü hükmeden sensin; Sana hükmedilmez. Hiç şüphe yokki senin yardım ettiğin, perişan olmaz. Müba­reksin Rabbimiz, yücesin».[745]

 

Bu hadîsi, Beşler rivayet etmiştir. Taberanî ile Beyhakî şunu ziyâ­de etmişlerdir:

«Senin gadab ettiklerin felah bulmaz.» Nesâî de sonun­da başka bir veçheden şunu ilâve etmiştir. «Allah Peygambere salât eylesin.»[746]

 

328/243- «Beyftafcfde İbn-i Abbâs raüiyaUahil anh'den şu ziyâde vardır: Resûlüllah (S.A.V.) bize sabah namazının kunutunda okuyaca­ğımız bir duâ Öğretirdi.»[747]

 

Bunun senedinde zaaf vardır.

Yalnız Nesâî'nin sondaki ziyâdesi için musannif: «Bu ziyâde garip­tir, sabit değildir Çünkü Abdullah b. Ali tarafından rivayet edilmiştir. Bu zât maruf değildir.

Abdullah b.1 Alî b. Hasan b. Ali olduğu kabul edilse bile senedi yine münkatı'dır. Çünkü amcası Hasan'dan işitmemiştir,» dedikten sonra Anlaşıldıki, bu hadîs münkatı olduğundan veya bilinmediğinden Hasan'-(R. A.) şartından değildir» diyor. Hal böyle olunca musannifin bu­rada da: Bu ziyâde sabit değildir demesi icabederdi.

Hadîs-i şerîf, vitir namazında kunutun meşru olduğuna delildir. Ku-nutun ramazanın yarısından sonra yapılması ittifaklıdır. Fakat Hanefî-lerle Hanbelîlere ve diğer bazı zevata göre bütün sene devam eder.

Şafiîlere göre; bu duâ Ramazanda sabah namazında okunur.

Musannif Beyhakî hadîsini burada icmâlen zikretmiştir. Tahri-cü'l - Ezkâr adlı eserinde yine BcyhakVmu rivayeti olarak tam nakleder. Bu duâ diye başlar. Beyhakî (384 — 458) bu ha­dîsi çeşitli yollardan rivayet etmiştir. Bunların biri Bureyd b. Ebî Mer­yem tarikidir.

Büreyd şöyle demektedir:

«İbnü-I Haneflyye ile İbn-İ Abbas'dan : Resûlüllah (S.A.V.) sabah na­mazında ve gecenin vitrinde bu kelimelerle kunut okurdu; dediklerini işittim.» Bu hadîsin isnadında meçhul bir râvî vardır. Musannif bu rivâyeti değilde Ibn-i Cüreyc yoluyla gelen rivayeti almıştır ki onun da râvîleri arasında Abdurrahman b. Hürmüz vardır. Bu zât söz gö­türdüğü için musannif hadîsin senedinde zaaf vardır. Demiştir. Fa­kat dikkat etmeli ki bir de Abdurrahman b. Hürmüz el-A'rec vardır. Âlim ve sika, yâni mutemed bir zâtdır. Onunla buradaki Abdurrah­man b. Hürmüz'ü karıştırmamalıdır, musannif «Telhis» adh eserin­de bunları birbirine karıştırmışdır.[748]

 

330/244- «Ebû Hüreyre radiyallahü anh'öen rivayet edilmiştir. Demîşdir kî: Resûlüllah salîalîahü aleyhi ve sellem:

— Biriniz secde ettiği zaman deve çöker gibi çökme­sin; ellerini dizlerinden evvel yere koysun; buyurdular.»[749]

 

Bu hadîsi, üçler tahrîc etmiştir. Bu Vâil b. Hucr hadîsinden daha kuvvetlidir.

Vâil b. Hucr Hadîsi şudur.[750]

 

330/244 - «Resûlüllah (S.A.V.)'i, secde ettiği vakît dizlerini elle­rinden önce yere koyarken gördüm.»[751]

 

Bu hadîsi dörtler tahrîc etmişdir. Çünkü Ebû Hüreyre hadisinin İbn-Î Ömer {R. A.)'den şahidi vardır. O şahidi Ibn-i Huzeyme sahîhlemiş, Buharı de ta'lik suretiyle mevkufen zikretmiştir.

Ebû Hüreyre hadîsini Sünen sahipleri tahrîc etmişler, fakat Bu­harı (194 — 256), Tirmizî (200 — 270) ve Dâre Kutnî (306 — 385) onu illetlendirmişlerdir. Buharı : «Muhammed b. Abdillah b. el - Hasan, arkasından gidilmez bir adamdır. . Ebû'z - Zinad'ân işittimi, işit-medimi bilmiyorum» der. Tirmizî : «Bu hadîs gariptir; onu Ebû'z -Zinad rivayetinden bilmiyoruz» demektedir.

Nesâî (215 — 303) onu Ebû Hüreyre'den de tahrîc etmişdir. Fakat «Ellerini dizlerinden önce yere koysun» kaydı yoktur. Yalnız îbn-i Ebî Davud'un (—316) tahrîc ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde bu kay d vardır.

Hadîs şöyledir :                                                                    

«Peygamber (S.A.V.) secde ettiği   zaman   dizlerinden   önce   ellerinden başlardı.»

. Bunun bir mislini Derâverdi, Ibn-i Ömer'den rivayet etmiştir. Mu­sannifin işaret ettiği şahid de odur. Lâkin îbn-i Huzeyme (223 — 311) sahihinde Mis'ab b. Sa'd'dan bu hükmün değiştiğini bildiren şu hadîsi tahrîc etmiştir:

«Bİz dizlerden önce elleri yere koyardık. Müteakiben dizleri ellerden ev­vel koymakla emrolunduk.»

Yukarıdaki hadîs ve benzerleri, namazda secdeye inerken evvelâ el­lerin, sonra dizlerin yere konacağına delildir. Zahir vücub gösteriyorsa-da bunun vâcib olduğuna kail olan yoktur. Binâenaleyh nıendubdur. Maanıafih yine de ihtilaflıdır.

îmam-ı Malik (93 — 179), Evzâî (78 — 150) ve ulemâdan bir ce­maat "bu hadîsle amel ederler. Evzâî[752]: «Bizim yetiştiğimizde nâs ellerini dizlerinden önce secde yerine koyarlardı» diyor. Hadîs imamla-; rının kavlide budur. Bunlar secdeden kalkarken evvelâ dizlerini, son­ra ellerini kaldırırlar.

Hanefîlerle Şafiîler ve bir rivâyetde îmam-ı Malik Vâil b. Hucr hadîsiyle amel ederek ; «Secdeye giderken evvelâ dizler; sonra eller ye­re konur. Kalkarken bunun aksi yapılır» demişlerdir.

Buharî Vâil b. Hucr Hadîsi hakkında şöyle demiştir : «Nafi' dedi ki, Ibn-i Ömer ellerini dizlerinden Önce yere koyardı».

Vâtl hadîsini dörtler ile îbn-i Huzeyme (223 — 311) ve îbn-i Seken (294 — 353) sahihlerinde şerik tarikinden tahrîc etmişlerdir.

Buharı (194 — 256), Tirmizî (200 — 279), îbn-i Ebî Dâvud (— 316) ve Beyhakî bunu tek başına Şerik rivayet etmiştir.» diyorlar. Lâkin bu hadîsin Asım-ı ahvel yoluyla Hazret! Enes'den şahidi vardır.

Enes (R.A.) şöyle diyor:

«Resûlüllah  (S.A.V.)'I tekbir ile secdeye inerken gördüm, dizleri elle­rinden Önce yere değdi.»

Bunu Dâre Kutnî (306 — 385), Hâkim (321 — 405) ve Beyhakî tah­rîc etmişlerdir. Hâkim : «Bu hadîs şeyheynin şartı üzeredir.» diyor. Beyhakî: «Bu hadîsi t.ek başına Aîâ b. Atâ rivayet etmiştir.

Alâ meçhuldür; demektedir. İşte Hanefîlerle Şafiîlerin delili bu hadîsdir.

Ahmedb. Hanbel (164 — 241) ile ulemâdan bir cemaatda buna ka­ildir. Sahabeden Hazretl Ömer ile İbn-i Mes'ud'un mezhebi de budur. Musannifin sözünden Ebû Hüreyre hadîsini tercih ettiği anlaşilıyorsada bu hadîs Şafiînin mezhebinde de delil olarak almmışdır.

Nevevî (631 — 676) diyor ki : İki mezhebden birini tercih zahir ol­muyor; Lâkin Hanefi imamları Vâil hadisini tercih ettiler; Ebû Hürey­re hadisi hakkında da muzdaribdir. Çünkü ondan iki şıkkın ikisi de ri­vayet olundu» diyorlar,îbn-i Kayyım (691 — 751) bu meseleyi uzun uzadıya incelemiş ve: «Ebû Hüreyre hadîsinde râvi tarafından kalb yapılmıştır. Çünkü (elle­rini dizlerinden evvel yere koysun) şeklinde rivayet ediyor. Halbuki aslı; (dizlerini ellerinden evvel yere koysun) şeklin­dedir. Hadîsin baştarafı da bunu gösterir. Çünkü (deve çöker gibi çökmesin) buyrulmuştur. Ma'lumdur ki deve çökerken ön ayaklarım arka ayaklarından evvel yatırır» demiştir. Resûlüllah'm şâir hayvanlara benzememek hususundaki emri sabit olmuşdur, bunu yukarıda görmüş­tük.

Elhasıl; Ebû Hüreyre hadlsiyle Vâil hadîsinin kuvvetçe birbirine denk oldukları anlaşılıyor. îbn-i Kayyim'in tahkîkına göre de Ebû Hüreyre hadîsi Vâîl hadîsiyle birleşmektedir. Yalnız onda kalb yapılmış­tır. Binâenaleyh iki şıkkın ikisi de caizdir.[753]

 

332/245- «İbni Ömer radiyallâhü anVden rivayet olunmuştur kî: Resûlüllah (S.A.V.) teşehhüde oturduğu zaman sol elini sol dizinin, sağ elini, sağ dizinin üzerine koyar. Elli üç akdeder (yâni avucunu yuma-) ve şehadet parmağı ile işaret ederdi.»[754]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.

Müslim'in bir rivayetinde: «Bütün parmaklarını yumar ve baş parmakdan sonra gelenle işaret ederdi» denilmektedir.

Ulemâ diyorkî; işaret için şehadet parmağının tahsis edilmesi, bu parmağın ta kalbin derinlikleriyle irtibatı olduğundandır. Binâenaleyh onu tahrik etmek, kalbin huzur bulmasına sebeb olur.

Elleri dizlerin üzerine koymak bilittifak müstchabtır. «Elli üç akde-' derdi» sözünü musannif «Telhis» de şu suretle îzah ediyor.

. «Baş parmak açık olarak şehadet parmağının altına konulur.» «Bü­tün parmaklarını yumardı» ibaresinden murad; sağ elinin parmakları­dır. Onları avucunun içine yumar; şehadet parmağiyle işaret eder.»

Vâil b. Hucr'un rivayetinde :

«Baş parmakla orta parmağını halka yaptı» deniliyor.

Bu hadîsi, îbni Mâce (207 — 275) tahrîc etmiştir. Bu suretle üç şekil hasıl olmuş oluyor.

1— Baş parmağı açık olarak şehadet parmağının altına getirmek. (Diğer parmakların ne yapılacağı bu rivâyetde bildirilmiyor).

2— Bütün parmakları avucunun içine yumarak şehadet parmağiyIa işaret etmek.

3— Baş parmakla orta parmağı halka yaparak şehadet parmağiyla işaret etmek.

Bu rivayet mevzuu bahsimiz hadîsde olduğu gibi İbni Zübeyr hadî­sinde de işaret lâfziyledir :

«Resulü Ekrem (S.A.V.) şehadet parmağıyle işâref ediyor; onu kıpır­datmıyordu» deniliyor. Bu hadîsi, İmamı Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî ve îbni Hibbân tahrîc etmişlerdir.

İbni Huseyme ile BeyhaM ise Vâîl hadîsini rivayet ediyorlar ki, lâfzı şudur :

«Peygamber (S.A.V.) parmağını kaldırdı. Kendisini parmağını kıpırda­tarak onunla duâ ederken gördüm.»

Beyhakî diyor ki: «Buradaki kıpırdamadan parmağı tekrar tekrar hareket ettirmek değil de, işaret kasdedilmiş olmak ihtimali vardır. Tâ ki İbni Zübeyr hadîsiyle muâraza etmesin.»

Bu işaret ( .uıl.Vl 4İ \ V ) derken yapılacaktır. Zira Resûlüllah (S.A.V.) o zaman yapmıştır. Hadîs Beyhakî'dedir. İşaretle tevhid ve tevhidde ihlâs niyyet edilecek; böylelikle tevhid hem kavleri, hem fiilen ve itikâden yapılmış olacaktır. Bunun içindir, kî, Hazretl Peygamber (S.A.V.) iki parmakla işaret etmekten men buyurmuş, ve işaret edene as-l-Va-l ) «Bir bir» demiştir.

Namaz kılan, yukarda sıraladığımız üç şekilden birini yapmakda serbestdir. İşaretin hikmeti; her uzvu ibâdetle meşgul etmekdir.

Dâre Kutnî(206 — 385)'nin İbni Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsde sol el de zikrediliyor:

«Resûlüllah (S.A.V.) sol elinin avucuyla dizini dolayladı.»

Bazıları; bu rivayetle amel eder ve buradaki hikmet olsa olsa elini abesle iştigalden menetmektir; derler.

İbni Ömer hadîsindeki «Elli üç akdederdi»[755] sözü Araplarca mâ­ruf bir usûle işâretdir.[756]

 

333/246- «Abdullah b. Mes'ud radiyallâhü anh'den rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.) bize baktı da dedi kî:

— Biriniz namaz kıldığı vakit: «Bütün ta'zîmler, na­mazlar ve güzel sözler hep Allah'adır. Selâm sana ey Pey­gamber! Allanın rahmeti de bereketleri de sana; Selâm bize ve Allah'ın salih kullarına : Ben Aliah'dan başka ilâh olmadığına; yalnız onun mevcud olduğuna, şerîki yok içliğine, şehadet ederim. Muhammed'in onun kulu ve Re­sulü olduğuna da şehadet ederim» desin; sonra kendisinin en beğendiği duayı seçsin de duâ etsin» buyurdular.[757]

 

Hadîs, Müttefekun Aleyh'dir. Lâfız Buharî'riindir.

Nesâî de şu ziyâde vardır: «Biz teşehhüd üzerimize farz kılınmaz­dan önce......der idik.» Ahmed'm rivayetinde dahi şu ziyâde var­dı: «Peygamber (S.A.V.) ona teşehhüdü öğretmiş ve kendisine bu teşeh­hüdü nâs'a öğretmesini emir buyurmuşdur.»[758]

 

333/246- Müslim'in İbni Abbâs radiydllakü anh'âen rivayetinde şöyledir : Resûlüllah (S.A.V.) bize teşehhüdü :

«Bütün mübarek tazimler, güzel namazlar Allahadır...İlâ âhir... (rfîye) öğretirdi dedi.»[759]

 

Bazı  İzahat :

 

Tahiyyenin cem'idir. Mânâsı : Beka ve devam, yahud azamet veya belâlardan- selâmet, yahut bütün ta'zim nevileri demek­tir.

murad: beş vakit namaz olabileceği gibi farz ve nafilelerden eam da olabilir. Yahut bütün ibâdetler veya dualar, yahut rahmettir.

Bazıları tahiyyât, kavli ibâdetler; salavât fiili-ibâdetlerdir; demiş­lerdir.

güzel sözler demektir. Bununla Allah'ı sena etmek gü­zeldir. Yahut zikrullah'a veya sâlih sözler'e, yahut sâlik amellere, ya­hut da bunların hepsine âmm ve şâmildir.Cümlede mübteda haberdir.

mübtedânın üzerine ma'tuf olup haberleri   mahfuzdur,   burada   başka takdirlerde vardır.

Selâm'ın evvelâ Hazreti Peygamber (S.A.V.)'e, sonra kulların ken­dilerine verilmesi Resûlüllah (S.A.V.)'in mü'minler üzerindeki hakkı­nın pek büyük olmasındandır. Nasıl evvelâ onu selâmlamasınlar ki, .o mübarek Peygamber mü'rninlere kendi nefislerinden daha ileridir. Teâlâ Hazretleri :

«Peygamber mü'minlere kendi nefislerinden daha evlâdır.»[760] buyurmuşdur. îşte bundan dolayı selâm babında onu kendi nefislerine tercih ve takdim ederler. Tâbirinin yerde ve gökdeki bütün sâlih kullara şâmil olduğu haber verilmiş ve sâlih kelimesi, Allah ile kulların haklarını ifâ edendir diye tefsir edilmiştir. Sâlihlerin derece­leri birbirinden farklıdır.

Cümlesi ibâdete bihakkın lâ­yık ondan başka yoktur; demektir.

Burada Maânî İlmine göre «Kasr-ı İfrâd» vardır. Çünkü müşrikler de Allah'a ibâdet ediyorlardı. Ama onunla birlikde başkasına da tapar­lardı.

«Cümlesi altı tane sahih hadîs kita­bının bütün rivayetlerinde bu şekilde zikredilmiştir.

Bezzar diyor ki: «Bence teşehhüd hakkında en sahih hadîs îbn-i Mes'ud hadîsidir. Bu hadîs ondan yirmi şukadar tarikle rivayet edil­mektedir.

Peygamber (S.A.V.)'den teşehhüd hakkında bundan daha sabit ve isnadca- daha sahih, rical itibariyle daha mazbut, senet ve tarik çokluğu sebebiyle birbirini daha çok tutan bir hadîs bilmiyoruz.» îmam-ı Müs­lim (204 — 261) : «Nâsm İbni Mes'ûd teşehhüdü üzerine ittifak etmeleri râvîlerinin birbirine muhalefet etmemesindendir. Başkasından rivayet edenler ihtilâf etmişlerdir» demektedir.

Muhammed b. Yahya Bzzehlî, dahi : «Bu hadîs teşehhüd hak­kında rivayet edilenlerin en sahihidir» demişdir. Filvaki teşehhüd hadîsini yîrmidört sahabî çeşitli lâfızlarla rivayet etmiş; bunların için­den Cumhur-u ulemâ İbni Mes'ûd hadîsini seçmiştir.

Hadîs-i şerif, teşehhüdün vâcib olduğuna delâlet ediyor. Nitekim vâcib olduğuna birçok ulemâ kail olmuşdur. Ba-zıları «bunu Hazret! Pey­gamber namazını beceremeyene öğretmemi şdir. Binâenaleyh vâcib de­ğildir. Çünkü vâcib olsa öğretirdi» derler. Vâcibdir diyenlerle sünnet, diyenler teşehhüdün lâfızları hakkında da ihtilâfa düşmüşlerdir. Ekseriyet arzettiğîmiz İbni Mes'ûd hadîsindeki lâfızları ihtiyar etmişdir. Bu hadîsdeki cümlesini İbni Ebî Şeyhe (—234) Ebû Ubeyde'nin rivayetinden almışsa da bu rivayet zâyıfdır. Lâkın ay­nı ziyâde Müslim'in (204 — 261) rivayet ettiği Ebû Musa hadîsinde de olduğu gibi «El-Muvatta'». daki mevkufen rivayet edilen Hazreti Aîşe hadîsinde ve keza Dâre Kutnî (306 — 385)!nin rivayet ettiği İbni Ömer hadîsinde de vardır. Ancak İbni Ömer hadîsinin senedi de zâyıfdır.

Hadîsdeki sonra beğendiği duayı seçsin cüm­lesini Ebû D&vud (202 — 275 ziyadesiyle rivayet etmiştir.

Nesâî (215 — 303) de başka bir yoldan «duâ etsin» kelimesinin ilâvesiyle ayni hadîsi rivayet etmişdir. Sîğa itibariyle zahiren vü-cûb ifâde eden bu cümleye imtisalen bazıları istiazenin vâcib olduğu­na kail olmuşlardır.

Hanelilerle, Nehaî[761] (11 — 95) ve Tavus[762] (—106) gibi bazı ze­vata göre, namazda ancak Kur'anda bulunan dualar okunabilir. Hattâ bazıları, me'sur olan dualardan başkası. okunmaz demişlerdir. Fakat bu sözlere itiraz edenler vardır.

Said b. Mansur İbni Mes'ûd'dan şu hadîsi, tahrîc etmiştir:

«Bize namazda teşehhüdü öğretti, sonra diyordu ki :

— Biriniz teşehhüdü fariğ olduğunda: Yâ Rabbi, Sen­den hayır namına bildiğim ve bilmediğimi dilerim. Şerrin hepsinden bildiğimden ve bilmediğimden sana sığınırım. Allah'ım, Senden hayır namına sâlih kullarının istediği­ni niyaz ederim. Serden de sâlih kullarının sığındığından, sana sığınırım. Ey Rabbimiz : Bize dünyada iyilik, âhi-retde de İyilik ver; Âhir...» Mevzuu bahsimiz olan hadîsin esâî'deki ziyâdesi de teşehhüd vâcibdir, diyenlerin delilidir. Yalnız o ziyâdeyi musannif kısaltmıştır. Tamamı şöyledir:

«Biz teşehhüdü üzerimize farz olmazdan önce :  «Selâm Allaha, selâm Cibril ile Mikâle derdik. Resûlüllah (S.A.V.) bunu deme­yin.... Lâkin İlâ âhir...» deyin buyurdular.» Nesâî ayni hadîsi İbni Uyeyne tarikiyle tahrîc etmişdir. İbni Abdiîberr (368 — 463) «El - İstizkâr» adlı eserinde: «Bu hadîsi tek başına İbni Uyeyne rivayet etmiştir» der. Hadîsin benzerini Dâre Kutnî (306—385) ile Beyhakî (384 — 458) de tahrîc etmiş ve sahîhlemişlerdir.

İmam- Ahmed'in (164 — 241) rivayet ettiği ziyâde dahi vücuba delâlet eder. Bu ziyâde İbni Ubeyde tarikiyle rivayet edilen şu hadîs-dedir:

«Resûlüllah  (S.A.V.)  ona  teşehhüdü öğretmiş; onu nâs'a öğretmesini kendisine emretmişdir; dedi... ilâ âhir...»

Müslim'deki İbni Abbas hadîsinin tamamı şudur :

«Selâm sana ey Peygamber: Allah'ın rahmetide bereket-leri de sana! Selâm bize ve Allah'ın sâlih kullarına: Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şehadet ederim. Mu-hammed'in Allah'ın Resulü olduğuna da şehadet ederim.» Müslim (204— 261) ile Ebû Dâvud (202 — 275) rivayetinin lâfzı budur. Ayni hadîsi Tirmizî (200 — 279) de rivayet etmiş ve sahîhlemiştir.

Yalnız ( .^U ) lâfzını elif lâmsız zikretmiştir.

Hadîsi, îbni Mâce (207 — 275) de Müslim gibi rivayet etmişdir. Lâkin onun rivayetinde : denilmekte­dir. Yine bu hadîai İmam- Şafiî (150 — 204) ile Ahmed b. Hanbel (164 — 241) de rivayet etmişlerdir. Onların rivayetinde lâfzı yine elif lâmsızdır. Bir de sade denilmiş, terkedil-tnişdir. Buna mukabil(^g^lJil)kelimesi ziyâde edilmiş  kelimelerden lar hafz edilmiştir.

tmam- Âzam (80 — 150)  İbni Mes'ûd teşehhüdünü îmam-ı Şafiî  ise Ibnİ Abbâs teşehhüdünü ihtiyar etmiştir. Musannif diyor ki: «Şafiî kendisine teşehhüd hususunda İbni Abbâs hadîsini nasıl tercih ettin di­ye sorulunca: Onu geniş bulduğum ve İbni Abbâs'dan sahîh olarak duy­duğum için bende başkasından daha cemiyyetli ve lâfız itibariyle daha çok olduğu kanaati hasıl oldu. Sahih olan başka rivayeti kabul edene bahane bulmaksızın ben de bunu aldım, demiştir.»[763]

 

335/247- «Fadale b. Ubeyd[764] radiyallahü anh'den rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki : Resûlüllah (S.A.V.) namazında duâ eden bir adamı işitti Allah'a hamdetmemiş Peygamber (S.A.V.)'e salavât da getirme-mişdi. Resûlüllah (S.A.V.) :

"— Bu adam acele etti, dedi. Sonra onu çağırdı ve biri­niz namaz kıldığı vakit Rabbine hamd ve senadan başla­sın; Sonra Peygamber (S.A.V.)'e salât eyler; Sonra dile­diğini duâ eder; buyurdular.»[765]

 

Eu hadîsi, Ahmed ile üçler rivayet etmiş; Tirmizî/ İbni Hibbân ve Hâkim onu sahîhlemişlerdir.

Hadîsdeki cümlesi, mahzuf bir mübtedanın haberidir, onun için fiil cezmedilmemiştir.

Bu hadîs, namazda hamd-ü senanın, Peygamber (S.A.V.)'e salât ve selâm ve dilediği duayı okumanın vücubuna delâlet ediyor. Manâca: ibni Mes'ûd hadîsine ve diğer hadîslere benzemektedir. Zîra hep teşeh­hüd hadîsleri hafnd-ü senayı tazammun eder ve burada kısaca zikredi­leni beyân eylerler. Peygamber (S.A.V.)'e salavât getirmenin hükmü ileride gelecektir.

Resûlüllah (S.A.V.)'in o adamdan işittiği duanın teşehhüd oturuşun­da olması iktiza eder. Vakıa hadîsde bunun nerede olduğuna dair bir kayıt yoksa da Musannifin onu burada zikretmesi bunu gösterir. Her­halde Musannif merhum.siyakdan teşehhüdde olduğunu anlamış ola­caktır.

Hadîsde, mesailden önce vesailin yer aldığına delâlet vardır. Nite­kim:

[766] «Ancak sana ibâdet eder ve ancak senden yardım dileriz.» Âyet-i kerîmesinde böyledir. Evvelâ vesile olan ibadet zikredilmiş; sonra mes'ele ve taleb olan istianeye geçilmiştir.[767]

 

336/248- «Ebû Mes'Ûd[768] radiyallahü «nft'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Beşîr b. Sa'd; Yâ Resûlâllah; Cenab-ı Allah bize senin üze-rins salât eylememizi emretti: Acaba sana nasıl salât eyleyeceğiz? de-dî:   Resûlüllah (S.A.V.) (evvelâ) susdu;  sonra  buyurdu kî:

— Allah'ım Muhammed'e ve Muhammed'in ehli beyti­ne, İbrahim'e-salât eylediğin gibi salât eyle; Muhammed'e ve Muhammed'in Ehli beytine şu âlemler içinde İbrahi­m'e verdiğin bereket gibi, bereket ver. Çünkü sen hiç şüp­he yok ki en öğülensin, en şanlısın deyiniz. Selâm ise size Öğretildiği gibidir; buyurdular.»[769]

 

Eu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir. îbni Huzeyme şu lâfızları ziyâ­de eder: «Biz namazımızda sana salât edeceğimiz vakit nasıl salât ey­leyeceğiz?».

Bazı izâhât :

«Allah bize senin üzerine salât eylememizi emretti» demekle  :

[770] «Ona salât ve güzelce selâm edin». Âyet-i kerimesini kasdetmistir:

Rssûlüllah (S.A.V.) sustu demektir. İmam-ı Ahmed (164 — 241) iip Müslim (204 — 261) burada şu ziyâdeyi rivayet ederler:

«Hattâ keşke sormasaydı dîye temenni ettik». «Hamîd»; faîl vezninde mübalağalı ismi faildir. Burada mef'ûl mânâsındadır. Yani sen şânm azametine lâyık medihlerle öğülensin. Bu eöz ondan sa-îât istemenin il­letidir.

Mânâ şudur : Çünkü sen öğülensin. Sana imtisal ile risâletini edâ eden ve bu suretle sana yakın olan Peygamber'ine lutfu ihsan buyur­duğun inayet ve bereketler, sana edilen medihler cümlesindendir. Maa-mafih sîganın fail mânâsına olmak ihtimali de vardır.

Bu takdirde mânâ: sen lâyık olanları översin. Hazreti Muhammed {S.A.V,) ise senin en ziyâde medhfne lâyık kulun;  ona duâ edenlerin duâsıda kabule en şayan duadır,-demek olurYine ayni vezinde mübalağa sîgasıdır. En şanlı şerefli mânâsındadır.

Hadîsde, İbni Huzeyme (223 — 311)'nin rivayet ettiği ziyâdeyi; îbni Hibbân (—354), Dâre Kutnî (306 — 385), Hâkim (321 — 405) ve Ebû Hatim (195 — 277) de rivayet etmişlerdir.

Salavât Hadîsini, Şeyheyn, Ka'b b. Ucre'den; Buharı; Ebû Said'den; Nesâi (215 — 303), Ta'hâ'dan; Taberanı (260 — 360) Sehl b. Sdd'dan İmam-ı Ahmed (164 — 241) Ue Nesâi, Zeyd b. Harice'den rivayet et­mişlerdir.

Hadîs-i şerif, namazda Hazreti Peygamber (S.A.V.)'e salavât ge­tirmenin vûcubuna delildir. Selefden bir cemaatla bir çok imamların, ve İmam-ı Şafii (150 — 204)'nin mezhebi de budur. Delilleri bu hadîs-i şerîf ile ziyâdesidir. Hanefîler'e göre namazda tahiyyat okumak vâcib ise de salavât okumak vâcib değil sünnettir. Namaz dışında vâcibdir. Yalnız Kerlii (260 — 340)'ye göre ömürde bir defa; Tahavî (238 — 321) ye göre Peygamber (S.A.V.)'in her zikri geçdikçe vâcib olur.

Âl-i Resulün kimler olacağına gelince : Bu bâbda çeşitli sözler edil-mişdir. Esah olan kendilerine zekât almak haram olanlardır. Ashab-ı Kiramdan Zeyd b. Erkam Âl-İ Resûi'ü böyle tefsir etmişdir. Elbette ki Sahâbi Resûlülah (S.A.V.)'in muradım daha iyi bilir.Hazreti Zeyd Âl-i Resûlüllah'ı :

diye taksim etmişdir. Hadîs-i Şerîfdeki cümlesindeki salât lâfızları lügat mânâlarına alınarak hadîs: «Biz duamızda sana duâ edeceğimiz vakit» mânâsına da gelmezmi? de­nilirse, cevaben: hayır gelemez deriz. Çünkü evvelâ salât deyince hatıra gelen salavât değil, namazdır. Bunu Ashab-ı Kiram da böy­le anlamışlardır. Saniyen teşehhüdün sonundaki duanın lüzumu sabit olmuşdur, zira emredilmiştir. Duadan önce ise Hazreti Peygamber'e sa­lavât getirmek icabeder. Nitekim Fadâle hadîsinde bunu görmüş bulu­nuyoruz.[771]

 

337/249- «Ebû Hüreyre radiyallahü anh'den rivayet edİlmişdir. De-mişdir ki : Resûiüllah salîaîlahü aleyhi ve sellem :

— Biriniz teşehhüd yaptığı zaman dört şeyden Allah'a sığınsın. Allah'ım, gerçekden ben cehennem azabından, kabir azabından, hayat ve memat fitnesinden ve mesîh deccalın fitnesinden sana sığınırım; desin; buyurdular.»[772]

 

Hadîs, Müttefekun aleyh'dir.

Hadîs-i şerifimizde sözü geçen teşehhüd mutlak ise de Müslim'in (204 — 261) bir rivayetinde:

«Biriniz son teşehhüdden fariğ olduktan sonra» denildiğin­den buradaki rivayet onunla mukayyet olur. Binâenaleyh artık bu ha-dîsden murad son teşehhütdür.    Hadîsde   zikredilen dört şey yukarıya

ta'kîb ve tertibe delâlet eden (la ) ile atfedildiğine göre teşehhüdün he­men akabinde başka dualara geçmeden bu dört şeyden istiaze yapıla­caktır.

Hadîs-i Şerif, zikirden bu dört şeyden istiazenin yani bunlardan AHah'a sığınmanın vücubuna delâlet eder. Zahirîlerin mezhebi de bu­dur. Hattâ zahirîlerden îbni Hazm (384 -- 456) «istiaze birinci teşehhüd-de bile vâcibdir» der.

Tavus (—106) istiazesiz kılman namazın iadesini emretmiştir. Çün­kü ona göre istiaze vâcibdir. Cumhur-u ulemâ ise bu emri nedb mânâsı­na almışlardır. Bu hadîsde kabir azabının sûbutuna delâlet vardır. Hayat fitnesinden murad, hayatı müddetince insana arız olan dün­yaya ve şehvani arzularına kapılmak ve cehalet gibi şeylerdir. Hayat fitnesinin en büyüğü ölürken maazallah imanım kurtaramamaktır.

Bazıları ,hayat fitnesi: Bir derde mübtelâ olup sabır edememekdir, derler. (Memat fitnesin) den maksat: Ölürken başa gelen haldir. Fa­kat bununla kabir fitnesinin kasdedilmiş olması da caizdir. Bazılarınca bundan murad; Kabirde hayretler içinde sorgu ve sualdir.Filhakika Buhan'de şöyle bir hadîs vardır:

«Muhakkak ki siz kabirlerinizde deccalın fitnesi gibi; Yahud deccalın fitnesine yakın bir fitne geçireceksiniz.»

Eu fitne kabir azabının tekrarı değildir. Çünkü kajrir azabı bu fitnenin üzerine terettüb edecek teferruatdandır.gelince :

Fitne imtihan demektir. Bazan ölüm, yangın ve töhmet gibi şeylere de fitne denilir.

Mesih : Deccalâda Hazreti İsa'ya da ıtlak edilen bir isimdir. Yal­nız bundan deccal kasdedilirse ismi de beraber söylenir, Mesih ed-deccal denilir. DeccaVa mesih denilmesi yeri dolaşdığı veya ölçdüğü için yahut gözü silinmiş gibi kör olduğu içindir. Hazreti İsa Aleyhisselâma ise annesinin karnından yağlanmış olarak çıktığı, yahut hastalara do­kunduğu zaman iyileştirdiği için, mesih denilmiştir. Kamus sahib Haireii  İsa'ya   TVTesih denilmesinin vechi hakkında  elli kavi toplandığını söylerler.[773]

 

338/250- «Ebû Bekir-I Şaddık radiyallahü anhJden rivayet edilmiş-dir ki; Resûlüllah {S.A.V.)'e: Bana bir duâ Öğretde namazımda onunla duâ edeyim demiş; Hazreti Resulü Ekrem (S.A.V.) de :

— Yarab, muhakkak ben nefsime çok zulmettim; gü­nahları ise senden başka afvedecek yoktur, binâenaleyh beni senin indinden bir afv ile afv et, hem bana acı! Çün­kü çok bağışlayan ve acıyan ancak serisin, de; buyurmuş­lardır.»[774]

 

Hadîs, Müftefekun aleyh'dir.

Hadîsdeki kelimesi  şeklinde de rivayet olunmuşdur.   Binâenaleyh duâ eden hangisini   isterse onu söyleyebilir.

kelimesi onun büyüklüğünü ifade etmek için eliflâmsız (nekre) gelmişdir. Yani çok büyük bir afv ve mağfiret demektir. Bundan sonra  yani senin indinden, demek o büyüklüğü bir kat daha bü­yüktür. Çünkü ;

Allah'dan gelen bir şeyin büyüklüğü ve güzelliği dil ile tarif edile­mez.»

Hadîs-i Şerif, namazda yerini tayin etmeden alelıtlak duanın meşru olduğuna delildir. Kişinin kendi aleyhine zulmü ikrar etmesi benî Âde­min kendine zulmetmekten hâli kalmadığını itirafdır. Hadîsde bir di­lek veya def-i belâ için Allah'a esma-i hüsnası ile tevessül etmenin cârz olduğuna işaret vardır. Bu tevessül dileğine münasip olan ismullah ile yapılır. Meselâ; mağfiret dilerken Gafur ve Rahîm isimleri, rızık is­terken Râzık ismi zikrolunur.

Kur'an-f Kerîm ile Peygamber (S.A.V.)'in dualarında böyle isim­ler pek çoktur. Hadîsde bir âlimden öğretmesini istemenin caiz olduğuna da delil vardır. (Bahusus içerisinde Cevâmiu'l-Kelim denilen muh­tasar ve müfit hadîsler bulunan duaları.)

Teşehhüdden sonra okunacak duâ hakkında daha başka hadîsler de vardnv Bunlardan birkaçını aşağıya dercediyoruz:

1— Nesâî (215 — 303) Hazreti Câbir'den şu hadîsi tahrîc etmişdir:

Resûlüllah (S.A.V.) namazında teşehhüdden sonra :

«Sözün en güzeli Allah'ın kelâmı, yolun en güzeli IVIuhammed'in yoludur» derdi.

2— Ebû Dâvud (202 — 275) Ibni Mes'ûd (R.A.)'âen şu hadîsi tahrîc etmiadir:

Resûlüllah (S.A.V.) onlara teşehhüdden sonraki dualardan şunu öğret­miş:

«Allahım, kalblerimizin arasını hayırla birleştir. Bi­zim aralarımızı islâh et; Bizi selâmet yollarına yönelt; bi­zi karanlıklardan nura (çıkararak) kurtar. Bizi görünen ve görünmeyen kötülüklerden ve fitnelerden ırak eyle. Kulaklarımızda, gözlerimizde, kalplerimizde, zevceleri­mizde, çocuklarımızda bize bereket ihsan et. Bizi afvet, zira en ziyâde afveden, acıyan sensin.

Bizi nimetine şükredenlerden, o nimet sebebiyle onu verenlere senâkâr olanlardan eyle, onu bize tam ver.»

3— Yine .Ebû Dâvud Resulü Ekrem (S.A.V.);in Sahabeden biri­ne şu suali sorduğunu tahrîc etmişdir:

«Namazda ne okuyorsun? Dedi ki:

Teşehhüd ediyorum, sonra Alla hım gerçekden ben senden Cenneti isterim; Cehennemden de sana sığınırım diyorum. Ama ben ne senin fısıldadığın duayı becerebiliyorum, nede Muâz'm.»Resûlüllah  (S.A.V.) :

«Benle Muâz da bunun etrafında fısıldanıyoruz» bu­yurdu.

Dendene: Mânâsı anlaşılmayan fısıltıdır. Bunun  etrafında demekden muradı: Cennetle Cehennem etrafında fısıldanı­yoruz; yani Cenneti istiyor ;Cehennemden Allah'a sığınıyoruz demektir. Bunu Nevevî (631 — 676) «El-Ezkâr-» ında zikretmiştir. Bu hadîs duanın istenildiği şekilde yapılabileceğine delâlet eder.[775]

 

339/251- «Vâİl b. Hucr radiyaîîahü anh'den rivayet edilmişdir. De­miştir ki:  Peygamber (S.A.V.)  ile birlikde namaz kıldım. Sağına :

«Selâm size ve Allah'ın rahmeti ve bereketleri... diye selâm verir; soluna da : selâm size ve Allah'ın rahmeti

ve bereketleri, d'ye selâm verirdi.»[776]

 

Bu hadîsi sahîh bir isnatla Ebû Dâvud rivayet etmiştir.

Ebû Dâvud (202 — 275) hadîsi Alkame b. VaiZ'den o da babasın­dan rivayet etmiştir. Musannif (Et-Telhts) inde onu Abdülcebbar b. Vâiîe nisbet etmiş ve: «Bu zât babasından işitmemiştir» diyerek hadîsi inkıta' ile illetlendirmiş; burada ise sahîh demişdir.

Fakat Sünen-i Ebi Davud'a, müracaat neticesinde hadîsin Alka-mc b. Vâiî'den onun da babasından rivayet ettiği anlaşılmıştır. Binâenaleyh münkatı ideğildir. Musannifin buradaki sahîhlemesi doğ­rudur, iki selâm hadîsini çeşitli yollardan onbeş kadar sahabe ri­vayet etmiştir. Bunların içinde sahîh-i ve haseni olduğu gibi zayıfı

hattâ metrukuda vardır. Ve hiç birinde kaydı yoktur. Bu kaydı yalnız Vâiî'in rivayetinde ve birde İbni Mâce ile îbni Hibbân'-m tahrîc ettikleri İbni Mes'ûd rivayetinde vardır.

Vâiî hadîsinin isnadı sahîh olduğuna göre ziyâdenin de kabu­lü gerekir. Çünkü adaletli olan râvinin ziyâdesi makbuldür. Başka­larının rivayetlerinde bu ziyâdenin zikredilmemesi onun yokluğuna, delil olamaz. '

Şemsü'l - Eimme Serahsi (— 483) ile îmam-ı Ruyâni bu ziyâde­ye kail olmuşlardır. Vakıa İbni Salâh (577 — 643) «ziyâde sabit ol­mamıştır» demişsede Musannif buna şaşmakda ve: «Bu ziyâde tbni Hibbân'm sahihinde, Ebû Dâvud da ve İbni Mâce'de sabittir demek­tedir.

İbni Mâce bu hadîsi şu lâfızlarla rivayet ediyor:

«Resûiüllah (S.A.V.) sağına ve soluna : Selâm size ve Allahm rahme-tîyle bereketleri, diye selâm verir. Hattâ yanağının beyazı görünürdü.»

Nevevî (631 — 676): ziyâdesi münferid bir ziyâdedir»demiş; bunun üzerine Hafız İbni Hacer bu ziyâdenin tariklerini araşdır-mış bir hayli yekûn tutmuşlardır. Şafiîlerle, Hanbelîler diğer birçok ulemâ selâm vermenin farz olduğuna kâü olmuşlardır. Hattâ Nevevî «sahabe ve tabiînden ve daha sonrakilerden müteşekkil Cumhur-u ule-mâ'nm kavli budur» der.

Delilleri: İbni Metfud hadîsiyle namazını beceremeyen zâtın hadî­sidir. Zira Resûlüllah (S.A.V.) ona selâm vermesini emretmemişti. Ha-dîs-i şerîf hem sağa, hem sola selâm vermenin vücubuna delâlet eder. Cumhur'un kavlide budur.

Malikîlere göre mesnun olan, yüzünün olduğu tarafa doğru bir kere selâm vermektir. İmam-ı Malik'in delili Medîne'lilerin amelidir.

İmam-ı Malik'e usulü fıkıhda: «Medînelilerin ameli hüccet olamaz» diye cevap verilmiştir.

Şafiîler'e göre iki tarafa İki selâm verilir. Fakat bunlardan yalnız biri farzdır, diğeri mesnundur. Hattâ Nevevî : «Kendilerine itimat «dilen ulemâ yalnız bir Belâm vermenin vücubuna ittifak etmişlerdir» diyor. Eğer bir selâmla kalırsa yüzünün olduğu tarafa selâm ver­mek müstehab olur. İki selâm verirse birincide sağa, ikincide sola bakar. İmamet Şafiî (150 — 204)'nin delili: «sonra bir tek selâm verir» cümlesiyle biteri Hazreti Âişe hadîsidir. Bu hadîsi îbni Hibbân (— 354) Müslim'in, şartı üzere tahrîc etmiş­tir. Fakat buna itiraz olunmuş ve: «bu hadîs ziyâdeyi isbat eden hadîse müaraza etmez. Zira ziyâde âdil râviden olunursa makbul­dür» denilmiştir. Hadîsde geçen :

«Sashna soluna» tâbirlerinden murad : îki tarafa meylederek se-lâm vermesidir. Nitekim Hazreti Sa'd'ın rivayetinde:

«Resûlüllah (S.A.V.)'i; sağına  ve soluna  selâm verirken gördüm;  hat­tâ yanağının üzerini görür gibiyim» denilmektedir. Bir rivayette ;

«Hattâ yanağının/ beyazını görüyorum» denilmiştir. Bu hadîsi Müslim ile Nesâî tahrîc etmişlerdir.[777]

 

340/252- «Muğire b. Şû'be'den rivayet edilmİşdirki;Peygamber tS.A.V.):Her farz namazın sonunda :    

Allah'dan  başka    Allah yoktur; yalnız o vardır. Onun şeriki yoktur. Mülk onundur. Hamd onadır, hem o herşeye kadirdir. Allahım, se­nin verdiğini men'edecek yoktur. Men' ettiğini verecek yoktur. Sen (in azabın) dan bahtiyarın bahtı bir ifade vermez; derdi.»[778]

 

Müttefekun Aleyh'dir. cümlesinden sonra Abd b.. Hümeydinrivayetinde:

«Senin kaza ve hükmünü reddedecek yoktur.» cümlesi var­dır. Taberânî (260 — 360) Hz. Muğire'den başka bir yolla tahrîc ettiği rivayette cümlesinden sonra:

«Diriltir, öldürür hem O.diridir; Ölmez. Hayır onun yedi kudretindedir-» cümlesini ziyâde etmiştir. Râvîleri mevsukdur. Bu hadîsin benzerini Bezzâ. sahîh bir senedle Abdurrahman b. Avf (R. A.) dan rivayet etmiştir. Lâkin onda :

«Sabahladığı ve akşamladığı vakit» denilmektedir. cümlesinin mânâsı :

Kâmus'da:

Dübr:

Her şeyin ön tarafının zıddı,    yani arkası Dübür:demektir.

Vaktin sonunda kılınan namaz mânasına gelir.

Deber:         

Bu sakin olarak (Debr) diye de okunabilir. Fakat vaktin sonunda kılınan namaz mânâsına, kelims ( ^ ) ve ( ^ ) nin her ikisine zamme vererek okunamaz.

Bu Muhaddislerin Lâhmdır.[779]

«Sen bir kimseye bir rızık veya başka bir şey hüküm ve kaza buyurdun mu onu o kimseden menedecek bulun­maz» dernektir. da öyledir. Yani: Sen bîr kimse­ye bir şeyin verilmîyeceğini hüküm ve kaza buyurdunmu artık o şeyi ona verecek yoktur demektir.

Cedd'in mânâsını yukarıda görmüştük. Buharı (194 — 256) diyor ki: «Bunun mânâsı zenginliktir. Yani zengini senin azabından dünyadaki malı mülkü, çoluğu çocuğu, azamet ve saltanatı kurtaramaz. Bunlar ona bir fayda vermez. Onu kurtaracak olan ancak ve ancak senin fazlu keremin ve rahmetindir» demektir.

Hadîs-i şerîf bu duanın namaz sânlarında okunmasının müstehab olduğuna delildir. Çünkü bunda Allah'ı tevhîd, yani birlemek, her şeyi ona nisbet etmek, almayı vermeyi ona havale kılmak vardır.[780]

 

341/253- «Sa'd b. Ebİ Vakkas radiyaüahü anh'den rivayet edilmiş­tir ki; Resûlüllah (S.A.V.) her namazın ardında şu kelimelerle Allah'a sığınıyordu:

— Allahım gerçekden ben cimrilikden sana, korkak­lıktan da sana sığınırım. Ömrün beterine çevrilmemden de sana sığınırım. Dünyanın fitnesinden de sana sığını­rım. Kabrin arazından da sana sığınırım.»[781]

 

Bu hadîsi, Buhari rivayet etmiştir.

Gerek bu hadîsde, gerekse yukarıkinde tâbiri geç­mektedir ki, namazın ardından demektir. Bunun namazdan çıkmazdan az evvel mânâsına, yahut iyice namazdan, çıktıktan sonra mânâsına ol­ması ihtimal dahilindedir. Namaz mutlak zikredildiği zaman ondan farz kasdedilir. Cimrilikten Allah'a sığınmak hadîslerde çok geçer. Bundan murad şer'an, yahut adeten sarfedilmesi icabeden malı ver­memektir.

Cübn: Korkaklık- demektir. Yani birşeyden korktuğu için onu yapmamaktır. Eurada kendisinden Allah'a sığınılan korkaklık, farz olan ci­hadı ve harbi yapmaktan, iyiliği emir ve ve kötülüğü nehyetmekten ka­çınmaktır.

(Ömrün beterine döndürülmek) çok ihtiyarlayıp vücudun zayıfla­ması ve akim azalması suretiyle bunayarak âdeta çocukluk devresine dönmektir.

(Dünyanın fitnesin) den maksat, onun şehvetlerine, ziynetlerine göz alıcı güzelliklerine kapılarak kendinden geçmek ve niçin yaratıldığını unutmaktır[782]. Teâlâ Hazretlerinin :

[783] «Sizin mallarınız ve çoluk çocuğunuz ancak ye ancak "bir fitnedir» âyet-i kerîmesinden murad da bu fitnedir.[784]

 

342/254- «Sevbân radiyallahü anh'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kh Resûlüllah (SlA.V.) namazından çıktımı üç defa estağfİrullah der ve:

— Allahım selâm sensin, selâmetde sendedir. Müba­reksin ey celâl ve ikram sahibi; derdi.»[785]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.

NevevVnin (631 — 676) «El~ 3zkâr» adlı eserinde şöyle deniliyor: ıBu hadîsin râvilerînden biri olan Evzaî'ye istiğfar nasıl olacak diye sormuşlar : diyeceksin» cevâbını vermiştir.

İstiğfar: Afvu mağfiret dilemektir. Namazdan sonra AMah'dan afv dilemek - kulun ne yapsa kalbi bir takım vesveselerle, hâtıralarla meş­gul olacağından - Allahına yaraşır bir ibâdet yapamıyacağma işarettir, îşte istiğfarla bu kusurlar bertaraf edilmeye çalışılacaktır. Selâm kelimesiyle hem Cenabı Hakkı hem de kulunu tavsif etmek meşrudur. Allah'a selâm denilmekten murad: Her türlü noksanlıklardan afet ve belâlardan salim oluşudur. Bu kelime mastar olmakla- beraber Cenab-ı Hakkın onunla vasfedilmesi mübalağa içindir.

cümlesinden maksat: Mutlak surette varlık ve fazilet sahibi demektir. Bazıları: Samimi kulları için kendisinde azamet ve ikram olan manasınadır, demişlerdir. Bu sıfat Allah'ın en büyük sı­fatlarından biridir. Onun içindir ki, ResûlüHah (S.A.V.) :

«Yâ zeJ'celâli vel ikram demeye devam edin» buyurmuşlar­dır. Hazret! Peygamber namaz kılarken diyen bir adamın yanından geçmiş ve :

«Muhakkak namazın kabul edildi» buyurmuştur.[786]

 

343/255- «Ebû Hüreyre radiyallahü anh'ûen ResûlüHah (S.A.V.)'in (şöyle) dediği rivayet edilmiştir:

Bir kimse her namazın ardından otuz üç kerre Allah'ı teşbih eder; otuz üç kerre Allah'a hamdeyler, otuz üç kerre de tekbir ederse — ki bunlar doksandokuz eder — yüzün tamamında da, Allah'dan başka ilâh yoktur. Bir o vardır; şeriki yoktur. Mülk onundur, hamd onadır. Hem O her şeye kadirdir derse günahları denizin kÖDÜo-ü ka­dar bile olsa yine afvedilir.»[787]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.

Diğer taraftan bir rivayette «Tekbir otuzdö'rttür» denilmiştir.Hadîs-i şerifteki : Teşbih hamd ve tekbir lâfızlardan murad: demektir. Müslim'in yine Ebu Hüreyre'den diğer bir rivayetinde : Tekbir otuz dört. Denildiğine göre, bununla yüz tamam oluyor demektir. Bazıları iki rivayetin arasını bul­muş olmak için bazan bunu, bazanda yukarıda zikri geçen tehlili okur demişlerse de makbul bir tevcih sayılmamış ve bununla âmel eden ol­mamıştır.

Hadîsin Sebebi vardır ve şudur : Fakir muhacirler ResûlüHah (S.A.V.)'e gelerek: Yâ ResûlaMah servet-ü samûn sahihleri yüksek de­receleri ve ebedî nimetleri alıp gitti dediler. ResûlüHah (S.A.V.): Nedir O..,? dedi. Bizim kıldığımız gibi namaz kılıyorlar; oruç tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar. Fakat onlar sadaka veriyorlar; biz veremiyoruz: Kö­le de âzâd ediyorlar biz edemiyoruz» dediler. Bunun üzerine Resûlül-lah (S.A.V.) :

Ben size bir şey öğreteyim mi? ki onunla.sizi geçen­lere yetişir; sizden sonrakileri geçersiniz, ve sizden efdal hiç bir kimse bulunmaz. Ancak sizin yaptığınız gibi ya­pan müstesna? buyurdu. Hay hay dediler. Allahl teşbih edin İlâ âhir... buyurdu. Teşbihin keyfiyetine gelince: Hadîs-i şerîfde zikredildiği gibidir. Maamafih bazılarına göre otuz üç kerre denilir ki, her lâfız    tuz üçer kerre soyleneceğinden mecmu' yine doksan dokuz olur.

Buharî'nin yine Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği bir hadîsde «Yirmibeş kerre teşbih ederler; onun bir misli kadar tah-mîd, bir misli kadar tekbir, bir misli kadar da lâilâhe il-. lallâh ilâ âhir. derler. Böylelikle yüz tamam olur, buyrulmuştur.  Resûlüllah  (S.A.V.)'in namaz sonunda okuduğu bazı duaları aşağıda sıralıyoruz:

1— Ebû Dâvud {202 — 275) Zeyd b. Erkam'dan şu hadîsi tahrîc etmişdir.

Resûlüllah (S.A.V.) her namazın ardından: Allahım!.. Ey bizim rabbimiz ve her şeyin rabbi, ben şahidim ki Rab ancak ve ancak sen, bir sensin. Şerikin yoktur.

Allahım!... Ey bizim rabbimiz ve herşeyin rabbi!... Ben şahidim ki Muhammed (S.A.V.) senin kulun ve re­sulündür

Allahım!... Ey bizim rabbimiz, ve herşeyin Rabbi, ben şahidim ki bütün kullar kardeşdir.

Allahım!... Ey bizim Rabbimiz ve her şeyin Rabbi!... Beni sana ve ehlime dünya ve âhiretin her saatinde muh-.lis kıl.

Ey Celâl ve ikram sahibi!... Duamızı işit ve kabul bu­yur.

Allah en yücedir. Allah en yücedir. Allah en yücedir.

Allah yerlerin ve göklerin nurlandıranıdır.

Allah yücelerin yücesidir.

Allah bana kâfidir. Hem.o ne güzel vekildir. Allah yücelerin yücesidir.

2— Yine Ebû Dâvud Hz. Ali (R. A./dan şu hadîsi tahrîc etmiştir:«Resûlüllah {S.A.V.) namazdan selâm verdikten sonra:

Allahım! ileri geri ve açık kapalı işlediğim günahla­rı, hatâ ettiklerimi ve senin benden daha iyi bildiklerini bana bağışla! ilerleten Sensin, gerileten de sensin : Sen­den başka îlâh'yoktur; buyururdu.»

3— Yine Ebû Dâvud ile Nesâî {215 — 303 Ukbe b. Âmir'den şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:

Resûlüllah (S.A.V.) bana her namazın ardından muevvezâtı (Kul Euzu bir rabbil Felek — Kul Euzu bir rabbin Naşı) okumamı emretti».

4— îmam-ı Müslim (204 — 261) Bera'dan şu hadîsi rivayet ediyor:

«Yarab, Kutlarını dirilttiğin gün beni azabından ko­ru!»

5— îmam-ı Tirmizî (200 — 279) Hazreti Ebû Zer'den şu hadîsi tah­rîc etmiştir:

«Resûlüflah (S.A.V.): Bir kimse, sabah namazının ardından diz çökerek, konuşmazdan evvel bir tek Allahdan başka Allah yoktur; Onun şeriki yoktur. Mülk onundur. Hamd onadır. Yaşatır ve öldürür. Hem O her şeye kadirdir.» duasını ön kerre okursa Allah ona on tane sevab yazar ve ondan on tane günah siler. Onun için on tane yüksek derece verir. O günü her fenalıktan ve şeytandan mahfuz kalır. O gün ona hiç bir günahın erişmesi gerekmez. Yal­nız Allah azze ve celâleye şirk koşmak müstesna; buyurdu.»

Tirmizî: Bu hadîs garib hasen ve sahihtir» demiştir. Akşam ile sabah namazına mahsus böyle bir hadîsi îmam-ı Ahmed b. Hanbel (164 — 241) de tahrîc etmiştir.

6— Tirmizî ile Nesâî Ama re B. Şebîb'den şu hadîsi tahrîc etmiş­lerdir :

«Resûlüllah (S.A.V.) : Bir kimse akşam namazının arka­sından on defa Allahdan başka ilâh yoktur. Tek o vardır; şeriki yoktur; mülk onundur. .Hamd da onadır. Yaşatır ve öldürür. Hem O herşeye kadirdir, derse Allah ona bir takım melekler gönderir. Onu tâ sabahlayıncaya kadar kovulmuş şeytandan korurlar. Ve bu kelimeler sebebiy­le ona on sevab yazar, ondan, on mühlik günah siler. Bu kelimeler ona on mü'min köle denginde olur; buyurdular.» Tirmizî bu hadîs için: hasen'dir. Bunu ancak Leys b. Sa'd'dan bili­yoruz. Ama renin Hazretl Peygamber (S.A.V.)'den işitip işitmediğini bilmiyoruz demiştir.    Namazdan sonra salavât getirmek sünnettir. Ve îmâmın cemaata karşı dönmesi hakkında ha-dîs vardır. Bu hadîsi, Se-mure b. Cundeb ve Zeyd b. Hâlid rivayet etmişlerdir. Lâfız şöyledir:

«Resûlüllah (S.A.V.)  bir namaz kıldığı  vakit  yüzünü  bize doğru çevi­rirdi.[788]

 

344/256- «Muaz b. Cebel radiyallahü anh'tien rivayet edilmiştir kî; Resûlüllah (S.A.V.) kendisine:

— Sana vasiyet ederim Muaz. Sakın her namazın ar­dından Allahım sana zikr ve şükr ve güzel ibadet edebil­mem hususunda bana yardım et demeyi bırakma; buyur­muştur.»[789]

 

Bu hadîsi, Ahmed, Ebu Dâvud ve Nesâî kuvvetli bir senetle riva­yet etmişlerdir.

Nehyin aslı tahrim olduğuna göre bu kelimeleri namaz sonunda söylemek vacibojmak lâzım gelirse de vücuba kail' oîan yoktur. Bazı­ları buradaki nehyi irşâd içindir derler. Bazıları ise bunlar hassaten Muâza vâcibdir derler. Fakat ihtimalden baîd (uzak) dır. Bu kelime­ler dünya ve âhiret hayrına âmm ve şâmildir.[790]

 

345/257- «Ebû  Ümâme[791] radiyallahü .anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah saîlallahü aleyhi ve sellem:

— Bir kimse her farz namazın ardından âyet el-kür-siyi okursa onu cennete girmekden ölümden başka birşey menetmez; buyurdular.»[792]

 

Bu hadîsi Nesâî rivayet etmiş; İbnİ Hibban sahîhlemiştir.Taberanî bu hadîse bir de cümlesini ziya­de eylemiştir.

Bu hadîsin bir benzeri de Hazreti Ali (R. A./dan rivayet edilmiş­tir. Yalnız onda şu ziyâde yardır:

Bunu kim yatağına girerken okursa Allah onu ken­di hanesiyle komşusunun hanesi ve daha etrafında bir kaç hane üzerine emin kılar.

Bu hadîsi Beyhakî (384 — 458) da rivayet etmiş fakat senedini zaîf bulmuşdur. Hadîsdeki cümlesinde hazif vardır. Muzaf hazf edilmiştir.Cümle «yani onu cennete girmeden ancak ölmemiş olması meneder. Ölmüş ol­sa hemen cennete girer demektir.» Bu işe Âyet-el Kürsînin tahsis edil­mesi esma-i ilâhiye ile sıfatlarının asıllarını ihtiva ettiği içindir. Zira bu âyet vahdaniyyet, hayat, kayyumiyyet, ilim, mülk, kudret ve irâde sıfatlarına şâmildir.

îhlâs sûresinde ise yalnız Rab teâlâ hazretlerinin sıfatları zikredil­miştir.[793]

 

346/258- «Malik b Huveyris radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

Beni namaz kılarken nasıl gördünüzse öyle kılın; buyurdular.»[794]

 

Bu hadîsi, Buharı rivayet etmiştir.

Hadîs-i Şerif Resûlüllah (S.A.V.)'in gerek sözlerinin, gerekse fiille­rinin Kur'an-ı Kerimde mücmel bırakılan yerleri izah ve tefsir husu­sunda beyan olacağına delâlet etmesi cihetiyle büyük bir asıldır. Bura­ya kadar görülen hadîslerde olduğu gibi bundada Resulü Ekrem namaz­da ne yapmışsa ona uymanın vâcib olduğuna delil vardır. Binâenaleyh namaza aid ne söylemiş veya yapmışsa ümmetine de aynı şeyleri yap­mak vâcibdir. Ancak bunlardan bir şey tahsisine yarar bir delil bulu­nursa o müstesna.

Ulemâ bu hadîs üzerinde uzun tartışmalar yapmışlardır.[795]

 

347/259- Hİmrân b. Husayn radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallaUahü aleyhi ve sellem :

— Ayakda kıl, kadir değilsen oturarak, (önada) kadir değilsen yan üstü kıl da olmazsa imâ et» buyurdular.[796]

 

Bu hadîsi Buharî (194 — 256) tahrîc etmiştir. Yalnız ondaki riva­yet de  sözü yoktur.

Nesâî {215 — 303) dahi rivayet etmiştir. Onun rivayetinde şu ziyâ­de vardır:

«Eğer kadir olamazsan sırt üstü yatarak kıl. Allah hiç kimseye gücünden fazla bir şey yüklemez» Dâre Kutnî aynı hadîsi Hazreti Ali (R.A.)'âen şu lâfızlarla rivayet eder:

«Eğer secde etmeye kadir oiamazsan imâ et ve secdeni rükûundan daha fazla eyilerek yap.» (eğer namaz kılan) eğer sağ tarafı üzerine kilmağada kadir olmazsa, ayak­larını kıbleye doğru uzatarak sırt üstü kılar.

Fakat bu hadîsin isnadında zaaf vardır. Hattâ ravîleri arasında metruk olanı vardır. Musannif diyor ki: «Bu hadîsde imâ'ın zikri geçmemiştir, onu ancak Rafiî rivayet etmiştir. Lâkin Cabir hadîsin­de imâ zikredilmiştir.

«Kadir olursan ne âta aksi takdirde imâ ile kıl ve secdeni rükûundan daha fazla eyilerek yap.» Bu hadîsi Beyhakî de «El - MaJrife»'de tahrîc etmiştir. Aynı hadîs İbnî Ömer ile İbnİ Ab-bas'dan da rivayet edilmiştir. Fakat ikisinin isnadında da zaaf vardır. Bu hadîs-i şerîf, farz namazın oturarak kılınamayacağına ancak kudreti olmamak gibi bir özürle oturarak kılınmasına müsaade edildi­ğine delildir. Zarar geleceğinden korkulursa ma'zur sayılabileceğini Taberanl (260 — 360)'nin rivayet ettiği şu hadîs beyan ediyor:

«Eğer başına bir meşakkat gelirse oturarak kılsın yi­ne meşakkatli gelirse yatarak kılar.»

Bu hadîsin zahiri bir meşakkatden velev ağrıdan dolayida olsa oturarak namaz kılınabileceğini gösteriyorsa da mesele ihtilaflıdır. Gemi de ayakda baş dönme ve boğulmakdan korkmak gibi şeyler oturduğu halde namaz kılmayı mubah kılan meşakkatlardandır.

Hadîs-i şerif oturmanın şeklini tâyin etmemişdir. Binâenaleyh nasıl oturulsa caiz olmak icabeder. Nitekim buna kail olanlar vardır.

Hanefîyyeye göre teşehhüdde oturur gibi oturabilirse oturur. Ve el­lerini dizlerine koyar. Bu olmadığı takdirde hadîs-i şerifde gösterildiği şekilde hareket eder.

Bazıları mutlaka teşehhüdde oturduğu şekilde oturur diyorlar ma­mafih ihtilâf, cfdâl olan hakkındadır.

Musannif «Fcthu'l - bârh de şöyle diyor: «Efdâl olan hakkında ihtilâf edilmiştir. Eimmeî seîâseye göre bağdaş kurmak efdâldir. Bazılarında uzanıp oturmak, bazılarında ise çantısı üzerine oturmak efdâldir. Bu şekillerin hepsi hakkında hadîs vardır.

Hadîs-i şerîf, imâ imkânı kalmadığı zaman başka bir şey vâcib olmadığınada delâlet eder. tmam-% Şafiî'den başka gözle işaret etmenin vâcib olduğuna dair rivayet vardır.

îmam-ı Züfer (110 — 150)'den de kalb ile imâ edileceğine dâir ri­vayet vardır. Fakat bu bâbda hadîslerde birşey yoktur.[797]

 

348/260- «Câbir radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki; Peygam­ber (S.A.V.)  yastık üzerinde namaz kılan bir hastaya  :

— Yastığı atarak kadir olabilirsen yer üzerinde kıl; aksi takdirde îmâ et, secdeni rükûundan daha fazla eği­lerek yap; buyurdular.»[798]

 

Bu hadîsi, Beyhakî kavî bir senedle rivayet etmiştir. Lâkin Ebû Hatim mevkuf olduğunu sahîhlemişdir.

Hadîsi, Beyhakî «El-Ma'rife» de Süfyanı Sevrî (97 — 161) tari-kından tahrîc etmiştir. Hadîsde şu ziyâde vardır:

«Onu attı; hasta bir odun parçası alarak üzerinde namaz kılmak istedi. Onu da aldı da attı.»

Bezzâr diyor ki : «Bu hadîsi, Ebû Bekir Hanefî'den başka Sev-rî'den rivayet eden bulunduğunu kimse bilmiyor.»

Ebû Hatime sorulmuş; «doğrusu bu hadîs Câbirden mevkuf ola­rak rivayet edilmiştir, merfu demek hatâdır» cevabını vermişdir.

Taberâni (260 — 360} Tarık b. Şihab'dan buna benzer bir hadîs rivayet etmişsede isnadında zaaf vardır.

Hadîs-i şerif, hastanın yere secde edemezse üzerine secde edeceği bir şey arayamayacağına delildir. Böylesinin ne şekilde hareket edece­ği beyân cdilmişdir. Ayakda kılamayan, oturarak kılacak, secdesini rükûundan daha fazla eğilerek yapacaktır. Fakat rükûu ayakda yapmak mümkünse onu ayakda ima edecek, secde için oturacakdır.

Bazıları : «Bu suretde secde için de oturmaz; 'her ikisini ayakda ima ile yapar; sonra- tcşehhüd için oturur» diyorlar. Bazıları bunun aksine olara;k : «Her ikisini de oturarak yapar; kıraat için ayağa kalkar» derler.

Bazılarınca'böylesinden; kıyam sakıt olur; binâenaleyh oturarak kılar, ama ayakda kılarsa yine caizdir. Oturmak imkânı yoksa rükûu, sûcûdu ayakda îma eder; diyorlar.[799]

 

Secde-i Sehiv Ve Şâir Secdelerden Secde-i Tilâvet Ve Şükür Babı

 

349/261- «Abdullah b. Bühayne radiyallahü anfc'den rivayet edilmiş­tir kî; Peygamber (S.A.V.) onlara öğleyi kıldırmış ve ilk İki rek'atde oturmayarak kalkmış onunla beraber cemaat da kalkmış. Namazı bi­tirip cemaat selâm vermesini beklemeye başlayınca oturduğu yerden tekbir almış ve selâm vermezden evvel İki secde yapmış; sonra selâm vermîşdir.»[800]

 

Bu hadîsi, Yediler tahrîc etmişdir; lâfız Buharî'nindir. Müslim'in bir rivayetinde : «Her secde için oturduğu yerden tekbir alır ve unuttu­ğu oturuşun yerine secde eder; cemaat da onunla beraber secde eder» buyurulmuşdur.

Ha-dîs-i şerif, unutularak ilk oturuş terk edilirse onu secde-î sehv ta­mamlayacağına delildir. Ve Hanefîler'in mezhebi de budur.Resûfüllah (S.A.V.)'in :

«Beni kHarken gördüğünüz gibi kılın»   emri birinci teşehhü­dün vâcib olduğuna delâlet eder. Binâenaleyh onu terk et'diği zaman sehiv secdesi yapması; vâcib terk edildiği zaman secde-i sehiv ile ta­mamlanacağına delildir.

Bazıları : «ilk oturuş, vâcib değildir. Zira vâcib olsa secde-i sehiv ile tamamlanmazdı. Çünkü vâcib ancak bizzat edâ etmekle ödenir» de-mişlerse de onların bu istidlalleri tamam değildir. Çünkü -îmam-v Ahmed (164 — 241)'in dediği gibi vâcib olurda secde-i sehivle tamam­lanabilir. Hanefîler'e göre secde-i sehiv vâcibdir.

Malîkiler'e göre sünnettir. Şafiîler'Ie, Hanbelîler'e göre ise bazan vâcib, bazan sünnet olur. Hattâ Hanbelîler'e göre mubah odluğu yerler bile vardır. Tafsilât fıkıh kitaplarmdadir.

Hadîs-i Şerîfde. «tekbir aldı» buyurulması, Secde-i sehiv içînt de ihram tekbîrinin meşru olduğunu gösterir. Nakil' tekbîri Buha-rî'nin rivayetinde zikredilmemiştir. Fakat Müslim'in rivayetinde yardır. (Oturduğu oturuşun yerine) cümlesi râvi tarafından müd-recdir. Sahabî bunu hal karînesiyle anlamışdir.

Hadîsde secde-i sehiv selâmdan evvel yapıldığına delil vardır.. Aşağıda selâmdan sonra yapılacağına dâir hadîs gelecektir. Müslim'­in rivayetinde imama tâbi olarak secde-i sehvi cemaatın da yapma­sının vücûbuna delil vardır.[801]

 

350/262- «Ebû Hüreyre radiyattahü anh'den rivayet edilmiştir. De­miştir ki*: Peygamber (S.A.V.) zeval sonrasının iki namazından birini iki rek'at kıldı. Sonra selâm verdi. Sonra Mescid'İn ilerisindeki bir ağa­ca gitti ve elini onun üzerine koydu. Cemaatin İçerisinde Ebû Bekir ve Ömer'de vardı. Onunla konuşmaktan çekindiler. Cemaatın aceleci fa­kımı (Mescid'den) çıktı ve acaba namaz kısaltıldı mı? dediler. Pey­gamber (S.A.V.)'in Zülyedeyn diye çağırdığı bir adam da (orada idi). Yâ ResûlüTlah, dedi.  Unuttun  mu  yoksa, Namaz mı kısaltıldı? Resûiüiiah (S.A.v.) :    Unutmadım   ve   kısaltılmadı;  buyurdular.

(Zülyedeyn): Hayır muhakkak; unuttun dedi. Bunun üzerine (Resûlül-lah iki rekât namaz kıldı. Sonra selâm verdi, sonra tekbir aldı. Sonra evvelki secdesi gibi, yahut daha uzun secde etti. Sonra başını kaldırdı ve tekbir aldı. Sonra başını koydu ve fekbir aldı ve eski secdesi gibi, .yahut daha uzun secde etti. Sonra başını kaldırdı ve tekbir aldı.[802]

 

Müttefekun aleyti'dir.

Lâfız BuharV nindir.- Müslim'in bir rivayetinde: «İkindi namazını» denilmiştir. Ebû Daâvud'un rivayetinde: ResûlüElah (S.A.V.) Zülye­deyn doğru mu Söyledi? dedi. «Cemaat evei diye İşaret ettiler» deniliyor. Bu rivayet Sahihhayn'da vardır. Fakat « 1^)Us  » lâfziyledir.Ebû Davud'un bir rivayetinde:

«Allah bunu kendisine yüzdeyüz bildirmedikçe secde etmedi» denil­mektedir.[803]

 

Bazı İzahat:

 

Aynın fethi, şınnm kesri ve yanın teşdidi ile güneşin zevâliyle kavuşması arasındaki zamandır.

Bu zamanın iki namazından murad: öğle ile ikindidir. Nitekim Müslim'in : Ebû Hüreyre (R. A./dan tahrîc ettiği rivayette namazın Öğle olduğu, başka bir rivayette ikindi olduğu bildirilmektedir. Kıs­sa tekerrür etmiştir denilerek bu rivayetlerin arası bulunduğunu aşağıda göreceğiz. kelimesi baştan üç harfinin fothnsı ile meşhurdur. Fakat ra-nın sükuniyle ve sinin zammı ve ranın sükuniyle okumak ta caizdir. Buruda kafin zammı ve şadın kesriyle meçhul okunmuştur.  Fakat kafin fethi ve şadın zammiyle malûm olarak da rivayet edilmiştir, ve ikiside sa-hîhdir. Yalnız meçhul rivayeti daha meşhurdur.

iki elli demektir. Hadîsin bir rivayetinde «Hırbâk~b. Âmir denilen bir adam» denilerek Zülyedeynin ismi de bildirilmiştir. Bu zâtın elleri uzun oldu­ğundan kendisine, Zülyedeyn. lâkabı verilmişti.   Sahabe-i Kiram'ın ara-

smda bir de JH^lji Züşşimaleyn vardır. Zührî (124 —) vehme ka­pılarak bu iki- zâtı bir saymıştır. Maamafih ulemâ onun bu hatasını be­yan etmişlerdir. Zülyedeyn «Yoksa namaz mı kı­saltıldı?» suâliyle namazın Allah tarafından yeni bir teşrî olmak üzere dörtden ikiye mi indirildiğini anlamak istemişdir.

Bu hadîs-i şerîf üzerinde, Usûlü-Fıkıhda ulemâ uzun münakaşa ve mübahasalarda bulunmuşdur. En ziyâde üzeride duran da Kâdî -îyâz (476 — 544) ile îbni Dakiki'l-Iyd (625 — 702) oîmuşdur. Fakat burada maksat ondan çıkan ferî hüküm olduğundan biz o münakaşala­ra girişmiyeceğiz.

Hadîs-i Şerîf, namaz tamam oldu zanniyle namazdan çıkmanın onu bozmayacağına; keza unutularak veya namazın tamam oldu sanarak namazda konuşmanın namazı bozmayacağına delildir. Selef ve Halef den bir çok ulemânın kavli bu olduğu gibi mezheb imam­larından Şafiî (150 — 204), Malık (93 — 179) ve Ahmed b. Hanbel (164 — 241) ile hadîs imamlarının mezhebi de budur.

Hanefîier'le sair ulemâya göre ise namazda konuşmak ne suretle olursa olsun mutlaka namazı bozar.

Delilleri : İbni Mes'ud ile Zeyd b. Erkam hadîsleridir. Bu hadîsler­de konuşmanın yasak edildiği bildiriliyor. Binâenaleyh o hadîsler bura­daki Ebû - Hüreyre hadîsini nesh etmiştir. Hanefîler'in bu istidlallerine muhalifleri tarafından cevaplar verilmiş ve İbni Mes'ud hadîsi Ebû Hüreyre hadîsinden evveldir. Binâenaleyh nesh iddiası doğru değildir, sonra İbnî Mes'ud ve Zeyd b. Erkam hadîsleri âmmdir. Ebû Hüreyre hadîsi ise namazım tamam oldu zannı ile konuşanlara mahsustur. Şu halde bu hadîs o hadîsleri tahsis eder; denilmiştir. Bittabi Hanefîlerde muhaliflerinin cevaplarına mukabil cevaplar vermişlerdir.

Hadîs-i Şerîf, namazı îslâh etmek için kasden konuşmanın da namazı bozmayacağına delildir. Zira Zülyedeyn'in suali, Sahabe'nin evet   demeleri   namazı   îslâh   maksadiyle   yapılan   konuşmalardır.

tmam-ı Malîk'ten bir rivâyete^göre imam olan bir kimse Peygamber (S.A.V.)'in konuştuğu sözlerle konuşurda cemaata sorarsa namazı bo­zulmayacağı gibi cemaatin de verdiği cevapla namazı bozulmaz.; Bunada:

Resûlüliah (S.A.V.) Namazın tamam olduğunu îtikad ederek ko­nuşmuştur» Sahabe de nesh olduğunu îtikad ederek konuşmuşlardır ki, bu takdirde yine tamam olduğu itikadı hasıl olmuşdur» diye cevap ve­rilmiştir.

Hadîs namaz cinsinden olmayan fiillerin yanlışlıkla yapılırsa çok bile olsalar namazı bozmayacağına da delildir. Çünkü bir rivayette :

«Resûlüllah mescidden çıkarak evine gİfmİştîr.» Diğer rivayette pKızgın bîr halde abasını sürükliyerek gitmiştir» deniliyor.

Cemaatin çıkmasıda böyledir, bunlar hep çok fiildir. İmam-ı Şafiî'nin mezhebi budur. Yine Hadîs-i şerîfde namazdan selâm ve­rerek çıktıktan sonra uzun zaman bile geçse yine üzerine bina[804] edilebileceğine delâlet vardır. Bu kavi İmam-ı Maîîk'e nisbet edilir­se de ondan şöhret bulmamıştır. Bazılarına göre namaza bina etmek mümkün olabilmek için aradan fazla zaman geçmemiş olması şart­tır. Bu zamanıda kimisi bir rek'at kılacak kadar; kimisi bir namaz kılacak kadar takdir etmişlerdir.

Hadîs-i Şerîf bu gibi aksaklıkların secde-i sehv ile vücûben tamam­lanacağına, secde-i sehvi îcab eden haller çok bile ojsa bu secdenin bir defa yapılacağına, ve secde-İ sehv'in selâm verildikten sonra yapılaca­ğına delâlet ediyor, bu hususda daha söz gelecektir.

Birinci rivayetteki «Zeval sonrasının iki namazından biri» tâbiri ye­rine Müslim (204 — 261)'in rivayetinde; «İkindi namazı» denilmişdir.

Sahihayn denilen Buharî ile Müslim'de hadîs lâfzı ile zikredilmişdir. Ebû Davud'un (202 — 275) rivayetinde ise

«Cemaat evet dedi» şeklindedir. Ebû Dâvud diyor ki: lâfzım yalnız Hammâd b. Zeyd zikretmiştir. Yine Ebû Dâvud'dâ yerine «Allah bunu kendisine yüzdeyüz bildirmedikçe iki secde-î sehvi yapmadı» denilmektedir.

Bundan murad : Allah iki rek'atda selâm verdiğini kendisine yakı-nen bildirmedikçe secde-i sehv yapmadı demektir.1 Bildirme ya vahy ile yahut düşünerek hatırlamak suretiyle olmuşdur. Hazreti Ebû Hüreyrenin bu bâbdaki mesnedini bilmiyoruz.[805]

 

353/263- «İrarân b. Husayn radiyallahü anh~'den rivayet edilmiştir ki; Peygamber (S.A.V.) kendilerine namaz kıldırmış da yanılmış ve hemen iki (defa) secde etmiş, sonra teşehhüd yaparak selâm vermişdir.»[806]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud ve Tİrmîzî rivayet etmiş; Tirmizî onu «Hasen» bulmuş; Hâkim'de rivayet etmiş ve sahîhlemiştir.

Sünen hadîsinin siyakına bakılırsa Resûlüllah (S.A.V.)'in bu yanıl­ması Zûlyedeyn hadîsinde geçen yanılmadır. Çünkü orada Ebû H fi­reyi hadîsini yukarıda .zikrettiğimiz şekilde sevk ederken cümlesine geldik de ; Şöyle denilmişdir :

«Muhammed'e yâni Ravî İbnİ Şîrîne «secde-İ sehvde selâm verdi mi?» denildi. «Bunu Ebû Hüreyre'den bellemedim. Lâkin İmran b. Husayn'-ın : «Sonra selâm verdi» dediğini haber aldım» dedi. Yine «Sünen» de İmran b. Husayn'dan aynı Ebû Hüreyre hadîsi gibi bir hadîs rivayet edilmiş; yalnız onda Resûlüllah {S.A.V.J'in üç rek'atda selâm verdiği ve namazın ikindi olduğu beyan olunmuştur. Bundan dolayı .: ihtimal kıssa iki defa vuku' bulmuştur diyorlar.

Hadîs-i Şerîf, secde-i sehvin namazın hemen akabinde yapılmasının müstehab olduğuna delâlet ediyor. Çünkü tertip ve ta'kibe de­lâlet eder. ile zikredilmiştir. Bu secdede teşehhüd yapıldığı da açıklanmış ise de vücûbuna kail olan yoktur. Hadîs de: Selâm verme­nin meşrûiyyetine de delil vardır. Bu cihet Musannifin hadîsinde açık değilse de İmrân b. Husayn'm Sürtendeki hadîsinde sarahaten zikre­dilmiştir.[807]

 

354/264- «Ebû Saîd Hudrî radiyaMahü anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki:Resûlüllah salîaîlahü aleyhi ve selîem :

— Bîriniz namazında şüphe eder de üçmü, dörtmü, kaç kıldığını bilemezse şüpheyi atsın ve namazını yakî­nen bildiğinin üzerine bina etsin. Sonra selâm vermezden önce iki secde eder. Beş kılmış ise bu secdeler onun na­mazını çtft yapar. Tamam kılmış ise şeytanı çatlatmak İçin olurlar; buyurdular.»[808]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.

Secdelerin namazı çift yapması, bir rekat yerini tuttukları içindir. Şu halde dörtlü namazlardan matlub çift ojmalar-ıdır. İsterse dört rek'atdan fazla olsunlar.Tâbiri, şeytanı tezlîl, tahkir ve ona ihanet etmekden kinayedir. Çünkü namaz kılanı şaşırtmıştır. Asıl. «terğ'im» lügatde burnunu toprağa sürmektir. Araplarler, ve bununla ihanet kastederler.

Hadîs-i Şerîf, namazında şüphe edenin yakînen bildiği rek'atlar üzerine bîna etmesi icâbettiğine delildir. Böylesine namazın sonunda iki tane secde-i sehiv vâcib olur.

Cumhur-u ulema ile dört mezheb imamının kavilleri budur. Bazı­ları üç defa başına- geldikte namazı yeniden kılar bir daha tekerrür ederse artık secde-i sehiv yapar derler.

Hadîs-i Şerîf, namazında mutlak olarak şüphe edenin; yani ister şüphe yeni olsun, ister .eskidenberi başına geliyormuş olsun hükmünü be­yân ediyor.

Hanefîler ilk başına gelenle bu iş adeti hükmüne girmiş olan ara­sında fark görürler. Ve «ilk defa başına gelenin namazı iade etmesi lâ­zımdır. Diğeri araşdırarak zan üzerine bina eder. Ziyâde veya noksan olduğuna zan dahi hasıl olmazsa o zaman yakînen bildiği ekall, yani en az mikdar Üzerine bina eder. Şayet her defa şüphe ettiğinde düşünüp, bir zen hasıl ederken bir defasında zan hasıl olmazsa yine namazını yeniden kılar» derler. Maamafih bu tafsilâtı mevzû-u bahsimiz olan hadîs-i şerif reddettiği gibi îmam-ı Ahmed (164—241)'in rivayet ettiği Abdurrahman b. Avf hadîs"îde reddeder.

«Resûlüllah (S.A.V.) mi : Biriniz namazında şüphe etdi de bir-mi kıldı ikimi? bilemezse onu bir tutsun; ikimi kıldı üç­mü, bilemezse iki tutsun; üçmü kıldı, dörtmü, bilemezse üç tutsun; sonra namazını bitirince otururken selâm ver­meden önce iki secde yapsın; derken işittim.»[809]

 

355/265- «Ibnî 'Mes'ud radiyallahü anh'den rivayet edilmîşdir. De-mîşdir ki: Resûlüllah (S.A.V.) namaz kıldı. Selâm verdiği zaman ken­disine:

Yâ Resûlallah namazda yeni bir şeymi hadîs oldu? denildi.

  Nedir O? Buyurdu.

Şöyle, şöyle kıldın, dediler;

(İbni Mes'ud) diyor ki : Resûlüllah (S.A.V.) hemen diz çöktü, kıb­leye karşı döndü ve iki secde yaptı. Sonra selâm, verdî, sonra yüzünü cemaata doğru çevirerek:

«Şu muhakkak ki namaz hakkında yeni birşey zu­hur ederse ben onu size haber veririm. Ve lâkin ben an­cak sizin gibi bir insanım. Sizin unuttuğunuz gibi unutu­yorum. Binâenaleyh unuttuğum zaman bana hatırlatın. Biriniz namazında şüphe ederse doğruyu araşdırsın. Ve onun üzerine tamamlasın, sonra iki secde yapsın; buyur­dular.[810]

 

Müttefekun aleyh'dir.

Buharî'nm bir rivayetinde: «Tamamlasın. Sonra selâm ve­rir, sonra secde eder» denilmekte:

Müslim'in rivayetinde : «Peygamber (S.A.V.) secde-i sehvleri se­lâm ve kelâmdan sonra yapdı» denilmektedir.[811]

 

355/265- «Ahmed, Ebû Dâvud ve Nesâî'nin Abdullah b. Ca'fer'den merfu olarak rivayet ettikleri hadîsde : «Kim namazında şüphe ederse selâm verdikten sonra hemen iki secde yapsın.» buyrulmuştur. Bunu îbni Huzeyme sahîhlemiştir.

İzahat : Resûlüllah (S.A.V.) dört rek'ath namazlardan birini beş kılmıştı. Bir rivayette İbrahim Nehaî (11 — 95) fazla veya noksan kıldı» demiştir. (Doğruyu araştırmak) kaç kı4dığını düşünerek zarim gâlibiyle amel etmektir. Hadîsin zahirine göre Ashab-ı kiram Resûlül­lah (S.A.V.)'e ziyâdede tabi'   olmuşlardır. Binâenaleyh hadîsi şerîf cemaatin vâcib zannettiği hususta imama tabî olması namazını bozmaya­cağına delildir. Çünkü Peygamber efendimiz ashabına namazı yeniden kılmalarını emretmedi. Fakat bu hüküm ashaba mahsustur. Zira asr-ı saadetde hüküm değişmesi mümkündü. Onlar da değişti sandılar. On­dan sonraki asırlarda hükmün değişme ihtimâli kalmadığından imam beşinci rek'ate kalkarsa cemaat imama tabî olmayıp bekler ve bera­berce teşehhüd eder; Beraberce selâm verirler. Cemaate vâcib olan budur. Hadîs-i şerîf, secde-i sehvin yerinin selâmdan sonra olduğuna delâlet ediyor. Yalnız burada : Resûlüllah (S.A.V.) namaz içinde iken bilmemiştir. Binâenaleyh selâmdan sonra secde etmesi delil teşkil et­mez denilebilir. Filhakika secde-i sehvin yerini bildiren hadîsler çeşit­lidir. Bu sebeple mezheb "imamlarının sözleri de muhtelif olmuştur. Ba-*zi hadîs imamları diyorlar ki; Secde-i sehiv hadîsleri çoktur. Meselâ: Bunlardan bir tanesi Ebû Hürcyre hadîsidir. Bu hadîs kaç rek'at kıldı­ğını bilmeyip şüphe eden hakkındadır. Böylesinin iki secde yapması o hadîsle emrolunuyorsa da, secdelerin yeri zikredilmiyor. Ebû Dâvud (202 — 275) ile İbni Mâce (207 — 275) 'nin rivayetlerinde secde-i sehvin selâm vermezden önce yapılacağı bildiriliyor.

Secde-i sehiv hadîslerinden biride Ebû Said- hadîsidir. Bunda secde-i sehvin yine selâmdan önce yapılacağı gösteriliyor. Bu hadîslerden biri de yine Ebû Hüreyre hadîsidir. Bunda secde-i sehvin selâmdan sonra yapıldığı görülüyor. İbni Buhaynede secdenin selâmdan önce yapj'dığı bildiriliyor.

Hadîsler böyle muhtelif olunca ulemânın re'yleri de muhtelif olmuş­tur. Dâvud-u Zahirîye (202 — 270) göre her hadîsle yerinde amel olunur. Ona başkası kıyas olunamaz. îmam-ı Ahmed b. Hanbel'e {164 — 241) göre secde-i sehvin selâmdan sonra yapıldığını bildiren hadîsle o ye­re mahsus olmak üzere amel edilir. Sair yerlerde secde, selâmdan ev­vel yapılır. Çünkü bu bir düzeltmedir. Düzeltme bir şeyin henüz içinde iken yapılır. Bazıları «Namaz kılan muhayyerdir. İsterse selâmdan ön­ce secde eder, dilerse selâmdan sonra yapar» diyor.

îmam-ı Malık (93 — 179) meseleyi iki kısma ayırmış: Ve ziyâde kıldığı için secde ediyorsa, selâmdan sonra; noksan kıldığı için ise selâmdan önce secde eder, demiştir.

Hanefîler'e göre secde-i sehiv selâmdan sonra yapılır.

Delilleri : Sadedinde bulunduğumuz ibni Mes'ud hadîsinin Buharı ve Müslim'deki rivâyetiyle îmam-ı Ahmed'in ziyâdesidir. Onlar se­lâmdan önce yapılacağını bildiren hadîsleri te'vil ederler.

Şafiîlere göre secde-i sehvin yeri selâmdan öncedir. Bu hükme mu­halif olan hadîsleri mensuh sayarlar. Çünkü Şafiî'ye göre selâmdan son­raki secde-i sehiv nesh olunmuştur. Zührl (124 —) «Resûlüllah (S.A.V.) secde-i sehvi selâmdan evvel de, sonra da yapmıştır. En son yaptığı se­lâmdan Öncedir» demiştir,

Secde-i sehvin yeri selâmdan sonradır diyenlerin delillerinden biri­de îmam-ı Alımed, Ebû Dâvud ve NesâVnin tahrîc ettikleri Abdullah İbni Cafer hadîsidir. Beyhakî {384 — 458) diyor ki : Peygamber (S.A. V.J'den secde-i sehvi sefamdan önce yaptığına ve yapılmasını emretti­ğine dair hadîsler rivayet ettiğimiz gibi selâmdan sonra yaptığına ve yapılmasını emrettiğine dair de rivayetlerde bulunduk. Bunların ikisi de sahîhdir. Ve şahitleri vardır. Söylesek uzun tufar. Savaba en yakını İkisinin de caiz olmasıdır. Arkadaşlarımızdan çoğunun mezhebi budur.»[812]

 

359/266- «Muğiyre b. Şu'be radiyalîahü anh'öen rivayet edilmiştir ki: Resûlüllah saîîalîahü aleyhi ve sellem :

«Biriniz şüphe etti de iki rek'âtte kalktı ve ayakda namazını tamamladı mı artık devam etsin ve iki secde yapsın. Eğer ayakta tamamlamadı ise otursun. Ona sec­de-i sehİV yoktur; buyurdular.»[813]

 

Bu hadîsi. Ebû Dâvud, İbni Mâce ve Dâre Kutnî rivayet ettî. Lâf­zı zaîf bir senetle Dâre Kutnî'mnd'ır.

Hadîsin zaîf olması bütün tanklarında Câbir Cufî'den rivayet edilmesindendir. Bu zât zaîfdir. Ebû Dâvud (202 — 275) : «Kitabım­da bu hadîsden başka Câbir Cufî'den hadîs yokdur» demiştir.

Hadîs, secde-i sehvin yalnız birinci teşchhüd terk edildiği için yapılacağına, kıyamdan dolayı yapılmayacağına delildir. Zira: «Ona sehiv yoktur» buyurulmuştur. Yalnız secdelerin yeri gösterilme­miştir. Ulemâdan bir cemaatin mezhebi budur. Alımed b. Hanbel (Uî — 241) ile bir takım ulemâya göre ise; kıyamdan dolayı da secde-i sehiv yapılır. Çünkü bu bâbda Beyhakî (384 — 458)'nin Hz. Enes'dcn tahrîc ettiği şu hadîs vardır:

Enes,. yanlışlıkla ikindinin son İki rek'atmdan kalkmağa davranmış; cemaat teşbih etmişler, o da oturmuş. Sonra yanıldığı için secde etmiş­tir. Bu hadîsi Dâre Kutnî (306 — 385) de tahrîc etmiştir. Fakat hep ri­vayetler Hz. Enes'in fiiline mevkuftur. Yalnız bazı tanklarında Enes'inf «Sünnet budur.» Dediği rivayet edilmiştir. Ne de olsa

Muğîre hadîsi buna tercih olunur. Çünkü merfûdur. Sonra İbni Ömer'den yine merfu olarak rivayet edilen şu hadîs de onu te'yîd eder:

«Otururken kalkmak, yahut ayakta iken oturmaktan başka yerlerde secde-İ sehiv yoktur.» Bu hadîsi Dâre Kutnî, Hâkim (321—405) ve Beyhakî (384 — 458) rivayet etmişlerdir.

Hadîsde zaaf varsa da bunu te'yîd eden bir çok hadîsler ve fiiller rivayet edilmiştir. Bunların kimisi Resûlüllah (S.A.V.)'den, kimisi As-hab-ı Kiramdan sâdir olmuştur. Fakat hiç birinde secde-i "sehiv yaptı­ğı veya emir ettiği rivayet edilmemiştir.

Nesâî îbni Büheyne'den şu hadîsi rivayet eder:

«Resûlüllah (S.A.V.) namaz kıldı ve iki rek'atda kalktı. Cemaat kendi­sine teşbih ettiler. Namazını bitirdiği zaman iki secde yaptı; sonra se­lâm verdi».

tmam-ı Ahmed (164 — 241) ile Tirmizî (200 — 279)'nin taline- et­tiği ve Tirmizî'nin sahîhlediği Ziyad b. Alâka hadîsinde: «Bize Muğîre b. Şû'bc namaz kıldırdı. İki rek'at kılınca oturmadan kalktı. Arka­sında olan ona teşbih etti o da onlara kalkın diye işaret etti. Namazını bitirdiği vakit selâm verdi. Sonra iki secde yaptı ve selâm verdi. Son­ra dedi ki: «Bize Resûlüllah (S.A.V.) böyle yaptı». Denilmekledir, an­cak bu son rivayet kendisine teşbih edildiği halde yine namazına devam eden hakkındadır. Binâenaleyh secde-i sehvi, teşehhüdü terk ettiği için yapmış olabilir.[814]

 

360/267- «Ömer radiyallahü anh'den  Peygamber (S.A.V.)'in: İmamın arkasında olana secde-i sehiv yoktur. Şayet imam yanılırsa, önada arkasındakine de (secde vardır.)Buyurduğunu, duyduğu rivayet edilmiştir.»[815]

 

Bu hadîsi, Tirmizî ve Beyhakî zayıf bir senetle rivayet etmişlerdir.

Dâre Kutnî (306— 385) aynı hadîsi «Es-Sünenı> de başka lâfızlar­la tahrîc etmiştir. Onda şu ziyâde de vardır:

«İmamın arkasında olan yanılırsa ona secde-i sehiv yoktur. Ona îman yeter.»

Bütün bu rivayetlerde Harice b. Mus'ab vardır ki, bu zât zayıfdır. Bu bâbda İbnİ Abbasdan da bir rivayet varsa da râvileri arasında metruk vardır.

Hadîs-i Şerif, imam'ın arkasındakiler yanıldığı zaman ayrıca secde lâzım geîmiyeceğine, ona yalnız imamı yanıldığı zaman secde.lâzım geleceğine delildir. Hanefîler'le Şafîîler'in ve sair bazı ulemânın mezhe­bi budur. Bazılarına göre imamın arkasındaki cemaat yanılırsa, ayrıca secde-i sehiv lâzımdır. Bunlar secde-i sehiv delillerinde bu bâbda bir fark yapılmamıştır» derler.[816]

 

361/268- «Sevbân radiyallahü anh'dan,  Peygamber  (S.A.V.)'in  : Her yanılma için selâm verdikten sonra iki secde var­dır.» Buyurduğunu duyduğu rivayet edilmiştir.[817]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud ile İbn-i Mâce zayıf bir senedle rivayet et­miştir.

Çünkü isnadında îsmail b. Ayyaş olduğunu söylüyorlar. Bu zât hakkında ihtilâf ve söz edilmiştir.

Buharı (194 — 256) : «Hemşehrilerinden, yani Şamlı'lardan riva­yet ederse sahihtir» diyor. Buradaki hadis de Şamlılardandır. Binâe­naleyh ona zayıf deyivermek doğru değildir.

Hadîs-i Şerîf, iki meselenin delilidir:

1— Secde-i sehiv icab eden se­bepler çok olunca ,her sebep için ayrı iki secde lâzım gelir. Bu kavi îbni Ebî Leylâ (74 — 148)'dan naklolunur. Cumhur-u Ulemâ ise sebep­ler ne kadar çok da olsa hepsi için iki secde kafidir; diyor. Çünkü Zülyedeyn hadîsinde Hazretî Peygamber (S.A.V.)'in konuştuğunu, unu­tarak yürüdüğünü, ve selâm verdiğini görüyoruz. Halbuki yalnız iki sec­de yapmıştır. Kavi fiilden evlâdır, denilirse cevaben : «Hadîsde secde­nin müteaddid yapılacağına bir delâlet yoktur. Hadîs her yanılana âmm ve şâmildir» deriz. Binâenaleyh bu hadîs, her kim namazında hangi sebeble olursa olsun yanılırsa ona iki secde yapmanın meşru olduğuna delâlet eder.

2— Bu hadîs secde-î sehiv selâmdan sonra yapılır diyenlere delil­dir. Bu bâbda söz yukarıda geçti.[818]

 

352/269- «Ebû Hüreyre radiyallahü anh'âen rivayet edilmiştir; Demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.) ile birlikte   sûrelerinde secde ettik.»[819]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.

Hadîs-i Şerîf, secde-i tilâvetin meşru olduğuna delildir. Ulemâ bu secdenin meşrûiyyetine icmâ' etmiştir. İhtilâf yalnız vâcib olup olma­dığında bir de secde edilecek yerler 'hakkındadır. Cumhur'a göre sec­de-i tilâvet sünnettir. İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe (80 — 150)'ye göre vâcibdir. Sonra bu secde hem okuyana, hem dinleyene lâzımdır. Bazı­ları okuyan secde ederse dinliyene de secde etmek icab eder; aksi hal­de îcab etmez demiş; diğer bazıları, okuyan secde etmese bile dinle­yene yine lâzımdır demişlerdir.

Secde îcab eden yerlere gelince: îmam-ı Şafiî'ye göre mufassal­dan mâada yerlerde secde îcab eder. Buna göre secde îcab eden yer­ler onbir oîur. Hanefîler'le şâir bazı ulemâya göre ondort yerde secde edilir[820]. Yalnız Hanefîler Hacc sûresinde tek bir secde olduğunu ka­bul ederler. Buna mukabil sûresinin secdesini nazar-ı itibâra alırlar: Ahmed b. Hanbeî (164 — 241) ile bir cemaata göre secde yer­leri onbeşdir. Onlar sûre-i Hacc'm iki secdesiyle secdesini sayarlar. Acaba secde-i tilâvetde de namazda olduğu gibi taharet vesaire şartmıdır. Bu cihet ihtilaflıdır.

Dört mezheb ulemâsı ile sair bazılarına göre şarttır. Bazıları şart olmadığına kail olmuşdur.

Buharı; «İbni Ömer abdestsiz secde ederdi» diyor. îbni Ebi Şey­he (— 234)'nin müsned'in de ise: «İbni Ömer hayvanından iner ve su döker; sonra biner secdeyi okur ve secde ederd.i; abdest almazdı» deniliyor. Şa'bî (6 —' 104) de bu hususda ona uymaktadır.

İbni Ömer'den, temiz olmayanın secde edemiyeceği de rivayet edil­miştir.İbni Ömer'in kavliyle fiilinin arası: Cünüblükten temizlenmedik­çe secde edemez» şeklinde cem' edilmiştir.Bu hadîsi şerif, Mufassal sûrelerde secde-i tilâvetin yapılacağına delildir. Buradaki ihtilâf aşa­ğıda gelecektir.[821]

 

363/270- «İbni Abbas radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir De­miştir ki: Sâd, secdelerin azimetlerinden değildir. Gerçekden Resûlül-lâh (S.A.V.)'i  sûrede secde ederken gördüm.»[822]

 

Bu hadîsi, Buharı rivayet etmiştir.

Yâni hakkında secde emri vârid olan, yahud teşvik edilen yerlerden değildir. Yalnız Davûd Aleyhisselâmın secde ettiği haber ve­rilmiş, Peygamberimiz (S.A.V.)  de Aliahü Zülcelâl'in  «Onların beyanına uy» âyet-i kerime uyarak secde etmiştir.

Hadîs-i Şerîfde, mesnun olan şeylerin bazısı diğerlerinden daha kuv­vetli olduğuna delâlet vardır. Resûlüllah (S.A.V.)'in  :

«Davûd o secdeyi tevbe İçin yaptı, biz de şükür için yaptık» buyurduğu rivayet edilmiştir.

Îbnü'î-Münzir {— 236) ve başkaları Hazreti Alî'den güzel bir isnad-la şu hadîsi rivayet etmişlerdir:

«Muhakkak ki azimler vâcib olan secdeler»

dir» Son üç sûre hakkında İbni Abbas'dan da rivayet vardır.

Bazıları: hakkında rivayet edilmiştir, demişlerdir. Hadîsi, (— 234) tahrîc etmişdir.[823]

 

364/271- «İbni Abbas'dan rivayet edilmiştir ki; Peygamber (S.A.V.)  sûresinde secde etmiştir.»[824]

 

Bu hadîsi, Buharı rivayet etmişdir.

Hadîs, mufassal sûrelerde secde edileceğine delâlet ediyor. Nite­kim bundan önceki de aynı şeye delâlet ediyordu. Burada muhalefet eden yalnız tmam-ı Malik (93 — 179) dir.

Malik'e göre mufassallarda secde edilmez. Mufassal hakkındaki ihtilâfı yukarıda görmüş ve Medine'ye geleli Hazreti Peygamberin mu­fassal sûrelerde secde etmediğini bildiren İbnİ Abbas hadîsiyle ve bir de aşağıdaki hadîsle istidlal etmiştik.[825]

 

365/272- «Zeyd b. Sâbît radiyallahü anh'den rivayet edilmîşdîr. De-mîşdîr ki: Resûlüllah (S.A.V.)'e: «Necm sûresini okudum, onda secde etmedi.»[826]

 

Müttefekun aleyh'dir.

Zeyd b. Sabit Mcdîne'lidir. Sûreyi okuması da Medine'dedir.

İmam-i Malik: «Bu hadîs secde etmedi diyen Ibnİ Abbas hadîsini te'yîd eder» diyor. Maîîk'e Resûlüllah (S.A.V.)'in bazan secde edip, bazan secde etmemesi sünnet olduğuna de.lîîdir» diye cevab verilmişdir. Zeyd hadîsi secdeyi nefyediyor. Ibnî Abbas hadîsi ise isbat ediyor. îs-bat eden tercih edilir.[827]

 

356/273- «Hâlid b. Ma'dân[828] radiyallahü anh'den rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki: Hacc sûresi iki secde İle faziletlendirildi.»[829]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud mürseller arasında rivayet etmişdir.[830]

 

366/273 -a «Bu hadîsi, Ahmed ve Tirmizi mevsul olarak Ukbe b. Âmir'den rivayet etmişlerdir. Tlrmizî : «Kim bu secdeleri yap­mayacaksa O sûreyi okumasın» cümlesini ziyâde etmiştir.[831]

 

Ha­disin senedi zayıfdır.

Musannif bu hadîsi Ebû Davud'un mürselleri arasında rivayet et­tiğini yazıyorsa da hadîs Ebû Davud'un «Sünen» inde mürsel değil, merfû olarak Ukbe b. Âmir'den bu lâfızlarla rivayet olunmuştur.

«Yâ Resûlallah!  Hacc sûresinde İki secde mi  vardır?  dedim.Evet, dedi. Onları kim yapmayacaksa okumasın.» Hadîs merfû ri­vayet edilmiş iken onu mürsel göstermek acâib ise do Ahmed'in riva­yet ettiği hadîsde musannif onu mevsul olarak da rivayet etmiştir. TirmizVnin rivayetinde Hadîsin — Senedinin zayıf olması, râviler arasında İbni Lehîa'mn bulunmasındandır. «Bu hadîsi yalnız bu zât rivayet etmişdir» diyorlar. Ancak Hâkim (321 — 405): «Bu bâb-daki rivayet Ömer'in, İbni Ömer'in, İbni Mes'ud'un, İbni Abbas'm, Ebûd-Derda'nın, Ebû Musa'nın ve Ammâr'ın kavilleriyle sahih olmuş-dur» diyerek bu hadîsi te'yîd eder. Fakat bu zevatın rivayetleri hep kendilerine mevkuftur. Hadîsi Beyhakî (384 — 458) de «El-Ma'rife» de Hâlid b. Ma'dân tarikiyle rivayet ettiği hadîsle te'yîd eylemiştir. Bu hadîsle Hacc sûresinde yalnız bir secde vardır;.diyen Ebû Hanîfe'-ye vesâir fukahaya red -vardır.                                             

«Onları kim yapmazsa o sûreyi okumasın» ifadesi de o yerlerde secde etmenin meşrûiyyetini tekîd eder. Hadîs secde vâcibdir diyenlere delildir.[832]

 

368/274- «Ömer radiyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî :

Ey Nâs! Gerçekten biz secde (âyetine) rastlıyoruz. Kim secde ederse muhakkak (sünnete) isabet etmiştir. Kim secde etmezse ona da bir günah yoktur.»[833]

 

Bu hadîsi, Buharı rivayet etmiştir.

Bunda : «Muhakkak ki, Allahü Teâlâ secdeyi farz kılmamıştır, an­cak biz dilersek o başka» ziyâdesi de vardır.

Bu hadîs,. «El-Muvatta» dadır.

Hadîsde, Hazretİ Ömer'in secde-i tilâveti vâcib görmediğine delâ­let vardır. «Ancak biz dilersek o başka» tâbirinden anlaşılıyor ki, sec­deye başlayana onu bitirmek vâcibdir. Çünkü secdenin farz olmadığı hallerden istisna edilmiştir. Binâenaleyh farzdır. Fakat buna istisna, munka'tı'dır dive itiraz olunur.[834]

 

369/275- «İbn! Ömer radiyalîahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber {S.A.V.) bize Kurban okurdu. Secde âyeti üze­rine uğradığı zaman tekbir alır ve secde ederdi, biz de onunla bİrlikde secde ederdik.»[835]

 

Bu hadîsi, Ebû Dâvud hafifçe bir senedle rivayet etmiştir.

Çünkü râviler arasında Abdullah Eî-Amti vardır ki, bu zât zayıfdir. Hâkim (321 — 405) bu hadîsi Abdullah'dan rivayet eder. Bu zât Sika'dır.

Hadîs-i Şerîf, secde-i tilâvetde tekbir almanın meşru olduğuna de­lâlet eder. Bu hadîs Sevrî (95 — 161)inin hoşuna gidiyordu, Ebû Dâvud (202 — 275 : «Hoşuna gidiyordu. Çünkü tekbir aldı» diyor... Bu tekbir îftitah tekbiri mi, yoksa nakl tekbiri midir? bilinemiyorsa da İftitah tek­biri olması ihtimale daha yakındır. Şu kadar var ki, başka tekbir zik-rcdilmediği- için nakl tekbiri yerine de geçer.

Bazıları nakl için ayrıca tekbir alır; çünkü zikredilmemesi bir de­lil olamaz diyorlar. Hattâ bazıları teşehhüd eder; selâm bile verir de­mişlerdir.

Hadîs, dinleyene de secde-i tilâvet icabettiğine delildir. Çünkü biz de onunla birlikde secde ederdik» deniliyor. Bu sözün beraber kılanlar ile biri namazda biri namaz dışında olana şümulü aynıdır.

Secde-i tilâvetde şu zikrin meşru olduğu rivayet edilmiştir.

«Yüzüm kendisini halk edip, şekillendirene, (O yü­zümün) kulağını ve gözünü kudret ve kuvvetiyle yarada-na secde etti.»

Bu hadîsi, İmam-ı Ahmcd (164 — 241) ile sünen sahipleri, Hâkim (321 — 405) ve Bcyhakî (384 — 458) tahrîc etmişler; îbni Seken (294 —353) onu sahîhlemiş ve sonuna lâfzını ilâve etmiştir. Hâkimde sonuna: «Halikların en1.güzeli olan Allah ne sanlıdır» İbaresini ilâve etmiştir, İbni Abbas hadîsinde şöyle deniliyor:

«Resûlüllah (S.A.V.) secde-i tilâvetde : «Allahim! Bana bununla senin indinde mükâfat yaz! Onu senin indinde benim için birikmiş mal yap. Onun sebebiyle benden günah in­dir. Onu kulun Dâvud'dan kabul ettiğin'gibi benden de kabul et.»[836]

 

370/276- «Ebû Bekre radiyalîahü anh'âen rivayet edilmiştir ki : Peygamber (S.A.V.): Kendisini sevindirecek bir şey geldimi Allah için secdeye kapanırdı.»[837]

 

Bu hadîsi, Nesâî müstesna, Beşler rivayet etmişdir. Hadîs-i şerîf secde-i şükrün meşru olduğuna delildir.

İmamı Şafiî (150 — 204) ve Ahmed b. Hanbel'in (164 — 241) mez­hebi budur. îmam-t Malik (93 — 179)'in re'yi öyle değildir. îmam- Âzam Ebû Hanîfe {80 — 15ö)'den mubah olduğuna dair rivayet var­dır. Hadîs-i Şerîf, meşru görenlere delildir.

Resulü Ekrem (S.A.V.) sûresi âyetinde secde etmiş ve:

«Bu secde bizim için şükürdür» buyurmuşlardır. Secde-i Şükür için taharetin şart olup olmadığı ihtilaflıdır. Şarttır diyenler bu­lunduğu gibi değildir, diyenler de vardır. Ancak «Secde-î Şükür namaz değildir. Binâenaleyh taharet bundan dolayı şart değildir» diyenlerin kavli kabule daha yakındır.

Secde-i şükrün hikmeti : Bir nimete nail olmak, yahut bir fenalığın da olmasıdır.[838]

 

371/277- «Abdurrahman b. Avf radiyalîahü anh''den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah (S.A.V.) secde etti. Ve secdeyi uzattı. Son­ra başını kaldırarak dedİki:

«Gerçekden bana Cibril geldi de beni müjdeledi. Bu­nun üzerine bende Allaha şükür için secde ettim.»[839]

 

Bu hadîsi, Ahmed rivayet etmiş, Hâkim sahîhlemiştir.

Müjdenin tefsiri şöyle nakledilmiştir :

«Kim Peygamber (S.A.V.)'e bir salât eylerse onun sebebiyle Allah ona on salât eyler.»

Bu hadîsi, İmamı Ahmed (164 — 241) «el-Müsned» de birkaç yolla rivayet etmişdir.

Yukarıdaki Abdurrahman hadîsini Bezzâr ve îbni Ebî Âsim da tahrîc etmişlerdir. Beyhakî (384 — 458) : «Bu bâbda Câbîr, İbni Ömer, Enes, Cerîr ve Ebû Cuhayfe'den hadîsler vardır» diyor.[840]

 

372/278- «Berâ b. Âzib radiyallahü anh'den rivayet edilmişdir kî; Peygamber (S.A.V.) Ali'yi Yemen'e göndermİşdir. Ve hadisi anlata­rak; Demişdir ki : Ali onların müslüman olduklarını yazdı. Resûlüllah (S.A.V.) mektubu okuyunca bunun için Allaha şükür olmak üzere sec­deye kapandı.»[841]

Bu hadîsi, Beyhakî rivayet etmiştir.

Aslı Buharî'dedir.

Kâ'b b. Mâlik'in tövbesi hakkında Allah âyet indirdiği zaman sec­de ötmesi dahi bu mânâdadır. Anlaşılıyor ki, bu secdenin meşru olduğu aralarında ma'lûm imiş.[842]

 

 

 

 

 

 

 



[1] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/3.

[2] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/A.

[3] Buracıkta sunuda arzetmeliyim ki: Şöhretleri yedi iklimi tutan bu zevat hakkında benim gibilerin söz. söylemesini, yakıştıramıyanlar vardır, ih­timal naçiz eserimi okuduktan sonra da, ayni fikire sahib olanlar bulunacak­tır. Bu hal karşısında bana düşen, söz edenin sade ben olmadığımı, benim ic­raatımın daha ziyade, söylenenleri nakilden ib. aret olduğunu beyan ve ispat et­mektir.

İmdi derimki: Sultan Hamid devrinde îstanbula gelen Cemaleddini Efga-ni'nin bir risalecikten başka telifatı yok İse de, hummalı çalışmalarıyla müs-lümanları, dinde reforma teşvik ettiği ve bu yüzden Türk ülemâsiyla araları açılarak, İstanbul'dan Mısır'a kaçtığı tevatüren sabit ve o zamanın matbuatın­da da müsecceldir. Hattâ reform babında şiddet göstermeye taraftar olduğu söylenir. Maamafih eserleri olmadığı İçin, onunla Şeyh Abduh kadar meşgul olunmamıştır.

Şeyh Abduh'a gelince; bu zat Ergani'nin en mümtaz tilmizidir. O da üstadı gibi reformcu olmakla, beraber, bu hususta şiddet taraftarı değildir. Kendisi iyi bir ediptir. Eserleri yardır. Eserlerinde dinin donuk bir halde bırakıl­masını suç sayar. Ve u suçu eski ulemâya yükler. Dinin neşvünema bulması yani zamana uyması- ister. Türkçesl içtihad sevdasındadır. Ve nitekim İçti-hadları vardır. Fakat ınaalef ' İçtih adlarındaki hataları, kavaidi Jtslâmiye kar­şısında derhal kendini gösterme ve kendisine cevablar yazılmak suretiyle hata­ları meydana çıkarılacak, Ov. .nrt-i merhumenin ayni hatalara düşmesinin önüne geçilmiştir. Şeyh Abduh merhumun dünyevi içtihatlarını bilmem, lâkin dinî içtihadlarınm içinde, Inıam-ı Azam Ebu Hanifenin haksız, Şeyh Abduh'un haklı olduğu bir tek mesele görmüş değilim. Bilâkis daima tenkid ettiği Eslâf-i Kiram haklı, kendisi haksız çıkmıştır. Meselâ: Kur'an-ı Kerîmin Fil suresini tefsir ederken «Ebrehenin Askerini helak eden, kuşların attıkları ufak taşlar değil, çiçek hastalığı mikroblaridir» demiş, Büyük Türk âlimi Elmalılı Mu-hammed Hamdi Yazır meşhur tefsiri, «Hak dini, Kur'an dili: Cild 8, Sh. 126» ayni sureyi tefsir ederken, kendisine cevab vermek zaruretini duymuştur. Üs-tad Hamdi Yazır merhum bu hususta sahifelerce izahat vermiştir. Mezkûr iza-Icatı görmek isteyenlerin zikri geçen tefsire müracaat buyurmalarını rica eder­ken ilk cümlelerinden biri iki örnek vermeyi müna.sib görürüm. Merhum üstad, meşhur Alman tarihçisi Hammer'in «Fil vakası» hakkındaki mütealâsma işa­ret ettikten sonra sözüne-, şöyle devam ediyor :

Fakat Hammer'in bile bir ihtimalden ileri götüremediği bu çiçek illeti sözünü, teessüf olunur ki Abduh fahiş bir tedlis ve teşviş ile tevatür meyanma karıştırıp rivayetlerin ittifak ettiği sahih bir haber imiş gibi, ileri sürmeğe çalışmış ve güzel bir başlangıçla başlayan kelâmını, güya bir incelik göster­mek üzere, mikroblara bulamıştır.»                       

Şeyh Abduh, Kadir Gecesinde, hadd-i zatında îıiç bir fazilet ve hayır ol­madığını, , ona bin aydan fazla hayırı, Kur'an-ı Kerîmin o gece nazil oluşunun verdiğini iddia etmiş ve bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün müfessirlerden -tek birinin söylemediği bu sözü ispata çalışırken Buharı,, hadîslerinden birkaç ta­nesinin zayıf, hatta mevzu olduğunu iddia edecek kadarda ileri gitmiştir. Bu hususta kendisine Mısır Ulemâsından ve Ezher Şeyhlerinden Abdurrahman Tac merhum «Leyletü'l - Kadrs. adlı bir risale yazarak cevab vermiş ve hatalarını birer birer göstermiştir.

Şeyh Abduh'un Mısır'da Masonluk locasını kurduğunu Ezher mecmuaların­dan birinde okudum.

Âcizleri sözü uzatmamak için nakil namına bu kadarla iktifa edeceğim. Yalnız bu münasebetle merakta kalınacağını tahmin ettiğim Kadir Gecesi hakkında sözümü tamamlamadan geçemiyeceğim. Evet, bu meselede hak, Şeyh Muhammed Abduh ile değil, Ulemâ-ı Islâmiyye ile beraberdir. Kadir Gecesi, Kur'an-ı Kerîm inmezden Önce dahi, bin aydan hayırlıydı. Bu babta akl-ı se­lime müracaat edersek bize «Sultana saray gerekir» der. O halde semavî ki­tapların sultam mesabesindeki Kur'an-ı Kerîm'de sarayhk edecek bir gece el­bet lâzımdır vo işte oda Kadir Gecesidir.

Sahih-i Buharinin hadîslerine gelince; onların içinde uydurma hadis bu­lunmak şöyle dursun, zayıf bile yoktur. Vak'ıa bazı zayıflar görülmüşsede bu hadfslerin başka yollardan şahidleri vardır. Binaenaleyh onlarla kuvvet bul­muşlardır. Yamış anlaşılmaya meydan vermemek için bir parçacık içtihad me­selesine temas edeceğim.

Içtihid kapısı kapalı değildir. Ne yazık ki müçtehid yoktur. Müçtehid ola­bilmek için bir takım şartlar vardır ki, o şartlara haiz âlim son asırlarda ne­dense yetişemez olmuştur, Kendilerini içtihad mertebesine yükselmiş gören­lerin hayal peşinde koştukları, anlaşılmış bir hakikattir. Bu zevatın müçtehid olmaları şöyle drusun, atıp tuttukları, hakiki müçtehidlere, müstaid birer ta­lebe olmak vasfında bile mahrum oldukları,  îslâm Ulemâsı tarafından  ispat edilmiş bir hakikattir. Bu çivi çakmak için mütehassıs aradan 20 ci asırda mütehassıslar mütehassısı unvanı ile bile ifade edüemiyecek kadar yüksek olan İçtihad mertebesine kolay kolay çıkıvermek, aklen dahi, müteazzir de-gilcc, mutcassirdir.

Şeyh Abduh Merhum ile ona tabi olanların sık sık tekrarladıkları bir me­selede dinin donuk kalması- meselesidir. Onlarca din büyümcli, gelişmeliymig. Bundan neyi kasdettiklerini ben fakir anlıyamıyorum. Şayet dinin hüküm­leri çoğalmalıdır demek istiyorlarsa bu iddiaya benim güleceğim gelir. Kendile­rine haydi siz mevcud hükümlerle amel edin de fazlasını istemeyin derim, yok muradları dini, fenne, modaya ve bir sözle Avrupaya uydurmak ise o halde kendilerine şu kafi cevabı vermekte bir an bile tereddüt etmem; «Din çömlek­çi çamuru değildir efehdiler.'öyle olsaydı ondan istediğiniz gibi çanak, çömlek vazo, heykel yapardınız. Fakat o İlâhi bir vazı'dır. Hele esasata ait kısımları yalnız bizim dinimizde değil semavi dinlerin hiç birinde değişmemiştir. Me­selâ hiçbir semavi dinde — Haşa - Allah ikidir denilmemiştir. Füruata ait kı­sımlarında şeriatlar arasında bazı değişiklikler yapılmıştır. Ama dikkat etme­lidir ki bunları yapan da sen ben değil, dinin sahibi olan Allahu Zülcelâldir. Binaenaleyh böyle bir şeye yeltenmek, içtihad değil, Hindlilerin Buda'smın yap­tığı gibi yeni bir din uydurmaktan farksızdır. Elhasıl din neşvünema bul­makla değil, ancak çelik gibi donuk durmakla ilâhi vasfını muhafaza etmiş ve edecektir. Hakikatta suç onu donuk bırakmalıda değilşişirmekdedir.

[4] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/B-I.

[5] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/İ-Ö.

[6] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Ö-P.

[7] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/P.

[8] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/R-V.

[9] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Y.

[10] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Y.

[11] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Z.

[12] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Z-Za.

[13] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/Za-Zc.

[14] Musannif merhum, mühim bir işe başlarken hamd edilmezse o işde bereket olmayacağına dair varid olan hadîs-i şerif ile Kitabullah'a uymuş ol­mak ve te'lifinden bir bereket ummak için söze Allah'a hamd ve senadan baş­lamıştır. Zaten bütün ulemâ-i kiramın âdetleri budur.

Münâvî  (—1031)  «et-Ta'rîfât» nam kitabında diyor ki:

«Lügavî hamd; lisanla taz'îm cihetiyle yapılan bir fazîlet üzerine faziletle tavsiftir.»

örfî hamd; nimeti verene ta'zim bildiren bir fiildir.

Kavli hamd : Peygamberlerinin dilinden kendini sena ettiği sözlerle bir hakdan dolayı onu dille sena etmektir.                                            

Fi'H hamd; Allah'ın rızasını dileyerek bedenî ameller yapmaktır.

Hamdın meşhur tarifi : Bilâ ihtiyar yapılan güzel bir şey üzerine güzel ile tavsif etmektir.

IstUâhen İse : Nimeti verene, Mün'im olması cihetiyle ta'zime delâlet eden bir fiilde bulunmaktadır. Bütün hamdleri hak eden zat vacibü'l vücûd olan Allah'dır.

Bâzi'ye göre nimet : İhsan olarak başkasına yapılan menfaatdir. 'Râgıba göre ise : «Faide hususunda kendisi ile ihsan kasd edilen şeydir: în'am: Aşikâr ihsanı başkasına ulaştırmaktır. Zahirî ni'met'ler: Bir hadîs-i şerife göre Allah'ın İnsanı güzel şekilde yaratmasıdır. Bir rivayetde güzel, ya­ratması bol bol rızık vermesi ve müslümanlıktir. Bâtınî nimetler: Setr-İ av­rettir. Bir rivayette amelini setr etmesidir. Başka bir rivayette ise : Zahirî nimet,  islâmiyet;  batınîsi  afv ettiği  günâhlar,  kusurlar ve cezalardır.Bir başka rivayette de zahirî ve batini nimet :

Eski ve yeni nimetten murati : Kuluna ruh verileliden bu yana verilen­lerdir. Nimetlerin eskisinden babalara olan nîmet de kasdedilmiş olabilir. Zira onlara olan nîmet oğullarına da âmm ve şâmildir. Bu takdirde yeni nîmetler, ruh üfürüldükten sonraki nimetlerdir.

Sâlât : Allah'dan Resulüne olursa onu ziyadesiyle şereflendirmek ve ona tekrimdir. Ümmetinden Resûlüllah (S.A.V.) e salât dahi ona ziyâde teşrif ve tekrim istemektir. Bazıları: Resûlüllah'ın «isteyin» diye ümmetinden talep et­tiği, vesiledir demişlerdir.

Selâm: Rağib'a (—502) göre : Görünür görünmez âfetlerden ârî olmakdır. Hakiki selâmet ancak Cennet'de olur. Zira sonsuz hayat orada, fakirlik şaibesi olmayan zenginlik ile mezelletsiz şan orada; hastalık yüzü görmeinek şartıyla sağlamlık yine oradadır.

Nebi : Allah'dan selim akılların yetişeceği şeyi haber verendir.

Nübüvvet : Allah ile Akıl sahibi kulları arasında elçilik etmekdir. Şeriat dilinde Nebî; Allah tarafından kendisine şeriat indirilen insandır. Kendisine indirileni başkalarına bildirmesi emrolunursa ona resul denir.

«Envarü't-tenzil» de : Resul, yeni şeriatle insanlara gönderilen zatdtr. Nebî ondan âmm'dır. denilmektedir.

Âl : Resûlüllah {S.A.V.) in kendisinden sonraki akrabasıdır. Tefsiri ilerde gelecekdir.

Sahb : Sahibin cejn'idir. Bununla kimlerin kasd edildiği ihtilaflıdır. Mu­sannif «Nuhbetü'l-Fiker» de Sahabiyi şöyle tarif eder:

«Sahabî, Peygamber (S.A.V.) le mühim olarak görüşen ve mümin olarak ölen zatdır.»

Âl ve Ashaba dua ile senada bulunmanın vechi Resûlüllah (S.A.V.) İn ümmetine şeriatini tebliğ ederken vasıta olmalarıdır. Onlar bu vasıtalığı yap­makla dua ve ihsanı hak etmişlerdir.

Din : Akıl sahihlerini Resul Sall'Allahü aleyhi vesellem'in getirdiklerini kabule davet eden ilâhi bir vaz'ıdir. Âl ve Ashabın dine yardım etmelerinden maksad, dini getirene yani Peygamber (S.A.V.) e yardım etmeleridir. (Zaten Ulemâ Peygamberlerin mirasçılarıdır) ifadesi ayni mealdeki bir hadîs-i şe-rifden iktibasdır. Bu hadîs-i Ebû Dâvûd tahric etmiş fakat zayıf bulmuştur.

Deîil : Lûgatda, maksada eriştiren demekdir, Usuleülerce: Üzerinde sa­hih bir tefekkürle düşünülerek  kendisiyle haberî bir maksada varılan  şeyüir.

Mantıkçılara göre Delil : Kendisini bilmekle başka bir şeyi bilmek lâzım gelen şeydir.

Hüküm : Mükelleflerin fiillerine, sahihleri mükellef olmaları cihetiyle taal­lûk eden' hitabullahm eseridir. Bazılarına göre eseri değil. Allanın hitabıdır. «Ümmete nasihat maksadıyla» tâbiri, Hadîsi tahric edeni zikrettiğini gös­teren İlletdir. Zira Hadîs-i Şerifi kimin tahric ettiğini bildirmekte ümmete bir çok nasihatlar,yardır. Meselâ: Bir Hadîs-i Şerifin îslâm davalarında sabit olduğu büyük hadîs İmamlarının onu ele almış bulunduğu Hadîsin yollan araştırıldığı ve hakkında söylenenler; işitenlerin asıl yerine müracaat edebil­mesi hep bu, sayede öğrenilir.

[15] İmam AHMED b. HANBEL : (164 — 241 H.) Milâdî [780 — 855] Ebu Abdıllah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel Şeybâni, Dört Mezheb İma­mının biridir. Bir rivayetde Merv'de bir rivayetde Bağdad'da 164 H. 780 M. tarihinde doğmuşdur. İlim tahsilinden sonra: Mekke, Medine-i Münevvere, Şam, Yemen, Küfe, Basra, Cezire vesair bir çok memleketlere yine ilim tahsili İçin gitmiş; zamanın meşhur hadîs âlimlerinden hadîs dinlemişdir. Kendisinden Buhari (R.H.), Müslim (R.H.), Begavî (R.H.) ve İbni Ebi'd-Dünya (R.H.) gibi büyük hadîs İmamları Hadis rivayet etmişlerdir. İmamlığı, takvası, vera' ve zühdü babında Ulemâ müttefikdirler. Ebu Zür'a : «tmam-ı Ahmed'in kitab-ları oniki deve yükü itfi. Onları ezber biliyordu. Ezberinde bir milyon Hadis-i Şerif vardır» diyor. İmam-ı Şafiî dahi «Bağdad'dan çıkdim; Orada înıam-ı Ahmed'den daha âlim,  zahid, muttaki,     müteverri' bir  zat bırakmadım.»  de mişdir. Münâkıbine dair bir çok eserler yazilmışdir. Imam-ı Şafiî'den ders al-mışdir. Hadis ve Ilm-i Fıkıh'da zamanının biriciği idi. Hadîs ilminde «El* Müsned» nâmıyla yazdığı eser o zamana kadar yazılanların en büyüğü ve mü­kemmelidir. Bu eseri kendi zamanına kadar bir ravîden diğer birine rivayet edilçrgk zinciri uzayan ve böylelikle islâm diyarının her tarafında duyulan «750» bin radîş-i şerifi Ravî adetleri en az sayı ve en güvenilir şartları hâiz bulunanları tedkik ederek eserini tertib ve cemetmiştir. Eserine hüccet olmı-yacak Hadîs koymamışdır. Bazıları bu hadislerin hepsim sahih kabul etmiş İbni Cevzî ffibi tenkidde kendi başına bir yol takip edenlerden bazıları İse bir çoklarını mevzu addetmişlerdir. İmam İbni Hacer Askalâni merhum bunları tahkik etmiş ve sahihlemişdir. «MÜsned» deki- «Sahiheyn» üzerine yapılan zi­yadeler Ebû D&vtıd ile Tirmîzî'nin ziyadelerinden daha zarif değildir,. îbni Ha­cer Müsned'de üç dört zaif Hadis vardiF diyor. Hazret-i İmam Kur'en-ı Kerim mahlûk mudur değil midir meselesinde büyük bir ibtilâ geçirmiş; fakat asla «Kur'an Mahlûkdur» dememişdir. 241 H. 855 M. tarihinde Bağdad'da irtihal-i dar-ı baka eylemişdir. Kabri ziyaretgâhdır Rahmettıllahi Aleyhi.

[16] İmam-ı Buharî : [194 H. — 256 H. 819 — 869 M.] Ebu Abdullah Muhanımed b. İsmail Cu'fi Hadîs İmamlarının en büyüğü­dür. 194 tarihinde Buhara'da doğmuştur. Tahsilini bitirdikten sonra kendi­sini Hadîs ilmine vererek bu uğurda: Horasan, Irak, Şam, Hicaz, Mısır gibi nice beldeler dolaşmış ve zamanının büyük Hadis âlimlerinden ders almışdır. Ders aldığı Üstadlarının sayısı bini geçer. Kendisinden ise yetmiş binden fazla kimseler Hadîs dinlemişlerdir ki; bunların arasında İmam Müslim b. Haccac, Tirmizî, Nesai, Ebu Zür'a ve îbni Hüzeyme de vardır. tlm-İ Hadîsdeki iktidarı o dereceyi bulmuşdur ki; «Buharinin bilmediği Hadîs, Hadîs değildir.» derlerdi. Ezberinde ytizbin sahih iki yüzbin de gayr-i sahih hadis vardır. Bağdad'a gir­diği zaman oranın âlimleri tarafından müdhiş. bir imtihana tâbi tutulmuş; yüz tane Hadîs-i Şerif senedieri metinleri birbirine katılmak suretiyle allak bul­lak edilerek kendisine on kişi tarafından okunmuş. Hazret-i İmam bunları kemâl-î sükûnetle dinleyip her biri hakkında;

— Böyle bir Hadîs bilmiyorum.

Dedikten sonra: yüz hadîsin her birini senedleriyle metinleriyle tashih ederek okuyuvermiş ve böylelikle harika olan ilmini Iraklılar'a tasdik etdirmişdir. tmam-ı Buharî son derece muttaki ve vücutça zaif, nahif bir zatdı. (Sahih-i Buharî) diye meşhur olan «El'Camiü' &-Sahih» adlı eseri, Kitabullahdan sonra yer yüzünde en sahih kitabdır. Bu eseri kendisince tayin ettiği Usul-ü hadîs kaideleri ve tenkid şekilleriyle ve Resûlüllah (S.A.V.) e en kısa tarikle, en sa­lim yolla ulaşdırdığı şekilde kitabına yazmışdır. Bunun içinde bugün bile akıl­lara hayret verecek tahkik usulleri kullanmış o zaman rivayet zincirleri uza­yarak bundan dolayı adetleri altiyüz bini aşan 'hadîsleri teker teker tahkik etmek mecburiyetinde kalmıştır. Sonunda ravîleri kendisi ile Resûlüllah (S.A. V.) arasındaki «250» yıllık mesafede sayıca en az, doğruluk've istikametçe en ileri olanlarını toplamıştır ki; «7275» hadîs-İ şerifden müteşekkildir. Mükerrer­ler çıkarılırsa geriye «4000» hadîs-İ şsrif kalır. Bunları Zeynüddin Ahmed Zebidî «Tecrid-i- sarih» [1] adlı eserinde toplamışdır. Bundan başka îmam-ı Bu-harînin birçok eserleri vardır.

1: Sahih

2: Tarihü'l  -  Kebir

3: Tarihü'l  -  Sagir                                   

4: El - Edebü'l - Müfred                                         

5: Tefsir-i - Kur'an                                                              

6: Tenviru'l - ayneyn                                       

tmam-ı Buhar! 256 H. de Buhara Emirinin emrine boyun eğmediği için Semerkand'ın Hartek köyüne nefyolunmuş 62 yağında 31 Ağustos 869 30 Ra­mazan 256 da İrtihali dar-ı baka eylemişdir. R. Aleyh. Kabri oradadır.

[17] İmam-ı Müslim.   204 — 261) H.

Ebü'I-Hüseyin Müslim b. El-Haccac El-Kuşeyrî En-Nisaburi, hadis kitab-larıhm en sahihlerinden biri olan El'Musnedü's-Sahih» in sahibidir. Bu kitaba Sahih-i Müslim de derler. Buharî'nin Sahihi ile birlikde «Sahiheyn» unvanıyla maruldurlar. İmam-ı Müslim (204 veya 206 H. 819/821 M.) tarihinde Nişabur'-da dünyaya gelmişdir. Yahya b. Yahya En-Nisaburî, Ahmed b. Hanbel ve Is-hak b. Rahuye gibi büyüklerden ilim tahsil emdikten sonra hadîs İlmi sahasında bilgisini daha da genişletmek maksadıyla Hicaz, Irak, Şam ve Mısır tarafları­na Seyahat da bulunmuş; bir kaç defa Bağdat'a gelmişdir. «Sahih»ini 200 bin Hadîs-i Şerifi sened, ve Manâ cihetlyle tarayarak meydana getirmişdir. Bu Kitab tertib, telhis ve Ravîlerin lâfızlarına tenbih itibariyle o kadar mükem­mel ve güzeldir ki; bu cihete bakarak onu Buhari'nln sahihine tercih edenler olmuşdur. Ulemâdan biri bu mes'eleyi manzum olarak şöyle ifade ediyor.

Tercümesi:

Benim yanımda bir takım adamlar Bnhart ile Müslim hakkında münakaşa etdiler. Ve bu iki zatın hangisi ileridir dediler.

Ben de dedim ki; Şüphesiz sahih olması itibariyle Buhar! üstündür. Nite­kim san'at güzelliğinde Müslim üstündür.

İmam-ı Müslim Nişabur'daBuharî ile görüşmüş kendisine pek büyük hür-metde bulunmuşdur. İmam-ı Müslimden, Tirmizî, tbn-i Hüzeyme, Abdurrahman b. Ebî Hatim gibi meşhur zevat rivâyetde bulunmuşlardır. (261 H. 874 M.) ta riMnde 55 yaşında olduğu halde Nişabur civarındaki «Nasrâbâd» da ahirete göçmüştür. Kabri ziyaretgâh idi. Şimdi sair büyükler gibi, onun kabrinin dahi metruk bir halde olduğunu bazı makalelerden öğreniyoruz. R. Aleyh.

[18] Ebu Dâvud (202 — 275) H.

Süleyman b. Eş'as Es-Sieîstanî, derece itibariyle Buharî ve Müslim'den snra gelen «Sünen-i EM Dâvud» un müellifidir. [202 H. 817 M.] tarihinde doğ-muşdur. Tahsil-i İlim için Horasan'a, Şam'a, Hicaz'a, Mısır'a ve defaatla Bağ-dad'a gitmişdir. Kendisi pek büyük ve Muhterem bir Muhaddis'dir. ' «Sünen» nâmradaki eserini beşyüzbin hadîs-i Şerifi Hadîs timinin usulüne, göre sened ve Manâ cihetiyle tarayıp tahkik etdikten sonra kendine kanaat-i tâmme ve­ren İsnad-Zinciri ve elfaz ile olanları- sünenine yazdığını söylüyor. Bir çok ze-vatdan ve bilhassa İmam Ahmed bin Haıibel (R.H.) den Yahya bin Maiyn'den, Abdullah bin Mesleme'den, Müslim bin'İbrahim'den ve diğer zamanında yaşa­mış, ehl-i hadîsden Hadîs rivayet etmişdir. Kendisinden de oğlu Abdullah b. Ebi Dâvud ile Abdurrahman'ı Neseî Tirmizî, ve sair büyükler rivâyetde bu­lunmuşlardır.

Ebû Dâvud hakkında Musa b. İbrahim: Ebu Dâvûd dünyada Hadîs için ııhiretde de cennet için yaratılmişdır. Beri ondan efdal bir zat görmedim.» der. Ezberinde beşyüzbin Hadîs vardı. Eserini İmam-ı Ahmed'e göstermiş; onun pek istihsan ve takdirine mazhar olmuşdu. Bu kitabda  (4800)  Hadîs vardır.

Ebu Dâvûd ahirete göçüşüne kadar Basra'da otürmuşdur. trtihali (275/ 888 M. dedir. Hattabî diyor ki: «Sünen-i Dâvûd, vaz'ı itibariyle Sahiheyn'den daha güzel fıkhan tertibce onlardan daha kullanışlıdır. lbn-i Arabî de: «Kimin yanında Kitabullah, ile Sünen-i Ebî Dâvûd bulunursa ilim namına başka bir şeye muhtaç olmaz.» demişdi. îmam-ı Gazali Sünen-i Ebî Davud'un Ahkâm hadisleri hususunda bir  müctehidg  kâfi  olduğunu   tasrih  etmişdir.

[19] İmam Tirmizî   [200 — 279].

Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Misvere Tirmizî derece itibariyle Ebu Dâ-vûd'un Sünen'inden sonra gelen «Kitabu'l-Sünen» İn müellifidir. Ceyhun neh­rinin kenarındaki «Tirmiz» isimli eski bir şehirde («200» H.) tarihinde doğ-muşdur. Doğum tarihini bazı müellifler yazmamış; bazılarida (209 H.) ola­rak gösfermişdir. İmam Tirmizî daha sair büyük hadîs İmamları gibi İlim se­yahatine çıkmış; bu meyanda Hicaz'a ve Irak'ada gitmişdir. İçlerinde Buhar! de bulunan bir çok büyüklerden Hadîs rivayet etmiş; kendisinden de Muham­med b. Ahmedi'l - Mahbubî ve Hanımad b, Şâkir gibi zevat rivâyetde bulun­muşlardır. Hıfzı hususunda darb-ı Mesel olmuşdu. Hâkim diyor ki: «Ömer b. Alek'î şöyle derken işitdim:Buhari vefat etdi. Horasanda  ilim,     hıfz,  zühd ve takva hususunda Ebu İsa gibi bir halef daha bırakmadı» Allah korkusundan;  ağlaya ağlaya son zamanlarda iki sene kadar gözleri görmez olmuştu.

Sünen'den maada «Kitabu'l İlel:> «Eş'ŞemailÜn Nebevlyye vel Hasaisü'l – Mustafevîyye   gibi eserleri vardır. Tirmizi 279 H. Tirmiz'de ahirete göçmüşdür..

[20] İmam Nesaî :   (215 — 302) H.

Ebu Abdurrahman Ahmed b. Ali b. Şuayb Horasanî Horasan'ın Neaâ -şeh­rindendir. (215) H. (830) M. de doğmuştun Tahsil uğrunda İslâm memleket­lerine bahusus, .Hicaz, Irak, Şam, Elcezîre*> Tarsus ve Kahire'ye gitmiş bir müddet Mıslr'da yerleşmiştir.

İmam Nesâi içlerinde Ebu Dâvûd'da bulunan bir çok üstadlardan Hadîs dersi almış ve kendisinden birçok meşhur zevat rivâyetde bulunmuşdur. Mez­hebi Şafiî idi. Bazılarına göre İmam Nesaî Müslim'den daha Hafız bir zattır. Hadîs' hakkındaki şartları İmam-ı Buharî ile Müslim'in şartlarından bile ağır olduğunu söylerler. Binaenaleyh Sünen-i Neseî'dekİ ravîlerin mutemed oldu­ğunda hiç şüphe yoktur. Nesaî (302 H. 914 M.) tarihinde Remle'de âlem-i ahi­rete göçmüştür. Bir rivayete göre Hazreti Muaviyenin faziletlerine dair sorulan suallere cevap vermediğinden Dımışk Cami'i içinde doğulmuş ve hasta olduğu halde isteği üzerine Mekke'ye gönderilmiş; orada irtihal eylemişdir. [El'Müeteba» IsciLU [«Es'Sünenü'l - KÜbrâ [«Kitabu'l Hasais» [Fazailü'l-Sahabe 5 Müsned-i [Müsned-i Ali 1 ] (R-A.) ve diğer bazı eserleri  de vardı. Sünen-i  Nesaî  derece  itibariyle sünen-İ Tirmizi’den sonra gelir.

[21] İbni Mace [207 — 275 H.]

Ebu Abdullah Muhammed b. Yezide'l - Kazvinî muhterem bir Hadîs ima­mıdır. (207 H. - 822 M.) bir rivâyetde (209 H. - 809 M.) tarihinde doğmuştur. TahsiM ilim yolunda o da diğerleri gibi beldeler dolaşmış; Basra, Bağdad. Küfe, Şam, Mısır, Horasan ve Mekke-i Mükerreme'ye gitmişdir. Bir çok zevat kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Kitabı «Sünen-i İbni Mâce» denilmekle meşhurdur. Bu kitab dört bin Hadîs-i Şerif ihtiva etmektedir ve derece iti­bariyle «Kütüb-Ü Sitte» denilen Altı Sahih hadîs kitabının sonuncusudur. Ba­zıları îbn-i Mâce'nin kitabında zayıf, hatta münker hadîsler bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.Bu sebeple onu  kütübü  sitte'den  saymayarak yerine  İmam-ı Malik'in  «EFMuvatta» ını  koymak  isteyenler bile olmuşdur.

Maamafih lbn-i Mâce'nin kitabındaki zalf. hadîsleri^ otuzu geçmediği de ri­vayet edilir. Ne de olsa Âmmenin kabulüne mazhar olmuş mübarek bir kitab-dır. lbn-i Mâce 275 H/883 M. veya 273 H '885 M. tarihinde âjemi ahirete göçmüştür.

[22] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/1-7.

[23] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/8.

[24] Sûre-i Bakara;, âyet: 180.

[25] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/8-9.

[26] Ebû Hüreyre: Hazreti Peygamberden en fazla hadîs rivayet eden sahabH celildir. Adı ile babasının, adı hakkında ihtilâf edilmiş, ve ortaya otuz kadar kavi çıkmıştır, bunların İçinde en ziyade kendisine gönül yatan isim Abdurrahmâri b. Sahr'dır. Abdullah olması da büyük bir ihtimâldir. Hay-ber Vak'ası yılında mtislüman olmuş ve o vak'ada bulunmuştur. Cahİliyet dev­rinde ismi Abd-Ü Kays idi. Kedileri çok sevdiği için. kendisine Resûl-ü Ekrem tarafından «Ebû HUreyre» lâkabı verilmiştir. Ashâb-ı Kiramın en fakiri idi. Hazreti Peygamber (S.A.V.)'den hiç ayrılmazdı. Buharî'nin riva­yetine görü kendisinden «800» den fazla sahabî ve Tabiî hadîs rivayet etmiş-dir. Ebû HUreyre'nin dog^ım tarihi bilinmiyorsa da vefatı Hicri «53» tari-hindedir. «78» yaşında irtihal eylemiş ve Medîne'nin «El-Baki*» namındaki moghur kabristanına defn edilmiştir. Ebû Hüreyre Hazretleri Resûl-ü Ekrem (S.A.V.Vden «5374» had!s-İ şerîf rivayet etmişdir ki, Ashâb-ı Kiram içersin­de bu kadar hadîs rivayet eden bir başkası bulunmadığı gibi bu mikdara yok-Jagan dahi olmamıgdır.

[27] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/9.

[28] Dülfin   denen   Akdenize  mahsus   bir   balıktır.   Karadeniz  sahillerinde de görüldüğü olur. Okyanus. Ciit 2. Shf: 761, Mu'cem'tU Vasit Cilt I: Shf: 293.

[29] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/9-11.

[30] [Ebû   Said-i   Hudrî: Sa'd b. Mâlik b. Sinan-ı Hazreciy Ensâri'(Ur. Ashâb-i Kirâm'm âlimlerinden İdi Biatti'ş r Secere'ye iştirak eden Ensâr'dan dır, birçok hadîsler rivayet etmiş; bir müddet fetva da vermişdir. Ebû Said Haz­retleri «74,> Hicrî yılında «86» yaşında vefat etti. Buhârî ve Müslim'de «84» had"üi vardır.  Kendisinden birçok zevat hadîs rivayet etmişlerdir.]

[31] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/11.

[32] [îbn Ebî Şeybe:Ebû Bskir Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe, El - Müsned, El - Musannef vesaire tasnîfâtın sahibi emsalsiz bir zât olup Eıılıarî, Müslim, Ebû Dâvud ve îbni Mâce'nin üstadların-dandır. Bu hadîsi bu lâfızla yalnız o rivayet etmiştir. Diğer hadîs ulemâsı mâ'nen rivayet etmişlerdir. Vefatı  «234» dür.]

[îbni Huzeyme (224 — 311) : Hakkında Zehebî şöyle diyor: «Büyük hafız, imamlar imamı, şeyhülislâm Ebû Bekir Mnhammed B. İshale b. Hiizpyme'dir. Asrında Horasanda'da hadîsde hafızlık ve imamlık onda ni­hayet bulmuşdu.» Kendisine tmamü'l - eimme denilmiştir. Fıkıh ve had'se dâir eserleri vardır.]

[33] SuretüT Müddesir;   âyet:   2,   3,   4.

[34] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/11-13.

[35] [Ebû Ümâme: «Sudayy Îbni Aclân» dır.Benû Bahile denilen kabi­leye mensubdur. Bu kabile araplar arasında son derece cimrilikle meşhurdur. O derece cimri imişler ki, mezbelerden yemek artığı kemikleri toplar.Tekrar kaynatarak yağ çıkarmağa çalışır larmış. Bu sebeble islâm hukukunda riâyet edilen kefâet yâni erkeğin kadına yaraşır, denk bir eş olması meselesinde şâir arap kabilelerine denk sayılmamışlardır. Hattâ arap şâiri onları zem ederek şöyle demişdir :

«Köpeğe ey bâhiliyy denilse, bu sülâlenin-alçaklığından köpek havlamağa başlar» Fakat mezkûr kabileden Hz. Ümâme gibi zevat da yetişdiğine bakarak Müteahhirî-ni Fukaha o hükmü kaldırmış ve Benî Bâhile kabilesini sair arap kabilelerine denk tutmuştur.

Ebû Ümâme Hazretleri evvelâ Mısır'da yaşamış sonra Humus'a göç­müş ve orada Hicrî «86» yılında vefat etmişdir. Bazıları onun hakkında Şama­da, vefat eden son sahabi'dir derler. Çok hadîs rivayet eden zevattandır.]

[36] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/13-14.

[37] [Ebû Hatim: Muhammed b. îdris b. El-Münzir Râzî büyük hadîs imamlarından biridir. «195» Hicrî yılında doğdu ve «277» Şâban'mda «82» yaşın­da iken vefat etti. İmâm Nesâî onun hakkında: Sika'dır (güvenilir) diyerek, hüsn-ü şehâdette bulunur.]

[38] [B e y h a k î : Horasan'ın allâme'si Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin'dir. Meşhur hadîs ulemâsından ve Şafiî Fukahâsındandır. «384» de Nisâbur'un Beyhak Köyü'nde doğmuş ve «485» de Nisâbur'da vefat ederek Beyhak'a defn-edilmişdîr.

Beyhakî misli görülmedik eserler yazmışdır. Eserlerinin bin cilde baliğ olduğu söylenir. Zâhid, ehl-i takva bir zât idi. Hicaz'a ve Irak'a sefer etmiş­tir.]

[39] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/14-15.

[40] [Abdullah İbni Ömer: Hazreti Ömer b. Hattâb'm oğludur. Küçük yaşta babası ile birlikte müslüman oldu. îlk iştirak ettiği gaza «Hendek» dir. Sabi olduğu için Bedir Gazasında bulunamamış; Uhud Gazasına dahî yaşı­nın küçüklüğü sebebiyle Hazreti Peygamber tarafından iştirak ettirilmemiştir. -Sonraîarı Mûte, Yemame ve Yermûk gazalarında, Mısır'ın Mekke'nin ve Afri­ka'nın fethinde hazır bulunmuştur. Hazreti Peygamber (S.A.V.) e o derece mu­habbet ve sadakatla bağlı idi ki, onun nerede namaz kıldığını görse kendisi de orada namaz kılmadan geçmezdi. Son derece dindar, kanaatkar, cömert ve ha­lim selîm bir zât idi. Mallarından hangisine nefsi meyi ederse onu derhâl tâsad-duk veya hibe eder; köle ve cariyelerinden hangisini daha dindar görürse onu he­men âzad eylerdi. Hilâfet Mes'elelerine asla karışmamışdır. İlimde bir hazîne idi. Ashâb-ı Kiıâm'm fukahâsmdandir. Kur'an-ı Kerîm'in tefsirine de hakkıyla vâkıf idi. Hadîs'de ise  Fıkıh'dan daha  ziyâde  muktedir  idi.  Ebû Hüreyre'den sonra Ashâb-ı Kiram arasında en çok hadîs rivayet eden odur. Resûlüllah (S.A.V.)'den «2630» hadîs rivayet etmişdir ki, bunların «170» i Buhâri ile Müs­lim'dedir. Bizzat Resûlüllah (S.A.y.)'den ve Ebû Bekir, Ömer, Osman ,Ebû Zerr, Muâz, Ebû Hüreyre ve Âişe-i Sıddîk'a Hazerâtı'ndan hadîsler rivayet etmiş; kendisinden de Ashâb  ve Tâbiîn'den birçok zevat rivayette bulunmuşlardır.

Hazreti Abdullah b. Ömer «73» hicrî yılında «86» yaşında olduğu halde Mekke'de vefat etmiş ve Mekke'deki Muhacirler Kabristanı'na defn olunmuştur.]

[41] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/15.

[42] [Hâkim: İbnü'l-Beyyi, lakabıyla anılan bu zât'ın ismi Ebû Abdillah Mu-hammed b. Abdillah'dır. Nisâbur'un tanınmış fıkıh ve hadîs imamlarmdandır. «321» de doğmuş ve «405» de vefat eylemiştir. îlim tahsili İçin «20» yaşlarında iken Irak'a gitmiş sonra hacc etmiş; ve Horasan ile Mâverâünnehir'de seya­hatlerde bulunmuştur, tki bine yakın üstaddan hadîs okumuş; kendisinden de Dâre Kutnî (306—383), Beyfaakî (384—iSS) ve Ebû Ya'lâ (—307) gibi hadîs İmamları rivayetlerde bulunmuşlardır. Eserleri pek çoktur. «1500» cüz'e baliğ olduğu söylenen eserlerinin çoğu Fıkıh ve Hadıs'e âiddir. «El-MÜstedrek», «Târth-i Nisâbnr» bunlardandır.

[43] [îbni Hibban: Ebû Hatim Muhammed b. Hibb&n, Şâfiîye Fukahâ-sı'ndan olup, mu'teber eserler yazmıg bir zattır. Hadîs'de hafız olduğu gibi Tıb ve Kozmoğrafya gibi ilimlere de vâkıf idi. Mısırlı ve Horasanlı pek çok âlim­den ders almışdır... «El-Müsnedti's-Sahih» ve «Kitâbü'z-Zuafâ» nâm eserler onundur. «354» tarihinde vefat etmiştir.]

[44] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/15.

[45] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/16.

[46] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/16-18.

[47] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/18.

[48] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/18.

[49] [İbni Abbas: Bahrü'l - Ümnıe ve Habru'l Ümme yani bu ümmetin deryası, ümmetin en büyük âlimi unvanlarına bihakkın seza olan. Abdullah b. Abbâs hasretleridir. Hicretten üç sene evvel doğmuştur. İlimdeki şöhreti ken­disini târifden müstağfi kılar. Tefsir'de Sultan-iil-Müfessirîn'dir. Fahr-i Kâinat Efendimiz İbni Abbas (R.A.) hakkında Hikmet, Fıkıh ve Tefsir için dua bu­yurmuştur. Bu Duâ-yı Nebevi berekâtıyla İbni Abbas (R.A.) Hazretleri bu ümmetin e:ı büyük  müfessiri olmuşdur.   Hadîsde   de  temayüz etmiş   büyükler dendir. Hazreti Peygamber'den «1660» hadîs-i rivayet etmiştir ki, bunlardan (120) tanesi Sahîh-i Buharî'de, «49» u Sahîh-i Müslim'dedir. Âhir ömründe göz­leri görmez olmuştu. «68» Hicrî yılında, Tâif'de vefat etti.]

[50] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/18-19.

[51] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/19.

[52] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/19-20.

[53] Zahir : Hemen işitmekle manâsı, anlaşılan sözdür.

[54] Ta'lil   : Bir şey'in illetini,  sebebini bulup  çıkarmaktır.

[55] Taabbüdî  :  Kulluk icâbı yapmak. Niçin olduğunu sormadan yapmak.

[56] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/20-22.

[57] [Ebu Katâde: Fahr-i Kâinat Efendİmiz'in süvarisi El-Hârİs b. Etbdir Ensardan olup Uhud ile ondan sonraki gazalara iştirak etmiştir. Ve­fatı ihtilaflıdır. «54» Hicrî tarihinde «70» yaşında olduğu halde Medîne-i Munev-vere'de vefat etti diyenler olduğu g^bi; Hazreti Ali (Kerremallahu vecheh) ile beraber onun yaptığı. bütün harplere iştirak etmiş ve Kûfe'de vefat etmıg, cenazesini Hazreti Ali' küdirmış diyenler de vardır.]

[58] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/22.

[59] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/22-23.

[60] [Enes b. Mâlik b Nadîri'l - Ensârî - Hazreci'nin künyesi Ebû Hamza'dir. Medine'ye hicret ettiği vakit henüz dokuz on yaşlarında idi An­nesi Ümm-ti Süleym tarafından Hazreti Peygamber (S.A.V.) in hizmetine tayin edildi. Ve on sene bu şerefli hizmeti ifâ etti. Hazreti Peygamber (S.A.V.) Enes b. Mâlik için:

«Ya Rabbî malına, çocuklarına bereket ver; ömrünü uzat, günahını afv eyle.»

diye dûa etmişdi. Filhakika bu Duayı Peygamberi berekâtiyle Hazreti Enes'in pek çok evlâdı olmuş; malında feyz ve bereket görünmüş; kendisi bh" rivayette «99» diğer rivayette «103» sene yaşamıştır. Vefatı «93» tarihindedir. Basra'da vefat eden en son sahabî Hazreti Enes'dir. Çok hadîs rivayet eden sahabeden­dir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) den «2186» hadis-i şerif rivayet etmişdir ki; bun­ların «83» ü sahîh-İ Buharî'de «91» i sahîh-i Müslimdedir.]

[61] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/24.

[62] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/24-26.

[63] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/26.

[64] A'raf Sûresi; âyet: 157.

[65] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/26-27.

[66] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/28.

[67] Yani, sebeb bulunmazsa hükümde bulunmaz.

[68] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/28-29.

[69] Ebû  Vâkıd Leysî: el-Haris b. Avf'dir. Maamafih ismi ih­tilaflıdır.Bedir Gazasına  iştirak  ettiği  rivayet olunur.Mekke'nin  fethinde müsliiman olmuştur diyenler de vardır. «65» yılında veya «68» de Mekke-i Mü-kerreme'de  «75» yaşında vefat etmişdir.

[70] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/30.

[71] Bak: Hadîs-i Hasen. «Hadîs istilâhları» kitabın başına shf: Z.

[72] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/30-31.

[73] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/31.

[74] [Huzeyfe b. el-Yemân- il-Absî: Künyesi Ebû Abdillah'dır. Babasıyla Medîne-i Münevvere'ye gelmiş ve Muhacir mi yoksa Ensârî mi olmak istediği hususunda muhayyer bırakılmış o da Ensâr'dan sayılmasını tercih ey-Iemişdi. Gerek kendisi, gerekse pederi TJhud Gazâsı'na iştirak eden Ashâb-ı Gü­zin'dendir. Hazreti Peygamber (S.A.V.) münafıkları yalnız bu zata bildirmiş ve kendisini bu hususda sırdaş edinmişti. Hazreti Ömer (K. A.) Halifeliği za­manında memurları arasında münafık olup olmadığını Hazreti Huzeyfe'ye sor­muş «var» cevabını almışdı. Fakat bütün ısrarlarına rağmen bunların kim ol­duklarını söylememişdi. Hazreti Huzeyfe İran Fütuhatında hazır bulunmuş. Nuseybin valiliğine tâyin olunmuşdu. Son derece kanaatkar ve emin idi. Medine'ye avdetinde Hazreti Ömer kendisini hiç değişmemiş fakir kıyafetiyle gö­rünce boynuna sarılmış ve: «Sen benim kardeşimsin ben de senin» demişdi. Hazreti Huzeyfe'den Sahâbî ve Tabiîn'den olmak üzere bir çok zevat Hadîs-i Şerif rivayet etmişlerdir.

«85» veya «86» hicrî tarihinde Hazreti Osman'ın şehâdetinden kırk gün sonra Medain'de vefat etmiştir.]

[75] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/31-32.

[76] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/32.

[77] [Ümmü    Seleme:    Ümnıü'l - Mü'minîn Hind binti Ebî Ümeyyedir. Ebû Seleme b. abdi'l-Esed'in zevcesi idi. Zevci ile beraber Habeşistan'a hicret ettiler. Oradan dönüşte zevci vefat etti. Ve kendisi hicretin dördüncü yılında Medine'de Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ile evlendi. Vefatı ihtilaflıdır. «59» diyenler olduğu gibi «62» yılında idi diyenler de vardır. Vefatında «84» yaşlarında idi­ler. Bakî denilen meşhur kabristana sair ezvacı tahirât'ın yanına defn edildi.]

[78] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/33.

[79] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/33-34.

[80] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/34.

[81] Yani kıllı tarafında kılınır da,  çıplak tarafında kılınmaz.

[82] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/34-37.

[83] Selme b.  el-Muhabbik: Basralılar'dan sayılan sahabî-i celildir.  Kendisinden  oğlu Sinan  rivayet  etmişdir.   Sinan dahi Sahabî'dir.

[84] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/37.

[85] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/37-38.

[86] Meymûne radıyallahu anha: Ummü'l-Mii'minin Meymûne binti'l-Hâris Hilâli'ye'dir. Eskiden adı «Bürre» idi. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendilerine Meymûne ismini verdiler. İbni Abbas Hazretleri'nin teyzesidir. Hazreti Fahr-I Kâinat Efendimizle  evlenmesi   yedinci  Hicrî yılında  Umretü'I-Kaza   esnasında ihramlı iken olmuşdur. Ve Hazreti Peygamber (S.A.V.)   bundan sonra hiç bir kadın ile evlenmemiştir. Vefat tarihi ihtilaflıdır. «61» «51» «66» yıllarında idi diyenler olduğu gibi daha başka tarih gösterenler de olmu§dur. Hazreti Mey­mûne Resûi-ü Ekrem'den «76» hadîs-i şerif rivayet etmişdir.

[87] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/38.

[88] Şess ve Karaz:  Birer nebat ismidir.

[89] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/38-39.

[90] Ebû Sa'lebe eî-Hnşen! (R.A.) : tsmi GürhUm b. Nâşib'dir. Bîat-ı Rıdvan'da Hazreti Peygamber'e bîat edenlerdendir. Hayber Vak'ası'nda Haz^ reti Peygamber kendisine hisse ayirmıg ve onu kavmine göndermişdi. Kavmi Müslümanlığı kabul ettiler. Ebû Sa'lebe Şam'a yerleşti ve orada «75» de ve­fat etti.

[91] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/39.

[92] Maide Sûresi; âyet: 5.

[93] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/39-41.

[94] İmran b. Husayn (B. A.) : Ebû Nüceydi'I-Huzâİ'dir. Hayber'in fethedlldiği sene müslüman olmugtu. Ashâb-ı Kirârn'ın fâzıllanndandır. Hazreti Ömer tarafından Din Hocası olarak Basra'ya gönderilmişti. Abdullah b. Amir tarafından Basra Kadılığına da tayin edilmiş, fakat bir müddet sonra tatifâ etmişti. «53» tarihinde arada vefat eyledi. Kendisinden Hasan-ı Basrt ve İbn-i Slrîn Hazerâtı hadîs rivayet etmişlerdir.

[95] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/41.

[96] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/41-42.

[97] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/42.

[98] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/42.

[99] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/43.

[100] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/43-44.

[101] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/44.

[102] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/44-46.

[103] Amr b. Harice (R. A.) : Şam'Iılardan sayılan bir sahabî-î Celildir. Ebû SÜfyan b. Harb'in dostu idi. Hazreti Peygamber  (S.A.V.)'in hutbede 

yani «Şüphesiz ki Allah her sahibine hakkım vermişdir. Binâenaleyh hiç bir mirasçıya vasiyet olamaz» buyurduğunu İşiden Sahabî bu zâttır. Bundan da Abdurrahman b. Ganem rivayet etmişdir.

[104] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/46.

[105] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/46.

[106] Aişe-i  Siddîka   (R. Anha) :   Ümmülmü'minîn  Aişe bint-i  EbS  Bekir'­dir. Annesi tmra-ü Rûmân Bint-i Âmir'dir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendilerini Peygamberliğinin onuncu yılında Mekke'de nikâh etmişlerdi .O zaman henüz alt; yaşında idiler. Uç sene sonra Medine-i Münevvere'de zifaf olmuşlardır. Zifaflarında dokuz yaşlarında idiler. (1) Resû!-ü Ekrem (S.A.V.)'İn vefatında «18» yağında idiler. Hazreti Fahr-i Kainat Efendimiz bakire olarak yalnız Hazreti Âişe'yİ almışdır. Hazreti Aişe validemiz son derece zeki, afife ve ehl-i takva idi. Ashâb-ı Kirâm'm en mümtaz fakîhlerinden, Arablarm vukuat ve eyyamını ve keza gürlerini en iyi bilenlerdendir. Bu cihetie Resül-ii Ekrem'in İrtihâlinden sonra Ashâb-ı Kiram kendilerine müracaat İle mügkilâtmı halle­derlerdi. Resûl-ü Ekrem'den binden ziyâde hadîs-İ şerîf rivayet etmiştir. Hadîs ve Tefsir kitaplarında mufassalan beyân olunduğu vecihle hakkında bir iftira hâdisesi vuku' bulmuştu. Buna «ÎFK» hâdisesi denilir ki, berâeti babında Nur Sûresinde (2) on tane âyet nazil olmuşdur. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) onun evin­de vefat etmiş ve onun evine defnedilmiştir. Hazreti Âişe (B. Anha) «65» yaş­larında iken hicretin «57» nci yılı Ramazan'mda Medine-i Münevvere'de vefat etmiş ve cenazesini Hazreti Ebû Hüreyrc kıldırmışdır. Medine'nin meşhur kabristanı Bakî'de medfundur.

[107] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/46.

[108] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/46-49.

[109] Ebû's-Semhi lyâd: Resûl-ü  Ekrem  (S.A.V.)'in  hizmetçisidir.Bir hadîs rivayet etmiştir.

[110] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/49.

[111] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/49-50.

[112] Esma Bint-Ebî Bekir (R. Anhüma) : Hazreti Ebû Bekir (R.A.)'ın kızı Cennetle müjdelenen on zâttan Hazreti Zübeyir'in zevcesi ve Abdullah b. Zübeyir'in annesidir. Hazreti Âişe'den on yaş büyüktür. Mekke'de Müslüman olanların on yedincisidir. Hazreti Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve oğlu­nun şehadetinden bir aya yakın bir zaman sonra Mekke'de hicrî «73» senesinde vefat etmişdir. (1) Vefatında henüz bir dişi bile düşmemiş, aklına asla halel gelmemişdi, yalnız âhir ömründe gözleri görmez olmuştu.

[113] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/51.

[114] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/51-52.

[115] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/52.

[116] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/52.

[117] Sûre-i Mâide;   âyet: «6».

[118] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/53-55.

[119] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/55.

[120] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/55-57.

[121] Humrân b. Ebân (R. A.) : Hazreti Osman Zinnûreynin azadlı köle-sidlr. Hazreti Osman'a onu Halid b. Veaİd bir gazadan esir olarak göndermigti. Osman (K. A.) kendisini azâd eyledi.

[122] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/57-58.

[123] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/58-60.

[124] Hz. Ali (R.A.): Emîrü'l-Mü'minin Ebu'l-Hasen Ali bin Ebî Tâlib, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in amcası oğludur.. Ekser akvale göre erkeklerden ilk müslüman olan zâttır. Hicretten «23» sene evvel Mekke'de doğmuştur. Müs­lüman olduğu zaman henüz çocuk İdi. Kaç yaşında olduğu ihtilaflıdır. Fakat «18» yağında bulunduğunu iddia eden yokdur. îhtilâf ancak yedi İle on yaş­ları arasındadır .Tebük'den maada bütün gazalara İştirak etmişdir. Tebttk se-ferinGe ise Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisini Medine'de halîfe bırakmış ve «Bana Musa'ya karşı Harun mesabesinde olmağa razı değil misin?» buyurmuş­lardı. Hazreti Osman'ın şehid edildiği gün halife seçilmiş; Hicretin «40» inci yılı Ramazan'ında cum'a günü İbni Mülcem tarafından yaralanmış; üç gün sonra o yaradan vefat etmişdir.

Halifeliği müddeti dört yıl yedi aydır. Hazreti Ali (R. A.) son derece cömert, cesur ve talâkat sahibi idi. Hakkında bir çok eserler yazılmıştır.

[125] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/60.

[126] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/60-61.

[127] Abdullah b. Zeyd b. Âsımel - Ensârt (R. A.) : Mtiseylemetü'l-Kezzâb adındaki yalancıyı öldüren zâtdır. Uhud Gazasına İgtirâk etmişdir. «68» de §ehid edilmişdir. Bu Abdullah, ezan bahsinde gelecek Abdullah b. Zeyd b. Abdi Babbih değildir.    Hadîs imamlarından Sttfyan b. Uyeyne  (107-198)  bunları karışdırmışdır.

[128] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/61.

[129] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/61-62.

[130] Abdullah b. Amr (R. Ahümâ) : Ebu Abdirrahman yahud Ebu Mu-hammed Abdullah b. Amr b. Âs'dır. Kureyş Kabilesine mensub olup nesebi Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ile Ka'b b. Lüey'de birleşir. Hazreti Abdullah baba­sından biraz önce müslüman olmuşdur. Babası kendisinden «13» yaş büyük­tür. Hazretî Abdullah ibâdeti sever, âlim ve hafız bir zât idi. Vefat tarihi ve yeri ihtilaflıdır. «GS» de diyenler olduğu gibi «73» de hattâ daha başka bir tarihde diyenler de vardır. Yeri hususunda da Mekke'de, Tâif'de, Mısır'da ve baş­ka   hir yerde diyenler olmuştur.

[131] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/62.

[132] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/62-63.

[133] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/63.

[134] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/63-64.

[135] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/64.

[136] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/64-65.

[137] Lekiyt b. Sabire (R.A.): Ebû Kezîn b. Amir'dir. Tâbililer'den mâdud meşhur bir Sahabî-i celîldir.

[138] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/65.

[139] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/65-66.

[140] Osman (R.A.) : Eba AbdllIAb Osman b. Affân'el r- Emeviy'el -Ku-reyşî'dir. Hulefft-i Raşfdfn denilen dört halifenin üçüncüsü ve Cennetîe müj­delenen on zâtın da birisidir, iki def'a Habeşistan'a hicret etmiştir. Hazret! Fahri Kainat (S.A.V.) Efendimizin iki kızıyla evlenmiştir. Evvelâ Hazreti Rokıyye İle evlenmiş; onun vefatından sonra Ümmü Gülsüm'ü aimışdır. O da vefat edince Hazreti.Peygamber (S.A.V.) kendisine: «(JçünCÜ   bİT   kızımız daha olsa onu da sana verirdik»; ^yurarak taits ve tevec­cühlerini izhar etmiglerdir. Hicretin «24» üncü yılı muharrem'lnde halîfe seçil­di. «35» inci ylbnda Kur'an-t Kerîm okurken şehid edildi. Medine'nin EL Bâfcİ denilen mejhur kabristanında medifûndur. Vefatında «82» yağında idi.

[141] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/66-67.

[142] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/67.

[143] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/67.

[144] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/67-69.

[145] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/69.

[146] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/69-70.

[147] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/70.

[148] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/70-71.

[149] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/71-72.

[150] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/72.

[151] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/72.

[152] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/72-73.

[153] Muğîre b. Şu'be (B.A.): Ebü Abdillah veya Ebû lysa künyesini ta-Sir. Hendek Gazasının vuku' bulduğu sene müslüman olmuşdur. îlk igtirâk et­tiği gaza Hudeyblye'dir. Kûfe'de vali bulunduğu sırada Hicretin «50» inci yi-lında vefat etti. Hazreti Muğîre Arab'ın dabîlerindendir. Yemâme Vak'asında ve Şam Fütuhatında hazır bulunmuş, Yermük Muharebesinde bir gözü çıkmış-dı. İslam'da ilk divan kuran zftt'dir. Kendisinden bazı hadîsler rivayet olunmuştur.

[154] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/73.

[155] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/73.

[156] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/74.

[157] Sûre-i Mâide; ayet: «6».

[158] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/74-75.

[159] Câbir (R. A.): Ebû Abdillah Câbir b. Abdillah b. Amr 6. Haram En-sârî Selemi, Ashab-ı Kirâm'ın meşhurlarındandır. Bedir Gazasına iştirak et­mişdir. O gün gazilere su taşıyordu. Ondan sonra Peygamber (S.A.V.) ile bir­likte «18» gazaya iştirak etmişdir. Sıffiyn'de Hazreti AH tarafında bulunuyor­du. Hazret! Câbir çok hadîs rivayet eden hafızlardandır. Hazreti Peygamber (S.A-V.)'den «1640» hadîs rivayet etmişdir. Âhir Çmründe gözleri görmez ol-muşdu. «94» yaşında olduğu halde «94» veya «97» Hicrî yılında Medîne-i Mü-nevvere'de vefat etdi. Medine'de vefat eden son sahâbîdir.

[160] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/75.

[161] Dare Kutnî: Büyük hadîs İmamlarından olup, hıfz ve itkan'da eş­sizdir, îsnii, Ebû'-]. Hüseyin Ali b. Ömer b. Ahmed'el - Bağdadîdir. «806» yılında doğmuş «385» de vefat etmigdir. Bir çok büyük zevattan ders almış; Hadîs îlmi'nde yükselerek asrının biricik İmâmı olmuşdur. Jlm-i Kıraat ve Na-hiv'de de imamdır. Eserleri çokdur. tlel ve Esbabı; Esmâ-i Ricali ve sâireyi ge-rekdigi gibi bilirdi.                                  

[162] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/75-76.

[163] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/76.

[164] Hanbelîler'in «NeylÜM - Metâlib» adlı Fıkıh Kitabında «Besmele, ha­tırlayana vâcib, unutandan sakıtdır. Abdest esnasında hatırlarsa yeniden alır»; deniliyor.

Bak : Kitabu Neyl-ül Mearib bl Şerhi delil - ût Talib £R. î. Shf. 10. Bulak Baskısı. 1288.

[165] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/76-78.

[166] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/78.

[167] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/78-79.

[168] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/79.

[169] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/79.

[170] Said b. Zeyd (B.A.) : Aşero-i Mübeşşere denilep ye Cennetle müj­delenen on bahtiyardan birisidir. Künyesi «Ebû AVer» ve «Ebü Sevr» dir. Hazreti Ömer'in eniştesi idi. Zevcesiyle beraber Habeş'e hicret etmişlerdi. Bedir'den maada bütün gazalarda bulunmuşdur. Duâsi müstecâb olduğu meş­hurdur. «50» veya «51» Hicrî yılında «70» yaşını geçkin olduğu halde Medine civarında vefat etmişdir.

[171] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/79-80.

[172] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/80.

[173] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/80.

[174] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/80-81.

[175] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/81-82.

[176] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/82.

[177] Ömer radıyallahü  anh:   Ebu  Hafs   ömerü'bnü'I-Hattâb-el Kureşî'dir.

Ashab-ı Kirâm'm en büyüklerinden ve Cennetle müjdelenen on zâtdan biridir: Nesebi Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ile «Kâ'b bin Lüey» de birleşir. ResûlÜIlah'a Peygamberlik geldikten altı sene ve bir rivayette beş sene sonra müslüman olmuşdur. Erkeklerden müslüman olanların bir rivayette kırkıncısı, diğer bir rivayette «45» incisidir. îslâmıyeti kabul etmezden evvel müslümanlarm aman­sız bir -düşmanı idi. Müslüman olduktan sonra gösterdiği hakkaniyet ,adâlet ve gayretleri ise her tasvir ve tasavvurun üstündedir. Bundan dolayı Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisine «Faruk» lâkabını vermişlerdi. Uhad, Bedir, Hendek, Mekke ( Huneyn ve şâir bir çok gazalarda ve Rıdvan Btatında hazır bulunmuş-dur. Resûlüllah (S.A.V.)'in ikinci halîfesidir. «Emîrü'l - Mü'minîn» lâkabı ilk defe kendilerine ıtlak olunmuşdur.. Hilâfeti zamanındaki fütuhat akıllara dur­gunluk verecek derecededir. On buçuk sene devam eden hilâfeti zamanında Şam, Filistin. Irak, Cezire, .İran, Mısır, Berka, Trablusgarb fetholunmuş ve böylelikle, pek büyük ^.ir islâm Devleti meydana gelmigdir. Küfe ve Basra ge-hirleri onun zamanında kurulmuşdur. «23» üncü Hicrî yılında sabah namazına giderken Mugire b. ŞuTîc Hazretlerinin kölesi Ebû LÜİtt' Fîrûz tarafından ya­ralanmış; bir gün sonra vefat ederek; Ravza-i Mutahhare'de Hazreti Ebu Be­kir (BÎA.)'ın yanına defnolunmuşdur. Son derece âdil, âbid» zâhid, merhamet­li mütevâzî idiler. Fakirliği ile İftihar ederlerdi. Kudüs'e girerken deveye' nöbet i'îabı kölesini bindirerek kendisinin yaya yürümesi dillere destan olmuşdur. Hakkında bir çok hıd's-i gerîfler vardır. Hicretin «3S» üncü yılında «63» ya­ğında vefat etti. İbni Hazm {384—456)'m beyânına göre MÜsned olarak riva­yet etdiği hadîslerin sayısı «573» olup, bunların çoğu tmam-ı Ahmed'İn (164— 344) Müsned'indedir. Hadîs hususunda son derece ihtiyat gösterirlerdi.

[178] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/82-83.

[179] Sûre-i Bakare;  âyet:  «222».

[180] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/82-85.

[181] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/85-86.

[182] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/86.

[183] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/86-88.

[184] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/88.

[185] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/88-90.

[186] Safvân b. Assâl (R.A.): Kflfe'de sakin olan Ashâb-ı Kirâm'dandır. Resûlüllah (S.A.V.) ile on iki gazada beraber bulunmuşdur. Kendisinden Abdullah b. Mes'ûd rivayet etmişdir.

[187] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/90.

[188] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/90.

[189] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/91.

[190] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/91.

[191] Sevban (R. A.) : Ebû Abdillah yâhud Ebû Abdirrahman b. Büdüd b. Cahder'dir. îbni Abdi'l - Berr (368—İ63)'e göre künyesinin Ebû Abdillah olması esahh'dır. Hazreti Sevbân bazılarına göre Mekke ile Medine arasında bulunan «Serat» lıdır. Bazıları «Hımyer» li olduğunu söylerler. Esir edilmiş ve Kesûlüllah (S.A.V.) kendisini satın alarak azâd eylemişdir. Hazreti Sevbân Besûlü Ekrem'in vefatına kadar hazarda olsun seferde olsun ondan ayrilma-mışdır. Sonraları Şam'a gitmiş, oradan Mısır'a ve Humus'a göçmüş, nihayet Humus'da «54» tarihinde vefat etmişdir. Mısır'ın fethinde bulunmuşdur. Ken­disinden bir çok hadîsler rivayet olunmuşdur.

[192] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/91.

[193] Müdrec için bak, kitabın başındaki hadîs İstılahları «Bölümü Shf. Z»

[194] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/92.

[195] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/92.

[196] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/92-93.

[197] Ebu Bekre (R. A.) : Nüfey* b. Mesruh veya Nüfey' b. El-Hâris'dir. «Ben Resûlüllah (S.A.V.)'İn mevlâsıyım» der; nesebini beyandan çekinir idi. Resul- üEkrem (S.A.V.) Tâif Kalesl'nl muhasara ettiği zaman Hazreti Ebu Bekre Tâif kölelerinden müteşekkil bir cemaatla kaleden inmiş ve müslüman olmuşdu. Resûlüllah (S.A.V.) kendisini âzâd buyurdular. Ashâb-ı Kirâm'ın bü-yüklerindendir, Ibni Abdilberr (868—46S) onun hakkında: «Nadr b. Ubâde gibi İdi» der. Ebu Bekre Hazretleri «51» veya «52» tarihinde Basra'da vefat etmişdir. Vefatında oğulları Basra'da ilim ve rütbe itibarimle, eşrâfdan sayılı­yor idi. Sülâlesi kalabalıktır. Bir hayli hadîs rivayet etmişdir.

[198] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/93.

[199] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/93.

[200] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/94.

[201] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/94.

[202] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/95.

[203] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/95.

[204] Takrir-i Resul: Ashabını bir şey yaparken görüp bir şey dememele­ridir.

[205] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/95-98.

[206] Fatma  Binti Ebî  Hobsyş: Abdullah  b. Cahş'ın  zevcesidir. Kureyş kabilcsindedîr.

[207] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/98.

[208] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/98-100.

[209] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/100.

[210] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/100-102.

[211] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/102.

[212] Sûre-i Mâide;  Âyet:  «6».

[213] Süre-i Mâide; Âyet: «6».

[214] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/102-104.

[215] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/104.

[216] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/104-105.

[217] Talk b. Ali: El - Yemâmî el-Hanefi: Bunun hakkında Ibnü Abdil-berr (S6&—463) : «Yemâmelidir, der. Kavmi tarafından Hazreti Peygamber'e gönderilmişti. Kavminin yanına müslüman olarak döndü ve bir cami yaptırarak kavmini İslama getirdi. Bir de AU b. Talk vardır ki, bu zât hakkında İbni Ab-dilberr : «Zannederim Talk b. Ali'nin babası olacaktır» diyor. İmam-ı Buharî (194—256) ile İmam-ı Ahmed (164—241) ise ikisinin bir zât olduğuna meyledi­yorlar.

[218] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/105.

[219] îbnü'l Medinî : Ali b. Abdillah, El-Medinî'dir. Zehebi (673—748) onıyı hakkında şöyle diyor: «O, zamanının hafızı, bu ilmin İmamı Ebû'I Hasan Ali b. AbdİIlah'dır. Birçok tasnifâti vardır. «161» de doğmuştur. Buharî (194— 256) ile Ebü Dâvud (202—275) onun talebesidirler. «İbni Mehdi de: «Ali b. El-Medînî, ResûlüHah (S.A.V.)'üı hadîsi hususunda nâsın en âlimidir.» der. Nesâî (215—303) «Sanki Ali bin EI-Medinî bu iş için yaratılmıştır» demektedir. Muhyiddin Nevevî (631—676)'ye göre îbnü'l Medînî'nin yüz kadar eseri vardır.

[220] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/106.

[221] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/106.

[222] İhticac etmek; Delil getirmek, delil olarak kullanmak.

[223] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/106-108.

[224] Bina etmek; Namazda iken burun kanaması gibi bir özürle abdestî bozulanın ,en yakın yerde abdest alarak. Namazını bıraktığı yerden tamamlamaşıdır.

[225] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/108.

[226] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/108-109.

[227] Câbir h, Semura (K. A.): Ebû Abdillah ve Ebû Halid Câbir b. Semüfa el-Amiri'dir. Kûfe'ye yerleşmiş, orada «74» ve bir rivayete göre de «66» ta­rihinde vefat etmiştir. Kendisinden bir hayli hadîs nakledilmiştir.

[228] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/110.

[229] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/110-111.

[230] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/111.

[231] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/111-112.

[232] Abdullah b. Ebi Bekir (K. A.) : Ebû Bekir'is-Sıddîk (K. A.)'m oğlu­dur. Esma* binti Ebi Bekir'le anneleri birdir. ilk müslümanlard andır. Hazreti Peygamber (S.A.V.) ile feth-V Mekke, Htıneyn ve fTaif gazalarında V-eraber bulunmuş, ve Taif'de yaralanmıştı. Birkaç sene sonra tekrar azan bu yara­dın on birinci hicri yılında vefat etmiştir. Resûl-ti Ekrem (S.A.V.) ile Siddîk-i ve kiiffardan haber getiren bu zâttır. Hazreti Peygamber (S.A.V.) için yedi al­tına satın aldığı kefenlik sonradan Resûliillah (S.A.V.) için münasip görülme­yince, onu kendisine ;birakmış ise de vefatına yakın: «Bunda hayır olsa, Resû­liillah   (S.A.V.)   kefenlenirdi»   diyerek  bundan  kendisine   kefen yapmamalarını vasiyet etmiştir.

[233] Amr b. Haznı   (R.A.): Hazreçî, Neccâri'dir.  Künyesi Ebûd-Dahhâk'dir. İlk iştirak ettiği gaza Hendek'tir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisini he­nüz onyedi yaşında iken Necran'a Fıkıh ve Kur'an-ı Kerîm hocası ve zekât tahsildarı olarak göndermiş, ona bir de name yazarak farzları, sünnetleri, ze­kâtları ve diyetleri açıklamıştı. Hazreti Ömer'in halifeliği devrinde  Medine'de

vefat etmiştir.

[234] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/112-113.

[235] Sûre-i Vakıa; âyet: «79».

[236] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/113-114.

[237] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/114.

[238] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/114.

[239] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/115.

[240] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/115.

[241] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/115-116.

[242] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/116.

[243] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/116-117.

[244] Bezzar : Hafız Ebü Bekir Ahmed b. Âmr b. Abdilhâlik Basrî'dir. «E-l Müsnedü'l Kebir» sahibidir. Taberânl ve sâireden ders okumuştur. Dâre Kutnî (306—385) dahi ocu meth-ü senada bulunmuştur. Doğum ve ölüm tarihlerini Zehebî zikretmemiştir.

[245] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/117-118.

[246] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/118.

[247] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/118.

[248] Şimdiki helaların kolaylık oluyor bahanesiyle içeride burnumuzun di­binde oluğuna ne denir bilmem...?

[249] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/118-119.

[250] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/120.

[251] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/120.

[252] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/120-121.

[253] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/121-122.

[254] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/122.

[255] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/122-123.

[256] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/123.

[257] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/123-124.

[258] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/124.

[259] Dikkat bu Meallerin metninin kligesi yukarıda geçti.

Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/124.

[260] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/124-125.

[261] Taberânî : Zehebî (—748) diyor ki: Taberânî, imam, hüccet Ebû'l-Kasim Süleyman b. Ahmed, dünya'nm mesnedi'dir. «260» tarihinde doğmuş 73 de hadîs okumağa başlamış ve bu uğurda Medâin, Şam, Mekke, Medine, Ye­men, Mısır, Bağdat, Küfe, Basra, İsfehan, El-Cezîre ve şâir yerleri dolaşmışdır. Kendisinden binden ziyâde kimse rivayet etmişdir. Bu alanın büyüklerinden idi. Sadık ve emin idi. Hadîs imamları kendisini medhu sena etmişlerdir.

[262] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/125.

[263] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/125-126.

[264] İbnü's-Seken:   Hafız, hüccet     Ebû  Ali Said  b.  Osman  b.   Said'dir. «294» de doğmuş ve «353» de vefat etmişdir. Hadîs ilmine merak etmiş. Hadîs­leri  toplamış;   te'lif   etmiş   ve meşhur  olmugdu. Kendisinden hadîs   İmamları biîe rivayet etmişlerdir.

[265] İbnü'l - Kattan: Hafız Ebû'l-Hasan  Ali   b.   MııhannrJed   b.   Abdül-Melik'dir. Hadîs meslekinde nâsm en basiretlisi, hadîs ricalini en iyi bilen ve rivayete en ziyâde dikkat edenlerdendir.  Eserleri içinde «Kitabu'l - Vehm ve'l-İham» ı hıfzının  ve  anlayış kudretinin  derecesini göstermeğe kâfidir. Hadîsi ders olarak, okutmuşdur.  «628» de vefat etmişdir.

[266] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/126-127.

[267] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/127.

[268] Bu gün artık çeşitli hastalıkların mikropları keşf edildiğine göre su içerken kab'ın İçine solumakdan ne irin men edildiği dah£ iyi anlaşılır zan­nederim.

[269] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/127-128.

[270] Selman   (B.A.):   Ebû  Abdillah  Sebnan-ı  Hârisi'dir.   Kendisine   Sel-manü'l - Hayr da denilir. Besûl-Ü Ekrem (S.A.V.)'in âzadhsıdır. Aslı Acem'dir. Vaktiyle Mecûsî imiş. Bir din aramak için memleketinden çıkmış ve Hıristiyan, olmuşdu. Bilâhere Resûl-Ü Ekrem (S.A.V.)'e gelerek îman etti. Ve Ehl-i islâm1- .

in başı oldu. Hakkında ResûlÜHah (S.A.V.) :  

«Selman bizden Ehl-i Beytdendir» buyurdular.Hazretı kendisini Medâin'e vali göndermişdi. Çok yaşayanlardandır. Kendi kazancıyla geçinir ve çok sadaka verirdi. Medine'de bir rivayette 32 diğer bir rivayette «50» tarihinde vefat etmlgdir. Hendek Harbinde Medine'ni^ etrafına hendek kazmayı tavsiye eden bu zattır.

[271] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/128.

[272] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/128-131.

[273] Ebû Eyyub-i Ensarî : Hâüd b. Zeyd b. Kiileyb'dir. Ashab-ı KiTâm'm büyüklerinden olup ResûlMlah (S.A.V.) Medine'ye hicret ettiği zaman ilk defa kendilerine misafir olmuşlardı. Bedir, Uhud, Hendek ve şâir gazalarda Resülüllah (S.A.V.) ile beraber bulunmuşdur. Kendilerinden «15» hadîs riva­yet olunmuşdur. Yezid b. Muaviye kumandasındaki İslâm ordusuyla İstanbul'­un muhasarasına iştirak ettiği sırada İstanbul Surları dışında Hicretin 50 inci yılında vefat etmiş ve vasiyetleri üzerine oraya defnolunmugdur.

[274] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/132.

[275] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/132.

[276] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/132.

[277] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/132-133.

[278] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/133-134.

[279] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/134-135.

[280] îbni Mesûd (R.A.):', Abdullah b. Mes'ûd'dur. Zehebî şöyle diyor: «O tmam-ı Rabbani Ebu Abdurrahman Abdullah b. Ümmü'l - Hiizeli'dir. Resûlül­lah (S.A.V.)'in sahib ve hizmetkârıdır. îlk müslümanladan biri olup, Bedir ga­zasına iştirak edenlerin büyüklerinden ve fukahânm da en güzîdelerindendir. Eskiden müslüman olmuş ve ResûlüÜah (S.A.V.)'den yetmiş sûre ezberlemiş­ti. Resûlüllah   (S.A.V.): Onun hakkında:

«Kim Kur'anı   indirildiği gibi   taptaze   okumak   isterse, onu İbni Ümmi Abdin kıraeti üzere okusun» buyumuşlardır.

Tabiin hadîs rivayet etmişlerdir. Ebu Hüreyre, îbni Ömer, ve îbni Abbas bun­lar arasındadır.   «60»   yaşlarında    kadar iken  Medine'de   «82»   tarihinde  vefat etti.

[281] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/135.

[282] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/135-136.

[283] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/136.

[284] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/136-137.

[285] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/137-138.

[286] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/138.

[287] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/138.

[288] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/138.

[289] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/138.

[290] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/138-139.

[291] Sürâka: Ebu Süfyan Sürâka b. Mâlik b. Cu'şum'dur. Hz. Peygamber (S.A.V.) Medîne-i Münevvere'ye hicret yolunda iken geriden atla yetişen bu zâttır ki, kıssası meşhurdur. Peygamber (S.A.V.)'e yetişmiş iken bir mucize olarak atının üç defa kuma batması Besûlüllah'm ayağına düşerek yalvarma­sına sebeb olmugdu. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de kavmini takibden vazgeçirerek geri dönmek şartiyle kendisine dua etmiş ve bir de nâme yazmıştı. Sonra Mekke'nin fethi esnasında Hz. Sürâka bu nâme elinde olduğu halde Resûlüllah (S.A.V.)'e gelerek müslüman olmuştur. Sürâka'nm şiir kabiliyeti de var idi. Resûlüllah (S.A.V.)'i takipten vazgeçerek Ebu Cehl'in yanma döndüğü vakit ona hitaben şu beyitleri söylemiştir:

«Ey Ebu Hakem vallahi ayaklan kuma saplandığı zaman atımın halini bir görse idin; bilir de hiç şüphe etmezdin ki: Muhammed mûrizeü bir Pey­gamberdir. O halde ona kim mukavemet edebilir?» (Ebu Hakem: Ebu Cehl'in künyesi İdi.)

Hazreti Sürâka «24» tarihinde Hazreti Osman <R. A.) devrinin başında vefat etti.

[292] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/139-140.

[293] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/140.

[294] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/140.

[295] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/140-141.

[296] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/141.

[297] Sûre-i Tevbe; âyet: «108».

[298] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/141-142.

[299] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/142.

[300] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/142.

[301] [«11» ve «12»]  ileride gelecek 128/102 ve yine 128/102 hadîsleridir.

[302] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/142-144.

[303] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/144.

[304] Sûre-i Mâide; âyet: «6».

[305] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/144-146.

[306] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/146.

[307] Fethül Kadîr Cilt. 1. Sahf. 42 Gusül bâb.(Bulak tabı sene 1315 H.).

[308] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/146-147.

[309] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/147.

[310] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/147-148.

[311] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/148.

[312] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/148-149.

[313] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/149-150.

[314] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/150.

[315] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/150.

[316] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/150.

[317] Semura b. Cündeb : Künyesi Ebû Said olan bu sahabî-i Celil en-sârın dostudur. Pederinin vefatından sonra küçük yaşta Medine'ye gelmiş; birçok gazalarda BesûlüIIah (S.A.V.) ile beraber hazır bulunmuştur. Sonraları Basra ve Kûfe'de oturmuş; Basra'ya vali olmuştur. Kendisi Basra'lılardan sa­yılır. Birçok hadîs rivayet etmiş, hattâ kendisinden Hasan,! Basri (21—110) ve İbni Şîrîn (—110) gibi zevat rivayetlerde bulunmuşlardır. «59» tarihinde Basra'da vefat etmiştir.

[318] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/150-151.

[319] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/151-152.

[320] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/152.

[321] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/152-153.

[322] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/154.

[323] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/154-155.

[324] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/156.

[325] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/156.

[326] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/156-157.

[327] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/158.

[328] Hitmî: Meşhur bir nebattır. Sabun  yerine kullanılır. Uşnân:  Çöğ"en dedikleri ottur.

[329] Hadîsin bazı rivayetlerinde İbni Ömer yerine  İbni Amr zikrediliyor.

[330] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/158-159.

[331] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/159.

[332] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/160.

[333] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/160.

[334] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/160.

[335] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/160-161.

[336] «Müşkil» için bak: Usûlü Fıkıh Istılahları; shf: «S».

[337] «Mücmel» için bak: Usûlü Fıkıh tstilâhlari;  shf:  «S».

[338] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/161-162.

[339] Su   bulunmadığından dolayı   yapılıyorsa,   azimet;   özürden dolayı  ya­pılırsa, ruhsattır denilmiştir.

[340] Sûre-i Mâide; âyet: «6».

[341] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/163.

[342] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/164.

[343] Âmm için bak: Usûlü Fıkıh Istilâhterı shf:  «P».

[344] Sûre-i Mâide;  âyet: «6».

[345] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/164-168.

[346] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/169.

[347] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/169.

[348] Ammâr Bin Yâsir Badıyallâhü anh: ilk muhacirlerdendir. Künyesi Ebu'l - Yakzândır. Eskiden anne ve babası ile birlikte müslüman olmuş ve müslümanliğı kabullerinden dolayı Mekke-i Mükerreme'de kendilerine pek çok işkenceler yapılmıştı. Hattâ annesi işkence altında can vermiştir. Evvelâ Ha­beşistan'a sonra Medine-i Münevvere'ye hicret etmiştir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisine, Alladım vermiş ve hakkında:

«Seni azgm taife Öldürecek» buyurmuştu. Nitekim bu haberin bir mucize olduğu Sıffiyn harbinde Hazreti Ammâr'ın Hazreti Ali (R. A.) safında şehit edilmesiyle meydana çıktı. Vefatında (73) yaşında idi. Küba mescidini bina eden Hazreti Ammâr'dır.

[349] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/169-170.

[350] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/170-171.

[351] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/172.

[352] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/172.

[353] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/173.

[354] Ebu Zerr-i Gıfâri Radıyallâhü anh: Cündiib b. Ciinâde'dir. Hazreti Ebn Zerr ashâb-ı Kiramın en büyüklerinden, zâhidlerinden ve muhacirlerin-deridir. îslâmm selâmı ile Resülüllah (S.A.V.)'i ilk selâmhyan odur. Mekke'de ilk müslüman olanların beşincisidir. Bir aralık kavminin yanma gitmiş; hic­rette, Bedir, Uhûd ve Hendek gazalarından bulunamamış, Hendek gazasından sonra Medine'ye Peygamberlerimizin yanma gitmiştir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) in vefatından sonra «Rebeze» ye yerleşmiş; orada Hasreti Osman (R. A.)'in halifeliği zamanında «32» tarihinde fakir bir halde vefat etmiştir. Cenaze na­mazını İbni Mes'ûd (R. A.) kılmıştır. Ondan on gün sonra da kendisinin vefat ettiği söylenir. Kendisinden, Hazreti Ömer, İbni Abbas, tbni Ömer gibi EciHe-i Ashab Hadîs rivayet etmişlerdir.

[355] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/173-175.

[356] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/175.

[357] Sûre-i Mâide;  âyet:  «6».

[358] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/175-176.

[359] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/176-177.

[360] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/177.

[361] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/177.

[362] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/178.

[363] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/178.

[364] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/178-180.

[365] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/180.

[366] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/180.

[367] Mâni oluş demektir.

[368] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/181.

[369] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/181.

[370] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/182-183.

[371] Esma binti Umeys Badıyallahü anhâ : Hazreti Cafer Tayyar Ra-dıyallâhü anh'ın zevcesidir. Onunla birlikte Habeşistan'a hicret etmiş, orada iken birkaç çocuk doğurmuştur. Hazreti Cafer şehit edildikten sonra Ebû Be­kir Es-Siddıyk (R. A.) ile evlenmiştir. Bu izdivaçtan Muhammed b. Ebî Bekir doğmuştur. Hazreti Ebû Bekir'in vefatından sonra da Hazreti Ali (R. A.) ile evlenmiş; ondan da Yahya İle Muhammed ismindeki oğulları doğmuşlardır. Kendisinden Hazreti Ömer b. Hattab, Ebû Mûse'I-Eş'arî, îbni Abbas, oğlu Ab­dullah b. Cafer ve şâir Ashâb-ı kiram hadîs rivayet etmişlerdir. Evzac-ı tahi-rattan Meymûne binti-il Hars Hz.  Esmanın kız kardeşidir.

[372] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/183.

[373] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/183-184.

[374] Hamne binti Cahş Radiyallahü anhâ : Ümmü'l - Mü'minin Zeynel) binti Cahş Radiyallahü anhâ'nm kız kardeşi ve Talha b. Abdullah'ın zevcesi-dir. Diğer kız kardeşi Umnıii Hahibe de Abdurrahman b. Avf (R. A.)'m zev-cesidir. Annesi Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in halası Ümeyme binti Abdi! Muttalip'tir. Hicrette Resûlüllah (S.A.V.)'in maiyetinde olarak Medine'ye gel­miştir. Uhûd gazasında dahi bulunmuş; susayan tslâm mücahidlerine su ta­şımış ve yaraları tedavi ile meşgul olmuştur. Maalesef Hazreti Aişe (R. Anhâ) hakkında çıkardan ve (ifk hâdisesi) namiyle şöhret bulan iftiraya adı karı­şan dört kişiden biridir. Diğer üçü Hassan b. Sabit, Abdullah b. Übey vfe Mistah b. Üsâse idi.

[375] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/184-185.

[376] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/185-187.

[377] Ümmü Habibe RadıyallahU anhâ: Yukarda üçüncü hadîsde zikri geçen Hamne binti Gahş'ın kızkardeşi ve Abdurrahman b. Avf (R. A.)'ın zevcesidir. Hazreti Cahş'm üç kızı vardı. Ümmü'l - Mü'minin Zeyneb binti Cahş, Hamne bintl Cahş, Ümmü Habibe binti Cahş. Bunların üçünün. de istihâzah olduğu söylenir. Filhakika Buhart Ümme-Hâti Mü'mininden bazılarının iştihazalı ol­duğunu gösteren rivayet tahrîc etmiştir. Şu halde. Hazreti Zeyneb (R.Anhâ) validemizin de istihazalı olduğu anlaşılır. Ulemâ Resûlüllah (S.A.V.) devrin­deki İstihazalı kadınları saymış; on kadına bâlig olmuglardır.

[378] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/187.

[379] Bu kavil İmam-ı Ahmed'den de menkuldür. Hanefiye'ye göre istihâ­zalı kadınla şâir mazurlar farz namazlarının vakitleri için abdest alırlar. Bir vakit için alınan abdestle istedikleri kadar farz ve nafile kılarlar.

Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/188.

[380] Ümmü Atiyye  Radıyallahü   anhâ:   Nüseybe  binö Kaab'tır.   Bazıları Nüseybe  binti   Hars   derler.   Enaârdandir.   Resûlüllah   (S.A.V.)'e   biat   etmişti. Sahâbiyelerin büyüklerindendir.  Resûl-ü Ekrem  (S.A.V.)  ile  birlikte  harplere iştirak eder; hastaları ve yaralıları tedavi ederdi.  Kendisinden   (kırk)   kadar hadîs rivayet edilmiştir.

[381] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/188-189.

[382] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/189.

[383] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/189.

[384] Sûre-i Bakara; âyet: 222.

[385] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/189-190.

[386] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/190.

[387] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/190.

[388] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/190.

[389] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/191.

[390] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/191.

[391] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/191-192.

[392] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/192.

[393] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/192-193.

[394] Muaz b. Cebel Ratliyallahü, anh: Ebû Alidir rahman Muaz b. Cebel el-Ensârî Hazreoî'dir. Ensâr-ı Kiramın ikinci Akabe'de bulunanlarındandır. Be-dır ve şâir gazalara iştirak etmiştir. Kesû!,-ü Ekrem (S.A.V.) kendisini kadı ve muallim olarak Yemen'e göndermiş ve Yemen'deki zekât memurlarından zekâtı teslim almakla vazifelendirmişti. Hazreti Muaz Ashâb-ı Kiramın büyük lerinden ve ulemâsındaridır. Hazreti Ömer tarafından Şam'a gönderilmiş ve orada taundan. vefat etmiştir. Vefat tarihi 18 veya 17 hicrî yılıdır. Vefat et­tiği zaman henüz otuz sekiz yaşlarında' idi. Son derece cömert ve ehl-i takva idi.                                                                           

[395] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/194.

[396] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/193.

[397] Nifas: Doğumun arkasından  gelen kandır. Azı  içi|i  müddet  yoktur. Çoğu kırk gündür.

[398] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/193-194.

[399] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/194.

[400] Sûre-i Bakara; âyet: 110.

[401] Sûre-i Bakara; âyet: 238.

[402] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/195-196.

[403] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/197.

[404] Sürc-i İsrâ; âyet: 78.

[405] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/197-199.

[406] Bîireyde Radiyallahii anh:   Ebîı Abdiilah  yahut   Ebü  Sehl  veya  Ebii'I-Husayb   Büreyde b.   El-Husayb   Eşlemidir.   Hicret   zamanında   kavmi   ile   hem ber müslüman olmuş, fakat Bedir'e iştirak edememişti. Sair gazalara iştirak etmiş ve bîat-ı rıdvanda hazır bulunmuştur.

Medîne-i Münevvere'de oturmuş sonra Basra'ya gitmiş; daha sonra harp münasebetiyle Horasan'a Sefer etmiş ve Yezid b. Muavi yezamanmda 62 veya 63 tarihinde orada gaza ederken Merv'de vefat etmiştir. Kendisinden bazı hadîsler rivayet olunmuştur.

[407] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/199-200.

[408] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/200.

[409] Ebû Muse'l - Eş'ari radiyallahü anh: Abdullah b. Kays'tır. Eskiden Mekke-İ Mükerreme'de müslüman olmuş ve Habeşistan'a hicret etmişti. Ba­zıları memleketine döndüğünü, sonra "Habeş muhacirleriyle birlikte Medine'ye geldiğini söylerler. Peygamber zamanında bazı valiliklerde bulunmuştu. Haz-reti Ömer (R. A.) de kendisini Muğire'nin azlinden sonra «20» tarihinde Bas­ra'ya vali tayin etmişti. Hazreti Ebû Musa Ehvâz'i ve İsfahan'ı feth etti. Haz i-eti Osman (R. .A.)'m hilâfeti başlarına kadar orada kaldı, Osman (R. A.) kendisini azl edince bu sefer Kûfe'ye taşındı ve orada yerleşti. Sonra Hazreti Osman (R, A.) onu Kûfe'ye memur tayin etti. Eu vazifede Hazreti Osman'ın şehâdetine kadar kaldı. Sıffîn vak'asında Hazreti Ali'nin hakemi idi. Mekke'ye gitti ve vefatına kadar orada kaldı. Vefat tarihi ihtilaflıdır «50» tarihinde diyenler olduğu gibi daha başka tarih söyliyenlerde vardır. Vefatında altmış küsur yaşlarında idi.

Ebû Berzet el - Eslemî radiyallahü anh: Nadla b. Ubeyt'tir. İbni Abdillah diyenler de olmuştur. Eskiden müslüman olmuş, feth-i Mekke'de ve sair gazalarda Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'le beraber bulunmuştur. ResûlUlIahm vefatından sonra Basra'ya gitmiş, sonra Horasan'da harbe iştirak etmiş; «Merv» de «60» tarihinde vefat eylemiştir. Başka yerde vefat etti diyenler de vardır. Kendisinden bazı hadîsler rivayet edilmiştir.

[410] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/200-201.

[411] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/201.

[412] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/201.

[413] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/202.

[414] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/202.

[415] Râfib b. Hadîç Radiyallahü anh: Künyesi Ebû Abdillah ve Ebû Ha­dîç Hazreçî Ensâri'dir. Medîne'lidir. Yaşının küçüklüğünden Bedir gazasına iştirak edememiş, fakat Uhûd'da ve daha sonraki gazalarda hazır bulunmuş­tur. Hattâ  Uhûd  harbinde kendisine   ok   isabet   etmiş   ve   Resiılüllah   (S.A.V.)

«Ben Kıyamet gününde sana şahidlik edeceğim» bııyıırar;ik taltif etmiştir. Ha/.reti Râfi', Abdülnıelik b. Mervân zamanına kadar yaşamış; sonra yarası tömerek 73 veya 74 tarihinde 86 yaşında olduğu halde vefat et­miştir. Vefatı   Yezid  b.  Muavlye  zamanındadır,  diyenler  de vardır.

[416] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/202.

[417] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/202.

[418] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/202-203.

[419] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/203.

[420] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/203-204.

[421] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/204.

[422] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/204-205.

[423] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/205.

[424] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/205-206.

[425] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/206-207.

[426] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/207-208.

[427] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/208.

[428] Ukbe b. Âmir Radiyallahü anh: Ebû Haramâde yahut Ebu Âmir Ukbe b. Amir Cühenî'dir. Resûiüliah (S.A.V.) Med*ne-i Münevvere'ye hicret edince gütmekte olduğu koyun sürüsünü bırakarak müslüman olmuştu. Şam fütuhatında hazır bulunmuş, Dımışk'ın alındığı Hazreti Ömer (R. A.)'e o müj­delemişti. Sıffin. muharebesinde Muaviye tarafında bulunmuştur. Hazreti Mu-aviye kendisim Mısır'a vaiî göndermiş; orada 58 tarihinde vefat etmiştir. Kendisinden îbni Abbas ve Ebû Eyyub el Ensârî ile sair bazı sahabe ve tabiîn rivayette bulunmuşlardır.

[429] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/208.

[430] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/208-211.

[431] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/211.

[432] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/211-212.

[433] Cübeyr b. Mut'im . radiyallahü anh : Ebû Muhammet! Cübeyr b.  b. Adîy Kureşi'dir. Künyesi Ebû Umeyye'dir. Mekke'nin fethinden önce  olmuş idi. Medine'ye hicret etti ve orada (54) veya (75) yahut (89) tarihinde vefat etti. Hazreti Cübeyr Kureyg'in ensâbım bilirdi. Bunu Hazreti Ebû Şekir (R. A.)'dân öğrendiği söylenir.

[434] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/212.

[435] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/212-213.

[436] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/213.

[437] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/213-215.

[438] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/215.

[439] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/215.

[440] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/215-216.

[441] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/216.

[442] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/216-218.

[443] Ebû Mahzûre radiyallahif anh: ismi hakkında ihtilâf edilmiştir. Esah olanı Semûra b. Mi'yen'dir. Fakat ibni Abdi'I - Berr <368 — 463); «Kureyş'-in soy sop yollarını bilen âlimdir. Mahzû.re'nin baba adının Evs olduğuna it-, tifak, etmişlerdir» diyor. Hazreti £bü Manzûre Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'m mü­ezzinidir. Mekke'nin fethi yılında müslüman olrnyş vefatına kadar orada mü­ezzinlik' yapmıştır. Vefatı   (59) tarihindedir.

[444] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/218-219.

[445] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/219.

[446] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/219-220.

[447] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/220.

[448] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/220-221.

[449] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/221.

[450] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/221-222.

[451] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/222.

[452] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/222.

[453] Abdullah b. Zeyd radiyallahü anlı: Ebu Muhammed Abdullah b. Zeyd Ensârî ve Hazreeî'dir. Akabe bîatında hazır bulunmuş, Bedir başta olmak üze­re bütün gazâlıra iştirak etmiştir. «32» tarihinde Medine-i Münevvere de ve­fat etmiştir.

[454] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/223.

[455] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/223-225.

[456] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/225-226.

[457] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/226-227.

[458] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/227.

[459] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/227-229.

[460] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/229.

[461] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/229-230.

[462] Görülüyor ki Salih b. Mehdi müteahhirin ulemâya şaşıyor. Bu ines'-rle  garip  vukuattandır;   şeriatta değil,   âdette   bile benzeri azdır»   diyerek   on lan ayıplıyor. Ashab-ı Kiram ile tabiîn zamanında ezan ve ikamet mes'elesin-de böyle ihtilâflar olmadığını iieri sürüyor. Nihayet bu bâbdaki rivayetler bir­birinden farklı bile olsa, yine her birinin sünnet olmasına bir mâni yoktur, za­ten biz de buna kailiz diyor. Yani ezanı çift lâfızlarla da okusan olur. Tek lâ­fızlarla da. Çünkü bunların her biri sabit olmuş sünnetlerdir. Binâenaleyh bun­ca gürültüye ne lüzum var demek istiyor.

Kanaat-ı âcizanemce ise şaşılacak olan müteahhirin ulemâ dediği mezhep imamları değil;, asıl onlara şaşan ibni Mehdî ile onun hayranlarıdır. Çeşitli ezan hadîslerini dinlemekten usanmış gibi görünen bu zat onları müteahhirin ulemânın kuru gürültüden ibaret bir ihtilâfı telâkki ediyor. Ve bunların değil şeriatta, âdette bile eşine zor rastlanan nâdirattan olduğunu iddia edecek ka­dar ileri gidiyor.

Hakikat şudur ki: Ulemânın ihtilâfa düşmelerine sebeb hâşâ indî mütea-lâları değil, karşılarındaki delilleridir. Bu delillerin her biri birer hadîsdir. Ulemâ-ı kiram, olunca ilmî kudretlerini bu mübarek hadîsler üzerinde teksif ederek birer neticeye varmışlar. Ve bittesadüf netice îbni Mehdî'nin dediği gibi ayrı ayrı sünnetler şeklinde tecelli etmiştir. Yani bugün ezanı ve ikameti çift lâfızlarla okuyan mezhepler de vardır; tek lâfızlarla okuyanlar da. Ortada mes'elenin sürüncemede kalmış bir tarafı yoktur ki, şaşmaya mahal olsun. Ulemfl-ıvlirâmın mes'eleyi son derece titizlikle ele almalarına ise kızmak veya ayıplamak şöyle dursun, ancak teşekkür olunur. Çünkü ancak bu muhterem Zevatın görülmedik ciddiyet ve titizlikleri sayesindedir ki, şeair-i diniyyemiz ve onlardan biri olan ezanımızla ikametimiz kelimesine dokunulmadan zama­nımıza kadar gelebilmiştir.  Eğer onların bu titizliği olmasa idi bu gün  mi narelerde çan çalma teşebbüsü bile İhtimâl dahiline girerdi. Nitekim uzun bir müddet memleketimizde Ezan-i Muhammedi'nin türkge okunması bunun bir başlangıcıdır. Bugün Allah'ın bir lûtfu olarak ezanımızla Kur'ammiz gökten indirildikleri lisanla okunmakta ise de gerek ezanı, gerekse Kur'an-ı türkçe okuma fikr-1 fasidi henüz sönmüş değil; bilâkis veba mikrobu gibi gittikçe salgın halini almaktadır...

Ne gariptir ki ezanın türkçe okunmasını İstiyenlerin bir tanesi bile nama­zını kılmazlar. Bu şimdi böyle olduğu gibi türkçe okunduğu devrede de böy­le olmuştur. Camiye bayramda dahî uğramazlar.

Fakat yine de ezanın türkçe okunması namazın Kur'an tercümesi İle türk­çe kılınması hususunda söz sahipleri kesilerek en büyük yaygarayı onlar ko­parırlar. Bu İslâmiyet düşmanı müslümanlar! zaman zaman devlet ricalini bile meşgul edecek gürültüler kaldırmışlardır.

îşte^bu gibi dıgı süt beyai; içi kurum ve zifir kesilmiş alaca müslüman-lara -hakiki tabirini söyleyelim- bu cılık yumurtaya benziyen halis münafık­lara haddini bildiren bizler değil, o ulemâdır. O muhterem zevatın yaptıkları -hâgâ- kuru gürültü değil, her biri başlı başına birer keramettir. Binâenaleyh onlar hakkında bu günâ İdare-i kelâmda bulunmak hem ayıp, hem günah olur.

Sonra ulemânın ihtilâfından müslümanlar ne zarar görmüştür, ki, halli gereken bir mes'ele İmiş gibi zaman zaman ortaya atılıyor ? Şafliler'le Hane-ffler'in, Malîkiler'le Hanbelfler'in birbirleri İle mezhep harbi yaptıkları olmug-mudur ? Bu suallere evet diye cevap verecek bir vakıa bilmiyorum. Benim âci­zane hatırımda kalan şudur: Ulemânın ihtilâfı rahmettir.

Ezan babında Ashab-ı Kiram ile tabiin hazarâtının İhtilâfı olup" olmadığı­nı anlamak için ise bu babın hadislerini okumak kâfidir.

Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/230.

[463] Ebû Cnheyfe radiyallahü anh : Vehb b. Abdullah yahut Vehb b. MttsUmü's - SavAi Amlrî'dir. Sahabenin küçüklerindendir. BesûlUUah (S.A.V.)'in vefatında henüz sabî idi. Lâkin yine Resulflllahdan hadîs işitmiştir. Hazreti Ali (B.A.)'in fevkalâde muhabbetini kazanmıştı. Hazreti Ali (B.A.) kendisine derdI- Oau Beytü'1-Mal muhafızı tayin etmişti. Haz­reti Ali'nin bütün gazalarında-onunla beraber bulunmuştur. Kûfe'de «74» ta­rihinde vefat etmiştir.

[464] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/231.

[465] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/232-233.

[466] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/233.

[467] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/233.

[468] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/233-234.

[469] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/234.

[470] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/234.

[471] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/235.

[472] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/235-236.

[473] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/236.

[474] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/236-237.

[475] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/237.

[476] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/237-238.

[477] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/238.

[478] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/238.

[479] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/239.

[480] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/239-240.

[481] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/240.

[482] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/240-242.

[483] Osman b. Ebi'l - Aj rmdiyallahtt anh: Ebû AbdUIah Onnaıt b. Ebİl  b. Btşr Sakafi'dir. Besûltt Ekranı (S.A.V.) kendisini TAİTe «mir gönder miş ve onun hayatı müddetince; daha sonra Hazreti Ebû Bekir'in hilâfeti İle Hazreti Ömer radiyallahü anhüma hilafetinde bir kaç sene aynı vazifede kal­mıştır. Nihayet Hazreti Ömer (R. A.) kendisini azl etmiş; ve Amman ile Bah­reyn'e vali göndermiştir. Osman (R. A.) Resulü Ekrem (S.A.V.)'hı yanına yirmi, yedi yaşında iken Sakif Heyeti ile birlikte gelmiş idi. Ve o hey'etin yaşça en küçüğü idi. Resulü Ekrem- (S.A.V.)'in vefatından sonra Sakif kabilesi din­den dönmeye niyet ettiği zaman Osman (R. A.) kendilerine hitab ederek: «Ey Sakîf, sizler müslüman olma hususunda nâsın en sonusunuz. Dinden dönme hususunda bari en evveli olmayın!» demiş. Bunun üzerine Sakîf dinden dönmek­ten vazgeçmiştir. Osman (R. A.) Basra'da «51» tarihinde vefat etmiştir. Ha-san-ı Basrî ve şâir tabiîn kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir.

[484] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/242-243.

[485] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/243-244.

[486] Malik b. Huveyris radıyallahü anh: tbni Süleyman Mâlik b. Huveyrİs Leysi'dir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'e gelmiş, ve onda yirmi gece misafir kal­mıştı. Basra'da oturmuş ve  «94»  tarihinde  orada vefat etmiştir.

[487] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/244.

[488] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/244.

[489] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245.

[490] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245.

[491] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245.

[492] Ziyad b. Haris Snöâ'î radıyallahü anh: Resûlüllah (S.A-V.)'e biat edenlerden ve onun huzurunda ezan okuyanlardandır. Basra'Iılardan sayılır. Kendisi Yemen1 de bulunan Suda' Kabilesindendir. Kabilesinin müslüman ol-nıasma sebep olmuştur.

[493] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245.

[494] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245.

[495] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/245-248.

[496] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/248.

[497] Îbni Adîyy :" Büyük hadîs, hafız ve imamlarından Ebu Ahmed Ab­dullah b. Adîyy Cürcani'dîr. tbnül - Kassâr namıyla da anılır. Cerh ve tadil hakkında «El - Kâmil» adlı bir eseri vardır. Büyüklerden bir zâttır. «79» da doğmuş; birçok üstadlardan ders almıştır. Kendisinden dahi pek çok kimseler hadîs okumugtur. Îbni Asâkir (499 — 571) «Hatası olmakla beraber mutemet idi» diyor. Hamzetü*ti - Sehmî «tbni Adîyy her fende üstad bir hafız idi. Za­manında onun gibi bir zât yoktu» demiştir, HalİIî onun hakkında şöyle der: Hıfz ve büyüklüğü itibarı ile eşsizdi. Hafız Abdullah b. Mnhammed'e sordum: Îbni Adîyy'in gömleğinin düğmesi Abdülb&kİ Kani'den daha hafızdı; dedi». «365» tarihinde vefat etmiştir.

[498] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/248-249.

[499] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/250.

[500] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/250-252.

[501] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/252.

[502] îsrâ Sûresi; âyet: «79».

[503] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/252-253.

[504] Sûre-i Muhammed (S.A.V.); âyet: «18».

[505] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/253-254.

[506] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/254.

[507] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/254.

[508] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/254-255.

[509] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/255.

[510] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/255-256.

[511] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/256-257.

[512] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/257.

[513] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/257.

[514] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/257.

[515] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/257-258.

[516] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/258.

[517] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/258-259.

[518] Âmir b. Rebia radiyallahü anh: Ebu Abdillah Amir b. Rebia b. MftHk Anzî'dir. Yâni Anz b. Vâil'e mensuptur. Eskiden müslüman olmuş; ve hem Medine'ye, hem Habeşistan'a hicret eylemiş, bütün gazalarda hazır bulun­muştur. Vefat tarihi ihtilaflıdır. «32, 38» ve «35» diyenler olmuştur.

[519] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/259.

[520] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/259-260.

[521] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/260.

[522] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/260-261.

[523] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/261.

[524] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/261-263.

[525] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/263.

[526] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/263.

[527] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/263-264.

[528] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/264.

[529] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/264-265.

[530] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/265-266.

[531] EbÛ Mersed-i Ganevî radiyallahü anh: Mersed b. Ebi Mersed'dir. Babası İle birlikte müslüman olmuş ve Bedir gazasına iştirak etmiştir. Haz-reü Mersed, Resûltt Ekrem (S.A.V.)'İn hayatında Reci gazasında gehid olmuş­tur.

[532] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/266.

[533] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/266-267.

[534] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/267.

[535] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/267-268.

[536] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/268.

[537] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/268-269.

[538] Muaviye   b.  Hâkem   Sülemî radiyallahü anh:   Medine'ye   gelenlerden­dir.  Ehl-i Hicaz'dan sayılır.

[539] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/269.

[540] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/270.

[541] Sûre-i Bakara;  âyet:   238.

[542] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/270.

[543] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/270-271.

[544] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/271.

[545] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/271-272.

[546] Mütarrif b. Abdillah: Tabiin’in büyüklerindendir. Babası Abdullah b. Şıhhîr, bir Sahabî-i celil olup.     Benî Âmir kabilesi ile birlikte    Kesûlüllah (S.A.V.)'e gelmiştir. Basrahlardan sayılır.

[547] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/272.

[548] Sûre-i Yusuf; âyet: «86» Mânası: «Ben hüzün ve kederimi ancak Al-laha şikâyet ederim» demektir.

[549] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/272-273.

[550] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/273.

[551] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/273.

[552] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/273-274.

[553] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/274-275.

[554] Ümâme binti Zeynep radıyallahü anhâ: Hazreti Fahrî Kâinat Sal-îallahü aleyhi ve sellem'in torunudur. Annesi Zeyneb binti Kesûlillah; babası Ebü'l - As b. Rebi'dir.

[555] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/275-276.

[556] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/276.

[557] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/276.

[558] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/277.

[559] Sütre:   önünden  kimse  geçmesin  diye  dikilen  şeydir.

[560] Ebu Cüheym radıyallahü  anlı:  Abdullah b.  Cüheym yahut Abdullah b. El - Haris b. Es'sımme'dir. Ensardandır. Yalnız iki hadîs rivayet etmiş olup, biri buradaki, diğeri de bevl edene selâm verme hakkındakidir. Maamafih o ha­dîsin bu zât tarafından rivayet edilip edilmemesi ihtilaflıdır. Ebu Davud'a göre bevl had:sini rivayet eden bu zâttır. Fakat onu Abdullah b. el - Hârîs rivayet etmiştir; bu o değildir; diyenler de olmuştur.

[561] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/277-278.

[562] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/278.

[563] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/278.

[564] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/278-279.

[565] Sebre b. Ma'bed El - Cüheni raâiyallahü anh: Lâkabı Ebû Süreyye yahut Ebur'rebî'dir. Medine'de yaşamıştır. Basrahlardari mâduddur. Kendisin­den oğlu Rebi hadis rivayet etmiştir.

[566] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/279.

[567] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/279-280.

[568] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/280.

[569] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/280.

[570] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/280.

[571] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/280.

[572] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/280-283.

[573] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/283.

[574] Sûre-İ Enam; âyet: c!12».

[575] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/283-286.

[576] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/286.

[577] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/286-287.

[578] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/287.

[579] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/287-288.

[580] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/289.

[581] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/289-290.

[582] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/290.

[583] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/290.

[584] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/290-291.

[585] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/291.

[586] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/291-292.

[587] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/292-293.

[588] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/293-294.

[589] Muaykib radiyallahü anh : Mnaykîb b. Ebî Fatune Ed-Dnvsi'dlr. Es­kiden, Mekke'de müslüman olmuştur. İkinci kafile ile Habeş'e gitmig ve Be-sûlüllah (S.A.V.)'in Medine'ye hicretine kadar orada kalmıgtır. Medîne-İ Mü-nevvere'ye Hayber gazası sıralarında dönmüştür. Esdir gazasına iştirak eden­lerdendir. Resulü Ekrem (S.A.V.)'in mühürdarı idi Hazret! EbÛ Bekir ve Ömer zamanlarında Beytü'1-Mâle hazinedar olmuştur. Bir aralık cüzzam İlletine müp­tela olmuş ise Hazreti Ömer (B.A.) doktorlar celbederek hastalığın önünü al­mıştır. Hz. Osman zamanında mührl nebevly EIİs kuyusuna duçürüp ebediyen zai olmasına sebeb olan bu zâttır. H. 40 da vefat etmisdir.)

[590] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/294.

[591] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/294.

[592] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/294.

[593] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/295.

[594] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/295.

[595] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/296.

[596] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/296-299.

[597] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/299.

[598] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/299.

[599] Ebû Cehm radiyallahü anh: Amir b. Hnzeyfe'dir. Peygamber: <S.A. V.)'e hamisa denilen yollu bir elbise hediye eden zattır. Kureyş kabilesine mensubtur.

[600] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/299.

[601] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/299-300.

[602] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/301.

[603] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/301.

[604] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/301.

[605] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/301.

[606] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/302.

[607] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/302.

[608] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/303.

[609] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/303.

[610] Sûre-i Araf; ftyet: «145».

[611] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/303-304.

[612] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/304.

[613] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/304.

[614] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/304-306.

[615] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/306.

[616] Sûre-i Tevbe; âyet: «28».

[617] Sûre-i Bakara; âyet: «114».

[618] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/306-307.

[619] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/308.

[620] Hassan b. Sabit radiyallahü anh : Resûlüllah (S.A.V.)'in şâiridir. Künyesi; Ebû Abdirrahman, yahut Ebû'I-Hüsam veya Ebû'l-Velîd'dir. Resûlül­lah Efendimizi hicve cesaret eden Kureyş şâirlerine bilhassa Ebû Süfyan'a ce­vap verdi.

Fahri Kâinat Efendimiz kendisine mescidde bir minber yaptırmışlardı. Müslüman olduğu zaman «60» yaşlarında idi, Müslüman olduktan sonra da «60» sene yaşamıştır. Vefat tarihi ihtilaflıdır. Bir rivayette «40» tarihinden evvel, diğer bir rivayetlere göre «60» veya «64» tarihinde vefat etmiştir. «120» sene Muammer olmuştur. Babası ile dedesinin de ayni yaşta ölmeleri lâtif tevafukatdandır.

[621] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/308-309.

[622] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/309.

[623] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/309.

[624] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/309.

[625] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/310.

[626] Hakîm b. Hizam radiyallahü anh : Mekke'nin fethinde müslüman olanlardır. Kendisi gerek cahiliyette, gerekse müslümanlıkta Kureyş eşrafından olup, Ümmül-Mü'minîn Hazreti Hatice (R. Anhâ)'mn birader zadesi ve Zeyd b. El-Avvam'm amcası oğludur. Bedir gazasında henüz küffâr tarafında idi. Altmışı câhiliyyete, altmışı da müslümanlıkta olmak üzere yüz yirmi sene ya­şamış ve «54» tarihinde Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. Abdullah, Hâ-lifl, Yahya, ve Hişâm adlarında dört oğlu vardı ve hepsi Sahabidirler.

[627] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/310.

[628] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/310.

[629] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/310-311.

[630] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/311.

[631] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/311.

[632] Sûre-i Nûr; âyet: «36».

[633] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/311-312.

[634] Hihâ   D've  yününden   veya   iîh.şiîü   şeyden yapnuı   çadır.  Ba  behenıı'hal   kıldan ysıpnıa  çadırdır.

Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/312.

[635] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/312-313.  

[636] BusaU, Biisak ve Bii/.ak Ağızdın çıkan su, yani tükürük türler. Agı» üx bulunduğu müddetçe adı «rîls» yani salyadır. Eııharî'nin bir rivayetinde «Biizak denilmiş; Müslim'in rivayetinde ise «Tefi »tâbiri kullanılmıştır. Tefi de tükürük demektir.

Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/313.

[637] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/313-314.

[638] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/315.

[639] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/315.

[640] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/315.

[641] Teşyîd: Binayı yüseltmek ve şîd; yani sıva ile ziynetlemektir. Kâmûsda ise teşyid kelimesinin mânâsında binayı yükseltmek yoktur. Sadece sı­vamak mânâsına gelir.

[642] Şeair-i dîniyye:  Dînin alâmetleri demektir.

[643] Sûre-i Hac; âyet:  «32».

[644] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/315-317.

[645] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/318.

[646] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/318.

[647] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/318.

[648] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/318-319.

[649] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/320-321.

[650] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/321.

[651] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/321.

[652] Sûre-i Mâide;   âyet: «6».

[653] Sûre-i Müzemmil; âyet:  «30».

[654] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/321-328.

[655] Ebû HUmeyd Sâidi radiyallahu anh: Ebû Hümeyd b. Abdurrahman b. Sa'd Ensarî Hazereci, Sftidi'dir. Medînelidir. Vefatı Mnaviye devrinin sonuna doğ­rudur.

[656] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/328.

[657] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/328-331.

[658] Resûlüllah (S.A.V.): Bu âyetle aynı sûrenin sonundaki 192 — 193 ün­cü âyetleri duâ olarak okuyordu.

[659] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/332.

[660] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/332-334.

[661] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/334-335.

[662] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/335.

[663] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/335.

[664] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/335.

[665] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/335-336.

[666] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/336.

[667] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/337.

[668] Abadile: Arapça «Abdullah» sözünün cem'î olarak kullanılan bir söz­dür. Burada Ashab-i Kiramdan, dördü hakkında: I Abdullah b. Aabbas: shf: 19. 2 Abdullah b. Ömer: Shf: 15. 3 Abdullah b. Zübeyr: Shf: 4 Abdullah b. Me's1-ud: Shf: 126 kullanılmışdir. Bu Ashabın hayatları kitabın rakamları yazılı sa-hifelerinde geçmişdir. Oraya bakıla.

[669] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/337-339.

[670] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/339.

[671] Müsbit : tsbat eden; Nâü nefy eden demektir. İki delilden biri bir §eyi Isbat, diğeri nefy ederse; isbat eden. delil kabul edilir. İşte cmüsbit cftflye ter­cih edilir» diye söylenilen kaide budur.

[672] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/339-340.

[673] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/341.

[674] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/341.

[675] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/341.

[676] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/341-342.

[677] Vâil b. Hncr radiyallahü anh: Ebû Hüneyd vâil b. Hucr b. Rabîat'ül-Hadrafnİ'dir. Babası Hadramût meliklerinden idî. Hazreti Vâil Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'e gelerek müslüman olmugdur. Hazreti Fahr.-i Kâinat (S.A.V.) gelmezden önce geleceğini tebşir buyurmuş ve :

«Size Vâil b. Hucr uzak bir yerden   kendiliğinden  Allah azze ve celle iie Resulüne rağbet ederek geliyor;»  demi§di..

Vâil Resûlullah (S.A.V.)'in huzuruna girince Hazreti Peygamber kendisine hoş beş etmiş; onu yanına yaklaşdırarak abasını yaymış; üzerine oturtmuş ve:

«Yâ Rabbi Vâil ile çocuklarına bereket ihsan eyle» dive duâ etmişdi. Sonra ResÛlüHah (S.A.V.) kendisini Hadramût tarafındaki  denilen yere vali gönderdi. Sıffîn Vak'asmda Hazreti Alt tarafında idi. Muâviye zamanına kadar yaşamış ve ona biat etmişdir. Kendisinden Buharî'den mâada bütün hadîs imamları rivayet etmişdir.

[678] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/342.

[679] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/342-343.

[680] Ubâde b. Sâmit radiyallahü anh: Ebû'l - Velîd Ubâde b. Sâmit b. Kays Hazreei, Ensârî Sâlimî'dir. Ensâr'ın nakîbelerînden idi. Birinci, ikinci ve üçün­cü Akabelerde hazır bulunmuş; Bedir gazâlanyla şâir gazaların hepsine iştirak etmişdir, Hazreti Ömer kendisini Şam'a kadı ve rnualüm olarak göndermiş idi. Evvelâ Hnmus'da sonra Filistin'de birer müddet kalmışdı. Nihayet Filistin'­de Remle'de, bir rivayete göre de Kndüs'de «S4» tarihinde «72» yaşında olduğu halde vefat etmişdir. Kendisinden bir çok zevat hadis rivayet etmişdir.

[681] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/343.

[682] Mekhul b. Zeyd : Ebû Abdillah, Tabiînden pek fakîh bir zâtdır. Enes ibni Mâlik (R. A.) ve diğer bir kısım ashâb-ı kiram (R. A.) ile Said ibni Mü-seyyeb (R. H.) gibi Tabiînin büyüklerinden rivâyetde bulunmuştur. îfta da et­mişdir .Aslen Sindli'dir: (Afganistan ve Bülücistan). Kabil'in fethinde alınan esirler arasında diyarı Araba gelmişdir. Said ibni Âa (R. A.) hazretlerinin kö­lesi iken refikasına bağışlamış, o da azat etmişdir. Mısırda, Irak'ta bulunmuş, Dımışk (Şam) da yerleşmiştir. Ebû Hatim demişdir ki: «Ben Şam'da Mekhul-den daha âlim bir zât. görmedim» 118. H. de Şam'da irtihal eylemişdir. Rah-metullâhi Aleyh.

[683] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/344-348.

[684] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/348.

[685] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/348-350.

[686] Nuaym Müc'mir (R.A.): Künyesi Ebft Abdullah olan bu zât Ömer ibn-il Hattab {R, A.)'in azâdlısıdır. İsmini Mimin şeddesiyle «Müeemmir» oku­yanlarda vardır. Kendisine «Mücemmir» denilmesi her Cuma günü öğle zamanı Medîne-i Münevvere mescidini buhurlamak emredildiği içindir. Ebû Hüreyre ve diğer sahabeden hadîs dinlemişdir.

[687] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/350-351.

[688] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/350-351.

[689] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/351-352.

[690] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/352.

[691] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/352.

[692] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/352-354.

[693] Abdullah bin Ebî Evfa Radiyallahü anh: Ebû İbrahim yahut Ebû Mu-avly<> veya Ebû Muhammed Abdullah bin Ebî Evfa Alkanie bin kays Eslemi'-<Hr. Babanının adı Alkame'dir. Hazret! Abdullah Hudeybiye, Hayber ve daha sonrakt gazalara iştirak etnıişdir. Besûl-U Ekrem (S.A.V.)'in irtihaline kadar M edim'-i Miliıcvvere'den ayrıimamış; Sonra Kûfe'ye gitmiş ve orada ahirete . Kûfp'de en son ahirete göçen sahabîdir. trtihali «86.. H.» dedir.

[694] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/354.

[695] Shf. - 279'daki 278/209 nolu hadise bakıla.

Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/354-355.

[696] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/355.

[697] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/355-357.

[698] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/357.

[699] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/357-358.

[700] Süleyman b, Yesar (R. A.): Eyyüb Süleyman b. Yesar olup Ümmül-mü'minîn Meymûne {R. A.)'nm azadhsı ve Atft b. Yesâr'ın kardeşidir. r»IedSne-lidir. Tabiln'İn büyüklerindendir. Fakih, Fazıl, Abîd, Ehl-t takva, sika yani mutemed ve hüccet bir zât idi. Fukahaj-ı Sebâ (1) denilen yedi Fakibîn biridir

[1] Fukahây-i Sebâ: Âshab-ı kiram içinde ençok fetva veren yedi zâtdır ki; I. Emir-ül Müminin ömer-ül - Faruk (R. A.). II. Emir-ül Müminin AHyy-ibni Ebi Talib (R. A.) ve K. veçhe. III. Abdullah b. Mes'ud (R. A.). IV. Abdul­lah b. Abbas (R. A.). V. Ümmül - Müminin Hz. Âişe Sıddıyka (R. A.). VI Ab­dullah b. Ömer (R. A.). VII. Zeyd bin Sabit (R. A.). Rıdvan-ullahi Aleyhim ec-main Hazretleridir. Bu büyük zâtları takiben gelen tabiin içinde . «Fukaha-İ. Seb'â» adıyla tanınan zâtlar da: 1. Said b. Müseyyeb. 2. Urvet-übnü Zübeyr. 3. Kasım b. Muhammed. 4. Ebû Bekir b. Abdurrahman. 6. Süleyman bin Yesar. 7. Ubeydullah bin Abdullah bin Utbe b. Mes'ud. Bu .büyük zâtlardır. Cümlesin-dan Allah razı olsun ve Rahmet eylesin. Bak: Ilâm-ul Muvakkıf'ın cld. 1. Shf. 13 ve 25.

[701] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/359.

[702] kaylûle : Kuşluk ve Öğle zamanlarındaki uykudur. Mutlak surette is­tirahattır. Uyku gırt değildir, diyenlerde vardır. Tanyeri ağardıktan kuşluk vaktine kadar uyumak rızkın azalmasına, ikinci vaktinden akşama kadar uyu­makta ömür noksanlığına sebeb olacağı. Peygamberimiz tarafından bildiril­miş ve bu  vakitlerde uyumaktan  nehyetmiştir.

[703] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/359-360.

[704] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/360.

[705] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/360-361.

[706] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/361.

[707] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/361.

[708] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/361.

[709] Îbni Ebi Leylâ: Ebû Abdurrahman Muhammed b. Abdurrahman b. EJbi Leylâ'dır. 74. H. de dünyaya gelmişdir. Babası Abdurrahman (R. H.) da Tabiin'in büyüklerindendir. Hazret-i Ömer, Hz. Ali, Zeyd bin Halid Eba Ey-yub-ül Ensarî (R. Anhüm)'den rivayeti vardır. Oğlu Ebi Leyla 115. H. de Küfe Kadısı olmuş (33) sene kadılık etmişdir. Şâbi, Atâ, Nâfi'den rivayet etmiş, kendisinden imam Süfyan-ı Sevrî ve Şu'be ahz-ı hadîs ve ilim tahsil eylemiş-dir. Müstakilen içtihadda bulunduğu, ve bir usul-u içtihadiye tesis ettiği îlm-i Hilaf kitablarında yazılıdır. 148. H. de irtihal etmişdir. Rahmetullahi aleyhi.

[710] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/361-363.

[711] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/363-364.

[712] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/364.

[713] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/364-365.

[714] Nasr Sûresi; âyet: «3».

[715] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/365-366.

[716] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/366.

[717] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/366-368.

[718] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/368-369.

[719] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/369-370.

[720] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/370.

[721] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/370-372.

[722] lbn-İ Buhftyne radlyallahü  anh:   Abdullah İbn-i Mfilik İbn-i  Buhây-ne'dir. (54) ile (58) tarihleri arasında vefat etmiştir.

[723] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/373.

[724] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/373-374.

[725] Berâ' İbn-i Azib radiyalIahU anh: Ebû Amâre Berâ, İbn-i Azib İbn-I Hars Evsİ Ensâri .Hârisi'dir. Yaşı küçük olduğu için Bedr gazasına Hazreti Peygamber (S.A.V.) tarafından iştirak ettirilmemiş; fakat sonradan Resûli)!-Iah (S.A.V.)'in maiyyetinde ondört gazada bulunmuştur. îlk iştirak ettiği gaza Hendek'dlr, Bir rivayete göre (Rey) şehrini 24 tarihlerinde fethetmiş. Mis'ab İbn-i Zübeyr zamanında, Kûfe'de vefat etmiştir.

[726] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/374.

[727] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/374-375.

[728] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/375.

[729] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/375.

[730] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/376.

[731] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/376.

[732] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/376-377.

[733] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/377.

[734] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/377.

[735] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/377-378.

[736] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/379.

[737] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/379-381.

[738] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/381.

[739] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/381.

[740] Said b.  Târik Eşceî radiyallahü anh:   Kûfe'lilerden. sayılan  Târik b. 'in oğludur.Künyesi Ebû Mâlik'dir. Babasından hadîs rivayet etmigdir.

[741] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/381.

[742] Mühdes: Sonmdan uydurulan şey  demektir  ki,   bidatdır.

[743] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/381-382.

[744] Hasan b. Ali radiyallalıii :ııılı: Kim Muh:ııunıcd Hasan b. Ali, Resû­lüllah (H.A.V.)'in torunudur. Hİeıvtln iküiumi Ki«m»si, ramazanında doğmuş­tur.

Ilm-i Ahdi'l - iîcrr CîfîS HV.\) : do£unı tarihi hususundu söylenenlerin en .sahihi budur, dedikten sonra: -Hasan, halim, selini, muttaki, fadıl bir zâttı. Vt'rıı' ve takvası, dünyayı ve hilafeti terk edip ahirete yönelmesine sebeb ol­muştur» der. babasından sonra nas kendisine bit'at ettiler ve yedi ay kadar Irak'da ve Horasan'da halife kaldı. Mazieli llasan'ın fa/.iletleıi saymakla bit-nuv. (51) tarihinde Medîne-i Münevveıv'de irlihal oylomiş ve Bakiâ. defnolun-ıuuştur .RahmetuUahi aleyhim.

[745] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/382-383.

[746] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/383.

[747] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/383.

[748] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/383-384.

[749] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/384.

[750] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/384.

[751] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/384.

[752] Evzâi : Ebû Amr Abdurrahman b. Amr'dır. Evzâî Şam'lıların imamı olup 88 tarihinde dünyaya gelmiştir.

Hadisi Atâ b. Ebi Rebah ve Zührî gibi büyüklerdn okumuştur.

Zamanında Şam'da yegâne fetva veren âlimdir. Yetmişbin meseleye cevap verdiği söylenir. Son derece ehli takva. İdi. Kendisi mutlak müttehitlerden sa­yılır 150 tarihinde Beyrut'ta vefat etmiştir.

[753] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/384-387.

[754] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/387.

[755] Onlar bunu hesap onluklarında kullanmayı ıstılah edinmişlerdir. Bu onluklar birler, onlar,  yüzler ve binler olmak üzere çeşitlidir. Meselâ :

Birlerden bir rakamını göstermek için küçük parmak yumu­lur. İkiyi göstermek için küçük parmakla birlikte yüzük parmağı da yumulur. Üç İçin bunlarla orta parmak da yumulur. Dürt için küçük parmak serbest bı­rakılır. Beş için onunla birlikde yüzük parmağı da bırakılır. Altı için sade yü­zük parmağı yumulur, diğerleri serbest bırak'hr. Yedi için küçük parmak bag parmağın köküne yatırılır. Sekiz için o vaziyetteki küçük parmağın üzerine yü­zük parmağı da yatırılır. Dokuz için bu ikinin üzerine drta parmak da yatırılır.

II. Onluklara gelince : Bunlar için baş parmakla şehadet parmağı kulla­nılır. Ve on rakamını göstermek için baş parmağın başı şehadet parmağının ucuna bükülür. Yirmi için baş parmak, şehadet parmağı ile orta parmağın arasına sokulur. Otuz için şehadet parmağının bağı, baş parmağın ucuna bükü­lür. Yâni on rakamının aksinedir.. Kırk için baş parmak şehadet parmağının orta ekine bindirilir. Ve beş parmak kendi köküne doğru bükülür.

Elli için baş parmak sadece kendi köküne bükülür. Altmış için şehadet parmağı baş parmağın sırtına bindirilir. Bu v kırkın aksidir. Yetmiş için baş parmağın ucu şehadet parmağının orta ekine temas ettirilir .şehadet parmağı­nın ucu da onun üzerine bükülür. Seksen için şehadet parmağının ucu köküne bükülür ve yanı başından baş parmak kendi tarafından onun üzerine yayılır. Doksan içtn şehadet parmağı ba? parmağın köküne bükülür ve baş parmağa dayanır.

III. Yüzlere gelince:'Bunlar sol elde olmak şartiyle dokuz yüze kadar bir­likler gibidir. Binler dahi yine sol elde, onluklar gibidir.

[756] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/387-388.

[757] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/389-390.

[758] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/390.

[759] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/390.

[760] Sûretü'l-Ahzâb; âyet:  «6».

[761] Nehâl: İbrahim b.  Yezid en-Nehaî'dir.  tmam-ül Fukahadır.  Kûfe'de yetişmig, Ebû Dâvud, Nesâî, İbni Mâce'nin sahihlerinde Alkame, Esved, Mes-ruk gibi tabiînden rivayetleri meşhur olan bir zâtdır.

Sald b. Cübeyr;    «aramızda İbrahim en-Nehâî bulundukça benden istedi­ğinizi ona sorun» derdi. Hicrî 96 yılında irtihal eylemişdir.

[762] Tavus b. Keysan:  Ebû Abdurrahman el Yemanîdir.  Zeyd b.  Sabit,. Âige, Ebû Hüreyre, Zeyd b. Erkam, İbni Abbas gibi Ashabdan  (Rıdvanullahi Aleyhim  ecmaîn)   rivayeti  vardır.  Yemen'de müftülük  etmiştir.   İbni  Abbas (R. A.) «Kendisini ehli cennetten olarak tanırım» derdi. Ekseri rivayeti Ebû HttreyîfS (R.A.) 'dendir. 94 tarihinde irtihal ettiği en kuvvetli rivayettir. R. Aleyh.

[763] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/390-394.

[764] Fadale b. Ubeyd radiyallahü mıh : Ebû Muhammed Fadâle b. Ubeyd Ensârî Evsi'dir. İlk iştirak ettiği gaza Uhud olmuş, undan sonrakilere hep iştirak etmiştir. .Ağaç altında Resûlüllah (S.A.V.)'e biy'at etmiş. Sonra Şam'a giderek orada kadı olmug- ve orada vefat etmiştir. Başka yerde diyenler de vardır. Vefat tarihi  (53)  dür.

[765] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/394-395.

[766] Sûretü'l Fatiha; âyet:«4».

[767] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/395.

[768] Ebû Mm'tul  radiyallahü  anh:  İsmi   Ukbe b. Amir b.   Sa'lcbp  Ensârî Boılrî'dir. İkinci Akabe'de bulunmuş, fakat Bedir gazasına iştirak edememişdir. Be:lir'de bir müddet kaldığı için oraya nisbet olunur. Uhud'da ve onu takip eden gazalarda hazır bulunmuştur. Kûfe'de kalmış ve Hazreti Ali (R. A.)'m hilâfetinde orada vefat etmiştir. Vefat tarihi bir rivayete göre (41) bir riva­yette de (60)   dan sonradır.

|B?şir b. Sa'd radiyallahü anh: Ebû Nu'man Bpfjir b. Sa'd b. Salebe Ensa-ri, Hazrecîdir. Eri-Nu'nıan b.yBeşir'in babasıdır. İkinci Akabede ve sonralii ga-zâhırdı h^zır bulunmuşdur.

Hicretin 1? ci yılında Halid b. Velîd'in nıaiyyetinde yemame harbinden dö­nerken «Ayn-ı Temr» vak'asında şehid olnıuşdur. Kendisinden oğlu hadîs riva­yet etmiştir.]

[769] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/396.

[770] Sûretii'l- Azhâb;   âyet: «56».             

[771] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/396-398.

[772] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/398.

[773] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/398-400.

[774] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/400.

[775] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/400-402.

[776] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/402.

[777] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/402-404.

[778] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/404-405.

[779] Lahn: trab hatasıdır.

[780] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/405-406.

[781] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/406.

[782] Re'yi acizanemce  dünya   fitnesi  bugün   artık  evcibâhâsma  varmıştır. Tarihin hiçbir devrinde dünya fitnesinin Âdemo^lunun başına bu günkü kadar belâ kesildiğini zannetmem. Bugün  umum beşeriyetin  ahlâkı  temelinden  çök­müştür.. İtikat da buna muvazi olarak alabildiğine çökmektedir. Beşerin s.u pe­rişan halini gördükçe  Hazreti   Resulü  Kibriya'nın   dünya    fitnesinden   Allah'a sığınmasının ne kadar derin bir mânâ taşıdığını daha iyi anlıyor ve ondan tek­rar tekrar Allah'ıma sığınıyorum.

[783] Sûre-i Enfal; âyet:  «28».

[784] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/406-407.

[785] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/407.

[786] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/407-408.

[787] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/408-409.

[788] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/409-413.

[789] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/413. 

[790] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/413.

[791] Ebü Ümâme   (R. A.) :   îyâs b.   8a'lebe el - Harisi   pnsarî, Bedir gazasına iştirak edememişse de Resûlüllah   {S.A.V.)   kendisini annesinin hastalığı doîayısiyle mazur görmüştür. Bir de Ebû Ümâıne el Bahilî vardır ki, Itnabımızın bacındaki üqüncü hadîsde zikri geçmişi. Ebû Ümâme ismi mutlak söylendiği zaman buradaki anlaşılır. Ötekini anlatmak iğin daima yanında Ivıhilj sıfatını söylerler.

[792] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/413-414.

[793] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/414.

[794] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/414-415.

[795] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/415.

[796] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/415.

[797] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/415-417.

[798] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/417.

[799] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/417-418.

[800] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/418.

[801] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/418-419.

[802] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/419-420.

[803] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/420.

[804] Bina etmek Bak. shf. 102 dip not.

[805] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/420-423.

[806] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/423.

[807] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/423-424.

[808] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/424.

[809] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/424-425.

[810] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/425-426.

[811] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/426.

[812] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/426-428.

[813] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/428.

[814] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/428-430.

[815] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/430.

[816] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/430.

[817] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/430.

[818] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/430-431.

[819] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/431.

[820] Bu ondört yer şunlardır: Araf, Ra'd, Nahl, Eenî îsrâil, Meryem   Hacc Furkân, Nemi.  Secde ,Saad, Fussüet, Nesm, înşikak ve tkra'  sureleri.

[821] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/431-432.

[822] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/432.

[823] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/432-433.

[824] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/433.

[825] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/433.

[826] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/433.

[827] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/434.

[828] Hâlid b. Ma'dân Radiyallahü mıh : Ebû Abdilluh Hâlid b. Ma'dân Yami ve Kela-î'dir. Tâbiîn'den olup Humu.sludur. «IN'yffaınber (S.A.V.)'in asha­bından yetmiş kişi ile görüşdünı» denıisştii1. Kendisi Şamlıların nıütemodlerin-dendir. 104» ve bir rivayete göre tarihinde vüfat t-1 mistir.

[829] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/434.

[830] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/434.

[831] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/434.

[832] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/434-435.

[833] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/435.

[834] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/435.

[835] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/435-436.

[836] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/436-437.

[837] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/437.

[838] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/437.

[839] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/437-438.

[840] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/438.

[841] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/438.

[842] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 1/438.