«ALIŞ  VERİŞ  BAHSİ». 2

«Muhayyerlik Babı». 24

«Fâiz Bâb’ı ». 26

«Ribe'n-Nesie'nin Hükmü». 26

«Ribe'l-Fadl'ın Hükmü». 27

«Hediyye Meyveler İle Yemişlerin Ağaçlarını Satma Hususunda Ruhsat Bâbı». 34

«Selem, Karz Ve Rehin Bâbları». 37

«Rehin Babı». 38

«Ödünç Babı». 40

«Teflîs Ve Hacr Babı». 41

«Şirket Ve Vekâlet Bâb’ı». 46

«İkrar Bâbı». 48

«Emaneten Verilen Şeyler Babı». 49

«Gasıb Babı». 51

«Şuf’a Babı». 54

«Mudârebe Babı». 56

«Müsâkat Ve İcâre Babı». 57

«Sâhibsiz Yerlerin İhyâsı Babı». 61

«Vakıf  Babı». 65

«Hîbe, Umrâ Ve Rukbâ Babı». 66

«Lükata  Babı». 70

« Feraiz  Babı». 73

«Vasiyyetler  Babı». 78

«Vedîa  Babı». 81

«NİKÂH  BAHSİ». 82

«Nikâh'ın Sıfatı». 83

«Nikâhın  Ta'rîfi». 83

«Nikâhın Rüknü». 84

«Kefaet Ve Muhayyerlik  Babı». 100

«Kadınlarla Geçinme Babı». 106

«Mehir Babı». 114

«Düğün Da'veti Babı». 119

«Zevceler Arasında Adalet Babı». 125

«Hulü'  Bâbı ». 128

«Boşama Babı». 130

«(Ricat Bahsi)». 140

«(İlâ, Zihâr Ve Keffaret Babı)». 141

«Zıhâr ». 144

«Liâim Babı». 147

«(İddet Ve Yas Tutma Babı)». 153

«(Süt Emme Bâbı)». 167

«(Nafakalar  Babı)». 172

«Hadâne  Bâbı». 178

«Cinayetler». 182

«Diyetler Babı». 194

«Kan Dâvâsi Ve Kasâme Babı». 201

«Âsîlerle Muharebe Babı». 204

«Ca'nı İle Harp Ve Mürteddin Katli Bâbı». 207


«ALIŞ  VERİŞ  BAHSİ»

 

«Alış verişin şartları ve yasak alış ve/işler»

Usul-i Fıkıh ilminin beyânına göre Allah'ın meşru kıldığı şeyler dört kısma ayrılır :

1— Sırf Allah'ın hakkı olan şeyler.Bunlardan murâd: Umumun menfaati teallûk cdon şeylerdir, inâ'nın haram olması böyledir. Zîrâ onun fâidesi nesepleri zayi' olmaktan korumak olup bu fâide umumî­dir.

2— Sırf kul hakkı olan şeyler.Bunlardan maksat: Kendilerine hususî bir maslahat taallûk eden şeylerdir. Başkasının malının haram elması gibi.

3— Her iki hak da mevcut olup Allah hakkının daha fazla bulun­duğu şeyler. Hadd-i Kazif gibi (Hadd-i Kazîf: Namuslu bîr kadına zina İsnadı sebebiyle verilen dayak cezasıdır). Bunda Allah hakkı vardır. Çünkü kulları men' etmek için meşru olmuşdur. Kul hakkı dahî vardır. Çünkü kadını zina kepazeliğinden kurtarır. Fakat Allah hakkı daha çoktur. Onun için bunda miras cereyan etmez.

4— Her iki, hak da mevcut olup kul hakkının daha fazla bulundu­ğu şeyler. Kısas gibi. (Kısas : Misilleme suretiyle verilen cezadır. Me­selâ adam öldürenin cezası ölümdür). Bunda Allah hakkı vardır; zîrâ cihanı fesattan kurtarmak için meşru' olmuştu. Kul hakkıca vardır. Çünkü bunda kulun kendine cinayet vardır ve bu galiptir. Onun için kısasta mîras ve cereyan eder.

İşte muamelâttan sayılan alış veriş bu dört kısırr.jnn ikinciye, sırf kul hakkına dâhil olan meşruata dâhildir.

Alış veriş'in hikmet-i meşru'iyeti : Allah'ın ma'lûmu olan devam ve bekanın güzel şekilde alış verişe taallûkudur. Şöyle ki: însan her ihtiyacını kendi göremez. Meselâ tarla sürmeyi, ekin ekmeyi, biçme­yi, öğütüp ekmek yapmayı ve sâireyi kendi yapamaz. İhtiyaçlarının bazısını satın alması mutlaka lâzımdır. Çünkü satın almasa, ya zorla alacak, yahut da dilenecek veya ikisini de yapamayıp ölünceye kadar sabredecektir ki, bunların hepsinin fasit olduğu "meydandadır. Bilhas­sa dilenciliğin zillet ve arına herkes tahammül edemez. Binâenaleyh alış veriş'in meşru olmasında İhtiyaç sahibi mükelleflerin güzel bir nizam dâhilinde hayatlarının idâmesi ve ihtiyaçlarının görülmesi gibi hikmetler vardı. Büyü' lâfzı, bey'in cem'idir. Beyi' alış veriş demektir, yani bu kelime birbirine zıd mânâlarda kullanılan tnüşterek lâfızlar­dandır; hem satışa hem de satın almaya beyi1 denilebilir. Şirâ' keli­mesi de aynı mânâdadır.

Beyi' lügatte: Mal ile malı değişmektir. Şeriatta da Öyle ise de riza kaydı ile mukayyeddir. Yani şeriata beyi1: İki tarafın rızası ile malı mal ile değişmektir.

Beyi'in şartları bir kaç nevi'dir :

1— Beyi' yapanda aranan şart ki, buna «in'ikadınm şartı» da der­ler, ahş veriş'i yapanın akıl ve temyiz sahibi olması, yani kâr ve za­rarı seçebilecek kabiliyette bulunmasıdır.

2— Mahalde yani satılık malda aranacak şartlar   :  Malın müte-kavvim, yani şer'an kıymeti hâiz bir mal olması ve teslime elverişli bulunmasıdır.

3— Alan ile satan'ın bey'e razı olmaları.

4— Akdin «sattım, aldım» gibi mâzî sığalarla yapılmasıdır.

Rüknü : îcâb ve kabuldür. (Icâb: Taraflardan birinin evvelâ söy­lediği söz veya işlediği fiildir. Ona cevaben söylenen veya yapılana da kabul derler.) Cumhur-u Ulemâ'ya göre kıymetli mailard*. söz ile icâb ve kabul şart ise de ekmek ve sebze gibi kıymeti az olanlarda söz şart değildir. Yalnız Şâfiîler'e göre bu hususta kıymetli ile kıymetsiz arasında fark yoktur; her ikisinde de söz ile icâb ve kabul şarttır. Maamâfîh İmâm Nevcvî (631—676) ile müte'ehhirîn Şâfi'yye ule­mâsı cumhur ile beraberdirler. Sonra gerek alış verişte, gerekse şâir akidlerde kullanılan sözlerin icabeden kesinliği ifâde edebilmesi için mutlaka mâzî" sigaları ile söylenmesi icâbeder. Bu bâb'ta kitabımızın «Nikâh bahsi» nde daha ziyâde tafsilât verilecektir.

Bey'in hükmü : Haddizatında mubah olmak ise de yerine göre vâcib, mcndûb, haram ve mekruh da olabilir.

Bey'in meşruiyeti. Kitap, sünnet ve icmâ'-i ümmet ile sabittir. Ki­taptan delili[1]  «Allah bey't helâl kıldı.

«Alış veriş

yaptığınız zaman şahid çağırın» gibi âyetleridir. Bey'in meşru' oldu­ğuna bu ümmetin ulemâsı icmâ' etmişlerdir. Sünnetten delili ise aşağıdaki hadîslerdir.[2]

 

800/646- «Rifâa b. Râfi[3] radıyallahü anVden rivayet olunduğu­mun.» Peygamber Sallaîîahü aleyhi ve sellem'e: Kazancın hangi­si daha helâldir; diye sorulmuş :

— Kişinin elinin emeği ve mebrûr olan her alış veriş­tir; buyurmuşlardır.»[4]

 

Ru hadîsi Bezzâr rivayet etmiş;  Hâkim sahihlemiştir.

BeyM Mebrûr : Yalan yere yemin etmekten ve muamelede hile yapmaktan hâli olan satıştır.

Musannif bu hadîsi «Telhis» de Rafi' b. Hadİc'ten rivayet etmiş­tir, hnâm-t Süyûtî dahî «el-Câmî» inde onu Hz. Rafi'den tahrîc et­miştir. Buradaki Rifâa'nın da Ibni Hadic olması ihtimal dahilindedir. Nitekim hadîsi Tabcrânî de Rifâa b. Hadic'ten rivayet etmiştir. Bu hadîsin bir misli «el-Mişkât» ile «et-Tergîb ve't-Terhîb» nâm eser­lerde mevcuttur. Yalnız onlardaki hadîs İmâm Ahmed b. HanbeVe nisbet olunmuştur.

Hadîs-i şerîf kazanç meselesinin delilidir. Kazanç sevdası zaten in­sanda g ğuştan mevcut olan bir haslettir. Peygamber (S.A.V.)'e sorulan yalnız ;ıelâl cihetidir. El emeğinin bey'-i mebrûrdan daha önce zikre­dilmesi onun daha efdâl olduğuna delâlet eder, ondan sonra hadîste tavsif buyurulan ticaret gelir. Bununla beraber hangi kazancın efdâl ol­duğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Mârûdî (—450): «Kazançların esâ­sı ziraat, ticâret ve san'attır» diyor ve Şâfü Mezhebî'ne göre bunlardan lieâretin daha makbul olduğunu söyledikten sonra şöyle devam ediyor «Bence bunların en helâli ziraaltir. Çünkü ziraat tevekküle daha yakın dir.» Mârûdî bundan sonra Buharî'nin Hz. Mikdâm'dan merfu' ola rak tahric ettiği şu hadîsi zikrediyor:

«Elinin emeğinden da­ha hayırlı .bir yiyecek hiç bir kimse yememiştir. Şüphe­siz ki Allah'ın Peygamberi Dâvud'da elinin emeğinden yiyordu.»

Nevevî diyor ki : «Doğrusu, kazançların en helâli el emeğidir Bu ziraat bile olsa el emeğine şâmil olduğu; içerisinde tevekkül vt insana, hayvana, kuşlara âmm ve şâmil faydalar bulunduğu cihet­li- yine kazançların en iyisidir.» Fakat Musannif îbni Hâcer: «Küf-fâr'dan cihâd suretiyle kazanılan mallar ondan üstündür. Hem hv Peygamber (S.A.V.)'in kazanç yoludur; içinde Kelİmetullah'ı i'lâ bu Umduğundan kazançların en şereflisi budur» demektedir, Hanefîler'ir mezhebi de budur. Maamâfîh bazıları cihâd'ı dahi el emeğinde dâhi] sayarlar.[5]

 

801/647- «Câbir b. Abdillah radıyallahü anhümâ'dan rivayet edit-diğîne göre kendisi Peygamber Sallallahü aîeyÛ ve seîlem'ı Fetih Yılı Mekke'de :

  Hiç şüphe yok ki, Allah ve pesûi'ü şarabı, İaşeyi, domuzu ve putları satmayı haram kılmıştır; derken işitmiş-* tir. Bunun üzerine:

  Yâ Resûlallah, ölü hayvanların iç yağlarından haber ver; çünkü onlarla gemiler   boyanır,   deriler   yağlanır;   halk onlardan   kandil ya­kar; denilmiş. Peygamber {S.A.V.) :

  Ha' ir, O satış  haramdır buyurmuş. Sonra  Resûlullah Sallaltahü eleyhi ve sellem o anda şunları söylemiştir :

  Allah yahudilerin belâsını versin! Allah kendileri­ne Ölü hayvanların iç yağlarını haram kılınca onu eritti­ler; sonra sattılar da parasını yediler.»[6]

 

Müttefekun aleyh'tir.

Fetih, hicretin sekizinci yılı Ramazanında vuku' bulmuştu.

Meyte: Şer'î usulle kosilmiyen veya hiç kesilmeden ölen hayvandır.

Sanem : Cevheri'ye göre vesen'dir. Başkaları ise sanem ile vesen arasında fark buluyorlar. Onlara göre vesen: Cismi olan puttur; sa­nem: Resimdir.

Hadîs-i Şerif, zikredilen şeyleVin haram olduğuna delildir. Şarap, lâşe ve domuz'un satılması bazılarına göre necis oldukları için haram­dır. Bunlar aynı illeti her necis şey'e geçirerek «necis olan her şeyi sat­mak haramdır» derler.

Hanefîler'le fukâha'dan bir cemâate göre tarlalara gübre yapmak üzere hayvan pisliklerini ve keza toprakla karıştırılmış insan pisliğini satmak caizdir. San'anî'ye göre ise şarap ve emsalininin satılma-masının illeti necis olmaları değil, haram kılınmalarıdır. Ona göre mezkûr şeylerin pis olmaları satılmalarına tam mâni' bir illet olmu­yormuş. Bize kalırsa Mâide sûresi'nin şu âyeti bu bâb'ta kimseye söz bırakmıyacak derecede açıktır:

«Ey iman edenler! Şarap, kumar putlar ve kısmet zarları hep şey­tan işi birer murdardır. Bundan dolayı sîz onlardan kaçının kî felah bulaşınız[7].» Görülüyor ki, ondan kaçınmanın sebep ve illeti murdar­lığıdır. Dinimiz bazı pisliklerin satılmasına müsaade ettiği halde, iç­ki hakkında  bu müsaadeye vermemişse  bundan anlıyacağımız  mânâ doğrudan doğruya sudur: Din nazarında içki necasetlerin en ağır hü­küm giyenlerinin başındadır; bu sebeple unun pisliği adetâ kalkatdır. ve şaraba «Ümmü'l - Habâİs» yani pisliklerin anası denilmiştir. Evet şarap, şarap olarak kaldıkça ondan hiç bir vecihle istifâde etmek mu­bah olamaz. Tivmiz'ı ile İbni Mdce'wn Hz. Enes'len rivayet ettikleri bir hadîste, Peygamber (S.A.V.) : Onu yapana, yaptırana, içene, taşı­yana, taşıtana, içirene, satana, parasını yiyene ve satın alana lânet et­miştir. Hattâ mu'tcmod kavle göre onunla tedavi dahi caiz değildir. Meğer ki, kimyevî bir istihale geçirmiş ola. Ancak o zaman ondan isti­fâde mubah olur. Meselâ şarap, sirke olursa kullanılması mubahtır.

Murdar ölen hayvanın yünü, yapağı, kılı, tırnağı ve boynuzu mur­dar değildir. Çünki bu a'zaya hayat girmediği çibi ölü de dcnilmçz. Ba­zılarına göre Ölü hayvanın kılları nocis İse de yıkamakla temizlenir, Cumhur'a göre aynı nccİs sayılan domuz gibi hayvanlardan maada ölü hayvanı satmak caizdir.

Putların satılmaması bazı ulemâ'ya göre mubah bir menfaat ta­rafları olmadığındandır. Hattâ : «kırıldığı zaman parçalarından istifâ­de rdilebilccckse satılabilir» diyenler vardır. Fakat ne de olsa putu put olduğu halde satmak caiz değildir. Çünkü Peygamber (Ş.A.V.) yasak etmiştir.

İç yağların hükmünün sorulması, mubahtır saniîdığındandır. Bun­ların üç nev'i faydası olduğu soran zât tarafından sıralanmasına rağ­men Peyg-mber (S.A.V.) : «O haramdır» buyurarak hükümden hâriç kflmadıgım açıklamıştır. «O haramdır» cümlesindeki zamir bazılarına göre bey'a râci'dir ve mânâ şöyle olur: «îç yağlarını sat­mak haramdır». Bazılarına göre ise zamir intifa'a râci'dir, yani o şey­lerle faydalanmak haramdır. Ekser-i ulemâ zamiri buna hamlelmiş ve «ülü hayvanın ancak dibagatlanmak şartı ile derisinden istifâde edilebilir.» demişlerdir. Zamiri bey'a râci' görenler ölü hayvanın kö­peklere yedirilmesini ittifâkan caiz addederler. Mczheb imamların­dan Ebu Hanîfe, Şafiî ve Mâlik ile fukâhâ'dan bir cemâatin mezhebi budur. Onlara göre pis balı arılara ve diğer hayvanlara yedirmek caizdir. Tahâvî (238—321)'nin rivayet ettiği bir hadîs de onlara delildir. Bu hadîs'e göre Peygamber (S.A.V.)'e yağın içine düşen fare­nin hükmü sorulcukta : «Yağ katı ise fareyi ve etrafındaki yd^ı atın; mâyî ise kandil yakın, yâhCıd ondan başka bîr suretle faydalanın» buyurmuşlardır. Tahavî : «Bu hadîs'in ri-' rali sikadırlar.» demiştir. Bu mesele Ashâb-ı Kirâm'dan : Ali, İbni Ömer ve Ebu Musa (R. Anhüm)den; Tâbiin'den de: Kasım b. Muham-ıncd ile Salim b. Abdullah'tan rivayet edilmektedir.

Hadîs-i Şerifte, satılması haranı olan şeyin parasının da haram ol­duğuna işaret vardır.[8]

 

802/648- «İbni Mes'ııd radıyattahü anh'ten rivayet olunmuştur, de­miştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve selle m'ı;

— Alış veriş yapan iki kişi aralarında bir beyyine olmaksızın ihtilâfa düşerlerse söz mal sahibinindir; yâ-hûd alış verişi bırakırlar; derken işittim».[9]

 

Bu hadîsi, Beşler rivayet etmiş Hâkim de sahîhlcmiştir.

Hadîs'in sahih olup olmadığı hakkında ulemâ'nın sözleri çoktur. Hadîs, alan İle satan arasında, fiyat veya satılan mal yahut bey'in şartlarından bir şart hakkında anlaşmazlık çıkarsa süz yemini ile be­raber satanın olduğuna delildir. Dinimizin umumî kaidelerinden anla­şıldığına göre alış verişte hangi taraf zahiri yani aslîn hilafım iddia ediyorsa iddiasını ispat ona düşer. Aslı ve zahiri iddia edene de yemin verdirilir. Bu kaideler Mecclloi Ahkâm-ı Adliyye'nin 76 ve 77. ci maddelerinde şöyle ifâde olunmuştur. «Beyyine müddaî İçin ve yemin münkir üzerindedir». «Beyyine hilâf-ı zahiri ispat için ve yemin aslı ibka içindir». Bu bâb'ta üç kavil vardır:   :

1— Söz mutlak surette satanındır.

2— Alan İle satanın ikisi de yemin eder ve mal sahibine iade olu­nur.

3— Tafsilâta gidilir ve nevi'de ihtilâf ile cinste veya sıfatta an­laşmamak arasında fark görülür.

Alan ile satanın ikisine de yemin ettirmenin veclu her birinin müddeâ aleyh (dâvâlı) olmasındandır. Yemin" işi Peygamber (S.A.V. )'in :

«Bey'yine müddeî'ye, yemin de inkâr edene düşer.» Hadîs-i şerifinden alınmıştır. Bu söz îslâmiyetten önce yaşıyan meşhur hatîb Kııss b. Sâîde'ye de nisbet olunur. Hadîs burada mut­lak olup «dâva babı» nın hadîsleri ile takyîd edilmiştir.[10]

 

803/649- «Ebu Mcs'ud-ı Ensart nulıyallah İt aııh'ien rîvâyet edildi­ğine göre, Resûlüllah SaU.Jalıü aleyhi ve ttcllcm köpeğin kıymetin­den, fahişenin mehrinden ve kâhinin gelirinden  nehîy buyurmuştur.»[11]

 

Hadis,   müttefekun  aleyh'tir.

Nehy'in aslı tahrîm için olduğuna göre Iladis-i şerif üç şeyin ha­ram kılındığına delâlet ediyor.

1— Köpeğin kıymeti ibâre-i nass ile satışı da delâleti iic    haram­dır. Hadîs öğretilmiş ve öğretilmemiş, keza edinilmesi eâiz olan ve ol-mıyan bütün köpeklere şâmildir. Aiâ ile NahâVdon av köpeğinin satılabileceğine dâir rivayet vardır. Bunların delili, Resûlüllah (S.A.V)'-in av köpeğinden maada köpeklerin kıymetini almaktan men'  ettiğini bildiren Câbir (R.A.) hadisidir. Mezkûr hadîsi İmam Ne.sâî (215— 303) mu'temed râvilerden tahric etmiştir. Bazı Mâlİkiler'le Hanefîler'e göre her nev'i köpek satılabilir. Zİrâ köpek kendisinden av ve bekçilik­te istifâde edilen bir hayvandır.

2— Fahişenin mehrî haramdır. Bundan maksat fahişenin zina mu­kabilinde aldığı paradır; mehir denilmesi mecazdır. Bu para hakkında fukahâ'nın   ihtilâfı vardır. İbni Kayyım (601—751)'e göre tasadduk etmek vaciptir.    Çünkü habis bir kazançtır.    Onu kabul etmiyerek sahibine iade ise ma'siyet sahibine tekrar suç işlemek için yardım olur; binâenaleyh caiz değildir.

3— Kâhin'in aldığı para haram ve söylediklerine inanmak küfür­dür. Bu bâb'ta icmâ' vardır. Kâhin: Gâib'ten haber veren kimsedir. Ve her çeşit falcı, remilci ve sâireye şâmildir. Böylesinin yalanlarını tas­dik haram olduğu gibi yaptığı işe mukabil kendisinin para alması da haramdır.[12]

 

804/650- «Cabir b. Abdilfah radıyallahil anhümâ'dan rivayet olun­duğuna göre, kendisi, bî-tâb düşmüş bir devesinin üzerinde gidiyormuş, nihayet deveyi başıboş bırakacak olmuş. Cabİr demiştir ki: (bu arada) Peygamber Sallallah aleyhi ve sellem bana yetişti. Ve bana duâ etti; hayvana da vurdu. Müteakiben deve öyle bir yürüyüş yürüdü kî, onun gibi bir yürüyüşü şimdiye kadar hiç yapmamıştı. Bunun üzerine Pey­gamber (S.A.V.)   :

— Onu bana bir ukiyyeye sat; dedi. Olmaz; dedim. Sonra yine;

__ Sat onu  bana;  dedi.   Ben  de  onu  bir  ukîyy'ye  kendilerine sattım. Ve yükünü onunla evime götürmeyi şart koştum. Eve vardığımda deveyi Resûîüllah (S.A.V.)'e götürdüm. Kıymetini bana saydı. Bundan sonra (evime) döndüm. Hemen arkadan bîrini göndererek:

— Acaba deveni alayım diye sana fiyat kırdım mı dersin? Deveni de dirhemlerini de alî o senin Jir; buyurdu.»[13]

 

Hadîs müttefekun aieyh'tir. Bu üslûb Müslim'indir.

Hadîs~i şerif bir kimseden malını satmasını istemekte ve fiatta in­dirim yapmakta hiç bir beis olmadığına, hayvanı satarak binmeyi is-tisnâ etmenin caiz olduğuna delildir. Lâkin ileride görülecek bir ha-dîs'e £ore istisnâ'li satış memunu'dur. Böyle iki hadîs tearuz edince ulemâ da ihtilâfa düşmüşlerdir:

1— İmâm jJımrd b. Hnnbel (164—241)'e göre    istisnâ'h satış caizdir. Zaten istisnâ'nın memnu' olduğunu bildiren hadiste    «An­cak istisna edilen miktar bilinirse o başka» denilmektedir kî burada da öyledir. Şu halde istisna mikdarı ma'lûm ve beyi' sahihtir.

2— İmam Mâlik  (93—179}'e göre mesafe yakın, yani üç gün­lük ise bu satış sahihtir., imam Mâlik, Câbir hadîsini buna hamlet-miştir.

3— îmâm-ı A'zam Ebu Hanîfc (80—150)   ile İmam Şâfü  (150 — 204) ve diğer bazılarına fiüre mutlak surette caiz değildir. «Câbir ha­disi onlara  muayyen  ve hususî bir kıssadır» diye tevil  olunrnuşlur; üzerinde bir çok ihtimaller mevcuttur. Sonra Peygamber (S.A.V.), Hz. Câbir'e devenin kıymetini vererek almış,  fakat hakikaten alış veriş kastetmemiştir. Maamâfih:  «Hz. Osman (R.A.) bir ev satmış, içinde bir ay oturmayı istisna etmiştir. Kıssa «Şifâ» da zikredilmiştir. Binâe­naleyh birinci kavil daha kuvvetlidir» diyenler de vardır.[14]

 

805/651- «(Bu da) ondan rivayet edilmiştir, -radujallahü anlı- Demistir ki: Bizden bir adam kölesini müdebber olmak üzere azâd etmîşii. Ondan başka malı yoktu. Bunun üzerine Peygamber Sallallahü aleyhi ve scllcnı, kendisini  çağırdı  ve  köleyi sattı».[15]

 

Hadîs Müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîsi Ebu Dâvud (202—275) ile Nesâî (215-303) de Hz. Câbir'dcn tahrîc etmişler, Ensâr'dan olan  zât ile kole'nin isimlerini de bildirmişlerdir. Hadîsin lâfzı şudur :

«Câbir'den rivayet olunduğuna göre Ensâr'dan Ebu Mezkûr ismin­de bir zat Ebu Ya'kub adındaki bir kölesini müdebber olarak azâd et­miş;  ondan  başka   malı  yokmuş.  Bunun   üie. ine  Peygamber  (S.A.V.)

köleyi getirerek :

— Bunu kim satın alacak?; dîye sormuş. Köleyi derhal Nuaym b. Abdillâh b. en-Nahham sekiz yüz dirheme satın alarak para­sını kendilerine vermiştir.» Buharı (194—256) bunun için ayrıca bir bâb tahsis etmiştir. İştnâHVnin rivayetinde «Adam borçlu idî» kaydı da vardır.

Bu kayda bakarak ulemâ "dan bazıları müflis'in malında tasarruf­tan mcn'cdilcceğine kail olmuşlardır. Onlara göre müflis'in malını onun yerine hükümet reisi satabilir. Bahsin geri kalan yerleri inşâallah bâb'mda görülecektir.[16]

 

836/652- «Peygamber Su Ila Ha h il aleyhi ve seHcm"\n zevcesi Mey-münc ratltyallahü anhâ'dan rivayet edildiğine göre bir fare yağ İçine düşerek Ölmüş; mes'ele Peygamber Sallallahü aleyhi ve scllcm'e so­ruldukta :

— Fareyi ve etrafındaki yağı atın da yağı yeyİn; bu­yurmuştur.»[17]

 

Bu hadisi, Buharı rivayet etmiştir. Ahmed ile Jesâî «Donmuş bir yag içine» ifâdesini ziyâde etmişlerdir.

Peygamber (S.A.v.) in «farenin düştüğü yerin etrafını atın» diye emretmesi ölü hayvanın necis olduğuna delâiet eder; çün­kü etraftan murâd: hayvanın temas ettiği yerlerdir. Musannif «Fet-hiı'l-Bari» de şöyle diyor : «Atılacak miktarın tahdidi sahih bir ta­rikte yoktur. Lâkin İbn Ebî Şeybe, Atâ'nın mürsellerinden bir avuç miktarı olacağını tahric etmiştir. İrsali olmasa hadîsin senedi iyi­dir.»

D;;r.muş ta'birinin mefbum-ı muhalifi, mayi' yağın her tarafı­nın murdar olacağına deiâlet eder. Zira mayi'in neresine değip dey-iiK-:liği fark edilemez. Hadîs-i şerif pis yağdan faydalanmanın caiz olmadığına da işaret ediyor. Bu bâb'ta yukarıda söz geçmiş ve ye­mekten gayrı hususat'ta faydalanmanın caiz olduğu görülmüştü. Binâenaleyh, faydalanmayı yasak eden hadîsler o hadîs'e hamlolu-nurtar. Böylelikle de delillerin arası bulunmuş olur.

Necâset'e dokunmaya geünce :

Ona dokunmak ancak onu gidermek için caiz ise de zararını def etmek için bu cevaz hakkında hilaf yoktur. Acaba fırın kızdırmak ve yeri bu necasetle sıvamak gibi şeyler caiz midir? «Caiz olması akla daha yakındır» deniliyor.[18]

 

807/653- «Ebu Hüreyre radıyallahü an/i/den rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, şöyle buyurdular:

— Fare yağın içine düşer veya donmuş olursa der­hal fareyi ve etrafındaki yağı atın; mayi' ise artık ona yaklaşmayın.»[19]

 

Bu h;ıdisi, Ahmed ik' Ebu Dâvud rivâyonişlerdir.Buharı ile Kbn âtım ine onun vehim olduğuna hükmetmişler­dir.

Tlrtnteı (200—-279) : «BuharVy'ı bu hadîs ıatâdır derken işit­tim.» demiştir. Doğrusu ZiifırVmn Abdullah'dan, onun da İbn Abbas'-tan, onun da Meymûne (R, A.)'di\n rivayetidir.

Demek oluyor ki. -Kukan hadîsi Hz. Msymûne (R. Anhâ) dan sabit bulmuş; anca Ebû Hüreyre tarîkine vehimle hükmetmiştir. Maamâfîh İbn Hibban (—354) Sahih»'indc hadisin iki vecihten de sabit olduğuna cezmetmiştir.

Ba hadîsteki ihtilâf yalnız lâfızdadır; hükmü ihtilafsız sabit­tir. Sonra fareyi ve etrafındaki yağı atarak kalanından yemek su­retiyle faydalanılması donmuş yağa mahsustur. Bu cihet Sahîh-i Buharî'dc şu lâfızlarla beyân olunmuştur.

«Fareyi ve etrafındaki yağı alın da yağınızı yeyin» Bundan anlaşılıyor ki, yağ erimiş olursa tamamen atılacaktır. Hadîsin zahiri erimiş yağ ne kadar eok olursa olsun, atılacağına de­lâlet ediyorsa da. bu hadîs ile Tahavî hadîsi'nin aralarının bulunduğu­nu yukarıda gördük.

.Fayda : Mükellefin kedi köpek gibi hayvanlara lâşe yedirmesi câİz görülmektedir.[20]

 

808/654- «Ebu Zübeyr[21] radıyalîahü anh'ien rivayet olunmuştur.

Demiştir kî: Câbir'e kedi İle köpeğin semenini (satış bedelini) sordum: — Peygamber Rallallahü aleyhi ve sellem bundan men' etti; dedi.»[22]

 

Bu hadisi  Müslim ile  Nesâİ rivayet etmişlerdir.  Nesâi «yalnız av köpeği müstesna» cümlesini ziyâde etmiştir.

imam Müslim (204-261) bu hadisi Hz. Câbir ile Râffi' b. Hâdten rivayet etmiştir  Nesâî rivayetinin sonuna av köpeğinin istisna edildiğini ziyâde etmiş, fakat:  «Bu münkerdir» demiştir.

Musannif «et-Telhîs» te : «Câbir hadîsinden istisna vârid olmuştur; râvileri hep sika adamlardır» diyor.

Câbir rivayetini İmam Ahmed ile Nesâî de tahric etmişlerdir. Ba rivayette öğretilmiş köpek istisna edilmektedir. Şu kadar var ki Musannifin : «Râvileri hep sika adamlardır.» sözüne karşılık Mü-nâvî «el-CâmİÜ>agir» şerhinde şunları yazmıştır : «İbnü'l-Gev-2Î : Bu hadîsin ravîleri arasında el - Hüseyn b. Ebî Hafsa vardır; demiştir. Yahya bu adam hakkında: Hiç bir şey değildir; dediği gibi onu İmam Ahmed de zait bulmuştur. İbn Hibban ise: Bu haber bu lâfızla bâtıldır, aslı yoktur; demektedir.»

Av köpeği edinmek, edinenin ecrinden hiç bir şey kaybetmeksizin caizdir. Bu hususta Peygamber  (S.A.V.)  şöyle buyurmuştur:

«Bir kimse, av köpeği müstesna, bir köpek edinirse her gün için ecrinden iki kırat azalır.»

Bazıları : «Bu iki kîrat'ın biri gündüz, biri geceye âit sevaplardan­dır» demiş; diğerleri : «Biri farz'a diğeri nafileye aittir» mütalaasın­da bulunmuşlardır.

Köpeğin semeni ekser-î ulemâ'ya göre yasaktır; bunu yukarıda Ebû Nles'ud hadîsi'nde görmüştük. Kedİ'nin semenini ise yalnız Müslim rivayet etmiştir. Nehy'in aslı tanrım için olmakla beraber Cumhur-u ulemâ kedi hakkında da ihtilâf etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (R. A.) ile Tavus ve Mücâhid hazerâtı kedinin sa­tılmasının haram olduğuna kaildirler. Cumhur ise satılmasında bir fayda varsa cevaz vermişlerdir. Onlar hadîsteki nehy'i tenzih mânâsı­na almışlardır.

Şunu da arzetmeliyiz ki, bu hadîsi İmam Müslim rivayet ettik­ten sonra artık onun hakkında «zaîftir» demek; onu Ebu'z-Zübeyr'den yal­nız Hammâd fa. Seleme rivayet etmiştir, iddiasında bulunmak merdud-tur. Kaldı ki, îmam Müslim onu Ma'kil b. Abdillâh tarîki ile de Ebu'z-Zübeyr'den rivayet etmiştir.[23]

 

809/655- «Âişe radıyallahü anhâ'âan rivayet olunmuştur, Demişt ki:   Berîre  bana  gelerek  şunfan söyledi:

  Ben bizimkilerle her sene bir okiyye ödemek şartı ile dokuz oki yeye mükâtebe[24] yaptım;  binâenaleyh  bana yardım  et; Ben de d d i m ki:

  Senİnkiler dilerlerse ben bu meblâğı onlara sayayım. Ama lâ'n[25] benîm olursa yaparım.

Bunun üzerine Berîre sahiplerine giderek (meseleyi) kendilcrir anlattı; fakat teklifini kabul etmemişler. O da onların yanından (ka kıp) geldi.

ResûlüÜah Salldllahü aleyhi ve sellem, oturuyordu. Berîre :

  Ben bu işi onlara arzettim ama kabul etmediler, ilîâ velâ hakkı kendilerinin olacakmış; dedi. Bunu Peygamber Salldllahü aleyhi ve sel-lem de işitti. Ve artık Âişe Peygamber SaÜallahü aleyhi ve seUem'e meseleyi anlattı. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)  :

  Onu al ve velâ'yı kendilerine şart koş. Çünkü ve­lâ' ancak ve ancak azâd edenin hakkıdır; buyurdular.

Âişe de Öyle yaptı. Sonra Resûlüllah salldllahü aleyhi ve sellem halkın arasında hutbe trâd'ı içîn ayağa kalkarak, Allah'a hamd-ü senâ'da bulundu. Sonra şunları söyledi:  Bundan sonra :

— Bir takım adamlara ne oluyor kî Allah azze ve celle'nin kitabında olmayan bazı şartlan ortaya atıyorlar? Allah'ın kitabında olmayan herhangi bir şart, bâtıldır, isterse yüz tane şart olsun Allah'ın hükmü tâbi olmağa en lâyık hüküm; Alah'ın şartı da en sağlam şarttır. (Bînnetîce) veiâ ancak ve ancak azâd edenindir.»[26]

 

Hadîs mütfefekun aleyh'tir. Lâfız Buhârî'nindir. Müslim'de şu ziyâde vardır:  

«Onu satın al da azâd eyle, hem velâ'yı kendilerine şart koş».

Hz. Bezire'nin sahihleri ensâr'dan bazı zevat imiş. Hadîs-i Şerîf, sa­hibi ile köle arasında (Kitabet) denilen akdin yapılabileceğine delildir. Bu akdin mahiyeti: kölenin, hürriyetine kavuşmak için muayyen mik­tar bir malı sahibine ödemeyi kabul etmesidir. Malı ne vakit öderse o zaman azâd olur: yani hürriyetine kavuşur.

Kitabet, Hanefîler'le diğer bir çok ulemâ'ya göre mendûptur.

Atâ' ile Dâvud-u Zâhirî'ye göre köle kendi kıymeti mukabilinde bunu isterse kitabet vacip olur. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de:

[27] «Onlarla mükâtebe yapın» buyurulmuştur.

Emrin zahiri ise vücûb ifâde eder. Fakat bunlara: «Buradaki emrin. nedib için olduğuna icmâ' vardır» diye cevap verilmiştir.

Ayet-i Kerîme'deki Eğer onlarda bir hayır (olduğunu) biliyorsanız» ifâdesi ya kayd-ı vukûî'dir ve âdeti takrir eder; yahut kayd-ı ihtirâzîdir. Yani: kölede hayır olduğu ma'iûm değilse kitabeti yapmamak daha iyi olur; manasınadır. Nitekim.

Ebu Davud'un hem nıerfu' hem de mürsel olarak rivayet ettiği şu hadîs de bu mânâyı te'yıd eder. 

«Peygamber (S.A.V.) :

— Eğer kölelerde bir san'at olduğunu bilirseniz ne a'lâ. (Yoksa) onları âlemin üstüne yük göndermeyin; buyurmuşlardır.»

Âyet-i Kerîmedeki (hayır) İbn Abbas (R.A.) 'e göre mal demektir.

Bazıları: hayırdan murâd: emânet ve vefakârlıktır; demişler, bir takımları da bunu «kitabet senin hacetini görüyorsa» mânâsına almışdır,

Hz. Berîre'nİn (her sene bîr okiyye) sözünü Peygamber {S.A.V.) 'in takrir buyurması bedel-i kitabetin taksitle ödenebileceğine delildir. tmam Şafiî (150 - 204) İle diğer bazı fukâhâ'ya göre kitabette taksit şarttır. Onlar Selef-i sâlîhîn'den gelen bazı rivayetlerle istidlal ederler. tmâm-ı A'zam, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel ile cumhur'a göre taksitle kitabet vacip değil caizdir.

Peygamber (S.A.V.) 'in Hz. Âîşe'ye «al onu» buyurması mükâ-teb bedel-i kitabeti ödeyemediği zaman satılmasının caiz olduğuna de­lâlet eder. Mükâteb'İn satılıp satılmaması hususunda üç kavil vardır:

1— Mükâteb satılabilir tmam Ahmed ile Mâlik'in mezhebi bu­dur. Delilleri Ebu Dâvud ile tbni Mâce'nin Amr b Şuayb'ten tahrîc et­tikleri şu hadistir:  

«Mükâteb, üzerinde bir dirhem kaldığı müddetçe kö­ledir»

2— Mükâteb: kendisini azâd edecek kimseye rızâsı ile satılabilir. Bunlar Btrîre hadîsi ile ihticâc ederler.

3— Mükâteb: mutlak surette satılamaz, İmâm-ı Azam Ebu Hanîfe ile bir cemâatin mezhebi de budur.

Delilleri : Kölenin sahibinin milkinden çıkmış olmasıdır.[28]

 

810/656- «İbn Ömer radıyallahü anhümd'dan rivayet afunmuştur. Demiştir ki:                

— Ömer, Ümmii Veled (câriye) lerin satılmasını yasak etti ve: (böyfesi) satılmaz, bağışlanmaz, mîras da bırakılmaz. Hatırına geldikçe ondan istifâde eder, öldüğü vakit artık bu câriye hürdür; dedi»[29]

 

Bu hadîsi Mâlik ve Beyhakî rivayet etmiş; Beyhakî: «Bu hadîsi bâzı râvîler refi' ederek vehme kapıldı» demiştir.

Dare Kutnî (30S - 385): «Sahîh olan, Ömer'e mevkuf olmasıdır» diyor. Abdülhak dahî bunun gibi bir şey söylemiştir. Bu bâbta eshâb-ı kîrâm'dan eserler çoktur. Hâkim, İbni Asâkir ve tbni Münzir Hz. Bü-reyrede'den şu had'si tahrîc etmişlerdir:

«Demiştir ki: Ben Ömer'in yanında oturuyorudum. Birden bîr kadın feryadı duyuldu. Ömer:

  Yâ Yerfe'[30] bak şu ses nedir? dedi. O da bakıp geldi ve:

  Kureyş'ten bir câriye... annesi satılıyormuş... dedi.  Bunun üze­rine Ömer:

  Bana muhacirlerle Ensâr'ı çağır; dedi. Bir saat bile geçmemişti kî ev ve oda dolmuştu.  Müteakiben  (Ömer) Allah'a hamd-ii sena etti. Sonra şunları söyledi:  Bundan sonra:

  Acaba Muhammed {S.Â.V.)'İn    getirdiği şeyler arasında akraba İle kat'ı alâka da varmı idi? Cemâat:

  Hayır! cevabını verdiler. Ömer:

— O halde aranızda bir takım hayvanlar türemiş; dedi. Sonraf yok­sa siz geriye[31] döndüğünüz takdirde yer yüzünde fesat çıkarıp; kat'ı rahim mi ede yazdınız?) âyetini okudu. Daha sonra :

  Allah sîze maişet genişliği vermişken sizden  birinizin annesinin satılmasından daha kesin hangi hicran olabilir? dedî. Cemâat:

  Sen münasip gördüğünü yap! dediler. Bunun üzerine o da uzaklardakilere: «Hiç bir hürrün annesi satılmasın; zîrâ bu hicrandır; hela! değildir; diye yazdı.»

Bu hususta daha da bir çok eserler vardır.

Hadîs-i Şerîf, sahibinden çocuk doğuran bir cariyenin satılması ha­ram olduğuna delildir. Böyle cariyelere Ümm-ü Veled derler.

Ulemâ-i ümmet'in ekserisi buna kail olmuşlardır. Katta müteah-hirin'den bir cemâat ümm-ü Veled'i satmanın haram olduğuna dair icmâ' bulunduğunu iddia etmişlerdir. Hafız ibni Kesir bu mesele hakkında ayrıca bir cüz tahsis etmiştir. Zâhirîler'le bazı fırkalar aşa­ğıdaki hadîsle istidlal ederek ümm-ü veled'in satılabileceğine kail ol­muşlardır.[32]

 

811/657- «Câbir radıyallahü anh'6an rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Biz Peygamber sallallahü aleyhi ve selîem sağ iken Ümm-ü veled olan cariyelerimizi saSardik; bunda bir beis görmezdi.»[33]

 

Bu hadîsi Nesâî, İbni Mâce ve Dare Kutnî rivayet etmişlerdir İbn Bibban onu sahîhlemiştir.

Hadîsi, İmam Ahmed, Şafiî, Beyhakî, Ebu Dâvud ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Hâkim'in rivayetinde (Ebu Bekir zamanında) kaydı vardır. Yine orada «Ömer bizi men'edince biz de vaz geçtik» cüm­lesi vardır.

Hâkim aynı hadîsi Ebu Saîd'ten de rivayet etmişse de bu riva­yetin isnadında zaîf râvî vardır.

Beyhakî (384-458) : «Hadîsin hiç bir tarîkinde Peygamber (S.A.V.) in bu işe muttali' olup da eshâbmı takrir buyurduğu yoktur» diyor.

Ümm-ü Veled'in satılmasına cevaz verenler Hz. Ali (R.A.) 'in vak­tiyle «Haramdır» derken o sözünden dönerek satılmasının caiz olduğuna kail olması i!e de istidlal ederler. Filhakika Abdürrezzâk, Ma'mer-den, o da Eyyûb ia.n o da îbn Sîrîn'den. o da Ubeydetü's-SelmânVden işitmiş olarak su hadîsi rivayet etmiştir:                       

«Ubeyde demiştir ki: Ali'yi şöyle derken işittim: Ben 1le, Ömer'in reylerimiz Ümm-ü Veled cariyelerin satılmıyacağı hususunda birleşmiş idi;  sonra ben satılmalarına  kaiS  oldum...»

Eu rivayet en sahîh isnadlardan ma'dudtur.

Bazıları bunlara cevaben; «Hz. Câbir hadîsi islâmiyetin ilk zaman­larında idi sonra nesh edildi» demişlerdir. Sonra Câbir hadîsi takrirdir, diğer hadîsler ise kavildir; tearuz vukuunda kavil tercih edilir. Maamâ-fîh bu cevaplara da itirazlar vâkî olmuştur.[34]

 

812/65- «Câbir b. Abdillâh radıyallahü anhiimâ'dan rivayet edil­miştir. Demiştir ki: Resûiüllah sallallahü aleyhi ve sellem bizi suyun fazlasını satmaktan nehyetti.»[35]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiş; bir rivayette «Devenin aşmasını satmaktan da» cümlesini ziyâde eylemiştir.

Bu hadîsi «sünen» sahipleri îyâs b. Abd'ten rivayet etmişlerdir. Tirmizî (200 - 279) onu sahihlemiştir.

Hadîsi Şerif ihtiyaçtan artan suyu satmanın caiz    olmadığına delildir.

Ulemâ diyorlar ki: «Bunun sureti; mubah bir yerden su kaynayıp bir kimsenin o suyu tutmasıdır. İhtiyaçtan fazlasını tutmağa hakin yok­tur. Kendi milkinde su biriktirerek fazlasını başkalarına vermemek ve keza kuyu kazarak ihtiyacını gördükten sonra artan suyu komşuların­dan esirgemek hep memnu'dur.»

Zâhirîler'den îbn Kayyım (691—751) hadîsin zahirine bakarak: «ihtiyaçtan artan suyun hangi nev'i su olursa olsun ve nerede bulu­nursa bulunsun ihtiyaç sahiplerine verilmesi vaciptir» diyor.

îbni Kayyım ihtiyaç sahibine bu bâbta geniş salâhiyet tanımak­ta ve: «Böylesi su almak veya ot biçmek için başkasının miîkine bi­le girebilir, çünkü bunlarda hakkı vardır; gayrın milkini kullanmak ona mâni, değildir. İmam Ahmed çobanın mubah olmayan bir yerde hayvan otlatmasının caiz olduğunu nassan bildirmiştir.» demekte­dir.

Zâhirîler'in bir çoğu aynı kanâattedirler. Onîara göre bu hususta milk sahibinin izin vermesinin bir fâidesi yoktur. Çünkü milkine gir­mekten men' etmeye zaten hakkı yoktur; men" etmesi haramdır; binâ­enaleyh onun yerine girmk iznine bağlı değildir. Yalnız evde yaşayanlar varsa o zaman izin almak îcabeder.

Hâsılı bir kimse kuyu kazsa veya nehir akıtsa, yeri kendi milki ol­sun olmasın suyu kullanma hakkı herkesten Önce onun olmakla beraber suyun fazlasını başkalarına vermekten imtina Hemez. Ebû Davud'­un tahric ettiği şu hadîs de buna delildir :

«Bîr adam :

  Yâ Nebiyyailah, vermemesi helâl olmıyan şey nedir? dedi.  Resûlüllah (S.A.V.) :

  Sudur: cevâbını verdiler. Adam (yine)  :

  Yâ Nebiyallah,  (daha)  hangi şeyi vermemek helâl değildi ? diye sordu:

  Tuz'dur;   buyurdular.»

Görülüyor ki. tır/ ve benzeri şeyler su hükmündedirier. Ancak bu ihûhn rruıhrez olmayan yani korunmayan şeyler hakkındadır. Şayet su veya ol konmuyorsa, onun hükmü bu kıyaslan hâriçlir; 7Îrâ fazlasını satabilir.  Başkalarına parasız damıtmak mecburiyetinde değildir.

Resulü Ekrem (S.A.V.)  :

«Kim Bi'r-i Rûme'yi satın alır da onunla müslümanlar başını çözerse cennet onundur» buyunnushu ve derhal Hi. Osmnn d*. A.) kuyuyu satın almıştı. Bu badis kuyuların satılabi­leceğine delildir.

Deve'nin asmasıntian murad: Çiftlesmesidir. Aşağıdaki hadîste buna (asb) nilmislir. Erkek devenin sahibi çiftleştirme mukabilinde ücretak demektir.[36]

 

813/659- «ibni Ömer radtyallcthii anhümâ'âan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah Saîlnünhü aleyhi ve sellem, erkek (hayvan)'ın menisi mukabilinde kira almaktan nehyetti.»[37]

 

Bu hadîsi. Buharı rivayet etmiştir.

Bu ve bundan ö:ıceki hadis dişi hayvanı aşmak için erkeğini ki-ralam^ım haram olduğuna delâlet ederlerse de seleften bir cemâat bunun malûm bir nüddet için caiz olduğuna zâhüb olmuşlardır. On­lar ihtiyacı ve menfaati nazar-ı i'tibâra tutarak nehyi tenzih mâ­nâsına almışlardır. Nitekim mezheb imamlarından Mâîik'in kavli de budur.

Dİger mezhcblerdon Hanefîler'c pörc hayvanın menisini, karnındaki yavruyu ve doğ;:cak yavrunun neslini satmak bâtıldır. Çünkü bunlar­ıma! değildir. Şâfiiler'le Hanbelîler'e Rörc ise hu alış veriş bâtıl değil fa­sittir. Bununla beraber onlara göre alış verişin bâtılı i e fasidi aynı mâ­nâya gelir ve ikisi de haramdır.[38]

 

814/660- «(Yine) İbni Ömer yıi'iıı/allahü anhiivıâ'âan rivayet olun­duğuna göre: Resûlüllah Sullnllahii aleyhi ve ftcllcm ana karnındaki yavruyu ve onun yavrusunu satmaktan nehyetmiştir. Bu aiış-veriş câ-hiliyet ehlinin yaptığı bir bey' idi. Herif deveyi dişi devenin doğurma­sına; sonra onun karnındakînin doğurmasına (ta'likan evvelden) satın alırdı.»[39]

 

Müttefekun  aleyh'tir.  Lâfız Buharinindir.

H;ıdîsin «Nehyetmiştir» cümlesinden sonraki kısmı ya Nâfî'İn, ya-hud da İbni Ömer (R.A.)'m kendi ifâdesinden müdrec olup yukarısı­nın tefsiridir.

Hndîs-i Şerif çeşitli  lâfızlarla rivayet edilmiştir.

(Habe!) gebelik demektir. Ebu Ubryd diyor ki : «insandan gay­rı inahlukât hakkında «iıabel» tâbiri yalnız bu hadiste vârid olmuş­tur.»

Maamâfîh: başka hadîslerde de vârid olmuştur; diyenler dahî var­dır.

Hadis bu alış verisin haram olduğuna delildir. Ulcmâ'nm hu hâbtaki kavillerini bundan evvelki hadîste görmüştük. Ulemâ mezkûr alış verisin niçin yasak edildiği' hususunda dahî ihtilâf halindedirler.

İnıâm-t Şafii, İmâv> Mâlik ve bir cemâat : «Bu bey'in yasak edilmesi, devenin kıymeti doğup meydana gelinceye kadar te'cil olunduğun d and ir-» demişlerdir.

Hcnsfîİer'le Hanbelüer'e ve lûgnt ulemâsından bir cemâate güre yasak edilmenin illeti: ortada mal diye bir şeyin bulunmaması ve tes­lime muktedir olmamasıdır.

İmâm T irinizi dahi cezmen bu kavle zâhib qlmuştur.

Ru alış veriş bey-i garer denilen aidatına alış verişine dâhildir.

Bey-i garer hadisi az ileride görülecektir.

Hâsılı  buradaki  İhtilâftan  dört  kavil  meydana gelmiştir:

1— Bu bey'den murâd: te'cilli satıştır; yani simdi satıp muayyen bir müddet sonra parasını almaktır. Yasak edilmesi de bundandır.

2— Buradaki  aiış  verişten  murâd:   ana  karnındaki yavrunun  sa­tılmasıdır. Bey1 bunun için yasak edilmiştir.

3— Bey'den murâd le'eildir. diyenler buradaki müddetin ana hay­vanın doğurması ile mi yoksa doğuracağı yavrunun doğurması ile mi sona ereceği hususunda ihtilâf etmişlerdir.

4— Buradaki  alış  verişten murâd:  ana  karnındaki yavrudur;   di­yenler de., yavrudan maksat ilk yavrrmu, yoksa yavrunun yavrusumu olduğunda ihtilâf etmişlerdir.

İbni Ki sân ile Ebi'l-Abbas Mü be rrid'ten rivayet edildiğine gö­re, hadîsteki «habele» tâbirinden murâd; gebelik değil, üzümdür; yani bu hadîste yasak edilen alış veriş henüz kemâle gelmeden üzümü sat­maktır. Filhakika «habele» kelimesi üzüm mânâsına da kullanılmış­tır; fakat hu mnânda ekserİvetle «hable» seklinde okunur.[40]

 

815/661- «(Yine) ondan -ratlıyallahü anlı- rivayet edildiğine göre; Resûlüllah SaUallafcü alcıjhi ve scUcm velâ'yı satmaktan ve hibe et­mekten  nehî buyurmuştur.»[41]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Vclâ'nın bir nev'i akrabalık ihdası olduğuna yukarıda işaret et­miştik. Evet bu bir akid olup iki kısımıdır. Velâ-i atâka, Velây-ı mıı-vâlât. Veiâ hakkını kazanana «mev!â» derler.

Velâ-i atâka : Köle âzâdı sebebi ile hâsıl olan akrabalıktır. Buna velâ-î ni'met de derler. Artık âzâd edilen" köle Ölürse mcvlâsı olan sa­hibi ona mirasçı olur.

Velâ-i Muvâlât Bir nev'i yardımlaşma akdi olup, müslüman olan bir kimse ile ona yardım eden arasında şu şekilde yapılır: Müslüman olan kimse dostuna : «Sen benim mevlâmsın; bir cinayet işlersem ce­nini için onun diyetini ödersin; öldüğüm zaman da bana mirasçı j!ur­sun» der. Dostu da bunu kabul ederse akid sahih olur.

Câhiliyet devrinde araplar çeşitli suretlerde yardımlaşma akidleri yaparlardı. Peygamber (S.A.V.) bunlardan yalnız iki nev'i veiâ'yı tak­rir buyurmuş; diğerlerinin hükmünü kaldırmıştır. Araplar velâ hakkı­nı satar ve bağışlarlardı. İslâmiyet bunu da yasak etmiştir. Çünkü ve­lâ neseb gibi bir şeydir. Onu elden çıkarmak kulun elinde değildir.[42]

 

816/662- «Ebu Hüreyre radıynllahû anh'ien rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah KallalUthii aleyhi ve sellem taş atma satışı ile al­datma  satışını nehyetti.»[43]

 

Rıı hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.

Hadis-i şerif satış suretlerinden iki tanesinin yasak edildiğine delâ­let ediyor. Bunların birincisi taş atma satışıdır. Bu satışın tefsirinde ihtilâf edilmiştir. Bazılarına göre : «Şu taşı at; hangi elbisenin üzeri­ne düşerse o elbise bir dirheme senindir» diyerek yapılan satıştır.

Diğer bazılarına göre: Bundan maksat, arazisinden bir taş atımı yer satmaktır.

Bir takımları: «Tas atma satışı, eline bir avı;ç taş alarak: avucum-da kaç taş çıkarsa satılık maldan o kadarı benim; diyerek ypıian sa­tıştır» derler Yâhût birine mal satarken bir avuç taş alarak: «avucum-da kaç taş çıkarsa bana o kadar dirhem vereceksin» diye yapılan sa­tıştır. Bu satışın başka bir nev'i de eline bir taş alarak: «Bu taş ne za­man yere düşerse satış o zaman vâcib olacak» diyerek yapılır.

Aynı satış koyun sürüsünün ününe çıkarak : «Bu taş koyunlardan hangisine rastlarsa o koyun şu kadara senin olacak» diyerek bir taş at­mak suretiyle de olur.

Hangi şekil ve surette olursa olsun bu satışların hepsi aldatmayı tezammun eder. Çünkü ya semen'de, yahut da satılan malda meçhulük vardır.

Hadisteki «garar» kelimesi bunlara şâmildir. Böyle olduğu hâlde yine de ayrıca zikredilmesi bu satışların câhîliyet âdeti olduğunu. Pey­gamber  (S.A.V.)'İn onları yasak ettiğini göstermek içindir.

İkincisi : Aldatma satışıdır. Bu satış tahakkuk ettikte müşterinin razı olmıyacağı kuvvetle muhtemeldir. Binâenaleyh başkasının malını bâtıl suretle yemek kabîlindendir.

Aldatma satışı çeşidi suretlerle yani kimi kaçak köleyi veya ova­da vahşîleşmiş atı satmak gibi teslime kadir olamayan şeyi, kimi de büyük bir sudaki balıkları satmak gibi milkinde olmıyan şeyi satmak­la yapılır.

oldukları dolayı mrsnı' sayılmışla; ücretle lığına kiraya v. rıiK1 gibi muamelât bunlardandır. Kir t;ıık!ıın hak­kında da ihtilâf edilmiştir. Fkınlann yeri fıkıh kitaplarıdır.[44]

 

817/663- «{Yine)Ebu Hüreyre  rruln/allalıü 'dan rivayet edildi­ğine göre; Resûlüfİais alla1bthü aleyhi ve sellem:

— Her kim bir yiyecek satın  alırsa onu ölçmedikçe satmasın;  buyurmuşlardır.»[45]

 

Bu hadisi, Müslim rivayet etmiştir.

Yiyecek bir sey satın alanın onu eline almadan satmasının memnu olduğu Ashâb-i Kirâm'dan bir cemâat tarafından rivayet edilmiştir. hv.âm Ahmnl b. Hanbel (164—241)'in Hakîm b. Hizam (R.A.)'dan rivayet ettiği şu badi yiyecek ve saireye şâmildir:

«Dedim ki:  «Yâ Resûlellah!   ben  çeşitli  şeyler satın  alıyorum.  Aca­ba  bunların  bana  hangisi  helâl,  hangisi haram  olur? Resûlülİah   (S.A.V.) :

— Bir şey satın aldınmı onu eline almadıkça satma; buyurdular.»

Dârc Kutnl (306—385) ile Ebu Dâvud (202—275) Zeyd b. Sabit (R. A.)'ânn şu hadîsi tahrîc etmişdir ;

«Peygamber   {S.A.V.)   malın satın   alındığı   yerde  o  malı   tacirler   kendi   eşyalarına   katincaya   kadar satılmasını yasak ettî».

Bu hadîsi Tirnıizi müstesna Yedi'fer  İbni Abbas (R.A.)\Um şu lâfızlarla tahrîc etmişlerdir  :

«Her  kim bir yiyecek satın alırsa onu eline almadan satmasın.»

jbni Abbas: «Zannetmem ki her şey de böyic olmasın.» demiştir.

hadîslcf Kalın alınan bir inalın satılabilmişi irin o malı teslim almanın şart okluğuna delâlet çimektedirler. Fukâhâdan bazıla­rı bunun  yalınız yenilen  seyL're mahsus oklusuna  kail  olmuşlardır.

İmâm-) A'znm Khu //mti/r'yc göre menkul, yani bir yerden baş­ka yere gntürülebüoıı maîlaia mnhKusı.Mur. Delili  Zeyd b.  Sabit  (R.A.)  hadîsidir.

Cumhura j'ore hüküm her mala ânını ve şâmildir; ve müşteri sa­tın  aldım   bir  m.'iîı   teslim  alnrıdıkea  mutlak   surette  salama.

Fâide: Dâir Kıılni Hz. Câbir  (İL A./dan su hadisi tahrif etmiştir;

«Resûlüllah (S.A.V.)  yenilen şeylerde iki Ölçek -satanın ölçeği ile alanın ölçeği- cereyan etmedik­çe   (onu)   satmaktan   nehyetti.»

Bunun bir benzerini do Bczzur güzel bir isnad ile Hz. Ebu Hürey-re'den rivayet ediyor. Röylece hadîs ölçülerek .salın alman bir mal tes­lim alındıktan sonra satılmak istenirse yeniden ölçülerek satılması icab ettiğine delâlet ediyor.

Cumhur-u ulemâ'nm kavli de budur.

Atâ : «Satın alırken ölçülmesi kâfidir» demiştir ki, her halde bu hadîsi duymamış olacaktır.

İki defa ölçülme emrinin sebebi : «Noksan çıkması ihtimalin-dendir» diyorlar. Bu suretle aldatmadın önüne geçilmiş olur.

İki defa ölçme hadîsi cüzâfen yani göz kararı ile yapılan satı­şın caiz olmadığına delildir.

Ancak Ibnİ Ömer (R. Anhümâ)'mn hadîsinde  şöyle denilmiştir   :

«Bİz  yiyeceği   hayvan üzerinde giden satıcılardan göz kararı ile satın alırdık .Sonra Resûlüllah (S.A.V.) onu (evimize) nakletmeden satmaktan bizi nehyetti.»

Hu hadisi Tinniıî müstesna, muhaddİsler cemâati rivayet et­miştir.

İlmi Kudüme (—744) : yığın halindeki mal göz kararı ile .sa­tılabilir. Bu bâbta ihtilâf bilmiyoruz» diyor.[46]

 

819/664- «(Bu da) Ebu Hüreyre radıynllnhü anh rivayet olun muştur. Demiştir ki: Resûlüllah Sallallalıü aleyhi ve scîlem bir defad; iki sütış yapmaktan nenyetti.»[47]

 

Bu hadîsi, Ahmed ik1 Nesâî rivayet etmişlerdir. Tİrmizî ile İbn Hibban onu sahîhlcmişlerdir.

Ebu Davud'un rivayetinde «Her kim bir defada iki satiî yaparsa ona ya iki fiyatın az olanı, yâhCd ribâ vardır.) ifâdesi bulunmaktadır.

Hadîsi, İmâm Mâlik İle îmâm Şafiî de rivayet etmişlerdir.İmân Ahmrd'm rivâyotindeki râviîer sahih hadîs râvîleridir.

Ebu Davud'un ziyâdesi de Hz. Ebu Hüreyre'den rivayet cdiimiştir.

İmâm Şafiî (150—204) : «Bu hadîsin iki türlü te'vili vardır:

Birisi : Şu malı sana veresiye iki bine, peşin olarak bin dirhem sattım; binâenaleyh, hangisini istersen onu al; demektir. Bu satış îz sittir; çünkü İham ve ta'lîk'tir.

İkincisi : Bana atım satman şartı i!e sana kölemi sattım; demek tir» diyor.

Birinci te'vüe göre nehy'in illeti fiyatın kararlaşamaması ve rİb; lâzım gelmesidir.

İkinci'yc göre illet: Vücût bulup bulamıyacağı henüz belli olmiya müstakbel bir şarta ta'lîk etmesidir.

Böyle bir satışın hükmünü Ebu Davud'un rivayeti bildiriliye ki, bu da iki şeyden biridir. Ya iki fiyatın az olanını alır; yahut r: bâ'yı kabul etmiş olur.[48]

 

870/665- «Amr b.  5nayb'fan  o da   babasından, o da  dedesinden  işitmiş olarak  rivayet edilmiştir. (Dedesi)   demiştir ki:Resûlüllah;

— Hem ödüne hem satış; bir satışta iki şartı; öden­meyen malın kârı ve yanında olmıyan şeyi satman helâl delildir: buyurdular.»[49]

Bıı hadisi. Besler rivayet etmişlerdir. Onu    Tîrmizî, İbni Huzeyme vı1  Hâkim  sahîlıkmi.slrrdir.

Hâkim bu hadisi Kim Hıtnıfc'mn mezkûr Amr'd.-ııı rn âyel çitici stı lâfızlarla tahric etmiştir ile satıştan nehycttî».

Tıthcrâıtı dahi Evnâi» da onu bu vocihten taline eylemiştir.Hadîs garîb'ür.

Aynı hadîsi, İmâm Ncvrvl (631—676) dahî garîb bulmuştur. Hadîsi uîemâ'dan bir cemâat rivayet etmişlerdir.

Bu hadîs-i Şerif dört surette alış verişin memnu olduğuna delâlet ediyor:

1— Hem ödüne, hem satış. Bu şöyle olur: Bir kimse veresiye ol­duğu için .leğerinden daha fazla fiatla bir malı almak ister. Fakat mez-h e bine e- bu caiz olmadığından hileye kaçar ve evvelâ o malın karşılığı olan meblâğı  satandan ödünç alır;     müteakiben kıymetini verir malı alır.  (Meselâ : Bana 1000 lira ödünç vermak şartı ile şu atı sana 1000 liraya sattım;  diyerek yapılan  satış böyledir. Çünkü menfaat celbden her ödüne ribâ sayılır.)

2— Bir satışta iki şart.  Bunun îzâhı hususunda ihtilâf edilmiştir, Bazı'arına göre: «Şumalı sana peşin para ile bin liraya, veresiye iki bin liraya sattım» gibi sözlerle yapılır.

bazılarına göıv: Hu satış satanın müşteriye o malı kimseye satmamak bağışlamamak  vermesidir.

Bir takımları : «Bu satışı müşteriye hitaben: filân malını bana şu kadara satmak sarlı ile ben de sana şu malımı şu katlara sattım; di­yerek yapıl ir» diyorlar,

3— Ödenmiyen malın kârı. Bundan murâd bazılarına göre gasıhtır. Çünkü gasbetıneklo o mal gasbedenin mİlki olu vermez, o malı sat­tığı zaman getirdiği kâr dahi kendisine helâl değildir.

Diğer bir takım ulemâ'ya göre ise bundan maksat: satın alınan malın teslim alınmadan satılmasıdır. Zîrâ mal teslim almadan önce müşterinin değildir. Onun için. telef tıkırsa salanın hesabına gider.

4— Yanında olmıyan  şeyi  satmak.Bu  cümleyi  FAm  Dûvud  ile NvsâYnm Hakim b. Hİzâm (R. A.)\\i\x\ tahrîc ettikleri xu hadis tefsir ediyor:

«Hakim (II. A.) demiştir ki: yâ RcsûleUah, adam bana gelip bende olmıyan malı İstiyor; ben de ona pazardan satın alıyorum; dedim. Re­sûlüllah  (S.A.V.):

— «Senin yanında bulunmıyan bir şeyi satma; buyur­dular.»

Bu hasi Mâlik rivayet etmiş  : «bana Amr b. Şuayb'tan bu lâfız- delalet eder.anefîler'e göre bu satış bâtıldır.[50]

 

821/666- «(Bu da) Ondan -radıyaUahü^anh- demiştir ki: Resûlül­lah S alla ila hü aleyhi ve sellem; Peylİ satıştan men' etli.»[51]

 

Bu hadîsi Mâlik rivayet etmiş: «bana Â~nr b. Şuayb'dan bu lâfızlar­la geldi» demiştir.

Hadîsi Ebu Dgvud ile îbni Mâce de tahrîc etmişlerdir. Bunun bir rivayetinde râvileri arasında ismi bildirilmiyen bir zât vardır.

Halta diğer bir rivayetinde bu râvinin adı bili: bildirilmiştir; fakat zaîfür.

Hadîsin başka tarikleri do varsa da hiç biri i'tirâzdan hâli de­ğildir.

Bazıları bu hadîs için : «münkati'dir» demişlerdir. Çünkü onu Mâlik, Amr b. Şuayb'ten rivayet etmiştir. Halbuki Mâlik ona yetiş­memiştir.

«Urban» kelimesini İmâm Mâlik : Bir köleyi veya cariyeyi satın veya kira ile alırken sahibine muayyen bir para vererek:

«Eğer bu malı alırsam bu para onun kıymetine katılacak; al­mazsam senin olacak, diye verilen paradır» şeklinde tefsir etmiş­tir. Bu satışın caiz olup olmiyacağı fukâhâ arasında ihtilaflıdır.

İmâm Mâlik ile ŞâfiVyc göre bu hdîs bâtıldır. Delilleri burada­ki hadîste nehyedilmesi ve içinde fâsid şart bulunmasıdır.

Hz. Ömer ile oğlundan (R. A.) ve imâm Ahmcd b. Hanhcl'dcn bu satışa cevaz verdikleri rivayet olunur.[52]

 

822/667- «İbni Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Pazardan zeytin yağı satın aldım (malı kabzedip) satışı iyice vacip kıldıktan sonra bana bir adam rast geldi ve o zeytin yağ karşılığında iyi bir kâr verdi. Ben hemen adamın eline (el) vurarak (akdi yapmak İstedi işet îde) arkamdan bîr adam kolumdan tutuverdi. Bir de baktım ki, Zeyd L\ Sabit.  Bana dedi ki  :

— Bunu kendi eşyana katmadan satın aldığın yerde satma. Çün­kü Resûlüllah Sallalînhü aleyhi ve sellem; malları tacirler evlerine götürmeden alındıkları yerde satmaktan nehyettl.»[53]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Lâfız Ebu Davud'undur. Hadisi ibni Hibbân ile Hakim sahîhlemislerdir.

Hadis-i Şerif, müşterinin malı tesellüm edip kendi eşyasına kat­madan salmasının doğru olmadığına delildir. Bundan maksat kabız ya­ni eüue almaktır. Ancak müşteri ekseriyetle satın aldığı malı kendisine mahsus olan yöre koyduğu için bu lâfızlarla ifâde edilmiştir. Kendine mahsus olmıyan bir yere koyması da cumhur'a güre kabz sayılır.

İmâm Şafiî bu hussuta tafsilât vermiş ve: «Âdeten bir yerden bir yere nakledilebilcn ağaç, hububat ve hayvan gibi şeylerde kabız nakil ile, ele alman para gibi şeylerde eline amakla, nakledilemiyen tarla gibi şeylerde ise tahliye ile olur.» demiştir.

Bu mesele Hanef'ler'e göre de böyledir.[54]

 

823/668- «(Bu da) İbni Ömer radtyallahü anhümâ'dan rivayet olun­muştur. Demiştir ki : Yâ Resûlellah! ben Baki'de[55] deve satıyorum; ama dînâr'Ia satıyor (onun yerine) dirhem alıyorum; dirhemle satıyor, dînâr alıyorum, (yani) onun yerine bunu alıyor; bunun yerine onu ve­riyorum;  dedim.  Resûlüllah Sallollahil aleyhi ve sellem:

— Aranızda mevcut bir-şey olduğu ve yerinizdeîı ay­rılmadığınız müddetçe o günün fiy«-iı ile eşeyleri alman­da bir beis yoktur; buyurdular.»[56]

 

Bu hadîsi Beş'ler rivayet etmişlerdir.   Hâkim onu sahîhlemiştir.

Tirm'.zi onun hakkında: «Bu hadîs'i merfu' olarak ancak Sem-mâk b.  Harb'İn rivayetinden  biliriz» demiştir.

Hadîs-i Şerif altm'ın yerine gümüş, gümüş'ün yerine altın almanın caiz olduğuna delildir. Çünkü İbni Ömer (R. Anhümâ) develeri altın­la satıyor ; müşterilerinin zimmetinde borç altın olarak sübût bulu­yordu; semen denilen mal bedeli bu olduğu halde önün yerine dir­hem yani gümüş para alıyordu. Bazen de bunun aksini yapıyordu.

Ebn Diirıtd (202—275) bu hususa dair bir bâb tahsis etmiş ve ona «gümüşün yerine  alhn  iktizâsı  babı» adını vermiştir.

lî.ıtlis-i Şerifte altın ile gümüş'ün .satış yerinde yalnız birisinin bu-lunduğunn isârei vardır.

Peygamber (S.A.V.) bu alış verişin hükmünü beyân sadedinde : Müşterinin zimmetinde sabit olan altınları satıcı eline almadan ayrı­lıp gitmemelerini; zîrâ altınların bir kısmım alıp bir kısmının borçlu­nun zimmetinde kalmasının caiz otamıyacağını; gümüşün de aynı hü­kümde okluğunu, ifâde buyurmuşlardır.

Yapılan bu muamele alış verişin  (sarf)  kısmına dâhildir..

Sarfın şartı, aralarında kabz';. elverişli bir mal varken onu kabz-etmeden ayrılmamaktır.

Hadîsle geçen «o günün fiyatı» ta'biri her hakle şart değil bir :vukûî olacaktır; ve âdeti takrir etmektedir. Nitekim Peygam-b r (S.A.V.)'in :

«Sınıflar değişti mi artık peşin olmak şartı ile istedi­ğimiz gibi satın»  buyurması da buna delâlet eder.[57]

 

824/669- «(Bu da) İbnİ Ömer (R. A.)'dan rivayet olunmuştur. De­miştir ki: Rcsûtüllah Sallallahü aleyhi ve srllem; müşteri kızıştırmak­tan  nehyetti.»[58]

 

MiM'efekun  aleyh'tir.

«Necş» lügatte avı ürkütmek ve avlamak için onu yerinden kaldır­maktır. Şorîat'te ise satılık malın fiatınt, başkalarını kızıştırmak için arttırmaktır.                                                         

İbni Battal (—444): «Ulemâ müşteri kızıştıranın bu fi'li ile âs" olduğuna ittifak etmişlerdir» diyor. Böyle kızıştırmak suretiyle yapılan satışın caiz olup olmıyacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Hadis imamlarından bir cemâate göre bu satış fasittir.

Hanboliler'den meşhur olan kavle göre müşteri satışta kızıştırma ol­duğunu bilmezse aldığı malı geri çevirmekte muhayyerdir; fakat bilirse kendisine muhayyerlik hakkı yoktur.

M.ılikiler'c göre : Satıcı kızıştırmayı bilirse müşteri o malı geri çe­viri m kt.e  muhayyerdir;   bilmezse  kendisine  asla   muhayyerlik   yoktur.

Hancfüler'e göre : Hu satış, nı;ıhn geçer kıymetinden fazlaya yapıl­mışsa ketâhet-i tahrîmiyye ile mekruhtur.

ŞâfiÜer'e göre : Satıcının müşteri kızıştıranla anlaşması yoksa, müstı.Tİnm dönmeğe hakkı yoktur. Anlaşma varsa mesele Şafiî'ye ule­mâsı arasında ihtilaflıdır; esah kavle göre müşteriye yine muhayyer­lik yoktur.

t bin AbiHlbcrr (368—463), İbnül-Arabı (468—534) vo İbni Hazmı (384—456) ; «Buradaki ziyâde malın emsali fiyatından da­ha fazla olursa haramdır; fakat birisi bir malın kıymetinden daha aşa­ğı satıldığım görerek geçer kıymetini buluncaya kadar fiyatını art-tırırsa âsî olmak şöyle dursun sevap bile kazanır.» demirlerse de bu kavil reddedilmiştir;  Çünkü aldatmadır.

İmâm Bu'uîri  (194—256)'nin Hz. îbn Ebi Evfâ'dan :

[59]  «Allah'a  verdikleri ahd-ü peymân ve  yeminleri  pek  a.  bir  kıymet­le  değişenler .» âyet-i   kerîme'sinin   sebeb-i  nüzulü  lakkın  tahrîc ettiği bir hadiste şöyle deniliyor :

«İbni Ebî Evfâ demiştir kî: Birisi malını pazara getirir. Billahi bu mala îenin verdiğinden daha fazlası verilmiştir; dîye yemin ederdi. Bu­nun  üzerine  bu âyet  nazil  oldu.»

Yine İbnî Ebî Evfâ: «Müşteri kızıştıran, ribâ yiyen hâindir» demiş ve bîr malı satın aldığından daha fazlaya göstermeyi müşteri kızıştırma addetmiştir. Çünkü hükümde müşterektirler.

Müşteri  kızıştıran kimse  satıcıdan  bahşiş alırsa riba  yemiş olur.[60]

 

825/670- «Câbir b. Abdİllah radıyaVnhü anhihnâ'dan rivayet edil­diğine göre Peygarr,l»er Sallallahü aleyhi ve selle m; muhâkale, müzâ-bene, muhabere ve İstİsnâ'dan nehyetmiştir; ancak ma'lûm olursa o başka.»[61]

 

Bu hadîsi, ibnİ Mâce müstesna Beş'ler rivayet etmişlerdir. Tirmizî onu sahîhlemiştir.

Hadîs-i Şerif Sâri' hazretlerinin vaşak ettiği dört nevi' bey'a şâ­mildir:

1— Muhakaie: Bunu hadîsin ravîsi Câbir (R.A.): «Bir kimsenin birine ekini  yüz kile buğdaya  satmasıdıra diye tefsir etmiştir.

Sbû Ubcyd[62] ise: «Muhâkale, ekini başağında satmaktır» di­yor.

Bazıları onu: tarlayı gelirinin bir kısmı ile kiralamaktır «diye tefsir etmişse de bu aynen muhaberedir.

Hadiste muhabere muhâkale üzerine atfedİimiştir. Atıf mugâyaret'e delâlet eder. Binaenaleyh muhâkale ile muhabere başka başka şeyler­dir. Bir de sahâbî rivayet ettiği şeyi herkesten İyi bilir. Hz. Câbir'in tefsiri muhâkale ile muhabere'nin bir şey olmadıklarına delâlet etmek­tedir.

2— Müzâbene : Bunu İbni Ömer (R.A.) «yaş hurmayı kuru hur­ma île kile ile ve keza yaş üzümü kuru üzümle kile ile satmaktır» di­ye tefsir etmiştir.

İbni Ömer (R.A.)'m tefsirini İmâm Şafii «cl-Üm» adlı eserinde tahrîc eimi.ş vo : «Muhâknk1 ile müziıbrcıenin hndîalerdeki tefsiri Peygamber (S.A.V.)den rivayet edilmiş de olabilir; rivayet eden râvi-lerin sözü olmak ihtimali de vardır» demiştir.

Bu satıştan nehyediimenin illeti riba olmasıdır.

3— Muhabere : Arazîyi, getirdiği mahsul'ün bir kısmı mukabilin­de kiraya vermektir.  

«Muzâra'a bahsi»nde bunu tekrar temas edileçektir.

4— İstisna : Bir malı satarken bir kısmını istisna etmektir. Bu da memnu'dur;  ancak istisna edilen kısım ma'lûm    olursa sahihtir. Meselâ  :  bir bahçenin bütün ağaçlarını satarak muayyen bir asmayı istisna etmok ittifakla sahihtir. Fakat bahçeyi satarken gayr-ı muayyen bir kısmını istisna etmek sahîh olamaz; çünkü meçhul bir şeyin istis­nası sahih değildir.

Zâhir-i Hadîs'c göre istisna edilen miktar ma'lûm olursa satış mut­lak surette sahîh olursa da, bazıları bunun, bütün malın üçte birini geç­memesini şart koşmuşlardır.[63]

 

827/671- «Enes rndıyallakü anfr'tan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: RerûHuîlah Sallallahü aleyhi ve sellem; muhâkale, muhâdara, mülâ-mese, münâbeze ve müzâbeneden nehyettİ.»[64]

 

Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir.

Hadîs-i Şerif, beş nev'i memnu' satışa şâmildir :

1— Muhâkale. Bu satış yukanki hadîste görüldü.

2— Muhâdara  : Meyve ve hubûbat'ı kemâle gelmeden satmaktır. Ulemâ meyve ve ekinlerin ne zaman satılabileceği hususunda    ihtilâf etmişlerdir.

Hanefîler'le diğer bazılarına göre istifâde edilecek bir raddeye geldimi meyveler henüz renklenmemiş; hubûbat'm dâncleri katılaşma-mış bile olsa satılabilir; yalnız derhal kaldırılmaları lâzımdır. Malın yerinde kalması bilîttifâk sahîh değildir; çünkü satıcının milkini meş­gul etmek doğru değildir. Mahsul kemâle gelerek meyveler renklendi- ği ve hububatın dâ'neleri katılastığı zaman onları .satmak ittifakla -sa­hihtir. Ancak müşteri yine bunların yerlerinde kalmasını şart kılarsa bazılarına göre sahs sahih olmaz; diğer bazı ulemâ "ya göre olur.

Bir takımları : «Müddet ma'iûm olursa satış sahih, ma'lûm olmaz­sa satış da sahih değildir» demişlerdir.

Mahsul'ün bir kısmı kemâle gelmiş; bir kısmı gelmemişse satış 'sahih değildir.

Hanefîier'in fıkıh kitaplarında bu bâbta tafsilât vardır.

3— Mülâmese: Bunun ne  demek olduğunu    Buharı,  Zührî'dcn rivayet etmiştir ki, bir kimsenin elbiseye gece veya gündüz dokunmasıdır.

NcsaVnin tahric ettiği Ebû Hüreyre hadîsî'ne göre mülâmese : bir kimsenin diğerine; «elbisemi senin elbisen mukabilinde satıyorum» diyerek birbirlerinin elbiselerine bakmadan yoklamalarıdır.

Nitekirr imam i.hme b. HanbcVin Abdürrczzak'tan tahrîc et­tiği bir rivayete göre de mülâmese: elbiseyi yaymada . To, ç^v:rme-den ona dokunmaktır. Bu taktirde aeyi' vâcib oldu sayılırdı.

Müslim'in Hz. Ebû Hüreyre'dcn tahrîc ettiği bir rivayet dahi bu mânâyı te'yicl eder. Çünkü bu rivayete göre de mülâmese: İki şah­sın birbirlerinin elbisesini düşünmeden yoklamaktır.

4— Münâbeze : Bunu îbni Mâcc'mn Ftüfyân tarîki ile Zührî'den tahric ettiği rivayet şöyle îzâh ediyor: Münâbeze : «Sen sende ola­nı bana bırak; ben de bende olanı sana bırakayım» demektir.

NcsaVnin EbûHüreyre'den rivayet ettiği bir hadise göre «münâ­beze : Ben bende olanı sana atayım; sen de sende olanı bana at» di­yerek birbirlerinin elindeki malın miktarını bilmeden onu satın «İma­larıdır.

İmam Ahmcd b. HanbcV'ın AbdY.rrczzâ\ tarîki ile Ma'mcr'den rivayet ettiği bir hadîse göre «Münâbeze: Ben bu elbiseyi athmmı beyi' vâcib olacak» diyerek yapılır. «Beyi' vâcİb olacak» tâbirinden anlaşılıyor ki mülâmese ile münâbeze alış verişe delâlet eden bir sîga kullanmaksızın dokunmakla atmayı beyi' saymaktan ibarettir.

Nehy'in zâhir'i bunların haram olduğuna delâlet ediyor. Bunlar câhiliyet zamanı alış verişleridir. Resûliillah (S.A.V.) onları ümmetine yasak etmiştir.

Mezheb ulemâsı bunların helâl olmadığında müttefiktirler. Fâide : gaib malın satılıp satılamıyacağı hususunda üç kavil var­dır :

1— Gâib malı satmak sahih değildir, imam Şafiî'nin kavli bu­dur.                  

2— (iâib   nıaiı   salmak   caizdir   ve  müşteriye   muhayyerlik   sahil olur. Haneflyye'nin kavli budur.

3— Satıcı tavsif ederse sahih,    etmezse sahih değildir. İmam Malik ile îmanı Ahmed'in mezhebi de budur.

A'manm satışı hakkında dahi üç kavil vardır :

1— A'manın satışı bâtıldır.  Ekseri Şafüyye'nin  kavli budur.

2— Sattığını tavsif ederse sahihtir.

3— Mutlak surette sahihtir.  Hanefîyyenin  mezhebi budur.

«M ecelle »'nm 329. cıı maddesinde: «Amanın bey'u şirâsı sahih olup' fakat vasfını bilmediği bir mat iştira ettikte muhayyer olur» denilmektedir.[65]

 

827/672- «Tâvus'ian ibnİ Abbas radi}}cUahü anhihm'ı'dan işitmiş olarak rivayet edilmiştir. İbni Abbas demiştir ki: Resûlüllah Sallat-ahit aleyhi ve scllcm :

  (bir yere) yiyecek ?renleri karşılamayın; şehir1e kir halkı  için satmasın; buyurdular. Ben ibni Abbas'a  :

   (Şehirli de kır halkı için satmasın)    sözünün mânâsı nedir? dedim  :

  Ona simsar o'masın; dedî.»[66]

 

Müttefekun aleyh'tir Lâfız Buharî'nindir,

Hadîs-i Şerîf satış şekillerinden yine memnu' olan İki tanesine şâ­mildir :

1— Bir yere yiyecek celbederek satmak istiyenlerin önüne çıka­rak, pazar yerine gelmeden mallarını satın almak memnu'dur. «Ruk-bân» binek gidenler demektir. Burada onlardan maksat; yiyecek celbedenlerdir. BÖyleleri ekseriyetle hayvan sırtında geldikleri için kendile­rine «rukbân» denilmiştir. Binaenaleyh bu kau, kayd-ı ağlebîdir. Yi­yecek getiren tâcir'ler hayvai   üzerinde geldikleri gibi yaya veya cemâal halinde yahut yalnız gelseler yine kendilerine «rukbân» denilebi­lir.   Karşılama malın   satıldığı   pazarın  dışında  başlar.

ibni Ömer (R. Anhümaydun rivayet edilen bir hadîsle :

«Biz yiyecek getirenleri karşılar; onlardan yiyeceği salın alırdık. Nihayet Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve selletn; onu yiyecek pazarına götürmeden satın almamızı bize yasak etti.» deniliyor.

Başka bir hadîste karşılamanın pazarda olmadığı beyân edilmiş­tir.

İbni Ömer (R. Anhüma) diyor ki: «Ashâb, yiyeceği pazarın yuka­rısında satın alır; olduğu yerde satarlardı. Peygamber (S.A.V.) onları malı nakletmeden  oldukları   yerde  satmaktan   nehyetti».

Bu hadîsi Buharı tahrîc etmiş olup, pazarın yukarısına çıkma­nın karşılama olmadığına delâlet eder.

Şafüler'le diğer bazı tıUmâ'ya göre yasak edilen karşılama ancak şehir dışında olandır. Onlar karşılamanın niçin yasak edildiğini nazar-ı itibare alarak, gelen satıcıyı aldatmanın ancak şehir dışında mümkün olacağına, pazara gelirse fiyatı Öğreneceği için aldatılamıyacağma ka­il olmuşlardır.

Mâlîkîler'le Hanbelîler'e göre memnu' olan karşılama pazarın her yerindecir. Çünkü hadîs mutlaktır.

Hanefîler'le Evzaî (88—157)'ye göre satıcıyı karşılamanın hal­ka bir zararı olmazsa caizdir. Zararı olursa mekruhtur.

Satıcıyı karşılayarak yapılan alış veriş Şâfiîler'e göre de sahihtir ve satan için mahayyerlik hakkı vardır.

Şâfüyye'nih bu bâbtaki delili : Ebû Dâvud ile Tirmizî'mn tahric -ettikleri ve ibni Huzeyme'nin sahîhlediği    Ebû  Hüreyre  hadîsi'dir. Bu hadîs'in^âfzı şudur:

malı karşı­lamayın; şayet onu bir insan karşılar da satın alırsa sa­hibi pazara geldiği zaman muhayyerdir.»

Hadîsin zahirine bakılırsa buradaki nehy, satıcının yararınadır. ZîrA ondan zararı gidermek içindir. Bazılarına göre ise buradaki nehy' bütün pazarcıların yararınadır.

Ulemâ böyle karşıl;ınıa suretiyle yapılan .satışın sahih veya fâsid olacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Az evvel söylediğimiz gibi Ha-nefiler'te Şâfiîler'e göre sahihtir. Çünkü nehy' nefs-i akd'a raci' olma­dığı gibi akd'in bir vasf-ı lazımına da racî' değildir. Binaenaleyh akd'in fasit olmasını iktizâ etmez. Bazılarına göre buradaki nehy' mutlak su­rette fesad îcabeder.

Ulemâ'dan bazıları satıcıyı karşılamanın haram olması için bir ta­kım şartlar koşmuşlardır. Karşılamağa çık-mın o yerdeki geçer fiya­tı sakliyarak malı geçer fiyatından daha aza almak, satıcılara pazara girmenin müşkil ve masraflı olduğundan bahsetmek, elinde satacak mal kalmadığı için satıcı karşılamağa çıktığını söyliyerek aldatmak, bu şartlar, cümiesindendir.

2— (Şehirli de kır halkı için satmasın) ifâdesini Hz. ibni Abbas f R. Anhüma) : «ona simsar olmasın» şeklinde tefsir etmiştir.

Simsar : aslında bir işi gören, bir şeyin sahib ve kayyİmi n ânâ-.smadır. Sonra başkası için ücretle alış verişi üzorine alan mânâsında şöhret bulmuştur. Buna «satıcı İle alıcının aracısı» da denilebilir.

Buharı (194—256) simsarlığı böyle ücretle kayıdlamış ve İbni Abbas hadîsi'ni, mutlak olan diğer hadîsleri takyid tfuer vaziyete ge­tirmiştir.

Ücretsiz yapılan simsarlığa gelince: Buharı bunu yardım kabi­linden saymış ve caiz görmüştür.

Bazıları (şehirlinin kır halkı için satması)'nı : «O yere bir ya­bancının günün geçer fiyatı ile satmak için bir mal getirmesi ve o malı şehirli birisi görerek: Bu malı benim yanımda bırak; onu ben senin için azar azar bu günkü fiyattan daha pahalıya satarım» de-mesidir, şeklinde tefsir etmişlerdir.

Ulemâ'mn bazıları bu hükmü yalnız kır ve çöl halkına mahsus kabul ederler. Diğer bazıları ise fiyatı bilmiyen şehirliyi de aynı hük­me ilhak ederler. Onlarca köylüler, pazarlardaki fiyatları bildikleri için bu hükümde dâhil değildirler.

Bazıları «Nehy'in aslı tahrîm İçindir» diyerek buradaki nehy'i de tahrîm mânâsına almış; bir takımları da hadîsin men?,ûh olduğuna kail olmuşlardır. Onlara göre simsarlık mutlak surette caizdir.

Huraya kadar görülen hükümler srhirli'nin kır halkı için yaptığı salıs hakkındadır. Şehirlinin onun ıı;ınıın;ı salın alması da aynı hüküm­dedir.

Bahân (şehirli kır halkı için simsarlıkla bir şey satın alamaz) ün-vânt iio bir hâb tahsis etmiştir.

Simsarlık İlâhında nakiî deliller vardır.

Ezcümle  Ebû  Avâınc   (—316) Ibni  Sirin'dcn rivayeti tahric ctmirjtir :demiştir ki :  Enes b.  Malik'e  rastladım;  ve kendisine:

  Şehirli kır  halkı için  (mal)  satmasın.  Siz onlar için alıp satmak­tan  nehyedilmedinizmi?  dedim.

  Evet;  dedi.»

Hadisi Ebû Dâvud dahi İlmi Sirin'dcn o da Hz. Enes'ton rivayet etmiştir. Lâfzı şudur

«Şehirli kır halkı için (mal) satmasın; denilirdi.» Bu iba­re; onun için satmasın ve satın almasın; mâ'nâlarına gelir.

Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Bir' yere mal celbederken satıcıyı karşılamaktan nehy' edildi; ve bunda malı getiren kır ve çöl halkının aldatılmaması nazarı itibare alındı. Aynı zamanda şehirlinin ıalkı için mal salması da nehy' olundu. Surda da o yer halkının at 'mamasına çalışıldı. Acalîa bu suretle zımnen kır halkının zararı kabul edilmiş olmuyor mu? Bu tenakuz değil midir?

Sua'in cevabı şudur : Hayır burada tenakuz yoktur. Zira Sâri* Hazretieri daima cemâatin menfâatini Ön plâfda tutmuştur. Bu sebep­le de cemâatin menfeatini bir kişinin menfâatine tercih etmiştir. Evet satıcıyı karşılamakta yalnız karşılayıp o malı ucuz olan açık gözün menfâati olacaktı. O yor halkı ise bir kişinin insafına kalan o mah pa­halı satın alacaklardı. îşte bu ciheti nazar-ı itibare alan şeriat, kar­şılamayı yasak etmiştir Kır halkından bir veya birkaç -kişi, mallarını kendileri satarsa ihtimal bir parça zarar ederler. Lâkin beri tarafta koca bir şehir halkı o malı ucuz tedârik edeceklerdir. Bundan dolayı da şehirlinin kır halkı için satış yapması yasak edilmiştir.[67]

 

828/673- «Ebû Hüreyre radn/alldlıü nnh'İen rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûfüllah saUallahii aleyhi ve seli cm  :

— Celbedilen malı karşılamayın; her kim karşılanır da ondan mal sa^.ı alınırsa, o kimsenin patronu pazara geldiği vakit muhayyerdir» buyurdular.[68]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Hadîs-i Şerif bundan önceki hadis ile aynı mânâya delâlet ediyor. Ayrıca bunda satıcıya muhayyerlik olduğuna da delâlet vardır.[69]

 

829/674- «[Bu da) Ebû Hüreyre radıyallahü ten rivayet edil­miştir. Demiştir ki: Resûlüüah sallallahü aleyhi ve sellem' şehirlinin kırda yaşıyan için satış yapmasını nehyetti   :

— Hem birbirinize müşteri kızıştırmayın, kişi karde­şinin satışı üzerine satış yapamaz; kardeşinin dünürlüğü üzerine dünürlük de yapamaz; kadın dahî kız kardeşinin yerine kendisi varmak için onun boşanmasını istiyemez.»[70]

 

Müttefekun aleyh'tir.

Müslim'in rivayetinde : «Müslüman müslümanın pazarlığı üzerine pazarlık edemez» cümleside vardır.

Hadîs-i şerif bir çok yasak edilmiş meseleleri bildiriyor; ki bunlar şöyle sıralanabilir :

1— Şehirlinin kır halkı için mal satması memnu'dur. Bunu yu­karıda gördük.

2— Müşteri kızıştırma meselesi yasaktır. Bu dahî az yukarıda ge­çen İbni Ömer (R.A.) hadîsi'nde görüldü.

3— Kişi kardeşinin satışı üzerine satış yapamaz. Bu cümle  «sa­tış yapamaz»  d'ye   rivayet   olunduğu   gibi   «satış yapmasın» şeklinde de rivayet olunmuştur.

Satış üzerine satış şöyle olur: Birisi hakk-ı hıyar (yani muhayyer olmak hakkı) ile bir malı satın alır, dönüp dönmemek de muhayyer bu­lunduğu müddet içinde bir başkası gelir ve müşteriye: «Bu alış verişi boz, ben sana bu malın eşini daha ucuza satacağım» der. Satış böyle olduğu gibi alış da aynı şekilde olur. Satıcıya biri gelerek. «Bu satışı boz, ben sana bu malın eşini daha ucuza satacağım» der. Satış böyle pazarlık dahi bunun gibidir. Alıcı iie satıcı muayyen bir kıymet üzerin­de mutabık kalmış fakat henüz akdi yapmamışlardır. Bu arada biri gelerek satıcıya: «Bu malı ben daha pahalıya alırım» der.

Bu suretlerin hiç birinin helâl olmadığına ulemâ ittifak etmişler­dir. Bunları yapan Allah'a âsî olur. Yalnız «Müzayede» denilen herkes­çe ma'lûm bir nev'i boy'i daha vardır ki, o caizdir. Çünkü onda fiyatı kim arttırdı ise malı o alır.

Buharı (Bâb-ıı be'yi'l-müzâyede) «Müzayede ile satış bâb'ı» nâmiy-le bir bâb tahsis etmiştir.

Bu hususta İmam Ahmcd ile «Sünc7i» sahipleri Hz. Enes'ten şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:

U Peygamber (S.A.V.)  bir yaygı ile bîr kadeh satılık etti ve  :

  Bu yaygı ile kadehi kim satın alacak? dedi. Bir adam:

  Ben onları  bir dirheme satın alırım;  dedi.  Bunun  üzerine Resulüllah (S.A.V.):

  Bir dirhemin üzerine kim arttıracak, buyurdular. Derken bir adam iki dirhem verdi.  Resûlüllah  (S.A.V.)   de onları  o ada­ma sattı».

Bu hadîs'in lâfzı TirmizVnindir. Tirmizl onun için «hasendir» demiştir.

îbni Abdilbcrr (368—463):  «arttırana satmak ittifâken ha­ram değildir» demiştir.

Maamâfİh «Mekruhtur» diyenler olmuştur. Bunların delili : Süf-yan b. Vehb hadisidir. O hadiste Süfyan (R.A.) : «Resûlüliah sallat-lahit aleyhi ve selle m'den müzayede ile yapılan beyi' nehyederken işit­tim» demiştir. Lâkin bu hadîs İbni Lchîâ* nm rivayet ettiği hadîsler­dendir.

Bu zât zaîftir.

4— Bir kimse din kardeşinin dünürlüğünün üzerine dünürlük ya­pamaz, îmam Müslim (204—261) buraya «ancak ona izin verir­se O başka» rivayetini ilâve etmiştir. Buradaki nehy' tahrîm içindir. Bu dünürlük eğer İlk dünüre   sarahaten söz verildikten sonra ise ulemâ'nın ittifakı ile haramdır. Bu halde evlenmesi isyan olur;   ancak cumhur'a göre nikâh yine de sahihtir.

Dâvud-u   Zahiri (202—270)'ye göre nikâh feshedilir.

Bu kavil imam Mâlik'ten de bir rivayettir.

Sarahaten söz vermenin şart oluşu Fâtıme bînt-İ Kays hadîsi'nden alınmıştır. Mezkûr hadîsde Hz. Fâtıma : «Benî Ebû Cehim ile Muâviye istediler. Resûlüliah (S.A.V.) bunların birbiri üzerine yaptıkları dünür­lüğü inkâr etmedi» demiştir. Hz. Peygamber (S.A.V.) Fâtıme'yi Usâ-me b. Zeyd'e istemiştir.

Hadisteki (kardeş)den murâd: din kardeşidir. Mcfhum-u muhali­fine bakılırsa kardeş kâfir olursa onun dünürlüğünün üzerine dünürlük yapmak haram olmamak icabeder. Bu ancak her ikisinin bir kitâbiy-yeyi istemeleri ile tasavvur olunabilir.

Evzaî (88—157)'ye göre bu dünürlük haram değildir.

Bazıları «Bu da haramdır» demişlerdir. Bunlar hadîsin mefhu­mu muhalifine itibar etmezler.

5— «Kdın dahi kız kardeşinin yerine kendisi varmak için onun boşanmasını isteyemez». Bu cümle «İstemesin» şeklinde de rivayet olunmuştur. Bundan maksat: Yabancı bir kadının,, bir adama karısını boşattırarak, yerine kendisinin varmasıdır.

Hadisin bu kısmı «kabında­ki şeyler tepe taklak olsun diye» tâbiri ile ifâde olunmuştur ki; kadm'm kocası ile geçinmesi, ondan nafaka alması gibi ni'metlerin el­den gitmesi, temsil tariki ile saha'nın devrilmesi tarzında ifâde edil­miştir. Yani kadın için hazırlanan şeyler sanki bir sahan'a konmuş da onlardan istifâde edecekmiş. Bunların elden gitmesi sahan'ın devril­mesi mesabesinde tutulmuş; böylece bir mecmu' diğer bir memnu'a teşbih edilmiştir.[71]

 

830/675- «Ebu Eyyûb-ı Ensari rndıyallahü an/ı'den rivayet edil­miştir. Demiştir ki:  ResûlüMah Saîlallahü alchyi ve srilcmi :

Bir kimse anne ile çocuğunun arasını ayırırsa Al­lah da kıyamet gününde onun'la   sevdiklerinin  arasını ayirir; buyururken işittim.»[72]

 

Bu hadîsi. Ahmed rivayet etmiştir. Tirmizî ile Hâkim onu sahihlc-mişkM-dir. Lâkin isnadında söz vardır. Hadisin şahidi de vardır. Hadisin isnadında söz olması, râvîim arasında Hüseyin b. Abdillâh İl-Muâfiri bulunduUundandır. Bu zât hakkında ihtilâf vardır.

Şahid'den de Ubadetü'bnü's - Şâmil (R.A.)'dan rivayet edilen şu hadîs kastedilmiş olacaktır:

«Peygamber (S.A.V.)  :

  Satışta «Anne ile çocuğunun arası ayrılmaz; buyur­du.

  Ne  zamana   kadar?  diyenler oldu.

  Oğlan baliğ oluncaya, kız da hayız görünceye ka­dar; buyurdular.»

Bu hadîsi Dâre Kutnî ile Hâkim- tahrîc etmişlerdir. Fakat on­ların rivayetinde senedinde Abdullah b. Amr-ı Vâkıfı vardır. Bu zat da zâîftir.

Bu hadîs ile bundan sonraki hadîsi, musannif ümmü veled olan ca­riyelerin satılmasını yasak eden İbni Ömer Hadîsinin yanında zikret­meli yâlıûd o hadîsi buraya almalı idi.

Hadis-i Şerif, .satarken anne ile çocuğunun aralarının ayrılmasını yasak ediyor. Biradaki nehî milkiyet hususuna hamiedilmistir. Yani câriye olan anneyi birisine, sucuğunu başkasına satmak sureli ile ara­larım ayırmak memnu'dur. Nitekim aşağıdaki hadisten daha sarîb an­laşılacaktır.[73]

 

831/676- «Ali b. Ebî Tâlib radıifolhüıü auh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah .fiallallahü alchyi ve sellem, bana iki kardeş köleyi satmamı emretti. Ben de onları sattım; fakat aralarını ayırdım; ve bunu Peygamber Salhtllahü alcfiyi ve scllcm'e anlattım. Bunun üze­rine :

— Onlara yetiş ve hemen kendilerini geri al! onları ancak Dirlikte sat; buyurdular.»[74]

 

Bu hadîsi, Ahmed rivayet etmiştir. Ricali sika'dır. Onu İbni Huzey-me, İbnî Cârûd, İbni Hibban, Hâkim, Taberânî ve İbni Kattan sahîhlemişJerdir.

İbni Ebi Hatim (247—327) dahi «el-İlci» adlı eserinde baba­sından ora Hakem b. Mcymûn b. Ebî Şcbib'ten işittiğini onun da Hz. Ali (R. A.)'ten rivayet ettiğini hikâye etmiştir. Halbuki Meymûn Hz. Ali'ye yetişmemiştir.

Hadîs-i Şerif, bu satışın bâtıl ve ayırmanın haram olduğuna delil­dir. Yukarıdaki hadîs de aynı hükme delâlet ederse de o ne suretle olursa olsun ayırmanın haram olduğuna, bu ise satış sureti ile ayırma­nın hörmetİne delâlet eder. Bağış ve adak gibi suretlerle yapılan ayrmaların hükmü de satışa İlhak edilmiştir.

Hz. Ali (R.A.) hadîsi bu bey'in bâtıl olduğuna delâlet ediyorsa da bu hadîs yukanki Ebu Eyyûb hadisi ile muâraza halindedir. Çünkü o hadîs, milkinden satış sureti ile çıkarmanın sahih olduğuna delâlet eder, ve böylesinin azaba müstahak olduğunu bildirir. Zira milkinden çıkar­mak sahih olmasa, ayırma da tahakkuk etmez; azâb da olmazdı.

Bundan dolayıdır ki, ulemâ bu bâbta ihtilâf etmişlerdir.

İmâm-t Â'zam Ebu Hanîfe'ye göre ma'siyet olmakla beraber akid sahihtir. Ona göre kardeş köleleri dönme emri müşterinin rızâ­sı ile ve yeni bir akid ile olabilir.

Fâide : Hayvanla yavrusunun arası ayrılabilir mi meselesinde iki vecih vardır.

Birinciye göre ayrılamaz. Çünkü Peygamber (S.A.V.) hayvanlara azâb etmeyi yasak kılmıştır..

İkinci vcehe göre kesmeye kıyâsen ayırmak da caizdir.[75]

 

832/677- «Enes b. Mâlik radtyallahü nn/ı'ten rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem zamanında Medine'de fiyatlar pahalandı. Bunun üzerine halk :

— Yâ  Resûlallah, fiyatlar pahalandı, bize narh koy; dediler.  Resû­lüllah Sallallahü aleyhi ve sellem de:

-Hiç şüphe yok ki, fiyat ta'yin eden, (a vererek) kı­san, (çok vererek) yayan rızıklandıran ancak Allandır. Ben, kan ve mal hususunda bir zulümden dolayı sizden hiç bi­riniz beni arayıp sormaz bir halde, Allah'a kavuşmamı pek arzu ederim; buyurdular.»[76]

 

Bu hadîsi, Nesâî müstesna Beş'ler rivayet etmiştir. Ibni Hibban onu sahihlemistir.

Aynı hadîsi Ibni Mdee (207—275), Dârimî (181—255), Bczzar, ve Ebu Ya'lâ (—307) Hz. Enes (R.A.)'dcn tahrîc.etmişlerdir. İsnadı Müslim'in şartı üzeredir; hadîsi   Tirmizî (200—279) sahîhlemiştir.

Hadîs-i Şerif narh koymanın zulüm olduğuna delildir. Böyle olun­ca bittabi haramdır. Ekser-i ulemâ'nın k&vîi budur. İmâm-ı Mâlik'ten yiyeceklerde bile narh koymağa cevaz verdiği rivayet olunur. Müteehi-rîn ulemâ'dan bazıları da et ile yağdan maada yiyeceklerde -halkın zara­ra maruz kaltriaması için- narh konmasını hoş karşılamışlardır.[77]

833/678- «Ma'mer b. Abdillah[78] radtyallahü anh'den Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'den işitmiş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah  (S.A.V.)   :

—Âsî'den başkası ihtikâr yapmaz; buyurmuşlardır.»[79]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Bu bâb'ta bir çok hadîsler mevcut olup hepsi ihtikârın haram ol­duğuna delâlet ederler.

İhtikâr : Bir gıda maddesini satın alarak onu pahalı satmak için saklamaktır.

Müslim hadisi'nin zahiri, ihtikârın yiyecek ve sâireye «âmm ve şâmil» olduğuna delâlet ediyor. Ancak yiyecekten başka şeyler hak­kında ihtikâr kelimesinin kullanılmadığı iddia olunmuştur.

Hanefîler'den îmdm-ı Ebu Yusuf (113—182)'a göre ihtikâr her şeyde yapılır. Ona göre halka zarar veren her nev'i mal gizleyişi ih­tikârdır; isterse altın ve elbise gibi şeyler olsun.[80]

 

834/679- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'en Peygamber Sallallahü aleyhi ve scllem'ın şöyle buyurduğunu işittiği rivayet olunmuştur':

— Deve ile koyun'un memelerini şişirmeyin. Bunla­rı kim satın alırsa sağdıktan sonra iki re'yin hayırlı olanına mâliktir. İsterse tutar; dilerse bu hayvanları bir öl­çek kuru hurma ile birlikte iade eder.»[81]

 

Müttefekun  aleyhtir. Müslim'in (Ebu Hüreyre'dcn) rivayetinde: «Sattnalan Üç gün muhayyerdir» nuyuruhuuşiur.

Yine Müslim'in bir rivayetinde -ki o rivayeti Buhân talik et­miştir-: «Bu hayvanlarla beraber buğday olmamak şartı ile bir ölçek zahire de iade eder» denilmiştir.

Buharı «Kuru hurma  (rivayeti)  daha çoktur» demiştir.

Tasriye : Hayvan'ın memesini bağlıyarak şişirmek ve bu suretle fazla süt biriktirerek müşteriye onu sütlü göstermektir. Böyle hayvana musarrât yâhûd muhaffele elerler.

Hadîste sığır, manda ve keçi zikredilmemişse de hüküm hepsinde birdir. Çünkü hayv;m satmak istenildiği zaman memesi şişİrilmemesi hususunda umum ifâde eden bir hadîs vardır.

Cumhur-u ulemâya göre râeih olan budur. Bunun bir aklatma ve tedlis olmakla ta'lil buyurulması da Cumhur'un kavlini te'yîd ediyor.

Hakk-ı hıyar denilen muhayyerlik hayvanı sağdıktan sonra sabit olur. Maamâfîh sağmadan anlaşılırsa bu hak yine vardır. Hakk-ı hıyâr'ın sübût bulması satışın sahih olduğuna delildir.

Hadis-i Şerifte, şişirme sebebi ile hayvanı iade etmenin fovrt yani derhal yaptiması îcâbettiğine delâlet vardır.

Zîrâ hurûf-u mcânî'dcn olan (fâ) tcrtîb ve ta'kîb ifâde eder. Bunun mânâsı hiç gecikmeden derhal o işi yapmaktır.

Şâfitler'dcn bazıları buna kail olmuşlardır. Ekserisi ise muhayyer­lik müddetinin üç gün olduğu kanâatindedirlcr. Fakat bu üç günün ne­reden başlıyacağı ihtilaflıdır. Bazılarına göre meme şişirmesi anlaşıl­dığı andan itibaren başlar. Diğer bazıları: «Akid'den ili baron üç gün muhayyerdir» demişlerdir.

Bu hadîs hayvanı İade ederken sağdığı sütün yerine bir Ölçek kuru hurma iade etmesi lâzım geldiğine de delâlet ediyor.

Vâkıâ «Bir Ölçek zahire» rivayeti de varsa da o rivayeti talik sureti ile tahrîc eden Buharı de kuru hurma rivayetini tercih et­miştir; çünkü bu rivayet ötekinden daha çoktur. Bu mesele hakkında başlıca üç kavil vardır:

1— Cumhur-u Sahabe ve tabiîn ile Hanefiler'don maada mezheb imanlarına göre, müşteriye aldatmak için memesi şişirilen hayvan bir ölçek kuru hurma ile birlikte sahibine iade edilebilir. Yalnız imâm Mâl'lc'c gihv verilecek bir ölçeğin mutlaka hurma olması .şart değil l'iTıkis o memleketin ^ıda maddesinden olması îcabeder. Hayvanın memesi .şişirilmiş olduğu sağmadan dahî anlaşılırsa İade ederken bir ölçek hurma vermek lâzım gelmez.

2— Hanefîlcr'e göre : Bu mes'ele bir Usû!-i fıkıh mes'elesidİr. Usul ilminin beyânına göre bir hadîsin râvîsi adaletle tanınmış fakat fiikih olduğu şöhret bıılmanussa o râvî'nin hadisi ancak kıyas'a muva­fık olmak şartı ile kabul edilir.

B Hiin kıyaslara muhalif olursa bizzarure o hadisle amel edilemeyerek kıyasa  bas vurulur.

İste Ebu Hürcyre (R.A.) fıkıh ile şöhret bulmamış[82] bir.râvidir. Rivayet ettiği «Musarrât» hadisi de her cihetle kıyasa" muhaliftir; binâe­naleyh burada bizzarure kıyasa müracaat olunmuştur.

Şöy'e ki: Ru mes'elede bir hile varsa da pek fazla aldatma yoktur. Şu hakle müşteri muhayyer olamaz. Olsa bile hıyar-ı tağrîr denilen faz­la aldatma ile muhayyer olur. Bu takdirde İse hayvanı iâdc ederse is­tihlâk ettiği sütünü de ödemesi îeâbcder. Çünkü burada zımmen bir dâ-mân-ı ııdvân olduğu meydana çıkıyor.

Dâmân-ı udvân : Tecâvüz tazminatı demek olup gasbedilen mal mevcut, ise aynen onu iade etmek: değil ise onun mislini veya kıymetini ödemektir. Burada süt ödenmosi lâzım geldiği cihetle sarih tecavüzün hükmüne katılıyor.Çünkü malı satan o malın müşteri tarafından istih­lâk edilmesine ancak hayvanı satın almak şartı ile razı olmuştu. Müş-(eri hayvanı iade edince mal sahibinin sütünde izni ve rızâsı olmaksızın tasarrufta bulunduğu anlaşılır. Binâenaleyh açık tecavüzde olduğu gibi burada da malın mislini veya kıymetini vermesi îcabeder. Halbuki ha­diste bu makamda bir ölçek kuru hurma vermek lâzım geldiği bildirili­yor hurma ise sütün ne misli, ne de kıymetidir.

Bu hüküm bütün kıyaslara mugayir olduğundan reddedilir.

Kaadi Ebu Zcyd «el - Esrar» nâm eserinde bu hadîsin muhalif olduğu kıyâs vecihlerini zikretmiştir, görmek istiyen oraya müra­caat edebilir.

Burada şunu da arzetmeliyiz ki; bu mesele esas itibariyle Hanefî İmamları arasında ihtilaflıdır. Şöyle ki:

Bir haberin kıyâs'a tercih edilmesi için râvisinin fakîh olması, Isa Ebâ'mn mezhebidir.

Sonra Kaadî Ebû Zryd de bunu tercih etmiştir.

Krrhi (260—340) ile ona tâbi olanlara göre ise haberin kıyâs'a tercihi için râvî'nin fıkhı şart değildir; bilâkis âdil ve zabıt sahi­bi her râvi'nin rivayeti, kitab ile sünnet-i meşhûre'ye muhalif ola­mamak şartı ile kıyâs'a tercih edilir. Ebu'l-Yüsr: «Ulemâ'nın çoğu buna meyletti; çünkü râvi'nin adalet ve zabtı sabit olduktan son­ra hadîsi değiştirmesi bir mefhumdan ibarettir» demektedir.

Hükmüne gelince : Kcrhî ile diğer bazı ulemâ'ya göre bu beyi' fa­sittir; zîrâ şartlıdır.

Tahâvî (238—321)'ye göre ise caizdir; çünkü şartlı değil, rağbet gören bir vasıfla mevsuftur.

3— Bazılarına göre musarrât hayvan iade edilir. Lâkin onunla bir­likte hurma veya buğday değil; sağılan sütü iade olunur. Süt istihlâk edilmişse misli, o da yoksa o günkü kıymeti verilir. Çünkü itlaf edilen malın ödenmesinde kaide: o mal misliyât'üm ise mislini vermek sure-rctiyle; kıyemiyyat'tan ise kıymetini ödemekle olur. Binâenaleyh eğer süt misliyat'tan ise misli ile, kıyrmiyat'tan ise kıymeti ile ödenir; hur­ma ile buğday bunların biri değildir, şu halde onlarla ödenmez.

Hâsılı : bu hadîs, alış verişte hile yapmanın memnu' olduğunu ifâ­de cifen bir esastır. Bu kaideye göre aldatılana muhayyerlik hakkı ve­rilmiştir. Aklatma asıl akdi bozmaz.

îmâm Ahmed b. Hanbcl İle İlmi Mâce Hz. İbni Mesud'dan mer-fıT olarak şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:

«Memelerinde süt biriktirilen hayvanları satmak bir hiledir. Hîle ise müslüman'a helâl değildir.»

Bu hadisin isnadında za'f vardır; fakat İbni Ebî Şerbe (—234) onu sahih senedle mevkuf olarak da rivayet etmiştir.

Aşağıdaki hadîs dahî aynı hükmün delîllerindendir.[83]

 

835/680- «İbni Mes'ud radıyallahü anfe'ten rivayet olunmuştur. De­miştir ki: Bir kimse memesinde süt biriktirilmiş bir koyun satın alır da sonra onu iade ederse onunla birlikte bir de Ölçek  İade etsin».[84]

 

Bu hadisi. Buharı rivayet etmiştir, ismâilî «burmadan» kaydını zi­yâde eylemiştir.

Musannif bu hadîs'i merfu1 olarak rivayet etmemiş; Ibnî Mes'ud hazretlerine mevkuf bırakmıştır. Çünkü Buharı de onu mevkuf riva­yet etmiştir.[85]

 

836/681- «Ebu Hüreyre raâıyallahü anh'dan rivayet edildiğine gö­re; Resûlüllah Saîlallahü aleyhi ve seîîcm, bir yığın zahîre'nin yanın­dan geçmiş ve elini zahîre'nin İçine sokarak parmaklarına ıslaklık değ­miş. Bunun üzerine:

  Bu ne ey zahire sahibi?    demiş. (O zât)  :

  Buna  yağmur isabet etti yâ  Resûlâllah; cevabını vermiş. Resû­lüllah (S.A.V.)  :

  Bunu herkesin görmesi için zahîre'nin üstüne koy­sa idin ya! Hîle yapan benden değildir» buyurmuşlardır.[86]

 

Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.

Ncvcvl (631—676) diyor ki: «Asıl nüshalarda bu hadîs hep müfred mütekcllim zamiri ile vârid olmuştur. Bu sahihtir. Mânâsı: Hîle yapan, benim yolumdan gidenlerden, benim ilmime ve amelime; güzel tarîkatime uyanlardan değildir; demektir.»

Lâkin Süfyan b. Uyeync (107—198) bu îzâhı beğenmemiş ve: «Böyle sözlerle tefsirde bulunmak mekruhtur. Biz hadis'in ruhlar üzerinde daha tesirli ve zecir hususunda daha beliğ olması için te'vîlinden çekiniriz» demiştir.

Hadîs-i Şerif, alış verişte hîle yapmanın haram olduğuna delildir. Bu hususta ulemâ ittifak halindedirler.[87]

 

837/682- «Abdullah[88] b. Büreyde'den babası ntdujaUnhii anhümtdan İşitmiş olarak rivayet edilmiştir. Babası demiştir kİ : Resûlüllah Salîallahü aleyhi ve sellem :

— Bir kimse bağ bozumu günlerinde üzümü saklar da, sonunda onu şarap yapana satarsa muhakkak göz baka baka kendini cehenneme atmıştır; buyurdular.»[89]

 

Bu hadîsi Tabcrânl «el - Evsat»'Ğa, güzel bir isnadla rivayet et­miştir.

Aynı hadisi Eeı/hakî (384—458) «Şunbü'l - İman» da Hz. Bü­reyde'den şu ziyâde ile tahrîc etmiştir.

«Sonunda onu bir yahudiye veya hıristiyan'a yâhûd şarap yapacağını bildiği birine satarsa muhakkak kendini göz baka baka cehennem'e atmıştır.»

Hadîs-i Şerif, üzümü şarap yapacağını bildiği kimseye salmanın haram olduğuna delildir. Çünkü satan cehennemle tehdid ediliyor.

Maamârîh Hanefîler'e göre üzüm sırasını .şarap yapacağını bildiği bir kimseye satmak caizdir; Zîrâ ma'siyet şıra'nın aynı ile kaim de­ğildir. Şıra ancak değişerek şarap olduktan sonra haram olur.

Fakat düşmanına silâh satmak haramdır; çünkü ma'siyet o âlet'-in aynı İle kaimdir. Diğer sırf ma'siyet işlemek için yapılan bütün âlet­lerin hükmü de budur.[90]

 

838/693- «Âişc rtuhııulhtİıit ınılıâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir-ki:   Resûlüllah üaJlalhıhit 'alct/Jt't  re srllott:

— Menfaat daman mukabilidir; buyurdular.»[91]

 

Bu hadîsi, Beş'ler rivâyrl etmişler; Buharı i!e Ebu Dâvud aif bul­muşlardır. Tİrmizî, İbni Huzcyme, İbnİ Cârûd, İbni Hibbân, Hâkim ve İbnİ Kattan da cınu sahihlemislenlir.

Bııhâri ile K\m Dâvud'\\\\ zaif bulmaları râvileri arasında Müs­lim h. Hâiul-i Zenci'ı\\n yer almış olmasındandır.

Halbuki bu zât İmdm-ı Şafii'nin üstadı oiup rivayeti ile bilittifâk ihticâc olunur.

Ebu Dâvud bu hadîsi ikisinin râvileri mu'temed olmak üzere Üq yoldan rivayet etmiş; üçüncü hakkında: «isnad bu değil» demiş­tir. İhtimal o da Müslim-i Zcnci'yi kastetmiş olacaktır.

Hadisi İmâm Şafii ile «Simot» sahipleri uzun boylu tahrîc et­mişlerdir. Lâfzı şudur ;

«Bir adam Resûlüllah (S.A.V.) zamanında bir köle satın aldı. Köle onun yanında Allah'ın dilediği kadar kaldı. Sonra sahibi bulduğu bîr kus rdan dolayı onu reddetti; ve Resûlüllah (S.A.V.)'de kusur sebe­bi İle reddedilmesine hüküm buyurdu. Bunun üzerine aleyhine hükmedi­len (sahibi)  :

  Bu adam onu (işinde) kullandı; dedi. Resûlüllah (S.A.V.) de  :

  Menfaat daman mukabilidir;   buyurdular.» Daman : ödemek; tazmin etmektir.

Haraç : gelir demektir. Bunun mânâsı: satılan malın bir geliri varsa, o gelir malın zilyedi olan müşteriye aittir. Çünkü mal telef olursa onu müşteri öder. Meselâ birisi bir yer satın alır da o yeri işletirse; yâhût hayvan alır da üretirse bir kusurdan dolayı o yeri veya hayvanı döndüğü zaman yalnız malı İade eder. Onun menfaatini ve gelirini öde­mez. Çünkü o mal fesih müddetinde telef olsa onu müşteri ödeyecekti-Binâenaleyh menfaati de onun olur.

Bu mes'ele McccHc-i ahkâm-ı adliı/ı/c'n'm 85. ve 88. d maddelerin­de şöyle hülasa edilmiştir;

«85- Bir şeyin nef'i damanı mukabelesindedir.»

«88- Külfet ni'mete ve ni'met külfete göredir.» Maamâfîh mes'ele ulemâ arasında yine ihtilaflıdır. Şöyle ki:

1— Razılarına £öre hadiste ifâde Duyurulduğu şekilde bir malın menfaati, damân'ı yani ödemesi mukahilindedir. Binâenaleyh satılan bir malın müşterisinin elinde iken getirdiği aslî ve fer'î bütün   fâideleri müşterinindir. Şayet bir kusuru çıkar da o malı sahibine reddetmek lâ­zım gelirse aldığı zamankinden noksan olmamak şartı üe sadece malı İâdc eder. tmâm-ı Şafii'nin mezhebi budur.

2— Diğer bazılarına göre bir malın aslî ve fer'î  olmak üzere iki nevi' menfaati olur.     Eğer bir kusuru olduğu anlaşıldığı itin ma! sa­hibine reddedilirse, getirdiği kira ve şâire gibi fer'î menfaatler müşte­rinin hakkı olduğundan     reddedilmez;   fakat meyve gibi  aslî fâideler mevcut İse mal ile beraber onlar da sahibine iade    olunurlar. İstihlâk olunmtışsn bunların kıymeti verilir.

Hanefiler'in mezhebi de budur.

3— Aslî fâideler ayrılır: Bunlardan yapak ve kıl gibileri müşteri­nindir. Yavrular anaları ile birlikte mal sahibine reddedilir.

îmâm-ı Mâlik1 in mezhebi de budur.

Fakat bu fâideler malı sahibine reddederken maldan henüz ayrıl­mamış olursa bittabi' o mal ile birlikte bilittifâk sahibine iade olunur­lar.[92]

 

839/684- «Urvetü'l - Bârikî radıyallahü anh'den rîvâyet olunduğuna göre;Peygamber Saîîallahü aleyhi ve sellem, kendisine bir kurbanlık veya koyun satın alması için bir dînâr vermiş; o bu para ile İki koyun satın almış; ve birini bir dînâra satarak Resûlüllah (S.A.V.)'e bîr ko­yun İle bir dînâr getirmiş. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) ona alış Viîşinde bereket ile duâ etmiş: artık toprak satın alsa kazanır olmuş­tur.»[93]

Bu hadîsi, Nesâi müstesna Beş'ler rivayet etmiştir. Bııhârî'ûe onu bu hadis'in içinde zikretmiş; lâfzını tahrîc etme­miştir.

Tirmizl bu hadîsin bir şahidini    Hakim b. Hİzam'dan rivayet et­miştir.

Had'ts-i Şerifin isnadında Saîd b. Zeyd vardır. Bu zât Hammâd'm kardeşi olup muhtelefün fîh'tir.

hnam Ncvrvı ile Münzirî : «Bu hadis'in isnadı hasen sahihtir» demişlerdir; lâkin hadîs hakkında çok söz edilmiştir.

Musannif merhum: «Doğrusu hadîs muttasıldır; ama isnadında Tmibhem râvi vardır» diyor.

Hu hadis Hz. Urve'nin vekil olmadığı bir malı alıp sattığına delâlet. Çünkü Peygamber (S.A.V.) kendisine bir kurbanlık alması için bir dinar vermişti. O emre imtisal etse dînâr'ın bir kısmı ile kurbanlı­ğı satın alır; kalanını da iade ederdi.

Böyle alış verişlere fukabâ bey'i mevkuf derler. Bunlar kimin namına yapılmışsa onun kabulüne bağlıdır. Maamâfih mesele ihtilaflıdır. Bu ihtilâftan ortaya beş kavil çıkmış­tır:

1— Mevkûfen yapıian akid sahihtir. Seleften bir cemâatin mezhebi budur.

2— Bey'i mevkuf sahih değildir. îmâm Şafiî buna kail olmuş ve: «Sahibinin razı olması, bu bey'i sahîh kılamaz» demiştir; delili : «yanında olmayan bir şeyi satma» hadîsidir.

Mezkûr hadîsi Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî tahrîc etmişlerdir.

Bu hadîs yanında olmayan kendi malına şâmil olduğu çibi baş­kasının milkine de şâmildir.

Hz. Şafiî Urve (R.A.) hadîsi'nin sahîh olup olmadığında tereddüt ffmiş; onun hakkında bir şey diyebilmek için sözü hadîs'in sıhhatine ta'lîk eylemiştir.

3— îmâm-ı Â'zam Ebu Hanîfc, tafsilâta giderek:  «Mevkuf sa­tış caiz, fakat mevkuf alış caiz değildir» demiştir. Çünkü satış bir malı sahibinin milkinden çıkarmaktır.    Mal sahibinin kendi malını

imi M,, itır İr bırakmaca hakkı vardır. Ancak  sal ısa crvâz verdi.İşkal elinim olur. İnikat salın almak böyle delildir. O bir ıniiki   elmektir; o halde nıâlİk'in onu üzerine alması lâzımdır.

4— inunn   illtil'lc,   Khıı   Hanljf  tamamen  aksim1   kaildir'. Mâ­likilerinin «Yanında olmıyan bir şeyi satma» hadîsi ile Ut ve  hacisi'nin aralarını  bulmak istediği  anlaşılıyor.

5— Bir soy almaca vekfıleti olup da bir kısmını alana bey-i mevkuf sahihtir. kavli budur,

Urvc hadisi kurbanlık satın almak sureti ile teayyün etmiş hile nisa nır-lini almak için onu satmanın sahih olduğuna delâlet ediyor; aneak riat fazlalığı helâl değildir. Onun ivin de ziyâdeyi tesaclduk etmesini uııir  buyurmuştur.

Peyıjamber (S.A.V.)'in bereket duasında bulunması. İyilik yapana teşekkür ve mükâfatta bulunmanın nıüsUhâh olduğuna delildir.[94]

 

841/685- «Ebu Saîd-i Hudrî radıyallahü anh'ten rivayet olunduğuna göre; Peygamber Snllctllahü ahyhi ve selîcm; hayvanlar doğuruncaya kadar karınlarındakinİ satmaktan; onların memelerîndeki sütü ve ka­çak iken köleyi satmaktan; taksim edilinciye kadar ganimetleri ve ele geçinceye kadar sadakaları satmaktan ve dalgıc'ın bir defa dalmasın­dan nehyelmiştİr».[95]

 

Bu hadîsi ibni Mâce, Bezzar ve Dâre Kutnî zaif bir isnad İle riva­yet etmişlerdir,

Zaif olmasının sebebi, râvîsinin Şrhr b. Ilav-yb olmasıdır. Bu zât hakkında Nesâî, İbni Adiyy ve başkaları söz etmişlerdir. Buharı: «Şchr, hadîsi hasen ve hâli kavı bir zâttır» demiştir. İmâm Ahmed b. HanbeVin «Onun hadîsi pek güzeldir» dediği ri­vayet olunur.

Hadîsin .şahinleri vardır. Bunların Ebu Hüreyre'den rnâyet edilen­lerini İmûm Alnncd ile Ehıt Thivud; İbni Abbas'Um gelenleri tjlıâki ile Dûrr Kutn'ı taline etmişlerdir. Binâenaleyh hadîs kuvvet bul­muştur.

lladîs-i Şerîf, altı sûret'e şâmil olup bunların hepsi yasaktır:

1— Hayvanların karnındaki cent'ni satmak; bu icmâ'en lıarânıdır.

2— hayvanların meme!erindeki  sütü satmak;   bu da  biliemâ'  ha­ramdır.

3— Kaçak kuleyi satmak;  memnu'dur. Çünkü teslimi imkânsızdı!".

4— Taksim edilmeden  ganimetleri  satmak; mi İki  olmadığı için yasaktır.

5— Ele geçmeden evvel sadakaları satmak; henüz kabz denilen te­sellüm bulunmadığı için haramdır. Çünkü kabız olmazsa milk de tamam olmaz.

6— Dalgıc'ın bir defa dalması memnu'dur.

Bunun sureti şudur: Dalgıç denizden inci ve saire çıkarmak için bi­risi ile pazarlık ederek: «Senin için şu kadar paraya bir defa denize da­lacağım; ne çıkarsa senin olacak,» der. Bunda aldatma olduğu için ya­sak edilmiştir.[96]

 

842/686- «İbni Mes'ud radıyallahii anfc.'den rivayet olunmuştur. De­miştir kî: Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve selîem:

— Sudaki balığı satın almayın; çünkü bu aldanmadır; buyurdular.»[97]

 

Bu hadisi, Ahmed rivayet etmiş ve mevkuf oluşunun doğruluğuna işaret eylemiştir.

Hadîs-i Şerif, sudaki balığı satmanın haram olduğuna delildir. Bu­nun illetinin aldatma olduğuna da tenbih edilmiştir. Çünkü balık suda gizlenir de büyüğü küçük, küçüğü büyük görülebilir.

Fukahâ bu hususta tafsilât vermiş; ve: «Eğer balık çok suda olur da avlamakla yakalanıp yakalanmaması ihtimali müsavi bulunursa sa­lt caiz değildir. Fakat az suda bulunur da avlamakla yakalanması yüz­de yüz olursa .satış sahihtir;  teslimden sonra muhayyerlik sabit olur.

Kğor balık avlamağa lüzum kalmıyacak derecede az suda bulunursa satış yine sahihtir ve htyâr-ı rü'yet denilen görme muhayyerliği sabit olur» demişlerdir.[98]

 

843/687- «İbnİ Abbas rndıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resû\ü\lah.Sallnlîahü aleyhi ve sellcm: Kemâle gelmeden yemiş; (koyun) sırt (in) da yapak ve memede süt satmaktan nehyetti.»[99]

 

Bu hadîsi Dâre Kutni ve «Mu'cem-ül - Evsâf» nâm eserinde Taberâ-ni rivayet etmiş; Ebu Dâvud ise İkrime'nin mürscllcri arasında tahrîc eylemiştir.

Ebu Dâvud onu kuvvetli bir isnad ile İbni Abbas'a mevkuf olarak da tahrîc etmiştir ki, Beyhakî bunu tercih eylemiştir.

Hadîs'in bir şahidini Ebu Bckr b. Âsim ihticâca sâlih merfu' bir isnadla înıran b. Husayn'd&n tahric etmiştir. Hadîs-i Şerîf üç meseleye şâmildir :

1— Kemâle gelmeden yemişi satmanın    memnu' olduğuna delâlet eder. Bu hususta ileride süz gelecektir.

2— Koyunun sırtında iken yapağının satılmasının memnu' olduğu­nu bildiriyor.

Bu bâb'ta iki kavil vardır :

Birinci kavl'e göre: Bu satış caiz değildir. Delili de bu hadîstir. Bir de yapağının nereden kesileceği hususunda ihtilâf edilebilir; bu su­retle zarar hâsıl olur. Hanefiler'le Şâfiiler'in ve diğer bazı ulemâ 'nın mezhebi budur.

İkinci Kavl'e göre: Satış sahihtir. Çünkü görülen ve teslimi müm­kün olan bir malın satışıdır; binâenaleyh kesilen hayvanın yapağında olduğu gibi burada da beyi' sahihtir.

îmdm-î Mâlik ile diğer bazı ulemâ'nm kavli'de budur. Bunlar: albnî Abbas hadîsi mevkuftur» derlerse de görüldüğü vecihle bu hadîs mürsol ve mevkuf olarak rivayet edilmek sureti ile kuvvet bulmuştur. Garer denilen aldatmadan nehî vârid olduğu sahihtir; burada da garer var­dır.

3— Memedeki sütü satmanın memnu' olduğuna delildir. Zira bun­da da aldatma vardır. Saki b. Cübcyr, bu bey'in caiz olduğuna kail­dir. Delili şu hadistir :

«Sizden bir hanginiz kardeşinin hazinesine ei atıyor da ondakİnİ alıyor.» Hz- -Sair/, bu hadîste izinsiz kardeşinin koyunu­nu sağma'nın hükmü beyân edilirken koyun memesine hazine denil­miş olmasına bakarak satışın sahih olduğuna hükmetmiştir. Halbuki hadîsteki hazîne tâbiri mecaz'dır. Hakikat bile olsa sözümüz hazî-no'de değil, onun içindeki süttedir. Bu Kütün miktar ve keyfiyeti meçhuldür; biânenaloyh beyi' sahîh değildir.[100]

 

844/688- «Ebu Hüreyre ret di yallah il anh'den rivayet olunduğuna gö­re; Resûiüllah Sallallahü aleyhi ve sellcm dişi develerin karnındaki cenîn'lerle erkek develerin bellerindeki menî'leri satmaktan nehî bu­yurmuştur.»[101]

 

Bu hadîsi, Bezzâr rivayet etmiştir. İsnadında za'f vardır.

Çünkü râvileri arasında Sâlih b. EbVl - Ahdar vardır. Bu zâtı îbni Adiyy zaîf saymıştır. Hadîsi îmâm Mâlik (93—179) de Zührî (—124) tarîki ile Srtûfden mürsol olarak rivayet etmiştir ki, bu bâb'­ta sahîh kavil de budur. Bu hadîsin bir şahidini kavi bir isnâd ile Abdürrezzak (126—211) Hz. İbnİ Ömer (R.A.)'den tahrîc etmiştir.

Hadîs-i Şerif «medâmîm. ve melâkih» denilen ana karnındaki yav­rularla baba sulb'ündeki menî'lerin satılamayacağına delildir. Nitekim icmâ' da bunu gösterir. Bu bâb'ta yukarıda îzâhât geçmişti.[102]

 

845/689- «Ebu  Hüreyre anh'den  rivayet edilmiştir.De­miştir ki:Resûlüllah KuHnlîahü alcı/iti re sclîrm;

— Her kim bir müslümanın alış verişini ikaaie ederse Allah da onun hatâ'sını ikaaie eder; buyurdular.»[103]

 

Bu hadîsi,  Ebu  Dâvud ile  İbni  Mace rivayet etmişlerdir.   İbni Hib-ban ile Hâkim de onu sahîhlemisirrdir.

Ikaale'nin faziletine drlâlet eden hadîsler çoktur. Bunların mecmuu hadisimizi  Uıkviye ederler.

İkaaie: yapılan alış veriş akdini kaldırmak olup bilİemn' mesrıf-dur; çünkü alış veriş'e olduğu gibi buna da ihtiyaç vardır. Resûlüllah (S.A.V.) de buradaki hadisi İle onu yapanı öğmüş ve sevap kazanacağı­nı bildirmiştir, tkaale. alış verişi yapanlar hakkında akd'i feshetmektir; fakat başkaları hakkında yeni bir satış akdi sayılır. Bundan dolayı mec­lisle mukayyeddir. Bu akid, ancak «ikaaie» lâfzı ile yapılır vo alış ve- ' riş şeklinde olduğu gibi bunda da iki taraf mazi sikaları kullanır. îkaale yapan taraflar «beyi'» lâfzını kullanırlarsa akid bİlittİfak satış olur.

İkaale'yi yapanın müslüman olması şart değildir. Hadîs'te müs­lümanın zikredilmesi aglcbî bir hükümdür. Yoksa ikaaie gayr-ı müs-lim ile de yapılsa sevabı vardır.[104]

 

«Muhayyerlik Babı»

 

Hıyar : îki şeyden, yani satışı bağlamakla bozmaktan hangisi ha­yırlı ise onu istemektir. Muhayyerliğin bir çok nev'ileri varsa da mu­sannif burada yalnız hıyâr-ı şart ile hıyâr-ı meclis'i zikretmiştir.[105]

 

846/690- «ibni Ömer radtyattahü anh'den Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'den İşitmiş olarak rivayet edildiğine göre Peygamber (S.A.V.) :

— İki kişi alış veriş yaptılar mı ayrılmayıp beraber bulundukları müddetçe yâhûd biri diğerini muhayyer bı­rakmadıkça onlardan her biri muhayyerdir. Eğer biri di­ğerini muhayyer bırakır da bu şartla satış yaparlarsa ar­tık satış vâcib olmuştur. Satışı yaptıktan sonra birbir­lerinden ayrılırlar da, taraflardan biri satışı terk etmez­se satış (yine) vâcib olmuştur; buyurmuşlardır.»[106]

 

Müttefekun aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir.

Bazı cümlelerin îzâhı : «Biri diğerini muhayyer bırakma­dıkça» cümlesinin mefhûm-u muhalifinden de anlaşılacağı vecihle taraflardan biri ciğerini muhayyer bırakırsa, yani biri muayyen bir müddeti şart koşörsa bu maiayyeriik, o akd'i yapan tarafların bede­nen oradan ayrılmaları ile bozuluvermez. Bilâkis şart koştuğu müddet geçinceye kadar devanı eder. Bazılarına göçe bu cümleden nıurâd : Oradan ayrılmazdan evvel .satışı' sağlamlaştırmak isterse artık beyi' lâzım olur; ayrılmanın bir hükmü kalmaz; demektir.

(Satış vâcib olmuştur) demek; tamam olmuş, yürürlüğe- gir­miştir; demektir.

Hadîs-i Şerif, alış veriş yapan taraflara hıyâr-ı meclis'in sabit olduğuna ve bu muhayyerliğin bedenen birbirlerinden ayrılmaları anına kadar devam edeceğine delildir. rJlemâ'dan bu hususta iki ka­vil vardır :

1— Hıyâr-ı meclis, vardır:  Bu kavil Sahâbe-i kirâm'dan Ali, İbnî Abbas ve İbni Ömer (R. Anhüm) hazcrâtı ile bir cemâat'in ve ekseri tâbiî'nin, imam Şâfü ile Ahmed b. Hanbrî'in mezhebidir. (Meclisden murâd:  tarafların bulunduğu vaziyettir). Bu zevata göre muhayyerliği bozan ayrılış adeten ayrılma sayılan harekettir. Meselâ küçük bir evde muhayyerliği bozan adetten ayrılma sayılan harekettir. Meselâ küçük bir evde muhayyerliği bozacak ayrılış,n birinin dışarı çıkmasıdır. Büyük evde iso bir yerden bir yere iki veya üç adım gitmekle olur. Nitekim İbni Ömer (R. A.)'m fi'li de bunu gösterir.  İbnİ Ömer (R.A.) beğen­diği bir şeyi satın alırsa meclisten ayrılırmış. Beraberce kalmaları ve­ya beraberce yürümeleri ile hıyâr-ı meciis bozulmaz. Bu Tnezhcbin de-Hli sadedinde bulunduğumuz İbni Ömer hadîsidir.

2— Hıyâr-ı meclis, yoktur. Alış verişi yapan taraflar sözle birbi­rinden ayrıldılarmı artık muhayyerlik bitmiştir.

Haneftler'lf Mâiiikîler'in ve diğer bazı ulemâ'mn mezhebi de budur. Bunların delili:

«Alış veriş yaptığınız vakit şâhîd çağırın» âyet-i kerîmesidir. Bunlar: «İshâd, alıcı ile satıcı birbirinden ayrıldıktan sonra yapılsa, emre mutabık gelmez; ayrılmazdan önce olsa, yerinde yapılmış o.maz; binâenaleyh burada muhayyerlik yokdur.» derler Bir de:

«Alış veriş yapanlar anlaşamazlarsa söz satıcınındır» hadîsi  ile istidlal ederler: «Hadîs-i  Şerifte anlaşılmadığın  ne zaman olduğuna dair tafsilât verilmemiştir. Binâenaleyh hıyâr-ı meclis yoktur.

Anlaşmazlık ne zaman olursa olsun söz satıcınındır» derler. Onlara göre buradaki İbni Ömer hadisi hıyâr-ı kabul'e hamledilir. Yanı (sözle birbirlerinden ayrılmadıkça)  manasınadır. Bu te'vîl İbrahim Nehaı ll-95)'den nakledilmiştir. Aşağıdaki hadîs İbni Ömer hadîsi'ne muatzdır.[107]

 

847/691- «Amr b. Şuayb'ten o da babasından o da dedesinden - radı-yallahü anhüm - işitmiş olarak rivayet olunduğuna göre  Peygamber Sallaîîahü aleyhi ve sellem :

— Satıcı ile alıcı birbirlerinden ayrılıncaya kadar mu­hayyerdirler; ancak muhayyerlik pazarlığı varsa o baş­ka. Satışı kaldırır korkusu ile satıcı'nın alıcı'dan ayrıl­ması kendisine helâl değildir; buyurmuşlardır.»[108]

 

Eu hadîsi İbni Mâce müstesna Beşler rivayet etmişlerdir.-Onu Dare Kutnî, İbni Huzeyme ve ibni Cârûd da rivayet etmişlerdir. Bir rivayette: «yerlerinden ayrılıncaya kadar» buyurulmuştur.

Bundan önceki hadîs, Ebu Davud'un İbni Ömer (R. A.)1 den riva­yet ettiği şu hadîse dahî muarızdır:

«Alış veriş yapanlar ayrılmadıkça muhayyerdirler; an­cak muhayyerlik pazarlığı olursa o başka... Satıcının sa­tışı kaldırır korkusu ife arkadaşından ayrılması kendisine helâl değildir».

«Satışı kaldırır korkusu İle» ifâdesi satışın tamam ve nafiz olduğuna, yani yürürlüğüne delâlet eder. Fakat «birbirlerinden ayrılmadlkça» tâ'birinc bakarak bazıları bu hadîsin de hıyâr-ı meclise delâlet ettiğine kail olmuş «satışı kaldırır» ta'birini satışı bozmağa hamletmişlerdir;ki imam Tirmizî de bunlardan birisidir. Onlar ha­dîsteki «helâl değildir» ifâdesini kerahete hamlederlcr. Bu takdirde ma'nâ söyle olur: «Alış veriş tamam olduktan sonra pişman oiarak onu feshetmeye kalkışmak mekruhtur; insanlığa yakışmaz.» Vâkıâ Ibni Ömer (R.A.)'den rivayet edildiğine göre, kendisi birisi ile alış veriş yapar da onu tamamlamak isterse kalkıp biraz yürür sonra müşterisi­nin yanına dönermiş. Lâkin bu rivayeti Tirmizî ve arkadaşları İbni Ömer (R.A.)'in nehyi duymamış olduğuna hamledcrler.

Hâsılı: Hıyâr-ı meclis'e kail olmayan Hanefîler'le Mâlikîler bu ha­dîsleri münâsip bir şekilde te'vil ederler. Hanefîler'o göre hıyâr-ı kabul vardır. Yani taraflardan biri icâbı yaptımı diğeri onu o mecliste kabul edip etmemekte muhayyerdir. Hıyâr-ı meclis ise ancak şart koşulduğu taktirde sabit olur. îşte buradaki hadîsleri Hanefîyye ulemâsı: «lası ve-riş yapanların şart koştukları hıyâr-ı meclis vardır» şeklinde te'vil ederler.

Mâlikîler ise hıyâr-ı meclis'i isbât eden hadîslerin sahih olduklarını kabul etmekle beraber Medine.— bu hadîsler mu'cibince amel etmedi­ğinden onlarla amel etmezler. Çünkü Medineliler'in ameli Mâlikiler'ce mütevâtir haber hükmündedir. Binâenaleyh mütevâtiri bırakıpta zann ifâde eden haber-i vâhid hadisle amel etmezler. Onlara göre hıyâr-ı meclis'i taraflardan biri1 şart koşarsa akid fâsid olur.[109]

 

848/692- «Ibni Ömer radıyallahü anhüma'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Bir adam peygamber SaîldUahü aleyhi ve sclîem'e alış verişte aldandığını anlattı da Resûlüllah (S.A.V.) (kendisine) :

— «Alış veriş yaptığın zaman; aldatma yok deyiver; buyurdular.»[110]

 

Müttefekun aleyh'tir.

Ibni îshak'm Yunus ile Abdul A7ö'dan tahrîc ettiği rivayette şu ziyâde vardır:

«Sonra sen satın aldığın her malda üç gün muhayyersin. Eğer (o maldan) râz» olursan onu (kendinde) tut; beğenmezsen reddediver». Bu zatın ismi Habban b. Münkız'dır. «Münkız b. Âmir'dir» diyenler de vardır. Hz. Os­man zamanına kadar yaşamış yüz otuz yaşını bulmuştur. Bir şey satın ,-ıiıiı ela kemlisine: «Sen bunda aldandın» dediler mi o alış verişten döner; S.ıhâbe-i Kiramdan biri de «Peygamber (S.A.V.) ona üç gün muhayyer­lik verdi» diye şeh^.St eder; neticede satıcı da onun parasını geri ve­rirdi. Hz. Habban'm başında sakatlık olduğundan dilinde de tutukluk vfirtlı. Bununla beraber yine ticâreti bırakmazdı.

Bu hadîsi Hâkim «cl-MüMcdrrk» inde, Bcyhakî «Sünen» inde ri­vayet etmişlerdir. Onu îmâm-ı Şafiî (R.A.) dahî rivayet etmiş ve: "Muhayyerlikle yapılan satışta asıl olan, onun fâsid olmasıdır. Lâ­kin memesi şişirilen hayvanın satışı hakkında Resûlüllah (S.A.V.) üç fitin muhayyerlik şart koşunca ve Habban b. Münkız'a satın aldığı şey için üç tiün muhayyerlik tanıdığı rivayet edilince Resûlüllah (S.A.V.)'in buyurduğunda karar kıldık» demiştir.

Hadîs-i Şerifin râvilerinden İbni îshak'm üzerinde duranlar vîH-sa rte. ekseriyete göre bu zât mevsuktur. îmâm-î'Mâlik dahî onun hakkında söylemiş olduğu sözden dönmüştür.

H;ıdİs, alışverişte hıyâr-ı gabn olduğuna delildir. Hıyâr-ı gabn, faz-l,ı îHrlanma sebebi ile aldığı malı dönme muhayyerliğidir. Bu hususta ulemâdan iki kavil rivayet olunur:

1— Hıyâr-ı Gabn sabittir. Ancak bu muhayyerliğin sübût bulma­sı için aldanmanın fazla olması şarttır.

Mâlikiler'lc Hanefiler'in mezhebi budur. Hattâ Mâlikîler gabn-ı fa­hiş denilen, çok aldanmayı kıymetin üçte biri diye tahdîd etmişlerdir. Mâlikîler'in bu tahdidi az aldanmanın âdeten müsamaha ile karşılan­masından hattâ buna aldanma bile denilmediğinden alınmış olsa ge­rektir.

2— Cumhur-u ulemâya göre gabn sebebi ile muhayyerlik yoktur. Ahs verişin umumî delilleri ve satış akdirii'nin aldanma olup olmadığı mülâhaza  edilmeksizin  yürürlüğe  girmesi  buna  delildir.  Onlara   göre babımızın hadîsinde muhayyerlik Hz. Habban'm akılca zaîf olmasından­dır. Şu kadar var ki, bu za'f, kâr'ı zarar'ı ayıramıyacak derecede değildİr. Binâenaleyh kendisine1 alış veriş için izin verilen çocuk hükmün­dedir;   fazla aklandığı zaman kendisine muhayyerlik sabit olur.

Malikiler'den Îbnü'l-A'rabî diyor ki : «bu kıssadaki hîle'nin ku­sur hakkında, yâhûd milk veya fiyat hususunda olması muhtemel­dir. O halde hâsseten aldanma hakkında delil olamaz. Bu kıssa hu-sûsî'dir;  onda umum yoktur.

Bazıları : «Alıcı veya satıcı «hile yok» derse .nuhayyerlik sabit olur» derler.

Bir takımları iki surette de, yani satın alan çocuk olsun, olmasın hıyâr-ı gabin isbât etmemişlerdir. Delilleri bu babın hadîsidir.[111]

 

 

 

 

«Fâiz Bâb’ı »

 

Ribâ hakkında «eî-Fıkhu alc'l-mczahibi'l-Erbaa»[112] da şu ma'-itimat,  veriliyor:

Ribâ : şiddetle yasak edilen fâsid alış verişlerdendir. Lûgat'ten mâ­nâsı : ziyâde, demektir. Nitekim Teâlâ hazretleri  :

[113] «Onun üzerine suyu İndirdiğimiz vakit yükselir ve kabarır» bu­yurmuştur; ki yükselip kabarmak yerin üzerine ziyâdedir.

Fukâhâ'nın ıstılahında ise : Bir cinsten olan iki bedelden birine ya­pılan karşılıksız ziyâdedir ki bu gün buna faiz diyoruz. Ribâ : «ribe'n-nesîe» ve «ribe'l-fadl» olmak üzere iki kısımdır. Hattâ Şâfîîler buna «rlbe'l-yed» nâmile üçüncü bir nev'i ilâve ederler.

1— Ribe'n-nesîe : Ziyâdesi geç ödemeden yani bir müddetten iba­ret olan ribâ'dır. Bir ölçek buğday vererek güzün onun karşılığında bir buçuk Ölçek buğday almak gibi. Bundaki yarım ölçeğin karşısında satı­lık bir mal yoktur; o yalnız beklediği müddetin karşılığıdır. Bundan do­layıdır ki bu ribâ'ya, te'hîr faizi manâsına «ribe'n-nesîe» denilmiştir.

2— Ribe'l-fadl : Karşılığında hiç bir şey bulunmıyan ziyâdedir. Bunda müddet filân yoktur. Bir Ölçek buğday vererek bir buçuk ölçek buğday almak ve teslim tesellüm muamelesini yaparak işi kesinleştir­mek gibi. On iki miskal ağırlığında işlenmemiş altını vererek on mis-kal ağırlığında işlenmiş bir altın alrr»ak da böyledir,

3— Rîbe'l-yed : Bir cinsten iki şeyi teslim ve tesellümsüz satmak­tır. Buğday ile buğdayı satmak gibi.[114]

 

«Ribe'n-Nesie'nin Hükmü»

 

Ribe'n-nesie'nin haram olduğu hususunda imamlar arasında ihti­lâf yoktur. Onun büyük günâhlardan sayıldığı münakaşa götürmez bir hakikattir. Bu cihet Kitab,   Sünnet ve lemâ'-i Ümmet'le sabittir.

Kitab'dan delili :

[115] «Halbuki Allah alış verişi helâl, ribâ'yı haram kılmıştır. Artık kîme Rabbİnden bir nasihat gelir de rîbâ'dan vaz geçerse geçmişteki fâîzİ kendine; onun (afvtne ait) hüküm ise Allah'a aittir. Her kim de döner tekrar yaparsa işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi­dirler. Allah ribâ'yı mahveder; sadakaları ise arttırır. Hem Allah ve-balli kâfirlerin hîç birini sevmez... Ey îmân edenler! Allah'dan korkun da (hakîki) mümin İseniz ribâ (hesabın) dan kalan bakîyyeyi bırakın. Eğer (bunu) yapmazsanız o halde Allah ve Resulünden (size) bir harb kopacağını bilin. Eğer fevbe ederseniz sermayeniz sizindir. Ne zulüm edersiniz ne de zulmolunursunuz» âyetleridir.

İşte Kitâbullah!... Fâiz'i en şiddetli bir lisanla haram kılıyor. On­dan öyle menediyor ki, Rab'larına inananların ve onun azabından kor­kanların tüylerini ürpertiyor, Hangi tehdîd Allah-u teâlâ'nın faizcileri kendi aleyhine ayaklanmış, Allah ve Resûl'ünc karşı i'lân-ı harb etmiş saymasında daha şiddetli olabilir?.... Yerde ve gökte kendisini hiç bir şeyin âciz bırakamadığı kaadîr ve kahir Allah'la muharebe eden bu zaîf insanın hali ne olur? Elbette bu yaptığı ile kendisini helak ve hüs-rân'a atmış sayılır.

Bu Âyet-i Kerîme'dcn alınan ribâ'nm mânâsına gelince: anlaşılı­yor ki, bu ribâ câhİliyet devrinde araplar arasında malûm olan faiz­ciliktir. Bunu müfcssirler beyân etmişlerdir. Bu zevât'tan bir çoğunun buyanına göre Câhİliyyet devrinde arapiar'dan biri bir kimseye muay­yen bir müddet için borçlandı mı va'de gelir gelmez mal sahibi borç­luyu bulur; ve ona : «Ya borcunu öde! yâhûd arttır» derdi. Bunun mâ­nâsı : ya borcunu öde yâhûd aramızda âdet olan faiz ile onu bir müd­det tc'hir et; demektir. Ziyâde bazen sayıda olurdu. Meselâ bir deveyi va'desi geldikte iki deve vererek Ödemek şartı ile muayyen bir müddet beklerlerdi. Bazen de yaşta olur; bir senelik bir deve yavrusunu va'de­si geldiği zaman iki senelik yavru vererek ödemek şartı ile borcu te'cil ederlerdi. Faizciliğin bir nev'i de şöyle olmuştu : Biri diğerine bir müd­det için mal verir; ondan her ay muayyen bir miktar alırdı. Va'de ge­lip de bütün borcu ödeyemezse ma! sahibi yeni bir faizle bir müddet daha beklerdi. İşte bu gün dünyanın her yerinde bankaların umumiyet­le yaptıkları faizcilik budur. Allah-u Zülcelâl bunu müsîümanlara ve diğer milletlere haram kılmıştır. Çünkü bunda başı sıkılanları ezmek, insandaki şefkat ve merhamet hislerini söndürmek; dünyâ hayatında yardımlaşma fikrini yok etmek vardır. İnsan, insan olarak her cihet­le maddîleşip kardeşine kaaşı merhametsizlik etmemeli; onun muhtaç düştüğü ânı fırsat bilerek kendisini faizin tuzağına düşürmemeli; kalan bir parça canını da böylelikle almamalıdır. Halbuki Allah Teâjâ zen­ginlere fakirlere vasiyyet etmiş; felâketzede'lerie bîçâreler için ödünç almayı meşru' kılmıştır. Kaldı ki fâiz'de malları faizcilere münhasır bırakmak ve irâdesi zâif olanlara şehvet kapılarını açmak; böylclerin ellerindeki serveti çekip almak gibi pek cok zararlar vardır ki onları burada sayıp dökmeye makam münâsip değildir.

Hâsılı âyet-i kerîme ribc'n-ncsîe'nin haram olduğuna kat'iyyetle delâlet etmektedir. Şu zamanda yüzde hesabı ile yıllık veya aylık fâiz'e verilen mallar da bu kabildendir. Bazılarının bu nev'i faizi caiz gös­termek için din'e yaptıkları taarruz her cihetle bikmcU teşrîa ve din'e münâfîdir.

Bir takımları fâiz'in azı helâl olduğuna kaildirler. Onlarca haram olan faiz kat kat fazla alınandır. Delilleri Âl-i İmrân Sûresî'nin şu Âyet-i kerîmesidir :

[116] «Ey îmân edenler :  kat kat ribâ'yı yemeyin; Allah'dan sakının ki felah bulaşınız.»

Halbuki bu anlayış düpe düz hatâdır. Çünkü Âyet-i Kerîme'dcn mu-râd : faiz yemekten nefret ettirmek; kat kat alman faiz günün birinde borçlunun bütün malını kaphyarak onu fakir, yoksul düşüreceği ve bu i'âsid muamele yüzünden mahvolup âtıl kalacağı mülâhazası ile faizci­lerin nazarı dikkatini çekmektir. Zira bunda, medeniyet nizamlarına ne derece zarar olduğu meydandadır. Hemen hemen hiç bir akıl sahibi yoktur ki, Allah teâlâ'nın üç kat faizi haram kılıp iki veya bir katını mübâh bırakacağını tasavvur etsin. Hele «Eğer tevbe ederseniz serma­yeniz sizindir» âyet-i kerîmesini okuduktan sonra aklı başında olan bir insanın bu mânâyı anlamasına imkân kalmaz.[117]

Bir takımlarının «fâide mukabili verilen ödünç, faiz değildir» id­diası da garabet cihcÜ ile yukarıkinden aşağı kalmamaktadır. Vâkıâ fukahâ'dan bazıları ribâ'nın bir akid olduğunu, binâenaleyh onun da şâir akidler gibi mutlaka bir sîgası veya sîga yerini tutacak bir şeyi bulunması lâzım geldiğini söylemişler: hattâ Şâfiîler bu bâb'ta tasrihat-ta bulunmuşlarsa da ayni zevat fâide mukabili verilen Ödünç hakkında: «Başkalarının mallarını bâtıl bir yoldan yemektir» demişlerdir. Çünkü ribâ'nm haram kılınmasına sebep olan karşılıksız ziyâde bunda dahî vardır, mesele yalnız şekil değişikliğinden ibarettir. Hüküm i'tibâriyle aralarında fark yoktur. Ribe'n-nesîe'nin Sünnet'ten delili babımız ha­dîsleridir.[118]

 

«Ribe'l-Fadl'ın Hükmü»

 

Va'desiz faiz demek olan bu muamele dört mezhebe göre ha­ramdır.  Sahâbe-İ  Kirâm'dan bazılarının  bunu tecviz ettiği hattâ   ibni Abbas (E.Anhümâ)'nm da bunlar lirasında bulunduğu rivayet edil­mişse de sonradan bu fikirden döndüğü ve Ribc'l-fadl'm hürmetine kail olduğu katiyetle sübût bulmuş bir hakikattir.

Bu ribâ'nın haram olduğuna delîl.    Peygamber (S.A.V.)in şu Ha-dis-i şerifidir :

«Altın ile altın, gümüş ile gümüş, buğday ile buğday, arpa ile arpa, hurma ile hurma ve tuz ile tuz misli misli­ne, birbirine müsâvî ve Deşin olarak satılır. Bu sınıflar değişti mi peşin olmak şartı İle nasıl isterseniz satınız».

Bu hadiste sayılan altı şeyin hükmü bilicmâ' başka mallara da geçer. Dâvud-u Zahirî ile Osman-ı Bcttî'nin ve diğer bazı zevât'ın muhalefetleri rivayet edilmişse de onların muhalefeti icmâ'ı bozmaz.

Ribâ hakkında merhum Elmah'ît Muhdmnıcd Hamdı Yazıt «Hak Dini Kur'ân Dili-» adlı tefsirinde pek güzel îzâhâtta bulunmuştur. [119] Biz teberrüken bir cümlesini nakil ile iktifa edeceğiz.

Merhum şöyle diyor: «Herhangi bir hey'eti içtimâiyyede, fa­izsiz yaşanmiyacağı hissi, çoğalmaya ve faizin meşruiyyetine çâ­reler aranmaya başladımı, orada sükût ve inhitat ve devr-i câhiliye irtica', başlamıştır.»

Hâsılı faizcilik beşeriyetin iktisâdi bünyesini kemiren bir kurt­tur. Bundan dolayıdırki dinimizde şüpheli şeylerden kaçınmak men-dûb clduğu halde faiz şüphesinden korunmak vâcibtir.

Fıkıh'ta şöyle bir kaidemiz vardır : Şüphe-i ribâ, ribâdır; çün­kü ribâda şüphe mu'teberdir. Binâenaleyh müslümanların bundan kaçınması lâzımdır.

Ebu Bekir Ccssas (—370) «Ahkâmü'l-Kur'ân» adlı[120] eserinde şöyle diyor: «Ömer demiştir ki: ribâ âyeti Kur'ân'm en son nazil olan âyetlerrndendir. Peygamber (S.A.V.) bunu bize tamamen beyân etme­den dünyadan gitti. Binâenaleyh sîz ribâ ve ribe'yİ bırakın» yani faiz olduğunu bildiğiniz bir şeyi bıraktığınız gibi,    kendisinde faiz şüphesi olanı d;ı bırakın. FAİ/.i. faizcilik yapanı ve ona yardım edeni zemmeden hadisler çoktur. Aşağıdaki hadîste onlardan biridir.[121]

 

849/693- «Câbir radıyallahii anh'ten rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Rcsûlüllah Sallallahü aleyhi ve scllem: Faizi yiyene, yedirene ya­zana ve işâhİdlerine lâ'net etti ve :

— Onlar müsavidir; buyurdular.»[122]

 

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Buhârî'n'ın de Ebu Cuhayfe'den buna benzer bir rivayeti vardır. Yani linhârVmn rivayetinde de faizcilere, Allah'ın rahmetinden uzak­laştırılmaları için bedduâda bulunmuştur.

Hadîsin lâfzı şudur :

«Avn b. Ebî Cuhayfe'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Babamı haccam bir köle satın alırken gördüm de kendisine sordum. Peygam­ber (S.A.V.) : Köpek ile kanın parasından; düğme yapmaktan ve yap­tırmaktan; faiz yemekten ve yedirmekten nehyettî. Resim yapana da lanet buyurdu».

Hadîs-i Şerif, mezkûr faizcilerin yaptıklarının günâh ve haram ol­duğuna delildir. Yeme'nin hasseten zikredilmesi ondan faydalanma ek­seriya yemek sureti ile olduğundandır.

Yedirenden murâd : faizi verendir. Çünkü faiz ancak ondan hâsıl olur; bu sebeple günâhta  müşterektir.Yazanla, şâhîdlerin günâhı ise harâm'a yardım ettiklerindendir. Bittabi bu bilerek yaptıkları za­mana mahsustur. Vâkıâ Buharı ile Müslim'in müttefîkan tahrîc ettik­leri Ebu Hüreyre hadîsinde :

«Yâ rabbiî Senden ahd-u peymân almışam; elbette sen ahdini bozmazsın. İmdi ben ancak bir insanım; şu halde her hangi bir mü'mine eziyyet etti veya söğdü isem yâhûd lanet etti veya döğdü isem bu işimi ona namaz ve zekât ve kendisi ile o kulu kıyamet gününde sana yak­laştıracağın bir ibâdet yap» büyütülmüştür.

Bu hadîs mcrfu'dur. Buna benzer başka hadîsler de vardır. Bunlar Peygamber (S.A.V.J'in lanetinin tanrım ifâde etmediğine ;hu sözlerle hakiki heri duayı kasıd buyurmadığına delâlet ederler. Bu hâl karşısın­da: Resûlüllah (S.A.V.)'in lanetini geri alması ma'lıım bir haramı iş-lemiyenler hakkındadır; yâhûd bu laneti gadab halinde yaptığı zama­na mahsustur; denilmektedir.[123]

 

851/694- «Abdullah b. Mes'ud radıyallahü anh'ien Peygamber Sal-lallahn aleyhi ve scîlem'den işitmiş olarak rivayet edildiğine göre Re­sûlüllah (S.A.V.) :

— Faiz yetmiş üç bâbtır. Bunların (günâh i'tibâriyie) en ehveni bir kimsenin annesi île cinsî münâsebet'te bulun­ması gibidir. Şüphesiz ki faizin en fazlası müslüman bir adamın Irzıdır;  buyurmuşlardır.»[124]

 

Bu hadisi muhtasaran İbni Mâce; tamamı ile de Hâkim rivayet et­miş ve onu sahîhlcmiştir. Bu mânâda başka hadîsler de vardır.

EbuDdvud ile İbni Ebi-d Dünya (208—281)'nın Hz. Ebu Hürey-re'den tahrîc ettikleri bir hadîste (müslümanm ırz.nda ribâ)'yı Resûlül-lah (S.A.V.) :

«Bir sÖğmeye karşı  iki söğmedir» diye tefsir etmişlerdir, Hudîs-i   Şerifte ma'lûm ribâ bâblarından    olmamakla beraber ha­ram bir fiile ribâ denilebileceğine işaret vardır.

Faizin en ehvenini bir kimsenin annesi ile cima1 etlnesine benzet­mesi, aklen bu işin son derece çirkin olduğu içindir.[125]

 

852/695- «Ebu Sâîd-i Hudrî radıyallahü anh'ien rivayet olunduğuna göre; ResûlüTah Sallallahü aleyhi ve scllem:

— AÎTir ile altını, ancak misli misline olursa satın : birbirleriİ erine fazla yapmayın; gümüş ile gümüşü de, arwak misS misline olursa satın; birbirleri üzerine fazla yapmayın. Onlardan gaib olanı   hazırla   dahi   satmayın; buyurmuşlardır.»[126]

 

Müttefekun aleyh'tir.

Hadîs-i Şerif, mevcud olsun gaibolsun altın ile altını, gümüş ile gü­müşü birbirlerinden fazlalıkla satmanın haram olduğuna delildir. Çün­kü «ancak misli misline» tâbiri umum hallerde istisnadır; ve san­ki: «bu satışı hiçbir hâl-u kârda yapmayın; yalnız misli misline, yani miktarca birbirlerine müsâvî oldukları hâl müstesna» denilmiştir. Bun­dan sonra bir de (birbirleri üzeri ıe fazla yapmayın) buyurui-ması te'kîd içindir.                               '

Sahâbe-i Kirâm'dan ve tabiîn hazerâtmdan bir çokları ile fukahâ'nın mezhebi budur. İbni Abbas (R. A.) ile sahâbe'den bazıları ribe'I-fadl'da fazlalığın haram olmadığına kail olmuş ve:  

«Nesîe'den başka ribâ yoktur» hadîs-i sahihi ile istidlal etmişlerse öe cumhur bu hadîsi «en şiddetli ribâ ancak nesîe-dedir şeklinde te'vîl etmişlerdir. Yani bu hadîsten murâd : hiç bir ribâ yok değil, ribâ'nın kemâli yok; demektir.

Maamâfîh yukarıda da arzettiğimiz veçhile Hâkim Hz. ibnî Abbas'-m bit kavilden döndüğünü ve Allah'a levbe istiğfar ettiğini rivayet et­miştir. İbni Abbas : «Vallahi ben müslümanlann peşin olarak yaptık­ları her nev'i alış verişi helâl görüyordum. Abdullah b. Ömer'in Resulü!-lah (S.A.V.)'den benim bellemediğim bîr hadîsi bellediğini işitince şim­di Allah'a istiğfar ediyorum» demiştir.                                      

Hadîsteki altın ve gümüş lâfızları âmm olup madrûb gayr-ı mad-rûb tütün altın ve gümüşlere şâmildir. (Gaib) ta'birindcn murâd : alış veriş meclisinde bulunmayanlardır. Orada mevcut olana (hazır) denilmiştir.[127]

 

853/696- «Ubâdetû'bnü's-Sâmit radıyallahü anh'ten rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki:Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem:

— Altın ile altın, gümüş'le gümüş, buğday ile buğ­day, arpa ile arpa, hurma ile hurma ve tuz ile tuz, misli misline, birbirine müsâvî ve peşin olarak satılırlar. Bu nev'iler değişirse Deşin olduğu  takdirde nasıl istersiniz.Öyle satın; buyurdular.»[128]

 

Eu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Hadîs-i Şerif'in (misli misline ve birbirine müsâvî olarak) tâbirleri ile ifâde ettiği te'kîd aşikârdır.

B:ı hadîs, sayılan altı şeyde, cinsi cinsine satıldıkları zaman fazla-3ık yapmanın haram olduğuna delildir. Mezkûr altı şeyde ribâ'nın ha­ram olduğuna icmâ' vardır. Nitekim yukarıda da arzetmiştik.

Bunlardan maadasına gelince Cumhur-u ulemâ'ya göre illette bun­larla müşterek olan her şeyde kıyas yolu ile ribâ harâm'dir. Zâhirîler'e göre nassan sabit olan altı şeyden maada hiç bir şeyde ribâ yoktur. San'ânî (1059—1182)  «Sihbiilü's-Selâm» da bu mezhebi beğenmekte hattâ bu hususta «cl-Kavlü'l-Mik-tcbd» adlı müstakil bir risale yaz­dığından bahsetmektedir.

Ribâ'ya dahil olan şeylerin cinsleri muhtelif olursa birbirinden fazlaya ve keza va'deli olarak satılabilirler. Bu hususta uiemâ mütte­fiktir. Meselâ : altınla buğday, gümüşle arpa böyle satılabilirler. Cinsi cinsine satıldığı zaman birinin veresiye satılmasına caiz olmadığında dahi ittifak vardır.[129]

 

854/697- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'ten rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem:

— Altın ile altın, tartısı tartısına, misli misline; gü­müş ile gümüş dahi tartısı tartısına, misli misline satı­lır. Her kim ziyâde verir veya ziyâde alırsa bu ribâ'dır; buyurdular.»[130]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

HîkIîs-i Şerif, takdir'in göz kararı ve tahmin ile değil .mutlaka tartı ile yapılacağına delildir. Çünkü miktarın ta'yini ancak bu suretle müm­kün clur.[131]

 

855/698- «Ebû Said-i Hudrî ile Ebû Hürey-e radıyallâhü anhümâ'-dan rivayet olunduğuna göre Resûlüllah Sallallahii aleyhi ve sellem Haybor üzerine bir adam'ı memur göndermiş; o zât da Peygamber (S.A.V.)'e seçkin kuru hurma getirmiş. Derken Resûlüllah Sallaîîahil aleyhi ve sellem :

  Hayber'in bütünhurmaları böyle mi?  diye sormuş? Adam :

  Hayır yâ  Resûlâllah!   Biz bunun bir ölçeğini iki ve  iki ölçeğini üç ölçeğe alıyoruz; demiş.  Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) :

  (Bunu) yapma, kötü hurmayı para ile sat, sonra para İle seçkin hurma satın al; buyurmuş; iartı hakkında da böyle bir şey söylemişlerdir.»[132]

 

Müttefekun aleyh'tir.

Müslim'in rivayetinde   «Mîzan'da böyle» buyurulmuştur.

Gönderilen zât'ın ismi Sevâd b. Gazİyye olup Ensâr'dandır.

«Cenîb» bazılarına göre iyi hurma; diğer bazılarına güre katı hur­madır. Bir takımlarına göre Cenîb; kötüsü ayıklanmış hurmadır; «Baş­ka hurma ile karıştırılmayan hurmadır» diyenler de olmuştur.

Cem' : Kötü hurma demektir. Müslim'in bir rivayetinde; «Karışık hurma» diye tefsir edilmiştir. Bunun mânâsı: bir çok nev'iler bir ara­ya getirilerek karıştırılan demektir.

Hadîs-i Şerif, cinsi cinsle satarken aralarında iyilik, kötülük cihe­tinden fark gözetmeksizin birbirine müsavi olmalarının vücûbuna delil­dir.

(Tartı hakkında da böyle bir şey söylemişlerdir.) İfâdesinin mânâsı: Cinsi cinsine satılırken tartılarak verilen şeyler hakkında da Ölçekle sa­tılanlar hakkında söylendiğini söylemiş; yani: fazlalıklı satılamaz; böy­le bir alış veriş yapılmak istenirse para ile satılır; sonra satın alınmak istenilen sey de para ile alınır; demek istemiştir. Bu hususta tartılan şeylerle ölçülenler arasında bir fark olmadığına icmâ1 vardır.

Hanefîyye imamları bu hadîs ile istidiâl ederek: Peygamber (S.A.V.) zamanında ölçekle satılan bir şeyin şimdi tartı ile müsavat üzere satıl­ması caiz değildir.» derler. Onlara göre vezin, yani tartı da öyledir; o zaman nasıl yapılmışsa, şimdi de aynı suretle hareket edilir.

îbni Abdftberr (368—463) diyor ki : «Aslında tartı ile satılan bir şeyin ölçekle satılamıyacağında Hanefiler müttefiktir; lâkin aslında ölçekle satılan mal hakkında bazıları*tartı ile satmanın caiz olduğuna kail olmuş ve : Mümaselet[133] her şeyde tartı ile anlaşılır; demişlerdir.

tartı ile ölçeği, her memleketin âdetine bırakırlar. Eğer âdet muhtelif olursa hüküm ekseriyete göre verilir. Her iki taraf mü­savi ise ne ile ölçülürse hüküm ona göre verilir.»

Bu rivayette Peygamber (S.A.V.)'in o zât'a satışı bozmasını emre­dip etmediği zikrcdilmcmişür. Zahirine bakılırsa satışı takrir buyur­muş: yalnız bilmediği için onu ma'zur sayarak hükmü bildirmiştir. Fa­kat burada İbni Abdiîberr: «râvinin akd'in feshini ve bey'in reddi­ni rivayet etmeyip susması bu işin vuku' bulmadığına delâlet et­mez. Hadîs, başka tarikten de tahrîc edilmiştir» diyor. Ve galiba Ebû Said (R. A ./den kendisinin tahrîc ettiği buna benzer bir kıssa'ya işaret ediyor: « Okıssada: «Bu ribâ'dır» diyerek onu red­detti» deniliyor. İbni Abdiîberr kıssanın tekerrür etmiş olmasına da ihtimal veriyor ve : «içerisinde redd bulunmayan kıssa daha evvel olmuştur» diyor.

Hadîste efdâl olanı ihtiyar etmek sureti ile nefsi terfih'e işa­ret vardır.[134]

 

856/699- «Câbir b. Abdillâh radıyallâhü anhümâ'dan rivayet edilmanın kaç ölçek olduğu bilinmeyen bir yığınını, ölçeği belli olan kuru hurma ile satmaktan nehyetdi».[135]

 

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Hadîs-i Şerîf iki cinsin behemehal birbirine müsavi olması lüzumu­na delâlet etmektedir. Bunun şart olduğu yukarıda görüldü. Zaten nehyin vechi de odur.[136]

 

857/700- «Ma'mer b. Abdülâh  radıyallâhü anVten rivayet edilmiştir.Demiştir kî:Gerçekten ben Resûlüllah sallallahü aleyhi ve scllcmi;

  Zahire ile zahîre misli misline satılır; derken İşitiyor­dum. O gün bizim yediğimiz arpa İdi».[137]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Hadîsteki (taam) kelimesi yenilen her şeye şâmildir; ve yiyğin fazlalıkla satılamıyacağına delâlet eder. Ancak hadîsin her yiye­ceğe şami! nfduğıma kail olan yoktur, ihtilâf, buğday ile arpa hakkında­dır. Yalnız Hz. Ma'mer (R. A.) taamı arpaya mahsus kılmıştır. Bu tah­sis ^det i fi'liyye ile olmuştur; zîrâ (taam) ismi arpada gâlib olup baş­kanında pek kullanılmıyordu. Hanefîler, Hz. Ma'mer'in bu tahsisine kail uliTiuşlardır. Cumhur ise isim kullanışda galebe çalmadıkça bu tahsise kail olmazlar. Onlar lâfzı umuma hamledericr; fakat bu umum yuka­rıda geçeri «Nev'iler muhtelif olursa nasıl isterseniz öyle satın» hadîsi ile tahsis olunmuştur. Çünkü o hadîste evvelâ buğday iltı arpa ayrı ayrı sıralanmıştır. Binâenaleyh bundan sonra «nasıl İs­terseniz öyle satın» buyurması duğday ile arpanın ayrı ayrı sınıf­lar olduğuna delâlet eder İmam Mâlik ile Evziâî (88 - 157) ve diğer bazı ulemâya güre buğday ile arpa bir sınıftır; bu sebeple birbirleri ile - fazla! ıklı satılmazlar. Hadîsin râvisi Ma'mer b. Abdilİâh (R.A.) m mezhebi de budur.

Müslim'in rivayetine nazaran Hz. Ma'mer kölesinin eline bir ölçek huğday'vererek onu satmasını ve parası ile arpa almasını söylemiş. Kül? cnrşıya giderek bu buğday ile bir ölçekten biraz fazla arpa almış Hz. Ma'mer bunu görünce:

— «Nİçİn böyle yaptın? haydi git bu arpayı geri ver; sakın misil misline ol mı yan şeyi alma! Çünkü ben Resûlüllah {S.A.V.) i bu hadisi îrâd buyururken işittim; demiş. Kendisine:

  Bu onun misli değil; diyenlere:

— Benzeri olmasından korkarım;  cevabını vermiştir. Maamâfîh bu Hz. Ma'mer'in bir ictihâd'ı olduğu anlaşılıyor. Yoksa

Ebu Dâvud ile Nesâî'nin rivayet ettikleri Ubâde b. Sâmit hadîsi arpa ile buğdayın ayrı sınıflar olduğunu nass olarak ifâde etmektedir. Ha­dîsin metni şudur :

Ubâde demiştir ki: Resûlüllah (S.A.V.}:

« Peşin ve arpa daha çok olduğu halde buğdayı ar­pa ile satmakta bir beis yoktur; buyurdular.»[138]

 

858/701- «Fedâle b. Ubeyd radıyallâhü anh'âen râvâyet edilmiştir. Demiştir ki: Hayber günü on iki dînâra, içinde altın ve boncuk bulu­nan bir gerdanlık satın aldım. Sonra onu bozdum ve içinde on iki di­nardan daha fazlasını buldum. Müteakiben bunu Resülül.ah stıllullahü aleyhi ve sellcm'e anlattım.

«— Gerdanlık bozulmadıkça satılamaz; buyurdular.»[139]

 

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Hadîsi Taberânî (260 - 360) «el - Kebîr» adlı eserinde çeşitii lâ­fızlarla bir çok yollardan tahrîc etmiştir. Hattâ bu çeşitli lâfızlara bakarak bazıları onun hakkında «muztarib» bile demişlerdir. Fa­kat Musannif bunlara cevap vermiş; ve bu çeşitliliğin hadîse za'f getirmiyeceğini, nassın mahfuz ve ihtilafsız olduğunu beyân et­miştir. Şöyle ki: «nass çözülüp ayrılmayan şeyleri satmanın yasak edilmesidir. Bunların cins ve fiyat miktarına ise bu halde muztarib hükmünü verdirecek bir şey teâllûk etmez. O zaman râvîleri ara­sında tercih yapmak îcâbeder. Eğer hepsi sika iseler en mutemed ve belleyişlisinin rivayetine sahih diye hükmedilir, diğerlerinin ki onun rivayetine nisbetle şazz olur.»

Hadîs-i Şerif, altın başka bir şeyle beraber olup da altın mu­kabilinde satılırsa o şeyden ayrılmadıkça satışın caiz olmadığına de­lildir. Satışın caiz olabilmesi için atim kendi ağırlığınca altın ile; yanındaki şey de artan para ile satılır. Sair ribâ eşyası da. böyledir: Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) «Ayrılmadıkça satılamaz» buyur­muşlardır.

Mes'ele ihtilaflıdır. Seleften bir cemâat ite İmam Şafiî ve imam Ahmed b. Hanbeî bu hadisin zahiri ile amel etmişlerdir. Hanefifer'le diğer bir kısım ulemâya göre ise gerdanlığı kendisinde mevcut altın­dan daha fazla altınla satmak caiz; fakat daha uzuca yâhûd mevcut altın misline satmak caiz değildir. Zîrâ altın altına mukabildir. Fazla

olan altın gerdanlıktaki boncukların harşılığıdır; böylece akid sa­hih olur. Çünkü akid hem sahîh, hem de bâtıl olmağa ihtimalli ise sahihe hamlolunur. İmam Mâlik (93-179) bu mes'elede üçüncü bir kavle zâhib olarak: «Alış verişte altın başka madene tâbi' ise yani bir şeyin üçto birini altın üqte ikisini başka ma'den teşkil ediyorsa altını tâbi' olarak satmak caizdir» demiştir. Bu takdirde altın hiç yokmuş gibi tutulacak ona karşılık vcrilmiyecektir. Meselâ altın süslemclİ bir kılıç böyle satılacaktır. Çünkü MâUk'e göre cinsi cin­sine mukabele eden altın o şeyin üçte biri olunca ekalliyette kalır; ekseriyet onunla karıştırılan ma'dendir. Ekser için ise bir çok hallerde küll hükmü vardır. (Yani çoğunluk bütün hükünde kabul edilir.) Bu­rada dahî öyledir. Sanki satılan şeyde hiç altın yokmuş; o şeyin bütünü başka madclcdcnmis gibi kabul edilir.

Burada dördüncü bir kavil de vardır. Buna göre gerdanlık mutlak surette allın mukabilinde satılabilir. Aîtınin az, çok veya müsavi ol­masına bakılmaz. Bu kavle kail olanların gerdanlık hadisini duymadık­ları anlaşılıyor.[140]

 

859/702- «Semura b. Cündeb radıyallâhü anh'İen rivayet olunduğuna göre, Peyjamber sallallahü aleyhi ve scllcm; Hayvan mukabilinde hayvanı veresiye satmaktan nehî buyurmuştur.»[141]

 

Bu hadîsi Beşler rivayet etmiş, Tirmizî ile Ibnİ Cârûd onu sahîhlemişledir.

Hadisi İmam Ahmed, Ebû Yâ'îâ (— 307) ve başkaları da tahrîc etmişlerdir. Tirmizî'âen başkaları onun hakkında: «Bu hadîsin râvi-leri sika'dir; yalnız hadîs hafızlan onun mürsel olduğunu tercih ederler. Çünkü: «Râvi Hasan m Semuradan işitmesi münâzaalıdır» de­mişlerdir. Lâkin bu hadîsi ibni Hibban (— 354) ile Dâre Kutnî (306 - 385) İbni Abbas (R.A.) den rivayet etmişlerdir ki, râvîleri mu1-temeddir. Şu kadar var ki Buharı (194 - 256) ile Ahmed b. Hctnbe\ (164 - 241) onun mürsel olduğunu tercih etmişlerdir. Tirmizî (200 -279) de Câbir (R.A.) den gevşek oirinnadla tahrîc etmiştir. Yine bu hadîsi Abdullah b. Ahmed (— 417) Hz. Câbir b. Semura'dan Tahâvi  (238-321) ile Tabcrânî (260 - 360) de İbni Ömer (R. AJ'dcn tahrîc etmişlerdir. Binâenaleyh rivayetler birbirini te'yid ve takviye ederler. Hadîs-i Şerif, veresiye hayvanı hayvanla satmanın sahih ve doğru olmadığına delâlet etmektedir. Ancak bu hadîs ileride gelecek Ebu Râfİ' hadîsi iîe muâraza halindedir. Ulemâ bunların aralarını bulmak için ihtilâf etmişlerdir. Bazıları : «Semura hadîsinden murâd: iki tara­fın veresiye satmasuhr. Bu bey'i kâli yani pey vermek kabilinden bir satış olup sahîh değildir» derler, tmâm-t Şâfü (15ö - 204) dahî onu böyle tefsir etmiştir.. Hanetîlerle, Hanbelîler ve diğer bazı uiemâ bu hadîsin Ebu  Râfi' hadîsini neshettiğine kai! olmuşlardır.[142]

 

860/703- «İbnİ Ömer radıyallâhü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. De­miştir ki : Resûlüllah nallallahu aleyhi ve scllcm'ı:

«— Siz îne alış verişini yapar; sığırların kuyruklarına yapışır da ziraata razı olur ve cihâdı terkederseniz Allah . üzerinize bir mezellet musallat eder de tâ dininize dö'nün-ceye kadar onu kaldırmaz; derken işittim.»[143]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud, Peygamber (S.A.V.) den Nâli'in rivayet etti­ği bir hadîsten tahrîc etmiştir. İsnadında söz vardır. Ahmed'in de Atâ rivayetinden buna benzer bir hadîsi vardır. Ricali sika'dırlar. Bu hadîsi ibn Kattan sahîhlcmiştir.

Nâfi' rivayetinde, isnadında söz edilmiş olması râvüeri arasında Ebu Abdirrahman-ı Horasanı bulunmasındandır. Bu satın ismi îs-hak olup Atâ-i Horasanî'dcn rivayet etmiştir. Fakat Zcheln (163 -748) «el-Mizân-» ında: «Bu hadîs onun münkerlerindcn biridir» de­miştir.

Musannif merhum'da: «Bence ibni Kattân'ın sahîhlediği hadîs ma'lûldur; çünkü râvilerinin mu'temed olmasından hadîsin sahîh olması lâzım gelmez; zîrâ A'mcş müdellistir; Ay'dan işittiğini zikretmemiştir. Atâ'nın da Atd-i Horasanî olması muhtemeldir Binâ­enaleyh Nâfi' b. Atâ ile İbn Ömer'i düşürmek sureti ile tedlis-i tesviye olur. Bu sebeple meşhur olan ilk hadîse dönülür.» diyor.

Hadîsin bir çok yolları vardır. Beyhakî onun için ayrı bir bâb ayırmış ve illetlerini beyân etmiştir.

Bey-i îne : bir malı ma'lûm bir fiyat've ma'lûm bir müddetle sa­tarak sonra o malın çoğu kendi zimmetinde kalsın diye müşteriden onu sattığından daha ucuz fiyatla almaktır.

îne : ayndan alınma bir kelimedir. Ayn burada para demektir. Şu halde bu satışa  (îne)  denilmesi para husulüne sebep olüuğu içindir.

Çüzcanî diyor ki : «Ben zannederim îne : kişinin altın ve gümüş demek olan {ayn) a olan ihtiyacından müştak olacaktır. Böylesi bir malı satın alır fakat ona ihtiyacı yoktur; onu ihtiyacı olan altın ve gü­müşle satar». Satıcıya malının aynı döndüğü için bu satışa bu ismin verilmiş olması da ihtimal dahilindedir,

Hadîs-i Şerîf mezkûr satışın haram olduğuna delâlet ediyor ki imam Mâlik ile Ahmed b. Hanbel'in   ve Şâfiîler'den bazılarının mez­hebi budur. Çünkü onlarca bu, Allah'ın dini ile oynamak, Allah'a hîle yapmağa yeltenmektir! Bu satış bazı suretlerde hurma ile    hurmayı .fazlalıkla satmağa bile varır ve ribâ olur.

imam Şafiî'den bu satışa cevaz verdiği naklolunmuştur. Delili: Yukarıda geçen Ebu Saîd ve Ebu H ti rey re hadîsinde «KÖtÜ hurmayı sat; sonra parası ile iyi hurma al» buyurulmuş olmasıdır. Evet, İmam Şafii bey'i îne'ye cevaz veriyor Çünkü hadîste tafsilât verilme­miş; mutlak ifâde buyurulmuştur. ihtimal yerinde tafsilât vermemek ise sözün umumu yerine kaimdir.

«Sığırların kuyruklarına yapışırsanız» tabiri cihâdı bı­rakıp da çiftçilikle meşgul olmaktan kinayedir. Aynı kinaye lisanımızda da kullanılır. «Sen kara öküzün kuyruğuna iyi sarıl» derler ve bununla çiftçiliği kasd ederler. (Ziraata razı olmak) bütün düşünce ve kaygı­larının bundan ibaret olmasından kinayedir. «Tâ dininize dönün-ceye kadar-» ifâdesinden murâd: dininizin emir ve nehîlerini yerine getirinceye kadar; demektir.

Dinlerini sevdikleri halde hiçten ibaret sebeplerle onun emirlerim nehîlerini icra edemediklerini söyliycnlere ve bilhassa bu sakat halleri ile îslâmiyetin bayrakdarlığını yapmak sevdasına kapılanlara hadîs'in  bu son cümleleri sûr-t İsrafil'i andıran bir sayha-i îkâz ve tenbihtir. Gerçi müslüman liderlerine «Siz bu işten vazgeçin» demek büyük kü­çük hiç bir müslümanın hatırından bile geçmez. Bilâkis kendilerini teşci' ve te'yîd etmek müslümanların vazifesidir. Ancak onların da dinle­rinin icabını yapmaları şarttır. Yapmazlarsa kendilerine ihtarda bu­lunmak müslümanlara bir vazife, hattâ bu ümmetin temayüz ettiği en büyük emri bil ma'rûf vazifesi olur. Aksi takdirde: «Dinde reform is­teriz» diye nâra atıp dolaşan serseri reformcularla dinlerinin icabını yapmıyan müslüman liderleri arasında kanâat-i âcizânemce yalnız bir fark kalır : Ötekilerin nâtık, berikilerin sâkit olmaları reformculukta birleştikten sonra yaygara koparmakla koparrnamanm birbirinden ne farkı kalır bilemem. Şunu hatırlatmak isterim ki. «îslâmda ameller İmanın cüz'üdür» diyen i'tikad mezhebi bile vardır. «Değildir» diyen­lerin kavli dahi netice itibariyle onlara yakındır. Hadîsimizin zahiri de onlara delildir.

Mesele ilm-î kelâm'a âid pek mühim bir bahistir. Hâl böyle olunca tekrar sorarım: Meselâ namazını kılmayan bir müslüman lideri ile namazını kılmayan bir reformcu arasında ne fark vardır? Biri susarak diğeri yaygara kopararak aynı şey'i yapmıyor­lar mı? Ümmeti olmak şerefi ile mübâhî olduğumuz Resûl-i zîşân (S. A.V.) efendimizin kılınmadık bir tek namazı kalmışmıdır? Hadîsimi­zin bu son cümlesi o kadar müessirdir ki, adetâ insanın tüylerini ürper­ti:. Çünkü bir müslüman için dininin îcablarmı yapmadığından dolayı dönmüş mürted muamelesi görmek ve «dininize dönünceye ka­dar» itabına muhatab olmak elbette dünyadaki azar ve tekdirlerin en şiddetlisidir. Allah müslümanlara intibahlar nasîb eylesin.

Bu hadîste cihâda teşvik de vardır. Cihâd hakkında    kitabımızın dördüncü cildinde ayrıca hadîs gelecektir.[144]

 

861/704- Ebu Ümâme radıyallâhü anh'den Peygamber sallallahü aleyhi ve seîlem'den işitmiş olarak rivayet edildiği ıe göre Resûlüllah (S.A.V.)  :

«— Bir kimse din kardeşine şefaatte bulunur da o da (buna karşthk) kendisine bir hediyye verir hediyyeyi kabul ederse   ribâ   nevilerinden   büyük   birini   yapmış   olur; buyurmuşlardır.»[145]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. İsnadında söz vardır.

Hadîs-i Şerif şefaat mukabilinde hcdiyye almanın haram olduğu­na delildir. Buna ribâ denilmesi istiare tar4ki iledir. Çünkü ribâ'da karşılığı olmıyan mal ziyâdesi olduğu gibi bunda da vardır; binâena­leyh birbirlerine benzerler.

Hadisin isnadında söz olması onu Ebu Ümâme'dcn azadh kölesi Şam Emevî'lerinden Ebû Abdurrahman Kasım rivayet ettiği içindir. Bu zât hakkında hadîs imamları arasında söz edilmiştir. İmam Ah­med b. Hanbel onun hakkında: «ondan Alîy b. Zeyd acâib şeyler riva­yet etti ama ben bunların ancak Kasım tarafından geldiğini sanrım» demiştir. Ibni Hibban ise: «Bu zât Peygamber (S.A.V.) in ashabından mu'dal hadîsler rivayet ederdi» dedikten sonra : «filhakika onu İbni Maiin mevsuk saymış; Tirmizi dahi; sika olduğunu söylemiştir» demiştir.[146]

 

862/705- Abdullah b. Amr b. Âs radryaüâhü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem; rüş­veti verene de alana da lanet buyurdu.»[147]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Tirmizî rivayet'etmişlerdir. Tirmizî onu sahîhlemiştir.

Hadîsi îmam Ahmed «cl-Kaza» da İbni Mâca «el-Ahkâm» da Ta-berânî «es-Sağir» de rivayet etmişlerdir. Hcysemî (— 374) : Bu hadisin ricali sikadırlar» demiştir. Musannifin bu hadîsi ribâ bâb-larında zikretmesi rüşvetçiler hakkında lâ'net ifâde ettiğindendir. Çünkü rüşvet almak ribâya benzer. Ribâ alanlar hakkındaki lâ'net babımızın başında görülmüştü.

Lâ'mn hakikati: rahmet ümidinden uzaklaşmaktır. Peygamber (S. A.V.) den muhtelif kimseler için yirmiden fazla lâ'net sabit olmuştur.

Hadîs-i Şerif, ehli kıblenin âsîlerine İâ'net okumanın caiz olduğuna delâlet ediyor. Vakıa «Mümin lânetçi olamaz» mealinde de bir hadis varsa da ondan murâd: lâ’nete müstahak olmıyan ve Allah ile Resulünün lâ’net etmediği bir kimseye lâ’net okumaktır; Yâhûd: Mü’min çok lâ'net etmez; demktir. Nitkim (fa'âl) vezninde olan  (la'ân) da bunu ifâde eder.

(Râşî) rüşvet veren demektir.

Rüşvetçi: bâtıl emeline ulaşabilmek için mal harcıyandır. Bu taT-rî£e bakılırsa hak olan emeline ulaşmak için mal sarfetmek rüşvet ol­mamak îcabederse de böyle bir fark yapılmamıştır.

(Mürteşî) rüşvet alan demektir. Her ikisinin de lâ'nete müstehik olmaları: verenin parası ile bâtıla nail oiması; alanın da haksız hüküm vermesi sebebi iledir. Hz. Sevbân (R.A.) hadîsinde bîr de (râis) ziyâde edilmiştir.

(Râîş) Rüşveti verenle alanın aracılığını yapancır; ve hükümde on­larla birdir.[148]

 

863/706- «(Yine) İbni Amr radıyallâhü anhümâ'dan rivayet olundu­ğuna göre: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem kendisine bir ordu hazırlamasını emretmiş. Derken (Orduya alacak) develer bitmiş de Pey­gamber (S.A.V.) ona genç sadaka develerini vermek şartt ile deve al­masını emretmiştir. İbni Amr demiştir ki :

— Bunun üzerine den de sadaka develerinden İki deve verilmek üzere bir deve almağa başladım».[149]

 

Bu hadîsi Hâkim ile Beyhakî rivayet etmişlerdir. Ricâü sikadırlar.

Yahya b. Maun diyor ki: Bu hadîs meşhurdur. Lâkin Mâlik onu menfaat ihtilâfına hamletmiştir. Ibni Amr'ın aldığı hayvanlar cihâd içindi, bunlara karşılık verdiği hayvanlar sadaka develeridir.»

Musannifin bu hadîsi burada zikretmesi hayvanlarda ribâ olmadı­ğına delâlet efetiği içindir. Yoksa hadisin yeri. «Ödünç babı» dır.

Hadîs-i Şerif,  hayvanın ödünç alınabileceğine delâlet ediyor.

Bu hususta üç kavi! vardır :

1— Hayvanın ödünç alınması caizdir. İmam Şafiî ile Mâlik1 m, Cumhur-u ulemânın mezhebi budur. Delilleri bu hadîstir. Yalnız bir kimsenin cimâ'ma mâlik olduğu cariyesi bu hükümden müstesnadır; onu ödünç almak cYıiz değildir. Fakat yakın akrabası olmak gibi bir se­beple c'mâ'ı kendisine haram olan cariyesini Ödünç almak caizdir.

2— Mutlak surette caizdir;    yani cariyeyi    dahî almak    caizdir. Jbni Cerir ile Dâvud-u Zâhirî'nin. mezhebi budur.

3— Hayvanların Ödünç alınması caiz değildir. Hanefilerle diğer bir takım ulemâ'nın mezhebi de budur. Çünkü onlara göre bu hüküm men-suhtur.

Mağribi'nin, şerhinde bu hadîsin hayvanı ödünç alma hakkında olduğu zikredilmişse de tedkikât neticesinde onun, hayvanatı satın alma hakkında şeref-sâdir olduğu anlaşılmıştır. Sünen-i Beyhakİ'de §u hadîs vardır :

«Amr b. Hureyş Abdullah b. Amr'a demiş ki:

  Biz alhn ve gümüş olmıyan bir yerdeyiz;  bu sebeple bir stğırı îkî sığıra, bir deveyi iki deveye ve bir koyunu iki koyuna satabilirmiyİm? Bunun Üzerine Abdullah :

  Resûlüllah (S.A.V.) bana bir ordu hazırlamamı    emir buyurdu, ilâh» demiş ve sadedinde bulunduğumuz hadîsi rivayet etmiştir.

Bir rivayette :

«Peygamber {S.A.V.) de ona sadaka memurunun (ze­kât toplamağa) çıkışma kadar (va'de île) bir hayvan satın almasını em­retmiştir» deniliyor.

Görülüyor ki her iki hadîs de satın alma hakkında sarihtir. Bu hâl karşısında hadîsi Ödünce hamletmek doğru olamaz. Doğrusu, o vere­siye hayvan satın almak için sevkcdilmiştir. Maamâfîh hayvanı hay­vanla ödünç aldığı da Resûlüllah (S.A.V) den sabit olmuştur.[150]

 

864/707- «Ibni Ömer radıyallâhü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallalîahü aleyhi ve sellem müzâbene'den (ya­ni) bağçesinin meyvesi hurma ise kuru hurma mukabilinde ölçekle sat­maktan, üzüm ise onu ölçekle kuru üzüm mukabilinde satmaktan, ekin ise onu zahire ölçeği İte satmaktan (hâsılt) bunların hepsinden nehî bu­yurdu».[151]

 

Müttefekun aleyh'tir.

Müzâbenenin tefsiri yukarıda (670/825). ci hadîsin şerhinde görülnüştü. Hadîsteki (semer) ta'biri yemiş demek olup hurma ve sâireye şâmildir.

Ulemâ, müzâbenenin tefsirinde ihtilâf etmişlerdir. Bu cihet dahi yu­karıda görüldü, tbni Abdilbcrr (368 - 463) : şöyle diyor. «Böyle bir satışın muzâbene olduğunda ulemâya muhalefet eden yoktur. İhtilâf et­tikleri cihet, satılması ancak misli misline caiz olan şeylerin de buna katılıp katilamıyacağı hususudur.» Cumhur'a göre katılır; çünkü illette müşterektirler. Buradaki illet cins ve miktarda birbirlerine uydukları halde müsavi olup olmadıklarının bilinmeme sidir.

Hükmen müzâbeneye iihâk edilen şeylere muzâbene adını vermek ise: «Yalnız kıyas ile lügat sabit» olur diyenlere göre caizdir.[152]

 

865/708- Sa'd b. Ebî Vakkas rathyaîlâhü anhien rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlüllah sallalîahü aleyhi ve scllcm'ı (kendisine) kuru hurma verip yaş hurma satın almanın hükmü sorulurken İşittim:

— Yaş hurma kuruduğu zaman eksilir mi? dîye sordu. (Ashâb);  Evet; deyince O da bundan nehyettî».[153]

 

Bu hadîsi Beşler rivayet etmiştir. İbnü'l-Medînî, Tirmizî, İbni Hibban ve Hâkim onu sahîhlcmişlerdir.

Hadîsi İmam Mâlik, Ddvud b. Hüseyn'den ta'lîk sureti ile riva­yet etmişken İbni Mcdînî'nin onu sahîhlemesi İmam Mâlik1 in sonra­dan şeyhi ile görüşmesindendir. Hz. Mâlik bir defa hadîsi Dâvud'âan rivayet etmiş; sonra şeyhinden rivayete kanâat getirerek ondan rivâyet etmiştir. îbni Mcdınî, babasının bu hadîsi Mâlik'ten rivayet ettiğini; rivayette Mâlîk'in Dâvud't&n ta'lik yaptığını söyler; ancak babasının İmam Mâlik'den işitmesi eskidendir. Mâlik ondan sonra şeyhinden rivayet etmiş; böylece hadîs, İmâm-% Mâlik tarîki ile sa-hîh olmuştur. Bazıları bu hadîsi râvîlerinden Hâlid Ebu Ayyaş'm. meçhul olması illetlendirmis.se de, Dârc Kutnî: «o zât zabt ve sika­dır» diyerek bunu reddetmiştir.

Münzirî dahî: «ondan sika râviler rivayette bulunmuş; İmam Mâlik bile bunca şiddetli tenkidi ile beraber ona itimad etmiştir» diyor. Hâkim: «ona ta'neden kimse bilmiyorum» der.

Hadîs-i Şerîf, müsavat olmadığı için kuru hurma mukabili yaş hurma satılamıyacağma delildir.[154]

 

866/709- «İbni Ömer radıyallâhü anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Peygamber sollallahü aleyhi ve settem : Kâlî, mukabili kâli'yİ yani borca mukabil borcu satmayı yapsak etmiştir.»[155]

 

Bu hadisi İshak iie Bezzar zaîf bir isnad ile rivayet etmişlerdir.

Onu Hâkim ile Darc Kutnî de hiç bir tefsirde bulunmadan riva­yet etmişlerse de isnadında Musa b. Ubcyde vardır; bu zât zaîf tir. İmam Ahmcd: «bence onun rivayeti halâl değildir; bu hadîsi başka­larının rivayet ettiğini de bilmiyorum» demiştir. Hâkim de tashîf yaparak «Musa b. Utbe» demiş ve tashîfini Müslim*m şartı üzerine yapmıştır. Bey haki ise bu tashîfe şaşmıştır, imam Ahmed: «bu bâb-ta sahîh bir hadis yoktur; lâkin borç mukabilinde borç satılamıya-cağına icmâ-i ulemâ vardır» demiştir.

 (Kâlî): va'deli demektir. «cv-Nihâyc» nâm kitpta bu bâbta şoyh drniltyor: «Kâlî: Bir kimsenin bir müddete kadar bir şey satın alması; ve müddeti bitince ödeyecek bir şey bulamıyarak: bunu ba-na başka bir müddete kadar başka bir şey ziyadesiyle sat; diyerek aralarında teslim tesellüm cereyan etmeden satış yapmalarıdır.»

Hadîs-i Şerîf, bunun haram ve yapılan satışın bâtıl olduğuna delildir.[156]

 

«Hediyye Meyveler İle Yemişlerin Ağaçlarını Satma Hususunda Ruhsat Bâbı»

 

867/710- «Zeyd b. Sâbİt radtyallâhü anh'ien rivayet edildiğine göre Rosûlüllah saUallahü aleyhi ve scîîcm hediyye hurmaların meyvesini tahmin sureti il.; ölçekle satmak için ruhsat vermiştir.»[157]

 

Müttefekum aleyh'tir.

Müslim'in rivayetinde «hediyye hurma hakkında o ailenin hurmayı kuru olarak tahmin ederek almalarına ve yaş iken yemelerine ruhsat verdi» denilmiştir.

Ruhsat : kolaylaştırma demektir. Kitabımızın birinci cildinde gö­rüldüğü veçhile şer'an ruhsat: kulların özrüne binâen ikinci defa meşru' olan şeydir. Binâenaleyh şer'î mânâsında da kolaylık mülâhaza edil­miştir. Bu da gösterir ki «ariyye» denilen şeylerin satışı haram olan sa­tış nevilerinden istisna edilmiştir BuharVnin Hz. Câbir'den tahrîc ettiği şu hadîste istisna tasrîh edilmiştir:

ResûJüllah (S.A.V.) olgunlaşmadan meyveyi satmaktan ve ariyyeler müstesna, ondan bîr şeyi dinar ve dirhemden başkası İle satmaktan nehyettî]».

 (Araya) ariyyenin cem'idir. Arİyye: aslında hurmanın meyvesini bağışlamaktır. Arapların âdeti: kıtlık oidumu hurma sahipleri hurması olmıyanlara ağacın yemişini bağışlarlardı. Nitekim koyun ile devenin sütlerini de bağışlamak âdetti. İmam Mâlik şöyle diyor: «ariyye*: bir kimsenin hurma ağacım birine tahliye etmesi ve sonra kendisi için tahliye olunan şahsın bahçesine girmesinden rahatsız olmasıdır. Şu hâl karşısında o şahsın hurma sahibinden o hurmayı kuru hurma mukabilinde satın almasına ruhsat verilmiştir.»

Yezid b. Hârûn ise Süfyan b. Hüscyn'den naklen : «ariyye, fa­kirlere hibe edilen hurma ağacı idi; onlar hurmanın kemâle ermesini bekleyemezlerdi.    Bu sebeple   kendilerine bu hurmayı kuru hurma  mukabilinde   diledikleri   miktara   satmaları için ruhsat verildi» de­miştir.

Hulâsa Cumhur-u ulemâ bu satışın caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Satışın mahiyyeti: ağaç üzerindeki yaş hurmayı, tahminen beş vesk-tan az olmak ve bir de teslim, tesellüm şartı ile, bir o kadar kuru hur­ma mukabilinde ölçeklr satmaktır. (Beş vesktan az) kaydı aşağı­daki Ebu Hüreyre hadisimle zikredildiği içindir.[158]

 

868/711- «Ebu Hüreyre radvyallâhü anh'ien rivayet olunduğuna gö­re Resûlüliah Sallallahü aleyhi ve sellem : beş vesktan az ,yâhûd beş vesk hediyye hurmanın kuru hurma ile tahmin sureti ile satılmasına ruhsat vermiştir.»[159]

 

Hadîs müttefekum aleyh'tir.

tmam Müslim, hadîsteki şekkin Dâvud b: el-Husayn'dan geldiğini beyân etmiştir. îmâm-ı Şafiî ile İmam Mâlik arasında bu satışın beş vesktan az olursa caiz, çok olurca caiz olmadığına ittifak vardır. Beş veskta ise ihtilâf etmişlerdir.

Tesîim ve tesellüm demek olan tekâbuz'a gelince: Bu satışta ruh­sat yalnız müsavatın iyice bilinmemesine müsamaha gösterilmek sure­ti ile yapılmıştır. Tekâbuz için ruhsat yoktur. Binâenaleyh o şarttır. Onun şart olduğuna imâm Şafii'nin tahrîc ettiği Zeyd b. Sâbtt[160] hadisi de delâlet etmektedir. Mezkûr hadîste; Hz. Zeyd, Ensâr'dan bir takım zevatın adlarını saymıştır. Bu zevat muhtaç imikler. Resûlüliah (S.A.V.) e hallerinden şikâyet etmişler. Ellerinde, yaş hurma alıp da âlem ile birlikte yemek için paralan yokmuş, yanlarında yalnız yiyecek­lerinden artan kuru hurma varmış. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) onlara hediyye hurmaları kuru hurma ile tahmin ederek almaları için ruhsat vermiş.

Bu hadîste teslim ve tesellüme delâlet eden cihet içerisinde kuru hurmanın zikredilmiş olmasıdır. «Zîrâ kabz şart olmasa bunu zikre ha­cet kalmazdı» diyorlar.

Hadîs-İ Şerif, henüz ağacın üzerindeki yaş hurma mukabilinde ku­ru hurma satın alma hususunda vârid olmuştur. Ağacından devşirildîk-ten sonra yine kuru hurma bedeli satılması da bir çok Şâfiîlere göre caizdir. Onlar bunu ağaçtaki hurmaya ilhak yolu ile caiz görürler. Çün­kü ruhsatın yeri mutlak surette yaş hurmadır. Binâenaleyh nass ağaç üzerindekine de devşirilmiş olanına da şâmildir. Bu söz ibni Dakîki'l-Iı/d'in: «Devşirilmiş yaş hurma kuru hurma mukabilinde satılamaz; çünkü buradaki ruhsatın mânâlarından biri de yaş hurmayı tedrici surette taze yemektir. Toplanmış hurma ile bu maksad hâsıl ol­maz» şeklindeki mütâlâasını çürütür.[161]

 

869/712- «İbni Ömer radıydllâhü anhümd'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûİüllah sallollahü aleyhi ve sellem : salâhı göze çarpıncaya kadar meyveleri satmaktan nehyettî. (Bundan) hem satanı hem alanı nehyetH.»[162]

 

Müttefekun aleyh'tir.

Bir rivayette : Kendilerine meyvelerin salâhı soruldukta :

«Kusuru gidinceye kadar» buyurmuşlardır.

(Salâhı göze çarpıncaya kadar) ifâdesinden muradın neo-1 duğu selef arasında ihtilaflıdır. Burada dürt kavil vardır :

1— Salâhtan murâd : haslaiik ve bozulmadan cmîn olmaktır. Ha-nefîler'in mezhebi budur.

2— Meyve cinslerinde olgunluk görülme sidir. Elverir ki şâir mey­velerin kemâle gelmesi müteiâhık, yani birbirini peşi sıra olsun.  Mâ-likifer'le diğer bazı ulemâ'nın mezhebi budur.

3— Olgunluk behemehal  satılan meyvenin cinsinde    görülecektir şâir meyvelerin olgunlaşmasına bakılmaz.

İmanı Ahmed'in mezhebi budur.                                          

4— Olgunluk, satılan ağacın meyvesinde görülecektir. Şafiî'nin mezhebi de budur.  Görünmek tâbirinden de anlaşıhyofki bütün  mey­velerin kemâle gelmesi şart değildir; bazılarının olgunlaşması kâfidir. Allah Teâlâ'nm hikmeti meyvelerin birden kemâle gelmemesini iktizâ etmiştir; tâ ki onlardan uzun müddet istifâde edilebilsin.

Hadîs-i Şerîf meyvenin salâhı zuhur etmeden satılmasının caiz ol­madığına delâlet ediyor. Zaten meyveler zuhur etmden onları satmanın caiz olmıyacağma icmâ' vardır; çünkü ma'dûmu yani mevcut olmıyan bir şeyi satmaktır. Meyve zuhur ettikten sonra henz kemâle gelmeden onu yerinde bırakmak şartı ile satmak âa icmâ'an caiz değildir.

Hanefîler'e göre meyvenin yerinden alınması şartı ile kemâle gel­meden evvel ve kemâle ermeğe başladıktan sonra satılması da caizdir. Fakat yerinde kalması şartı ile satmak caiz değildir.

Hadîs-i Şerîf satıcı İle alıcının da böyle bîr satıştan nehî edildikle­rine delâlet ediyor. Satanın nehyedilmesi: başkasının malını bâtıl ile yemesin diye, müşterinin nehyedümesi ise: malını zayi' etmemesi için­dir.

Âhe : Meyvelere gelen hastalıktır. Bunun böyle olduğunu Hz. Zeyd b. S'bit'in rivayet ettiği bir hadîsten anlıyoruz. Hz. Zeyd diyor ki: «Peygamber (S.A.V.) zamanında halk meyve alış verişi yaparlar; mey­veleri devşirme ve teslim zamanı geldimi müşteri : meyveye duman düştü, kuşam isabet etti; derdî. (Bunlar birer nevi hastalıktır). Nihayet gelir, PeygambRr (S.A.V.) e dert yanarlardı. Bu gûnâ ;âvâlar çoğa­lınca ResülüllaK (S.A.V.):

«— Eğe olmuyorsa siz de meyvenin salâhı görünün-ceye kadar satın almayın; buyurdular.»

Buradaki nehî meşveret mânâsında olduğundan tahrîm için değil tenzih içindir. Mezkûr hâdiseden sonra Hz. Zeyd artık arazîsinden çıkan meyveyi Süreyya yıldızı doğup da meyvenin sarısı kırmızısı seçilmeden satmazmış.

Süreyya : Ülker denilen top yıldızlardır. Bu yıldızlar Hicaz'da yaz mevsiminde sabahlan doğarmış. Onlar doğmaya başladımı meyveler de kemâle ermeğe başlarmış. Burada ondan murâd işte bu alâmet olu­şudur.[163]

 

870/713- «Enes b. Mâlik radıyallâhü emfr'den rivayet edildiğine göre Peygamber sallattahü aleyhi ve sellem yemişler renk atmadan onları satmaktan nehyetmîş; onların  renk atması nedir? denilince:

«— Kızarır ve sararırlar.[164]

 

Hadîs mütteîekun aleyh'tir. Lâfız Buharî'nindir.

Hattâbî (319-385) diyor ki: «(tahmaarru) ve (tasfaarru) kelimeleri ile hâlis kırmızılık ve sarılık kasdedilmemiştir. Bunlardan maksad: karışık olan kırmızılık ve sarılıktır. Eğer hâlis renk kasdedilse «tah-merru, tasferru» denilirdi.» İbni Tın ise: «Bu kelimelerle meyvelerin kızarmağa ve sararmağa başladıkları zaman kasdolunmuştur; öteki sigalar değişen renklerde kullanılır» demiştir. Burada muradın İbni Tîn'in dediği gibi olduğuna aşağıdaki hadîs delâlet ediyor.[165]

 

871/314- «(Yine) Enes radıyallahü emVten rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem kararmadıkça üzü.. ü satmak­tan ve katılaşmadıkça dâneyî satmaktan nehî buyurmuştur».[166]

 

Bu hadîsi Nesâî müstesna Beşler rivayet etmişler; İbni Hibban ile Hâkim onu sahîhlemişlerdir.

Üzümün kararması, ile dânenin katılaşmasından murâd : olgunlaş­maya başlamalarıdır. Nevevî (631 - 676); «Bunda Kûfeliler'in mezhebine delîl vardır; fakat ekser-i ulemâ'ya göre katılaşmış başağın satıl­ması caizdir. Bizim mezhebe gelince:

Mezhebimizde tafsilât vardır. Eğer başak arpa veya dan ise yâ-hûd o mânâda, hâriçten dâneleri görünen hububattan ise satması caizdir. Buğday ve amsâli gibi, "dâneleri kavuz ile örtülü olanlardan ise bu bâbta Şafiî'nin iki kavli vardır. Yeni kavline göre caiz değil; eski kavline göre caizdir. Fakat katılaşmadan, ancak biçmek şartı ile sahih olur» diyor.

NcvcvVnin «Kûfelîler» demekten maksadı Hanefîler'dir. Filhakika onlara göre başağında buğdayı satmak fâsid beylerdendir.[167]

 

872/715- «Câbir b. Abdiliâh radıynUâhii anh'ten rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüliah sallallahü aleyhi ve scllem;

— Eğer din kardeşine meyve satar da sonra o mala bir âfet gelirse artık ondan bir şey alman sana helâl olmaz. Din kardeşinin malını haksız yere ne sebeble alacaksın? buyurdular.[168]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Müslim'in bir rivayetinde: Peygamber saltallahü aleyhi ve sellem âfet isabet eden meyvelerin (fiattan) düşülmesini emretmiştir.

Hadîs-i Şerîf ağaçların üzerindeki yemişleri sahibi satar da sonra bir âfet gelirse zararın satana âit olduğuna bu hususta müşteriden hiç bir şey almağa hakkı bulunmadığına delildir.

Âfet isabet eden meyvelerin fiattan düşülmesi hususunda ulemâ ih­tilâf eylemişlerdir.

Bazılarına göre: âfet bütün meyvelere isabet ederse bütün fiat dü­şülür. Zarar ziyan satana âit olur. Bunların dclîli bu hadîstir.

Ekse-i ulemâ ise zararın müşteriye âid olduğuna, âfetten dolayı fiat düşme emrinin nedib ifâde ettiğine kaildirler. Delilleri Ebu Saîd hadîsidir. îieride görülecek olan bu hadîste Peygamber (S.A.V.) meyvctİne âfet isabet eden kimseye sadaka vermelerini ashaba emret-nıişlir. Zararın müşteriye âid olması satış akdi yapılırken malı tahliye etmenin onu tesellüm yerine geçtiği içindir. Yani mah tahliye etmekle satıcı onu müşteriye teslim etmiş; müşteri de kabul ve tesel­lüm etmiş gibi olur. Maamâfîh bu kavle itiraz edilmiş ve: Hadîsteki: «Sana ondan bir şey alman helâl olmaz» ifâdesi zararın sa­tıcıya âid olduğuna delâlet eder; denilmiştir.[169]

873/716- «İbni Ömer radıyalldhü anhümâ'dan Peygamber sallallahü nh-yhi ve sellem'den İşitmiş olarak rivayet edildiğine göre Peygamber (S.A.V.):

«Eğer bir kimse aşılandıktan sonra bir hurmalık sa­tın alırsa o hurmalığın meyvesi onu satan bayia aittir; ancak müşteri şart koşarsa o başka; buyurmuşlardır.»[170]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Hadîs-i Şerif aşıladıktan sonra satılan meyvenin satana âid oldu­ğuna delildir. Mefhumu muhalifine bakılırsa aşılanmadan Önce müşte­rinin olur. Cumhur-u ulema'nın kavli de budur. Delilleri bu hadîstir. htıâm-ı A'zam Ebu Hanîfc'ye göre (80 - 150) ise satılan meyve aşı­landıktan sonra olsun evvel olsun mutlaka satana aittir. Hz. îmam mefhumu muhalif ile amel etmemektedir. Çünkü onun mezhebine göre mefhumu muhalif sahih bir delîl değildir; binâenaleyh onunla amel olunamaz.

Hadîs-i Şerîf, akdin muktezâsma uygun olan şartın satışı boz­madığına da işaret ediyor.[171]

 

«Selem, Karz Ve Rehin Bâbları»

 

874/717- «ibni Abbas radtynUdhü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber salîallahü aleyhi ve sclîCm Medine'ye geldiği vakit Medıneliler meyvelerde bîr ve ikî seneye kadar selem yaparlardı. Bunun üzerine:

— Her kim meyvede selem yaparsa ma'lûm Ölçek ve tartıda mal'ûm bir va'deye kadar yapsın; buyurdular.»[172]

 

Her kim müttefekun aleyh'tir. Buharî'nin rivayetinde «Her kim bir şeyde selem yaparsa» buyurulmuştur.

Seİem: Iraklılar'a gorc hem vezin hem de mânâ itibar^ilc selem de­mektir. Hicazlılar'a göro ise: Zimmette mevsuf bulunan bir şeyi peşin P'ım ile satmaktır ki, şer'an ta'rifi de budur. Maamâfîh mezheb imam­larının ta'rifleri arasında at çok fark vardır.

Selem: Saîd b. Milscyyrb müstesna bütün ufemâ'ya göre meşru'-dur; ve beyi de şart olan her şey bunda da şarttır. Re'si mal da o hhcIirio teslim edilir. Yalnız fmam Mâlik semenin bir veya iki gün te'eiİ edilmesine cevaz vermiştir.

Hadîs-i Şerifte zikredildiği veçhile malın iki nev'i ölçüden biri ile mutlaka ölçülmesi îcabeder. Eeğer Ölçcek ve tartı ile satılan şey­lerden değilse sayısının veya metresinin ma'lûm olması lâzımdır; çünkü bunlar ölçek ile tartıya mülhaktır. Mezâhib ulemâsı arasında selemin bazı hususâtı hakkında az çok ihtilâf görülürse de satılan ma­lın miktarı Ölçekle satılanlardan ise ölçeğinin ta'yini malın ayırıcı va­sıflarının beyânı gibi esasa âid şeylerde ittifak halindedirler.

Te'cil'c gelince: Şâfiîler'dcn maada mezheb imamlarına göre se­lemde te'cîl şarttır. Şâfiîler'e göre ise hâlen de vapılabilir. Selem'in mezheblere göre bir hayli şartlan daha vardır. Bunlar ve selem'in han­gi mallarda caiz olacağı her mezhebin fıkıh kitaplarından öğrenilebilir.

Alış verişte semen denilen şey, selem'de «re'si. mal» dır. Keza alış verişte mebî' yani satılık mal selemde «müslemün Fin» adını alır.[173]

 

875/718- «Abdurrahman b. Ebzâ[174] ve Abdullah b. Ebî  Evfâ rad\-yallâhü anhümâ'dan  rivayet olunmuştur.   Bunlar :

  Biz Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem ile birlikte ganimetler atıyorduk. Bize Şam Nebîtlanndan bir takım nebîtlar gelir; biz de on­lara  buğday, arpa  ve  kuru  üzümde  (bir rivayette)  ve  zeytin yağında muayyen bir va'deye kadar selem yapardık; demişlerdir :

  Onların ekini varmı İdi? dîye sorulunca :

  Bunu kendilerine sormazdık;  demişlerdir.».[175]

 

Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir.

Enbât : Nebît'in cem'idir. Bunlar araplardan bir sülâle olup acem-ler'in araşma girmiş ve onlarla nesebleri karışmış; lisanları bozulmuş­tur. Su çıkarmakta mahir olduklarından kendilerine «enbât» deniimiştir.

Hadîs-i Şerif akid halinde mevcut olmıyan mala selem yapılabile­ceğine delildir. Çünkü mevcut olması şart olsa onu arar sorarlardı, halbuki «bunu sormazdık» demişlerdir. İhtimal karşısında soruşturmayı terketmek, sözün umum ifâde etmesi demektir. Şâfiîler'lı1 Mâlikîler'in ve diğer bazı ulemâ'nm kavli budur. Bunlar va'de geidt.m zaman malın bulunabilmesini şart koşmuşlardır. Va'dc gelmez:en önce bulunmaması onlarca zarar etmez. Hanefîler’le başkalarına göre ise müslemün fîhin mevcut olması ve tâ va'de gelinceye kadar devam etmesi şarttır.[176]

 

876/719- «Ebu Hüreyre radıyaUâhü anh'ten Peygamber sattallahü aleyhi ve seZfcm'den işKmîş otarak rivayet edildiğine göı-e Resûlülfah (S.A.V.):

—Bir kimse başkalarının mallarını Ödemek kssdı ile alırsa onun yerine Allah öder; her kim de onları itlaf et­mek için alırsa Allah onu itlaf eder; buyurmuştur.»[177]

 

Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir.

Başkalarının mallarını almak ta'biri onları ödünç ve muhafaza için almaya şâmildir. Ödemek kasdı.ıc'an murâd: dünyada ödemektir. Al­lah'ın onun yerine Ödemesi: ona ödemek için dünyada kolaylık hâl-ketmesi, âhirete kalmışsa alacaklıyı Teâlâ hazretlerî'nin dilediği bir şeyle razı etmesidir. Filvaki1 bu hususta İbni Mâce, îbni Hibbân ve Hâkim, merfu' olarak şu hadîsi tahric etmişlerdir :

«Hiç bir müsiüman yoktur ki; Ödemek niyetinde oldu­ğunu Allah'ın bildiği bir borca girsin de Allah onun yeri­ne o borcu dünyada ve âhirette ödemesin».

«İtiâf İçin alırsa» ifâdesinden maksad: başkasının malını alır­ken ihtiyacı olduğu içiı değil, ödememek niyeti ile almaktır. «Allah da onu itlaf eder» ibaresi: alan şahsın kendisini, dünyada helak eder; mânâsında zahirdir. Maamâfîh dünyada geçimini zorlaştırmak, malırdan beraketi kaldırmak sureti ile halatını mahvetmek ve âhİ-rette azaba ma'rûz kılmak mânâlarına da şâmildir-. îbni Battal (— 444) diyor ki; «Bu hadîste başkalarının mallarına göz dikmek­ten vaz geçmeğe teşvik ve borçlandığı zaman aldığını iyilikle ver­meye tergîb vardır; çünkü ceza amel cinsinden olur.»

Hadîs-i Şerifte hüsn-ü niyete teşvik, hilâf.na hareketten tehdid ve bütün amellerin bu iki mihver el.rafında döndüğüne işaret vardır. Ödemek niyeti ile borçlanan kimseye Allah'ın yardım edeceği dahî hadîsin İfâde ettiği ahkâm cümîesindendir.

Abdullah b. Ca'fer borçlanmağa merak edermiş. Kendisine bunun sebebi .soruldukta :

«Resûlüllah (S.A.V.)i :

«—Şüphesiz ki Allah, borcunu Ödeyinceye kadar borç­lu  İle beraberdir» buyururken işittim» dermiş.

Bu hadîsi ibni Mâce ile Hâkim rivayet etmişlerdir; isnadı hasen-dir. Yalnız râvilerinden Muhammed b. Ali hakkında ihtilâf vardır. Aynı hadîsi Hâkim Hz. Âişe (R. Anhâ) 'dan şu lâfızlarla rivayet etmiştir :

«Borcunu Ödemiye niyeti olan hiç bir kul yoktur ki Allah'dan kendisine bir yardım gelmesin». Hz. Âişe (R.anhâ):

«Bu yardımı ben de dilerim» buyurmuştur.Vâkıâ :          

«Gerçekten şehidin borçtan maada her günahı affedi­lir» hadîsi sabit olduğu gibi:

«Şimdi teni serinledi» hadîsi de sahihtir.

Bu hadîs, borçlu ölen bir zâtın başkası tarafından borcu ödendiği zaman seref-sâdır olmuştur. Fakat birinci hadîsten : Allah kıyamet gü­nünde şehidin borcunu ödeyinceye kadar o borç üzerinde kalır» mânâsı kasdedilmİş olabilir; o zamana kadar borçlu kalmasından şehidin ka­birde azab görmesi lâzım gelmez. İkinci hadîsin ise borcunu Ödemek niyetinde olmayan biri hakkında olması ihtimali vardır.[178]

 

877/720- «Âişe radıyalUjü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Yâ ResûİüHah, hakikat filâna Şam'dan basma gelmiş; ona (birini) gön-dersen de vakit buluncaya kadar veresiye kendisinden İki elbise alsana! dedim. Bunun üzerine o adama (birini) gönderdi fakat adam razı ol­madı».[179]

 

Bu hadîsi Hâkim ile Beyhakî tahric etmişlerdir. Ricali sikadır.

Hadis-i Şerif veresiye satışın ve vakti hâli oluncaya kadar vâde vermesinin sahih olduğuna delildir. Resûlüllah (S.A.V.)'in herkese gü­zel muamele ettiği ve kimseyi bir şeye zorlamadığı, bir şeyde ilhah ve ısrar etmediği dahi hadîsin ihtiva'ettiği beyanat cümlesindendir. Mev­zu bahis adam Medîne'li bir yahûdîdir.

Buharı ile Müslim ve Tirmizî Hı. Âİşe'den şu hadîsi rivayet eder­ler: Âişe demiştir ki: Peygamber (S.A.V.) dünyadan gittiği zaman zırhı otuz ölçek arpa mukabilinde rehinde İdî.»[180]

 

«Rehin Babı»

 

Rehin, lügatte: Sübût ve devam manasınadır. Bazılarına göre de hapis mânâsına gelir.

Şer'an ise : Malî kıymeti hâiz olan bir aynı (şeyi) bir borca karşı vesika yapmaktır; fakat bu vesikan n o borcun temamını veya bir kıs­mını ödeyecek kıymette olması şarttır. Rehni verene; râhin; alana, mürtehin derler.

Rehnin hükmü: beyi' gibi caiz olmaktır. Satılması caiz olan her şeyin rehni de caizdir.

Delili: Kitab, Sünnet ve icmâ'-i ümmettir.Kİtab'tan delili :

«Eğer[181] seferde olur da kâtİb bulamazsanız o halde işte makbuz rehinler» âyeti kerîmesidir.

Bu âyette Teâlâ hazretleri, kâtib bulunmadığı zaman borçlunun bir vesika vererek alacaklısını tatmin etmesini emir buyurmuştur. Rehnin meşru' olduğuna icmâ'-ı ümmet vardır.

Sünnetten delili : Peygamber (S.A.V.) in zırhını Medine'de bir ya-hûdîye rehnetmesi ile aşağıda i' hadîslerdir.[182]

 

878/721- «Ebu Hüreyre radn/allâhih anh'ûen rivayet edilmiştir.Demiştir ki:Resûfüllah sallallahü aleyhi ve scllcm:

— Hayvana eğer rehin ise nafakası mukabilinde bini­lir. Sağılan süt şayet (hayvan) rehin ise masrafı karşılığı içi.ir. Masraf binenle içene aittir; buyurdular.»[183]

 

Bu hadisi Buharı rivayet etmiştir.

Hadîsteki «binilir» ve «içilir» şeklinde meçhul kullanılmış bu­lunan fiillerin naibi failleri mürtehindir. Çünkü hayvana binen ve sütü içen odur. Rehin oimak ihtimâli de varsa da bu ihtimâl uzaktır. Zîrâ hay 'an onun milki olduğu için binse de binmese de keza sütünü içse de içmjse de onu beslemek kendisine aittir; binâenaleyh onun hakkında (bi.ıenc ve içene) diye kayıtlamağa lüzum yoktur.

.Hadîs-i Şerif, mürtehînin rehin maldan nafakası mukbilinde fayda­lanabileceğine delîidîr. Bu mes'elede üç kavil vardır :

1— îmam Ahmcd ve diğer bazı ulemâ bu hadîs iie istidlal ederek, istifâdeyi yalnız binmekle sütünü içmeye tahsis etmişlerdir. Onlara gö­re mürtehîn hayvana yaptığı masraf miktannea yalnız bu iki şeyden faydalanabilir. Şâir hususat bunlara kıyas edilemez.

2— Cumhur-u ulemâ'ya göre mürtehîn rehinden hiç bir suretle fay­dalanamaz. Zîrâ bu hadîs-i şerif kıyasa iki vecihle muhaliftir :

a) Sahibinin izni olmaksızın gayrin milkinde binme ve içme ispat ediyor. Mecelle-i Ahkâm-ı adliyye'nin 96. cı maddesinde: «bir kim­senin7 miîk'nde onun izni olmaksızın ahar bir kimsenin tasarruf et­mesi caiz ceğildir» denilmektedir.

b) Bunları kıymetleri ile değil de hayvana yapılan masraf ile öde­tiyor.

İbni Abdilberr (368 - 463) şöyle diyor : «Bu hadîsi cumhur-u fu-kâhâ'ya göre elde bulunan bunca kaideler ve sahîh olduğunda ihtilâf odümiyen sabit Asar reddediyor.   Bunun mcnsuh olduğuna    İbni Ömer (R.A.) in rivayet etmiş olduğu şu hadîs delâlet eder :

Bir kimsenin  hayvanı onun  izni  olmaksızın  sağıla t 'kûr hadîsi Buharı (ebvabül'-Mezâlim) de tahriç etmiştir.

İmam fyifiî (150 - 2O.'j) «hadisteki meçhul fiillerin nâib-i faili râhindir» diyor. Bu takdirde mânâ: râhin hayvanına binmekten, onun sütünü içmekten menedüemez; demek olur.Fakat ŞâfiVyc «hadîste mürtehin lâfzı vardır. Binâenaleyh mürtchîn'in fail olduğu aşikârdır» diye itiraz olunmuştur.

3— Evzaı, Lcys ve diğer bazılarına göre murâd şudur: eğer râ-hîn hayvana yiyecek vermekten çekinirse o zaman hayvanın haya­tını kurtarmak için nafaka verilir ve buna karşılık ona binmek, sü­tünden içmek gibi şeylerden istifâde edilir; yalnız bu istifâde hay­vana verilen alâf kıymetini geçmemelidir.

Bu üçüncü kavü umumî kaidelerden derlenmişe benziyor ki hu­lâsası şudur: Şâri'in İzni ile bir kimsenin elinde bulunan başkasına âid bir hayvana sonra sahibinden almak şartı ile masraf yapılabilir. Bu hayvanı kiraya vermek yâhud alâfı (yemi) karşılığında sülün­de tasarrufta bulunmak da caizdir. Yalnız o yerde hâkim bulunup da ondan izin almadan masraf etti ise yaptığı masrafı hayvan sa­hibinden istiyemez.[184]

 

879/722- «(Yine) Ebu Hüreyre ra-dıyallâhü anh'âen rivayet olun­muştur. Demiştir ki:  Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Rehin, onu rehneden sahibinin elinden çıkmaz. O-nun geliri sahibinin; masrafı da sahibinindir; buyurdular.»[185]

 

Bu hadîsi Dâre Kutnîjle Halcim rivayet etmişlerdir. Ricali sika'-dırlar. Şu kadar var ki, Ebu Dâvud ve başkalarına göre mahfuz olan, onun mürsel oluşudur.

Hâfiz İbni Abdilberr diyor ki : «geliri sahibinindir; masrafı da sahibinindir; cümleleri hakkında ihtilâf olunmuştur. Bazıları­na göre bu söz Sald b. Müscyycb tarafından Müdrectir. Ama onu İbni Ebi Zi'b ile Ma'mer ve başkaları, hem - îbni Ebi Zi'b hakkında ihtilâf vardır diye - mürsel hem de merfu1 olarak rivayet etmişler­dir. Bazıları mevkuf olarak rivayet ettiler.»

Bu hadîsi İbni Vehb dahî rivayet etmiş ve güzel bulmuş; bundaki lüfzın İlmi Müseyyeb'in[186] sözü olduğunu da beyân etmiştir. Keza Kim Dâvud mürselleri arasında bu sözün İbni Müseyyeb'in kelâmın­dan olduğunu kuvvetle beyân etmiştir».

Hadîs-i Şerif câhiliyyet devrinin (rehini mürtehine mal etme) rVIrtinİ iptal ile onun geliri ile masrafının sahibi bulunan mürte-hin'e âid olduğunu beyân için vârid olmuştur.[187]

 

«Ödünç Babı»

 

Karz lügatfe : kat' etmektir. Başkalarına ödünç verilen mahn da vm nin malından bir parça olmasına bakıhrak ona bu ismi verilmiştir.

istikraz : ödünç istemektir. Karz'in dört mezhob ulemâsı arasında ta'rifi birbirinden farklı mânâ itibariyle bir gibidir. Biz yalnız Hanefî-ler'in tarifi i!e iktifa edeceğiz.

Onlara göre Karz : Misliyattan olan bir malı sonra mislini almak üzere bir kimseye vermektir.

Misli: ferdleri kıymetini değiştirecek derecede birbirinden farklı «'(unvan şeylerdir. Öiçek ve tartı üc satılan şeylerle yumurta ve ceviz gibi büyüklüğü birbirine yakın olanlar mİsliyâttandır.

Karz'm fazileti hakkında hadisler çoktur.[188]

 

880/723- «Ebu Râfİ' radıyalldhil anh'âen rivayet olunduğuna göre Peygamber salla llahil aleyhi ve sellem bir adanVJan ödünç olarak kü­çük biı deve almış; az sonra kert 'ilerine sadaka develerinden bir takım develer gelmiş. Bunun üzerine Ebu Râfi'a, o adama küçük devesini Ödemeyi emir buyurmuş.  Ebu Râfİ' ;

— Yedi  senelik  yetişkinlerden  başkasını bulamıyorum;  deyince, ResÛlüllah (S.A.V.) :

— Ona onu ver zîrâ insanların en hayırlıları borcunu en iyi Ödeyenlerdir; buyurmuşlardır.»[189]

 

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Hayvanı ödünç alma hususunda yukarıda söz geçmişti. Bu hadîs dahî onun caiz olduğuna delâlet ediyor. Üzerinde Ödünç veya başka bir sebeple borç bulunan kimseye o borcu en iyi cinsten vermek sureti İle

Ödemenin müstehâb olduğu, bunur. hem şer'an hem de örfen güzel ah­lâktan sayı'acağı dahî hadîsin işarc.on ifâde ettiği ahkâmdandır.[190]

 

881/724- «Ali radıyallâhü anh'âen rivayet olu ııtştur. Demiştir ki; Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Menfaat celbeden her ödünç ribâ'dır; buyurdular.»[191]

 

Bu hadîsi Haris b. Ebî Üsâme rivayet etmiştir, isnadı sakıttır. Bunun Beyhakî'de Fadâle b. Ubeyd tarafından rivayet edilmiş zayıf bir şahidi; Buharî'de Abdullah b. Selâm[192] tarafından mevkuf olarak ri­vayet edilmiş diğer bir şahidi vardır.

Haris rivayetinde isnadının sakıt olması; râvîler arasında Scvvar b. M us'ab'1 Hemedânî buiunduğundandır. Bu zat a'mâ bir müezzin idi. Hadîs imamlarınca mctrûk'tür.

Hadîs'in Bcyhakî'deki rivayeti «cl-Ma'rifc» adlı eserindedir.Bu-ftarî'deki mevkuf rivayeti ise BuharVnin «istikraz bab» ında buluna­madığı gibi musannif da «Telhis» de onu BuharVye nisbet etmemiş, sadece: «Bunu Bayhakî «Sünenı-i Kübra'» da fbni Mes'ud, Ubey b. Kâ'b, Abdullah b. Selâm ve İbni Abbas'a mevkuf olarak rivayet etmiş­tir» demektedir. Buharı1 de olsa ona mutlaka nisbet ederdi. Binâena­leyh buradaki nisbetin hatâ olduğu anlaşılır.

Hadis-i Şerif, sahih ise yukanki hadîs i!e aralarının bulunması îcabeder. Ve bu hadîs : ödünç veren tarafından bir menfaat şart ko-şulduğu zamana, mahsustur; deniliyor. Çünkü ödünç alanın '•:« -dili­ğinden teberru etmesi nnis.châbtır.[193]

 

«Teflîs Ve Hacr Babı»

 

Teflîs :   îffâsa nrsbet etmek, müflis çıkarmak demektir.

Hacr ve Hıcr : Lügatte, men'etmektir. Şer'an ta'rifi mezheb ule­mâsı arasında ihtilaflıdır. Şöyle ki :

Hanefîler'e göre hacr : Şahs-ı mahsusu tasarruf-u mahsustan mer'i mahsustur, {yani hususî şahsı hususî bir tasarruftan hususî surette men' etmektir).

Şâfiîler'e güre hususî bir takım sebeplerden dolayı bir kimseyi mal­da tasarruftan men'etmektir.

Mâl İkiler'e göre : Şerîafİn kendisi ile hükmettiği hükmî bir sıfat olup, mevsufunun yiyeceğinden fazlası hakkında tasarrufunun nafiz ol­masının men'ini ve malının üçte birinden ziyâdesi hakkındaki tasarrufu­nun nafiz olmasının men'ini îcabeder.

Hanbelîlere göre: Mal sahibini malında tasarruftan men* etmektir. (TaVıMeı-in îzâhı için fıkıh kitaplarına müracaat etmelidir).[194]

 

834/725- «Ebu Bekr b. Abdİrrahman[195] radıyaîlahü onft'dan (o da) Eb.u Hüreyre radıyaîlahü anh'den işitmiş olarak rivayet edilmiştir. Ebu Hüreyre demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'i :

  Eğer bir kimse iflâs etmiş bir adamın yanında ma­lına olduğu gibi (hiç değişmeden) yetişirse o malı almak için kendisi başkalarından daha haklıdır; derken işittik.»[196]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Onu Ebu Dâvud Üe Mâlik, Ebu Bekir b. Abdİrrahman'dan mürsel olarak şu lâfızlarla dahî rivayet etmişlerdir : «Her hangi bir adam

bir mal satar da onu satın alan iflâs eder ve satan o ma­lın semen'inden bir şey almamrş olduğu halde malını ay­nı iie bulursa o kimse o malda en ziyâde hak sahibidir. Şayet müşteri ölürse  mal   sahibi   alacaklılarla beraber

olur».

Bu hadîsi Beyhakî vasle.tmiş, fakat Ebu Davud'a, tabî olarak o da hadîsi zaîf bulmuştur. Aynı ha" isi Ebu Dâvud ile îbni Mâce, Ömer b. Halcde'nin rivayetinden na.detmişlerdir. Ömer demiştir ki: «Ebu HÜreyre'ye : İflâs etmiş bir dostumuz için geldik. (Bize) :

  Şüphesiz ki hakkımızda Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'in hüküm buyurduğu gibi hükmececşğim; «Kim İflâs eder veya ölür

de bir adam malını olduğu gibi onun yanında bulunursa o adam o malı en ziyâde hak edendir» dedi.»

Bu hadisi Hâkim sahînlemiş; Ebu Dâvud ise onu zaîf bulmuş; ölümü bildiren en ziyâdeyi dahî zaîf addetmiştir.

Bu hadîsi Ebu Ddvud mürael olarak rivayet ettiği gibi başka bir yoldan mevsul da rivayet etmiştir. Çünkü o tarihte İsmail b. Ay­yaş bulunuyorsa da hadîsi Şamhlar'dan rivayet etmiştir. Onun Şamh-lar'dan rivayeti sahihtir. Binâenaleyh hüccet olabilir ve mürseli tak­viye eder.

«Hadîsi Beyhakî vasletmiş, fakat Ebu Davud'a, tâbi' olarak o da zayıf bulmuştur» diyenler olmuştur. Lâkin «Süncn-i Ebî Dâvud^a, müracaat neticesi rivayeti zaîf saydığına dâir bir şeye rastlanma­mıştır. Bilâkis, rivayeti îmam Mâlik tarafından tahrîc ettikten son­ra : «Mâlik'in hadîsi daha sahihtir» diyerek onun Ebu Bekr b. Ab-dirrahman hadîsi'ndrn daha sahih olduğuna işaret etmiştir. Ebu Da­vud'un Ömer b. Halede rivayetini dahi zaîf bulduğu kaydediliyor; fakat müracaat neticesinde «Süncn»âe böyle bir şeye de rastlanma­mıştır. Bilâkis Beyhakî (384—458) musannifin burada «her hangi bir adam» diye zikrettiği Ebu Bekir b. AbdİrrabmanV mürsel rivaye­tini tahrîc ettikten sonra, İmâm-ı Şâ/n'nm: «Ö?ner b. Halede riva­yeti Ebu Bekr'in şu rivayetinden daha evlâcı-; çünkü bu rivayet mev-suldiir: Peygamber (S.A.V.) onda ölüm ile i'ies arasını cerrû1 etmiştir. Ebu Bekr'in bu münkati rivayetine işareten, tbni Şihâb'm aadîsi ise münkatî'dir» dediğini kaydeder. İmâm-ı Çc/iî bu bâbta bir hayli söz ede.el' Ömer b. Halede'nin rivayetini ter'ih eylemiştir.

Hadîs-i Şerif bir kaç mes'eleye sâridir:

1— Satıcı malını iflâs eden müşterisinin elinde bulursa başka ala-r.-ıkhlar bulunsun, bulunmasın onu almak kendisinin hakkıc.ır. Bu malı n müflise satmakla ödünç vermiş olmak arasında bir fark yoktur. Vâ-kıâ bir çok hadislerde beyi' lâ'z   satarken zikredilmiş 'se de    Usul-ü Fıkıh kaidelerine göre âmm'a rr.   ?âfık olan hâss o âmm'ı tahsis ede­mez. Bundan dolayıdır ki, İmâm-ı Şafiî ve diğer- oazı ulemâ'ya göre satış mes'elesinde olduğu gibi Ödü 17 mcs'clcsindc de mal  sahibi ma­lını buldmnu alır. Bir takımları bunun yalnız al.ş verişe mahsus oldu­ğuna kaildirler. Bunların delili babımızın   hadîsidir.

2— Hadîsteki «olduğu gibi» tâbirinden maksat: malın değiş­memiş olmasıdır. Şayet sıfatı değişmiş, yâhûd azalmış veya çoğal­mıştı artık o malı almak iğin sahibi diğer alacaklılardan daha hak-iı olamaz; alacaklılarla beraber olur.    İmâm-ı Şafiî ile diğer bazı ulemâ'ya göre malın sıfatı bir kusurdan dolayı değişirse satan o malı alır; fakat noksanının bedelini alamaz. Ziyâdeden dolayı değişirse bu zi­yâdenin zararı müşteriye âit olduğu gibi kâr'ı da ona aittir. Çünkü bunlar onun milkinde iken meydana gelmiş şeylerdir. Ağaç gibi yerindr ne kadar kalacağı bilinmiyen şeylerde onların kıymetini öder. Fak.it ekin gibi yerinde ne kadar kalacağı belli olanlarda bir şey ödemez.

3— Hadîsi mürsel olarak rivayet eden Ebu Bekr b. Abdirrahman'ın sözü, delâlet ediyor ki: satıcı malın kıymetinin bir kısmım almışsa ar­tık o malı geri dönemez.  O da alacaklılarla beraber olur. Cumhur-u ulemâ'mn mezhebi budur. Şafiî'nin iki kavlinden tercihe şâyân ola­na göre, satılan gey, kıymetinin bir kısmını    almakla alacaklıların hakkı oluvermez. Satıcı onu almak için herkesten ziyâde hak sahihi­dir. Hz. Şafiî'nin bu kavle zâhib olmasına sebep, her halde hadîsin ona göre sabit olmayışıdır. Hadîsin sahih, olduğunu kabul edenler, Cumhur'un kavli ile amel ederler. Hadîs'in mürsel veya mevsul oluşu ihtilaflıdır. «Mürsel» diyenler daha çoktur.

4— Hadîsteki «şayed müşteri Ölürse mal sahibi alacak­lılarla    beraberdir»    cümlesinde mahzûf kelime vardır.    Takdiri şöyledir: «Mal sahibinin malı, alacaklıların    hakkıdır.»    Bu cürnk: ölümle iflâs arasında fark olduğuna delildir. İmam Ahmed ile Mâlik bu rivayetle amel ederek aralarında fark olduğunu kabul ederler. Derler ki:  ölenin zimmeti beraet etmiştir, o artık alacaklılar için müracaat mahalli olamaz. Fakat müflis böyle değildir; onun zim­meti bâkî'dir. Bu hususta ölenin ödemeye kâfi mal bırakması ile bı­rakmaması arasında fark yoktur.

Bir takımlarına göre: ölen, borcuna yetecek kadar mal bırakırsa satıcı malını almak için başkalarından haklı olamaz. Bunlar : Ebu Be­kir hadUi'ndcki «ancak sahibi ödeyecek ma! bırakırsa o baş­ka» cümlesi ile istidlal ederle'. Fakat İmâm Şafiî bu ziyâde için : Ebu Bekir b. Abdirrahman'ın re'yi olmak ihtimali vardır» demiştir. İhtimalin karinesi, aynı hadîsi Ebu Bekir'den mevsul olarak rivayet edenlerin ölüm mes'elesinden bahsetmemeleridir. Hadîsi Hz. Ebu Hü-reyre'den rivayet edenler dahi bu mes'eleyi zikretmemişlerdir.[197]

 

887/726- «Amr b. Şerîd'den[198], babası radıyallahii anh'den işitmiş:

— Sizin İçin buna imkân yok; buyurmuşlardı.[199]

 

Hadisi Bcyhakî, Vâkıdl[200] tariki ile tahrîc etmiştir. Onda şu ziyâde vardır : «Peygamber (S.A.V.) bundan sonra Muaz'ı biraz kendi­sini toparlaması için Yemen'e göndermiştir.»

Hadîs-i Şerîf, hâk im'in borçlu bir kimseyi malında tasarruftan men' ederek, borçlarını ödemek için onun malını satabileceğine de­lildir.

Bazıları buna: «Peygamber (S.A.V.)'in sadece fiilidir; fiil ise vü-cûb ifâde etmez» diyerek i'İİrâzda bulunmak istemişlerse de, bu doğru değildir. Çünkü böyle bir hâdise kavilsiz olamaz.

Hadîs'in zahiri Hz. Muaz'in bütün malının borca karşılık olduğunu gösteriyor. Acaba malı borcundan artıyorsa hâkim'e aynı hacr ve sa­tış hakkı var mıdır? Bu cihet ulemâ arasında ihtilaflıdır. Şâfİîler'le diğer bazı ulemâ'ya ve Hanefîlerden İmameyn'e göre vardır. Çünkü bor­cunu Ödemeye şitâb etmemek sureti ile onun malını satmak için muk-tezî hâsıl olmuştur; binâenaleyh bu da hüküm i'tibâriyle ona katı­lır. Yalnız îmameyn denilen Ebu Yusuf ile Muhammed'G gö're ala­caklıların onun hacrini istemeleri hacr için şarttır. îmâm-ı A3zam Ebu Hanîfe ile başkalarına göre bu mes'ele yukarıkine katılamaz. Ve borçlu hacr edilemez; malı da satılamaz. Burada yapılacak iş borç­luyu habsetmektir; borcunu ödeyinceye kadar habsolunur. Delilleri şu hadîstir :

«Gerçekten müslüman kişinin malı ancak gönlünün rızası ile helâl olur.»

[201] «Ancak birbirinizin rızası yolu ile olursa o başka» âyet-i kerîmesi de oniara dolildir. Hacr ve satışın muktezâ'sı ise borçlunun rızâsı olmak­sızın malını elinden çıkarmaktır.

ttâüğ bir kimsenin Kefeninden ve külü tasarrufundan dulnyı hacrine gelince : İmam Şafiî (150—204) ile Hanefîler'dcn İmâm-t Ebu Yusuf (1|3__182) ve îvıâm Muhammcd'e (135—189) göre caizdir, tmâm- A'zam ile diğer bazı ulemâ'ya göre caiz değildir. İmam Bcyhakî CÎ84—458) «cs-Süncnü'l-Kübrây nâm eserinde bu hususa âid bir bâb tahsis etmiş; buna; «Baliğ kimselerin sefeh sebebi ile hacri» adım vermiştir. Bcyhakî orada şu vak'ayı da kaydediyor :

«Abdullah b. Ca'fer[202] altı yüz- bin dirheme bir yer satın almış, bunun üzerine Ali ile Osman (R. A.) kendisini hacr edecek olmuşlar. Abdullah, Zübeyr'e[203] tesadüf etmiş. Zübeyr kendisine :

Benî Kureyza yahûdîlerİ Peygamber (S.A.V.)'in baş düşmanı idi-lcr. Kendileri ile, Hz. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Medîne'y° geldiğinde muahede yapmış; fakat onlar bunu Hendek harbinin vuku' bulduğu gün bozmuşlar; ve Ahzâb'a[204] yardım etmişlerdir. Fahr-i kâinat (S.A.V.) Ahzâb'a galebe çaldıktan sonra hâne-i seâdet'lerine dönmüş; tam silâ­hını çıkarırken Cebrail (A.S.) geldi ve kendilerine hitaben :

— Bana, Benî Kureyza'da yetiş; demişti. Bunun üzerine onları mu­hasara ettiler. Sonra Sa'd b. Muaz[205]  (R.A.)'m hakemliğine razı ol­dular. O da erkeklerin katline, kadınlarla çocukların esîr alınmasına hükmetti. Orada bulûğ, avret mahallinde kıl bitmiş olmakla bilini­yordu.

Hadîs-i Şerif, kıl bitmekle bulûğa erildiğine ve mahrem yerinde lal biten kimsenin artık mükellef hükmünde olduğuna delildir. Bu­nun icmâ' olmak ihtimali vardır.[206]

 

892/731- «Amr b. Şuayb'ten o cfa babasından oda dedesinden - radt-yallahii anhüm - işitmiş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah (S. A.V.):

«— Kocasının  izni olmaksızın hiç bir kadına bir şey teberru' etrnek caiz değildir; buyurmuşlardır.»[207]

 

Bir rivayette : «Kadının ismetine kocası mâlik olduktan sonra ona kendi malı hakkında bir şey caiz olmaz» buyu-rulmuştur.

bu hadisi Ahmet ve «Sünen» sahihleri rivayet etmişlerdir. Yalnız Tîrmîzî müstesna kalmıştır. Hâkim onu sahîhiemişür.

Hat tabî (319 — 388) diyor ki : «Ekseriyet bunu güzel geçim ve gönül rızâsına hamlctmİşür. Yâhût: reşîd olmıyan kadın; dîye te'vil odilir.»

Peygamber (S.A.V.} 'in kadınlara «sadaka verin» dediği sâbif. olmuşu1. Hattâ bu emr-İ Peygamberi mu'cibince kadınlar yüzük ve küpelerini çıkarıp atmağa başlamışlar; Hr. Bilâl'de onları elbisesinin irine toplamıştı. Bu bağışlar kocalarının izni ile olmamıştı. Cumhur-u ulemâ'nm mezhebi işte budur Bu hadîs'in mânâsına kail olan yalnız Tavuktur. Ona göre kadın evli ise kendi malı bile olsa kocasının izni olmadıkça onda tasarrufta bulunmaktan hacredilir. îmâm-ı Mâ-lik'e göre ise kadının tasarrufu malın üçte birinden caiz olur.[208]

 

893/732- «Kabîsa b. Muhârİk radıyallahü anh'den rivayet olun­muştur. Demiştir ki:  Resûlüllah sallallahü aleyhi ve settem:

— Hiç şüphe yok ki dilenmek ancak üç kişiden bîrine helâl .olur:

1— Bir kefalette bulunan adam.

Böylesine, o kefil olduğu şeyi buluncaya kadar dilen­mek helâldir; sonra vazgeçer.

2— Başına bîr felâket gelerek malını helak eden ada­ma. Buna da bir geçim düzeni buluncaya kadar dilenmek helâldir.[209]

 

2— «Müslümanlar şartlan üzerindedirler» ifâdesinden murâd: sözlerinde dururlar; demektir, burada sözünde durmayı mü-teaddî edatlarından (alâ) ile müteaddî yapmakta ve müslümanları is­lâm vasfı ile tavsif etmekte onların mertebelerinin çok yüksek olduğu-rna işaret vardır. Şartı bozmıyarak ona riayetkar kalmanın lüzumu da hadîsimizin işaret ettiği ahkâmdandır. Bu bâbta bir hayli tafsilât var­dır ki bunların yeri fıkıh kitaplarıdır.

«Ancak bir helâli haram veya haramı helâl kılan şart müstesna» cümlesindeki helâli i aranı kılan şart, bir cariyeyi sa­tarken müşterinin onunla cİmâ' etmemesini şart koşmak, haramı helâl kılan ise cimâ'ı haram olan câriye ile cima1 etmeyi şart koşmak gibi şeylerdir.[210]

 

896/734- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'ten rivayet edildiğine göre Peygamber salîaUahü aleyhi ve seîlem:

— Komşu   komşusunu   duvarına   kiriş   çakmaktan men' edemez; buyurmuşlardır.»[211]

 

Bundan sonra Ebu Hüreyre: Aceb neden sizi bundan yüz çevirmiş görüyorum. Vallahi onu sîzin omuzlarınızın arasına atacağım;  dermiş.

Müttefekun aleyh'tir.

Bu hadisi nehî sîgâsı ile yani «komşu komşusunu duvarına kiriş çakmaktan men* etmesin» şeklinde de rivayet olunmuş­tur, İmam Ahmcd ile Ebu Davud'un rivayetlerinde Hz. Ebu Hüreyre bu hadîsi rivayet ettiği zaman dinüycnlerin başlarını eğdikleri zikre­dilmektedir. Hz. Ebu Hüreyre mezkûr hadîsi Mervan zamanında Me-dîne-i Münevvere valisi bulunduğu sıralarda rivayet etmiştir. Mervan onu kendi yerine bırakıp sefer ediyordu. Hadîsi dinliyenlerin bu hükmü bilmiycnlerden olmaian ve ihtimal sahâbe'den olmamaları caizdir.

Filhakika îmam Ahmet ile Ahdurrrzzak (126 — 211) Ibni Abbas (R. A./den şu hadîsi rivayet etmişlerdir.

«Zarar (görmek) ve (başkasına) zarar yapmak yoktur. Ama bir adamın komşusunun duvarına kiriş koymağa hakkı vardır.»

Bu hadîsin ifâde ettiği umumî kaide mecette-i Ahkâm-ı adliyye'-nin 19. cu maddesinde: «zarar ve mukabele bîzzarar yoktur.» şek­linde ifâde olunmuştur. Yani: bidâyeten birisine zarar yapmak caiz olmadığı gibi zarara zararla mukabele etmek de yoktur. Meselâ bi­risi aldanarak birinden geçmez (kalp) para alsa o parayı başkasına vermeğe selâhiyeti yoktur. Hadîs-i Şerîf komşunun duvarına kiriş koymanın meşru' olduğuna; komşu buna mâni' olursa cebren ko­nulabileceğine delildir.

İmam Ahmet, b. Hanbel ile mezheb-i kadî.ninde Şafiî ve diğer bazı ulemâ buna kail olmuşlardır. Delilleri bu hadîstir. Ashâb-ı KirânV-ın ekseriyetle sağ oldukları sıralarda Hz. Ömer (R.A.) da böyle hük­metmiştir.-Hattâ İmam Şafiî: «Şüphesiz ki sahabeden hiç biri Ömer'e muhalefet etmemiştir» diyor.

Hz. Ömey kıssası İmam Mâlik'in sahih senedle rivayet ettiğine go-re şöyledir : Dahhâk b. Halife'den, Muhammed b. Mesieme argının su­yunu kendi arazisine akıtmasına müsaade istemiş; fakat Dahhâk buna. razı olmamış. O da keyfiyeti Hz. Ömer'e bildirmiş. Bu hususta kendisi ile Ömer (R.A.) da görüşmüş. Dahhâk yine razı olmayınca Ömer (R.A.): Vallahi karnının üzerinden bile olsa onu mutlaka geçireceksin» demiştir. Bundan sonra Hz. Ömer bu meseleyi komşunun komşudan faydalanmağa muhtaç olduğu ev ve arazî gibi şeylerin hepsine teştrü etmiştir.

Şâir ulemâ ise komşunun duvarına kiriş koymanın izinsiz caiz ol-mıyacağına kaildirler. Onlara göre duvar sahibinin izni olmadıkça onun duvarına kiriş konamaz. Çünkü bir müslümanın malının ancak kendi rızâzı ile helâl olabileceğini bildiren deliller hu hükme mâni'dirler.

Hadîsteki «Vallahi onu sizin omuzlarınızın arasına atacağım» ifâde­sini Hattâhî: «vallahi eğer bu hükmü kabul etmez ve onunla gönül­den razı olarak amel eylemezseniz, kirişi zorla omuzlarınıza yükle­rim» şeklinde tefsir etmiş ve ibarede mübâleğa olduğunu söylemiş­tir. Bazıları ise zamiri sünnete göndermiştir. Bu takdirde mânâ şöyle olur: «Vallahi o sünneti sizin omuzlarınıza atarım».[212]

 

(Matl) aslında müdâfaa demektir. Burada ondan murâd: bir borcu ödemeğe iktidarı varken ödemeyip sonraya bırakmaktır. (Matlu'l-Ga-niy) terkibinde masdarm failine de mef'uiüne de muzaf oiması ihtimâli vardır. Fâiiine muzaf olduğu takdirde mânâ şöyle olur: «Borcunu Öde­meğe iktidarı olan zenginin, sonra öderim bahanesi ile onu ödemîyerek sallantıda bırakması haramdır.»

Mef'ulüne muzaf olduğu .akdirde ise: «Alacaklısı zengin bile olsa borçluya yine borcunu Ödemek îcab eder.» demek olur. Tabiî zengin hakkında hüküm böyle olunca fakir hakkında evleviyyette kalır.

Hadîsteki emri cumhur-u ulemâ istihbâb mânâsına almışlardır. Zâhİrîler'e göre ise vücûb manasınadır.

Burcu mühim'semiyerek sonraya bırakmanın büyük günahlardan ol­duğunu yukarıda görmüştük. Böyiesinin dînen fâsık sayılacağı dahî it-tifâkîdir. İhtilâf yalnız istemeden önce fasik sayılıp sayılmayacağı hu-susundadır. Hadîsten anlaşılan: istemenin lüzumudur. Çünkü borcu sal­lantıda bırakmak ancak istemekle tahakkuk eder.

Hadîs mefhum-u muhalifi ile, âciz fakirin borcunu ödeyememesi­nin zulüm sayıîmıyacağına delâlet eder. Fakat Hanefîler gibi mefhum-u muhalifi delil kabul etmeyenlere göre borcunu ödiyemiyen âcize zâten mâtıl (yani borcunu Ödemeyip uzatan) denilmez. Malından uzakta bu­lunan zengin de fakir hükmündedir. Fakir ödemeye imkân buluncaya kadar borcu için sıkıştırılmaz.

İmam Şafiî diyor ki: «fakiri muaheze etmek caiz olsa onun da ödemediği taktirde zâlim olması icab ederdi; fakat o âciz olduğu için zâlim farzedilmomişür.»

Bazıları bu hadîsten şu mânâyı da çıkarırlar: muhâlün aleyh fakir olup borcunu vermezse muhtâl alacağını muhilden isteyemez. Çünkü isteyebilse zenginliği şart koşmanın bir mânâsı kalmaz.

Hanefîler'f  öre istiyebilİr,  Onlar havaleyi  kefalete benzetirler.[213]

 

899/737- «Câbir radıyallahü anlı'ten rivayet edilmiştir. Demiştir kî :. Bizden bir adaftı vefat etti : Biz de onu yıkadık, kokuladık ve ke­fenledik, sonra ResûlüHah saUaîîahii aleyhi ve sellem'e getirerek ken­dilerine :

  Şunun cehâze namazını  kılarmtsınız? dedik.  Bunun  üzerîine  Re-sûlüllah (S.A.V.)  bîr kaç adım attı;  sonra (bize dönerek) :

  Borcu varnr? dedi. Biz:

__ İki altın (borcu var); dedik. Bu hâl karşısında namazını kılmak­tan sarf-ı nazar etfîler. Derken bu ikî altını Ebû Katâde üzerine aldı. Müteakiben   Resûlüllah   (S.A.V.)   'e  geldik.   Ebu  Katâde :

  İki  altın benim  borcumdur;  dedi.  Resûlültah  (S.A.V.)  de :

  Borç senin üzerinemi geçti? meyyit bu paralardan berât etti mi? buyurdular. Ebu Katâde :

  Evet; deyince, cenazenin namazını kıldılar.»[214]

 

Bu hadîsi Ahmed, Ebu Dâvud ve Nesâî rivayet etmiş; Ibnt Hibban İle Hâkim onu sahîhlemişlerdir.

Hadîsi Buhdri Seleme b. Ekva'dan tahrîc etmiştir. Yalnız onun hadisinde altın sayısı üçtür. Aynı hadîsi Ebu Dâvud ile Tabcrânî de tahrîc etmişlerdir. Tabcrânî (260 — 360) iki rivayetin arasını bulmuş ve : «Kitabımızın hadîsinde altın sayısı ikiden biraz fazla idi. Üç altın diyen buradaki buçuğu bütün saymış; iki diyen, buçu­ğu nazar-ı i'tibâre almamıştır. Yâhûd aslında altınlar üç olup ve­fatından evvel birini ödemiştir. Binâenaleyh (üç) diyen, aslını i'U-bar etmiş; (iki) diyen kalan borcu söylemiştir» demiştir. Rivayet­lerin ayrı iki kıssaya âid olması ihtimâli de düşünülebilirse de bu ihtimâl uzaktır. Tlâkim'in bir rivayetine göre Peygamber (S.A.V.) Ebu Katâde'ye her tesadüf ettikçe iki altını ne yaptığını sorarmış; ni­hayet Hz. Katâde : «Ben onları ödedim yâ Resûlüllah» demiş. Fahr-i Kâinat hazretleri de :

«— Şimdi meyyît'in teni serinledi; buyurmuşlardır.»

Dara Kutnî (30(i — 385) *nin Hz. Ali (R.A.) 'dan rivayet ettiği bir hadîsde şöyle deniliyor : «Resûlüllah (S.A.V.) bir cenazeye geldim! o adamın amelini sormaz; borcunu sorardı. Eğer: «Borcu var» denilirse namazını kılmaktan vaz geçer; «Borcu yok» denilirse namazını kılardı. Bîr defa  bir cenaze getirdiler.  Tekbir  almak için  ayağa  kalktığı  vakit:

— Bunun  borcu  Varmi? d'Ye sordu.  İki altın borcu    olduğunu söylediler.  Bunun  üzerine namazını kılmaktan vaz geçtiler.  Derken A1İ:

  O  altınlar  benim   borcumdur,   meyyit  onlardan   beridir;   dedi  ve Resûlüllah (S.A.V.) de namazını kıldı. Sonra:

— Allah sana hayırlı mükâfaat versin ve başını çözsün.İlâh...;  buyurdular.»

îbni Battal (— 444) şöyle demiştir: «Cumhur, meyyit nâmına yapı­lan bu kefaletin sahih olduğuna zâhib olmuştur; bu kefaletten meyyiL'in malına rücu' da yoktur [215]

Hadîsi Şerif'de bir borcu o borçla alâkası olmıyan bir kimsenin üzerine alabileceğine ve bunun ona fayda vereceğine İşaret vardır. Ay­rıca borcun şiddetine de işaret buyurulmuştur. Kczâ hâkim'in bir kim­seyi bir hak c'olayısiyle İlzam edebilmesi için akid ve ikrarlarda kul­lanılan lâfızların söylenmesi lüzumuna da işaret vardır.[216]

 

900/738- «Ebû Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre, Resûlüllah s:,,ıallahü aleyhi ve sellem'e vefat etmiş borçlu bir adam getirilir; o da:     

  Borcunu Ödiyecek bir şey bıraktı mı? diye sorardı. Eğer ödeyecek bir şey bıraktığı  söylenirse, onun cenaze namazını  kı­lar; aksi takdirde :

  Arkadaşınızın cenaze namazını kılın; derdi.

Vaktâ  ki Allah  kendisine  bîr çok fütuhatı  nasîb eyledi,  (o zaman)

— Ben mü'minlere kendi nefislerinden ileriyim. İmdi her kim borçlu olarak vefat ederse ödemesi bana aittir; buyurdular.»[217]

 

Müttefekun aleyh'tir. Buharî'nin bir rivayetinde: «Her kim ölür de borcuna yetecek (mal) bırakmazsa» buyurulmuştur.

Musannifin, bu hadîsi yukarıdakinin arkasından getirmesi, Allah'ın fütuhat ve nusratı ile Resûîüllah (S.A.V.)'m vakti hali iyileşince yuka-nki hükmün neshedildiğİne işaret içindir. Artık borçlu- ölen müminlerin borçlarını kendi üzerine alıyordu. Acaba bunu hâsseten kendi malın­dan mi yoksa beytül-mâl'den mi veriyordu?. Bu cihet bilinmemekle beraber her ikisi de ihtimal dahilindedir. îbni Battal: «Müslüman­ların umurunu üzerine alan her zâtın, borçlu ölenler hakkında böy­le hareket etmesi lâzımdır; böyle yapamazsa günahkâr olur.» di­yor. Filhakika Râfiî hadîsin sonunda şunu da rivayet etmiştir:

«Yâ Resûlüllah!    senden sonra her imama bu lâzım mı? denildi:

— (Evet) benden sonra her imama jâzım; buyurdular.» Bu hadîsin mânâsını ifâde eden bir hadîsi Taberânî «eZ-Ke&îr» adlı eserinde Hz. Selmân (R. A.) tarîki ile Zâdân'dan şu lâfızlarla riva­yet etmiştir:

«Bize Resûlüllah (S.A.V.) m üs! uman esirlerinin fidyelerini verme­mizi, dilencilerine tasadduk etmemizi emir buyurdu. Sonra dedi  ki :

— Her kim mal bırakırsa (<> mal) mîrasçılarınındır? kim borç bırakırsa (ödemesi) bana aittir. Benden sonrada müslümanların beyt-iü-mâl'inden verilmek üzere hükü­met reislerine âid olacaktır.»

Yalnız bu hadîsin râvîleri arasında bir metruk ve müttehem var­dır.[218]

 

901/739- «Amir b. Şuayb'ten o da babasından, o da dedesinden (radıyallahü anhüm) işitmiş olmak üzere rivayet edilmiştir. Dedesi demiştir ki :  Resûlüllah sallalîahii aleyhi ve sellem :

— Hadd için kefalet yoktur; buyurdular.»[219]

 

Bu hadîsi zâif bir isnad ile Beyhakî rivâyeL etmiştir.

Bcyhakî: «Bu hadis münkerdir» demiştir. Bu bâb'ta bir çok eserler varsa da hiç biri i'tirâzdan hali değildir. Yalnız «hudûd-ı şer'iy-ye» denilen cezaların tatbikini emreden hadisler bu hadîsin mânâsını te'yîd ederler.

Hadîs hadd için kefalet sahih olmadığına delildir. Zâhirîler'dcn ibni Hazm (384 — 456) 'a göre nefis ile kefalet hiç bir hususta caiz değildir. İbni Hazm müddeasım ispat için hayli uğraşmıştır. Fakat uhmâ kefaletin her iki nev'ini yani hem nefisle kefaleti hem de mal ile keVÜeti caiz görmüşlerdir. Tafsilât fıkıh kitaplarındadır.[220]

 

«Şirket Ve Vekâlet Bâb’ı»

 

Şirket, lügatte: iki malı birbirinden ayrılmıyacak derecede karış­tırmaktır.

Istılahta ise: nev'ilerine göre değişir ve başka başka ta'rif olunur. Bunun yeri fıkıh kitaplarıdır.

Vekâlet lügatte: Korumak, kefil olmak manasınadır. Istılah’da: Bir kimsenin caiz bir tasarruf hususunda başkasını kendi yerine koy­masıdır.[221]

 

902/740- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki:  Resûlüllah sallalla/ıü aleyhi ve sellem:

--Allah: biri diğerine hıyanet etmedikçe ben iki şeri­kin üçüncüsüyüm; hıyanet ettimi aralarından çıkarım; buyurdu; dedi».[222]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud rivayet etmişt:r; Hâkim onu sahihlemiştir.

İbni Kattan (12ü — 198) ise bu hadîsi ma'lûl saymıştır. Çünkü râvîlerinden Said b. Hayyan'm hâli meçhuldür.

Hadîsi ondan oğlu Ebu Hayyan b. Saîd rivayet etmiştir. Fakat İbni Hibbân onu mu'temedler mey ânında zikretmiş; yalnız Dnrc Kutni'nin onu irsal yapmakla illetlendirmiş olduğunu bildirmiştir. Ancak Hz.  Ebu Hüreyre'yi zikretmemiş: «doğrusu da budur» demiştir.

Allah'ın iki şerik İle beraber bulunmasından murâd: onları hıfz, riâyet ve kendilerine imdad i.e ürâretlerine bereket ihsanı hususunda­ki  yardımıdır.  Hıyanet zuhur cimi,   mallarından bereketi  kaldırır.

Hadîsçe hıyanet etmemek şartı ile şirkete teşvik, hıyanet etmekten İse tahzîr  vardır.[223]

 

903/741- «Saîb b. Yezidî Mahzûmî[224] radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre kendisi bİ'setten önce Peygamber sallallahü aleyhi ve sellcm'ın  şeriki  imiş. Fetih günü  Peygamber  (S.A.V.)   gelerek:

—Merhaba kardeşim ve şerikim; buyurmuştur.»[225]

 

Bu hadîsi  Ahmet,  Ebu  Dâvud  ve  İbni  Mâce rivayet etmişlerdir.

İbni Abdilbcrr (3fi8 — 4H3) 'in beyânına ^örc Saib b. Ebi Saîd mii-ellefe-i kulûbtanmış. Fakat sonradan iyi bir müsiüman olmuş, uzun zaman yaşamış; Muâviye zamanını idrâk etmiştir. İslâmiyetin zu­huru sıralarında Peygamber (S.A.V.) 'in ticârette şeriki idi. Mekke'nin fethi günü Resûlüllah {S.A.V.) kendisine :

«Merhaba kardeşim ve şerikim. Kavga etmez yüze gülmezdi» buyurmuştur.

Bu   hadîsi Hâkim  sahîhlemiştir.  îbni  Mâce'nm' rivayetinde : «Câhiliyette benim şerikim idin» buyurulmuştur.

Hadîs-i Şerîf, Islâmiyetten önce şirketin sabit olduğuna tslâmiyetin onu olduğu gibi takrir ettiğine delildir.[226]

 

904/742- Abdullah b. Mes'ud radıyallahü anh'ten rivayet olun­muştur. Demiştir kî: Bedir günü isabet edecek ganimetler hususunda ben, Ammâr ve Sa'd şerik olduk, ilâh...»[227]

 

Bu hadisi Nesâî ile başkaları rivayet etmişlerdir.

Hadîsin tamamı şöyledir :

«Neticede Sa'd iki esîr getirdi; ben ve Ammâr hiç bir şey getireme­dik !»

Hadîs-i Şerîf, kazanç hususunda şirket yapmanın caiz olduğuna' delildir. Buna «Şirket-i ebdân» derler ki, hakikati şundan ibaret­tir: şeriklerden her biri muayyen bir şeyi kabul etme ve kendisi nâ­mına o şeyde çalışma hususunda arkadaşını vekil ta'yîn eder; ara­larında hangi san'atı işliyeccklerini kararlaştırırlar. İmam-ı A'zam Ebu Hanîfe, ile diğer bazı ulemâ buna kail olmuşlardır. Şafiî ise bu şirketi aldanma üzerine mebnî görerek sahih olmadığına zâhib ol­muştur; çünkü kâr edecekleri yüzde yüz belli değildir. Ulerrfâ'dan Ebu Sevr ile İbni Hazm, Şafiî'nin kavlini tercih etmişlerdir, İbn Hazm-i Zahiri bu münâsebetle sözü hayli uzatmış; bu şirketin bâtıl olduğuna hükmeylemiştir. Ibnİ Mes'ud hadîsi'ne gelince, İbni Hnzm buna da münkati' bir haber nazarı ile bakar. Hadisi, sahih bile ka­bul etse yine kendilerine delîl olacağını iddia etmektedir.

Fukâhâ şirketi muhtelif kısımlara ayırmışlardır. Biz onları sırala­maya lüzum görmüyoruz, ibni Battal (— 444) diyor kî: «Sahih şir­ket, şeriklerden her birinin ortaya arkadaşı kadar mal çıkarıp son­ra bunları karıştırmaları ve ayrılmayacak dereceyi buldumu hepsi birden tasarrufta bulunmalarıdır; ancak biri diğerini kendi yerine ikâme edebilir.» Bunda ulemâ ittfâk halindedir.

Bir şerîk'in diğerinden daha az mal ile şirkete iştirak etmesi de caizdir. Kâr ve zarar herkesin malı nisbetinde olur. Çünkü iki malı bir araya karıştırmakla bütün mal aralarında hisse-i şâyia'lı olur; bittabi o malın kâr ve zararı da Öyledir.[228]

 

905/743- «Câbİr b. Abdillâh radıyallahü anhümâ'dan rivayet edil­miştir. Demiştir ki: Hayber'e çıkmak istedim de Peygamber (S.A.V.)'e geldim :

— Hayber'deki vekilime vardığın   vapJt ondan onbeş vesk[229]   al; buyurdular».[230]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud rivayet etmiş ve sahîhlemiştir.Hadîsin tamamı şöyledir :                    

«Eğer senden bir alâmet dilerse elini onun omuzuna koyuver.»

Hadîs-i Şerifte şer'î vekâlete delâlet vardır. Mes'ele ulemâ arasın­da ittifakıdır. Hadîsin tamamında başkasısının malında karine ile ame­lin caiz üiduğuna delâlet vardır. Ulemâ'dan bir cemâate göre bir malı tesellüm için gönderilen ResüTü (elçiyi) tasdik etmek sahihtir. Bazı­ları bunu caiz görmemiş; «gayrın malında tasdik caiz olmaz» demiş­lerdir. Fakat Resûl'ün doğru söylediğine kanâat hâsıl olursa onlara göro de tasdik edilir.[231]

 

906/744- «Urvetü'l - Bârikî[232] radıyallahü anh'den rivayet edildîğine göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve settem kendisine bîr kurban satın almak için onunla bir dînâr göndermiş., ilâh...»[233]

 

Bu hadîsi Buharı bir hadîs arasında rivayet etmiştir. Hadîs yuka­rıda geçmiştir.

Hadîs-i Şerif «Alış veriş bahsi» nde 684/839 sıra numarası ile geç­miş; ahkâmı da orada görülmüştür.[234]

 

907/745- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'ten rivayet olunuştur. De-mîştİr ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sclîcm Ömer'i sadaka üze­rine memur gönderdi... ilâh..[235]

 

Müttefekun aleyh'tir.Hadîsin tamamı şudur :

«Denildi kî : İbn Cemil, Halid b. Velîd ve Resûlüllah sallallahü aleyhi vv scllem'în amcası Abbas sadaka vermediler. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.):

  İbni Cemil inkâr etmez; şu kadar var ki fakir idi de Allah onu ganî kıldı. Halid'e gelince; hiç şüphe yok ki siz Halid'e zulüm ediyorsunuz. O Allah yolunda zırhları­nı ve silâhlarını habsetmiştir. Abbas'ınki bir misli de be­raberinde   olmak şartı ile benim   üzerime   borçtur;   dedi. Sonra (Ömer'e dönerek) :

  Yâ Ömer bilmezmisin ki bir adamın amcası baba­sının kardeşidir! buyurdular.»[236]

 

Hz. Peygamber (S.A.V.) 'in Ömer (R.A.) 'ı zekât toplamağa gön­derdiği  anlaşılıyor.

İbni. Cemil cnsârdan'dır. Vaktiyle münâfıkmış, -sonradan tevbe et-nıis. Musannif bu zâtın ismini bulamamıştır. «Şu kadar var ki fa­kir İdi;:; Allah onu ganî kıldı» cümlesinde Bedî' ilmine göre (zerimi'e benzer bir şeyle medh-i te'kîd) vardır. Çünkü eğer zikredilen­den başka bir özrü yok ise İbn Cemâf'in hiç bir özrü yok demektir. Aynı zamanda bu sözde küfrüm ni'mete ta'rîz ve yaptığı işin kötülüğüne işâ-rt.-l vardır.

«Abbas'ınki bir misli de beraberinde    olmak şartı ile benim Üzerime borçtur» ifâdesi Peygamber (S.A.V.) 'in zekât borcunu teberru" sureli i!e üzerine aldırını gösteriyor ki bu da başkası nâmına zekât teberru'ıında bulunmanın sahih olduğuna delâlet eder. Bunun bir nazîri de Ebû Katâde'nin vefat eden zâtın borcunu üzerine almasıdır. Hadîs çeşitli  lâfızlarla rivayet edilmiştir.

Bu hadîs hükümet reisinin zekât toplamak için tahsildara vekâlet verebileceğine delildir. Zâten musannif onu bırrndn, onun için zikret­miştir. Zekât "memuru la'yîn etmenin bir Sünnct-i Nebevîyye olduğu, fa­kir iken Allah'ın îütf-u keremi ile zengin olup da sonradan bunu unuta­na hatırlatmanın caiz oîduğu ve borcunu ödemeyen bir kimsenin ar­kasından onu küçük düşürecek şekilde konuşmanın günah sayılmadıği. devlet reisinin bazı kimselerin borcunu kendi üzerine alabileceği de iıadîsin işaret ettiği ahkâm cümlesindendir.[237]

 

708/746- «Câbİr rartıyallaJıü anh'ien rivayet edildiğine göre Pey­gamber fsnlln'lnhü aleyhi ve srllrm, altmış üç deve boğazlamış; geri kalanını kesrreyİ de Ali'ye emretmiştir.   İlâh...»[238]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Hndîs-i Şerif «Hacc bahsi» nde 759 sıra numarası ile geçmiş; ve orada izahı da yapılmıştır. Delâlet ettiği hüküm hedy denilen Hac kur­banının kesilmesi hakkında vekâlet verilebileceğidir. Kesen müsfüman olduğu takdirde bunun sahîh olduğuna ittifak vardır. Kitabî olursa kes­tirenin niyeti" şartı ile îmâm-r Şafiî'ye göre yine caizdir. Hanc-filer'e göre ise mekruhtur.[239]

 

909/747- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'\en çırak kıssası hakkında rivayet olunduğuna göre; Peygamber saîlallahü aleyhi ve sellem:

— Ey Enes'cik, bu adamın karısına git (söyle) eğer i'ti-râf ederse onu hemen recmet, ilâh...; buyurmuştur.»[240]

 

Müttefekum aleyh'tir.

Bu hadîs kitabımızın dördüncü cildinde «Hudûd bahsi» ndc görüle­cektir. Burada zikredilmesi hadd vurmağa memur edilen kimsenin dev-Irl. reisinin vekili olmasına mebnîdir-. Buharı (Babü'l - Vekâleti fî'l-lıudûd) «Hadleri vurmağa vekâlet babı» nâmı altında bir bâb tahsis et­miş bu ve emsali hadisleri orada zikretmiştir.

Musannif «cl-Fcth» de şöyle demektedir.: «Devlet reisi bizzat hadd vıırmayip, bu işi başkası üzerine aldığı cihetle başkasını tev­kil etmiş gibi olur.»[241]

 

«İkrar Bâbı»

 

İkrar: Lügatte, isbât etmek demektir Şeriatte ise: kişinin kendi aleyhine bir şeyi ihbar etmesidir. îkrâr, inkâr'ın zıddıdır.[242]

 

910/748- «Ebu Zerr radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur.  De­miştir ki: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem bana:

—Acü da olsa hakkı söyle; buyurdular.» [243]

 

Bunu İbni Hibban uzun bir hadîste sahîhlemiştir.

O hadîsi Hafız Münzirî «ct-Tcr<fîb vc't-Tcrhib» adlı eserinde ri­vayet etmiştir ki, içerisinde bir çok vasiyetler vardır. Lâfzı şudur:

«Ebu Zerr şöyle demiştir : Dostum Resûlüllah (S.A.V.) bana, ken­dimden aşağı olana bakmamı, benden üstün olana bakmamamı, fakirle­ri sevmemi, onlara yaklaşmamı, akrabam benimle alâkayı kesip bana cefâ bile etseler (yine) akrabama yardım etmemi, acı da olsa hakkı söylememi, Allah hakkında hiç bîr kimsenin zemm ve melâmetinden korkmamamı, kimseden bir şey İstemememi, havkale[244] cennet defi­nelerinden olduğu için onu çok okumamı vasiyet etti.»

«Hakkı şöyle» emri, başkasının ua kendisinin de aleyhine doğ­ruyu söylemeye şâmildir. Musannif da onu burada bu şümul i'tibâ-rİyle zikretmiştir. Asıl bu hadîsi ikrar babına alan Râfiî'dir. Musannif ona tabî olmuştur,

Hadîs-i Şerif, insanın her işinde ikrarına i'tibâr olunacağına delil­dir. Çünkü nefsin aleyhine doğruyu söylemek, onu malen voya bede­nen mes'ul edecek bir şeyi haber vermektir. Kısacası nefsin aleyhin­de ihbarda bulunmaktır.

«Acı da olsa» ta'birindc teşbih vardır. Zîrâ bazen hakkın icsı güç olır da acılığından dolayı boğazdan geçmeyen bir şeye benzer.

«Hudûd» ve «kısas» babında ikrara âid hadîsler gelecektir.[245]

 

«Emaneten Verilen Şeyler Babı»

 

( Ariyet ; teâvür'den alınma bir İsimdir. Teâvür: elden ele dolaş­mak ve nevbetl eşmektir. Emaneten verilen şeyler dahî elden ele dolaş­tığından onlara bu isim verilmiştir.

Şer'an ârîyet: Bir malın yalnız menfaatini bağışlamaktır. Malı ema­neten veren sahibine muîr; alana: müsteir alınan mala da muâr yâhûd müsîeâr denilir.[246]

 

911/749- «Semuratü'bnü Cündiib radii/aîîahü anh'tien rivayet edil­miştir. Demiştir kî:  Resûlüllah     satlallahü aleyhi ve scllem:

— El aldığı şeyden, onu edâ edinceye kadar mes'uldür; buyurdular.»[247]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dörtler rivayet etmiş; Hâkim de sahîhlemiş-tir.

Hâkim'in sahîhlemesi, Hasanın Semura'den işitmesine mebnîdir; Çünkü hadîsi Hasan, Semura'dan rivayet etmiştir. Hasan'ın Semura'dan İşitip işitmemesi hususunda hadîs hafızlarının üç mezhebi vardır :

1— Mutlak surette işitmiştir. Aliy b. Medînî ile Buharı ve Tir-mizî'nin mezhebi budur.

2— Mutlak surette işitmemiştir,  Yahya b. Saîd el-Kattan ile Yahya b. Mâîn ve Ibni Hibbân'm mezhebi budur.

3— Yalnız «Akîka» hadîsini işitmiştir. Ncsâî'nin mezhebi de bu­dur. Bu re'yi Ibni Asâkir de benimsemiştir.    Abdülhak ise bunun sahih olduğunu iddia etmiştir.

Hadîs-i Şerif, başkasının milki olan bir şeyi sahibine iade etme­nin vâcib oilduğuna, o şey'i sahibine veya sahibi yerine kaim olan birine teslim etmedikçe mes'ûliyetten kurtuiamıyacağına    delildir.

Çiinkü hadiste «te'diye» ta'biri kullanılmıştır. Te'diye ancak bu suretlerden biri ile olur. Hadîs, gasb, vedîa ve ariyet gibi şeylerin hep­sine .şâmildir. Musannifin onu b'urada (ariyet bâbı'nda) zikretmesi, ona da şâmil olduğu içindir. Bu hususta üç knvil vardır :

1— Ariyet mutlak suretti1 ödenir. Hz. İbni Abbas (R.A.)   ile Zcyd b. Aliy, Aid, Ahmed b. Hanbel, ishale ve İmam Şafii'nin mezhebi bu­dur. Delilleri bu hadîs ile aşağıda gelecek hadîslerdir.

2— İmam A'zum (İKİ-150) ile diğer bazı ulemâ'ya göre: ariyet ke-filli biic olsa Ödenmez. Çünkü Peygamber (S.A.V.):

«Hıyanet etmiyen müsteîr ile hıyanet etmiyen müstevda'a ödeme yoktur» buyurmuşlardır.

Bu hadîsi Darc Kutnî ile Beyhaki İbni Ömer (R.A.) 'den tahrîc etmiştir, fakat zaîf bulmuşlardır. Onlar hadîsin Şurcyh'e mevkuf olduğunu sahîhlemişlerdir. Müstevda' : emanetçi demektir.

3— Bazılarına göre âriyet'in ödenmesi şart koşulursa ödemek îcâb eder. Bunların delili, iki hadis sonra gelecek «Safvan hadisi» dİr.

Babımızın hadisi ile ekseriya ödetme, hususunda istidlal ederlerse de onda ödemeyi icabedecek bir sarahat yoktur. Zira emaneten alman her şeyi sahibine inde etmek lâzımdır; bu iş yalnız ariyet'e. mahsus de­ğildir. Binâenaleyh ariyetin ödenmesine delil olamaz.[248]

 

912/750- «Ebu Hüreyre radıyallahü «h/i'den rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah sallnllahü aleyhi ve selîcm:

— Emâneti   sana   emniyet edene ver; sana   hıyanet edene sen hıyanet etme; buyurdular.»[249]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Tirmizi rivayet etmişlerdir, Tirmîzî onu hasen bulmuş; Hâkim sahîhlcmiş; Ebu Hâtîm-i Râzî ise münker ad­detmiştir. Hadîsi hafızlardan bir ce'nâat tahric etmiştir. Bu hadîs ari­yete şâmildir.

Ariyete olduğu gibi vadîa ve sâiroyo de şâmildir; ve emâneti cdâ îcabettiğine delâlet etmektedir. Nitekim:

[250] «Şüphesiz ki Allah size emânetleri ehillerine edâ  etmenizi emreu1-^

âyet-i Kerîmesi de aynı mânâya delâlet eder.

Fahr-i Kâinat Efendimizin : «Sana hıyanet edene sen hıya­net etme» buyurması, kötülük edene kötülükle mukabele edîlmiyece-ğine delildir.

Fakat Cumhur-u ulemâ bunu müstehâb mânâsına almışlardır. Çün­kü Teâlâ Hazretlerimin: ([251])      

Bir kötülüğün  cezası  o  kötülüğün     misli  bir fena muameledir» ve kezâ :

[252] «Eğer cezalandıracaksınız size verilen cezanın misli ile cezalandı­rın» buyurması bu muamelenin caiz olduğuna delâlet eder. Ulemâ ara­sında «zafer meselesi» diye meşhur olan mes'ele budur. Bu mes'ele hakkında ulemâ'dan dört kavil rivayet olunur:

1— Kötülük edene kötü muamele etmek caizdir. İmam, Şafiî'den rivayet olunan kavillerin en meşhuru budur.    Bu bâbta verilen ce­zanın yapılan kötülük cinsinden olup olmamasına bakılmaz.

2— Kölü muamele ancak verilen ceza ile yapılan kötülük bir cins­ten olduğu zaman caizdir. Zira Teâlâ Hazretleri:

«Size verilen cezanın misli  ile cezalandırın» buyurmuştur.   Hanefî-ler'le diğer bazı ulemâ'nın re'yi budur

3— Böyle bir muamele ancak hâkimin hükmü ile caiz olur. Çünkü hadîs-i ŞeriCte yasak edilmiştir. Fakat bu re'ye zâhib olanlara: «Hadîs­teki nehî tenzihe hamlolunmuştur». diye cevap verilmiştir.

4— îbni Hazm'e göre   kötülük    görenin o kötülüğü   yapandan hakkını alması farzdır. Aldığı şeyin kendi hakkı cinsinden olup ol­mamasına bakılmaz. Hak sahibi hakkını almak için kötülük edenin ma­lını satar. Şayet hakkını aldıktan sonra    geriye bir şey kalırsa onu o şahsa veya veresesine iade eder. Bunu yapmazsa Allah'a âsî olur. Ancak hclâllaşırlar da o şahsı tebric ederse sevap kazanır. Eğer alacalını isbât için beyyinesi yok fakat ortada olacak bir mal varsa o malı alır. Kendisine sorulduğu zammı inkâr eder; hatla yemin istenirse yemin etmesi bile sevab olur. İbni Jîazm: «Şafii ile Ebu Süleyman'ın ve entarin nıezheblerinde bulunan ulema'mn kavilleri de budur» dedikten sonra: «Bize Röre her kim bir zâlimin bir malını bulursa o malı alarak mazlumu ondan kurtarması kendisine farzolur» demekte ve müddeâ-sını isbât için bir çok âyet ve hadîsler zikretmektedir. îbni Hnzm: «Bunu yapmazsa Allah'a asî olur» iddiasını isbât için:

[253] «Hem iyilik ve tekvâ üzerine yardımlasın; günâh ve düşmanlık üzerine yardimlaşmayın» âyet-i kerimesi ile istidlal ediyor, ve; «Maz­lumun hakkım zâlimden alarak sahibine iadeye muktedir olan bir kim­se eğer bu işi yapmazsa o da zâlimlerden biri olur» diyor.

Bundan sonra mevzu-u bahsimiz Ebu Hüreyre hadîsi'ne temas eden îbni Hazm: «Bu hadîsi Talk b. Gunm, Serik'ten ve Kays b. Rebî'den rivayet etmiştir. Halbuki bunların hepsi zaîftîr» demektedir.[254]

 

913/751- «Ya'lâ b. Ümeyye[255] radîijallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki:  Resûlüllah sallalîahü aleyhi ve sellem bana :

  Elçilerim sana geldiği vakit kendilerine otuz zırh ver; dedi.

     Resûlallah  kefaletli  emânet mi  yoksa te'dİyeli  emânet  mi? dedim.

  Hayır, te'diyeli emânet; buyurdular.»[256]

 

Bu hadîsi Ahmed, Ebu Dâvud ve Nesâi rivayet ctmiş;/bm Hİbbân da sahîhlcmişür.

Âriyet-i madmûne : hclAk olduğu vakit kıymeti ile ödenen demek­tir, ki hİz hıımı kefaletli emânet diye tereeme ettik.

Âriyet-i müedrlat: Malın aynı movcut ise sahibine te'diyesi icabeden, faka, lelef olmuşsa kıymeti ile Ödenmeyen ariyettir.

Hadîs-i Şerif, ariyetin yalnız ödetmekle ödeneceğine kail olanların delilidir.[257]

 

914/752- «Safvân b. Ümeyye[258] radnjaUahü rnfı'den rivayet olun­duğuna göre Peygamber snllaJlahü aleyhi ve scllcm Huneyn gününde kendisinden bir takım zırhlar emânet almış; Safvân:

  Bunlar gasıb mı yâ  Muhammed? deyince :

  Hayır kefaletli emânet; buyurmuşlardır.»[259]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud, Ahmed ve Nesâî rivayet etmiş; Hâkim de sahîhlcmişür. Hâkim, İbni Abbas'dan hadîsin zaîf bir şahidini tahrîc etmiştir.

O rivayetle :«Hayir te'diyeli emânet» denilmiştir.

Zırhların sayısı hakkında muhtelif rivayetler varaır. Ebu Da­vud'un rivayetinde bunlar otuz ile kırk arasındadır. Beyhakî'nin ri­vayet ettiği mürsel b<r hadîse göre seksen;Hâkim'in rivayet ettiği Câbîr hadîsi'ne göre- yüzdür. İmam Ahmed (164 — 241) ile Ncsâi (215 — 303) "nin İbni Abbas (R.A.) 'dan tahrîc ettikbri rivayette: zırh­ların bazısının kaybolduğu; Peygamber  (S.A.V.)  bunlah ödemek isteyince Safvân'm:

«Bu gün ben müslüman olmak istiyorum ya Resûlal­lah!» dediği zikrediliyor.[260]

 

«Gasıb Babı»

 

Gasb: Lügatte : bir şeyi zulüm yolu ile almaktır.

Şeriatte ise ; Başkasının miiki olan kıymeti hâiz muhterem bir malı tecâvüz sureti ile almaktır. Yani gasb, başkasının maiında sahibinin rızâsı olmadan tasarrufta  bulunmaktır.  Bu ise  memnu'dur.

Mccellc'nin 96. cı maddesinde: «Bir kimsenin milkinde onun izni olmaksızın ahar bir kimsenin tasarruf etmesi caiz değildir» denilmektedir.

Teâlâ Hazretleri.de :

[261] «Mallarınızı aranızda bâtıl ile yemeyin» buyurmuştur.

HinâHiîileyh gasb haramdır. Onun haram olduğuna icmâ' vardır. Gasb'ın haram olduğunu gösteren hadisler ise aşağıdadır.[262]

 

916/753- «Sâİd b. Zeyd radnjaUahü «Hft'ten rivayet edildiğine göre ResülüHah ftaUallahii aleyhi ve scllcm:  

— Her kim zulüm yoiu ile bir kartş yer alırsa kıyamet gününde Allah onu yedi kat yerin dibinden o kimsenin boynuna dolar;  buyurmuşlardır.»[263]

 

Hadîs  müttefekun aleyhtir.

Tatvîk : boynuna dolamak; demektir. Burada bu kelimeden ne ulemâ  arasında  ihtilaflıdır.  Bazılarına  göre gasbı yapan ycdİ kat yere batınhr. Bu suretle her kat onun hakkında boynuna do­lama sayılır.     İbnİ Ömer (R.A.) 'in rivayet ettiği şu hadîs bu mânâyı te'yîd eder :    

«O kimse kıyamet gününde yedi kat yere batınhr.»

( Diğer bazılarına göre: Kıyamet gününde gasbcttîği yeri mahşere götürmesi emrolunur. Bu da o yeri onun boynuna dolamak gibi bir şeydir; yoksa hakikî boynuna dolama olmiyacaktır. Bu mânâyı Ta-berânî (260 — 360) ile Ibni Hibban (— 354)'in Ya'lâ b. Murra'd&n merfu' olarak rivayet ettikleri şu hadis te'yid eder:

«Her hangi bir kimse zulmen bir karış yer alırsa Al­lah o yeri tâ yedi kat yerin dibine varıncaya kadar kaz­mak zahmetine katlanmasını kendisine emreder. Sonra o yeri tâ insanlar arasında muhakemeyi bitirinceye ka­dar onun boynuna dolar.»

imam Akınca b. Hanbel ile Taberâni'nin tahrîc ettikleri şu ha­dîs dahî aynı mânâyı te'yîd eder:

«Bir kimse haksız olarak bir yer alırsa o yerin topra­ğını mahşere taşıma zahmetine    katlanması    kendisine

emrölunur.»                

Hadîs-i Şerîf, zulüm ve gasbın haram olduğuna, gasbın cezasının şiddetli olacağına, yerin gasb olunabileceğine ve bunun büyük gü­nahlardan sayılacağına, bir kimse bir yere mâlik olursa yedi kat yerin dibine kadar o yerin ve içinde bulunan ma'den ve taşların da kendisinin olacağına, o yere başkalarının kuyu ve şâire kazmasına mâni' olabileceğine ve yerin yedi kat olduğuna delildir. Yerin gas-bimn onu istilâ etmekle olacağı dahî bu hadîsin delâlet ettiği ahkâm cümlesindendir.

Acaba yer gasbcdildikten sonra telef olsa ödettirilirini? bu cihet ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre ödettirilmez; zîrâ menkul ile gayr-i menkul malın zilyedliği bir değildir; şu halde bunlar birbi­rine kıyâs edilemezler. Tasarruf hususunda dahî bir değildirler.

Cumhur-u ulemâ'ya göre gasb sureti ile telef olan yer, menkule kı-yâsen ödettirilir. Zira her ikisinde de istilâ- ve tasailut vardır.

Hadiste geçen «bir karış» ta'biri, daha fazlasına evlcviyyctle şâ­mildir. Hattâ: «Haram olma hükmünde bir karıştan az olan yer de dâ­hildir» diyenler vardır.

Hadîsin Buhar'ı deki rivayetlerinin bazısında «Şibr» yerine «şey1» denilmiştir. Bundan gasbın az veya çok her şeye şâmil olduğu anlaşılır­sa da fukâha'ya göre gasbedilen şeyin bir kıymeti olmak lâzım gelir.[264]

 

917/754- «Enes radıyallahü anh'den rivayet edildiğine göre Resû-lüllah sdllallahü aleyhi ve sellem kadınlarından birinin yanında bulu­nuyormuş. Derken Ummehât-i Mü'mînîn'den bîri bir hizmetçisi ile içîn-de yemek bulunan bir tabak göndermiş. Kadın eli ile tabağa çarpınca tabak ktrılıvermîş. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) o tabağı bir yere toplamış ve yemeği tçine koyarak:

  Yeyin;   demiş;   sağlam  tabağı  getirene vermiş;   kırık  olanını da alıkoymuş.»

Bu hadîsi Buharı ile Tİrmizî rivayet etmiş; Tirmizi vuranın Âişe olduğunu söylemiş ve şunu ziyâde eylemiştir: «bunun üzerine Peygam­ber {S.A.V.):

  Yemeğe karşı yemek ve tabağa karşı tabak (îcâbeder); buyurdular».[265]

 

Bu rivayeti Tirmizî sahîhîemiştir.

Hazret-i Peygamber (S.A.V.)'in yanında bulunduğu zevcesi Ibni Hazm'e göre Zeyneb binti Cahş'tır.[266] Musannif, yemeği getiren hiz­metçinin adını bulamadığını beyân etmiştir.

Hz. Âişe (R. Anha)'nm tabak kırması bir kaç defa vuku' bulmuş­tur. Şöyle ki: Ncsâl'nin Ümm-ü Seleme (R. Anhâ)'dan tahrîc ettiği bir hadîse göre: Kendisi Peygamber (S.A.V.) ile ashabına yemek getir­miş; darken Hz. 'Mşe bir çarşafa bürünmüş ve beraberinde bir el ka­yası olduğu halde gelerek onunla tabağı kırmıştır...» Büyle bir şey Hz. < Hafsa'nm[267] yanında İken de olmuş ve Hz. Âİşe tabağı kırmıştır. Aynı vak'asının Hz. Safiyye[268] ile dahî cereyan ettiği ve yine Hz. Âişe'nin  tabağı kırdığı rivayet ediliyor. Hattâ îmnm Ahmed, Ebu Dâvud ve Ncsâî, Hz. Âîşe (R.Anhâ)'dun şu sözleri naklederler: Âişe (R. Anhâ) demiştir ki :

Safiyye gîbİ yemek yapan kadın görmedim. Peygamber (S.A-V.)'e bîr kap yemek hediyye etti. Fakat ben o kabı kırmaktan kendimi ala­madım.  Bunun  üzerine:

  Yâ Resûlallah. Bunun keffâreti nedir? dedim»

  Kab gibi kab ve yemek gibi yemektir; buyurdular.» Hadîs-i Şerif, bir kimse birinin malını istihlâk ederse onu mini ile ödeyeceğine delildir.    Hububat gibi misli olan şeylerde    mos'ele ittifakıdır. Fakat hayvan gibi kıyemi olanlar ihtilaflıdır.

İmam Şifiî ile Kûfeliler'e göre istihlâk edilen şey hayvan da 'ılsa mislini vermek îcabeder. Ancak misli bulunmazsa o zaman ödenir.

İmam Mâlfc ile Hanefîler'c göre tartı ve ölçek i!c satılan şeyimle mislini; şâir eşya ve hayvanlarda kıymetini vermek lâzımdır.

İmam Şifii ile taraftarlarının delili Peygamber {S.A.V.) 'in: «Kaba karşı kab, yemeğe yarşı yemek» hadisi ile ibni Ebî Hâtim'uvâyet ettiği şu hadistir:

«Bir kimse bir şey kırarsa, kırdığı onun olur; ve o şeyin mislini ödemesi îcabeder.»

Hattâ Dtıro KutnVmn rivayetinde hadiste «böylece umumî hü­küm »Idu* denilerek bu kir/iyyenin. Peygamber (S.A.V.) tîirafmdau a\nı cinsten her vak'aya şâmil bir hüküm ittihâz edildiği beyân (ıkınmak­ladır.

Hanefîler'le diğer bir takım ulemâ: «gasbedilen şeyin ismi gâsıbın fi'li ile değişir ve ekseri menfaati zail olursa o şey arlık gâsıbın müKi olur» derler. Bunların delili Resûlüllah (S.A.V.)'in kırık parvaliin H.p-layıp orada alıkoymasıdır. Mes'elede uzun i'ıirazlar ve cevaolar vardır.[269]

 

918/755- «Râfi' b. Hadtc radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: ResûlüMah satlallnhü aleyhi ve sellem:

— Her kim bir kavmin yerine onların izni olmadan ekin ekerse, ekinden kendisine hiç birşey yoktur. Ona (yalnız)  masraf» Vardır; buyurdular.»[270]

 

Bu hadisi, Nesâî müstesna Ahmed ile Dörtler rivayet etmiş. Tir-miiî hasen bulmuştur. Buharının bunu zaîf buldujjm söylenir.

Söyleyen Hattâbî (319—388) 'dir. İmam Tirmizî (200—279) ise BuharVnm onu hasen bulduğunu nakletmiştir. Şu kadar var ki, Ebu Zür'a (—261,) ve başkal?" Atâ b. Ebu Rebâh'm Râfi' b. Hadîc'tcn işitmedğini söylemişlerdir. Bu hadîs hakkında pek çok ihtilâf var­dır. Maamâfîh, onu takviye eden şâhidleri de vardır.

Hadîs-i Şerif, bir yeri gasbeden, o yere bir şey ekerse ekinine mâlik olmayacağına, ekinin tarla sahibine kalacağına, gasbedenin yalnız tarlaya yaptığı ekim ve tohum gibi şeylerin masrafını ala­bileceğine delildir. İmam Ahmcd b. Hanbcl (16 ) İle İmam Mâlik (93—179) in ve ekseriyetle Medine ulemâsı'nin mezhebi bu­dur. Delilleri aşağıdaki Urve hadîsî'dir.

Ekser-i ulemâya göre ise ekin tohum sahibi olan gâsıba aittir; fa­kat o yerin ücretini verecektir. Bunların delili:

«Ekin, ekene aittir; isterse gâsıb olsun.» hadîsidir. Yal­nız bu hadîsi kimin tahric ettiği bilinmemektedir. Cumhur, aşağıdaki hadîs ile de istidlal ederler.[271]

 

919/756- «Urvetü'bnii Zübeyr[272]  radıyallahü a?ıh'den rivayet edil­miştir Demiştir ki: Resûlüllah sallallcthü aleyhi ve scllcm'm ashabın­dan bir zât şunları söyledi: Gerçekten iki adam Resûlüllah (S.A.V.)'in huzuruna bir yer hakkında dâvaya çıktılar. Bunlardan bîri o yere hur­ma dikmişti. Halbuki yer ötekine aitti. Resûtüllah (S.A.V.) yerin sâhi-bİne âtt olduğuna hükmetti. Hurma sahibine de hurmalarını çıkarmasını emretti ve:

— Zâlim'in emeğine bir hak yoktur; buyurdular.»[273]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud rivayet etmiştir. İsnadı hasendir.

«Sünen» kitaplarında bu hadis'ln sonu Urve'nin Sâîd b. Zeyd'den yaptığı rivayettendir. Hadîsin vasıl ve irsali ile sahâbî râvîsî hakkı.ıda ihtilâf olunmuştur.

Meselâ Ebû Dâvud (202—275) onu bir tarîkinde Urve'den mür-sel olarak diğer tarîkinde Muhammed b. /sftafc'dan muttasıl olarak rivayet etmiş ve onun: «Peygamber (S.A.V.)'in ashabından bir zât de­di ki...» tarzındaki beyânını naklettikten sonra: «Benim zann-ı galibime göre bu zât Ebu Saîd olacaktır» demiştir.

Bu bâbta Hz. Âişe (R. Ayıhây&a,ı\ da rivayet vardır. Âişe ha­dîsini Ebu Ddvud-u Tayâlİsî tahrîc etmiştir. Keza Ebu Dâvud iIp Bey-hnki-mn Hz. Semura'dan; TabcrânVnm Ubâde ile Abdullah b. Âmir'dcn tahrîc ettikleri hadîsler de aynı mânâya delâlet ederler.

Hadîsteki ta'biri izâfetli ve izâfetsiz okunabilir. Yalnız   Hattâbî izafetle okunmasını red've inkâr etmiştir. Bundan murâd'ın ne olduğu ihtîlâflidir.

Bazılarına göre bir kimsenin bir yere ağaç dikerek o yere sâhib olmasıdır. İmam Mâlik'e göre : haksız yare dikilen ağaç ve kazılan kuyu, gibi şeylerdir. Bazılarına göre zâlim: haksız olarak başkası­nın yerine ekin eken veya kuyu kazandır. Maâmâfîh bu muhtelif izah ve tefsirler birbirine yakındırlar. Hadis-i Şerif, başkasının ye­rine izinsiz ekin ekenin zâlim sayılacağına delildir.[274]

 

921/757- «Ebu Bekre radnfdlfthü an A'den rivayet olunduğuna göre. Peygamber Snîallahil aleyhi ve scUcm, Kurban (bayramı) günü Minâ'-da okuduğu hutbesinde :

— Şüphesiz ki sizin kanlarınız mallarınız ve ırzları­nız size şu beldenizde, şu ayınızdaki şu gününüzün hor-meti gibi haramdır; buyurmuşlardır.»[275]

Hadîs müttefekun aleyhtir.

Bu hadîs-İ Şerifin delâlet ettiği mânâ açıktır. Bu cihet icmâ'-an dahî sabittir. Musannif gasıb babına bu hadîs ile başlasa daha iyi olurdu. Nitekim tbni Kesir «el -Jrşâd» adlı eserinde Öyle yap­mıştır.[276]

 

«Şuf’a Babı»

 

Şuf'a, lügatte : katmak demektir. Namazda bir rek'atı bir rek'ata katmaca şefT derler.

Şerîatte şuf'a : Satılan bîr akarı veya akar hükmünde olan bîr mil-ki müşteriye her kaça mâl oldu ise o miktara müsLerich'tı veya satıcı­dan cehren temellük etme hakkıdır.

Bu cebren alabilme meselesi kıyâs'a muhaliftir. Onun için şuf'a İstihsan yolu ile meşru' olmuştur. Buradaki istihsan, babımızın ha­dîsleridir. Ebu Bekir Râzi (—370) istihsan meselesini inkâr eder ve: «Şuf'amn vücûbu müttefekun aleyh olup kat'iyyetle hükmolunan asıllardan bîridir; ona istihsan denilemez» dermiş. Bazıları: «Evet o bu kıyâs'a muhaliftir, amma başka kıyaslara muvafıktır. Çünkü Şuf'ada bir kimsenin "zararı diğer bit kimsenin zararı iie def edilir. Yani şefî'in milkine bitişik bir milk başkasına satılmakla şefi' zarar görecekken bu sefer müşterinin elinden, alarak onu zarara sokmak sureti ile bu zarar defi1 edilir» derler.[277]

 

922/758- «Câbir b, Abdİllah radııjahıhu anJtümd'dan rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki: Resüîullah sullalluhü (ücı/hî ve arlîem taksim olun­mamış (bulunan) her şeyde şuf'a olduğuna hükmetti. Fakat sınırları olur; yollan da ayrılırsa artık şuf'a yoktur».[278]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.  Lâfı/ Buhârînindir.

Müslim'in (Câbir'den) bir rivayetinde: «Şuf'a şerikine göstermeden satışa salâhiyeti olmayan (diğer bir rivayette heiâl olmayan) her müşterek yerde veya akarda yâhud bahçededir» denilmiştir. Tahâvî-nin Câbir'den rivayetinde ise : «Peygamber Sallallahü aleyhi ve sel-lem, her şeyde şuf'a olduğuna hükmetti» denilmektedir.

Bunun râvîleri sikadır.

Ev, akar ve bahçe gibi şeylerde ortak olan bir kimseye şuf'a hak­kını Lsbât hususunda hadîs-i şerifin, lâfızları birbirini takviye etmekte­dir. Taksim edİiebilen şeylerde mesele ittifakıdır. Fakat küçük hamam gibi tak.sim edilmiyor) şeylerde ihtilâf vardır.

Hanetîler'lo ekser-İ ulemeâ'ya göre menkul olan mallarda şuf'a hakkı yoktur. Delilleri hadisteki «sınırları olur; yolları da ayrıhrsa ar­tık şuf'a yoktur» cümlesidir. Zîrâ bu ibare akardan başka hiç bir şeyde şuf'a hakkı olmadığına delâlet eder; arsa akar'a mülhaktır. Bunların aklî delili : Menkul malda zararın nâdir vuku'a gelmesidir. Bîr de ha-. dîsin Bezzar ile Bey haki rivayetlerinde yalnız akar ve arsaya mün­hasır vârid olması ile istidlal ederler. Bczzjîr bu hadîsi Hz. Câbîr (R. A.)'den tahrîc etmiştir ki, lâfzı şudur :

«Akar ile bahçeden   başka bir   şeyde   şuf'a yoktur.»

BcyhakVnin rivayeti Hz. Ebu Hüreyre'dendir. Bu rivayette :

«Dâr ile akardan maada hiç bir şeyde şuf'a yoktur»

buyurul m aktadır. Yalnız Bcyhakî hadîsi tahrîc ettikten sonra : «is­nadı zaiı tir» demiştir.

Hâsılı Hanefîier'e göre Şuf'anın sebebleri üçtür: Bunlar Mecellc'nın 1008. ci maddesine beyân olunduğu vecihle: satılan malda veya o mala âid hakda müşterek olmak yâhud satılan akar'a bitişik komşu bulun­maktır.

Bazılarına göre Şuf'a her şeyde vardır. Bunlar Tahâvî (238— 321)'in rivayeti ve İbni Abbas (R. A./in «Sahîh-i Tirmizî» deki merfu' hadisi ile istidlal ederler. İbnİ Abbas (R.A.) hadîsinin lâfzı şudur:

«Şuf'a her şeyde vardır.»

Bu hadîsin merfu' olduğu iddiası hatâ bile olsa aynı hadîs fbni Ab­bas (R. A.)'don mürsel olarak da rivayet edilmiştir. Bu İse merfu1 ol­duğuna şâhiddir; kaldı ki sahâbî'nin mürselİ de hüccettir.

Bir takımları menkul'den elbiseyi istisna etmiş ve: «eİbise'de şuf'a sahihtir» demiş. Diğer bir takımları hayvanı istisna ederek, onda şuf'a­nın caiz olacağına kail olmuştur.

Müslim hadîsi, ortak maldaki hisseyi şerikine arzetmeden sat­manın helâl olmadığına delildir. Bazıları bu satışa haram demiş, bir takımları mekruh olduğuna kail olmuşlardır.

Şeriklerden biri hissesini bir şahsa satmak için diğer şerikten İzin aldıktan sonra o malı başkasına satsa şuf'a hakkının kalıp kalmıyacağında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ekser-i uiemâ'ya göre şuf'a hakkı ba­kîdir. Sevrî (97—161) ie hadîs imamlarından bir cemâate göre şuf'a hakkı sakıt olur.

Şuf'anın satış akdi ile sabit olduğu ittifakı ise de satıştan baş­ka bir ak id ile sübûtu ihtilaflıdır.

- Hadîs-i Şerif'te «her müşterek yerde» denildiğine Röre şuf'anın bir müslümah ile zimmî ortak oldukları zaman zimmî'nin lehine sabit olması da hatıra gelir. Bu mes'eîe ihtilaflıdır.[279]

 

759/924- «Enes b. Mâlik ra di yallah il anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir kî:  Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem:

— Evin komşusu o eve (şefi olmağa) daha haklıdır; bu­yurdular.»[280]

 

Bu hadîsi Nesâ" rivayet etmiştir. Ibnî Hİbbân onu sahîhlemiştir. tir. Hadîsin illeti vardır.

İlletinin sebebi : Hadîs imamlarından bir çoklarının onu Katâde tarîki ile Hz. Enes1 ton, diğerlerinin de Hz. Semure'den tahrîc etmesi : «mahfuz olan budur» demiş olmalarıdır. İbni Kattan (İ20—198) her iki rivayeti de sahih bulmuştur ki, evlâ olail da budur. Çünkü bu ha­dîs ma'Iûl bile olsa aşağıdaki hadis sahihtir; ve aynı mânâ'ya de­lâlet eder.[281]

 

925/760- «Ebû Râfi' rftdıyollahii (tnh'dcn rivayet olunmuştur.Demîştİr kî: Resûlüllah Saflallahü aleyhi ve svllrm:

   Komşu yakın komşusuna (şefî' olmağa) daha haklı dır; buyurdular.»[282]

 

Bu hadîsi Buharı tahric etmiştir. Hadîs hakkında bir de kıssa var­ılır.

Kıssa şudur : Ebû Râfi', Sa'd b. Ebi Vakkas'a işaret ederek Mis-ver h. Mahramaya :

  Buna emretsen de hânesîndeki İki evîmt satın alsa ya!    demiş. Bunun üzerine Sa'd :

  Vallahi peşin de olsa taksitle de olsa sana dortyüz altından fazfa veremem; demİş. Ebû Râfi' :

  Sübhanellah!   ben onları peşin  para  ile beşyüz altına vermedim.

Eğer ResûlüHah (S.A.V.)'i :

   Komşu yakın komşusuna (şefi' olmağa) daha haklı­dır; derken işitmiş olmasaydım sana satmazdım; demiştir.

Hadîsi E-bû Râfi' her ne kadar alış veriş babında zikretmiş de olsa o şuf'a'ya da şâmildir.

İste bu ve emsali hadîslerle istidlal ederek Hanefiler'lr diğer bazı ulemâ burada sufanın .sübûluna kail olmuşlardır. Hz. Ali, Ömer ve Os-uı;ın (Aıılıiinı) ile İmam Şâf'n, İmam Ahmrdvo başkaları komşu olmakla şııf'a hakkının sübût bulmadığına kaildirler. Onlara göre hadislerdeki (komşu) elan murâd : şeriktir. Nitekim Ebû Râfİ' haİsi de bunu gösteriyor. Çünkü Ebu Râfi' ortağına «komşu» demiştir. Kcr snrîkt komşu denilmese ehl-i lisan'dan olan Ebû Râfi' dahi de­mezdi.

Fakat hu zevât'a Hanefîler tarafından : «Ebû Râfi' Hz. Sa'd'a şe­rik -i.'îiiI, k.nıışu idi diye cevap verilmiştir.

Hâsılı bu nvs'eiede iki taraf sözü bir hayli uzatmıştır. Rir miikte oı-iak nlan kimseye suf'a hakkının sabit olması, onun komşuya da sabit olmasını ihlâl etmez. Çünkü hu bâb'ta delîllcr çoktur. Aşağıdaki hadîs ihıhi komşuya şuf'a hakkının sabit okluğunu gösteriyor.[283]

 

926/761- «Câbir radıyallahih anfc/den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah SalîalJahü aleyhi ve selimi:

— Komşu komşusunun şuf'asına daha haklıdır. Yol­ları bir olduğu zaman komşu gâib bile olsa şuf'a sebebi ile gelmesi beklenir; buyurdular.»[284]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dört'ler rivayet etmiştir. Râvileri sikadır.

Musannif hadîsin râvilcrinİ tevsik etmiştir. Diğer hadîs imamları ise buradaki rivayet üzerinde söz etmiş ve sonundaki «yollan bir Olduğu zaman» cümlesinin yalnız Abdülmelik b. Ebû Süleyman tara­fından rivayet olunduğunu kaydetmişlerdir.

Hadîs-i Şerîf komşunun şuf'a hakkına mâlik olduğuna delildir. Yalnız «yollan bîr olursa» {üy(1 kayıdlanmıştır. Bundan dolayı ba­zıları bu şartı nazar-ı i'tibâre almış ve : «komşuya şuf'a hakkı yolda müşterek oldukları vakit sabittir» demişlerdir.[285]

 

927/762- «Ibni Ömer radıyallahü anhiimâ'dan Peygamber (S.A.V.)'-den işitmiş olarak rivayet olunduğuna göre Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem:

— Şuf'a ıkaaii[286] çözmek gibidir; buyurmuşlardır.»[287]

 

Bu hadisi ibni Mâce ile Bezzar rivayet etmiş. Bezzar : «gaibe şuf'a yoktur» cümlesini ziyâde eylemiştir. İsnadı zaiftir.

Hadîsi Ibni Mâcc ile Bezzar şu lâfızlarla rivayet etmişlerdir :

«Gâib ile küçüğe şuf'a yoktur; şuf'a ıkaal «çözmek gibidir».

Bu hadîsi-, Bczznr zaîf bulmuş; îbni Hibban : «Bunun aslı yok­tur» demiş; Ebû Zür'a onun münker olduğunu söylemiş; Beyhaki de: «sabit değildir. Bu mânâdaki hadîslerin hepsi asılsızdır» demiş-,- tir. Ayni hadîsi îbni Kesir (—774) «el- îrşâd» adlı eserinde rivayet etmiş; fakat onu Bezza fin tahrîc ettiğini ve rivayet ettiği ziyâdeyi zikretmemiş; yalnız İlmi Mâcc'n'm tahric ettiğini söylemiştir. îbni Kesir, bu hadîsin zaîf olmasına sebeb, onu Muhammcd b. Harsım Muhammcd b. Abdurrahman'âa,n onun da babasından rivayet etmiş olmasını göstermiştir. Mezkûr zevatın üçü de zaîftir, binâenaleyh bununla ihticâc edilemez.

Fukâhâ şuf'amn vakti hususunda ihtilâf halindedirler. Şâfîîlerle Hanbelîler'e ve diğer bazı ulemâ'ya göre şuf'a fevridir, yani o ân'a mahsustur. Şuf'amn meşru' olmasına sebep "şef î'den zararı defi* etmek olduğu düşünülürse ona «fevri'dir» demek daha ziyâde münâsib gibi gö­rünür. Çünkü satılan şey muallâk olursa şefî'den zarar nasıl defi' edile­bilir? Fakat, bazılarına göre bir hükmü isbât için bu kadarcık bir aklî deiîl kâfî değildir. Asıl olan fevrîyet'in şart olmamasıdır. Şart'm isbâ-tı ise delile muhtaçtır; elde böyle bir delil yoktur.

Hadîsteki «şuf'a ikaait çözmek gibidir» ta'birinden murâd : vaktinde yetişip almak îcabeder; mal satılırken "stenilmezse bir daha o hak elden gider; demektir. Bundan dolayi.tr ki, Hanefîler'e göre şuf'ada şefi' tarafından üç taleb lâzımdır :

1— Taİel-i muvâsebe; yani satışı duyduğu mecliste şuf'ayı hemen istemesi.

2— Taleb-i takrîr ve îşbâd.

3— Taleb-i husumet ve temellük.

Bunlar için Mcccllc'n'm 1028-1030. maddelerine müracaat edile­bilir.[288]

 

«Mudârebe Babı»

 

Kirâd: Kâr’da mal sahibi iie ortak olmak üzere bir kimsenin malı­nı işletmektir. Kârda ortak olmak için : Birinden para, diğerinden ça­lışmak vardır. Çalışana mudârib derler. Kirâd veya mukaarada Hi-cazhlar'm lügatidir. Buna fukahâ «mudârabe» derler. Mudârabc (darb) dan alınmıştır.

Darb : yer yüzünde sefer etmektir. Aîış verişte kâr etmek ekseri­yetle sefer etmekle hâsı! olduğundan ona bu isim verilmiştir. Maamâfîh (darb) mal'a nisbet edilirse malda tasarruf mânâsına gelir. Mudârebe bu mânâdan da alınmış olabilir.

Zâhirüer'dt.-n îbni Hazm «Mcratibü'l-lemâ» adlı eserinde: «Bü­tün fıkih bâblarımn her birinin kitab ve sünnetten bir delili vardır; yalnız :Tiudârabeınin yoktur. Bunun bir delilini asla bulamadık. Lâ­kin bu sahih bir icmâ'dır. Peygamber (S.A.V.) zamanında mevcut ol­duğu ve Resûlüflah (S.A.V.)'in onu ikrar buyurduğu kafidir» diyor ise de «Mudârebe'nin kitab ve sünnet'ten delili yoktur» İddiası doğru değil­dir. Zîrâ mudârebe'nin hem kitabtan hem de sünnetten deîîli vardır.

Kitab'tan delili :

[289] «Diğerleri de yer yüzünde sefer ederek Allah'ın fadlını taieb eder­ler» yani ticâret için sefer ederler, âyet-i kerimesi"dir.

Sünnet'ten delili şu hadîstir : Hz. Abbas malını mudârebe için biri­ne verir ve mâlını denizden sevk etmemesini, vadiye indirmemesini ve onunla hayvan satı(ı almamasını şart koşardı. Resûlüllah (S.A.V.) bunu duyunca beğendi ve caiz gördü.»

Mudârebe'nin caiz olduğuna îbni HazrrCva. de kabul ettiği vecih-le icmâ' vardır.

Aşağıdaki hadîs'ler dahî mudârebe'nin sünnetten delilleridir.[290]

 

928/763- «Suhayb[291] radıyallahü anh'den   Peygamber Sallallahü aleyhi ve aellem'ln :

— Üç şey vardır ki bunlarda bereket mevcuttur : (Bunlar) va'delİ satış, mudârebe ve satmak İçin değil de ev için buğdayı arpa île karıştırmaktır; buyurdupğu rivayet edil­miştir.»[292]

 

Bu hadîsi İbni Mâce zaîf bir isnadla rivayet etmiştir.

Çünkü isnadında meçhul râviler vardır. Bunlardan biri Nasr b. Kıtası molup, Abdurrahman b. Dâvud'da.n rivayet etmiştir ki, ikisi de meçhuldür. Buharı : «onun bu hadisi mevzu'dur» demiştir.

Bereket'in mezkûr üç şeyde bulunması : va'deli satışta müsa­maha ve borçluya yardım olduğu, mudârebe'de insanların birbirin­den istifaiesi bulunduğu, buğdayla arpayı karıştırmakla da.yiyecen: te'min edildiği içindir. Satmak için buğday ile arpayı karıştırmak ise memnu'dur. Çünkü bunda hîle ve aldatma olabilir.[293]

929/764- «Hakîm b. Hİzâm rndnınllahü «nVden rivayet olunduğuna göre kendisi  bîr adama  mudârebe'ye mal  verdiği  zaman ona   :

taırafından satın alınıp âzad edilerek Mekke'ye gelmiş, K^sfti-i Ekrt-in'fn bi'se-tltıde Atvımâr b. Yâsir Hazretleri ile aynı günde Müslüman olmuştur.

— Malımı hayvana sarfetmiyeceksîn ,onu denizde nakletmiyeceksin ve sel vadisine indirmiyeceksin! Eğer bunlardan bir şey yaparsan ma­lımı  muhakkak Ödersin;   diye şart  koşarmış.»[294]

 

Bu hadîsi, Dâre Kutnî rivayet etmiştir. Hâvileri sikadır. İmam Mâ­lik, «cl-Muvatta» da Alâ b. Abdirrahman b. Yakub'dan, o da babasın­dan, o da dedesinden işitmiş olmak üzere, ceddinin Osman'ın malında kârı aralarında paylaşmak şartı ile ticâret ettiğini söylemiştir.

Bu hadîs mevkuf ve sahihtir. Hadîsi Beyhakî de rivayet etmiş­tir. Musannif isnadını kavî bulmuştur.

Müslümanlar arasında mudârobe'nin caiz olduğunda ihtilâf yoktur. Mudârebe câhiliyet devrinde de vardı. İslâmiyet onu olduğu gibi bırak­mıştır. Zâten mudârebe icâre'nin bir nev'idir. Yalnız onda ücretin yani kazancın bilinmemesi mahzuru varsa da o da insanlara bir şefkat örne­ği olan bu ruhsatta affolunmuştur.

Mudârebe'nİn rüknü, şartları ve hükümleri vardır. Rüknü : îcâb ve kabul'dür.

Şartları : Mudârebe'nİn ancak altın veya gümüş para ile olması[295], akid esnasında sermayeyi bildirerek mudâribe'e teslim etmesi, kârın aralarında şayi* olması, mudârib'e verilecek hissenin kazançtan olması gibi şeylerdir. Hattâ mudârib'e sermayeden bir şey verilmesi şart koşulsa, mudârebe fâsid olduğu gibi iki taraftan birine kârdan fazla bir şey verilmesini şart koşmak dahi akd'i bozar.

Hükümleri : Kazancın meçhul kalmasının afvi, mudârib tarafından bir taksir olmaksızın sermaye telef olursa ödettiriImesi, ticâret için verirken emânet; kâr hâsıl oldukta şirket olması gibi şeylerdir.

Hâkim b. Hizam hadîsi, mal sahibinin istediği zaman mudâribi işinden meni' edebileceğine delâlet ediyor. Bu takdirde mudârib mal sahibini dinlcmiyerck ticâretine devam ederse mal telef olunca onu öder.[296]

 

«Müsâkat Ve İcâre Babı»

 

Müsâkat, müzâra'a  ve  muhabere kelimelerinin tefsir  ve  izahında ihtilâf vardır. Bir veçhe göre müzâra'a ile muhabere bir mânâyadırlar. bir veçhe göre başka başka mânâlara gelirler.

Müzâra'a : Çıkan mahsûlün bir kısmını işleyen almak şartı ile yeri ekmek için yapılan akid'dir.

Muhabere de öyle ise de bazılarına göre bunda tohum, ekene aittir.

Müsâkat veya muamele çıkan meyvelerden malûm bir miktar al­mak üzere yapılan bahçıvanlık akdi'dir.

Müzâra'a olsun müsâkat olsun Hanefîler'den îmâm-ı A'eam Ebu Hanifc'ye göre caiz değil; İmam Ebu Yusuf ile Muhammcd'c göre caizdir. Fetva'da onların kavline göredir. Bunlar, bazı kayıd ve şart­larla diğer mezheblere göre de caizdirler.[297]

 

930/765- «ibni Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet edildiğine gö­re; Resûlüllah salldllahü aleyhi ve sellem, Haybeatilerle yerden çı­kan meyve ve ekinin bir kısmı (m kendilerine bırakmak) karşılığında müsâkat yapmıştır.»[298]

 

Hadîs müttcfekun aleyh'tir.

ŞeyJıeyn'in bir rivayetinde: aHayberliler Resûlüllah (S.A.V.)'den çalışmayı üzerlerine almak şartı ile kendilerine meyvelerin yarısını müsâkat ile bırakmasını istediler. Resûlüllah (S.A.V.)  :

— Su şartla musâkatı size dilediğimiz müddet bıra­kıyoruz; buyurdular. Bunun üzerine Hayberlİler, Ömer (R. A.) kendi­lerini sürgün edinceye kadar orada karar-£Îr oldular.» denilmektedir; Müslim'in rivayetinde ise: Resûlüllah {S.A.V.) : Hayber yahûdîlerine Hayber hurmalarını ve arazisini, kendi malları ile işletmek ve kendile­rine meyvelerinin yarısı verilmek şartı ile verdi» denilmektedir.

Hadîs-i Şerif, müsâkat ve müzâraa'nın caiz oduğuna delildir. Hz. Ali, Ebu Bekir ve Ömer (R. Anhüm) ile  îmam Ahmcd b. Hanbel, îbni lîuzcyme (223—311)  ve sair fukâhâ ve muhaddîslerin mezhebi de budur.

Müzâra'a her asırda ve her yerde müsjümanlar arasında yapılagelmişe bir iştir.

Hadîste «Dilediğimiz müddet» buyurulması müsâkat ve müzâra'anm müddeti meçhul bile olsa cevazına delâlet ediyorsa da bu­na yalnız Zâhİrî'Ser kail olmuş; Cumhur-u ulemâ müsâkat ve müzâra'a-yı icâre'ye kıyâs ederek onun meçhul müddetle caiz olamıyacağını ifâ­de etmişlerdir. Cumhur hadîsteki «Dilediğimiz müddet» ta'birini te'viî etmiş ve: «bundan murâd, onlara söz verilen müddettir. Yani : Sizi Hayber'de dilediğimiz bir zaman bırakır; sonra dilediğimiz zaman. Çıkarırız; demektir.Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V.), yâhûdüeri, arap yarımadasından çıkarmak niyetinde idi» demişlerdir.[299]

 

931/766- «Hanzale b. Kays[300] radıyaTlahü anh'âen rivayet olun­muştur. Demiştir ki : Râfi' b. Hadîc'e yeri altın ve gümüş ile kirala­mayı sordum :

— Bundan bir be's yoktur; ancak halk Resûlüllah salldllahü aleyhi ve sellem zamanında su altları ile dere başlan (tarla sahibine âid olmak) ve ekinden de bir şeyler almak şartı ile yer icar ederler de kimi beriki helak olur, öteki kurtulur; kimi de o batar beriki kurtulurdu. Halkın bundan başka bir kira tarzı yoktu. İşte bundan dolayı onu men'ettİ. Am­ma ma'lûm ve garantili bir şey (kiralama) da hiç bir beis yoktur; dedi.»[301]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir. Bunda, müttefekun aleyh riva­yetle mücmel bırakılan (yeri kiralamaktan mutlak surette nehî) me­selesini izah vardır.

Hadîsin mazmunu arâzî'yi aiiın ve iimüş'ten muayyen bir miktar ücret mukabilinde kiralamanın sahih olduğuna delildir. Şâir paralarla, kıymeti hâiz şeyler de altın ile fiümüş'e kıyâs olunur. Müzâre'a yerden çıkanın iirte biri veya dörtte biri ile de caizdir. Buna delîl. İfani Ömer hadisi'dir. Müslim'in tahrîc ettiği bu hadîsin metni şudur :

«Ibnî Ömer demiştir ki : Arâzi'nİn Resûlüllah (S.A.V.) zamanında küçük dere kenarları İle ne kadar olduğunu bilmediğim bir parça sama­na kiraya verildiği gerçekten ma'lûmumdur.» Yine Müslim'in rivayetine nazaran İbnİ Ömer (R. A.) arazîsini üçte bire ve dörtte bire kiraya verirmiş. Sonra bundan vaz geçmiş.

Buharı diyor ki : «Kays b. Müslim, Ebu Câ'frr'dcn rivâyeten şöyle dedi : Medine'de hiç bir muhacir ailesi yoktur ki üçte bire ve dörtte bire ekin ekmesin. Ali Sa'd b. MâÜk, İbnİ Mes'ud, Ömer b. Ab-dülnziz, Kaasim, Ur ve, Ebu Bekir sülâlesi, Ömer ve Alt sülâleleri hep müzâra'a yapmışlardır.»

Ibni Ömer (R. A.) hadîsindeki küçük dere kenar; ile Hanzale (İZ. A,) hadîsindeki (su altları ve dere başlan) ta'nirlerinden murâd şu­dur :Araplar tarlayı icar ederken tohumun ekiciye âit olduğunu, su al­tı ve dere boyu gibi münbit yerlerin tarla sahibine, geri kalan yerlerin kiracıya âit olacakın; yâhud su altı yerlerde yetişen mahsulün tarla sahibine, sair yerlerc'ekinin kiracıya âit olduğunu şart koşarlardı. Bun­da aldatma olduğu için İslâmiyet yasak etmiştir.[302]

 

932/767- «Sabit b. Dahhâk radıyallahü anh'dan rivayet edildiğine gö­re; Resûlüffah salîallahü aleyhi ve sellem müzâra'ayı nehyetmiş üc­retle vermeyi emir buyurmuştur».[303]

 

Bu hadîsi dahî Müslim rivayet etmiştir.

Müzâra'a ile müâcore'nin yani ücretle vermenin farkı: Müzâra'a-da qalışan, yerden çıkan mahsulün bir kısmını alır. Mücâere'de ise; yeri para ile kiralar. Müslim'in bir rivayetine göre Abdullah j. Ömer (R.A.) erâzîsini kiraya veriyormuş, sonra Râfi' b. Hadîc'in ekinlikleri kiraya vermekten nehyeder iriigini duymuş. Ona tesadüf ettiğindi :

  Ey Hadîc oğlu!     Arazîyi kiraya verme    hususunda    Resûlüllah {S.A.V. )'den ne rivayet ediyorsun? demiş. Râfi' :

  Bedir gazasına iştirak etmiş iki tane amcamdan buralılara riva­yet ederlerken işittiğim şudur : «Resûlüllah (S.A.V.) yeri kiralamaktan nehyetti» dediler:  cevabını vermiş. Bunun üzerine Abdullah :

  Vallahi ben Resûlüllah  (S.A.V.J  devrinde yerin kiraya  verîlirdt-ğîni bilmiyordum; demiş.

Budan sonra Hz. Abdullah b. Ömer, olur da Peygamber (S.A.V.) bu bâb'ta yeni bir hüküm isdar etmiş bulunur korkusu ile arazîsini kiraya vermekten vazgeçmiştir.

MÜzâra'adan nehyeden sahîh ve sabit hadîsler vardır. Maamâfîh cevazına delâlet eden hadîsler de az değildir. Bu iki nev'i hadîslerin arası şöyle bulunmuştur. Müzâra'adan nehî, İslâmiyet'in başında idi; çünkü halk muhtaç idiler. Muhacirlerin yeri yoktu. Binâenaleyh Peygam­ber (S.A.V.) Irnsâr'a, onlara yardım lûtfünda bulunmalarını emret­miştir. Müslim'in Hz. Câbir (R. A.)1 dan tahrîc ettiği şu hadîs de bu mânâya delâlet eder : «Câbir (R.A.) demiştir ki: Ensâr'dan bazı kim­selerin fazla arazîleri vardı. Onlar bu arazîyi üçte bire ve dörtte bîre kiraya veriyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.)  :

— Arazîsi olan ya onu eksin, yâhûcl din kardeşine versin; buna razı olmazsa onu tutsun; buyurdular.»

Sonraları müslümanlarm hâli iyileşince ihtiyaç kalmamış ve ken­dilerine müzâra'a mübâh kılınmıştır. Buna delîl.: müzâra'anın Peygam­ber (S.A.V.) ile Hulefâ-i Râşidîn devirlerinde, yapılmış olmasıdır.

Hat tâbi (319—388) diyor ki : «Mânâyı İbni Abbas iyi anlamış­tır; evet yerden çıkan mahsulün yarısına müzâra'a yapmanın yasak edilmesinden murâd : onu haram kılmak değildir. Bundan maksad: Birbirlerine acıyarak yardımlaşmalarıdır.»

Zeyd b. Sabit[304] (R. A.): «Allah Râfi'i mağfiret buyursun. Valla­hi bu hadîsi ben ondan daha iyi bilirim. Peygamber (S.A.V.)'e Ensâr'-dan yalnız iki adam gelmişti. Bunlar ihtilâf etmişlerdi. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de :

— Eğer âdetiniz bu ise bundan böyle ekinlikleri kira­lamayın; buyurdular.» demiştir.

Galiba Hz.- Zeydi: Râfi' hadîsi kesti de, evvelini rivayet etmeden nehyi rivayet etti ve maksadı ihlâl etti; demek isliyor.[305]

 

933/768- İbni Abbas radıyalîahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, kan aldırdı ve ken­disinden kan alana ücretini verdi.  Eğer haram olsaydı vermezdi.»[306]

 

Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir. İn bir rivayetinde :

«Bîr kerahet olduğunu bilse ona ücret vermezdi» denilmiştir.

 

Hadîsin lâfzı İbni Abbas (R. A./indir. Bu sözü hor halde : «Kan alana ücret vermek haramdır» diyenlere reddiye olmak üzere söyle­miştir.

Bu hadîsi Müslim de Hz. Enes (R. A./den rivayet etmiştir. Müs­lim'in rivayetine göre Peygamber S.A.V.J'den kan alan zât Ebu Tıybe'-dir. îsmi Naffi'dir. Muhayyisatü'bnü Mes'ud'un kölesi idi. aNikâh bahsis-nde görüleceği veçhile Peygamber (S.A.V.)'den kan alanlardan biri de, Ebu Hind Yesâr'dır. Bu zât Benî Beyâza'nın azadjısı idi.

Kan alana araplar haccâm derler. Haccâm ücreti hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Hanefiler'le Cumhur'a göre helâldir. Delilleri bu hadîstir. Onlar kan alma san'atı için: «bayağı bir kazanç yolu olmakla tacrabor haram değildir» derler; ve hadîsteki nehyi tenzihe hnmlcder-ler; hattâ bazıları nesih iddiasında bile bulunmuştur. imam Ahmcd b. Hanbel (164—214) iie diğer bir kısım ulemâ'ya göre hür bir kimsenin haccâmlığı san'at edinmesi mekruh; onun ücretini kendi nafakasına snrfetmesi haramdır. Ancak köleleri ile hayvanlarını doyurmak için sarf-edebilir. Delilleri: îmanı Mâlik ilo Alnned'in ve «sünen» sahihlerinin lahrîc ellikleri Muhayyisa hadîsî'dir. Bu hadîse göre Hz. Muhayyisa, Peygamber (S.A.V.)'e haecâm ücretinin helâl olup olmadığını sormuş: Rcsûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendisini nehyetmiş. Fakat Muhayyisa ihtiyacı olduğunu söyleyince ;

— Onu develerine alaf yap; buyurmuşlardır. Mezkûr ule­mâ haecâm ücretini köleye mutlak surette mübâh görmüşlerdir.

Hadîs-i Şerifte vücuttan kan çıkarmak sureti ile tedavinin ca­iz olduğuna işaret vardır ki, icmâ'da budur.[307]

 

934/769- «Râfi' b. Hadîc radıyallahil anh'âen rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah Saîlallahü aleyhi ve sellem:

— Haccâm'ın kazancı habistir; buyurdular.»[308]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.                             

Habîs : tayyîb'in zıttıdır,

Tayyîb : iyi. güzel, helâl mânâlarına geldiğine göre habîs de: kötü, pis ve haram mânâlarınadır. Acaha haccâm'ın kazancı harâmmıdır? îbni Kayyım (691—751)'e göre mezkûr kazanca habîs demek, sa­rımsak ile soğana habîs demek gibidir. Bundan sarımsak soğanın haram olmaları lâzım gelmediği gibi haecâm ücretinin dahî haram olması iktizâ etmez. Filhakika Teâlâ hazretlerinin kıymetsiz mallara (habis) itlâk etmesi buradaki habîs'ten haram mânâsı kastedilmediğine delâlet eder.

Vâkıâ  «Haccâm'ın kazancı sühten'dir» mealinde bîr hadîs vardır; amma bu hadîs onu tefsir et­miştir. Ve süht'ten murâd: hoş olmayan; demektir. Resûlülah (S.A.V.)'-in haccâm'a ücret vermesi de bunu teyîd eder.

llmü'l-A'rahî (468—543) diyor ki: «Peygamber (S.A.V.)'in haccâm'a ücret vermesi ile bu hndîs'in arası şöyle bulunur: Ücret vermenin caiz gorüidüğü yer, ma'lmn bir iş için verildiği zamandır; meçhul bir iş için ücret vermek ise memnu'dur».

îlmü'l-Ccvzİ dahî bu mesele hakkında şu mütâlâayı ileri sürüyor: Haccâm'a ücret vermenin keraheti, bu işin hîn-i hâcet'te müslüma-mn müslümana yardım etmesi îcabeden şeylerden olmasındandır. Bundan dolayı ücret alması doğru değildir.[309]

 

935/770- «Ebu Hüreyre radıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüliah Sallaîlahü aleyhi ve sellem:

— Allah azze ve celle buyurdu ki : Üç kişi vardır; kı­yamet gününde bunların hasmı ben olacağım. (Bunların birincisi) benim nâmıma verip de, sonra gadir eden adam; (ikincisi) hür (bir insan) ı satarak parasını yiyen adam; (üçüncüsü de) çırak tutarak kendisinden istifâde ettiği hal­de ücretini vermiyen adamdır; dedi.»[310]

 

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

hadîs-i Şerif, zikri geçen kimselerin kabahatlarının büyüklüğüne, kıyamet gününde mazlum'm yerine onlara Allah'ın hasım olacağına dElâkt ediyor.

«Benîm nâmıma» ta'birinden murâd : Benim ismime yemin eden ve söz voren, yâhud benim ismimle ve meşru' kıldığım dinimle, demektir, (iadir ve zulmün haram okluğu ittifakı bir meseledir. Hür bir insanı sat­mak dahî aynı hükümdedir.

Çırağın hakkını, ücretini, vermemek ise onun malını bâlıl ile ye­mektir.[311]

 

936/771- «İ bnî Abbas radıyalîahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre; Resûlüllah Sattallahü aleyhi ve sellem:

— Şüphesiz ki üzerine en haklı ücret aldığınız şey Al­lah'ın- kitabidir;   buyurmuşlardır.»[312]

 

Bu hadîsi Buharı tahrîc etmiştir.

Fakat bu, Ebu Davud'un Hz. Ubâdetü'bnü - Sâmit'ten tahrîc ettiği şu hadîse muarızdır :

«Ben ehl-i Suffa'dan bazt kimselere kitabı ve Kur'ân-ı öğrettim de onlardan bîr adam bana bir yay hediyye etti. Ben :

  Bu yay benim malım değil ki onunla Allah yolunda (ok) atayım; dedim, ve hemen ResûlüMah (S.A.V.)'e gelerek :

  Yâ Resûlüllah! Kendisine kitabı ve Kur'ânt öğrettiğim bir adam bana bir yay hediyye etti. Bu yay benim malım değil ki onunla Allah yol* nda (ok) atayım'; dedim. Resûlüllah (S.A.V.) :

  Eğer- boynuna ateşten bir halka dolanmasını diler­sen onu  kabul et; buyurdular.»

Ulemâ hu iki hadîsle amel hususunda ihtilâf etmişlerdir. Cumhur ile İmam Mâlik ve Şafiî'ye göre Kur'ân Öğretmek için ücret almak caiz­dir. Hanefîler'in asl-ı mezhebine göre caiz değilse de mütehhirîn'e gö­re caizdir; ve fetva'da buna göredir. «Caizdir» diyenler ibni Abbas (R.A.) hadîsi İie amel ederler. «Nikâh bahsi» inde görüleceği veçhile Peygamber (S.A.V.)'İn Kur'ân öğretmeyi mehir yapması da, bunu te'-yîd eder. Onlarca Ubâde hadîsi, İbni Abbas hadîsî'ne muânz değildir. Çünkü İbni Abbas hadîsi sahih, Ubâde hadîsî'nin râvileri arasında ise Muglrc b. Ziyâd vardır ki, bu zât hakkında ihtilâf vardır. İmam Ah-med onun hadîsini münker saymıştır. Yine bu hadisin râvi I erinden, biri Etfvcd b. Ra'lcbc'&ıv. Bu zât hakkında dahî söz edilmiştir. Bi­nâenaleyh üâbit bir hadîs olan ibni Abbas hadîsine muâraza edemez. Ubâde hadisi sahîh bile olsa Hz. Ubâde'nin yaptığı ihsanı teberru  etti-

ğine, ondan bir ücret beklemediğine hamledilir. Resûlüllah S.A.V.J'in onu men'etmesi sevabının az olacağına mebnîdir.

Ehl-i Soffa'dan ücret almak ise onlara mahsus olmak üzere mek­ruhtur. Zîrâ onlar fakir insanlardı, ekseriyetle zenginlerin sadakaları ile geçinirlerdi. Böyle kimselerden ücret almak elbette doğru değildir.

Hanbelîler'le diğer bazı ulemâ'ya göre Kur'ân-ı Kerîm öğretmek için ücret almak haramdır. Bunlar Ubâde (R.A.) hadîsi ile istidlal ederler. Mezkûr hadîsin zaîf olduğunu bir kaç satır yukarıda gördü isek de BuharVnin bu bâbta istitrad sureti ile zikrettiği rukye (duâ) hadîsi bunır teyîd etmektedir. Ebû Saîd (R. A.)'in rivayet ettiği bu ha­dîse göre : Sahâbe'den biri araplardan birini bir sürü koyun vermek şartı ile okumuş; hem de üzerine üfürerek Fâtİha'yı okumuş. Neticede adam sanki ipten boşanır gibi yürümeye başlayıvermiş; hiç bir illeti kalmamış. Bunun üzerine şart koşulan koyunları vermiş. Vak'ayı Re-sülülfah (S.A.V.)'e haber verince :

«hakîkaten isabet etmişsiniz. (Bunları) taksim edin ve ba­na da sizinle birlikte hisse ayırın» buyurmuşlardır.

Bu kıssayı Buharı her ne kadar öğretmek için ücret alınacağını isbât sadedine getirmemiş de olsa onda yine Kur'ân okuma muka­bilinde ücret alınabileceğine delâlet vardır; ve Ubâde hadîsini teyîd eder. Çünkü Kur'ân'ı öğretmek için okumakla, tedavi için okumak ara­sında bir fark yoktur .

İmam Ahmed b. Haribel, Abdurjahman b, ŞibVden sahîh senedle şu hadîsi rivayet etmiştir :

«Peygamber (S.A.V.) :

— Kur'ân'ı okuyun, ama onun hakkında haddi teca­vüz etmeyin; ondan yüz de çevirmeyin. Geçiminizi onun­la te'min etmeyin; onunla zengin olmak da istemeyin; buyurdular.»

Bu bâb'ta hadîsler çoktur. Hattâ Şcvkânî (1172—1250) : «Bun­ların mecmuu'mı mülâhaza etmek, okumak için ücret almanın caiz olmıyacağı zannını veriyor» demiştir.[313]

 

937/772- «Ibni Ömer radıyalîahü anhümd'dan rivayet olunmuştur, demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellcm:

— Ücretlinin ücretini teri kurumadan verin buyurdu­lar.»[314]

 

Bu hadîsi İbni Mâce rivayet etmiştir. Bu bâb'ta Ebu Ya'lâ ile Bey-hakî'de Ebu Hüreyre'den; Taberânî'de de Câbİr'den hadîsler vardır. Fakat hepisi zaîftirlor.

Çünkü Ibnİ Ömer hadîsinin râvîleri arasında Şarakıy b. Katâmî ile ondan rivayet eden Muhammed b. Ziyâd vardır. Şarakl on kadar hadîs rivayet etmiştir ki, bunların içinde münker olanları vardır. îbrahimü'î - Harbî onun hakkında: «Şarakî Kûfeli'dir. Hakkında söz edilmiştir, gece muhabbetçisidir» diyerek onun hadîsei olmadığına işaret etmiştir.

Beyhakî ile Ebu Yâ'lâ'nm «Müsncd» inde dahî aynı zevat var­dır. Hattâ Beyhakî hadîsi tahrîc ettikten sonra «Bu hadîs zaîftir» demiştir.[315]

 

940/773- «Ebu Saîd-i Hudrî radıyalîahü anh'den rivayet edildiğine göre; Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem:

— Her kim çırak tutarsa, hemen ona ücretini bildir­sin; buyurmuşlardır.»[316]

 

Bu hadîsi Abdürrezzak rivayet etmiştir. Hadîste inkita' vardır. Onu Beyhakî, Ebû Hanîfe tarîkinden vasletmiştir.

Beyhakî : «Bu.hadîsi Ebu Haııife de böylece rivayet etmiştir» demiştir. Hadîsin başka bir vecihle İbni Mes'ud'dan rivayetinin zaîf ol­duğu söylenir.

Bu hadîs ücretle çahşhnhm bir kimsenin ücretinin ne miktar ola­cağım bildirmenin mendûb okluğuna delildir. Çünkü ücret bilinmezse sonunda kavga gürültü çıkabilir.[317]

 

«Sâhibsiz Yerlerin İhyâsı Babı»

 

Mevât : İslenmeyen yerdir. Bu kelimenin Ölüm mânâsına gol eri (mevt) don alınması ve işlenen yerler hakkında İhya la'birinin kulla­nılması işlenmeyen yerlerin Ölüye; işlenenlerin ise diriye benzemesin-dencür. İslenmeyen bir yerin ihyâsı onu zirâate elverişli hale getirmek içine kuyu kazmak ve hendek açmak gibi şeylerle olur.[318]

 

941/774- «Urve'den o da Âİşe radıyallahü anhâ'dan işitmiş olarak rivayet edildiğine göre; Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellcm  :

— Her kim bir kimsenin milki olmıyan bir yeri i'mâr ederse o yere sâhib olmaya, o kimse en lâyıktır; buyur­muşlardır.».[319]

 

Urve demiştir ki : «hilâfeti zamanında Ömer de bununla hükmetti»Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir.

Hadîs-i Şerif, sâhibsiz bir yeri i'mâr etmenin ona mâlik olmak mâ­nâsına geldiğine delildir. Zâhİrin'e bakılırsa, hükûme'.in izni bile şart değildir. Nitekim Cumhur-u ulemâ ile Hanefîler'den tmâmeyn'in kavli budur. İmam A'zarri, Ebu Hanîfe'ye göre hükümetin izni şarttır. Cumhur bu hadîs ile istidlal ederler. Bir de bu meseleyi deniz ve nehir sularına, kuş ve hayvan avına kıyâs ederler ve : «Bunlarda hükümet­ten izin almak nasıl şart değilse, i'mâr meselesinde de şart. değildir» derler.

İmam A'zam'a. göre ise, müslümanların yerlerine seller bura­lardan geçtiği için böyle yerler milk hükmündedir. Binâenaleyh hü­kümetten izin almadan ihyâsı caiz değildir.

Bazıları : «Akan su yatağını değiştirirse hükümetin izni ile o yeri ihya etmek: caizdir. Çünkü böyle yerde âmme hakkı kalmamıştır; sa­hibi de belli değildir. Hükümet reisi de âmmenin menfaati olan yerde izin vermeğe sclâhiyetdardır. Ancak bir yeri ihya için gayr-ı müslim'e izin veremez» derler.

Mnamâfîh HanefÜer'e güre bu meselede müslim ile gayr-i müslim arasında fark yoktur.

Hadisteki «Ömer de bununla hükmetti» ifâdesine bakarak bu hadîsin mürsel olduğuna hükmedenler bulunmuştur. Zîrâ Urve/ Hz. Ömer dev­rinin sonlarına doğru dünyaya gelmiştir.[320]

 

942/775- «Saîq b. Zeyd[321] radıyallahü anh'öen, Peygamber SallalInhü aleyhi ve scllom'in :

— Kim çorak bir yer ihya ederse o yer onundur» bu­yurduğu rivayet olunmuştur.»[322]

 

İiu hadîsi ÜçMer rivayet etmiştir. Tirmizi onu hasen bulmuş ve : «mürsel olarak rivayet edildi» demiştir. Hakikatte de öyledir. Sahâbî'si hakkında ihtilâf edilmiş: ve bazıları Câbİr'dir demiş; diğer bazıları Âişe olduğunu söylemiş; bir takımları da Abdullah b. Ömer olduğunu iddia etmişlerdir. Şâyân-ı tercîh olan birincisidir.

İmam Tirmizi (200—279) : «Bu hadîsi bazıları, Hişâm h. Urve*' den o da babasından, o da Peygamber (S.A.V.)'den mürsel olarak riva­yet etti» demiştir. Peygamber (S.A.V.)'in ehl-i ilim olan ashabı ve baş­kaları bununla amel etmişlerdir.

Müreccah olan Câbir (R. A.) rivayetine göre iki adam Peygamber (S.A.V.)'in huzurunda dâvâ'ya durmuşlardı.    Bunlardan biri diğerinin. yerine hurma dikmişti. Resûlüllah (S.A.V.) yer sahibine yerini ajmasını hükmetmiş; hurma sahibine de oradan- hurmalarını çıkarmasını emret­mişti. Râvi diyor ki : «Vallahi gözümle gördüm; hurmaların kütükle­rine baltalarla vuruluyordu; hurmalar gerçekten tam kıvamında idiler. Böylece tâ bitinceye kadar çıkarıldılar..»

Bu hadîs hakkında yukarıda «gasb» babında îzâhât verilmişti.[323]

 

943/776- «İbnİ Abbas radıyallahü anhiimâ'dan rivayet olunduğuna göre, Sa'b b. Cessâme radıyallahü anlı kendisine Peygamber Sallallahü aleyhi ve setterri'in :

—: Allah ve Resulünden başka hiç bir kimsenin otla­ğı yoktur; buyurduğunu haber vermiştir.»[324]

 

Bu hadîsi "Buharı rivayet etmiştir.

Hima : korunan yer, demektir, ve mübah'ın zıddıdır. Burada on­dan murâd : yalnız devlet'e âit hayvanları otlatmak için korunan hu­susî bir yerde halkın hayvan otlatmasını hükümet reisinin men'etme-sidir.

Câhiliyyet devri'nde bir reis bir yeri kendisine tahsis ederek baş­kalarını orada hayvan otlatmaktan men' etmek istedi mi, yüksek bir yerden bir köpek havlatırmış. Köpeğin sesi nerelere kadar varırsa o yerler onun otlağı sayılır; başkaları orada hayvan otlatamazmış; fa­kat kendisi başkalarına âid istediği yerde hayvan otlatabiliyor muş. îşte İslâmiyet hu insafsızca hareketi de ibtâl etmiş; otlak hakkını yalnız Al-I h ve Resûl'ünc tanımıştır. Bittabi bundan murâd: Harb için beslenen a: ve develerle zekât hayvanlarıdır. İmam Şafiî şöyle diyor: «Ha-dis'in iki şeye ihtimali vardır.

1— Peygamber (S.A.V.)'in   tuttuğundan    başka    müslümenlardan hiç bir kimsenin otlak tutmağa hakkı yoktur.

2— Yalnız Peygamber (S.A.V.J'in tuttuğu gibi olan yerleri tutmak caizdir.»

Birinci ihtimale göre Peygamber (S.A.V.J'den sonra hiç bir İslâm hükümdarı'mn otlak tutmağa hakkı yoktur. îkinci ihtimale göre ise Re-sulüllah {S.A.V.J'in makamında bulunan halîfe'ye .bu hak vardır. Bu ikinci ihtimal Buharî'nin Zühfî'den ta'lîk sureti ile rivayet ettiği bir hadîsin de yardımı ile tercih olunmuştur. Mezkûr hadiste: Ömer (R. A.)[325] Şerif ve Rabeze'yi otlak olarak tutmuştur. İbni Ebl Şrybc'nin sahih bir isnadla Hz. Nâfi'dcn rivayet ettiği bir hadîs'e göre, Hz. Ömer, Rabeze'yi develerini otlatmak için otlak İttihâz etmiştir, ŞâfUler'den bazı­ları vilâyet ve kaza âmirlerini de müslümanlara zarar vermemek şartı ile bu hükme iihâk etmişlerdir.

Hükümet reisinin kendi şahsî malları için otlak ayırmak mes'cıcsi ihtilaflıdır. Razılarına fiöre kendisi için otlak ayıramaz; yalnız zekât hayvanları ile fakir miislümanlar için otlak ayırabilir.

Hi. Ömer (R. A.) kısasası Ebû übryd, İbni Ebl Şeyhe, Buharı ve BcyhakVm\\ rivayetlerine göre şöyledir :

Ömer b. Hattab (R. A.) Hüney isminde bir azadhsını otlak tutma­ğa göndermiş; ve kmdisine :

— Yâ Hüney! Müslümanlara el uzatma! mazlum'un bed-duâsından kork! Zîrâ mazlum'un duası makbuldür. Bîr kaç deveciği ve bir kaç koyuncuğu olanı mer'aya koy, ama sakın Avf oğlu İle Affan oğlu'nun develerini koyma. Çünkü onların hayvanları helak olursa hurmalarına ve ekinlerine baş vururlar. Fakat bir kaç deve ve bir kaç koyun sâhi-bİnİn hayvanları helak olur da oğullarını bana getirir ve: «Yâ Emîre'l-Mü'minin!» derse ben onları hiç bırakırmıyım a babasız kalasıca? Şu halde su İle otu' vermek bana altın İle gümüşü vermekten daha eh-vendir. Allah'a yemin olsun ki, bu adamlar beni kendilerine zulmet­tim sanırlar. Öyle ya, bu yerler onların memleketidir. Câhîliyet dev­rinde bunlar İçin savaşmış; İslâmiyet devrinde de bunlar kendilerinin olmak şartı ile müslüman olmuşlardır. Nefs'im kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, üzerimde Allah yolunda taşıdığım şu mallar olmasa kendi memleketlerinde âlemin mer'alarmı kendilerine yasak et­mezdim» demiştir.

Bu haber hükümet resinin şahsî malı için otlak lutamıyacağma de­lildir.

Hz. Ömer (11. A,)'in «üzerimde taşıdığım mallar» dediği hayvan­lar harb İçin hazırladığı atlardır. İmam Mâlik (93—179) bunların kırk bin olduğunu söylemiştir.[326]

 

944/777- «Bu da İbni Abbas radıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî:  Resûlüllah Snllallahü aleyhi ve sellem:

— Zarar ve zararla mukabele yoktur; buyurdular.»[327]

 

Bu hadisi Ahmed ile İbni Mâce rivayet etmişlerdir. İbni Mâce bu hadîsin mislini Ebû Said'ten rivayet etmiştir. Hadîs el-Muvatta'da mürseldir.

Yine îbni Mâce ile Bcyhakl bu hadîsi Uba'detü'bnü's - Sâmifden tahrîc ettm işlerdir. Aynı hadîsi İmam Mâlik, Amr b. Yahya tarîki ile babasından mürsel olarak şu ziyâde ile rivayet etmiştir :

«Her kim (birine) zarar verirse Allah ona zarar verir; ve her kim zorluk çıkarırsa Allah ona zorluk verir» Bu zi­yâde ile onu Dâre Kutn'ı, Hâkim ve Bcyhakî, Hz. Ezû Saîd'ten merfu' olarak tahrîc etmişlerdir. Yine bu hadîsi Abdürrczzak (126—211) ile İmam Ahmcd, Hz. İbni Abbas'dan da rivayet etmişlerdir. Bunda şu ziyâde de vardır:

«Kişiye komşusunun duvarına kiriş koyma hakkı var­dır; umumî yol da yedi arşındır».

Hadîs-i Şerifin mânâsı : bîr kimsenin din kardeşine bir zarar yaparak onun hakkını yemesi caiz olmadığı gibi zarara karşı za­rar yapmak sureti ile mukabelede bulunmak da caiz değildir; Bu hüküm Mcccllc-i Ahkâm-ı adliyye'nin 19. cu maddesinde : «Zarar ve mukabele b-iz'zarar yoktur» şeklinde hulâsa edilmiştir. Meselâ : bir kimse birinden geçmez bir para alsa, o parayı başkasına vere­mez; birisi diğerinin malını telef etse o da onun malını telef ede­mez.

Bu hadîs, zarar yapmanın haram olduğuna delildir. Çünkü za­rarın kendisi nefî edilince onu yapmanın nefyi evleviyette kalır. Za­rar yapmanın haram olduğu şer'an olduğu gibi aklen de çirkindir. Burada dayak vurmak, i'dâm etmek gibi şer'î hadler de bir nev'î zarar olabileceği hatıra gelirse de bunlar asla başkasına zarar kabilin­den değil bilâkis Allah tarafından birer cezadır. Binâenaleyh bunları vu­ranlar zemmolunacak şöyle dursun medhedilirler.[328]

 

945/778- «Semuratü'bnü Cündeb radıyallahü anh'öen rivayet edil­miştir. Demiştir ki:  ResûlüUah sallallahü aleyhi ve seîlem:

— Kim bir kuyu kazarsa, hayvanları için kendisine kırk arşın iğrek vardır; buyurmuşlardır.»[329]

 

Bu hadîsi Ebû Dâvud rivayet etmiş;  İbni Cârûd sahîhlcmiştir.

Onu Hasan-ı Basrî, Hz. Semura'dan rivayet etmiştir. Hasan-t Basrî'nin Semura'dan işitmesi ihtilaflı ise de bu hadîs yukarıdaki hadîsle kuvvet bulmuştur.

Sâhibsiz bir yeri i'mâr eden kimsenin o yere mâlik olurduğunu yukarıda görmüştük. Bu hadis i'mârın başka bir nev'ini gösteriyor.

Duvarla çevrilen yerin sâhibsiz olması mutlaka lâzımdır.[330]

 

947/779- «Abdullah b. Mugaffel radıyallahil anh'âen rivayet olun­duğuna göre; Peygamber sallallahü aleyhi ve selîem:

— Kim bir kuyu kazarsa, hayvanları için kendisine kırk arşın iğrek vardır; buyurmuşlardır.»[331]

 

Bu hadîsi Ibnİ Mâce zaîf bir isnadla rivayet etmiştir.

Zaîf olmasının sebebi, râvileri arasında îsmail b. Müslim'in bu­lunmasıdır. Taberânî (260—36λ bu hadîsi Eş'as'tan tahrîc etmiş­tir. Bu bâbta İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ebu Hüreyre'den şu hadîsi tahrîc etmiştir.

«fslâmda   kazılan   kuyunun   harîmi yirmi beş arştn; âdı kuyunun harîmi elli arşındır.)/ Aynı hadîsi   Dârc Kutnî

 (306—385) Sald b. Müscyycb tarîki ile tahrîc etmiş, fakat onu mür-sel olmakla iîlctlendirmiş ve : «Bunu kim müsned olarak rivayet et­ti ise vehim eylemiştir» demiştir.

Hadîsin senedinde Dâre KutnVnin şeyhinin şeyh'i olan Muham-med b. Yusuf vardır ki, bu zât hadis uydurmakla müttehemdir.

Bu hadîsi Beyhakî, Yûnus tariki ile îbni Müscyyeb'ten mürsel olarak rivayet etmiştir. Beyhakî'nm rivayetinde şu ziyâde de vardır:

«Ekinlik kuyusunun harîmi her tarafından üç yüz arşındır». Hadîsi Hâkim (321—405) Hz. Ebu Hüreyre'den hem mev-sûl, hem de mürsel oîarak tahrîc etmiştir.

Ancak mevsûl olan rivayette Ömer b. Kays vardır ki, bu zât zaîiftir.

Hadîs-i Şerif, kuyunun harîmi olduğuna delildir. Harîm'den murâd : Kuyuyu kazarak bozmaktan men'edilen etrafıdır. Ona ha-rîm denilmesi, kuyuya bir zarar getirilmesine mâni' olduğu içindir.

Hz. Abdullah hadîsi'nin, zahiri, bu husustaki illetin kuyu sahibinin ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Çünkü kendisi kuyudan su çekerken hay­vanları suyun başına toplanırlar.

Ebu Hüreyre (R. A.) hadîsi'nin zahiri ise illetin bizzat kuyunun ih­tiyacı olduğuna delâtet ediyor. Kuyuya bir zarar getirmemek için ona yaklaşmamak lâzımdır.

Harîm mes'elesinde ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hanîfe ile Şa­fiî'ye göre İslâm'da kazılan kuyunun harîmi kırk arşındır. İmam Ah-med'e göre ise yirmi beş arşındır.

Kaynaklar'a gelince : Bazılarına göre onların harîmi her tara­fından beşyüz arşındır. Sel yiriminin harîmi kuyularınki gibidir.

Bütün bu tafsilât mubah olan yerler hakkındadır. Sâhibli yerin harîmi yoktur. Herkes milkinde dilediğini yapmakta serbesttir.[332]

 

948/780- «Alkamatü'bnü Vâîl'den babası radtyallahü anh'den işit­miş olarak rivayet edildiğine göre; Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem babasına Hadramevt'de bir yer parsellemişlir».[333]

 

Bu hadisi, Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiş, ibni Hibban ise sahîhlemiştir.

Hadîsi Tinnizi ile Beyhaki de sahîhlenrişîerdir.

Parselîemek'ten murâd : Sâhihsiz yerlerden bir kısmını kendisine tahsis etmesidir. Bu suretle artık yer onun mil ki olur. Bu hüküm ittifâ-kîdir. Fakat Kadı îyaz (476—544) parselleme dediğimiz iktâ'ın bu mânâya değil, hükümet reisinin ehil gördüğü kimseye Allah'ın ma­lından bir kısmını müsaade etmesi mânâsına geldiğini hikâye etmiş ve demiştir ki: «Bu kelime ekseriyetle arazî hakkında kullanılır. Ve  yeri İmâmü'l - Müslimîn dilediğine, ya temlik eder, yâhud bir müd­det gelirini ona verir. İşte zamanımızda «Iktâ'» denilen şey budur. Ule­mâmızdan bunu zikreden kimse görmedim, Fıkhî yoldan bunu tahrîc müşküdir. Öyle anlaşılıyor ki, parseli alana bu müsaade ile tıpkı bir yere ev yapmak gibi bir ihtisas hâsıl oluyor;    lâkin bununla o yerin kendine mâlik olmuyor.»

Bazıları Kâdi'nin bu sözüne cezmen kail olmuştur. Evzaî (88— 157) ise aksini idda etmiştir, îbni Tîn şöyle diyor  «Parsel şeklinde tevzi yer veya akarda olur; ve ancak ganimetten verilir. Bir müsimanın veya zimmî'nin hakkından verilemez. Iktâ' bazen temlik, ba-zan da temlik'in gayri olur.»[334]

 

949/781- «İbnİ Ömer radıyaüahü anhümâ'âan rivayet olunduğuna göre Peygamber sallalîahü aleyhi ve sellem Zübeyr'e atının koştuğu yeri bahşetmiş; o da atı (kıvamını buluncaya kadar) koşturmuş; son­ra doğrulayarak kamçısını atmış. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) :

— Ona kamçının vardığı yeri verin; buyurmuşlardır.»[335]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud rivayet etmiştir. Hadîste za'f vardır.

Çünkü râvîleri arasında Abdullah b. Ömer b. Hafs vardır. Bu zât hakkında söz edilmiştir.

Hadîsi îmanı Ahmcd b. Hanbcl, Hz. Esma binti Ebî Bekir'den lahrîc etmiştir. Pay edilen malların Benî Nadîr'e âi'd olduğu bunda be­yân edilmiştir. Buharı ile Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri Esma hadîsi'nde de, Hz. Esma (R. A)}hâ)'nın: «Ben Peygamber (S.A.V.}'in Zübeyr'e ayırdığı yerden başımda hurma taşırdım. O bana Fersah'ın üçte ikisi kadar uzakJı» dediği zikredilmektedir. Arazînin Beni'n - Nâ-dîr'e âid olduğu Buhârİ'dc dahî zikredilmiştir.[336]

 

950/782- «Sahabeden bir zâttan rivayet edilmiştir, (radıyalfahü anlı) demiştir ki : Peygamber scülalUthü aleyhi ve scllcm ile birlikte gaza ettim de onu şöyle derken işittim :

— İnsanlar üç şeyde ortaktırlar : Ot'da, su'dave ateş'de.».[337]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir, râvîleri sikadır.

İbni Mdce Ebu Hüreyre (R.A.)'don merfu' olanık şunu rivayet etmiştir :

«Men'edilmeyen üç şey vardır: Ot, su ve ateş».

Bunun isnadı sahihtir.

Bu bâbta bir çok rivayetler vardır; lâkin hiç biri i'tirâzdan sa­lim değildir. Bununla beraber mecmu' i'tibâriyle hüccet olabilirler. Müslim v.e diğerlerinde hassaten su hakkında hadîsler vardır.

 Kele' : Yaş olsun kuru olsun ot demektir. Kuru ola arapiar «haşiş» ve «heşîm» derler. Yaş ota ise «halâ» ve «uşb» denilir.

Hadîs-i Şerîf, mezkûr üç şeyin hiç bir kimseye mahsus olamıyaca-ğına delildir. Kırlardaki ot hakkında mesele ittifakıdır. Yalnız hükü­metin yasak etliği yerler bundan müstesnâ'dır. Çünkü az yukarıda gö­rüldüğü vecihle bu yerlerin mer'ası mîrî hayvanlarına mahsustur. Milk olan yerlerin otu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Ru cihet de yerinde görül­müştür. Bu hadîs «mubahtır» diyenlerin delilidir.

Ateşten murâd'ın ne olduğu dahi ihtilaflıdır. Bazılarına göre bundan murâd : odun yakmak, diğer bazılarınca kandil yerine ziyasından isti­fâde etmektir. Hattâ : «Çakmak taşı gibi kendisinden ateş çıkan taştır» diyenler bile olmuştur. Fakat burada ateşlen murâd; hakiki ateştir, de­mek en doğru bir sözdür. Eğer ateş birinin mijki olan odundan hâsıl olmuşsa bazılarına göre odunun hükmünü alır; diğer bazılarına göre bundada sudaki hilaf carî olabilir; zîrâ ihtiyâç ve bu bâb'taki müsa­maha umumîdir. Su hakkında yerinde îzâhâi verilmiş ve her ne kadar milk sahibinin tekaddüm hakkı olsa da fazla suyu ihtiyaç sahiplerinden men' edemiyeceği görülmüştü.

Bazılarına göre kuyu veya çeşme'yi satmak caizdir. Çünkü memnu' olan yalnız fazla suyu satmaktır. Çeşme ve kuyuyu satmak memnu' değildir. Nitekim Hz. Osman (R.A.) Peygamber (S.A.V.)'in emri ile Bi'r-î Rûme denilen kuyuyu yahûdî'den satın alarak müslümanlara se­bil yapmıştır.[338]

 

«Vakıf  Babı»

 

Vakıf, lügat'te: hapis demektir. Şerîat'le ise : muayyen bir malı sahibinin milkinde hapsederek menfaatini tasadduk etmektir.[339]

 

951/783- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna gö­re; Peygamber sallpllahü ileyhi ve seîlcm:

— Âdem oğlu Öldüğü vakit ondan (her) ameli kesilir, yalnız üç şey müstesna: sadaka-i câriye, yâhud kendin­den faydalanılan ilim veya kendisine duâ edecek hayırlı evlâd; buyurmuşlardır.»[340]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Sadaka-i câriye : devamlı sadakadır. Ulemâ bunu «vakıf» diye tef-sîr etmişlerdir. Hadîsi burada zikretmenin sebebi de budur. İslâm'da ilk vakıf yapan Hz. Ömer (E. A./dır. Nitekim îbni Ebi Şeybe (—234) İslâm'da ilk vakfın Ömer'in sadakası olduğunu tahric etmiştir. Hadîsi aşağıda gelecektir. Tirmizl : «Sahabe ile mütekaddîmîn fukâhâ ara­sında arazîyi vakfetmenin cevazı hakkında hilaf bilmiyoruz» demiş­tir.

imâmı Şafiî, onun islâm'ın hasâisinden olduğuna, câhiliyyet dev­rinde bilinmezdiğine işaret etmiştir. Faydalanılan ilimden murâd uhrevî faydadır.

Evlâd sözü kız ve oğlana şâmildir; yalnız duası makbul olmak için sâlih evlâd olması şart kılınmıştır.

Hadis-i Şerif, ölümden sonra bu üç şeyden maada her şeyin ec­ri kesildiğine, fakat bunların ecir ve sevabının dâima yenileneceğine delildir. Hadîste evlâd'ın ana babaya yaptığı duâ ile onlar İçin ver­diği sadaka'nın ve onların borçlarını ödemek gibi şâir sadakaların ana ve babaya ulaşacağına da işaret vardır.

îbni Mâce (207—275)'nin tahrîc ettiği bir hadîse göre öldükten sonra faydalı olacak şeyler üçten fazladır. Hadîsin lâfzı şudur :

«Şüphesiz ki Öldükten sonra mümine ulaşacak amel­lerinden bazıları: neşrettiği ilim, bıraktığı sâlih evlâd, ve­ya mîras bıraktığı mushaf, yâhud, yaptığı mescid veya yolcu için kurduğu ev, yâhud akıttığı nehir, yahut haya­tında ve «sıhhatinde iken malından çıkardığı sadakadır. (Bunlar) öldükten sonra ona varacaktır.»

Daha başka hasletler de rivayet olunmuştur ki, bunların mec-mu'u onu bulur, imam Süyûti bunları şu beyitlerde toplamıştır :

Âdem oğlu öldüğü vakit ona on fiilden başka bir şey varmaz. Bunlar : neşrettiği ilimler, evlâd duası, hurma dikmek, câri sada­kalar, mushaf mîrâsı, kışla, kuyu kazmak voya nehir akılmak, ga-riblerin sığınması için kurduğu ev, yahut zikir mahalli (olan mescidierdir.»[341]

 

952/784- «İbnİ Ömer radiyallah.il anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Ömer Hayber'den bîr yer ele geçirmiş de. Peygamber M'llftllahii aleyhi ve sellem'e gelerek bu yer hakkındaki emrini diledi ve :

— Yâ Resûlüllah, Ben Hayberde bir yer ele geçirdim kİ kendimce bundan daha nefis bir mala rastlamış değilim; dedi. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) :

— İstersen aslını vakfeder ve onu fakirlere tasadduk edersin; buyurdular.»[342]

Ravî demiştir ki : Artık Ömer de o yeri, aslı satılmamak, mîras olarak alınmamak ve bağışlanmamak şartı ile tasadduk etti. Onu fuka­ra, yakın akraba, köleler, Allah yolunda olanlar, yolcu ve misafirler arasında tasadduk etti. O yerin mütevellisine vakıftan ma'ruf şekilde yemekte ve mal edinmemek şartı ile her hangi dostunu doyurmakta bir beis olmıyacaktı.»

Hadîs müttefekun aleyh'tir. Lâfiz Müslim'indir. Buharî'nin bir ri­vayetinde : «aslı satılmamak ve bağışlanmamak lâkin gelirini İnfak et­mek üzere tasadduk etti» denilmiştir.

BuharVnın rivayeti (satılmamak, bağışlanmamak) sözlerinin Peygamber (S.A.V.)'İn ifâdesi olduğunu ve vakfın hâl-ü şân'ı hu idigini gösteriyor. İmanı Ebu Hanlfo vakfın satılabileceğine kail olmuştur. Hadîs-i Şerif onun kavlini reddediyor. Hattâ İmam Ebu Yusuf: «Bu hadîs Ebu Hanıfr'yc baliğ olsa ona kail olur; vakfın satılmasına kail olmaktan dönerdi» demiştir.

«Mütevellinin ma'ruf şekilde yemesi» meselesine Kıırluhî şöyle diyor : «âdet, mütevellinin vakfın gelirinden yemesiyle cereyan et­miştir. Hattâ vâkıf, yememesini şart kılsa bu yaptığı çirkin görülür». Ma'ruftan maksad, âdet olan miktardır. Bazıları : «şehveti gideren miktardır» demiş. Diğer bazıları da «işine göre alır» mütalaasında bulunmuşlardır. Fakat birinci kavil daha evlâdır.

İmam Ahmcd'in rivayetinde Hz. Ömer (R. A.) bu vasiyyeti Hz. Ümmü'l - Mü'mînîn Hafsa (R. Anhâ)'y& yapmış; sonra Hz. Ömer sü­lâlesinin büyüklerine intikâl ettirilmesini istemiştir.

Böyle bir hadîsi Dâre Kutnî dahî rivayet etmiştir.[343]

 

953/785- «Ebu Hüreyre radtyalîahü mıh'den rivayet olunmuştur. De­miştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem Ömer'i zekât üzerine memur gönderdi ilâh...» [344]

 

Bu hadiste: «Hâlid'e gelince şüphesiz ki o zırh­larını ve teçhizatını Allah yoluna vakfetti.» ifâdesi de vardır.

Hadîs-i  Sent,  zekât malla m  Lhfc olduğuna keza zekafla harb alat, almanın ve  vakfetmenin sahih olduğuna delildir, i- Azam, gor Menk ul o yaran vakfı caiz değildir;  çünkü bunlar değişebilir; halbuki yakıt müebbeddir.                                                    

Bu hadîs, hayvanın vakfodilebileceğino de delalet od yor (a'tâd) dan nıurad attard.r denilmiştir. ZokAlin aokis sun lan birine vonlebileceği de bu hadis'in isâret ettig, hükümlerde,ll.ni Dal:im-iV,, («25-702) bu hadis akkında joylc den u*r. «TladİB, rikrcdilcn hususata da, daha başkalarına da ,hUm,dM n Binâenaleyh mezkûr husûsâlta hiQ biri hakkında onunla .Btıdlaledilemez. Hâlİd'in âlet ve teçhizatını hapsetmesi sırf bir gözetleme ve bekleme için olur da vakıf olmayabilir.»[345]

 

«Hîbe, Umrâ Ve Rukbâ Babı»

 

İslâmiyet nazarında, başkalarının kalbine ısındıran ve onlara mu­habbet, sevgi aşılayan her şey makbul ve matlup'tur. Ancak bu, insan­ların ihtiyacına göre değişir. îhtiyaç pek ziyâde ise o makbul şey farz-olur; zekât gibi. îhtiyaç pek zarurî değilse, o şey de mendûb ve müste-hâb olur. îşte hibe bu nevi'den bir fazilettir.

1 Hibe : Bağış demektir. Şer'an ise : muayyen bir malı karşılıksız ola­rak temlik etmektir. Bazen bağışlanan şeye de hibe denilir. Umrâ : Ömür boyunca istifâde etmek için verilen hânedir. Rukbâ : «Ben evvel ölürsem bu ev senin, sen evvel ölürsen benim olacak» demektir. Murakabeden alınmıştır. Çünkü her iki taraf diğeri­nin ölümünü murakabe eder. Asıl i'tibâriyle umrâ ile rukbâ câhiliyyet devri muâmelelerindendirler.  İslâmiyet onların hükmünü kaldırmamış­tır.[346]

 

954/786- «Nu'mân b.  Beşîr[347] radıyallahü anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, babası kendisini Resûlüllah soliallahü aleyhi ve sellem's getirerek :

  Gerçekten  ben şu oğluma  bîr kölemi bağışladım;  demiş.  Resû­lüllah sallallahü aleyhi ve sellcm ;

  Her çocuğuna bunun gibi (bîr köle) bağışladın mı? diye sormuş :

  Hayır; demiş. Resûlüllah saLcllahü aleyhi ve sellcm:

  O halde onu geri çevir; buyurmuşlar

Bir rivayettE: «Babam benîm sadakama şâhid yapmak için Pey­gamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gitti. O kendisine :

  Bunu bütün çocuklarına yaptın mı? diye sordu. Ba­bam :

  Hayır; dedi.(Bunun üzerine)  :

  Allah'dan korkun ve çocuklarınız  arasında âdil olun; buyurdular. Babam da döndü* ve o sadakayı İade etti» denilmiş­tir.[348]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Müslim'in bir rivayetinde, Peygamber (S.A.V.) : «Sen buna benden , başkasını şahid tut» buyurmuş : Sonra : «Çocuklarının sana İtaatte müsâvî olmaları seni memnun eder mi?» dîye sor­muş : «Evet» deyince  «O   halde   hayır»  buyurmuşlardır.

Hadîs-i Şerif bağış hususunda ana-baba'nın çocukları arasında müsâvaat'a riayet etmelerinin vâcib olduğuna delildir. Bunu Buharı (194—256) tahrîc etmiştir. îmrtm Ahmed ile Sevr'i (97—161)'nin ve diğer bazı ulemâ'nm mezhebi budur. Onlara göre müsâvaat yoksa hibe bâtıldır. Yalnız müsâvaat'm nasıl yapılacağı ihtilaflıdır. Bazıları: «Er­kek ve kız çocuklarına bağışı müsâvî yapmakla olur» demişlerdir. Bun­ların delil : Hadîs'in ttcsâî'deki rivayetinde «aralarında müsâVaat gösterseydinya» buyunılmâsı; İbni Hibban'm rivayetinde: «aralarım müsâvî tutun.» 'bni Abbas (R. A.) hadîsinde : «Ço­cuklarınızın arasını bağış hususunda müsâvî tutun. Ben bir kimseyi üstün tutacak olsam kadınları tercih eder­dim» buyurmuş olmasıdır.

Bu hadîsi Saîd b. Mansur ile Bcyhakî hasen bir isnadla tahrîc etmişlerdir.

Bir takımları : tpsviye, erkeğe kadından iki misli fazla vermekle olur; çünkü mîrns hususunda hakları böyle tevzi olunur» derler. Cumhur-u ulemâ'ya göre ise, çocukları arasında müsâvaat'a riâyet etmek anne ve babaya farz değil, mendûbtur.[349]

 

955/787- «ibnî Abbas radıyallahü anhümd'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Resûiüllah sallaliahü aleyhi ve seîlem :

— Hibesinden dönen kustuktan sonra dönerek kus­muğunu yiyen köpek gibidir; buyurdular.»[350]

 

Hadîs müttefekun aleyhTİr.

BuhnrVnin bir rivayetinde : «Kötülüğe örnek olmak bize caiz değildir. Hibesinden donen kustuktan sonra dönerek kusmuğunu yiyen köpek gibidir» buyrulmuştur.

HadİK-i Şerîf hibe'den dönmenin memnu' olduğuna delildir. Cum-hur-u ulemâ'ya göre hibe'den dönmek haramdır. Hatta Buharı «Bir kimseye hibe ve sadakasından dönmek helâl değildir» namı altında bir lıâb tahsis etmiştir. Cumhur yalnız aşağıdaki hadîste beyân olunan ev­lâda hibe mes'clesini istisna etmişlerdir. İmam A'zam. ile diğer bazı ulemâ "ya göre hibe'den dönmek maaîkerahe helâldir. Fakat zî-rahim denilen yakın akrabaya yapılan hibeyi onlardan istisna etmiştir. Onlara jjöre hadîs'ten m ura m : kerâhet'in şiddetini beyandır. Tahavî (238—321) diyor ki: Hadîsteki (kusmuğuna Önen gibi) la'biri her ne kadar talinin ifâde ederse de diğer rivayetteki (köpek gibi) ta 'biri bu işin. haram olmadığına delâlet eder. Çünkü köpek mükellef değildir. Binâe kusmuk yemek de haram değildir. Maksad:köpekResûiüllah (S.A.V.) Demişlerdir ki :olmuştur.[351]

 

956/788- «İbni Ömer ve İbni Abbas radıyallahü anhüm'ûen Peygam­ber sallaliahü aleyhi ve scUcm'dan işitmiş olarak rivayet edilmiştir, Resûiüllah (S.A.V.) Demişlerdir ki :

— Müslüman bir'adama bir bahşişi verip de sonra on­dan dönmek helâl olmaz; yalnız babanın evlâdına verdiği

şeyden dönmesi müstesna.»[352]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dört'ler rivayet etmiş; Tirrnm, İbni Hibban ve Hâkim onu sahîhlemişlerdir.

Çünkü «hela! olmaz» ta,'biri haram olduğunu ifâde hususunda zahirdir.    Onu kerâhct'c hamletmek zahir olan hükmünü değiştirmek olur. Evlâda yapılan bağışı istisna etmesi çocuk büyük olsun, küçük ol­sun ona yaptığı bağıştan dönmesinin caiz olmadığına delildir. Bir takım­ları bunu küçük çocuğa tahsis etmiştir.    Bazıları da kadının kocasına mehrini bağışlamasını tahsis ederek : kadına bu bağışta^ dönmek caiz değildir; demişlerdir. Bu re'yi teyîd eden bir hadîs İmam Buharı (194 —256) Nchâl (11—95) ile Ömer b. Abdülaziz'den ta'lîkar- rivayet et­miştir. Zühri (—124) ise : «Kocası kadına hîle yaparak aldattı ise kadın hibesinden dönebilir» demiştir zîrâ Abdilrrczzak (126—211)'m münkati' bir seriedle tahrîc ettiği bir hadîste: «kadınlar ya rağbet­ten, ya korkudan bağış yaparlar; binâenaleyh hangi ka-dın kocasına bir şey verir de sonra dönmek isterse döner.» Buyurulmuştur.[353]

 

957/789- «Âişe fadtyalldhv, anhâ'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallaliahü aleyhi ve sellem hedîyyeyi kabul eder; ve onun karşılığını verirdi.»[354]

 

Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir.

Hadîs-i Şerif, Peygamber (S.A.V.)'in hediyye hususundaki âdetini bildirmektedir. Fahr-i Kainat (S.A.V.) Efendimizin daimî âdetleri: he-diyyeyİ kabul etmek ve karşılığında onun bedelini vermekti. Hattâ Ibnİ Ebi Şey be (—234)'nin bir rivayetinde :

«Hedİyyeye ondan daha hayırlısı ile karşılık veriyordu» denilmekte­dir.

Bazıları bu hadîs ile hediyyeye karşılık verilmesinin vâcib olduğuna istidlal ederler ;ve : «Zîrâ Hz. Peygamber (S.A.V.)'in daimî âdeti ol­ması vücûbunu iktizâ eder» derler. Fakat bu istidlal tamam değildir. Çünkü Peygamber (S.A.V.)in dâima hediyyeyi hediyye ile karşılaması omu tabiatı iktizâsı cömertliğinden ve güzel ahlâkındandir.

İmam Şafiî yeni mezhebinde, karşılığında hibe beklenen hibe'nin bâtıl olduğuna kail olmuştur. Çünkü bu meçhul -kıymetle yapılan bir satıştır. Bir de hibe teberrû'dur. Eğer karşılığında bir şey vâcib olur derselî, trampa mânâsına gelir; halbuki şeriat olsun, âdet ol­sun, hibe ile satışın arasında fark yapmıştır. Karşılık gerektiren şeye satış derler; hibe böyle değildir.

Mâlikİler'den bazılarına göre hibe mutlak olarak, yâhud karşılığın­da hibe bekliyen biri tarafından yapılırsa, meselâ fakır bir kimse zen­gine hibe ederse hibe'ye hibe ile mukabele etmek vâcibolur. Zengin fakire hibe ederse bir şey lâzım gelmez. Hİbe'yi yapan, verilen mukabil . hibeyi az görür de razı olmazsa MaÜkîler'in bazılarına göre verilen kar­şılık hibe edilen şey kıymetinde ise hibe sahîh ve lâzımdır. Diğer ba­zılarına göre ise razı oluncaya kadar istediğini vermek lâzımdır. İmam Mâlik (93—179)'ten meşhur olan, birinci kavildir.[355]

 

958/790- «İbni Abbas radıyalîahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Bir adam Resûlüllah sallattahü aleyhi ve sellem'e bîr dişi deve hibe etti. O da kendisine devenin karşılığını verdi ve :

   Râzt oldun mu? diye sordu. Adam :

  Hayır» deyince daha  tazla  verdi  ve   :

   RâZ! Oldun mu? diye sordu. (Yine)  :

  Hayır» cevâbını alınca daha fazla verdi, ve :

   Râzi oldun mu? d've sordular. (Nihayet) adam :

  Evet» dedi.»[356]

 

Bu hadîsi Ahmed rivayet etmiştir. İbni Hibbân onu sahîhlemiştir.

Hadîsi Tirmizî dahî uzun uzadıya rivayet etmiş ve bedel'in «al­tı dâne genç deve» olduğunu bildirmiştir. İbni Hibban'm rivayetinde Peygamber (S.A.V.) in :

«Vallahi Kureyş'den veya ensâr'dan yahut   Sakîf ten olandan başka hiç bir kimseden hibe  almamak   içimden

geçti» dediği beyân olunmaktadır.

Aynı hadîsi Ebu Dâvud ile Nesâl, Hz. Ebu Hüreyre'den rivayet etmişlerdir.

Hadîs4 Şerif, hibe edenin rızâsının şart olduğuna delildir, Hz. Ibnî Ömer'in  hurîur. Bu kavît. sâb'b olanlara göre rızâ şart olunca ortada mün'akid olmuş bir satış yoktur.[357]

 

959/791- Câbir radıyallâhü an/ı'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sdllallahü aleyhi ve sellem;

Umrâ hibe edilen kimseye aittir; buyurdular.»[358]

 

Hadîs mütiefekun aleyh'Ur.

Müslim'in (Câbir'dcn) rivayetinde : «Mallarınızı elinizde tu­tun ve onları ifsâd etmeyin; zîrâ her kjm umrâ yaparsa o (nun milkiyctî) diri iken de ölü iken de kendisine umrâ ya­pılana ve çocuklarına aittir.» denilmiş; bir rivayette : Resûlüllah ftallallahü aleyhi ve scîlcm'ın caiz gördüğü umrâ ancak ve ancak : Bu hâne çocuklarınadır; diyerek yapılandır: Yaşadığın müd­detçe bu hâne senİn olsun; diyerek yapılana gelince: şüphesiz ki bu sahibine döner; buyurulmuştur.»

Ebu Dâvıtd ile NcsâVnin rivayetlerinde ise: «Rukbâ ve umrâ yapmayınız! Çünkü kime bir şey rukbâ veya umrâ yapı­lırsa o şey o kimsenin mirasçılarının olur» Buyurulmaktadır. Yukarıda da arz ettiğimiz vecihle.

Umrâ : bir kimsenin evini birine vererek : «Bu evi sana ömrün bo­yunca verdim» demesidir.

Rukbâ : «Bu evi sana verdim. Eğer senden evvel ölürsem ev senin; sen benden evvel ölürsen benimdir» demesidir.

Hadîs-İ Şerif, umrâ ve rukbâ'nm meşru olduğuna delildir. Cumhur-u ulemâ'nın mezhebi de budur. Bu bâbta muhalefet eden yalnız Dnvud-u Zâhirî'dır; zîrâ bir rivayete göre Umrâ'ya kail olmamıştır. Rukbâ hususunda Hanefiyye imamları arasında ihtilâf vardır. İmam A'zam'la. İmam Muhammcd'e göre bâtıl; imam Ebu Yusuf'a göre caizdir. «Bâ­tıldır» diyenlerin delili : Şureyh'in[359] rivayetine nazaran Peygam­ber (S.A.V.)'in Umrâ'ya. cevaz verip rukbâ'yı reddetmiş olmasıdır. Ebu Yusuf un delili ise Hz. Câbir hadîsidir.

Umrâ'da temlikin neye âid olduğu ihtilaflıdır .Cumhur'a göre milkin rakâbesine yani kendine aittir; ve bu bâb'ta şâir bağışlarla umrâ arasında bir fark yoktur, tmam Şâfi'ı ile İmam Mâlik'e göre ise temlik menfaate aittir, ve üç kısım olur  : Müebbed, mutlak ve mukayyed :

Müebbed : ebedî kaydı ile yapılandır.

Mukayyed : sene, ay gibi kayıdlarla kayıtlanan,

Mutlak : kayıdsız yapılan umrâ'dır.

Esa'.ı olan kavle göre umrâ bu üç nev'in her biri ile yapılabilir.- Fa­kat vaki' olan umrâ Haneîîler'c göre ömür boyunca devam eder. Öldük­ten sonra o hâne tekrar sahibine iade.edilir. Diğer ulemâ'ya göre ise umrâ hibe edilen kimsenin milki olmuştur. Ancak «Bu hâne yaşadığın müddetçe senindir» demişse o zaman milki olmaz; çünkü bu şartla o, umrâ olmaktan çıkar da, ariyet olur.

«Mallarınızı elinizde tutun» «rukbâ yapmayın» gibi tâ'birleri cumhur, kerahet ve irşâd mânâlarına hamletmişlcrdir. Çün­kü eskiden arap'lar umrâ ve rukbâ yaparlar; bu akidlerden istifâde edenler Öldümü haneler tekrar eski sahihlerine iade edilirdi. Nitekim Hanefîle:'e göre umrâ şimdi de öyle olur.[360]

 

960/792- «Ömer radıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Bîr atı Hak yolunda tasadduk ettim. Fakat sahibi hayvanı gözden kulaktan düşürdü. Ben de onu ucuza satacağını   anladım da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e sordum:

— Onu sana bir dirheme bile verse satın alma! ilâh...; buyurdular.»[361]

 

Pladîs müttefekun aleyh'Ur. Bu .iadîs'in tamamı şöyledir :

«Çünkü sadakasından dönen, kusmuğunu yemeğe dö­nen köpek gibidir».

Gözden, kulaktan düşürmek'ten maksad: hayvana    bakmadığını, yemine, suyuna dikkat etmediğini anlatmaktır. «Onu satın  alma!» yerine tir rivayette : «sadakandan dönme» buyurulmuş: ve satın alma'ya, sadakadan dönmek denilmiştir.- Çünkü bu hususta satıcının müşteriye müsamahakâr davranması âdettir. îşte âdeten müsamaha edilen miktara hadîste, «dönmek» denilmiştir. Bazılarına göre satın almaya mübâleğa için «dönmek» denilmiştir. Zîrâ hayvanı satın al­ması dönme'ye benzetilmiştir.

Bazıları hadîsteki nehy'in zahirine bakarak unu tahrîm mânâsına almışsa da cumhur-u ulemâ onun tenzih için olduğuna kaildirler.

Tabcrî (—694) bu hadîsin umumundan, haklarında hadîsler vâ-rid olan bazı istisnaların yapılmasına kaildir. Meselâ hibe'yi baba evlâdına yapmışsa, keza hibe edilen şey henüz kabzedilmemişse hi­beden dönmek caizdir.[362]

 

961/793- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den Peygamber sallaîîahü aleyhi ve sellem'den işitmiş olarak rivayet edildiğine göre Resûtülah (S.A.V.) :

— Birbirinize hediyye verin, sevişirsiniz; buyurmuşlar­dır.»[363]

 

Bu hadîsi Buharı «cl-Edcbü'l - Müfred» adlı eserinde rivayet et­miştir. Onu Ebû Yâ'lâ dahî güzel bir isnadla rivayet etmiştir.

Hadîsi Bcyhakî ve başkaları da tahrîc etmişlerse de, râvilerinin hepsi hakkında söz edilmiştir. Musannifin isnadını hasen bulmadı galiba şâhidlcri bulunduUundandır. Nitekim zaîf de olsa aşağıdaki hadîs bile onun şâbidlcrindeNdir.[364]

 

962/754- «Enes radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallaîîahü aleyhi ve sellem :

— Birbirinize hediyye verin çünkü hediyye kini çekip Çlkanr:; buyurdular.»[365]

 

Bu hadisi zaîf bir isnadla Bezzar rivayet etmiştir.

Hadîs'in başka tarikleri de vardır; fakat hiç biri zaîfliktcn hâli de­ğildir. Bununla beraber hediyye'nin kalplerde ne derece mümtaz bir mevkii olduğu da beyân'dan müstağnidir.[366]

 

963/795- «Ebu Hüreyre radıyallahü anVden rivayet edîirhiştîr.De­miştir ki: Resûlüllah sallaîîahü aleyhi ve sellem:

— Ey müslürnan kadınlar! sakın bir komşu kadın komşusunu   koyun   paçası   dahî  olsa    (hediyyesî     dolayısiyle) tahkîr etmesin; buyurduLar.[367]

 

Hadîs müttefekun a.eyh'tir.

Bu hadîste hazîf vardır. Tahkîr'in hediyye i'tibâriyle olduğu zikre-dilmemiştir. Koyun paçasından murâd: komşu kadınların birbirlerine hediyye vermelerine teşvik hususunda mübalâğa göstermektir. Yoksa onu hediyye etmek âdet olmamıştır.

Hadîsteki nehy'in hediyyeyi veren'e de alan'a da tevcihi mümkün­dür, yeren'e müteveccih olduğuna göre mânâ : «Verdiği hediyye bir ko­yun paçası bile. olsa onu küçümseyerek tahkîr etmesin» alana tevcih edildiğine göre : «Hediyyeyi alan pek değersiz bulup da onu tahkîr et­mesin» demek olur. Hattâ her ikisini birden murâd etmeğe de bir mâni' yoktur.

Hadîs-i Şerif'de hcdiyyryc, bahusus az bir şeyle de olsa komşuların birbirlerine hediyye vermelerine teşvik vardır. Çünkü hediyycdo mu-' habbet celbi ve dostluk tesisi vardır.[368]

 

964/796- «İbni Ömr radıyallahü anhümâ'dan Peygamber sallalla-hü aleyhi ve scllcm'den işitmiş olarak rivayet edilmiştir ki:

— Her kim bir şey hibe ederse karşılığı kendisine ve­rilmedikçe O kimse hibesin (' dönmekt) e pek haklidir; bu­yurmuşlardır.»[369]

 

Bu hadîsi Hâkim rivayet elmiş ve sahîhlemiştir. İbni Ömer'den mahfuz o!;m, hadîsin Ömer'den kendi sözü olmak üzere rivayetidir.

Musannif, bu hadîsi Hâkim ile İbni Hazm'in de sahîhledikİerini söylüyor.

Hadis-i Şerir hibe'nin bedeli verilmemişse ondan dönmenin ca­iz olduğuna, heılı !i verilmişse dönülemiyeceğine delildir. Bu husus­ta yukarıda söz edilmişti.

Kendinden asa-ii hâili bir kimseye hibe ekseriya sadaka gibi olur. Halleri müsavi olanların birbirlerine hediyye vermesi sevgi ve dost­luğu celbetmek içindir. Örf-ü âdet hediyyeyi verenle alanın halleri­ne göre cereyan etmiştir.[370]

 

«Lükata  Babı»

 

Lükata : Tesadüfen bulunan şeydir. Bulunan insan olursa ona «lakît»; hayvan olursa «daalle» derler. Bunların her birinin hükümleri fı­kıh kitaplarında beyân edilmiştir.[371]

 

797/965- «Enes radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Jemiştir kî : Peygamber sallaîlahü aleyhi ve scllcın yolda bir hurma dönesine rastladı ve :

— Eğer   sadakadan   olduğundan    korkmasarn bunu yerdim; buyurdular.»[372]

 

Hadis müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîs müsamaha götüren ehemmiyetsiz bir şey bulunduğu zaman alınabileceğine, onu İ'lâna filân hacet olmadığına, bulanın ona mâlik olduğuna delildir. ZâhirV bakılırsa kıymetsiz bir şeyi sahibi belli bile olso almak caiz gibi görünmüyorsa da mes'ole ihtilaflıdır. Bazılarına göre o şey'İ az da olsa almak caiz değildir. Ancak sahibi izin verirse o zaman caiz olur. Buna şöyle bir sual vârid olmuştur: Müslümanların hükümdarına, onların zayi' mallarını ve zekâtlarım korumak îc.abedcr-k' n Peygamber (S.A.V.) o hurma dânesini nasıl yerde bıraktı? Cevabı da şudur: Peygamber (S.A.V.)'in o hurmayı muhafaza için almadı­ğına dâir bir deli! yoktur. O yalnız vera' ve takvasından dolayı yemeyi terketmistir.

Şöyle de cevap verilebilir: Peygamber (S.A.V.) onu sadaka yiyebi-lon birisi buldun da yesin diye ka.sden bırakmış olabilir. Çünkü hü-kiımdara ancak sahibinin arayıp soracağı, belli oian malları muhafaza etmek îcabeder. Yoksa bir hurma dânesi gibi A de ten lerkediien şeyle­rin de muhafazası lâzım gelmez.

Hadîs-i Şerifte, haram olması mümkün görülen şüpheli şeyleri ye­mekten sakınmaya teşvik vardır.[373]

 

966/798- «Zeyd b. Hâlid-i Cühenî[374] radıyallü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Peygamber sallaîlahü aleyhi ve scllcm'e bir adam gelerek lükata'nın hükmünü sordu. Resûlüllah sallîahü aleyhi ve sellem:

  Onun kabını ve kabının bağını tan., sonra onu bir sene rlân et. Eğer sahibi gelirse ne a'lâ ge.mezse onu ne yaparsan yap; buyurdu. Adam :

—Ya  bulunan  koyunlar?  dedi.   Peygamber (S.A.V.):

— Onlar ya senin ya din k«rdeşinin yâhûd kurdundur; buyurdular. Adam :

  Ya bulunan develer? dedi :

— Sana ne, onların su tulumları ve tabanları yanların-dadır: Sâhibleri onlara rastiayıncaya kadar suya gelir ve

ağaçlan otlarlar; buyurdular.».[375]

 

Hadis müttefekun aleyh'ür.

Ulemâ bulunan şeyin alınıp alınmaması hususunda İhtilâf etmişler­dir. Ebu Hanifn (80 — 150) 'ye göre almak efdâldir. Çünkü müslü-nıana vâcib olan, dîn kardeşinin malını muhafaza etmektir İmam Şafiî'nin kavli de budur. İmam Mâlik ve* Ahmcd b. Hanbcl (164 — 2U>   «almamak efdâldir» demişlerdir. Bunların delili:

«Müminin kaybettiği hayvan- âteş pâresidir.» hadîsidir.

Aklî delilleri, ödeme korkusudur. Bazıları: «bulunan şeyin alınması vaciptir» demişlerdir. Bunlar, hadîsi te'vîl etmiş ve «Bundaki şiddetli fHıdid bulduğunu kendisine ma'l etmek İçin alanlar ve ilân etmeyenler hakkındadır» demişlerdir.

Hadîs-i Şerif üç mes'eleye şamildir :

Birincisi : Lükata'nın hükmü hâhmdadır. Kaybolan hayvana «daal-I'" denildiğine ve Peygamber (S.A.V.)'in lükata'yı bulana kabı ve kabın bağını tanımasını emrettiğine göre burada lükata'dan murâd, bulunan cansız eşyadır.

Emr'in zahiri, bulunan şeyin tanınması ile tanıtılmasını ı vâcibol-rTıiKiınu gösteriyor. Geriye kalan îzâhât aşağıdaki hadîsin şerhinde ta­mamlanacaktır.[376]

 

967/799- «Bu da ondan rrvâyet olunmuştur; radîyallahü anh. De­miştir ki : Resûlüllah sftîîallahü aleyhi ve sellem:

— Her kim bir kayıp hayvanı barındırırsa, o hayvan* bildirmedikçe kendisi dalâlettedir; buyurdular.».[377]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Gürüiüyor ki hayvanı bulan onu bildirmezse dalâletle tavsif olunu­yor.

Kaybolan şeyin kabı ile o kabı bağlayan bağın bilinmesinin ne gibi bir fayda te'mîn edeceği ihtilaflıdır.

Bazılarına göre bunları bilerek tavsif edene o mal verilmek için onları bilmek iktiza eder. Filhakika kaybolan şeyin sıfatını haber verdikten sonra sözü kabul edilerek o eşyayı ona vermek vâcib olur. Nite­kim gerek buradaki hadis gerekse Buharî'nin rivayet ettiği şu hakim dis de buna delâlet ederler.

«Eğer biri gelir de o şeyi sana haber veriirse — bir ri­vayette— sana kaybolan şeylerin adedini, kabını ve bağını haber verirse o şeyi ona veriver» Duyurulmuştur. İmam Ah­mcd1 \c İmam Mâlik'in mezhebi budur. Yalnız Mâlikîler altınların sıfat ve sayısının beyân edilmesini de şart koşmuşlardır. Çünkü bunlar ba­zı rivayetlerde vârid olmuştur. Amma kab ve bağı bilindikten sonra sayısı bilinmese zarar etmez.

Fakat nassen sabit olan iki alâmetten yani kab ile bağdan birisi bilinerek öteki bilinmezse bazılarına göre ikisini de bilmedikçe ona bir şey teslim edilmez. Diğer bazılarına göre ise bir müddet bekledikten sonra verilir.

Kabı ve ipini bildikten sonra eşyanın yeminsiz teslim edilip edilme­mesi hususunda ihtilâf olunmuştur. Bazıları: «Yeminsiz teslim olunur; zira hadîslerin zahiri bunu âmirdir» demis; diğer bazıları ise: «Eşya ancak beyyine yani hüccet ve delil ile teslim edilir» kanâatinde bulun­muşlardır.

«Beyyİne îcabeder» diyenlerce eşyayı bulana onların kab ve bağ­larını bilmesinin cmredİlmcsi. bulunan şey kendi eşyası ile karışmasın diyedîr; -yoksa bunlar sahihlerine iade edilirken mutlaka beyyine lâ­zımdır. Zîrâ eşya sahibi da'vâcıdır; da'vâcıya ise da'vâsını beyyine ile ispat etmek gerektir. Bu husus :

«Beyyine dâ'vâcıya yemîn de da'vâlıya gerektir» hâdîs-i şerifi ile takarrür etmiş bir umumî kaidedir. Mezkûr kaide ıVecrtte'nin 76. cı maddesinde «Beyyine müddeî içün ve yemin münkir üzerinedir» şeklinde hülâsa edildiği gibi 77. ci maddesinde dahî «Bey­yine hi!âf-ı zahiri isbât içün ve yemîn aslı ibkâ içündir» denilerek hüc­cetle yeminin nerelerde lâzım geidiği ta'yîn edilmiştir.

Babımızın ilk hadîsinde «Sahibi gelirse ne a'lâ» diye terecme edilen yerde şartın cevabı hazfedilmiştir. Cümlenin    takdiri şöyledir:

«Eğer sahibi gelirse onu kendisir ı vcr.v Cevâbın ibareden hazfedilme», cevâbsiz da mânâ anlaşılacağı içincir.

Peygamber (S.A.V.) bulunan eşyanın tarif ve Hânını emrettiği gibi bu i'lânın vaktini de«Bir sene» diye tahdîd etmiştir. Bir sene i'Iân edildikten sonra bazılarına göre artık i'lân vâcîp değildir. Maamâ-fîh «vâcibtir» diyenler de vardır. îmavı Ebu Hanifr'dcn bir rivayete göre bulunan eşya on dirhem kıymetinden az ise onları bir kaç gün i'lân eder; on dirhem veya daha ziyâde kıymette irc bir sene i'lân eder. İmam Muhnmmcd'in tafsilât vermeksizin «bir yıl» diye takdir ettiği rivayet olunur.

İ'lân : Camilerde, çarşı ve pazar gibi kalabalık yerlerde yapılır.

Hadîste : «sahibi gelmezse onu ne yaparsan yap» buyu-rulmasına bakarak bazıları: «Bulan kimsenin o mal üzerinde her gûnâ tasarrufa hakkı vardır; binâenaleyh zengin olsun fakir olsun "kendi ihtiyacı İçin sarfedebildiği gibi tasadduk dahî edebilir» demiş-lerse de, bulunan eşyanın dâima bulanın elinde emânet kalacağını ifâde eden hadisler vardır. Bunlardan biri Müslim'in, rivayet ettiği şu hadîstir.

Sonra onu bir sene i'lân et. Eğer sahibi gelmezse o eş­ya senin yanında emânet olur.» Diğer bir rivayette :

«Sonra onu bir sene i'lân et. Eğer bilinmezse o malın nafakasını sen ver. Senin yanında emânet olsun. Şâyed arayıcısı günlerden bir gün çıkagelirse onu kendisine ve-rİver.» denilmiştir.

Bundan dolayı bir seneden sonra bu eşyanın hükmü hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir.

«Nihâyctü'l - Müctehîd» nâm kitapta şöyle deniliyor: «Şehirle­rin fukâhâsı, MCvik, Ecvrl, Evzâî ve Şafiî, bulan kimsenin, buldu­ğuna mâlik olduğtna ittifak Htiler. Bunun bir misli do Ömer ile oğlun­dan ve Ibni Mes'ud'tan rivayet olunur. Ebu Hanîfe : Bulana bulduğu şeyi tasadduk etmekten başka çare yoktur; demiştir. Onun kavlinin misli de Ali, Ibni Abbas ve iâbtîn'den bir cenaatten rivayet ediliyor.

Bunların hepsi bulan kimse lükata'yı yerse ödeyeceğinde müttefiktir. Ancak Zahiriler sene geçtikten sonra o malın tırtık bulanın olacağına kaildirler»

İkincisi : Kaybolan koyunlardır. Kodunu şehirlerden uzak çorak bir yerde bulan kimsenin onu giyebileceğinde ulemâ müttefiktir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) «O ya senindir ya dîn kardeşinin yâhûd da kurdundur» buyıu'nıuşlur. Bunun manâsı : hayvan helake ma'-ruzdur. Ve senin alman ile din kardeşinin alması arasında müteıvd-didlir; demektir. Din kardeşinden murâd; umumîdir; koyunun sahibi de olabilir : başka biri de. Keza kurt tâbiri de bütün koyun yiyen yır­tıcılara şâmildir.

Hariî-ste hayvanı almağa teşvik vardır. Ve cumhur'a göre kıymeti­ni sahibine öder. İmam Mâlik'den meşhur olan kavle göre ödemez, Zİrâ hadîste kurt ile hayvanı bulan müsavi tutulmuştur. Kurda bir hüküm terettüb etmediğine göre hayvanı alana da etmez.

Üçüncüsü : Kaybolan develerdir. Bunlar hakkında Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz: «Alınmazlar; halleri üzere ağaçlardan otiayip suya gitmeye terk edilirler» diye hükmetmiş; bunla­rın kimseye muhtaç olmadıklarına işaret buyurmuştur.

Maamâfîh, Hanefüer'e göre evlâ olan onları da alarak muhafaza etmektir.

Ulemâ : «Develerin alınmaması hususundaki emrin hikmeti, olduk­ları yerde daha kolay bulunmalarıdır» derler.[378]

 

963/800- «İyad b. Himar[379] radıifallii anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki:  Resûlüllah sallaUah il aleyhi ve sellem:

— Her kim bir kayıp bulursa hemen iki adaletli kim­seyi şâhid tutsun ve bulunan şeyin kabını, bağını belle­sin. Sonra gizlemesin ve kaybetmesin. Şayet sahibi gelir­se hak onundur. Gelmezse o mal Allah'ın malıdır; onu di­lediğine verir; buyurdular».[380]

 

Bu hadîsi Tİrmizî müstesna Dörtler'le Ahmed rivayet etmiş; Ibni 'Huzeyme, İbn Cârûd ve İbnİ Hibban onu sahîhlemişlerdîr.

Lükata ve onun kabı İle bağı hakkında yukarıda îzâhât verildi. Bu hadiste iki adaletli kimsenin şâhid getirilmesi ve lükata'yı onlara gös­terme meselesi vardır. îmam-ı A'zam'm mezhebi ve İmam Şafiî'nin iki kavlinden birisi budur. Onlara göre İtikat ayı aldığına işhâd et­mesi vaciptir. İmam Mâlik ile bir kavlinde Şafiî'ye göre işhâd lâzım değildir. Zîrâ sahîh hadislerde işhâd zikredilmemiştir. Binâena­leyh buradaki işhâd mendûbdur.

Işhâd'm lüzumuna kail olanlar; «buradaki ziyâde sahîh olduk­tan sonra artık onunla amel vâcib olur. Onun diğer hadîslerde zik-rediîmemesi işhâda münâfî değildir.» diyorlar ki, hak olan da budur.[381]

 

969/801- «Abdurrahman b. Osman-ı Teymî[382] radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre. Peygamber sallalîahü aleyhi ve selîcm hacı­ların lükatasından nehyetmİştir.»[383]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Hacıların lükatasından murâd: Onların Mekke'de zayi' ettikleri şey­lerdir. Zîrâ Hz. Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadîste Mekke'nin Kikatasının sahibinden başka kimseye helâl olmadığını; fakat Cum-hur'a göre buradaki nehîden muradın; kendine mal etmek için almak olduğunu görmüştük.

Hacıların lükatalannın Mekke'ye mahsus oluşu bulunan eşyanın sa­hiplerine ulaştırılması kolay olduğundandır. Ulemâdan bir cemâat ise: «Bu hususta Mekke ile şâir beldeler arasında hiçbir fark yoktur. Mek­ke'nin tahsis edilmesi ta'rîfte mübalâğa içindir.» diyorlar.

Bu hadîsin Mekke'de olsun şâir yerlerde olsun mutlak surette ha­cılar hakkında olması da muhtemeldir. Çünkü Mekke'de olduğuna de­lâlet eden bir delil yoktur.[384]

 

970/802- «Mikdam b. Ma'dikerib radıyallü tftaft'den rivayet olun­muştur. Demiştir ki:  Rerûlüliah sallalîahü aleyhi ve sellem:

— Dikkat edin: yırtıcılardan azı dişine sâhib olanla ehlî eşek ve zimmî malından lükata helâl ofmaz ancak sahibi ondan müstağni olursa o başka; buyurdular.»[385]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud rivayet etmiştir.

Hadîs-i Şerifte zikri geçen şeylerin haram kılındığı ileride «Et-ıme» babında görülecektir. Musannif onu burada sırf kendisine İslâm diya­rında yaşamak için ahd-u cman verilen zimmînin lükatası için getir­miştir. Bu suretle «Lüknta babı» nda müslüman ile zimmî arasında bir fark olmadığı anlaşılıyor. Hadisten anlaşılan: zimmî'nin lükatasımn zimmîîer mahallesinde bulunmasıdır. Aksi takdirde lükatanm hangi in­sana âid olduğu pek kestirilemez.

«Ancak sahibi ondan müstağni olursa o başka» cümleT si yukarıda hurma dânesi mes'elesinde görüldüğü vecihle «ehemmiyet verrlmiyecek derecede az» diye te'vîl edilmiştir. Yahut i'lân edildiği hal­de sahibi çıkmayan mai'dır. Bunu müstağni olmakla ifâde etmesi, is-tiğna'nın bilinmemeye sebep olmasındandır: Zîrâ müstağni olmasa cid­diyetle arardı.

Fâİde : Ncvcvl «el-Mühczscb-» şerhinde şöyle diyor : «Bahçeye, ekine veya hayvana tesadüf eden kimse hakkında ulemâ İhtilâf etmiş­lerdir. Cumhur'a göre bunlardan bir şey alamaz, ancak zaruret halinde alabilir. Oznman dahî Cumhur-u ulemâ ile Şafii'ye göre aldığını öder. Seleften bazılarına göre bir şey Ödemez. îmam Ahmcd'dcn esah ri­vayete göre bahçenin duvarı yoksa içindeki yaş yemişlerden yiye­bilir. Diğer bir rivayete göre ise ihtiyacı varsa yemesi caizdir; ve her iki halde de ödeme yoktur. İmam Şafii bu rhes'ele hakkında sö­zü hadîsin sahîh olmasına ta'lik etmiştir.

Bu mes'elede kaviller çoktur.[386]

 

« Feraiz  Babı»

 

Ferâiz: Fcrîza'nm ccm'idir;  farz'dan'alınmıştır, katı'  manasına­dır. Mîras hisselerine ferâiz denilmesi, âyet'te  :

[387] Duyurulduğu içindir. Bunun mânâsı:  «ma'lûm  miktar» demektir. Ferâiz ilmini öğrenmeğe teşvik eden hadîsler çoktur.[388]

 

803/971- «İbni Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki:  Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Hisseleri ehillerine ulaştırın. Kalan miktar en lâ­yık erkek şahsındır; buyurdular.»[389]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Hisselerin ehillerinden murâd : Kur'ân-ı Kerîm'de nassen bildiri­len altı nevi' hisse ile bunları alacak olanlardır.

Altı nevi' hisse şunlardır : yarı, yarımın yarısı, yarımın yarısının yansı, üçte iki, üçte ikinin yarısı, üçte ikinin yarısının yarısı. îbni Battal (—444) diyor ki: «en lâyık erkekten murâd : ehl-i ferâiz hisselerini aldıktan sonra asabe olan erkeklerden ölene en yakın olandır. Diğerleri bir şey almaz. Hepsi yakınlıkta müsâvî ise­ler, hissede müşterek olurlar.»

Bazıları «en lâyık erkek» den maksad: hala ile amca. kardeş kızı ile kardeş nğlu, amca kızı ile amca oğludur. Ana baba bir veya baba bir kız kardeş, yahut kardeş bundan hâriçtir derler. Çünkü bunlar nass-ı Kur'ân ile muayyen mîras hissesi alırlar. Teâlâ hazretleri  :

«Eğer erkek ve kız kardeşler beraber olurlarsa o halde erkeğe iki kadın hissesi miktarı verilecektir» buyurmuştur.

En yakın asaheler oğullardır. Sonra aşağı doğru ne kadar iniiirse inilsin onların oğulları, onlardan sonra baha, sonra bnbanın bahası olan dedelerdir. Gerek asabelerin, gerekse diğer hisse sahiplerinin taf­silâtı, ferâiz kitaplarında lâzım geldiği şekilde îzâh edilmiştir.

Hadîs-i Şcrîf, erkeklerden asaba bulunduğuna göre şerefsâdır ol­muştur. Bulunmadığı takdirde .mirasın bakiyyesi kadınlardan muayyen hissesi olmayana verilir. Nitekim aşağıda görülecektir.[390]

 

804/972- «Üsâmetü'bnü Zeyd mdvjallahü anhümâ'den rivayet olun­duğuna göre; Peygamber snllallahü aleyhi ve sollcm:

— Müslüman   kâfjr'e; kâfir de müslüman'a   mirasçı olamaz; buyurmuşlardır.»[391]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Cumhur-u ulemâ'nın mezhebi de budur. Hi. Muaz b. Cebel, Muaviye (R.'A.) ile tabiînden Mesruk,[392] Saîd b. Müseyyeb, İbrahim Nehaî ve diğer bazı zevat bunun hilâfına kail olmuş; ve «müslüman kâfirden miras alır, fakat kâfir müslümandan mîras alamaz» demişlerdir. Hz. Muaz (R. A.)'m deiîli Peygamber (S.A.V.)'den işittiği şu hadîstir :

«hslâmiyet artar; eksilmez».

Bu Jıadîsi Ebu Dâvud tahrîc etmiştir. Hâkim onu sahîhlemiştir.

Filhakika babaları vefat eden biri yâhûdî diğeri müslüman iki kardeş mîras hususunda münazaa etmişler. Babalan yahûdî olarak öldüğü için bütün mirasını yahûdî olan oğlu almıştı. Müslüman olan oğlu bunu dâvaya vermiş ve Hz. Muaz (R. A.) müslüman -kardeşi mî-rascı yapmıştır. îbni Ebî Şeyhe, Abdullah b. Mugaffeî'den şu sözleri Lahrîc etmiştir :- «Muavİye'nin verdiği hükümden daha güzel bir hüküm görmedim, biz chl-i Kitaba mirasçı oluyoruz; onlar bize miras­çı olamıyorlar. Nitekim onların tarafından bize nikâh helâl oluyor, fakat bizim taraftan onlara helal olmuyor».

Lâkin Cumhur buna cevap vermişler ve: «müüttefekun aleyh hadîs mirası men' etme hususunda nass'dır. Muaz hadîs'İnde mîras'm husu­siyetine delalet yoktur. Onda yalnız îslâm dîninin şâir dinlerden üstün olduğu ve eksilmeyip artmakta devam ettiği beyân olunmuştur» demiş­lerdir.[393]

 

805/973- «Ibni Mes'ud radıyaîlahü anh'dan-kn, oğul kızı ve kız kar­deş hakkında Peygamber sallallahü aleyhi ve seîlem ;

— Kıza yarıyı, oğulun kızına üçte ikiyi tamamlamak için altıda biri, kalanı da kız kardeşe hüküm buyurdular; dediği rivayet edilmiştir»[394]

 

Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir.

Hadîs-i Şerif, kız kardeşin kız ve oğul kızı ile birlikte asabe olup mirasın bakiyyesini alacağına delildir. Zaten, kız kardeşlerin kızlarla birlikte asabe olacağına ittifak vardır. Bir defa Hz. Ebû Musa (R.A.) : kızlarla beraber kız kardeş mîrasın yarısını alacak; diye fetvâ vermiş. Sonra mes'eieyi soran zât'a bunu bir de Hz. İbnî Mes'ud'a sormasını emretmiş, Ibni Mes'ud (R.A.) Peygamber (S.A.V.)'in hük­mü gibi hüküm vermiş. Bunun üzerine Ebû Musa (R. A.): «Bu habır aramızda olduğu müddetçe bana bir şey sormayın» demiştir. Habr ve hıbr : Sözü süsleyip güzeleştirmesini bilen âlim; demektir. Bazılarına göre hıbır denilmesi, nâs'ın kalplerinde ilminin eseri kaldığı içindir.[395]

 

974/806- «Abdullah b. Amr rndıyallahü anhümd'dan rivayet olun­muştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellcm :

— İki millet ehli birbirine mirasçı olamazlar; buyur­dular.»[396]

 

Bu hadîsi Tirmizî müstesna Dörtler'le Ahmed rivayet etmiştir. Hâ­kim onu Usâme'nin İâfzı ile tahrîc etmiş; Nesâî ise Usâme hadîsim bu lâfızlarla rivayet eylemiştir.

Hadîs-i Şerif, iki ayrı din sâlikleri arasında birbirine mirasçı ol­ma hakkı bulunmadığına yani hıristiyan'larla yahûdîler ve bunlardan biri ile müslüman'lar ar.asında tevarüs cereyan etmediğine delildir.

Cumhur-u ulemâ bundan murâd'ın : Ehl-i Kitab ile müslümanlar olduğuna kaildirler. Bu takdirde mânâ : «Müslüman kâfir'e mi­rasçı olamaz... ilâh...» hadîsindeki gibi olur. Küfür milletleri birbir­lerine mirasçı olurlar; bu sabit'bir hakikattir. Hadîs'in bütün milletlere ânım ve şâmil olduğuna yalnız Evzâî (88—157) kail olmuştur. Ev-zâî ; «Yahûdî nasrânîye mirasçı olamadığı gibi nasrânî de yahûdî-ye mîrasçı olamaz; şâir milletler de böyledir» demiştir.

Buradaki hadîs'in zahiri EvzâVye yardım etmektedir.

Hadîs-i Şerif :

 [397] «Allah sîze evlâdınız hakkında vasiyyet eder...» âyet-i kerîme'sini tahsis ediyor. Çünkü âyet müslüman, kâfir bütün evlâda âmm ve şâmildir.

Bu hadisle kâfir cvlâd ondan tahsis ediliyor.

Usûi-i fıkıh ilminin boyanma göre haber-i vâhid'in bazı dereceleri ile Kur'ân-ı Kerîm tahsis olunabiür.[398]

 

975/807- «İmran b. Husayn radıyallahü anhümâ'dan rivayet olun­muştur. Demiştir ki: Peygamber sallalîahü aleyhi ve sellem'e bîr adam geldi; ve :

  El - hak  benim oğlumun oğlu vefat etti.  Bana onun  mirasından ne var? dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :

  Sana altıda bir var;    buyurdular. Adam dönüp giderken, onu çağırarak :

  Sana bir altıda bir daha var; buyurdular. Adam dönüp giderken (onu tekrar) çağırarak :

  Son altıda bir, sana fazladan bir rızk'tır; buyurdular.»[399]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dörtler rivayet etmiş; Tİ mîzî onu sahîhlemiş-tir. Hadîs, Hasan-t Basrî'nin Imran'dan rivayet ettiği hadîstir. Fakat Hasan'ın Imran'rlan işitmesinde hjlâf vardır.

Katâde : «ResûlüHah (S.A.V.) onu ne ile beraber mirasçı yaptı : bilmiyorum. Dedenin en az aldığı mîras hakkı altıda birdir» demiştir.

Mes'elenin sureti şöyledir: «Ölen kimse geride iki kızı ile bu suali soran dedesini bırakmıştır. Şu halde iki kıza mirasın üçte ikisi verile­cektir. Geriye bir üçte bir kalır. Peygamber (S.A.V.) suali sorana altı­da biri hissesi olmak hasebiyle vermiştir. Zîrâ burada onun hissesi al­tıda birdir. Öteki altıda biri kendisine birden bire vermemiş; dönüp gi­derken arkadan çağırarak vermiştir. Çünkü iki altıda biri beraberce versede hissesinin bu olduğunu zannederdi.

Son defa çağırarak : «Bu sana tu'medir» demesi onui* hisse üzerine ziyâde olduğunu, bu    ziyâdenin kendisine asabe bulunması sebebi ile verildiğini bildirmek içindir. Çünkü tu'me: hisse olmayan fazla rıkzktır. Burada ondan murâd: asabe olmaktır.[400]

 

976/808- «İbni Büreyde'den o da babasından -radıyallahü anhümâ-İşitmiş olarak rivayet edildiğine göre Peygamber sallalîahü aleyhi ve sellem cedde'ye yanında anne olmadığı zaman altıda bir vermiştir.»[401]

 

Bu hadîsi Ebû Dâvud ile Nesâî rivayet etmiş; İbni Huzeyme ile İbni Cârûd onu sahîhlemişler, İbni Adİy de kuvvetli bulmuştur..

Hadîs-i Şerîf, nine'nin mîras hissesinin altıda bir olduğuna de­lildir. Nine'nin anne veya baba tarafından olması müsavidir. Ced-de'ler aynı dereceden bir kaç tane olurlarsa altıda biri müştereken paylaşırlar. Fakat dereceleri muhtelif olursa iki cihetten uzak olan cedde, yakın olanla sakıt olur.

Ceddeleri ancak anne ile baba ıskat eder. Bunların her biri ken­di tarafından olan ceddeyi ıskat eder.[402]

 

977/809- «Mikdam b. Ma'dîkerib radıyallahü anh'den rivayet edil­miştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallalîahü aleyhi ve sellem:

— Dayı, mirasçısı olmıyanın mîrasçısıdır; buyurdular.»[403]

 

Bu hadîsi Tirmizî müstesna, Dört'ler ile Ahmed tahrîc etmişlerdir. Ebu Zür'ate'r - Râzi onu hasen bulmuş; İbni Hibbân i!e Hâkim ise sa-hîhl emişlerdir.

Hadis-i Şerîf, asabe ve zevil erhâmdan mirasçı bulunmadığı zaman, dayının mirasçı olacağına delildir. Dayı zevi'I-erhanıdandır.

Ulemâ «zevi'l-et^um» denilen uzak akrabanın mirasçı olup-olmıya-cağı hususunda ihtilC etmişlerdir. Eshâb-ı Kirâm'ın bir çokları ile Ha-nefîler ve başkaları onv'arı mirasçı yaparlar.

Onlara göre bir k'mse ölürken yalnız halası ile teyzesini bırakırsa, hala'ya üçte iki, teyze'ye üçte bir verilir. Delilleri:[404]

«Zî rahîm olan akraba birbirlerine daha lâyıktır» âyet-i kerîme'sidir.

İmamlardan Şafiî ile Mâlik'e göre zevi'l-erham'a miras veril­mez. Çünkü ferâiz ancak Kîtâbullah veya sünnet ile yahut da İcmâ'la sabit olur. Halbuki burada bunların hiç.biri yoktur. Onlar babımız hadî­si için: «Bu yalnız dayı hakkında nass'tır; başkası hakkında bir hüküm ifâde etmez, âyet ise mücmeldir. Onda ve hadîste zikredilen zevi'l-erhâm fukahâ'nın örf'ünce zevî'l-erhâm sayılanlar değildir. Hala ile teyzeye mîras olmadığını bildiren hadîsler vardır. Bunların hepsi zaif ise de birbirleri ile kuvvet bulurlar» derler.

Bu zevât'a göre zevi'l-erham'ın mirasları Beylü'l-Mâl'e kalır. Taf­silât ferâiz kitaplarındadır.[405]

 

978/810- «Ebu Ümâmete'bni Sehl radıyallahü anh'den rivayet edil­miştir. Demiştir kî: Ömer, Ebu Ubeyde radıyaîlahü anhümâ'ya Re-sûlüllah sadallahü aleyhi ve seîîem'ln :

— Allah ile Resûl'ü mevlâsı olmayanların mevlâsı-clırlar; dayı da mirasçısı olmayanın mirasçısıdır; buyurdu­ğunu yazdı.»[406]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud müstesna Dörtler'le Ahmed rivayet etmiştir. Tirmİ7Î onu hasen bulmuş;  Ibni Hibbân ise sahîhlemiştir.

Aynı hadîs Hz. Âîşe'den de rivayet olunmuştur. Tirmizi diyor ki «Zevi'l-erhami mirasçı sayan ehl-i ilm'in çoğu bu hadîsle istidlal etrr i lerdir. Fakat Zeyd b. Sâbİt onlara mîras vermedi.»

Hadîs-i şerif, «yukarıki Mikdam hadîsindeki dayıdan murâd sul­tandır» diyenlerin sözlerini reddediyor. Çünkü öyle olsaydı Hz. Peygam­ber (S.A.V.) : «Ben mirasçısı olmayanın mirasçı siyim» derdi,

Maamâfîh Ebu Davud'un tahrîc ettiği ve Ibni Hibbân'm sahîh-lediği şu hadiste Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bunu demiştir:

«Ben mirasçısı olmayanın mîrasçısıyım; ona lâzım ge­len diyeti öderim; mirasçısı da olurum.»

Bu hadisle Mikdam ve Ebu Ümame hadîslerinin araları şöyle bu­lunur: O hadîslerde dayıya mîras vermesi dayıdan başka uzak yakın hiç bir akraba kalmadığmdandır. Resûlüllah (S.A.V.)'in kendilerinin mî-rasçı olmasından murâd: o terekenin müslümanların malı olmasıdır. Bu da hiç mirasçı bulunmadığı zaman olur.[407]

 

979/811- «Câbir raâ.ıyallahü anh'den Peygamber sallaîlahil aleyhi ve seUem'den işitmiş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah (S.A.V.):

— Doğan çocuk ağladı mı, mirasçı olur; buyurmuşlardır.[408]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud rivayet etmiştir. Ibni Hibbân onu sahîhlemiştîr.

İstîhlâl : Doğan çocuğun ağlamasidır. Burada ondan kinaye yolu ile, çocuğun diri doğması kasdedilmiştir. Şu halde ağlamadan dirilik alâmeti gösterse yine diri hükmündedir.

Hadîs-i Şerif, çocuk düşmesi hâlinde, düşen çocuğun ağlaması ile ona başka diriler gibi hüküm sabit olduğuna; binâenaleyh mirasçı ol­mak, yıkanıp kefenlenmek, cenazesinin kılınması gibi haklardan istifa­de edebileceğine delildir. Bittabi hayat eseri görülmyenlere bu hüküm­ler verilmez.[409]

 

980/812- «Amr b. Şuayb'dan o da babasından o da dedesinden -radı-yallahil anhüm- işitmiş olarak rivayet edilmiştir. Dedesi demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

  Kaatiie mîrasdan bir şey yoktur; buyurdular.»[410]

 

Bu hadîsi Nesâî ile Dare Kutnî rivayet etmişlerdir. İbni Abdilberr onu kavî bulmuş; Nesâî ise illotlendirmiştir. Doğrusu : Amr'e mevkuf olmasıdır.

Hadis'in diğer bir çok tarîklerle şâhidlcri vardır ki; bunların mec-mu'u onunla amel'i îcâbetürir.

imam, A'zam Ebu Hanıfe ile diğer Hanefî imamları, İmam Şafiî ve ekser-i ulemâ bu hadîsle istidlal ederek kasden olsun hatâ sureti ile olsun insan öldüren kâtil'in öldürdüğü kimseye mirasçı olamıya-cağına kail olmuşlardır, imam Mâlik ile diğer bir takım ulemâ'ya göre ise Ölüm hatâ sureti İle olmuşsa kaatil maldan mîras alabilir; faHtat diyetten alamaz.

Ancak Beyhakî'nin rivayet ettiği şu haber bu kavle zâhib olan­ların aleyhine delildir:  «Bir adam bir taş atmış; ve taş annesine, isabet ederek öldürmüş. Kaâtil oğul annesinin mirasını almak iste-* yince kardeşleri kendisine mâni' olmuş; ve:

  Senin hakkın yoktur; demişler. Nihayet Hz. Ati (R. A./in huzu­runa da'vâya çıkmışlar. Hz. Ali ona :

«— Senin annenin mirasından hakkın hacirdir» diyerek ona diyeti ödemiş; fakat mîrastan bir şey vermemiştir.

Yine Beyhakî Câbir (R. A./den şu sözleri rivayet ediyor: «Câbir : Bir adam mirasçısı olacağı adamı veya kadını kasden veya hataen öl­dürürse, o adam onlardan mîras alamaz. Ve hangi kadın bîr adamı ve­ya kadmı kasden yaKut hataen öldürürse ona da onlardan mîras yok­tur. Eğer katil kasten yapılmışsa kısas lâzım gelir; ancak maktul'ün velîleri affederlerse o başka. Velîler affetseler bile ona maktul'ün ne diyetinden ne de malındar bîr şey verilmez. Ömer b. Hattab, Ali Şüreyh ve başka müslüman kadıları hep böyle hükmettiler» demiştir.[411]

 

981/813- «Ömer b. Hattab radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'ı :

— Babanın veya çocuğun ihraz ettiği her şey, kim olursa olsun asabesine kalır» derken işittim.[412]

 

Bu hadisi Ebu Dâvud, Nesâî ve İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Onu ibni Medînî ile İbni Abdilberr sahihlemişlerdir.

Baba veya çocuğunun ihrazından murâd: onların hakkı olan .şeyler­dir. Bunlar onların asabclerine miras kalacaktır.

Hadîsin kıssası vardır. Bu kıssa «Sünen-» denilen kitaplarda şöyledir: «Riâb b. Huzeyfe bir kadınla evlenmiş, kadın ona üç çocuk doğurduktan sonra ölmüş; çocukları annelerinin evini ve mevtalarının velâsını mîras olarak almışlar. Amr b. Âs o çocukların asabesi imiş. Onları Şam'a götürmüş. Fakat yolda çocukların hepsi ölmüş. Amr b. Âs, Şam'a varmış orada çocukların annesinin mevlnsı ölmüş ve geride ma! bırakmış. Kadının kardeşleri Hz. Amr'ı Ömer b. Hattab (R.A.)'a şikâyet etmişler. Ömer (R. A.) : «Baba veya çocuğun ihraz ettiği her şey, kim olursa olsun asabesine kalır» demiş.

Hadîs-i Şerif, velâ'nın mîras olarak alınamadığına delildir. Bunda hilaf vardır. Hilafın faydası şurada zahir olur: Bir adam bir köle azâd etse, sonra kendisi ölse ve geride iki kardeş yahut iki oğul bıraksa, sonra oğullarının biri ölse ve o da geride bir oğul bıraksa: «Velâ mirasa girer» diyenlere göre bu adamın mirası; oğlu ile oğiunun oğlu arasında taksim edilir: «Velâ mirasa giremez» di­yenlere göre; bütün mîras oğlunun olur.[413]

 

982/814- «Abdullah b. Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet olun­muştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Velâ neseb karabeti gibi bir karabettir. Ne satılır, ne de hibe edilir; buyurdular.»[414]

 

Bu hadîsi Hâkim, Şâfİî tarîki ile Muhammed b. Hasen'den o da Ebu Yusuf dan rivayet etmiştir. İbni Hibban onu sahîhlemiş; Beyhakî ise iüetlrndirmiştir.

Hadîsimizin tarîkleri ile sahih olup olmaması hakkında ulemâ'nm sözleri pek çoktur. Bu hadis velâ'nın satış veya bağış gibi bir temlik ile kazanılamıyacağına delildir. Çünkü   Resûlüllah (S.A.V.) onu neseb'e benzetmiştir. Neseb bir şey mukabilinde olsun, mukabilsiz olsun nakledilemez.[415]

 

983/815- «Ebu Klâbe'den[416] Enes radıyaîîahü anh'in şöyle dediği ri­vayet edilmiştir: Peygamber sdlîalîahü aleyhi ve selîem:

— Sizin en feraizciniz Zeyd b. Sâbit'tir; buyurdular.»[417]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud'dan gayri dörtler ile Ahmed tahrîc etmişler­dir. Onu Tirmizî, İbni Hibban ve Hâkim sahîhlemişlerdir. Fakat hadîs mürsel ojmakla illetlendirilmiştir.

Çünkü Ebu Klâbe başka hadîsleri işitmiş de olsa bu hadîsi Enesden işitme mistir.

Bu hadîs, uzun bir hadîsin bir parçasıdır. Mezkûr hadîste her biri #yrı bir hayırlı haslete sâhîb yedi sahâbî zikredilmiştir. Musannif âde­ti veçhiyle hadîs'in yalnız burada lâzım olan kısmını almıştır. Tamamı şudur :

«Ümmetimin ümmetime en hayırlısı Ebu Bekir, Al­lah'ın dîni hakkında en şiddetlisi Ömer, haya itibarîle en

sâdık olanı Osman, helâl ve harârrTı en ziyâde bileni Mu-az b. Cebel, Kitâbullah'ı en güzel okuyanı Übey b. Kâ'b, fer?izt en çok bileni Zeyd b. Sâbit'tir. Her ümmet'in bir emîni vardır. Bu ümmet'in emini de Ebu Ubeydete'bni'l Cerrafı'tır.»

Peygamber (S.A.V.) Zeyd hakkında muhâtabların idinde «en ziyâ­de ferâiz bilen» diye jjchâdct edince artık ferâiz müskillerini halletmek için ona müracaat etmek îcabcdcccği kolayca anlaşılır.

t mam Şâfn ferâiz bâbı'nda bu hadîse i'timâd ederek Hz. Zeyd'i başkalarına tercih etmiştir.[418]

 

«Vasiyyetler  Babı»

 

Vasâyâ : vasiyyetin cem'idir.

Vasiyyet : Teberru' sureti ile ölümden sonraya izafe edilen bir tem-îîktir! Bu sözler vasiyyetin ta'rifidir. Maamâfîh lügat mânâsı da tarif­te dâhildir.

Bu akdi yapana: mûsî, kendisi için vasiyyet yapılana mûsâ leh,.va­siyyet edilen şey'e mûsâ bin, mûsî'nin malında tasarrufta bulunmak için onun yerini tutan kimseye de vasiy derler. Vasiyyet meşru' bir kaziyyedir. Meşru'iyyeti kitap ve sünnet ile sabittir.

Kitabda delili :[419]

«Yaptığı vasiyyetînden veya borçlan sonra» âyet-i kerîme'si; sün­netten delili de aşağıdaki hadîslerdir.[420]

 

984/816- «İbni Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet edildiğine göre; Resûfüllah sdddllahü aleyhi ve seîîem:

— Vasiyyet etmek istediği bir şeyi olup da üzerinden iki gece geçen müslüman bir kişinin hakkı, ancak vasiy-yetinin kendi huzurunda yazılmış olmasıdır; buyurmuştur.»[421]

 

TTndis müttefekun aleyh'tir.

hitam Şafii' hadîste geçen(Hak) kelimesini, tedbîr ve ihtiyat mânâsına almıştır. Bu takdirde mânâ şöyle olur: «Eğer bir kimse­nin vasiyyet etmek istediği bir şeyi varsa o kimse için tedbir ve ih­tiyat vasiyyetini yazılı olarak gözünün önünde bulundurmaktır. Çünkü ecelinin ne zaman geleceğini bilmez. Bakarsın birden gelir de kendisi ile yapmak istediği vasiyyet arasına giriverir».

Diğer ulemâ'ya göre bu hak lügatte: sabit olan .şey demektir. Şer'an h.tk: kendisi ile hüküm sabit olan şeydir. Sabit ol;ln hüküm, vâcib de niMi'lnh da olabilir. Hattâ nadiren mübâh bite olur. Eğer (hak) kcli-iiı'si (ala) edatı İle kullanılırsa vücûb ifâde eder. (afâ) sız kullanılırsa ihLimalİi katır.

Hadîsi Şerifte : «vasiyyet etmek istediği» Duyurulduğuna finre vasiyyetin vâcib olmadığı anlaşılır. Maamâfîh bu cihet ihtilaflı­dır. Cumhur-u ulemâ'ya göre vasiyyet mmdûbtur, Zâhirîler'c göre vâ-cihlir. lîu kavil İmam Şâjiî'mn eski mezhebi olduğu rivayet edilir. Ihni Abdill)crr, vasiyyetin vâcib olmadığına icma1 bulunduğunu id­dia etmiştir. Fakat en güzeli dört mozheb imamlarının yaptıkları f;ibi vasiyyeti kısımlara ayırmaktır. Meselâ Hanefîler'c göre: üzerin­de emânet gibi şer'İ bir hak olup da vasiyyet etmediği taktirde zayi* (>!.m .KMiidan korkutursa o hakkın Ödenmesini vasiyyet etmek vacip1er. Kefaret, zekât, oruç fidyesi ve hacc gibi ibâdet olan şeyleri va-.Myyet etmek müstehâb; fisk-u fücur ehline vasiyyet mekruh, akraba ve teallûkatına veya dostlarına vasiyyet mübah'tır. Diğer mezhebler-de de nz fark ile bu taksimat vardır.

Hadîsteki iki gece ta'bîri tahdîd için değil takrîb içindir. Zîrâ hadis, üç gece ta'bîri ile de rivayet olunmuştur.

Tnjbi (—743) diyor ki : «İki veya üç geceyi tahsîsde mübalâ­ğalı müsamaha vardır, yani az bir zaman o şey sahibinin elinde ka­lır. Biz bu zamanın iki veya üç gece olmasına müsamaha gösterdik. Artık bundan öteye geçmek olamaz» demektir.

Müslim,  İbni Ömer (R.A.)'m şöyle dediğini rivayet etmiştir:

— Bir gece bile geçirmeden vasiyyetim yanımda  yazılı idi.

Vâkıâ Ibnİ Münzir'in sahih bir senedle tahric ettiği bîr rivayete göre : Ibnİ Ömer'e Ölüm döşeğinde İken, vasiyyet edip etmiyeceği sorul­dukta: «malıma gelince: onun hakkında ne yapardığımı Allah daha iyi bilir.» demiş ise de rivayetlerin arası cem edilir; ve: «İbni Ömer, va­siyyetini yazar ve bellerdi. Ötüm kendisini bulduğu zaman elinde va­siyyet edecek bir şey yoktu.» denilir.

Hadîste geçen (yazılmış) ta'biri ile şehâdet olmasa bile vasiyyetde yazıya i'Hmâd edilebileceğine istidlal olunmuştur. Şâfiîyye ulemâsı'n-dan bazıları, bunun vasiyyete mahsus olduğunu söylerler

Cumhur'a göre ise (yazılmış)  tan murâd:  şartına uygun şekilde; demektir ki şehâdet de budur. Bunlar :

[422] «Birinize ecel geldiği zaman aranızda şehâdet...» âyet-i kerîme'si ile istidlal ederler. Zira âyet vasiyyete şâhîd getirmenin nnzar-ı i'ti-bârâ alındığına delâlet ediyor.

Hadîs-i Şerif, hukuka âid bir şeyin v;ısiyyet edilmesine delâlet edi­yor. Çünkü Peygamber (S.A.V.) : «Vasiyyet etmek istediği bir sevi» demiştir. Vasiyyetnâme'nin başına âdet veçhile şehâdeteyni yazmak gibi şeyler hakkında merfu' bir hadîs bilinmemektedir. Yal­nız Ahdürrczzak (120—211) sahih bir scncdlo Hz. Enes'e mevkuf m şu hadîsi tiihrîc etmiştir : «Eshâb-ı Kiram, vasiyyetlerinin başına Bes­meleyi yazarlar: Bu filân oğlu filân'ın vasiyyeti olup bir Allah'dan baş­ka Allah olmadığına, Allah'ın şeriki bulunmadığına, Muhammed'İn onun kulu ve Peygamberi olduğuna; kıyametin geleceğine, bunda şüp­he bulunmadığına; Allah'ın kabirlerde olanları dirilteceğine şehâdet eder; ibaresini yazar; ve geride bıraktığı ailesi efradına Allah'dan kork­malarını; barış içinde yaşamalarını ve eğer tam mü'min iseler Allah ve Resulüne îtaât etmelerini vasiyyet eder : Onlara Hz. İbrahim'in oğul­larına ve Ya'kub'a yaptığı :[423] Şüphesiz ki Allah sizin için bu dîni se­çip ayırmıştır. Binâenaleyh sakın sizler müslüman olmaktan başka bir halde Ölmeyiniz;  şeklindeki vasiyyeti yaparlardı.»

Ulemâ, Peygamber (S.A.V.)'in vasiyyet yapıp yapmadığı hususun­da ihtilâf etmişlerdir. Çünkü rivayetler muhteliftir Buharî'âc ibni Ebî Evfâ'dan vasiyyet etmediği rivayet olunmuştur. Zîrâ mal bırakmamış­tır. Arâzî'sini eskiden tasadduk etmiş; silâhı ile katırının miras olarak ahnamıyncağım haber vermişti. Bunu Ncvevî zikreder. Müslim, ibni Abbas (R. A..)'dan şu hadîsi tahrîc etmiştir :

«Peygamber (S.A.V.) üç şey vasiyyet etti. Gelen hey'etlere benim verdiğim gibi bahşiş verin ilâh...» İbni Ebî Evfâ hadîsinde Kitabullah'ı; Enes (R. A.) hadîsinde vefat ederken namazı ve köleleri vasiyyet et­tiği görülmektedir, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in Ensâr'ı ve Ehl-İ Beyt'ini vasiyyct ettiği dahî sabit olmuşsa da bu vasiyyeti Ölüm döşeğinde iken değildir. Daha başka vasİyyetleri de rivayet olunmuştur. BuharVmn tahrîcine nazaran Peygamber (S.A.V.) son hastalığında ümmetine bir vasiyyetnâme yazmak istemiş; fakat buna mâni' olunmuştur. Resûlul-lah (S.A.V.)'in vasiyyetlerini «Tahrîcü'l-Vesâyâ min habâyâ'z Zcvâ-yâ-» nâm eserin sahibi müstakil bir bâb'ta toplamıştır. Bunların hejf-si sahih veya hasen hadîslerdir.[424]

 

985/817- «Sa'd b. Ebî Vakkas radıyallahü anh'den rivayet edilmiş­tir. Demiştir kî :

  Yâ Resûlüllah! Ben zenginim; bir tek kızımdan başka kimse de bana mirasçı olamıyor. Binâenaleyh malımın üçte ikisini tasadduk ede-yimmî? dedim.

   Hayır; buyurdular:

  Yarısını tasadduk edeyimmı? dedim. (Yine):

   Hayır; buyurdular.

  O halde üçte birini tasadduk edeyİmmi? dedim.

  üçtebir? üçte bir de çok. Şüphesiz ki senin miras­çılarını zengin bırakman, onları fakır, âleme el açar bir halde bırakmandan daha hayırlıdır; buyurdular.»[425]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Bu hükmün ne zaman şerefsâdır olduğu ihtilaflıdır. Bazılarına göre Haccetü'l - Vcdâ'da Mekke'de sâdır olmuştur. Fil-vâki' Hz. Sa'd has­talanmıştı. Resûlüllah (S.A.V.) onu ziyarete gittiği zaman aralarında bu muhavere geçmişti. Diğer bazılarına göre Mekke'nin fethinde ol­muştur. Bu rivayeti Tirmizî, îbni Uyeyne'den tahrîc etmiştir. Lâkin hadis hafızları bunun vehim olduğuna ittifak etmişlerdir. Sahîh olan birinci kavildir. Vâk'a : iki defa cereyan etmiştir; diyenler bi­le olmuştur.

Hz. Ali, Ibnİ Abbas ve Âişe (R. An/ıılm/dcn^malı az olan kimsenin vasiyyet edemiyeceği rivayet olunmuştur. Bunlardan Hz. Ali (R. A.): «600 yâhui 700 dirhem para, içinden vasîyyet edilecek bîr para değildir. 1000 dirhem, İçerisinde vasiyyet olan bir maldır.» demiş. İbnİ Abbas (R.A.); 800 dirhemde vasiyyet olmadığını söylemiş; Hz. Âişe'de dört çocuğu ile 3000 dirhemi olan bir kadın için : «Onun malında vasiyyet yoktur» demiştir.

«Bir tek kızımdan başka kimse de bana mirasçı olamıyor» ifâdesin­den murâd: evlâd nâmına kimse mirasçı olamıyor; demektir. Yoksa Hz. Sa'd, Benî Zühre'dcn idi. Bunlar onun asabeleri idiler. Sonra vak'a Hz. Sa'd'ın erkek çocukları doğmazdan önce geçmişti. VâktdVnin be­yânına göre bilâhare dört oğlu dünyaya gelmiştir. .Bir takımları on oğ­lu ile on iki kızı dünyaya geldiğini söylerler. Hz. Sa'd'ın burada zikri geçen kızının adı Âişe idi.

«Tascdduk edeyimmi?» demesi şimdi tasadduk etmek için izin is­temeye de, öldükten sonrayı kasdelmiş olmaya da ihtimalİidir. An­cak bir rivayette «vasiyyet edeyimmi?» şeklinde vârid olmuştur. Bu ise ikinci mânâda nassdır. «üçte bir de çoktur» ibaresi bir rivayette râvî tarafından şek olmak üzere «üçte bir de büyüktür» şek­linde tesbit edilmiştir. Mezkûr rivayet Buharı'de de vardır. Mal'ın üçte birini de çocukla tavsif etmesi de daha aşağısına nisbetledir. Bununla tavsif etmekte iki ihtimal vardır :

1— Ziyâde ve noksan yapmadan tam üçte birini vasiyyel etmenin evlâ olduğunu beyândır, ki hemen akla gelen budur. İbni Abbas (R. A.) de bunu anlamış; ve: «Diledim kî vasiyyette nâs üçte bîrden dörtte bire İnsinler» demiştir.

2— Tasaddukun üçte birden yapılmasının en mükemmel yani sevaplı olduğunu beyân içindir.

Hadîs-i Şerifte mirasçısı olanların üçte birden fazla vasiyyet yap­malarının memnu' olduğuna delâlet vardır ki, icmâ' da budur. Yalnız müstehâb olan miktarın, üçte bir mi yoksa daha az mı olduğunda ihti­lâf edilmiştir. İbni Abbas (R.A.), imam Şafiî ve bir cemâate göre müstehâb olan üçte birden azını vasiyyet etmektir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) «üçte bir de çoktur» buyurmuştur. Hz. Katâde diyor ki: «Ebu Bekir beşte birT, Ömer dörtte bîr'i vasiyyet ettiler. Bence beşte bîr daha münâsibdir». Bir takımları üçte birin müstehâb olduğuna kaildirler. Bunların delili : «Şüphesiz ki, Allah size vasiyyette mallarınızın üçte birini hasenatınıza ziyâde etti:» hadîsi­dir. Bu hadîs aşağıda gelecektir.

Bâb'ınuzın bu hadisi mirasçısı olanlar hakkındadır.

Mirasçısı olmayanlara gelince : İmam Balîk'e göre hüküm hep birdir. Yani mirasçısı olana da olmıyana da müstehâb olan, malı­nın üçte birini vasiyyet etmektir.

Hanefîler'le diğer bazı ulemâ'ya göre böylesi bütün malını vasiyyet edebilir. Ibnİ Mes'ud (R. /..)'m mezhebi de budur.

Mirasçı üçte birden fazla yapılan vasiyyete razı olursa vasiyyet yerine getirilir. Zîrâ hakkını kendisi iskat etmiş olur. Cumhur'un mez­hebi budur.

Mirasçılar vasiyyete razı olmuşken sonradan dönseler ulemâ'dan bir cemâate göre buna hiç bir zaman haklan yoktur. Bazıları: «Mûsînin ölümünden önce caiz, faknt Ölümünden sonra caiz değildir» demişler­dir. Ncvcvî «Bu hadîste ölü için sadaka vermeye ve bunun müstehâb olduğuna, sadakanın sevabının ölüye ulaşacağına, ona fayda vere-'ceğine delil vardır» diyor.[426]

 

986/818- «Âişe radtyallahü anhâ'dan  rivayet olunduğuna göre, bîr adam. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gelerek :

  Yâ Resûlallah annem ani olarak vefat etti de vasiyyet yapama­dı.  Zannederim  konuşsaydı  tasadduk  ederdi. Acaba  onun  için  ben ta-sadduk etsem ona  bir ecir olur mu? dedi.  Resûlültah  (S.A.V.) :

   Evet; buyurdular.»[427]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir. Hadîste nekire olarak zikredilen zât'ın Sa'd b.  Ubâde olduğu bazı rivayetlerde beyân edilmiştir. Bu hadîs, evlâdın verdiği sadakanın ölen kimseye ulaşacağına delildir.

[428] «İnsana sa'yînden başka bir şey yoktur» âyet-i kerîme'si buna mu-uru değildir. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V.)'in :

«Hiç şüphe yok ki, çocuklarınız sizin kazancınızdan ma'duddur..» buyurduğu sabit olmuştur. Bu hususta «cenaze bah­sinin sonunda söz geçmişti.[429]

 

987/919- «Ebû Ümâmete'l - Bâhİliy radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki:  Resûlüllah sallallahüa leyhi ve settem:

— Şüphesiz ki Allah her hak sahibine hakkını ver­miştir. Şu halde vâris'e mîras yoktur; derken işittim.»[430]

 

Bu hadîsi Nesâî müstesna Dörtler'le Ahmed rivayet etmişlerdir. Onu Âhmed ile Tİrmizî hasen bulmuş, İbni Huzeyme ile İbni Cârud kavı ad­detmişlerdir.

Dare Kutnî bu hadîsi İbni Abbas'dan rivayet etmiş; ve sonuna : «Ancak vâris'ler dilerse o başka» cümlesini ziyâde etmiştir, isnadı hasendir.

Bu bâb'ta Tirmizî ile Nesâî, Amr b. Hârice'den İbni Mâce Hz. Enes'den, Dâre Kutnî babası ve dedesi tarîki ile Amr b. Şüayb'ten ha­dîsler rivayet etmişlerdir. Dâre Kutnî, Hz. Cabîr'den dahî bir hadîs rivayet etmiş; ve: «Doğrusu mürsel olmasıdır» demiştir. İbni Ebî Şey be, Hz, A|i (R. A./den bir hadîs tahrîc etmiştir. Bu hadîslerin hepsinin isnadları hakkında söz edilmişse de mecmu'u amel îcab edecek de­recede kuvvet bulmuştur. Hattâ İmam Şafiî (150—204) «el Ümw» adlı eserinde bu hadîsin mütevâtir olduğuna cezmetmiş; ve: «Bu hadîs bir cemâatin bir cemâatten nakli suretiyle gelmiştir. Bu ise bir kişinin naklinden daha kuvvetlidir» demiştir.

Vâkıâ tevatür dâvasında Fahr-ı Razı (544—606) İmam Şafiî'ye i'tirâz etmişse de bu i'tirâz hadîs'in sübûtuna mâni' değildir. Hadî­si ümmet kabul ile telâkki etmiştir. Binâenaleyh onunla amel vâ-cib olmak lâzım gelir.

Buharı (194—256) bu hususa dâir bir bâb ayırmış adını «Vâris'e vasiyyet yoktur bâb'ı» koymuştur. Galiba hadîs kendi şartına uymadığı için onu «sahih» ine almamış; fakat ondan sonra Atâ' b. Ebî RebahS-dan İbni Abbas (R.A.)'a mevkûfen bir hadîs rivayet etmiştir. Âyet'in tefsin hakkında bu hadîs için merfu' hükmü vardır. İbni Abbas (R.A.) şöyle demiştir : «Vaktiyle mal evlâd'in vasiyyet de £nne-baba'nın idî. Sonra Allah Teâlâ bundan dilediğini neshetîi ve erkeğe iki kadın hisse­si miktarı, anne île babadan her birine altıda biri, kadına sekizde bîr ile dörtte-bîri; kocaya da yarı île dörtte biri verdi.»

Hadîs-i Şerif, vâris'e vasiyyet edilemiyeceğine delildir. Cumhur-u ulemâ'nın kavli budur. Bazıları vasiyyet edilebileceğine zâhib olmuş­lardır. Bunların delili :

[431] «Bîrinizin eceli geldiği zaman size farzdır. İlâh...» âyet-i kerîme'si-(lir Derler ki : «Âyetten vücûb neshedilse de cevaz yine bakîdir.» Faka kendilerine: «Evet öyle olurdu, fakat bu hadîsde vasiyyetin cevazını nefî etmektedir. Binâenaleyh bu vasiyyetin meşru' bir tarafı kalmaz» diye cevap verilmiştir.                                                                        

«Ancak varisler dilerse o başka» buyurulması: vârise ya-piian vasiyyet mirasçıların tasvib ve rızası ile yapılırsa sahîh ve nafiz olacağına delâlet eder. Bu bâb'ta az yukarıda söz etmiştir. Buraya ka­dar gördüklerimiz vâris'e vasiyyet hakkımda idi.

Bir de vâris'e ikrar mes'elesi vardır.

Bir kimse ölüm döşeğinde bir malını vârislerinden birine ikrar et­se Evzaî ile ulemâ'dan bir cemâate göre caiz olur. îmam Akmed b. HanbeVe göre mutlak surette caiz değildir. Mâlikiler'den bazılarına göre töhmet varsa ikrar caiz değil, töhmet yoksa caizdir. Meselâ bir kimsenin .çok sevdiği ikinci karısına, ilk karısından çocuğu varken mal ikrar etmesi bilhassa o çocuk ile üvey annesinin aralarında geçimsiz­lik olduğu zaman töhmeti mûcibtir. Zîrâ: karısına daha çok vermiştir; diye itham olunur. Töhmet hâl karinesi ile bilinir. Şâfiîler'den Rûyânî (415—502) bu kavli ihtiyar etmiştir.

Fukâhâ'dan bazılarına göre ölüm döşeğinde ikrar yalnız karısının mehri hakkında caizdir.[432]

 

989/820- «Pfluaz b Cebel radıyallahü cmft'den rivayet olunmuştur. DemisÜr kî: Peygamber sallallahü aleyhi ve selîem:

— Gerçekten Allah size ölürken hasenatınızı arttır­mak için mallarınızın üçte birini tasadduk etmiştir.» bu­yurdular.[433]

 

Bu hadîsi Dâre Kutnî rivayet etmiştir.

Aynı hadîsi Ahmcd ile Bezzar Ebu'd-Derdâ'dan İbni Afâce'de Ebu Hüreyre'den tahrîc etmişlerdir. Bu rivayetlerin hepisi zâiftir. Lâ­kin birbirlerini takviye ederler. Allahu alem.

Hadîs'in zaîf olması isnadında İsmail b. Ayyaş ile onun şeyhi Utbetü'bnü Humeyd bulunduğundandır. Bunların ikisi de zaîftir. Yalnız hadîs ulemâ'sı arasında mezkûr îsmâiî hakkında tafsilât var­dır, Şamhlar'dan rivayet ederse hadîslerini birçok imamlar kavî bu­lurlar; başkalarından olan rivayetlerine i'timâd etmezler.

Hadıs-i Şerif, malın üçte birinin vasiyyet edilebileceğine delildir; ve malı çok veya az olana; keza vâris ve başkasına şâmil olacak de­recede mutlaktır. Lâkin yukarıda geçen hadîsler onu takyîd ederler. Dört mezheb fukâhâsmın kavli budur. Bazıları, vasiyyetin vârise de sahîh olduğunu iddia etmişlerdir.

Şu da ma'lûm olmalıdır ki :

[434] Yaptığı vasîyyetinden veya borçtan sonra...» âyet-i kerîme'si borç ile vasiyyetin terekeden birbirine müsavi olarak   çıkarılacağına   borç bütün malı kaplasa bile vasiyyctİn ona müşterek olacağına delâlet eder gibi görünürse do ulemâ borcun vasiyyetten önce ödenmesi lâzım gel­diğinde müttefiktirler. Zîrâ tmarn Akmed b. Hanbel ile TirmizVnm ve başkalarının tahrîc ettiği Hz. Ali hadîsi borcun vasiyyetten evvel ödeneceğine delâlet eder. Mezkûr hadîsi Hz. Ali (R. A./den el-Harîsü'l-A'ver rivayet etmiştir. Lâfzı şudur :

«Muhammid (S.A.V.) borcun vasiyyetten önce Ödeneceğine hüküm buyurdu. Halbuki sîz vasiyyetî borçtan önce okuyorsunuz.»

Bu hadîsi Buharı ta'lîk etmiştir; isnadı zaîftir. Lâkin Tirmizî : <^Ehl-i ilme göre amel bununladır» demiştir. Hadîsin şâhîd'i de var­dır.

Evet ulemâ borc'un vasiyyetten önce ödeneceği hususunda mütte­fiktirler. Âyet-i Kerîmc'de vasiyyetin borçtan evvel zikredilmesine ge­lince : Süheylî bunu şöyle hallediyor : Vasiyyet sile ve teberru yolu ile yapılır. Borç ise ekseriyetle teıaddî ve tecâvüz yolu ile ya­pıldığından âyette vasiyyet evvel zikredilmiştir; çünkü vasiyyet ef-dâldir.

Süheylî'den başkalarının bu mes'ele hakkında mütâlâaları şu­dur : Vasiyyetin evvel zikredilmesi onun bedelsiz olmasındandır. Halbuki borcun bedeli vardır. Binâenaleyh vasiyyeti çıkarıp vermek vâris için borcu vermekten daha güçtür. Bundan dolayı vasiyyet ev­vel zikredilmiştir. Bir de vasiyyeti mûsî kendiliğinden verir; borcu ise isteyen vardır. İşte vasiyyetle amel etmeye teşvik için vasiyyet evvel zikredilmiştir.[435]

 

«Vedîa  Babı»

 

Vedîa : Sahibi veyc' vekili tarafından muhafaza için başkasına ve­rilen maldır.[436]

 

992/821- «Amr b. Şuayb'dan o da babasından, o da dedesinden -radıyallahih anhüm- Peygamber sdlaUdhü aleyhi ve sellem'öen işitmiş «Irak rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (S.A.V.):

— Bir kimseye bir emânet verilirse o kimseye ödeme yoktur; buyurmuşlardır.»[437]

 

Bu hadîsi Ibni Mâce,tahrîc etmiştir. İsnadı zaîftir.

«Sadakaların taksimi babı» ında zekât'ın sonunda geçti. «Fey' ve ganimetlerin taksimi bâb'ı» ise inşâallah cihâd'ın arkasından gelecektir. Musannif böyle yapmakla en-münâsib şekilde hareket etmiştir. Şâfüy-ye kitaplarında bu iki bâb «Nikâh bahsi» nden Önce zikredilirdi.

Hadîs'in. zaîf olmasının sebebi, râvîleri arasında el-Miısenna b. es-Sdbbah'm bulunmasıdır. Bu zât metruktür. Ayni hadîsi Dâre Kutnî şu lâfızlarla tahrîc etmiştir.

«Hiyânet etmiyen âriyyetçiye Ödeme yoktur. Hiyânet etmiyen emanetçiye de öâeme yoktur.»

Bu hadîsin isnadında iki tane zaîf vardır. Dâre Kutnî: «Bu ha­dîs Şureyh'den ancak merfu' olmıyarak rivayet olunuyor» demiş­tir.

Bu bâb'ta Hz. Ebu Bekir, Ali, İbni Mes'ud ve Câbir (R. Anhüm.)'-den vcdîa'nın emânet olduğuna dâir eserler vardır. Maamâfîh mes'ele-de icmâ' vardır; icmâ, karşısında Sahabe'nin eserlerine lüzum bile kal­maz.

Vedîa bazan «sana şu malımı tevdi' eyledim» gibi lâfızlarla, bazan de hiç söz söylemeden elindekini emanetçinin gözü önünde onun dükkânına bırakmakla olur.

«Vedîa babı» nda tafsilât çoktur. Bunlar için fıkıh kitaplarına müracaat etmelidir.[438]

 

«NİKÂH  BAHSİ»

 

Nikâh müessesesi İslâm hukukunda kendine mahsus pek mühim ve müstesna bir yer işgal eder. Son derece ciddiyetle ele alınmış olup, şakası da ciddî sayılan üç şeyden biridir. Bu üç şeyi fafır-i kâinat efen­dimiz şu hadîs-i şerifleri ile beyân buyurmuşlardır ;

«Yani üç şey vardır ki, bunların ciddîsi de ciddî, şa­kası da ciddîdir. Nikâh, talâk, köle azadı[439]».

Hadîs-i Şerifin son kelimesini teşkil eden «itâk» yerine bazı rivayetlerde «yemîn» bazılarında «rac'a» bu vurulmuştur. Bu tak­tirde mânâ : Nikâh, talâk ve yemîn yahut nikâh, talâk ve ric'at; olur. Bu hadîs-i Şerif bütün rivayetlerinde nikâh lâfzı ile başlar. Şu halde şaka götürmiyen üç şeyin birincisi mutlak surette nikâh'-tir. Bundan dolayıdır ki, nikâh, Şer'î ta'biri ile ehlinden sâdır, ma­hallîne vâki' olmak şartı ile, şakacıktan dahî yapılsa ciddî olur. Meselâ : Bir baba kızını şâhîdîer huzurunda şakadan birine verse, yahut bir âkil baliğ kız şâhîdîer huzurunda şakadan bir delikanlı­ya «sana vardım» dese, o da ister ciddî, ister şaka olarak «kabul ettim» cevabını verse, nikâh tamamdır, mün'akidtîr. Görülüyor ki, şanı pek büyük olan bu nev'i şahsına mahsus müesese adetâ oto­matik çalışan kapılara benzemektedir[440]. Ciddî veya şakadan düğ­meye bakıldığı zaman otomatik kapı nasıl derhal açılırsa aile oca­ğının kapısı mesâbesindeki nikâh da öyledir. Ancak bu kapıdan b" rildiği takdirde o ocak teessüs edebilir. Aksi taktirde beşeriyyet herc-ü-irere içerisinde kalır. Hattâ bir gün neslinin tükenmesi bile mümkün olur. İşte bu hikmete mebnîdir ki, şu âlemin mukadder olan zamana kadar en mükemmel şekilde   devam ve bekâ'sı ilm-i ezelî-i ilâhî'de nikâha ta'Iîk edilmiş, diğer ta'birle nikâh'm meşru'-iyyetine sebeb bu âlemin en mükemmel şekilde devam ve beka'smın ona bağlanması olmuştur. Bizzat nikâh'în, yani evlenmenin ise mü­teaddit sebepleri .vardır. Hattâ bu hususta «Hidaye Şerhi el-înayes de şöyle denilmektedir : «Nikâhtaki şer'î, aklî ve tabiî sebepler baş­ka hiç bir şer'î hükümde böyle toplanmamıştır.»

1— Şer'î  dâİ ve sebepleri : Kitap, Sünnet, îcmâ'-i ümmettir.

Kitap'tan nikâhın meşruiyetine delil :

[441] «Size helâl olan kadınlardan İkişer, üçer, dörder adet nikâh edin» ve :

[442] «Sizden bekârları ve kölelerinizle cariyelerinizden sâlih olanları ni­kâh edin. Eğer fakir olurlarsa Allah onları fazl-u kereminden zengin­letir. Allah vasîdi . âlimdir» âyet-i kerîmeleridir.

Sünneİ'ten delili. : bahsimizin hadîsleridir.

Nİkâh'm lüzumu üzerine icmâ' da vardır. Vâkıâ bunca âyet ve ha­dîslerden sonra müddeâyı ispat için başka bir delile ihtiyaç kalmazca da delillerin tenevvüü ve çokluğu ispât'ı takviye eder.

2— Nikâh'ın akü sebebi : Her akıl sahibi isminin bakî kalmasını, resminin bu cihandan külliyyen mahv-ü münderis olmamasını ister. Bu ise ekseriya neslin bakası ile olur:

3— Nikâh'ın tabiî sebebi: Erkek olsun, kadın olsun insandaki hay­vani tabiat şehvetini icrâ'ya meyyaldir. Bu tabiî ihtiyaç şeriat'in mü-sâdesi ile karşılanırsa meşru hatta sevap bile olur.

Nikâh'ın nev'i şahsına mahsus bir müessese olduğunu söylemiştik. Çünkü nikâh bir cihetle ibâdet, bir cihetle muameledir. Hattâ muamele olmaktan ziyâde ibâdettir, islâm hukukuna dâir yazılan kitaplarda onun bu ciheti ehemmiyetle belirtilmiştir.

Meselâ : «Ed-Dürrü'l-Muhtar» dst nikâh bahsi şu satırlarla baş­lar :

«Bizim için Hz. Adem devrinden bu güne kadar meşru' olmuş, son­ra cennette de devam edecek, nikâh ile îmândan başka ibâdet yoktur.» Hidaye Şerhi «Fethü'l-Kadir» in nikâh bahsi de şu satırlarla başla­maktadır :

«Nikâh ibâdetlere daha yakındır. Hattâ onunla meşgul olmak sırf ibâdet maksadı ile nikâh'ı terketmekten efdâldir». Bunlardan sonra «Fethü'l-Kadir» de nikâh ile cihât birbirine kıyâs olunmak­tadır; şöyle ki :

«Cİhâd'da i'Iây-ı kelîmetullah bulunduğu için o da bir ibâdettir. Ni­kâh* ta ise bu iş fazlası ile mevcuttur. Çünkü nikâh hem müslümamn hem müslümanlığın vücûd bulmasına sebeptir. Cihâd ise yalnız müslüman-lığın vücûd bulmasına scbebtir. Nikâh ibâdet olduğu içindir ki, evlen­mek evlenmemekten daha hayırlı sayılmıştır. Velevki evlenmemek sırf ibâdet maksadı ile olsun. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V.) müteaddit ezvâc-ı tâhirât ile evlenerek bu bâb'da da ümmetine nümûne-i imtisal olduğu gibi ibâdete vakit bulayım diye, evlenmek istemiyen sahâbe'nin bu yaptığını beğenmiyerek reddetmiştir.

Buharî ve Müslim'in müttefîken rivayet ettikleri şu hadîse bir bakınız :

Resûlüllah (S.A.V.)Mn eshâbından bir kaç kişi onun zevcelerine-evinde gizlice yaptığı ibâdeti sormuşlar. (Aldıkları cevaba nazaran bu İbâdeti az görerek) birisi : «Ben kadınlarla evlenmiyeceğim» diğeri : «ben et yemiyeccğîm.» Öteki : «Ben döşeğe yatmıyacağım» demiş. Re-sûl-ü Ekrem (S.A.V.) bunu duyunca Allah'a hamd-ü senâ'dan sonra şöyle buyurmuşlar :

«— Bazı kavimlere ne oluyor kiT şöyle şöyle demişler. Lâkin ben hem namaz kılıyorum, hem uyku uyuyorum, oruc'ta tutuyorum, tutmadığım da oluyor; kadınlarla da evleniyorum, şu halde kim" benim sünnetimden yüz çevi­rirse benden değildir.»

Görülüyor ki Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) evlenmiyenicrin halini te'ki-den reddetmiş, hattâ : «Benden değildir» buyurarak böylelerden teberrî eylemiştir.

Teâlâ hazretleri Peygamberlerinin en şereflisine elbette kî en şe­refli hali reva görür. Fahr-i Kâinat hazretlerinin hali tâ vefatına kadar t-\li {.îf-çmiştir. Eğer evlilik, bekarlıktan evlâ olmasaydı, hayatı boyunca <Tflâl ve evlâ'yı terk etmesine Cenâb-ı Hak hiç rızâ gÖstcrirmiydi? Bir <io teemmül buyurulursa görülür ki : Nikâh, ahlâkı düzenlemek, soy­daşlarla geçinmeğe tahammül göstermek suretiyle iç âlemini olgun­laştırmak çocuk terbiyesi vo kendi işlerini görmekten âciz müslüman-ların işini görmek, yakınlarına, bî-çâreler'e nafaka vermek, kendisinin ve ailesinin namusunu korumak, fitneleri defetmek, nefsini terbiye ede-!'< 1, kıJıuğa yaraşır hale getirmek ve şâire gibi bir çok vazâif'e şâmil bu!unr laktadır. Binâenaleyh bunca mesâiHk ve vazâife şâmil bulunan evlilik behemehal evlenmekten evlâdır. Nikâh ibâdet olduğu içindir ki, cami İçinde kıyılması ve Cuma gününe raslatılması müstehabtır. Bu bâb'daki hadis-i şerifi de görelim :

«Hz. Âİşe'den rivayet edilmiştir ki, şöyle demiştir : Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) :

— Şu nikâh'ı i'lân edin ve onu mescidlerde kıyın; ona deff çalın; buyurdular.»

Nikâh'ın şartı : Nikâhın biri hâss, diğeri âmm olmak üzere iki nev'i şartı vardır.

1— Hass olan şart: Ehliyetli iki kişinin şehâdetidir ki, bunlar hak­kında yeri gelince îzâhât verilecektir.

2— Umumî olan şartlan :Velî'nin âkil baliğ olmak suretiyle ehli­yeti,, katlının nikâh'a mahal olmasıdır.

Nikâh'm hükmü : Şer'an izin verildiği şekilde karı ile kocanın bir-birlerincen istifâde ve istimta' etmelerinin helâl olması; hürmet-i mu-sâhare ve hor birinin bazı hususa t'a mâlik olmaları gibi şeylerdir.[443]

 

«Nikâh'ın Sıfatı»

 

Nikiıh'ı sıfatı i'tibâriyle Hanefî mezhebine göre altı kısma ayırır­lar :

1— Tevekân halinde, yani münâsebot-i cinsiyye'ye karşı son de­rece şevki fazla olup kadının mehrini, nafakasını te'mine mâlî kudreti bulunan ve evlenmezse zina edeceği muhakkak görülen kimselere nikâh farzdır.

2— Tevckânı mevcud, mehir ve nafakayı vermeye, muktedir, fa­kat evlenmediği takdirde zina edeceği şüpheli olan kimselere vâcibdir.

3— l'tidâl haiinde (yani fazla şehvet olmadığı gibi fazla bir gev­şeklik, de bulunmadığı zaman)  sünnettir.

4— Evlilik hukukuna riâyet edçmiyerek karısına zulmedeceği mu­hakkak görülenlere haramdır.

5— Evlilik hukukuna riayetkar olmayıp karısına zulmedeceğinden korkulana mekruhtur.

6— Dâî ve manî bulunmadığı takdirde mubahtır. (Yani evlenmeye rağbet var, lâkin zina korkusu yok; sadece kazâ-i şehvet için evleni­yorsa, mubahtır.

Şafiî'ye göre i'tidâl halinde nikâh mubahtır. Binâenaleyh ona göre nikâh'ın sıfatı beş kısma ayrılır: Dâvud-u Zahirî ile îbni Hazm'e ve bir rivayette Akmed b. HanbcVe göre cinsî münâsebet'e mukte­dir olan herkese evlenmek farzdır. Evlenecek kadm veya câriye bu­lunmadığı takdirde oruç tutmak îcab eder.

Şimdi biraz da nikâh'ın muamele cihetini gözden geçirelim:

Nikâh'm akid ile meydana gelmesi, mehir denilen malı istil­zam etmesi, şâhîdler huzurunda kıyılması vesaire onun muamele ci­hetidir.[444]

 

«Nikâhın  Ta'rîfi»

 

Nikâh lügatte : Toplamak ve katmak mânâlarına gelir."Arap şâiri:

«Şüphesiz ki kabirler  bekârlarla dul  kadınları ve yetimleri bir araya toplar» demiştir. Bir de darb-ı mesel vardır :

Yani [445] «Yaban eşeği ile ehlî dişi eşeği bir araya kattık, bakalım ne çıkacak» derler. Nikâha nikâh denilmesi kan kocayı bir yere topladığgı içindir.

Şerîatte nikâh; vatı' yani münâsebeti cinsiyye ve akid mânâların­da kullanılır. Bu mânâların hangisinde hakikat, hangisinde mecaz ola­rak kullanıldığı hususunda ihtilâf edilmiş, neticede ortaya dört kavil çıkmıştır :

1— Akid ile vatı' arasında iştirak-ı lâfzî ile müşterektir.

2— Akitte hakikat, vatı' da mecazdır. Bu kavil usulü fıkıh ulemâ-sınca İmam Şafiî'ye nisbet edilir.

3— Vatı'da hakikat, akitte mecazdır. Meşâyih-i Hanefiyye'nin kav­li budur.

4— Zamm. yani kalmak mânâsında hakikattir.

Fukâhâ ıstılahında ise: Kadından kasden istifâde milkiyetinİ ifâde eden bir akidtir. Yani, nikâh adetâ bir satın alma akdine benzer. Fa­kat bunda satın alman, kadm değil, sadece ondan istifâde hakkıdır. Halbuki alış verişte malın kendisi satın alınır. Şu halde nikâh şâir akid-îere tamamen benzemez. Zâten alışverişle hâsı! olan milkiyete, milk-i yemin, nikâhdakine milk-i müt'a denilmekle bu fark gösterilmiştir. Bi­rindeki milkiyet tam, diğerindeki yalnız istifâde  milkiyetidir.[446]

 

«Nikâhın Rüknü»

 

Nikâh, alış veriş gibi şer'î bir tasarruftur. Şer î tasarruflar ise an­cak şerîatin Öğretmesi İle bilinir. Şimdi ehemmiyetine binâen bu cüm­leyi bir parça îzâh edelim,

Şer'î tasarruf: Şer'î bir fiil demektir. Usûl-i fıkıh ilminin beyânına göre bütün fiiller hissi ve şer'î olmak üzere ikiye ayrılırlar.

1— Hissi fiiller: Dinde hakîkaten matlûb bir hükme vaz'edilmiş olmayan fiillerdir; diğer ta'bîrle: yalnız hissî vücûdu olan fiillerdir. Birisine bir tokat vurmak, haksız yere adam öldürmek, zina etmek gibi şeyler birer hissî fiildir. Bunlar meydana gelebilmek için dinden maİûmat almağa yani bu iş oldumu olmadımı diye sormağa ihtiyacımız yoktur. Çünkü bu fiillerin vücûd bulması dîne bağlı değildir. Bunlar için dînen bir kaide ta'yimne hacet yoktur. Meselâ: Şöyle olursa vuru­lan tokat şer'î olur «böyle olursa şer'an sahih olmaz» diye bir kaide yoktur.

2— Şer'î fiiller: Dîn-de matlûb bir hükme vaz' edilmiş olan fiiller­dir. Bu, fiillerin hem hissî hem de şer'î vücûdtarı vardır; yani bunların tahakkuk edebilmesi mutlaka dînîn kabulüne bağlıdır. Bu İş oldumu olmadımı; diye dîn'e sorarız. îşte namaz, oruç, nikâh ve alış veriş gibi fiiller şer'î fiillerdir.

Dîn nazarında bir namaz, sahih bir ibâdet sayılabilmek için onun bütün şart ve rükünlerinin yerli yerince i'fâ edilmiş olması lâzım gelir. Bunlardan bir tanesi bırakılsa namaz sahih olmaz. Meselâ: Namazın şartlarından biri olan abdest terk edilse namaz caiz olmaz. Görülüyor "•ki: yapılan fiil sahih oldu mu olmadı mı; diye dîn'c soruyoruz. Şu hal­de namaz şer'î bir fiildir. Şer'î bir fiilin aynı zamanda hissî de olma­sında bir mahzur yoktur.

Nikâh da öyledir : Nikâhın şer'an sahih olabilmesi için onun da şartlan ve rüknü vardır. Bunlardan biri yapılmazsa şer'an nikâh yok demektir. Nikâhın şartlarrıı az yukarıda gördük. Şimdi rüknünü ele alalım ;

Nikâhın rüknü, îcab ve kabul denilen sözlerdir. Yani nikâh denilen yapının esas malzemesi bunlardır. O bunlarla vücûd bulur.

Nikâh kıyarken hangi taraf söze evvel başlamışsa onun sözüne îcab denilir. Buna îcab denilmesi, karşı tarafın kabulü şartı ile akdin vücûd bulmasını istilzam ettiği yâ!^V karşı tarafa kabul edip etme­mek muhayyerliğini isbât ettiği için îcaba cevab olarak söylenen söze de kabul derler. Meselâ: Söze erkeğin başladığını farzedersek onun kadına: «Seni aldım» demesi îcab: kadının: Ben de sana vardım» demesi kabuldür.

İşte dînimiz nikâhın şer'an nikâh olabilmesi için bu müessesenin malzemesi mesabesinde bulunan îcabla kabulün mâzî sîgalardan yapıl­masını emretmiştir. Daha ilmî ta'bir ile: «Aldım, verdim» gibi habe­re[447] delâled eden sîgalardan inşâ yapılmıştır.  Yani nikâh kıyarken erkek «aldım» diyecek kadın da «vardım» sîgasım veya benzerini söy-liyecektir. Vâkıâ inşâ için kullanılacak sığaların emir olması îcab ederdi. Fakat tahakkuk ve sübûta en kesin şekilde delâlet eden sîgalar mâzî sığaları olduğundan, en ciddî fiillerin başında gelen nikâhı yap­mak için, Sâri' hazretleri bu sığaları seçmiştir. Yapılmakta olan akid işi o kadar kesinlikle vücûd bulmaktadır ki, sanki haber vermeden evvel olmuş bitmiş de biz onu bu sığalarla şimdi haber veriyoruz.

Hâl böyle olunca gelişi güzel sözlerle nikâh kıyılamaz. Ve: «Bir anlaşma değil mi, hangi sözlerle olursa olsun yapılabilir» denilemez. Unutulmamalıdır ki yapılan.'iş bir tiyatro temsili değil, şer'î bir fiil, bir ibâdettir. Rızâya delâlet eden her hangi bir söz veya hareket ile nikâhın kıyılabileccğl. 3 kail olmak, her ne şekilde olursa olsun yapı­lan bir duayı namaz diye^kabul etmeye benzer. Namaz nasıl ancak ve ancak şerîatin ta'rîfi vecihle kılındığı zaman sahih olursa nikâh da ancak şerîatin istediği lâfızlarla ve onun dilediği keyfiyetle sahih olur. Şimdi burada pek tabiî olarak belediyelerde kıyılan medenî nikâh hatıra gelir. Ancak bu nikâh medenî olduğu gibi şer'î de sayılabilir mi?

Yukarıki îzâhat karşısında medenî nikâha ş'er'î demeye imkân, yoktur. Çünkü bu nikâhta dînen aranan vasıflar yoktur. Onda ak­din ruhu mesabesindeki îcab ve kabulün mâzî lâfızlarla yapılması şart değildir. Bilâkis gördüğümüz belediye nikâhlarında mâzî sı­ğaları kat'iyyen kullanılmamaktadır. Şu halde kanun muvacehesinde şer'î nikâh nasıl resmî nikâh sayılmıyorsa dîn nazarında da mede­nî nikâh şer'î nikâh sayılamaz.

İşte bu günkü medenî nikâh ile şer'ı nikâhın aralarında bu de­rece derîn bir fark vardır.

Bu farkı gidermek için bazıları doğrudan doğruya medenî ni­kâha şer'î nikâh süsü vermeye çalışıyorlar. Bunlar Mcccllc'nin ikin­ci maddesini teşkil eden «Bir işten maksad ne ise hüküm ona gö­redir» kaidesi ile istidlal etmek istiyorlar.

Filvaki aslı büyük bir hadîs olan bu kaide bir çok fıkıh esas­larına nisbetle kaideler kaidesi denilebilecek   derecede şümullü ise do mevzu-u bahsimiz nikâh meselesi ile uzaktan yakından bir alâ­kası yoktur. Hattâ aynı kaideyi tatbik ile medenî nikâhın şer'î ol­madığını isbât etmek pek âlâ mümkündür. Şöyle ki: Belediyenin nikâh salonuna da'vct olunanlar, oraya ancak medenî nikâhı kıy­mak için giderler, Orada şer'î nikâh kıymak kimsenin hatırından bile geçmez. Madem ki: bir işten maksad ne ise hüküm ona göre verilir; o halde burada maksad medenî nikâhtır. Binâenaleyh kıyılan ni­kâh, ancak medenî nikâh olur. Medenî nikâh ise şer'î nikâh de­ğildir.

Bu zevat bir de Mccclle'nin üçüncü maddesiyle istidlal etmek isterler. Madde şudur: «Ukûd'da i'tibâr makasıd-u-maanîyedir. El-faz-u-mebânîye değildir.»

Maddenin îzâhı : Bir akid yapılırken söze değil mânâya ve maksada bakılacaktır. Ni'.îâh da bir akidtir; şu halde onu kıyarken sözler mâzî imiş muzârî imiş bakmam&h; maksad nikâh kıymak değil mi? olur deyip geçmeli.

Cevaben deriz ki ; Bu kaide alış veriş, icâre kefaret ve havâie ,gibi sırf muamele olan akidlere mahsustur. Nikâha şümulü yoktur. Nitekim «Mecelle» şerhlerinde îzâh edilmiştir. Halbuki nikâh sırf muamele değil, yukarıda da arzettiğimiz vecihle bir cihetten hâlis bir ibâdet, diğer cihetten Şer'î şerifin âdeta üzerine titrediği bir akidtir. Böyle akidlerde ise İtibâr maksada değil lâfzadır. Bunu is­pat için yukarıda arzettiğimiz bir misali tekrarlamıya mecburuz: Bir kimse maksadı şaka olduğu halde şâhidler huzurunda, mâni'i şer'îsi olmayan bir kadınla nikâhın îcâb ve kabulünü söylese der­hal nikâhları mün'akid olur. Maksadın şaka olduğuna asla bakıl­maz. Çünkü nikâhın şakası yoktur.

Hâsılı bu teşebbüsler iki nev'i nikâh arasındaki derin farkı yok etmeöe kâfi değildir. Onu yok etmek için yegâne çâre medenî nikâhdan sonra şer'î nikâhı da ihmâl etmeyip kıydırmaktır.

Dîn'de nikâhın pek muhterem ve müstesna bir mevkii olduğu içindir ki şâir akidierde göstcrilmiyen titizlikler nikâhta -gösterilmiştir. Meselâ: Evlenecek erkeğin alacağı kadına mehir ve başlık nâmı altında şer'an kıymeti hâiz bir mal vermesi akid esnasında iki ta­rafın îcab ve kabulü işitmelerinin şart olması, nikâhın ancak şâ-hidier huzurunda akdedilebilmcsi bu şâhidlcrin iki âkil baliğ ve erkek yâhûd bir hür erkekle iki hür kadın olmaları, nikâh meclisin­de bulunarak beraberce iki tarafın sözlerini işitmeleri nikâha mah­sus şartlar cümlesindendir.

Bunlarsız nikâh caiz değildir. Hattâ bu bâbda o derece titizlik gösterilmiştir ki şâhidler îcâb ve kabulü beraberce işitmeyip ken­dilerine ayrı ayrı söylense nikâh sahîh olmaz. Keza nikâh meclisin­de hazır bulunan müstakbel kan koca îcâb ve kabulü söylemeye -ıtansalar da bir kâğıdın üzerine «seni aldım», «Ben de sana var­dım» cümlelerini yazsalar nikâh sahîh olmaz. Hattâ alış verişte te-âtî yani hiç konuşmadan parayı verip malı almak caiz olduğu hal­de nikâhta bu da caiz değildir.

Ayrıca müslüman bir kadının nikâhında şâhidlik yapacakların müslüman olmaları da şarttır. Zîzâ kâfirlerin müslüman aleyhine şâhidliği makbul değildir.

Elhâsıl İslâm dîni «budu1» ta'biri ile ifâde edilen kadından is­tifade hakkına pek büyük bir ehemmiyet atfetmiş onun şan-u şere­fini bir defa şâhid huzurunda kıyılmasını şart koşarak, bir defa da mehir ilzamı suretiyle en yüksek makamı ihtirama çıkarmıştır.[448]

 

993/822- «Abdullah b. Mes'ud radıyalîahü an/ı'den rivayet edî!mîşİr kî:  Resûlüllah saîîallahü aleyh ve srllcm bize :

— Ey gençler cemâati, sizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa hemen evlensin; zîrâ evlilik gözü (haramdan) daha yumdurucu, iffeti daha koruyucudur. Kimin gücü yetmezse o da oruç tutmayı iltizâm etsin. Çünkü oruç onun için hayalarını kesmek demektir; buyurdular.»[449]

 

Hadis müHefekum aİeyh'tir.

Peygamber {S.A.V.) 'in gençlere hitâb etmesi kadınlara karşı şeh­vet daha ziyâde onlartbın beklendiği içindir. Hadîsteki «bâe» kelime­sinden muradın ne olduğu uiemâ arasında ihtilaflıdır. Esah kavle göre cinsî münasebet kastedilmiştir. Bu takdirde mânâ şöyle olur: «Nikâ­hın  masraflarını çekmeğe  kudreti  olduğu cihetle  kimin  cimâ'a  gücü yeterse hemen evlensin. Kimin nikâh külfetlerine katlanmaktan âciz ol­duğu cihetle cim'a gücü yetmezse, o da şehvetini giderecek ve ondan doğacak kötülüğü hayaların kesilip çıkarılması gibi kesecek olan orucu tutsun.

îbni Hibban'm rivayetinde müdrec olarak (vicâ) «hayaların, çıkarılması» diye tefsir edilmiştir. Bazılarına göre (vicâ) hayaları burmaktır. Onları çıkarıp atmaya (ihsâ1) denilir. Burada maksad orucun civâ gibi olduğunu anlatmaktır.

Evlenme emri, aile geçindirebilecek olanlara nikâhın farzolma-sını iktizâ eder. Dâvud-u Zahirî ile İmam Ahmcd b. HanbeVdcn bir rivayete göre böyleîere evlenmek farzdır. Zâhiriler'den îbni Hazm (384 — 456): «cimâ'a muktedir olan her erkeğe evlenecek kadın veya satın alacak câriye bulursa evlenmek voya câriye almak farzdır. Bun­dan âciz kalırsa çok çok oruç tutsun» demiş; ve bunun selef-i sâlihîn-den bir cemâatin kavli olduğunu söylemiştir.

Cumhur'a göre buradaki emir nedib içindir.  Çünkü Teâlâ  hazret­leri :

[450] «O takdirde bîr kadın alın yâhûd satın aldığınız cariyelerle ik-tifâ edin.» bururarak evlenmekle câriye almak arasında muhayyer bı­rakmıştır. Câriye satın almak bilicmâ' vacip değildir;  o halde nikâh-da vâcib değildir. Zira vacip olanla vâcib olmiyan bir şey arasında mu hayyerlik olmaz.

Hanefîler'e göre Nikâhın yerine göre farz, vâcib, sünnet haram mekruh ve mubah olduğum! yukarıda gördük.

Orucun insanın hayalarım kesip atmak mesabesinde oluşu, şehveti kırmasındadır. Fakat oruçsuz az yiyip içmek şehveti kırmağa kâfi de­ğildir. Bu işte Allah'ın oruçta halketüği bir sırrın mühim tesiri vardır.

Hattabî (319 — 388) bu hadîsle, şehveti kesmek için ilâç kul­lanmanın caiz olduğuna istidlal etmiştir. Bunu Bagavî (426— 516) hikâye etmişse de tamamiylc şehveti kesmek doğru değildir. Çün­kü olabilir günün birinde aile geçindirecek hale gelir. Hattâ bu hu­susta Allah Teâlâ'nm fadl-u kerem'inden iffet ve nâmûs sahiplerini zengin kılacağına dâir va'd-i ilâhî'si vardır.

însanın tenasül âletini kesmek, hayalarını çıkarmak bilittifâk mem-nu'dur. Bittabi bu mânâdaki her şey de aynı hükümdedir. Binâenaleyh' bu gün salgın haline gelen umumî (doğum kontrolü) de dînen memnu'-(Jıır Çünkü bu nazariyeyi müslümanlara tatbik ve ta'mîm etmek, müs-lümanların azalmasını istihdaf eder. Halbuki iki cihan serveri Pcygam-berimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) müslümanların çoğalmaları için gönderilmiş; kendisi de bütün hayatı boyunca buna teşvik etmiştir. Nitekim bu husustaki hadisler sırası geldikçe görülecektir. Binâenaleyh böyle bir şeyi müslümanlara tavsiye etmek, doğrudan doğruya onları dînlerine karşı cinayete teşvik olur.

Hadîs-i şerifte gözü haramdan koruyacak, iffet ve namusun mu­hafazasına yarayacak şeyleri yapmağa tergîb ve teşvik vardır.

Bu hadîsle Mâlikîler'den bazıları istimnanın yani el ile meni in­dirmenin haram olduğuna istidlal etmiştir. Zîrâ mubah olsa tavsiye buyuruSurdu. Hanbelîler'den bazılarının istimnaya mubah hükmü ver­dikleri rivayet olunur.[451]

 

994/823- «Enes b. Mâlik radıyallahü anh'den rîvâyet olunduğuna gbrc Peygamber sallallahü aleyhi ve selîcm Allah'a hamd-ü sena et­miş ve :

— Lâkin ben namaz kılıyor ve uyuyorum; hem oruç tutuyor hem tutmuyorum; kadınlarla da evleniyorum. Şu halde kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir; buyurmuşlardır.»[452]

 

Hadîs müttefekum aleyh'tir.

Bu hadîsi bu lâfızla Müslim rivayet etmiştir. Hadisin sebebi var­dır. Bunu Enes (R.A.) şöyle anlatmıştır:

«Üç kişi Peygamber (S.A.V.) 'in (evinde yaptığı) ibâdetini sormak üzere onun zevcelerinin evlerine geldiler. Kendilerine Resûiülfah (S. AV) 'in evdeki ibâdeti haber verilince galiba onu az buldular da: «Re-sülüllah (S.A.V.) nerede bİi neredeyiz? onun gelmiş geçmiş bütün (müfesavveı) günahlarını Allah mağfiret buyurmuştur.» dediler. Bunun "•üzerine birisi :

  Bana gelince, ben  (bundan böyle)  ebedî olarak geceler! namaz kılacağım; dedi. Diğeri :

  Ben de ömrüm boyunca oruç tutacağım;  hiç    bırakmıyacağun; dedi. Öteki de :

  Ben de kadınlardan uzak'kalacağim; ve evlenmeyeceğim;  dedi. Nihayet Resûlüllah {S.A.V.) onların yanına geldi ve :

  Siz şöyle şöyle dediniz mi? Vallahi ben sizin en zi­yâde Ailah'dan korkanınız ve ondan sakınanınızım. Lâki^ ben namaz da kılıyorum; uyku da uyuyorum. Hem oruç tutuyorum, ilâh..; buyurdular.»

Abdürrczzak'm Said b. Müseyyeb'den Mürsel olarak rivayetine göre Peygamber (S.A.V.) 'in ibâdetini sormağa gelenler Alî b. Ebî Tâ-lib, Abdullah b. Amr b. As ve Osman b. Maz'un'dur.

Hadîs-i Şerif ibâdetlerde nefse zarar verecek derecede fazla inhimak değil, orta halin meşru' olduğuna delildir. Taberî : «Bu hadiste, yiyecek ve giyeceklerde helâl isti'mâlini men' edenlere ce-vâb-i redd vardır» diyor.

Kadı îyaz ise : «Bu cihet selefin ihtilâf ettiği meselelerdendir; bazıları Taberî'nin kavline zâhib olmuş; bir takımları da aksini il­tizâm etmişlerdir» demekte ve sözüne devamla : «evlâ olan, her işte ortayı tutup helâl şeylere devamda ifrat göstermemektir. Çünkü bu­nun sonu büyüklenmeye varır; şüpheli ve hattâ memnu' şeyleri ir­tikâba kadar götürür; zîrâ bir şeye alışan, bazan onu bulamaya bi­lir; sabredemez ve böylece haramı irtikâbeder» diyor.

KaadVnin fikrine itiraz eden de vardır. Bunlar «umurun en ha­yırlısı ortasıdir» dadîs-i şerifini prensip ittihâz ederler.

Hadîsteki «Benim sünnetimden yüz çeviren benden de­ğildir.» ifâdesinin mânâsı : benim yolumdan yüz çeviren dosdoğru olan îsîâmiycte ehil değildir» demektir.

Müslümana düşen vazife : Oruç tutmaya muktedir olabiimek için onu dâimi tutmamak; gece namazı kılabilmek için uyumak ve iffet­li olmak için evlenmektir.

Bazı ulemâ şöyle diyorlar : «Bir kimse Peygamber (S.A.V.) Efcn-mizin yoluna muhalefet etmekle, kendi yaptığı ibâdetin onun yaptığın­dan daha üstün ve muvafık olduğunu göstermek isterse, o takdirde ha­dîsteki «benden deö-ildjr» cümlesinin mânâsı: benim dinimde de­ğildir;" demek olur. Çünkü böyle bir itikad küfre götürür.[453]

 

995/824- «Bu da ondan (radtyallahü anh) rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem bize evlenmeyi emreder; nikâhı terkedip bir kenara çekilmekten şiddetle nehî buyurur ve :

— Çok doğuran sevimli kadınları alın; çünkü ben kı­yamet   gününde   sair   ümmetlere   sizinle   öğüneceğim; derdi.»[454]

 

Bu hadîsi Ahmed rivayet etmiştir.  Ibni Hibban onu sahîhlemiştir.

Hadîsin Ebu Dâvud ile Nesâî ve keza îbni Hibban'da. Ma'kil b. Yesar'dan rivayet edilmiş bir şahidi vardır.

Tebettül : Kadınlardan el çekerek, ibââdet maksadı ile nikâhı ter-ketmektir. Bu kelimenin aslı : Kesmek demektir Hz. Meryem ile Hi. Fâtıma (R. Anha)'ya bu kelimeden alarak (betüf) denilmesi, dîn ahlâk ve faziletçe şâir dünya kadınları ile kabil-i kıyâs olmamalarındandır.

Velûd : Çok doğuran kadındır. Bu cihet kızlarda akraba kadınların halinden belli olur.

Vsdûd : Güzel huyu, terbiyesi ve nezâketi ile kendisini kocasına sev­diren mahbûbedir.

Hadîs-i Şerîf, evlenerek üremenin lüzumuna ve doğum kontrolünün — gelişi güzel — caiz olmadığına delildir.

ÂhirrUe övünmenin caiz okluğu dahî bu hadîsin ahkâmı cümlesin-dendir. Bunun vechi. şudur : Hangi Peygamber'in ümmeti daha çoksa onun sevabı dahî çoktur. Çünkü her Peygamber'e kendisine tâbi olan­lara verilen ecirin bîr misli verilecektir.[455]

 

997/825- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den Peygamber salîallahü aleyhi ve seîlcm'den işitmiş olarak rivayet olunduğuna göre Peygam­ber (S.A.V.):

— Kadın dört şey için nikâh edilir: malı için, şerefi için, güzelliği için ve dîni için. Sen dindarı al da yoksul­luktan ellerin toprağa yapışsın; buyurmuşlardım.[456]

 

Hadîs Şeyheyn ile Yedİler'in geri kalanları arasında müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîs erkekleri evlenmeye sevkeden şeyin bu dörtten biri oldu­ğunu fakat onlarca en sona kalan sebep dindarlık idiğini haber veri­yor. Peygamber (S.A.V.) ise dindarını bulurlarsa kaçırmamalarını em­retmiştir.

Filhakika dindarlıktan başka bir sebepten dolayı evlenmekten nehî vârid olmuştur. İbni Mâce ile Bezsar'm ve Beyhakî'nin Abdul­lah b. Ömer'e mevkufen tahrîc ettikleri şu hadîs onlardan biridir:

«Kadınları güzellikleri için nikâh etmeyin, zîrâ olur ki güzellik kendilerini kötüleştirir. Malı için de nikâh et­meyin, çünkü olur ki ma! kendilerini azdırır. Siz onları dîni için nikâh edin. Hakîkaten kara, beceriksiz dindar bir Câriye (dindar olmıyan diğer kadınlardan)  efdâtdir.»

En iyi kadınların sıfatı hakkında Nesâî, Hz. Ebu Hüreyre'den şu hâdisî rivayet eder :

«— Yâ  Resûlüllah, kadınların hangisi daha hayırlıdır? denildi :

— (Kocası) baktığı zaman kendisini memnun eden, emrettiği zaman itaat eden ve nefsi ile malı hususunda hoşlanmıyacağı bir şeyle kendisine muhalefet etmeyen­dir; buyurdular.»

Haseb: însanm kendisinin ve ecdadının yaptığı iyi işlerdir. Tirmizî'-nin Hz. Semura'dan tahrîc ederek: «Hasendir» dediği merfu' bir ha­dîste haseb «mal» diye tefsir edilmiştir. Ancak babımızın hadîsinde on­dan bu mânâ kasdedilmemiştir; çünkü malın yanında zikredilmiştir. O halde burada ondan birinci mânâ kastedilmiştir.

Hadîs-i şerîf, her şeyde dindarlarla beraber olmanın evlâ oldu­ğuna delildir.. Çünkü onlarla düşüp kalkan onların ahlâkından, bereke­tinden ve tuttukları yoldan istifâde eder. Bilhassa karısının dindar ol­masına dikkat etmelidir. Zîrâ erkeğe en yakın odur. Onunla bir Ras­tığa baş koyar; çocuklarının annesi odur. Malını mülkünü ve iffet-ü namusunu koruyan da- odur.

Hadisteki «ellerin topraklansın» ta'bîri, fakirlikten kinaye­dir. Bu söz halk arasında konuşulurken söylenmesi âdet olmuş bir söz­dür. Yoksa Resûlüllah (S.A.V.) bununla beddua etmiş değildir.[457]

 

998/826- «Yine ondan (radıyallahü anh) rivayet olunmuştur ki: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem. Bir insan evlendiği zaman onu tebrik ederken :              

— Allah senin için mübarek kılsın; ve senin üzerine bereket indirsin, aranızı hayırda cem'etsin; bujyururlarmış.»[458]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dörtler rivayet etmiştir. Tirmîzî, İbn Huzey-me ve Ibnî Hibban onu sahîhlemişlerdir.

Rafa' : Güzel geçinmek ve uyarlık demektir. Burada evlenme teb­riki manasınadır. Resûlüilah (S.A.V.) evlenen bir kimseye iyi geçin­mesi için duâ ederse bu kelimleri söylerdi.

Bakıy b. Muhalled Benî Temîm'e mensub bir zâtdan şu hadîsi tahrîc  etmiştir :

«Biz câhiİİyyet devrinde:  Güfe güle geçin.... çoluğa çocuğa karış; derdik.  Resûlüflah (S.A.V.)  bize (ne diyeceğimizi)  öğretti ve: — «Şöyle deyin.. İlâh..;  buyurdular.» İmam Müslim Hz. Câbir (R.A.) 'dan şu hadîsi tahrîc etmiştir.

«Peygamber (S.A.V.) Câbir'e : s -  Fvlendin   mi? diye sormuş. Câbir:

  Evet; cevabını verince Resûlüiiah (S.A.V.):

  Allah senin için mübarek eylesin; demiştir.» Dârimî:

«Senin üzerine mübarek kılsın.»   cümlesini ziyâde   eyle­miştir.

Hadîs-i Şerîf, evlenene duâ etmenin sünnet olduğunu gösteriyor. Okunması sünnet olan duâ Hz. Amr b. Şuayb'ın babasından onun da dedesinden onun da Peygamber (S.A.V.) 'den rivayet ettiği şu hadîstir:

«Biriniz bir kadın veya hizmetçi yâhûd hayvan edi­nirse onun alnından tutsun ve: Yâ Rabbî, senden bunun hayrını ve mecbul bulunduğu tabiatının hayrını dilerim; bunun şerrinden ve mecbul bulunduğu tabiatının şerrin­den sana sığınırım; desin.»

Bu hadîsi Ebu Dâvud, Nesâî ve îbni Mâcc rivayet etmişlerdir.[459]

 

999/827- «Abdullah b. Mes'ud radıyaîîahü anh'den rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki: Bize Resûlüiiah sallallahih aleyhi ve seîlem hacet İçin teşehhüdün şöyle olacağını öğretti :

— Şüphesiz ki hamd Allah'a mahsustur. Ofna hamde-der; ondan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden de Allah'a sığınırız. Allah kime hidâyet ve­rirse artık onu saptıracak yoktur. Ve kimi saptırırsa, onu da doğru yola getirecek yoktur. Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. Muhammed'in onun ku­lu ve resulü olduğuna da şehâdet ederim der. Üç de âyet okur.»[460]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dörtler rivayet etmiştir. Tirmizî ile Hâkim onu hasen bulmuşlardır.

Hadîsteki «hacet için» ta'bîrinden sonra îbni Kesir «cZ - irşâd» nâm eserinde «nikâh ve gayrisinde» kaydını ziyâde etmiştir.

Okunacak âyetler: Nisa sûresi'nin ilk âyeti, Âl-i Imran'ın 102. ci ve Ahzâb sûresi'nin 70 — 71. ci âyetleridir. Îbni Kesîr'in rivayetinde bu âyetler hadîsin içinde zikredilmektedir.

Hadîsteki (hacet) in her hacete âmm ve şâmil olduğunu az evvel söylemiştik. Bu bâbta Beyhakî (384 — 458) de Şu'be'n'm şu sözle­rini naklediyor : Ebû Ishak'a,; Bu, nikâh hutbesi ile başka şeylerde mi okunacak ? dedim: Her hacette (okunacak) dedi.»

Hadîs bu teşehhüdün nikâh ve sâirede sünnet olduğuna delildir. Ni­kâhta bunu, akdi yapan nikâhı kıyarken okuyacaktır. Fakat bu sün­net bu gün metruk ve mehcurdur. Zâhir'ler'e göre teşehhüd vâcibtir.

Hu hususta Şâfüler'dcn Ebu Avâne Zâhirîler'le beraberdir. Nikâh hut-besinin vâcib olmadığı bir iki hadîs sonra görülecektir.[461]

 

1000/828- Câbir radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiş-oîr ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve scllcm:

—. Biriniz kadını istediği vakit, eğer onunla evlenme­ğe sebeb teşkil eden yerini görebilecekse bunu hemen yapsın; buyurdular.»[462]

 

Bu hadîsi; Ahmed ile Ebu Dâvud riv'.yet etmişlerdir. Râvîleri si­kadırlar. Onu Hâkim sahîhlcmiştİr.

Tirmizî ile Ncsâî'de bu hadîsin Mugîre'den rivâyelen bîr şahidi; !hni Mâcc ile İbni Hibbarida, Muhammed b. Mesleme'den bir şahidi İaha vardır. Müslim'mEbu Hüreyre'dcn rivayetine güre Peygamber «Ulallahü aleyhi ve sellcm bir kadınla evlenen bir adama:

  Ona baktın mı? demiş. Adam:

  Hayır; deyince :

  Git de ona bak; buyurmuşlardır, Câbir hadîsinin tamamı şudur:

«Câbir demiştir kî:   Ben  de bir kız istedim.  Ondan gizleniyordum. -ithayet  kendisini nikâh etmeme  sebep olan  yerini gördüm ve onunla vlendim.»

Hz. Mugîre rivayetinin lâfzı da şöyledir:

eMugîre bir kadın İstemiş Peygamber (S.A.V.) kendisine: — O kadına bak: çünkü bakmak yıldızınızın barışma­sı için daha muvafıktır; buyurmuştur.»

Bu hadîsler, evlenmek istiyenlerin istiyecekteri kız veya kadım evve­lâ bir görmelerinin rncndûb olduğunu göstermektedir. Cumhur-u ulemâ­nın kavli de budur. Bakılacak yer, ellerle yüzdür. Çünkü yüzünden güzelliği çirkinliği, ellerinden de vücudunun matlûba muvafık olup olmadığı anlaşılır. Evzaî'ye göre etli yerlerine bakabilir.

Hadis mutlaktır. Binâenaleyh nereye bakmakla maksad hâsıl ola­caksa oraya bakar. Nitekim Sahâbe-i Kiram hazcrâtı da bunu böyle anlamışlardır. Abdiirrezzak ile Saıd b. Mansur'un rivayetlerine na-zaran Hi.. Ömer (R. A.) Hz. Ali'nin kızı Ümm-ii Külsüm'ün topuğunun üstüne bj.kmıştı.

Bu hfıdi.sc Hz. Ümm-ü Külsüm (R.Anha) yi babası, Hz. Ömer'e gö­rünmek için gönderdiği zaman vâkî olmuştur. Hattâ bunun için kadı­nın rızâsı da şart değildir; o Farkında olmadan da bakılıp görülebilir. Nitekim Hz. Câbir (R.A.) öyle yapmıştır.

Bazı Şâfü imamlarına göre bu görme işinin dünürlükten evvel ol-m;ısı gerekir; tâ ki ^anlaşma olmazsa kadını rahatsız etmeden bırak­ım:; olur. İstedikten sonra görür ve sonra bırakırsa kadın üzülür.

İsteyeceği kadını erkek göremezso itimâd ettiği bir kadını görücü olarak göndermesi müstehâbtır. Filhakika Hz. Enes (R.A.) Peygam­ber (S.A.V.) 'in Ümm-ü Süleym'i bir kadını görmeğe yolladığını ve kendisine ta'limât verirken ;

«Ökçelerine bak; ve yakalarını kokla.» buyurduğunu ri­vayet etmiştir.

Bu hadîsi İmam Ahmcd, Taberînî, Hâkim ve Beyhakî tahrîc et­mişlerdir. Faka', hadîs hakkında söz edilmiştir. Bir rivayette :

«ön dişlerini kokla» denilmiştir. Bundan murâd ağzının ko­kup kokmadığını anlamaktır. Acaba kadının da aynı şeyleri evlene­ceği erkekte araştırmaya hakkı varandır? Bazıları: her ne kadar onun hakkında hadîs yoksa da hüküm ona da sabittir; diyorlar. Zâten kadının varacağı erkeğin kendisine küfu-ü yani denk olup olma­dığını araştırması şer'an hakkıdır.

Bir takımları kadın hakkında bu bâb'ta ayrıca delîl olmadığı için ona bu hakkın sabit olmadığına kaildirler.

Şunu da arzedelim ki şer-İ şerifin nezih bir müslüman erkeğe bahşettiği bu görme hakkı asla bu günkü yüz kızartıcı birleşmeler, dostlaşmalar, gezişmeler ve sevişmeler mânâsına gelemez. Bu kadarcık görme müsaadesi, sonra pişman olup ta, kurulan aile yuva­sını yıkmamak için peşinen alınan şer'î tedbirden başka bir şey de­ğildir.[463]

 

1004/829- «İbnİ Ömer radıyattahtİ anhümâ'ûsn rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Sizden biriniz dîn kardeşinin dünürlüğü üzerine dünürlük göndermesin. Tâ dünür gönderen ondan önce vazgeçinceye yâhûd   kendisine  izin verinceye  kadar; buyurdular.»  [464]

 

Hadîs mütîefekun aleyh'tir. Lâfız Buhârî'nindir.

Buradaki nehyin tanrım için olduğuna Nevevî (631 — 676) ic-mâ' iddia etmiştir. Fakat Hattabî (319 — 388) bunu kabul etme­miş buradaki nehy'in tahrîm için değil, te'dîb için olduğunu söyle­miştir. Kadın icabet ettikten sonra dünürlüğü bozmak icmâ'en ha­ramdır. Kadın mükellef ise icabet hususunda söz kendisinindir. Kü­çükse velîsi îcâbet eder. Eğer kadın nikâha sarahaten icabet etme­mişse, başkasının onu istemesi esah kavle göre haram değildir. Ni­kâha rızâ göstermediği gibi adem-i rızâda göstermemişse hüküm yine aynıdır.

Hanefîier'le Şâfiîler'e göre bakire kızın burada sükût etmesi rizâ sayılır. Nikâha razı olduktan sonra dünürlüğü bozmak haram olmakla beraber kıyılan nikâh cumhur'a göre yine de sahihtir. Dâvud-u Zâhirî~ ye göre ise böyle bir nikâh zifaftan sonra bile olsa yine feshedilir.

«Kendisine izin verinceye kadar» ifâdesi ilk dünürlüğü gönderen izin verdikten sonra artık onun üzerine dünürlük yapmanın caiz olduğuna delîHdr. Çünkü izin vermesi o işten vazgeçtiğine delâlet eder. Şu halde o kadını artık her dileyen isteyebilir.

Fâsık'ın dünürlüğü üzerine dünür göndermek bazılarına göre caiz­dir. Fakat Cumhur-u ulama bu ciheti nazar-ı itibâre almamışlardır.[465]

 

1005/830- «Sehl b. Sa'd es-Sâİdî radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sollallohü aleyhi ve acllem'e bîr kadın geldi ve:

     Resûlaliah kendimi  sana tıîbe etmeğe geldim; dedi.Resû­lüllah sollallahü aleyhi ve scîlcm ona bir baktı ve kadını tepeden tır­nağa süzdü sonra Resûlüllah salldllahü aleyhi ve sellem başını eğdi. Kadın onun  kendisi  hakkında  bir hüküm vermediğini görünce oturdu. {Bu sefer) ashabından bir adam ayağa kalkarak:

  Yâ Resûlallah, eğer senin bu kadına bir İhtiyâcın yoksa onu be­nimle evlendir; dedi. Peygamber (S.A.V.):

  Yanında bir şey var mi? diye sordular. Adam:

  Hayır vallahi yâ  Resûlallah;  dedi.  Resûlüllah. (S.A.V.):

— Ailen nezdine git de bak bir şey bulabilecekmisin? dedi.

Bunun üzerine adam gitti. Sonra döndü ve :

  Hayır vallahi, hiç bir şey bulamadım; dedi. Resûlüllah sallalla-hü aleyhi ve sellem :

  Velev demirden bir yüzük olsun bak; dedi. Adam (yi­ne) gitti Sonra döndü ve:

— Hayır vallahi yâ Resûlüllah, demirden bîr yüzük de bulamadım ama İşte kaftanım! — Sehl demiştir ki: malı bir kaftandan ibaretti — bu kaftanın yarısı onun olsun; dedi. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— O senin kaftanını ne yapsın? onu sen giysen kadı­nın üzerinde bir şey kalmiyacak; kadın giyse senin üze­rinde ondan bir şey kalmıyacak; buyurdular.

Derken adam oturdu. Bir hayli oturduktan sonra kalktı. Resûlüllah. sallallahü aleyhi ve sellem onun dönüp gitmekte olduğunu görünce ça-ğırılmasını emretti; ve adamı çağırdılar. Geldiğinde Peygamber (S. A.S.):

  Ne miktar Kur'an bilirsin? diye sordu:

  Filân ve filân sûreleri bilirim; dedi ve onları saydı. Peygamber (S.A.V.):

  Onları ezbere okuyabiliyormusun? dedi. Adam:

  Evet; cevabını verdi. Resûlüllah (S.A.V,)

— Haydi git, onu sana bildiğin Kur'an   mukabilinde Verdim; buyurdular.»[466]

 

Hadîs müttefekum aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir.

Bir rivayette Resûlüllah (S.A.V.) ona: «Git, onu sana verdim? ona Kur'andan şeyler) öğretiver» demiştir.

Bjihan'nin bir rivayetinde ise: «onu sana bildiğin Kur'an. mukabilinde temlik ettik.» buyurulmuştur.

Ebû Davud'un Ebû Hüreyre'dcn rivayetinde Peygamber {S.A.V.):

  Ezbere ne kadar biliyorsun? dedi. Adam :

  Bakara Sûresi ile ondan sonrakini; cevâbını verdi. Resûlüllah (S.A.V.):                                                                                                      

  Kalk. Ona yirmi âyet Öğretiver; buyurdular.» denilmek­tedir.

Hz. Sehl hadîsinde geldiği bildirilen kadının ismini Musannif merhuni bulamamıştır. Bazı kayıdlardan bunun Havle binti Hakim yâhûd Ümm-ü Şerik olduğu anlaşılıyor. Hür bir insanın kendisi hibe edilemiyeceği ci­hetle «Kendimi s? a hibe etmeğe geldim» cümlesinden muzaf hazf edilmiş­tir. Mânâ şöyledir: «Kendimin umurunu sana hibe etmeğe geldim.»

Evlenmek istiyen sahâbi'nin ismi bulunamamıştır.

Bu hadîs-i Şerif bir çok meselelere delâlet etmektedir. Bunları İbni't-Tin tedkîk etmiş: ve yirmi bir dâne olduklarını söylemiştir. Bu­harı (194 — 256) bunların ekserisi için ayrı bir bâb tahsis etmiştir. Biz bunlardan bir kaç tanesini zikredeceğiz:

1— Kadın kendini ehl-i salâh bir zâta arzedebilir.

2— Evlenmek niyeti ile kadına bakılabilir.

3— Akrabası olmayan kadının velisi, (onun izin ve rızâsı ile) müs-lümanlarm hükümdarıdır.    Yalnız hadîsin bazı rivayetlerinde kadının kendi umurunu Peygamber (S.A.V.)'e tefviz ettiği zikredilmektedir. Bu ise tevkildir; ve kadının velîsi vaFmi yokmu sorulmadan dahî yapılabilir. H af tabî: «Zâhİr-i hale hamlederek ulemâ'dan   bir cemâat buna zâhib oldular» diyor.

4— Hibe ancak kabul ile sabit olur.

5— Nikâhta mutlaka mehir lâzımdır; ve bu az bir şeyden de olabilir. Çünkü«velev demirden bir yüzük» buyurulması, azlığı hususunda mübalâğadır. Binâenaleyh bir mala kıymet ve fiyat olabilen her şey­den mehir olabilir. Kıymeti olmıyan bir şeyden mehir yapılamıyaca-ğma ve böyle bir şeyle nikâhın helâl olmıyacagma icmâ' bulunduğu­nu Kadı îyaz nakletmiştir.

Zâhirîler'den îbni Hazm-: «Mehir, kendisine şey denilebilen her nes­neden hatla arpa dâhesinden bile olur; çünkü Peygamber (S.A.V.): (bir şey bulabilecekmisin) buyurdu» iddiasında bulunmuşsa da kendisine cevap verilmiş ve : «velev demirden bir yüzük» buyurması az­lık hususunda bir mübalâğadır; onun da bir kıymeti vardır» denilmiştir. Zâten hadîsteki: Kimin evlenmeğe gücü yetmezse» cümlesi ev­lenmenin herkesin gücü yeteceği bir .şey olmadığına delildir. Kur'ân-ı Kerim'de :

«Kim[467] güç yetfiremezse» ve keza «mallarınızla[468] akdeimenîz» buyurulması mehirde maliyetin şart ol­duğunu gösterir. Hattâ bazıları onun en az elli dirhem olabileceğine, diğer bazıları kırk; bir takımları da beş dirhem olabileceğine kail olmuşlardır. Hanefîler'e göre mehirin en azı on dirhem para yâhûd on dirhem kıyme­tinde olan bir maldır.

Mehir: Nikâhın hükümlerindendir; ve kadının şerefini meydana çı­karmak için meşru' olmuştur.

Mehrin: sadak, nihle, atiyye, ukr, ecir ve ferîza gibi bir çok isimleri vardır.

6— Akid esnasında mehri zikretmek îcabeder. Çünkü mehri zikret­mek niza'a meydan bırakmaz. Maamâfîh mehir zikredilmeden nikâh kt yılsa akid yine sahîhdir; zifaftan sonra kadına mehr-i misil verilir.

Mehr-i Misil : Kadının misli olan diğer bir kadının meselâ ablasının veya kız kardeşinin mehiridir. Onun mehri ne ise bunun da o olur. Nikâhdan önce verilen yüzük küpe kolluk ve şâire gibi başlık ve ağırlıklar da mehirden sayılırlar. Mehrin peşin verilen kısmına «Mehr-i muaccel» ve­resiye kalan kısmına da «Mehr-i müeccel» derler.

Mehrin hepsinin peşin verilmesi müstehâbtır.

7— Zan üzerine yemin etmek caizdir Zira Resulü Ekrem (S.A.V.) o zâtı yemininden sonra mehir aramağa göndermiştir. Eğer yemini yüzde yüz bildiği için etmiş olsa idi onu tekrar göndermekte bir mânâ kalmazdı.

8— Erkeğe kendisi İçin zarurî olan eşyasını mehir olarak vermek caiz değildir. Meselâ avret mahalline örttüğü elbisesini; yiyeceği  zahiresini vermek doğru değildir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) o zâta abasını taksim ettirmemi ştir.

9— Fakirlik iddia eden kimseyi denemek îcabeder, Zîrâ  Resûlüllah {S.A.V.} o adamı ilk iddiasında hemen tasdik edivermedi. Bu, fakirliğine karine hâsıl oluncaya Kadar onun yemininin bile nazar-ı îtibâre ahnmıya-cağına delilidir.

10 — Akid için hutbe vâcib değildir. Çünkü hutbe hadîsin hiç bir ri­vayetinde zi tredilmemiştir.

11— Mehir, Kur'ari öğretmek gibi bir menfeat olabilir.  Nitekim Musa ve Şuayb aleyhimesselâm kıssası da buna delâlet eder.

Fakat Hanefîler'e göre menfaatten mehir olmaz. Onlar bu hadîsi te'vî'l ederler ve mehirsiz evlenmeyi Peygamber {S.A.V.) 'e mahsus sayarlar..

12— Hadîsin «Bildiğin KurTan   mukabilinde» cümlesinin Kaadi hjaz'a. göre iki veçhe ihtimali vardır :

a) Kadına Kur'ân-ı Kerîm'den bildiklerini yâhûd muayyen bir mik­tarını öğretecek; ve bu onun mehri olacaktır.

b) Kadını o adama mehirsiz nikâh etmiştir. Bu takdirde hadîsteki (ba) harfi, ta'lü içindir.

O zât Kur'ân-ı Kerîm'in bir kısmını ezbere bildiği için bu mehirsiz evlendirme kendisine bir ikram olmuştur.

Hz. Enes (R,A.) 'm ebeveyni olan Ümm-ü Sülyem ile Ebu Süleym'in "kıssaları bu ihtimali te'yîd eder. Şöyleki :

«Ebu Süleym, Ümm-ü Süleym'i istemiş. Ümm-ü Süleym :

— Vallahi senin gibi bir adam reddedilemez ama sen kâfirsin b&n müslüman. Bana seninle evlenmek helâl olmaz. Eğer müslüman olursan mehir borcun bu otsun; senden başka bîr şey istemem; demiş. Bunun üzerine Ebû Süleym müslüman olmuş; Ümm-ü Süleym'in mehri de onun müslümanlığı kabulü olmuş.»

Bu hadîsi Nesaî ta.ıric etmiş ve sahîhlemiştir. Râvisi Ibni Abbas (R.A.) 'dır. Hattâ Nesü bu kıssa için «Bâbü't - Tezvîc ale'l - İslâm». unvanı altında bir bâb tahsis etmiştir. Nesâî'nin bu hareketi ikinci ih­timali tercih ettiğine delildir; halbuki birinci ihtimal daha kuvvetlidir.

13— Nikâh, temlik lâfzı ile mün'akid olur. Hanefîler'Ie Mâlikîler'in ve bazı ulemâ'mn mezhebi budur.

Onlara göre : nikâh, tezvic, hibe ve sadaka gibi hâlen temlike de eden her sözle mün'akid olur. Şâfiîler'e göre ise yalnız nikâh ve tezvic sözleri ile kıyılır.[469]

 

1007/831- «Âmir b. Abdlllah[470] b. Ez - Zübeyr'den o da babasından -radıyalahü anhihm- îşilmîş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Nikâhı ilân edin; buyurmuştur.»[471]

 

Bu hadîsi Ahmed rivayet etmiş; Hâkim de sahihi emiştir.

Bu bâbta Hi. Âişe ( R.Anhâ) 'dan şu hadîs rivayet olunmuştur :«Nikâhı ilân edin ve onun için def çalın».

Bu hadîsi Tirmizî tahric etmiştir. Fakat râvîleri arasında İsa b. Meymun vardır. Bu zât zaîftir. Aynı hadîsi tbni Mâce ile Bcyhakî de tahrîc etmişdir. Bunların isnadında da Halid b. îyas vardır ki bu zatın hadîsi münkerdir. İmam Ahmed demiştir ki: Yine Tirmizî, Hi. Âişe'dcn şu hadîsi tahrîc etmiş; ve «hasen garîbür» demiştir:

Bu nikâhı i'lân edin; hem onu mescidlerde kıyın; o-nun için defleri çalın. Biriniz hiç olmazsa bir koyun ile düğün da'veti yapsın. Şâyed biriniz bir kadın istediği va­kit saçını siyaha boyamış bulunursa (bunu) o kadına bil­dirsin; onu aldatmasın.»

Bu hadîsler nikâhı i'lân etmenin lüzumuna delâlet etmektedir. î'lân-için def çalmak dahî emrolunmuştur. Bu hususta hadîsler çoktur. Bun­ların her biri hakkında söz edilmiş de olsa yine birbirilcrini takviye ederler ve i'lân için def çalmanın    meşru'    olduğuna delâlet ederler.

Emrin zahiri vücûb ifâde ederse de : «def çalmak vâcibtir» diyen ol-îTHimışür. O sadece mesnûndur. Lâkin zamanımızda olduğu gibi berabe­rinde güzel sesli kadın şarkıcılar bulunup da çeşitli rezalet şarkıları okumamak şarttır. Bunlar kat'jyetle haramdır. Sünnet vecih üzere düğün i'lânı bu gün maalesef kalmamıştır.[472]

 

1008/832- «Ebu Bürdete'bni Ebî Musa'dan o'da babasından -radıyal-îahü anhümâ - rivayet olunmuştur. Babası demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Nikâh ancak velî iie olur; buyurdular.»[473]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dörtler rivayet etmişlerdir. Ibnİ Medîni ile Tirmizî onu sahîhlemiş;   İbnİ Hibban mürsel olmakla illetlendirmiştir.

İbni Kgs'it diyor ki: «Bu hadîsi Ebu Dâvud, Tirmizî, îbni Mâce ve başkaları İsrail'den; Ebu Avâne, Kaadî Şurcyh Kays b. Rcbî', Yunus b. Ebî İshak ve Zübeyr b. Muaviye de Ebû İshak'dan yine böy­le mürsel olarak tahrîc etmişlerdir. Tirmizî dahî: «Aynı hadîsi Şu'be ve Scvrî, Ebû İshak'dan mürsel olarak rivayet etmişlerdir; ama bence evvelki yani Ebû Bürde tariki ile olan rivayeti daha sahihtir» demek­tedir. Abdurrahman b. Mchdî de bu hadîsi böyle sahîhlemiştir. Ali b. Medlnî: «İsrail'in nikâh hakkındaki hadîsi sahihtir.» demiş­tir. Bu hadîs Buharî'ye sorulmuş: «sikanın ziyâdesi makbuldür» ce­vabını vermiştir. İsrail sikadır. Bunu tbni Kayyim (691 — 751) «Tchzibü's - Sünen» adlı eserinde zikretmiş ve: «Her ne kadar bu hadîsi Şu'be ile Sevrî Mürsel olarak rivayet etseler de bu, hadise zarar vermez» demiştir.

Hadîsi Bcyhakî ve daha bir çok hafızlar sahîhlemişlerdir. îbni Medînî: «Bu hadîsi Ebu Ya'lâ «Müsned inde Câbir'den merfu' olarak rivayet etmiştir. Hafız Ziya râvilerinin hepsinin sika oldu­ğunu söylüyor.» demektedir.

Hâkim : «Bu bâbta Peygamber (S.A.V.) 'in zevceleri Aişe, Ümm-ü Seleme, ve Zeyneb bînti Cahş'dan sahîh rivayetler vardır. Bu bâbta Ali İle îbni Abbas'tan da rivayetler vardır» demiş sonra otuz şahabı say­mıştır.

Kadının kadını ve kendini evlendirpmiyeceğine dâir Ebû Hüreyr© hadîsi ile velîsiz nikâh caiz olmayacağına dâir Hz. Âİşe hadîsi de aşa­ğıda gelecektir.

Hadîs-i Şerîf, nikâhın velîsiz caiz olmıyacağına delildir.

Velî : Kadının asabelerinden en yakın olan erkektir. Şâir akraba­larından olmaz.

Ulemâ nikâhta velînin şart olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Cumhur'a göre şarttır. Hattâ İbni Münzir'den rivayet olunduğuna göre sahâbe'den bu bâbta hiç bir muhalif yokmuş. İmam Mâlik : «Şe­refli kadın için velî şart; şerefsiz için şart değildir. Kendisini tezvîc edebilir» demiştir.

HaneFîler'e göre âkil baliğ olan kadın hakkında velî mutlak surette şart değildir. Onlar velîsiz nikâh olmadığını ifâde eden hadîslerin zaîf hattâ bazısının muztarib olduğunu ortaya koymuş; ve bekâr kadının kendini evlendirme, hususunda velîsinden daha ziyâde hak sahibi oldu­ğunu gösteren Müslim hadîsi ile istidlal   etmişlerdir.

Bu hadîsi Ebu Dâvud, Tirmizî, Ncsaî ve «el - Muvatta'da.» imam. Mâlik de rivayet etmişlerdir. Lâfzı şudur:

«Bekâr kadın kendi nefsi hakkında velîsinden daha ziyâde hak sahibidir.»

Zâhirîler'e göre bakire hakkında velî şart; dul için şart değildir Delilleri aşağıda gelecek Ibnî Abbas hadîsidir.

Ebû Sevr (— 240)'e göre kadın velîsinin izni ile kendini nikâh edebilir. Delîli aşağıdaki hadîsin mefhumu muhalifidir.[474]

 

1010/833- «Âişe radıyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. DemİştSr ki: Resûlütİah sdllaUahü aleyhi ve seîlem:

— Hangi kadın velîsinin izni olmaksızın kendisini ni­kâh ederse onun nikâhı bâtıldır. Eğer kocası ona dâhil[475] oldu ise tercini istihlâl etmesine karşılık kadına mehir vardır. Eğer velîler (onun kocaya verilmesi hakkında) münazaa ederlerse o takdirde sultan, velîsi olmıyanın velîsidir; buyurdular.»[476]

 

Bu hadîsi Nesaî müstesna Dörtler tahrîc etmişlerdir. Onu Ebu Avâ-ne, Ibnİ Hibban ve Hâkim sahîhlemişlerdir.

îbni Kcsîr bu hadîsi Yahya b. Maîn ve daha başka hadîs ha­fızlarının sahihlediğini söylüyor. Ebu, Sevr «Velîsinin izni ol­maksızın» ta'biri için : «Bundan anlaşılıyor ki velisi izin verirse kadının kendini nikâhetmesi caiz olur.» demiştir. Bittabî bu mef­humdur. Mantûka muâraza edemez.

Hanefiler bu hadîsi zaîf bulmuşlardır. Onun, üzerinde ulemâ'nın sözleri çoktur. Bunları Bcyhakî «Es - Süncnü'l - Kübrâ» adlı ese­rinde uzun uzadıya saymıştır.

Hadîs-i Şerif, nikâhta velînin nazar-ı itibâre alınacağına, akdi kendisinin veya vekilinin yapması lâzm geldiğine delildir. Duhûl vâkî olursa mehir vermenin lüzumu; nikâh'ın bir rüknü bozulursa bâtıl olacağı; ve keza nikâhın bâtıl ve fâsid kısımlarına ayrılması de bu hadîsin delâlet ettiği hükümler cümlesindendir.

Velîler münazaa ettiği zaman nikâh hakkı devlet reisine inti­kal eder. Bazıları bu hakkın uzak velîye intikal edeceğine kaildir­ler.

Hadîsimiz, velîsi bulunmayan bir kadının velîsinin devlet Re­isi olacağına da temas etmektedir. TaberânVnin İbnî Abbas (R. A.} den merfu' olarak tahrîc ettiği şu hadîs dahî bunu te'yîd. ediyor:

«Nikâh ancak velî ile sahîh olur. Sultan da velîsi ol­mayanın velîsidir.»

Bu hadîsin ravîleri arasında zaîfîerden Haccac b. Ertât varsa da aynı hadîsi Süfyan da «.Cami'» inde tahrîc etmiş; ve yine o yol­dan Tdberanî de «el - Evsat* mda onu hasen bir isnadla İbnİ Abbas dan tahrîc eylemiştir. Lâfzı şudur:

«Nikâh ancak mürşîd bir velî yâhud Sultan ile caiz olur.»

Sulfan'dan murâd: âdil olsun olmasın, hükümdardır. Bazıları: «Bundan murâd yalnız âdil olan hükümdardır; âdil olmıyan hükümdar bu işe ehil değildir...» demişlerdir.[477]

 

1011/834- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'âen rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahü aleyhi ve scîîcm:

  Dul kadın, kendisinden emir alınmadıkça nikâh  edilemez; Bakire dahî kendisinden izin alınmadıkça ni­kâh edilemez; demiş.  Eshâb :

  Yâ Resûlüllah, onun İzni nasıl olacak? deyince :

  Susmasidir; buyurmuşlardır.»[478]

 

Hadîs müttefekum aleyh'tir.

Hadîs-i Şerîf, dul kadın nikâh edilirken kendisinden mutlaka emir almak lâzım geldiğine; akid için ondan emir alınmadıkça velîsinin .ıi-kâhmı kıyamıyacağma delâlet ediyor.

Bu emirden murâd: onun rızâsıdır.

Bakireden maksad: akil baliğ olan kızdır. Onun hakkında emir değil de izin alma ta'birinin kullanılması, aralarında fark olduğunu göster­mek içindir. Dul kadınla mutlaka müşavere yapılacak; velî ondan akdi yapmak için sarahaten söz alacaktır. Bakire hakkında ise rizâ kâfidir. Bu da ya sözle yâhûd .sükût etmekle tahakkuk eder. Onun hakkında susmanın rizâ yerine geçmesi utandığındandır. Burada utanmak söz yerine kabul edilmiştir. Nitekim Şeyheyn'in müttefikan tahrîc et­tikleri H. Âişe hadîsinde tasrîh edilmiştir. Hz. Âişe hadîsi şudur:

Âişe: Yâ Resûlallah, şüphesiz ki bakire utanır; demiş; Peygamber (S. -A.V.) Onun nzâsi Sükûttur; buyurmuşlardır.

Lâkin İbni Münzir: «Sükûtunun rizâ olduğunu bilmek müstehâbdır» demiştir.

Bazılarına göre bakireye üç "defa: «Razı isen sus; değilsen konuş» denilir. Konuşmaz fakat ağlarsa mesele yine ihtilaflıdır. Bâzılarına göre ağlayarak susmak rizâ sayılmaz. Hanefiler'le diğer bazı ulemâ'ya göre ağlamanın bu işten imtina1 hususunda bir te'siri yoktur. O da rizâdır; yalnız bağırıp çağırır ve razı olmadığına alâmetler gösterirse o zaman rizâ sayılmaz.

Bir takımları: «göz yaşına bakılır, sıcak ise razı olmadığına; so­ğuk ise rızasına delâlet eder» demişlerse de buna i'tibâr yoktur.  .

Hadîs, baba olsun başkası olsun bütün velîlere âmm ve şâmildir; ve baliğ olan bakireden behemehal izin isteneceğine delâlet eder Ha-nefîler'le diğer bâzı ulemâ'nın mezhebi de budur. Delilleri bu hadîs ile Müslim'in tahrîc ettiği :

«Bakireden babası izin ister» hadîsidir. Bu hususta sözün devamı aşağıdaki hadîstedir.[479]

 

1012/835- «İbni Abbas radıyattahü anhümâ*dan rivayet olunduğu­na göre Peygamber sallallahü aleyhi ve stâlem:

— Dul kadın kendi nefsi hakkında tasarrufa velîsin­den daha haklıdır, bakireden ise müsaade istenir. Onun İzni SÜkÛtdur; buyurmuşlardır.» [480]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmi.ştir.

Bir rivayette: «Dul kadınla beraber velîye iş yoktur; fa­kat yetimeden. emir alınır»  buyuru i muştur.

Bunu Ebu Dâvud ile Ncsaî rivayet etmişlerdir. İlmi Hibban ise sahîhlemiştir.

Dul kadının kendi nefsine daha haklı olmasından maksad onun rı­zâsı olduğunu yukarıda gördük. «Dul kadınla beraber velîye iş yoktur» demek: razı olmazsa velî bir şey yapamaz,; demektir.

Şer-i şerifte, yetime : babası olmayan küçük kızdır. Bu hadîs; «Küçük kızı babasından başka kimse evlendiremez» diyen İmam Şâ/iî'nin delilidir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) «yetîmeden emir ali­ni r» buyurmuştur. İzin almak ise ancak bulûğa erdikten sonra olur. Küçük bir kızdan izin istemekde bir fayda yoktur.

Hanefîter ise küçük kızı bütün velîlerin tezvîc edebileceğine kail­dirler. Delilleri :

[481] «Eğer yetimler bıkkında adalet gösteremiyeceğinizden korkarsanızı âyet-i kerîmesi'dir.

Mezkûr âyetin sebebi nüzulü : Velî'nin taht-ı terbiyesinde bir yetî-me bulunur da velî onunla evlenmeğe razı değilken malına göz dikerek malı için evlenirse bir daha bunu yapmamasını tenbih içindir.

Hanefîler'e göre böyle küçükken uzak velîler tarafından nikâh edi­len kıza bulûğa erdikte muhayyerlik vardır. Yalnız İmam Ebû Yu­suf'a, göre kızı tezvîc eden babadan başkası da olsa muhayyerlik yoktur.[482]

 

1013/836- «Ebu Hüreyre rodıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Kadın kadını evlendiremez; kadın kendini de ev­lendiremez; buyurdular.»[483]

 

Bu hadîsi ibni Mâce ile Dâre Kutnî rivayet etmişlerdir. Râvîleri sikadır.

Hadîs-i Şerîf, kadının kendini ve başkalarını nikâh etme bâb'ında velî veya vekil olmağa hakkı bulunmadığına delildir. Cumhur'un mez­hebi de budur.

Ebu Hanî/e'ye göre" âkil baliğ olan bir kadın kendini tezvîc ede­bildiği gibi küçük kızını tezvîc için velî ve başkasına vekîl dahî olur. Yalnız kendisi küfüne varmamışsa velîlerine i'tirâz hakkı vardır.

İmam Mdîik'in şerefli kadını velîsi, şerefsizi ise kendisi evlen­dirir» dediğini yukarıda gördük.

Cumhur-u ulemâ bu hadisle ve :

«Onları[484] kocalarına varmaktan men' etmeyin» âyeti kerîmesi ile istidlal ederler. İmam Şafiî : «Velîyi nazar-ı i'tibâre alma husu­sunda en sarih âyet budur; yoksa kocanın mâni' olmasının bir mâ­nâsı yoktur» diyor.

Bu âyet'in sebeb-i nüzulü şudur Ma'kil b. Yesâr kız kardeşini ev-lendirmişti. Kocası onu ric'ı bir talâkla[485] boşadı; ve iddeti geçinceye kadar kadının semtine uğramadı. Sonra ona dönmek istedi Hz. Ma'kil kız kardeşini ona tezvîc etmiyeceğine yemîn etti. îşte bu âyet bu münâ­sebetle nazil oldu. Bunu Buharı rivayet etmiştir. Ebû Dâvud: «Ben de yemîıîmden dolayı keffâret verdim; ve kız kardeşimi onunla evlen­dirdim» cümlesini ziyâde etmiştir.

Şafiî diyor ki: «Eğer kadına kendini evlendirmek hakkı olsay­dı kardeşi razı olmadığından dolayı tekdir edilmez; âyet de kadının kendini tezvîc edebileceğini beyân için nazil olurdu.»

Maamâfîh Razî'ye göre âyetteki (muhâtab'lar) zamiri kocalara aittir. Hattâ «Nihâyetü'î - Müctchid-» nâm eserde şöyle deniliyor : «Bu. âyette velîlerin mâni' olmaktan nehyecülmelerinden başka bir şey yoktur. Bundan akd'in sahîh olması için onların izinlerinin şart oluşu ne hakikaten ne de mecazen anlaşılamaz. Bilâkis zıddı anlaşı­lır ki, o da velîlerin velilik yaptıkları kimseyi icbar edemiyecekle-ridir. «Bu îzâhât San'anî (1059—1182) tarafından çeşitli i'tirâzlar-la karşılanmıştır. Biz onlardan sarf-ı nazar ediyoruz. Yalnız îbnil-Kayyim'in bu bâb'taki mütâlâasını kaydetmeden geçemiyeceğiz. tbni'î - Kayyım şöyle diyor : «Bakire âkil baliğ reşîd bir kızın ba­bası onun mülkinde ekal bir tasarrufta bulunamaz; ancak rızâsı olursa başka. Şu halde nasıl olur da onu câriyeleştirerek bud'unu onun rızâsı olmadan elinden alır ve kendi dilediğine verebilir? Kadm bu hususta insanların en mükrchi (zorlananı) olur. Ma'I umdur ki kadının bütün malını rızâsı olmıyarak elinden almak onun için istemediğine vermekten daha ehvendir. Bunun mucebi : Bikri bâliğa nikâha icbar edÜeme neklir. Cumhur-u selefin kavli ve Ebû Banlfc'nın ve bir rivayette İmam Ahmed'in mezhebi budur. Bizim ihtiyar et­tiğimiz kavil de budur.»[486]

 

1014/837- «Nâfi'den o da İbni Ömer radıyalîahü anhümâ'dan işit­mek sureti ile rivâyel edilmiştir. Ibnİ Ömer demiştir ki :

— Resûlüllah sallctllahü aleyhi ve seUcm trampadan nehyetfi.»[487]

 

Trampa : Bir adamın kızım birine, onun da kızını kendisine ver­mek şartı ile vermesi ve aralarında mehir bulunmamasıdır.

Hadîs j-nüttefekun aleyh'tir. Diğer bir vecihten Buharı ile Müslim, sigarının tefsirini Nâfi' tarafından yapıldığına ittifak etmişlerdir.

İmam Şafii'nin: «Bu tefsir Peygamber {S.A.V.)'denmidir; yoksa İbnî Ömer'den veya Nâfî'den yâhûd Mâlik'denmidiv; bilmiyorum» de­diğini Bryhakl «cl-Ma'rifc» de'hikâye etmiştir.

Hatîb : Bu tefsir, Peygamber (S.A.V.)'in sözü değil, Mâlik'in sözü­dür, onu merfu' metne eklemiştir; bunu İbni Mehdi beyân etti» di­yor. Dârr, Kutnî'nm Hâlid b. Muhalled tarîki ile İmam Mâlik'den tahric ettiği şu rivayet de tefsîr'in Mâlik'in sözü olduğuna delâlet ediyor. Hâli d : «Mâlik'in: şigâr bir adamın kızını... ilâh; dediğini işittim doniştir.

BuİK«n'yc gelince : O bu tefsirin Nâfi' tarafından yapıldığını «Kifnbiil - Hiyrh de tasrih etmiştir.

Kurttıbl diyor ki : «Şigâr'ı bu suretle tefsir etmek sahih ve li­san ulomi't^t'nın dediklerine uygundur. Eğer bu haber merfu1 ise m.-ıksiK! I .'{Kil oldu denırkttr. Sahâbe'nin sözü ise yine makbuldür. Çün­kü saiıâbt kr-mii sözünü daha iyi biür ve anlar.»

Trampa nikâhı'nm memnu' olduğu anlaşılmıştır. Ancak Fukahâ  nnun   hükmü  hususunda  ihtilâf etmişlerdir.     İmam Şafiî  ile Mâlik1 e göre bu nikâh bâtıldır. Çünkü ondan nehî vârid olmuştur; nehî bâtıl olmayı îcabeder.

Hanefîfer'Ie diğer bâzı  ulemâ'ya  göre, nikâh  sahih,  şartlar bâtıl­dır.'Kadınların her birim; mehr-i misil verilir.[488]

 

1015/838- «İbni Abbas radıyalîahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre, bakire bir kız. Peygamber sallullahü aleyhi ve sellem'e gelerek; kendisi İstemediği  halde  babasının  tezvîc ettiğini  anlatmış; Resûlüllah sallallahü aleyhi ve srllrm de onu muhayyer bırakmıştır.»[489]

 

Bu hadîsi Ahmed, Ebu Dâvud ve İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Hadis mürsel olmakla illetlendirilmİslir.

Maamâfîh bu hadîs mov.su] olarak da rivayet edilmiştir. Bir hadîs'in mevsul ve mürsel olduğunda ihtilâf edilirse, mevsui olması ka­bul edilir. Musannif : «Bu hadîse ta'n etmenin mânâsı yoktur; çünkü onun birbirini takviye oc3.cn tarîkleri vardır» diyor.

H?iuî"-i şerif, yukarıdaki müttefekun aleyh Ebu Hüreyre hadîsi ile aynı mânâdadır; ve her ikisi de. babanın bakire kızını nikâh'a mecbur edomiyeceğino delâlet eder. Baba icbar edemeyince bittabi diğer velî­ler cvleviyyctlc icbar ödemezler.

Hanefîler'le diğer bir takım ulemâ'mn mezhebi budur. Onlar Müs­lim'in rivayet ettiği :

«Bakireden babası izin İster» hadîsi ile istidlal ederler. Vâ-kıâ Bcyhakl ; «Bu hadîsteki: (baba) kaydı mahfuz değildir.» de­mişse de musannif: «adlin yaptığı ziyâde makbuldür.» diyerek onu reddetmiştir.

İmam Ahmed ile Şafiî ve başkalarına göre bâliğa bir kızı babası nikâha mecbur edebilir. Bunların delilleri yukarıda geçti.

Bcyhakı, İmam Şafiî'nin sözünü takviye için : İbni Abbas'in bu hadisi babasının kızı küfüne vermediğine hamlolunur» demiş. Mu­sannif da: «Mu'temed olan BcyhakVnin cevabıdır; çünkü bu muay­yen bir vak'adır, binâenaleyh onunla umumî hüküm sabit olamaz.»

mütâlâasında bulunmuştur. Fakat bu sözler mezheb gayretinden ileri gelme, delilsiz iddialardır; onlara bakılmaz, her ikrah bulunan yerde hüküm de sabit olur.

imam Nesâî, Hz. Âişe (R. Ânhâ)'den şu hadisi rivayet eder  :

«Genç bîr kız Âişe'nin yanma girdi ve :

  Babam beni istemediğim  halde kardeşinin oğluna verdi.  Benim­le onun itibarsızlığını kaldıracak; dedi. Âişe :

  Peygamber (S.A.V.) gelinceye kadar otur; dedi. Müteakiben Re-sûlüllah {S.A.V.) geldi ve kız ona (vak'ayı) anlattı. Bunun üzerine Pey­gamber (S.A.V.) babasına haber ç' nderdi, ve onu çağırdı; da emri kı­za bıraktı. Kız :

    Resûlüllah, babamın yaptığına  razı oldum;  lâkin  ben baba­lara bu işte hiç bir rol olmadığını kadınlara öğretmek istedim; dedi.» ZAhir-i hadîs'tcn bunun kız olduğu anlaşılıyor.

Bu hadîs : «Baba bakire kızını icbar edebilir» diyenlerin sözünü sa­rahaten reddediyor.

İbni Abbas (R.A.) hadîsindeki kızla bunun aynı kız olması muhte­meldir.

Hadîsteki (kadınlar) sözü dul ve bakirelere âmm ve şâmildir. Bu sözü o kız Peygamber (S.A.V.)'in yanında söylemiş; o da hükmü ikrar buyurmuştur. Babalardan emrin nefî edilmesinden murâd : onların zor­la kızlarını tezvîcleri meselesidir.[490]

 

1016/839- «Hasen'den[491] o da Semüra radvyaUdhü anfe'den o da Peygamber saîlallahü aleyhi ve seîîem'öen işitmiş olarak rivayet olun­muştur ki. Peygamber (S.A.V.) :

— Hangi kadını iki dâne velî evlendirir ise bu kadın o dâmadlardan birincisinindir; buyurmuştur.»[492]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dört'ler rivayet etmişlerdir. Tirmizî onu hasen bulmuştur.

Hasen'in Semura'dan işittiği ihtilaflıdır. Bu hadîsi İmam Şafiî, Ahmcd ve Nesâî, Katâde tarîki ile Hasen'den o da Ukbetü'bnü Âmİr'-den rivayet etmişlerdir.

Tirmizî «Hasen'in Semura'dan rivayet etmiş olması daha doğ­rudur» diyor. îhnü'l - Mcdinî : «Hasen, Ukbe'den bir şey işitmemiştir; demiştir.

Hadîs-i Şerif, bir kadını iki velîsi ayrı ayrı iki adama tezvîc ederse kadının ilk nikâhlandığı erkeğe âid olduğuna delildir. Hat­tâ bu bâb'ta ikinci nikâhlının onunla zifaf olmasının bile bir te'siri yoktur. Eğer hakikati hali bilerek cima' ederse bilicmâ' zina etmiş olur. Bilmeden cima' etmesi de hükmen öyle ise de bilmediği için kendisine hadd vurulmaz. Eğer iki akid bir zamanda vâki' olmuş ise ikisi de bâtıl olurlar. Hangisinin evvel nikâh ettiği unutulursa yine ikisinin de nikâhları bâtıl olur. Ancak kadın ikrar eder veya erkek­lerden biri onun rızâsı ile cima' ederse o vakit mu'teber olur. Çünkü bu akd'in önceliğini ikrardır.[493]

 

1017/840- Câbİr radıyallakü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüfah sdlldlahü aleyhi ve sellem:

— Hangi köle mevlâlarının yâhûd sahibinin izni ol­madan evlenirse o zânîdir; buyurdular.»[494]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir; Tİrmİzî ve keza Ibni Hibbân onu sahîhlcmişlerdir.

îlini Hibbûn onu İbni Ömer'den mevkufen rivayet etmiştir. Bu ha­dîse göre Ibnİ Ömer (R.A.)'m bir kölesi onun izni olmadan evlenmiş; İbni Ömer derhal aralarını ayırmış; akdi ibtâl etmiş; köleye de hadd vurdur muş tur.

Ifeulİs-İ Şerif, sahibinin izni olmaksızın kölenin nikâhlanmasının bâ­tıl olduğuna, hükmünün zina sayılacağına t.'lîklir. Cumhur'un mezhebi budur. Ancak hükmünü bilmezse hadd vurulmaz.

Dnvnd-u Zâhiri'ye pöre bu nikfth snhîhtir. Çünkü ona gihv. ni­kâh şâir farz-ı ayınlar gibi bir farz-ı ayındır; biânenaleyh sahibi­nin iznine muhtaç değildir. Bazılarına göre akid bâtıldır; fakat buna zina hükmü verilmez; hattâ haram olduğunu bilse dahî bir şey icâb-etmez. Çünkü akid bir şüphedir. Hadler ise şüphe ile münderi' olur, yani vurulmazlar. Acaba sahibi izin verirse yaptığı akid nafiz olur mu? imam, Şafii ile bazı ulemâ'ya göre olmaz; zîrâ Peygamber (S.A.V,) ona zanî demiştir.

imam Şafii'ye cevaben : «Bundan murâd müsaade almadığı zamandır» denümişse de Şâfü mevkuf akde kail değildir. (Âhir) zina eden demek ise de burada ondan murâd zanî gibi demektir.[495]

 

1018/841- «Ebu Hiireyre radıyaLahıl anh'den rivayet olunduğuna göre; Resûlülah sallaUahü aleyhi ve sclîem:

— Bir kadınla halası ve bir kadınla teyzesi bir nikâh altında toplanamaz; buyurmuşlardır.»[496]

 

Hadîs müt efekun aleyh"tir.

Bu hadîs her ne kadar muzari' meçhul sigası ile de vârid olsa ma­nen nehîdir. Nitekim sahîh rivayetlerden birinde «Peygamber (S.A.V.) nehyetti» denilmiştir.

Hadîs-i Şerif, mezkûr kadınların bir nikâh altında toplanmasının haram olduğuna delildir. Bu bâb'ta bütün ulemâ müttefiktirler, imam Şafiî : «mezkûr kadınların bir nikâh altında toplanmaları haram­dır. Kendilerile görüştüğüm fetva imamlarının kavli budur; bu bâbta aralarında hilaf yoktur» demiştir. Tirmizî de buna yakın bir şey söylemiştir.

Ibnü'l- Miinzir : «Ku gün bunun memnu' olması hususunda ih­tilâf bilmiyorum; yalnız Hârîcîler'den bir fırka caiz görmüşlerdir» di­yor. İbni Abdilbcrr, ibni Hazm, Kurtubî ve Nevevl icmâ' nakletmişlerdir.

Şüphesiz ki bu hadîs :

[497] «bunlardan geri kalanlar sîze helâl kılındı» âyet-i kerîme'sinin umu­munu tahsis etmiştir.[498]

 

1019/842- «Osman radıydllahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiş­tir kî: Resûlüllah sallaUahü aleyhi ve sellem:

— İhramlı hacı ne nikâh   eder ne de nikâh   olunur; buyurdular.»[499]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Mü-filim'in Osman'dan bir rivayetinde «Dünürlük yapamaz» denilmiştir, ibni Hibbân «ona dünürlük de yapılamaz» cümle­sini ziyâde etmiştir.

Bu hadîs hacc bahsinde geçmişti. Orada zikredilmeyen tarafı : «ona dünürlük de yapılamaz» cümlesidir. Bundan murâd : Velisi bulunduğu kadını ondan kimse istemesin; demektir.[500]

 

1020/843- «[bni Abbas radıyallahii anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Peygamber sallaîlahil aleyhi ve sellem Meymûne İle ih-ramlı İken evlendi.»[501]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Müslim'in bizzat Meymûne'den rivayet edilen ~hao*sinde: Peygam­ber (S.A.V.)'in onunla ihramh deği! iken evlendiği, ifâde olunmaktadır.

Bu hadîste İbni Abbas (R.A.) başkalarına mu.ıalefet ettiği için ulemâ on,un üzerinde pek çok söz etmişlerdir.

ibni Abdilberr şöyle diyor : «bu hüküm hususunda eserler muh­teliftir; lâkin ihramsızken evlendiği rivayeti çeşitli yollarla gelmiş­tir. İbni Abbas hadîsindi de isnadı sahihtir. Şu var ki bir kişiye vehim isnadı, bir cemâate isnâd etmekten ehvendir. İki haberin halleri en azından birbirine muâraza etmektir. Bu taktirde her ikisinden başka bir delil aranır. îhramlınm nikâh edilmesinin memnu' olması hususun­daki Osman hadîsi sahihtir, binâenaleyh mu'temed olan odur».

E$rcm şöyle diyor : «Ahmed'e dedim ki :

Ebu Sevr, İbni Abbas hadîsi ne sebep ile reddediliyor? (yani sa-hîh olmakla beraber niçin kabul edilmiyor?) diyor; cevâbı şu oldu :

— Allah müstean, İbni Müscyycb; İbni Abbas vehmetti; demekte­dir. Meymûne de;  Beni ihramda değil iken aldı; diyor.»

Hz. Meymûne hadîsini Osman (R.A.) hadîsi te'yid etmiştir. Bu hâl karşısında İbni Abbas hadîsi te'vil edilmiş ve: «(muhrim) sözünden murâd : Harem-i şerife giren, yâhud haram aylarda bulunandır» de­nilmiştir, îbni Hibbân «Sahih» inde buna cezmetmiştir. Hanefîler'e göre ihramh bir kimse nikâh edebilir. Yalnız cima' edemez.[502]

 

1022/844- «Ukbetü'bnü Âmir radıyallahii anh'den rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlüfah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Şüphesiz ki şartların en ziyâde îfâsı gerekeni, ken­disi ile, fercleri istihlâl ettiğiniz şarttır; buyurdular.»[503]

 

Hadîs müttefekun aleyh'ür.

Yani en ziyâde yerine getirilmeye çalışılacak şart nikâh'm şartla­rıdır. Çünkü nikâh ihtiyat istiyen şeylerdendir;  o sıkı tutulmalıdır.

Hadîs-i Şeriîf, nikâh akdedilirken zikredilen şartlan yapmak icâbet-tiğine delildir. Bunların eşya yâhûd para olmaları hüküm i'tibâriyle hep birdir. Zîrâ kadından istifâde, ona müteallik ve onun razı olacağı şey­lerle olur. Bu meselede ulemâ'nın çeşitli kavilleri vardır.

Hattabî (319—388) diyor ki, nikâhın şartları hususunda da ih­tilâf edilmiştir. Bu şartların bazısını ifa etmek bilittifak vâcibtir. Teâlâ hazretleri'nin iyilikle geçinmek yâhud iyilikle salıvermek husu­sundaki emri bunlardandır. Bazıları hadîsi bu mânâya almışlardır.

Şartların bazısını bilittifak ifâ etmek lâzım değildir. Kadının kız kardeşini boşamak gibi. Zîrâ bundan nehî vârid olmuştur.

Bazıları da ihtilaflıdır. Üzerine evlenmemek; câriye satın alma­mak, evinden erkeğin evine nakletmemek gibi. Nikâhı akdedenin mehirden ayrı olarak kendisine şart kıldığı şeylere gelince: Bazıla­rına göre bunlar mutlak surette kadınındır. Diğer bazılarına göre velîlerden yalnız babaya mahsustur. İmam Mâlik'e göre akid esna­sında yapılmışsa mehir, akid hâricinde ise hibe edilen kimseye ait­tir. Mâlikin delili : Nesâî'nin Amr b. Şuayb'dan merfu'en tahrîc etti­ği şu hadîstir:

«Hangi kadın nikâh ismetinden önce bir mehir veya bağış yâhûd cihaz karşılığında nikâh edilirse o şey onun­dur. İsmet-i Nikâh'dan sonra ki ise kime verileceği şart koşulmuşsa onundur. Bir adamın, mukabilinde ikram edilmeğe en lâyık olduğu kimse kızı veya kız kardeşidir.» Böyle bir hadîsi Tirmizî de Urvo tarîki ile Hz. Âişe'den tahrîc et­miştir. Tİrmızı : «sahâbe'den bazı chl-i ilim zevat da bununla amel et­mişlerdir. Bunlardan biri Ömer'dir.» demiştir Ömer (R. A.) : «Bir adam kadını evinden çıkarmamak şartı İle aldı ise, bu şarta riâyet, kendisine lâzım olur» demiştir, imam Şafiî, Ahmcd b. Hanbel ve diğer bazı ulemâ'nın mezhebi budur. Ancak bunun Şafiî'den naklini garib görüyorlar. Şâfiîler'dcn ma'ruf olan; şart denilince nikâh'a münâfi ol­mayan bilâkis nikâh'ın muktezâsı olan şeylerin kastedilmcsidir. îyİ ge­çinme, nafaka, elbise ve şâire gibi, kadın tarafından koşulan şartlarla erkek tarafından ileri sürülen izinsiz dışarıya  çıkmama,  erkeğin  ma­lından sarfiyatta bulunmama gibi şartlar bu cümledendir.

Tirmizî şöyle diyor : «AH (R. A.) : Allah'ın şartı kadının şartını geçti; demiştir.» 0 halde hadîsteki şartlardan murâd : yasak olmayan şartlardır.»[504]

 

1023/845- «Selâmetü'bnü'l - Ekva' radıyaîlahü anh'den rivayet olun­muştur. Demiştir kî : Resûiüllah sallalîahü aleyhi ve scîlcm, Evtas yı­lında Mut'a için üç gün ruhsat verdi; sonra ondan nehyetti.»[505]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Nikâh-ı Mut'a : Bir adamın bir kadına : «kendini bana şu kadar pa­raya şu kadar müddet için tcmli' et» diyerek yaptığı nikâhtır.

Nikâh-ı Muvakkat : İki şâhid huzurunda bir kadını ma'lûm bir müd­det için nikâh etmektir.

Mut'a ile nikâh-ı muvakkat arasında fark lâfzı gibi görünüyor. Bu­nunla beraber nikâh-ı muvakkat'de şâhid bulundurmak ve müddetin mu­ayyen olması şarttır. Müt'a'da bunlar şart değildir. Hanefîler'den. Kemâl b. llümnm (788—861) bunların arasında fark görmüyor.

Mut'a ile nikâh-ı muvakkat'in ikisi de bâtıldır. Yalnız İmam Mâ­lik'e göre müfa'nın caiz olduğu rivayet edilir ise de bunun yanlış olduğunu Kemâl b. Hümâm «Fethü'î - Kadir» de beyân etmiştir. Hanefîler'den imam Züfrr'c göre nikâh-ı muvakkat'da akid sahîh, yalnız vakit «şartı fâsiddir.

Nikâh, fâsid şartlarla bâtıl olmaz, binâenaleyh asl-ı nikâh sa­hihtir.

Bu hadis müt'a'nm bir müddet ruhsat verilditken sonra ebediyyen neshcdildiğini irâde ediyor. Cumhıır-u selef ve halefin mezhebi de budur. Müt'aya altı yerde ruhsat verilmiş; sonra tekrar neshe-dilmİştir:

Bu yerler : Hayber vak'ası, omra-i kaza. Mekke'nin Fethi. Evtas gazası. Tebük gazası, Haetvilü1-VedâYhr. Yalnız bunların bazısının sü-bûtu ihtilaflıdır. Ncrrvi (631—676) diyor ki : «Doğrusu Müt'a'nm haram ve mubah kılınması iki defa olmuştur. Hayber vakıasından önce mubah idi; sonra orada haram kılındı. Bilâhare Fetih yılında -Ki o yıl aynı zamanda Evtas yılıdır- mubah kılındı; sonra ebedî olarak haram edildi.»

Ulemâ-İ ümmet'in ekserisi bu tahrîme kail olmuşlardır. Sahâbe-i Kîrâm'dan bazılarının ruhsatın hâki okluğuna kail oldukları İbnİ Abbas h.ıirctleri'nin de bunlar arasında bulunduğu rivayet olunmuşsa da bun-Jar sonradan dönmüş ve hükmün neshine kail olmuşlardır.

ibni Abbas hazretieri'nin müt'a'ya seferlerde zaruret halinde ruh­sat verdiği llâzimi'nin tahrîc ettiği Satd b Cübeyr hadîsinden anlaşı­lıyor. Bu hadîse göre İbni Abbas (II. A.) :

Sübhanellah! ben böyle fetva' vermedim. Mut'a ancak lâşe, kan ve .domuz eti gibi bir şeydir; o muztar kalana helâl olur» demiştir. Tirmi-zi'n'm rivayet ettiği bir hadise göre[506] :

(Ancak zevceleri  ile cariyeleri  müstesna...»  âyet-i kerîme'si nazil e a İbni Abbas :

«Öyle ise bunların ikisinden maada her fere haramdır» demiştir.

Buharı, : «Ali (R.A.) Peygamber (S.A.V.)'den rivâyeten müt'a'nm mensuh olduğunu beyân etti» diyor. îbni Mâce sahîh bir isnadla Hz. Ömer (R. A.)"m «Hutbe okurken : Gerçekten Resûiüllah (S.A.V.) bize müt'a için üç gün izin verdi; sonra onu haram kıldı. Vallahi muh-san olduğu halde müt'a yapan bir kimse duyarsam onu taşlarla recmederim.» dediğini tahrîc etmiştir. İbni Ömer (R. A.) dahî : «Bizi Resû­iüllah (S.A.V.) nehyetti. Zina edecek de değiliz» demiştir.

Bu rivayetin isnadı kavidir.

Hasılı müt'a'nm ebediyyen neshcdildiğinc icmâ-ı sahabe vardır. Hâl böyle oiunca : «onun mubah olduğu kat'î, nesh'i zannî'dir» demek insafsızlık olur. Hattâ «Nihayetii'î - Müctehidde müt'a'nm haram kılındığını bildiren haberlerin mütevâtir olduğu beyan ediliyor; yal­nız: «ne zaman haram kılındığı ihtilaflıdır» deniliyor.[507]

 

1024/346- «Ali radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki: Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve sellem müt'a'dan Hayber yılında neh­yetti.[508]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Bu hadis'in BuharVde lâfzı şöyledir :

«Peygamber (S.A.V.) müt'a ile ehlî eşekler (in etini yemek) den Hayber zamanında men'etti.»

Bazıları bunu «Huneyn senesi» diye rivayet etmişse de bu bir vehim­dir. Nitekim vehim olduğuna Ncsâî ile Dâre Kutnî tenbihte bulun­muşlardır. BcyhakVn'm Humeydî'den rivayetine nazaran Süfyan b. Uyeyne Hayber vak'asmda sadece ehlî eşeklerin etlerini yemek ha­ram kılındığını söylemiş. Beyhakî : «Bu da muhtemel olmakla be­raber rivayetlerin ekserisi her ikisinin de haram kılındığını gösteri­yor.» diyor.

İmam Ahmed b. Hanbel'in Ma'mer tarîki ile tahrîc ettiği bir riva­yete göre : İbnİ Abbas (R.A.)'m kadınlarla müt'a yapmağa ruhsat verdiğini Hz< Ali (R.A.) duymuş ve ona:

— Şüphesiz kî Resûlüllah (S.A.V.) Hayber günü hem müt'a'dan hem de ehlî eşeklerin etinden nehyetti; demiştir. Ancak Süheylî : Pey­gamber (S.A.V.)'in Hayber günü nikâh-ı Müt'a'dan nehyettiği siyer ve tarih âlimlerinden duyulmamıştır» demektedir.

Hayber günü Müt'a'dan nehyedilmediğini lbni Abdilberr ve Ebu Avâne gibi zevat da rivayet ediyorlar. Bu iddiaya sebep, Hayber vak'asmdan sonra ruhsatın halâ sabit olmasıdır.[509]

 

1025/847- «(Yine) Ali radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna gö­re, Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve sellem kadınların müt'a'stndan ve ehlî eşekleri yemekten Hayber günü nehyetmiştir».[510]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud müstesna Yedi'ler tahrîc etmişlerdir,.

Hadîs-i şerîf, Hayber vak'asımn cereyan ettiği gün hem müt'a'nın hem de ehlî eşeklerin yenmesinin haram kılındığına delâlet ediyor. Bu bâbta İbnü'l - Kayyim (691—751) şunları söylüyor: «Sabit olmuştur ki, Peygamber (S.A.V.) müt'a'yı Fetih yılında helâl kılmış ve yine sa­bit olmuştur ki, ondan Fetih yılında nehyetmiştir. Acaba Hayber günün­de ondan nehyetti mi? Bu hususta iki kavil üzerine ihtilâf edilmiştir. Sahih olan şudur ki, nehî' ancak Fetih yılında vuku' bulmutşur. Hayber günü yalnız ehlî eşekler nehycdilmiştir.

Ali'nin İbnİ Abbas'â : «Peygamber (S.A.V.) Hayber günü kadınlar­la müt'a yapmaktan, bîr de ehlî eşeklerden neyyetti» demesi, iki me­selede birden onu protesto ettiğindendir. Bundan bazı râviler «Hayber günü» diye kayıdlamanın iki meseleye birden râci olduğunu sandılar...»

Maamâfîh üç şeyin İkişer defa neshedildiği rivayet olunur. Bunlar: Müt'a, ehlî eşek etlerinin yenilmesi ve namazda Beyt-i Makdİs'e doğru dönmedir.

Bazıları bu meselede nesih iddiasına bile lüzum görmüyorlar: «Çün­kü Peygamber (S.A.V.) müt'a için ancak üç gün izin vermişti; bu müd­det geçtikde izin de sona ermiştir» diyorlar.[511]

 

1026/848- «Rebi b. Sebura'dan oda babası radıydUahü anh'âen işit­miş olarak rivayet edildiğine göer; ResûlüllaJ) sallaîlahü aleyhi ve seUem :

«Ben size kadınlardan   istifâde   hususunda izin ver­miştim. Artık muhakkak Allah bu işi kıyamet   gününe kadar haram kılmıştır. Binâenaleyh kadın nâmına kim-bir şey varsa hemen, ona yol versin. Hem onlara bir nesne verdi iseniz (geriye) bir şey almayınız; buyurmuşlardır.» [512]

 

Bu hadîsi, Müslim, Ebu Dâvud, Nesâî, İbni Mâce, Ahmed ve İbni .Hİbban tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i Şerif, yukarıkiier gibi müt'a'nın ebedî olarak haram kılın­dığına delildir. Ayrıca o gün için İstifâde mukabilinde kadına bir şey verilmişse geriye ondan bir şey almaması emrolunuyor. Bu bâbta Müslim, Sebra b. Ma'bedİ Cühenî'den şu hadîsi tahrîc etmiştir :

«Sebura demiştir ki: «Resûlülah (S.A.V.) bize müt'a İçin İzin verdi. Bir adamla ben de Benî Âmir (kabilesin) den bir kadına gittik. Kadın makara gibi bir şey olup uzun boylu İdi. Hemen kendimizi ona arzetik. Bana :

  Ne vereceksin? dedi :

  Kaftanımı; dedim. Arkadaşım da :

  Kaftanımı; dedi. Arkadaşımın kaftanı benimkinden daha iyi İdi; ama ben de arkadaşımdan genç idim.    Kadın  arkadaşımın kaftanına baktımı onu beğeniyor;  bana baktımı  beni beğeniyordu.  Nihayet bana dönerek:

  Kaftanınla sen bana yefersîn; dedi. Bunun üzerine onunla birlik­te üç gün kaldım. Sonra Re^fılüllah (S.A.V.) :

  Kimin yanında şu kendilerinden istifâde ettiği ka­dınlardan bir^şey varsa hemen ona yoi versin; buyurdular.»

Bu hadîs Müt'a'nın üç gün ciovam ettiğini de gösteriyor. Müfa'mn haram olduğuna dâir İcmâ'-i ümmet-i hazırlıyan hâdiseyi Hz, Câbir (R.A.) şöyle anlatıyor : «Resûiüllah (S.A.V.) ile birlikte Tebuk gaza­sına çıktık. Akabe'nin Şam'a bakan tarafına vardığımız zaman bir ia-kim kadınlar geldi. Bunlarla müt'a yapmayı kararlaştırdık ve kadınları yüklerimize aldık. Derken Resûlüllah  (S.A.V.) geldi ve kadınlara  ba­karak :

— Bu kadınlar kim? dedi:

— Kendileri ile müt'a akteddiğimiz bir takım kadınlar yâ  Resûlül­lah; dedik. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.) kızdı, hattâ yanakları kı­zardı, yüzü sarardı. Ve aramızda hutbe İradına kalktı. Allah'a  hamd-ü sena etti; sonra müt'a'yı nehyetH. Biz de o gün erkek kadın hep vedâ-faştık. Bir daha yapmadık ve ebediyyen yapmayız da.»

İşte icmâ' da bu suretle mün'akid olmuştur. Bazı Şiâ taifeleri müt'a-nın bu gün de caiz olduğunu söylerlerse de onların muhalefeti ehl-i sünnet'çe mu'teber değildir.[513]

 

1027/849- «İbni Mes'ud radıyallahü anh'âen rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah saîîaUahü aleyhi ve sellem hülle yapana da ken­disi için hulfe yapılana da lâ'net etti.»[514]

 

Bu hadîsi Ahmed, Nesâî ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizî onu sahîhlemiştir. Bu bâbta Ali'den de hadîs vardır. Onu Nesâî müs­tesna Dört'ler tahrîc etmişlerdir.Ali (R. A.) hadîsinin metni şudur :

«Peygamber (S.A.V.) hülle yapana da kendisi için hülle yapılana da lâ'net etti.»

İlmi Mes'ud hadîsi'ni İbni'l-Kattân ve ibni Ddkiki'l-ld, Buharî'nin şartı üzere sahîhlemişlerdir. Tirmizî ise : «Hasen Sahih» demiştir.

Ehl-i ilim Sahâbe-i Kiram bu hadîsle amel etmişlerdir. Ömer, Os­man ve Abdullah b. Ömer hazerâtı bunlar meyâmndadır. Tabiînden olan fukâhâ'nın mezhebi de budur.

Hz. Ali hadîsinin isnadında Müeâhid vardır; bu zât zaîftir. Onun hadîsini îbni Seken sahîhlemiş; Tirmizî illetli saymıştır. Aynı hadîsi îbni Mâce ile Hâkim, Ukbetü'bnü Âmir (R.A.)'den tahrîc etmişlerdir. Lâfzı şudur :

«Resûlüllah (S.A.V.) :

— Dikkat edin, size emaneten   alınmış tekeyi haber vereyim mi? dedi. Eshâb :

— Hay hay, yâ Resûlülah; dediler :

  İşte o hullecidir.   Allah   hulleciye de, kendisi için hülle yapılana da lâ'net etsin; buyurdular.»

Hadîsimiz hülle yaptırmamn haram olduğuna delildir. Çünkü lâ'net ancak haram olan bir şeyi irtikâb edene yapılır. Fakat Hanefîler'e göre hülle mekruhtur.

Hülle : îslâm hukukuna göre hür bir kadın üç defa, câriye ise iki defa boşanırsa başka bir kocaya varmadıkça ilk kocası ile evlenemezler. Çünkü şeriatın erkeğe verdiği boşayıp alma hakkı bitmiştir. İleride de görüleceği vecihle bu hak hür kadına nİsbetle üç, cariyeye nisbet-le ikidir. Biânenaleyh bir adam hür karısını ister bir defada, üç, isterse ayrı ayrı zamanlarda üç defa boşadı mı, artık o kadın başka kocaya varmadan evlenemez. Başka kocaya varır da günün birinde ondan da boşanır veya o kocası ölürse iddet denilen şer'î müddeti bekledikten sonra tekrar ilk kocasına nikâh edilebilir. îşte bu ikinci kocaya varma işine hülle derler.

MuhallİI :Helâl kılan demektir. Kadını ilk kocasına helâl kıldığı için ikinciye bu isim verilmiştir. Kadının ikinci kocasından ayrılıp kendisi­ne dönmesini bekleyen birinci kocasına da muhalle!ün leh (kendisi için hülle yapılan) denilir.

Hülle: Şer'an asla şakası olmayan boşama işini tekrarlıya tekrar­lıya âdeta oyuncak haline getiren şımarık, düşüncesiz ve şaşkın erkeklere şeriat tarıfından verilen bir ders-i ibrettir. Karısını bir defa değil iki defa boşadığı halde bile aile yuvası yıkmanın, çoluğunu çocuğunu anneli babalı öksüz etmenin ne demek olduğunu anlarmyan gafil kocaya yaraşan en güzel muamele : Bir zamanlar gözünden kıs­kandığı karısını şimdi başkalarının harîm-i ismetinde görmektir. îşte hulle'nin hikmet-i meşru'iyeti de budur. Bu adam artık iki bahtın biri ile karşı karşıyadır. Ya karısı ölünceye kadar ikinci koca ile geçinir ve bu surette ona karşıdan hasret, nedamet ve kıskançlıkla baka baka ge­çirdiği hayat zehir olur gider; yâhûd talihi yine güler de günün birinde ikinci kocasından ayrılan karısı ile tekrar evlenmek, fırsatını bulur. Fa­kat ne olursa olsun şımarık koca hak ettiği sille-i te'dib'i yemiştir. Hul-enin bu şekilde olanına şer'an söylenecek bir söz yoktur. Hadîs-i Şerîf-ie beyân buyrulan lâ'net böyleler için değildir. Lâ'net, hüllede de hi­leye baş vuranlaradır.

Hulle'nin hilesi : Üç talâkla boşanan kadını pazarlık ederek birisi ile evlendirmek; ve bir akşam karı koca hayatı yaşadıktan sonra erte­si günü boşattırarak tekrar ilk kocasına vermektir. îşte bir hadîs-i şe­rifte kiralık tekey'e benzetilen mel'un hulleci budur.

Ulemâ hulle'nin daha başka hileli şekillerini sayarlar. Akid esna­sında : «Hülleyi yaptığın an nikâh sona erecek» şartını İleri sürmek de bunlardan biridir. Bunun nikâh-ı muvakkat'dan bir farkı yoktur.

Fakat akid esnasında hiç bir şart dermeyân edilmediği halde hul­leci meseleyi bilir ve o kadınla cima' ettikten sonra onu derhal boşar-sa Hanefîler'e göre mekruh sayılmaz. Ulemâ'dan tbni Teymiyye gibi bazı zevata göre hülle ne şekilde yapılırsa yapılsın haramdır. îbnl Teymiyye bu hususta bir kitap te'lif etmiştir.[515]

 

1029/850- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir.De­miştir kî:Resûlüllah sallalîahü aleyhi ve seîlem:

— Kendisine dayak vurulmuş zânî ancak kendi gibi­sini nikâh edebilir; buyurdular.»[516]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Râvîleri sika­dırlar.

Hadîs-i şerif, namuslu bir kadının, zina ettiği sabit olan bir erkekle evlenmesinin haram olduğuna delâlet ediyor ve :

[517] «Bu mü'minlere haram kılınmıştır» âyet-i kerîme'sine muvafık dü­şüyorsa da ulemâ'nm ekserisi bunları te'vil ile mânâ: «Ancak kendi gi­bisini nikâh etmeğe rağbet gösterir» demektir; şeklinde beyânda bu­lunmuşlardır. Fakat nusus-u şer'iyenirt zahirî mânâlarından ayrılma­yanlar bu te'vili kabul etmiyorlar. Onlara göre zina eden bir erkek, ancak bir zârıîyc ile evlenebilir; namuslu bir kadını almak ona haramdır. Zina eden kadın da onlarca aynı hükme tâbi'dir.[518]

 

1030/851- «Âişe radıyollahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bir adam karısını' üç defa boşadı da, o kadını başka bir adam aldı; sonra onu cima' etmeden boşadı. Bunun üzerine kadını ilk kocası al­mak istedi. Derken mes'ele Resûlüllah sdlîalîahü aleyhi ve sellem'e soruldu :

— Hayır ikinci kocası, onun balcağızından birincisi­nin tattığı gibi tatmadıkça olmaz; buyurdular.»[519]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir.

Hadisi şerifteki (balçağız) ta'biri cimâ'dan kinayedir. Maamâ-fîh muradın ne olduğu yine ihtilaflıdır. Bazılarına göre maksad menî'-nin inmesidir. Hülle ancak bununla olur. Cumhura göre ise erkeğin âletinden sünnet edilen miktarı kadının Tercine girerse kâfidir. Ezherî: «Doğrusu balcağız'ın mânâsı: sünet mahillinin kaybolması ile hu şule gelen cima' lezzetidir» diyor. Ebu Ubcyd : «Balçağız, cima' lez­zetidir. Araplar lezzetli bulduğu her şeye bal derler» demektedir.

Hadîs imamlarından bir cemâat Hz, Âişe (R. Anhâ)'dan şu ha­dîsi tahrîc etmişlerdir :

«Âişe (R. Anhâ) demiştir ki: Benî Kureyza'lı Rİfaa'nın karısı Peygam­ber (S.A.V.)'e gelerek :

  Ben Rifaa'nın karısı İdim. Beni talâk-i bâinle boşadı. Ben de on­dan sonra Abdurrahman b. Zebİr'le evlendim; ama onun erkekliğini el­bisenin saçağı gibi buldum; dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :

  Rifaa'ya dönmek mi istiyorsun? diye sordu :

  Evet, deyince  :  Resûlüllah  (S.A.V.) :

Hayır! sen onun balcağızından, o da senin balca-ğızından tatmadıkça dönemezsin; buyurdular.»

ÎUtîd b. El-Müscyyrb hülle için: «Cima' şart değil, akd-i sahih kâfidir» demiş ise de onun bu sözü ulemâ arasında derin bir aksülâmel uyandırmış; kendisine çeşitli cevaplar^ verilmiştir. Hattâ bazıları : aHa'ıd bu hadîsi duymamıştır» demişlerdir. Sadr-ı Şchtd, Said b. cl-'Müscyyrb'in kavlına işaret ederek: «Kim bu kavil ile fetva' verirse Alhüi'ın, Melck'lcrin ve bütün insanların lâ'noti onun üzerine olsun» demiştir. Dâvud-u Zahiri (202—270) ile Şiiler de bu meselede Saîd b. el-Miiscyyeb ile beraberdirler. Usul-i fıkıh ilminde bu hadîsin hük­mü etrafında Hanefîler'le Şâfüler arasında ihtilâf vardır.[520]

 

«Kefaet Ve Muhayyerlik  Babı»

 

Kefâet : Müsavat ve denklik demektir. Dînde kefâet mu'teberdir; binâenaleyh müslüman bir kadının bir kâfirle evlenmesi icmâ'en ha­ramdır[521].

 

1031/852- «Ibni Ömer radıyallahih anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Resûlülah sallaîlahü aleyhi ve sellem :

— Araplar birbirlerinin küfüdür; Mevâlî de birbirle­rinin küfüdür; ancak dokumacı veya kan alıcı olursa o başka; buyurdular.»[522]

 

Bu hadîsi Hâkim rivayet etmiştir.

İsnadında ismi söylenmeyen bir râvî vardır. Ebu Hatim hadîsi münkeç saymıştır. Fakat Bezzar münkati' bir senedle Hz. Muaz b. Cebel'den onun bir şahidini rivayet etmiştir. İbni Ebî Hatim bu ha-_disİ babasına sormuş : «Bu yalandir:ash yoktur» cevabını almıştır. Başka bir yerde de «bâtıldır» demiştir. İbni Abdilbcrr onu «ct-Tem-hîd» de rivayet etmiş ve : «Dârc Kutnî (eî-llcl) de onun için: sahih olmuyoi^dedi» demiştir. Aynı hadîsi Hişam b. Ubcyd rivayet etmiş ve (kan alici) kelimesinden sonra «yâhûd Tabak» ifâdesini ziyâ­de etmiş; bunun üzerine tabaklar toplanarak kendisini paylamak iste­mişlerdir, îbni Abdilbcrr : «Bu münkerdir: uydurmadır: onun bir çok tarîkleri vardır ama hepsi boştur» demiştir.

Hadîs, arapların birbirlerine küf olduklarına, mevâlî'ni ı onlara küfü' olmadıklarına delildir.    

Mevâlî : Mevlâ'nın cem'idir. Mevlâ yardımcı ve dost mânâlarına gelir. Arap olmiyan mü si umanlar İslâmiyet'e yardım ittikleri cihetle kendilerin? mevâlî denilmiştir.

Kefâet mes'elesinde neye i'tibâr edileceği ulemâ arasında çok İhtı-lâfhdır.

Hz. Ömer, İbni Mes'ud, îbni Şîrîn, Ömer b. Abdülaziz hazerâtı ile îmam Mâlik ve diğer bir takım ulemâ'ya göre mu'teber olan dîn'dir. Bu zevatın delilleri ;

«[523] Şüphesiz ki Allah İndinde sizin en kıymetliniz en ziyâde ehl-I takva ofanmızdır» âyet-İ kerîme'si ile :

«İnsanların hepsi Âdem oğludur. Âdem ise topraktan­dır.» hadîs-i şerifidir. Bu mânâda bir hadîsi İbni Sa'd, Hz. Ebu Hü-reyre'den tahrîc etmiştir. Lâfzı şudur :

«İnsanlar tarağın dişleri gibidir. Kimsenin kimse üze­rine bir üstünlüğü yoktur. Ancak takva ile olan müstes­na.»

Aynı hadîsi îbni Lal, îbni Sa'd hadîsine yakın lâfızlarla tahrîc etmiştir. Buharı de bu kavle işaretle «Bâbü'l - Ekfâî fi'd-Din» nâmiyle bir bâb tahsis etmiştir. Fahr-İ kâinat (S.A.V.) efendimizin: «Dİndarı-nt tercih et» buyurduğunu yukarıda görmüştük. Resûlüllah (S.A.V. Mekke'nin fe£hi günü bir hutbe irâd buyurmuş onda ez cümle câhiliy-yet devri âdetlerini, büyüklenmeyi soy sop ile iftihar ötmeyi i'tibârdan düşürerek, insanların ancak iki sınıf, yani ya mü'min, müttekî, Allah indinde makbul yâhûd fâcir, şaki, Allah indinde gayr-ı makbul olduk­larını beyân buyurmuştur.

Hâsılı soy sop ile iftiharın zemmi hususunda bir çok hadîsler vardır. Allah indinde makbuliyyetin ancak takva ile olacağını ifâde eden âyet-i kerîme ve o mânâdaki hadîslerle istidlal ederek îmam Mâlik ile Hanefîler'den Ebu Bekir Razî ve Kerki kefâeti nazar-ı i'ti-bâre almamışlardır. Maamâfîh diğer imamlarca kefâet mu'teber-dir, ve bazı ictihâd farkları ile; Dînde, takvada, san'atta, l.ürriyet-te, malda ve sâirede aranır. Bu hak kadınındır. Biânenleyh arana­cak şeyler erkekte aranacak; bu suretle onun kadına denk olup "ol­madığı anlaşılacaktır.[524]

 

1033/853- «Fatıme[525] btntî Kays radıyallahü anhâ'dan rivayet edil­diğine göre: Peygamber sallaîlahü aleyhi ve sellem kendisine :

— Üsâmeye nikâh ol; buyurmuşlardır.»[526]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Musannifin bu hadîsi, zaîf olduğunu beyân ettiği İbni Ömer hadî­sinden sonra zikretmesi kefâet babında dînden başka bir şeyin nazar-i i'tİbâre ahnmıyacağına işaret içindir.

Nitekim aşağıdaki hadîsi de aynı maksada binâen irâd etmiştir.[527]

 

1034/854- Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edildiğine gö­re: Peygamber sallaJlahil aleyhi ve sellem :

— Ey Benî Beyaza, Ebu Hind'i evlendirin[528]; ona kız Verin;  buyurmuşlardır.»[529]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Hâkim iyi bir senedle rivayet etmişlerdir.

Hadîs-i şerif, kefâct'te soy ve sülâleye i'tibâr edilmiyeceğinin de-lîllerindendir. Filhakika Hz. Bilâl (R.A.) Hâle bintİ Avfla evlenmişti ki, bu kadın Hz. Abdurrahman b. Avf'm kız kardeşi idi. Hz, Ömer (R. A.) dahî kızı Hafsa'yı Selmân-ı Farisî (R.A.)'a verecek olmuştu. Son­ra Hz. Hafsa Ümmehât-ı mü'minîn'den oldu.[530]

 

1035/855- «Âişe radıyallahü anhâ'dan rivayet edilmişlir. Demîştîr kr: Berîre âzad olduğu vakit kocası (nda kalıp kalmamak) hususunda muhayyer bırakıldı.»[531]

 

Bu parça müttefekun aleyh uzun bir hadîsin içindedir. Müslim'in Âişe (R.Anhâ)'dan rivayetinde «Kocasının köle olduğu» (yine) Aişe (R. Anhâ)'da.n bir rivayete göre «hür olduğu» zikredilmiştir. Fakat birinci rivayet eaahtır. BuharVdcki ibni Abbas (R. A./dan gelen sahih rivayette köle idi-ği sarih olarak ifâde edilmiştir. Bu sebeple Buharı köle olduğuna kat'iyyetle hükmetmiştir.

Bu hadîsi Medîne ulemâsı da rivayet etmişlerdir Bir şeyi Medine ulemâsı'nm rivayet ve kabul etmesi İle bazıları o şeyin esah olduğuna istidlal ederler. Aynı hadîsi Ebu Dâvud, Hz. ibni Abbas'dan şu lâfız­larla tahrîc etmiştir :

«Filhakika Berîre'nin kocası kara İdi; Mugîs adını taşıyordu. Niha­yet Peygamber (S.A.V.) Berîre'yi muhayyer bıraktı ve iddet bekleme­sini kendisine emretti.»

JS«Aarî'nin İbni Abbas'dan tahrîc ettiği rivayette :

«Bu filân oğullarının kölesi Mugîs yani Berîre'nin kocasıdır» denil­miştir.'nin diğer bir rivayetinde :

«Berîre'nin kocası siyah bir köle İdi: ona Mugîs derlerdi» buyuru!-maktadır. Dârc Kutnî (306—385) : «Urvc'nm Âişe'den onun köle olduğu hususundaki rivayeti değişmemiştir.» demiştir. Ncvcvî diyor ki : «Köle idi, diyenlerin sözünü, Âişe'nin : O köleydi; demesi te'yîd Kıssayı haber veren o olduğu halde köle idiğİni haber vermiştir. Binâenaleyh köle olduğunu hem kuvvet hem de çokluk ve bellcyiş i'ti-bâriylc tercih sahih olmuştur.»

Hadîs-i Şerîf, âzâd edilen cariyenin kocası köle ise onda kalıp kal­mamak hususunda kendisine muhayyerlik sabit olduğuna delîidir ki, icmâ' budur.

Hür olursa mes'ele ihtilaflıdır. Cumhur'a göre cariyeye muhayyer­lik yoktur. Çünkü köle olduğu zaman muhayyer olmasının illeti, köle'-nin hülleye bir çok hükümlerde küfü olamamasıdır. Câriye âzâd edil-dimi kocasının nikâhında kalıp kalmamak hususunda muhayyer olur; zîrâ akicl yapılırken İhtiyara ehil değil idi.

Şa'bî ile bazı ulemâ'ya göre ise kocası hür de olsa câriye âzâd edil­diği zaman kendisine muhayyerlik sabit olur. Bunların delili : Hadîsin bir rivayetinde «Berîre'nİn kocası hür idî» denilmiş olmasıdır.

Aklî delilleri de : Evlendirilirken cariyenin hiç bir ihtiyarı bulun­mamasıdır. Sahibi kendisini zorla dahî evlendirebilirdi. İşte âzâd edil­dikten sonra evvelden mevcut olmıyan yepyeni bir hâl meydana gel­miştir ki,[532] bu hâl onun muhayyerliğini îcabeder.

Sonra (İhtiyar) kelimesi ile nikâh'ın feshedilip edilmiyeceği de ih­tilaflıdır. Bazıları : «Evet bu sözle nikâh münfesih olur» demişlerdir. Bunların delili : Hadîste geçen «muhayyer bırakıldı» ifadesidir. Diğer bazılarına göre mutlaka (fesih) kelimesini söylemek lâzımdır.

Câriye kendini ihtiyar ettikten sonra artık kocasının ona dönmeğe hakkı kalmaz. Yeniden evlenmek isterse nikâhı tazeletmeleri îcabeder. Cariyenin muhayyerliği cima' zamanına kadar devam eder. Buna delîl imam Ahmed'in tahric ettiği şu hadîstir :

«Câriye âzâd olduğu vakit cima' edilmedikçe muhay­yerdir, isterse ondan ayrılır; ama cima' ederse artık ona muhayyerlik yoktur». Bu hadîsi Dâre Kutnî :

«Eğer seninle cima' ederse artık sana muhayyerlik yoktur» şeklinde tahrîc etmiştir. Ebu Davud'un rivayeti de buna yakın lâfızlarladır. Bunlar, cimâ'in muhayyerliğe mâni' olduğuna delildir. Hanbelîler'in mezhebi budur.

Berîre hadîsi'ni utemâ : zekât, ıtık, alış veriş ve nikâh gibi bir çok yerlerde zikretmişlerdir. Musannif merhum ondan çıkarılan fâideîeri saymış, tam yüz yirmi ikiyi bulmuştur. Bunların bâbı'mızla alâkalı olanlarından bir kaçını biz de görelim :

1— Köle olan karı kocadan birini satıp diğerini bırakma caizdir.

2— Evli cariyeyi satmak boşama hükmünde değildir.

3— Evli bir cariyeyi âzâd etmek onu boşamak veya nikâhını fesih etmek sayılmaz. Çünkü cariyenin talakı sahibinin değil, kocasının hak­kıdır.

4— Köleler kölelikten kurtulmaya çalışabilirler.

5— Kefâetde hürriyet mu'teberdir.

Berîre kıssası'na göre : Kocası onu o kadar severmiş ki aşkından ağlıyarak Medine sokaklarında Berîre'nin arkasından dolaşır; göz yaşı döker ve kendisini bırakmaması için yalvarırmış.    Fakat Berîre bunu kabul etmemiş. Ulemâ bunu aşkın hayayı yok ettiğine ve âşık, yaptığını gayr-ı ihtiyarî yapıyorsa mazur görülmesi îcabettiğine delîl saymış hat­tâ Allah aşkı ile vecde gelen dervişlerden gayr-ı ihtiyarî sâdır olan raks ve sâirenin arfolunacağına kail olmuşlardır. Lâkin bazıları : «Berîre'-. nin kocası sevgilisinden ayrıldığı için ağlamış; Ehlullah olanlar da Al­lah'a kavuşmak ve gazabından korunmak için ağlarlar; nitekim Fahr-I kâinat (S.A.V.) efendimiz de ağlardı. Raks ve çalgı gibi şeyler ise fâsık ve fâcirlerin sânıdır. Allah'ı sevenlerin ve ondan korkanların şanı bu değildir.»   diyerek, bu gibi şeylerin   kat'iyyen dinle alâkası olmadığım beyân etmiş ve böyle bir hükmün hadisten nasıl   alındığına şaşmışlar­dır.[533]

 

1036/956- «Dahhâk b. Feyruzu[534] Deylemî'den o da babası radıyal-lahü anh'dan işitmiş olmak üzere rivayet edilmiştir. Babası demiştir ki : Yâ Resûiüllah, dedim; ben nikâhım altında İki kız kardeş olduğu halde müslüman oldum ne yapmalıyım? Resûiüllah sollallahü aleyhi ve sellem :

— Onların hangisini dilersen boşa; uyurdular.» [535]

 

Bu hadîsi Nesâî müstesna Dörtler'le Ahmed rivayet etmiştir. Ibnî Hibbân, Dâre KutnS ve Beyhakî onu sahihlemişler, Buharı ise illetlendirmiştir.

llletlendirmesinin sebebi şudur : hadîsi Dahhâk babasından ri­vayet etmiş; ondan da Ebû Vehbî Ceyşanî rivayet eylemiştir. Bu-harî : «Bunların birbirinden işittiğini bilmiyoruz» diyor.

Hadis-i Şerif, kâfir nikâhlarının, müslüman nikâhlarına muhalif de olsalar yine nazar-ı İ'tibârc alınacağına delildir. Şu halde onların nikah­lan müslüman olduktan sonra da devam edecek ve kadın ancak boşa­makla kocasından ayrılacaktır. Hanefîler'den maada mczlıeb imamları İle Dâvud-u Zâihrî'nin mezhebi budur. Hanefîler'le Zâhirîler'e göre ise kâfirin yalnız î.slâmiyete uyan icraatı kabul olunur. Hadîs-i şerifte­ki talâktan mıırâd hakikaten boşanmak değil, kız kardeşin birini nikâ­hında bırakıp ötekinden ayrılmaktır. Fakat bırakılan kardeşe yeniden nikâh kıymak lâzımdır.[536]

 

1037/857- «Sâlim'den babasından işitmiş olarak rivayet edildiğine göre: Gaylan[537] b. Seleme on dâne karısı olduğu halde müslüman ol­muş; kadınlar da onunla birlikte müslüman olmuşlar. Fakat Peygamber sallallahü aleyhi ve selle m kendisine bunlardan dördünü seçmesini em­retmişlerdir.»[538]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Tîrmizî rivayet etmiş; Hâkim ile İbni Hibbân onu sahîhlemişler; Buharı, Ebu Zür'a ve Ebu Hatim ise Ületlendirmişlerdir.

Tirmizl, BuharVnin: «Bu hadîs mahfuz değildir» dediğini nak-letmiştir. Musannif «et-Tclhis» de bu hadîs üzerinde bir hayli söz etmiştir. Fakat İbni Kesir'in «el-frşâ(fa nâm eserinde ifâdesi on­dan hem daha kısa hem daha güzeldir. İbni Kesîr hadîsi tahrîc ettik­ten sonra şöyle demektedir: «Bu hadîsi İmam Ebu Abdillah Muham-med b. İdrîsi Şafiî ile Ahmed b. Hanbcl, Tirmizl ve İbni Mâcc riva­yet etmişlerdir. Bu isnadın ricali Şeyheyn'in şartları üzeredir. Şu kadar var ki; Tirmiz : BuharVyi : Bu hadîs mahfuz değildir; der­ken işittim. Sahîh olan Şuayb ve başkalarının Zührî'don rivayet et­tikleridir; dedi.»

Bu hadis,    Dahhâk hadisinin delâlet ettiği    hükme    delâlet ediyor. Binâenaleyh o hadîsi te'vîl edenler bunu da te'vil ederler.[539]

 

1038/858- «İbni Abbas radujaUahil anhümâ'dan rivayet olunmuş­tur. Demiştir kî: Peygamber salhülahü alryhi ve sçllem kız\ Zeyneb'i altı  stne sonra Ebu'l-Âs b. er-Rebİ'a ilk nikâhı'ile iade etti;  yeni nikâh kıymadı.»[540]

 

Bu hadisi Nesâî müstesna, Dörtler'İe Ahmed rivayet etmiş; Ahmed ile Hâkim onu sahîhlemişlerdir.

Tirmizî : «Bu hadîs hasendir; isnadında be's yoktur.» demiştir.

İmam Ahmed'm bir rivayetine göre, Hz. Zeyneb (R. Anlıâ/mn müslümanhğı kabulü zevcinin müslüman oluşundan altı sene evveldi. Fakat Hz. Zeyneb (R. Anhâ)'mn buradaki müslümanhğından, hicreti "kastedilmiştir. Ynksa o sonradan müslüman olmuş deği! Resûlüîlah (S.A.V.)'in dîğcr kerîmeleri ile birlikte Peder-İ Âli'leri (S.A.V.)'e Pey­gamberlik geldiği zaman müslüman olmuşlardır.

Ebu'l-Âs (R.A.), Bedir gazasında müslümanlann eline esir düş­müştü. Hz. Zeyneb (R. Anhâ) ona fidye olmak üzere annesi Hz. Hadice (R. Anhâynm kendisine düğün hediyyesi olarak zifaf gecesi taktığı kıymetli gerdanlığı göndermiş idi. Fahr-i K"âİnât (S.A.V.) efendimiz bu­nu görünce Zevce-i Muhteremleri Hadîcetü'l - Kübra (R. Anhâ-)'yi ha­tırladı ve gözleri yaşardı Ashâb-ı kirâm'ma bakarak  :

— Bir anne'nin hâtırasını ki7ina bırakmak icap et mez mi? demişti. Eshâb'm hepsi bunu kabınderek gerdanlık Hz. Zeyneb'e iade olundu. Resûlüllah (S.A.V.) damadını serbest bıraktı ve ona min~ net-ü ihsan eyledi. Yalnız Hz. Zeyneb'e hicret için müsaade etmesini şart kıldı. Hz. Zeyneb (R. Anhâ), Bedir vak'asından az sonra Medine'­ye hicret etti.

Bedir vak'asi ise Resûlüllah (S.A.V.)'in hicretinden iki sene sonra Ramazan'da olmuştu. Müslüman "kadınların kâfirlere haram kılınması altıncı hicrî yılında  Hudeybiye'de vuku'  bulduğuna göre  Hz.  Zeyneb .   (R. Anhâ)'vn. bundan sonra iki sene kadar beklediği anlaşılıyor. Nite­kim Ebu Davud'un bir rivayetinde : «Resûlüllah (S.A.V.) onu kocasına İkî sene sonra iade etti» denilmektedir. Bu ciheti Ebû Bekr-İ Beyhaki dahî böyle takrir etmiştir.

Tirmj,zl: «Bu hadîsin vechi bilinmiyor» diyerek Resûlüllah (S.A.V.) in Hz. Zeyneb'i altı yâhûd üç veya iki sene sonra zevcine nasıl iade buyurduğuna işaret etmiştir. Mes'ele müşkildir. Zîrâ Hz. Zeyneb'in id-detinin bu müddet zarfında devam etmesi uzak bîr ihtimaldir: «Bir kâfir karısından sonra müslüman olursa aralarında nikâh devam eder» diyen bulunmamıştır. Bu bâbta icnıâ' olduğunu İbni Abdüberr nak­letmiş; yalnız buna Zâhirîler'den bazısının cevaz verdiğine işaret et­mişse 5e mezkûr kavlin red edildiğini söylemiştir. Fakat ona da : Bu mes'elede Hz. Ali ile Nchai'den hilaf sabit olduğu, Ebu Hanifc'nin Şeyhi Hammâd'm bununla fetva' verirdiği, ileri sürülerek cevap ve­rilmiştir. İkisi do kâfir olan karı kocadan biri müslümanlığı kabul ederse Hz. A(İ (R. A.) onlar hakkında,:

«Kadtn Meret diyarında olduğu müddetçe kocası onun bud'una da­ha lâyıktır» demiş; bir rivayette :

«Şehirfnden   çıkmadığı   müddetçe   kocası   karısına   daha   lâyıktır.

buyurmuştur. Zührî'nin bir rivayetine göre : «Kadın müslümanlığı eder de kocası kabul etmezse aralarını hükümdar ayırmadıkça onlar ka­rı kocadır.» denilmektedir.

Cumhyr-u ulemâ'ya göre : Kocası diyâr-ı küfür'de olup müslüman­lığı kabul etmiyen bir kadın, müslümanlığı kabul eder de medhûlün biha (yani cima' edilmiş) olursa kocası o kadının iddeti içinde müslü­man olduğu taktirde aralarındaki nikâh bâkî'dir. îddeti bittikten sonra müslüman olursa araları ayrılır. İşte İbni Abdilberr'in hakkında icmâ' naklettiği mesele budur. Cumhur, Hz. Zeyneb (R. Anhâ) hadîsi­ni (iddeti bitmemiştir) diye te'vîl etmişlerdir. Yani müslüman bir ka­dının kâfir kocasımn nikâhında kalamiyacağım bildiren âyet-i kerîme nazil olduktan sonra Hz. Zeyneb (R. Anhâ) iki sene bir kaç ay, henüz müslüman olmamış bulunan kocasının nikâhında kalmıştır. Çünkü bazı kadınların hayzı gecikir. Zeyneb'in hayzı da gecikmiştir. Ve iddeti he­nüz bitmediği için Peygamber (5.A.V.) kendisini kocasına iade etmiş­tir.

Fakat İbni Kayyım, cumhur'un kavlini reddetmiş ve: «Hadîsle­rin hiç birinde iddetin nazar-ı itibâre alındığını bilmiyoruz. Peygamber (S.A.V.)'in bir kadına iddetinin geçip geçmediğim sorduğu da ma­lûmumuz değildir. Hiç şüptıe yok ki mücerret müslümanlık ayrılmayı îcabetse bu ayrılığın talâkı ric'î değil, baîn olması lâzım gelir, Şu hal­de iddetin nikâhın devam ve bekası hakkında bir tesiri yoktur.   Onun eseri yalnız kadını başkasına nikâhtamaya mâni' olma hususunda zahir olur. Eğer İslâmiyet bunların arasında ayrılığı reva görseydi kocası id-   içinde   karısını   almağa   hak   kazanamazdı.   Lâkin   Peygamber (S.A.V.)'in hükmü bu nikâhın mevkuf olduğuna delâlet eder. . Kocası, karısının iddeti bitmeden müslüman olursa karısı kendisinindir;, iddeti geçerse, kadın istediğine varabilir. Dilerse kocasını bekler; şâyed müs­lüman olursa yine karışıdır; nikâh tazelemeye hacet yoktur. Müslüman olan hiç bir kimsenin nikâh tazelediği asla bilinmemektedir. Bilâkis iki şeyden biri olurdu. Ya ayrılırlar, da kadın; başkası nikâh eder; yâ­hûd nikahlan üzere kalırlardı...»    demiştir.    İbni Kayyım sözünü şöyle bitirmiştir: «Eğer Peygamber (S.A.V.)'in Hudeybîye anlaşmasın­dan ve Fetih zamanından sonra -Karı ile kocadan birinin müslüman oluşu gecikse bile- onları yine karı koca olarak ikrar buyurması olma­sa idi biz de iddeti nazar-i i'tibâre almaksızın İslâmiyet sebebi ile he­men ayrılmalarına kail olurduk. Çünkü Teâlâ hazretleri :

[541] «Ne o kadınlar o erkeklere helâl olur; ne de o erkekler o kadınlara.» buyuruyor.»

 Bazılarınca bu meselede e nşayan-ı kabul kavil İbni Kayyim'in. kavlidir.[542]

 

1039/859- «Amr b. Şuayb'den o da babasından o da dedesinden -ra-dıyallahÜ anhüm- işitmiş olarak rivayet edildiğine göre: Peygamber saUalJa m aleyhi ve sellem kızı Zeyneb'i Ebu'l-Âs'a yeni bir nikâh ils iâde etmiştir.[543]

 

Tirmizî : «ibni Abbas hadisi isnad i'tibâriyle daha iyidir, ama Artır b. Şuayb hadîsi ile amel olunur» demiştir.

Hafız îbni Kesir'in «cl-îrşâd» da beyânına göre İmam Ahmed b. Hanbcl : «Bu zaîf bir hadîstir. Huccac onu Amr B. Şuayb'dajı işitmemiş, Muhammcd b. Abdillahhi'l-Arzemi'den duymuştur. Hal­buki ArzrmVnin hadîsi hiç bir şey etmez. Sahih olan İbni Abbas ha­dîsidir» diyerek yukarıda geçen hadîse işaret etmiştir. Buharı, Tir­mizî, Dârc Kut.nl ve Bcyhaki de aynı şeyi söylemişler; hattâ Bey-haki bunu diğer hadis hafızlarından da hikâye eylemiştir.

»ibni Abdilbcrr'c gelince : O, Amr b. Şuayb hadîsini tercihe meyletmiş ve bu hadis ile fbni Abbas hadîsinin aralarını bulmuş; İbni Abbas (indisindeki «ilk nikâhla» ta'birİni «İlk nikâhın şartları ile» mâ­nâsına almıştır. Yine o hadîsteki «Yeni nikâh kıymadı» ifâdesini de «tik nikâhdakinden fazla bir şey şart koşmadı» diye mânâlandırmı-tır.

Amr b. Şuayb hadîsini usul ve kavâid te'yîd etmektedir. Onda yeni akid yapıldığı hattâ Tirmizl'nm rivayetinde, yeni mehir konul­duğu tasrih olunmuştur. Sarahat mukabilinde İse delâlete i'tibâr yoktur.[544]

 

1040/860- «İbni Abbas radıynllahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Bir kadın müslüman oldu da evlendi. Sonra kocası geldi. Ve :

— Yâ Resûlallah! Ben müslüman olmuştum, kadın bunu biliyordu. Dedi. Bunun üzerine Rosûlüllah saüallahü aleyhi ve sellem onu ikinci kocasından alarak ilk kocasına iade etti.»[545]

 

Bu hadîsi Ahmed, Ebu Dâvud ve İbni Mâce rivayet etmişlerdir. İbni Hibbân ile Hâkim onu sahîhlemişlerdir.

Hadîs-i şerîf, kocasının müslüman olduğunu karısı bilirse o kadın başka kocaya bile gitse nikâhlarının bozulmayacağına, ikinci nikâhın bâtıl olduğuna delildir.

O zât'm «Karım benim müslüman olduğumu bilirdi» demesi ihti-malli bir sözdür. Kadının iddeti geçmezden önce de sonra da müslü-manhğı kabul etmiş olabilir. Fakat her halde kocasına iade edilecektir. Kadının başkasına varmazdan evvel onun müslüman olduğunu öğren­mesi mutlak surette ikinci .nikâhı bâtıl kılar.

Bu hadîsi yukarıda Hz. Zeyneb'dcn bahseden ibnî Abbas hadîsin­de görülen îbni Kayyim'in görüşünü te'yîd ediyor. Çünkü Peygamber (S.A.V.)'in :

— Kadın senin müslüman oluşunu iddetinin geçme­sinden evvel mi öğrendi sonra mı? dîye sorması, iddetin bir hüküm ifâde etmediğine delildir. Ancak ibni Kayyim'în iddiasına göre kadın iddeti geçtikten sonra dilediğine varabilir. Şu halde bu­radaki kıssa yalnız iddet içinde evlendiğine göre tamam olur.

Bazıları bu tevcihi de müşkil buluyor ve diyorlar ki: «Eğer bu kadının' ikinci kocaya varması iddeti geçtikten sonra olmuşsa nikâ­hı sahihtir. Birinci kocasından beklediği iddeti geçmeden evvel vac-mışsa bâtıldır.» Bu mülâhahazalar karşısında nihayet şöyle demek kalıyor: «Bu kadın ikinci kocaya iddeti içinde iken varmıştır. Bu takdirde nikâhları bakidir. Kadının ilk kocası müslüman olduktan sonra İkinci kocaya varması bâtıldır. Zîrâ kocası vardır.»[546]

 

1041/861- «Zeyd b. Kâ'b b. Ucra'dan o da babasından -radıyalîahü anh- işitmiş olarak rivayet olunmuştur. Demiştir ki: «Resûlüllah salîal-lahil aleyhi ve sellem Benî Gîfâr'dan Âliye ile evlendi. Peygamber (S.A.V.)'in yanına girerek elbisesini soyunduğu zaman (S.A.V.) onun boğrüüde bir beyazlık görmüş; ve :

— Elbiseni giy de ailen nezdine git; buyurmuşlar; kendi­sine mehir verilmesini de emretmişlerdir.»[547]

 

Bu hadîsi Hâkim rivayet etmiştir. İsnadında Cemil b. Zeyd vardır ki, bu zât meçhuldür. Onun üzerinde şeyhi hakkında pek çok ihtilâf edil­miştir.

Zehcbî bu Cemil hakkında îbni Maîn'in : «sika değildir» dedi­ğini kaydediyor; Buharı : «Onun hadîsi sahih değildir» demiştir.

Hadîsi Cemil'in rivayet ?dip etmediği dahî ihtilaflıdır. Bazıları onun rivayet ettiğini söylemiş, diğer bazıları Kâ'b b. Zeyd'den rivayet olunduğunu idda etmiş, bir takımları fbni Ömer'den, başkaları Kâ'b b. Ücre'den rivayet edildiğini ortaya atmışlardır. Kâ'b b. Zeyd'in rivayet ettiğini İleri sürenler bile vardır.

Hadîs-i şerif, bars denilen illetin sakınacak bir şey olduğuna delâ­let ediyor. Yalnız onun sebebi ile nikâhın feshedileceğine dâir bir sara­hat yoktur. Çünkü «Ailenin lezdine git» demekle Peygamber (S.A.V.) boşamayı kasdetmiş olabilir. Şu kadar var ki: bu hadîsi îbni Kes'v başka lâfızlt/Âs. rivayet etmektedir. O rivayette :

«Peygamber (S.A.V.) Benî Gifâr'dan bir kadınla evlendi. Kadın ya­nına girince. Peygamber {S.A.V.) onun böğründe bir bars illeti göre­rek hemen onu ailesinin yanına iade etti; ve :

— Benden (bunun kusurunu) gizlediniz; dedi...»

Bu, nikâhı feshettiğine delildir.

Mezkûr hadîsi îbni Kesîr . .ikâhta muhayyerlik ve kusurdan dolabı lâde) bâbı'nda zikretmiştir.

Kusurdan dolayı nikâhın feshedilip edilemiyeceği hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ekseriyete göre feshcriilebilir. Yalnız tafsilât husu­sunda yine, ihtilâf vardır. Meselâ, Hz. AM ile Hz. Öm r (R. Anhümâ)'-ya göre kadın ancak dört şeyden biri sebebi ile ailesine iade edilebilir. Bunlar : delilik, cüzzam, bars ve bir de ferede olan bir illettir. Fakat bu rivayetin isnadı münkatı'dir. BeyhakVuin iyi bir isnadla İbni Abbas (E. A./dan rivayet ettiği bir hadîste :

«Dört nev'î kadın vardır; bunlar satışa da, nikâha da yaramazlar: Deli, cüzzamlı, barslı ve ferci illetli olan ka­dın.» buyftrulmuştur.

Bu hususta erkek de kadınla müşterektir. Biânenaleyh, o da mecbub ve ınnîn yani tenasül uzvu kesilmiş veya harekete gelmiyor­sa karısının isteği üzerine mahkeme tarafından aralan ayrılabilir.

Hulâsa karı kocayı birbirinden nefret ettiren ve cimâ'a manî' olan her kusur bazı mezheb farkları mülâhaza edilmek şartı ile ka­rı kocanın arasını ayırmaya sebep teşkil eder. Tafsilât fıkıh kitapIarındadır.

Dâvud-u Zahirî ile Îbni Hazm'e göre nikâh hiç bir illet sebebi ile feshedilemez.[548]

 

1041/862- «Said b. el-Müseyyeb'den rivayet olunduğuna göre Ömer b. el-Hattab radıyallahü anh :

— Hangi erkek bîr kadınla evlenir de onunla cİmâ' eâer ve kendlsl-nİ barslı veya deli, yâhûd cüzzamlı bulursa kadına cima' ettiğinden do­layı mehir vardır. Ama o mehir kadından dolayı erkeği aldatanın boy­nuna borç olmak üzere (netice i'tİbâriyle yine) erkeğindir; dedi.»[549]

 

Bu hadîsi Saîd b. Mansur, Mâlik vejbni Ebî Şey be tahric etmişler­dir. Râvîleri sikadırlar.

Yine <Saîd, Ali'den bunun benzerini rivayet etmiş; ve: «yâhud ka­dında cîmâ'a mâni' bir kemik varsa kocası muhayyerdir. Eğer kadına temas etmişse helâl muamelesi yaptığı fercine mukabil kadına mehir vardır.» ifâdesini ziyâde eylemiştir.

Yine Saîd b. el-Müscyyeh tarîkinden kendisinin şöyle dediği ri-vâyet edilmiştir : «Cimâ'a iktidarı olmayan hakkında Ömer bir sene te'cil edilmesini hükmetti.»

Hadîsin râvîleri sikadırlar.

Hadîs-i şerif, cima' edilen illetli kadına mehir verileceğine fa­kat kocası aldatıldığı için verdiği mehiri aldatandan alacağına delâ­let ediyor ki; îmam Mâlik ile Şafiî imarnlan'nm mezhebi de budur. Yalnız ödemek için aldatanın o hastalığı bilmesi şarttır; bilmezse ödemesi îcabetmez.

îmam A'zam Ebu Hanîfe ile Şafiî'ye göre verilen mehri kimse­den geri alamaz. îmam Şafiî eski kavlinde ödetmeye kailmiş. Hattâ bu bâb'ta Ömer, Al! ve İbni Abbas (R. Ânhüm) hazerâtından deliler nakletmiş, ve : «Bizi aldatan bizden değildir.» hadîsi ile istid­lal ediyormuş. Sonra yeni mezhebinde bu kavli terketmiş ve : «Bu kavli ancak şu hadîsten dolayı bıraktık» demiştir.

«Hangi kadın velîsinin izni olmaksızın evlenirse onun nikâhı bâtıldır. Eğer o kadına temasta bulunmuşsa is-tihlâl ettiği fercine mukabil ona mehir vardır.» Şâfü haz­retleri diyor ki : «Resûlüllah (S.A.V.) kadına nikâh-ı bâtılda bile mehir vermiştir. Halbuki bunda kadın erkeği aldatmıştır. Binâenaleyh sahi.ı nikâhta, aldatandan almamak şartı ile mehir vermek evleviyette kalır.»

Hadîs-i şerifin son kısmı cimâ'a iktidarı olmayan erkekle karısı­nın bu dert dolayısiyle birbirlerinden ayrılabileceklerine delildir. An cak bunun için evvelâ erkeğe bir mühlet verilir. O müddet zarfında cima' edebilirse mes'ele yoktur. Edemediği taktirde artık karısının ta­lebi "üzerine mahkeme aralarını ayırır. Verilecek müh.etin ne kadar za­man olacağı ihtilaflıdır. Hanefîler'le bazı ulemâ'ya göre bir senedir. Bu kavil Hz. Ömer'le İbni Mes'ud (R. Anhüm/âan da rivayet olun­muştur. Hz. Osman (R.A.)'m hiç mühlet vermediğ.ni siylerler. Haris b. Abdilîah on ay te'cil edileceğine kail olmuştur, 'nam Ahmed b. Hanbcl ile bir cemâate göre bu mes'elede nikâhı fesih yoktur. De­lilleri : Peygamber (S.A.V.)'in Rirâ'a (R.A.)'m karısına muhayyerlik vermiş olmasıdır. Halbuki  bu kadın  Hz.  Rifâ'a'dan  şikâyet etmiştir.

«Nikâh feshedilemez» diyenlerin delili Hz. Rifâ'a'nm karısı mes'ole-si olduğu aşikârdır. Ancak kadın Rifâ'a'dan şikâyet etmiş değil, ondan boşanarak Abdurrahman b. Zebîr[550] ile evlenmiş; fakat onu cima' hususunda pek gevşek bularak, Peygamber (S.A.V.)'e şikâyete gelmiş; xv : «Bu zâ*'ta bulunan nesne elbisenin saçağı gibidir» diyerek onun cimâ'a muktedir olamadığını anlatmak istemiştir. Bunun üzerine Re­sûlüllah (S.A.V.) kendisine :

ifâ'a'ya dönmek mi istiyorsun? Hayır. Sen onun balcağızından, o da senin balcağızından tadmadıkça dö­nemezsin; buyurmuşlardır.

Bu hadîs ihtilaflı olan hulle mes'clesinde Hz. Ebu Hdnîfc'nin de-liü olduğu için Usûl-i Fıkıl kitaplarında mutlaka ondan bahsolu-nur. Hadîs «cl-Muvatta'» da. dahi buna yakın lâfızlarla rivayet olun­muştur.

Bu izahattan an'aştlıyo- ki, Rifâ'a kıssası ile nikâhın fcsholunaca-ğına istidlal etmek doğru değildir. Zîrâ Rifâ'a'nın karısı nikâhın feshi­ni sarahaten istememiştir. Hattâ İmam Mâlik «cl-Muvatta» da : «Hz. AkHurrahman'm kadına cima edemeyip boşadığını; sonra onu ilk kocası Rifâ'a'nın tekrar almak istediğini; kadının bu münasebetle Resûlüllah (S.A.V.)'e gelerek fetva' sorduğunu; Peygamber (S.A.V.)'in de, helâl olmaz diye cevap verdiğini, rivayet ediyor.

Fâide : îbnü'l - Münzîr diyor ki : «Kadının kocasından cima' is­temesi hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ekser-i ulemâ'ya göre ko­cası bir defa cima' ettikten sonra artık cimâ'a kudreti olmıyan filinin) gibi te'cîl edilemez.» Evzaî, Sevrî, Ebu Hanîfe, Mâlik ve £tt/n'hin mezhebi budur.

Ebu Sevr ile diğer bazı zevata göre erkek, bir illetten dolayı ci­mâ'a muktedir olamıyorsa kendisine bir sene mühlet verilir. İlletten dolayı değilse mühlet verilmez.

Kaadi îyaz da şunları söylemiştir: «Kadınların cimâ'a hakkı ol­duğunda bütün ulemâ müttefiktirler. Şu halde kadın, tenasül âleti ke­silmiş birisi ile yâhud cimâ'a iktidarı olmıyanla bilmeden evlense ken­disine muhayyerlik sabit olur. Cimâ'a iktidarı olmayana da, o hâl'in geçip geçmiyeceğini' denemek için bir sene mühlet verilir.»[551]

 

«Kadınlarla Geçinme Babı»

 

Bundan nruıksad, kan kocanın birbirlerine iyi muamele ederek güzcl güsrel geçinmeleridir.[552]

 

1042/863- «Ebu   Hu ayre   radıyallıhü   anh'âen rivayet edilmiştir. Doml|tlr ki: Rcsüliillnh  ;nUallnhü aleyhi ve acilcin;

— Bir kadına a'kasından cima' eden mel'undur; bu­yurdular.»[553]

 

Bu hadisi Ebû Dâvud ile Nesal rivayet etmişlerdir; lâfız Nesal'nin-dir. Hadîsin ınu'temed ravîleri vardır; lûkin mürsel olmakla illetlendi-

Bu hadîsi bu lâfzlyle Ethab-ı KlrAm'dan bir cemâat bir çok yol­lardan HvAyet etmişlerdir ki, Ali b. Eb! Tillb, öm«r, Huzeyme, AHy b. Talk b. AH, Ibnl fcet'ud, CAbtr-, Ibnl Abbat, ibnl Ömer, Berâ', Ukbe-tü'bnü Amir, Enet ve Ebü Ztrr (R. AnhÜm) hazerûtı bunlnr meyanın-dadır. Bunun bütün tarikleri üzerinde söz edilmiştir. Fakat gerek riva­yet yollarının çokluğu, gerekse râvîlerinin muhtelif oluşu birbirini tak­viye ve te'yîd etmiştir.

Bu hadîs kadına arkasından münâsebette bulunmanın yani LÛtî-Hğîn haram olduğuna delildir. Bir şirzime-i kaille istisna edilirse bü­tün ümmet-l Muhammtdlyye'nin mezhebi budur. Çünkü asıl i'tibâriyle Allah'ın helâl kıldığı yerlerden maada her hangi bir dmâ' haramdır. T«4l* t aıretlerl fere'den başka dmâ'ı helâl kılınan bir yer halketme-miştir. Nitekim :

«Kadınlara Allah'ın emrettiği yerden cima' edin[554].

[555] Kadınlara Allh'ın size emrettiği yerden istediğiniz şekilde yaklaşın»

buyurmuştur. Allah'ın emrettiği yer ise fere'tir. Ferc'ten maada istifade edilecek bazı yerler vardır. Fakat bunları şeriat ta'yîn etmiştir. Hayızlı kadının fercinden maada yerlerinden, mübaşeret yani tenini teni­ne yapıştırmak sureti ile istifâde etmek gibi. İmâmiye taifesi bir ada­mın karısı ile cariyesine hattâ kölesine dübüründen münâsebette bulun­mayı yani onlara lûtîlik ötmeyi tecviz etmişlerdir. İmam Şâ'iî'nin : «Bunun hela" ve haj-âm kılınması hususunda hiç bir şey sabit olma­mıştır. Kıyas helâl olmasını îcabeder» dediği rivayet olunmuşsa da bu bâbta \Rebî şunları söylemiştir : «Kendisinden başka ilâh olmıyan Allah'a yemin.ederim ki, Şafiî bunun haram edildiğini tam altı kitapta nassen tesbit etmiştir.»

Bazıları : «Bu helâl mes'elesi onun eskiden mezhebi idi» diyor­lar, tbni'î - Kayyım «el-Hedyü'n - Nebeviy» adlı eserinde İmam Şa­fiî'nin : «Bu işe ruhsat vermem; bilâkis ondan nehî ederim» dedi­ğini naklettikten sonra : «Kim imamlardan bunu mubah kıldıkları­nı naklederse muhakkak onlar hakkında en çirkin ve en fena hatayı yapmış olur. Onların «mubahtır» dedikleri, yalnız arka tarafın, ferce cima' için vâsıta olması, yani dübüre değil arka taraftan ferce cima' etmektir. Bunu işitenler meseleyi karıştırmışlardır» diyor.

İmam Malik'den dahî tecviz ettiğine dâir'bir rivayet varsa da Mâliki İmamları bunu redd ve inkâr etmişlerdir. Hâsılı böyle çirkin bir şeyin tecvizini bu ümmetin manevî semâsının yıldızları demek oian ulemâ-I Kirâm'a nisbet etmek büyük bir iftira ve altından kalkılmaz bir vebaldir. Hattâ bazıları bu cevaz meselesini İmâmiye tâifesİ'nin belli başlı kitaplarında bile bulamadıklarını yazıyor; "böyle bir şeye onların dahî cevaz vereceklerine inanmıyorlar.[556]

 

1043/864- «Ibni Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

Bir erkeğe veya kadına arkasından cima' eden kimseye Allah nazar kılmaz; buyurdular.»[557]

 

Bu hadisi Tirmhî, Nesaî ve İbni Hibban rivayet etmişlerdir. Hadîs mevkuf olmakla da illctlcndirilmiştir.

Evet İbnİ Abbas (Iİ.A.)'a mevkuf sayılmıştır. Lâkin bu mrs'ele içtihada mesâğ verilmeyen meselelerdendir. Bahusus bu nevi' tehdîd ictihâdla bilinmeyen şeylerdendir. Binâenaleyh hadîs merfu' hükmün­dedir.[558]

 

1044/865- «Ebu Hüreyre radıyallahü anft'dep Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den işitmiş olarak rivayet edildiğine göre (S.A.V.) efendimiz :

— Her kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa, komşusuna eziyyet etmesin! Hem kadınlar hakkındaki hayır vssiyyetini tutun! Çünkü onlar kaburga kemiğin­den yaratılmışlardır. Şüphesiz ki, kaburganın en eğri ye­ri üst kısmıdır. Onu doğrultmağa kalkarsan kırarsın; (hah üzere) bırakırsan eğri olarak devam eder (gider).şu halde kadınlar hakkındaki hayır vasiyyetini tutun buyur­muşlardır.»[559]

 

Hadîs müttefekun aleyhlir. Lâfiz Buharî'nindir.

Müslim'in rivayetinde : «Ondan istifâde edersen ondaki eğrilikle istifâde edersin. Eğer doğrultmağa kalkarsan kırarsın. Onun kırılması boşanmasıdır.» Duyurulmuştur.

Hadîsteki : cümlesi : «Kadınlar hakkında birbirinize hayır vasiyyet edin.» mânâsına da gelebilir.

Bu hadîs, komşu hakkının büyüklüğüne ve komşusuna eziyyet ede­nin Allah'a ve âhiret gününe inanmış sayılamıyacağma delildir. Bun­dan komşusuna eziyyet edenin kâfir olması lâzım gelirse d<* bu ifâde mübbâlâgaya hamledilmiştir. Çünkü îmân'ın hakkı budur. Binâenaleyh bir mü'mine eziyyetçilikle vasıflanmak yakışmaz. Komşuya eziyyet, büyük günahlardan sayılmıştır. Şu hâide mânâ: «Kim îmân-ı kâmil ile inanıyorsa» demektir.

Komşu hakkı Kur'ân-t Kerîm'de de tavsiye buyurulmuştur. Kom­şuluk hududu kırk hânedir. Nitekim Taberânî (260—360) bu hu­susta şu hadîsi tahrîc etmiştir :

«Peygamber (S.A.V.)e bîr adam geldi ve :

— Yâ Resûlâllah! gerçekten ben Benî fülân'ın mahallesine yerleş­tim. Ama bana bunların en şiddetli eziyyet edenleri bana evi en yakın olanlarıdır; dedi. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.), Ebu Bekir, Ömer ve Ali (R. Anhüm)}ün mescide gelerek; kırk hanenin komşu olduğuna; komşusu kendi şerlerinden korkan kimse cennete giremiyeceğine dâir seslenmeleri için haber gönderdi.» Yine Taberânî «el-Kebîr» ile «el -Evsat» da şu hadîsi tahrîc etmiştir:

«Şüphesiz k\ Allah sâlih müslüman sebebiyle komşu­larından yüz evden (belâyı) defeder.»

Müslümana oziyyct vermek mutlak surette haramdır. Teâlâ hazret­leri :

[560] Erkek ve kadın mü'minlere hiç hak etmedikleri halde eziyyet eden­ler muhakkak bir bühtan ve aşikâr bir günah yüklenmişlerdir.» buyuru­yor. Lâkin eziyyet komşu hakkında daha şiddetle haramdır; ve hiç af­fedilmez.

Eziyyet'ten murâd : Örf-ü âdetde eziyyet sayılan her şeydir. Hattâ yemek kokusu, meyve ve saire gibi şeyleri komşuya göster­mek bile eziyyetten ma'duddur. Şu hadîse b\r bakınız :

«Mümine yakışan şudur ki : Komşuya tenceresinin kokusu ile eziyyet verirse ona çorbasından verir; ondan rüzgârı men'etmez; ancak izni ile olursa o başka. Bir ye­miş alırsa komşuya ondan hediyye eder.» Komşu haklan İmam Gazâli'nin tîhyâü'l - Ulûmy> unda birer birer sayılmıştır.

«Kadınlar hakkında hayır tavsiyesi» ne sebep : Onların eğri kemik­ten halkedilmiş olmaları gösterilmiştir. Bundan murâd : Kadınların as­lı olan Uz. Havvâ'nin Âdem (A. S.J'ın kaburga kemiğinden yaratılma­sıdır.

Ibni Ishak, Hz. Ibni Abbas (R.A.)'dan şu hadîsi tahrîc etmiştir :

«Filhakika Havva, Âdem'in sol kaburgasının en kısa olanından uyurken yaratıldı.»

Hadîste «Şüphesiz ki kaburganın en eğri yeri üst kıs­mıdır.» Imyurulması kadının kaburga parçalarının en eğri olanın­dan yaratıldığını beyân içindir. Maksad, kadına eğrilik sıfatını mü­balâğalı bir şekilde ispattır.

«Onu doğrultmağa kalkarsan kırarsın» cümlesindeki zamir, kaburga'ya aittir. Maamâfîh kadına racî olmak ihtimali de vardır. Nitekim Müslim'in rivayetinde, «onun kırılması boşan-masıdır.» duyurularak zamîr'in kadına ait olduğu tasrih edilmiş­tir.

Hadîs-i şenf'to, kadınlar hakkında hayır vasiyyeti ve onların eğri ahlâkına sabr-u tahammül emredilmiş; onların ahlâk eğrilik­lerinin tamamon düzeltilmesine imkân olmadığına bilâkis asl-ı hil­katleri iktizâsı kendilerinde mutlaka eğrilik kalacağına, işaret var­dır.[561]

 

1045/866- «Câbİr radtyallahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Bir gazada Peygamber sallallahü aleyhi ve sellcm'te beraberdik. Medine'ye geldiğimizde (şehire) girelim diye gittik, fcesûlüllah (S.A.V.):

— Ağır olun da ona geceleyin, yani yatsı zamanı gi­rersiniz. Tâ ki, saçları dağınık olan kadın taransın, koca­sı gurbette olan da kasıklarını traş etsin; buyurdular.»[562]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir. Buharî'nin bir rivayetinde: «Biriniz uzun zaman gurbette kaldığı vakit ailesi nezdine gecele­yin gelmesin.» buyurulmuştur.

Hadîs-i şerif, bir yerden gelirken ailesinin yanma birden bire değil de te'ennî ile girmenin ve bu suretle gelirdiğini hissettirerek evdekilerin kendilerine bir parça c,eki düzen vermesine imkân bı­rakmanın iyi ve yerinde bir hareket olduğuna delildir. Çünkü ha­bersizce birden hücum edilirse evdekiler, bahusus kadınlar, münâsebetsiz kıyafette, iyi giyinmemiş, dağınık vaziyette bulunabilirler. Bu da kocalarını kendilerinden soğutabilir.

Maksad uzun zaman gurbette kalındığı zamanki geliştir. Nite­kim BuharVnin rivayetinde tasrih edilmiştir. Bu hadiste (gecele­yin) ta'birinin kullanılmış olmasına bakılırsa, gündüzün uzak yol­dan gelerek birden bire ve habersizce ailesinin yanma girmekte beis yoktur. Gece ile gündüzün bu mes'elede niçin tefrik edildiği ih­tilaflıdır. BuharV nin bu bâbtaki ta'lîlinden, evdekilerin kusurlarına muttali' olmasın diye tefrik edildiği anlaşılıyor. Hadîsde tasrih edi­len illet ise kadının taranıp hazırlanmasıdır.

Fakat iki takdire göre de maksad kadının temizlenerek süslen­mesi ve erkeğinin kazây-ı şehvet'i için hazırlanmasıdır. Bu ise ge­celeyin bir mühlete muhtaçtır. Gündüz gelen için böyle bir mühlete hacet yoktur. Kadın akşama kadar hazırlanacak vakit bulur.

Bir de geceleyin gelen evde yabancı erkek bulacağından şüphe edebilir. Gündüzün gelen için bu şüphe pek vârid değildir. Ebu Avenc'nin tahrîc ettiği Câbir hadisine göre : Abdullah b. Revâha ge­celeyin seferden gelmiş. Karısının yanında onun saçlarını tarayan bir kadın varmış. Hz. Abdullah onu erkek zannederek hemen kılıca sarıl­mış. Sonra iş anlaşılma. Bu hâdise Resûlüllah (S.A.V.)'c haber veri­lince, erkeğin ailesi nozdine geceleyin gelmesini yasak etmiştir.

Hadîs-i Şerîf'de, başkalarının gizli şeylerini araştırmaktan uzak bulunmaya, karı-koca arasında geçim ve muhabbeti temin edecek şey­leri yapmaya ve sû-i zann'a sebep olacak şeylerden kaçınmaya teşvik vardır.[563]

 

1046/867- «Ebu Saîdİ Hudrî radıyallahü anh'den rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahil aleyhi ve sellem:

— Şüphesiz ki, kıyamet gününde Allah indinde dere­ce i'tibâriyle insanların en kötüsü karı koca bir olduktan sonra karısının sırrını yayan adamdır; buyurdular.»[564]

 

Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

Karı kocanın bir olmasından maksad cimâ'dır. Hadîs-i şerif Müslim'de «cşerr» ta'biri ile rivayet edilmiştir. Bunu Kaadî îyaz (476—[544) ele almış ve : «Nahivciler: (eşerr) ve (ahycr) ta'birlerini kullanmak caiz değildir, ism-i tafdil için hayır ve şer kelime­leri olduğu gibi kullanılır; derler. Halbuki sahih hadîsler her iki lügatle rivayet edilmiştir» demiştir.

Hadîs-i şerif, kan koca arasında geÇcn cima' İşlerini tafsilâtı ile ifşa etmenin caiz olmadığına delildir. Hattâ, hacet yokken sâdece ci-mâ'-ı söyleyip taFsilât vermese mürüvvete ruhtur. Çünkü Peygamber (S.A.V.) :

«Her kim Allah'a ve son güne inanıyorsa, ya hayır söylesin, yâhûd sussun.» buyurmuşlardır.

Karı koca sırrını ifşa etmeye ihtiyaç varsa meselâ: Kadın ko­casının cimâ'a iktidarı olmadığım iddia ediyorsa, o zaman bu sırrı icabında ifşa etmek mekruh değildir.

Erkek hakkında hüküm bu olduğu gibi kadın hakkında da öy­ledir. Onun da kocasının sırrını başkalarına ifşa etmesi caiz değil­dir.[565]

 

1047/868- «Hakîm b. Muavîye'den o da babasından -radıycdldhü anh~ duymuş olarak  rivayet edilmiştir.  Babası demiştir ki :

  Yâ Resûlallah! Her hangi birimizin karısının onun üzerinde hakkı nedir? dedim:

  Kendin yediğin zaman onu doyurursun giyindiğin zaman onu da giydirirsin. (Ama döverken) suratına vurma, kötü lâf da etme. (Onu) evden başka yerde terketme; buyurdular.[566]

 

Bu hadîsi Ahmed, Ebu Dâvud, Nesaî ve Ibni Mâce rivayet etmişler­dir. Buharı bir kısmını ta'lîk etmiştir. Ibni Hİbban ile Hâkim onu sahîhlermşlerdir.

Hadîs-i şcrîf, zevceye nafaka ve giyecek vermenin vücûbuna; na­fakanın erkeğin malî kudretine göre ta'yîn edileceğine ve terbiye için doğmenir caiz olduğuna delildir. Yalnız zevce hakkında olsun başkala­rı için olsun surata vurmak yasaktır.

(Kötü lâf)  dan murâd-:  Allah sana çirkinlik versin, Allah be­lânı versin. Allah kahretsin; gibi sözleridir.

Zevceyi evde terketmekten^maksat, terbiye İçin onun yatağına gir­memektir. Fakat onu evde bırakıp da başka bir yere gitmek, yâhûd kadını başka yere götürmek caiz değildir. Yalnız hadîsimizde «.Bur harı bir kısmını ta'lîk etmiştir» diyerek işaret edilen kısımda Buharı: «Peygamber (S.A.V.)'İn kadınlarını evlerinden başka yerde terketmesl babı» demiştir. Fakat Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kadınlarını başka yere nakletmemiş; onları evlerinde bırakarak kendisi yanlarından ayrılmış­tır. Buharı bu rivayetin Muaviye hadîsinden daha sahîh olduğunu söy­ler. Maamâfîh Hz. Peygamber (S.A.V.)'in fiili, kadınların evin dışmda terk edilebileceğine, Muaviye hadisi evlerde terkcdİlebilcceğine delâlet ettiğinden hadîsteki mefhumu hasr'ın (yani evden başka yerde terk etme ifâdesindeki hasr'ın) kasdedilmediği anlaşılıyor. «Terketmek» Un murâd'ın ne olduğu dahî ihtilaflıdır. Cumhur'a göre kadınların ya­nına girmeyi ve onların yanında yaşamayı bırakmaktır. Bazıları: «ka­dınla beraber yatar ama arkasını döner» demiş. Bir takımları: «Sade­ce cima' etmez.» mütâlâasında bulunmuşlar, hattâ: «cima' eder fakat konuşmaz» diyenler bile olmuştur. Bazılarınca ağır lâflar söylemek bi­le kadını terketmek sayılır.[567]

 

1048- Câblr b. AbdiUah radıyaîlahü anhümâ'dan rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Yahudiler, bir adam karısının arkasından fercîne cima' ederse çocuk şaşı  (gözlü) olur, derlerdi.Bunun üzerine (kadınlarınız silin tarlanızdır. imdi tarlanıza istediğiniz zaman gelin) âyeti nazil oldu.»[568]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir. 2?u/ıarî'deki lâfzı şöyledir :   .

«Câbir'den şö, le derken İşittim £ Yahudiler, bir adam karısına ar­kasından cima ederse çocuk şaşt gözlü gelir... derlerdi.» İki rivayet mânâ i'tibâriyle birdir. Yalnız âyetin sebeb-i nüzulü hakkında rivayetler muhteliftir. Bunlar üç kavilde toplanır :

1— Şcyhcyn'in rivayetlerinde zikrcdildiği vecihîc kadının arka­sına geçip fercine cima' etmek hususunda nazil olmuştur.

Bu mânâyı hadîs imamlarından bir cemâat, Hz, Câbir'den ve baş­kalarından tahrîc etmişler; rivayet tarîklerinin sayısı otuz altıyı bul­muştur. Bunların bazısında cimâ'ın yalnız ferc'e yapılırsa helâl ola­cağı zikredilmiştir. Ekserisinde Yahudilere redd cevabı vardır.

2— Kadını dübüründen cima' etmenin helâl  olduğunu beyân hu­susunda nazil olmuştur.

Bu kavlin merdud olduğunu yukarıda görmüştük.

3— Karasından azlin helâl olduğunu beyân için nazil olmuştur. Bunu hadîs imamlarından bir cemâat Ibni Abbas'dan İbni Ömer ve

Said b. Müseyyeb'den tahrîc etmişlerdir.

Azil : Kadın gebe kalmasın diye erkeğin menî'sini dışarıya atmak­tır. Bazı ahvâl ve şerîat'de caizdir.

Sebeb-i nüzul hususundaki bu üç kavilden birincisi râcih ve mak­buldür. Zîrâ Buharı ile Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri bir şey başkalarına tercih edilir. Ibni Ömer (R. A./den rivayetler muhteliftir. Azil mânâsını vermeye âyet'in nazm'ı münâsib değildir.[569]

 

1049/870- «Ibni Abbas radıyallahii anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah saîlailahil aleyhi ve scîlem :

— Biriniz ehli ile cima' etmek istediği zaman Bismil­lah, Yâ Rabbi bizi şeytandan ırak; şeytanı da bize ihsan edeceğin rızıktan ırak eyle! der de aralarındaki bu cimâ'-dan bir çocuk takdir buyurulursa şeytan ona ebediyyen zarar vermez; buyurdular.»[570]

 

Hadîs müttefekun aleyh'ür. Lâfzı Müslim'indir.

Bu hadîs, cima' etmek istenildiği zaman bu duayı okumanın lüzu­muna delâlet ediyor.

TabcrânVnin rivayetinde : «Beni ve bana ihsan ettiğin rız­kı» denilerek müfret sîgâsı kulanılmıştır.

Şeytanın dağacak çocuğa ebediyyen zarar verememesinden murâd : Çocuğa musallat olamamasıdır. Kaadı îyaz diyor ki: «Çocuk­tan, zararı umumî şekilde nefi etmek murâd değildir. Vâkıâ zahi­ren nefî sîgâsı ebediyyet bildiren bir kelime ile beraber kullanılmış, binâenaleyh bütün hâllere şâmil olmak îcabederse de, bir hadîste: «Her âdem oğlu dünyaya gelirken şeytan onun karnına dokunur; bundan yalnız Meryem'le oğlu müstesnadır.» buyurulduğuna ve bu dokunmada bir nev'i zarar melhuz olduğuna hattâ doğan çocuğun bundan dolayı bağırdığına göre zarar verme­me kayfıyetinin her hâl-ü şân'a âmm ve şâmil olmadığı anlaşılır.»

Maamâfîh  KnadVmn bu  mütâlâası  zararın  dîni,   dünyevî her nev'ine âmm olduğuna göredir. Fakat bazılarına göre murâd: ya' nız dîni zarardır ve doğan çocuk, haklarında Kur'ân-i Kerîm'de  :

[571] Şüphesiz kî benim    kullarım    üzerine senin bir tesallutun    yoktur»

buyurulan kullar cümlesinden olur. Abdürrczzak (121—211)in Ha-srn'den tahrîc ettiği rivayet de bunu te'yîd eder. Mezkûr rivayette

«Eğer o cimâ'dan gebe kalırsa sâlih bir çocuk olması Ümîd edilir.» deniliyor.

Bu rivayet mürsel ise de re'y ile söyleneceklerden değildir.

îbni Dakîki'l - İd : Çocuğa dîni hususunda zarar vermemesi ih­timaldir. Lâkin bundan o çocuğun ma'sum olması icabetmez. Hem ismet yalnız Peygamberlere mahsustur» demiştir.

Bazılarına göre «Şeytan ona zarar veremez» demek: onu küfre sapıtmak için dîni hususunda fitne veremez;- demektir, gü-nahdan masun olacağı murâd değildir.

Kir takımları da: «bundan maksad : «Annesi ile cima' ederken şeytanın babaya iştirak etmesi çocuğa zarar vermez; demektir» mü­tâlâasında bulunmuştur. Mücâhid'dcn gelen bir rivayet bu re'yi te'­yîd eder. Bu rivayete göre Besmele'siz cima1 eden adamın tenasül âle­tinin başına şeytan sarılır da onunla birlikte cima1 eder. Yalnız bu ri­vayeti Mücahid'den kimin tahrîc ettiği zikredilmemiştir.

Hadîs Mürscl'dir.

Hadîsimizde her halde Besmele çekmenin müstehâb olduğuna, onun bereketi ile her kötülükten Allah'a sığınmaya, Allah'ın İsmi ile tober-rük etmeğe delâlet vardır. Şeytan'ın Âdem oğlundan yalnız Allah'ı zik­rettiği hallerde ayrıldığı, şâir hallerin hiç birinde ondan ayrılmadığı dahî bu hadisin delâlet ettiği hükümler cümiesindendir.[572]

 

1050/871- «Ebu Hüreyre radnjallalıü cm'den Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den duymuş olarak rivayet edildiğine göre Resûlül­lah (S.A.V.) :

— Erkek karısını döşeğine davet eder de o gelmekten 'mtina' eyler ve bu sebeple erkek dargın olarak sabah­larsa, o kadına   sabahlayıncaya   kadar melekler  lâ'net eder; buyurmuşlardır.»[573]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir. Lâfız Buharî'nindir. Müslim'in rivaye­tinde : «Kocası o kadından razı oluncaya kadar Semâdaki (Zât-ı Ecell-ü A'lâ) ona gazablıdır.» buyurulmutur.

Hadîs-i şerifte, kocası karısını cimâ'a davet ettiği vakit kadının icabet ve itaat etmesinin vâcib olduğunu ihbar vardır. Çünkü hadîsteki (dÖşel<) ta'biri cimâ'dan kinayedir. Döşek mânâsına gelen «fîrâş» ta'biri bir çok hadîslerde cima' mânâsına kullanılmıştır. Sonra melek­lerin kiidına lâ'net etmesi de icabetin vâcib olduğuna delildir. Zîrâ on­lar ancfik Allah'ın emri ile hVnet ederler. Allah'ın bu husustaki emri mutlaka bir vacibi yapmamaktan ileri gelir.

Hadisteki «sabahlayincaya kadar» ifâdesi kadının geceleyin icabet etmesinin vâcib olduğuna delâlet ediyorsa da bunun mefhum-u muhalifi mu'tehcr delildir. Zira kadına gündüz de icabet gerekir. Fil­hakika İbni Buzcyvıc (223—311) ile ibni Hibban (—354)'m tahric ettikleri merfu' bir hadîste gece kaydı yoktur. Hadîs şudur :

«Üç kişi vardır; bunların namazı kabul olunmaz ve semâ'ya hiç bir haseneleri çıkmaz: kaçak köle; tâ (sâhibi-bine) dönünceye kadar. Sarhoş; tâ ayılıncaya kadar. Koca­sı kendisine dargın olan kadın; tâ kocası razı oluncaya kadar.» Bu hadîsteki «semâ'ya hiç bir haseneleri çıkmaz» ifâdesinden maksad ; bu üç nev'i insanın yaptıkları hayırlı işlerden hiç birinin Allah tarafından kabul edilmiyeceğini beyândır. Vâkiâ hadîs-i şerif kocasının dargınlığını mutlak olarak ifâde ediyor ; binâenaleyh, cimâ'dan başka bir sebeple darılsa ona da şâmil görünüyor; halbuki cimâ'dan gayrı bir itaatsizlik için lâ'net İcâbetmezse de hadîste yine de şiddetli tehdîd vardır ve cima' hususundaki itaatsizlik de bu tehdid-de dâhildir. Yani hadîs bütün itaatsizliklere şâmildir; onlardan biri de cima' hususundaki itaatsizliktir.

«Kadına melekler iâ'net ederler» buyurması gösteriyor ki sahibi hakkını istediği zaman onu vermemek Allah'ın gazabını mu'cib-oiur. Bu hususta hakkın bedende veya malda olmasının bir farkı yok­tur. Ulemâ bu hadîsten alarak : «Bir günahı işliyecek olan kimseye, günahı işlemeden önce, korkutmak maksadı ile İâ'net etmek caizdir, fakat günahı işledikten sonra artık ona İâ'net değil afv-ü mağfiret dile­mek gerekir.» demişlerdir.

Hâsılı «lâ'net edilmez» diyenler lâ'netin lügat mânâsını mülâhaza etmişlerdir. Lâ'netin mânâsı : rahmetten uzaklaştırmaktır. Bir müslü-man için ise Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılması için duâ etmek ya­kışmaz. Ona yakışan doğru yola dönmesi için duâ etmektir.

«La'net edilir» diyenler : Kelimenin örfî mânâsına bakmışlardır. Bittabi örfü âdetde lâ'net kelimesi mutlak suretdc sövmek mânâsına gelir.

Bazıları günaha girmekten, onu önlemek maksadı ile yapılan lâ'-neti de caiz görmüyorlar. Diyorlar ki: «Lâ'netin sebebi günahın vuku'udur. Günah vuku" bulmadan önce ortada sebeb yoktur ki, müsebbeb olan lâ'net de caiz olsun.»

Bu hadîste Allah'ın kuluna olan riâyeti ve kuluna kazây-ı şehvet'i hususunda isyan ,eden zevcesine lâ'net etmesi nazar-ı dikkati celbetmektedir. Öyle ya bir melîk-i kadir olan Allah-ü zülcelâl'in zelîl ve hakir bir kuluna karşı gösterdiği şu riâyet ve ikram dünyadaki hangi sevgi ve saygı ile kıyas edilebilir?[574].

1051/872- «İbni Ömer radıyallahü anhümü'dian rivayet olunduğuna göre; Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, saçını başkasının saçı ile ekleyen kadına ve ekletene, vücuda döğme yapan kadına ve yaptı­rana lâ'net buyurmuştur.»[575]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîs mezkûr dört şeyin haram olduğuna delâlet ediyor. Bilhas­sa Resûİüllah (S.A.V.)'in lanet buyurması, bunların büyük günah olduk­larını gösterir.                                               

Saç eklemek mutlak surette haramdır. Yani bu bâbta mahrem bir kimsenin saçı ile nâ-mahrem'in, saçı arasında fark olmadığı gibi, ka­dının zînetli veya zînetsiz, evli veya bekâr olması arasında da bir fark yoktur. Şâfiîler'le diğer bazı ulemâ bu hususta tafsilât vermişlerdir. 

Döğme : Vücııciun bir yerine iğne batırarak kan çıkarmak; sonra o yere sürme veya benzeri bir şey doldurmaktır .Arlık o yer yeşil bir renk alır ve bir daha ebediyyen çıkmaz. Bazı hadîslerde lanetin illeti: «Allah'ın halkcltiği -şekli değiştirmek» diye tasrih edilmiştir. Bittabi kına gibi icmâ'en câİz olan şeyler bu hükümden hâriçtir. Çünkü kına Resûlüllah (S.A.V.) devrinde daima kullanılmıştır. Fakat zamanımız kadınlarının sokağa çıkarken yüzlerine, güzlerine ve dudaklarına sür­dükleri allıkların, pullukların kat'î surette haram olduğunda şüphe yok­tur. Buna rağmen düğme bid'atı nasıl eski zamanın modası idiyse bu zamanın moda olmuş bid'atları da bunlardır.

Saçı saçtan başka bir şeyle, meselâ ipek ve bez parçası grtri şey­lerle eklemek ise Kaadi lyas'm beyânına göre ihtilaflıdır. Mâlik ile ekser-i ulemâ'ya göre saç eklemek ne ile olursa olsun memnu'dur. Bunların delili îmam Müslim'in Hz. Câbir (R. A./den rivayet ettiği şu hadîstir :

«Peygamber (S.A.V.) kadının başına bir şey ekleme­sini yasak etti.»

Lcys b. Sa'd'a göre nehî saça mahsustur. Yün ve kumaş parça­ları eklenebilir. Kaadi îyaz : «Renkli ipekten iplikler gibi saça ben-zemiyen şeyleri bağlamak ise yasak edilmemiştir. Çünkü bu ne ek temedir; ne de eklemekten beklenen bir mânâdır. Bu yalnız güzel­leştirmek için yapılır» diyor.

Eklemeden beklenen mânâ'dan murâd, kocasını aldatmaktır. Eklenen iplikler saç renginde olmayınca bittabi aldatma işi ruh bulaimyacaktır.[576]

 

1052/873- «Cüzâme binti Vehb[577] radıyallahih anhd'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Ben Resûtüllah salldllahü aleyhi ve sellem'e bir takım insanlar arasında geldim. Kendileri :

  Vallahi gîleden nehî etmek gönlümden geçti. Bir de Romalılar'la, İranlılar'a baktım ki, onlar çocuklarına gîle yapıyorlar da bu onların çocuklarına hiç bir zarar vermiyor; buyuruyorlardı.Sonra (Eshâb-ı Kiram).  Kendilerine  azlin hükmünü sordular: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

  O gizli ve'ddir; buyurdular.»[578]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir. Hadîs-i şerif, gîle ile azle şâmildir.

1— Gîle: Bir ndamın  emzikli karısına cima1  etmesidir.İmam Mâlik, Esmât ve diğer bazı zevatın mezhebi budur.

Bazılarına göre Gîle : Kadının hâmile iken çocuğunu emzirmesidir. O zamanın hekimleri bunun bir dört olduğunu söyler; araplar da kerih görürlermiş. Lâkin Peygamber (S.A.V.) bunu reddetmiş; bunda hiç bir zarar olmadığını beyân buyurmuştur.

2— Azil: Yukarıda da görüldüğü veçhiyle, cima' esnasında erke­ğin menisini fercin dışına çıkarmasıdır. Azil iki sebeple yapılır. Ya, câ­riye gebe kalmasın diye buna baş vurulur.  Çünkü gebe kalan câriye satılmaz. Yâhud, hür olan karısı gebe kalmasın veya memedeki çocu­ğa bir zarar gelmesin, diye yapılır. Resûlüllah (S.A.V.)'in bu hususta­ki suâle: «O gizli ve'ddir» diye covap vermesi bunun haram olduğuna delâlet eder. Çünkü ve'd : kız evlâdını diri diriye mezara gömmektir.

Zâhirîler'den îbniHazim bu hadîsle istidlal ederek azlin haram ol­duğuna kail olmuştur. Cumhur-u ulemâ'ya göre ise hür olan karısının izni ile cariyenin ise izni olmaksızın dahî azil yapmak caizdir. Hür bir adamla evli bulunan câriye hakkında ihtilâf vardır. Zîrâ babımızın ha­dîsi iki başka hadîsle muâraza haliifdedir. Bunların birisi Hz. Câbir'den rivayet olunan şu hadîstir :

«Câbir demiştir ki : Bizim cariyelerimiz vardı ve onlardan azil ya­pıyorduk. Yahudiler : işte küçük mev'ûde budur; dediler. Bunun üzeri­ne (mes'ele) Resûlüllah (S.A.V.)'e soruldu :

— Yahudiler halt etmişler. Eğer Allah onu yaratmak istese onu sen reddedemezdin; buyurdular.»

Bu hadîsi Nesaî ile Tirmizî tahrîc etmişlerdir. Tirmizî bunu sahîhlemiştir.

İkincisi : Ncsai'nin tahrîc ettiği Ebu Hüreyre hadîsidir ki, o da aynı mealdedir.

Tahavî (238—321) bu hadîslerin aralarını bulmak için Cüzâme hadîsindeki nehyin tenzih mânâsına alınacağım söylemiştir. Ibni Hazm .ise Cüzâme hadîsini tercih etmiş ve ondaki nehyi tahrîm mânâsına almştır,.

Hadîs-i şerîf, bu günkü doğum kontrolünün aleyhine delildir.

Azlin niçin yasak edildiğine gelince : Bu bâbtaki hadîsler bunun kadere karşı gitmek, ona çatmak olduğuna delâlet ederler. Çünkü bun­da müslümanlan azaltmak gayesi istihdaf olunmakta halbuki İslâmiyet müslumanların çoğalmasını emretmektedir.

Fâİde : Ana karnındaki çocuğa henüz ruh verilmeden ilâçla onu düşürmenin caiz olup olmaması hususundaki hiiâf, azlin caiz olup olma­masına teferru' eder. Binâenaleyh azli caiz gören ona da cevâz verir; azle cevâz vermeyen ona da «haram» ,der. Bu günkü doğum kontrolü de azle müteferrî'dir. ŞâfİMer'den bazıları ilâçla gebeliğin Önlenmesine «Haramdır» diye fetva' vermişlerdir. Azli mutlak surette mubah- sa­yarken buna «Haramdır» demeleri hakîkaten müşkildir.[579]

 

1053/874- «Ebu Said-i Hudrî radıyallahü anh'âen rivayet olunduğu­na göre; bir adam :

— Yâ Resûlallah, benîm  bir  cariyem var: kendisinden  azil   yapı­yorum. Onun hâmile kalmasını istemiyorum.  Sen de erkeklerin istedi­ğini istiyorum. Fakat gerçekten Yahudiler azlin küçük mev'ûde oldu­ğunu  söylüyorlar; dedi.  Resûlüllah  (S.A.V.)   :

  Yahudiler halt etmişler. Eğer Allah onu yaratmak istese idi, sen onu değiştiremezdin; buyurdular.»[580]

 

Bu hadisi Ahmed, Ebu Dâvud, Nesaî ve Tahâvî rivayet etmişlerdir. Lâfız E:bu Davud'undur. Râvileri sikadırlar.

Hadîs-i şerif, yukarıdaki Cüzâme hadîsine muarızdır. Maamâfîh aralarının  bulunduğunu ve  aradaki nehyin  tenzih  mânâsına  alındığını yukarıda gördük.

Yahudilerin buradaki yalanı, hakîki tahrîmi kasdettikliTİndendir.

«E:.ğer Allah onu yaratmak istese idi, sen cnu değişti­remezdin» cümlesinin mânâsı : Allah bir kimseyi yaratmak isterse, mutlaka yaratır; ve cima' esnasında menî sizin tahmininizden Önce inersiz onu dışarı atamazsınız. Bu husustaki hırs ve merakınız size bîr fayda te'min etmez. Meninin indiğini bile duymazsınız;   demektir.

Filhakika İmam Ahmed ile Bczzâr, Hz. Enes'den şu hadîsi tah­rîc etmişlerdir :

«Bir adam, azli sormuş; Peygamber (S.A.V.) :

— Kendisinden çocuk olacak meniyi sen bir kayanın üzerine doksen Allah ondan hiç şüphesiz bir çocuk çıka­rır; buyurmuştur.»

Bu hadîsi JbnfrHibban sahîhlemiştir. TaberânVnin «el-Kcbîr-»'in de Ibnİ Abbas'dan; «el-Evsat» ında Ibni Mes'ud'dan olmak üzere hadî­sin iki dâne şahidi vardır.[581]

 

1054/875- «Câbir  radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiş­tir ki: Biz Resûlüllah  sallallahü aleyhi ve sellem devrinde Kur'ân inerken azil yapıyorduk. Eğer ondan bir  şey  yasak edilecek olsa  bîzi Kur'ân nehyederdî.»[582]

 

Hadîs, müttefekun aleyh'tir.

Müslim'in rivayetinde : «Bu Resûlüllah sallallahü aleyhi ve, sellem'tn kulağına vardı; fakat bizi ondan nehyetmedi.» denilmiştir.

Yalnu hadisteki «Eğer ondan bir şey yasak edilecek olsa... ilâh...» cümlesin: Buharı zikretmemiştir. Onu yalnız Müslim râvîlerden Süfyan'm sözü olmak üzere rivayet etmiştir. Galiba Müslim onu istinbat yolu iîe söylemiştir. Çünkü Musannif: «Bütün isnadları araş­tırdım. Fakat Süfyan'dn rivayet eden râvîlerin ekserisinin bu ziyâ­deyi zikretmediklerini gördüm» diyor.

«el - Umde» sahibi dahî bu ziyâdeyi musannif merhumun yaptığı gibi neffs-i hadîsten saymıştır.

İbni Dakiki'l-îd mezkûr ziyâdeyi şerhetmiş;  ve Hz. Câbir'in Allah'ın takriri[583] ile istidlaline şaşmıştır.

Müslim'in rivayetinde azlin cevazını Hz. Peygamber (S.A.V.)'in takrir buyurduğu zikrediliyor. Bazıları Hz. Câbir'in Kur'ân lâfzı İle tesri' zamanını kastettiğini yani «Eğer haram olsaydı biz bu hâl üzeri­ne bırakılmazdık» demek istediğini söylerler. Bu suretle İbni Dakîk'in şaşması bertaraf edilirse de Peygamber (S.A.V.)'in onların bu hâlinden haberdâr olması lâhiiddür.

Hadis-i şerif azlin caiz olduğuna delildir. Bu İşin mekruh olması cevazına münâfî' değildir. Çünkü kerahet tenzihidir.[584]

 

1055/876- «Enes b. Mâlik radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem kadınlarını bir gusül ile dolaşırdı.»[585]

 

Bu hadîsi Buharı ile Müslim tahrîc etmişlerdir. Lâfız Müslim'indir.

Hadîs-i şerif, hakkında «gusül bahsi» inde söz geçmişti, bununla Peygamber (S.A.V.)'in kadınları arasında (Kas'm) denilen adaleti gös­termenin ona vâcib olmadığına istidlal edilmiştir. îbnü'l-A'rabî (468 —543) Peygamber (S.A.V.)'e günün bir saatinde kadınları arasında kasim vâcib olmadığını, bu saatin ikindiden sonra idiğini; şayet o saatte meşgul bulunursa güneş kavuştuktan sonra olurduğıınu söylemiştir. İbnü'l-A'rabî bu hükmü Buhari'nın.tahrîc*ettiği Âişe hadisinden al­mış olsa gerektir. Âişe (R.Anhâ) hadîsi şudur :

«Peygamber (S.A.V.) ikindiden fariğ olduktan sonra kadınlarının yanına girer ve onlardan birine yaklaşırdı.»

Hadisteki (yaklaşırdı) tâ'bİrinin cima' için olması ihtimal dahilin­dedir. Fakat bazı rivayetlerde «cima' etmeksizin» yaklaştığı tasrih edil­miştir. İmam Buharı (194—256) Hz. Enes (R. A J'den şu hadîsi tah­rîc etmiştir :

«Peygamber (S.A.V.) bîr gecede kadınlarını dolaşırdı. O zaman kendilerinin dokuz kadını vardı.»

Bazıları : «Geceden murâd akşamdan sonraki zamandır.» demiş, diğer bazıları; «Hayır olamaz, zîrâ bu vakit dardır; kâfî gelmez, bil­hassa yatsı namazını beklemekle beraber bu iş olmaz» demişlerdir. Fa­kat bunu uzak görmek yersiz görülmektedir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) yatsıyı tc'hirli kılardı. Binâenaleyh bütün kadınları ile münâsebette bulunmağa vakti vardı. Bir de ona başka kimseye verilmiyen kuvvet verilmişti.

Hadîs-i şerîf, Peygamber (S.A.V.)'e kadınları arasında kasim vâcib olmadığına delildir. Bu bâbta Kur'ân-ı Kcrîm'de :

[586] Onlardan dilediğini geriye bırakırsın...» buyurulmuştur. Ulemâ'dan bir cemâatin mezhebi budur. Cumhur u ulemâ'ya göre ise: Resûlüllah (S.A.V.)'c de kasim vâcibtir; Onlar-hadîsi te'vil ederler; ve: Resûîüllah (S.A.V.) bunu nevbet sahibi olan zevcesinin izni ile yapardı. Yâhûd bu­nu daha kasim vâcibolmadan yapmıştır.» derler.

Bu hadîste o zaman dokuz kadını olduğu İfâde ediliyorsa da Bu-harî'nin rivayetinde onbir oldukları beyân olunmuştur. Maamâfîh iki rivayetin arası şöyle bulunmuştur: «Dokuz kadını vardı» diyen­ler, bir araya, gelen zevcelerini kastederler. Filhakika Resûlüllah {S.A.V.)'in yanında dokuzdan ziyâde zevcesi bulunmamıştır. Nitekim Hz. Enes (R.A.)'m beyânı da budur. «Onbir'di» diyenler Hz. Mâriye ile Reyhane'yi de zevceleri arasında sayarlar. Bittabi taglîb tarîki ile onlara da (kadınları) denilebilir.

Hadîs-i şerif de Peygamber (S. A. V.)'in dünya erkeklerinin en ke-mâllisi olduğuna delâlet vardır. Zîrâ bu derece kuvvet başka kimseye verilmemiştir. Buharî'n'm tahric ettiği bir hadîse göre otuz erkek kuvvetine mâlik idi. İsmâüVnm rivayetine göre kendisine kırk kişi­lik kuvvet verilmişti. Ebû Nnaym dahî bunun mislini rivayet etmiş; bu kırk kişinin ehl-i cennet erkeklerden olduğunu söylemiştir.

İmam A'zam ile Nesai'nin tahrîc ettikleri, Hâk i m1 in de sahîhlediği Zeyd b. Erkam hadîsinde ise cennet erkeklerinin kuvveti şöyle beyân olunmuştur :

«Şüphesiz ki erkeğe cennette yeme, içme, cima' ve şehvet hususunda yüz kişi kuvveti verilecektir.»[587]

 

«Mehir Babı»

 

Sadak : Mehir demektir. Doğruluk ve samimiyet mânâsına gelen (Sidik) tan alınmıştır. Mehir erkeğin kadına gösterdiği rağbette samî­mi olduğunu bildirdiği için ona bu isim verilmiştir.

Mehir hakkında «nikâh bahsi» nin 830 numaralı Sehl hadîsinde ma'-lûmat verildiği için bunrada sözü uzatmağa lüzum yoktur.

Eski şcrîatlerde mehir, velîlerin hakkı idi. Dinimizde ise kadının şerefini izhâr için erkek tarafından ona verilmek üzere meşru' olun­muştur.[588]

 

1056/877- «Enes b. Mâiîk rachyattahü anh'den Peygamber sdtlaîla-hü aleyhi vescllcm'den İşitmiş olarak rivayet edildiğine göre Resûlül­lah (S.A.V.).[589] Safiyye'yi âzâd etmiş ve âzâd oluşunu kendisine Mehir yapmıştır.»[590]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîs âzâd etmenin nikâhda mehir olabileceğine delildir. Âzâd keyfiyeti mutlak zikredildiğine göre hangi sözle yapılırsa yapılsın caiz olmak îcâb ederse de mesele fukâhâ arasında ihtilaflıdır.

Âzâd'ın mehir olması dahî ihtilaflıdır. İmam Ahmed b. Hanbel ile diğer bazı ulemâ'ya göre olur. Delilleri bu hadîstir Ulemâ'nm ekse­risine göre olmaz. Onlar bu hadîs karşısında şu cevabı verirler : Pey­gamber (S.A.V.) Safiyye'yi evlenmek şartı ile âzâd etmiştir. Bu suret­le kendi kıymetini Resûlüllah (S.A.V.)'e borçlanmış. O da bu ma'lûm kıymeti kendisine mehir yapmıştır.

Lâkin bu te'vile i'tirâz edilmiş ve gerek hadîsin Müslim'deki ri­vayeti, gerekse Hz. Enes'in sözü ile isbât-i müddeâya çalışılmıştır. Cum-hur-u ulemâ buna mantıkî cevaplar vermişler; derken söz bir hayli uzamisitir. Biz bu münakaşalardan bir fayda mülâhaza edemediğimiz için ninn nakletmiyoruz.[591]

 

1057/873- «Ebu[592] Selemete'bni Abdirrahman radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Peygamber sallallahü aleyhi ve sr](em"m zevcesi Aişeye :

ResûlüJlah sallallahü aleyhi ve sellem'in (evlenirken kadınlarına vermekte olduğu) mehri ne kadardı? diye sordum :

— Zevcelerine (verdiği)  mehrî on İki okiyye  bir de neşş idi.  Neşş nedir bilirmisin? dedi :

— Hayır; dedim:

— Okiyye'nin yarısıdır. Ki olup olacağı beş yüz dirhemdir, işte Resûiüllah Sallallâhü aleyhi ve scllcm'în   zevcelerine   verdiği mehir bu idi; dedi.»[593]

 

Bu hadîsi Müslim Hvâyct etmiştir.

Hadîsteki okiyye'den murâd : Hicaz okiyye'sidir ki, kırk dirhem lııt.;u\ Hz. Safiyye'nin, hattâ bir rivayette Hz. Cüveyriye'nin mehri, îm'ul edilmeleridir; diyenlere göre Hz. Âişe'nin bu sözü ekseriyetle hamlolunur. Bunlar Hz. Hadîce (R.A.)'mn mehrinin de bu miktar ol­madığını, Ümmü Habîbe'nin mehrini ise dört bÜKdînâr ve dört bin div hem üzerinden Habeş hükümdarı Necâşî'nin verdiğini söylerler. Fakat Necati'nin verdiği para Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in emri ilr detfil, ken­di tanırından bir lebrmı' ve Resûlüllah (S.A.V.)e bir ikram idi.

Şâfiîler, bu delillere bakarak mehrin be.şyüz dirhem olmasını müstehâb görmüşlerdir. Mehrin vn az miktarını yukarıda görmüştük; çoğu için bilieniîV hudud yoktur. Teâlâ hazretleri :

[594] O kadınlardan birine ktntar vermiş olsanız...» buyurmuştur.

Kıntar : Bazılarına göre bin iki yüz okiyye alLırîdir. Bazıları. «Km-tar bir öküz derisinin alabileceği altındır» demiş.; bir takımları : «yet­miş bin mıskal» diğerleri «yüz ntıl altındır» iddiasında bulunmuşlardır.

Hz. Ömer (R. A.) mehrin en yükseğini Peygamber (S.A.V.)'İn zev­celerinin mehİrieri kadar yapmak ve Fazlasını Beytü'l-Mâl'e vermek is­temiş, hattâ bu fikrini hutbede söylemişti. Fakat bir kadın :

«âyet-i kerîmesi ile istidlal ederek i'tirazda bulunmuş;  bunun üzerine Ömer (R. A.) :

— Sizin hepiniz Ömer'den fakîh; diyerek sözünden dönmüştür.[595]

 

1058/879- «İbni Abbas radıyallahu anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Alî Fatime[596] radıyallahu anhâ ile evlendiği zaman Re­sûlüllah satlalîahil aleyhi ve scllcm kendisine:

  Ona bir şey ver; dedi. Alî :

— Bende  bir şey yok;  cevabını  verdi.  Resûl-ü  Ekrem  (S.A.V.):

  Öyle ise hutamî zırhın nerede? buyurdular.»[597]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Nesâî rivayet etmişlerdir. Hâkim onu sahîhlcmiştir.

Hadîs-i şerif, zifaftan evvel kadına bir şey vererek hatırını hoş et­menin pek münâsip bir hareket olacağına delildir. Zâten bu cihet halk arasında ma'ruftur.

Bu hadîste Hz. AH (R.A.)'m mezkûr zırhını verip vermediği zikrolunmamıştır. Vâkıâ bazı rivayetlerde ne verdiği ta'yin edilmişse de bu rivayetlerin senedleri yoktur.[598]

 

1059/880- «Amr b. Şuayb'dan o da babasından o da dedesinden -radıyalîahü anhüm- işitmiş olarak rivayet edildiğine göre dedesi şöyle de­miştir : Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Hangi kadın nikâh akdinden Önce bir mehir veya bahşiş, yâhtıd çeyiz üzerine nikâh edildi ise o şey kadının­dır, ismet-i nikâhdan sonraki ise kime verildi ise onun­dur. Kişinin kendisinden dolayı en ziyâde ikram edilme­ye lâyık olduğu (insan) kızı yâhûd kız kardeşidir; buyurdu­lar»[599]

 

Bu hadisi Tirrnizi müstesna, Dörtler'lc Ahmed rivayet etmişlerdir. Hadîs-i şerif, nikâh akdinden önce erkek karısına veya onun babasına yâhud kardeşine bir şey vermeyi teahhüd ederse o şryin zev­cenin olacağına delâlet ediyor. Nikâh kıyılırkcn verilen dahî aynı hür kümdedir. Mcs'elc ihtilaflıdır. İmam Mâlik ile Ömer b. Abd'ûlaziz ve Scvrî buna kail olmuşlardır. Hanefîler'e göre kadından başkası için yapılan şart fâsid değilse icâbı yapılır. Fâsid ise nikâh yine sahihtir. Ayrıca mehir konmamışsa kadına mehr-i misil verilir. İmam Şafiî mehir tesmiye edilmesinin fâsid olduğuna, binâenaleyh kadına mehri misil verileceğine zâhibolmuştur. İmam Malik'e göre : şart, nikâh kıyılırken yapılırsa kadına âid, akidden sonra yapılırsa babaya mahsustur.

«Nihâyctü'l - Müctchid» nâm kitapta şöyle deniliyor: «Fukâhâ-nın ihtilâflarına sebep, bu hususta nikâhı alış verişe benzetmeleri­dir. Onu, bir malı satmak İçin tayin edilen vekilin kendisi için bat şiş şart koşmasına benzetenler : nikâh caiz değildir; demişlerdir Nitekim böyle bir satış da caiz değildir. Nikâhı alış verişe muhalif sayanlar; caiz olmadığını söylemişlerdir.

İmam, Mâlik1 in fark görmesine gelince : Eğer şart akıd esna­sında yapüırsa Mâlik, akdi yapan şahsı kendi menfeati için kadının mehr-i mislini azaltmakla itham etmektedir. Fakat, nikâh kıyıldık­tan ve mehir üzerinde bir anlaşmaya varıldıktan sonra yapılan şart için böyle bir ithamda bulunmamıştır.»

«Nihâyctü'l - Müctehid» den nakledilen izahat burada sona eri­yor.

Evlenirken örf-ü âdet'e uyarak erkeğin gönderdiği yiyecek gibi it­laf edilen şeyler, akid esnasında şart koşulursa mehir : akidden önce verilirse îbaha ve hediyye'dir.[600]

 

1060/881- «Alkame'den[601], o da İbni Mes'ud radıyallnhü a>th'âen İşitmiş olarak rivayet edildiğine göre İbnİ Mes'ud'a bir kadınla evlenip ona mehîr takdir etmeyen ve kadına dâhil olmadan (cima' etmeden) ölen bir adamın hükmü sorulmuş. İbni Mes'ud :

  O  kadma   kendi  akraba kadınlarının   mehri   vardır;   onlardan   ne az olur; ne de çok.  Kadına îddef  (beklemek) de miras (almak) da var­dır; demiş. Bunun üzerine Ma'kİl[602] b. Sinan-ı Eşcaî ayağa kalkarak:

  Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem birlerden bir kadın olan Berva' binti Vâşık için senin  hükmettiğin gibi hükmetti;    demiş;   İbni Mes'ud buna sevinmiştir.»

Bu hadisi Ahmed ile Dörtler rivayet etmişlerdir. Tirmîzî onu sahîhlcmiş; bir cemâat de hasen bulmuşlardır.

îbni Hazım ile îbni Mehdi de bunlar arasındadır. îbni Hazm: «İs-nâriı sahih olduğu için hadîse bir diyecek yoktur.» demiştir. Bcyhakî de «rl-Hilnfiyyât» da buna benzer bir şey söylemiştir. İmam Şafiî: bu hadi ki emsalinin sabit olduğu şekilde bilmiyorum» demiş ve şunları ilâve et­miştir : «Berva' hadîsi sübût bulsa ona kail olurdum.» Yine îmam Şafiî, «el-Ümm» adındaki eserinde şöyle demektedir : «Eğer bu hadîs Resûlüllah (S.A.V.)'dcn sabit olsaydı en güzel bir şey olurdu... ilâh...»

Bu hadisi Vahidi (130—207) zaîf bulmuştur. Zîrâ hadîs Medîne'ye Kûfeliler'don gelmiş; fakat Medîne'liler onu tanımamışlardır, Hz. Ali (R. A.)'ın dahî onu reddederek Ma'kİl b. Sinan'ın topuklarına bevleden bir o'rabî olduğunu söylediği rivayet olunur.

Hâkim,, Harmeletü'bnü Yahya'dan şunu rivayet eder : «Harmete: İmam Şafii'nin: Eğer Bervâ binti Vâşık hadîsi sahih ise ona kail olu­rum; dediğini işittim.» demiş. Hâkim buna : «Ben sahihtir diyorum. Haydi bakayım ona kail ol.» mukabelesinde bulunmuştur.

Dârc- Kutnl (306—385) bu hadîs hakkındaki ihtilâfı «chilcU de zikretmiş sonra : «îsnâd i'tibâriyle en münâsibi Kafâde hadîsidir. An­cak o da sahâbînin adını bellememiş» demiştir.

Hadisimiz bir kadına cima' vâki olmadan kocası ölürse mehrinin t;ım olarak verileceğine; şayet nikâh esnasında mehri konuşulmamış-sa ona mehr-i misli verileceğine delildir.

Bu meselede İki kavil vardır;

Birinci kavle göre, bu hadîsle amel edilerek kadma bütün mehri ve­rilir. İbni Mes'ud (R.A.)'m sözü delile muvafık bir içtihattır. Ehu Ha-nîfe ile Ahmcd b. HanbeVin ve diğer bazı ulemâ'nın mezhebi de budur. Yalnız Hanefîler'e göre kocası cimâ'dan evvel boşar veya ölürse yarım mehir verilir.

ikinci kavle göre, kadın yalnız mîras alır. Bu kavil Hz. AH, İbni Ab-bas, İbni Ömer (R. Anhüm) ile İmam Mâlik ve bir kavline göre Şa­fii'nin mezhebidir. Çünkü onlara göre mehir bir ivaz yani karşılık bedelidir. Erkek bu ivazla alınacak şeyi almamıştır. Şu halde alış verişte satılan mal ele geçmedikçe onun karşılığı olan kıymetini vermek nasıl îcabetmiyorsa burada da öyledir. Mezkûr zevat bu hadîs için da­hî : «Çok ta'n edilmiş» derler. Fakat hakikatte o ta'nlar bertaraf edil­miştir. Meselâ Hz. Ali'nin Ma'kil hakkındaki ta'nına : «Bir sahabî ile başka sahabî arasındaki ıztırab hadîse dokunmaz.» diye cevap verilmiş; Medine ulemâ'sının hadisi bilmemesi için de «râvînin adaleti karşısın­da bir ta'n teşkil edemez.» denilmiştir.

Binâenaleyh bu hadîsle istidlal kıyastan evlâdır.[603]

 

1061/882- «Câbİr b. Abdİllah radtyaîlahü anhümâ'dan rivayet olun­duğuna göre; Peygamber sallalîahü aleyhi ve sellem:

— Eğer bir kimse bir kadının mehri için kavrulmuş un veya kuru hurma verirse muhakkak (kadım kendine) he­lâl kılmıştır; buyurmuşlardır.»[604]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud tahrîc etmiş ve onun mevkuf olduğunu ter­cih eylediğine işâretde bulunmuştur.

Musannifin «ct-Tclhîs» deki beyânına göre bu hadîsin râvîleri arasında Musa b. Müslim b. Rûman vardır ki, bu zât zaîftir. Hadîs mevkuf olarak da rivayet edilmiştir. Hem mevkufen rivayeti daha kuvvetlidir, binâenaleyh musannıfa gereken âdeti veçhile, hadîsde za'f olduğunu beyân etmekti.

Hadîs-i şerîf, mehrin dirhem ve dinar gibi paraların gayrisinden de olabileceğine delildir. Mehrin en az neden olabildiği hususunda ulemâ"nın kâvîüori kendini Peygamber  (S.A.V.)'e hibe eden kadın hadî­sinde görüldü.[605]

 

 

1062/883- «Abdullah b. Âmir[606]  b. Rebîa'dan o da babası radıyal-anh'den İşitmiş o'arak rivayet edildiğine göre Peygamber sajlajlahü aleyhi ve sellem kadının bîr çift ayakkabı karşılığında nikâh edil­mesini tecviz etmiştir.»[607]

 

Bu hadîsi Tirmİzî tahrîc etmiş ve .sahihlemiştir. Ama bu bâb'ta kendisine muhalefet edenler olmuştur.

Hadisin lâfzı şöyledir :

«Benî Feiare'den bir kadın bîr çift nalın mukabilinde evlenmiş, bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.):

  Nefsin ile malın mukabilinde bir çift nalına mı razı oldun? demiş. (Kadın):

  Evet, cevabını verince nikâhını tecviz buyurmuştur.»

Hadîs-i Şerif, mehrin kıymeti hâiz her şeyden olabileceğine de­lildir. Bu bâbtaki kavilleri de yukarıda gördük.

Ibni'lKayyim, bu hadîsle ondan evvelkini zikrettikten sonra şunları söylüyor: «Bunlaft1, mehrin en az miktarının takdir edilemiyeceğini tazammum eder; demek ki bir avuç kavrulmuş undan, bir demir yüzükten ve bir çift nalından mehir yapılabilecek ve bununla zevce helâl olacaktır.

Bunlar mehir hususunda pahacılık etmenin mekruh olduğunu da tazammun etmektedir. «Görülüyor ki İbni'l-Kayyim, mehrin en az miktarının mahdud olmadığını isbât için hayli gayret sarfetmektedir. Halbuki bu hadisi Tirmizi her ne kadar sahih de çıkarsa o sa-hîh d< fildir. Çünkü râvîleri arasında Âsim b. UbcydııUah vardır. Ihni Main onun hakkınd: «zaîftir; onunla ihticâc edilmez» demiş, jbni Hibbân: «Hatası fâhis olduğundan terkedildi.» cümlesini sarfetmiştir.[608]

 

1063/884- «Sehl b. Sa'd radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuş­tur. Denfüjür ki: Peygamber saîlalîahü aleyhi ve sellem bir adama bir kadtnı demirden bir yüzük mukabilinde tezvîc etti.»[609]

 

B.u hadîsi Hâkim tahrîc etmiştir. Hadîs, nikâh bahsinin baş taraf­tarında geçen-uzun hadîsin bir kısmıdır.

Mezkûr hadîs, «nikâh bahsi» ndc (1005) sıra numarasn îîo geçmiş­tir. Resûlüllah {S.A.V.) 'in evlenmek istiyen erkekten kadına mehir ol­mak İı/f r-e hiç olmazsa demirden bir yüzük bulmasını istediğini; onu d;t bulamayınca kadına bir miktar Kur'an öğretmesi mukabilinde ni­kâhlarını kıydığını orada görmüştük. Eğer buradaki parçadan murâd o hadîs ise orada demir yüzük bulunmamış ve ondan mehir yapılama­mıştı ki, bize hu bâbta delil olsun. Başka bir hadîs kastcdilmişse muh­temeldir.  Fakat bu ihtimal  musannifin ifâdesine nazaran uzaktır.

(.-t (1005) sayılı hadîs kastedilmişse şöyle tc'vîl yapmak îcabe-fîcr. «Peygamber (S.A.V.) bir demir yüzükten mehir yapmağa izin ver­miş; fakat bulunup da akid onunla yapılamamıştır.[610]

 

1064/885- «Ali radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur ki:

— Mehir on dirhemden az olmaz; demiştir.»[611]

 

Bu hadisi Dâre Kutnî mevkuf olarak tahrîc etmiştir. Senedinde söz vardır.

Aynı hadîs, Hz. Câbir'den merfu' olarak da rivayet edilmişse de o rivayet sahih değildir. Bu hadis, yukarıdaki merfu' hadîslere muarızdır.

Senedindeki söz: ravî Mübeşşir b. Ubeyd hekkmdadir. Bu zât içir İmam Ahrned b. Haribel: «Hadîs uydurdu» demiştir.[612]

 

1064/886- «Ukbetü'bnü Âmir radıyaUahü anh'öen rivayet edilmiştir. Demiştir ki:  Resûlüllah sallallahü aleyhi ve scîlcm;

— Mehrin en hayırlısı en ehven olanıdır; buyurdular.»[613]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud tahrîc etmiştir. Hâkim onu sahihlemiştir.

Hadis-i Şerif, mehri hafif tutmanın müstehâb olduğuna; pahalı olan mehrin. .;-.âiz olmakla beraber matlup bir şey olmadığına delildir. Yu­karıda,Hz. Ömer (R.A.)'m mohir pahalılığını önlemeye çalıştığını gör­müştük. Hz. Ömer (R. A.)'m bu niyetini anlıyan bir kadın ona: «Bu sa­na kalmamıştır yâ Ömer! Allah feâlâ: onlara altından kıntar verseniz.. ilâh; diyor.» tarzında mukabelede bulunmuş; bunun üzerine Ömer (R.A.): «Bir kadın Ömer'le münakaşa etti ve ona galebe çaldı» demiş­tir.

Bu hadîsi Abdürrczzak tahrîc etmiştir.

Ayt-t-i Kelimedeki «altından» tâbiri İbni Mes'ud kıraatine göredir.

Hadîsin muhtelif lâfızlarla çeşitli tarîkleri vardır. Bunlar hayırlılığm kadındaki bereket mânasına geimesi ihtimalini de taşımaktadırlar. Nitekim bir hadîste: :

«Onların en bereketlisi nafaka cihetinden en ehveni­dir.» buyurulmuştur.[614]

 

1065/887- «Âişe radıyaUahü anhâ'dan rivayet edildiğine göre Amre bîntil' Cevn Resûlüllah sallaTlahü aleyhi ve sellem'm yanına konuldu­ğu yani onunla evlendiği zaman ondan istiâze etmiş. Bunun üzerine Re­sûlüllah (S.A.V.) «Yemin olsun ki tam sığınağa sığındın buyurmuş; ve hemen onu boşayarak Üsame'ye emir vermiş; o da ka­dına üç elbise ile müt'a vermiştir»[615]

 

Bu hadîsi îbni Mâce tahrîc etmiştir. İsnadında metruk bir râvî vardır. Kıssanın aslı (Sahih-i Buharı) de Ebu Esîd-İ Saîdî'den rivayet olunmuştur.

Kadının ismi bu hadîste Amre olarak tesbit edilmişse de onun adı ve soyu sülâlesi hakkında pek çok ihtilâflar vardır. Bunlara şer'î bir hü­küm teallûk etmediği için zikrine lüzum görülmemiştir.

Bu kadının Resûlüllah1 sallallahü aleyhi ve scMcm'dcn niçin istiâze «ivaz, kannlık» etdiği dahî ihtilaflıdır. îbni Sa'd'm tahrîc ettiği ri­vayette şöyle deniliyor :

Kadın pek güzelmiş. Peygamber (S.A.V.) onun yanına girince (diğer) kıclınlanna kıskançlık gelmiş, de kadına denilmiş ki: — Peygamber (S.A.V.) 'in yanında bir kadın ancak onun yanına girdiği zaman: sen­den Allah'a sığınırım, demekle mes'ud olur.»

Yine îbni Sa'd'm, Buharî'nin isnadı ile tahrîc ettiği bir riayet de şudur :

«Âişe ile Hafsa, İlk geldiğinde o kadının yanına girmişler; onun sa­çını taramışlar ve kınalamışlar. Bunlardan bin kadına:

— Gerçekten Peygamber (S.A.V.) kadının onun yanına girdiği za­man:Senden Allah'a sığınırım; demesinden  hoşlanır;   demiş»  imiş.

B)tharî haşiyelerinin bazılarında kadının hiie vo hud'a yaptığı kaydedilmiştir. Bu sözleri sarf hud'a için söylemiş ve bundan sonra ken­disine (şakiyye) ismini vermiş. Zahir olan da budur deniliyor.

Hadîs-i Şerîf, cima' etmeden boşanan kadına müL'a vermenin meşru' olduğuna delildir. Mchir konmadan bu şekilde boşanan kadın müt'a vermenin vâeib olduğuna ulemâ'nın ekserisi kaildir. Yalnız îmam Mâ­lik ile Lcys'c göre vâcib değil müstehâbdır.

Cumhur'un delili :

[616] Kadınları cimâ'dan ve kendilerine bîr mehir takdirinden önce boşarsantz sîze bîr günahyoktur. Onlara zengin kendi kudretince, fakir de kendi kudretince olmak üzere müt'a verin.» âyet-i kerîmesidir. Âyet­te müt'a verilmesi emrediliyor. Emir vücûb ifâde eder.

Ebu Bekir Rcyhakl   (384 — 458)   «Sünen»  inde bu bâbta Hz. İbni Abbas'dan şu hadisi tahriç etmiştir:

«Demiştir ki: mess nikâtır; ferîza da mehirdır. (Onlara müt'a ve-tin) âyeti îçin de: Bu kocanın borcudur. Kadının mehir koymadan alır da sonra cimâ'dan önce boşarsa: Allah ona kendi fakirliği veya zengin­liğine göre o kadına müt'a vermesini emretmiştir; İlâh...»

Hz. Peygamber (S.A.V.) "in müt'a verdiği bu kadına mehir tesmiye edilmemiş do olabilir; mehri tesmiye edilmiş olmakla beraber yine bir ihm ve fazilet oimak. üzere Resûlüilah (S.A.V.) tarafından verilmiş olması da mümkündür.

Mehir konmadan, niL İu kıyılıp da zifaftan sonra boşanan kadına müt'a vermenin hükmü ihtilaflıdır. Hz. Alî ve Ömer (R. Anhilmd) ile I mum ye göre yine vâcibtir. Delilleri:

[617] boşanan     kadınlara  maruf  veçhile  müt'a  vardır» âyet-i  kerime-sidir.

Hanefîler'le diğer bazı ulemâ "ya göre ise burada müt'a vermek vâcib değil, yalnız mehri misli verilir. Onlara göre âyetin umumu cirnâ' edilmemiş olmakla tahsis edilmiştir.[618]

 

«Düğün Da'veti Babı»

 

1067/888- Enes b. Mâlik radıyaltahii anlı'den rivayet olunduğuna göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sclîem Abdurrahman b. Avf'ın Üzerinde sarılık eseri görmüş ve :

__   Bu  ne? demiş. Abdurrahman  :

— Yâ Resûlallah! ben bir hurma çekirdeği ağırlığında altın vermek üzere bîr kadınla evlendim; demiş. Resûlüilah  (S.A.V.} :

«— öyle ise Allah senin için mübarek kılsın; bir ko­yunla dahi olsa düğün da'veti yap; buyurmuşlardır.»[619]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir.

Bazı rivayetlerde sarılığın za'feran eseri olduğu beyân edilmiştir. Vâkıâ za'fernnh elbise giymeyi Resûiüllah (S.A.V.) erkeklere hoş gör­müyordu ise de düğüne mahsus oimak Ü7.ere ses çıkarmadığı anlaşılı­yor. Elbiseye sürünmeyi tecviz edenlercc bu eser Hz. Abdurrahman'ın teninde değil, elbisesinde idi. îmam A'zam Ebu Hantfr ile Şafiî ve diğer bazı ulemâ'ya göre elbiseye za'feran sürmek memnu'dur. Elbise­ye sürmenin caiz olduğu îmam Mâlik ile Medine ulemâsından rivayet olunmuştur. Onlar bazı sahîh hadîslerin mefhum-u muhalifi ile istidlal ederler.

Hazreti Mâlik'e : «sarahat mukabilinde delâlete i'tibâr yoktur.» kaidesi ile cevap verildiği gibi: «Hz. AbdurrLhman kıssası hicretin ba­şında henüz za'fcran nehyedümeden vuku' bulmuştu; maamâfîh Pey­gamber (S.A.V.)'in gördüğü sarılık r-seri ona zevcesinden de bulaşmış olabilir.» diye cevab verilmiştir. Karısından bulaşmış olmasını Neve-vl (631—676) tercihen kabul ile bu kavli muhakkikini ulemâya nis-bet eylemiştir.

«Bir hurma çekirdeği ağırlığında altın» dan murâd: bazılarına gö­re çeyrek dînar'dır; çünkü o miktar altın o günde bir çeyrek dînâr ederdi. Fakat buna:.«hurma çekirdekleri muhteliftir. Bu bâbta nasıl mi'yâr olabilir?» diye i'tirâz edilmiştir. Bir takımları: «altın çekirdek­ten murâd: beş dirhem gümüş kıymetinde olandır» derler. Hattâbî (319—388) buna cezmetmiş; Ezherî dahî bunu ihtiyar eylemiştir. Kaadî îyaz bu kavli ekser-i ulemâ'dan rivayet etmiştir. BcyhakVmn rivayetinde : «Beş dirhem tahmin edilen altından bîr çekirdek» denil­miş olması da bu kavli te'yid eder. BcyhakVmn Katâde'den rivaye­tinde altın çekirdeğin üç bütün dirhem bir de üç te iki dirhem ağırlığında tahmin olunduğu bildiriliyorsa da o hadîsin isnadı zaîf-tir. Ama îmam Ahmcd cezmen buna kail olmuştur. Altın çekirdek hakkında daha başka kaviller de vardır.

Hadîs-i şerif, dâmâd'a bereketle duâ edileceğine delildir.

Filhakika Hz.  Abdurrahman,   Peygamber   (S.A.V.)'in   duasına nail olmuş hattâ :    «Kendimi, İaşı kaldırsam altın veya gümüş bulacağımı sanır bir dereceye varmış-gördüm.» demiştir. Bunu Buharı rivayet eder.

«Bİr koyunla dahî olsa düğün da'veti yap; ifâdesinden düğün da'veti yapmanın vâcib olacağı zannı hasıl oluyor. Nitekim Zâhirîler'in mezhebi de budur. Bunlar daha başka bazı hadîslerle de istid­lal ederler.-îmam Şafii'nin de vücûba kail olduğu söylenir.

îmam Ahmed'e göre velîme sünnettir. Cumhur'a göre ise mendûp-tur. îbni Battal (—444): «Buna vâcib diyen bir kimse bilmiyorum» demiştir.

Ulemâ velîme'nin vakti hususunda da ihtilâf etmişlerdir. Bilhassa Mâlikîler arasında bunun akid esnasında mı, akidden hemen sonra mı yoksa zifaf zamanında mı, olacağında ihtilâf vardır. Şâfiîler'dcn Mârudî velîme'nin zifaf zamanında olacağını tasrih etmiştir. îbni's - Sübkî ise :  «Peygamber  (S.A.V.)'in   nakledilen fiili zifaftan sonra olduğunu gösterir.» diyerek Resûlüllah (S.A.V.)'in Zeyneb binti Cahş ile evlenme­sine işaret etmiştir. Bu kıssayı anlatırken Hz. Enes (R. A.) : «Peygam­ber (S.A.V.) Zeyneb'ie gelin güvey olarak sabahladı. Müteakiben halkı da'vet etti.» demiştir.

Velîme'nin miktarına gelince : Hadîse bakılırsa en az bir koyun ile olacaktır. Ancak Peygamber (S.A.V.)in bir koyundan daha az ile de velîme yaptığı sabit olmuştur. Hz. Enes diyor kî : «Peygamber (S.A.V.), Zeyneb'e yaptığı da'vetten daha fazlasını başka kadınlarına yapmamıştır.»

Galiba Hz. Enes (R.A.) bu sözü ile Hz, Zeyneb'in da'vctindeki be­reketi anlatmak istemiştir. Çünkü o da'vette bir koyun kesilmiş olma­sına rağmen hiç bir da'vette görülmemiş bir bereket çağlamış; herkes et ve ekmeğe doymuştur. Yoksa Hz. Meymune (R.Anhâ)'nm da'vetinde de bir koyun kesilmişti.[620]

 

1068/889- «İbnî Ömer radıyaîlahü- anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki; Resûlüllah sallallahü aleyhi ve scllem:

— Biriniz bir düğün yemeğine çağırılırsa hemen ona İcabet etsin; buyurdular.»[621]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Müslim1 in rivayetinde : «Biriniz dîn kardeşinizi da'vet et­tiği vakit ister düğün yemeği isterse benzeri olsun, he­men İcabet etsin»   Duyurulmuştur.

Buradaki birinci hadis velîme'ye icabet etmenin vücûbuna ikinci hadîs ise her da'vete icabetin lüzumuna delâlet ediyor.

Maamâfîh, iki rivayeti aynı râvî yapmış da olsa aralarında muaraza yoktur.

Zâhirîler'lc bazı Şâfiîler hadîslerin zahiri ile amel ederek: «da'vete icabet, mutlak surette vâcibtir» demişlerdir. Hattâ îbni Hazm, bu­nun Cumhur-u sahabe ile Tâbiîn'in kavli olduğunu iddia etmiştir. Bazı­ları düğün da'veti ile şâir da'vetlerin arasında fark görürler îbni Abdiîberr, Kaadi îyaz ve Nevevî düğün da'vetine icabetin vâcib olduduna uiemâ'ntn ittifakı bulunduğunu nakielmişlerdir. Ancak Hanefî-ler'e güre vâcib değil, vâcib kuvvetinde bir sünnettir. Şâfiîler'le Han-beliler'in cumhuru bu da'velîn farz-ı ayın olduğunu tasrih etmişlerdir. İm<ım Mâlik dahî farz-i ayın oldğunu nassan ifâde etmiştir. Bazıla­rından volime'ye icabetin farz-ı kifâye olduğu rivayet edilmiştir. İmam Şafii'nin, sözünden velîmeye icabetin vâcib olduğu, fakat şâir da'vetier için pek ruhsata yanaşmadığı anlaşılıyor.

«Vâcibtir» diyenlere göre özürden dolayı da'vete icabeti terket-mc ruhsatı olduğunu İbni Dakıki'l-îd «cl-İlmâm» şerhinde beyân et­miştir. Yemekte şüphe bulunmak, yâhûd kimsenin bulunması mah­sus olması, veya orada hoşlanmadığı bir kimsenin bulunması şer­rinden korktuğu için veya makam sahibi oluşuna tama'an da'vet etmiş olması, sofrada içki, çalgı ve oyun bulunması gibi şeyler bi­rer özürdür. Bu Özürier şcrîattcn ve eshâb-ı Kîrâm'ın yaşadığı vak'alar-dan alınmış şeylerdir. Meselâ : Tabcrânî «eî-evsat» da İmrân b. el-Husayn'dan Peygamber (S.A.V.)'in fâsıkların da'vetine icabetten neht buyurduğunu tahrîc etmiştir. Ncsaî dahi Hz. Câbİr'den şu merfu' ha­disi rivayet etmektedir :

«Her kim Allah'a ve âhir güne îman ediyorsa, üzerin­de şarao sunulan bir sofraya oturmasın.»

iîu hadisin isnadı iyidir. Aynı hadîsi îmam Tirmizî Hz.' Câbir'<len, bir başka tarik i!e tahrîc etmiştir. Yalnız bu rivayet zaîftir.imam Ahmcd bu hadisi Hz. Ömer (R.A.)'dvn rivayet ediyor.

Hâsılı da'vet, icabeti iktizâ eder. Fakat onda münkerâttan bir şey bulunursa mâni' ile muktezi tearuz etmiş olur. Bu taktirde hü­küm mâni'e göre verilir. «Mcccllc-i Ahkâm-ı Adliyeye» nin 46. ci maddesinde bu kaide : «mâni' ve muktezi tearuz ettikte mâni tak­dim olunur. şeklinde hülâsa edilmiştir.[622]

 

1069/890- «Ebu Hüreyre    radnjalhthü anft'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki:  Resûlüllah salhtUnhü aleyhi ve scllcm:

__ Yemeğin en kötüsü, gelenlere verilmeyip, gelmek istemiyenierin da'vet edildiği düğün yemeğidir. Her kim da'vete icabet etmezse muhakkak Allah ve Resulüne is­yan etmiştir; buyurdular.»[623]

 

Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

Düğün da'vetine gelenden murâd: fakirlerdir. Buna delîi Taberânînin rivayet ettiği İbni Abbas hadîsidir.. Mezkûr hadîste şöyie buyurulmaktadır :

«Kendisine tokların da'vet edilip açların menedildiği düğün yemeği ne kötü bir yemektir.»

Yukarıda görüldüğü vecihle velîme denilince hatıra, düiiün da'veti geleceğinden, İmrada mutlak olarak zikredilen velîme'den de o anla­şılır. Bu yemeğin niçin (en kötü yemek) o'duğu hadîsimizde : «Çünkü ona gelmek istemiyen zenginler da'vet edilir» cümlesi ile beyân buyurıHmulur.

îıadis-i şerif, da'vete icabet etmenin lüzumuna delildir. Bu husus­ta az yukarıda söz geçti.[624]

 

1070/891- «(Bu da) ondan -radıyallahil anh- rivayet olunmuştur. Demiştir kî : ResûfüHah saUttünhü aleyhi ve scllrm:

— Biriniz da'vet olundu mu, hemen icabet etsin. Eğer oruçlu ise hayır ve bereket duasında bulunsun; oruçsuz İse yesin; buyurdular.»[625]

 

Bu hadîsi de Müslim tahrîc etmiştir.

Müslim'de Câbİr'den dahî böyle bir hadîs vardır. Onda: «isterse yer; dilerse terkeder». buyurmuştur.

Hadîs-i şerif, oruçlunun da'vete icabetten i'tizâr etmemesi lüzumu­na delildir. Hadîsteki (salât) dan muradın ne olduğu ihtilaflıdır. Cum-hur'a göre maksat: Sofra sahiplerine mağfiret ve bereket duasında bu­lunmaktır. Bazıları «Bundan murâd; namazdır» derler. Bu taktirde oruçlu namaz kılacak, orada bulunanlarla sofra sahipleri de onun be­reketine nail olacaklardır.

Bu hadîse bakılırsa oruçlunun icabet için orucunu bozması mevzu-u bahis değildir. Zaten farz oruca niyet etmişse, orucunu bozması bilit-tifâk haramdır. Nafile oruca niyyetli ise orucunu bozabilir.

(Yesin) emrinden zahiren vücûb anlaşılırsa da mes'ele ihtilaflı­dır. Bir çoklarına esahh olan : da'vetlerde yemek, yemek vâcib değildir. Bazıları emrin zahiri ile amel ederek: «yemek vâcibtir» der­ler.

Yenilmesi îcabeden en az miktar bir lokmadır. Fazlası vâcib değil­dir.

Hadîsteki emrin yemeyi vâcib kılmadığını söyliyenler onu nedib mânâsına alırlar. Nitekim Müslim'in rivayetinde muhayyer bırakması bunu te'yid eden bir karinedir. Zaten musannifin onu Ebu Hüreyre ha­dîsinin arkasından zikretmesi yemenin vâcib olmadığını anlatmak İçin­dir.[626]

 

1072/892- «Ibnî Mes'ud radıydllahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah saîlalîahü aleyhi ve sellcm:

— İlk günün düğün yemeği haktır; ikinci günün ye­meği sünnettir; üçüncü günün yemeği riyadır. Her kim riya yaparsa Allah'da onu kepaze eder; buyurdular.»[627]

 

Bu hadîsi Tîrmİzî rivayet etmiş ve garib görmüştür. Râvîleri Sa­hih (kitapların) ricalidir. Hadîsin İbni Mâce'de Enes'den bir şahidi vardır.

Tirmizi bu hadîs için : «Onu ancak Ziyâd b. Abdullah'ın rivaye­tinden biliyoruz; halbuki bu zâtın garib ve münkerleri çoktur.» demiştir. Buna mukabil Musannif onun bu sözünü reddedercesine ha­disin ricalini sahîh rical olarak tanımaktadır. Yalnız Ziyâd hakkın­da : «Hakikaten Zİyâd ihtilaflıdır; Şeyhi, Atâ b. cs-Sâib ise hadisi karıştırmıştır, Ziyâd'm ondan işitmesi de karıştırma halinde son­radır.» diyor. Fakat bu sözleri söyliyen bir zât aynı hadis için «ri­cali, sahîh ricaldir» dememeli idi.

Bu hadîsin İbni Mâcc'deki şahidinin isnadında Abdülmelik b. Hüseyin vardır ki, zaîftir. Bu bâbta daha bir çok hadîsler varsa da hiçbiri, hakkında söz edilmekten hâlî kalmamıştır.

Hadîs-i şerîf, düğünde iki gün ziyafet vermenin meşru' oldu­ğuna delildir. İlk gün hak, yani vâcib, yâhûd mendûb, ikinci gün sünnet, yani devamlı âdet; üçüncü gün riya ve gösteriştir; şu hal­de yapması da, icabeti de nıemnu'dur. Ekser-i ulemâ'nın mezhebi bu­dur. Ncvevî diyor ki : «Üç gün düğün da'veti yaparsa üçüncü gün icabet etmek mekruhtur. İkinci gün de mutlak surette vâcib değil­dir. O günkü icabetin müstehâb oluşu ilk günkü müstehâb oluşu gibi değildir.» Ulemâ'dan bir cemâate göre ise : birinci ve ikinci gün­lerde da'vet edilmiyenler için üçüncü gün icabet etmek mekruh olmaz. Çünkü da'vetlüer çok olur da hepsini bir günde ağırlamak mümkün ol­mazsa her gün bir kısmını çağırabilir. Bunda riya filân yoktur.

İmam Buharı, yedi gün bile devam etse, düğün da'vetinde hiç bir heîs olmadığına meyletmiştir: «Peygamber (S.A.V.) bu bâbta: bir ve­ya iki gün, diye vakit ta'yin etmemiştir.» diyerek İbni Ebî Şeybe'nİn Hafsa binti Şîrîn tarîki ile tahrîc ettiği hadîse işaret eder. Mezkûr ha­diste beyân olunduğuna göre Hafsa : «Baban evlendiği zaman sahâbe'yi yedi gün -Bir rivayette (sekiz gün)- yemeğe da'vet etti» demiştir.

Kaadî lyaz : «Ulemâ'miz zenginler için da'vetin bir hafta olma-smı müstehâb gördüler» diyor.[628]

 

1074/893- «Safiyye binti Şeybe[629] radıyallahü   anhâ dan rivayet edilmiştir.Demiştir ki:  Peygamber saJlallahü aleyhi ve sellem kadın­larından baaısına iki müdd arpa ile düğün da'veti yaptı.»[630]

Bu hadîsi Buharı tahrîc etmiştir.

Safiyye'nin sahâbîyye olduğu sabit ise hadisimiz sahâbî'nîn mürsrücTİnden sayılır. Çünkü Safiyye mezkûr kadının evlenmesinde hazır bulunmamıştır. Zaten o zaman kendisi Mekke'de küçük çocuktu; yâhud h« nü/ doğmamıştı. Evlenme ise Medine'de olmuştu.

Musannif Resûlüllah (S.A.V.)'İn burada zikri geçen zevcesinin is­mini ta'yim/ vâkıf olmadığını söylüyor. Ancak bu bâbta onun Ümmü Se­leme nlflujıına delâlet eden hadîsler olduğunu kaydetmiştir. Razıları­na fî,i'»'c bu da'vct Ali ile Fatıma (R. Aninin tâ)'mn veiiınelerid'r. Bu her ne kacıar uzak bir ihtimal gibi görünüyorsa da Tabcrânî'nin tahrîr ettiğj Esma binti Umeys hadisi de ona delâlet ediyor. Bu hadis­tir Hz. Ali' in Fatıme'yp o zamana kadar görülmemiş hL* düğün ziyafcii verdiği; zırhını bir miktar arpa mukabilinde bir Yahudi'ye rehin filimi beyâ". ediliyor. İ.ıtimaî ki, iki müdd arpadan murâd da budur. Rnyle olursa kıssa hadîsimizin kıssasına uygun düşer; ve Peygamber (S.Â.V.)'e nisbeti mecaz olur.

l'ukiit ne de olsa bu mecaz iddiası bir tekellüftür. Resûlüllah (S.A.V.J in iki müdd; Aiî (R.A.)'m dahî iki müdd arpa i!e ziyafet vermiş olm.ılanna hiç bir mâni' yoktur. Burada zikredilen da'vet Peygamber {S.A.V.J'in velimeieridir.[631]

 

1075/894- «Enes rctdıyallaJıü anh den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Peygamber saîlalîahü aleyhi ve scllcm Hayberle Medine arasında üç gece Safiyye sebebi ile ke..dişine çadır kurularak ikamet buyurdular. Ben de müslümanları rnu.» velimes'ne da'vet ettim. Orada ne ekmek vardı, ne de et. Orada deriler} emrederek yere yaymaktan ve onların üzerlerine kuru hurma, keş ve yaj koynaktan başka bîr çâre yoktu.»[632]

 

Hadis ıtîüttefekun aleyh'tir. Lâfız Ejuharî'ntndİr.

Safiyye (R. Anhâ) sebebiyle çadır kurmaktan murâd : onun zifa­fıdır.

Hadîste zikri geçen şeyleri bir araya toplıyarak vücûde getirilen ye­meğe (hays) derler.

Bu hadîs, velime'nin koyun kesmeden de yapılabileceğine; seferde zifafın; ve yeni evlenilen kadınla seferde bile olsa üç gün bir arada kal­manın caiz olduğuna delildir.[633]

 

1076/895- «Peygember sallalfahn aleyhi ve sclîcm'tn ashabından bir zâttan rivayet edilmiştir. Demiştir ki::

— İki tane da'vetçi bir araya gelirlerse sen onların kapısı sana yakın olanına icabet et. Eğer birisi daha ön­ce davranırsa önce da'vet edene icabet eyle.»[634]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud rivayet etmiştir. Senedi zaiftir «et-Tclhîs» de «Kapısı yakın olanına icabet et» cümlesinden sonra şu ziyâ­de vardır :   «Çünkü onların sana kapısı daha yaktn olanı komşuluk i'tibâriyle sana daha yakındır.»

Hadîsin senedi zaîftir; fakat isnadının râvîleri mutemed zevat­tır. Bu sebeble senedinin neder" *J?M olduğu, bilinmemektedir. Sene­dindeki ricalden yalnız, Ebû Hâlid-i Dalanı hakkında ihtilâf vardır, Ebu Hâtİm onu sikadan saymış, îmam Ahmed'le îbni Mâîn : «onda be's yoktur» demişler; îbni Hibban ise «Onunla ihticac caiz değil­dir», mütâlâasında bulunmuş, îbni Adiyy de : «Onun hadisi gevşek­tir.» iddiasını ileri sürmüştür.

Hadîs-i şerîf, iki tane da'vetçi bir araya gelirlerse, evvel da'vet edene, beraber da'vet ederlerse yakın komşunun da'vetine icabet gerektiğine delildir. Komşuların da kapısı kendi kapısına en yakın olanına icabet edilecekti \ Şâyed bu hususata denk gelirlerse arala-rinda kur'a çekilir.[635]

 

1077/896- «Ebu Cuheyfe radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Ben yerleşerek yemek yemem; buyurdular.»[636]

 

Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir.

Hadîsteki (mütteki') kelimesinin asıl mânâsı : bir yere dayanan demektir. Bu kelime hakkında Hattabî (319—388) şunları söylü­yor : «Avamın ekserisi mütteki'in bir yanına dayanarak oturan mânâsına geldiğini sanırlar; bundan başkasını bilmezler. Bazıları bu sözü tıb yolu ile : bedenden zararı defetmek; şeklinde te'vil ederlerdi. Zîrâ bir tarafına meylederek yemek yiyen, yemek boruları üzerinde tazyik yapmaktan homen hemen kurtulamaz.. Bu surette yediği gıdalar kolayca akıp gitmez; mi'desine rahatça inmez. Fa­kat hadîsin mânâsı onların anladığı gibi değildir. Burada (mütteki'): Altındaki yaygıya dayanan; demektir. Bir yaygının üzerinde dos­doğru oturan herkes mütteki' sayılır. İttikâ' : (Vikâ') dan alınmış­tır, îftiâl bâbındadır. Şu halde mütteki : Mak'adını bağlıyan, onu altındaki yaygının üzerine oturmak suretiyle perçinleş,tiren demek­tir. Mâaâ şudur :

«Ben yemek yiyeceğim zaman çok ve çeşitli şeyler yemek istiyenler gibi yaygı ve döşekler üzerine yerleşerek oturmam; ben ancak az bir şey yerim; yiyecekten yeteri kadarını alırım ve böylece oturuşum istikrarsız olur.  Resûlüllah (S.A.V.)'in    uykulukları dikerek yemek yer idiği ve : «Ben bir kulum; kul nasıl yerse öyle yerim» buyur­duğu rivayet olunmuştur.»[637]

 

1078/897- «Ömer b. Ebî Seleme radıyallahü anh'den rivayet edil­miştir. Demiştir ki: Bana Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Ey çocuk besmele çek ve sağ elinle ye! hem Önün­den ye; buyurdular.»[638]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîs yemeğe başlarken besmele çekmenin lüzumuna delâlet eder. Bazılarına göre yemekte besmele çekmek müstehâbtır; su içer­ken çekmek de buna kıyâsen müstehâb olur.

Besmele'yi başkaları da duysun da mütenebbih olsun diye aşikâre çekmek müstehâbtır. Besmele'yi sebepli veya sebepsiz olarak yemeğin başında çekmeyen, yemek esnasında çekmeli ve :

«Başında da  sonunda da Allah'ın adı ile...» demelidir.

Çünkü bu bâbta Ebu Dâvud ile Tir?nizî'mn ve başkalarının tah-rîc ettiği, TirmizVnın (. isen Sahih) dediği bir hadis vardır. Bu ha­dîste Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır :

«Biriniz yemek yiyeceği zaman hemen Allah'ın adını ansın; şâyed yemeğin başında Allah'ı anmayı unutursa : Başında da, sonunda da, Allah adıyla .... desin».

Besmele'yi bütün sofradakilerin çekmesi îcabederse de içlerinden bir dânesinîn çekmesi ile de bazılarına göre sünnet -yerini bulur. Delili: Peygamber (S.A.V.)"in şu mealdeki hadîsidir: «Üzerine besmele çekilmiyen yemeği şeytan kendine helâl sayar. Allah'ın adını sofradakilerden bir kişi anarsa o yemeğin üzerine besmele çekildi demek sahîh olur».

Hadîs-i şerif, sağ el ile yemenin lüzumuna da delâlet ediyor. Resû­lüllah {S.A.V.)'in : «Şeytan sol eli ile yer içer» diye haber ver­miş olması da bu lüzumu te'kid eder. Çünkü şeytanın yaptı&ım yapmak inşana haramdır:

«Peygamber (S.A.V.J'in huzurunda bir adam sol eli ile yemek yiyor­du. Resûl-ü zîşân (S.A.V.) ona  :

  Sağ elinle ye! dedi. Adam :

  Beceremiyorum; dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :

  Beceremez olaydın! Bu adamı meneden ancak kib­ridir; buyurdular.»

Bundan sonra adam o elini ağzına kaldıramadı.»

Bu hadis MüsZim'dedir. Sağdan başlamanın vücûbuna kail olan­lar bu hadisle istidlal ederek : Peygamber (S.A.V.) ancak vacibi terk-edene beddua eder» derlerse de : büyüklendiğinden dolayı beddua et­miş olması da bir ihtimaldir.

«Önüne gelen yerden ye!» buyurulması bu isin lüzumuna ve beraber düşüp kalktığı insanlarla iyi geçinmesi îcabottiğine, insanın ar­kadaşına karşı onu iğrendirecek bir şey yapmaması lâzım geldiğine de­lâlet eder. Filhakika çorba ve tarhana gibi şeyierde iğrenme daha çok, yemişlerde daha az olur. Nitekim TirmizVnin rivayet ettiği bir hadise göre : «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bir sofrada tiridin etlerini eliyle yoklı-yan bir zâta önünden yemesini îenbîhte bulunmuş; yemiş tabağı gelin­ce o zâta  istediği  yerden  yemesini  emir buyurmuştur.»

Bu kıssa yemeklerle yemişlerin farkı olduğuna delâlet eder. Önün­de veya kaşığının altında bir şey kalmadığı vakit kabın her yerinden o yemeği araştırmak caizdir.

Bunu Buharı ile Müslim'in tahrîc ettikleri Enes hadisinden anla­mak mümkündür. Mezkûr hadîste Hz. Enes şöyie diyor : ttBİr terzi yaptığı bir yemeğe Peygamber (S.A.V.)'i çağırmıştı. Peygamber (S.A.V.) le birlikte ben de gittim. Derken o zât arpa ekmeği ile içinde kabak ve pastırma bulunan bîr çorba takdim etti. Bir de baktım Peygamber (S.A.V.) kabağı tasın kenarlarında araştırıyor. Bunu görünce kabağı kendim yemeyip ona vermeye başladım. O günden berî kabağı ben de araştırırım.»

Bu hadîs Peygamber (S.A.V.)'in kabağı sevdiği için kabın her ye­rinde aradığını gösteriyor.

Aşağıdaki hadîs dahî tasın ortasından yemenin .memnu' olduğuna delildir.[639]

 

1079/898- «İbni Abbas radıyallahü anhüvıâ'âan rivayet olunduğuna göre: Peygamber sdllallahü aleyhi ve scîîem'e bir tas tirit getirmişler; de, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) sofradaküere :

— Tasın kenarlarından yiyin, ortasından yemeyin; çünkü bereket tasın ortasına iner; buyurmuşlardır.»[640]

 

Bu hadisi Dörtler rivayet etmişlerdir. Buradaki lâfız, Nesâî'nindir. Senedi sahihtir.

Hadîs-i şerif, yemeği kabın ortasından yemekten yasak etmek­te ve buna illet olarak da, bereketin kabın ortasına inmesini göstermektedir. Bu da kabın ortasından yenildiği    taktirde bereketh inmiyeceğine işaret olsa gerektir.[641]

 

1080/899- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'âen rivayet olunduğuna göre, şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, hiç bîr yemeği kat'iyyen ayıplamamıştır. Bir şey canı isterse onu yer; İste­mezse bırakırdı.»[642]

 

Hadîs mütteîekun aleyh'tir.

Bu hadîs. Peygamber (S.A.V.)'in hiç bir yemeği burunlamadığım haber veriyor. Meselâ : Bu yemek tuzlu olmuş; şu ekşidir, filân; de­mezlerdi. Bundan da Fahr-i Kâinat (S.A.V.} Efendimiz'in edeb ve ter­biyesinin eşsizliği ve Nimet-i lîahiye olan huzurlarına getirilen taam hakkında tenkidvârî beyânlarda bulunmadığı anlaşılmaktadır.[643]

 

1081/900- «Câbir radıyallahü anh'den Peygamber sallallahü aleyhi ve scllcm'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

— So! elle yemeyiniz; çünkü şeytan sol eli ile yer.»[644]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Yukarıda bu hadîsin : «Sol elle yemek haramdır» diyenlerin delili olduğunu, Cumhur-u ulemâ'nm ise bunun haram değil, sadece mekruh olduğuna kail bulunduğunu görmüştük. Yemek hakkında olduğu gibi su içme hususunda dahi hadîs vardır.

Bu hadis şeytanın hakikaten yediğine de delildir.[645]

 

1082/901- «Ebu Katâde radıyaîlahü anh'den rivayet olunduğuna gö­re: Peygamber sallallahil aleyhi ve sellem, üç defa :

— Biriniz bir şey içerse kabın içine solumasın; buyur­muşlardır.»[646]

 

Hadîs müttefekun aîeyh'lir. Ebu Dâvud'ta bunun ibni Abbas'dan tahrîc edilmiş benzeri vardır. O «kabin İçine ÜfÜrmesİn» ibaresi­ni de ziyâde etmiştir.

Bu hadîsi Tirmizr sahîhleraiştir.

Şeyheyn'in Hz. Enes (R. A./den tahrîc ettikleri» bir hadîse göre Peygamber (S.A.V.) içtiği şeyde üç defa nefes alırmış; yani su içerken üç defa nefes alır, dinlene dinlene içermiş; yoksa su kabının içine so­luduğu yoktur. Müslim'in bir rivayetinde dinlenerek su içmeğe illet daha kandırıcı, daha sıhhî ve daha kolay yutulması gösterilmiştir. Bazılarına göre buradaki illet, başkalarını iğrendirmek korkusudur. Çünkü ağzından o suya bir şey karışabilir. Bittabi bundan başkaları iğrenir.

Ebu Davud'un İbni Abbas (R. A.)'den merfu' olarak rivayet et­tiği ziyâdede kabın içine üç defa üfürmenin memnu' olduğuna delâlet vardır. Nitekim Tirmizî'nin tahrîc ettiği Ebu Saîd hadîsi de aynı mâ­nâyı te'yîd eder. Hadîs şudur :

«Peygamber (S.A.V.) içilen şeyin içine üfürmekten nehyetti. Bunun üzerine bîr adam :

  Kabın içinde gördüğüm çer çöp ne olacak? dedi. Re sû I-ü Ekrem (S.A.V.) :

  Onu dök; buyurdu. Adam :

  Ama ben bir nefeste kanamıyorum? dedi. Peygamber (S.A.V.):

  Bardağı ağzından ayır; sonra nefes al; buyurdular.» Suyu üç defa içme hususunda da imam Tirmizi, Hz. İbni Abbas

(R. A.)1 dan şu hadîsi tahrîc etmiştir :

«İbni Abbas demiştir kî : Peygamber (S.A.V.)  :

— Suyu bir defada devenin içtiği gibi içmeyin. Lâkin ikişer ve üçer defada için. Hem içeceğiniz zaman besme­le çekin; kaldırdığınız zaman hamdedin; buyurdular.»

"Bu hadis suyu iki defada içmenin de sünnet olduğunu gösteriyor.

Suyu tulumun ağzından içmek dahî momnu'dur. Bu bahta Şeyhcyn, İbnî Abbas (R.A.)'dan Peygamber (S.A.V.)'in su tulumunun ağzından içmeyi nı:hî buyurduğunu rivayet ettikleri gibi Ebu Saîd'den dahî bu­na benzer bir hadis rivayet etmişlerdir. Fakat Kebşe hadîsi bunlara muarızdır. Hadis şudur ;

«Kebşe demiştir kî : Resûlüllah (S.A.V.) benim yanıma girdi de asılı duran bîr tulumun ağzından ayakta su İçti. Ben hemen tulumun ağzına vararak onu kestim; yani şifa olsun, onunla teberrük eder şifa dileriz diye aldım.»

Bu hadîsi Tirmizi tahrîc etmiş ve «Hasen garib sahihtir.» de­miştir. Aynı hadîsi îbni Mâce dahî tahrîc etmiş iki rivayetin ara­larını bularak : «Nehî büyük tulum hakkındadır, kırbe küçük tu­lumdur. Yâhud nehî tenzih için ve herkes bunu âdet edinmesin di-yedir; yoksa nadiren içmeye bir şey yoktur» demiştir.

Nehy'in illeti : Tulumun içinde solucan ve su yılanı gibi bir hayvan bulunup da içenin boğazına kaçması ihtimalidir. Nitekim bir adamın ağzına su tulumundan bir yılan kaçtığı rivayet edilmiş­tir.

Ayakta su içmekten nehî sabit olmuştur, imam Müslim, Hz. Ebu Hüreyre'den şu hadîsi tahrîc etmiştir:

Ebu  Hüreyre  demiştir ki:Rcsûlüllah   (S.A.V.)   :

  Sakın   biriniz   ayakta su içmesin!   kim   unutursa kussun; buyurdular.»

Hz.  Eres'den    gelen    başka bir rivayette  :    «Ayakta su içmekten nehyetü» denilmiştir. Katâde diyor ki :

«— Ya ayakta  yemek ne olacak? dedik.  Enes :

  O daha şiddetli ve daha kötü; dedi.» Lâkin Miislim'in tahrîc et-iitii  İtmİ Abbas hadîsi bu rivayete ınuArr/d'ır. O hadis şudur :

«İbni Abbas : Rcsûlüllah (S.A.V.)'e zemzem takdim ettim; ayakta iijiirrs demiştir. Bir rivayette : «Resûiüllah (S.A.V.) zemzemden ayak­ta olarak içti.» denilmiştir.

Sahlh-i Buhctri'dc Hz. Ali (R.A.)"m zemzemden ayakta olarak ie'iüİ ve: «Resûlülah (S.A.V.)'İn benden gördüğünüz şekilde yaptığını gördüm.» elediği rivayet olunmuştur.

Bu rivayetlerin arası : nehî tenzih içindir; denihnek suretiyle bu­lunmuştur. Resûlüiiah {S.A.V.) bunu yapmanın eâiz olduğunu beyân için yapmıştır.

Ayakta içenin kusmasına gelince : Bu müstehâbtır. Zîrâ hakkın­da sahih hadis vardır. O hadis kusmanın müstehâb olduğunu mut-!;ık olarak ifâde etmiştir. Binâenaleyh kasten içenle unutan arasın­da bir fark olmamak îcabederse de Kaadi lynz : «Unutarak içen hakkında kusmak icabetmiyeccğİ hususunda ulemâ arasında hilaf yok­tur.* diyor.

Su içen bir kimsenin yanında arkadaşları bulunur da, onlara da ver­mek isterse sağındakinden başlamak âdabtandır. Nitekim Şcyhcyn, Hz. Enes (II. A.)'dvn şu hadîsi tahrîc etmişlerdir :

«Enes bardağı  Peygamber  (S.A.V.)'e verdi;  o da İçti. Solunda Ebu Bekir, sağında  bir a'rabî vardı.  Derken Ömer :

Ebû  Bekir'e  ver     Resûlellah!   dedi.  Fakat Resûlüiiah (S.A.V.) sağındaki  a'râbîye  verdi. Sonra   :

  Sağdan başlıyarak sağı kollayın; buyurdular.» Yine Şcyhcyn, Sehl b. Sa'd'dan şu hadîsi tahrîc etmişlerdir :

«Sehl demiştir ki: Peygamber (S.A.V.)'e bir bardak getirdiler. Oda ondan içti. Sağında cemâatin en küçüğü, henüz bir çocuk olan İbnî Ab­bas vardı. Yaşlılar solunda  idiler.  Peygamber  (S.A.V.)   :

— Ey çocuk, bunu yaşlılara vermeme müsaade edermİSÎn? dedi.- İbnİ Abbas :

— Senden artan bir şey hususunda kimseyi tercih etmem yâ Resûlallah;   deyince  bardağı ona  verdiler.»

Bardağın çatlak yerinden su içmek mekruhtur. Çünkü Ebû Davud'­un tahrîc ettiği Ebu Saîd-i Hudrî hadîsinde : «ResûlüÜah (S.A.V.) bar­dağın kırık yerinden içmeyi yasak etti.» denilmektedir.[647]

 

«Zevceler Arasında Adalet Babı»

 

Kasîm : Bir malı ortaklar arasında taksim etmek, herkesin o mal­dan nasibini ayırmaktır. Bundan alınarak kadınlar arasında gösterilme­si îcâbeden adalete de kasirr. denilmiştir. Zira bunda da kadınların yan­larında geceleme haklarını onlara taksijen etmek vardır.

Kadınların arasındaki adaletin hakikatini göstermek kulun güeü yetmiyoccğî bir şeydir. Nitekim Teâlâ hazretleri:

«Siz[648] ne kadar didinseniz de kadınlar arasında tam adaleti gös­teremezsiniz. Bari (birine) tamamiyle meyledip de (Ötekini) mualleka[649] gibi bırakmayın» buyurarak bu ciheti bildirmiştir. Binâenaleyh koca­lardan bu hususta istenilen adalet mutlak değil mukayyeti ve muayyen adalettir k', o da yanlarında gecelemek, yiyecek ve giyecek hususla­rımla kadınların eskisi tiv yenisinin bakire ile dul olarak aldığının ara­larında fark gözetmemekle olur.[650]

 

1084/902- «Âîşe radıyallahü cm (â dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem kadınlarının arasında adalet gösterir ve :

— Yâ rabbî, bu benim elimde olan husustaki adâietimdir. Fakat senin mâlik olduğun, benimse elimde olmı-yan hususâtta beni muâhaze buyurma; derdi.»[651]

 

Bu hadîsi Dörtler rivayet etmişlerdir.Ibni Hibban ile Hâkim onu sahîlemiştir. Lâkin Tirmîzî mürsel olduğunu tercih eylemiştir.

Resûlüllah (S.A.V.)'in «elimde olan» dediği adaleti zevcelerinden her birini nevbetinde ziyaret ederek yanında gecelcmesidir. «Fakat senin mâlik olduğun, benimse elimde olmıyan» ifâdesinden murâd : Tirmizî'nin beyânına göre aşk ve muhabbettir.

Hadîsin mürsel oluşu hakkında Ebu Zür'a. şunları söylemiştir: «Bu hadîsi mevsulen rivayet hussunda Hammâd b. Selemo'ye tabî olan bir kimse bilmiyorum. Lâkin O'nu lbnı Hihbdn, Hammâd b. Se­leme tarîki ile EyyÜb-ı Sahtiydnî'den o da Ebu Kılâbc'den o da Ab­dullah b. Yezîd'den o da Âişe'den işitmiş olmak üzere mevsulen sahîhlemiştir. Mürsel olarak rivayet eden ise Hammâd b. Yezid'dir. Hant'mâd, Eyyûb'dn, o da^Ebu Kıldhc'dcn o da Âişe'den işitmiş olarak ri­vayet etmişlerdir, Tirnzizî : «mürsel olması esahtır» demiştir.

Görülüyor ki: İmam Tirmizl hadîsin mürsel oluşunu, İlmi Hib­ban ise mevsul oluşunu sahihlemişlerdir. Şu halde mürsel ile mevsul birbirini takviye etmişlerdir.

Hadîs-i şerif, Peygamber (S.A.V.)'in kadınları arasında adalete riâ­yet ederdiğine delildir. Bu işin ona vâcib olup olmadığını yukarıda gör­müştük: «Ona kasım vâcib değildir» diyenlere göre zevceleri arasında adalete riâyet etmesi sırf onun ahlâkının kemâlinden ve zevcelerinin kalblerini hoşnud etmek istemesindendir.

Eu hadis muhabbet ve aşkın, kulun elinde olmadığına bunun sırf Allah'dan geldiğine delâlet ediyor. Nitekim;

«Lâkin[652]   Allah onların aralarını yahştırırdı.» âyet-i Kerîme'siyle emsali de aynı mânâya gelmektedirler.[653]

 

1085/903- «Ebu Hüreyre ra allahü anh'den rivayet olunduğuna göre: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem :

— Her kimin iki dâne karısı olur da onlardan birine meylederse kıyamet gününde bir tarafı çarpık olarak ge­lecektir; buyurmuşlardır.»[654]

 

Bu hadîsi, Ahmed ile Dörtler rivayet etmişlerdir. Senedi sahihtir.

Hadîs-i şerif, zevceler arasında müsâvaata riâyet îcabettiğine de­lildir. Bir adamın kadınlarından birine meyletmesi memnu'dur. Bundan rnurâd: kasimde meyletmektir. Zîrâ muhabbetle meyletmenin kulun elinde olmadığım, binâenaleyh kulun onunla mükellef bulunmadığını az yukarıda gördük.[655]

 

1086/904- «Enes rmhyallahii nnh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Erkeğin bakireyi du) kadının üzerine aldığı vakit onun yanında yedi gece kaldıktan sonra kasim yapması sünnettendir. Dul ile evlendiği za­man ise onun yanında  üç gece kalır;  sonra  kasim yapar.»[656]

 

Hadis müttefekun  aleyh'ür.  Lâfız  Buharî'nindİr.

«Sünnettendir)) demekle Hz. Enes (K.A.), Peygamber (S.A.V.)'in sünnetini kasdi'fmistir. Bu hadis merfu' hükmündedir. Onun içindir ki Uz. Enes'drn rivayet, edenlerden E bu Kitabe : «LstersenEnes bu hadî­si Peygamber (S.A.V.)'e refi' etti, diyebilirsin.» demiştir. Bu söz ile Elnı Kılıibr: Enes onu mânâ i'tibanyle rivayet etmişin-; demek istemiş­tir. Çünkü «Sünnettir» demek «merfu'dur» demektir. Şu kadar var ki fthu Kılriltc, nadisi yine de Enes'in kavli ile rivayet etmeyi evlâ bulmuş­tur. Zira hadisin merfu' olusu içtihadı olup muhtemeldir. Halbuki râvî-nin muhtemeli gayrı muhtemel nakletmeğe hakkı yoktur. îbıl Dakik dahî böyle söylemiştir.

Hâsılı ulemâ sünnetten yalnız Peygamber (S.A.V.)'in sünnetini kasicdiyorlar. Filvaki S/ilim : «Hiç sahabe sünnet, sözünden Peygamber (S.A.V.)'in sünnetinden başkasını kastederler mi?» demiştir.

Bu hadîsi bir çok hadîs İmamları Hz. Enes'den merfu' olarak riva­yet eden F,bn Kılâbr\lcn çeşitli yollarla tahrîc etmişlerdir.

Hadis, yeni zevcenin eskisine tercih edileceğine delildir. îbni \bılilbrrr, Cumhur-u ulemâ'nın bunu zifaf doiayısiylo kadına bir hak tanıdıklarını, başka karısı olup olmamasının bunda bir te'siri olmadıkı­nı söylemektedir, Nrvnn de bu kavli ihtiyar etmiştir. Lâkin elimiz­deki hadîs zevcesi olan hakkındadır.

Yeni zevcenin tercihinden mıırâd : Onun yanında ne kadar kal­mak âdet ise o kadar kalmaktır. Razılarına göre tercih yanında ge-eelemek ve kaylûlc yapmakla tahakkuk eder. Fakat ulemâ'dan bir fpmfıate güre gece ile gündüzün bütün saatlerini yeni kadınının ya­nında geçirmesi şarttır. Hattâ îbtii DaldkVl - id şöyle diyor: «Fukâ-tniııın bazısı ifrata gitti de kadının yanında kalmayı cuma namazı­nı o adamdan iskat için özür saydı.»

Yeni zevcenin yanında kalınacak yedi günün birbiri ardına gel­meleri, aralarının ayrılmaması da lâzımdır.[657]

 

1087/905- «Ümmü Se!eme radıiftrflahü anhâ'âan rivayet edildiğine göre: Peygamber mlhtUahü aleyhi ve sellem kendisi ile evlendiği za­man yanında üç gece kalmış ve  :

— Sana ehlinden bir aşağılama yoktur. İstersen sa­na yedi geceyi tamamlarım. Fakat sana yediyi tamamlar­sam (diğer) kadınlarıma da tamamlarım; buyurmuşlardır.»[658]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir. Hadîsin bir rivayetinde şu ziyâde vardır :

«Resûlüllah (S.A.V.) onun yanma girdi. Yanından çıkmak istediği zaman Ümmü Seleme onun elbisesini tuttu. Bunun üzerine Resûlüllah <S.A.V.) :

— Dilersen senin yanında daha ziyâde kalırım; ama seninie bakireye yedi; dula üç gün üzerinden hesaplaşı­rım; buyurdular.»

Hadis i Şerif, bakire ile dul kadınlara zikredilen miktarda hak ta­nındığına delâlet ediyor.

(Sana ehlinden bir aşağılama yoktur) cümlesinin mâ­nâsı: Sana bizden bir küçümseme ve aşağılama yoktur; senin hakkını da yemeyiz; hak ettiğin şeyi tam olarak alırsın; demektir. Bundan son­ra Resûlüllah (S.A.V.) üç gecelik hesapsız muhayyerlik ile yedi gecelik hesaplı ve hükümlü muhayyerliği kendisine bildirdi. Bu, aileye karşı sûizei bir lütufkârlık örneğidir.[659]

 

1008/906- «Âişe radıyaîlahii anhd'dan rivayet olunduğuna göre : Şevde[660] bintî Zem'a nevbet gününü Âişe'ye hibe etmişti. Peygamber sallallahii aleyhi ve sellem Âİşe'ye hem kendi gününü, hem de Sevde'nin gününü ayırıyordu.»[661]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

BuharV deki rivayetinin sonunda şu ziyâde vardır :

«Nevbet gününü ve gecesini Resûlüllah (S.A.V.)'in zevcesi Âişe'ye hibe etmişti.  Bununla  Resûlüllah  (S.A.V.J'in rızâsını diliyordu.»

Hadîsi Ebu Dâvud dahî tahrîc etmiştir. O hibenin sebebini de anlatmıştır. Kavileri aynen Müslim'in ricali olan bu hadîsin lâfzı şudur :

«Şevde yaşlanıp da Resûlüllah  (SA.V.)'in kendisinden  ayrılacağın­dan endîşe ettiği vakit :

— Yâ Resûlallah, nevbet günüm Âişe'nin olsun; demiş.Resûlüllah (S.A.V.) de onun bu teklifini kabul buyurmuşta, işte : bir kadın koca­nısının kendisinden  uzaklaşacağından veya  yüz çevireceğinden korkarsa ilâh...; âyet-İ kerîme'si o ve emsali kadınlar hakkında nazil olmuştur.» îbni Sa'd mu'temed râvilerle el-Kaasim'den mürsel olarak şu hadîsi tahrîc etmiştir. :

«Peygamber (S.A.V.) onu, yanı Sevde'yi boşadı bunun üzerine Şev­de onun yolunun üzerine oturdu; ve şöyle dedi  :

— Seni Hak (din) İle gönderen Allah'a yemin ederim kî benim er­keklere hiç bir İhtiyacım kalmamıştır. Lâkin ben kıyamet gününde se­nin kadınlarınla birlikte haşrolmak isterim. Bu sebeple sana Kitab'ı İn* diren Allah-ı Zülcelâl hakkı İçin senden (öğrenmek) istiyorum, benî her-hangi bir dargınlığından dolayı mı boşadın? dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :

   Hayır; cevabını verdi. Şevde :

  O halde senden Allah aşkına bana ric'at etmeni isterim; dedi ve Peygamber (S.A.V.) de ric'at etti. Şevde :

  Ben  de -nevbet  günümü  Resûlüllah  (S.A.V.)'in  sevgilisi  Âişe'ye verdim dedi.»

Hadîs-i şerifte, kadının nevbet gününü ortağına bağışlamasının ca­iz olduğuna delil vardır. Bunda kocanın rızâsı da nazar-j i'tibâre alınır. Çünkü onun'da karısında hakkı vardır. Kadın hod be hod o hakkı iskat edemez.

Kadın nevbetini kocasına bağışlarsa mes'ele ihtilaflıdır. Ekser-i ulemâ'ya göre bu caizdir. Zevç bu hakkı hangi karısında kullanmak is­terse kullanabilir: Bazılarına göre kullanamaz; böyle bir bağış yok hük­mündedir. Bir takımları tafsilât vermiş ve : «Eğer nevbetini bağışh-yan kadın : bunu istediğin kadınına tahsis et; demişse caizdir. Mutlak' ,zikretmişse caiz değildir» demişlerdir. Ulemâ kadının bağışladığı nevKlindrn dönmesinin sahih olduğunu söylemişlerdir. Zira «hak yeniden ">ciıiye tazelenir» derler.[662]

 

1089/907- «Urve radujallahü anlı'dçn rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Âisc mdujallahii nnhd şöyle dedi :

— Ey kız kardeşim oğlu. ResûlüMah saHallahü aleyhi ve sellem kasım hususunda yanımızda kalmakta, bîrimizi diğerlerimizden üstün tutmazdı. Pek az gün olurdu kî, toptan hepimizi dolaşmış olmasın. Her kadına cima' etmeksizin yaklaşırdı. (Bu hâl) tâ nevbet günü kendisinin olan kadına varıncaya kadar (böyle devam eder) artık onun yanında gecelerdi.»[663]

 

Bu hadîsi Âhmed ile Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Lâfız Ebu Da­vud'undur. Hâkim onu sahîhlemistir. Müslim'in Âişe'dcn rivayetine gö­re Âİşe : «Resûlüllah saHallahü aleyhi ve scîlcm ikindiyi kıldığı zaman kadınlarını dolaşırdı; sonra onlara yaklaşırdı... ilâh...» demiştir.

Hadîs-i şerif, erkeğin nevbeti olmayan karısının yanma girerek onunla sohbet etmesinin ve onu öpmek gibi cima' mukaddimelerinin ca­iz olduğuna delâlet ediyor. Resûlüllah (5.A.v\)'in ahlâk güzelliği ile ailesi efradına karşı insanların on hayırlısı olduğu dahî hadîsin işareti cümlesindendir.

Bu hadîs, yukarıda geçen İbnü'l - Arabi kavlini reddediyor lbnii'l-Arabî ; «Peygamber (S.A.V.)'e günün bir saatinde kadınları arasında adalete riâyet vacip değildir. Bu da ikindiden sonradır.» demişti.

Musannif : «îbnü'l - Arabi'nin söylediğine bir delil bulamadım» diyor. Yalnız Müslim'in rivayeti dolaşma saatinin »hakikaten ikindi­den sonra olduğunu gösteriyor.[664]

 

1091/908- «Âişe radıyallahü mı/m'dan rivayet olunduğuna göre: Resûlüllah.sallallahü aleyhi ve sellem Ölüm hastalığında Âişe'nin gününü kastededek :

— Ben yarin nerede olacağım? diye sormuştu. Bunun üze­rine zevceleri dilediği yerde olmasına izin verdiler. Artık (ertesi gün) Âişe'nin evinde idiler.»[665]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Buharı «Kitabü'l - MağâzH nin sonunda Resûlüllah (S.A.V.)'in Meymune (E. Antıâ)'nın evinde hastalandığını kaydediyor.

«Zevceleri dilediği yerde olmasına izin verdiler» cümlesinin yerine İmam Ahmrd b. HanbeVin Hz. Âişe (R. Anhâ)'da.n rivayet ettiği bir hadîste :

«Peygamber (S.A.V.) :

— Ben evlerinizi dolaşamıyorum, isterseniz bana izin verirsiniz;demiş zevceleri de kendisine izin vermişlerdir.»

îbni Sa'd'm Z»/ırî'den sahih bir isnadla rivayet ettiği Fâtime hadîsine göre Ummehât-ı Mü'minîn ile konuşan Hz. Fâtime (R. Anhâ)'-dır. Maamâfîh ;ıcm bizzat Fahr-i kâinat (S.A.V.)'in hem de Hz. Fâtime (R. Anhâ)'nm izin istemiş olmaları da caizdir.

Bir rivayete göre Resûlüll, h (S.A.V.), Âişe (R. Anhâ)'nm evine Pazartesi günü girmiş ertesi Pazartesi günü de bu âlemden irtihâl etmistir:

Hadîs-i şerif, kadın izin verirse, nevbet hakkının sakıt olacağına, seferde olduğu gibi burada kur'a çekmenin kâfi gelmiyeceğine delalet ediyor.[666]

 

1092/909- «(Bu da) ondan -radıyallahü anhâ- rivayet edilmiştir. Demiştir kî : Resûlüllah sallalîahil aleyhi ve sellem bir sefere çıkmak istedi mi, kadınlarının arasında kur'a çekerdi. Artık hangisinin sehmi çıkarsa yanında onu götürürdü.»[667]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîsi İbni Sa'd da tahrîc etmiş ve yine Hz. Âişe (R. Anhâ)'-dan şu ziyâdeyi nakletmiştir:

«Benden  başkasının  sehmi çıkarsa  hoşlanmadığı anlaşılıyordu.» Hadîs-i şerif, sefere çıkacak bir adamın bir kadın götürmek istediği taktirde kadınlarının arasında kur'a çektirmesi lüzumuna delildir. Fa­kat bu bir fiil olup vücûba delâlet etmez.

İmam Şafiî kur'amn vücûbuna kail olmuştur. Hanefîler'Ie Mâlikîler'den meşhur olan kavle göre ise hiç lâzım değildir. Çünkü seferde kasim vâcib değildir. Resûlüllah (S.A.V.) kur'ayı zevcelerinin gönülle­rini almak için çektirirdi.[668]

 

1093/910- «Abdullah[669] b. Zem'a radıyalîahü anh'öen rivayet edil­miştir. Demiştir ki : Resûlüllah salîalîahü aleyhi ve sellem:

— Sizden biriniz karısını kol^ döğer gibi döğmesin; buyurdular.»[670]

 

Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir. Hadîsin Buharî'de tamamı şöyledir :

«Sonra onunla cîmâ' eder.» Bir rivayette de : «olur da onunla cima'eder.» denilmektedir.

Bu hadîs, kadını hafifçe döğmenin caiz olduğuna delildir. Ebu Davud'un rivayetinde :

«Yolculukta sana arkadaş olan karını, cariyeni.döğer gibi doğme.» buyurulmuştur. Nesoî'nin rivayetinde: «köleyi yâ-hud cariyeyi dÖğer gibi» denilmiştir. Bütün bunlar döğmenin meş­ru' olduğuna delâlet ederler.' Şu kadar var ki, bu doğme hayvanlarla köle ve cariyeleri döğer gibi şiddetli olmıyacaktır,

«Sonra onunla cima' eder» ibaresi nehye sebeb, bu işin âde-ten hoş karşılanmaması olduğunu gösteriyor. Zîrâ cima' ancak nefsin meylettiği, beraber yaşamayı arzuladığı kimse ile münâsib olur. Hal­buki döğülen bir insan ekseriya kendisim döğenden kaçar; nefret eder. Amma terbiye için döğmeden tab-ı selîm sahibi olanlar nefret etmez­ler. Şüphesiz ki, kabahati affetmek, semâhatlı davranarak, hak ettiği halde döğmemek, daha şerefli ve evlâdır. Nitekim Resûlüllah (S.A.V.)'in ahlâkı böyle idi.

Nesaıtnin tahrîc ettiği Âişe hadîsi de buna delâlet eder. Hz. Âişe (R.Anhâ) şöyle demişti :                            

«Resûlüllah (S.A.V.) hiç bir karısı *ı ve hizmetkârını döğmemiş; eli ile de astg vurmamıştır. Yalnız Allah otunda vurur veya Allah'ın ha­ram kıldığı şeyler ayaklar altına alınır da Allah için intikam alırsa o başka.»[671]

 

«Hulü'  Bâbı »

 

Hulü' lügatte :    Çıkarmak ve gidermek mânâiarınadır. Teâtâ haz­retleri :

[672]  «Ayakkabılarını çıkarıver» buyurmuştur.

Şerîatte ise : Kadının kocasına verdiği mal karşılığında nikâhı izâle etmektir. Bir kelime nikâhı izâle mânâsında dâima hulü* şeklinde (ha'nın ötresi ile) okunduğu gibi başka şeyleri giderme, mes'elâ elbiseyi çıkarma hususunda (han'ın üstünü ile) hali' okunur.

Hul'ün caiz olduğuna deiîl :

[673]  «Eğer karı ile kocanın Allah'ın hududunu yerli yerince ayakta tutamıyacaklaruıdan korkarsamz kocasına  vereceği fidye-î necâi hakkında her ikisine de bîr günah yoktur.» âyet-i kerîme'sidir.[674]

 

1094/911- «İbnî Âbbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre Sabit b. Kays'ın karısı Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gelerek :

  Yâ Resûlâllah, Sabit b. Kays'ı ahlâk ve dîn hususunda ayıplamı­yorum; lâkın ben islâmda küfürden ikrah ediyorum; demiş. Resûîüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

  Ona bahbesini iade edermisin? dîye sormuş. Kadın :

  Evet; deyince Resûlüüah sallallahü aleyhi ve sellem (Sabit'e):

  Bağçeyi kabul et ve onu bîr defa boşa; buyurmuşlar­dır.»[675]

 

Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir.

Yine onun bir rivayetinde : «Ve ona kadın» boşamasını emretti» de­nilmiştir.

Ebu Dâvud ile TirmJzî'mn tahrîc ettikleri ve TirmizVnin hasen bulduğu bir rivayette : «Sabit b. Kays'ın karısı ondan hulü' olmuş da Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem kendisine bir hayz iddet beklet­miştir» demliyor.

TirmizVnm tahrîc ettiği Amr b. Şttayb'm babasından onun da dedesinden, işittiği rivayet olunan hadîsde : «Sabit[676] b. Kays çirkindi. Karısı :

  Eğer Allah korkusu olmasaydı yanıma girdiği zaman yüzüne tü­kürürdüm; dedi» denilmektedir.

Ahmcd'in Sehl b. Ebî Hasme'den tahrîc ettiği rivayette ise : «Bu islâmda ilk hulü' İdi» denilmiştir.

Buharı mevzu'u bahis kadının adını Ikrime'den mürsel olarak Ce­mile diye tesbit etmiş; Beyhakî ise isminin Zeyneb binti Abdİllah ol­duğunu söylemiştir. Musannif «el - îsâbe» de bu kadının Habîbe binti Sehl olduğunu söyler. «Lâkin ben islâmda küfürden ikrah ediyorum» cümlesinin mânâsı : Küfrü iktiza edin bir şey irtikâb ederim korkusu ile onun yanında kalmaktan çekiniyorum; demektir. Maksad : Kocasına itaatsizlik ve ona buğuz gibi İslâmiyet'e yakışmıyan bir şey yapmış ol­mamaktır. İslâm ahlâkına uymayan şey mânâsına küfür kelimesini kul­lanması mübalâğa içindir.

Bir rivayete göre Hz. Sâbît (R. A.) bu kadını bir hurma bahçesi vererek almıştı.

Hadîs-i şerîf hul'un meşru' olduğuna, erkeğin karısından hulü' bedeli alabileceğine delildir. Bu bedelin sahîh olabilmesi için nâşize yani itaatsiz olması bir rivayette Zahîrîler'le îbni Münzir'e göre şarttır. Delilleri mevzu'u bahsimiz Sâbît hadîsidir. Onlar : «Boşanmak istemek bir isyandır» diyorlar. Diğer bir rivayette Zahirîler hul'a kail değillerdir.

EbuHanîfe (80—150) îmam Şafiî (150—204) ve ekser-İ ulemâ'-ya göre hulü1 bedelinin sahîh olabilmesi için kadının nâşize olması şart değildir; geçinip giderken dahî hulü' yapmak caizdir; ve bedel vermek helâldir. Delilleri :

[677] «Eğer kadınlar sizlere o mehirden gönül rızâsı ile bir şey verirlerse onu sıhhat ve afiyetle yeyin.» Âyet-i Kerîmesi ve :

«Ancak gönlünün rızâsı ile olursa o başka» hadîsidir.

Onlar diyorlar ki: «Buradaki Sabit hadîsinde itaatsizliğin şart oldu­ğuna bir delîl yoktur. .Âyetteki ikâme edememe korkusu -Ki zan ve tah-minden ibarettir- geleceğe âit olabilir. Bu takdirde hul'ün geçinip gider­ken dahî yapılabileceğine delâlet eder.    Fakat âyetin şu "mânâya gelmesi de bir ihtimaldir : «Karı koca Allah'ın hududunu ikame edemi-yccekîerini bilirlerse...» Bilmek ancak şimdi mevcut olmakla tahak­kuk eder. Şöyle de denilebilir : Allah'ın hududunu yerine geüremİyece-ğini bilmek, zevce tarafından itaatsizliğin ileride yapılmasına münafi değildir. Maksad : Ben şimdiden bu adamla ileride Allah'ın hududunu ikâme edemiyeceğini biliyorum; demektir. Fakat bu takdire göre de âyette nüşüz'ün şart olduğuna delil yoktur.»

Hadîs-i şerîf, erkeğin kadına mehir olarak verdiği şeyi ziyâdesiz alabileceğine delâlet ediyor. Acaba ziyâde almak da câizmidir?

îmam Mâlik ile Şafiî'ye göre şâyed geçimsizlik kadından gel­mişse, ziyâdeyi almak helâldir. îmam Mâlik : «Mehri ve ondan faz­lasını fidye vermenin caiz olduğunu :

[678] Kadının verdiği fidye hususunda her ikisine bir günah yoktur.» âyet-i kerîmosjne istinaden halâ işitmekteyim; demiştir.

îbni Battal (—444) cumhur-u ulemâ'ya göre hulü'de erkeğin ver­diği mehirden fazlasını almasının caiz olduğunu söylüyor. İmam Ma­lik : «Kendisine tâbi' oîunan hiç bir kimsenin bunu men' ettiğim gör­medim; lâkin bu iş iyi ahlâktan değildir.» demiştir.

Hanefîler'e göre geçimsizlik erkekten geliyorsa hulü' bedelini al­mak mekruhtur. Kadından geliyorsa mehirden ziyâdesini almak mek­ruhtur.

«Ziyâdeye gelince o olmaz» hadîsindeki ziyâde merfu'an sa­bit olmamıştır. Bu sebeple Atâj Tavus, Ahmea b. Haribel ve diğer bazıları bu babın hadîsi ile istidlal ederek ziyâdenin caiz olmadığı­na kail olmuşlardır. Bunlar «Ziyâdeye gelince o olmaz» hadîsi ile de istidlal ederler. . Zira onu Beyhakî (384^—458> ile îbni Mâce (207—275) Atâ tarîkinden mürsel olarak tahrîc etmişlerdir. Dâre Kutnî dahî mürsel olarak rivayet edenlerdendir. Hattâ onun riva­yetinde Peygamber (S.A.V.) kadına :

  Ona bahçesini iade edermisin? diye sorduğu vakit:

  Ziyâde de veririm;   dediği   zikredilmiştir.   Zâten    Resûlüllah (S.A.V.)'in :

  Ziyâdeye gelince O olmaz; hadîsi kadının bu sözüne cevabtır.

Bu hadîsin râvîleri sikadırlar; yalnız hadîs mürseldir.

«Hul'ün bedeli mehircien ziyâde olabilir» diyenler bunlara : Babımı­zın hadisinde ne isbat ne de nefİ cihetinden ziyâdeden bahis yoktur. «Ziyâdeye gelince O olmaz» hadisi merfu1 olarak sabit değildir. Merfu' olduğunu kabul etsek bile hadîs meşveret makamındadır; bun­dan ziyâdenin haram olduğu anlaşılmaz. Keza Peygamber (S.A.V.)'in Sâbit'e o kadını boşaması hususundaki emri dahî irşâd içindir; vücûb ifade etmez» diye cevab vermişlerdir.

Hulü'den maada ona benzeyen bir de «taiâk a!â mal» yani mal karşılığında boşama vardır. Bazılarına güre bunların ikisi de bir mâ­nâyadır. Fakat Hanefiler'le diğer bazı uiemâ'ya güre aı-alarında bazı farklar vardır. ŞÜyie ki ; llulü* erkeğe nisbetle boşamayı kadının ka­bulüne ta'lîk etmekdir. Binâenaleyh erkeğin ondan dönmesi sahih de­ğildir; meclisi değiştirmekle de bâtıl olmaz. Kadına nisbetle ise: sa­tış gitti bir ivaz karşılığında temliktir. Şu halde erkeğin kabulünden Ün-ce kadınm sözünden dönmesi caizdir, fakat kadının o meclisten kalk ması ile bu temlik bâtıl olur. Bir de hulü'de bedei bâtıl olursa boşan­ma talâk-ı bâîn, mal karşılığı taîâkda İse talâk-ı ric'î olur.

Hulü' talâkrmdır? fesihmidir? mes'eiesi uîemâ arasında ihtilaflıdır. Cumhur-u uiemâ'ya göre talâktır. Delilleri : Bunu yalnız kocanın ya-p;ıhiîmesidir; eğer fesih olsaydı mehirden başka bir mal ile caiz ol­mamak icâbederdi. Halbuki hulü' mehirden az ve çok mal iie caizdir; binâenaleyh talâktır. Hz. İbni Abbas (R.A.) ile bazı uiemâ'ya ve İmam Ahmcd b. HanbcVden meşhur olan kavle göre hulü' fesindir. Bunların delilleri : Peygamber (S.A.V.)'in o kadına bir hayız iddet beklemesini emir buyurma sidir. Hattabî : «Bunda hul'ün talâk değil, fesih olâuğuna kail olanlara en kuvvetli delil vardır; çünkü talâk olsaydı iddet için bir hayızla iktifa etmeyecekti» diyor.

Hul'ü talâk kabul edenlere göre o bir talâk-ı bâindir. Zira er­keğin sözünden dönmeğe hakkı olsa fidye demek olan hulü' bedeli­ni vermenin bir mânâsı kalmazdı.

Hadîsimizin Âmr. b. Şuayb'dan rivayet edilen kısmı Hz. İbni Ab­bas (R. A./dan dahî mervidir. Lâfzı şudur :

  Yâ Resûlallah, başım ebcdİyyen Sabit'in başı ile bir araya gelme­yecek. Çünkü ben çadırın kenarını kaldırdım da onu bir cemâatin için­de gelirken gördüm., Bir de baktım ki, o cemâatin en karası, boyca en kısası, ve yüzce en çirkini odur. ilâh...»

Böylece bu rivayet dahi kadın'n niçin hulü' ıcttiğini tasrih etmiş oluyor.

îmam Ahmcd'in rivayetinde bu hul'ün İslâmda ilk hulü' olduğu beyân ediliyor. Bazıları bunun Cahiüyyet devrinde olduğunu söylerler. Bu rivayete göre, Amir b. Zarib kızını kardeşi oğlu Amir b. el-Harİs'le evlendirmiş. Fakat Âmir kızın yanına girince kız kendisinden kaçarak halini babasına şikâyet etmiş, bunun üzerine babası   el-Haris'e :

  Ailenden ve malından    ayrılmayı  senin  üzerinde cem'etmem, kızımı ksndisine verdiğim rnehîr mukabilinde senden hulü' ettim; demiş. Ulemâ'dan bazıları bunu araplar arasında vuku'a gelen ilk hulü' kabul etmişlerdir.[679]

 

«Boşama Babı»

 

Arapça talâk sözü mutlak surette bağı çözüp kaldırmaktır. Nikâh­tan başka yerlerde bu kelime if al babından kullanılır :

«Atımı saldım» derler. Nikâhta ise tef'il babından kullanılmıştır

«Fülân karısını boşadı» denilir.

Şeriatte talâk : Hususî bir lâfızla nikâh kaydını kaldırmaktır. Bura­da hususî lâfızdan murâd : Kadın boşamakta    kullanılan ve Arapçada maddesinden yapılan sarih veya kinaye sözlerdir.

Talâkın sebebi : Kan ile kocanın ahlâkı birbirine uymadığı zaman hissedilen ayrılma ihtiyacı ve Allah'ın emirlerini ifâya engel olacak dargınlığın arız olmasıdır.

Talâk aslı i'tibâriyle mubah değil, memnu'dur. Çünkü o nikâh deni­len büyük ni'mete karşı bir küfrân-ı ni'mettir. Ancak zarurete binâen bazen mubah olur. Zaten Mecelle''mizin 21.ci maddesi mü'cebince «Sabit'in karısı Resûlüllah {S.A.V.J'e gelerek dedi ki :

«Zaruretler memnu' olan şeyleri mubah kılar.» Şu halde açlıktan ölme­mek için domuz etinden veya İaşeden bir iki lokma yemek; keza su­suzluktan çatlamamak için bir iki yudum içki içmek nasıl mubah ise geçinmeğe imkân kalmadığı zaman kadın boşamak da öylesine mu­bahtır.

Eshâb-t Kirâm'dan çok kadın boşadıkları rivayet edilenler hep za­ruret ve ihtiyaç karşısında bu kapıya baş vurmuşlardır. Zaruret yokken kadın boşamak ise küfrân-ı ni'met ve su-i edeb olduğundan mekruhtur. Bununla beraber «Talâk babı» ındaki âyet ve hadîslerin mutlak oluşla­rına bakarak ona «mubahtır» diyenler de olmuştur.

Talâk'ın şartı : Kocanın âkil baliğ ve uyanık olması kadının nikâh­lısı olması yâhud boşanmağa mahal sayılacak bir iddet içinde bulun­masıdır.

Talâkın rüknü : Kadım boşarken söylenen sözdür.

Talâkın hükmü : Talâk-ı fic'îde iddetin bitmesiyle, talâk-ı bâinde ise derhal ayrılığın vuku' bulmasıdır.

Talâkın iyi tarafları da vardır. Hattâ bunlara bakarak : talâkın meşru'iyyeti Allah teâlâ'mn bir rahmetidir, denilebilir. Karı koca dinî ve dünyevî bîr takım nahoş hallerden talâk sayesinde kurtulurlar. Ta­lâkın erkeklerin eline verilmiş olması ve üç defa meşru' kılınması onun iyi taraflarına birer örnektir. Filhakika kadınlar Ve din nokta-i naza­rından erkeklerden noksandırlar. Nitekim bu cihet bir hadis-i şerifte de

belirtilmiş ve : «Onlar dîni ve akil noksan kişilerdir» Duyurul­muştur.

Kadınlar hevâ ve heveslerine" erkeklerden daha ziyâde esirdirler. Şayet talâk kadınların eline verilmiş olsaydı, onlar akıl ve fikirlerini yerinde kullanamaz, birden bire feveran eder ve olur olmaz sebeblerle kocalarını boşarîardı. Onların akıl ve dinleri noksan olduğu içindir ki ekseriya dünyevî şeylerle meşgul olurlar; çeşitli hile ve desiseler ter-tib eder; kocalarının sırlarını âleme yayarlar. Talâk şakası ciddîsi mü-sâvî olan şeylerdendir; ve üçe kadar meşru' olmuştur.

Talâkın üç defa meşru' olmasının hikmetine gelince : insanda ne­fis denilen bir kuvvet vardır, bu kuvvet hayra da, şerre de yararsa da fıtratı icâbı şerre daha meyyaldir. Hattâ onun şerre meyli, ateşin odu­nu yakmak için gösterdiği istidada benzetilir, işte bu nefis tabiatı icâbı yalancıdır. însana kötü olan şeyi iyi, iyiyi de kötü gösterebilir. Bu ka­bilden olmak üzere kadını kocasına lüzumsuz, yâhud boşanmasını daha muvafık gösterebilir. Şu suretle nefsine uyan bir adam karısını boşarsa netice elbette pişmanlık olur. îşte Teâlâ Hazretleri nefsi tecrübe ede­bilmek için talâkı üç defa meşru' kılmıştır. Karısını ilk defa boşayan adam düşünüp taşınacaktır. Eğer nefsinin kendisine hoş gösterdiği bu talâka hakikaten lüzum ve ihtiyaç olduğu sübût bulursa yaptığı iş ye­rinde bir harekettir.

Binâenaleyh boşadığı kadının semtine varmaz. Böylece iddeü bi­tip gider. Yok talâka hiç lüzum yokken nefsi kendisini aldatarak onu hoş göstermişse kadına rİc'at eder (döner). İkinci defa boşadığında dahî aynı hatt-ı hareketi takibeder. Fakat üçüncü defa boşadı mı artık nefsim iki defe tecrübe ile anlamış bulunduğundan kendisine ma'zeret kapısı kapanmıştır. Talâkı oyuncak haline getiren bu nankör kocaya yaraşan muamele ona hülle denilen cezanın tatbiki ile haddini bildir­mektir ki; bu ciheti yukarıda geçen hülle hadîslerinde görmüştük.

Talâkın asıl i'tibâriyle mübaîî değil, memnu' olduğunu az yukarıda arzetmiştik. O ancak zaruret zamanında mubah olur. Bununla beraber Allah indinde mubahların en sevimsizidir. Nitekim aşağıdaki hadîs de bu mânâyı te'yîd eder. Hadîse geçmeden önce şunu da arzetmek isteriz ki; talâk üç kısımdır : Ahsen, hasen ve bid'î.

Ahsen-i Talâk : Kadını cima' etmediği bir temizlik devresinde bir defa boşayarak iddeü geçinceye kadar terketmektir.

Hasen-i talâk : îçinde cima' bulunmıyan üç tuhurda (yani temizlik devresinde) birer defa boşamaktır.

Bid'î talâk : Bir defada üç sayı ile boşamak, yâhud hayız halinde boşamaktır.

Talâk vuku'u i'tibâriyle de ric'î ve baîn olmak üzere iki nev'idir. Talâk-ı Ric'î : talâkta kullanılan açık sözlerle yapılan talâktır. Bâîn: Kinaye sözlerle yapılandır. Bunlar için fıkıh kitaplarına müracaat et­melidir.[680]

 

1098/912- «İbni Ömer radıyaUahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah sdllaUdlıü aleyhi ve sellem:

— Allah'a helâlin en sevimsizi talâktır; buyurdular.»[681]

 

Bu 'ıadîsi Ebû Dâvud ile lbni Mâce rivayet etmişlerdir. Hâkim onu sahihi e mistir. Ebû Hâtİm ise Mürsel olduğunu tercih etmiştir.

Dâre Kutnî ile Beyhakî dahî mürsel oluşunu tercih ediyorlar.

Hadîs-i şerif, helâl şeyler içerisinde Allah indinde sevimsiz olanla­rı bulunduğuna, bunlardan en sevimsizinin de talâk olduğuna delâlet ediyov. Bu onun sevapsiz oluşundan kinayedir. Ulemâ'dan bazısı sevimsiz helali : Özürsüz evde kılınan farz namazla temsil ederler.

Bu hadîs, imkân bulunursa boşamadan uzak kalmanın pek yerinde bir iş oiacağına işaret ediyor.

Ulemâ'dan bazıları talâkı hüküm i'tibâriylc beş kısma ayırmışlar­dır. Bunlar : Vâcİb, mendub, caiz, haram, ve mekruh'tur.

Mezkûr taksime güre : Karı koca arasında düşmanlık varsa o ka­dını boşamak vâcib: kadın namuslu değilse boşamak mendub; erkek kadını istemiyor ve ondan istifâde edemediği için de nafakasına katlan­maktan çekiniyorsa caizdir. Bu suretlerde talâkın mekruh olmadığını Şâfüler'dcn İmâmiVl - Haremeyn (419 — 478) tasrih etmiştir. Ncvevî (631—676) ise caiz olan kısmı kabul etmemektedir. Kadını hayız halinde iken boşamak gibi bid'î talâk haramdır. Boşanmaya bir se­bep yokken boşamak mekruhtur. îşte helâl olmakla beraber hog gö­rülemeyen kısım budur.[682]

 

1099/913- «İbni Ömer mdujallahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre kendisi Resûlüliah snUalînhü aleyhi ve scllenı zamanında karısı­nı[683] hayızh iken boşamsş; Ömer bunu Resûlülah sdllallahü aleyhi ve sellem'e sormuş : O da :

  Oğluna emret de o   kadına   ric'at   eylesin;   sonra onu terketsin. Tâ ki kadın temizlensin; sonra (yine) hayız görsün; sonra   (tekrar)   temizlensin. Bundan sonra artık isterse nikâhı altında tutar; isterse cima' etmeden boşar. İşte kadınların   kendisi icİn boşanmasını    Allah Azze ve Celiin emrettiği iddet budur; buyurmuşlardır.»[684]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Müslim'in bir rivayetinde : «Ona emret! Kadına müracaat etsin: sonra onu temiz iken yâhud hâmile olduğu halde boşasin.» buyurulmuşlur.

BuharVnin diğer bir rivayetinde : «Bu bir boşama hesabedi-Mr.» deniimiş.

Müslim'in bir rivayetinde ise: İbnİ Ömer : «Eğer sen o kadını bir veya İki defa boşadı isen (şunu iyi bîl kî) Resûlüliah salallahü aleyhi ve sellem bana (boşadığım karıma) müracaat etmemi sonra diğer bîr hayız görünceye kadar kendisine mühlet vermemi; sonra temizlenin­ceye kadar kendisine mühlet vermemi; sonra ona dokunmadan boşa­mamı emretti. Şâyed, onu üç defa boşadı isen, karını aman husu­sunda Rabbinîn emrine isyan ettin demektir» demiştir.

(Müslivı'in) başka bir rivayet (in) de Abdullah b. Ömer: «Karı-mr bana iade efti, ama bu yapılanı bîr şey saymadı ve:

  Kadın temizlendiği zaman onu (ister) boşasin; ister nikâhında tutsun; buyurdu» demiştir.

«Oğluna emret!» cümlesi İbni Ömer (R. A.)'n müracaat emri­ni veren Peygamber (S.A.V.) olduğuna delildir. Hz. Ömer (R.A.) sade­ce onun emrini oğluna tebliğe memurdur. Şu haide bu emir :

[685] l'man eden  kullarıma  söyle, namazı ikâme etsinler» âyet-i kerî-mesindekİ emir gibidir. Burada namaz kılmayı emreden nasıl Peygamber (S.A.V.) değilse İbni Ömer (R.A,)'a da emri veren babası değil­dir.

Acaba buradaki müracaat emri vücûb içinmidir, değilmidir? Hane-fîler'le Mâlİkîler'c ve bir rivayette Ahmed b. Hanbel'e göre vücûb İçindir. Dâvud-u ZâhirVnin mezhebi de budur. Bu zevata göre: er­kek müracaattan imtina' ederse hâkim kendisini cezalandırır.

Cumhur'a göre ise müracaat sadece müstehâbtır. Onlara göre: ni­kâhı yapmak onu devam ettirmeyi vâcib kılmaz. Binâenaleyh emrin nedib için olduğuna karine kıyas olmuştur. Bunlara : «Hayz halinde boşamak haram olunca nikâhın devam ettirilmesi vâcib olur» diye ce-vab verenler olmuştur.. Hadîsteki : «Temizlensin, sonra yine hayız görsün; sonra tekrar temizlensin...» ifâdesi talâkın an­cak ikinci tuhurda yapılacağını gösteriyor. Nitekim İmam Mâlik ile Şâfîler'İn esah kavline göre yalnız ikinci tuhurda yapılır. Birinci tuhur­da yapılması haramdır.

İmam A'zam ile Ahmed b. Hanbel'e göre ikinci tuhru beklemek mendûbdur. Delilleri : Müslim'in rivâyetindeki : «Ona emret de karısına müracaat etsin. Sonra onu temiz iken yâhud hâmile olduğu halde boşasın» hadîsidir. Zîrâ burada tuhur mut­lak zikredilmiştir. Bir de tahrîm, ancak hayızdan dolayı idi; şu halde tahrîmin mucibi zail oldumu, kadını boşamak da caiz olur. Çünkü «[686] mâni' zail oldukta memnu' avdet eder».

Hadîste geçen «dokunmadan» vani» cima' etmeden, ta'birinden anlaşılıyor ki, cima' ettikten sonra o tuhurda boşamak bid'î talâktır; haramdır. Cumhur'un kavli de budur. MâÜkiler'den bazılarına göre erkek o tuhurda kadına ric'ata ::necbur edilir.

Hadîs-i şerifteki «temizlensin, temizken» ta'birlerinden mura­dın ne olduğu fukâhâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları : «bundan maksad kanın kesilmesidir» demiş; bîr kısımları yıkanmanın da lâzım geldiğini söylemişlerdir. İmam Ahmcd'den bu bâbta iki rivayet vardır. Bittabi şâyân-ı tercih olan yıkanmasıdır. Çünkü NesâVmn rivayetinde hay-zından yıkanması tasrih edilmiştir. Bu rivayet temizlikten muradın ne olduğunu tefsir eder.

Bazıları bu hadîsi Kur'dan muradın tuhur olduğuna delîl sayar­lar. Bu mes'elenin aslı :

«[687] Boşapan kadınlar biizat kenttiler üç kur' müddeti beklerler» âyet-î kerime'sindeki (Kuru') lâfızdır. Kur' hayızla tuhur yani temizlik devresi arasında ;müşterek bir sözdür. Bu sözü Hanefüer hayız mânâsına, Şâfiîler İse tuhur mânâsına almışlardır. Mcs'ele bu usul-u Fıkıh mes'ele-si olup, o, ilmin kitaplarında münakaşa edilmiştir.

«Y^hud, hâmile olduğu halde boşasın» buyurulması ha­milenin talâkının sünnet veehle yapılan bir talâk olduğuna delildir. Cumhur'yn mezhebi de budur.

Haram olan bid'î talâkın vâkî olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaf­lıdır. Cumhur-u ulemâ vâkî olduğuna kaildirler. Delilleri : BuharVmn bir rivayetinde: «Bir boşama hesabedilir» buyurulmasıdır. Vâkıâ cümlenin faili meçhuldür ve Peygamber (S.A.V.) de İbni Ömer de ola­bilir. İbnî Ömer olduğa takdirde hadîs hüccet teşkil etmezse de başka rivayetlerde bir talâk hesabedonin bizzat Resûlüllah (S.A.V.) olduğu tasrih edilmiştir. Meselâ : ibni Vehb'in Müsned'me hadîs şu lâfız­larladır :

«İbni Ebi Zi'b Peygamber (S.A.V.)'den rivayet ederken :

O  bir taiâktirîttediğ'nî ziyâde etmiştir.» Ayni hadîsi Dâre Kutnî hem Ebu Zi'b'den hem de îbni İshak'dan Nâfi' tarîki ile tahrîc etmiştir. Hâsılı bir talâk hesabedenin Peygamber (S.A.V.) olduğu bir­birini takviye eden bir çok tarîklerden rivayet edilmiştir.

Hadîsimizin Müslim rivayeti Hz. İbni Ömer (R. A.)'a, sorulan bir sualin cevabıdır. Mezkûr rivayet hayz halinde kadın boşamanın haram olduğuna delildir. İbni Ömer hazretleri'nin : «Bana karıma müracaat etmemi emir buyurdu.» demesine bakılırsa talâk vâki' olmuştur. Çün: kü ric'at yani talâktan dönme, ancak talâk vâkî' olduktan sonra düşü­nülebilir. Fakat burada Harîcîler'lc Râfızîter ve daha bazı kimseler Ehl-i Sünnet ulemâsı'na muhalefetle talâk-ı bid'î'nin boşama sayılmadı­ğını söylemişler, Zâhirîler'den ibni Hctzm, îbni Teymiyye ve Ibni'l -Kayyım de buna taraftar olmuşlardır. Bilhassa lbni'l - Kayyimhulifi W a sözü uzatmıştır. Bunların delili Müslim'in bir rivayetinde Ab­dullah b. Ömer (R.A.y'm :

— Karımı bana iade etti ama bu yapılanı bir şey saymadı; demiş olmasıdır.

Böyle bir rivayeti Ebu Dâvud da tahrîc etmiştir. Hem isnadı sahih şartı üzeredir. Lâkin İbnî Abdilbcrr : «yapılanı bir şey saymadı» cümlesinin münker olduğunu, buna Ebu'z - Zübcyr'den başka kimse­nin kail olmadığını beyân etmiş ve bu cümlenin kendinden daha sabit bir hadîs muvacehesinde hüccet olması şöyle dursun kendi ayarm-dakinin karşısında bile hüccet olmayacağını söylemiş, bilfarz sahih olsa bile bunun mânâsının Allahu a'lem : «yapılanı doğru bir iş sayma­dı. Çünkü sünnet veçhile olmamıştır.» demek olduğunu bildirmiştir.

Hatiftin diyor ki : «Hadîs imamları : Ebıt'z Zübcyr bundan daha münker bir hadîs rivayet etmemiştir;, dediler». Bu cümlenin «bu işi ric'atı haram kılacak bir şey saymadı» mânâsına gelmesi de İh­timal dahilindedir.

îbni'î - Kayyım (691—751) bid'î talâkın vâki' olmadığım isbata çnk j^ıyret sarfetmiştir. Lâkin Peygamber (S.A.V.)'İn onu talâk saydı­ğı sühût bulduktan sonra kim ne dese kıymeti yoktur.

Tenbih : Sananı (1059—1182) bir müddet bid'î talâkın vâki1 ol­madığına fetva vermiş, hattâ bu hususta bir risale yazmış, fakat sonraları bir müddet tevekkuf devresi geçirmiş ve bu talâkın vâkî' olduğuna kanâat getirmiştir. Nihayet yine ilk mezhebini daha kuv-veüi bularak ona dönmüş; ve : «cd - DcUlü'ş - Şcr'iy» nâmı ile bir ri­sale daha yazarak kuvvetli bulduğu delilleri orada göstermiştir. Hülâsa: İlk kavline rücû'unun bilinmesini vasîyyet etmekte ve bunun «Sii-bülü's - Selâm» adlı eserinin nüshalarına ilâvesini istemektedir.[688]

 

1104/914- «İbnî Abbas radtyallahu anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûîülah sallallahü aleyhi ve selîem ite Ebû Bekiı zamanında ve Ömer'in hilâfetinin ilk yılında üç talâkı birden yapmak bir ta­lâk sayılırdı. Müteakiben Ömer :

— Hİç şüphe yok ki, halk kendilerine mühlet verilmiş bulunan bir iş hususunda acele gösterdiler. Şunu onlara infaz etsek ya? dedi ve onu kendilerine infaz etti.»[689]

 

Bu hndîsi Müslim rivayet etmiştir.

Ilarlîs İbni Abbas (fî. A.)\Utn bir çok yollarla .snbit olmuştur. Y;il-nız Hz. Ömer (R.A.)'m naşı! olup d;ı Peygamber (S.A.V.) zamanında yapılan Ebu Bekir devrinde ve kendi hilâfetinin iki yılında yapılmış olan bir soyc muhalefet ettiğini ufemâ'dan bazıları müskil bulmuşlardır. Bun­lar «İbni Abbas'ın sözü bunun üzerine icmâ' vâki' olduğunu gösteriyor» diyorlar.

Bu işkâle altı cevap verilmiştir.

1— Evvelleri hüküm böyle idi. Fakat sonradan Peygamber (S.A.V.) devrinde neshedildi. Filhakika Ebû Dâvud, Yczid-i Nahvi tarîki ile İkrime'den.  İbnİ Abbas (R.A.)'m:  «Eskiden bîr erkek karısını  boşadı mı, onu üç defa boşamtş bile olsa kendisine dönme hakkına mâlik idi. Sonra bu nesheditdi.n dediğini tahrîc etmiştir. Şu kadar var ki, nesih du­yulmamış ve mensuh hüküm üe Ömer (R. A.)'m inkârına kadar amel edilcgelmiîîtir. Dört mrzhcb imamlarının kavli de budur.

2— İbni Abbas (R.A.)'m bu hadîsi muzdarîbtir. Kurtubi, Müslim şerhinde şöyle diyor :  «ibni Abbas üzerinde ihtilâf edilmekle beraber bu hadîsin lâfzında da ıztırab vâki1 olmuştur. Hadîsin zahir olan siyakı bu hükmün bütün o asır ricalinden nakledildiğini  gösteriyor. Halbuki âdet, bunun meydana çıkmasını ve dağılmasını,    İbni Abbas'ın bunda yalnız kalmamasını iktizâ eder. İşte bu cihet, hadîsin zahiri ile amelin butlanını kat'î surette iktizâ edemiyorsa, tevekkufu bari iktizâ eder.»

3— Bu had"s hususî bir suret, yani   boşayanın : «Sen boşsun, sen boşsun» dediği suret hakkında vârid olmuştur. Zîrâ Peygamber (S.A.V.) devri ile ondan sonraki devirlerde insanların hâli sadâkat ve selâmet­lerine hamledilir de, «İkinci sözüm birincinin te'kîdidir; yeni bir talâk te'sisi değildir.» şeklinde iddiada bulunan bir adamın sözü kabul ve tas­dik olunurdu. Ömer (R. A.) insanların hallerinin değiştiğini ve bâtıl dâ­vaların çoğaldığını görünce, talâk sözünü söyliyenin zahiren söylediğine göre hüküm vermeyi niyeti hususundaki iddiayı tasdik etmemeyi mas­lahata muvafık buldu.

Bu cevabı Kurîubî beğenmiş; Nevevî ise : «Bu, cevabîann en sa­hihidir.» demiştir.

4— «Üç talâk bir idi» sözünün mânâsı :   Peygamber  (S.A.V.) ile .Ebu Bekir (R.A.) zamanlarında ekseriyetle talâk bir defa olurdu; üç defa yapılmazdı. Sizin şimdi üç adet yaptığınız şu talâk o zaman bir adet yapılırdı; demektir.

Binâenaleyh Ömer (R.A.)'ın «Şunu onlara infaz etsek ya» demesi: meşru' olduğu vecihle üç talâkın vuku'u hükmünü onlara infaz etsek ya; demek olur. Ve bu cevab «halk kendilerine mühlet verilmiş bulunan bîr iş hususunda acele gösterdiler.» ifadesiyle birbirini güzelce tutar. Bu suretle bu söz insanların talâk yapmalarını haber vermek olur; ta-lâkin vâki' olması hususunda söz yoktur. Çünkü hüküm zaten takarrür etmiştir; bellidir.

Bu te'vili îbni'l - A'rabî tercih etmiş; ve onu Ebu ZiirVya nis-bet eylemiştir. Beyhaki dahî bu te'vili tahrîc etmiş ve: «bunun mâ­nâsı: sizin yaptığınız üç talâkı o zamanlar bir defa yaparlardı, de­mektir.» mütâlâasında bulunmuştur.

5— Ibnİ Abbas (R. A.)'m : «talâk üç idi», sözü merfu' hükmünde değil; kendisine mevkuftur. Fakat bu cevab zaîftir. Zîrâ usûl-ü Fıkıh v.e usul-ü hadîs İlimlerinin beyânına göre sahabenin ; «Biz şöyle yapar­dık» gibi sözleri merfu1 hükmündedirler.

6— «Üç talâk bir »di» sözü ile «elbette» lâfzı kastedilmiştir. Aşağı­daki Rükâne hadîsinde de görüleceği vecihle bir adam karısına : «Sen elbette boşsun» dese bu sözün tefsirinde bir talâk da üç talâk da kabul edilirdi. Hz. Ömer devri gelince bu sözden bir talâk kastı kabul edilmez oldu. Buharı, içinde (elbette) lâfzı bulunan eserlerle (üç) lâfzı sa­rahaten zikredilmiş hadîsleri bir bâbta toplamakla buna işaret et­miştir. Galiba bununla aralarında fark olmadığına işarette bulun­mak istemiş; ve (elbette) lâfzı mutlak söylenirse üç talâk mânâsı­na hamledileceğim göstermeye çalışmıştır. San'ânî bu cevablarm hiç birini beğenmemiştir. Ona göre Hazret-i Ömer'in sözü kendi re'yidir. «el-Fıkhu ale'l-Mezahibü'l-Erbaa» nâm eserin sahibi   Abdurrahman el-Cezîrî dahî aynı fikirdedir.

Bizce bu iddia hatâdır. Çünkü şer'î âdetler üzerinde re'y beyânına kimsenin hakkı yoktur. Nitekim Ömer (R. A./da re'y beyân etmemiş bildiği nesih vak'asiyle amel etmiştir. Eğer üç talâkın bir sayılması meselesi neshedilmiş olmasa ve Eshâb-ı Kirâm'da bunu sonradan duy­muş olmasalardı ne Ömer (R. .A) bu fikre zâhib olur; ne de sahabe, aralarından tek muhalif çıkmamış olmak şartı ile ona tabî olurlardı. Vak'a şudur ki: Hem Hz. Ömer üç talâkı üç saymış; hem de bütün sa­habe kendisine muvafakat etmişlerdir. O halde üç talâkı bir sayma hükmü mensublıir. Artık üç talâk, üç talâk sayılacaktır. Bu cihetle Sa-hâbe-i Kiramın icmâ'ı vardır.

Kaldı ki, Resûlüllah (S.A.V.)'den bu bâbta sarih hadis de vardır. Abdürrezzak (126—211) Übâdetü'bnü's - Sâmit (R.A.)'dcn müsned olarak şu hadîsi tahric etmiştir :

«Ubâdetü'bnü's-Sâmit'den rivayet edildiğine göre : Babası karısını bin defa boşamış. Bunun üzerine Ubâde gitmiş (meseleyi) Peygamber (S.A.V.)'e sormuş. Resûlüllah (S.A.V.)  :

— Kadın Aliahu Teâlâya isyan içinde üç defa bâin (talâkla boş) olmuş; 997'de zulüm ve adavet olarak kalmış; dilerse Allah onu azâdeder; isterse afv buyurur; demiştir.»

îmam Malik'in «el-Muvatta-» ında şu ma'lûmata rastlanmakta­dır :

«Bir adam, Abdullah b. Abbas'a :

  Ben karımı yüz talâka  boşadım;  bana ne {gibi bîr ceza)  görü­yorsun? demiş : İbni Abbas :

  Kadın senden üç defa boş olmuş; 99 ile de Allah'ın âyetlerini alay ittihâz etmişsin; demiştir.»

Bu vak'aların emsali, İbni Mes'ud, Alî ve Osman (R. Anhiim) ha-zerâtindan da rivayet olunmuştur. Şu vaziyet karşısında talâkın er şaka götürmez ciddî mes'elelerden biri olduğu bir daha düşünülürse söylenecek tek söz kalmaz sanırım.[690]

1105/915- «Mahmud b. Lebîd[691] radıyallahü anh'den  rivayet edil mistir. Demiştir ki: Resûlüllah saîlaîîahü aleyhi ve seltem'e  bir ada­mın karısını üç talâkın hepsi İle boşadığı haber verildi. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) gazaba gelerek ayağa kalktı. Sonra :

— Ben aranızda olduğum halde Allah'ın kitabiyle oynâmyormu? buyurdular. Nihayet bir adam kalkarak

— Yâ Resûlâllah şunu Öldürmeyeyimmİ? dedi.»[692]

 

Bu hadîsi Nesâi rivayet etmiştir. Râvîleri mevsuktur.

Hadîs-i şerif, üç talâkı birden yapmanın bid'at olduğuna delildir. Bu hususta ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ehu Hanıjc ile Mâlik'e göre bid'-attır. Şafiî, Ahmcd ve diğer bazı ulemâ'ya göre bid'at değildir. Hat­tâ mekruh bile sayılmaz.

Bid'at sayanlar Resûlüllah (S.A.V.)in gadaplanması ve «Allah'ın kitabiyle oynamyormu?» hadîsi ile istidlal ettikleri gibi Saîd b. Mansur'un sahîh sencdlc Hz. Enes (R.A.)'dcn tahrîc ettiği Ömer (R. A.) hadîsi ile de istidlal ederler. Mezkûr hadîse göre Hz. Ömer'e karısını üç defa boşayan bir adam getirdiler mi dayaktan sırtını patla-

tırmış. "

Üç talâkı bid'at saymayanlar :

[693] «onları iddet vakitleri İçin boşayın» ve :

[694] «Talâk ikidir...» âyct-i kerimeleri ile hir de ileride gürülceek Lİâr» hadîsi ile istidlal ederler. Fakat kendilerine «Âyetler mutlaktır; ha­dîs ise üç talâkın haram olduğunu sarahaten ifâde ediyor. Binâenaleyh âyetler bu hadisle takyîd edilirler. Karısına liân yapanın talâkı yerinde bir talâk değildir; çünkü kadın liânla boş olmuştur» diye cevab veril­miştir.

Hadîs-i şerif, Resûlüllah (S.A.V,) zamanında üç talâkın vâki' oldu­ğunu göstermektedir.[695]

 

1106/916- «İbni Abbas radıyallahü anhümâ''dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Ebu Rükâne Ümmü Rükâne'yi boşadı. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem kendisine :

  Karina müracaat et; buyurdu,  Ebu Rükâne  :

  Ben onu Üç defa boşadım? dedi. Resûlüllah (S.A.V.):

  Anladım (fakat) sen ona müracaat et; buyurdular.»[696]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud rivayet etmiştir.

Ahmed'm bir rivayetinde: «Ebu Rükâne karısını bir mecliste üç defa boşadı ve sonra ona acıdı. Resûlülah sallallahü aleyhi ve sellem: — Bunlar bir talâktır;   buyurdular.» denilmiştir. Her iki hadî­sin senedinde İbni İshak vardır. Bu zât hakkında söz vardır. Ebu Ih'trnd başka bir vecihten bundan daha güzel olmak üzere şunu ri­vayet ediyor : «Ebu Rükâne karısı Süheyme'yi elbette boşadı. Sonra :

— Vallahi ben bununla bir talâktan başka bir şey kastedmedim; de­di. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem de onu kendisine iade etti.»

Hadisin Ebu DâvmVdaki lâfzı şudur :

«Abdi Yezîd Ebû Rükâne, Ümmü Rükâneyi boşadı da Müzeyne ('kabilesin) den bir kadını nikâh etti. Derken Peygamber (S.A.V.; yeldi. Kadın başından aldığı bîr kılı göstererek :

  Bana ancak şu kıl kadar faydası olur; binâenaleyh aramızı ayır; dedi.  Peygamber  (S.A.V.)   hamiyyete gelerek  Rükâne ile kardeşlerini çağırdı. Sonra beraberinde oturanlara :

  Filânla   falanın şu ve şu yerlerini  Abdi  Yezid'e benzetiyormusunuz?dedî :

  Evet;  dediler. Peygamber  (S.A.V.) Abdİ Yezid'e  :

  Boşa onu; buyurdular.  O da boşadı.  (Sonra  Peygamber {S. A.V.) :

  Karın Ümmü Rükâne'ye müracaat et; dedi. Ebu Rü­kâne :

  Ben onu üç defa boşadım; dedi. Peygamber (S.A.V.) ;

— Biliyorum; ona müracaat et;  buyurdu; sonra (Ey Pey­gamber, kadınları boşadığınız zaman...)  âyetini  kodu.»

Aynı hadîsi Ebu Ya'lâ tahric etmiş ve sahîhlemiştir. Hadîsin bü­tün tarîklerinde Muhammcd b. Ishak vardır.

3u hadîs için münker diyenler vardır. Esah olan Ebu Davud'un iahric ederek sahîhlediğidir. Ebu Dâvud bu hadîsi Nâfi' b. Uceyr'-den rivayet etmiştir. Onu Tirmizî ile İbni Mâcc de rivayet etmiştir. İbni Hibban ile Hâkim sahîhlemişlcrdir. Hasılı hadîsin sahih veya zaîf oluşu ulema arasında ihtilaflıdır.

Bu hadis bir meclisde üç talâkla boşamanın bir talâk sayılacağına delâlet ediyor. Mos'eİe hakkında dört kavil vardır:

1— Bir mecliste üç talâkla boşamak hiç bir hüküm îlâde etmez; çünkü bid'attir. Hârîcîler'le Râfızîler'in mezhebi budur. Nitekim az yu­karıda delilleri ile birlikte görüldü.

2— Bununla üç talâk vâki1 oîur. Ömer,  İbni Abbas, Âİşe, ve A!i (R. Anhüm) hazerâtı ile dört meshebin imamları, selef ve halefin cumhuru  buna  kaildirler.     Delilleri:   talâk  âyetleridir.     Mezkûr âyet !c bir ile ürün     arasını ayirmamışlardır. Bİr delilleri de Sahîheyn'in rivayet etlikleri  Uveymîr-i  Aclânî  hadisidir. '   Mezkûr  hadîse     göre : «Uveymîr (R.A.) karısını Peygamber   {S.A.V.)  #İn huzurunda  üç  defa bcşF-mış, Resû!-i Ekrem (S.A.V.) kendisine bir şey dememiştir». Bu da üç talâk birden yapmanın caiz olduğuna delildir.

«Üç talâk olur» diyenler Buharı ile Müslim'in müttefikan rivâ-y< t. ettikleri Fâtîme binti Kays hadîsi ile de istidlal ederler: «Fâtıme (R. Aıihıî) 'nın kocası onu üç defa boşamış, mes'ele Peygamber (S.A. V.) 'e haber verilince:

— Ona   nafaka   yoktur;   ama   iddet   bekliyecektir; buyurmuşlardır.»

Nihayet bu zevat diyorlar ki:  «Peygamber (S.A.V.) 'in   Bu iş bir mecliste mi oldu yoksa müteaddit meclislerde mi? diye sormaması bu hususta bir fark .olmadığına delâlet eder.

3— Bu sözle bir talâk-ı ric'î vâki' olur. Bu kavi Hz. Ali (R.A.) ile İbni Abbas (R.A.) 'den rivayet olunmuştur. Zahiriler, İbni Teymiyye ve onun tilmizi fbni'l-Kayyim bu kavli tercih etmişlerdir. Bunlar yukarıda görülen İbni Abbas (R.A.)  'den mervî iki    hadîsle    istidlal ederler.

4— Kadının medhulün biha  (yani cima' edilmiş)  olup olmaması arasında fark vardır. Medhulün biha'ya üç talâk vâki' olur. Fakat baş­kasına yalnız  bir talâk vâki' olur. İbni Abbas (R.A.) 'a tâbi olanlarla îshak b. Rahavcyh bu kavli tercih etmişlerdir. Bunlarda Ebu Dâvud 'un rivâyetindeki:  «Bilmiyorsun  ki erkek  karısını  cîmâ'dan önce  üç defa boşarsa Resûlüllah (S.A.V.) zamanında onu bir talâk sayarlardı?»

cümlesidir. Bunların aklî delili de vardır. Derler ki: «Bu adam karısına (benden bâinsin) dese kadın derhal boş olur; aynı sözü tekrarlarsa talâka mahal kalmadığı için hiç bir şey vâki olmaz; çünkü henüz zifaf olmamış bir kadın bir defa  boşandımı hemen kocasına ecnebi olur. Ona iddet olmadığından ikinci bir talâka mahal değildir.»

Fakat bunlara'da: bu hüküm cima edilenle cdilmiycnin her ikisi hakkında sabit olmuştur; diye cevap verilmiştir. Bir defa da üç yâhûd üç ayrı sözle üç defa boşanma mes'elesi fıkıh kitaplarında uzun uzadıya îzâh edilmiştir.

Dört mezheb ulemâsı Hz. Ömer (R.A.) zamanında mün'akid olan icmâ'a münkâd olarak üç talâk meselesini infaz edegelmiştir. Hattâ bu mes'ele hakkında muhaliflerine şiddet gösterdikleri ve İbni Teymiyye bu meselede Râfızîler'le bir olarak bir talâk vuku'una kail olduğu için cezalandırıldığı tilmizi İbni'l-Kayyim'ın ise bu sebeple deve üzerinde sokaklarda dolaştırıldığı söylenir.[697]

 

1109/917- «Ebu Hüreyre -radıyattaü anh'den rivayet olunmuştur.Demiştir ki: Resûlüllah saîlallahü aleyhi ve sellem:

— Üç şey vardır: bunların ciddîsi de ciddî şakası da ciddîdir. Nikâh, talâk ve ric'at; buyurdular.»[698]

 

Bu hadîsi, Nesaî müstesna Dörtler rivayet etmiştir. Hâkim onu sa­hîhlemiştir.

îbniAdiyy'in başka zaîf bir vecihten rivayetinde: «Talâk, ni­kâh ve İtâk» denilmiştir. HârU b Üsame'nin Ubadetü'bnü's Sâmit'-den merfu' olarak rivayet ettiği hadîste:«Üç şeyde oyun câİZ değildir: Talâk, nikâh ve itâkda. Bunları kim söylerse mu­hakkak vâcibolur» bııyıırulmuştur. Senedi zaiftir.

Çünkü senedinde İbni Lrhî'a vardır Hadisde inkıta' da vardır.

Bu hadîsler .şaka ilo yapılan talâkın ciddî olarak vâki' olduğuna, onun niyyete muhtaç bulunmadığına delildirler. Hanefiler'le Şâfîiler'İn mezhebi budur. Ahmcd b. Hnnbcl ile diğer bir takım ulemâ'ya göre niyyet şarttır. Zîrâ : «Ameller niyetlere göredir» hadisi bütün amellere ânını ve şâmildir. Talâk da bir ameldir» diyorlar.

Fakat kendilerine: Âmm olan o hadîsi bu hadîsler lahsis etmiş­tir; dîye cevap verilmiştir. Itık hakkında yeri gelince îzâhât verileoktir.

Hâkim'in sahîhlediği Ebu Hüreyre hadi.si hakkında Tirmizî «hasen garibtir» diyor. Ebu Bekir ibni'l-Arabi ise: «Bu hadîste itık da rivayet edilmiş, ama ondan bir şey sahih olmamıştır» demektedir.[699]

 

1112/918- «Ebu Hüreyre radnjalluhü anh'den Peygamber sallallahü aleyhi ve scllcra'den duymuş olarak onun:

— Şüphesiz ki Allah ümmetimin gönlünden geçen şey­leri (Ümmetim)  yapmadıkça veya söylemedikçe   afveder; buyurduğu rivayet olunmuştu»[700]

 

Hadîs mütfefekun aleyh'tir.

Bu hadisi İbnİ Mâce dahî Ebu Hüreyre'den rivayet etmiş; yalnız o rivayette «Gönlünden geçen şeyleri» yerine «Kalplerine ves­vese veren şeyleri» denilmiş; sonunc c'a «Kendilerine  zorla aptınlan şeyler» ifâdesi eklenmiştir. Bu ziyâde hakkında musan­nif merhum:  «Zannederim bu ziyâde müdrectİr. O her halde fîi§cÎ7n b. Amâr'a hadîsten hadîse geçmek suretiyle gelmiş olaeaktır» diyor.

Hndîs-i Şerîf gönülden geçirmekle talâk vâki' olmadığına delildir ki, cumhur-u ulemâ'nın kavli de budur.

İbni Şirin, Zührî ve bir rivayete göre İmam Mâlik gönülden ge­çirmekle talâk vâki olduğuna kaildirler. fbni'l-Arahî dahî: «Kalbderi küfrü i'tikâd ve günaha ısrarla devam eden günahkâr olur» diyerek bu kavli takviye etmiştir. Îbni'l-Arnbî «Bir müslümana kalpten zi­na isnadında bulunmak da aynı hükümdedir. Bunlar hep kalbin emelleridir» demektedir.

Fakat kendisine: «Mezkûr hadîs Aüah Teâlâ'nın bu ümmeti gün­lünden geçirdiği şeylerden dolayı muâhaze etmiyeceğini ve Allah'ın hiç bir kimseye takatından fazla bir yük yüklemiyeceğini hrber veri­yor. Gönlünden geçirmek ise kulun dâire-i takatindan hâriçtir.» diye cevap verilmiştir. İbni'l-Arabi'nin küfür ve riya ile istidlali bu ha­disten tahsis edilmiştir. Halbuki küfrü i'tikâdla riyâ-yı kasıd, gö­nülden geçen şeyler olmaktan da çıkmışlardır.

Bu hadîsle talâkın yazı ile de vâki' olacağına istidlal ederler. Çün­kü yazan kalbiyle niyyet etmiş; yazmak sureti ile de niyyetinin müce-hince amelde bulunmuştur. Cumhur'un kavli budur. Bazı imamlar ya­zıda işhadı yani şâhid çağırmayı da şart koşrmştur; nitekim aşağıda «Ric'at bahsi» nde görülecektir.[701]

 

1113/919- «İbni Abbas radıyaîlaü anhümâ*dan Peygamber saîldl-lahü aleyhi ve selîrm'den duymuş olarak rivayet edildiğine göre:

— Şüphesiz ki Allah ümmetimden, hatâ, unutma ve yapmaya zorlandıkları şey'i (n hükmünü) kaldırmıştır; bu­yurmuşlardır.»[702]

 

Bu hadîsi, 'bnî Mâce ile Hâkim rivayet etmişlerdir. :bu Hâiİm ise «Sabit olmuyor» demiştir.

Nevevî «cr-Ravza» da: «Bu hadîs hasendir» cbmıştir. Hadisin bir çok isnadlan vardır. Fakat İbni Ebi Hatim, bu isnadlarm de­recesini babasına sorduğunu, babasının: «Bu hadîslerin hepsi mün-kerdir; hepsi mevzu'dur» dediğini söylüyor.

Abdullah b. Ahmcd dahî «cl-îlch adlı eserinde: «Bu hadîsi ba­bama sordum. Onu pek inkâr etti ve: Bu, Hascn'in n~'gamber (S.A. V.)'den rivayetinden başka kimse tarafından rivayet edi'-niyor; dedi» .şeklinde beyânda bulunmuştur.

îmam Ahmcd b. HanbcVin: «Her kim hafâ ve unutma hükümle­rinin kaldırıldığını (yani teklif edilmediğini) zannederse muhakkak Allah'ın kitabı ile Resûlüllah (S.A.V.) 'İn sünnetine muhalefet etmiştir. Çünkü Allah hatâ yolu ile insan öldürene keferati vâcib kılmıştır» dediği rivayet olunur.

Hadîs-İ Şerîf, Ümmet-î Muhammediyye'dcn bir günah hatâ veya unutma suretiyle sâdır olursa yâhûd bu ümmete bir günah zorla işle­tilirse o günahın uhrevî cezasının afvedildiğine delildir. Dünyevî ahkâ­mı ise ihtilaflıdır.

Bazılarına göre unutmakla kasden yapmak arasında bir fark yoktur. Unutmak akid. esnasında şart koşulursa o zaman kasidden ayrılır.

Ata'da,n bir rivayette unutarak yapılan talâkın hükmü yoktur. Bir çok ulemâ'mn kavilleri budur. Onlara göre yanlışlıkla söylenen" ta­lâk lâfzına da i'tibâr yoktur. Fakat Hanefîler'e göre bu talâk vâki'dir. ölüm tehdidi altında zorla karısını boşayanın talâkı ihtilaflıdır.Cumhur'a göre vâki' değildir. Nehaî (11 — 95) ile Hanefîler'e göre vâki'dir.

Hulâsa Hanefîler'e göre: Hür olsun köle olsun, âkil baliğ olan her kocanın talâkı muteberdir. Bu bâbta ciddî olanla olmayanın hükmen bir farkı yoktur. Binâenaleyh: Mükreh denilen zorla boşayamn, şakadan bo­şayanın, şefik denilen zayıf akıllının, sarhoşun yanlışlıkla boşayanın ve işaretle dilsizin talâkları mu'teberdir. Dilsizin tasarrufları hakkında MrcrlJr'nin 70. ci maddesinde «Dilsizin işâret-i ma'hûdesi lisanla be­yân gibidir» denilmektedir.

Deli, küçük çocuk, baygın, bunak ve uyuyan kimselerin -talâkları mu'teber değildir.[703]

 

1114/920- «İbni Abbas radıyallahü anhümâ'öan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Erkeğin karısını (kendisine) haram etmesi hiç bir şey de­ğildir. Yemin olsun ki Resûlüllah saîlallahü aleyhi ve se/fem'de sizin İçin güzel bir önderlik vardır.»[704]

 

Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir. Müslim'in İbni Abbas'dan riva­yetinde: «erkek karısını (kendine) haram kılarsa bu bir ye­mindir. Onun keffâretini verir» denilmiştir.

Bu hadîs, İbni Abbas (R. A.ya mevkuftur, ve erkeğin karısını kendi­sine haram etmenin yemin keffâreti îcab etse de boşanma sayılmadığına delâlet eder.

İbni Abbas hazretlerinin «hiç bir şey değildir» demesi, onun talâk olmadığını beyândır. Maamâfih «bu sözden bir şey lâzım gelmez» mâ­nâsına da olabilir. Bu taktirde yemin sayılacağı rivayeti başka bir ri­vayet olur; ve İbni Atbas (R.A.) 'in bu meselede iki kavli olmuş olur. Bu mes'ele selef-i Sâli.ıın sahabe ve tabiîn ile halefleri müetehidler ara­sında pek ihtilaflı bir mes'eledir.

Zâhirîler'e göre bir şeyi halâl veya haram kılmak yalnız Allah'a mahsustur. Binâenaleyh bir adamın karısını kendisine haram kılması İbni Abbas hadîsinde görüldüğü veçhile lağıv yani hükümsüzdür. Bunlar müddealannı bir takım âyet ve hadîslerle isbâta çalışırlar.

Bir kimsenin karısını kendisine haram etmesi suretiyle yapılan ye­min ya ilâ yâhûd da zıhâr olur ki bunlar az ileride kendi bahislerinde görülecektir.[705]

 

1116/921- Âişe radıyallahü em/m'dan rivayet edildiğine göre Cevn'-in kızı Resûlüllah saîlallahü aleyhi ve sellem'in yanına alınarak Pey­gamber (S.A.V.) kendisine yaklaşınca:

  Senden  Allah'a  sığınırım, demiş;  bunun  üzerine  Resûlüllah   (S, A.V.):

  Yemin , iim ki pek büyük bir şeye sığındın; ai­lene git; buyururşardır.»[706]

 

Bu hadisi Buharı rivâ/et etmiştir.

Cevn'in kızının adını tayin hususunda pek çok ihtilâf edilmiştir[707]. Fakat ta'yinin bir fâidesi olmadığı için onunla meşgul olunmamıştır. Bu kadın zamanının en güzel kadmlarındanmış.

Resûlüllah (S.A.V.) 'in onunla nasıl evlendiğini İlmi Sa'd'm Abdül-vâhid b. Ebi Avn tarîki ile tâhrîc ettiği şu hadîs tafsilâtı ite bildiriyor:

«Abdülvâhİd demiştir ki: Nu'man b.  Ebi'l-Cevn-i Kindi  Resûlüllah (S.A.V.)'in yanına geldi ve:

— Ya  Resûliillah, seni arapların en güzel  kadını  ile evlendiceğİm. Bu kadın amcasının oğlu  ile evli  idî  (kocası)  öldü;  (şimdi)   seni iste­mektedir dedi.  Resûlüllah  (S.A.V.):

  Peki  İyi  (olur); buyurdular Nu'man :

  Öyle ise onu sana getirecek    bîrini gönder;  dedi Bunun  üzerine Resûlüllah (S.A.V.)   Ebu   Esîd  Saîdî'yİ     gönderdi.   Ebu  Esid  diyor  ki:

  Üç gün durdum. Sonra onu beraberimdeki bîr mahaffenin[708] içi­ne yerleştirdim;  böylece ta  Medine'ye vasıl oluncaya  kadar getirdim; ve kendisini Sâîde oğullarına misafir bıraktım. Ve Resûlüllah  (S.A.V.) Amr b. Avf oğullarında bulunduğu bir sırada onun yolunu tuttum.  Ni­hayet  ona  haber verdim  ilâh......»   İbni   Ebî Avn7  bunun yedinci  yılın Robıülcvvcl'indc olduğunu söylüyor.

Kıssanın tamamı şudur: Kadına demişler ki:  «Peygamber (S.A.V.) sana yaklaştığı      man ondan istîaze et; çünkü o böyfe şeylerden pek

h°Ş|an'r-.....» Böylelikle onu aldatmışlar. Maamâfîh   bu hud'a ve hileyi kadının  kendisi  yapmış olması ihtimali  daha  kuvvetli  görülmektedir.

Rivayete göre kadını bu sözü söylemeye kimin teşvik ettiği Peygam­ber (S.A.V.) e anlatılınca: «Bu kadınlar Hz. Yusuf'un (macera) arkadaşları   (olan kadınlar)  gibidir.»  buyurmuşlardır.

Bu hadis, erkeğin karısına: «ailene git» demesinin bir talâk oldu­ğuna delildir. Filhakika bu söz talâkın kinâyelerindendir; onunla boşa­mak kastediiirse taiâk olur.

(İstütrad : Fıkıh ilminin beyanına göre boşanma işinde kullanılan sözler sarih ve kinaye olmak üzere iki nev'idir.

Sarih": Kadın boşamadan başka bir yerde kullanılmayan sözdür. «Seni boşadım» yâhûd «benden boş ol» gibi.

Kinaye: Talâka mahsus olmayıp, hem talâka hem de başka bir şeye ihtimali olan sözdür, «çık git» gibi. Bu söz: çık git, çünkü seni boşadım; mânâsına gelebildiği gibi: çık git çünkü ben seni bpşa.mam; mânâsına da gelebilir.

Kinaye sözler muhteliftir. Bunlarla yerine ve sözüne göre kimi ni­yetle talâk vâki' olur; erkeğin boşama niyeti yoksa talâk vâki' olmaz; kimi niyetsiz talâk vâki' olur. Keza vuku1 bulan talâk y.a ric'î olur yâ­hûd bâin. Tafsilât fıkıh kitaplarındandır.)

«Ailenin yanına git» sözünün talâktan kinaye olduğunu Kâ'b. b. Mâlik kıssası da delâlet eder. Mezkûr kıssaya göre Mâlik'c «karından uzaklaş» demişler.. O da: «ailen nezdine git ve onların yantnda kal» de­miş; fakat bununla talâkı kastedmemiş; karısı da boş olmamıştır. Dört mezheb fukâhâ'sının ve diğer bazı ulemâ'mn mezhebi budur.

Zâhirîler'c göre «Ailenin yanma git» demekle talâk vâki' ol­maz. Onlara göre Peygamber (S.A.V.), bînti Cevn'e nikâh akdetmemiş; ona" yalnız dünürlük yollamıştı. Zîrâ bu kıssa hakkındaki rivayetler muhteliftir. Sahıh-i Buharî'deki rivayet akid yapılmadığına delâlet eder. Bu rivayete nazaran Resûlüllah (S.A.V.) kadına:

  Kendini bana bağışla; demiş. Kadın:

  Hiç bir kraliçe kendini bir sokak adamına bağışlar mı? muka­belesinde bulunmuş; Peygamber (S.A.V.) kendisini teskin etmek için elini üzerine uzatınca:

  Senden Allah'a sığınırım; demişti.

Zahirîler, Resûlüllah (S.A.V. 'in «bağışla» demesinden henüz ak-din yapılmamış olduğuna istidlal etmek jsterlerse de, kadının Peygam­ber {S.A.V.) 'in yanına getirilmesi ve elini ona uzatması onlann iddia-, larını çürütür. Çünkü nikâh olmadan zifaf da yapılmaz; kadına el de uzatılmaz, «Kendini bana bağışla» buyurması kadının hatırım hoş etmek içindir. Peygamber (S.A.V.) 'in kadının babası ile mehir üzerinde anlaştıkları da rivayet edilmiştir. Bütün bunlar akdin yapıldığını sara­hate yakın bir kat'iyyetle ifâde etmektedir.[709]

 

1117/922- «Câbir radıyollahü (mlı'ûan rivayet olunmuştur. De­miştir kî: Resûlüllah saüaîlahü aleyhi ve scîlem:

— Talâk ancak nikâhdan sonra, köle azadı da milkden sonradır; buyurdular.»[710]

 

Bu hadîsi Ebu Ya'lâ rivayet etmiştir. Hâkim onu sahihlemişse de hadîs ma'lûldür. İbni Mâce, M i s ver b. Mahrama'dan bunun bir mislini tahrîc "etmiştir. İsnadı güzeldir. Lâkin bu dahi ma'lûldür.

Bu hadîsi sahih bulan Hâkim: «Ben şcyhryn'e şaşarım. Hadîs kendi şartlarına uygun olarak İbni Ömer, Âişe, Abdullah b. Abbas, Muaz b. Cebel ve Câbir'dcn sahih olarak rivayet edilmişken onu nasıl ihmal edebildiler...» demiştir.

Ma'lûl olmasına gelince. Dâre Kutnı: «Sahîh olan bu hadîs mür-KtUlir. Onun ricali arasında Câbir yoktur» demiştir. Yahya b. Mam de: «Pcyuamber (S.A.V.) in: nikâhtan önce talâk yoktur; buyurdu­ğu kendisinden sahîh senedîe gelmiştir.» demiş. İbni Abdil Bcrr: «Bu hadîs bir çok vecihlerden rivayet edilmiş;; ancak bu rivayetler hadîs âlimlerince ma'lûldür.» mütâlâasında bulunmuştur.

Cabîr hadisine Misver rivayeti şahid ise de o da ma'lûldür. Çünkü Zührî üzerinde ihtilâf vardır.

BcyhakU «Bu fcâbta en sahîh hadîs, Amr b. Şuayb'm babasın­dan o da dedesinden işitmiş olarak rivayet ettiği hadistir.» diyor Tirmizî: «Bu hadîs, bu bâbta rivayet edilen en güzel şeydir» demek­tedir. Buharı dahî : «Bu bâbta en sahîh ve en meşhur şey Amr b. Şuayb'm babasından onun da dedesinden rivayet ettiği hadîstir.» demiştir. Bcyhakî; bu hadîsi iyi bir isnadla İbni Mâc&nyn. rivayet ettiğini söylüyor.

Hadîs-i Şerif, yabancı kadının bosanmıyacağına delildir. Bu talâkın o anda- yapılması bilicmâ' caiz değildir. Fakat «seni alırsam boş ol» gibi nikâha ta'lîk edilirse mesele ihtilaflıdır.

Burada üç kavil vardır:

1— Böyle bir sözle mutlak surette talâk vâki' olmaz. İmam Şafii ile Ahmed b. HanbcVın, Dâvud-u Zahirî'nin ve diğer bazı ulemâ'nın mezhebi budur. Bu kavli Buhnrî yirmi iki sahabî'den rivayet etmiş­tir. Delilleri: babımızın hadîsidir. Derler ki: «Bu hadîsin isnadında söz olsa da rivayet yollarının çokluğu "onu tc'yîd etmiştir. İbni Abbas (R.A.): «Allah teâlâ: «Ey İman edenler mümineleri nikâh eder de sonra boşarsıntz; buyurmuş; müminleri boşar da sonra nikâh ederseniz; de­memiştir» şeklinde pek güzel bir mütâlâa beyân etmiştir.

Eir de «Filân kadını alırsam boş olsun» derken o kadın kendisine yabancıdır. Yenilenen onun nikâhıdır. Binâenaleyh bu söz, ecnebi bir kadına: «Şu eve girersen boş ol» demeye benzer. Kadın o anda girmeyip de bu adamla evlendikten sonra girse bilittifak boş olmaz. Burada da Öyledir.»

2— Ebu Hanifc (80 — 150) ile diğer bazılarına göre talâkı ta'lîk mutlak surette caizdir.

3— İmam Mâlik ile bazı ulemâ tafsilâta gitmiş ve: «tahsis ederek: filân oğullarından, yâhud filân yerden alacağım her kadın boş olsun; derse ta!âk vâki'dir. Vakta izafe ederek: filân vakitte; demesi de aynı hükümdedir. Fakat umumî konuşur da her aldığım kadın boş olsun derse bir şey vâki' olmaz» demişlerdir.

Hilafın sebebi: Talâk vâki' olabilmek için evvelâ milkin şart olup olmaması meselesidir. «Milk şarttır» diyenlere göre ecnebi bir kadı­nın talâkını ta'İîk caiz olmaz. «Şart değildir» diyenlere göre caizdir. Köle azadı hakkındaki hilaf da talâktakinin aynıdır; ve Hane-filer'le İmam Ahmea"in esah kavline göre sahîh olur. Bu mes'elede İbni'l—Kayyim de Henefîler'le beraberdir. Yalnız Îbni'î-Kayyim ta­lâkla itâk'm arasında fark görmüş «Talâkda talîk caiz değil, itâk'-da caizdir» demiştir. Delili: Çünkü itaü'de kuvvet ve sirayet vardır. O ortak kölenin azadında olduğu gibi başkasının milkine sirayet eder. Bir de milki itka' sebep yapmak sahîhdir; bir adam azâd et-- mek için bir köle satın alabilir. Hem köle azadı ibâdetlerden syılır.Binâenaleyh onu adamak dahî caizdir. Hattâ adak yaparken milki olmasa bile sahîhdir: «Allah bana mal verirse şöyle bîr köle azâd edeceğim» diyebilir.

Îbni'l-Kayy imy in bu tevcihlerine i't araz edenler olmuştur.[711]

 

1119/923- «Amr b. Şuayb'den o da babasından, o da dedesinden radıyaîlahü aıhünıâ işitmiş olmak üzere rivayet edilmiştir. Dedesi de­miştir ki:  ResûlüMah saîlallahü aleyhi ve sellem:

— Âdem oğluna mâlik olmadığı bir şeyde adak, mâlik olmadığı bi rşeyde İtık ve mâlik olmadığı şeyde talâk (hakkı) yoktur; buyurdular.»[712]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Tirmizİ tahric etmişlerdir. Tirmîzî onu sa-hîhlemiştir. Buhart'dcn, bu hadîsin bu bâbta vârid olan en sahîh bir hadîs olduğu nakledilmiştir.

Bcyhâkl; «Bu, en sahîh ve en meşhur bir hadîstir.» demiştir.

Hadîsin şerh ve îzâhı yukarıda geçmiştir.[713]

 

1129/924- «Âişe radıyallahü nn/ıâ'dan Peygamber saîlallahü aleyhi ve selîem'den duymuş olarak onun :

— Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, büyüyünceye kadar küçükten ve aklı gelin­ceye veya ayılıncaya kadar deliden; buyurduğu rivayet edîlmişdİr.[714]

 

Bu hadîsi Tirmİzî müstesna Dörtier'le Ahmed rivayet etmişlerdir. Onu Hâkim sahîhlemİş ve İbni Hibban dahî tahrîc etmiştir.

«Kalem kaldırıldı» cümlesinin mânası: yazıldı da sonra yokj edildi; demek değil: bunlar hakkında esasen böyle bir şey yoktur; demrktir ve kalemin kaldırılması muahazo cdilmiyeceklerindon kinaye­dir. Yoksa hiç bir şey yazılmıyacak mânâsına değildir. Çünkü onların sevapları yazılacaktır. Böyle olduğu içindir ki kârını zararını seçen bir sabinin müslüman oluşu sahîh ve mu'teber addedilmiştir. Nitekim Pey­gamber (S.A.V.) kendilerine hizmetle müşerref olan bir yahûdî çocu­ğuna İslâmiyet! arzetmiş; çocuk da müslüman olmuş: bunun üzerine Resûlüllah (S.A.A.):

— Bunu cehennemden kurtaran    Allah'a hamdoisun; demişlerdir.

Bir kadının Peygamber (S.A.V,)'e bir çocuk arzederek :

  Buna hacc var mı? diye sorduğunu,  Fahr-i Kâinat (S.A.V.)  'in cevaben :

  Evet sana da ecir; buyurmuş olduğunu yerinde görmüştük. Bu hususta hadîsler çoktur.

Hadîs imamlarının bu hadîs üzerinde sözleri çoktur.

Hadîs mezkûr üç sınıf insanın mükellef olmadıklarına delildir. Dalarak uyuyanla henüz kârı zararı temyizden âciz sabinin mükel­lef olmadıklarına icmâ1 vardır. Sabî-İ âkil denilen kârını zararım farkeden sabî hakkında ihtilâf vardır. Hadîs-i Şerif sabiyi büyü­yünceye kadar gayrı mes'ul tutmuştur. Bazıları büyümeyi, oruç tut­mağa namaz kılmağa gücü. yetecek kadar olmakla sınırlandırmış­lardır. İmam Ahmcd'in mezhebi budur, bir takımları on iki yaşına v;m makla, diğerleri bulûğa yaklaşmakla; başkaları baliğ olmakla tahdîd etmişlerdir.

Bulûğ : Erkeklerde ihtilâmla ve meninin çıkması İledir. Bu cihet ittifakidir. Kızlarda ise, bazılarına göre onbeş yaş yâhûd dokuz yaşından sı.m;t avret yerlerinde kıl bitmesi yâhûd uyanık iken şehvetle menî gel­mesidir. Maamâfîh bunların hepsi hakkında hilaf vardır.

Deli'ye gelince : Bundan murâd, aklı zail olandır. Bazılarına göre sabî ile sarhoş da bunda dâhildirler. Sarhoşun talâkı ihtilaflıdır. Bu hu­susta iki kavil vardır :

Birinci kavle göre vâki değildir. Osman; Câbîr, Zeyd ve Ömer b. Abdüîâziz (R. Anhüm) ile seleften bir cemâatin ve İmam Ahmed b. Ranbcl'm mezhebi bu olduğu gibi Zahirîler de buna kaildirler. Delilleri babımızın hadîsi ile :

[715] «Sarhoşken ne söylediğinizi bilmedikçe namaza yaklaşmayınız.»

Ayeti Kerîmesidir. Diyorlar ki: «Âyct-i Kcrîme'dc sarhoşun lafına i'tibâr edilmemiştir, Zîrâ sarhoş ne söylediğini bilmez; binâenaleyh o mükel­lef değildir. Çünkü teklifin şartı bilittifak akıldır. Ne söylediğini bilme­yen akıllı sayılamaz.» Bittabi muhalliflcr bunu kabul etmiyorlar.

İkinci kavle güre sarhoşun talakı mu'teber ve vâki'dir. Bu kavil eshab-ı Kirâm'dan: Ali ve İbni Mes'ud (R.Anhümâ) hazerâtından ri­vayet olun.mu.sl.ur. Mezhep İmamlarından Mâlik, Ebu Hamle vo Şa­fiî'nin kavilleri de budur. Bu zevatın delilleri de aynen yukarikilcrin istidlal ettikleri âyct-i Kerîme'dİr. Fakat âyeti bunlar şöyle mütâ­lâa ediyorlar: Namaza sarhoşken yaklaşmak yasak edilmiştir. Ma­demki yasak edilmiştir; o halde sarhoşlar mükellef demektirler. Çünkü mükellef olmayan bir kimseye şuna yaklaşma, bunu yapma denilemez Bir de sarhoşun talâkı ona bir ceza ve zecir olmak için vâki'­dir. Sonra boş olmak boşanmaya terettüb eder. Ve hükmün sebebi­ne bağlık ğı kabîlindendir. Binâenaleyh sebep var mı, müsebbeb de vardır. Buna sarhoşluğun bir tesiri olamaz. Bundan dolayıdır ki Eshâb-ı Kiram, söz hususunda sarhoşu ayık hükmünde kabul etmişler ve: «Bu adam içtİmi sarhoş oluyor; sarhoş oldumu zırvalamaya başlıyor; zirvaladımı da iftira ediyor. Müfterinin cezası ise seksen dayaktır.» de-nıMmlir,

[716] Saîd bin Mansur, Peygamber (S.A.V.) 'den «talâkta kay-lüle yoktur. hadîsini tahrîc etmiştir. Bu da sarhoşun talâkın vu-ku'una delâlet eder.

Bu kavle muhalif olanlardan tbni Hazm-ı Zahirî ile San'anl yu-knnki delilleri çürütmeye çalışmışlardır. Biz onların sözlerini bu­rada zikrederek meseleyi daha fazla uzatmaktan sarfı nazar ettik.[717]

 

«(Ricat Bahsi)»

 

Ric'at veya Rac'at lügatte: geri dönmek, gerilemek.

Şeriatîe ise : Nikâh miikini devam ettirmek istemek ,yani boşadığı karısına tekrar dönerek aralarındaki eski nikâhı devam ettirmek iste­mektir. Bunda nikâh tazelemeğe lüzum yoktur.

Ric'atın şartlan vardır ki, talâkı sarih lâfızlarla yâhûd kinaye lâ­fızların bazıları İle yapmak, mal mukabilinde boşamamak, üç talâkı ta­mamlamamış olmak, kadının medhulün biha yani cima' edilmiş olma­sı ric'atm iddet içinde yapılması bu şartlar cümlesindendir. Ric'atır. meşru' olduğunda hilaf yoktur. Çünkü meşru'iyyeti kitap, sünnet ve remâ-i ümmet'le sabittir. Kitaptan delili :

«[718] O kadinlerı ma'ruf vecihle nikâhınızda tutun» âyet-i kerîmesidir.

Sünnetten deli i de babımızın hadisleridir.[719]

 

1121/925- «İmran b. Husayn radıydllahü anhümâ'ûan rivayet olun­duğuna göre kendisine: Bir adam karısını boşayıp da sonra şâhİd ça-> ğirmadan ric'at etse hükmünün ne olacağı sorulmuş; o da :

  Onun  hem talâkına  hem  de  ric'atına  îşhâd  et; demiştir.»[720]

 

Bu hadisi Ebu Dâvud böyle mevkuf olacak rivayet etmiştir. Senedi sahihtir. Aynı hadîsi Beyhakî şu lâfızlarla tahrîc etmiştir : «İmran b. Husayn'a şâhid çağırmadan karısına ric'at eden kimsenin hükmü so­rulmuş; o da:

— Sünnetten gayrı  bir şeye istinaden mî? Şİmdî  îşhâd ediversin; demiştir.» Taberânî bir rivayette «Hem Allah'a istiğfar eyle» cümlesini ziyâde etmiştir.

Bu hadîs, ric'atin meşru' olduğuna delildir. Ric'atte asıl :

«[721] Kocaları onları iade için en ziyâde hak sahibidirler.» âyeti kerîmesidir. Talâk-ı ric'îde kocanın karısına ric'at etmeğe hakkı oldu­ğu ulemâ'nın ittifakı ile sabittir. Yalnız kadının iddeti içinde bulunması şarttır. Ric'at için kadının veya velîsinin rızası da şart değildir. Yeter ki talâk cimâ'dan sonra vuku' bulsun.

Hadis-i Şerif, Talâk Süresindeki:

«[722] Sizden iki adaletli kimseyi de şâhid çağırın.» âyet-i kerîmesi'nin delâlet ettiği mânâya delâlet etmektedir. Emrin zahiri vücûb ifâde ediyor. İmam. Şafiî'nin eski.mezhebi budur.

Hadîs, Hazretî İmran'm ietihaden söylediği kendi sözü de olabilir: Burada içtihada müsaade vardır. Ancak: «sünnetten gayrı bir şeye is­tinaden mi?» diye sorması buna mani gibi görünüyor. Çünkü sahâbi'nin dilinden sünnet itlâk edilirse ondan Peygamber (S.A.V.) 'in sünneti kastedilir; ve hadîs merfu' sayılır. Şu kadar var ki vücûba delâlet et­mez çünkü îcabla nedib arasında mülcreddid bir sünnettir.

Ric'at kavli ve fiilî olmak üzere iki kısımdır:

Kavlî Ric'at : «sana ric'at ettim, gibi sözlerle yapılandım. Bunun sahih olduğunda ittifak vardır. Fiilî ric'at cima' gibi bir fiille olur. Bu­nun c?iz olup olmadığı ihtilaflıdır, İmam Şafiî ile bazılarına göre fiil ile ric'at caiz olmaz; zîrâ fiil zaten talâkla haram olmuştu.

Bir de Teâlâ Hazretleri işhâd'ı zikretmiştir. îşhâd ancak söz üze­rine olur. Fakat Şafiî'ye: işhâd vâcib değildir; diye cevap verilmiştir.

Hanefîler'le Cumhur-u ulemâya göre fiilen ric'at caizdir. Fakan onlar da fiil için niyetin şart olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik'c göre fiil iğin niyet .şarttır. Cumhur'a göre niyetsiz de şahindir; çünkü kadın şer'an zevcosidir. Bir adamın karısına dokunması ve sair halleri için niyet etmesi bilicmâ' şart değildir.

Ric'at ettiğini kadına bildirmesine gelince: ekser-i ulemâ'ya göre kadın başka kocaya gitmesin diye kendisine ric'at ettiğini bildirmek vâcibtir. "Hanefîier'e göre vâcib değil -müstehâbtır. Scrnerc-i hilaf şu­dur: Kocasının ric'at ettiğini bilmeyen kadın başka kocaya gitse ekser-i ulemâ'ya göre nikâh bâtıldır. Kadın ric'at eden kocasına verilir. İmam Mâlik'den bir rivayete göre kadına cima' etmiş olsun olmasın, ka­dın ikinci kocasına aittir. Delili: İbni Vc/ıb'in Yunus'ta,n onun da İbni Şihâb'âan onun da Saîd b. .cl-Müscyyeb'den rivayet ettiği şu hadistir :

«Karısını boşayıp sonra ona rîc'at eden fakat ric'at ettiğini kendi­sinden gizliyen; ve böylece karısı iddetini bitirerek başka kocaya varan hakkında sünnet: (O kadına ait elinde hiç bir şey yoktur; kadın evlendiği adamin-(karısı) dır.) şeklinde devam ede gelmiş­tir.» ancak söylendiğine göre bu hadîsi yalnız İbni Şihâb rivayet etmiştir ki, bu zât Zührî'nin kendisidir. Şu halde onun kendi sözü olmuş olur; ve bittabi hüccet değildir, Cumhur'a da TirmizVnin Semu-retübnü Cündeb'den rivayet ettiği şu hadîs şahiddir:

«Herhangi bir kadını iki kişi alırsa   o kadın onların birincisine aittir.»

Dikkat edilecek bir cihet de Teâ!â hazretleri'nin «[723] eğer ıslah-ı hâl etmek isterlerse kocaları Wiei içinde kadın­ların kendilerine iade edilmesine en müstahik kimselerdir.» âyet-i kerîmesidir. Şayet kadına ric'aL etmekten maksadı geçinmek değilse bu ric'at doğru değildir. Çünkü bunda ne ıslah vardır; ne de Allah'ın emir­lerine riayet.

Maamâfih bazıları: ric'at için ıslah-ı hal şart değildir; diyorlar.[724]

 

1122/926- «Ibni Ömer ılıdıyallahü anhümd'âan rivayet olunduğuna göre-kendisf karısınr boşadiğt zaman  Peygamber sallaiîahü aleyhi ve jseîîcm Ömer'e :

—Ona emret dfe kadına müracaat etsin;  bjyurmuşlardır.»[725]

 

Hadîs mütfefekun aleyhtir.

Bu hadîs hakkında dahi yukarıda yeler derecede söz geçti.[726]

 

«(İlâ, Zihâr Ve Keffaret Babı)»

 

Nikâhlı bir kadın kocasına dört yoldan biri ile haram olur: Bunlar Talâk, İlâ, Zihar ve Lîân'dır.

Talâkı yukarıda gördük, şimdi sıra İlâ'ya geldi : Çünkü talâka en yakın olan odur. Şöyle ki: Talâk- yeri gelince mubah olur. ilâ da bir ci­hetle yemin olduğundan moşru'dur. Diğer cihetten bunda zulüm mâ­nâsı vardır*; zîrâ kadının cima' hakkım men'eder. Halbuki Zihâr'la liân'da meşru' bir cihet yoktur. İşte bir cihetle mubah olduğu için İlâ, Zi-hârla Hân'a nisbetle talâka daha yakındır.

îlâ:  lügatte: yemin demektir.

Şerialte ise:   Karısına dört ay veya daha fazla yaklaşmaktan ye­minlete/kidii bir şekilde nefsi menetmektir. Sebebi : Talâk-ı ric'idir.

Şartı : Koçanın ehil, karısının da mahal olması; ve îlâ'nm dört aydan az olmamasıdır.

Rüknü ; «Vallahi sana dört ay yaklaşmıyacağım.» demek veya buna benzer bir şey söylemektir.

Hükmü : Sözünde durup karısına yaklaşmadığı takdirde müddet geçince bir taiâk-ı bâin vâki' olmak; sözünde durmadığı taktirde keffâ-ret veya muallâk olan cezanın lüzumudur.

îlâ'nm da talâk gibi sarih ve kinaye lâfızları vardır.

Sarih sözleri : «Sana yaklaşmam; seninle cima' etmem» gibi niyete ihtiyaç bırakmıyan lâfızlardır.

Kinaye sözleri : «Sana dokunmam, sana gelmem, seninle bir yaş­lıkta yatmam» gibi mutlaka niyete muhtaç olan lâfızlardır.

Zıhârla Hân hakkında £.z ileride izahat verilecektir.[727]

 

1124/927- Âişe radıyallahü anhâ'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah sallaiîahü aleyhi ve sellem, kadınlarına îlâ yaptı da (Mariye'yi veya balı kendisine) haram kıldı. Arkasından da haramı helâl yaptı. Ve yemîn için keffâret verdi.»[728]

 

Bu hadîsi Tİrmizı rivayet etmiştir. Kavileri sikadırlar.

Tirmizl bu hadîsin mürsol olan rivayetini mevsul rivayetine ter­cih etmiştir.

Hâdis-i Şerif, erkeğin karısına yaklaşmamak için yemin ede­bileceğine delilidir.

Resûlüllah (S.A.V.) 'in îlâ'sma sebeb Uşldl eden hâdise ile haram kıldığı şey hususundaki rivayetler muhteliftir. Bunları şöyle hülâsa ede­biliriz:

1— Bu îlâ'ya sebep Hz. Hafsa (R, Anhâ)'mn Peygamber (S.A.V.) tarafından kendisine tevdi' edilen bir sırrı ifşa etmesidir. Sırrın ne ol­duğu ihtilaflıdır. Bir rivayette Resûlüllah (S.A.V.)'in cariyesi Mariye'yi kendisine haram etmesi mes'elesidir. Peygamber (S.A.V.) bu sırrı Hz. Hafsa'ya söylemiş o da onu Hz. Âişe'ye haber vermiştir. Diğer riva­yette, Hafsa'ya söylediği sır bal yemeği kendisine haram etmesidir; Başka bir kavle göre, Hafsa (R. Anhâ)'ya tevdî' buyuruları sır, baba­sının Hz. Ebu Bekir (R. A./den sonra halîfe olacağıdır.

2— îlâ'nın sebebi: Resûiüllah (S.A.V.)'in gelen bir hodiyyeyi ka-dıniarı arasında taksim etmesi; fakat Zeyneb bintî Cahş (R. Anhâ)'mn kendi nasibine açı olmamasıdır.

3— Kadınlarının Peygamber  (S.A.V.)'dcn nafaka istemeleridir. Bunu İmam Müslim'in tahrîc ettiği Câbir hadîsinden anlıyoruz.

Hâsılı Resûl-ü Ekrem (S    .V.) 'in îlâ'sına sebeb : üç şeyden biridir..

a) Ya Hz. Hafsa'nm sırrı ifşa etmesi,

b) Ya hcdiyyc tevzii,

c) Yâhud da nafaka talebidir.

Hz. Hafsa'ya.tevdi' buyurulan sır dahî:

a) Ya Marîyye'yi kendisine haram etmesi,

b) Ya bal meselesi,

c) Yâhud hcdiyye tevziinden dolayı canının sıkılmasıdtr.

Musannif merhum şöyle diyor : «Peygamber (S.A.V.)'in güze! ah­lâkına, sabr-ü tahammülüne ve lütufkârlığına yakışan, kadınlarından uzaklaşmasına onların hepsinin birden sebeb olmasıdır.»

Hadîsteki, «haram kıldı» ta'birindcn murâd ya cariyesi Mariye yâ­hud baldır.

Mezkûr bal meselesi : Hz. Zeyneb (R. Aıhd)'mn kendisine hcdiy­ye edilen bir miktar baldan nevbeti gününde Resûiüllah (S.A.V.)'e ik­ram etmesi ve bu münasebetle onun yanında biraz fazlaca kaldığı için dîğor zevcelerinin ileri geri söylenmeleridir. Fahr-i Kâinat (S.A.V.)in bundan müteessir olarak bal yemeyi kendine haram ettiğine dâir riva­yet vardır.

Hadîs-i şerif, îlâ'ya. delildir. İbni Battal (— 444) buna cezmen hükmetmiştir. Bazıları buna i'tirâz etmiş; ve : «haram kılmanın cimâ'a âid olduğu tasrih edilmiştir. Binâenaleyh kafi bir şey söy­lemek doğru olamaz demişlerdir. Musannif dahî, «Bu hususta sa­rih bir nakil bulamadım» diyor.[729]

 

1124/928- «İbnî Ömer radıyaîlahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki :

— Dört ay geçti mi îlâ'yı yapan boşaymeaya kadar durur. O boşa-madıkça aleyhine talâk vâki' olamaz.»[730]

 

Bu hadîsi Buharı tahrîc etmiştir.

Hndis-i şerîf :

[731] «kadınlarına îlâ yapanlar için dört ay beklemek vardır» âyeti kerî-mesİ'nin tefsiri gibidir. Ulemâ îlâ'nm bir kaç meselesi hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bu meseleler .şunlardır:

1— Yemin Cumhur-u ulemâya göre eimâ'dan vazgeçmeyi bildiren her yemin lâfziyle olabilir. Bazıları  : «Allah'a yapılandan başka mün'-akid olamaz; çünkü Allah'dan başka bir şeye yapılan yemin zaten ye­min değildir» diyorlar.

2— îlâ'nın tealiûk ettiği  şey,  bazılarına  güre  sarahaten  veya  ki­naye yolu iic cimâ'ı yâhud konuşmayı terketmektir.

Cumhur'a göre ise cimâ'ı sarahaten terketmek zarurîdir.  Sırf ka­dından uzaklaşmak kâfi gelmez. Burada asıl olan:

[732] «karılarına ilâ yapanlar için dört ay beklemek vardır» âyet-i kerî-me'sidir. Bu âyet, îlâ müddetini uzatan câ'ıiliyet âdetini yıkmak için nâzİl olmuştur. Filhakika câhiliyet devrinde bir adam. karısına iki sene îlâ yapabiliyordu. Teâlâ Hazretleri bunu ibtâl ederek ilâ'yı yapana dört ay mühlet verdi.

3— îlâ'nm müddeti. Cumhur'a ve Hanefler'e göre behemehal dört uy veya fazla olacaktır. Bazılarına göre îlâ için zamanın azı çoğu müsa­vidir. Bunlar âyet'in yalnız baş tarafı ile istidlal ederlerse de, kendileri­ne: âyet'te «dört ay» ta'birinin de zikredilmiş olduğu hatırlatılarak cc-vîıp verilmiştir. Zîrâ bu dört ay, mühletin müddetidir; ve borç müddetine benzer. Kadına dönüş ancak dört ay geçtikten sonra olur.

4— Cumhur'a göre müddetin geçmesi talâk değildir. Ashâb-ı Ki­ramın ekserisi ile Ebu Hanîfc'ye göre dört ay geçti mi, kadın boş olur. Cumhur dört ayın geçmesiyle talâk vâki' olamayacağına âyette ric'atle boşamaya niyet arasında muhayyer bırakılması deliline istidiâl ederler.

5— Kadına dönmek, bazılarına göre cimâ'a muktedir olana cima' ile, muktedir olmayan özürlüye özrünü beyânla olur. Bazıları  : Yemi­nimden  döndüm.; demekle olur,  demişlerdir.  Bir  takımları:   «ma'zur hakkında dönme niyyetle olur» derler.

6— Karısına dönene kof farelin icabedip etmİy ereği ihtilaflıdır. Cumhura göre keffaret verrjıo'k -vâcibtir; zira ilâ bir yemindir; bu adam yeıninindcn dönmüştür. Binâenaleyh yemin keffareli verecektir. Delilleri: 

«Bir kimse bir yemin eder de sonra başkasını ondan daha hayırlı görürse hemen yemininden dolayı keffâret versin de, o hayır oian şeyi yapsın.» hadîs-i .şerifidir. Hanefî-ler'le diğer bazı ulemâ'ya göre ise keffaret lâzım değildir. Çünkü Teâtâ Hazretleri :

[733] «Eğer rücu' ederlerse, şüphe yok ki, Allah pek ziyâde   afvedrcidir; acıyıcıdır.»  buyurmuştur.[734]

 

1124/929- «Süleyman b. Yesâr[735] radıyallahü an/ı'den rivayet edil­miştir. Demişlir kî: Resûlülîah salîallahü aleyhi ve sellem'ifi eshabın-dan on küsur kişiye yetiştim. Hepsi mûlîyi durduruyordu.» [736]

 

Bu hadîsi Şâfİî rivayet etmiştir.

İbni Kcsir'in «cZ - îrşâd» adlı eserinde, İmam Şafiî'nin mezkûr hadisi rivayet ettikten sonra : «Bu sayının en azı on üçtür.» dediği kaydedilmiştir. Bittabi bu sözü ile «on küsur» ta'birini kasdetmiştir. «Hepsi mû'îyi durduruyordu.» demek  : ilâ yapanı dört ay bekleti­yordu; demektir. Nitekim yine Süleyman b. Yesâr (R.A.)'dan bir bas­en k;ı t;ırikic rivayet edildiğine göre : «Bizim yetiştiğimizde nâs dör) ay geçti mT İlâyı durdururdu» demiştir. Şu halde kitabımızın hadîsi bunun­la mukayyeti olmuş ölür. Dûrr Kitini dahî Süheyl b. Ebî Sâlih'den babasının:  «Sahâbe'den on iki kişiye ilâ  yapanın hükmünü  sordum:

— Dört ay geçinceye kadar ona bîr şey yoktur; o zaman artık dur­durulur. Karısına dönerse ne alâ. Dönmezse boşar; dediler.» seklinde beyanatta bulunduğu rivayet olunmuştur. İsmdüî, İbni Ömer (R. A.)'-ın : «Her kim karısına îîâ yaparsa, dört ay geçtikten sonra durdurulur. Tâ kî ya boşar, yâhud ona döner; dört ay geçtikten sonra o adam dur­durulmadıkça talâk vâki' olmaz» dediğini rivayet eder.

Bu hususta seleften pek çok eserler rivayet edilmiştir. Bunların hepsi dört ay geçtikten sonra mûlîyi durdurmanın lüzumuna delâlet ederler.

Mûlî'nin durdurulmasından murâd: az evvel arzettiğimiz vecihle ondan ya karısına dönmesi, yâhud onu boşamasının İstenmesidir. Cum­hura göre mücerret müddet geçmekle talâk vâki1 olmaz. Bir de onlara göre vâki' olan talâk ric'î olur.

Âmme-i Eshâb ile Hanefîler'e göre dört ay geçti mi, talâk kendili­ğinden vâki1 olur. Bu talâk ric'î değil, bâindir.[737]

 

1124/930- «İbni Abbas radıyallahih anhümâ'âan rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Câhiliyyet devrinin İlâsı bir sene, İki sene idî. Allah dört ayı (ona) vakit tayın etti. Binâenaleyh dört aydan az olursa îlâ de­ğildir.»[738]

 

Bu hadîsi Beyhakî tahrîc etmiştir.

Hadîsi İbni Abbas (R. A.)'dan Tabcrdnî dahî tahrîc etmiştir. îmanı Şafiî diyor ki : «Câhiliyyet devrinde araplar üç şeye yemin ederlerdi. Bir rivayette : Talâkı, Zıhârı, ve îlâyı alel ıtlak yaparlardı. Allah Teâlâ ilâ ile Zîharı câhiliyyet devrindeki zevcenin ayrılması mânâsından'şcrîatteki müstakar hükümlü vaziyetlerine nakletti! Talâkın hükmü ise oldujaı gibi kaldı.»

Hadisimiz îlâ müddetinin en az dört ay olduğuna delildir.[739]

 

«Zıhâr »

 

Zıhâr, lügatte (zahr) yani sırt kelimesinden alınan bir masdardır. Dargın olan iki kişinin birbirine sırtlarını çevirmelerini ifade eder.

Şerîatte : Karısını veya onun bütün bedeninden kinaye olabilecek bir cüVi'.nü yâhud yarı, çeyrek gibi şayi" bir cüz'ünü (annesi gibi) ni­kâhı kendisine ebediyyen haram oîan bir kadının bakılması ebediyyen haranı bir yerine benzetmekdir.

Şartı : Kadının kendi karısı olması; erkeğin de keffâret ehlinden bulunmasıdır. Binâenaleyh sabinin ve delinin yâhud ehl-i Kitâb'ın zıhâr-ları sahih değildir. Çünkü bunlar keffâret ehli değildirler.

Rüknü : Zikri geçen teşbihe şâmil olan sözdür.

Hükmü : Keffâret verinceye kadar cimâ'ın ve cimâ'a mukaddime sayılan şeylerin haram olmasıdır.

Keffâret : Tekfirden alınma mübalâğa sîgasıdır. Tekfir örtmek de­mektir. Günahları örttüğü için keffârete bu isim verilmiştir. Yemin kef-fâreti üç şeyden birini ihtiyar etmek suretiyle verilir. Yani dilerse bir kö­le azâd eder, isterse on fakiri bir gün doyurur; yâhud onları giydirir. Bunları yapamazsa üç gün arka arkaya oruç tutar.

Zıha," keffâreti : bir köle azadıdır. Bunu yapamadığı takdirde iki ay ara vermeksizin oruç tutar. Buna da kudreti yoksa altmış fakiri bir gün doyurur.

Zıhârın vücûbıınun sebebi : ihtilaflıdır. Hanefller'dcn bazılarına göre zıhârı yapmak ve ondan dönmektir. Diğer bazılarına göre ci­mâ'a niyet etmektir. Kemâl b. Hümam (788—86:)'a göre tahrîmin sübûtudur. hnnm. Şafii : «Zihâr'ın sebeb-i vücûdu, onu yaptıktan sonra kadını boşayacak kadar bir müddet susmaktır.» der.

Zıhâr'ın meşru'iyyetine sebep : Havle yâhud Huveyle bînti Mâlik b. Sa'lebe kıssayıdır. Havle, Evs b. es-^âmit'in nikâhında imiş. Karı koca ikisi de Ensâr'dan imişbr. Evs (R. A.) cima' etmek istemiş Havle nızı olmamış. Bunun üzerine o da:

«— Sen bana annemin sırtı gibi ol» demiş. îşie îsiâmda ilk zıhâr, bu olmuş. Sonradan Evs (R.A.) yaptığına pişman olmuş. Câlıiliyyet devrinde  zıhâr talâk  sayılırmiş.  Bunu düşünerek Evs (R.A.) :

«- Vallahi zannetmiyorum ki bana haram olmuş olmayas.n» demiş.

«-Vallahi bu talâk değildir» diyerek Resûlüllah (S.A.V.)'c gelmiş ve:

«- Evs beni genç, zengin, mal ve aile sahib* iken aldı. Malımı yi­yip gençliğimi bitirdikten; ailem dağılıp yaşım derledikten sonra bana r.hâr yaptı. Şimdi pişman oldu. Acaba onunla ikimizi bir araya getire­cek ve beni kurtaracağ.n bir çâre var mı?» demiş. Resûlüllah  (S.A.V.):

_ Ona haram olmuşsun buyurmuşlar. Artık kadın Resûlüllah (S.A.V.)'e gidip gelmeğe başlamış Resûl-ü Ekrem kendisine :

   Haran, olmuşsun; dedikçe feryâd eder :

_ İhtiyaç ve sıkıntımı ancak Allah'a şikâyet ederim; küçük çocuk­larım var. Bunları ona versem mahvolurlar. Kendim alsam aç kalırlar; der ve :

— Yâ Rabbî şikâyetim sanadır. Allah'ım, Peygamberine vahi indir; dîye yalvanrmış.Nihayet Resûlüllah  (S.A.V.)'i eskiden kaplayan hâl kaplamış. Açıldığı zaman :

— Yâ Havle, seninle Evs hakkında Allah Kur'ân indir­di; demiş ve :

«[740] Allah kocası hakkında sana müracaat eden kadının duasını kabul elti...» âyet-i kerîmesini okumuştur.[741]

 

1125/931- «(Yine) İbnİ Abbas radıyallahü rmVden rivayet edildiği­ne göre bîr adam karısına zıhâr yapmış; sonra ona cima' etmîş; ve Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gelerek :

  Ben  onunla keffâref  vermezden  önce  cima' ettim; demiş.  Resûlüllah sallallahü aleyhi ve scllcm :

  O halde Allah'ın sana emrettiğini yapmadıkça ona yaklaşma; buyurmuşlardır».[742]

 

Bu hadisi Dörtler rivayet etmiştir. Tirmizî onu sahîhlemis, Nesaî ise mürsel oluşunu tercih etmiştir. Aynı hadîsi Bezzar başka bir vecih-ten ibnî Abbas'dan rivayet etmi.s; ve ona : «keffâret Ver de bir daha yapma» cümlesini ziyâde etmiştir.

Hadİs-i şerif zıhâr'a doîildir. Mürsel oluşu zarar etmez. Zîrâ bir hadîsin hem mürsel hom mevsııl yollardan rivayet edilmesi illet de­ğil, bilâkis onun kuvvetini arttırır.

Zıhâr'm haram olduğuna ulemâ ittifak halindedirler. Zıhâr esas i'tibâriyle karısını annesinin sırtına benzetmekle yapılır. Ulemâ bunda da ittifak ettikten sonra zıhâra âid bazı mes'eleler hakkında ihtilâf et­mişlerdir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1— Bir adam karısını annesinin sırtından başka bir uzvuna ben-zol.se ekser-i ulemâ'ya göre yine zıhâr olur. Bazılarına güre kendisine benzetilen uzvun, bakılması haram olan a'zadan olması şarttır.

2— Karısını annesinden başka bir mahrem kadına, meselâ ablasına benzetse bazılarına göre zıhâr olmaz;  zîrâ nass anne hakkındadır. Ha-nefîler"le, Şâtfîler'e ve Mâlikİler'e göre, süt cihetinden bile olsa bir mah­rem kadına benzetmek zıhâr olur. Çünkü illet ebedî haram oluşudur. Bu ise bütün mahrem kadınlarda vardır; yalnız anneye münhasır değildir.

t mam Mâlik ile Ahr.ıcd'e göre kendisine benzetilen kadının nikâ­hı ebediyyen haram olmasa bile zıhâr yine vâki'dir. Hattâ tmam-t Ahmcd hayvana benzetmekle bile zıhâr yapılabileceğini söylemiştir.

3— Kâfirin zıhârı : Bazılarına göre vâki'dir; çünkü kitap umumî­dir.  Hanefîler'Ie diğer bazı ufemâ'ya göre vâki' değildir. Zîrâ, zıhâra keffâret teret'tüb eder; halbuki kâfir keffârete ehil değildir.    «Kâfirin zıhârı mün'akid olur» diyenler, onun hakkında oruç tutmak sahih olmı-yacağı için, köie azadı veya fakir doyurmak sureti ile keffâret verece­ğine kail olmuşlardır. Fakat bunlara  :  «Keffâret niyeti ile köle azâd etmek ve fakir doyurmak da birer ibâdettir;   halbuki kâfirin ibâdeti sahih değildir.» diye cevap verilmiştir.

4— Câriyyeyc zıhâr Hanefîler'Ie Şâfiîler'e göre sahîh değildir. Çün­kü zıhâr âyeti cariyeye şâmil değildir. İmam Mâlik ve başkaları «sahîhdir; zîrâ âyetteki (kadınlar) sözünde cariyeler de dâhildir.» derler. Şu kadar var ki: «sahîh olur» diyenler câriye hakkında kefâretin neden olacağında ihtilâf etmişlerdir.İmam Mâlik'e göre cariyeye yapılan zıhârda yarım keffâret verileceğini söyleyenler olmuştur.

5— Hadîs-î şerif, keffâret vermeden zıhârla kadına cima' etmenin haram olduğuna delildir. Bu cihet .'.ıtifâkîdir. Keffâret vermezden önce cima' etse ayrı keffâret lâzım gelmez. Es-Salt b. Dinar : «Fukâhâdan on[743] kişiye keffâret vermeden cima' eden zıhârcımn hükmünü sordum. Bir keffâret lâzım g-clir; dediler» diyor. Dört mezhebin imamları da bu hükme kaildirler.

Ibni Ömer (R.A.)'dan burada iki keffâret lâzım geleceği; bunlar­dan birinin zıhâr, diğerinin cima' için sayılacağı rivayet edilmiştir. Bunun zıddına olarak Zührl ile tbni Cübcyr'âen keffâretin sakıt ol­duğu rivayet olunmuştur. Zira keffâretin zamanı cimâ'dan önceki vakittir; bu ise geçmiştir. Bunlara da : «Edâ zamanının geçmesi; zimmette sabit olan bir şeyi ıskat etmez. Nitekim namaz ve şâir ibâdetler de Öyledir.» diye cevap verilmiştir.

Cimâ'ın mukaddimeleri hususunda ihtilâf vardır. Bazılarına göre bunların hükmü aynen cimâ'ın hükmü gibidir. Ekser-i ulemâ'mn kavli budur. Diğer bazılarına göre cima1 mukaddimeleri cima' hükmünde de­ğildir, Çünkü (mesîs) den murâd, cimâ'dır; onun mukaddimeleri de­ğildir. Bu sözün onlara şümulü ancak mecaz suretiyle olabilir. Burada mecazı kasd etmek de caiz değildir. Zîrâ hakikatle mecazı bir arada kullanmak lâzım gelir ki, bu caiz değildir.

Hanefîîer'le EvsaVden bir rivayete göre gömlek iterinden isti­fâde etmek caizdir. Buna mübaşeret derler.[744]

 

1126/932- «Selemetü'bnü[745] Sahr radıyallahü nnh'den rivayet edil­miştir. Demiştir ki: Ramazan ayı girdi. Ben karıma cima' ederim diye korktum da ona zıhâr yaptım. Bİr de bir gece onun bîr tarafı bana açı-lıver'di. Hemen ona yakınlık ettim.- Bunun üzerine Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem bana :

  Bir köle âzâd et; dedi. Ben:

Boynumdan başka  hiç bir şeye mâlik değilim; dedim:

— O halde iki ay birbiri ardına oruç tut; buyurdu. Ben :

__   Zâten  başıma ne geldi ise oruçtan gelmedi mi? dedim. Resül-ü Ekrem (S.A.V.) :

  Bir farak hurmayı altmış fakire yedir; buyurdular.»[746]

 

Bu hadisi Nesâi  müstesna Dortler'Ie Ahmed rivayet etmiştir. Onu İbnİ Hüzeyme ile İbni Cârûd sahih lemislerdir.

Buharı : Hz. Seleme'nin zıhâr hakkındaki bu hadîsinin sahih olma­dığını söylüyor.

Abdülhak bu hindisi Süleyman'la Seleme arasında inkiln" bulun­makla illetiendirmiştir. Çünkü Süleyman Seleme'ye. yetişmemiştir. Bunu Tirmizl, BuharVden nakletmiştîr.

Hadîs-i şerifte bir çok meseleler vardır; ki, bazıları şunlardır:

1— Keffârct hasletlerinin âyette olduğu gibi tertibine delâlet eder. Tcrtib mes'elesi ulemâ arasında ittifakîdir.

2— Gerek âyette, gerekse hadîste    (rakabe) lâfzı mutlaktır. Yani imanla kayıtlanmamıştır. (Rakabe: boyun demektir. Ve cüz'ü zikir küllü kasıd kabilinden mecâz-ı mürsel olup bununla erkek ve kadın köle murâd edilir).                                                  

Katil âyetî'nde ise (rakabe) mümin olmakla kayıdhdır. Bu sebeple u!emâ ibtilâf etmişlerdir. Ebu Hanîfe ile diğer bir takım ulemâ burada (rakabe)'nin imanla takyîd edilemeyeceğine kaildirler; çün­kü katil hâdisesindeki sebeble buradaki sebeb bir değildir. Mes'ele usûl-i Fıkıh mes'elesidir.[747]

İmam Mâlik ile Şafiî «kâfir bir kölenin keffârct için kâfi gelmiyeceğine kail olmuşlardır. Onlara göre sebep muhtelif olmakla bera­ber zıhâr âyetîndeki mutlak (rakabe) katil âyetindeki mukayyede hamlolunur. Onlar «bunu sünnet de tc'yid ediyor» derler.

Şöyle ki : Suâli soran zât Resûlüllah (S.A.V.)'e elindeki cariyeden keffâret olup olrmyacağını sormağa geldiği zaman Peygamber (S.. ..V.) cariyeye :

  Allah nerededir? diye sormuş. Câriye :

Göktedir; cevabını vermiş. Resûîüllah (S.A.V.) :

   Ben kİmİm? diye sormuş.  Câriye :

__ San Resûlüllahstn; demiş. Bunun üzerine :

  Oyıu âzâd eyle; çünkü o müminedir; buyurmuşlardır, Bu iradîsi Buharı ve başkaları tahrîc etmişlerdir.

îşte Pe gamber (S.A.V.)in cariyeye îman sorup keffârelin sıfat ve sebebini sormaması bir sebeple âzâd olunan her rakabede imanın mu­teber olduğuna delildir, çünkü «ihtimal mevcud iken bir şeyde soruştur­mayı terketmek, o sözü umum mertebesine çıkarır» diyorlar.

Lâkin Ebu Davud'un Ha. Ebu Hürcyro (R, A./den rivayet ettiği bir hadîste şöyle buyuruluyor :

«Yâ Resûlüllah, benim mümin bir câriye borcum var; İlâh...» de­miştir, îzzüddin-i Zehebî : «Bu hadîs sahihtir» diyor. Çu halde bu hadiste ŞâfÜier'in müddeâlarına delil yoktur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'-in cariyeye imanı sorması, sahibi : «O mü'minedir» dediği içindir.

3— Kusurlu köleden keffâret olup olmıyacağı ihtilaflıdır. Dâvud-U Zahirî (202—270) ile bir cemâate göre olur. Diğer ulemâ «kusurlu köle veya cariyeden keffâret olmaz» derler. Şunlar keffâret için köle azadım kurbana kıyas ederler: zira her ikisine de Allah'a ibadet var­dır.

Hanefîler'le Şâfiîler bu mes'elede tafsilâta gitmiş; ve: «bir gözünün görmesi gibi kendisinden beklenen faydayı haleldar etmeyecek kusurları afvedilir; Fakat: îki elinin veya ayağının kesilmesi gibi hiç bir faydası kalmamış veya faydası pek az kalmışsa, ondan keffâret olmaz» demiş­lerdir.

4— Peygamber (S.A.V.)'in : «o halde birbiri ardına iki ay oruç tut» buyurması orucu ara vermeden birbiri ardınca tutmanın vücûbuna delâlet ediyor. Nitekim âyet de aynı mânâyadır. Oî*»'ç esna­sında cima' etmemek de şarttır. Şâyed cima' ederse oruca yenfHen baş­lar. Kadına gündüz kasten yakınlık ederse bilicmâ' oruca yeniden baş­lamak îcâbeder. Ebu Hanife ile diğer bazı ulemâ'ya göre kasden ci­ma' mes'elesinde gece ile gündüzün bir farkı yoktur; hüküm her bir­dir. Hattâ unutarak cima' etmek bile aynı hükümdedir; oruca yeni­den başlamayı îcâbeder. Çünkü delil umumîdir.

İmam Ebu Yusuf (113— -182) ile imam Şafii (150—204)'ye. göre ise ireue.lc.vin kasden yapılan cima' ile unutarak yapılan cima1 zarar etmez. Zîrâ nehyin illeti orucu bozmaktır. Halbuki bu iki nev'i ei-mâ'da oruç ;jozmak yoktur.

5— Suâl sahibi «Boynumdan başka hiç bir şeye mâlik değilim» de­dikten sonra  Peygamber {S.A.V.pn «O halde OTUÇ tut»  İHiynrması âyel-i kerhru'nin delâlet etliği urfîbin a\nına delâlet ediyor. Y;mİ ken­disine kct'fâf- 't İc;'ıİH{|f n evvelâ  küle â/âdı ile mükelleftir. Şâyrd zama­nımızda  olduğu tfihi   küle.  câriye yoksa  o zaman  oruca  tfeeer;   ona  da iktidarı yoks i altmış fakiri doyurur.  Hâsılı tertib vâeibfir.

6— Ger k  Kıtr'ân'ın gerekse hadîsin ibareleri aitmiş fakiri doyur­mayı tasrih etmektedir. Sanki hu iki ayın her günü iein bir fakir doyu­rul, uaktır. Acaba bir günde alımıs fakir yerine altmış gün bir fakir du-yursa kifâyv. etmezini? Bu mes'ele de ihtilaflıdır.

İmam Mâlik (93—179) ile Ahmrd b. Ilnnbrî (161—241) İmam Şâfü ve diğer bazılarına göre a'tmı.ş khiyi bir gün doyurmak lûbüd-düı-. Çünkü âyet'in /.âhiri bunu emrediyor. Hanefîier'ie başkalarına gö­re Iıir fakiri altmış gün doyurmak kâfi geldiği gibi altmış adedini dol­duruncaya ';adar bir kaç kişiyi her gün doyurmak da caizdir. Zira do­yurulan fakir ertesi gün için yine doyurulmaya müstehaktır.    

hnrtm Ahmrd'ûen bu mes'eledc üç kavil rivayet olunmuştur. Funlarm ikisi HaneFîler'Ic Şâliiier'in kavilleri gibi olup üçüncüsü de şu­dur: Bir fakkden başkasını bulabiiirse her gün o fakiri doyurmak câİz degüdir. Ondan başkasını bulamıyorsa onu günlüğün doyurmak caiz ol.

7— Her fakire ne kadar yiyecek vcriİeceği ihtilaflıdır. Hanefîler'le diğer bazılarına göre vâcib olan: kuru hurma,mısır ve arpadan bir sâ'; buğdaydan yarım sâ1 vermektir.

'mim Şafii'ye göre ise her fakire verilmesi vâcib olan miktar bir pv.LIdür. Müdd, sâ'ın dörtte biridir. Uz. Şafiî müddâsına bâbı--mzın hadûîindeki: «Bir farak kuru hurmayı altmış fakire yedir» cünlesiyle istidlal ediyor. Bir farak, onbeş veya onaltı sâ' kuru hurma istiâb eden zenbildir, Seleme hadîsinin ekseri rivayetleri böyledir.

Hanefîter'in delili : Hadîsin Abdürrczzak rivayetinde :

«Benî Züreyk'in sadaka memuruna git de söyle. O sa­dakayı versin; sen de ondan kendin için bir vesak olarak aitmiş fakir doyur.» duyurulmuş elmasıdır. Bir vesak altmış sâ'dır. Farak dahi altı sâ' diye. tefsir edilmiştir. Farak'm bir adı da arak'tır.

Maamâfîh Khv Davud'un bir rıvâ>etine göre arak, otuz sâ'hk bir zenbildir. Ebu Dâvud bu rivayet için: âki hadîsin esah olanı bu­dur» demektedir.

Bıı sıırrllr farak'ıu tefsirinde üe kavil meydana geldiğinden hııam Solü ile bir rivayette İmam Ahmnl b. UanbcVc göre keffâıı.'t acizden dolayı sakıt olamaz. Çünkü Ebu Davud'un Huveyic binti Mâ-lik'ten rivayet ettiği hadiste «Huveyle :

— Kocam  Evs  b.  es-Samit  bana  zıhâr yaph;   ilâh...;  deyince  Resû-lüllah (S.A.V.) kendisine  :

— Bir kÖle  âzâd  etsin;  buyurmuş;   Huveyle:  __  Onu  bulamaz;  demiş.  Resûl-i   Ekrem  (S.A.V.) :

— İki   ay   aralıksız   oruç  tutsun;   buyurmuşlar;  Huveyle: __  O  yaşlı   bir ihtiyardır;   oruca takati yoktur;   mukabelesinde bu­lunmuş;  Resûl-İ zî-şân (S.A.V.) :

— Altmış fakiri doyursun; buyurmuşlar. Huveyle :

Onun yanında tasadduk edecek bir şey yoktur; demiş. Nihayet:

Ona hır arak ile ben yardım edeceğim; buyurmuşlar­dır.» Eğor aciz sebebiyle sakıt olsaydı. Resûlüllah (S.A.V.) kendinden ona yardım vermezdi.

İkinci rivayete göre İmam Ahmrd ile bir cemâat aciz sebebiyle keffâretin sakıt olacağına kail olmuşlardır. Bazıları: «acizle Rama­zan gününde cima1 sebebiyle vâcib olan keffâret sakıt olur; sair kef-fâretler sakıt olmaz. Çünkü Peygamber (S.A.V.) Ramazan .îününrîe eimâ' eden zâta keffaretinden yemesini ve çoluk çocuğuna yedirmesini emir buyurdular. Halbuki bir kimse kendi keffâretini alamaz. Şu hatde ondan keffâretin sakıt olduğu anlaşılıyor» dediler.

Diğer ulemâ diyorlar ki: «O zâta kendi keffâretini almak, kendisi keffâret vermekten aciz kaldığı ve onun nâmına keffâreti başkası ver­diği içindir. Bu caizdir.» Ramazan gününde yapılan cimâ'ın keffâreti hususunda İmam Ahmrd'in mezhebi budur. Sair keffâretler hakkın­da ondan iki rivayet vardır.

9— Hat tabî diyor ki : «Bu hadîs, mukayyed zıhâr'm mutlak zıhâr gibi olduğuna delâlet ediyor.» Mukayyed zıhâr, karısına muay,-yen bir müddet için zıhâr yaparak o müddet gelmeden kadına cima etmektir. Bu müddet zarfında sözünde durur da yemininden dönmezso mes'ele ihtilaflıdır. İmam Mâlik ile İbni Ebi Leylâ (74—148) ya göre bir adam karısına : «Sen bu geceye kadar bana annemin sırtı gibisin» dese, o kadına yaklaşmasa bile keffâreti lâzım gelir.

Ekser-i ulemâ'ya göre ise yaklaşmadığı taktirde bir şey lâzım, gel­mez.

Muvakkat zıhâr hakkında İmam Şafii'nin de iki kavli vardır. Bunlardan birine, göre muvakkat zıhâr, zıhâr değildir.[748]

 

«Liâim Babı»

 

Liâp: Hayırdan, uzaklaştırmak, lanet etmek mânâsına gelen bir mastardır. îftiâl babından semâî olarak gelmiştir.

Şerîatte ise: Hususî bir sebcb ve hususî bir sıfatla karı koca ara­sında cereyan eden lâ'netleşmedîr. Hususî lâ'netleşmcden murâd' bu bâbta görüleceği gibi: yeminlerle te'kîd, Allah'ın gadab ve lâ'neüyle tevsik edilen şehâdetlerdir. ki, bunlar erkek hakkında hadd-i kazîf[749], kadın hakkında hadd-i zina yerini tutarlar.

Liâ'mn şartı : Nikâhın kâim olmasıdır.

Sebebi : Karısını hadd îcabedecek bir sözle suçlandırmaktır.

Rüknü : Ma'ruf lâfızlardır.

Hükmü : Hân yapıldıktan sonra kadının haram olmasıdır. Talâka ehil olan liâna da ehildir.[750]

 

1127/933- «İbni Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Filân, Peygamber (S.A.V.)'e sordu :

    Resûlallah, ne dersin birimiz karısını kötülük yaparken bul­sa ne yapmalıdır?   Konuşsa   pek   büyük   bir   şey   hakkında   lâf   etmiş; sussa yine böyle bîr şey hakkında susmuş olur; dedi. Resûlüllah (S.A.V.) ona cevab vermedi. Bundan bir müddet sonra o adam gelerek :

  Sana sordujum şey gerçekten başıma geldi; dedi. Bunun üzerine Allah Nûr süresindeki âyetleri indirdi, ve    Resûlüllah  (S.A.V.)  onları kendisine okudu; ona va'zeffî, hatırlatmada bulundu. Ona, dünya azabı­nın âhiret azabından ehven oHuğunu da hatırlattı. Adam  :

  Hayır, seni hak (din) ile gönderen (Allah') a yemin olsun kî, ben onun  hakkında  yalan  söylemedim;  dedi.  Sonra     Peygamber  (S.A.V.) kadını çağırdı.' Ona da aynı şekilde nasihat etti. Kadın :

  Hayır, seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki bu adam gerçekten    yalancıdır; dedi.   Bunun üzerine    Resûlüllah (S.A.V.) erkekten (işe) başladı ve erkek Allah'a dört defa şehâdet getirdi. Sonra (bu işi) kadına tekrarlattı. En sonunda aralarını ayırdı.»[751]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Hadîs-i şerifteki «filân» dan murâd : ekseri rivayetlere göre Uvey-mir-i Aclânî'dir.

Nûr süresindeki âyetler şunlardır :

«Kanlarına[752] zini isnadında bulunup da kendilerinden başka şâhîdleri olmayanlardan her birinin şehâdeti : «Billahi ben dosdoğru söyleyenler­denim.» diye dört defa şehâdet etmektir. Besincide ; Eğer yalancıfar-dansa Allah'ın Jâ'nctinin kendi üzerine olmasını söyîiyecekfir. Kadından da azabı, dört defa : «Bîllâhİ bu adam muhakkak yalancılardandır» di­ye şehâdet etmesi defeder. Beşincide : Eğer bu adam doğru söyliyen-lerdense  Allah'ın gadâbının   kendi   üzerine  olmasını   soyliyecektir.»

Ekscr-i rivayete göre mezkûr âyetlerin inmesine sebeb. Hilâl b. Ümeyye ile karısının kıssasıdir. Bu kıssa Uveymİr-İ Aclâni kıssasından evvel cereyan etmiş olup tafsilâtı şudur : İbni Abbas (R. A.)'(hm ri­vayet nlunduĞınıa göre Hilâl b. Ümeyye tarlasından geceleyin gelmiş, lîir de baksn. karısının yanında bir erkek var. Bunu iyice gözleri ile gö­rüp kulakları ile şamatayı duymuş. Fakat sabah oluncaya kadar ona dil uzatmamış. Sabah olunca, Peygamber (S.A.V.}'e giderek hâlini arz-etmiş ve :

     Resûlallah,   ben geceleyin   evime   geldim;   fak.ıt   ailemin   ya­nında bir adam buldum; olup biteni gözümle gördüm; kulağımla işittim; denıis. ResûlüIIah (S.A.V.) İm haberi pek çirkin bulmuş ve kendisine pek dokunmuş. Derken yukanki âyetler nazil olmuş. Fahr-i Kâinat (S.A.V.)'-«fen vahi hâil geçince Hz, Hilâl'e :

  Müjde ya Hilâl, hakikaten Allah sana bir ferahlık ve kurtuluş yolu hâlketti; demiş. Hilâl :

  Ben  zaten   Rabbîmden   bunu bekliyordum;   mukah' iesinde  bulun­muş. Hâdelıû Resûlüllah {S.A.V.)  :

— Kadına haber gönderin; demiş. Göndermişler ve kadın gelmiş. Peygamber (S.A.V.) ayeti ona da okumuş ve kocası ile her ikie nasihatlerde bulunmuş; kendilerine âhİret azâbmm dünya azabın­dan daha siddcfli olduğunu haber vermiş. Hilâl :

  Vallahi ben onun  hakkında doğruyu söyledim;  demiş. Kadın :

  Yalan  scyledin;  mtıkabeles'tıde  bulunmuş.    Bunun üzerine  Peygamber (S.A.V. ):

  Aralarında  Hân  yapın;  buyurmuş.  Arkasından  Hilâl  dört defa :

  Billahi b(m doğru söyliyenlerdenim; diye şehâdet etmiş; sıra beİneiye gelince kendisine :

  Allah'dan   kork,   çünkü   dünya   azâbt,   âhiret   azabından  ehvendir; bu  şeh.idet muciblir;   yani  sana  azabı  îcâbeder;   demişler.   HMâ!  :

  Vallahi Cenâb-ı Hak onun sebebiyle dayak vurdurmadığı gibi âzâb da etmez;  diyerek  besinci defa dahî sehâdelte  bulunmuş;  ve ;

  Eğer bu  kadına  yaptığım  zina    İsnadında    yalanolardansam Al­lah'ın lâ'neli üzerime olsun; demîs.

Bundan sonra  kadına  sıra  gelmiş.  Ona:

  Sen de şehâdet et; demişler. O da  dört  defa   :

  Billahi bu adam yalancı'ardandır; diye şehâdet elmiş. Beşinciye sıra gelince kendisine :   :

  Allah'tan  kork,   çünkü dünya   azabı  âhîret  azabından   ehvendir; şüphe yok ki, bu şehâdei sana azabı icâbedecek olan mucibedir;  demiş­ler. O zaman katim bir parça duraklamış;  fakat sonra kendini luparlıyarak ;

  Vallahi ben kavmimi kepaze etmem;  diyerek beşinci şehâd Uni yapmış ve :

  Eğer bu adam bana isnâd ettiği mes'elede doğru söylîyenlerdense Allah'ın gazabı benîm üzerime olsun; demiştir.

Bunu müteâkib Resûlüllah (S.A.V.) de onların aralarını ayırmış; ve bu kadının doğuracağı roruihm baba adi ile çağınlmamasını emretmiş; kadına ve çocukuna kimsenin bir isnadda bulunmamasına hüküm bu­yurmuş. Bunlara kim fiil uzafırsa ona hadd vurulacağını i'lân etmiş. Kan koca boşanma ve öH'ım p;ibi bir sebeple birbirinden ayrılmadıkları için kadına nafaka ve mesken verdirmemiş. Doğacak çocuk hakkında da :

  Eğer kadın çocuku,   kumral dar çantih,   kanbur, çıkık butlu, ince baldırtı doğurursa çocuk Hilâl'den; yok kül renkli, kıvırcık sanlı, kaim baldırlı, tombul ktclı do­ğurursa isnadda bulunulan kimsedendir; buyurmuş. Neticede kadın kül renkli kıvırcık saçlı yani müüeheme benzer bir çocuk doğur­muş. Resûlüllah {S.A.V,) :

  Eğer şu yeminler olmasa idi ben bu kadına yapa­cağımı bildirdim; buyurmuşlar.

îkrutıc (-- İO5)'nin beyânına göre bu çocuk büyüdükte Mısır'a vali olmuş; fakat baba adı ile çaKirıhnıyıırmııs. Hilâl b. Ümeyye îslâmda ilk liân yapan zâMır.

Hilâl kıssasına âid rivayetleri: Bahan, Muslini, F.bu İM'tvıol, AV-.svü ve diğer zevâi rivayet etmişlerdir.

Babımızın hadisi Uveymîr kıssasına aittir. Bu kıssanın müllehemi de Şerik b. Sehmâ'dır. Kıssanın hulâsası da şudur:

Uveymir b. el-Harsî Aclânî, karısının Şerîk b. Sehmâ ile zina etti-tiğirti Resûlüllah (S.A.V.)'e ihbarda bulunmuş. Karısı hâmile bulunu­yormuş. Uveymir çocuğun kendisinden olmadığını iddia etmiş; Pey­gamber (S.A.V.) de karısı i!e onlara Hân yaptırmış. Sonra kadın Şerike benzer bir çocuk doğurmuş; bunu görenler o güne kadar Uveymİr'i if­tira etmekle suçlandırdıklarına pişman olarak kendisini ma'zur gör­müşler. Doğan çocuk iki sene yaşamış, az sonra annesi de ölmüş. Bu hâdiseden sonra Şerik, halkın tamamiyle gözünden düşmüş.

» Hilâl ve Uveymir kıssaları hadîs imamlannca iki ayrı vak'a ola­rak kabul edilirse de Fukâhadan Kemal b. Hümâm (788 — 861) iki vak'amn bir olmasından şüphe etmektedir.

Sadedinde bulunduğumuz Hadîs-i Şerif bir çok mes'elelere şâ­mildir. Bunlardan bazıları şunlardır:

1— Peygamber (S.A.V.) 'in Uveymir (R.A.) 'a cevap vermemesi ulema arasında ayrıca bir moa'ele teşkil etmiştir Ebu Dâvud (202 — 275) 'un rivayetinde Resûlüllah (S.A.V.)'in mes’eleleri düşündüğü, zikredilmektedir. Hattâbî, bundan muradın sorana lüzumu olmıyan mes'eleler olduğunu söyler.

İmam Şafiî diyor ki: «Vahyin nazil olduğu devirde, hakkında bir hüküm inmemiş bulunan mes'eleleri sormak, müslümanları me­şakkate dûçâr eden bir hüküm inmesine sebebolur endişesiyle yasak edilmiştir. Nitekim Teâlâ Hazretleri :

a) «Bir çok şeyleri sormayın.»[753] buyurmaktadır. Sahih bir hadîste dahî :

«İnsanların en ziyâde günahkâr olanı, haram olma­yan bir şeyi sorup da onun sorması sebebiyle o şey haram kılınan  kimsedir», fauyurulmaktadır.»

Hattabî (319 — 388) şöyle diyor: «Sual sormayı Allah'ın Kitabında iki şekilde bulduk: Birisi, din babında kendisine ihtiyaç messeden bir şeyi îzâh etmek ve öğretmesini istiyerek sormak; Uincisi de zorluk ve kıl güçlük çıkarmak içindir. Bunlardan birinci ricv'i Kitâbullah mübâh mış; or.u emretmiş ve ona cevap vererek :

b) «Ehl-i ztkre soruverin..»[754]

c) «Senden önceki Kİtâbı okuyanlara bir sorun..»[755] buyurmuş; ve şu âyetlerde de Teâlâ Hazretler! cevap vermiştir.

d) «Sana hilâllerden sual soruyorlar»

«Sana hayızh kadınlardan sual soruyorlar..» Başka bir nev'i e hakkında da:

f) «Sana ruh hakkında sual soruyorlar. Ruh Rabbimin işidir; de.»

g) «Sana kıyametin ne zaman kopacağı hakkında sual soruyorlar. Sen ne bileceksin onu...»

Bu gûnâ suallerin hepsi mekruhtur. Eğer cevabı hakkında sükût edilmişse bu ancak soranı menetmek ve onu azarlamak içindir. Cevab verilmişse o da ceza ve tekdir içindir.

2— Hadîsteki «erkekten başladı» ifâdesinden liâna erkekten başla­nacağı anlaşılıyor. Nitekim cumhur-u ulemâ'nın kavli de budur. Delilleri: Resûlüllah (S.A.V.) 'in Hiiâl'e:

«Beyyineyi getir yoksa sırtına hadd vurulacak..» bu­yurmuş olmasıdır. Krkekten başlaması ondan dayak yemeyi defi irin­dir. Kadından başlasa henüz sübûl bulmamış bir şeyi dvf etmiş olur.

Ebû Hanlfcyo göre liân'a kadından da başlanabilir. Çünkü âyet-î Kerîme erkekten başlamanın lâzım olduğuna delâlet etmiyor. Âyetteki atıf (vav) İle yapılmıştır. (Vav) ise mücerred cemi yani bir araya to|)lamak içindir. Tertip iktizâ etmez.

3— «Sonra aralarını ayırdı» ibaresi, Hânda karı ile kocanın birbir­lerinden ayrılmasının ancak hâkimin ayırmasiyle olacağına delildir. Hanefîler'le diğer bir çok ulemâ'nın mezhebi de budur. Cumhur ise ay­rılmanın bizzat Hânla olduğuna kaildirler. Yalnız erkek İiânı yapar da kadın yapmazsa ayrılmanın yine tahakkuk edip otmiyeceği ihtilaflıdır. İmam Şafii'yo göre ayrılma tahakkuk eder. İmam Ahmrd b. HanbrVo göre etmez ayrılma için iki tarafın Hânı şarttır. Mâlikiler'in meşhur kavli-de budur. Zâhİrüer dahî aynı kavle zâhihdirler. Bunlar Sahih-i Müslim'in bir rivayetine göre Hânın ayırma sayılmış olması ile is­tidlal ederler. Ve derler ki : «Eğer liân yapanların birbirinden ayrıl­ması mutlaka bir hükme muhtaç ise buradaki hüküm en büyük hâkim demek olan Peygamber (S.A.V.) tarafından tenfîz edilmişti". Ha-dîsdeki «aralarını ayırdı» cümlesinin mânâsı ise bu ayırma hükmünü meydana çıkarmak ve şeriatın bu bâbta bu hükmü vermiş olduğunu beyândır. Yoksa karı koca arasındaki ayrıhşma bununla tahakkuk etmez.»

Cumhur nâmına aşağıdaki hadîslerle de istidlal olunuyor: Ebu Dâ-vud, Sehl b. Sa'd dan şu hadîsi tahric etmiştir:

«Sehl: Hân yapanlar hakkında sünnet, araları ayrılmak suretiyle «Jevamadegelmisfir. Sonra ebedîyyen bir araya gelemezler; demiştir.» aynı hadisi az farkla BryhakVdc tahric etmiştir.

«Ali ve İbnî Mes'ud'dan rivayet olunduğuna göre : liân yapanlar arasında sünnet, ebedîyyen bir araya gelmemeleri suretinde devam et­miştir; demişlerdir.»

«Ömer'den rivayet edildğîne göre: liân yapanların araları akılır; bir daha ebediyyen  bîr araya gelmezler.»

Naklî delillerin körü körüne zahirine saplanıp kalmayı Kendilerine âdeta şiar edinen Zâhiriler'in nasıl olup da bu hadislerle Hânda ayrılığın, hâlsimin ayırmasiyle değil.nefs-i Hânla olduğuna isti(ilâl ettiklerine akıl erdirmek güçtür. Bizce kendileri için delil getirdikleri bu hadîslerin hiç biri onlara değil, bilâkis muhaliflerine delildir. Çünkü bu hadîslerin 7âhirieri Hânın ayrılık ifâde ettiğini değil bilâkis onun ayrılık demek < İmadığını, ayrılığın sübût bulması için Hancıları bir ayıran lâzım oldu­ğunu gösteriyor.

4— Liân suretiyle vuku" bulan ayrılığın talâk mı yoksa fesih mi olduğu ihtilaflıdır. İmam Şafii, Ahmcd b. IJanbcl ve diğer bazı ze­vat onun fesih olduğuna kaildirler. Delilleri Hân'ın müebbed hörrnet icâbetmesidir. Bu cihetten o radâ' yani süt kardeşlik doîayısiyle ay­rılmaya benzer. Çünkü radâ'daki ayrılma ebedidir.

Ebu. Hamfr. ile Muhammedi göre liân suretiyle vâki' olan ay­rılma bir talâk-ı banidir. Ebû Yusuf'a göre ise ebedî hormettİr.

Hancfîler'in deiîli: Liân'ın ancak zevceye yapılmasıdır. Şu halde o nikâhın nhkâmmdandir; ve talâktır. Fakat fesih öyle değildir. Zîrâ fe-:-ih nikâhın olduğu eibi nikâhdan başkalarının ahkâmından da olabilir. Meselâ kusur sebebiyle satışı bozmak fesihtir.

5— Liândan sonra erkek yalan söylediğini ikrar ile kendini tekzî-İM't.sc karısı İmanı A'z(tm*'A'g'ön> kendisine helâl olur. Hû ki b. cl-Mü-srın/cJ/m mezhebi de budur. Hattâ İbm Müscyyrb: «liân yapan er-Uok kendisini tekzib ederse o kadına tâlib    olanlardan biri  olmuş olur.-? demiştir. İbni Cübcıjr ise: iddet iqindc iken kocasına iade edi­lir; dıyorJmam 'Şafiî i!e AhmccVc j^öre kadın o adama    ebediyyen haram olur.

6— Hilâl b.  Umeyye hadisinde Hilâlin, karısına    Hz. Peygamber (S.A.V.)  'in huzurunda Şerik b. Schmâ' ile zina isnadında    bulunduğu zikredilmektedir. Hadîsi Kim Dûvtıd ve başkaları rivayet etmişler­dir. Mezkûr hadîs.hakkında Hat tabî şöyle diyor:  «Bu hadisteki fı­kıh: Bir adam karısına muayyen bir şahısla zina sucu isnad eder de sonra lâneüeşirlerse. liâmn kendisinden hadd-i  iskât etmesidir. Kendisine zina isnad edilen adam dolayısıyle    zikredilmiş olur, ki buıv.tn hükmü mu'teber değildir. Çünkü  Peygamber {S.A.V.), Hilâl  b-. Umcyye'ye: «Hüccetini getir; yoksa sırtına hadd vurulacak» diüıi.sii.  Kan koca lânctiestiktcn sonra ise  Hilâl'e hadd  vurmamıştır.

Şerikin kendisini affettiği de hiç bir rivayette görülmemiştir. Şu halde anlaşılıyor ki ona lâzım gelen hadd Mânla sakıt olmuştur.» Bahsimizin başında: «Liân erkek" hakkında hadd-İ kazîf yerini tutar.» dememizin: mânâsı budur. Çünkü zina isnadında bulunan kimse, kendinden zararı defetmek için karısının kiminle zina ettiğini söylemek mecburiyetinde­dir. Yoksa başkasına zarar getirmek niyeti ile kasden isnadda bu­lunmuş değildir. İmam Şafiî'ye göre hadd ancak karısı ile zina eden adamın ismini söylediği zaman sakıt olur. İsmini söylenıezse ken­disine hadd vurulur. İmam A'zam'a göre zina isnad edene hadd lâ­zımdır. Bunu zina isnad ettiği adam istiyecektir. İmam Mâlik'e gö­re erkeğe hadd vurulur; kadına ise liân yapılır.[756]

 

1128/934- (Yine) ondan - radıydlldhü anh - rivayet edildiğine göre Resûlüllah sallallahil aleyhi ve sellem lânetleşenlere :

  Hesabınız Allah'a aittir; biriniz yalancısınız senin İçin O kadın (' almaya) bir çare yoktur; buyurmuş; Nâm yapan, adam :

  Ya Resûlallah ya (ona verdiğim) malım ne olacak? demiş. Resûlüllah (S.A.V.):

  Eğer onun hakkında doğru söyledi isen o mal ka­dının kendine helâl kıldığın fercine mukabildir. Şayet o-nun hakkında yalan söyledi isen, onu kendisinden almak senin için daha imkânsızdır; buyurmuşlardır.»[757]

 

Hadis müttefekun aleyh'tir.

«Mahm ne olacak» cümlesinden murâd: kadına verdiği mehirdir. Onu geri alıp alamıyacağını anlamak istemiştir..

Hadîs-i Şerîf, lânetleşen karı kocanın birbirlerinden ayrılacaklarına delildir. Bunlardan birinin yüzde yüz yalan söylediği, onun hesabını Allch'm göreceği, kadına verilen mehirden hiç bir şey geri alınamiya-cağı da bu hadîsin işaret ettiği ahkâmdandır. Çünkü kazfi yapan koca bunda sâdık ise, kadın o mehri o güne kadar kocasını» kendisine helâl kıldığı cima' mukabilinde haketmiştir. Kocası yalan söylemişse kadın yine hak etmiştir. Bu suretle onu kadından geri almak daha da imkânsızdır. Çünkü hakkında yalan söylemekle kocası kadına zulüm et­miştir. Bundan sonra bir de verdiğini geri almağa kalkmak nasıl doğru lbili olabilir.[758]

 

1129/935- «Enes, radıyallahü anh'öen rivayet olunduğuna göre Peygamber sallallahil aleyhi ve sellem:

— Kadını gözetleyin! Eğer çocuğu ak pak (bîr kusursuz) doğurursa o çocuk kocaşındandır. Şayet onu sürmeli gözlü, kısa boylu doğurursa kendisine isnadda bulundu­ğu şahıstandır; buyurmuşlardır.»[759]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Buharı ile Müslim'in diğer bir rivayetinde: «Kadın çirkin vasıflı bir çocuk dünyaya getirdi» deniliyor.

Bu bâbtaki.hadislerde doğan çocuk çeşitli sıfatlarla vasıflanmıştır. Meselâ Nesâî'nin rivayetine göre Peygamber (S.A.V.) kadının rahmin­deki ceninin sıfatlarını saydıktan sonra:

«Yâ Rab! Beyân et» demiş; kadın da kocasının itham ettiği adama benzeyen bir çocuk doğurmuştur.    

Hadîs-i Şerîf, hâmile kadına liân yapılabileceğine; doğuruncaya ka­dar beklemeye lüzum olmadığına delildir. Cumhur-u ulemâ'nın mezhe­bi de budur,

Hanefîler'den îmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve bir rivayet­te îmam A'zam Ebu Hanîfe ile ulemâ'dan h\r cemaata ve İmam Ah-med b. Hanbel'e göre hamileye liân yapı'.amaz. Çünkü kadım ge­be gibi gösteren hâl bir şişkinlik de olabilir; binâenaleyh mücerred zan üzerine liân yapılamaz.

Bu hadîs Hân esnasında erkek, anne rahmindeki çocuğu «benden değildir» diye nefî etmese bile Hânla o çocuğun bu adamdan olmadığına hüküm edileceğine delâlet eder. Zahirîlerin mezhebi budur. Bazı Mâlikîler'le HanbelîlerV göre hamileye liân ancak erkemin Hân esnasında: -rr:ru.tiuıı benden değildir» demesi ile caiz olur. Onlarca çocuğu henüz rl*»^iîi;ıd.in nefyetmek sahihtir; bu takdirde liân dudumdan sonra yapı­lır. Delilleri: imam Mâlik'in Nâfi' vasitasiyle İbnİ Ömer (R.A.) 'den tahric ettiği bir hadîstir. Mezkûr hadise göre Peygamber (S.A.V.) bir adamla hamile olan karısı arasında liân yapmış; doğacak çocuku nef-\. firn'k karı kocanın arasını ay ı'mıs ve çocuğu annesine ilhak etmislir.

F.hıı Hrntıfc'yo göre henüz doğmamış çocuğu nefyetmek ve onun için liân yapmak sahih değildir; binâenaleyh hamile iken liân yapılsa da sonra doğursa çocuk kocasmmdır; hiç bir şekikyc nefî edilemez. Çünkü liân ancak karı koca arasında cereyan eder. Bu çocuk liân esnafında yani nikâh meveud iken anne karnında idi.

f ]a:lisimiz kıyafel ilmiyle amelin caiz olacağına d.ı işaret ediyorsa da Peygamber (S.A.V.) bununla gen k nefî gerekse ishal cihetinde n hüküm veriirrıiyeeefîini; «Eğer şu yeminler olmasaydı ben bu kadı­na yapacağımı  bilirdim» hâdîsiyle beyân buyurmuştur.[760]

 

1130/936- «İbni Abbas radnjaîlahü anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlüllah sallalkthîi aleyhi ve selle m bir adama, beşinci şeha-deti yaparken elini Hancının ağzına koymasını emretmiş; ve :

— Çünkü bu şehâdet mucibedir; buyurmuşlardır.»[761]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Nesaî rivayet etmişlerdir. Ricali sikadırlar.

Hâdîs-i Şerif, liân esnasında yalan yere yemin eder endişesiyle ye­mini yasak etme hususunda mübalâğa göstermenin hâkime meşru' ol­duğuna delildir. Zîrâ Peygamber (S.A.V.) evvelâ sözle va'zu nasihatte bulunarak men'etmiş; sonra da burada görüldüğü veeihle fi'Ien yasak etmiştir. Kadının ağzına eî koymayı ise kimseye emretmediği anlaşı­lıyor. Yalnız Râfiî (— 627)'nin ifâdesi buna dâir bir îhâmda bu­lunmaktadır.

«Çünkü bu şehâdet mucibedir» cümlesinden murâd: Çün­kü bu şehâdet karı kocanın ayrılmasını yâhud yalan söyliyenin «;âb görmesini îcâbeder; demektir. Bu cümle iîe hadîs, beşinci lâ'netin vâ-cib olduğuna delâlet etmektedir.

Yemin ettirmenin keyfiyetine gelince: Bu hususta Hâkim ve Bnf7ıak':\bn\ Abbas (R.A.) "dan Hilâl b. Ümeyye'ye yemin verdirme hususunda Resulüliah (S.A.V.) "in ona :

«Kendinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki ben doğrucuyum, diye yemin et» dediğini, bunu dürt defa tekrarladığını rivayet etmişlerdir. Bu hadis uzundur. Hâkim onun iğin: «Buharı nin şartı üzere sahihtir» demiştir.[762]

 

1131/937- «Sohl  b. Sa'd radnjaîlahü anh'den liân yapan karı koca­nın  kıssası  hakkında  rivayet olunmuştur.   Demiştir ki:

  Karı koca lânetleşmeyi  bitirince, kocası :

  Bu kadını nikâhımda tutsam, onun hakkında yalan söylemiş olu­rum ya Resûlüllah; dedi. Müteakiben kadım Resûlüllah sallallahü aley­hi ve sellem kendisine emretmeden üç defa boşadı.»[763]

 

Bu hadis müttefekun aleyh'tir.

Hadîs-i Şerif hakkında yukarıda söz geçmiştir. Bu hadîs husu­sunda Sahihe-ıpı'de şu ma'lûmât verilmiştir: Uveymir-i Aclânî, Âsim b.  Adiyy'e :

  Ne dersin?    Bir adam  karısının yanında bîr erkek bulursa  onu Öldürürde sîz de öldüreni mi Öldürürsünüz yoksa ne yapar? Şunu benim İçin Resûlüllah  (S.A.V.)'e soruver; demiş.    Oda sormuş:     Resülülîah (S.A.V.) bu sualleri hoş karşılamamış: ayıplamış. Hattâ Resûlüllah (S. A. V.) 'den işittikleri Âsım'ın gücüne bile gii/niş. Sonra mes'cleyi Pey­gamber (S.A.V.)e Uveymir'in kendisi sormuş. Resûlüllah (S.A.V.) :

  Seninle zevcen hakkında (âyet) indi. Haydi git onu getir; demiş. Ve neticede lâ'netlejilişler.Lânetleşmeyi    bitirdikten sonra Uveymir:

Bu kadını nikâhımda tutsam, ben onun hakkında yalan söyledim;...; demiş.

Zührî : «B'iı vak'a lânetleşmelere yol olmuştur» diyor. Sehl (R.A.) mezkûr kadının hâmile olduğunu ve sonraları doğurduğu ço­cuğun anesinin adı ile çağırıldığını söylüyor.

Ulemâ Hân âyetlerinin Hilâl b. Ümeyye ile karısı hakkında mı yoksa Uveymîr hakkında veya hor ikisi hakkında birden mi nazil olduğu hu­susunda ihtilâf etmişlerdir. Nevevî her ikisi hakkında indirildiğine taraftar olmuştur.[764]

 

1132/938- «İbni Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna UÖre Peygamber saîlallahü aleyhi ve sellem'e bir adam gelerek:

  Karım hiç  bir yoklayanın elini  reddetmiyor;  demiş.  Resûlüllah (S.A.V.):

  Onu  uzaklaştır; buyurmuş. Adam:

  Nefsimin onu takİbedoceğinlen korkarım; demiş. Resûlüllah (S. A.V.):

— O halde ondan istifade et; buyurmuştur.»

Bu hadîsi Ebu : âvud ile Tlrmİzt ve Bezzar rivayet    etmişlerdir. Hâvileri sikadır.

Nesai onu (yine) Ibnî Abbas (R.A.) 'dan gelen başka bir yoldan şu lâfızlarla tahrîc etmiştir: «Resûlüllar (S.A.V.):

  Onu boşa; demiş. Adam :

  Onun ayrılığına sabredemem;  mukabelesinde  bulunmuş. Peygamber (S.A.V.):

— O halde onu nikâhında tut; buyurmuşlardır.»[765]

 

İmam Ncvcvî (631 — 676) bu hadîse alelıtlak «sahih» diyiver-miştir. Halbuki İbni'l-Ccvzı (508 — 597) İmam Ahmcd'in: «Bmbâb-ta Peygamber (S.A.V.) 'den hiç bir şey sabit olmuyor: Bu hadîsin aslı yoktur» dediğini rivayet etmiştir. tbni'l-Ccvzi, imam Ahmcd'in bu sözünü ele alarak hadîsi mevz saymıştır. Halbuki kendisi hadîsi sa-hîh isnadla rivayet etmiştir.

Ulemâ: «Karım hiç bir yoklayanın elini reddetmiyor» ifâdesinin tef­sirinde ikiye ayrılmışlardır:

1— Sözün   mâ'nası: Kadın kendisi ile zina etmek isteyen kimseyi geri çevirmez; demektir. Ncsaî, Hattabî, İbnü\-Arabi ve diğer bazı ulemâ'nın kavli budur.

2— Bunun inanası: Kadm.kocasımn malını har vurup harman sa­vuruyor; hiç bir isteyeni boş çevirmiyor; demektir. îmmn Ahmrd b. Hanbrl ile Esm'iî'mn kavli budur. İmam Ahmrd:  «Kadın fahişelik edip dururken Peygamber (S.A.V.) onu nikâhında tutmasını kocası­na emredecek değildir.» demiştir. Esmaî; bu kavli İslâm ulemâsın­dan nakletmiştir. Hattâ İbni'l-Cevzî birinci kavle zâhîb    olanlara redd-ü inkârda bulunmuştur.

Bazıları bu iki kavlin ikisini de beğenmiyerek: «Mânâ, bu ka­dının ahlaken basit olduğunu, yabancılardan pek kaçmadığını an­latmaktır. Yoksa kadın fahişe değildir; erkek ve kadınlardan na­muslu olduğu halde böyleleri pek çoktur» demişlerdir.[766]

 

1133/939- «Ebu Hüreyre radıyaüahü anh'den rivayet edildiğine göre kendisi Resûlüllah saîlallahü aleyhi ve scllcm\, lânetleşenler âyell indiği zaman:

— Her hangi bir kadın bir kavmin yânına onlardan olmayan birini koyarsa, o kadının Allah indinde hiç bir i'tibârı   yoktur.   Allah   onu cennetine   de   koymıyacaktır. Hangi adam çocuğunu - yüzüne bakıp dururken - inkâr ederse Allah ondan rahmetini gizler hem onu gelmişlere geçmişlere karşı rezîl eder; derken işîtmiştir.»[767]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud, Nesaî ve İbnİ Nlâce tahric etmiştir. İbni Hib-ban onu sahîhlcmiştir.

«Yüzüne bakıp dururken» cümlesinden murâd onun kendi çocuğu olduğunu bilmesidir.»

Bu hadîsi yalnız Abdullah b. Yunun rivayet etmiştir. Abdullah bundan başka hadîs rivayet etmemiştir. Hadîsi, Abdullah'ın yalnız başına rivayet ettiğini i'tirâf etmekle beraber Dara Kutnİ dahî ri­vayet etmiştir. Bu bâbta Bczzar'm İbni Ömer (R.A.) 'den tahrîc et­tiği bir hadîs daha varsa da onun da senedinde İbrahim b. Yrzld vardır; bu zât zaîftir. İmam Ahmcd, Mücahid tarîki ile bu hadisin bir benzerini tahrîc etmiştir. Fakat o hadîsi dahî yalnız Vrki' ri­vayet etmiştir.[768]

 

1133 - a/940- «Ömer radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. De­miştir ki :

  Eğer bir kimse bir çocuğu göz kırpıncaya kadar ikrar ederse bir daha kendisine onu nefî hakkı yoktur.»[769]

 

Bu hadîsi Beyhakî tahrîc etmiştir. Hadîs hasen olup mevkuftur.

Hadis-i Şerif, çocuğu bir defa ikrar ettikten sonra artık nefî etme­nin sahih olmayacağına delildir ki, bu cihet ittifâkîdir. Fakat onu öğren­dikten sonra nefî etmiyerek susmanın hükmü ihtilaflıdır. Bazılarına gö­re, nefî etmeye hakkı olduğunu bilmeden bile sussa çocuk kendisinin­dir. Çünkü bu hak susmakla bâtıl olur. Diğer bazılarına göre nefye hakkı olduğunu Öğrenirse o zaman nefî edebilir. Zîrâ bilmeden mu­hayyerlik sabit olmaz. Öğrendiği dakikada susarsa çocuk kendisin-dir. Bundan sonra artık nefye imkân yoktur. İmam Şafiî ile bazıla­rına göre öğrendiğinin hemen akabinde nefî eder; gecikirse edemez. Buradaki acele örf-ü âdete göredir. Meselâ elbisesini giymek örfen gecikme sayılmaz.[770]

 

1133- b/941- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre bir adam :

  Yâ ResulaNah gerçekten karım siyah bir çocuk doğurdu. (Ne bu­yurursunuz?)  demiş.  Resûlâllah (S.A.V.):

  Senin develerin varmı? buyurmuşlar:

   Evet; derriş :

  Bunların renkleri nasıldır? demiş. Adam :

__  Kırmızıdır; cevabını vermiş. Peygamber  (S.A.V.):

  İçlerinde yağız olanları var mı? demiş:

__   Evet;  cevabını  almış:

 Peki bu nereden? demiş. Adam:

   İhtimal  onu  bir damar çek lîştir;   demiş.  Resûlüllah  (S.A.V.)r

— Şu halde ihtimal senin bu çocuğunu da damar çek­miştir; buyurmuşlardır.»[771]

 

Bu hadîs müftefekun aleyh'tir. Müs'im'in bir rivayetinde: «O adam çocuğu nefye çalışıyormuş» ibaresi vardır. Sonunda: «Kendisine ondan istifâde İçin ruhsat vermedi» demiştir.

Hadîsimizdeki adamın ismi Damdan b. Katâde'dir.

Hattabî diyor ki: .«Bu. adamın sözü şüpheye tâ'rizdir. Galiba çocuğu nefi' etmek istemiş; fakat Peygamber (S.A.V.) çocuğun, nikâha ârd olduğuna hükmetmiş; benzemezliği ve rengi hüküm için delîl saymamış, buna tohumu bir olduğu halde develerde zuhur eden çe­şitli renklerden misal almıştır. Bunda kıyası isbat ve birbirine ben­zeyen iki şeyin aynı hükümde olacaklarını beyân vardır.» Hattabî sözüne devamla şunları da söylüyor: «Hadîste, kinayeli sözlerle h;ifld lâzım gelmediğine kazfitı ancak sarih sözlerle vâcib olacağına delil vardır.»

El-Mühelleb de şunları söylemiştir: «Tâ'riz sual içinse hadd îcabetmez. Hadd ancak yüz yüze gelerek birbirine şetim etmek su-rotiylo yapılan tâ'rizden dolayı lâzım gelir.»

Kurtubî, esmerlikle karalık gibi birbirine yakn renklerden dolayı çocuğu nefyetmenin caiz olmadığında hilaf bulunmadığı gibi cimâ'ı ikrar etmiş de istibra[772] müddeti geçmemişse beyazlıkla siyahlık­tan dolayı da nefyin caiz olmıyacağını söyler. Fakat bu îzâhât onun kendi mezhebine göre olsa gerektir. Zîrâ mes'ele ihtilaflıdır. Şâfiîler'e göre zina karinesi yoksa nefî caiz değildir.

Kadını zina ile itham ettiği erkeğin renginde bir çocuk doğur­makla ithamda bulunmak çocuğu nefî için kâfidir.

Hanbelîler'e göre karine varsa çocuğu nefî mutlak surette caizdir. Hilaf karine bulunmadığı zamandadır.[773]

 

«(İddet Ve Yas Tutma Babı)»

 

Iddeî: lügatte saymak demektir. Bazen sayılan şeye de iddet de­nilir.

Şerîatte : Cima' ile veya onun yerini tutan halvetle yâhud ölümle tc'kîd ecilmis bulunan nikâh elden gittikten sonra kadına lâzım gelen bekleme müddetidir.

İdde: Hanefîler'e göre. esas i'tihâriylc üç nev'idir: Hayızlarla, aylar­la  ve  doğurmakla geçen iddotlcr.  Bunların  her  biri  Kitapla  sabittir.

[774] Boşenan kadınlar bizzat kendileri üç kur' müddeti beklesinler.»

âyet-İ kerîmesi hayızlarla beklenen iddetin delili olduğu gib'i:

«[775] Sizlerden vefat edip de geride bîr takım zevceler bırakanların zevceleri) bizzat dört ay on gün beklerler» âyeti aylarla 1;eklemenin:

«[776] Hamil sâhiblerinin iddeti ise doğurmalarıdır.» âyet-i kcimesi de doğurmakla iddet beklemenin delilidir, iddetin esas i'tibâriyle ncvı'leri üç olduğu gibi mezkûr nev'iler de üç şeyden biri ile vâcib olurlar. Talâk, vefat ve cima'.

İddet bekliyccek kadınlar: ya hayız görürler ya görmezler. Keza, ya hürdürler yâhûd câriye olurlar. Bu cihetler de nazar-ı i'tibare alı­nınca ortaya sekiz nev'i iddet çıkar. Şimdi bunları da sırahyahm:

1— Hayzını gören bir hür kadın bo.şanırsa üç- hayız müddeti bek­ler.

2— Hayzını görmeyen hür kadın boşanırsa üç ay müddet bekler.

3— Hayzını gören bir câriye boşanırsa iki hayız müddet bekler.

4— Hayzını görmiyen bir câriye boşanırsa bir buçuk ay müddet bekler.

5— Hür bir kadının kocası ölürse dört ay on gün bekler.

6— Cariyenin kocası ölürse iki ay beş gün bekler.

7— Hâmile kadınların iddeti doğrmakla biter.

8— Talâk-ı fârrda kadın iki müddetin uzun olanını bekleyecektir. fhdâd: Lügatte men'etmek demektir. Hıdâd dahî aynı mânâya kul­lanılır.

Şer'an: Kocası ölen veya talâk-ı bâinle boşanan kadınların iddetleri içinde zineti, kokulanmayı, sürme ve kına gibi şeyleri, terk etmeleridir.[777]

 

1135/942- «Misver b. Mahrame radıyaîlahü anh'den rivayet olun­duğuna göre Eşlem kabilesinden Sübey'a kocasının vefatından bir kaç gece sonra nîfas görmüş ve Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gelerek kocaya varmak için ondan izin istemiş. Resûlüilah (S.A.V.) kendisine izin vermiş; o da evlenmiştir.»[778]

 

Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir. Aslı Sahiheyn'dcdir. Bir rivayette lâfzı şöyledir: Sübey.a kocasının vefatından kırk gece sonra doğurmuş­tur.»

Müslim'in bir rivayetinde «Zilhrî dedi ki: bu kadının kan gö­rürken evlenmesinde bir beis görmüyorum. Şu kadar var ki temizle­ninceye kadar kocası ona yaklaşmaz.» denilmiştir.

«Sübey'a (lî.Anhâ) gebe İken kocası Sa'd b. Havle Haccefü'l-Ve-da'ın sonunda Mekke'de vefat etti. Bunun üzerine onu 3enî Abdîddar kabilesinden Ebu's-Senâbil İsminde bir zâf istedi. Hz. Sübey'a ona var­madı. On güne yakm bir zaman bekledikten sonra nîfasını gördü. Bilâ­hare Peygamber (S.A.V.) 'e geldi O da:

— Nikahlan; dedi.»

Hadîs-İ Şerif, kocası ölen hamilenin iddetinin doğurmakla biteceği­ne delildir. Mes'clcde hilaf vardır. Cumhur Sahabe ile dört mezheb imamlarının kavli budur. Bunlar:

«[779] Hâmile kadınların îddeti doğurmalarıdır» âyetinin umumile de istidlal ederler. Derler ki: «Bu âyetin üst tarafı her ne kadar boşanan kadınlar hakkında ise de bu onun umumunu tahsis etmez. Âyetin umu- munun olduğu gibi kaldığına Abdullah b. Ahmed'in «cl-Müsncd» de Übey b. KâVdan rivayet ettiği şu hadîs dahî delildir:

«— Yâ -Resûlallah,(Hamilelerin iddetî  doğumlarıdır) âyetinden murâd üç f&'âkla  boşananmidir;  yoksa  kocası ölenmîdir? dedim:

  Hem üç talâkla  boşanan  hem de kocası  Ölendir; buyurdular.r Aynı hadîsi İbni Ccrir, îhni Ebi Hâlim (247 — 327) Dâre Kutnl (306 — 385) ve diğer bazı zevat Hz. Übey'dcn başka tarikle fahrîc etmişlerdir. Bu rivayete nazaran Übeyy (E. A.) şöyle demiştir: «Bu âyet indikten sonra :

     Hesûlallah,  bu  âyet müşterekmîdir;     mübhem  mî? dedim. Resûtüllah (S.A.V.):

   Hangi âyet? d'ye sordu:

  (Hamilelerin  iddetİ  doğurmalarıdır) âyeti,  hem boşananın  hem kocası Ölenin iddeti mî? dedim:

  Ev,St; buyurdular.»

ibni Mos'ud (E.A.) 'dan buna kail olduğunu gösteren bir çok ri 'â yotlor vardır. İbni Mcrdövcyh'in rivayetine göre Hz. İbni Mesrud(R.A.)' «Kısa Nisa Sûresi (Sûre-i Talâk) her nev'i iddeti neshetmiştir.(Hamilelerin iddeti doğurmalarıdır) âyeti her boşanan ve kocası ölenin id-detidir. demiştir. îbni Mcrdcvcyh, Ebu Said-İ Hudrî'nin: «Kısa Nisa sûresi (Sure-i Talâk) Bakara Süresindeki âyetten yedi sene sonra İndi» dediğini rivayet ediyor.

Şn/iıryn, Ebu Davud, Tirmizl, Nçsaî, îbni Mâcc, îhni Ccrtr Ib~ ni'l-Münzir ve îbni Mrrdcvryh, Ebu Selemete'bni Abdirrahman'dan şu hadisi tahrîc etmişlerdir; «Demiştir kî: Ben İbnî Abbaş ve Ebu Hüreyre radıyallahü anhüm beraber İdik.Derken bir adam geldi; ve İbnİ Abbas'a :

  Kocasının ölür-ünden kırk gün sonra doğuran bir kadın hakkında bana fetva' ver; bu kadın helâlmidır? dedi.  İbni Abbas:

İkİ iddetin sonuncusunu bekler; dedi.  Ben:

  (Hamilelerin iddeti doğrmalarıdır.) dedim, ibni Abbas:

— O talâktadır» dedi. Ebu Seleme :

  Ya bir kadının gebeliği bir sene sürerese ne buyurursun? dedi. İbni Abbas yine:

  İki iddetin sonrakisini; diye cevap verdi. Ebu Hüreyre:  Ben kar­deşim oğlu ile yani Ebu Seleme ile beraberim; dedi. Bunun üzerine İbini Abbas köîesî Küreyb'i Ümmü Seleme (R.A.) 'ye göndererek, bu bâbta sünnet cereyan edip etmediğini sordu. Ümmü Seleme (R.A.):

  Sübey'atüT-Esiemiyye'nîn kocası Sübey'a hâmile iken Öldürüldü. Sübey'a onun vefatından  kırk gün  sonra  doğurdu.  Müteakiben  kocaya istendi ve Resûlüllah (S.A.V.) onu evlendirdi; dedi.»

Bu hadîsi Abd. b. Humeyd dahî Ebu Seleme'den tahrîc etmiştir. Onda mes'elenin Hz. Âİşe (R.Anlıâ) 'ya sorulduğu, onun da yukarıdaki cevabı verdiği, yalnız kırk gün yerine onun: «kocasının vefatından bir kaç gün sonra» dediği zikrediliyor.

Bu bâbta rivayetler çoktur; ve umumiyetle âyetin umumu üzere kaldığını gösterirler. Yine bu rivayetler, Bakara âyeti'nin bu âeytle neshedildiğini gösterirler.

Hz. Ömer, Ali ve İbnİ Mes'ud (R. Anhüm)'un mezhebleri de budur. Hattâ Ömer (R.A.):

  Boşanan  kadın, kocası  henüz karyolasının  üzerİndeiken doğursa iddeti biter ve kendisine evlenmek  helâl olur» demişti.r.  Bakara âyeü'nden murâd:                                                                        

«[780] Sizlerden vefat ederek zevcelerini bırakanların zevct..-ri b\z-ıâ\ dört ay on gün iddet beklerler» âyct-i kerîmesidir. Onu neshcden âycL ise

«[781] Hamilelerin İddetİ doğurmalarıdır.» âyetidir. Bu iki âyetin bi­rincisi Bakara surcsi'ndc, ikincisi Sûre-İ Talâk'tadır. Yani biri diğerin­den bir vecihle daha umumî bir vecİhle de daha hususîdir.

(Istitrad: Mantık ilminde beyân olunduğuna göre iki şey birbirine nisbet olunduğu zaman aralarında dâima dört nisbetten biri bulunur. Dört nisbet: (hususî ta'biri ile niseb-i erbaa) tebayün, tesâvî, umum ve husus mutlak, umum ve hususu min vecihtir. Meselâ: Akla kara ara­sında dört nisbetten mübayenet yani zıddiyet vardır. İnsanla beşer arasında müsâvaat vardır. İnsanla Peygamber arasında umum ve hu­susu mutlak bulunmaktadır. Çünkü her Peygamber insandır; fakat her insan Peygamber değildir. Sarı ile çiçek arasında da umum ve husus min vecih vardır, Zîrâ bazı saırılar çiçek ve bazı çiçekler sarı olabilir:' Fakat hor sarı, çiçek olmadığı gibi her çiçekte sarı değildir).

Şimdi İki âyetin umum ve husus taraflarını görelim: Birinci âyet mucclrinco dört ay on gün iddet bekleyecek kadınlar, doğurmakla iddet bekleyeceklere bakarak bir cihetle eamdır; çünkü mutlaktır. İkinci âyet ir,o yalnız hâmile kadınlara mahsustur. Bir cihetten de ehastır; yani yalnız kocası ölenlere mahsustur.

İkinci âyet de öyledir. Onda mevzu-u bahis olan kadınlar bir cihetle birinci âycttckilcrdcn camdır. Zîrâ hâmile kadın mutlaktır; kocası öle­ne de boşanana da şâmildir.

Halbuki birinci âyette yalnız kocaları ölen kadınlar zikredilmiştir. Bir cihetle de ehastır. Çünkü bu âeytte yalnız hamilelerin iddeti beyân edildiği halde birinci âyette hâmile olsun olmasın bütün kocası ölmüş kadınların iddeti zikredilmiştir.

Şu halde bu iki âyet arasında sûreten bir münâfât hâsıl olmuş oluyor. îstr bu münâfaatı gidermek için: İkinci âyet birinci âyetin ha­mileler hakkındaki hükmünü neshetmiştir. Artık hamileler dört ay on gün beklemiycceklerdir. Bunların iddeti doğurmakla biter. Fakat hâmile olmayanlar hakkında âyetin umumiyeti yine bakidir.

Bazıları yukardaki iki âyetle de amel etmiş olmak için: İki iddetin sonuncusunu  beklemek îcabeder;   derler. Bunlara göre  kocası öldüğü zaman k;ıdm henüz doıırm;ımıssn onun id«Vi doğurmak!;! bilecek: do­ğurmuş .bulunuyorsa vefat iddı-li olan dört, ay on günü hektiyoevktir. On­lar mes'uliyeUen ancak yakînk? çıkılır: âyetlerin yalnız binle amel et­mek yakın ifâde etmez; diyorlar. Ancak kendilerine: «Sübey'a hadisinin hüküm hususunda nass olduğu hatırlatılmak suretiyle cevap verilmiştir. Bu hadîsi tc'yîd eden hadis ve eserler çoktur.[782]

 

1136/943- «Âişe radıyallahü anhâ'âan rivayet olunmuştur. Demiştir ki:  Berîreye üç hayız iddet beklemesi emrolundu».[783]

 

Bu hadîsi İbni Mâcc rivayet etmiştir. Râvîleri sikadırlar. Lâkin hadîs ma'lûldür.

Bunu te'yid eden başka hadisler de vardır. Hadîs- Şerif cariyenin, iddetini hurreninkinden az kabul edcnlcrce iddetin kadına göre i'tibâr edileceğine delildir. Erkeğe bakamayacaktır. Çünkü Berîre'nin kocası esah kavle göre köle idi. Berîre âzâd olunmuştu.[784]

 

1137/944- «Şa'bî'den[785] o da Fâtıme binti Kays radıyallahü anhâ-dan o da Peygamber sallallahü aleyhi ve scllcm'den işitmiş olarak rivayet edildiğine göre üç defa boşanan kadın hakkında Peygamber (S. A.V.) :

— Ona mesken ve nafaka yoktur; buyurmuşlardır.»[786]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Hadîs-i .Şrr'f, üç defa boşanan bir kadına nafaka ve mesken veril-"miyeceğine delildir. Lâkin nu's'ele ihtilaflıdır. İbni Abbas, Hamın-ı Batiri, Aid' Şairi ve bir rivayete göre İmam Ahmcd b. Hahbrl, Dd-vııd-ıı Zahirî ile tâbî'leri ve bütün hadîs imamları bu hadîsle istidlal ederek üç defa boşanan kadına nafaka ve mesken verilmiyeccğine kaail olmuşlardır.

Hz. Ömer b. Hattab, Ömer b. Abdülaztz, Iraklılar, Haneîîler, bîr rivayette İmam Sevr'i ve diğer bir çok ulemâ ise ona nafaka ve mes­ken vermenin kocasına vâcib olduğuna zâhib olmuşlardır. Delilleri:

[787] Onlara  doğuruncaya  kadar nafaka  verin» âyeti ile:

«[788] Onları kendi oturduğunuz yerde İskân edin», âyet-i kerîmesidir. Onlar Fâtrma hadîsİ'ni kabul etmezler.

İmam Mâlik, Şafiî, Hz. Âişe ve fukahâ-i seb'a: «Üç defa boşa­nan kadına yalnız nafaka vardiı, mesken verilmez» derler. Bunlar:

«[789] Boşanan kadınlara meta' vardır.» âyctiyle istidlal ederler. Meskene gelince: o vâcib değildir; çünkü «oturduğunuz yerde iskân edin» buyurulması kocalarının olduğu yerde bulunmalarını icübeder. Bu da bittabi ihtilât iktiza eyler. İhtilât ise yalnız talâk-ı ric'îdc olur; diyorlar.

Bunlar Fâtıme binti Kays hadîsine çok ta'nedildiğini, bu ta'nlar muvacehesinde onunla istidlale imkân kalmadığını ileri sürerler. Fâ­tıme (R.Anhâ) hadîsine dört türlü ta'n yapılmıştır:

1— Bunun râvîsi kadındır. Hadîsi takviye edecek iki sâhidi yoktur.

2— Bu rivayet Kur'ân'ın zahirine muhaliftir.

3— Onun evinden çıkması mesken hakkı olmadığı için değil: Koca sının ailesi efradına dili ile eziyyet verdiği içindir.

4— Fâtıme (R.Anhâ) 'nın rivayeti Hz. Ömer (R.A.)  'in rivayeti ile muâraza halindedir.

Fakat bu la'nlara cevab verilmiş ve denilmiştir ki: «Râvînin ka­dın olması zarar etmez; nice sünnetler kadınların rivayeti ile sabit olmuştur; nitekim Siyer kitapları ile Sahâbe-i Kirâm'ın hayatlarını okuyanların ma'lûmudur.»

Hz. Ömsr (R.A.) 'in: «Biz Rabbimizîn kitabını ve Peygamberimi­zin sünnetini, bellediğini veya unuttuğunu bilmediğimiz bir kadının sözü ile bırakamayız.» demesi Fâtıme'nin belleyip bellemediğinde şüphe etti­ği içindir. Yoksa kendisi Hz. Âişe ve Hafsa (R.Anhâ) 'dan müteaddit hadîsler rivayet etmiştir.

Kur'an'a muhalif olması:

«[790] Onları evlerinden çıkarmayın» âyet-i kerîmesine aykırı düştü­ğü içindir. Fakat bazıları: «Bu hadîsle âyetin aralarını bulmak müm­kündür. Bu hadîs âmmın bazı fertlerini tahsis etmiştir» diyorlar.

Fâtıme hadîsinin Hz. Ömer hadîsi ile muârazasma gelince Hz. Ömer (R.A.) 'in yaptığı ziyâdeliği yani Allah'ımızın kitabını ve Peygambe-mizin sünnetini» ibaresini İmam Ahmcd b. Hanbcl inkâr etmiş ve ye­min ederek: «Hanj kitabullah'da üç defa boşanan kadına nafaka ve mes­ken vermenin vâcib olduğu nerede?» diyerek mezkûr ziyâdenin Hz. Ömer'den sahih rivayetle gelmediğini söylemiştir. Bunu Dare Kutnî nakleder.

Hz. Ömer (R.A.)'m: «Peygamber (S.A.V.)'i:

— Üç defa boşanan kadına mesken ye nafaka vardır;

derken işittim.» hadîsini ise İbrahim Nchaî, Hz. Ömer'den rivayet et­miştir. Halbuki İbrahim, hadîsi Hz. Ömer'den işitmemiştir; çünkü ken­disi Hz. Ömer'in vefatından bir kaç sene sonra doğmuştur.

Bazıları: Hz. Fâtıme'nin evinden çıkması kocasının ailesine eziyyet vermesinden ileri gelmiştir; iddiası yabancı bir sözdür; hadîsle alâkası yoktur. O, nafakaya müstehâk olsa Peygamber {S.A.V.) onun nafaka­sını verdirir; dilini tutmaması buna mâni' olmazdı» diyorlar.

Görülüyor ki bu hadîs etrafında münakaşa uzundur. İbni'l-Kayyim «cl-Hcdyü'n Ncbcviy» adlı eserinde onu daha da uzatmış ve bu hadisle amelin eâiz olduğunu isbâta çalışmıştır.[791]

 

1138/945- «Ümmü Aîıyye radıyallahü anhâ'dan rivayet olduğuna göre Resûlüllah saîlallahü aleyhi ve scttcm:

— Bir kadın kocasına tuttuğu dört ay on gün (yas) müstesna hic bir meyyit için üç günden fazla yas tuta­maz. Astb müstesna hiç bir boyalı elbise giyemez. Sürme çekinemez; koku dahî sürünemez; ancak temizlendiği za-rnan kust ve ezfârdan bir parça müstesna; buyurmuşlardır.»[792]

 

Hadîs müttefekum aleyh'tir. Buradaki lâfız Müslim'indir Ebu Dâvud ile Nesaî'do «Kinalanamaz» ziyâdesi (aynca) Nesaî'de «tarana-maZ) ziyâdesi vardır.

Asb: Eir ncv'i Yemen kumaşıdır. Bunun ipliği bir araya toplanarak bağlanır; sonra boyanır ve yayılır. Bu suretle bağlanan yerlere boya iş­lemediğinden kumaş alacalı kalır.

Kust : Bir ncv'i güzel buhur veya öd ağacıdır, Ezfâr da onun başka bir ncv'İdir. Hayizdan yıkandıktan sonra pis kokuyu gidermek için ka­nın eserini bunlarla gidermek bazı yerlerde âdettir.

Bu hadîste bir çok mes'eleler vardır ki, bazıları şunlardır :

1— Hadîs-i Şerif. Kadınm anne ve babasının olsun başkalarının ol­sun vefatı dolayısiyle  ancak üç  gün  yas tutmasının  caiz, üç günden fazlasının  câİz olmadığına,  keza kocasının  ölümü dolayısiyle  dört ay on gün yas tutabileceğine delildir. Yalnız Ebu Dâvud (202 — 275) un mürseller meyanında tahric ettiği Amr b. Şuayb hadîsine göre Pey­gamber (S.A.V.) kadına babası için yedi; başkaları için üç gün yas tut­mağa ruhsat vermiştir. Fakat hadis mürscldir; hucciyeti ihtifâflıdır.

2— Hadîsteki kadın ta'biri mefhum-u muhalifi ile küçük kızı hü­kümden çıkarmıştır. Binâenaleyh ona kocası için.-yas tutmak vâcib ol­madığı gibi kocasından başkaları için üç günden fazla yas tutmaktan da men' edilmez. Hanefîler'le diğer bazı ulemânın mezhebi budur.

Cumhur'a göre ise küçük hitabın umumunda dâhildir. Kadının zİk-mlhnesi ekser-i ahvale göredir. Vâkıâ küçük henüz mükellef değilse de burada teklif onun velisine racî'dir. Küçüğü ziynetlenip süslenmekten o men' edecektir. Nitekim küçüğe iddet de vâcibtir; onun için kocası Ölür ölmez kocaya istenemez.

3— Hadîste «meyyit İçin» denildiğine göre mefhumu muhali­finden boşanan kadınlara    yas tutmak îcabetmediği    anlaşılır. Talâk-ı ric'îde bu hüküm Utifâlunir. Tn!âk-ı bâin'do ise ihtilAF vardır. Cumhur'a göre yine ihdati îâ/mı değildir. İmanı Şafii, Mâlik ve bir rivayette Ahmcd b. Huubcl bu kavle zâhibdirlor. Runlara göre ihdad, cimâ'a götüren yel kesildiği k;in me.şru' olmuştur. Bu ise ancak kocası öloıı kadında tasavvur olunabilir.  Talâk-ı  hâinle boşanan bir kadın  üç talâkla boşanmamışsa kocasına nikâh edilebilir.

Hanefjier'ie diğer bir takım ulemâ talâk-ı bâin'le boşanan kadına dahî ihdâd lâzımdır. Çünkü ihdâd, nikâh ni'mnti elden gittiğine teessüf için meşru' olmuştur; bu mânâ ise kocası ölende tnlâk-i hâinle boşa­nanda müştereken mevcuttur. Bir do İddet nikâhı haram kılar; o halde nikâha mukaddeme ve sebep olan şeyleri do haram eder.

4— Bu hadis ihdârl'ın vâcib olduğuna değil, helâl olduğuna delâlet çimektedir. Halbuki ekser-i ulemâ onun vâcib olduğuna kaildirler. Bunun sebebi  hadîsin  Ümmü Seleme hadîsi  ile kuvvet     bulmuş    olmasıdır. Ebu Dâvud ile Nrsaî'nin rivayet ettikleri bu hadîs aşağıda görüle­cektir. Vâkıâ İlmi Kesir onun hakkında: «Senedinde garabet vardır» demişse de yine kendisi İmam ŞâfiVmn Mâlik1 den rivayetine göre onun Ümmu Seleme'den geldiğini söylemiştir. Bu rivayet onun aslı ol­duğuna delâlet eder. Bu bâbta bir de İmam Ahmed'le Ebu Dâvud ve Nesai'nin tahrîc ettikleri şu hadîs vardır:Resylüllah (S.A.V.):

— Kocası Ölen kadın ne usfurlu ve kırmızı boyalı el­bise giyebilir, ne ziynet takınır; o kına da yakınamaz, sür­me de çekinemez; buyurmuşlardır.»

Hâjız bin Kesir: «Bu hadîsin isnadı iyidir.» demişse de Bcyhakî <384 — 458) onu Hz. Ümmü Seleme'ye mevkuf   olarak rivayet etmiştir.

Hasan-ı Basrî (21 — 110) île Şa'bî (26 — 104)'ye göre üc. ta­lâkla boşanan ve kocası ölen kadınlar, sürme çekinir, tranır, koku sürünür, gerdanlık ve istedikleri boyalı elbiseyi giyebilirler. Delil­leri: İmam, Ahmcd'in tahrîc ettiği İbni Hibban (— 354) 'in da sahih bulduğu Esma binli Umeys hadîsindir.. Mezkûr hadîste Hz. Esma (R.A.) Cafer b. Ebu Ta'Iib'în katlinin üçüncü günü ResûlüÜah (S.A.V.) benim yanıma girdi; ve: :

— Bu günden sonra ihdâd yapma; buyurdular» demiştir. Ru hadisin daha başka lâfızları da vardır ve hepsi Peygamber (S.A.V.} in üç günden sonra ona ihdnd yapmamasını emrettiğine delâlet ederler.

Şu halde İni hadîs, ihdâd hakkındaki Ümmü Seleme hadîslerini nes­netmiş olur. Çünkü Ümmü Seleme (R.Anhâ) kocasının vefatından son­ra ihdâd için emir almıştı. Kocasının ölümü ise Hz. Ca'fer'in katlinden evveldir.

Cumhur-u  ulemâ Esma hadîsine müteaddit cevaplar vermişlerdir.

5— Kocası ölen kadınların dört ay on gün iddet beklcmesindeki hikmet hususunda bazıları şu mütâlâayı yürütürler;    Ana rahmindeki çocuğun yaratılması ve kendisine ruh verilmesi 120 gün geçtikten son­ra olur. Bu müddet ayların noksan oluşu sebebiyle dört aydan ziyâde­dir. Binâenaleyh ihtiyaten kesir ondalıkla tamamlanmıştır.  (Yani dört ay yirmi dokuz günden 116 gün ederse de bu sayı ihtiyaten 120 ye çıka-rılmışir.)  âyetteki on adedinin müennes gelmesi  geceler i'tibâriylcdir. Maamâfih Cumhur'a göre maksat, günlerîle birlikte gecelerdir. Binâ­enaleyh on birinci gece girmeden nikâh edilemez.

6— Hadîste «Boyalı elbise giyemez.» duyurulması, hangi bo­ya ile olursa olsun boyanmış elbise    giymenin yas tutan    kadına memnu' olduğuna delildir. Bittabi hadîste istisna edilenler müstes­nadır, tbni Abdilberr (368 — 463) şöyle diyor:  «İhdâd yapan bir kadının usfurlu ve boyalı elbise giymesinin caiz olmadığına ulemâ ittifak etmişlerdir; zîrâ: siyahtan ziynet yapılmaz. Bilâkis o hüzün elbisesidir.»

îpek giymesi ihtilaflıdır. Şâfiîler'den esah olan rivayete göre ipekli elbise boyalı olsun olmasın mutfak surette ihdâd yapana memnu'dur. Çünkü ipekli ile zîynetlcnmek kadınlara mubah kılınmıştır. Halbuki ih­dâd yapan kadın zîynctlenmekten men' edilmiştir.

îbni Hazm {384 — 456) 'e göre ihdâd yapan kadın yalnız bo­yalı giymekten kaçınmalıdır. İpeklinin beyaz veya sarı gibi boyan­mamış olanını giyebilir. Ona altınla dokunmuş elbise giymek mu­bah olduğu gibi, altın, gümüş, cevher ve yakuttan ma'mul her nev'i ziynetleri takınmak da mubahtır.

îbni Hazm (384 — 456) 'in buradaki Ümmü Atiyye hadîsine sap­lanıp kalması Ümmü Seîeme hadîsini sahih kabul etmediğindendir. Çünkü o hadîsin râvîsi İbrahim b. Tahman'dır. Bu zâtı îbni Hazm zaif bulmuşsa da hadîs hafızları onu mu'temed kabul etmişler, rivayet ettiği hadîsleri İbni Mübarek, Ahmcd b. Hanbcl ve Ebu Hatim gibi büyüklerden bir cemâat sahih bulmuşlardır. Demek oluyor ki İbni Hazm fahrîmi, kendince sabit olan nassa münhasır kılmış; diğer ulemâ ise onu zînetle ta'lil etmişlerdir.

7— «Sürme çekinmez» buyurulrnası, onun memnu, olduğuna delildir. Nitekim cumhurun kavli de budur. Hattâ İbni Hazm'e göre gözlerinin kör olacağından bile korksa yine sürünemez. Bu hususta £ccc ile gündüzün de farkı yoktur. Deiîiİ İlâhımızın hadîsi ile müJtcfekun aleyh olan Ümmü Seleme hadîsidir. Bu hadîsin beyânına göre; bir kadını ko­cası Ölmüş kadının (ağlamaktan) gözleri kör olacağından korkmuşlar da Peygamber (S.A.V.) 'e gelerek sürme çekmek için ondan izin istemiş­ler fakat Resûl-i Ekrem (S.A.V.) buna izin vermemiş; bilâkis iki veya üç defa «hayır» demiştir.

Hanefîler'le cumhur-u ulemâ, İmam Mâlik ve Ahmcd tedavi için ismid denilen sürme taşı ile sürmelenmeyi caiz görmüşlerdir. Delil­leri: Ebu Dâmul'un tahrîc ettiği Ümmü Seleme hadîsidir. Mezkûr ha­dîse nazaran: bir kadının kocası ölmüş; kadın gözlerinden rahatsız ol­muş. Ve Ümmü Seleme (R.Anhâ) 'ya haber göndererek cila sürmesinin hükmünü sormuş;  Ümmü Seleme (R.Anhâ):

— O sürmeden ancak pek zarurî bir hâl başına gelerek şiddetlendi­ği zaman geceleyin çeker gündüzün onu silersin;  diye cevab vermiş. Sonra :

  Ebu Seleme vefat ettiği zurnan Resûlüllah (S.A.V.) benîm yanı­ma girdi ilâh......; mealinde aşağıda gelen sabır hadîsini zikretmiştir.

Ümmü Selene hadîsi hakkında İbini Abdiberr şu mütâlâayı be­yân ediyor: «Bu hadîs bence Ümmü Seleme'nin (gözünün kör olacağın­dan korkutsa bîîe sürme çekmekten nehî eden) öteki hadîsine muhalif olsa da iki hadîsin arası şöyle bulunabilir: Peygamber (S.A.V.) nehî et­tiği zaman sürmeye ihtiyaç az idi. Geceleyin mubah kılınması ise za­rarı sürme ile gidermek içindir.[793]

 

1139/946- «Ümmü Seleme radıyallahü anlıâ'dan rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Ebu Seleme vefat ettikten sonra gözlerime san sabır koydum. Bunun üzerine Resûlüllah saUnllahü aleyhi ve selîcm:

— Şüphesiz ki sarı sabır yüze renk verir ama sen onu yalnız geceleyin sürün güdüzün çıkar; hem koku ve kına ile taranma; çünkü bovadır; dedi. Ben:

  Ne üe taranayım? dedim:

  Sidİrle;  buyurdular.»[794]

 

Hu hadisi Ebu Dâvud ve Nesai rivayet etmişlerdir, isnadı hasendir.

H;ifli.s-i Şor'F, ihdâd yapan kadına koku sürünmenin memnu' oldu­ğuna delildir. Koku bütün kokulara âmm ve şâmildir. Lâkin bundan ev­velki Ümmü Atiyye hadîsinde kainin nayzından temizlendiği hâli is­tisna etmiş ve tına Küst ve czfar Sulanmaya izin vermişti. Şu halde ha­dîsin umumunu bu istisnaya göre mütâlâa etmek gerekir.[795]

 

1140/947- «(Yine Ümmü Seleme radıyallahü anhâ'âan rivayet edil­diğine göre bir kadın :

  Yâ Resûlallah, kızımın kocası öldü, kızım gözünden rahatsızdır; ona  sürme  çeksin  mi?  demiş.   Resûlüüak  (S.A.V.):

  Hayır; buyurmuşlardır.»[796]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Sürme hakkında yukarıda söz geçti. Zâhir-i hadîse bakılırsa sürmeyi tedavi için bile çekinemez.

Bu hadîs, sürme taşı ile sürmelenmeyİ ziynettir diye tecviz etmeyib de totya gibi sürme taşını kullanmakta beis görmeyenlere reddiye gi­bidirler. Çünkü kadının suali gözü tedavi eden sürme hakkında idi. Şu var ki sürme denilince ismit anlaşılır, denilebilir.[797]

 

1141/948- «Câbir radıyallahü anh'dan rivayet edilmiştir. Demiştir Ici : Teyzem boşandı; müteakiben hurmasını devşirmek istedi. Derken onu bir adam (dışarıya) çıkmaktan men' etti. Bunun üzerine o da Pey­gamber (S.A.V.) 'e geldi Resûiüllah (S.A.V.)  (ona) :

— Hayır, sen hurmanı devşir; îîrâ olabilir tasadduk eder veya hayır yaparsın.» buyurdular.[798]

 

Bu hadîsi ftftüslim rivayet etmiştir.

Hadîsi Müslim «talâk-ı bâinle boşanan kadının evinden dışarı çık­masının cevazı» babında zikre'mistir. Nitekim Nv.vcvV de böyle bir bâb yapmıştır. Aynı hadîsi Ebu Dâvud ile Ncsaî «Teyzem üç defa boşandı» ifâdesi ile tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i serî!; mübtütenin (yani talâk-ı bâinle boşanan kadının) ihti­yacı olunca gündüz evinden çıkabileceğine delildir. Fakat ihtiyacı yok­ken çıkması caiz değildir. Ulemâ'dan bazılarının mezhebi budur. Hattâ bunlara göre ihtiyaç ve özürden dolayı hem gündüz, hem de gece çıka­bilir. Meselâ evin yıkılma tehlikesi kadının komşularından eziyet gör­mesi veya onlara eziyyte vermesi birer özür ve ihtiyaçtır. Bunlar:

«[799] Onları evlerinden çıkarmayın kendileri de çıkmasınlar; ancak aşikâr bîr kötülük yaparlarsa o başka» âyet-i kerîmesi ile istidlal eder­ler. Çünkü âyetteki (fahişe) lâfzı, kayın ana ve kayın pederlere karşı haşin davranmakla tefsir edilmiştir.

Bir takımları gündüzün mutlak suretle çıkabileceğine fakat gece­leyin çıkamıyacağma kail olmuşlardır. Delilleri babımızın hadîsidir.

Hanefîler'e göre mebtüte, gece gündüz evinden çıkamaz. Delilleri az evvel zikredilen âyet-i kerimedir. Bir de, mebtütenin dışarıya çıkma­ya zaten ihtiyacı yoktur; çükü nafakası kocasına aittir. Bazıları; gündüz maişet peşinde çıkabilir; demişse de esah olan çıkamamasıdır.

Ölüm iddeti bekliyen ise gündüzleri ve geceleyin evlerinden çıkabi­lir zîrâ ona nafaka veren yoktur. Binâenaleyh nafakasını temin için gündüzleri evinden çıkar maişet tedariki ekseriya akşama kadar devam eder; onun için gecenin ilk anlarında dışarıda bulunmasına cevaz ve­rilmiştir. Fakat geceyi behemehal evinde geçirmesi îcabeder.

Hadîste hurma toplanırken ondan sadaka vermeye ve sahibine ha­yır yapmayı hatırlatmaya işaret vardır.[800]

 

1142/949- «Fürey'a[801] binli Mâ/ik radıyallalıü anhâ'dan rivayet olunduğuna göre kocası kölelerini ararrvate çıkmış ve kendisini öldür­müşler. Fürey'a demiştir k'vocam bana, mâlik olduğu bir mesken ve nafaka bırakmadığından ailem nezdine dönmeği Resûlüllah sallttlla.hu  aleyhi ve scllem'e sordum.  Resûlüllah (S.A.V.):

  Evet; dedi. Odama vardığımda beni çağırarak :

  Takclîr yerini buluncaya ksdar evinde dur; dedi.

Fürey'a demiştir ki:

  Bunun üzerine o evde dört ay on gün iddet bekledim. Ondan son­ra Osman da bununla hükmetti.»[802]

 

Bu hadîsi Ahmed ile DörtMer tahrîc etmişlerdir. Tirmizî, Zühelî, İbni Hİbban, Hâkim ve başkaları onu sahîhlemişlerdir. Ve hepsi onu Sa'd b. îshak b. Kâb'dan o da halası Zeyneb binti Ka'b b. Ucre'den o da Fürey'a-dan işitmiş olmak üzere rivayet etmişlerdir.

timi Abdilbcrr: «bu hadîs, Hicaz ve Irak ulemâsınca mâruf ve meşhurdur, demiştir.

Abdülhak, İbni Hazm'in yolundan giderek hadîsi Zeyneb'in hâ­linin bilinmemesi ve bir de Sa'd b. îshak'm ada..=-inin meşhur olma­ması sebebiyle illetlendirmiş ise de kendisine bu Zeyneb'in tabiînden olduğu ve Ebu Said'in karısı bulunduğu, ondan Sa'd b. îshak'm hadîs rivayet ettiği tbni Hibban'm da onu mu'temedler arasında zikrettiği hatırlatılarak cevab verilmiştir. Hâsılı Hz. Zeyneb, kendisi Tâbün'den, l-;er-.'tsı i-so Eshâb-ı KîrânVdan olan bir kadındır. Sonra ondan bir nice mu'temcd zevat hadîs rivayet etmiş fakat kimse kendisine dil uzatma-nııştır.

Ka'd b. l.'ifıak'a gelince: Onu da İbni Maln, Ncsai ve Ddrc Kutnî tovsik c!.raifjlcr; kendisinden Hammad b, Yczîd, Süfyan-ı Scvri (97 Mil) İbni Ciircyr, İmam Mâlik ve başkaları hadîs rivayet etmiş­lerdir.

Hadîs-i Şerîf, kocası ölen kadının iddeüni, başladığı evde bitir­mesi lüzumuna delildir. Selef vr haleften bir cemâîiaün mezhebi bu­dur Hm hususta bir çok hadîskr Eshâb-ı Kîrâm'd;ın bir çok eserler var-(bı Kbu- Ilan'ıjc, Ahmcd b. Hnttbel ve Şafii ile bu mezheblerin diğer imamlaınnm kavilleri de budur. İbni Abdilbcrr: «Hicaz'da, Şam'da, Mısır'da ve Irak'da bir çok şehirler fukâhâ'sı da buna kaildir» diyor. Hr. Ömer (R.A.) muhacir ve Ensar'dan müteşekkil bir cemâat huzu­runda bununla hükmetmiştir.

Bu hadîse ta'neden olmamıştır. Râvîleri hakkında söylenenlere ise gerekn cevap verilmiştir. Nitekim az yukarıda gürdük.

arına göre kocası ölen kadına kocasının malından mesken hak­kı urnu'k vâcibdir. Çünkü âyet-İ kerîme'do «Evinden çıkarmadan» de­niliyor. Bunlar: «Vakıa bu âyetteki nafaka ve giyeceğin bir yıl devamı neshedilmişse de meskenin hükmü iddetin devaminca bakidir» di­yorlar. İmam Şafii âyetle uzun uzadıya istidlal etmiştir.

Yine Selef ve haleften bir cemâat da kocası ölene mesken hakkı olmadığına kail olmuşlardır. Abdürrezzak, Urve'dcn Hz. Âİşe (R. Anlın) nm, kocası ölen kadının iddeti içinde evinden çıkabileceğine fetva' verdiğini rivayet etmiştir. İbni Abbas (R. A./den dahî: «Allah yâlnız dört ay on gün iddet bekler dedi, evinde bekler demedi, binâ­enaleyh nerede İsterse orada bekler» dediğini rivayet eder. Bunun bir mislini de Câbir (R.A.) ile sahabeden bir cemâatten rivayet etmiştir. Bazıları buna kail olmuştur. Fakat bu kavil zaîftir. Kitap ve Sünnet'e muarızdır.[803]

 

1143/950- «Fâtime bintî Kays[804] radıyalîahü anhâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki:

— Yâ Resûlallah gerçekten kocam beni üç defa boşadı. Üzerime bîr baskın  yapılacağından  korkuyorum?  dedim.   Bunun üzerine  Resûlüllah {S.A.V.) kendisine emir buyurmuş Fâtıme de (başka yere) taşınmıştır.[805]

 

Bu hadîs Müslim rivayet etmiştir.

Hadîs-:i Şerif, Kitabımızın «Kefâet babı» nda geçmiştir. Fâtıme binti Ksys (R.Anhâ) hakkında Müslim'de uzunca bîr hadîs vardır. Bu hadîsin meâü şır-lur: «Kocası Ebu Amr b. Hafs b. el-Mugîre kendisi Yomen'de olduğu halde gaİbâne ta!âk-ı bâinle Fâtime'yi boşamış ve ona Ebu Ayyaş vasıtasile beş ölçek arpa göndermiş. Fâtİme buna kızmış. Fakat Ebu Amr:

  Valj.ıhi sana hiç borcumuz yoktur; demîş. Bunun üzerine Fâtime, Peygamber   (S.A.V.)'e gelerek  mes'eleyi  anlatmış.  Resûîüllah  (S.A.V.) kendisine:

  Senin onda nafaka hakkın yoktur; buyurmuş; ve Ümmü Şerîk'İn evinde iddet  bekîemesini  emretmiş.  Sonra:

  Bu   kadın   eshâbımın   ziyaret ettiği bir kimsedir. Sen İbni Ümmü Mektum'un yanında iddetlni bekle; çün­kü o âmâ bir adamdır. Onun yanında elbiseni (örtünmez) bırakırsın. - Bir rivâyeJte - baş örtünü bırakırsın (nikâh için) helâl olduğun zaman bana haber ver; buyurmuşlar.

Fâtıme şöyle demiştir: «İddetimi bitirerek nikâh için helâl olduğum zaman Resûlüllah (S.A.V.)'e Muaviye b. Ebu Süfyan'la Ebu Cehm'İn beni istediklerini söyledim.  Resûlüllah  (S.A.V.):

  Ama Ebu Cehim sopasını    omuzundan   bırakmaz - bîr rivayette - kadınları çok doğer - Muaviye'ye gelince: o da yoksuldu; hic-bi   malı yoktur; sen Üsâmetü'bnü Zeyd' Je evlen; buyurdular.

Ben onu beğenr edim. Sonra (tekrar) :

  Üsâme İlrı evlen; buyurdular. Artık ben de onunla evlendim. Allah onda hayır hâlketti ve ona gıbta eder oldum.»

Hz. Üsâme, Resûlüllah (S.A.V.)'in Mevlâsıdir. Babası Hz. Peygam-ber'in vakti ile oğulluğu idi.[806]

 

1144/451- «Amr b. Âs radn/allahih anh'âen rivayet olunmuştur. De­miştir ki: Bize Peygamberimizin sünnetini karıştırmayın! Ümmü'l-Ve-led'in efendisi öldüğü zaman (bekliyeceği  )İddeti dört ay on gündür.»[807]

 

Bii hadîsi Ahmet, Ebu Dâvud ve İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Onu Hâkim sahîhlemiş Dâre Kutnî İse intika' ile illctlendirmistir.

İlletlcndirmenin sebebi, hadîsi Kubeysatü'bnü Züeyb'in Amr b. Âs'-dan rivayet etmesidir. Halbuki Kuhe-ysa Hz. Amr'dan işitmcmİştir. Bu-nuDrtrc Kutnî söylemiştir. İbni'l-Münzir dahî imam Ahmcd b. Hanbel ile hbu Ubcyd'ln onu zaîf bulduklarını söyler. Muhammcd b. Musa diyor ki: «Bu hadisi Ebu Abdillah'a. sordum: sahîh değildir; dedi.» Mcymunî de şöyle diyor: «Ebu /~bdillah% Amr b. Âs'm şu hadîsine şaşarken gördüm. Sonra: Bunda Peygamber (S.A.V.) 'in hangi sünneti var? dört ay on gün aneak hurrenin nikâhdan iddetidir. Bu ise kulluk­tan hürriyet çıkmış bir câriyedir; dedi.»

el-Münzirî demiştir ki: Amr hadîsinin isnadında Ebu Rcca' el-Varrak vardır. Bu zâtı bir çok k.mseler zaîf bulmuşlardır. Hadîsin üçüncü bir illeti daha vardır ki, c da ıztıraptır. Çünkü üç vecihle ri­vayet edilmiştir, imam Ahmcd onun için: «münker bir hadîstir» de­miştir. Kubeysa'nm Hz. Amr'dan rivayet ettiği hadîsin mislini Hallâs, Hz. Ali (R.A.) 'don rivayet etmiştir. Lâkin onun hadîsi hakkında da söz edilmiştir, ibni Mâin (— 233) onun hadîsine ehemmiyet atfet­miyor.

Zehabı (673 —-- 748) «el-Muğnl-» nâm eserinde: «Hallâs b. Amr, Ali ile İbn Abbas'dan rivayet ettiği hadîslerde doğru söylemiştir.» di­yor. Bazıları onun Hz. Ali (R.A.) 'den hadîs işitmediğini söylerler. imam Ahmcd onun hakkında «sıkadır» demiştir. Ebu Hatim: «ka­vı değildir» demiş; Beyhaki ise HaHâs'ın Hz. Ail'den rivayetinin ehl-i ifim nazarında zaîf olduğunu söylemiştir. Mes'elc ihtilaflıdır. Evzaî (88—157) ile Zahirîler ve diğer bazıları Amr hadîsi ile amel etmişlerdir.

imam Mâlik, Şafiî, Ahmcd ve bir cemâat bu kadının bir hayız müddeti iddet bekliyeceğine kail olmuşlardır. Çünkü bu kadın ne zevcedir^ ne de boşanmıştır. Buna yalnız istibra lâzım gelir istibra ise, efendisi ölen cânyeye kıyasen bir kayızdir. Bu cihet ittifakidir. imam Mâlik'e göre Ümmü Veled hayız görmiyen kadınlardan İse üç ay iddet bekler; kendisine mesken de verilir.

Ebu Hanife: «Bu kadının iddeti üç hayızdır.» der. A!İ ve ibni Mes'ud Hazerâtınm mezhcblcri de budur. Çünkü iddet bu kadın hurr olduktan .sonra lâzım gelmiştir. Lâkin zevce değildir ki vefat iddeti beklesin; câriye de değildir. Binâenaleyh câriye iddeti de bekleycmcz. Şu halde hür kadınların iddetini bckliycrck rahmini istibra et­mesi vâcibdir.

Bazıları: «Ru kadının iddotî hür kadınların iddetinin yarısıdır.» der-1er. Bunlar Ümmü Veled'i evli cüriyeyc benzetirler.

«Nihdyclü'l-Müctchıd» nâm eserde şöyle deniliyor: «Hilafın sebebi, Kit;ıb ve sünnette Ümmü Vc!ed hakkında bir şey -zikredilmemiş olmasıdır. Ümmü veled, câriye ile hurra arasında mütereddid kalmıştır. Onu zevceye benzetmek zâîftir, boşanan hurrenin iddelinc benzetmek daha da zâifür».[808]

 

1144/952- Âişe mdn/aUahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Kur'lar ancak tuhurlardır.»[809]

 

Bu hadisi Mâlik, Ahmed ve Nesaî bir kıssada sahih senedle tahrîc etmişlerdir.

İmam ŞâfiVmn îmanı Mdlİk tarîki ile Hz. Âİşe'ye müntehi olan rivayetine göre: Hafsa binli Abdirrahman b. Ebi Bekir üçüncü hayzınm kanını gördüktnı sonra iddetini beklemekte olduğu evden başka yere taşınmış. Bunu Amra binli Abdurrahman'a ««yitmişler; derken is müna­kaşaya dökülmüş, bu hususta bazı kimseler Hz. Âişe ile münakaşa et­mişler ve:

  Allah leâlâ Hazretleri Kitabında (Üç kuru') buyuruyor; demişler. Bunun üzerine  Âişe (R.Anhâ):

  Doğru söylediniz. KurÛ' ne demektir bilirmisiniz? KıınV ancak luhurîardır; demiştir.  (Tuhr'un temizlik müddeti demek olduğunu yu­karıda görmüştük.)

İmam Şafiî diyor ki: «Bize lihUik'in İbni Şi/ıaJ/tan heber ver­diğine göre, İbni Şihnb: Fukâhâmızdan bundan başka bir kavle kail olan bir kimseye yetişmedim; demiş ve bununla Hz. Âişe'nin söyledi­ğini kastcdmişlir.»

«Kar'» ve «Kur'» kelimelerinin lûgatcn hem hayız hem tuhur mâ­nâsına gelen zıtlardan olduğu ve âyclle bunlardan yalnız birinin mu-râd edildiği hususunda ulemâ arasında hilaf vardır. Bu mcs'clcdc üm­metin selefi ile halefi de ihtilâf etmişlerdir.

Eshâb-ı Kirâm'diin bir çokları ile Medine fukâhâsı, İmam Şafiî, İmam Mâlik.vv bir rivayete göre İmam Ahmrd b. Hanbrl âyet-i ke­rîmedeki «. uru'» dan muradın «üç tuhur» yani üç temizlik devresi oldu­ğunda karar kılmışlardır. Hattâ İmam Mâlik (93 179): «Memleketimiz­de ehli ilme hu mes'elede: âyet-i kerîmedeki (Kürû'J dan murâd tuhur­lardır; derlerken yetiştim» demiştir. Bu zevat buradaki Hz. Âişe hadîsi ile isıidlâl ederler. İmam Şafiî «Kitab ve lisan buna delâlet eder» di-or. Kitâbdan delili:

[810] Onları İddel zamanları ile boşayın» âyet-i kerîmesi. Sünnetten delili de İbni Ömer Hadîsindekİ: «Scnra temizlenir nikâhında tutar; is­terse boşar, İşte Alkh'ın kadınların kendisi için kuşanmasını emrettiği iddel budur.» cümlesidir. İbni Ömer (R.A.) karısını hayız halinde bo-şadığı zaman da Resûlüllah (S.A.V.):

— Kadı i temizlendiği zaman ister boşansın ister ni­kâhında tutsun» buyurmuştu. Şafiî diyor ki:  «Âyetteki  (iddelleri)

la'hirinden murâd, iddetlcrindcn önceki zaman mı yoksa iddetleri için­deki zamanmıdır? Tereddüt etmekte idim. Bir de baktım Resûlüllah (S.A.V.) iddetin, hayız değil de tuhr olduğunu haber veriyor. Çünkü âyeti (iddetlerinden önceki zaman için) mânâsına alıyor. Bu ise kadını te­miz İken boşamakla olur; iddeti karşılamak böyle olur. Şâyed hayızlı iken hoşasa iddetini karşılamış olmaz.

Lisan'a gelince : (Kar') hapis manasınadır. Bunu kelimenin kullanı­lışından anlıyoruz; nitekim eski arap şiirlerinde de misal bulmak müm­kündür.»

Selef-İ Sâlihîn'dcn bir cemâat, Hulefâ-i Raşİdîn, İbni Mes'ud (R.An-hüm) ile diğer bir çok sahâbe-i Kirâm'ın ve Tabiîn hazerâtının mez-hebince (kurû')dan murâd bayızlardır.

Hadîs imamları ile Hanefîler'in ve diğer bir çok fukâhâ'nın mezhe­bi de budur. İmam Ahmcd b. Hanbrl bir zamanlar (kuru') u tuhur-lar mânâsına almış, fakat sonradan o sözden rücu' etmiştir. Hz. İni fim'm bu hususta şunları söylediği rivayet olunur: «Kuru' için bunlar tuhurlardır, diyordum. Bu gün ben bunun (hayızlar) mânâ­sına geldiğine kaniim.»

Bunların delilleri de Kitap, lügat ve  sünnettir.  Kitaptan delilleri:

[811] «Boşanan kadınlar bizzat kendileri üç kur' müddeti beklerler.» Âyct-i Kerimeyidir. Mezkûr âyet-i kerime üzerindeki münakaşa bir usûl~i fı­kıh meselesidir; ve muhaliflerle iki noktadan münakaşa edilir :

1— Âyette : «üç Kur'» buyurulmuştur. Üç lâfzı hâss bir kelimedir. Hâss medlulünde kat'iyyel ifâde eder; onun ziyâde ve noksana asla ta­hammülü yoktur. Mademki «üç Kur'» denilmiştir; artık bunu iki buçuk yapmak veya üç buçuğa çıkarmak imkânsızdır.

Eir kadın Allah'ın emrettiği vecihle yalnız luhur halinde yani temiz İken boşanır. Bu hususta bütün ulemâ müttefiktir. Fakat Şâfiîler tara­fı, içerisinde talâk vâki' olan tunum da iddetten sayarlar; bundun sonra onlara göre kadın iki tuhur daha bekleyecektir. Dikkat edilirse kolay­ca anlaşılır ki. bu taktirde üç kur' tamam olmamış iddet iki buçuk kur'da kalmıştır. Çünkü ne kadar" az farzedersek edelim ilk tuhurda kadın boşanmadan önce bir müddet geçmiştir. Şu halde o tuhur bütün değildir. Böylece iddet iki bütün bir yarım tuhur olmuş olur. Bu yarım tuh uru saymasak da ondan başka bütün üç tuhur bekletsck bu defa iddet üç buçuk tuhur'a çıkar. İşte bundan dolayı (Kar') için tuhur de­meye İmkân yoktur. Onu hayız mânâsına alırsak mes'ele hâssın husu­siyet ve kat'iyyetine hiç dokunmadan halledilir; zîrâ kadın tuhurda bo­şanır; arkasından sıra ile üç hayız müddeti geçti mi tam olarak üç kur' beklemiş olur.

2— Kur' lâfzında toplanma mânâsı vardır. Arap lisanı tedkik edil­miş ve binneticc nerede (K. r) maddesinden meydana gelmiş bir keli­me bulundu ise onun   mutlaka   toplamakla ilgili olduğu   görülmüştür. Meselâ  Kur'ân-ı  Kerîm'e  Kelâmuilah'ı  topladığı için  Kur'ân denildiği gibi ahâliyi bir araya topladığı için köye (Karye) denilmiştir: yine ic-timâ'dan dolayı ziyafete    (Kıra) itlâk edilmiştir.    Binâenaleyh    Kur'u hayız mânâsına hamletmek   îcabeder;    çünkü hayizda kanın rahimde toplanması vardır.

Sünnetten delilleri :

«Kur* günlerinde namazı bırak» hadîsidir. Bu hadîsteki Kur'lar için tuhur mânâsı iddia eden olmamıştır. İmam Ahmed'le Ebu Davud'un Evtas esirleri hakkında tahrîc ettikleri hadis de bunla­rın delîlleri'idcndir. Mezkûr hadisde : «Hâmile doğuruncaya ka­dar; hârnİie olmayan bir hayız görünceye kadar kendileri İle Cİmâ' edilemez.» buyuruimustur. Nitekim ileride görülecektir.

Hanefîdîr'in delillerine Şâfiiler tarafından cevap verilmiş; ve bu bâbta köz hayli uzamıştır.

Bu mes'elede İbnİ'l-Kayı/im de Hanefiler'le beraber olmuş ve (Kur') dan muradın hayız olduğunu isbât sadedinde uzun mütâlâalar serdcd mistir.

Aşağıdaki hadis dahi (Kur') dan muradın hayız olduğuna delildir.[812]

1145/953- «İbnl Ömer radıyaîîahü anhiimâ'âan rivayet olunmuştur. Do mistir ki: Cariyenin talâkı İki defa, iddeti de iki hayızdır.»[813]

 

Bli hadîsi Dâre Kutnî rivayet etmiştir. Dâre Kuînî onu merfu' ola­rak da tahrîc etmiş fakat zaîf bulmuştur. Ebu Dâvud, Tir-nizî ve İbnî Mâce onu Âİşe hadîsinden tahrîc etmişlerdir. Hadîsi Hâkim sahîhlemiş ise de diğerleri ona muhalefet ederek zaîf olduğuna ittifak etmişlerdir.

Dâre KutnVnin zaîf bulmasına sebep, râvîlcrİ arasında Atiyyetü'l-AvfVmn bulunmasıdır. Bu zâtı bir çok imamlar zaîf bulmuşlardır. Ebu Dâvud, Tirmizl ve îbni Mâce'nin tahrîc ettikleri Âişc hadîsinin» lâfzı şudur :

«Câriy'nin boşanması iki talâk, Kur'u da iki hayızdır.»

Fakat bu da zaîf tir. Çünkü Müzahir- b. Müslim'in rivayetidir. Bu zât hakkında Ebu Hatim «münkerü'l-Hadis» demiş; îbni Mam ise ma'-ruf olmadığını söylemiştir.

Binâenaleyh bazılarınca istidlale elverişli değilse de musannif onu burada, cariyenin hurreye uymadığını göstermek için zikret­miştir. Câriye iki talâkla kocasından bâin olur; iddeti iki kur'duf. Bu meselede ihtilâf edilmiş; ortaya bir kaç kavil çıkmıştır. «SübüIü - Selâm sahibi bunların içinden Zahirüer'in kavlini beğenmiş öte-kikrini zİkrctmcmiştir. Zâhİrîler'e göre hıırre ile cariyenin talâkı ara­sında fark yoktur, zîrâ talâk hususundaki deliller arada fark gözet­meksizin umumî olarak vârid olmuşlardır. Fark görenlerin delilleri ise onlarca kifayetsizdir.

Câriye'nin iddeti ihtilaflıdır. Zâhirîler'c göre hurre ile câriye ara­sında hu hususta dahî fark yoktur. Bu bâbta İlmi Hazm şu mütâlâa­da bulunuyor : «Çünkü Allah kitabında bize iddrtleri öğretti ve: (Boşa­nan kadınlar bizzat kendileri üç kur' iddet beklesinler.) (Sizden vefat ederek zevcelerini bırakanların zevceleri bizzat kendileri dört ay on gün beklesinler.) (Kadınlarınızın hayızdan kesilenîerî hakkında şüphe eder­seniz onların iddeti üç aydır; hay;z görmeyenlerin de Öyle. Hamilelerin iddelî ise doğurmalarıdır) buyurdu. Allah bize cariyeleri mubah kılar-krn onlara da iddet lâzım geldiğini bildirdi. Bununla beraber iddet hu­susunda hurre ile câriye arasında bir fark yapmadı. Senin Rabbin unut­kan değildir...»

İbni II'.izm, Hanefiler'dm cevabını almıştır. Kendisine şöyle denil­miştir : «İstidlal ettiğin bütün âyetler hür zevceler hakkındadır. Çünkü (kadının fidye-i necat vermesi) hurreye mahsustur; cariyenin fidyesini sahibi verir. Demek ki bu âyet hurreler hakkındadır.

[814] «Karı ile kocaya yaptıkları ric'at hususunda bîr günah yoktur.» âyet-i

kccinıosi de böyledir. Müracaat olunacak şey -ki akid'dir- kan kocaya bırakılmıştır. Cariyede bu husus yine sahibine aittir.»

[815] «Kadınlar bekleyecekleri iddeti tamamladıkları zaman ma'ruf vecİh-le kendileri hakkında yaptıkları işlerden dolayı size bir günah yoktur.»

âyet-i kerîmesinde dahî hurreler mevzuu bahistir; çünkü cariyenin hod be hod bir is yapmağa hakkı yoktur.»

Biz Kârîîn-i Kirâm'dan müsaade recâ ederek bahsimizi «Sübülü's-Sclâm» sahibinin beğenmediği kavillerle bitirmek isteriz; ve deriz ki:

1— îmam Şafiî'ye göre talâkın adedi erkeğin hâline göre, ka­dının iddeti ise kadının hâline göredir. Şu halde erkek köle, karısı hıırre ise iki talâk; erkek hür' kadın câriye ise üç talâk hakkı vardır. Delili :

«Talâk erkeklerin; iddet de kadınların hâline göre mu'teberdir.» hadis-i şerifidir. Fakat rivayete göre İsa b. Ebûn, Hz. Şafii'ye : «Ey fakîh, hür bir erkek câriye olan karısını üq defa boşamaya mâlik ise bu talâkları sünnet vecihle nasıl yapar?» diye sormuş. Şafii : «Onu bir defe boşar; hayızım görüp temizlendi mi bir daha boşar» demiş. Tam üçüncüyü söyliyeceği sırada İsa : «Ye­ter iddeti bitti» demiş. Şafii bu suretle hayrette kalınca o sözünden dönerek : «Cemi'de bid.at, tefrikte sünnet yoktur.» demiştir. Bu sö­zün mânâsı : Üç talâkı birden yapmak bid'at değil, ayrı ayrı yap­mak da sünnet değil; demektir.

Mezhep imamlarından İmam Mâlik ile İmam Ahmcd b. HanbcVin; Eshâb-ı Kirâm'dan Ömer, Osman ve Zeyd b. Sabit (R.Anhüm) haze-râtmı.ı mezhebi de budur.

2— Hanefîler'e göre cariyenin talâkı iki, hurretinin talâkı üçtür. Kocalarının hür veya köle olmasının bu bâbta hiç bir tesiri yoktur. De­lilleri : babımızın hadîsidir. Vakıa' bu hadîs zaîf sayılmışsa da Hane-fîler bu iddiayc cevap vererek diyorlar ki : «evvelâ bu hadîsi bazı imam­ların zaîf bulması onu tamamiyle yok hükmüne indirmez. Saniyen: bu hadîsi Müzahir rivayet etmiştir; onun bu hadîsten başka hadîs ri­vayet ettiği bilinmiyor; iddiası zaiftir. Çünkü onun Sûre-i Âl-i İmran'ın sonunda her gece o nâyet okurduğuna dâir bir hadîsini İlmi Adiyy (279 — 3fi5) Hz. Ebu Hüreyre'den tahrîc ettiği gibi aynı hadîsi Tahrrâm de rivayet etmiştir. Sonra hadisi bazıları yalnız Ebu Astm'd&n gel­diği için zaîf bulmuş; bir takımları onu İbni Maîn, Ebû Hatim ve Bu-harî'nın zaîf bulduklarını söylemiş, lâkin Hâkim onu mevsuk bula­rak sahîhîcmiş; timi Hibban dahî onu tevsik etmiştir. Hâkim, Mü­zahir hakkında şunları söylemektedir : «.Müzahir, Basrahlar'dan ma'dud bir şeyhtir. Onu, geçen üstadlarımızdan hiç biri bir gûnâ cerh İle zikretmrmiştir.»

Görülüyor ki, bu hadîs sahih değilse bile hasendir. Hasrn hadîs ise hüccet olmağa elverişlidir. Ulemâ-i Kİrâm'm bu hadîs mucibince amel etmiş olması da onun sahih olduğuna delildir. İmam Tirmizî onu ri­vayet ettikten sonra : «garib bir hadîstir. Ama gerek eshâb-ı ResûlüK lah'dan, gerekse onlardan gayrı ulemâ tarafından onunla amel olunmuştur.» demiştir. İmam Mâlik : hadîsin Medine'de şöhret bulması sene­dinin .sahih olması yerine geçer.» derdi.

Hanefiler'in kavli : Eshâb-ı Kirâm'dan Alî ve İbni Mesud (R. Ân-lıiimâ) ile İmam ScvrVnın mezhebidir.

Buraya kadar verilen izahattan anlaşılıyor ki : Kifayetsiz olun, «Sübülü's - Selâm» sahibinin beğenmediği zevatın kavilleri değil, bi­lâkis onun bcğindİği Zâhirîler'in iddialarıdır.[816]

 

1147/954- «Ruveyfi' b. Sabit[817] radıyalahü anh'öen Peygamber sallallahü aleyhi ve scllem'dçjn duymuş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah (S.A.V.)  :

— Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kimseye, kendi suyunun başkasının ekinini sulaması helâl olmaz; buyurmuşlardır.»[818]

 

Bu hadîsi, Ebu Dâvud ile Tirmizî tahrîc etmiş; ibni Hibbân onu sa-hîhlcmiş; Bezzar ise ha sen bulmuştur.

Hadîs-i şerif, hâmile kadınla onu flehc bırakandan başka birinin cİ-mâ' etmesinin haram olduğuna delildir. Bunun misali hâmile olarak sa­tın alınan câriye ile esir alman câriyedir; ve hüküm gebeliğin zahir ol­ması takdirine göredir, eğer zahir olmamışsa ileride görüleceği veçhile istibra yapmadan cima' edilmesi caiz değildir.

Ulemâ hâmile olmayan zâniye'ye iddet mi yok sa istibra mı lâzım geleceğinde ihtilâf etmişlerdir. Bazıları ona iddet beklemenin vâcib ol­duğuna; ekser-i ulemâ ise iddetin vâcib olmadığına kail olmuşlardır: «tddet vâcibdir» diyenlerin delili, delillerin umum bildirmesidir.Vâcib değildir diyenler :

«Çocuk nikâhındır.» hadîsi ile istidlal cderîer.

Musannif «Telhis» de Hanbelîler'in Ruveyfî' hadîsi ile yalnız zi­nadan hâmile olan kadının nikâhının fâsid olduğuna istidlal ettiklerini söylemektedir.

Bu hadisle Haneftler hâmile olarak alman kadının gebeliği başka­sından olduğu taktirde cimâ'nın haram olduğuna istidlal ederler. Ken­dilerine, bu hadîsin esirler hakkında vârid olduğu ileri sürülerek i'ti-râzda bulunmak İstenmişse de Hanefîler tarafından : «İ'tibâr lâfzın umumunadır.» diye cevab verilmiştir.[819]

 

1148/955- «Mefkûd'un karısı hakkında Ömer radıyalahü anh'öen ri­vayet edilmiştir: Bu kadın dört yıl bekler; sonra dört ay on gün iddet çeker; demiştir.»[820]

 

Bu hadîsi Mâlik ile Şafiî tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin daha başka tarîkleri de vardır. Bu bâbta bir de kıssa rivayet olunur. Mezkûr kıssa kaybolan bir adama âit olup Âbdür-rezzak tarafından senediyle tahrîc edilmiştir. Kaybolan zât kıssa da şöyle diyor :

  Vadiye girdim. Beni cinler zaptetti!er. Aralarında dört sene kal­dım. Karım Ömer b. Hattab (R. A,/a giderek hâlini arzetmiş. Ömer (R. A.) ona, halini kendisine arzettiğinden i'tibâren dört sene bekle­mesini emretmiş, (Hz. Ömer bundan sonra kaybolan zâtın velîsini ça­ğırarak kadını boşatmış. Sonra kadına dört ay on gün iddet beklemesini emretmiş). Kadın evlendikten sonra ben geldim. Artık Ömer beni kadını almakla ona verdiğim mehri almak arasında muhayyer bıraktı.

Aynı kıssayı Beyhakı dahî tahrîc etmiştir. Onda kıssanın sâhİ-bi memleketine döndükten sonra Hz. Ömer şunları anlattığı söyleniyor:

«— Yatsı namazına çıkmıştım. Hemen beni cinler esir ettiler. Ara­larında uzun zaman kaldım. Sonra bu cinlerle mümin -yâhud müslim demiştir- bir takım cinler harbettiler rr.üsülümanlar onlara galebe çal­dılar; ve onlardan bir çok esirler aldılar. Onlardan aldıkları esirler me-yanında beni de aldılar. Bana dediler ki :

— Senİ müslüman bir adam görüyoruz. Bize seni esir etmek helâl olmaz. Bunun üzerine beni aralarında kalmakla yurduma dönmek ara­sında muhayyer bıraktılar. Ben aileme dönmeyi ihtiyar ettim. Bu sefer onlar d;ı benimle "geldiler. Geceleyin benimle konuşmuyorlar;  gün­düzün ise bir kasırga oluyor; ben onu takibediyordum; demiştir. Ömer (R. A.) kendisine :

  Onların,arasında iken yiyeceğin ne idî? diye sormuş:

  Kara fasulye ile üzerine besmele çekiîmiyen  şeylerdi, demiş:

  Ne içiyordun? diye sormuş  :

  Ccdef içiyordum; cevabını vermiş.»

Katâde : «Ccdef : ekşimeyen şaraptır» demiştir. Mefkud : kaybol­muş demektir.

Hadîs-i şerîf, Hz. Ömer'in mezhebine göre kaybolan bir kimsenin ka­rısı hâkime dâva açarak hâlini ona'arzettikten i'tibâren dört sene geçti mi kocasından ayrılacağına delildir. İbni Ebî Şeybc'nin rivayeti, hâ-kim'in kadını kaybolan koöasmm velîsine boşattıracağına delâlet ediyor.

Eshâb-t Kirâm'dan bir cemaatla İmam Mdük ve Ahmcd'in bir kavline göre Şafiî'nin mezhebi budur. Delilleri Hz. Ömer'in Pilidir.

Hanefiler'le bir kavlinde Şafii'ye göre ise kayıp kocanın öldüğünü veya boşadiğını yâhur -e'-ıyazü Billâh- dîninden döndüğünü yüzde yüz bilmedikçe kadın o adamm karısı olmaktan çıkmaz. Çünkü kadının onun nikâhlısı olduğu yakînen ma'lûmdur. Böyle yakînen bilinen bir şey ise şüphe ve tahminle değil, ancak yakînen bilmekle zail olur.

Bu umumî bir kaide olup MeccMc'nin 4. cü maddesinde : «Şek ile yakın zail olmaz.» şeklinde hulâsa edilmiştir.

İmam Şâfi'nin AH (R. A./den mevkufen rivayet ettiği şu hadîs de buna delildir :

«Kaybolan kimsenin karısı imtihana maruz bir kadın­dır. Şu halde kocasının yüzde yüz öldüğü kendisine bildi-rilinceye kadar sabretsin.»

Beyhakl bu hadîsin Hz. Ali'den uzun bir hadîs olarak şöhret bulduğunu söyler. Abdürrezzak dahî bunun mislini tahrîc etmiştir. Hâdevîler : «Mefkûd'un öldüğü veya karısını boşadığı yüzde yüz bilinmezse, kadının tabiî ömrü boyunca, yani 120 sene bekler» demişler; bir takımları 150 den 200 seneye kadar beklemesi îcabettiğine kail ol­muşlardır. Fakat bu, bazı muhakkiklerin dediği gibi felsefî bir kaziyye-dir; İslâmiyet bundan bendir. Çünkü ömürler hâlik-ı Cebbar tarafından taksim edilmiştir; onlara âdi veya tabiî demek doğru değildir.

Hanefiler'e göre, akrçn-ü cmsâl'i kalmadığı vakit Mefkûd'un öldü­ğüne hüknıolunur. Vâkiâ îmatn A Şam'dan bir rivayete göre de 120 sene beklemek îcâbederse de tmam-ı A'sam'm kavline en uygun olan birinci rivayettir. Zîrâ insanların ömürleri zaman geçtikçe değişir. İmam EbıC Yusuf'tan bir rivayete göre bekleme müddeti yüz sene, bir ba^ka rivayete göre 90 senedir. Fakat bu rivayetler içinde Hanefîler'ce en makbul olanı birincisi yanî akranı kalmayıncaya kadar bekler rivayetidir.[821]

 

1148-a/956- «Mugİretübnü Şu'be radıyallahü anh'den rivayet edil­miştir. Demiştir ki:  Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve scllcm:

— Kayp kimsenin karısı, kendisine beyân gelinceye kadar karışıdır; buyurdular.»[822]

 

Bu hadîsi Dâre Kutnî zaif bir isnadla tahrîc etmiştir. Hadîsi Ebu Hatim (195 — 277), Beyhakl (384 — 458), îbni'l-Kattân (120 — 193) Abdülhâk ve başkaları zaîf bulmuşlardır.[823]

 

1149/957- «Câbir radtyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiş­tir ki: Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve sellem:

— Hiç bir adam bir kadının yanında gecelemesin, An­cak nikâhlısı veya zî-rahimi olursa o başka; buyurdular.»[824]

 

Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

Müslim'in bir rivayetinde «Dul bir kadının yanında» de­nilmiştir: Dul kadının hassaten zikredilmesi ekseriya onun yanına gi­rildiği içindir; diyorlar. Bakire yabancılardan son derece kaçınır; çe­kinir, bir de yanma girmek hususunda nisbeten müsamaha gösterilen dul kadının yanına girmk memnu' olursa, bakirenin yanına girmenin bilevlâ memnu* olacağı anlaşılsın diye dul kadın zikredilmiş olabilir.

Hadîs-i şerîf, ecnebi bir kadınla başbaşa kalmanın haram olduğu­na fakat zî-rahimle kalmakta beis olmadığına delildir. Bu cihet ulemâ arasında ittifakıdır. Zî-rahim: yakın akraba demektir. Bundan murâd nikâhı ebcdiyyen haram olan kadındır. Böylelerine hususi ta'biri ile zî-rahim-i mahrem denilir.

Hadisteki «gecelemesin» ta'birinden, meOıum-u muhalefet ta­rîki ile gündüzün ecnebi bir kadınla başbaşa ve başka kimse bulunma­mak şartı ile bir arada kalmanın caiz olacağı hatıra gelirse de bu mef­huma i'tibâr yoktur. Aşağıdaki hadis dahî aynı hükme delâlet eder.[825]

 

1150/958- Ibnİ Abbas radryallahü anhihnâ'öan Peygamber sallalla-hü aleyhi ve srllrm'den işitmiş olamak üzere rivayet olunduğuna göre Peygamber (S.A.V.):

— Sakın bir adam bir kadınla baş başa kalmasın. An­cak beraberinde zî-rahim-i mahrem olursa o başka; buyur­muşlardır.»[826]

 

Bu hadîsi Buharı tahrîc etmiştir.

Hadîsi Şerîf ecnebi bir kadınla gece veya gündüz bir arada yal­nız kalmanın haranı olduğuna delildir. Lâkin yanlarında zî-rahim-i mahrem-i bulunursa beraber kalabileceklerdir. Zaten buna halvet demek bile mecaz olur. İstisna dahî istisnâ-i münkatı'dır.

Nikâhı helâl olan bir kadınla cimâ'a mâni' bulunmayacak şe­kilde bir arada başbaşa kalmaya «Halvet-i sahiha» denilir ki bir çok yerlerde buna cima' hükmü verilir.[827]

 

1151/959- Ebu Saîd radıyallahü anh'den   Peygamber salîaîlahü aleyhi ve seîlem'm Evfâs esirleri hakkında:

— Hiç bir hâmile ile doğurmadıkça cima edilmez; hâ­mile olmayanla dahî bir hayız görmedikçe cima olunmaz;

buyurulduğu  rivayet edilmiştir.»[828]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud tnhrîe etmiştir. Hâkim onu snhîhlemiştir.

Hadisin Jjarr, KııtnVdc İlmi Abhn.s'da.n bir fjâhİdi vardır.

Evtâs: Hevazîn tarîiflarıntla bir vadidir. Huneyn harbi burada ol­muştur. Bazıları Evtâs'la Huneyn'in lîaşka başka yerler olduğunu söy­lerler.

Hadîsin İbni Abbas (R. A./dan rivayet edilen şahidi şudur:

Resûlüllah (S.A.V.) hâmile ile doğuruncaya kadar, hâmile olmayan­la H,^ hayız görünceye kadar cima' etmekten nehî buyurdu.» bu hadîsi Müslim ûc rivayet etmiştir. Ondaki lâfzı şudur...

«Resûlülfah {S.A.V.) Huneyn günü Evt «'a bîr ordu gönderdi. Bu erdu düşmana rastlıyarak onlarla hârbetti ve aüşmanlara gâüb geldiler. Bir çok esirler aldılar. Resûîüllah (S.A.V.)'in eshâbından birtakım kim­seler esir atman kadınların müşrik kocaları olduğu için onlara yaklaş­maktan .çekmiyorlardı. Bunun üzerine Allah bu mes'elet lakktnda (na­muslu kadınlar da haram kılınmıştır. Ancak satın aldığınız cariyeler müstesna) âyet-i kerîmesini indirdi.» Yani esir kadınlar iddetleri bitin­ce size hclâlchıiar,

Hadîs-i Şerif, esir ediien kadınla cinsî münasebette bulunmak iste­nirse bir hayız müddeti ona yaklaşmıyarak istibrâ yapmanın vâcib ol­duğuna delildir. Bu hâmile olmayan hakkındadır ve rahminde çocuk olup olmadığını bilmek için meşru' olmuştur. Hâmile ise doğuruncaya kadar beklenir. Satın almakla veya başka bir suretle mâlik olunanlar

dahî esirlere kıyâsen aynı hükümdedirler.

«Hâmil2 olmayan bir hayız görünceye kadar» irâdesi bakire ve di.Nara şâmildir. Bir eok ulemâ'nin mezhebi budur. Diğer-liTİnr £Öre iîtihrû ancak gebeliği bilinmiyenler hakkında yapılır. Gebe nlm;i(h£ı ma" ûm nla.nlara istihraJnın lüzumu yoktur. Bunu Alnlürrczzalc, İhni Ömer (ti.A.) 'dan rivüyet etmiştir, ibril Ömer: «Câriye bakire o!-dumu dilerse ona İstibrâ yapmaz» demişin*. Bu hadisi Buiıarl «Huhiİr» in d:* rivâyeî etmiştir. Bunun bir mislini de Büreyde rivayeti ile Alî (f'.A.) dan 'ahric etmekledir, imam Ahmrd b. UanbcV'ın tahric etü-ı'j Kuvcyfİ' hadisinin mefhum-u muhalifi de bu mânâyı le'yid eder; zîrâ n hadiste :  :

(Eğer bir kimse Allah'a ve âhir p;iine îman ediyorsa esiı ferden bir dul kadınla hayzını görünceye kadar cima. Cımcsin» buyuruimuştui'. İmam Mâlikin mezhebi budur. Yalnız Mâliki mezhebini tahkik eden Mâzarî diyor ki: «Bu bâbta en derli t"|p|u söz şudur: «Hâmile olmadığında şüphe bulunmayan her câri-yy1 istibrâ lâzım değildir. Hâmile olduğu zan veya şüphe edilen yûhı'ıd tereddüd hasıl olan her cariyeye de istibrâ lâzımdır. Zann-ı Kâlihn güre hâmile olmayan fakat hâmile olması yine de caiz görü-İm her câriye hakkında istibrâ'mn lüzum ve sukutuna ait iki kavil vardır».

Hâsılı istibrâ mes'elesinde İmam Mâlik'in mezhebi gebeliği bil-mcyo nıü.stcniddir. Gebelik bilinmiyor veya şüphe edilmiyorsa is-lıhı-âya lüzum yoktur; biliniyor veya şüphe ediliyorsa istibrâ lâzım­dır.

Ihni'l-Kayyim (691 — 751) ile üstadı îbni Tcymiyye (661 — 728)'nin mezhebi de budur.

Ihıvud-ıı Zahiri (202 — 270) 'ye göre esirlerden gayrı cariyeler­de istibrâys. lüzum yoktur; çünkü o kıyası delil saymaz. Bir de ona göre câriye alım ve satımı evlendirme hükmündedir.

Esir hadîslerinden anlaşıldığına göre esir edilen câriye ile cinsi münâsebette bulunabilmek için onun Müslüman olması şart değildir; çünkü bu cucli Resûlüllah (S.A.V.) hiç bir hadîste beyân etnv mistir. Müslümanlık şart olsa mutlaka beyân ederdi. Aksi taktirde beyânın ha­cet zamanından gecikmesi îcabeder ki, bu caiz değildir. Ulemâ'dan Tavus ve b ıskalarının mezhebi budur.

Hadîsin mefhum-u muhalifine bakılırsa istibrfıdan evvel cinsî münâsebetin mukaddemlerini yapmak caizdir. İbni Ömer (li.A.) 'in. fiili de hım.'i deiüdir. İbni Ömer bir harple hissesine düşen bir' cariye­nin boynunu gümüşten ihrike benzeterek öpmüş ve: «Âleme karşı onu öpmekten   kendimi  alamadım»  demiştir. Rivayet Buharidendir.[829]

 

1153/960- «Ebu Hüreyre radıyallahü anhden Peygamber saUaîîahii aloıhı v: scHcm'dcn duymuş oîarak rivayet olunduğuna göre Peygam­ber (S.A.V.):

— Çocuk   firâşa   âiddir.   Zenpâre'ye de   taş   vardır; buyurmuşlardır.»[830]

 

Hu hadîs. Ebu Hüreyre'den bir kıssa hakkındaki Âişe hadîsinden ve Nosaî'deki İbnî Mes'ud hadîsi ile Ebu Dâvud'takİ Osman hadîsinden müftefekun   aleyh olarak tahrîc edilmiştir.

İlmi Abdilbcrr (368 — 463) bu hadisine eshâb-ı kirâm'dan yirmi küsur zât tarafından rivayet edildiğini söylemiştir.

ir.'idîs-i Şerif, firâş ile çocuğun nesebinin babadan sabit olacakına delildir.

Firas'ın mânâsında ulemâ ihtilâf etmişlerdir Aslında döşek demek (ilan bu kelime cumhur'a göre kadının bir İsmidir; bazan bununla cima' hali de ifâde olunur, Kbu Ilanîfr'ye göre firâş zevcin bir ismidir.[831] Ulemâ nesebin ne ile sabit okluğunda dahi ihtilâf etmişlerdir. Cum­hur'a pöre hurreye cima' İçin imkân vermekle sabit _o!ur. Bu hususta nikâh-i sahîh ile fasidin arasında bir fark yoktur. Şâfüler'le Hanbeliler'-în ve di^er bazı kimselerin mezhebi budur. Ebu Ilanife'yc görc ncsrb nefs-i akid ile sübût bulur. İbni Tay?niyyr'yo göre ise cima' vâ­ki' okluğunu muhakkak surette bilmek şarttır. İJnnl- - Katiyim de avni kavli ihtiyar etmiştir. Hatta bu bâbda İlmi'l - Kayyım şöyle diyor:«Acaba cima' vâki' olmadan lûgatçilarla örf ehli olanlar ka­inijm firâş sayarını? Karısı ile cinsî münasebetle bulunmıyan, hattâ I »ir araya gelmeyen bir adama mücerred bir imkân tasavvuru ile al nasıl nesb ilhak edebiliyor? Böyle bir imkânın yokluğuna âde-leıı kat'iyyeîk-hükmolunabiîir; binâenaleyh kadın ancak muhakkak duhûl ile firâ olur.» İbni Tcıpnİı/ı/c'nin kavli İmam Ahmcd b. llttn-hrl'dcn de rivayet olunur. Buraya kadar mevzu-u bahis olan, hur-rcııin firâşınm sübûtu idi.

Cariyenin firâşına gelince: hadîsin zahiri ona da şâmildir. Câ-riyohin firâşı sâhibli ise sahibinin cima' etmesiyle yâhud sahibi İ'tirâf ederse milk şüphesiyle veya bir vecihio sabit olur.

Bu hadîs câriye hakkında vârid olmuştur. Hz. Âişe (R.Anhn) diyor ki : «Sa'dü'bnü Ebi Vakkas ile Abd b. Zem'a, Zem'a'nın bir cariyesinin[832] oğlu hakkında Peygamber (S.A.V.) 'in huzurunda dâvaya durdular. Sa'd :

    Resûlüllah, kard&şim  bana, geldiğim zaman Zem'a'nın cari­yesinin oğluna bakmamı vasiyet etti.  İmdi çocuğu al da  bana ver, çün­kü oğlumdur;  dedi. Zem'a'nin oğlu ise :

  Çocuk  kardeşimdir ve babamın  cariyesinin  oğludur;   dedi.   Bunu müteakip   Peygamber   (S.A.V.)   çocukta   Utbetü'bnü   Ebî Vakkas'a   ben­zerlik gördü ve    :

  Bu -çocuk senindir ey Abd b. Zem'a;   çocuk firâşa

aittir. Sen Cie ondan kaç OV S^VCİe: buyurdular.» Bu vak'a Mekke' ııiıı fethi yılıp.da olmuştur. Hadisi Buharı rivayet etmiştir. Hadîsin dii;cr bir rivayetinde: «Sa'd:

     Resülallah bu  çocuk  kardeşim   Utbe'ü'bnü Ebî Vakkas'ın  oğ­ludur. Oğlu olduğunu bana vasiyyet etti. Çocuğun benzeyişine bak; de­di. Abd b. Zem'a ise:

Bu benîm kardeşimdir ya Resülallah, babamın firâşı üzerinde ken-*li cariyesinden doğdu; dedi. Bunun üzerine Resûlüüah (S.A.V.) kime benzediğine  bıktı  ve apaçık  Utbe'ye  benzediğini gördü fakat :

  Çocuk senindir ya Abd b. Zem'a: Çocuk firâşa ait­tir. 2omr>âreye de taş. Sen de ondan kaç Şevde; buyurdu»

denilmektedir.

Anlaşılıyor ki Utbe, Zem'a'nın cariyesi ile zina etmiştir. Uibe Kâfir olarak holâk nlmuştur.

Bu hadîs Peygamber (S.A.V.) 'in çocuğu firâşa nisbet ettiğine delâ­let ediyor. Hükmün sebep ve mahalli, câriyedir. Şu halle cariyenin fi­râsı sırf ciınâ'la sâhit uluyor demektir Cumhur-u ulemâ ile İmam $«fii, Mâi'ık. Ahmcd ve İbrahim Nrlıûi (11 ) buna kaildirler.

Hancfilor'le ılitfrr hir lakım ulemâya güre cariyenin firfışı ancak sahihinin «Çocuk bendedir» diye iddiası ile sahil nlur. Sadece cimâ'ı ikrar kâfi değildir. K^er cariyenin sahihi çocuğa iddia etmezse nesebi sahil olmaz; ve annesi kimin malı ise çocuk da onun malı olur. Cari­yenin ilk çocukunu efendisi «bendedir» diye iddia ederse ondan sonraki çocuklar için iddiaya hacet yoktur. Onlardan neşelileri cariyenin sahibin­den sabit olur. Çünkü hu câriye Ümmii Veled olmuştur.

HanefÜer buna hıırre ile cariyenin aralarındaki farkdan dolayı kail olmuşlardır. Onlar firâşı: kavi, zaîf ve orta olmak üzere üç kısma ayı­rırlar.

Kav* firaş: nikâhlı kadının firasıdır. Bunun hükmü: Çocuğunun ne­sebi İddia etmeden sabit olmak: bönden değildir; diye nefî etmekle ondan hemen müntefî olmayıp ancak liânla müntefî olmaktır.

Zaîf firâş: Cariyenin firasıdır. Hükmü: Bununla ancak iddia şartı ile neseb sabit olur. İddia edilmezse çocuğun nesehi sabit oimaz.

Orta fîrâş: Ümmii Veled'in yani çocuk doğurmak için tayin ve tahsis edilen cariyenin firasıdır. Hükmü: Eununla «bendedir» diye iddiaya hacet kalmadan çocuğun nesebi sabit olursa da, nefî halinde mücerret (l:u çocuk benden değildir) demekle nesebi müntefî olur, Hân'a hâcet kalmaz.

Hanefîler mevzuu bahsimiz Ebu Hür-cyre hadîsini münâsip şekilde tc'vil edeçler. Derler ki: «Peygamber (S.A.V.) hakkında münazaa yapı-'lan çocuğun nesebini Zem'a'yn ilhak etmemiştir, etmiş olsa Hz. Sevde'-ye omm yanına örtüsüz çıkmamasını tenbih etmezdi. Çünkü onun kar­deşi olurdu.»

MâÜkîier burada hnska hir yol tutmuşlardır. Onlarn göre bu hndîs iki hüküm arasında üçüncü lıir hükmün moşru'iyetİnc delâlet eder. Şöy-leki firâş çocuğu Zem'a'yn ilhak etmeyi iktizâ ediyor; fakat benzeyişi de Ulbe'yc ilhakını gerektiriyor, İşte burada fer'î meseleye iki hüküm ara­sında bir hüküm verilmiş ve nesebin ispatı hususunda firâşa bakılmış, Hz. Sevdc'nin o çocuktan kaçması hususunda da benzerlik nazarı i'lİ-bâra alınmıştır. Mâlikîler bu takdiri her takdirden evlâ bulmaktadırlar. Diyorlar ki: Bir mes'ele iki asıl arasında deveran eder de bunlardan ynl-mz birine ilhak edilirse diğerine olan benzerliği tamamiyle iptal edilmiş olur; fakat iki aslın İkisine de birer vecihle ilhak edilirse elbette bir vec-hi tamamiyle ilga etmekten evlâ olur.                                            -~

Nesebin bir vecihle sabit olup bir vecihle sabit olmaması imkânsız değildir. Nitekim Ebu Hanîfc,,Evzai ve diğer ulemâ : bir kimsenin

y.inâdan olan kızı için ecnebi hükmü vardır; flemislerse dr onunla cv-lennvyi kulelisine haram saymışlardır. Hadîs-i Şer'Ue. nr.sehin bah.ıd;. ı başkasına (fa ilhak edilebileceğine işaret vardır. Çüncü Abd b. Zem "a kardeşinin nesebini mücrnvd (inim babasının firâsı olduğunu ikrarla kendisine ilkah etmiştir. Keza bu rivayetten nesebin ilhakı için mirasçı­ların lasdİkine de hacri olmadığı anlaşılıyor. Zira Hz. Şevde (R. A.) nin (asdik ve. inkârı rivayet olunmamıştır. Bu mes'ele.  hakkında iki kavil vardır:

1— Çncuğun nesebini kendi nesebine katan, babası değilse ve bu adamın o çocuktan başka mirasçısı yoksa; meselâ dedesi torununu kendisine ilhak ediyorsa başka mirasçısı bulunmadığı takdirde ik­rarı sahîh ve nesebi sabit olur. Burada kaide şudur: Mirası kim alır­sa neseb onun ikrarı iîc sabit olur. Bir kişi veya müteaddit olmala­rının farkı yoktur. Binâenaleyh vereseden biri nesebi kendisine il­hak etse de ötekileri tasdik etse'er ikrar sahih, neseb sabit olur îmanı Ah?nr(V\c Şafiî'nin mezhebi budur. Çünkü mirasçılar ölenin yerine kaim olmuşlardır.

2— Babadan bnşka kimsenin neseb ilhakına hakkı yoktur. Nesebi ikrar edilen çocuk ikrar edene yalnız mirasta müşterek olur nesebi sâ-bİt olmaz.

Hanefîler bu hadîsle, nesebin kifayetle sabit olamıyacağına kaildir­ler. Delilleri: «Çocuk firâşa aittir» hadisidir. Onlar: «Böyle bir terkip hasır ifâde <:ı\cv diyarlar.» Bir de kıyafetle neseb sabit olsa ço­cuğun Utbe'ye nisbet edilmesi îcabederdi; zîrâ ona benziyordu» derler. İmam Şâfn ile başkaları nesebin kıyafetle sabit olacağına zâhib olmuşlardır. Yalnız kıyafetle sabit olabilmek için iki defa haranı cima' vâki1 olmasını şart koşuyorlar. Delilleri liân kıssasında Peygam­ber (S.A.V.)'in: «Eğer çocuğu şu sıfatta doğurursa çocuk fi­lânın, bu sıfatta doğurursa falannındır» buyurmuş olmasıdır. Zîrâ bu, kıyafetle ilhakın delilidir. Şu kadar var ki. kan kocanın yemin­leri ilhaka mâni' olmuştur. Dem?k oluyor ki kıyafet nesebin sabit olma­sını iktiza etmiş; yalnız mâni:den dolayı onunla amel olunamamıştır. Şâfiîler'in bu mes'elede delilleri çoktur. Ümmii Süleym:

  Kadın ihlîlâm olur mu; dediği zaman  Peygamber (S.A.V.)  'in:

  O halde benzerlik nereden geliyor? buyurması ve çocu­ğun Utbe'ye benzediğini görünce Hz. Şevde (R.Anhn) 'ya ondan kaçma­sını emretmesi bunlardandır.

Kıyafeti delî! olarak kabul etmiyenier bu istidlallere çeşitli cevap­lar vermişler: Böylece mes'ie hayli uzamıştır.

Hadisimizdeki: «zenpâreye de taş vardır.» cümlesinden mu-râd zina eden mahrumdur; yâhûd: zina eden Uışla recmedilm^k sure­liyle tepelenir;  demektir.[833]

 

«(Süt Emme Bâbı)»

 

Rc:dâ': lügatte memeden .tüt emmek manasınadır. Bu kelime: ra- rida", rataat. ridaat ve rad" şekillerine okunabilir. Yalnız (riddat) "ı, lügat ulemasından Esmâî inkâr etmiştir. ŞeriaMe: memedeki çocuğun vakti mahsusta kadın memesinden emınrskiir.

Emmenin miktarı ile zamanı hakkındaki ihtilâflar yeri geldikçe gö­rülecektir. Tarifteki (emme) kaydı bir kayd-ı vukûîdir. Yani çocuk ek­seriyetle emmek suretiyle beslendiği için bu tâbir kullanılmıştır. Yoksa kasıkla içirildiği taktirde de hüküm sabit olur.

Bir çocuk bir kadından emdimi arlık dinen o kadın onun süt anne­si, kadının sütüne sobeb olan kocası süt babası, o kadından emenler ile süt kardeşi olurlar. Bu suretle doğumdan //ayrı bir akrabalık tees­süs eder; ve artık bu sayılanlar arasında nikâh haram olur.

Süt emmenin hükmü bir kaç mosele müstesna, tıpkı musebin hükmü gibidir. Binâenaleyh bir kimse noseben kimlerle evienemiyorsa süt ci­hetinden de onlarla evlcnemez. Nitekim:

«Neseben haram olan süt cihetinden de haram olur.»

hatlîs-i şerifi bunu ifâde vder. Bu hususta âyet de vardır.

Görülüyor ki süt mes'elesi dînen pek mühimdir. Zamanla unutul­maya maruz bulunan bu mesele.de müslümanlann çok uyanık davran­maları îcabeder. Doğan çocuğu ya hiç süt anneye vermemeli, yâhûd vermek mecburiyeti varsa mes'eloyi ciddî bir şekilde ele alarak bir yere yazmalı bcllemeli, hısım ve akrabaya, konuya komşuya onu du-yurmahehr. Aksi taktirde unutulur da günün birinde iki süt kardeşi ev­lendirmek gibi pek büyük bir vebal altında kalınabilir.[834]

 

1157/961- «Âİşe rrtdıyallaİıü anhâ'd&n rîvâyel edilmiştir. Demiştir ki:  Resûlüllah sallnllnhii aleyhi j;r scUcm:

— Bir defa ve \k't defa emmek harâtn kılmaz, buyurdu­lar.»[835]

 

Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

Hadis~i Şerif, bebeğin bir veya iki defa emmekle süt oğul olamıyacağına delildir. Bu mes'elede bir kaç kavil vardır:

1— Üç defa yâlıûd daha fazla emmek emeni emzirene emzireni de emene haram kılar. Zâhirîler'le Ebu Sevr, Ibni Mihızir ve Kini Ultcytf'-in mezhebi budur. Delilleri kitabımızın hadîsi ile «bir ve İki defa em­zirmek haram kılmaz» mealindeki diğer bir rivayetin mefhumu mııhalifdir. Yani bir ve iki defa emmek veya emzirmek iki tarafı bir­birine haram kılmaz ama daha yukarısı haram kılar.

2— Selef ve haleften bir cemâat ile Hz. Ali, Ibni Abbas (R'.Anhü-mâ)'ya Hanefî imamlarına ve İmam Mâlik'c göre sülün azı ile çoğu hükümde müsavidir. Binâenaleyh bir damla dahî olsa mideye vasi! oldu mu hüküm de sabit olur. Hattâ nrucu bozacak miktar sütün hükmü ispat edeceğine ittifak olunduğu söylenir. Delilleri:, Teâla Hazretlerinin tahrim hükmünü rada'a ta'lîk ederek:

«[836] Sizi emziren süt anneleriniz (de) haramdır.» buyurmasıdır. Âyet-i kerîmede tahrîm işi emzirmeye ta'lik edilmiş; fakat emzirmenin az veya çok olacağına dâir bir şey zikredilmemiştir. Şu halde emzirme veya emme ismi verilebilen şey ne zaman bulunursa hüküm de bulu­nur. Yukarıda zikri geçen: «neseben haram olan her şey süt cihetinden de haramdır» hadîsi ile ileride görülecek Ukbe hadîsi dahî âyet-i kerîmeye muvafık surette hüküm ifâde ederler. Ukbe hadî­sinde :

"Nç.sil olur! kadın sizin ikinizi de emzirdiğini iddia edi­yor?» .buyurulmuştur. Fakat, kaç defa emzirdiğini sormamıştır.

3— Ancak beş defa doya doya emmekle rada" hükmü sabit olur. Ibni Nlci'ud, İbnİ'z-Zübcyr (U.Anhümâ) ile İmam »S\///i'nin ve bir ri-vfıye*;e £Örc İnunn Ahmrri h. Hıuıl.ri'm mezhebi budur, lîunlar az ileride gelecek Hz. Âİşe hadîsi ile isiidlâl ederler. Bir delîHeri de Sehlc binti  ELheyl'in Salim'i   l)es defa  cnv/.irmesİyte  islifllâl edrrler.  Mezkûr

hadis dahî gelecektir. Vakıa' bu hadîs «Bir ve iki def a emmek ha­ram kılmaz» hadisinin mefhumuna muarız ise de buna Şâîiîlcr tara-fıtıdan:, Âiş3'nin lııı ikinci hadîsi manlıı'.-îtıır. Klbetleki mantıık birinci lı;.!!:in;h:ki mefhumdan daha kuvvetlidir; ve ima tercih edilir.» diye ce­vap verilmiştir.

Şf-f İV yo. gür o bir defa emmenin hakikati : Çocukun memeyi bir d<Ta ajz'na î'.lma;;ı, sonra, arızî bir sehelı olmaksızın kentli ilıtiyârı ile on;ı bırakmasıdır. Nefes a'malt l;ir reye S:a!;mak veya hafif bir ist irn'ıat r;ibi fjeyler emmeyi İJİr defa ohnaktaa çıkarmaklar. Nite-i.iui yemek yiyen hakkında da aynı şeyler ârı:* oît:a, tekrar yomo-j;'i' devametme'de iki defa yemek yeJi sayılmaz. İste Şafii'nin bir emme hur.iisir.icla mezhebi budur. Hu hf'l böylece beş defa ayrı ayrı zamr.nlarda tekerrür etti mi artık hüküm sabit oiur.

h.ır'm Ahmcd'dcn iki rivayet vardır. Bunlardan birine göre onun HancMİRr'lc, diğerine goıe Şâîİîlcr'le beraber olduğu anlaşılıyor.[837]

 

1158/952- «(Bu da) Âişe radrıjallahü anhâ'dan rîvâyet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sctllallahv aleyhi ve scllem :

  Kardeşlerinizin kim olduğuna bakın; çünkü süt em­me açlıktan ileri gelir; buyurdular.»[838]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

îiu dadîs hususunda şöyle bir kıssa vardır: Peygamber (S.A.V.,. Hz. Âİşe'nin yanma girmiş. Âişe'nin yanında bir adam varmış Resûlül­lah (S.A.V.) bunu görünce her halde cam sıkılmış ve yüzünün rengi de­ğişmiş. Bunun üzerine Âîşe (R.Anhâ):

O benim süt kardeşimdir;  demiş.  Resûlüllah (S.A.V.):

  Süt kardeşlerine iyi dikkat edin; zîrâ süt emme aç­lıktan neş'et eder; buyurmuşlar.

Musannif bu zatın ismini bulamadığını söylüyor ve «zannederim bu /;'ıl  Ebu'l-Kuays'ın oğlu olacaktır» diyor.

Hadîsteki «bakın» emri süt mcs'elesinİn doğru olup olmadığını tah­kik içindir. Bu iş pek mühim olduğu k'in şeraitini hâizmidir değil midir; zamanında nlmusmudur olmamısmıdır;  dikkatle tahkik edilmelidir.

FAaı Ubcyd diyor ki: «Bunun mânâsı, acıktığı zaman karnını yalnız emmek suretiyle süt doyuran bebektir.» yani «hadîsin mânâsı, kendisini açııktan doyurmayan süt emmenin bir hükmü yoktur; demek İstiyor. Şu halde bu hadis, aşağıda gelen: «eti büyütmeyen; kemi­ği geliştirmeyen süt emmenin bir hükmü yoktur» mealin­deki İbnİ Mes'ud hadîsi ile aynı mânâya gelir. Hz. Ümmü Seleme (I'. A.)'dan da buna benzer bir hadîs rivayet olunmuştur. Mezkûr ha-ıjisi Tirmizî tahric etmiş ve sahîhlemiştir.

Hadîs-i Şerif ile kadın sütünün, emmek, veya içmek, boğazına akılmak, yâhud aşağıdan şırmrja etmek suretiyle hüküm isfcâtma medar olacağına istidlal olunmuştur. Cumhur'ıın kavli budur.

Hanefiler'le diğer bazı ulemâ'ya güre şırınga edilen süt tahrîm isbât fli'mez. Çünkü bu eti büyütmeye ve kemiği geliştirmeye elverişli 'Iı-^itdir. Maamâf;h İmanı Muhanımcd'in bu mes'elede cumhur'la be­raber olduğu rivayet edilir.[839]

 

1159/963- «(Bu dahî) Âişe radıycllahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki:  Seh'c bînti Süheyl geldi ve:

— Yâ Resûlallah, Ebu Huzeyfe'nîn mevlâsı Salim bizimle birlikte pvimîzdcdir. Kendisi gerçekten erkeklerin vardığı (bulûğ) çağ(ın)a var­mıştır? dedi.   Bunun  üzerine   Resûlüllah   (S.A.V.):

Onu emzir; kendisine haram olursun; buyurdular.» [840]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir. Ebu Davud'un «Sünen» inde:

«O halde Onu beş defa emzir» buyurulmuşlur.Bu suretle Sâ-'lim (IÎ.A.) Hz. Sehle'nin süt oğlu yerine geçmiş oluyor. Galiba Musanif bu hadîsi, yukarıdaki hükmün buradaki Şehla hadîsi ile tahsis olundu­ğuna isâret için getirmiştir. Çünkü Seh!<; hadîsi, büyük bir insanın em­mesi de -hüküm isbât edeceğini gösteriyor. Halbuki büyük insan açlık­tan dolayı emme hükmünde dâhil değildir. İmam Mâlik'in de cl-ftlu-valia^ da rivayeti veçhiyle Salim kıssası şudur: Ebû Huzcyfe, Sâlim'i evlâdıık almış ve onu cvlendirmişti. Salim (R.A.), Ensar'dan bir kadının mevlâsı idi. Teâlâ Hazretleri:

«[841] Onları babalarının adları île çağırın...» âyetini İndirince soyu belli olanlar babalarının adları Üe çağınlmağa başladılar. Babası belli o'mayaıîlar cia mcvlâ ve din kardeşi oldular.    İşte Hz. Schle o zaman

gelmiş ve:

    Resûlallah,   biz  Sâlim'i  evlâd   bilirdik.   Benimle   ve   Ebu   Hu-zeyfe ile  haşir neşir olurdu. Beni  acık  saçık görürdü, şimdi  Allah onlar hckkında  malûmun olan âyetleri  indirdi;  demişti.   Peygamber   (S.A.V.:

— Onu beş def« emzir; buyurdu. Artık Salim, Ebu Huzeyfe'nin süt oğlu mesabesinde idi.»

Selef Hazcrâh bu hüküm hususunda ihtilâf etmişlerdir. Hz. Âişe (R.Anhâ) 'ya gorc kadını emen âkil lâiig bile olsa tahrîm sabit olur. Urve (R.A.) söyle diyor: «Ümmü't-Mümînîn Âişe bu hadîsle amel et­miştir. Kız kardeşi Ümmü Külsüm'a ve kardeşinin kızlarına yanlarına girmesini istedikleri  erkeği  emzirmelerini  emrederdi.

Bu hadîsi İmam Mâlik rivayet etmiştir. Bu kavil Hz. AN ve Urve (R. A. /dan rivayet olunmuştur. Ley s b. Sa'd i'e İlmi Hazm'in ve Dâvud-u ZalıirVvAn mezhebi budur. Delilleri buradaki Sehle hadîsidir.

Cumhur Sahabe ve Tabiîn ile Mezhep imamlan'na göre ise rada' ancak küçük iken emmekle tahakkuk cûcr. Yalnız küçüklüğün tahdidi bususunda ihtilâf etmişlerdir. Cumhur-u ulemâ ile İmam Mâlik, Şafiî, Ahmcd b. Hanbcl ve Hanefîler'den İmameyn dîye anılan Ebu Yusufla. İmam Muhammrd'e göre sut emme devresi ikî senedir, iki seneden sonra emmesi bu hükmü isbat etmez. Delilleri:

«[842] Süt emme işini tamam yapmak İsteyen (babalar) için anneler çocuklarını tam iki sene cmzîrirler.» Ayeti kertmesidir. İmcim. Â'znm, Ebu Hanifc'yc göre süt müddeti otuz ay İmam-ı Züfcr (110—150)'e göre üç senedir. Hazret i imam'ın delili  :

«[843] Çocuğun tna karnında kalması ile sütten ayrılması müddeti otuz aydır» ;"ryet-İ kcrîmesidİr. Bu âyet-İ kerîmede İkİ seve bir hüküm zikre­dilmiştir. Yani âyette çocuğun ana karnında kalma müddeti i!c me­mede:! ayrılma müddetleri zikredilmiş ve ikisine birden otuz ay tayin edilmiştir. Şu hiilde bu otuz ay ayrı ayrı her ikisinin müddetidir. Ya'nr, bir çocuğun ana karnında kalma müddetinin iki seneden faz­la olmıyac;ı£ını bildiren hndis vardır. İste âyetin hamilelik müddetini bildiren kısmı o hadisle tahsis edilmiştir. Süt müddetini ise tahsis eden bir delil yoktur. Binâenaleyh o otuz ay olarak kalır.

hın-.H-ı Zitfcr[844] dahî aynı âyetle istidlal eder; ve otuz aya ka-dnr İmam-ı Â'zam'kı beraberdir. Ondan sonraki altı ayı ise çocuğun nlısnmsı için ilAve rder. Fetva'   Imameyn'nin kavline güredir.

îmanı J\Iâ!İk\\cn süt müddetinin iki sene bir ay; iki sene iki ay olduğuna dâir rivayetler vardır. Bazılarına göre süt müddeti on beş SL-no; diğer bazılarına göre kırk yıldır. Hattâ: «ömür boyuncadır» diyenler bile bulunmuştur. Bittabi bunlara i'tibâr yoktur. Bazıları: «Rada' hükmünü inbât eden süt emme sütten.ayrılmazdan öncedir» ı' misler; fakat bunun için bir zaman takdir etmemişlerdir. EvzaVyc göre bir yaşında bir çocuk memeden ayrılırsa bir müddet sonra'tekrai- emso iki yıl lamam olmasa büe rada1 hükmü sabi I olmaz. Aynı rnruk emmeye devam ederse iki yasına kadar emdiği haram daha sujırasi hcıaldir.

Cumhuru ulemâ. Salim hadisi için: «Ona hasstııvv diyorlar. Nite­kim Hz. Ümmü Seleme, Âİşe (h'.Anhâ) 'ya: «Bİz bunu yalnız Sâlim'e hâs görüyoruz. Hem bilmiyoruz belki de bu hüküm Sâlim'e bir ruhsat­tır; yahut mensuhtur.» demiştir.

Burada İbni Tcymiıtifc'mn hi<; bir kavle uymıyan bir mezhebi vardır. İbui Tcymhjyr süt meselesinde küçüklüğü esas ittihâz et­mekle beraber, «Hacet olursa büyük de emebilir ve hüküm sabit olur» diyor. Meselâ: âkil baliğ bir kimse bir kadının yanına dâimi au-reltc girip çıkmak mecburiyetinde kalsa da kadın için her zaman tesettür güç gelse veya örtünecek bir şey bulamasa İbni Tcymiyyr'yc göre kadını emerek süt oğlu olabilir. İbni Tcymiyyc bu suretle birbirine  muarız hadislerin arasını bulmağa çalışmıştır.[845]

 

1160/964- «(Yine Âişe radjynlhthn anhn'dan rivayet cd'ldığ'ne göre Ebu'l - Kuays'ın kardeşi Eflah[846] tesettür hükmü sübût bulduktan son­ra kendisinin yanına girmek için izin istemeğe gelmiş. Âişe demiştir ki:

  Ora izin vermeğe razı olmadım. Resûlüllah sallctllahü aleyhi ve srllctn geldiği zaman  yaptığımı kendisine  haber verdim. Bana  onun yanıma girmesine izin vermemi emir buyurdu ve:

  O senin amcandır; dedi.»[847]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Hadîs-i Şerif, emzirenin kocası ile yakınları hakkında rada' hükmü­nün sabit olduğuna delildir. Çünkü kadının sütüne sebeb erkeğidir. Bi­nârnaleyh doğurdukları çocuk nasıl  mü.şLerrkse süt oğuMarı da  öyledir. Onun içindir ki hu hüküm babında İbni Abbas (H.A.): «aşı bîrdir» de--mistir. Bunu İbni Ebi Şcybc rivayet eder. Zira sütü eiimV indirir; bu İse erkeğin iştiraki ile olur.   Eshâb-ı  Kiram ile Tâbiün'in  cumhuru ve mezheb imamları buna kaildirler.

Eflah hadisi E bu Davud'un rivayetinde daha sarihtir. Ve şu lâ­fızlarladır :

«Âişe demiştir ki: Eflah yanıma girdi. Ben hemen kendisinden Ör­tündüm.  Bunun  üzerine :

  Ben amcan olduğum halde benden kaçıyormusun? dedi:

  Nereden nereye?  dedim:

  Seni kardeşimin karısı emzirdi; dedi:

  Beni ancak kadın emzirdi; erkek emzirmedîya..,; dedim». Cumhur-u ulemâ'ya bu hususta muhalefet edenler:    [bni Ömer, İbni

Zübeyr, Âİşe, Râfi' b. Hadîc (R. A.) ile tâbiîn'den bir cemâat İbni'l -Münzlr ve Zâhîrîler'dir. Bunlar erkeğe rada1 hükmünün sabit olmaya­cağına kaildirler. Derler ki: «Süt kadının olduğu gibi çocuğu emziren de udur, nitekim Teâlâ Hazretleri:

[848] Sizi emzîrmiş oîan anneleriniz» buyurmuştur. Binâenaleyh erkeğe süt. hükmü sabit değildir.»

Bunlara cevaben: «Âyet-i Kerîmede hu hadîse murîz bir cihet yok­tur. Çünkü anneleri zikretmek onlardan başkasının bu hükümde dâhil olmadığına delâlet etmez. Mefhumu ile delâlet ediyor; desek: Buradaki mefhum, mefhum-u  lâkabdır;  ondan delü olmaz.» denilmiştir.

Cumhur'a muhalefet babında İJmi'l-Kaı/ı/im közü hayli uza imiş İbni Tcymiyyc dahî onu beğenmiştir. Sonraları da bu hususta uzun uzadıya bahis açanlar olmuştur.[849]

 

1161/965- «(Yine) Âişe radnjallahü anhâ'.dan rivüyet olunmuştur. Demiştir ki: İndirilen Kur'an meyânmda: on defa ma'iûm .süt emme (anneyi çocuğa) haram kılar; Âyeti de vardır. Sonra bu ort'def'a emme, beş defa ma'iûm emme ile neshedildi. Resûlüllar sallallâjıü aleyhi ve sc.llcm bu âyet okunan Kur'ân meyanında İken vefat etti.»[850]

 

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Ulemay-ı Kirâm'ın beyânına göre Hz. Âişe'nin bu hadisi son neshin pek yakında vâki' olduğunu gösteriyor. Okadar ki: bazı kimseler nesih vâki' olduğunu henüz işitmedikleri için o âyeti okumaya devam eder­lermiş. Ncsîii  haber alır almaz okumaktan vazgeçmişler.

Nesih: sonra gelen şer'î ve fer'i bir delilin evvelki delilin hükmünü kaidirmasıdır. Nn'sih üç kısımdır:  :

1— Hem okunması hem hükmü neshedilendir. Hadîs.e zikri geçen (on defa emme haraıjı kılar) âyeti gibi.

2— Hükmü bakî olup yalnız tilâveti ncshcdilcnt r.

««Ihlİyar erkekle İhtiyar kadın zina ederlerse onları hemen recmedin...» âyeti gibi.

3— Tilâveti bnkî olup yalnız hükmü neshedilendir. Bu nev'i nesih bir hayli vardır.

«[851] Sizden vefat ederek zevcelerini bırakanlar...... âyeti gibi.

«Siibiilü's - Selâm» sahibi bahis mevzuumuz hadîs üzerinde du­rarak rada1 hususunda en şâyan-ı tercih kavil bunu buluyorsa da .mes'eleyi Hanefüer'den Kemâl b. Hiimâm[852]  Fcthü'l-Kadîr» nâm eserinde nasıl lazımsa öyle tedkik ve tahkik etmiştir.

Mezkûr 1ahkikt.cn anlaşıldığına göre sâyân-ı tercih olan kavil bu değildir. IIatla rada' mes'eîesûnde: < Hüküm üc defa emmekle sa­hil olur» diyenleri kavli bile hu kavildin daha şâyân-ı tercihtir. Yine ayni tahkikten anlaşıldığına güre süt emme bâbmdaki mikciar tayini neshi dilmislir. Taunun neshedildi^ini İbni Abbas (II. A.) kendisine Nâs, bir kerre emmek har;"ım kılmaz; diyorlnr. buna ne dersin? diye soruldu­ğu vaki! tasrih etmiş ve : «Bu mevcud idi; Takat sonra nrshedildi» de­miştir. İbnİ Abbas (R..A.) : «;-ad;V meselesi: azı da çotfu da haranı kılar; neticesine vardı» dediği rivayet edilmiş; keza İbni Ömer (R.A.) da: «az emmek haram kılar» demiştir. Hattâ kendisine, İbni Zübeyrin «Bir ve iki defa emmrkte beis yoktur» dediği söylendiği vakit: «Alla-hın hükmü İbni Zübeyrin hükmünden daha hayırlıdır...» demiştir.[853]

 

1162/966- «İbnİ Abbas radıyallahü auhümd'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (S.A.V.)'e Hamza'nın kızını almasını söylemişler bu­nun üzerine : :

  O bana helâl değildir; çünkÇ o benim süt kardeşi­min kızıdır. Neseb cihetinden haram olan süt cihetindînde haramdır;  buyurmuşlardır.»[854]

 

Hadîs mültefekun aleyh'lir.

Hz. Hamza (Fi. A.)'m kızının ismi ihtilaflıdır, bu bâbta Ümâme, Amâre, Selma, Âise, Fâtıme, Emslullah ve Ümmü'l-Fadl olmak üzere yedi isim zikredilmiştir. Ksah olan kavio göre ismi Amâre; künyesi de (' tı>ıül'-Fadl'dır. Annesi Esma  binli Ümeys'in kız kardeşi Selmâ'dır.

Hz. Amâre'nin Peygamber (S.A.V.) 'in süt kardeşi kızı olması, R^ sûlüllah (S.A.V), Ebu Lehebin cariyesi Süveybe'dcn süt emdiği iğindir. Ondan vaktiyle amcası Hamza ÇR.A.) cia cmmi.şti. Hz. Hamza'nın kızı­nı Resûlüllah'a teklif eden Hz. Ali'dir. Ncsal'nm rivayetine göre Ali (R.A.) şöyle demiştir:

«— Yâ Resûlâllah neden bizi bırakıp da Kureyş'e merak ediyorsun? dedim:

  Sizde bir şey var mı? dedi:

  Hz. Hamia'nın kızı var; dedim...»

Rıda' hükümlerini şöylece sıralamak mümkündür: Süt ciheti ile ak-r;ıba olanlar birbirleri ile evlrnemezler.

«Süt haram kılar» derken hu mânâ kastedilmiştir. Fukâhâ hu hususta bir de kaide vazetmişlerdir: «Emmenin emzirene nefsi haram; emzirenin emene nesli haram.» derler.

Süt akrabalar hirbirilerinden kaçmazlar. Bir yerde haşhaşa kalabi­lir ve beraberce sefer edebilirler. Fakat birbirlerine mirasçı olamazlar; in S içlerinin nafaka ve meskenini tedârik etmekle mükellef değildirler; aralarında nesebe âit ahkâm cereyan etmez.[855]

 

1163/967- «Ümmii Seleme rndıyallahu anhâ'ûan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah sallallahH aleyhi ve sellem:

— Rada'dan haram olan, ancak bağırsakları yaran­dır. Bu da memeden ayrılmadan evveldir; buyurdular.»[856]

 

Hu hadisi Tİrmîzî rivayet etmiş ve onu hem kendisi hem de Hâkim sahihlcmişlerdir.

Bağırsaktan yarmaktan maksad: Onlara varmaktır. Şu halde ba­ğırsaklara varmayacak kadar az süt haram kılmayacak demektir. Maa-rnAfih hu ta'hir: Bağırsaklara varıp da onları besleyen ve başka gıdaya hacet bırakmayan mânâsına da gelebilir. Bu taktirde hadîs: Büyük bir insanın emmesi ile rada1 hükmünün sâhit olamıyacağına delâlet eder ki zâten ondaki «bu da memeden ayrılmadan evveldir» cümlesi bu mânayı tc'yid eder. Çünkü memeden ayrılmazdan önceki zaman he­nüz iki ya.şını doldurmadığı zamandır.

Aşağıdaki hadîs dahî bu ikinci mânâya delâlet eder.[857]

 

1164/968- «İbni Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet o(unmuş-lur. Demiştir ki: «İki seneden gayrıda süt emmek yoktur».[858]

 

Tîıı hadisi Dâre Kufni ile İbnİ Adİyy hem merfu' hem' de mevkuf ola­rak ri\ âyet etmişler;  fakat mevkuf oluşunu tercih eylemişlerdir.

Çünkü onu merfu' olarak yalnız cl-Hcyscm b. Cemil'in tbni Uyry ne'6cn[859] rivayet ettiğini Dâr.c Kut m kaydetmektedir. Maanıâfîh Dara Kufuî Heysem hakkında : «sika ve lafız idi diyerek hiisn-ü şehâdette bulunmuştur.» Aynı hadisi Ha'ul b. M a usu r dahî ibni Uyeynr'dcn mevkuf olarak rivayet etmiştir. Bittabi hadîsin mevkuf olması illet değildir.

İbni Ad'uın, Heyscm'in yanıldığını söylemiştir. Bcyhakî: «Sa­hih olan, bu hadis mevkuftur.» diyor. Yine Dryhakî süt müddetinin iki sene ile mahdud okluğunu Hz. Ömer ve İbni Mes'ud'dan rivayet et­miştir.

Bu hadis iki senenin rada1 müddeti olarak nazar-ı i'tibâre alın­dılına, iki seneden senraki rada'ın raddn' hükmü taşıyamayacağına drüldir. Nitekim âyet-i kerime ile aşağıdaki hadîs aynı hükme deIfılel. etmektedirler.[860]

 

1165/969- «İbnî  Mes'ud  radıyalhıhü  anh'öen   rivayet  olunmuştur. Demiştir ki: ResûiüJlah salhtttafıü aleyhi vr sclhvı:

— Kemiği geliştiren ve eJtİ büyütenden   başka   rada yoktur: buyurdular.»[861] 

 

Eti hadisi Ebu Dâvud tabric etmiştir.

Çünkü çocuğu büyütüp geliştiren süt iki yaşına kadar olandır.[862]

 

1166/970- «Ukbetü'bnü'l - Haris[863]  rnchyallcthü anh'dcn rivayet olunduğuna göre kendisi Ümmü Yahya bîntî Ebî ihâb İle evlenmiş. Mü­teakiben bîr kadın gelmiş ve:

  Ben sizin ikinizi de emzirdim; demiş. Bunun üzerine Ukbe (mese­leyi) Peygamber sallallahil aleyhi ve scHem'e sormuş. Rcsûlüllah (S. A.V.):

  Nasıl olur bak  ne söylendi?    buyurmuş.  Artık  Ukbe de ondan ayrılarak kadın  başka  birisi  iîe evlenmiştir»[864]

 

Hu hadisi Buharı tahriç etmiştir.

Musannif gelen kadının ismini bulamamıştır.

Hadîs-i Şerif, süt ananın şehfıdetinin yalnız başına kabul edileceği­ne delildir. Buharî bunun için ayrı bir bâb yapmıştır. İbni Abbas ile Seleften bir cemâatin ve Ahmcd b. llnnbcl'm mezhebi budur. Ebu Ubcyd: «Erkeğe kendiliğinden ayrılmak vâcib chır. IIakim1 in hük­müne lüzum yoktur» diyor.

İmam MâUk'c göre süt mes'elesinde ancak iki kadının şehadeti kabul edilir. Hanefîlcrle diğer bir takım ulemâ'ya göre süt meselesinin şâir hukuktan bir farkı yoktur. Binâenaleyh burada (is iki erkek yâhud bir erkekle iki kalın şehâdet etmelidir. Yalnız süt annenin şehadeti kâ­fi gelmez. Şâfîîler'e göre süt ana ile birlikte üç kadının şehadeti kabul edilir. Yalnız ücret istememesi şarttır. Şâfiîler'ce hu hadîs ihtiyata ve şüpheli şeylerden korunmaya hamledihniştir. Fakat kendilerine: pu .sözlerinin zahire uymadığı, çünkü Peygamber (S.A.V.)'e meselenin dört defa sorulduğu; dördünde de:  :

  Nasıl olur bak ne söylendi; cevabım verdiği hatırlatılmıştır. Bu hadîsin bazı rivayetlerinde «Onu bırak» denilmiştir. Dare Kutni'-nin rivayetinde ise«Ondan sana hayır yok» buyurulmuştur. Eğer ihtiyat kabilinden olsaydı ona kadını boşamayı emrederdi. Halbuki ha-di.sin lıiç bir nvâyelindc talâk zikredilm; mistir. İbnİ Abbas taraftarları bu ,-İhcti nnzar-ı i'tilıâiT alarak: Hu hüküm buraya mahsustur. Binâ­enaleyh sair hukukun hilâfına olarak burada yalnız süt ananın şehadeti kâüdir» demişlerdir.[865]

 

1167/971- «Ziyâd-ı Sehmî radıynllahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sttllajlahü aleyhi ve scîlcm ahmak kadından süt ana yapılmasını  nehyetti».[866]

 

Eu hadisi Ebu Dâvud tahric etmiştir.

Hadîs mürscldir. Çünkü Ziyad'm sahâbîliği yoktur.

Buradaki nehyin hikmeti sütün çocuğun tabiatına tesir etme­lidir. Yani ahmak kadının sütünü emen çocuğun da ahmak olması muhtemeldir. Onun için süt anayı seçerken ahmak olmamasına dik­kat etmek gerektir.[867]

 

«(Nafakalar  Babı)»

 

Nafaka: insanın muhtaç okluğu husûsâta sarfeüiği yiyecek içecek şeylerdir.[868]

 

1168/972- «Âişo rurfnjfilldhit anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Ebu Süfyan'ın[869] karısı Hind[870] binti Utbe ResülüUah stüİallahil alcı/lıi ve fi'-Ucm'ın yonma girdi ve:

  Yâ Rcsûlallah, gerçekten  Ebu Süfyan pek cimri bir adamdır. Ba­na kendime ve çocuklarıma yetecek kadar nafaka vermiyor. Ancak onun haberi olmaksızın  malından  bîr  soy alırsam  o başka, Acaba  bana  bun-cJa bir günah varmıdır? dedi.  Rcsûlüüah  (S.A.V.):

  Onun malından sana ve çocuklarına yetecek kada­rını ma'ruf vecihle al; buyurdular.»[871]

 

Hadis müttofekun aleyh'ür.

Iladîs-i ŞtTÎfte, bir kimseyi şikâyet etmek ve hakkında fetva' almak için hoşlanmadığı bir sıfatla zikretmenin caiz okluğuna delil vardır.

İste gıybet'in caiz görüldüğü yerlerden biri hudut. Yine bu hadîs, bir adama karısı ile çocuklarının nafakasını v< rmenin vâcib olduğuna delâlet ediyor. Lâfzın umumuna bakılırsa büyük çocukların nafakası bi­le babaya âit görünüyorsa da onlar başka delil İle bu umumdan tahsis edilmişlerdir. Nafakanın takdirine hacet kalmaksızın yetecek kadarının vâcib olduğu dahî bu hadîsin delâlet ettiği husûsât cümlosindcndir Bİr çok ulemâ ile İmam Şafiî'nin mezhebi budur. İmam Şâfiî.n'm bir kav­line göre nafaka müdd denilen ölçekle takdir edilir. Ve zengin erkek her gün için karısına iki müdd; orta haili bir buçuk müd; fakir oian bir müd; zahire verecektir. Bazıları: Her gün için iki müdd her ay için de ayrıca iki dirhem verir; demişlerdir.

Ebu Ya'lâ'dan rivayet olunduğuna göre ekmek verirse günde iki rıtıl[872] vcrm?si îeabrder. Bu hususta zenginle fakirin farkı yoktur. Yalnız iyi ve güzel olması hususunda birbirinden ayrılır. Çünkü yenile­cek miktar da zenginle fakir müsavidir. Yalnız yiyeceğin iyiliği kötülü­ğü meselesinde ayrılırlar.

îmam Nevrin (631 — 676) : «Bu hadis miktar tayin edenlerin aleyhine hueettir.» diyor.

HanefîlerV Süre nafaka hususunda karı ile kocanın ikisinin de hâl­leri nazarı ftibâre alınır. Yani ikisi de zengin iseler zengin nafakası; fakir iseler fakir nafakası verilir. Biri zengin diğeri fakir olursa kadı­nın nafakası zengin kadınların nafakasından aşağı, fakirlerin nafakasın­dan yukarı olur. Hnnefiier'den KcrhVyc göre nafaka hususunda yalnız erkeğin hâli nazar-ı i'tibâre alınır.

«Ancak onun haboti olmaksızın malından bir şey alırsam» ifâdesi, baha çocuklarına bakmadığı zaman onlara bakmayı annelerinin üzerini1 alabileceğine ve keza hakkım vermeyenden bizzat onu almanın caiz olduğuna deîâieL c(.kT. Çünkü Peygamber (S.A.V.), Hind'in yaptığını takrir buyurmuş: «haram» dememiştir. Halbuki Kİnd aldığının kendisi­ne günah olup olmadığını sormuştur. Böylelikle Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Hind'in şimdiye kadar aldığını takrir; gelecekte alacaklarının da mu­bah olduğunu beyân etmiş oldular. Buharî'n'm bazı rivayetlerinde:

«Onları ma'ruf vecihle beslemende, sana bir günâh yoktur» buyurulmuşttır:

«Sana ve çocuklarına yetecek kadar al» emrinin Resûlüllah (S.A.V.) tarafından bir fetva' olması yâhûd hükmün hu okluğunu ihbar mahiyetini taşıması birer ihtimaldir.

Hadîs-i Şcrîftc vekil nasbetmeden gaibin aleyhine hüküm veri­lebileceğine delil vardır. Buharı buna dâir bir'bâb yapmış; ve bu hadîsi orada zikretmiştir. Yalnız Ncvcvî gaibin aleyhine hüküm ve­rilmek için onun o yerde bulunmamasını yâhud o yerde bulunsa bi-lo ele geçmesinin güç veya imkânsız olmasını şart koşuyor. Halbuki Ebu Süfyan o gün belde hârici bir yerde değildi. Şu halde Resûlüllah (S.A.V.)'in bu hükmü, gaibin aleyhine bir hüküm sayılamıyacak demektir. Nitekim Hâkim1 in «cl-Müstcdrck» inde şöyle bir hadîs vardır:

«Peygamber (S.A.V.) biat esnasında kadınlara çalmıyacaklarım şart koşunca Hind :

  Hırsızlık için sana  biat edemem; çünkü ben kocamdan çalarım; .demiş.   Bunun üzerine   Resûlülfah  (S.A.V.)   onu  bırakarak  karısına  hak­kını helâl  etmesi içîn   Ebû Siifyon'a  haber göndermiş.  Ebû Süfyan :

  Yaş yemişlere evet derim; fakat kuru erzak için hayır; demiştir.» Bu  hâdise  gnsteriyor  ki:   Resûl-ü   Ekrem   (S.A.V.)'in  o gün   verdiği hüküm gaibin değil, hâzırın aleyhine imiş.

Hâsılı kıssa bir fetva' olmakla mahkeme hükmü olmak arasında ih-timallidir. Hİnd'den İsbâl sâhid istemediğine bakılırsa fetva" olması ihti­mali pâlibtir. Bazıları buna «hükümdün'- demişlerdir. Onlara güre Hînd'-den ispat istememesi tınım doğru söylediğini bildiği içindir.

î>ıi halde: «Hâkim bildiği bir hususa hueeetsiz de hüküm verebilir,s diyenler için bu vak'a bir delil olabilirse de yukarıda arzettİğimiz ve­cihle mesele ihtimallİ olduğundan, gelişi güzel her hususla değil yalnız kadının kocasından kendine ve çocuklarına nafaka dâvâsiyle nafakanın kifayetsizliği hususunda delil  olabilir.

Musannıfn hadîsi burada zikretmekten maksadı da budur.[873]

 

1169/973- «Târık-ı Muharibi[874] radıyallahü anh'dan rivayet olun­muştur. Demiştir ki: Medine'ye geldik. Bir de baktık Resûlüllah sallallrıhü aleyhi ve selle m minberin üzerinde ayakta halka hutbe İrâd fdîyor ve:

— Verenin e\\ yüksektir. Hem nafakasını verdiğin kim­selerden başla! Anneni, babanı, kız kardeşini, kardeşini, sonra sana en vakın ve ondan sonra en yakın olanları gör gözet; diyordu.»[875]

Bu hadîsi Nesaî tahrîc,etmiştir. İbni Hibban ile Dâ.-e Kutni onu sahîhlemişlerdir.

Hadîs-i Şerif; «Yüksek el'alçak elden «.yırlıdır» hadîsinin tefsiri mesâbesindendir. Yüksek el: Veren yâhud ?'"âk öden el, diye; alçak el de:  vermeyen yâhîıd dilenen el diye; tefs!:  edilmiştir.

«Hem nafakasını verdiğin kimselerden baş£» emri ya­kınlarına infâkın vâcib olduğuna delildir, bunların kimler olduğu da anneden başlanarak îzâh buyurulmuştur. Bu tertib i'zaz-u ikram hususunda annenin babadan daha ileri geldiğini gösterir. Kaadi îyaz (476 — 544) : Cumhur'un mcz-focbi budur.» demiştir. BuharVı\h\ tahric etliği. Ebu Hü -îyrc hadîsi buna deiâiet eder. Mezkûr hadîste en zi­yâde i'zaz-ü ifc.am'n lâyık olarak üç defa anne zikredilmiş; ondan son­ra atıf suretiyle baba da ilâve buyurulmuştur.

FilhakîVr. Kur'ân-ı Kerîm'dç anne hakkının ziyâdeliğine tenbih için «[876] İnsana ebeveynine ihsanda bulunmayı tavsiye ettik. Çünkü an­nesi kendisini rahmetlerle karnında taşımış ve zahmetlerle doğurmuş­tur.» buyurulmaktadır.

Hadîs-i Şerifte «Kız kardeşini, kardeşini » diye verilen taf­silât fakir düsen yakınlara nafaka vermenin vâcib olduğuna delildir ve görülüyor kiv kız kardeşle kardeş dahî nafakası verileceklerde dahildir. Hz. Ömer (R. A.) ile  İmi Ebî Leylâ (74—148)'nın ve İmam Ahmcd b. HaHbfTi.nL mezhebi budur.

İmam Şafiî'ye göre nafaka, kötürüm olmak, küçük veya deli ol­mak gibi bir sebeple kazanmaktan âciz kalanlar için vaciptir. Bu üç sıfattan birini haiz olmayanlar hakkında Şâfiîler'Ğcm üç kavil riva­yet edilmiştir.

Bunların içinde en güzel sayılanına göre nafaka vâcibtir. Çün­kü beri tarafta zengin akrabası varken bir insana «çalış» diye tek­lifte bulunmak ayıptır.

İkinci kavle göre nafaka vermek vâcib değildir; zîrâ maişetini kazanmağa kudreti vardır. Bu kudret mal mesabesindedir.

Üçüncü kavle göre: Asim nafakası fer'a vâcibtir; yani anne ve babaların nafakasını vermek evlâda vâcibtir. Fakat evlâdın nafa­kası ebeveyne vâcib değildir. Zîrâ bunca yaş farkına bakmadan on­lara çalışmayı teklif etmek ebeveyne ihsan emriyle bağdaşamaz.

Hanefilcr'e Unn: Maişetini kazanmaktan âciz olan fakir akrabaya, nnlar.iau alacağı miras miktannea nafaka vermek vâcib olur. Küçük çocuklar fakir iseler nafakaları babalarına vâcib olur. Kbeveyn fakir düşerlerse nafakaları kız ve oğlan bütün çocuklarına vâcib olur. Yalmz Lir rivayete göre nafakayı hepsi nıüsâvaut üzere verirler; diğer rivayete göre mirasları  miktannea  öderler.  Tefsilât fıkıh  kitaphırmdadır.

[877] Akrabaya hcUkını ver» âyet-i kerîmesi akrabanın akraba üzerinde hakkı oklusunu bildirmektedir. Haklar ise çcşİÜİ ve birbirinden farklı olur. Nafakaya muhtaç olanlara nafaka verildiği gibi muhtaç olmayan­lar da başkalarına verirler.

Iladîs-i Şerif, yakın hısımları ve bunların derecelerini izah mesabe­sindedir. Yalnız bu hadîsL- çocuklarla zevceler zikredilmemişür. Çün­kü bunlar babımızın ilk hadisesinde mevzu-u bahis olmuşlardı.

Geçmişin nafakasına gelince: Bu hususta ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Razılarına göre bu nafaka sakıt olur. Diğer bazıları sakıt olmayacağına kaildirler. Bir takımları da: «akrabanın geçmiş nafakası sakıt olursa da zevcenin nata1 ası sakıt oimaz.» demişlerdir. Bunlar sözlerini şöyle ta'-lîl ederler: «akrabaya nafaka, yardım için meşru' olmuştur. Geçmişe nazaran hu yardımın hükmü kalmamıştır. Zevcenin nafakası ise yardım için değil, nefsini kocasına münhasıran hapsetmesine karsı erkeğin bir borcudur. Bundan dolayıdır ki, zevce zengin do olsa bu hakkı sakıt .!-maz. Zevce nafakasının sukut ctmiycccğine ittifak vardır. Einâenaİcyh - zevce kocasına muti1 oldukça bu hak kendisine verilir. Fakat itaat et­mezse verilmez.[878]

 

1170/974- «Ebu Hüreyre radıyaîlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah salhtllahn aleyhi ve sellem:

— Kölenin yiyeceği ve giyeceği hakkıdır. Gücünün. yetmiyeceğİ iş de kendisine yüklenmez; buyurdular.»[879]

 

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

II.'Kİis-i Sctİf, ittifakan vâeih nlan bir meseleye delâlet etmek-Irvlir ki o da kulelerin nafaka ve giyecekleridir. Bittabi cariyeler de hükümde dâhildirler. İludî.sde yalnız kölelerin zikredilmesi tağlib yo-iu iiodir. Hadisde yiyecek ve içecek mutlak zikredilmiştir. Binâena­leyh .sahibinin yediğinin aynını yemesi, onun giydiğinin aynını giy­mesi vâcib dirildir. îllurJim hadîsinde: Onlara kendi yediğinizden yediriu; giydiğinizden giydirin» denilmiş olması mendup mânâsına alınmıştır.[880]

 

1171/975- «Hakîm b. Muaviye el- Kuşeyrî'den oda babasından - m-ıhı/alhthii duymuş olarak rivayet edilmiştir. Babası demiştir ki:

— Yâ Resûlnllah, bizden   birimizin   zevcesinin,   kccası   üzerinde   ne hakkı  var? dedim. Rcsûlüüah   (S.A.V.) :

  Kendin yediğin zaman onu doyurman; giydiğin za­man onu da giydirmendir... ilâh; buyurdular.»[881]

 

Bu hadîs «kadınlarla geçinme babı» 11da geçmiştir.

Musannif orada hadîsin tamamını zikretmiş; ve onu İmam Ah-mc<i. Kim Dâvud, Ncnnl ve İbni Mârc'yc nisbet etmiş; Buharının onını bir kısmını ta'lİk ettiğini; İbni Jlibban ile Hâkim'm onu sahih bulduklarını söylemişti.[882]

 

1172/976- «Câbir b. Abdlllah radnjallahil anhümâ'dan Peygamber ıdltthü aleyhi vr scllcm'dcn duymuş olarak rivayet edildiğine göre Peygamber (S.A.V.) hacc hakkındaki uzun hadiste kadınları zikreder­ken :

— Sizin üzerinizde onların ma'ruf vecihle yiyecek ve giyecek hakları vardır; buyurmuşlardır.»[883]

 

Hu hadisi  Müslim tahne etmiştir.

Iladîs-i şerif, zevcenin nafaka ve elbisesinin kocasına vâeib oldu­ğuna delildir. Nitekim Kitap ve icınâ'da buna delâlet etnıekitHİir. Bu cihetin az yııknnda eçti.

«Ma'ruf vecihle» ta'biri ma'nıf olan infakıi1 vâcilı olduğunu göstermektedir. I^u bâblaki mezhebler dahî az vııkarıda iiörülmüştü. «Kadına verilecek nafakanın hazır yiyeceklerden olması vâcib-ti!' diyen n»ıi'l-Kaıjifim ^rl-HrdifiVn-Ncbcvhf» adlı eserinde bu hu­susta iîözü çok uzatmıştır. Ona göre yiyeceğin kıymeti ancak alan ile veren ittifak ettikleri taktirde verilebilir.[884]

 

1173/977- «Abdullah b. Amr radrynllahü anhümâ'ûan rivayet olun­muştur. Demiştir ki: Resûlüllah uülahu aleyhi re scîlîrm:

— Nafakasını verdiği kimseyi ihmal etmesi kişiye gü­nah cihetinden kâfidir; buyurdular.»[885]

 

Bu hadîsi Nesaî   rivayet etmiştir. Hadis    Müslim'de şu  lâfızladır:

«Kölesinden onun rızkını habsetmesi....»

Hndîs-i Şerif, bir kimsenin maişetini teminle mükellef olduğu şahıs­ların nafakalarını vcr/ıesi icâbettiğine delildir. Çünkü günahkâr olmak ancak bir vacibi terketmekle olur. Burada bu günahın kendi helakine kâfi geldiği, başka günaha lüzum kalmadığı zikredilmek suretiyle mü­balâğa gösterilmiştir.

Bir kimsenin maişetlerini te'minîe mükellef olduğu şahıslar; ailesi afradı ile köleleri, cariyeleri ve diğer hizmetkârlarıdır. Müslim'­in lâfzı yalnız köleler hakkında ise de JVYsâî'nin lâfzı ekmeğini ver­diği herkese şâmildir.[886]

 

1174/978- «Câbir rmlnıııUnJıİi uiıh'dcn kocası ölen hâmile hakkında merfu' olarak  rivayet  edilmiştir:

— Ona nafaka yoktur; demiştir.»[887]

 

Ru hadisi Bcyhakî taline etmisfir. Ricali sikadırlar, lâkin Beyhâki: mahfuz olan. bunun mevkuf olduğudur; cıemiştir. Yukarıda geçfiği ve-eihle nafakanın verilmemesi Fâtımo bintİ Kays hadisesinde sabit oi-nıuştur.

Bu hadîsi Müslim  rivayet, etmiştir.

Fatîme bİnti Kays hadîsinin talâk-ı hâinle boşanan kadınlar hak­kında olduğunu da orada görmüştük. Burada ise bahis kocası Ölen ka­dın hakkındadır. Ru mesele ihtilaflıdır.

Ulemâ'dan bir cemâatle Hanetîler'e ve Şâfiîler'e göre kocası ölen ka­dına nafaka yoktur. Delilleri hu hadistir. Rir de hu kadın iddetini kocası­nın hakkı olduğu için değü, şeriatın hakkı olduğu için bekler. Binâena­leyh kocasının malından ona nafaka verilmez. Zaten kocasının malt ve­reseye intikal etmiştir.

Diğer bu' takım ulemâ'ya göre :

Bu kadına nafaka vermek vâeibtir. Bunların delili:

«[888] Bir seneye kadar bir intifaı vasiyyet.» âyel-i Kerîmesidir. Di­yorlar ki: :«Âyetten müddetin neshedilmis olması nafakanın da neshini îcâhetmez. Sonra hu kadın ölen kocası sebebiyle hapsediliyor, binâena­leyh enim malından nafakası verilir.»

Bunlara soy i e cevab verilmiştir: «Eskiden nafaka vasİyyetle vûci>> olurdu. Sonra bu ya (dört ay on gün beklerler) âyetiyle yâhûtl da «mirasçıya vasiyet yoktur.» hadisi ile neshedilmist;- Sizin delil olarak gösterdiğiniz âyet ise boşanan kadınlar hakkındadır, kocası ölen­lere şümulü yoktur. Sünen-i Ebî Dâvîtd'ds, İbni Abbas (R.A.) 'dan şu. hadîs rivayet, edilmiştir:

 (Sizlerden vefat ederek geride zevcelerini bırakanlar karılarına bir seneye kadar İntifa' vasiyyeti yapsınlar.) âyeti miras âyetİyİe Al­lah'ın kendilerine takdir buyurduğu dörtte bir ve sekizde bir hisse ile; sene müddeti dahi kadına dört ay on gün id-det verilmekle neshedildi.»

Musannifin Fâtîme binti Kays hadîsini burada zikretmekten mura­dı: kocası ölen kadınla mcbtütenin (talâk-ı bâinSc boşanan) bir hükümde olduklarını göstermek olsa gerektir.[889]

 

1176/979- «Ebu Hüreyre rr.dnıallahii anh'den rivayet olunmuştur. Doı.ıiştİr ki:  Resûlüllah sallalni- aleyhi vcsclllcm:

— Yüksek el, alçak elden hayırlıdır. Biriniz nafakası kendisine âit olanlardan başlar. Kadın: beni ya doyur ya

boşa;  der»  buyurdular.[890]

 

Ru hadîsi Dare Kuinî rivayet etmiştir. İsnadı hasendir. Yüksek el ile al*-ak elin izahlarını yukarıda gördük, Bu hadisde «biriniz nafakası kendisine âid olanlardan başlar» denilmiştir. Cundan murâcl: iyilik ve ihsana bunlardan baslasın demektir. Hadisi Udre Kutnî, Âsım'-clan o da Ebu Sâlih'dcn o da Ebu Hüreyre'den tahrîc etmiştir. Ancak ÂsınrTın belleyisinde bir az şüphe vardır.

Aynı hadîsi Buharı, \'z. Ebu Hüreyre'yc mevkufen tahrîc etmiştir. cl-îsmâiîVmn rivayeti şöyledir:

Ashâb :

  Yâ Ebû   Hüreyre bu kendi re'yînle söylediğin bir şeymidir. sa Resûlüllah (S.A.V.)  'in kavlindenmİdİr? dediler.  Ebu Hüreyre:

  Bu benîm kesemdendir; dedi.» Yani: bu hükmü ben ictihâd sure­tiyle istinbât ettim; demek istemiştir. Hadis ulemâsı Hz. Ebu Hüreyre'-nin cevabını hep bu mânâya  almışlardır.Fakat bazıları buna İ'tirâi ederek şöyle derler: Hz. Ebu Hüreyre yanındakilere:

  Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu; diyerek hadîsi nakletmişkcn Eshâb-ı Kirâm'm:

  Bunu sen kendi aklından mı söylüyorsun? demeleri onun canım sıkmış ve kendilerine aiay tarzında:

  «Hayır  kesemden» diye cevap vermiştir. Bu  gûna  cevahİar her lisanda vardır. Ve Hz. Ebu Hüreyre'nin bunda ma'zûr olduğu aşikârdır. Ciinkii Eshâb-ı KirârrTm biraz da sakaya henziyen suali  ciddiyetle ele alınırsa söyledikleri süzün «Sen hadis uyduruyorsun demekle pek farkı kalmaz.  Öyle  ya: «Resûlüllah   (S.A.V.)   şöyle buyurdu» dedikten   sonra «Sen bunu kendinden mi söylüyorsun?» diye sormanın başka ne mânâsı ülahiliı?  Halbuki  Hz.   Ebu  Hareyre (R.A.);

«Her kim benim üzerimden yalan söylerse hemen ce­hennemdeki yerine hazırlansın» Hadisi şerifinin ravîierinden-dir. J'unu o suali soranlar da pek âiâ bilirlerdi.

Bundan dolayıdır ki Eshâb-ı Kirâm'ın o suali Hz. Ebu Hürcyre'yc lâtife için .sormuş olmaları pek muhtemel görünüyor.»

Musannifin burada zikrettiği, hadîsin bir kısmıdır. Bazıları «Bu be­nim kasemdendir.» sözünü «ezberim/Iendir» manâsına almışlardır. Bunu «kese» diyerek ifâde etmesi ftahih-'tBuharî'âo ve diğer hadîs kitap­larındaki bir hadise isâret içindir. O hadîsde : Hz. Ebu Hüreyre'nin el­bisesini yaydığı ve Recûlüllah (S.A.V.)'in onu pek çok hadîslerle doldur­duğu, sonra Ebu Hüreyre'nin o'nu topladığı ve bir daha ondan hiç bir şey unutmadığı zikrediliyor. Şu halde Hz. Ebu Hüreyre «O elbise kese gibi oldu» demiş oluyor.

Musannifin burada bir    kısmını    zikrettiği   bu  hadîsin  tamamr Buhftrî'de şöyledir:   

Köle: Beni doyur da çalıştır; der. tsmâilVmn rivayetinde «Hizmetkârın: Beni doyur, olmazsa sat; der,    oğlun: Beni ne zamana kadar terk ediyorsun; der» buyurulmuştur. Aynı hadîsi îmam Ahmcd b. Hanbcl şu lâfızlarla rivayet ediyor:

«Karın beni doyur, olmazsa beni boşa; diyenlerdendir. Cariyen: Beni doyur.da kullan! der. Çocuğun: Beni kime bırakıyorsun? der. İbni Trymiyyc «cl-Müntcka» nâm eserinde «Bu hadisin isnadı sahihtir.» demektedir.

Bütün rivayetler zevee, köle, câriye ve çocuklara nafaka verme­nin vâcib olduğuna delâlet ediyorlar.

İbnil-Münzir bu bâbta şunları söylüyor: «Baliğ olup da malı ve kazancı bulunmayan çocuklar hakkında ihtilâf edilmiştir. Bir taife, sabî olsun akil baliğ olsun, keza kız olsun oğlan olsun, kendilerini babalarından müstağni kılacak malları yoksa, hepsine nafaka ver­meyi vâcib görmüştür. Cumhur ise nafakanın erkek baliğ oluncaya ka­dar kız da kocaya gidinceye kadar vâcib olduğuna kaildirler. Sonra babaya nafaka, ancak çocuklar kötürüm olurlarsa vâcibtir. Çocukların malları varsa babaya nafaka vâcib olmaz.[891]

 

1177/980- «Saidü'bnü'l-Müseyyeb radıyrillahü nnh'öen ailesine infak edecek bir şey bulamayan adam hakkında rivayet olunmuştur.

— Bunların arası  ayrılır;  demiştir.»[892]

 

Bu hadîsi Saîd b. Mansur, Süfyan'dan o da Ebu'z-Zînâd'dan O'da İbnü'l-Müseyyeb'Len tahrîc etmiştir. Ebu'z-Zînâd: «Said'e bu sünnetmidir?» dedim; sünnettir cevabını verdi» demiştir.

Bu hadîs kavî bir mürseldir.

Saidü'bniVl-Miiscyycb'in mürselleri ile ulema amel etmişlerdir; Çünkü o irsali ancak mu'temed zevattan yapar. İmam Şafiî : «»Sait'in sünnetdir; dediği şey Peygamber (S.A.V.) 'in sünneti olmak gerekir.» demiştir. îbni Hazm-ı Zahiri: «İhtimal Ömer (R.A.)'m sünnetini kasdetmiştir.» demişse de bu iddia hilafı zahirdir. Çünkü: «sünnet mi?» diye soran, hiç bir zaman bu mutlak sözle ResûlüMah (S.A.V.)'in sün­netinden başka bir şey kastedemez, yalnız ulemâ'dan bir cemâat: «Râ-vî: Filân şey sünnettendir; derse, bu sözle Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetim kasdetmiş olabilir.» diyorlar. Râvîye: «Bu sünnettenmidir? diye soran, ancak Peygamber (S.A.V.)'in sünentini kasteder.

Filhakika Darc Kutni ile Bcyhaki, Hz. Ebu Hüreyre'den karısının nafakasını te'min edemiyen adam hakkında Resülüllah (S.A.V.J'den merfu* olarak şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:

Araları ayrılır; buyurdular.

Fakat musannif bu bahta Darr KıUnİ'nin vehme kapıldığını Bcyhakî'nin de onun bu vehmine uyduğunu iddia etmektedir. Maa-mâfîh bu iddianın da do;~ru olmadığını iddia edenler vardır.

Ulemâ fakirlikten dolayı nikâhın feshedilip edilmiyeeeği hususnda ihtilâf etmişleridr. Şöyle ki:

1— Eshâb-ı Kirâm'dan Ali, Ömer ve Ebu Hüreyrc (R.A.) hazc-ratı ile tâbiin'dm bir et mâata, fııkâha'dan İmam Mâlik, fytfii ve Ah-vıcd b. Ilanbrl ile İlmi Hazım müstesna bilumum zahirî imamlarına göre fakirlik sebebiyle nikâh feshedilir. Delilleri: Yukarıda zikredi­len Sald b. cl-Müacyych hadisi ile benzerleri ve:

«Zarar ve zarara karşı zarar yoktur» hadîs-i şerifidir. Ak­lî delillerine gelince: Şüyle diyorlar «Nafaka kadından istifade edilen cimâ'n mukabildir. Eunu, itaatsizlik eden kadına Cumhur-u ulemâ'ya güre. nafaka veri İmi m'; sinden anlıyoruz. Nafaka vâcib oîmadimı isti­fâde hakkı da sakıt olur; binâenaleyh zevcenin muhayyer bırakılması vâcib olur. Sonra fukahâ, kölesini beslemekten âciz kalan sahibine onu satmayı vâcib-görüyorlar; o halde aynı sebebtı n dolayı karısından ay­rılmanın vücûbu evlcviyyete kalır. Çünkü kölenin kazancı sahibinin olur, halbuki kadının kazancı kocasının değildir.

Bir de innîn yani cimâ'a kudreti olmayan bağlı kimsenin karısı za­rar görüyor diye nikâhın feshedileceğine ulemâ'mn ittifak halindi oldu­ğunu İbni'l-Münzir naklet mistir. Nafakasızlıktan dolayı ise görülen zarar daha büyüktür. Teâlâ hazretleri kadınlara zarar vermemelerini erkeklere tavsiye ediyor. Kadını nafakasız bırakmaktan daha büyük za­rar olur mu?...»

2— Hanefîler'le diğer bir takım ulemâ'ya ve bir kavlinde Şafiî'ye .göre nafaka sıkıntısından dolayı nikâh feshedilemez. Kitaptan delilleri:

«[893] Her kimîn rızkı kendisine dar geliyorsa Allah'ın kendine verdiğinden infak etsin; Allah hiç bir nefse verdiğinden    fazlasını teklif etmez» âyet-i kerîmesidir. Diyorlar ki: «Bu halde Allah nafakayı teklif etmediğine göre erkek, vâcib olmayan bir şeyi terk etmiş olur ki böyle bir şey karısı ile aralarının ayrılmasına sebep olamaz.»

Sünnetten delilleri : Ümmehâî-ı Mü'minîn'in nafaka istemeleri ha­disesidir. O zaman Hz. Ebu Bekir (R.A.) kızı Âişe'nin, Ömer (R.A.) de kızı Haîsa'nın gırtlağına sarılarak: «Resûlü'lah'dan, kendisinde bu-lunmıyan bir şeyi istiyorsunuz ha?...» demişlerdi. Eğer nafaka sıkıntısın­dan dolayı nikâhı feshetmek mubah olaydı bu zevat hak sahibi oldukları halde kızlarını Peygamber (S.A.V.)'in huzurunda döğmeye kalkmaz­lar Resûlüllah (S.A.V.) de bu yaptıklarından dolayı kendilerini takrir buyurmaz; bilâkis kadınların bu işde haklı olduklarını bildirirdi.

Sonra hiç şüphe yok ki cshâb-ı kiram arasında fakir olanlar vardı. Peygamber (S.A.V.) bunlardan hiç birine karısının nikâhını fesih ettir­meğe hakkı olduğunu söylemediği gibi hiç biri de fakirlik sebebiyle ni­kâh fcshetmemişlir.

Eir de şu var ki: kadın uzun zaman hasta yatsa ve kocasiylc bu müddet zarfında cima' etmese yine nafakasını vermek îcabediyor. Yani feshe müsaade edilmiyor. Nafaka sıkıntısı dolayısiyle kocasının başına gelen de aynı hâldir. Binâenaleyh burada da nikâh feshedilemez. Bu da gösteriyor ki nafaka muhaliflenin dediği gibi istifade mukabili değil; bizim dediğimiz vecihle habs-i nefis mukabilidir.

Ebu Hüreyre hadîsine gelince: Bunun kendi kesesinden olduğunu kendisi beyân etmiştir. İhtimal onun diğer hadîsi de öyledir. Sald b. cl-Miisryifcb hadîsi dahî mürseîdİr.

Hanefiler'in bu istidlallerine bazı muhalifleri tarafından cevab ve­rilmeğe çalışılmıştır. Biz o cevablardan sarf-ı nazar ettik.

3— Bazılarına göre zevç nafaka sebebiyle hapsedilir. Bunlar da ik fırkadır. Bir takımlarına göre erkek nafaka buluncaya kadar hepsed! lir; diğerleri: «kazanmak için hapsolunur» derler. Fakat tartıları bu iki kavlin ikisini de müşkil addetmiş; ve: «Burada vâcibolan: vaktinde sa­bah ve akşam yemeği vermektir. Eğer bu vakitlerde erkek hapsedile-cekse, hapis işi mevzuuna nakız ile avded eder; çünkü hapis   nafakayı bulmak içindir;  halbuki bu takdirde onu bulmağa kendisi    mâni'dir. Eğ^er hapis günlük nafaka ihtiyacından önce yapılacaksa bu sefer he­nüz vâcib olmadan yapıldığından caiz olmamak îcabeder. Günlük ihti­yaçtan sonra yapılsa artık nafaka borç hükmüne girer. Fakir borcun­dan dolayı hilitlifak habsediîmez» derler.

4— Kadın zengin, kocası fakir olursa, kocasına    nafaka vermesi için kadına teklifte bulunulur. Verdiği taktirde kocası zenginleyince bu nafakayı geri alamaz. Zâhirîler'den îbni HaznC'm kavli budur.

5— İbni'l-Kayyîm'e göre, şâyed evlenirken kadın erkeğin fakir olduğunu biliyorsa yâhud evlenirken zengin olup sonradan fakir düşmüşse, nikâhları feshedilcmez. Aksi taktirde feshedilir. İbni'l-Kayyim kadının bu hususu bilmesini kocasının fakirliğine rızâ say­mışa benzemektedir. Lâkin evlenirken zengin olup sonradan fakir düştüğü taktirde niçin nikâhı feshettirdiği anlaşılmıyor.

Şunu da ilâve edelim ki, nikâhın feshine kail olanlar bu feshin nafakayı bulmak için te'cil edilip edilemiyeceğinde ihtilâf etmişler­dir.

îmam Mâlikte göre bir ay te'cil edilir. Şafiî'ye göre te'cil müd­deti üç gün, Hammad'a. göre bir senedir: Bir ay yâhud iki aydır; diyenler de olmuştur.

Bir de: «nafaka sıkıntısından dolayı kadını boşama vâcib olur» diyenlere göre, kadın erkeği dâvaya verir ve kocasının ya nafaka vermesini yâhud kendisini boşamasını ister. Bu ayrılmaya fesih di-yenlerce kadın kocasını dâvaya vererek onun fakirliğini tesbit etti­rir; sonra da nikâhı kendisi fesheder. Bazıları : «kadın kocasını hâ­kim boşamağa mecbur etsin, yâhud nikâhı hâkim "feshetsin veya fesih için kadına izin versin diye dâva eder» diyorlar. Bu takdirde hâkim nikâhı feshederse yâhud fesih için kadına izin verirse- vâki' olan ayrılma, talâk değil fesihtir. Fakat artık o kadına ric'at ede­mez. Şâyed boşarsa, ric'î olur; bu taktirde o kadına dönebilir.[894]

 

1177-a/981- «Ömer radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre kendisi, kantarından kaçak yaşayan bir takım adamlar hakkında : Ordu kumandanlarına mektup yazmış; bunları, ya karılarının nafakaların» vermek yâhud (onları) boşamak için der dest etmelerini şâyed boşar­larsa (kadınları) habsettikleri müddetin nafakasını göndermelerini em­retmiştir.»[895]

 

Bu hadîsi evvelâ Şafii.sonra Beyhakî güzel bir isnadla tahrîc et­mişlerdir.

Hz. Ömer (R.A.)'m re'yi yukarıda görüldü.

Hadîs-i şerîf, Hz. Ömer'in mezhebine göre zevcenin hakkını uzun za­man vermeyip bekletmekle o hakkın sakıt olmadığına ve böyle kocaKırın, ya karılarının nafakalarını vererek geçinmeleri yâhud onları bo­şamaları îcabettiğine delildir.[896]

 

1178/982- «Ebu Hüreyre radıyallahü anlı'öen rivâye't olunmuştur. Demiştir ki: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e bir adam geldi ve :

— Yâ Resûlaüah bende bir dinar var (onu ne yapayım?) dedi.Resûlüllah (S.A.V.) :

  Onu kendin için harca! buyurdu. Adam :

  Bende  bîr  başkası  var? dedi.   Peygamber   (S.A.V.)   :

  Onu çocuklarına harca! buyurdu. Adam :

  Bende bir başkası var? dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :

  Onu ailene harca! buyurdu. Adam:

   Bende bir başkası  var? dedi.   Peygamber (S.A.V.) :

  Onu hizmetçine harca; buyurdu. Adam:

  Bende bir başkası var? dedi. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) :

  Sen bilirsin; buyurdular.»[897]

 

Bu hadîsi Şafiî tahrîc etmiştir. Lâfız onundur. Onu Ebu Dâvud dahî tahrîc eylemiştir. Nesâî-ile Hâkim dahî, zevceyi çocuklarından evvel zikrederek tahrîc etmişlerdir.

Sahîh-i Müslim'de bu hadîs Hz. Câbir (R. A.)'âen yine zevce ço­cuklardan evvel zikredilerek rivayet olunmuştur. Musannifin ifâde­sine göre İbni Hazm-\ Zahiri diyor ki : «Bu hadîs Yahya el-Kattan ile Sevri tarafından muhtelif şekilde rivayet edilmiştir. Meselâ Yah­ya zevceyi çocuklardan Önce zikretmiş; Süfyan-ı Sevrî ise çocukları zevceden evvele almıştır. Fakat bunları birbirinden evvel değil, bera­berce zikretmek îcabeder; çünkü Peygamber (S.A.V.)'in konuştuğu za­man bir şeyi üç defa tekrarladığı sahih olarak rivayet edilmiştir. Olabilir, hır defasında çocukları, başka defasında zevceyi evvel zikretmiş­tir; böylelikle beraber söylenmişlerdir.»

Lâkin bu mütâlâa o kadar beğcnilmemiştir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'in bir şeyi üç defa tekrarlaması her zaman ve her sözde de­ğildi. Bilâkis tekrar etmediği sözleri tekrar ettiklerinden daha çok idi. Tekrarı anlaşılmadığı zaman yapardı.

Bu hadîs-dahî yukarıda geçmiştir; ve insanın elinde bulunan şey­lerden infak etmesine teşvik etmektedir. Hadîste parayı biriktirmenin doğru olmadığına işaret vardır. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) en sonunda o zâta : «sen bilirsin» demiş; onları da ihtiyacın için biriktir; de­memiştir. Maamâfîh ibare  : «istersen biriktir» mânâsına da gelebilir.[898]

 

1179/983- «Behz b. Hakîm'den o da babasından o da dedesinden -rtıdıyallahü anhüm- İşitmiş olarak rivayet edilmiştir. Dedesi demiştir ki:

— Yâ Resûlallah kime ihsan edeyim? dedim:

Annene;   buyurdular :

  Sonra kime? dedim :

  Annene;  buyurdular-.

  Sonra kime? dedim. C* !ne) :

  Annene;   buyurdular :

  Sonra kime? dedim :

  Babana!   ondan   sonra en yakın   akrabana,   ondan sonra müteakiben geloı en yakın akrıbana; buyurdular.»[899]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Tîrmizî tahrîc etmişlerdir. Tirmizî onu hasen bulmuştur.

Hadîsi Hâkim dahî tahrîc etmiştir. Bu hadîs hakkında da yuka­rıda îzâhât verilmiş; ihsan ve ikram hususunda annenin babaya ter­cih olunduğu görülmüştür.[900]

 

«Hadâne  Bâbı»

 

Hadâne yâhud hidâne : Lügatle, kucağına almak, bağrına başmak ve kuluçka olmak mânâlarına gelir.

Şcrîatte : işini gücünü tedvir hususunda henüz müstakil olmayan çocuğu terbiye etmek ve onu tehlikeden zarardan korumaktır!

Küçük bir çocuk en zarurî İhtiyaçlarını görmekten bile âciz oldu­ğundan Aİlah-ü Zül Celâ! onun her nev'i ihtiyacını giderecek yardımcı­lar hâlkctmiş; ve mal, akid gibi şeyler hususunda babayı; terbiye hu­susunda da anneyi ona velî yapmıştır. Çünkü mal ve akid gibi şeylere baba daha muktedir; terbiye işinde de anne daha müşfik ve daha ma­hirdir. Nitekim Said b. cl-Müscyycb'in rivayet ettiği Hz. Ömer ha­dîsi de bu mânâyı te'yîd eder. Mezkûr rivayete göre : Ömer (R. A.) zevcesini boşamış da oğlunun kime verileceği hususunda Hz. Ebu Bekir'­in huzurunda karısîle dâvaya çıkmışlar. Ebu Bekir (R. A.) çocuğu an­nesine teslim etmiş ve Hz. Ömer'e de :

— Bu çocuk için annesinin tükürüğü senin yanında yiyeceği oğul balından, kovan balından daha hayırlıdır yâ Ömer; demiştir. Bunu bir çok eshâb'ın huzurunda söylemiştir.[901]

 

1180/934- «Abdullah b. Amr radıydllahü anhümâ'âan rivayet olun­duğuna göre bir kadın :

— Yâ Resûlaüah şüphesiz kî şu oğlum için karnım bir kap, memem su tulumu, sinem de mahfaza idi. Şimdi babası benî boşadı ve beni on­dan çekip almak istedi; demîş. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.) :

— Sen kocaya varmadıkça çocuğu almağa daha hak­lısın; buyurmuşlardır.»[902]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Hâkim onu sahînlemiştir.

Hadîs-i şcrîf, çocuğun terbiyesi için annenin daha münâ.sib oldu­ğuna delildir. Filhakika kadın kendisinin bu iş için daha lâyık olduğu­nu gösteren hususiyetler zikretmiş: Peygamber (S.A.V.) de kendisini haklı bularak çocuğu ona vermiştir. Burada hükmü iktiza ederi mâ­nâya tenbih vardır.

Bu hadîsin delâlet ettiği hüküm ittifâkîdir. Hulefâ-i Râşidîn'den Hz. Ebu Bekir'le Ömer (R. Anluımâ )'n\n mezhebi budur. İbni Abbas (R.A.): «Annenin kokusu, döşeği ve harareti çocuk.için tâ büyüyüp de başının çâresine bakıncaya kadar senden daha hayırlıdır» demiştir.

Bu iradîsi Abdilrrezzak (126—211) bir kıssa hakkında tahrîc etmiştir.

Hadîs-i şerîf, anne kocaya varırsa'hadâne hakkının sakıt olaca­ğına da delildir. Cumhur-u ulemâ'mn mezhebi budur. İbni'l-Münzir : «kendisinden hadîs bellediğim bütün ulemâ bunun üzerine ittifak ettiler» demiştir.

îbni Hazım ile başkaları hadâme hakkının kocaya varmakla sakıt olmadığına kaildirler.,Bunların delili : Hz. Enes'in validesi koca-' ya vardığı halde yine onun terbiyesi altında büyümesi ve Hz. Ümmü Seleme (R. Anka) Peygamber (S.A.V.) ile evlendiği halde çocuğunun kendi terbiyesi altında kalması ve diğer buna benzer vak'alardır. îbni Hazm babımızın bu hadîsi hakkında söz edildiğini söyler; ise de bunun doğru olmadığını Humcydî, Îbni'l-Mcdîzd, Buharı, Ahmcd b. Hanbcl ve îbni Rahaveyh gibi hadîs imamlarının bu hadîsle amel etmesi göstermektedir. Binâenaleyh bu gûnâ ta'nlara i'tibâr yoktur.

Îbni'l-Kayyim ise bu hadîs hakkında şunları söylemiştir : «Bu öyle bir hadîstir ki, ulemâ bunda Amr b. Şuayb'a muhtaç kalmış; ve burada onunla istidlal etmekten başka çâre bulamamışlardır. Ha­dîsin merkez-i sikleti Amır'dır. Evlenmekle hadâne hakkının sakıt olacağına bundan başka delâlet eden hadîs yoktur. Dört mezhebin imamları ile daha başkalarının mezhebi budur.»[903]

 

1181/985- «Ebu Hüreyre radıyallahii anh'den rivayet olunduğuna göre bir kadın gelerek :

    Resûlâllah, gerçekten kocam oğlumu götürmek istiyor. Hal­buki oğlumun bana faydası dokunmaya başlamıştı; bana Ebu İnebe ku­yusundan su taşıyordu: demiş. Arkasından kocası gelmiş.Derken Pey­gamber (S.A.V.) :

   Ey çocuk! şu baban şu da annen! (Haydi  bakalım) hangisini İstersen onun elinden tut;  demiş; çocuk hemen an­nesinin eline yapışmış; annesi de onu alıp götürmüştür.»[904]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dört'ler rivayet etmişlerdir. Tirmizî onu sa-hîhlemiştir.

Hadîsi Îbni'l-Kattan dahî sahîh bulmuştur.

Bu hadîs : çocuk kendisini kayırmaya başladıktan sonra anne ile baba arasında muhayyer bırakılacağına delildir. Ulemâ bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Küçük bir cemâat bu hadîsle istidlal ederek çocuğun muhyyer bırakılmasına kail olmuştur. îshak b. Rchavcyh (168—238)'-in mezhebi de budur. Bunlara göre muhayyerlik yedi yaşından baş­lar.

Hanefîler'lc diğer bir takım ulemâ'ya göre. çocuğa muhayyerlik yoktur. Onlarca çocuk zarurî ihtiyaçlarını kendisi görmeğe başlayınca­ya kadar annesinde kalması, kendisini kayırmaya başladıktan sonra oğlanın babasına verilmesi: kızın ise annesinde bırakılması maslahata daha muvafıktır, imam Mâlik de muhayyer bırakılma meselesinde bir dereceye kadar Hanefilef'le beraber ise de ona göre çocuk erkek ol­sun kız olsun annesinin terbiyesinde bırakılır. Bir rivayete göre bunun hududu bülûğ'dur.

Çocuğa muhayyerlik tanımıyanlar : «Kocaya varmadıkça sen çocuğu almağa daha haklisin» hadîsinin umümîlc istidlal eder­ler ve: «Çocuğun ihtiyar etmeğe hakkı olsa annesi ona bakma hususun­da daha haklı olmazdı» derler.

Muhayyerliğe kail olanlardan bazılarına göre : çocuk annesi ile ba­basından hiç birini seçmese, kur'a çektirmeye*  lüzum görülmeksizin annesine verilir. Zira hadânc hakkı onundur. Bu hak ondan eoeujîun ili-Uyarı ile intikal ediyordu. Çocuk kimseyi ihtiyar etmeyince asiı üzere kalır.

Bir takımları anne ile baba arasında kur'a çekilmesine taraftar ol­muşlardır. Çünkü kur'a Ebu Hürcyre hadîsinde zikredilmiş ve : Resûlülkh (S.A.V.):     Kur'a çekin! dedi. Fakat adam :

Benimle çocuğun  arasına.kim  girebilir?  deyince Peygamber (S.A.V.) çocuğa :

— Öyle İse hangisini dilersen seç; buyurdular. Çocuk an­nesini seçti. Annesi de onu alarak gitti.» denilmiştir.

Bu hadîsi Bcyhakî tahrîc etmiştir.

Mezkûr hadise göre kur'a, seçme işinden önce olmak lâzım geliyor­sa da Huiefây-ı Râşidîn hazorâtı çocuğun ihtiyarı ile amel ettiklerinden seçme işi kur'adan evvel olmuştur.

Îbni'l-Kayyim (691—751) «el-Hcdyü'n-Ncbcviy» adlı eserinde muhayyer bırakmakla kur'a çekme islerinin ancak çocuğun yararına oldukları zaman nazar-i i'tibâre alınacağını, anne, babadan daha enim ve daha gayretli olursa kur'aya veya gocuğun seçmesine ba-kılmıyacağını söylemekte ve : «Çocuğun aklı zaîftir; o tenbelliği, oyunu tercih eder. Binâenaleyh bu işte kendisine müsâid davrananı seçerse onun seçmesine bakılmaz; ona daha faydalı olanın yanma verilir. Şe-rîatin bundan maadasına ihtimali yoktur.  Peygamber (S.A.V.)  :

«Yedi yaşında onlara namazı emredin; on yaşına vardık­larında namazı bırakırlarsa onları döğün. Hem onların yataklarım ayırın» buyurmuştur. Allah dahî :

«[905] Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu  (cehennem) ateş.   (in) den koruyun»

buyuruyor. Meselâ anne çocuku mektebe gönderiyor, yâhud ona Kur'ân öğretiyor, çocuk ise oyunu ve boydaşları ile düşüp kalkmayı tercih edi­yor; babası kendisine ses çıkarmıyorsa çocuğu almaya anne daha lâ­yıktır. Kurada kur'a veya muhayyer bırakma filân olmaz. Aksi halde dahî bövle hareket edilir» demektedir.[906]

 

1182/986- «Râfi' b. Sinan[907] radıyallahü unh'den rivayet oîunduğu-na göre kendisi müslüman olmuş karısı İse müslüman ofmayı kabul et­memiş. Bunun üzerine Peygamber sallaîlahü aleyhi ve sellem, anne­yi bîr tarafa, babayı da bir tarafa oturtmuş. Çacuğu dahî aralarına oturt­muş, derken çocuk annesine meyledivermiş.  Resûlüllah  (S.A V.) :

— Yâ Rab buna hidâyet ver; de (yerek duâ et) miş. (Bu se­fer) çocuk hemen babasına meyletmiş. O da onu almış.»[908]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Nesaî lahrîc etmişlerdir. Hâkim onu sahîhlemiştir.

Şu var ki, tbni'l-Münzir nakle ehil olanların bu hadîsi sabit ka­bul etmediklerini söylemiştir. İsnadında da söz vardır, çünkü onu Abdülhamid b. Cu'jr.r b. Rafi' rivayet etmiştir. Bu zâtı Scvri ile Yahya b. Mam zaîf bulmuşlardır.

Hadîste zikredilen çocuğun kız mı yoksa erkek mi olduğu ihti­laflıdır. Bazıları «bu hadîste çocuğun muhayyer bırakıldığına dâir bir şey yoktur. İhtimal ki muhayyer bırakılacak yaşa henüz varma­mıştı. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) onu yalnız ebeveyninin arasına oturtmuş ve kendisi hidâyet diliyerek duada bulunmuş. Bu dua bcrekeüyle çocuk babasını seçmiştir.» diyorlar.

Hadîs-i şerifte kâfir anneye do hndâne hakkı olduğuna delil var­dır. Çünkü hakkı olmasa Peygamber (S.A.V.) çocuğu bu kadınla koca­sının arasına oturtmazdı Srvri ile bir çok ulemâ'nın mezhebi bu dur. Fakat bu cevâz gocuğu kâfir yapmaktan emin olmak şartilcdir. Çocuğun kâfir olacağından korkutursa annesine vermek caiz değil­dir. 

Cumhur'a göre ise kâfir bir annenin çocuk terbiyesine hakkı yok­tur. Zîrâ mürebbî çocuğu kendi dinine göre yetiştirmeğe çaldır. Bir de Cenâb-ı Hak müslümanlarkı kâfirler arasındaki dostluk alâkasını kes­miş, buna mukabil müminleri birbirlerine velî yapmıştır. Nitekim bu bâbta

«[909] Allah kâfirler İçin elbette mü'mİnîer aleyhine  bir yol  halketmiyecektir» buyurmuştur.

Cumhur, Râfİ' hadîsinin hüccet teşkil edecek kuvvette olmadığını, olsa bile bunun Kur'ân aycticrîyle neshodildiğini iddia ederler. Kâfir annenin, çocuk terbiye etmesi şöyle dursun Şafiîler'lc Hanbelîler'e ve diğer bazı ulemâ'ya göre müsiüman mürebbiyyenin bile adaleti şart­tır. Vakıa' : bu şr.rt son derece ağır ve riâyet olunması pek büyük güç-lüklçıe yo! açar; diye i'tirâzda bulunanlar olmuşsa da mezkûr zevata göre yine de fâsık kadınlardan mürebbiye olamaz.

Mürebbiyenin âkil, baliğ olması şarttır. Binâenaleyh deli, bunak, ve küçük kızdan mürebbiye olamaz. Çünkü bu sayılanlar kendileri bakıma muhtaçtırlar. îmam Mâlik1 ten gayri mezheb imamlarına göre hür­riyet bile şarttır. Zîrâ cariyenin kendine vilâyeti yoktur, ki başka­sına da velî olabilsin. Hadâne bir nev'i velî olma hakkıdır.

îmam Mâlik'c göre hür bir adamın cariyesinden doğan çocuğu­na satıîıncaya kadar câriye olan annesi bakacaktır. Satılırken artık hak babaya intikal eder. Delili :

«Her kim bir anne ile çocuğunun arasını ayırırsa Allah kıyamet gününde onunla sevdiklerinin arasını ayırır»

hadîs-i şerifi ve emsalidir.

Bu hadisi îmam Ahmcd b. Hanbcl, Tirmizî ve Hâkim, Hz. Ebu Eyyûb'tan rivayet etmişlerdir. Hâkim onu sahih bulmuştur.

Hz. Mâlik'e göre cariyenin bütün kazancı sahibinin malı olursa da hadâııc hakkı bundan müstesnadır.[910]

 

1183/987- «Bera'b. Âzib ' radıydtlahü anJı'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber sallalJalm aleyhi ve scllcm Hamza'nın kızı için tey­zesine verilmesine hükmetmiş ve:

  Teyze anne mesabesindedir; buyurmuştur.»[911]

 

Bu hadîsi Buharî tahrîc etmiştir. Onu Ahmed, Hz. Ali hadisinden tahrîc etmiştir. O hadîsde Peygamber (S.A.V.) :

  Ki? da.teyzesinin yanında olacak. Çünkü teyze an­nedir; buyurmuştur.

Hadîs-i şerif, teyzeye hadâne hakkının sabit olduğuna delildir. «Teyze anne mesabesindedir» buyurulduğuna göre onun baba­dan ve anne anneden bile ileri gelmesi îcabederse de bunları icmâ' tah­sis etmiştir.

Hanefîler'e göre hadâne hakkı daha ziyâde şefkat ve merhamete istinâd ettiği için dâima anne tarafından aranır. Binâenaleyh çocuğun annesi yoksa, anne.annesine verilir. Bunlar, yukarıya doğru ne kadar çıkarsa çıksınlar diğerlerine yine tercih edilirler. Meselâ çocuğun an­nesinin anne annesi sağ ise çocuk ona verilir. Beri tarafta baba an­nesi sağ ve ötekine nazaran daha genç olduğu halde ona verilmez. Anne annesi yoksa baba annesine verilir. Yalnız îmam Züfer'e göre anne baba bir kız kardeş ile teyze, haba anneye tercih edilir. Çocu­ğun anne veya baba tarafından hiç bir ninesi yoksa sıra kız kar­deşlerine gelir. Bunlardan anne baba bir kız kardeşler diğerlerine tercih edilir; onlar yoksa; çocuk anne bir kız kardeşine verilir; o da yoksa sıra baba bir kız kardeşine gelir. Ancak îmam Muhammed'm Ebu Hanîfe'den bir rivayetine göre teyze, baba bir kız kardeşe tercilı edilir. Daha son fa sıra aynı tcrtib üzere teyzelere; onlar yoksa lı;ılalnra gelir. Fakat hu sayılanlardım hangisi çocuğa yakın akraba olmayan biri ile evlenirse hadâne hakkı sakıt olur. Bundan yalnız nine müstesnadır. Hakkı _şâkıt olanlar ho.şanırlar.sa aynı hakları yi­ne avdet eder. Zira «.mâni' zail oldukta memnu' avdet eder».

Çocuğun kadın akrabası yoksa sıra erkeklere gelir. Bunların da asabe olmak i'tibâriyo en yakın olanı tercih edilir. Çünkü velî ol­mak yakın akrabanın hakkıdır.

Sonra erkek çocuk anne veya ninesinin terbiyesinde yalnız ba­sına yiyip içmeğe, giyinmeğe ve taharetlenmeğe başlayıncaya ka­dar bırakılır. Bundan sonra o erkeklerin ahlâk ve âdabını Öğren­meye muhtaçtır. Bu işe baba daha münâsib olduğundan çocuk ona verilir. Kız çocuğu anne veya ninesinin yanında hayzmı görünceye kadar kalır; daha sonra iffet ve namusunu korumaya sıra gelir ki bu ise baha dahn lâyıktır.

İmam Ahmcd h. Hnnbri'öcn bir rivayete göre çocuğun annesi yoksa sıra baba annesine gelir. Fakat bu kavil zaîf bulunmuştur, İmam Mâlik'den bir rivayete göre : Teyze, baba anneden evlâdır. Delili Hz. Hamza (R. A.)'m kızı hadisesidir. Buharı üe Müslim'in itti-fakm rivayet ettikleri bu kıssü sudur : «Resûîüllah (S.A.V.)'in huzurun­da Ali, Ca'fer-İ Tayyar ve Zeyd b. Harise (R.Anhüm) hazerâtı Hz. Hamia'nın yetim ka.i.n kızını almak için dâva etmişler. Hz. Ali :

  Ben  almağa  herkesten ziyâde  hak sahibiyim;  çünkü amca­mın kızıdır; demiş. Hz. Zeyd :

  Benim kardeşimin kızıdır; iddiasında bulunmuş. Hz. Ca'fer de :

  Bu kız benim amcamın    kızıdır. Teyzesi de nikâhım altındadır; şeklînde beyanatta bulununca Peygamber (S.A.V.) kızı teyzesine vermiş ve :

  Teyze anne mesabesindedir; buyurmuş. Ali'ye :

  Sen benden ben de sendenim; Ca'fer'e :

  Benim hilkat ve ahlâkıma benzedin; Zeyd'e dahî :

—? Sen bizim kardeşimiz ve meviâmızsın; buyurarak hep­sinin ayrı ayrı gönüllerini taltif etmiştir.» Hz. Zeyd'in iddiası Peyganv' ber (S.A.V.)'in onunla  Hamza arasında  vaktiyle    kardeşlik -akdetmiş olmasındandır. Aynı hadîsi Ebu Dâvud da rivayet eder. Onun riva­yetinde : «Teyze anne demektir» ziyâdesi vardır.

İshale b. Rahcvcyh[912]  rivayetinde ise şöyle buyurulmaktadır :

«Sana gelince ey Zeyd, sen bizim kardeşimiz ve meviâ­mızsın. Kız teyzesinin yanında   olacak; zîrâ teyze anne-

hnam Buharı (194 — 256) «Kitabii'l-Mct/azi» nin «OmratiVl -Kaza* bahsinde şunları Inhrîc etmiştir: Peygamber (S.A.V.) çıktı. Ak­rabasından hemen Hamza'nın kızı :

  Amca amca!  diye çağırarak onun peşine takıldı. Derken onu AIİ aldı; ve elinden tutarak Fâtıme'ye :

  Al bunu amcanın kızıdır;  al götür;  dedi.  Bunun  üzerine Ali ile kardeşi Ca'fer ve Zeyd b.  Harise bu kız hakkında dâvaya durdular. Ali:

__ Onu  ben  aldım;  o benim amcamın  kızıdır;  dedi.  Ca'fer   :

  O benim amcamın kızıdır;  teyzesi de kadınımdır;  iddiasında  bu­lundu. Zeyd dahî :

  Kardeşimin   kızıdır;   dâvasını   ileri   sürdü. Nihayet Peygamber (S.A.V.)  onun, teyzesine, Ca'fer'İn karısı     Esma'ya  verilmesine hük­metti.»[913]

 

1185/988- «Ebu Hüreyre radıyallahü onft'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûiülah salaîlahü aleyhi ve sellem :

— Birinize hizmetçisi yemeğini getirdiği vakit onu kendisi iie beraber (yemeğe) oturtmazsa bir veya iki lokma

bârî Versin; buyurdular.»[914]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir. Lâfız Buharî'nindir.

Hizmetçi : Erkek, kadın hür ve köleye şâmildir. Emrin zahiri hiz-»metçiyi evin sofrasına oturtmanın; bu olmazsa ona yemeklerden bir iki lokma yedirmenin vücûbuna delâlet ediyor. Bu hadîsten anlaşılıyor ki, hizmetkârına kendi yedilinden yedirmeyi emreden hadîsten murâd : mutlaka beraber yemek veya kendi yediği yemekten onu doyurmak de­ğil; onu yemeğine bir iki lokma ile iştirak ettirmek imiş.

İbni'l-Münzir'in beyânına göre bütün ulemâ, hizmetçiye o yerde emsalinin yediklerinden yedirmenin vâcib olduğunda, katık ve elbi­se meselesinde dahî hükmün bu olacağında müttefiktirler. Yemeği birlikte yemeleri efdâl olmakla beraber vâcib değildir. Binâenaleyh efendisi, yemeğin iyisini kendine ayırabilir.

Bu hadîsin tamamı şöyledir :

ünkü onun pişirip kotarmasına katlanan odûp.» Bun­dan anlaşılıyor ki, bu hak, yemeği pişirmekte emeği geçen hizmetçiye mahsustur. Zîrâ yemekten canı ister. Aynı mânâ, onu taşıyanlarda da mevcud olduğundan hükmde onlar da dahildir.[915]

 

1186/989- «İbni Ömer radıyallahü anhümâ'âan Peygamber saîlap îahü aleyhi ve sellem'âen işitmiş olmak üzere rivayet edildiğine göre ResÛtüHah (S.A.V.) :                                                            .

— Bir kadın ölünceye kadar hapsettiği bir dişi kedi hakkında azâb olunmuş; ve onun sebebiyle cehenneme girmiştir. Kadın onu hapsettiği vakit doyurup sulama-mış; yerin böceklerini yemeye de müsaade etmemiştir; buyurmuşlardır.»[916]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Musannif bu kadının kim olduğunu tesbit edememiştir. Bir rivayet­te kadın Himyer'li, diğer bir rivayette Benî İsrail'dendir.

Hadîsi şerîf, zulmen kedi öldürmenin haram olduğuna delildir. Ba­zıları kadının kâfir olması ihtimalini ileri sürerek küfründen dolayı azâb görmüş olmasını muhtemel saymışlardır. Onlarca kediden doiayı gördüğü a?.âb öteki azabı sadece arttırmıştır.

Nevcvî (631—676) kadının müslüman olduğunu söylüyor. Bu taktirde cehenneme girmesi bu günahı işlemiş olmasındandır.

Bazıları kadının kâfir olduğunu tasrih etmişlerdir. Aynı hadîsi tmam Beyhakî, Hz. Âişe (R. AnA4/dan rivayet etmiştir. Bu hadîste:

«Küfrü ve zulmü sebebiyle azabı hak etti.» denilmektedir.

Demiri «Şcrhü'l-Minhdc» da şöyle diyor : «Esah olan düşman­lık yapar.sa kedinin öldürülcbilmesidir. Fakat bu şekilde öldürüle­mez.»

Kaadı tyaz kediyi, beş zararlı hayvana katarak, zarar vermedi­ği halde dahî öldürülebileceğine kail olmuştur.

Radîs-i, şerîf mefhum-u muhalefet tarîki ile, kedi, ac. susuz bı-rakümazsa kapanmasında bir beîs olmadığına delâlet eder.[917]

 

«Cinayetler»

 

Cinayet: zararlı olan her memnu' fiildir. Bu fiil ba'zen insanın ken­dine, ba'zen de başkalarına âid olur. Başkalarına yapılan cinayet, ya cana, ya mala yâhud ırza karşı işlenir.

Ona karşı işlenen, ya canın çıkmasına yâhud kol ve bacakların kop­masına veya sakatlanmasına sebep olur. Cana karşı işlenen cinayetin: katil, salb (yani asmak) ve yakmak gibi nev'ileri vardır. Kol ve bacak­lara karşı yapılan cinayet dahî kesmek, kırmak ve yaralamak suretle­rinden birîle olur.

Mala karşı cinayet : ya gasb ya hıyanet yâhud da hırsızlık suretle­rinden birîle olur. Gasb ve hıyanetin ahkâmı yerinde görüldü. Hırsız­lığın cezası da hudûd bahsinde gelecektir.

Irza karşı cinayet: ya kazif yâhud gıybet yolu ile olur. Kazfiri ceza­sı hadd vurmaktır. Gıybetin cezası ise uhrevîdir. Cana karşı işlenen ciııayellm Hanefîler beş kısma ayırırlar: Amd, şibh-i amd,   hatâ, başka halâ yerine geçen katil ve sebepli ölüm.

1— Amd: Kasul demektir. Bir kimsenin bir İnsanı kılıç gibi par­çalayıcı bir âletle kasten vurarak öldürmesine amd'en katil derler. Bu­nun hükmü : Büyük günah islemiş olmak ve kaatili kı.sâsen öldürmektir. Bu cinayet pek müthiş olduğu için cezasının da ona göre verilmesi, şer-i şerîf muktczâsıdır. Ancak dünyada buna yetecek tam bir cezâ yok­tur. Cinayet o kadar büyüktür ki. katili i'dâm etmek dahî ona yeter bir cezâ teşkil edemiyor. Binâenaleyh onun tam cezası âhirele bırakılmış: dünyada kendisinden keffaret bile kabul edilmemiştir. Çünkü keffaret-tc bir cihetten cezâ varsa da diğer cihetten İbâdet olmak keyfiyeti var­dır. Böyle tüyler ürpertici bir cinayetin cezasına ise ibâdet karıştmla-maz. Onun tam cezası cehennem olmalıdır. İşte bu cihet aklen böyle okluğu gibi naklen dahî ;

«[918] Her kim bir mü'mini kasten Öldürürse onun cezası ebedî (ye ya­kın) Cehennemde kalmaktır. Hem Allah ona gadab ve lâ'net efmİştir.» hııyurularak böyle olduğu te'yîd  edilmiştir. Resûlüllah (S.A.V.)  de   :

«İnsan Allah'ın binasıdır; o binayı yıkan mel'undur.» bu­yurmuştur. Ancak Ölenin mirasçıları katili affeder veya mal mukabi­linde onunla sulh yaparlarsa o zaman katil canını kurtarmış olur.

2— Şİbh-i Amd : Kasten yapılana benzeyen katildir, ve öldürmeye -âlet sayılmayan, taş, sopa veya yumruk gibi şeylerle insan öldürmektir. Hükmü: günahkâr olmak, keffaret vermek ve âkile yani yakınları üze­rine ağır diyet sayılan yirmi beş adet iki yaşma basmış dişi deve yav­rusu vermenin vâcib olmasıdır.

3— Hatâ: Av, yâhud harbederken düşman sanarak bir müslüma-nı öldürmektir. Hükmü: keffaret vermek ve âkilenin diyet ödemesidir. Bunda günah yoktur." Fakat bazılarına göre katil günahı olmasa da gü­nah vardır. Zîrâ atarken dikkatle davranmamıştır.

4— Hatâ yerine geçen katil : Uyurken bir taraftan öbür tarafa dö­nerek bir insanı öldürmek gibi şeylerdir. Hükmü   Hatânın hükmü gi­bidir.

5— Sebeble katil : Kendi mi İki olmayan bir yere kazdığı kuyunun içine  bir  insan   düşerek  ölmek gibidir.   Bunun Hükmü:   Sadece âkilc-nin diyet ödemesidir.

Görülüyor ki, kısas yalnız kasden insan öldürmede vâcib olmakta­dır.

Şimdi biraz da kısası görelim :

Kısas : Lügatte mümâselet, yani benzerlik demektir. Şerîatte ise: Bir kimseye yaptığının mislini yapmaktır. Evet can yerine can alınma­sı mülâhaza edilirse bu benzerliğe akıl ererse de can yerine mal alın­masına yani kaatili öldürmeyip ondan yalnız diyet almak suretiyle ya­pılan kısasa aklımız ermez; çünkü kısas cismin yok olmasına vesile­dir. Mal ise onun devam ve bekasına hizmet eder. Fakat bizim aklımız ermemekle beraber bunrada yine de benzerlik vardır, Usûl-i Fıkıh'ta buna «misl-i gayr-i ma'kul» derler.

İslâmiyet'e 'düşman olanlar onun kısasına da düşmandırlar. Müba­rek dînimizi çirkin göstermek için olanca çirkefliklerini ortaya atar; İslâmiyctin sadece meşru1 kılmak değil aynı zamanda bir hayat kayna­ğı saydığı kısasını bir vahşet tablosu bir gerilik Örneği, iğrenç ve yüz kızartıcı bir şeymiş gibi tasvirinden hiç utanmazlar. Yaptıkları propoğandalarla safdil İnsanları kandırmağa çalışırlar. Bittabi kaç kişi kandırabilirlerse müslümanların umumî nüfusundan o kadar kişi düşü­lecek ve müslümanların sayısı o nisbette azalacak demektir. Halbuki bu gafiller dünyada î'dâm denilen şey'in henüz kalkmadığını ve kolay kolay da kalkmıyacağını pek alâ bilirler. Bu günün î'dâmlari arasında iple asmak, zehirli gazla boğmak, elektrikle yakmak, kurşunla vurmak gibi bir çok şekiller mevcuttur. Bu saydıklarımız İçinde boynu kılıçla vurmaktan daha güzeli varmıdır? Daha doğrusu Ölüp de diriicn varmı-dır ki, şu Ölüm daha güzel, bu daha çirkin diye bir hükme varılabilsin? Bu vasıtaların her birini aynı zamanda öldürücü farzetsek bizce ara­larında hiç bir fark kalmaz. Çünkü hepsinin yaptığı iş aynı iş ve sarf-ettiği zaman aynı zamandır. Bilâkis saydığımız îdâm vasıtalarının ba­zısı çabuk, bazısı geç öldürürse o zaman birinin ânî Öldürdüğü için faz­la zahmet ve ızdırap çektirmediğini diğerininse ânî öldürmeyip bir kaç. saniye veya dakika ızdırap çektirdiğini tasavvur edebiliriz. Eu taktir­de ise bcğenilmeyip çirkin görülecek î'dâm şekli, kılıçla yapılan kısas değil, iple boynundan asmak suretiyle yapılanı olmak gerekir.Çünkü kılıçla boynu vurulan adam şüphesiz ki beş on saniye sonra ölür. Hal­buki asılan insan dakikalarca can vermeğe çalışır.

Görülüyor ki î'dâm hususunda îsiâmî usulü çirkin görenlerin be­ğendiği usul hakikaüa hiç de beğenilecek bİr^cy değildir. Kaldı ki ba­his mevzuu i'dâmm mânâsı ok.şnmak değil, Ölümü hak etmiş bir mu­zır şahsı yok etmek demektir. Bilfarz babasını öldürmüş bir canavarın î'dârmnda güzdük aranacağına dehşet ve şiddet aramak; bu sureile bütün canilere bir ders-İ ibrot vermek, cinayetlerin önünü almak nok-ta-i nazarından her halde daha ma'kûl olsa gerektir. İslâmiyet düşman­ları ne derse desinler dinimizde kısa.; hem meşru' hem de bir nev'i ha­yat kaynağıdır. Onun meşru' olduğuna Kitap, Sünnet ve îcmâ'-ı ümmet şahittir. Kitaptan delilimiz :

«[919] Ey müminler sîzin üzerinize kısas farz kılındı...» âyeti kerîmesidir. Sünnetten delili :

«Her kim insan Öldürürse biz de onu Öldürürüz» hadîsi şerifi ile bu bâbta göreceğimiz, hadîslerdir. Hayat kaynağı oluşunu ise:

«[920] sizin hısâsta hayat vardır ey akil sahipleri...» âyet-i kerîmesi ispat Emektedir. Bu gûnâ cemiyetli sözlere edebiyatta î'caz derler. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) bunları «CevâmiU'l - Kelim» nâmı ile ifâde buyurmuşlardır. Bu bir kaç kelimelik âyetin mânâsı o kadar şümullü­dür ki, yalnız bu âyet üzerinde bir kaç yüz sâhilelik bir eser yazılabilir. Biz bu deryâ'ya dalmadan geçmek mecburiyetindeyiz. Yalnız bu ha­yat deryasının üzerinden derin nefesler alarak atlayıp geçerken muh­terem kari'lerimize bir nefha-i hayat takdim etmeyi boynumuza borç biliriz.                                

îmdi deriz ki : kısasta hayat vardır. Evet din düşmanlarının çirkin gördüğü kılıçla kelle uçurmakta hayat vardır, çünkü kasten adam öldüren kaatiiin kuş gibi havada uçan kellesini görmek onu müşahade edenlerin kalplerine o derece derin bir tesir icra edecektir ki, bir daha kendileri adam öldürmek şöyle dursun, onun tasav­vurundan bile kaçınacaklardır. Bunun tahakkuk ettiğini düşünürsek neticeyi bulmak son derece kolay olur. Zira Öldüren bulunmayınca ölen de bulunamıyaeaktır. Ölen bulunmayınca kısas da bulunmıya-caktır. îşte hayat budur. Bunu bir kan dâvasına tatbik ettiğimizi düşünelim : yıllarca devam edogclen ölümlü dâva birden bire dura­caktır. Çünkü: Öldürme sırası bizimdir; diyen taraf, karşı taraftan birini Öldürürse kendi kellesinin kılıçla uçurulacağmı ve bu işin üç beş sone, nihayet ölüme bedel kaydı ile hapiste yatarak günün birin­de mutlaka kurtulacağı hülyasına benzemiyeceğini; bilâkis muha­keme biter bitmez hükmün infaz edileceğini düşünürde olduğu yerde mıhlanıp kalır. Bu oklumu, karşı taraf t vurulacak olan insan öl­medi, onu öldürecek olan bu tarafın katili ete ölmedi demektir. İşte âyet-i kerîmenin en kısa mânâsı bu, kısastaki hayatın en veciz medlulü de budur.

Nihayet AMahü Zülcelâl -hâşâ- bizlerden akıl alacak değildir. Onun emirleri, emirlerin en güzeli olduğu gibi nebileri de yasakların en mü­essiridir.[921]

 

1187/990- «ibnî Mes'ud radn/aUuhii auh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallallalıil aleyhi ve wllcm :

— Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Resû­lüllah olduğuma şehâdet eden müslüman bir kimsenin kanı ancak û'c sebeoten biri ile helâl olur: Dul zenpâre ol­mak, cana karşı canİa mukabele etmek ve dînini bırakıp, cemâati terkeder oln.ak sebeblerinden biri ile; buyurdular.»[922]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Hadîs-i şerir, müslüman bir kimsenin ancak üç sebepten biri ile Öl­dürülebileceğine delildir, Hutılanliın birincisi dul zenpâre yani nuılısan olupta yine zina inlen kimsedir. Hunim hakkı recim sureliyle öldürülmek­tir. İkincisi : cana karşı can, yani kısas suretiyle î'damdır. Dinini terkeden ise İslâmiyetten dönen her mürted i!e irüdât vasıtasına anım ve şâmildir. Böylelcri tekrar İslama avdet etmezlerse öldürülürler.

«Cemâati terkeden» ta'hiri her nevi âsî ve bâgilere şâmil­dir. Bu hadiste kâfirden imana gelmesini isteyerek kendisi ile mukâtele odiiomiycceğinc, ancak şerrini defi' için mukâtele edilebileceğine isâret vardır: kâfir dînini bırakanlarda dâhildir; y.îrâ o İslâm fırtarı üzerine yaratılmış, lâkin bu fıtratı kendisi terketmi.ştir;  diyenler de vardır.[923]

 

1188/991- «Âişe radıyallahü anhâ'dan Resûlüllah sallallahü aleyhi ve scîîem'ın şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

— Bir müslümanın katli ancak üç hasletten biri se­bebiyle heîâl olabilir: Ya Muhsan zanîdir de recmedilir. Yâlıud bir müslümanı kasden öldüren adamdır; katledi­lir. Yâhud'da İsiâmdan çıkıp Allah ve Resulüne karşı harb eden ve binnetice öldürülen veya asılan yâhud o yer­den sürgün edilen adamdır».[924]

 

Bu hadisi Ebû Dâvud ile Nesaî rivayet etmişlerdir. Hâkim onu sahîhlomistir.

Hndîs-i şerif yukarıki hadîsin ifâde ettiğini anlatmaktadır. «İsiâm­dan çıkıp» denildikten sonra «Allah ve Resulüne karşı harb­eden» buyurulmnsı müslümanhklim çıkan bir kimseye mahsus olan bir hükmü beyân içindir. Böyle bir kimseye muhârib yâhud yol kesi­ci, sâkî derler ki, bunun hükmü ya öldürülmek, ya asılmak yâhud da sürgün edilmektir. Binâenaleyh bu hadîs yukankinden daha ehasstır.

İmam A'zam Ebû Hanîfc'yc g'örc nefî etmekten murâd: hapis­tir, îmanı Şafiî'ye göre ise nefî : bir beldeden başka beldeye sürj^ün ederek orada da aranması ve o kimsenin de kaçak vaziyeti alması­dır. Bazı'arına göre nefî yalnız kendi beldesinden sürgün etmekle: bir takımlarına göre de hudûc hârici etmekle olur.

Crrek hadisin gerek.se âyetin zahirleri nıüslümanlarııı hüküm­darının bu eczalar arasında muhayyer olduğunu muhârib vaziyet­teki salısın müslüman veya kâfir olmasının bu bâbta lıie bir te'sîri bulunmadığını gösteriyor. Filhakika İmam Mâlik : «hangi nev'iden olursa olsun yol kesildi mi, miıslümanlarm hükümdarı verilecek ce­za hakkında âyetteki şıklaı\!a:ı birini seçmekle serbesttir» diyor.

Hu bâbtaki âyet-i kerime şudur :

»[925] Aflah ve Resulüne karşı harbederek yer yüzünde fesad çıkarmaya c.ılısanların cezası, ancak ve ancak Öldürülmeleri veyâ asılmaları yâ­lıud elleri İle ayaklarının çaprazlamaya kesilmesi ve yâhud o yerden sürgün edilmeleridir.»

Hanefîfcr'den bazıları İmam Mâlik'm sözüne şu cevabı vermişler-ir : Allah-ü Zülcelâl bu âyeti kerimede ceza nevilerini cinayet nev'i-lf rine karşılık olarak zikretmiştir. Ceza. cinayete £öre artar ve eksilir. Tcâlâ haz/etleri «Bir kötülüğün cezası onun m'sli bir köîülüklür» buyu­ruyor. Su halde en a£ır bir cinayete karşı en hafif cezayı tatbik yakış­maz. Bunun aksini yapmak da doğru değildir. Binâenaleyh gösterdiği /âhiri muhayyerlikle amel etmek eâiz değildir. Cezalar cinayetlere güre tevzi' edilecektir. Bu taktirde ise dört şekil hâsıl olur. .Şöyle ki  :

1— Bir cemâat veya bir kişi yol kesmeğe çıkar da hiç bir icraatta bulunmadan ele geçerse tevbe edinceye kadar hapsolunur.

2— Şâyed bir müslümanın veya zimmînin malını almışlar; ve her birerlerine   hırsızlık  nisabı  mal düşmüşse   hepsinin  elleri   ve ayaklan çaprazlamaya kesilir. Bundan murâd: sağ elle snl ayaktır.

3— Müslümanları veya zİmmîleri öldürmüş fakat mallarını alma-mısiarsa kendileri de öldürülürler.  Bu  bâbta velilerin afvine  bile ba­kılmaz.

4— IIrm öldürmüş hem de mallarını almışlarsa: ya elleri ayak­ları çaprazlamaya kesilerek öldürülürler ve asılırlar; yâhud yalnız öl­dürülür ve asılırlar. Hz. A!i ile İbni Abbas (R. Anhümâymn ve Nvlıai ile Hnid b. Cübcyr hazerâtınm   kavilleri bu olduğu gibi Hanefîler'in mezhebi de budur.[926]

 

1189/992- «Abdullah b. Mes'ud radıyallahü anh'den rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellcm:

— Kıyamet gününde insanlar arasında ilk hüküm kanlar haı<kında verilecektir; buyurdular.»[927]

 

Hadîs müttefekun aîeyh'tir.

Hadîs-i şerif, insan kanının ne kadar şanı büyük bir şey olduğuna delildir. Çünkü en evvel en mühim dâvaların görüleceği şüphesizdir. Ancak bu hadis :

«Kulun hesaba çekileceği ilk nesne namazıdır.» hadîsine ınuanzdır. Namaz hadisini Siiucn sahipleri Hz. Ebu Hüreyre'drn tah-v'u: rlmişierdir. Bazıları muarazayı defî için : «İbni Mes'ud hadîsi, kul hakkına dairdir; Ebu Hüreyre hadîsi ise Allah hakkına mahsustur. Bir de ibni Mes'ud hadîsi ilk kazayı, Ebu Hüreyre hadisi ise ilk hesabı göstermektedir. Bunlar başka başka şeylerdir. Nitekim İmam Ncsaî'-nin tahrîc ettiği İbni Mes'ud hadîsinden de anlaşılmaktadır.» derler. NcsaVmn tahrîc ettiği İbni Mes'ud hadisi sudur :

«Kulun ilk hesaba çekileceği şey namazdır. İnsanlar ara­sında ilk hüküm de kanlar hakkında olacaktır.»

İmam BuharVnin tahrîc ettiği Hz. Ali hadîsine göre: Bedir şehîd-İcri nâmına kıyamet gününde ilk dâvâcı Ali (R, A.) olacaktır. Buhari orada Ebu Hüreyre hadîsini de beyân etmiştir Bu hadîsler kan hakkın­dadır.

Mal hakkında da bir çok hadîsler rivayet    olunmuştur. Meselâ ilmi Mâcc, ibni Ömer (R. X./den merfu' olarak şu hadîsi rivayet eder:

«Üzerinde bir dînar veya bir dirhem borcu olduğu halde vefat eden kimsenin (borcu) hasenatından ödenir.» Bu ha­dislerin beyânına göre borçlunun hasenatı borçlarına yetmezse has­mının günahları ona yükletilerek cehenneme atılacaktır. Yalnız İmam. Bcylmkî : borç mukabilinde verilecek sevabın katlanmamış hasenattan olacağını, Allah'ın lütf-u kereminden ihsan ettiği katlama­ların borca bedel verilemiyeceğini söylemiştir.[928]

 

1190/993- Semura radtyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiş­tir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Her kim kölesini öldürürse biz de onu Öldürürüz; kim kölesinin burnunu veya kulağını, dudağını keserse biz de kendisinin o azasını keseriz; buyurdular.»[929]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dört'ler rivayet etmişlerdir. Hadîsi, Semura'-dan Hasan-ı Basrî rivayet etmiştir. Fakat Hasan'm ondan işitmesi ihti­laflıdır. Ebu Dâvud ile Nesaî'nin rivayetinde bu hadîs ; «ve kim kö-

İesİnin hayalarını çıkarırsa biz de onun hayalarını çıkarı­rız.» cümlesi ziyâde edilerek tahrîc olunmuştur. Hâkim bu ziyâdeyi sa-hîhlemiştir.

İbni Maîn: «Haşatı, Semura'dan hiç bir şey işitmemiştir. Hadîs yazılı idi.» diyor. Bazıları yalnız Aktka hadîsini işittiğini söylemektedir. tbnü'l-Mcdinî (161—234) ise Hasan'm Semura' (R. A./den işittiğini isbât etmiştir.

Hadîs-i şerif, köle mukabilinde sahibinin kısas edileceğine delildir. Köleyi öldüren başkası okluğu taktirde kısas yapılacağı ise evlevİyctte kalır. Maamâfîh mesele ihtilaflıdır.

ibrahim. Nrhai (11—95) ile diğer bazı ulemâ'ya göre köle mu­kabilinde hür, mutlak surette öldürülür. Delilleri buradaki Semura ha­dîsidir:

«nefse mukabil nefis» âyoi-i kerîmesi de bunu tc'yîd edor.

îr.i'.tm-ı A'zam Rbu Hanifc'yc göre, köleye mukabil hür kısas olunursa da sahibi müstesnadır. Kölesine mukabil ona kısas yapılmaz. imam A'zam, âyet-i kerîmenin umumu ile amel ederse de:

«Hiç bîr memlûk sahibinden, hiç bir evlâd da baba­sından kısas alamaz.» hadîsi ile köle sahibini ve babayı hüküm­den tahsis etmiştir. Bu hadisi Bayhakî tahrîc etmiştir. Ancak râvîsi Ömer b. /.s-â'dır. BuharVden onun «Münkcrü'l - Hadis» olduğu rivayet edilmiştir. Yine BcyhakVmn Hz. Ömer'den tahrîc ettiği Zünbâ kıssa-şjnda : Hz. Zübnâ'm kalesinin tenasül âletini ve burnunu kestiği Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in :

«Her kim kölesinin burnunu keser de ateşte yakarsa o <öle hürdür. Hem de Allah ve Resulünün mevlâsıdır.» buyurmuş olduğu müteakiben Peygamber (S.A.V.)'in köleyi âzâd ettiği fakat efendisine kısas yapmadığı rivayet olunuyor. Yalnız bu hadîsin rivayet tarîkleri zayıftır.

İmam Şafii, Mâlik ve Ahmcd b. Hanbcl'e göre köle mukabilinde hür bir kimse mutlak surette kısas edilmez, delilleri  :

«[930] Hür mukabilinde hür» âyet-i kerîmesidir.v Âyetin başında kısasın farz olduğu bildiriliyor. Kısas-müsavat demek olduğuna göre, buradaki hür karşılığında hürrün kısas edileceğini bildirmesi onun tefsiridir.

Ve miihlofiânın ma'rife gelmesi hasır kasır ifâde edor. Şu halele hür olmyaha mukabil hür kimse kısas edilemez. Nitekim îbni Ebi Şeyhe (-- 234)'nin tahrîc ettiği Amr b. Şuayb hadisinin beyânına göre Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer köleye mukabil hürrü üklürmezlermiş. Ecyhakİ da­hi Hz. A!i (R.A.)'m : «Köleye mukabil hürrün öldürülmemesi sünnet­tendim dediğini rivayet ediyor.Hürre mukabil kölenin öldürülmesi ise icmâ'an sabittir.[931]

 

1191/994- «Ömer b. Hattâb radıyaUalıü anh'den rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki : Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'i:

— Çocuğa mukabil baba kısas edilmez; derken işittim.»[932]

 

Bu hadisi Ahmed, Tirmizî ve İbnİ Mâce rivayet etmişlerdir. Onu Ibnü'l-Cârûd ile Beyhakî sahihlemiştir.Tirmizî: «Bu hadîs muztarib-tir» demiştir.

Yine Tirmizi (209—279) bu hadîsin Amr b. Şuayb'tcn mürsel ola­rak da rivayet cdidiğiııi söyledikten sonra : «bu hadiste ıztırab var­dır, ama chl-i ilim onunla amel ederler» demiştir. TirmizVnin rivaye­tinde hadîsin isnadında cl-Hcccâc b. Ertdt vardır. Izürabın vechi : Amr b. Şuayb'in bu hadisi kimden rivayet ettiği ihtilaflıdır. Bazılarına göve, Hz. Ömer'den rivayet etmiştir. Nitekim Kitabımızın rivayeti de odur. Bir takımları Sürâka (R. A.)'&m rivayet etliğini söylerler. Hat­tâ vastasız rivayet ettiği bile iddia olunmuştur Sürâka'nin rivayetinde cl-MiUirnnâ bulunmaktadır ki, bu zât zaîftir. İmam Şafii : «Bu ha­dîsin bütün tarikleri münkatı'dır.» demiş; Abdülhak dahî ; «-Bu ha-' din'erin hepsi ma'lûldur. Hiç biri hakkında bir şey sabit olmuyor» şeklinde beyânda bulunmuştur.

Hadîîî-i şerif, çocuğu mukabilinde babanın ökliirülmiyocoğine delildir. İmam Şafiî : ^pöi'üsjliiği'mı bir çok chl-i ilimden çocuku mu­kabilimle babanın öldüriilnıiycccğini belledim. Ben de buna kailim» demektedir. Ashab-ı Kiram ve şâir ulemâ'nm cumhuru ile Hanefîler, Şc-fiiler ve Hanbolîler mutlak surette buna kaildirler. Derler ki.:. «Baha çocukun vücûd bulmasına scbebtir. Binâenaleyh çocuğunun onun yok ol­masına sebep olması caiz değildir.»

Bazıları.mutlak surette babanın çocuğuna karşılık kısas edileceğine 7.âhib olmuş ve âyeti kerimedeki «nefse karşı nefis» ifâdesüc istidlal etmişlerdir. Bunlar âyetin bu hadisle tahsis edildiğini kabul etmiyorlar

demektir.

imam Mâlik'c r,övo. baba çocuğunu yatırır da keserse kısas olu­nur. Çünkü bu hakiki kasıddır; başka bir şeye ihtimali yoktur. Ka­sıt meselesi gizli bir şeydir. Onu ispat, ancak zahir olan karineler­le mümkündür. Fakat yatırarak kesmez de baba hakkında terbiye ve tc'dîb sayılabilecek bir şeyle öldürürse Öldürmeyi kasledmodiğine hamledilir. Hattâ bu hususta Mâlik'c r^öre baba ile başkaları ara­sında bile fark vardır. Zîrâ babada evlâdına karşı şefkat vardır. O evlâdını ekseriyetle terbiye(icİn döğ;;r. Bundan dolayıdır ki, banka­sı hakkında kasıd sayılacak bir fiil baba hakkında kasıd sayılmaz. Cumhur'a güre kaatil kim olursa olsun maktule* mirasçı olamaz. On­larca kısasın sükûtu hususunda dede ile anne de baba gibidir.[933]

 

1192/995- «Ebu Cuheyfe radıyallahü    anh'den rivayet    olunmuştur. Demiştir ki : Ali'ye :

  Yanınızda  Kur'ân'dan  başka vahiy nâmına  bir şey var mı? de­dim :

  Hayır, dâneyi yaran ve canı yaratan Allah'a  yemin ederim an­cak Allah'ın  bir adama  Kurbân  ile şu  sâhifedekİ  şeyler hakkında  ver­miş olduğu anlayış müstesna; dedî.

  Bu sahifede ne var? dedim :

— Diyet, esiri tahliye ve kâfir mukabilinde müslümamn öldürülmemest, dedi.[934]

 

Bu hadisi Buharî rivayet etmiştir. Onu Ahmed, Ebu Dâvud ve Ne-saî başka bir tarîkle Ali'den tahrîc etmişlerdir. Bu hadiste Ali : «mü-münlerîn kanları birbirine müsavidir. Zimmetlerini onların en zayıfı bile sa'yu geyrete getirir. Onlar başkalarına karşı bir eldirler. Bîr kâ­fire bedel mümin öldürülmez. Ahd-u peymân sahibi bir mümin dahî har­bi olan kâfir mukabilinde öldürülmez; dedi.» Hadîsi Hâkim sahîhlcmiştir.

Musannif diyor ki : «Ebu Cuheyfe'nin Ali (R.A.)'c vahi sorması ŞİÎlcr'den bir takımlarının ehl-i beyt'e bilhassa Hz. Ali'ye vahi geldiğini sarımalarındandır. Bu meseleyi Hz. Ali'ye Ebu Cuheyfe'den başkası da sormuştur.» Hz. Alî'nin cevabı Şiîier'in bütün iddialarını yıkmıştır. Şiîler, ulemâ-i ümmetin ittifakla kabul ettikleri sahih hadîsleri bırakıp kendilerine hususiyet veren bir takım hadîsler iddia ederler.

Sorulan şeyin şer'î ah!<âma âirl .olduğu anlaşılıyor. Nitekim «bu sâ-hifede ne var» diye sorması da buna delâlet etmektedir. Bin;V naleyh bundan Hz. Ali'ye nisbet edilen ihn-i cefîr ve sâireyi nefî etmiş olmak iâzım gelmez. Onun bu gün gizli ilimler nâmı-altında toplanan cefîr gİ-iıi bilgilere .sahip olduğunu «Ancak Allah'ın bîr adama Kur'ân İle su sahifedekî şeyler hakkında vermiş olduğu anlayış müstesna» sözü ile işa­ret ettiğini iddia edenler vardır.

Iladîs-i şerif bir kaç meseleye şâmildir. Şöyleki :

1— Diyet vermenin lüzumuna şâmildir. Diyet hakkında az İleride .':ynca bir bâb gelecektir.

2— Bu hadis esirin düşman elinden kurtarılması hükmüne delâlet eder. Bu hususta tcrgîb ve teşvikler vârid olmuştur.

3— Kâfir öldüren müslüman kısâscn öldürülemez. Cumhur'un kav­li budur. Ancak bahsin başında da arzettiğimiz vecihle Hanefîler'e göre zimmî'yi yani müsüiman devletin tcb'asından olan  gayr-ı müslimi öl­düren müsliiman kısâsen öldürülür; fakat müste'men denilen Pasaport­luyu öldüren kısas edilemez.    Delilleri, sadedinde   bulunduğumuz Ebu Cuheyfe hadisidir. Zîrâ bu hadiste «harbî bîr kâfire mukabil bir mümin öldürülemez» denilmiştir. Bu hadîsin mefhum-u muhalifinden zımmî öl­düren müslümamn kısas edileceği anlaşılırsa da mefhum-u muhalefet Hanefîler'ce sahih bir delil kabul edilmediğinden onlar bu bâbtaki hük­mü «nefse karşı nefis» âyet-i kerimesinin umumundan alırlar. Sünnetten bir delilleri de BcyhakVmn tehrîc ettiği şu hadîstir :

«Peygamber (S.A.V.) bîr zimmî mukabilinde bîr müslümanı Öldür­müş ve :

— Ben andında duranların en kerîmiyim; buyurmuştur.»

Bu hadîs Abdurrahman b. BrylcmânVdcn hem mürsel hem mer-fu' olarak rivayet edilmişse de merfu' rivayeti için Bryhnkı «hatâ» demiştir. Dârc Kutni : «İlmi Bcylcmdnî zâîftir. Hadîsi vasıl bife et­se ondan hüccet olamaz. Mürsel rivayet ederse ondan ne olur?» de­miştir.

Hadîsi şerifteki «zimmetleri hususunda onların en zaîfİ bile sa'yü gayret gösterir» cümlesinden murâd şudur : Bir müslüman bir harbî­ye yani küfür diyarından gelmiş bir gayr-ı müslıme dokunmayacağına dâir söz verse onun bu cmanı bütün müslümanlarca verilmiş bir em-ni.yyet vesikasıdır. Süz veren müslümanm erkek veya kadın olması hük­men müsavidir. Yalnız mükellef olması şarttır. «Onlar başkalarına kar­şı bir eldirler.» demekle müsîümanîarın düşmanlarına karşı toplu ve müttefik oldukları; birbirlerine yardım ettikleri anlatılmıştır. Onlar o kadar elele vermişlerdir ki, sanki hepsinin elleri bir el, yaptıkları iş, bir iştir.[935]

 

1194/996- «Enes b. Mâlik radıyalîahü anh'den rivayet edildiğine göre bir câriye, kafası iki taş arasında ezilmiş bir halde bulunmuş da kendisine :

— Bunu sana kim yaptı? filân mı, filân mı? diye sormuşlar. Niha­yet bîr yahûdî'yi söyleyince carîye başı île (evet diye) işaret etmiş. Bunun  üzerine Yahûdî tevkif edilmiş ve hemen  (suçunu) ikrar etmiş. Resülüllah   (S.A.V.)  onun başının  da  iki  taş  arasında  ezilmesini  emir buyurmuştur.»[936]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir. Lâfız  Müslim'indir.

Hadîs-i şerif, kısas keskin âletle öldürdükte vâcib olduğu gibi ağır bir şeyle öldürdüğü zaman da vâcib olduğuna, kadına mukabil erkeğin öldürüleceğine; keza kaatii ne ile öklürmüşse kendisinin de o âletle öldü­rüleceğine; delâlet etmektedir. Burada üç mesele vardır :

1— Ağır bir şeyle öldürdüğü zaman dahî kısas vâcibtir. imam Şafiî, imam Mâlik ve Hanefîier'den imam Muhammcd buna kaildir­ler. Çünkü bunda insan kanını heder olmaktan korumak vardır. Bir de can a]ma hususunda keskin âletle, keskin olmayan bir cisim ara­sında fark yoktur.

İmam A'zam Ebu Hanîfc ile, Şa'bî ve ibrahim NchaVye göre ağır bir şeyle vâki' olan katilde kısas yoktur. Bunların delili : İmam Beyhakî'nin Nu'man b. Beşîr'den merfu' olarak tahrîc ettiği şu hadîs­tir :

«Kılıçtan maada her şey hatâdır. Her hatâ için de di­yet vermek vardır» bir rivayette :

«Demirden maada her şey hatâdır. Her hatâ için de diyet vermek vardır.» buyurulmustur.

Bazıları bu hadîsi zaîf bularak Enes hadîsine mukavemet edemiye-ceğini iddia etmişlerse de Hanefîier, Enos hadîsinde yaralama vâki' ol­duğunu ileri sürmüş; Yahudi'nin çocuk Öldürmek âdeti olduğu için yer­yüzünde fesat çıkaranlardan sayıldığını, binâenaleyh kendisine bundan dolayı kısas yapıldığını beyân etmişlerdir.

Katil, sopa, kamçı ve yumruk gibi ekseriyetle öldürmekte kul-lamîmıyan bir âletle yapılırsa, imam Mâlik İle diğer bazı ulemâ'ya göre kısas yine vâcib olur. Ebu Jîanıfe, Şâfü ve tâbiîn'den büyük bir cemâate göre burada kısas yoktur. Böyle katillere şibh-î amid, yani ya­rı kasitli kati! derler.

Bu katlin diyeti : kırk tanesi yavrusu kanımda olmak .^arti ile yüz devedir. Çünkü imam Ahmrd b. Hanbcl ile Sibıcn sâhiblcrinin TirmizVdcn maadası bu hususta Abdullah b. Amır'den şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:

«Dikkat edin, hiç şüphe yok ki, Şibh-i amid sayılan kamçı ve sopa ile vâki' hatâ katlinde, içlerinde kırk tane yavrusu karnında bulunmak şartı ile yüz   deve   vardır.»

buyurdular. Maamâfîh bu hadîs hakkında İlmi Kesir «el - Irşad» nâm eserinde: «İsnadında pek çok ihtilâf vardır.» diyor.

2— Kadın öldüren erkeğin kısas edilmesi ihtilaflıdır. Ekser-i ulomâ'ya göre kısas edilir. Hattâ Îbni'l-Münzir bu hususta icmâ' nakletmiştir. Hasan-ı Basrî (21—110)'den bir rivayete göre kadın öldüren erkek kısas edilmez. Hasan-ı Basrî :

«[937] Kadına muakbil kadın...» âyet-i kerîmesi ifc istidlal etmiş olsa ge-rcklir. fakat bu kavil ulemâ tarafından kabule mazhar olmamıştır. Çünkü ulemâ-î ümmet'in kabulüne mazhar olan Amv b. Hazm'm[938] klubunda kadın öldüren erkeğin kısas edileceği tesbit olunmuştur. Bu sarahat âyet-i kerîmeden alınan mefhum-u muhaliften daha kuvvetli­dir.

3— Katil hangi Aletle yapılmışsa kısas dahî onun misli ile yapıl­malıdır. Cumhur-u ulemâ'nın kavli budur. Bunlar;

«Eğer[939] cezalandırırsanız size verilen cezanın mislî ile cezalandırın.» ve

«[940] O size ne ile tecâvüzde bulundu ise siz de onun misli ile ceza verin.» âyet-i kerîmeleri ile ve b;ızı hadislerle istidlal ederler. Fakat katle se­bep olan fiilin hadd-i zâtında mubah olması şarttır. Eğer fiil, sihir gibi haram olan fillerden ise kaatil Öyle bir fiille öldürülmez; zîrâ haramdır. Maamâfîh mesele yine de ihtilaflıdır.

Hanefîler'le Kûfeliler'e ve diğer bazı ıılcmâ'ya göre kısas yalnız kılıçla olur. Delilleri : Bczzar ile Ibni Adiyjf'ln tahric ettikleri Ebu Befcre hadîsidir. Mezkûr hadîste Peygamber (S.A.V.)  :

«Kısas ancak kılıçla olur.» buyurmuşlardır. Ancak bu hadîs da­hî zaîf görülmüştür. Hanefiler müsle yani kulak, burun ve şâir âzânın kesilmesi hususundaki nehi ile ve kezâ Peygamber (S.A.V.)'in :

«Öldüreceğiniz zaman katli iyi yapın.» hadîsi-i şerifi ile de istidlal ederler.

Hadîs-i şerifte : «yâhudİ ikrar etti.» denilmesine bakılırsa bu iş için bir defa'İkrar kâfidir. Zîrâ ikrar tekrarlandığına bir delil yoktur.[941]

 

1195/997- «imran b. Husayn radu/aîîahü anhümâ'dan rivayet olun­duğuna göre, fakir bir takım insanlara âid bir gulâm, zengin insanlara ait bir gulâmm kulağını kesmiş. Bunun üzerine zenginler Peygamber (S.A.V.)'e gelmişler. Fakat Peygamber (S.A.V.) onlara hiç bîr şey vermemişdir.»[942]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Üçler sahîh bir isnadla Hvâyet etmişlerdir.

Hadîsi şerif, fakirin hiç bir şey Ödemiyeceğine delâlet etmektedir. Yalnız Bryhakî şöyle diyor : «Eğer gıılâmdan murâd köle ise, ko-lenin işlediği cinayetin kendi şahsına âit olduğuna ulemâ'nın icmâ'i vardır. Şu halde hadîsimiz cinayetin hatâ olarak işlendiğine delâlet ediyor. Peygamber (S.A.V.)'in bir şey ödetmemesi cinayetinin diyetini kendiliğinden vermiş olmasındandır.

Cinayeti işliyen hür fakat bulûğa ermemiş bir çocuk da olabilir. Bu taktirde cinayeti kasten işlemiş, fakat Peygamber (S.A.V.) onun diyetini âkîlesine üdolmomiştir. Kendisi de fakir bulunduğundan şimdilik ona da ödetmomiştir. Yahut diyeti âkîlesine revâ görmüş; fakir olduk­ları için ödetmemiş; caniye dahi cinayeti hatâ hükmünde olduğu iyin ödetmemiştir.»

Hattâbt'ye göre buradaki cinayeti hür bir kimse yapmış ve ci­nayet hatâ olarak işlenmiştir; âkilesi yani diyeti ödeyecek komşu­ları da fakirdirler. Binâenaleyh fakirlere ya fakirliklerinden dola­yı diyet verdirmemiş: yâhud kulağı kesilen, köle imiştir de ona ya­pılan cinayetin diyetini vermişlerdir.

BcyhdkVnin ifâdesinde geçen: «cinayetin diyetini âkilosine ödet-memiştir» cümlesi İmam Şafiî'nin mezhebidir. Ona göre küçük bir gocuğun kasten işlediği cinayet çocuğun malından verilir; âkileye ödettirilmez. «Yâhud âkilesine reva görmüş» cümlesini hatâ ihti­mali ile birlikte mütâlâa etmek îcabeder. Bu taktirde mesele itti-fâkîdir.

İmam Ebû Hanîfc ile Mâlik ve diğer bazı ulemâ'ya göre hüküm kasıt ihtimali halinde de böyledir.[943]

 

1196/998- «Amr b. Şuayb'tan o da babasından o da dedesinden -ra~ dıyaîlahü anhüvı- işitmiş olmak üzere rivayet olunduğuna göre bir adam bîr 2â1ın dizini boynuzla yaralamış. O da Peygamber sallallahü aleyhi ve sclîcm'e çelerek :

  Bana kısas için müsaade et; demiştir. Resûlüllah (S.A.V.) :

   Svİleş de Öyle;  buyurmuş.   (Bir müddet)  sonra   (yine)  Pey­gamber (S.A.V.)'e gelerek :

  Bana kısas için  müsaade et;  demiş.  Resûlüllah  (S.A.V.)'de ona kısas için müsaade etmiş. Sonra (yine) ona gelerek  :

  Yâ Resûlüllah  topal  kaldım;  demiş.   ResûlüÜah  (S.A.V.) :

  Ben seni meni' ettim. Sen bana isyan ettin. Allah da seni (şifâsından) uzaklaştırdı; ve topallığı boşa gitti; bu­yurmuş;  bundan  sonra  Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem,  sâhİbt iyifeşmedikçe bir yaradan  dolayı  kısas  yapılmasını  nehyetmiştir.[944]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dare Kutnî rivayet etmişlerdir. Hadîs mürsel olmakla illrtlcndirilmiştir.

Onun mürsel telâkki edilmesi Uz. Şvaylfın dedesine yetişmediği­ne göredir. Halbuki dedesine yetiştiği sabit olmuştur. Binâenaleyh hadîs mürsel değil, muttasıldır. Bu mânâda başka hadisler de var­dır; ve hepsi bu hadîsi takviye ederler.

İbnl'l - Kayyım (691—721) şöyle diyor ; «Bu hakemlik, yaranın hali, ya iyileşme yâhud sirayet suretiyle istikrar kesbetmeaikçe kı­sas yapmanın câİz olmadığını, cinayetin sirayeti diyet vermekle ödeğini; ve sopa gibi şeylerle vurmada kısas caiz olduğunu tazam-211un etmektedir.

Iladîs-i şerif, yara iyileşerek sirayetinden emin olmadıkça kı­sas yapılmıyacağma delildir.

İmam Şafiî'ye göre iyileşmeyi beklemek mcmdubdıır. Delili : Peygamber (S.A.V.)'in iyileşmeden önce kısasa müsaade etmiş olmadır.

Bazıları iyileşmeyi beklemenin vâcib olduğuna kaildirler. Çünkü yaran defi etmek vâcibtir: Peygamber (S.A.V.)'in kısasa izin vermesi,  nereye varacağı bilinmeden evvel vâki' olmuştur; diyorlar.[945]

 

1197/999- «Ebu Hüreyre radv/allahü an7ı'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki; Hüzeyl (kabilesi) nden iki kadın kavga ettiler. Ve biri di­ğerine bir taş atarak onu ve karnındakînî öldürdü. Bunun üzerine Re-sûlüllah saUalJahü aleyhi ve scUcm'ln huzuruna dâvaya çıktılar. Re-sûlüllah saüattahü aleyhi ve sellem, kadının cenini için : bir gurre (ya­ni) bir köle veya câriye diyet hükmetti. Kadının diyetini de âkilesine hükmetti. Ve çocukları ile onların beraberindekleri ona mirasçı yaptı. Derken Hamel b. Nâbigâ-i Hüzelî:

  Yâ Resûlallah, yiyip içmeyen, konuşmayan, avazı işitilmeyen bir cenin nasıl Ödenir? Böylesi heder olmalıdır; dedi. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

  Bu (lâfazan) şu yaptığı[946] seci'den dolayı ancak ve ancak kâhinlerin arkadaşJarındandır; buyurdular.»[947]

 

Hadîs mütiefekun aleyh'lir.

Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Nesaî, İbni Abbas'dan şu lâfızlarla tahrîc etmişlerdir.

«Ömer Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellemjr cenin hakkında nasıl hüküm verdiğini gören birini sordu. Ravî demiştir ki, bunun üze­rine Hamel b. Nâbigâ ayağa kalkarak :

— Ben iki kadının arasında idim. Biri diğerine vurdu; demiş; ve hâdiseyi kısaca anlatmıştır.» Bu hadîsi İbni Hibban ile Hâkim sahîh-lem işlerdir.

Kavga eden kadınlardan birinin adı Müleyke bînf! Uveymir; diğeri­nin Ümrtü Avf binti Mesruh'tur. Ebu Davud'un «Sünen» inde beyân olunduğuna göre kendisine gurre ödettirile:?k olarr*kadın ölmüş; Pey­gamber (S.A.V.) mirasının oğullarına Verilmesine hükmetmiş; diyeti asabe olan. akrabasına ödetmiştir. Bu taktire göre «ona mirasçı yaptı» cümlesindeki zamîr, öldüren kadına raci'dir. Diyeti akrabası -verecek­tir. T4adîs MüsJim'de de böyledir. Bazıları zamirin öldürülen kadına âit olduğunu söylemişlerdir. Çünkü öldürülen kadının âkilesi : «Mi­rası bizim olacak-» demişlerdir. Resû!-ü Ekrem (S.A.V.) bunun imkâ­nı olmadığını anlatarak mirasının kocası ile çocuklarına verilmesine hüküm elmişlir.

Hamel bin Nâbîgâ k.ıatil kadının kocasıdır.

Hadis-i şerif, aşağıdaki meselelere delâlet ediyor:

1— Anne karnındaki cenin cinayet sebebiyle öiürse gurre vermek vâcib olur. Bu bâbta çocuğun ölü doğması ile annesinin karnında Ölme­si arasında hükmen bir Fark yoktur. Fakat canlı doğar da sonra ölürse tam diyet vermek îcabeder.

Hadîs-i şerifte gurre : köle veya câriye diye tefsir edilmiştir. Şa'bî\(2G—104) : «Gurre beş. yüz dirhemdir.» diyor. Ebu Dâvud İle Nesnî'nin rivayet ettikleri bir hadîste gurrenin 100 koyun olduğu tasrih edilmiştir. «Beş devedir» diyenler de vardır. Zîrâ di;, etlerde-asıl olan budur.

Buraya kadar görmüş olduğumuz hüküm hür kadının cnîni hakkındadır. Cariyenin cenini ise hürreninkine kıyas olunur. Cariyede kıymet esastır. Yani o kıymeti ile ödenir. Ceninin hakkında dahî hüküm böyledir. Binâenaleyh hürreniıı cenini için[948] diyetin onda birinin yarısı , lâzım geldiğine göre câriycnİnkinde cariyenin kıyme­tinin onda birinin yarısı verilir, deniliyor.

2— Hadiste «kadının diyetini de âkilesine hükmetti» denildiğine gö­re burada kısas yapılmıyacak demektir. Şibh-i amide kail olanların bir deiîli de budur. Ve «doğrusu da  budur» deniliyor.  Çünkü  bu vak'ada kati küçük bir taş veya ufak bir sopa ile yapılmıştı. Bunlarla ise ekse­riyetle öldürmek kastedilmez. Binâenaleyh âkileye diyet vâcibolur; kı­sas îcabetmez. Hanefîler bu hadîsi î.ğır bir şeyle insan öldürüldüğü za­man kısas lâzım gelmiyeceğine delîl getirirler.

3— «Kadının diyetini de âkilesine hükmettin cümlesi diyetin âkile üzerine vâcib olduğuna delildir.

Âkile : Asabe olan akrabadır : Bunlardan murâd evlâd ile zûrahim denilen yakın akrabadır; denilmiştir. Nitekim Beyhakî'nin Üsametü'bnü Umeyr'den tahrîc ettiği bir hadîste Peygamber (S.A.V.) :

«Diyet asabeye vâcibtir: cenîn hakkında   gurre   vardır» buyurmuşlardır. Oun için Buharı buna dâir bir bâb tahsis etmiştir.

îmam Şafiî : «âkilenin asabe olduğunda hilaf bilmiyorum. Bunlar baba tarafından olan akrabadır.» demiş; ve en yakından başlıya-rak derecelerini tefsîr etmiştir. Maamâfîh meselenin ihtilaflı ol­duğu Kasamc bahsinde görülecektir,

Hadîs-i şerifin zahiri, diyetin âkileye vâcib olduğuna delâlet etmek­tedir ki, Cumhur-u ulemâ'nın kavli de budur. Ulcmâ'dan bazıları buna muhalefet ederek : «Kimse kimsenin diyetini ödeyemez» demişler­dir. Bunların delili îmam Ahmcd, Ebu Ddvud, Ncsai ve Hâkim'in tahrîc ettikleri bij- hadîstir. Mezkûr hadise göre : Peygamber (S.A.V.)'e bir adam gelmiş, Resûlüllah (S.A.V.) yanındaki çocuğu göstererek :

__  Bu kim? diye sormuş. Adam :

__  OÖ"lum; demiş. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) :

— Şüphesiz ki o sana cinayet yapmaz, fakat sen de ona cinayet yapamazsın; buyurmuştur. Y.'ne İmam Ahmcd ile Ebu Davud'un ve TirmizY nin Amr b. cl-Ahvas't&n rivayet ettikleri bir hadîste Resûl-ü Ekrem {S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır :

«Bir canî ancak kendine cinayet işler; bir canî çocuk­larına cinayet yapamaz.»

Bu hadislerle, âkileye diyeti vâcib kılan hadîslerin arası şöyle bulunmuştur: «Cinayet hadîsinden murâd uhrevî cezadır. Evlâd ile baba birbirlerine âhirette cezayı müstelzim cinayet yapmazlar. Za­ten bir kavle göre evlâd i'e baba âkilcden değildirler. Nitekim Hat-tdbVnin kavli budur. Binâenaleyh bunların istidlali tamam değildir.

4— Peygamber (S.A.V.)in : «O ancak ve ancak kâhinlerin arkadaşlanndandır.» buyurması, yaptığı secî'den dolayıdır. Maa­mâfîh bu sözün râvi tarafından müdrec olması ihtima.". de vardır. Ha­dîsin bu kısmı secî'in mekruh olduğuna delildir. Ulemâ 3u "tın yaptığı secî'in iki şeyden dolayı kerih görüldüğünü söylerler. Bunlardan birisi: Yaptığı seci' ile şer-i şerifin hükmühe karşı hareket etmiş olması; di­ğeri de konuşmasında tekellüf yapçnasıdir. Secî'in bu iki nev'i çirkindir. Peygamber (S.A.V.)'in zaman zaman seci' yaptığı bir çok hadîslerde vâki' olmuşsa da onun seci'leri şerîatin hükmüne aykırı olmadığı gibi tekellüf yani kendini zorlayarak konuşmaktan da hâli olduğundan mem­nu' sccî'lerdcı değildir.

Ebu Dâvud rivayetinin metni şudur :

«Ömer, Eshâb'a, kadının düşürdüğü çocuğun hükmünü sordu da Mugire:

  Ben, Resûlüllah sallallahü aleyhi-vc scîlcm'm bu meselede gurre yani bir köle veya câriye île hükmettiğine şâhîd oldum;  dedt.    Bunun üzerine Ömer :

  Bana seninle birükte şehâdet edecek birini getir; dedi. Râvî di­yor ki: müteaKtben Ömer'e Muhammed b. Mesleme gelerek kendisine şe-hâdette bulundu.» Bundan sonra Ebıt, Dâvud şu ma'lûmatı kaydedi­yor:  «Ebu Ubcyd demiştir ki: Kadının düşürdüğü çocuğa (emlâs)denilmesi, doğum müddetinden önce kadının onu kaydırmasından-dır. El ve sâireden kayan şeylere de (melas) derler. Caninin katline cinayet hükmünü verebilmek için bedenen teşekkül etmiş ve kendi­sine ruh verilmiş oîması lâzımdır. Teşekkülü Şâfiîler : el, ayak ve par­mak gibi a'zâsı tekâmül   ederek   insan   şeklini   almaktır;    diye   tefsir ederler. Sureti teşekkül etmemekle beraber ehli hıbrc (bilir kişi) bu­nun insan aslı olduğuna şehâdet ederse onlara göre hüküm yine aynı­dır. Fakat ehl-i hibrc düşen ceninin insan aslı olup olmadığında şüphe ederse bilittifak bir şey lâzım gelmez.»[949]

 

1199/1000- «Enes b. Mâlik radıyallahü anh'öen rivayet olunduğuna göre halası Rübeyy'i binti Nadr bir genç kadının ön dişini kırmış. Rü-beyyi'nin yakınları kadından afv İstemişler; fakat kadın tarafı buna razı olmamışlar; arkasından diyet verme teklifinde bulunmuşlar, (ona da) razı olmamışlar. Nihayet, ResûlüHah sallallahü aleyhi ve sellem'e gelmişler. Fakat onlar kısâsdan başka bir şeye razı olmamıştır. Der­ken Rcsûlüllah sallallahü aleyhi ve sellctn kısas emrini vermiş. Bu­nun üzerine Enes b. Nadr ayağa kalkarak :

    ResûlüHah, şimdi  Rübeyyi'in ön dişi kırılacak mı? Olamaz, seni hak (dîn) le gönderen Allah'a yemin ederim ki, onun ön dişi kın­lamaz; demiş. Resûîüllah sallallahü aleyhi ve scllcm :

  Yâ Enes  Kitâbullah  kısastır; buyurmuş, karşı taraf da r.îzı olarak afvetmişler. Bunun üzerine Resûîüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

  Hakikaten Allah'ın kullarından Öyleleri var ki Al­lah'a yemîn ederse Allah kendisini yemininde sabit kılar? buyurmuşlardır.[950]

 

Hadîs rrüttefekun aleyh'tir. Lâfız Buhari'nindir.

Rubeyyî, Enes b. Nadr'ın kız kardeşidir. BcyhakVmn «Sünen» inde bu kadın Rüb"eyy' brnti Muavviz olarak gösterilmiş ise de Musannif bu­nun hatâ olduğunu söylemiştir. Ön dişi kırılan genç kadın Ensâr'dandır.

Ncvcvî (631—676) diyor ki: «Bu hatlîste bir çok faydalar var­dır. Bunlardan bazıları : Zan üzerine yemîn etmenin cezası kendisi­ne bu yeminden dolayı bir fitne gerçeğinden korkulmayan kimsenin mcılhcdilcbilmesi, kısası affetmenin müstehâb oluşu, afv için ara­rdık yapmanın müstehâb oluşu kısasta muhayyerlik ve diyetin, ka­bahatliye değil, müstehak olan tarafa âid olduğu ve kısasın erkekle kadın arasında cereyan etmesi gibi şeylerdir.»

Evot, had;s-i şerif dis tamamen kırıldığı zaman kısasın vâcib oldu­Ûuna delâlet ediyor. Bu hüküm Teâlâ Hazretleri'nin :

"[951] Dişe mukabil dîş» âyeti kerîmesinden alınmıştır. Kaslcn birinin 'İi.şini söken kimsenin dişi söküleceğine ittifak vardır. Dis kırmanın da ayın hükümde olduğuna bu hadîs delâlet ediyor. Ulemâ bunu iki diş arasında tam müsâvaat bulunduğu ve başka dişe sirayet etmeden çıka­rılması mümkün olduğu taktirde caiz görmüşlerdir.

Ebu Dâvud, tmam Ahmed b. Hanhel'i kastederek, şöyle diyor : «dişte kısas nasıl olacak? dedim : Cânî'nin kırdığı diş miktarı ken­di dişinden törpülenir; dedi.» Bazıları, hadîste geçen (kırdı) lâfzını çı­kardı mânâsına almışlardır.

Kemiklere gelince : Kemiğin ne kadar kırıldığı tosbit edilememek suretiyle denklik veya benzerlik sağlanamaz ve kırıldığı zaman telef-i nefis vâki' olacağından korkulursa bilittifak kısas yapılmaz.

Hanefîler'Ic Şâfiîler'e ve îmanı Lcys'e göre dişten maada kemik­lerde kısas yoktur. Çünkü kemiğin üzerinde et ve deri gibi şeyler vardır. Bundan dolayı benzerlik bilinemez. Bilinmiş olsa kısas ya­pılırdı.

Hz. Enes'in : «Rubeyyi'în ön dişi kırılacak mı?» diye sorması zahi­ren inkâra benziynrsa da : «O bu suai ile hükme karşı gelmeyi kasted-memiş; Peygamber (S.A.V.)'İn kendilerine İsrarla şefaatçi olmasını di­lemiş ve Resûîüllah (S.A.V.)'dcn dilediği bu yardımı yemîn ile te'kîd et­miştir.» denilerek tc'vil olunmuştur. Bazıları Hi. Enes'in sormasını, kısasın vâcib olduğunu bilmediğine hamletmiş; onun kısas ile diyet ve­ya afv arasında muhayyerlik var zannettiğini söylemişlerdir. Nitekim Peygamber (S.A.V.)in ona cevaben: «Yâ Enes, Allah'ın Kitabi kısastır.» buyurması da buna işaret olabilir: «Hz. Enes bu sual ile inkâr kastedmemiştir. Onun bundan muradı : davacılara Allah'ın, rızâ ilham buyurmasını niyazda bulunmaktı; böylelikle ya afvedeccklerini yâhud diyete razı olacaklarını ümîd ediyordu. Nitekim, beklediği de ol­du.» diyenler de vardır.

Cümlesi meşhur kavle göre mübtcda ve haberdir. Maamâfîh bu ke­limeleri mansub okumak da caizdir. Bu taktirde birincisi mahfuz bîr fiilin mastarı; ikincisi de (Kitab) kelimesinin yâhud mukadder bîr fiilin mcf'ulü olur.

Bazıları buradaki kitaptan muradın hüküm olduğunu söylerler. Bu taktirde mânâsı «Allah'ın hükmü kısâfitır.» şekline girer.

«Hakikaten Allah'ın kullarından öyleleri var ki...» cümlesi Peygamber {S,A.V.)'in teaccübünü ifâde ediyor. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.), Hz. Enes'in yemininden böyle bir netice doğmasına hayret etmiştir. Enes (R. AO'in yemininden dönmesi beklenirken Allah-ü Zülcelâl'in muhalif tarafa afv ilham etmesi ve böylelikle Enes hazretleri'nin yemininde sâdık kalma­sı Allah'ın ona bir ikramıdır.[952]

 

1200/1001- İbni Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir.

Demiştir ki :Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve sellem :

— Bir kimse taşla veya kamçı yâhud sopa ile körü körüne öldürülür veya kim vurduya giderse onun diyeti hatâ diyetidir. Kasten öldürüleninki kısastır. Araya gire­ne de Allah'ın lâ'neti vardır; buyurdular.»[953]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud, Nesaî ve ibnî Mâce kuvvetli bir isnad ile tah-rîc etmişlerdir.

Hadîsteki (immiyya) ve (rİmmİyya) lâfızlarının tefsiri husu­sunda «en-Nihâye» nâm.kitapta şöyle deniliyor: «Mânâ: aralarında hüviyeti ve katili bİHnmiyen bir ölü bulunmaktır. Bunun hükmü : hatâen öldürülen kimsenin hükmü gibidir. Yani diyet vermek vâcib olur.»

Bu hadîste İki mesele vardır :

Birincisi : hadîs, kaatiîi bilinmeyen kimse hakkında diyet vermenin âkıliyo vâcib olduğuna delildir. Zahirîn'e bakılırsa Kasâmc yemini bile lâzım d.-ğiblir. Fakat bu husus ihtilaflıdır. Bazılarına göre çarpışmayı yapanların sayısı belli ise kasâme lâzımdır; diyet de verilir. Sayısı bel­li değilse, diyet Beytü'l-Mâl'dcn verilir. Hattabî (319—388) şöyle di­yor : «Diyetin Beytü'l-.Mâlden verilip verilmiyeccğinde ihtilâf edilmiş­tir, îshak, vücubuna kaildir. Bunun mânâ i'tibâriyle tevcihi : Ö!en, müslümanlardan bir kavmin fi'li ile ölmüş bir müslümandir. Binâe­naleyh diyeti müslümanların Beytü'l-Mâi'inden ödenir. Hasan ise diye­tinin orada hazır bulunanların hepsine ödettirileceğine zâhib olmuş­tur. Çünkü bu adam onların fiili ile Ölmüştür: Şu halde diyet onlar­dan başkasına geçemez. îmanı Mâlik : «Bu adamın kanı hederdir; zîrâ muayyen olarak katili bulunmayınca bir kimseyi muâhaze et­mek muhal olur.» demiştir. Şafiî'nin kavli de şudur : «öldürülenin velîsine : Bu adamların hangisinden istersen dâva et yalnız yemin ver; denilir. Eğer yemîn ederse diyeti hak eder; etmezse müddea aleyh yani da'vâhya : Ben Öldürmedim; diye yemin ettirilir ve dâ­va sakıt olur. Çünkü kan ancak taleb ile vâcib olur.»

İkinci mesele : «Kasten öldürüleninki kısastır» cümlesi kas­ten öldürmenin aynen kısas îcab ettiğine delîidir. Bu meselede dahî iki kavil vardır:

1— Aynen kısas vâcibtir. Eshâb-ı Kirâm'dnn Hz. Ali i!e mezheb imamlarından Ebu Hahîfc'nin ve ulemâ'dan bir cemâatin kavilleri bu­dur. Delilleri :

«Size[954]  kısas farzoldu..»âyet-i kerîmesi ile :

«Allah'ın Kitabi kısastır» hadisi şerifidir. Onlara göre diyet an­cak cânî razı olursa o zaman lâzım gelir. Cânî diyet teslimine mecbur edilmez.

2— İmam- Ahmcd, Mâlik ve bir kavlinde Şafiî'ye ve diğer bazı ulemâ'ya göre, kasten yapılan ölümde ya sâde kısas, yâhud diyet lâzım gelir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) :

«Bir kimsenin bir yakını öldürülürse o kimse iki şey ara­sında muhayyerdir.   Ya kısas yapar, yâhud diyet alır.»

buyurmuşlardır. Bu hadîsi İmam Ahmcd ile Şcyhcyn denilen Buharı ve Müslim ve diğer hadîs imamları tahrîc etmişlerdir.

Fakat bu tevcihe şöyle cevab verilmiştir : «Hadîsten murâd : öldürülen kimsenin velîsi, caninin diyeti ödemeye razı olması şartı i\o muhayj'erdir. Hem böyle dersek iki delilin arasını cem'etmiş olu­ruz.»

Maamâfih âyet-i kerîmede veya bazı hadîslerde bir şeyi zikret­mek başkasının vâcib olmadığına delâlet etmez; yeter ki delîl bulun­sun, îmam Ahmcd ile Ebu Davud'un Ebu Şureyh-i Huzaî'den tahrîc ettikleri şu hadîs Hanbelîler'le Mâlikîler'e delil olabilir:

ResûlüNah sallallahü aleyhi ve scllcm'ı :

— Eğer bir kimseye kan veya habel -kî habel yaralar de­mektir- isabet ederse o kimse üç şey arasında muhayyer­dir. Ya kısas yapacak, ya diyet alacak yâhud da afv edecektir. Dördüncüyü isterse onu men' edin. Şayet bu üç şeyden birini kabul eder de sonra cayarsa ona muhak­kak cehennem vardır; derken işinim.»[955]

 

1201/1002- «İbni Ömer radıyallahii .anJınmâ'dan Peygamber saJJal-lufıif aleyhi ve sellem'den işilmîş olarak rivayet olunduğuna göre Pey-gnmber (S.A.V.) :

— Bir adam bir adamı tutar da onu diğeri öldürür­se, öldüren Öldürülür, tutan da hapsedilir; buyurmuşlardır.»[956]

 

Bu hadîsi Dâre Kutnî mevsul ve mürsel olarak rivayet etmiştir. İbni'l - Kattan onu sahîhlemislir. Râvîleri sikadır. Şu kadar var ki Bey-haki mürsel olduğunu tercih etmiştir.

Ilâfız İbni Kesir «cl-îrşâd» nâm eserinde : «Bu isnad Müslim'in şartı üzerinedir.» diyor. İbni Kesir bu sözü ile Dâre KutnVyı kaste­der. Çünkü Dâre Kutnî bu hadîsi Ebu Dâvud-u Hıfrî'den o da Sev-rî'den o da îsınail b. Ümeyye'den o da Na/i'den o da İbni Ömer'den oda Resûlüllah (S.A.V.)'dcn rivayet etmiştir.

Sonra Beyhakl söyle demiştir : «Bu hadîsi Ebu Dâvud-u Hıfrî'-den başkası Scurî'dcn, ve başkaları İsmail b. Ümeyye'den mürsel oJ-amk rivayet etmemiştir:» Sahih o'an da budur.

fladîs-i serîf, bir kimseyi Öldürmek için tutanın hapsedileceğine de­lildir. Ne kîidar müddet hapsolunacağı zikrcdilmemiştir. Binâenaleyh hâ-kim'in re'yine kalmıştır. Hadîsimiz bir de kısas veya diyetin kaatile âid olduğuna delâlet ediyor ki, Hanefîler'le Şâfiîler'in ve diğer bazı ulemâ'-nm mezhebi budur. Onlar bu hadîsten maada;

«Sİze[957] kim tecâvüzde bulunursa siz de ona size yaptığı tecâvüzün mis­li İle mukabelede bulunun» âyet-i kerîmesi ile istidlal ederler.

İmam Mâtik, İbrahim Nrhai (11—95) ve İbni Ebİ Leylâ (74---148)ya göre : Bir kimseyi tutanla öldürenin ikisi de katledilir. Çünkü Ö'onin katlinde müşterektirler; birisi tutmamış olsa öteki de Öldüre­ni e zd. i. Fakat kendilerine cevap verilmiş ve : «tutanın öldüren hük­münde olmadığını nass isbât etmiştir. Onun hükmü kuyu kazanın hükmü gibidir. Kuyuya düşerek telef olan bir hayvanı kuyuyu ka­zan değil bilittifak düşüren öder. Burada da tutan değil öldüren -öder.s» denilmiştir.

Lâkin aşağıdaki hadîs, İmam Mâlik ile arkadaşlarına delildir.[958]

 

1202/1003- Abdurrahman b. Beylemânî radıyallahü em/i'den riva­yet edildiğine göre. Peygamber sallallahü aleyhi ve scllcm bir müste'-men (pasaportla gelmiş gayr-ı müslimje mukabil müslümanı katletmiş ve :

— Ben zimmetini îffâ edenlerin en evlâsıyım; buyurmuş­tur.»[959]

 

Bu hndtsi Abdürrezatak böyle mürsel olarak tahrîc etmiştir. Dâre Kutnî ise isnadında ibni Ömer'i de zikrederek vasletmiştir. Fakat mev­sul olan İsnadı çürüktür.

Bu hadîs hakkında az yukarıda Ebu Cuheyfe hadîsinde söz geç­miştir.

Ebu Ubrjfd el-Kaasım. b. Selâm : «bu hadîs müsned değildir. Böyle bir hadîs, kendisiyle müslümanların kam akıtılacak bir delil olamaz» demiştir.

İmam Şafii (150—204) «cî-Üm-m» adlı eserinde: «Şüphesiz ki Beylemânî hadisi Amir b.  Ümeyye'nin öldürüldüğü müste'men (pasaportlu) hakkında idi.» diyor. Bu taktirde bu hadîs sabit olsa bile men-şuhtur; diyenler olmuştur. Çünkü :

«Bir kâfire bedel müslüman Öldürülmez.)) hadîsi Mek­ke'nin fethi günü şoref-sâdır olmuştur. Amir b.  Ümeyye kısası "ondan hayli zaman ünce vuku' bulmuştur.[960]

 

1202-a/1004- «İbni Ömer radıyaUnhü anhiimâ'dan rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki: Bir çocuk tuzağa düşürülerek Öldürüldü. Bunun üzerine Ömer :

— Bu işe (bütün) San'a ahâlisi iştirak else bu çocuk sebebiyle hep­sini katlederdim;  dedi.»[961]

 

Bu hadîsi Buharı tahrîc etmiştir.

Onu İbni Şeyhe başka yoldan Nâfi'den tahrîc etmiştir. O riva­yette Hz. Ömer'in bir adama bedel San'a'hlardan yedi kişi öldürdüğü bilc.iriliyor. Aynı hadîsi başka bir senedle İmam Mâlik (93—179) «cl-Mmmtta,» da 3ald b. cî-Milscyycb''den tahrîc etmiştir. Mezkûr rivayete göre Ömer (R.A.) San'a'lıların pusuya düşürerek öldürdük­leri bir adam mukabilinde beş veya altı kişi öldürmüş ve : «Bunun aley­hine bütün San'a'lılar toplanarak yardımİaşsalar bunun sebebiyle hep­sini katlederi ; demiştir.»

Hadîsin ıir I:ıssası vardır. Onu Tcthavî ile Beyhakî, tbni Vchh'-den[962]  tahrîc etmişlerdir. ttyıi Vchb demiştir "d  : «Bana Ccrîr b. TlârJm[963]  anlattı. Ona da Muglrc b. Hâkim-i San'ânt babasından duyduğuna şöyle anlatmış:

San'a'da bir kadının kocası kendisini bırakıp gitmiş. Kadının yanın­da başka karısından olan Asıl adlı oğlunu bırakmış. Kadın, kocası gider gitmez bir dost edinmiş. Bir gün dostuna:

  Hiç şüphe yok ki, bu çocuk bizi kepaze edecek: şunu öldürüver; demiş. Dostu bundan çekinmiş ise de, bu sefer kadın da ondan yüz çevirmiş. Derken dostu kadının dediğine razı olmuş ve çocuğu öldürmek için kadının dostu ile başka bir adam bizzat kadın ve hiz­metçisi toplanarak onu öldürmüşler.  Sonra  onun bütün uzuvlarını keserek bir zenbİle koymuşlar ve köyün ötesindeki bir kor kuyuya atmışlar.. İbni Vchb kıssayı anlatmağa devamla diyor ki: «Nihayet kadının dostu yakalanmış ve suçunu i'tirâf etmiş. Arkasından öte­kiler de itiraf etmişler. Bunun üzerine o gün   San'a'da Emir bulunan Yala unların maceralarını Ömer (R.A.)'c yazmış. Ömer de hepsinin öldürülmesine dâir bir nâme yazarak :

  Vallahi bu çocuğun katline bütün San'a ahalîsi iştirak etse hep­sini öldürürdüm; demiştir.»

Hu kıssadan anlaşılıyor ki, Hz. Ömer'in re'yine göre bir kişiye be­dri bir cemâat öldürülür. Hadîs-i şerif İmam Mâlik ile NcfıaVmn de­li Heri ndendir.

Bir kişiye mukabil bir cemâatin öldürülmesi hususunda bir kaç mezheb vardır:

1— Bir kişiyi öldüren cemâatin bütün fertleri öldürülür. Cumhur-u ulemâ'nın mezhebi budur. Bu kavil Hz. Ali (R. A.) ile diğer bazı Sa-hâbo-î Kİrâm'dan da rivayet olunmuştur. Filhakika İmam Buharı (194 —258)'nin Hz. Ali'den tahrîc ettiği bir hadîse göre: îki adam bir adam aleyhine, hırsızlık suçundan dolayı sâhidlik yapmışlar. Ali (R. A.)'de o adamın elini kesmiş, sonra aynı adamlar başka birini getirerek :

  Biz yanılmtşız; hırsız bu idî; demişler. Fakat Alî (R.A.) ikinci adam aleyhindeki sehâdctlerinİ kabul etmemiş;  birincinin diyetim de kendilerine ödetmiş ve :

— Sîzin bu işi  kasten  yaptığınızı  bilsem ellerinizi  keserdim; demiş­tir.  Kısas hususunda nefis ile kol ve bacaklar arasında fark yoktur.

2— Verese o cemaattan birini ayırırlar, imam Şafiî İle bir kısım ulemânın ve bir rivayetle İmam Mâlik'in mezhebi budur. İmam Mâ-Hh'tUm di;|oi' rivayete göre o cemâat arasında kur'a çekilir; ve kur'a 1-iKio isabet ederse o öldürülür; geri    kalanlardan ise diyet hissesi alınır. Bunların delili : Denkliğin mu'tebor olmasıdır. Bir kişi için bir cemâat öldürülmez. Nitekim köle için hür de öldürülmez.

3— Cemaata kısas yoktur. Onlardan mümâselete riâyet için sade­ce diyet alınır. Bazıîannı tahsise de imkân yoktur. Dâvud-u Zahirî (202   270) ile bazı ulemâ'mn kavli de budur.

Satı'oni (1059—1182) bir zaman bu son kavli tercih etmiş; ve: "Nlı1 bu meselede ulemâ'nın kavilleri bunlardır. Zahir olan Davud'un kavlidir.. » diye söze bağlıyarak Cumhur-u ulemâ'ya bir hayli atmış. lııfmuş. Hz. Ömer (İZ. A.) hükmünü hüccet kabul etmediği gibi îemâ-t ümmet'i dahi tanımamış ise de sonraları bu re'yinden vaz geçerek bir kişi için bir cemâatin öldürüleceğine kail olmuştur.[964]

 

1203/1005- «Ebu Şüreyh-İ Huzai[965] radtyaîlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallalîahü aleyhi ve selîem:

— İmdi benim bu sözümden sonra bir kimsenin bîr Ölüsü öldürülürse Ölenin ailesi iki şey arasında muhay­yerdir. Ya diyeti alırlar; yâhud Öldürürler; buyurdular.»[966]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud, ile Nesaî lahrîc etmişlerdir. Aslı, Sahiheyn'-de bu mânâda rivayet olunan Ebu  Hüreyre hadisindedir.

Ebu Şureyh'in adı Amir b. Huveylid'dir, Daha başka olduğunu söyliycnler de vardır.

Bu hadîsin aslı şudur : «Peygamber (S.A.V.) sözü arasında :

— Sonra sizler ey Huzâ'a cemâati! Huzeyl (Kabilesinden olan) bu adamı Öldürdünüz. Hem onun âkili  benim. İmdi bir kimsenin ölüsü öldürülürse... ilâh.»

Ebu Şuroyh hadisi az yukarıda İbni Abbas hadîsinin şerhinde görül­müştü; yalnız oradakinde üç şey arasında muhayyerlik olduğu ifâde ediliyordu. Maamâfîh yine de münâfaat yoktur. İbni'l-Kaı/)/im {fini -—751) «cl-Hcdyü'n-Ncbcviy» adlı eserinde şöyle diyor:. «Muhakkak vâcib olan, iki şeyin biridir; ya kısas, yâhud diyet. Bu hususta öle­nin velîsi dört şey arasında serbesttir; ya Meccâncn afv, ya diyet alarak afv, ya kısas. Bu üç şey arasında muhayyer olduğunda hilaf yoktur. Dördüncüsü: diyetten fazla almak için uzlaşmaktır. Burada dahî iki vecih vardır: Bu vecihlerin meşhur olanına göre uzlaşma caizdir, imam Ahmcd b. Hanbcl'in mezhebi budur.

İkinciye göre diyetden yâhud daha azından maada mal afvi ya­pamaz. Delili i'tibâriyle bu vecih daha kuvvetli görülmektedir. Di­yeti ihtiyar ederse kısas sakıt olur. Artık onu istiyemez. İmam Şafiî'­nin mezhebi de budur. İmam Mâlik'in dahî bir kavli budur. İkinci kavline göre mutlaka kısas lâzım geldiğini; afv ile diyete ancak câ-nînin rizâsiyle gidilebileceğini az yukarıda görmüştük.[967]

 

«Diyetler Babı»

 

Dîyet: însanın canına veya kol, bacak gibi etraf a'zâsına yapılan cinayet sebebiyle verilmesi lâzım gelen maldır. Kâmûs'ta diyet: Öldü­rülen kimsenin hakkıdır.

Erş : Can almaktan aşağı olan cinayetlerde verilmesi îcâb eden maldır.

însan öldürmekle diyetin lâzım gelmesi pek büyük bir hikmete mebîiîdir. Bu hikmet insan denilen sun-u ilâhî'yi yıkılmaktan ve kanını he­der olmaktan kurtarmaktır. Esas i'tibâriyle bir insanın diyeti yüz de-. ve veya bin altın yâhud on bin dirhem gümüştür. Diyet İki kısımdır  : Mugallcza ve gayr-i mugallcza:

1— Diyet-İ Mugalleza: Yirmi beş adet iki yaşma basmış deve yavrusudur. Üç, dört ve beş yaşına basanlar da aynı hükümdedir.

2 — Diyet-i gayrı mugalleza: Yirmi adet iki yaşma basmış deve yavrusudur.

Diyet, Kitab ve Sünnetle vâcib olmuştur. Kitaptan Dlîli  :

«[968]  Ailesine teslim edilecek diyet.» âyet-i kerîmesidir. Sünnetten delî-li aşağıdaki hadîslerdir.[969]

 

1205/1006- «Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm, babasından o da dedesinden -radıyallahü anhüm- işitmiş olarak rivayet edildiğine göre. Peygamber sallallahü aleyhi ve scllem Yemen'Iİlere mektup yaz­mış, müteakiben ceddi hadîsi rivayet etmiştir. Bu hadîste şu da vardır:

— Hiç şüphe yok ki eğer bir kimse bir mü'mini bir kabahatsiz, şahîdlerin gözü önünde öldürürse muhakkak bu katil (mucib-î) kısastır. Ancak öldürülenin velîleri razı olursa o başka. Yine şüphesiz ki nefis hakkında diyet, yüzdevedir. Burunda bütünü kesildiği zaman diyet var­dır. Dilde diyet, dudaklarda diyet, zekerde diyet, hayalar­da diyetT bel kemiğinde diyet, gözlerde diyet vardır. Bir ayakta yarım diyet, imik yarmakta diyetin üçte biri; de­rin yarada diyetin üçte biri; kemiği kırılan yarada onbeş deve vardır. El ve ayak parmaklarının her birinde on de­ve, dişde beş deve, kemiği görünen yarada beş deve var­dır. Hem muhakkak kadına mukabil erkek Öldürülür. Al­tını olanlara bin altın vermek lâzımdır.»[970]

 

Hadîsi Ebu Dâvud mürseller arasında tahrîc etmiştir; -onu Nesaî, İbni Huzeyme, İbni'l-Cârûd, İbni Hibban ve Ahmed'de tahrîc etmiş; fa­kat sabîh olup olmadığında ihtilâfa düşmüşlerdir.

Bu hadîs şöylebaşlar :

«Muhammed Peygamber'den ŞurahbH b. Kelâl ve l\lu-aym b. Abdi Kelâf ve el-Hars b. Abdi Kelâl'e. Bundan sonra.......

«Öldürülenin velîleri razı olursa o başka.» cümlesinde velîlerin muhayyer olduğuna delîl vardır.

Dil, kökünden kesildiği yâhud konuşamaz hale geldiği zaman diyet îâzım olur. Zeker de kökünden kesilirse diyet îcâbeder.

Ebu Dâvud mürsellerde : «Bu hadîs isnad edilmiş, fakat sahih değildir. Bunun isnadı hakkında Süleyman b. Dâmıd[971] un söyle­diği vehimdir» diyor. Ebu Zür'a (—264) dahî : «Ben bu hadîsi Ah~ med'e arzettim : Bu, Süleyman b. Dâvud bir şey değildir; dedi.» deinektedir. İlmi Jîibban onun için «zaîftir» demiştir. Süleyman b. Dâ-vud-u Hûlâni ise sikadır. Her iki Süleyman, ZührVdcn hadîs rivayet etmişlerdir. Sadakalara âit olan hadîsi Hûlâni rivayet etmiştir. Onu zaif addedenler Yemânî zannettikleri için zait saymışlardır.

İmam Şafiî diyor ki : «Ulemâ hu hadîsi kendilerince onun Resû-lüllah  (S.A.V.)'in mektubu olduğa sabit olmadan nakletmcmişlerdir.»

îbni Abdiîbcrr : «Bu, &iy&v . ulemâs*nca meşhur ve içindekiler ulemâ indinde o derece ma'ruf bir mektuptur ki, bu ma'lûmiyetin şöh­reti onu isnaddan müstağni kılmıştır. Çünkü o nâsın kabul marifeti ile telâkkileri sayesinde mütevâtire benzemiştir.» 

Ukaylî onun için : «Sabit, mahfuz bir hadîstir. Yalnız bir onu ZiiArî'den yukarısından işitilmemiş bir mektup zannediyoruz.» de­miştir.

Ya'kub b. Süfyan da : «nakledilen mektuplar içinde Amr b. Hazm'ın mektubundan daha sahih bir mektup bilmiyorum. Çünkü sa­habe ve tabiîn ona müracaat ederek kendi reylerini terkediyorlar.» de­mektedir, îbni Şihâb: «Resûlüîlah (S.A.V.)'in Amr b. Hazm'i Necran'a gönderdiği zaman kendisine, yazdığı nâmeyi okudum. Bu nâme Ebu Be­kir b Hizam'de idi.» diyor. Mezkûr nâmeyi Hâkim, îbni Hihban ve Beyhald sahîhlemişlerdir. îmârp, Ahmcd onun hakkında : «Sahih olmasını umarım» demiştir!

Hafız îbni Kesir «cl-îrşâd» dalıadîs imamlarının sözlerini naklet­tikten sonra.Şunları kaydetmiştir: «Bc:ı derim ki: nereye çevirsen H)u :merfetup;_ c'ski ve, yeni İslâm ulemâ'sı arasında elden ele dolaşmakta­dır. Ona i'timâd ederler, bu babın mühim mesailinde ona baş vururlar.» Bundan sonra îbni Kesir, <Ya'kub b. Süfyan'm sözünden bahseder.

Görülüyor ki, bu mektup ma'mulün bih'tir. Ve şüphesiz ki bir şah­sın hususî re'yinden evlâdır.

Hadîs-i şerif, bir çok fıkıh meselesinide şâmildir. Biz bunları aşağı­da sıra ile zikredeceğiz:

1— Bir kimse bir mümini hiç kabahati yokken öldürürse ona kısas vâcibolur. Ancak maktulün velîleri razı olurlarsa kısas edilmez. Zîrâ onlar kısasla diyet arasında muhayyerdirler.

Hattabî (irtibat) kelimesinin ffzerinde durmuş ve: «(iğtiba-ta), kısas için değil zulmen öldürdü; demektir:» mütâlâasında bu-Innmuştur. Aynı kelime (iğtebata) şeklinde de okunmuştur. Nite­kim Sünen-i Ebî Dâvud'daki tefsiri de bunu ifâde ediyor. Çünkü Ebu Dâvud: «Yahya b. Yahya el-Gassanî'ye (iğtibat) sorulmuş da: fit­ne hakkında öldürüp sonra doğru yolda olduğunu anlayan ve bun­dan dolayı Allah'a istiğfar etmeyen katildir;    cevabını vermiştir.» diyor. Bu rivayet kelimenin gıbta yani ferah ve sürurdan hüsn-ü hâlden alındığını gösterir. Maktul mümin olup öldürüldüğü için se­vinirse şu hadiste vârid olan tehdidde dâhildir :

«Bir kimse bir mümini Öldürür de Öldürdüğüne sevi­nirse Allah onun hiç bir farz ve nafile ibâdetini kabul et­mez.»

2— Diyetin miktarı yüz devedir. Hadîs-i şerif aynı zamanda esas i'tibârı ile vacib olanın deve olduğuna da delâlet ediyor. İmam Şafii ile bazı uîemâ'nın mezhebi budur. Develerin kaç yaşında olacakları aşağıda gelecektir. Ancak bu hadîste «Altını olanlara bin altın vermek lâzımdır» buyurulması altının da asıl olduğunu gösterir. Bundan «devesi olana deve, altını olana da altın vermek asıldır» mânâsı kastedilmiş olabileceği gibi altın meselesi devesi olmayan­lara mahsus.olmak ve o asırda yüz devenin bin altın ederdiğini be­yân da kastedilmiş olabilir. Nitekim Ebu Dâvud ile NesaVnin Amr b. Şuayb'dan onun da babasından onun da dedesinden işittiği bir hadîste şöyle denilmektedir:

«Resûlüîlah (S.A.V.) hatâ suretiyle katlin diyetini köylülere 400 al­tın yâhud onun karşılığı gümüş ile kıymetlendirir, bunları da deve fi-atları üzerine vururdu. Develer pahallılandı mı diyetinde kıymetini yük­seltir, deve fiyatları kıpırdar ve ucuzlarsa kıymetini azaltırdı. Resûlüî­lah (S.A.V.) zamanında kıymetler dört yüzle sekiz yüz altın arasına varmış. Bunların gümüşten karşılığı 8000 dirheme yükselmişti. Râvî di­yor ki : Sığır sahiplerine 200 sığır hükmetmiş, diyeti koyundan olanlar» 2000 koyun verdİrmiştir.»

Yine Ebu Dâvud, Hz. İbni Abbas (R. A J'dan şu hadîsi tahrîc et­miştir:

«Benî Adîyy kabilesinden bir adam Öldürülmüş. Resûlüllah (S.A.V.) onun diyetini 12000 (dirhem) yapmıştır.» Böyle bir hadîsi imam Şafiî ile Tirmizl de rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsinde diyetin 12000 dirhem olduğu tasrih edilmiştir. IrakEılar'a göre diyet gümüşten 10.000 dirhemdir. Bunun misli Hz. Ömer (R.A.)'dcn de rivayet olunmuştur -anhşılıyor ki, onlar bir dinarı yani altını on dirhemle kıymetlendirmiş­ler; zekât hususunda dahi miskali on dirhemle kıymetlendirmişlerdir. Ebu Dâvud, Atâ'd&n: Peygamber (S.A.V.)'in diyet hususunda deve sa­hiplerine 100 deve; sığır sahiplerine 200 sığır, koyun sahiplerine 2000 "koyun; eîbisecilere 200 elbise, buğday sahiplerine de Muhammcd b. îs-hak'm belleyemediği bir şey hüküm buyurduğunu rivayet etmiştir.

Bu hadîs kolaylık göstermeye ve kendisine diyet îcabeden kim­seye diyet olabilecek ne bulursa onu vermenin caiz olduğuna delâ­let ediyer. Bu hucuata muhtelif kaviller varsa da bunlar kabule şâ-yân görü'memekte, ve hadîslere ittiba' tavsiye olunmaktadır.

3— Burun, ta kasların dibinden kesilirse diyetini vermek îcabeder; bu hususta ihtilâf yoktur.

Eurun dört şeyden mürekkeptir. Burun kemiği, geniz, burun kena­rı ve burun ucu.

Kasabe denilen burun kemiği kaşların birbirine bitiştiği yerden baş­layarak inen kemiktir. Geniz: burun yumuşağındakî kıkırdaktır. Bur­nun ağız tarafındaki son kısmına (Ravse) derler. Tamamen ucuna da (Ernebe) ta'bir olunur. Bu kısımlardan birine cinayet vuku' buldukta hükmü ne olacağı ihtilaflıdır. Bazılarına göre hakeme müracaat olunur. Fukâhâ ile bazı Zahirîler : «Mârin, (yani kıkırdak) için diyet lâzım ge­lir» demişlerdir. Delilleri : imam Şafiî'nin Tâvus'd&n rivayet ettiği şu hadîstir:

«Tavus : Bizce, Resûlüllah (S.A.V.)'in mektubunda burun hakkın­da, kıkırdağı kesildiği zaman 100 deve verileceği vardır» demiştir. İmam Şafiî, bu hadîsin Âl-İ Hazm hadîsinden daha açık olduğunu söy­lemiştir.

Burunun kenarındaki yıımrulu yeri kesilirse yarım diyet verilir. Bit bâbta dahî hadîs vardır. Bcyhakî'mn Amr b. Şuayb't&n tahrîc elliği bu hadîste söyle denilmektedir :

«Peygamber {S.A.V.) burnunun kenarı kesildiği zaman yarım diyet, 50 tİL've yâhud onların muâdili altın veya gümüş hükmetti.».

4— «Diide diyet vardır» cümlesi dilin kökten kesilmesini ifâ­de ediyor. Bu taktirde diyet lâzım geleceği ittifakıdır. Dili konuşamıya-cak hale getirmek dahî aynı hükümdedir. Fakat bazı harfleri söylcmi-yecek şekiide keserse bazılarına göre bu harflerin adedince hisse öder. Bir takımları : «di! harfleri denilen 18 harfin hissesini verir; altı adet boğaz harfi ile dört adet dudak harfinin hissesini ödemek» diyorlar.

5— «Dudaklarda diyet vardır» cümlesi iki dudağın hükmü­nü ifâde ediyor. Eu dahî ittifakıdır. Fakat dudağı i birisi kesilirse hük­mün nr olacağı ihtilaflıdır. Cumhur-u ulemâ'ya göre her dudak için ya­rını diyet vardır. Zeyd b. Sebil (R. A.)'âcn bir rivayete göre üst dudak için üçte bir; alt dudak için de üçte iki diyet vardır. Çünkü alt dudağın faydası daha çektur. Yiyeceği, İçeceği ağızda zabteden odur.

6— «Zekerde diyet vardır.» Bu cümle dahî bütün kesildiğini ifâde ediyor. O taktirde meselede hilaf yektur. Fakat yalnız haşefe ya­ni sünnet yeri kesilirse mesele ihtilaflıdır, imam Mâlik ile Sâfiîler'-den basılarına göre diyet lâzım gelir. Hadîsin zahirine bakılırsa bu hususunda âleti kalkanla kalkmayan; ve keza yaşlı ile sâbî arasmda. fark yoktur. Nitekim imam Şafiî'nin mezhebi de budur. Ekser-İ ule­mâ'ya göre ise zeker ile hayalar ve âleti kalkmayan hastalar hakkında hakemin karan mu'teberdir.

7— «Hayalarda diyet vardır.» Bu ittifakîdir. Eir tanesinde ise yarım diyet vardır. Hz. Alı (R..A.) ile Saîd b. el - Müseyyib'dcn bir rivayete göre sol haya içi diyetin üçte ikisi verilir; zîrâ çocuk on­dan olur. Sağ haya içinde üçte bir diyet verilir.

8— «Bel  kemiği  için diyet verilir.n Mesele'ittifakıdır. Şâjct bel kemiğinin kırılması ile beraber meni de kurursa iki diyet vermek îcâbeder.

9— İki göz için bilittifak  bir diyet vardır.  Gözün biri çıkarılırsa yarım diyet lâzım gelir.  Tek gözlü insan hakkında ihtilâf vardır. Bu £öz çıkarılırsa Hanofîler'lc Şâfiîler'e göre yarım diyet vermek icabedor. Zira delil bu hususta bir ayırma yapmamıştır. Delilden maksat  : Bu­radaki hadîstir. Bunlar meseleyi bir eli olan kimseye de kıyâs ederler. Bir eli ol.m bir'kimsenin o elini de. kesen bilicmâ yarım diyet öder; binâenaleyh burada da öyledir. Sahâba'den bir cemâatle İmam Mâlik ve Ahmed'c göre burada vâcib olan tam diyettir. Çünkü bu göz iki göz yerini tutmakladır.-Bu göze cinayet yapmak Cumhur'a göre kısas îcâbeder. İmam Ahmcd'den bir rivayete göre kısas lâzım gelmez.

10— Eir ayak için yarım diyet vardır.    Kendisine diyet îeâbedcn ayağın hududu baldırla ayak arasındaki mafsaldır. Ayak dizden ke­silirse bütün diyet; daha ziyâde kesilirse bir hakemin hüküm verme­si îcâbeder.

Beyhakî (384—458)'nin ifâdesine göre Zührî (—124) Amr b. Hazm'in mektubunda kulak için 50 deve verileceğini okumuş ve demiş ki: <'VÂ7.q Amr ile Ali'den rivayet olunduğuna göre kendileri böyle hük-meder'ermin.» Yine BcyhnkVnin Hz. Muâz (R.A.)'m rivayet ettiği bir hadîste kulak için 100 deve, akıl için dahî 100 deve vermek îcabc-ttiği kaydedilmektedir. Ancak mezkûr hadis için Bcyhakl : «Bunun isna­dı kavı değildir.» diyor. İbni Kesir buna şu sözleri ilâve eder : «Çün­kü hadîsi Ruşd b. Sa'd-i Misrî rivayet etmiştir. Halbuki bu zât zaîf-tir.»

Zeyd b. Edem[972]  diyor ki : «Sünnet: akıl zail olduğu zaman ona da diyet lâzım gelir; tarzında devam etmiştir.» Buriu Bcyhakî rivayet eder.

1— Gerek beyne işleyen derin baş yarasında, gerekse karın boş­luğuna açılan yarada c iye in üçte biri verilir. İmam Şafii : Resûlüllah (S.A.V.)in :

— Karın boşluğuna açılan yara hakkında diyetin üç­te biri vardır" buyurduğunda bir hilaf bilmiyorum» demiştir. Bu­nu ibni Krslr <—774) «cl-İrşâd» da nakleder.

«Nihâyrtü'l-Müctchid» nâm eserde şöyle deniliyor: «(Câife) denilen yaranın baş yarası olmayıp vücut yaralarından olduğuna, bundan dolayı kısas lâzım gelmeyip sâdece diyetin üçte biri verilebileceğine, sırt ve karındaki yaraların bu nev'i yaralar ol­duğuna ulemâ ittifak etmişlerdir. Vücudun başka yerlerinde hasıl olup içeriye imleyen yaralar hususunda ise ihtilâf vardır. İmam Mâlik'in Sriîd b. cl-MiisryyiV'den rivayetine göre hangi a'zâ olursa oksun ya­ralanır da yara içeriye işlerse o a'zânın diyetinin üçte birini ver­mek îcâbeicr. Hazrrti Mâlik bu kavli ihtiyar etmiştir.

12— İçinde kırılmış kemiği  sallanan  yaraya   (münakkıle)   derler. Bunda nnbeş deve verilir.

13— El ve ayak parmaklarının her biri için nn deve vermek icab-eder. Cumhur-u ulemâ'nın re'yi budur. Çünkü Amr b. Şııayb'ın mer-fu' olarak rivayet ettiği bir hadîste bütün parmakların birbirine müsavi olduğu biidiriliyer,

14— Her dis için bes deve vermek lâzımdır. Meselede hilaf olmak­la hrraİK'r. C-jmîıi'r'un kavli budur.

15— Altından kcmifîi açılan yaraya (muvaddıba) derler. Böyle ya­ralar için beş deve verilir. Maamâfih mns'ele ihtilaflıdır.

Fâide — BcyhakVnm-Hz. Zeyd b. Sabit (R. A ./dan rivayetine na­zaran (Hâsimc) denilen ve kafa tasını patlatan derin baş yarası için on deve veril: r. Bunu Beyhakî bir çok ehl-i ilim zevattan hikâye etmiş­tir.

Abdullah b. Ahnıcd (—417), Hz. Ömer b. Hattab (R.A.)'m döğülerek gözü, kulağı aklı ve nikâhı elden giden bir adam için dürt diyet verilmesine hükmettiğini rivayet eder.

İmam Ncsâî, Arar b. Şuayb'ten çu hadisi rivayet etmiştir:

«Resûlüllah (5.A.V.) bulunduğu yeri tıkamakta olan kor göz çıka­rılırsa diyetinin üçte bîri verileceğine, (nüzulden) kurumuş el kesilirse diyetinin üçte biri; kararmış diş çıkarılırsa yine diyetinin üçte biri ve­rileceğine hükmetti.»

Bu hadîsi 1 bni Kesir[973]  dahî «cl-İrçâd-» da zikretmiştir.[974]

 

1206/1007- «İbni Mes'ud radıyallahü anh'den Peygamber sallallahü aleyhi ve scllcm'tn şöyle buyurduğunu duyduğu rivayet olunmuştur:

— Hatâ (en insan öldürme) nin diyeti beşte birer olarak alınır; yirmi adet dört yaşma girmiş deve yavrusu, yirmi aded beş yaşına girmiş, yirmi adet iki yaşına girmiş, yir­mi ad€t üc yaşına girmiş dişi ve erkek deve yavruları.»[975]

 

Bu hadîsi Dârc Kutnî tahrîc etmiştir. Dört'ler onu :

«Lâfîzîîe tahrîc etmişlerdir. Fakat birincinin isnadı daha kuv-vot'idir. Bu hadîsi İbni Ebî Şcybc başka bir vecihten mevkuf ola­rak tahrîc etmiştir. O rivayet merfu' olandan daha sahihtir. Aynı hadisi Ebu Dâvud ile Tirmizî, Amr b. Şuayb'den o da babasından o da dedesinden isitmi1} olmak üzere refi' ederek nıı lâfızlarla tahrîc etmişlerdir: «Diyet; otuz, dört yaşına basmış, otuz da beş yadına basmış, deve yavrusu ile kırk dâne yavruları ka­rınlarında bir sone erkek bir sone dişi derjuran devec'r.»

Dört'ter'in isnadında Hişif b. Mâlik vardır. Bu zât için Dârc Yut-nl «Meçhul bir adamdır» der. Fakat Ncsal onu mevsuk addetmiştir. Bir de zaîflerden Haccac b. Ertat bulunmaktadır.

Eu hadîs hakkında Beyhakî, Dârc KutnVyc i'tirâz etmiş ve : "üç yanma basan deve yavrularını erkekH drM'i zikretmesi kendisi­nin hatasıdır.» demiştir. Bundan sonra Beyhakî «Sahih olan, bu ha­dîs Abdullah b. Mes'ud'a mevkuftur.» demiştir.

Hadîs-i şerif hatâen kati'de diyetin beşte bir usulü ile alınaca­ğına delildir. İmam Şafiî, Mâlik ve Ulemâ'dan bir cemâat buna kail­dirler. Oıîara göre beşinci beşte bir üç yaşma basmış erkek yavru­lar olacaktır. f"nm A'zanı'da.n bir rivayete göre ise : iki yaşına gir­miş erkek deve dorumları olmalıdır. Nitekim Dört'ler'in rivayeti de bu­nu gösteriyor.

Bazıları üç yaşma girmiş deve yavrularını hesaba katrmyarak diyetin dörtte b'r hesabı ile alınacağına kail olmuşlardır. Fakat bun­ların istidlal ettikleri hadisi;  hadîs hafızlan kabul etmezler.

İmam Şafiî ile Mâlik katlin, kasitli, yarı kasitli ve hatâ kısım­larına ayrılmasına bakarak diyetin de muhtelif olacağına kail ol­muş ve : «Diyet, kasıtlı Ölüm ile yarı kasıtlıda, üçte bir hesabı ile olur.» demişlerdir.

Diyette tağliz'a gelince : Diyet-i mugallcza, ağır diyettir. Eu diyet Hz. Ömer ve Osman (R. Anlıümâ)'mn Harem-i Şerifte öldürülenler hakkında bir bütün bir do üçte bir diyet almak suretiyle tatbik ettikleri bir nev'i ağır cezadır. Ulemâ'dan Hanefîler'le bir cemâatin buna kail •oldukları tesbît edilmiştir. Bu hususta İleride söz edilecektir.[976]

 

1203/1008- «İbni Ömer radnjallahü anhümâ'dan Peygamber mllal-lahü alcı/hi ve scllcm'ın şöy'e buyurduğunu işittiği rivayet olunmuştur:

— Hiç şüohe yok ki insanların Allah'a karşı en say­gısızı üç kişidir: Allah'ın hareminde (insan) öldüren, yâ-Iıud kendi kandilinden başkasını öldüren, yâhud da cahili-yet ÖCÜ İçin (İnsan) öldüren.»[977]

 

Bu cümleyi Ibnİ Hibban, sahîhledi-ği bir hadîste tahrîc etmiştir.

Zahl : Öc, intikam almak ve işlenen bir cinayet mukabilinde mükâTant istemektir.

Hadts-i şerif, mezkûr üç nev'i insanın başkalarından daha müteca­viz olduklarına delildir.

Birincisi : Hnrcm-i Şerifte insan öldürendir. Bunun işlediği katil suçu harem dışında Öldürenin sucundan daha ziyade ve daVıa ağırdır. Znhir-i hadis Makke ve Medine haremlerine şâmildir. Yalnız hadis Mekke'nin fethi esnasında Miizdelîfe'dc nldürükn bir zât hakkında vâ-rkl olmuşsa da selıebin hususiyeti mu'tcbcr değildir.

İmam Üâfü, Harcm-i Şerifte haiâcn infan öldüren ile yakın ak-rnbnsını öltıürcne ve ke haram aylarda insan öldürene Diyet-i Mu-H."iH»'zn tatbikine kîiil olmuş ve: «Eöyle ahvalde Eshâb-ı Kiram diyeti ngııiaştırmışlardır» demiştir.

Diyeti ağırlaştırma hususunda Amr b, Şuayb'tan merfu' olarak hadîs rivayet olunmuştur :

«Şibhi amd'in diyeti kasıtlı ölümde olduğu gibi ağır­dır. Ama sahibi öldürülmez. Bu, Şeytan'ın zıplamasından ve bu sebeple insanlar arasında hiç bir kin ve silâh çekme yok iken kanlar dökülmekten ibarettir.» Bu hadîsi İmam Alımca ile Ebu Dâvııd rivayet etmişlerdir.

İkincisi : Kendi katilinden başkasını öldürendir. Bundan murâd : Kan dâvası uğrunda meselâ : babasını vuran katili vuracağı yerele baş­kasını Öldürmektir.

Üçüncüsü : Câhiliyet öcü ile insan öldürmektir. Bunun İzahı hadîsin baş taraflarında geçti. Câhiliyet öcünden : câhiliyet devrine ait kan dâ­vası sebebiyle bir müslümanı öldürmek dahî kastedilmiş olabilir. Nite­kim Bcyhakî'nin tahrîc ettiği bir hadîste :

Peygamber (S.A.V.)  :

— İnsanların en mütecaviz." kendi kaatilinden başka­sını Öldüren yâhud câhiliyei zamanındaki kan dâvası se­bebiyle müslümanlardan kan dâvası güdendir...)) buyurularak bu hususa işaret olunmuştur.[978]

 

1209/100- «Abdulfah b. Amr b. Aş rndıyallahu anhihnâ'öan Resû-lüllah sallallahû aleyhi ve scllcm'm şöyie buyurduğu rivayet olunmuş­tur :

— Dikkat edin! Hiç şüphe yok ki hatâ ile şibh-î amd'in diyeti kamçı ve sopa i!e Öldürüldüğü zaman yüz devedir. Bunlardan kırk dânesinin yavruları karınlarında olacak­tır.»[979]

 

Bu hadisi Ebu Dâvud ile Nesaî ve Ibni Mâce tahrîc etmişlerdir. İbni Hibban onu sahîhlemiştir.

İbni Kattan (120—198) : «Bu hadîs sahihtir. İhtilâf ona zarar vermez.» demiştir. Bu hadîs hakkındaki îzâhât yukarıda geçmiş­tir. Musannifin onu burada zikretmesi geçen Amir b. Şuayb hadîsi­ni tefsir içindir. Yalnız orada geçmeyen diyeti ağırlaştırma mesele­sini burada beyân etmiştir.[980]

 

1210/1010- «İbni Abbas radıyallahil anhümâ'dan Peygamber sallallahil aleyhi vn- scllcm'âcn duymuş olarak ri,vâyet edildiğine göre Resû-lüllah (S.A.V.)  :

  Sununla ŞU  müsavidir; buyurmuş;  (Bununla) küçük par­mağı ile baş parmağı kastedmiştir.»[981]

 

Bu hadîsi Buharî rivayet etmiştir. Ebu Dâvud ile Tirmizî'nin riva­yetlerinde  :

  Parmaklar müsavidir; dişler müsâvîdir; ön diş ile avurd  dişi  de müsâvîdir; demiştir,  ibni Hibban'ın-rivâyctjnde:

— Eil parmakları ile ayak oarmaklarının diyeti mü­sâvîdir; her parmak için on deve verilir; buyurmuştur. Bu hususlar yukarıda îzâh edilmiştir.[982]

 

1211/1011- «Amr b. Şuayb'dan o da babasından o da dedesinden -radıyallahü anhiim- merfu' olarak rivâyei olunmuştur. Resûlüllah {S.A.V.)  buyurmuşlardır ki:

— Eğer bir kimse hekimlikle ma'ruf olmadığı halde hekimliğe özenir de Nr cana kıyar yâhud ondan aşağı bir zarar yaparsa (onu) öder.»[983]

 

Bu hadîsi Dâre Kutni tahrîc etmiştir. Hâkim nnu sahîhlemiştir. Ha­dis Ebu Dâvud ile Nesaî ve başkalarının eserlerinde de mevcuttur. Şu kadar var ki, onu mürsel olarak rivayet edenler vaslcdenlcrden daha kuvvetlidir.

Dârc Kutni : «Bu hadîsi İbni Cürcyc'den rivayet edenler arasın-dn Vrlid b. Müslim'den başka müsned rivayet eden yoktur» demiş; FA)u Dâvud da onu Velid'den başka rivayet eden olmadığını söyle­miş ve : «Sahîhmidir değil midir! bilmiyoruz.» demiştir.

Bu hadîs hekimlik yapmağa özenirken insan öldüren veya ölüm­den başka bir zarar yapan kimsenin, yaptığı telefatı Ödeyeceğine de­lildir. Bu içi kasten veya hatâen yapması; keza zararın doğrudan doğruya veya sirayet yolu ile vuku' bulması hükmen birdir. Hattâ bu bâbta icmâ' olduğunu iddia edenler bulunmuştur. Bazıları: «Eğer doktor taslağı hastayı müşkül vaziyete düşürürse kendisine dayak, hapis ve diyet Ödetme cezaları tatbik edilir» demişler; bir takımla­rı : «Diyet âkîlesine ödettirilir» kanâatinde bulunmuşlardır. Doktor tasladığından murâd : Hekimlikten haberi olmayan kimsedir. He­kimlik tahsil eden ve ma'ruf, kâmil bir üstadı bulunan kimseye tabîb-i hâzik yani kâmil doktor derler.

îbni'l - Kayyım (691—751) «el-Hedyü'n-Ncbeviyyy, adlı eserin­de tabîb-i hâzik'i şöyle ta'rif eder : «Tabîb-i Hâzik, tedavi esnasıntia yirmi şeye dikkat eden kimsedir. Câhil tabîb ise önceden bir bil­gisi olmaksızın tıbb ilmini kurcalayan kimsedir. Böylesi cehaleti yüzünden canlar yakmağa hücum eder; tehevvüre kapılarak bilme­di;] şeye burnunu sokar ve bu suretle haytayı aldatmış olur. Rinâe-nsılovh kendisinin zararı ödemesi îcâbeder. Bu ehl-i ilim tarafından icmâ'dır.» der.

Flatlâbi dahî : «Tedaviyi yapan haddini tecâvüz eder do hasta ülürse onun diyetini öder. Rir ilim veya i«jlc meşgul olan fakat onu bilmeyen, mütecavizdir; kendi işinden mütevellid zararın diyetini ii.ler. Fakat kisâa olunmaz. Çünkü bu işi hastanın izni olmaksızın yapmamıştır. Tabibin cinayeti umumiyetle ehl-i ilmin kavillerine gö­re âkîlesine ödettirilir.» demektedir.

Kâmil bir doktor hastayı iyileşmez hâle düşürdüğü takdirde ı-£er bu hâl sirayet yolu ile vuku' bulmuşsa bil ittifak bir şey öde­mek. Zira bu sirayet şeriat tarafından izin verilen bîr fiilden neş'et etmiştir. Bu gûnâ fiillerin sirayetinde ödeme yoktur. Cumhur-u ule-mâ'nın İmam A'zam'u göre ise ödeme vardır, İmam Şafii hudûd gi­bi şer'an takdir edilmiş bulunan fiil ile ta'zîr gibi takdir edilmemiş olan fulleri birbirinden ayırmış ve şer'an mukadder olan fiilde taz­minat olmayacağına; mukadder olmayandan doğacak zararın taz­min ettirileceğine kail olmuştur. Zîrâ bu fiil ietihad neticesidir. İctihadda düşmanlık yapraış. olabilir.

Fakat hastanın fenalaşması sirayet yolu ile değil de doğrudan doğruya olursa kasıt bulunduğu takdirde doktora tazmin ettirilir. Halâ suretiyle olursa âkilesi Öder.[984]

 

1212/1012- «(Yine)   ondan   -radîyallahü   anh- rivayet   olunduğuna Peygamber sallaîlahü aleyhi ve sellem :

— Kemiği görünen derîn yaralarda (diyet) beşer beşer devedir; buyurmuştur.»[985]

Bu hadîsi Ahmed il? Dort'Jer rivayet etmişlerdir. Ahmed şu cümle­yi de ziyâde etmiştir : «Par'msklann hepsi müsavidir. Hepsi (nin diyeti) onar Onar devedir.» Hadîsi İbni Huzeyme ile İbni'l -Cârüd snhîhlemişlerdir.

Hadisi şerif, yukarıda görülen Amir b. Hazmin mektubundaki be­yâna muvafıktır. Yüzdeki derin yara ile bastaki yara birbirine bilicmâ*1 mijs.avidir. Çünkü başla" yüz"bîr" uzuv gibidirler.[986]

 

1213/1013- «(Bu da) Ondan -radıynllahü anh- rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve sellem :

— Zimmîlerin diyeti müslümanların diyetinin yarı­sıdır; buyurdular.»[987]

 

Bu hadîsi Ahmed ile Dört'ler rivayet etmişlerdir. Ebu Davud'un (rivayetinde hadîsin) lâfzı şöyledir : «Muahed'İn diyeti hurrun diyetinin yarısıdır.» Nesaî'nin ise : «Kadının diyeti erkeğin diyeti gibidir. (Bu hâl) tâ diyetinin üçte birine varıncaya kadar (böyledir) şeklindedir.» Hadîsi İbni Huzeyme sahîhlemiştir.

Lâkin İbni Kesir onu İsmail b. Ayyaş'ın rivayet ettiğini söylü­yor. Bu zât Şamlılar'dan rivayet ederse hadîsi makbul, başkalarından' rivayet ederse makbul değildir. Bu hadîs dahî Şamlılar'dan değildir. Fakat bazıları zannı bırakıp onu mutlak surette sika ve mazbut kabul' etmek isterler. İlmi Huzeyme*nin pnun rivayetini sahîhlemesi bu mü­lâhazaya mebnî olsa gerektir.

Hadîs-i şerîf iki meseleye şâmildir; bunların :

1— Zimmî'nin diyeti hadîa-i şerifin ifâde ettiği vecihle müslü-manm diyetinin yarısıdır. Hattâ Hattâbl «Ma'âlimü's - Sünen» adlı eserinde : «Ehl-i kitabın diyeti hakkında bundan daha açık bir şey olamaz.» dedikten sonra Hz. Ömer b. Abdilaziz[988] ile Urve b. Zübeyf in,[989] İmam Mâlik, İmam Şafii ve Ahmed b. HanbcVin mezhe­bi budur.

2— Hanefîler'le Üüfyân-ı Sevr'i, İbrahim Nehaî ve Şa'bî'ye göre Zimmînin diyeti müslümanın diyeti gibidir. Bu kavil Eshâb-ı Kirâm'dan Hz. Ömer ile İbni Mes'ud (R. Anhümâ)'dan da rivayet edilmektedir.

3— İmam Şafii ile lshak b. Rchavcyh : Zimmînin diyeti müs­lümanın diyetinin üçte biridir; derler...»

Hancfîlcrin delili  :

«[990] Eğer öldürülen sizinle aralarında misak bulunan bîr kavimden ise o halde (yapılacak iş) ailesine teslim

«Ebu Hüreyre demiştir ki: Peygamber (S.A.V.) zamanında Yahudi Mc Nâsran'i'nin diyetleri müslümanların diyeti gibi İdi». Hanefîler in sö­züne i'tirâzda bulunanlar olmuştur.

Üçüncü kavlin delili : Amr b. Hazm hadîsindeki : «Mümin olan nefis için yüz devedir.» cümlesinin mefhum-u muhalifidir. Çünkü mefhumu muhalifini alırsak mü'min olmayan nefis için hüküm böyle değildir; manâsı çıkar. Şafiî'lerin bir delili de bizzat Hz. Şafii'nin »Sâid b. rl-Müseyycb'den tahrîc ettiği bir haberdir. Bu habere göre Hz. Ömer (R.A.) : Yahûdî ile Nasranî diyetinin- 4000 dirhem; Mecusî'nin diyetinin 800 dirh:m olduğuna hükmetmiştir. Hz. Osman (R.A.)'m da aynı şekilde hüküm verdiği rivayet olunur.

İkinci mesele şudur : Kadının yaralarının diyeti üçte bir kıymetine karlar ırk: gin ki ile müsavidir. Üçte lıir'i ficçti mi artık hüküm değişir; vr kadının diyeli burada erkeğin diyetinin yansı olur. Zâten kadının di­yeti erkemin diyetinin yansıdır. Bu mesele Hz. Muaz hadîsinde şu lâ­fızlarla ifâde buyurulmuştur :

«Kr.dının diyeti erkeğin diyetinin yarısıdır.» icmâ* da  işte kadının yaralarının diyeti de bütün diyete kıyas olunur. Cumhur-u ulemâ'nın ve sahâbe-i kiramdan bir cemâat ile Hz. Ömer (II. A.)'m mezhebi budur.

Eshâb-ı Kirâm'dan Hz. Ali (R.A.) ile Hanefîler'e ve Şâfiîler'e göre kadının kendi diyeti ile yaralarının diyeti erkeğin diyetinin yansıdır. l'.-ifiıaki, Hz. Ali'nin : «Kadınların yaraları az da olsa çok da olsa er-kcgtn diyetinin yarısıdır.» dediğini rivayet eder. Maamâfîh İbni Huzey-î/tr'nin sahîhlediği şu hadis de gözden kaçmamalıdır:

«Üçte bir (kıymetinde varıncaya kadar kadının diyeti erkemin diyeti pibidir.» Msdîne'lİler ve Fukâhây-ı seb'a bununla amel etmişlerdir.İmam Mâlik ile Ahmed b. Flanbel'm mezhebi de budur. Eu kavil Hz. Ömer ile oğlundan da rivayet olunmuştur. Hattâ Hz. Ali (R.A.)'âan başka bu meselede eshâb lan muhalif bulunmadığı iddia ediliyor.Meselede başka kaviller de varsa ıl.ı delilsiz iddialardan ibaret olduğu için buraya alınmamışlardır.[991]

 

1214/1014- «(Bu da) ondan rivayet edilmiştir. -radtyaUnhü anlı- de­miştir ki:  Resûlüllah ftnUallnlni aleyhi ve sellem:

— Şibh-i arnid de amid p;rbi ağırdır; ama sahibi öldüilmez. Bu şeytanın zıplamasından ve bu sebeple insan-i.'-rın arasında hiç bir kin ve silâh çekme yokken kanlar -.sökülmesinden ibarettir; buyurdular.»[992]

 

Bu Ikuiisi Dâ.e K-jtnî lahrie etmiştir ve zaîf lıulnııı.şUır. Aynı hadîsi - yhakî de tahrîc etmiştir. Fakat znîf bulmamızıir.

Amici : yani kastın İnsan öldürmenin ağır diyeti, kırk tanesinin , tuku karnında olnrık şartı ile yüz deveden ibarettir. Bunu yukarıda Dûvud hadîsinde görmüştük.

lindiiî-i şerif, yara'anrna kasidüiz vuku' bulur; silâh çekilmez, yal id;: E;o;>a vo taş j*ibi peylerle kavga edilirse fazım gelmeyeceğine; zira bunun rdbh-i amid sayılacağına; binâenaleyh ağır diyetle öde­neceğine delildir. Amid ve şibh-i amid i-;'n diyetin nasıl verileceği dahi az yukarıda tafsilâtı İ!c görüldü. Hadîsimiz Şibh-i amd'i de i s bât ediyor.[993]

 

1215/1015- «İbni Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlüllah snlldllahn aleyhi ve sellem zamanında bir adam bîr adamı öldürdü de Peygamber (S.A.V.) onun diyetini on ikî bin (dirhem) yaptı.»[994]

 

Bu hadisi Dörtler rivayet etmişlerdir. Nesaî ile Ebu Hatim mürsel olduğunu tercih etmişlerdir.

Bey haki bu hadîsin benzerini Hz. Alî, Âîşe, Ebu Hüreyre ve Ömer b. Hattab (R. Anhüm) hazerâtından tahrîr etmiştir. Nesai ile Ebu Hâtim'm bu hadisin nıiirsel oluşunu tercih etmelerinin sebebi Bryhnvi'nin şu sözleridir: «Bu hadîsi Muhammvd b. Mcymun, »Sii/ı/a» b. IJyeync'dcn o da Amir h. ÎHrtr'dan, o da //crimc'deıı o da İbnİ Ab-bas'dan rivayet etmiştir. Ancak bize hadîs için bir defa : İbnİ Abbas'tan demiştir; halbuki ekseriyetle'ime'den o da Peygamber (S.A.V.)'-den; derdi.»

Maanıâiîh adlin ziyâde ettiği süz makbuldür. Bir defa «İbnİ Abbas'-daıi chmesi hadisin nv.'rfu' olması için kâfidir. Ondan sonra hadîsi tek­rar tekrar mürsel rivayet etmesi merfu' rivayete zarar getirmez. Ek-ser-i ulcmâ'nııı re'yi budur.

Irak uicrrâsı ile fliger bazıları hadisteki meblâğın 10.000 dirhem ol­duğuna kaildirler. Delilleri, Hz. Ali (R. A.^'in «on bin» demesidir. Şcr'î âdetler tevkifidirler. Hz. Ali bu sayıyı kendinden söylememiştir.[995]

 

1216/1016- «Ebu Rimse[996] radryattahii anh'den rivayet olunmuştur. Demişlir ki:  Peygamber salîcıllahü aleyhi ve scllcnı'e geldim. Berabe­rimde oğlum da vardı. Resûlüllah (S.A.V.): - Bu kim? dedi :

__ Oğlumdur; kendisine şehâdet de ederim; dedim. Buriı, üzerine:

  Dikkat et gerçekten o sana cinayet işlerr1^. Sen de ona cinayet işlemezsin; buyurdular.»[997]

 

Bu hadisi Nesaî ile Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. İbni Hüzeyme ile İbni'f-Cârûd onu sahîhlemişlerdir.

Yukarıdaki hadîsi Ebu Dâvud, Tirmizî ve İbni Mâcc, Amir b. Ahvâs'dan tahrîc etmişlerdir. Hz. Amir, Peygamber (S.A.V.) ile birlikte «Haccetü'l - Veda» da bulunmuş. Resûlüllah (S.A.V.)'i :               

  Hiç bir cânî kendinden başkasına cinayet işlemez; hiç bir cânî de evlâdına cinayet yapmaz.» buyurmuşlar. Bu bâbta başka rivayetler de vardır; ve hepsi buradakini teyid ederjer.

Cinayet : Suç ve kabahal demektir. Başka ta'birletie: insanın ecza veyâ kısas îcabedeeek bir şey yapmasıdır. Hadîs-î şerif, herkesin kendi suçundan mes'ui olacağına delâlet ediyor. Lisanımızda «Her koyun ken­di bacağından asılır.» darb-ı meseli ile bu mânâ ifâde edilmiştir. Nite­kim Teâlâ Hazretleri de ;

«[998] Hİç bîr günahkâr nefis başkasının günahını yüklenmez» buyurmuş­tur.

Bu hadîs «Bülûğü'l-Merâm» nüshalarında naklettiğimiz şekilde ise de «Süncn-i Ebi Dâvud» da başka türlü olup lâfzı şöyledir:

«İyad'dan o da Ebu Rimse'den İşitmiş olmak üzere rivayet edilmiş­tir. Ebu Rimse demiştir ki: Babamla Peygamber (S.A.V.)'in yanına çittim. Babama :

  Oğlun mu bu? diye sordu. Babam :

  Rabbü'l-Kâ'be hakkı için evet;  dedi.  Resûlüllah (S.A.V.) :

  Do£ru mu? dedi. Babam :

  Ona şehâdet ederim;  dedi.   Ebu  Rimse diyor ki:   Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) benim babama olan benzerliğimin teeküd etmesine ve  babamın  benim  üzerime yemin    vermesine gülerek tebessüm etti. Sonra şöyle buyurdular:

  Dikkat et, gerçekten o sana cinayet islemez; sen de ona Cİnâyet İşlemezsin; ve Resûlüllah (S.A.V.) «Hiç bir günah­kâr nefis başkasının günâhını yüklenmez.» âyetini okudular.»

Milnziri diyor ki: B uhadîsi Tinnhi ile Nrsaî hem muhtasar hem de uzun olarak tahrîc etmişlerdir. Tirmizî onun hakkında : «(hasen garibdir.) Onu Abdullah b, lyad'm rivayetinden başka bir yerden bilmiyoruz.» demiştir.[999]

 

«Kan Dâvâsi Ve Kasâme Babı»

 

Kasâme lûgat'en : yemin elm^k mânâsına nvısdardır: «Yeminler mânâsını irâde eden bir isimdir» diyenler de vardır.

Şerfatte: E ir (akım yeminlerdir ki, üzerinde vurulma eseri bulunan bîr maktulün bulunduğu, mahalle veya halkına : «Billahi onu ben Öldür­medim. Kim öldürdüğünü de bilmem» dedirmek suretiyle icra olunur­lar.

K#sâme'nin sebebi : Maktulün bulunmasıdır.

Rüknü : Söylenen yemin sözleridir.

Şartı : Yemin edeceklerin akıl baliğ ve hür olmaları; maktulde öl­dürülme alâmeti bulunması ve yeminin elli adet olmasıdır.

Hükmü : Yemin ederlerse diyet vermenin vüeubu; itmezlerse ye­min edinceye kadar hapsedilmeleridir. Ancak hapis, ölenin velisi kasıd iddia etliği zaman lâzım gelir. Hatâen öldürüldüğünü iddia ederse ye­min etm dikleri zaman diyetini öderler.

Kasâme'nin güzelliği : İnsan kanma hürmet ve ta'zîm ile onu heder olmaktan korumak, öldürmekle müttehem olan kimseyi kısastan kurtar­mak gibi şeylerdir.

Meşru' olduğuna delil icmâ' ile- aşağıdaki hadîslerdir.[1000]

 

1217/1017- «Sebil b. Ebi[1001]  Hasme radıyallahüden o da kavnıinin büyüklerinden sayılan bir takım zâttan işitmiş olarak rivayet edil­diğine göre, Abdullah b. Sohİl ile Muhayyîre b. Mes'ud, başlarına gelen bir sıkıntıdan dolayı Hayber'e çıkmışlar. Müteakiben Abdullah b. Sehl'in öldürülerek bir kuyuya atıldığını gelip Muhayyisa'ya haber vermişler. Bunun üzerine Muhayyisa Yahüdîler'e giderek :

— Vallahi onu  siz öldürdünüz;  demiş.  Yahudiler  :

— Vallahi   onu   biz   Öldürmedik; demişler. Derken Muhayyisa   ile kardeşi Hüveyyisa  bir de Abdurrahman b. Sehl, Peygamber  (S.A.V.)'in yanına gelmişler. Ve M jhayyisa  konuşmak için ilerlemiş.  Fakat Resû-lüllah {S.A.V.) -yaşı kastederek:

— Büyült,   büyült;   buyurmuş.  Ve   (evvelâ) Hüveyyisa, sonra Muhayyisa konusrrıuşîar.  Bunun üzerine Resûlülah  (S.A.V.) :

— Ya arkadaşınızın fidyesini verirler yâhtıd da harbe  Oİurfnr;    buyurmuş;  ve  hemen Yahudilere bu  bâbta bir nota yazmış. Yahudiler de (cevaben): «Onu vallahi bizler Öldürmedik» diye yazmışlar. Bu sefer Resûfüllah (S.A.V.) Hüveyyisa ve Abdurrahman b. Sehl'e  :

— Siz. yemin eder de arkadaşınızın kanına müstehakolursunuz? diye sormuş :

— Hayır; demişler :

— O halde r'\7.e yahûdî'ler yemin etsin miîbuyurmuş? Hü­veyyisa ve arkadaşları :

— Onlar müslüman değillerdir; demişler.  Nihayet ResûlüMah  (S.A. V.) Abdullah'ın diyetini kendinden vermiş; ve onlara yüz deve gönder­miştir. Sehil demiştir ki :

— Vallahi beni o develerden kırmızı bîr deve tepti.»[1002]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Muhayyisa, Hüveyyisa'mn küçük kardeşidir. Burada ağabey si durur­ken onun konuşmak istediği anlaşılıyor. Başka bir rivayete göre konuş­mak istediği anlaşılıyor. Haşka bir rivayete tföre konuşmak isteyen ora­dakilerin yasça en küçüğü olan Abdurrahman'dır. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) «Büyült, büyült» buyurarak : sözü büyüfîünc bırak sen konuşma; demek istemişlerdir. Hadîsteki -yaşı kastederek- közü ravî tarafından müdreetir. Mi'ıslini'm bir rivayetinde : «Siz yemin eder de arkadaşınızın kanına müstehak olurmusunuz?» sualine cevaben Muhayyisa ve arkadaşları :

«Orada bulamadık ve görmedik.» demişlerdir. Buharî'nin bazı riva­yetlerinde :

«Peygamber (S.A.V.) onlara:

  Beyyine p;etirebilirmisiniz? demîş:

   Hayır beyyinemiz yoktur;  cevabını vermişler:

  O hnlde yemîn edermİPİnİZ? diye sormuş.» Deniliyor. «Onlar  müslüman  değillerdir.» Cümlesi yerine  bazı rivayetlerde   :

«Biz yahûdîlerin yeminlerine razı olamayız.» veya  :

«Bir takım kâfirlerin yemînîerini biz nasıl kabul ederiz?» cümleleri gö­rülmektedir.

Bu hadîs, kasâmrnin sübûtıma kail olan Cumhur-u Ulemâ'ya onu isbât etmek için büyük bir delildir. Ve aşağıdaki meselelere şâmildir:

1— Ortada bir şüphe olmaksızın mücerred ölüm dâvası ile ka-sâme sabit olmaz.. Bu husus ittifakîdir. Vakıa Evzai ile Dâvııd-u ZâhirVn'm : «Şüphe bulunmadan da kasâme sabit olur.» dedikleri rivayet olunmuşsa da delilleri yoktur.

Kasâmeyi ispat edecek şüphenin ne olacağı ulemâ arasında ihti­laflıdır. Bazıları : «Şüphe levs'tir.» demişlerdir. Bundan murâd : Maktulün ölmezden evvel «Beni filân- vurdu» diye ikrar ettiğine bir

kimsenin şâhidlik etmesi yâhud da Ölenle öldüren arasında düşman­lık bulunduğuna veya maktulü tehdit ettiğine iki şahidin şehâdet etmesi gibi şeylerdir. Kana boyanmak dahî lcvs'den ma'duddur.

Hanefîler'le diğer bazı ulemâ'ya göre levs şart değildir. Onlarca ölen kimsede k;ıti! eseri bulunması ve maktulün ma'lûm kimselerin milkİ nlnn bir yerde ölmüş olması knsâmenin sübûtu için kâfidir. Yeler ki dâvâeı faskalarından dâva etmiş olmasın. Çünkü hadîsler hep bu hâli tasvir etmişlerdir.

İm tını Şafii ile İmam Mâlik'c göre bu kadarcıkla kasâme sabit olmaz. Hİç olmazsa maktul ile müddeâ aleyhin arasında düşman­lık olduğu tesbit edilmvlidir. Nitekim Hayber kıssasında böyle idi. Zira bir adam birisini öldürür dr başkaları öldürmüş zannedilsin (Üye onla­rın mahallesine bırakabilir. Şâfiîler'le Mâlikiler maktulün ölmezdi n ev­vel : «Beni filân öldürdü» demosini levs suretlerinden sayarlar. Haliâ İmam Hlâlik'c göre maktulün üzerinde eser olmana bile sözü yine kabul celi!M\ Maktulün : «Beni filân kasten yaraladı» demesi dahî aynı hükümdedir, imanı Mâlik bunun eski ve yeni bütün ulemâ <:\-rafından biiittifak kabul edildiğini söylemiş ise de Ibm'l - Ar™M (468—513) bu sözü kabul etmemiş : ^Şehirler fukâhasından buna Mâ/jfe'don başkası kail olmamıştır» demiştir. İmam Mâlik'in delili Benî İsrail'in inecidir. Mezkûr inek adamı diriltmiş ve kaatilini kendisine haber vermişti. Fakat Uz. MûHJc'c «İnek meselesi bir Peygamber'in mu'cizcsİ İdi. Mu'cizeyi tasdik kafidir» diye cevab verilmiştir. Mâlikİy-ye ulemâsı ise kuatilin fırsat kollaması ile istidlal eder ve : «Yaralının sözü kabul edilmezse netice ekseriya kanların heder olup gitmesine müncer olur.» derler. Şunu da ilâve ederler : «Yaralının hâli doğruyu Köyliycccği ve yalandan sakınacağı; sahih ve takva arayacağı hâldir. Artık bu hâlde onun sözünü kabul etmek îcabeder.:».

2— Böylece ölüm sabit olduktan sonra maktulün velîlerinin kasâme dâvası ve c dâvanın ahkâmı da sabit olur. O ahkâmdan biri de şartla­rı bulunduğu takdirde kısastır. Medîneliler'in mezhebi budur. Eğer dâ­va muayyen kişi aleyhine ikâme edilmişse onun aleyhine kısas sabit olur. Bir cemâat aleyhine ise kendilerine yemîn ettiriMr. imam Şa­fiî'nin bir kavline göre bunlara diyet vermek sabit olur; diğer kav­line göre kısas olunurlar. Hz. Şafiî'den sahih olarak nak'edilen birin­ci kavildir. Eğer vâris bir kişi ise kendisine elli yemîn verdirilir. Çünkü bu yemîn'er veressye lâzımdır. Bu bâbta vârisîerin erkek ve­ya kadın olmaları ile katlin kasten veya hatâen yapılması arasında fark yoktur; İmam Şafiî'nin mezhebi budur.

3— Kasâme'dc sair dâvaların hilâfına olarak dâvaya müddeî (dâvâeı) Icrc yemin verdirmekle başlanır. NÜekim mevzuu bahsimiz hadîs buna delâlet ettiği gibi Hz. Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği  :

«Beyyine davacıya yemîn de dâvâlıya düşer; ancak kasâmede müstesna.» hadîsi de buna delildir. Bu h; dînin isna­dında gevşeklik vardır. Yalnız aynı hadîsi Bryhaki, Amr b. Şuayh-tan lahrîc etmiş fakat onun hakkında ileri geri söz etmemiştir. Fukâhâ diyorlar ki: Eurada şehâdet veyâ şüphe ile dâvâeı tarafı kuvvet bulunca yrmîn ena verdirilir. Eurada şüphe kuvvetlidir. Binâenaleyh kasâmede dâvâeı. beraet-i asliyyc ile müeyyed bulunan dâvâlıya benzer.

Hanefîler'le diğer bir çok ulemâ'ya güre yemîn dâvâlıya verdirilir. Davacılara yemîn yoktur. O yerin ahalisinden elli adama : «Biz öldür-m: lik; kaatilinİ de bilmeyiz.» diye yemîn verdirilir. İmam Buharı de hu kavle meyletmiştir. Çünkü bu kıssa etrafındaki rivayetler muhteliftir. Binâena'eyh muhtelif olan bırakılıp müttefekun aleyh'e rnürâeaat < tmek gerekir. Bu da yeminin dâvâlıya düşmesidir. Eğer ye­min ederlerse bazılarına göre kendilerine diyet lâzım gelir. Hanefîler'e f"iv elli yi mini verdikten sonra dâvâlı taraf artık beract kazanırlar; l> udilerine bir de diyet ödemek îcabetmez. Nitekim aşağıda görülecek EIju Tâlib kısası da buna delâlet eder : «Diyet îcabeder» diyenlerin bel­li başlı bir delili yoktur.

4— ResûlüÜah (S.A.V.)'in kendinden diyei vermesi bir rivayette ;

«Diyetini sadaka develerden verdi.» denilerek tefsir edilmiştir. Ba­zılarına göre bundan murâd : Peygamber (S.A.V.) sadaka dcvelcrin-di'iı ödünç aldı; demektir. Bir takımları ": «Resûlüllah (S.A.V.) bu diye­ti borç'ularm sehimlerinden vermiştir» demişlerse de bu kavil doğ-ıu bulunmamaktadır. Zîrâ zimmîlerin borçlularına zekât verilmez. NrsaVnin rivayetinde Peygamber (S.A.V.)'in bu diyeti yahûdîlerin üze­rine taksim ettiği ve bir kısmını ödemek için kendilerine yardım ettiği ifâde olunuyorsa da mezkûr rivayet için UnıVl-Kayyhn : «mahfuz delildir» dedikten sonra sözüne şöyle devam ediyor : «Çünkü dâvâ­lılara mücerred maktul var diyet iddia etmekle hemen diyet lâzım gelmez. Bilâkis ikrar veyâ beyyine yâhud'davacıların yemini gibi'şey­lerden birinin mutlaka bulunması îcabeder. Burada böyle bir şey yoktur. Hem Resûlüllah (S.A.V.) davacılara yemin teklif etmiş; onlar buna yanaşmamışlardır. O halde nasıl oluyor da mücerred dava ile Yahudi­lere diyet lâzım diye hüküm veriliyor?».

Fâide : îmam Mâlik kasâmedeki yemin usulünü sair dâvalara da teşmil etmiştir. Bu cümleden olmak üzere malları soyulan kimseler davacı oldukları halde onların yeminlerini kabul etmiştir. Zira hır­sız kimse görmeden çalar. Binâenaleyh onun fiilini beyyino i'e is-bâla imkân yoktur. Hz. Mdlik'in bu kıyası nassa aykırı görülüyor. Zîrâ : «Mevrid-i nassda içtihada mesa' yoktur.» Bu kaide Mecelle'de dahî 14. cü. madde ile tesbit edilmiştir. imam Mâlik'in karsısına çıkan nass :

«Beyyine müddeîye, yemin de inkâr edene düşer.» hadîs-i serîndir. Ancak Hz. îmam1 in mezhebine göre nassın umumu kıyas­la tahsis edilirse ona bir çey denilemez.[1003]

 

1218/1018- «Ensâr'dan bir zâttan -radıyallnhü anh- rivayet edildi­ğine göre, Resûîüllah (S.A.V.) kasâmeyi cahiliyet devrinde olduğu şek-ii üzere İkrar etmiş ve Resûlüllah (S.A.V.) Ensâr'dan bir takım kim­seler Yahudiler aleyhine bir makiûl dâvası açtıkları vakit aralarında onunla hükmetmiştir.»[1004]

 

Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

c;Câhiliyet devrinde olduğu şekil üzere İkrar etmiş» Duyurulması adetâ Bıthc.rî'Ğcki Hâşimî kıssasına isâret ediyor. Kıssa 'BuhnrVnin «Câhiliyyet «yyâmı» babında olup Hz. İbni Abbas (R.A.) tarafından rivayet edilmiştir. Türkçcsi şöyledir : «İbni Abbas (R.A.) demiştir ki: Câhiliyyet devrinde ilk kasâme biz Benî Hâşimde olmuştur. Benî Hâ-şim'den bir adamı Kureyş'in başka bir dalından bîr adam çırak tutmuş­tu. Adam onunla birlikte develerinin yanına gitmiş. Derken onun yanı­na Beni Hâşim'dcn bir adam uğramış. Bu adamın çuvallarının ağzı kopmuş imiş. Hâşimîye demiş ki:

  Bana  bir İp lütfet de onunla    çuvallarımı    bağlıyayım;    develer ürkmesin;  Hâşimî ona  bir ip vermiş, oda  çuvallarının ağzını  bağlamış. Konakladıkları vakit develer çökmüş; yalnız bir tanesi çökmemiş. Hâ-şimî'rıİn ağası :

  Aceb bu deveye ne oluyor ki diğer develerin arasında çökmemiş? demiş. Hâşimî  :

  Onun ipi yok; mukabelesinde bulunmuş:  Ağası :

  Onun ipi nerede demiş.  İbni Abbas diyor ki  :  Bunun üzerine Hâ­şimîye bir deynek atmış. Adamcağızın eceli de ondan olmuş...».

Pıı hadîste su da vardır : «Hâdise Ebu Talibin kulağına varmış. Ebu Tâlib katilin yanma gelerek ona  :

  Benim üç teklifimden birini ihtiyar et!  istersen yüz deve verir­sin; çünkü sen bizim adam'nvzı Öldürdün.   Dilersen sen ölcürrnediâine kavminden elli kîjiye yemin ettir. Bunlardan birini yapmadığın takdirde adamımız İçin seni öldürürüz; demîş. Ağa kavminin yanına gitmiş. On­lar :

  Biz yemîn ederiz; d^miş.  Derken  Ebû Tâlib'in yanına Benî Hâ-şim'den bir kadın gelmiş. Bu kadın o kabileden bİrî İle evli imiş.  Ko­casına bir de çocuk doğurmuş. Kadın :

     Ebû Tâ'ib,  benim  su    çocuğumu  elli  kişiden  birinin  yerine tutmanı ve  başkaları  yemin  icîn hapis edilirken  onu hapsetmemeni  dî-lerim; demîş.Ebû Tâlib onun  dediğin! yapmış.Müteakiben ağanın adamlarından bİrî gelerek :

  Yâ Ebû TâÜb, sen 100 devenin yerine elli adamın yemîn etme­sini istemişsin. Her adama iki deve düşer. İşte iki deve. Bunları benim yerime kabul et; beni yeminim için hapsetme! demiş. Arkasından kırk sekiz k?si aelerek yemîn etmîs'er.

ibni Abbas (R.A.) diyor ki  :

  Nefsim kabza-i  kudretinde olan  Allah'a  yemîn  ederim kî,  sene geçm°den kırk sekiz kişiden kırpar bir göz kalmadı.»

Hadîs-i srrîf. kasâme ile kailin sahil, olduğuna delildir. Cumhur-u ulemâ'nın kavli luı olduğunu nz yukarıda görmüştük..

Salim b. Abd^lah, Ömer b. Abd?1n/-, Ebu Kılâhc ve diğer bazı zevat, Rcr'an mukarrer usule muhalif olduğu iqin kasanının meşru' olmadığına kaildirler. Çünkü asıl o1 an : Beyyinenin müddeîye, ye­mininde inkâr eden tarafa yani müddeâ aleyh'e düşmesidir.

Bunlar Peygamber {S.A.V.)'in kasâmeyo hükmetmediğine iddia ile: «Bu bir eâhilivyot hükmüdür. Resûlüllah (S.A.V.) onun îslâmî kaide­lere nasıl uymadığını göstermek için oradakilcre bir lütufkârlık olmak üzere tatbik etmiştir.» demiş; ve müddeâlarını ishal için söz.ii uzatmış­lardır.

San'anl ve emsali ele. kasâmenin Hz. Ömer (R.A.) tarafından yapıldığını yüzde yüz kabul etmekle beraber onun Hz. Peygamber (S.A.V.)'in rmri ile sabit olmadığı iddiasında ısrar ediyorlar. Bunlar Kasâmeyi ashâb-ı kirâm'dan lıir cemaatin fiilî olarak kabul ediyor, fa­kat bu bâbta icmâ' olduğunu inkâr ediyorlar.

Halbuki «cl-lhtiyâr» ve emsali Hanefî fıkıhlarında kasâmenin icmâ' ve hadîslerle sabit olduğu tasrih edilmiştir.

Râvîl-'iden Ebu'z-Zinâd diyor ki  :

«Biz bunca sahabe bolluğunda knsâmc ile İnsan öldürmüsüzdür. Zannediyorum mevcutları bin kişi idi. Ama bunlardan iki khi bi'e ihtilâfa düşmemiştir.«Musannifin «Fcthııl-Bârî» deki beyanına gö­re Elm'z-Zinâd bu hadîsi Hârice b.-Zcyd b. Sabit'ten nakletmistir. Hârice hakkında söz yoktur. Kak İh ve sika bir zâttır Ebu'zZ:nâd'm bu kadar sahâbs'ye değil on sahâbî'ye bile yetişmediği; binâenaleyh tedlîs yaptığı iddia edilmişse de onun (biz) demekle müslümanlan kas-tedmiş olması pek vârid-i hatırdır. Nitekim aynı mânâya olmak üzere bu gün biz de «vaktiyle biz tâ Viyana kapılarına dayandık» diyoruz. Bunda tedlîs yoktur. Ebu'z-Zinâd hadîsini Saıd b. Mansur ile Bcy-haki rivayet etmişlerdir.

Buraya kadar serd edilen ma'ruzattan da anlaşılacağı vecihle kasâme müstakil ve münferid bir sünnettir. O bu bâbtaki umumâtın bir müstesnâsıdır. Mütecavizleri önlemek, insan kanım heder ol­maktan kurtarmak için meşru' olmuştur. Müslim gibi bir imâm-ı celîl'in Sahih'inde :

«Peygamber (S.A.V.) kasâmeyi câhiliyyet devrinde olduğu şekil üze­re İkrar etli,.',-» diyen sarih bir hadîs-i şerif bulunurken kasâmenin yine de Peygamber {S.A.V.)'in sünneti ile sabit olmadığını iddiaya kalkış­mak ne derece doğru olabilir bilemeyiz.[1005]

 

«Âsîlerle Muharebe Babı»

 

Bağy : Zulüm, isyan, cinayet, fesat ve doğru yoldan sapmak gibi bir çok mânâlara gelir.

Istilal/da ise : Bağiler hükümete isyan eden kimselerdir: Hz AH (İZ. A.)ı        

«Din kardeşlerimiz bize isyan ettiler.» demiştir. Bunlar şer'-i şerîf na/annda dindin cıkmıs sayılmazlarsa da ümmetin ittifakı ile dalâlet' fiilidirler. Dinden çıkmadıklarına delîl :

«[1006]  Eğer müminlerden  İki taife çarpışırlarsa  sîz  hemen onların  ara­larını bulun» âyet-i kerîmesidir.

BağîliT öyle tir taifedirler ki, kendilerini koruyacak ordu ve si­lâhları vardır. Bunlar kendilerini haklı görerek te'vil yolu ile müslü-manlara' karşı harbederler. Aşağıdaki hadîsler böylelerinin hükmünü beyân eder.[1007]

 

1219/1019- «ibni Ömer radv/allahü anhümâ'dan  rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem :

- Her kim bize karşı silâh taşırsa bizden değildir; buyurdular.»[1008]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Silâh taşımak, harbetmekten kinayedir. Çünkü kaatil silâh taşıma­nın ekseri ahvâlde lazımıdır. Maamâfîh silâh taşımak kelimenin hakikat mânâsına da gelebilir; bu taktirde muharebe niyeti olmadığından söz­de kinaye yoktur.

«Bizden delildir» cümlesinin mânâsı : Bizim yolumuzda değil; di m ktir. Çünkü Peygamber (S.A.V.)'irı yolu müslümanlara yardım etmektir. Muharebe onun tamamiyle zıddıdır. Bu mânâ nıüsliimaniiirla mulıarebcyi helâl i'tikâd etmeyenler hakkındadır. Haksız yere ve hiç lıir te'vil yapmayarak onlarla harbetmok küfrü mu'ciblir. Zîrâ kal'î olan haram delili helâl i'tikâd edilmiş olur.

Hadîs-i şerif müslümana karsı silâh çekmenin haram olduğuna de­lildir. Bağİicrle harbetmek bu umumdan hâriçtir. Onlarla harhedilebiIİr. Haklarında yapılacak muamele fıkıh kitaplarında gösterilmiştir.[1009]

 

1220/1020- «Ebu Hüreyre, rndnjalhthü nnh'den Peygamber sallaüa-hit  ah 1/İl i ve srllrm'in  şöyle buyurduğunu  işittiği  rivayet olunmuştur:

— Her kim (islâmın Hükümet Reisine) taatten çıkar ve cemâatten ayrılır da ölürse onun ölümü câhiliyyet ölümüdür.[1010]

 

Bu hadîsi Müslim talırîc etmiştir.

«Cemâatten ayniirsa» ifâdesinden mıırâd : İslâm cemâati ya­ni t h!-i sünnet olan cemâattir ki, bu cemaat bir hükümdarın idaresine tâiıi'dir.

«Onun Ölümü câhtliyyet ölümüdür» yani : kâfir olarak ölür: Bu bir teşbih cümlesidir. Cemâatten ayrılanın ölümü kâfirin ölü­müne benzetilmiştir. Vech-i şebeh her ikisinin de bir İslâm hükümdarına tâbi' oimamasmdandır.

Hadîs-i şerif, bîr kimse cemâatten ayrılır, fakat o cemâate karşı harbetmezse bizim de kendisi ile muharebe edemiyeceğimize delildir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) onunla muharebe etmememizi emir buyur-mamı.ş; yalnız onun ölüm hâlinin câhiliyyet ölümüne bcnzcd'ğini haber vermekle iktifa etmiştir. Şu halde bu fiili ile İslâmiyetten çıkmış olmu­yor, demektir Hz. Alî (R.A.)'m Hârictler'e söylediği şu sözler de buna delâlet eder :

«istediğiniz tarafta olun, sizinle ararriizda (riâyeti gereken şe y. râm kın dökmemeniz, yol kesmemeniz ve hiç bir kimseye zulüm  mcnızdır. Eğer  bunları  yapacak olursanız  sîze harp  i'lân  ederim, Ali (lî.A.ym bıı-sözieri kendisinden muhtelif lâfızlarla sabit olnı'., Bnvarı İmam Ahmrd, Tahrrânl, ve Hâkim, Abdullah b. ŞeddA .. ı,in tahric etmişlerdir. Abdullah diyor ki :

— Vatlahî, Hâriciler yol kesip haram olan kanı akıtmadıkça brln harbotmcli.» Su haldr ini da mücerred hükümdarla hilaf halinde bulunmanın h:ırb îcâbclmedi^ini gösterir.[1011]

 

1221/1021- «Ümmü Seleme raıhı/ııllahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki:  Resûlüllah  suUıdUth'û (tlct/hi ve srUrnı  :

— Ammâr'ı Âsî çete öldürecek; buyurdular.»[1012]

 

Bu hadî.si Müslim rivayet etmiştir. Müslim'de hadîsin tamamı şöyledir :

«Onları cennete da'vet edecek, onlarsa onu Cehenne­me çağıracaklar.»

İbni Ahdilbcrr  (3GS—463):  «Bu  bâbta haberler müte bu hadîs hadîslerin en sahihidir.» diyor.

îbn\ Dihyc dahî : «Bunun sıhhatine dokunacak yer yoktur-sahih olmasa idi onu Muaviye reddederdi.» demiştir.

Maamâfîh bu hadîsin sahih clup olmadığı hususunda yine bi1' hay]i münakaşalar yapılmış; hattâ ule.. â'dan bazıları işi birbirlerini techîl ve tahrike kadar ileri götürmüşlerdir.

İmam Ahmcd b. HanbeVden hem sahih olduğuna hem de olmadığma dâir rivayetler olduğu söyleniyor.[1013]

 

1222/1022- «Ibnİ Ömer radıyallahii nnhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah snllallahü aleyhi ve sellcm:

  Bilirmisin ey ibni Ümmi Abd bu ümmetin bağîlerine Allah'ın hükmü nasıl olacaktır? dedi. O:

  Allah ve Resulü bilir; cevabını verdi. Resûlüllah (S.A.V.) :

  Bu ümmetin yere serilen yaralısının işi bitirilivermez, esiri öldürülmez, kaçanı aranmaz, ganimeti de tak­sim edilmez; buyurdular.[1014]

 

Bu hadîsi Bszzar rivayet etmiştir, Hâkim onu sahîhlcmiş, arkasın­dan da vehmo düşmüştür. Çünkü isnadında Kevser b. Hâkim vardır. Bu zât metruktür. Ali (R. A./dan bir çok yollarla bunun benzeri bir hadîsin mevkuf olarak rivayet edildiği sahihtir. Onu İbni Ebi Şeybe ile Hâkim rivayet etmişlerdir.

İbni Ümmi Abd : İbni Mes'ud'dur. Eshâb-ı Kiram arasında bu kün­ye ile şöhret bulmuştu. Bu hadîsi İbni Ömer (R. A.) ya İbni Mes'ud'dan yahud ona söylerken Peygamber (S.A.V.)'den işitmiş olacaktır. Onu Kevser b. Hâkim, Atd ve MekhuVâen rivayet etmiştir. Kendisi Kû-feli olup Haleb'e yerleşmiştir. İbni Mam (— 233) onun hakkında : «Hiç bir şey değildir» demiştir. İmam Ahmed b. Hanbel ise: «Onun hadisleri bâtıldır.» der. İbni Adiyy (279—365) : «Bu hadis mahfuz değildir» demektedir.

Hz. Ali'nin rivayetine gelince: onu Bcyhakî ve diğer hadis imamları rivayet etmiştir.

Hadîste bir kaç mesele vardır. Şöyle ki:

1— Âsî ve bâgilerle muharebe etmek caizdir, lemâ' da budur. Teâlâ Hazretleri de :

[1015] Siz bağîlik eden taife İle çarpışın..» buyurmuştur. Ulemâ'dan bir cemaate göre âsîlerle çarpışmak kâfirlerle muharebe etmekten efdâl-dir. Zîrâ bunlardan müslümanlara zarar gelir. Fakat şunu bilmeli ki, onlarla çarpışmağa başlamazdan Önce kendilerini bu isyandan vaz geç-rrnğc da'vct îcâbeder. Nitekim Hz. Ali (R.A.) Hâricîler'e karşı böyle hareket etmiştir. Vak'a şöyle cereyan etmiştir : «Haricîler, Hz. Ali'den ayrıldıktan sonra Ali (R.A.) kendilerine İbni Abbas (R.A.)'ı gönder­mişti. İbnî Abbas onlarla münazara yaptı. Bu münazara neticesinde ye­kunu sekiz bin kişi olan Hâricîler'İn dört bini isyanlarından döndüler. Kalan dört bini ise inadlarmda İsrar ettiler. Bu sefer Ali (R. A.) ken­dilerine :

  istediğiniz tarafta olun! sizinle aramızda    (riâyeti gereken şey) haram kan dökmemeniz, yol kesmemeniz ve hiç bîr kimseye zulüm et-memenhdir; mealinde haber göndermişti.  Hâriciler,   Resûlüllah  (S.A. V.)'in Eshâb-ı güzîn'inden olan Abdullah b. Hattab'ı şehid ettiler. Hâ­mile bulunan cariyesinin de karnını deşerek içindeki cenini çıkardılar. Hz. Ali (R. A.) bunları duyunca Hâricîler'e bir mektup yazarak Abdul­lah b. Hattab'ı şchîd eden eden kaalitin kısasını istedi. Haricîler :

  Onu hepimiz öldürdük;  diye cevap verdiler. Bunun üzerine Ali (R. A.) onlarla harbe izin verdi. Bu husustaki rivayetler sabittir. Musannif onları «Fethü'l-^Bâri» de sıralamıştır.

2— Âsî ve bağîlerin yaralıları hemen öldürülüvermez. Fakat Ha-nefîler'e göre : bu hüküm âsîlerin orduları olmadığına göredir. Ordula­rı varsa yaralıları öldürülür, kaçanları da ta'kib edilir. Hadîsimiz buna delâlet ettiği gibi Beyhq^Vmn Hz. Ali'den tahrîc ettiği şu eser de aynı hükme delildir :

ıCemel vak'a sı günü AH (R. A.) arkadaşlarına :

— Bu kavme gâlib geldiğiniz vakit kaçanı aramayın, yaralıyı he­men öldürmeyin, harbeitİği âletine bakın ve onu alın. Ondan geri ka­lanı mîrasçılarmındır; dedi: Bet/haki: «Bu münkati'dir. Sahih olan hİÇ bir şoy ;ilm;uh£ı ve hiç bir ölüyü soymadı£ıdır.» diyor.

3— Asîlerden alınan esir öldürülme1/.. Ulemâ hu hükmün âsîlere niîiîısus olduğunu söylerler. Zîrâ onlarla yapılan muharebe, onların lı;ırb"lmesim? mâni' olmak içindir.

4— Âsîlerin kaçan esirleri la'kibeditmez. İmam Şafii'nin mezhebi budur. Ona Süre âsîlerin iltica edecek orduları olsun, olmasın hüküm birdir.  Hanefîler'ce orduları bulunmakla     bulunmnmmasma ayrı  ayrı hüküm verilmesi, orduları bulunduğu takdirde  tekrar hücum etmeleri ihtimaline mebnîdir.

5— Eagîlcrin malları ganimet olarak alınmaz. Hattâ mallarım be­raberinde harb yerine   getirmiş olsalar bu mallar ele geçtiği taktirde fiâ.-.îicre taksim edilmez. Hanefîlerle Şâfiîler'in  mezhebi budur.  Pey­gamber (S.A.V.)'in şu hadîsi aynı hükmü tc'yîd. eder :

«Müslüman bir kimsenin ma/> ancak kendi gönül rı­zâsı ile helâl olur.»

Hz. Ali (R. A.y'ın Cemel ve Sıffîn vak'alarında ölenlerin hiç birini soydurmamış; eşyasına el sürdürmemiş olduğu Bcyhakî ve Ebu Ümâ-mc gibi zevatın tahric ettikleri sahîh hadîslerle sübût bulmuştur.

Bazdan âsîlerin hsro meydanından getirdikleri malların ganimet ..lam* alınabileceğine kaildirler. Fakat bunlara hadîsin bu malların aîi-n.'umyacağını sarahaten ifâde ettiği ve Hz. Ali (R. A.) da almadığı ih­tar edilmiştir.

6— «Yaralılarının da işi bitiriiivermez.» cümlesinden Hancfîler'le diğer bazı ulemâ bağîlerin harbte sebebiyet verdikleri mal ve can kayıplarını ödettirilmemek hükmünü çıkarmışlardır. Teâlâ Hazretlerİ'nin:

«[1016] Allah'ın emrine dönünceye kadar» buyurarak, ödetmeden bahset­memesi de onlara delildir.                                         

tmam Şafiî ile diğer bazı ulemâ'ya göre bağîle-in insan öldürenle­rine kısas tatbik edilir. Delilleri âyet ve hadislerin, mumâtıdır.[1017]

 

1223/1023- «Arface b. Şurehr[1018] adı yallah ü mj/ı'den rivayet olun­muştur. Demiştir ki: Resûlüllah saUallahü aleyhi ve scltcm'ı :

— İşiniz dertop iken size biri gelir de topluluğunuzu dağıtmak isterse onu hemen öldürün; derken işittim.»

 

Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

İmam Müslim (204—261) aynı hadîsi şu lâfızlarla da tahrîc et­miştir :

«Resûlüllah (S.A.V.)'i :

— Nice fitne ve fesatlar vuku' bulacaktır. Bu ümmet toplu iken bir kimse onun hâlini perişan etmek isterse, kim olursa olsun onu, hemen kılıçla vurun; derken işittim.»

İmam Müslim'in bu bâbta tahrîc ettiği başka rivayetler de var dır. Tİuharî ile Müslim müttefîkan Hz. Ibni Abbas'dan yine bu husus­ta bazı hadîsler tahrîc etmişlerdir.

Bütün bu hadisler bir memlekette müslümanîann hükümdar seçe­rek etrafında topladıkları zâtın aleyhine kıyam edenlerin ölüm cezası­nı hak ettiklerine delâlet eder.

 

«Ca'nı İle Harp Ve Mürteddin Katli Bâbı»

 

1224/1024- «Abdullah b. Ömer radıyallahü an/mmâ'dan rivayet olun­muştur. Demiştir kî: Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem :

— Her kim malı uğrunda öldürülürse o kimse şehîdtir; buyurdular.»[1019]

 

Bu hadîsi'Ebu Dâvud, Nesaî ve Tirmİzî rivayet etmişlerdir. Tirmizi onu sahîlejrştir.

Aynı hadîsi Buharî, Abdullah b. Amr b. As'dan; Sünen sahipleri ile İbni Hibban ve Hâkim ise Said b. Zeyd'den tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i şerif, haksız yere birinin malını almağa çalışan kimse ile mukatale etmenin caiz olduğuna delâlet ediyor. Malın az veya çok ol­ması arasında hükmen bir fark yoktur. Cumhur-u ulemâ'nın kavli de budur. Mâlikîler'den bazılarına göre az olan mal için mukatele etmek caiz değildir.

Kurtubî diyor ki: «Bu husustaki hilafın sebebi: Eğer bu çar­pışma münker olan şeyi defi' için ise az ile çoğun farkı yoktur. Yok, zararı defi' kabilinden ise bu taktitfde hâl muhtelif olur.»

Îbni'l-Münzir'in îmam Şâ/ü'den hikâye ettiğin- göre bir kimse­nin malı, canı veya ırzına kastedilir de mütecavizi öldürmekten baş­ka kurtuluşa çâre bulamazsa öldürmesi caizdir. Hem kendisine kı­sas tatbik olunur, ne de diyet ve kefaret lâzım gelir. Yalnız tafsilât vermeden öldürmeğe kastedemez. Îbni'l-Münzir diyor ki : «Ulemâ'ya göre : bir adam mezkûr mal, can ve ırz hususunda zulme ma'ruz kal­dığı zaman îzâhât ve tafsilâta lüzum kalmaksızın onu öldürebilir.» Evzaı bu hadîsi hükümdar ve ordu bulunduğu yani asayişin berkemâl olduğu zamana hamletmiştir: «Hükümet bulunmadığı kargaşalık zamanında ise hemen teslim olsun, kimse ile çarpışmasın.» diyor.                                                                               .

îmam Müslim'in Hz. Ebu Hüreyre'den merfu' olarak tahric ettiği şu hadîs ulemâ'nın kavillerini te'yîd ediyor

  Bir adam gelerek malını almak İsterse ne yapmamı tavsiye eder­sin? Resûlüllah (S.A.V.) :

  Ona İtaat etme; buyurdu. Soran iât :

  Ya benimle mukatele ederse? dedi. Fahr-i Âlem (S.A.V.) :

  Onunla çarpış; emrini verdi. Adam :

  Ya beni Öldürürse? dedi. Efendimiz (S.A.V-) :

  Sen de şehît oluverirsin; buyurdular:

  Ya   onu ben    öldürürsem   ne    buyurursun?    dedi.    Resûlüllah (S.A.V.) :

  Oda cehennemi boylar; buyurdular.»

Buraya kadar verilen îzâhât malın haksız yere olanlarla canına ve ırzına göz koyanları vurmanın caiz olduğu hususunda idi. Acaba böylelerle hiç çarpışmadan teslim olmak câizmidir?

San'anî, sanki yukarıdaki deliller bu suale cevab vermezmiş gi­bi : «Zâhiç olan cevazdır» diyor; ve buna :

«Allah'ın maktul kulu ol» hadîsi ile istidlal ederek: «Hiç şüphe yok ki bu hadîs can kaybına teslim olmayı bildiriyor. Mal için teslim olmak ise evleviyette kalır.» diyor.

Hazret'e burada. Cenâb-ı Mevlâ'dan rahmet dileyerek arzedelimki: Resûlüflah (S.A,V.)'in az yukarıda zikrettiğimiz hadîste : «Ona İtaat etme! Onunla çarpış! Ölürsen şehîd olursun» gibi sözleri, bu bâbta asla tereddüde mahal bırakmıyacak kadar açık bir şekilde: mal, için düşmanla ölünceye veya öldürünceyc kadar boğuşmanın lüzu­munu bildirirler. Bu sarahatten sonra acaba düşmanla hiç çarpışma­dan ona tevSİim oluversek caiz olmazmı? diye sormak bile safdillik olur. Hele buna bir hadîs yakıştırarak caiz diye istidlale kalkışmak büsbütün yersizdir. Çünkü hadis-i şerifteki: «Allah'ın maktul kulu ol» cümlesi hâşâ: düşn>,.nih karşısında hiç bir hareket gösterme, ona hemen (eslini ol da seni kuzu keser gibi kessin; demek değildir. Elbette erkek gibi düşmanla boğuşurken bazen Ölmek de olacaktır. 0 hadîsteki maklul olmayı bu mânâda anlamak îcabeder. Ancak zâlimle çarpışmaya imkân ve kudreti bulunmaz da teslim olursa ona kimsenin bir diyeceği yoktur.[1020]

 

1225/1025- «İmran b. Husayn radıyallahü anhümâ'öan rivayet olun­muştur. Demiştir kî: Ya'lâ b. Ümeyye bir adamla kavga etti; ve birisi diğerini ısırdı. O da ağızdan elini çekİverînce ön dişin! çıkardı. Mütea­kiben her ikisi Peygamber sallaUahü aleyhi ve sclîcm'İn huzuruna dâ­vaya çıktılar. Resûlülah (S.A.V.) :

— Biriniz arkadaşını aygır devenin ısırdığı gibi ısır­dı mı? Ona diye   yoktur; buyurdular.»[1021]

 

Hadîs müitefekun aleyh olup lâfız Müslim'indir. NIsıranla ışınlan zâtın kimle." olduğu ihtilaflıdır. Bazıları :  «Işınlan Ya'lâ'nır çırağı idi.» diyor. Bu taktirde ısıranın Ya'lâ olduğu teayyün rder diyorlar,

Jladîs-i şerif, zararı defi' için işlenen bu cinayetin heder olduğuna; ''anîye diyet verdİrilmiycccğine delildir. Cumhur-u ulemâ'nın mezhebi de budur. Cumhur ayrıca sununla da istidlal ederler: Bir kimse birine silâh çekse de mazlum olan taraf kendini müdâfaa ederken silâh çeke­ni öldürse biütüfak hiç bir şey lâzım gelmez. Burada da öyledir. Yani ışınlan kimse can acısı ile ısıranın bedeninden bir yeri ısırsa bir şey lazım gelmez. Yalnız heder olmanın şarlı : Işınlanın elem duyması ve bundan kurtulmak için onu da ısırmaktan çâre bulmamasKİır.

Isırmaktan daha ehven bir şeyle kurtulma imkânı varsa ısırığı  olmaz. Şâfîiler'e göre mutlak Sıirotlc heder olur. Bu heder olma keyfiyetinin delili şerîatin umumî kaidelerinden alınmıştır.[1022]

 

1226/1026- «Ebu Hüreyre radıyaUahil «n/f.'den rîvâyet edilmiştir.Demiştir ki: Ebu'l-Kaasım ResütüHah sallalîahil aleyhi ve sellejn :

— Eğer bir kimse izinsiz senin gizli bir mahalline ba­kar da ona bir taş atarak gözünü çıkarırsan sana bir gü­nah olmaz; buyurdular.»[1023]

 

Hadîs müttefekun aleyh'tir. Ahmed ile Nesaî'nin tahrîc ettikleri bir rivayette -ki onu ibni Hibban sahîhlemişür- «ona diyette yoktur kısas da.» buyurmuştur.

Hadîs-i şerif, izni olmadan başkasının gizli bir mahallini görmeğe çalışmanın haram olduğuna ve görmeğe çalışanın taşla göç çıkarılabi­leceğine delildir. Fakat izni olursa bakabilir. Meselâ bir kimse komşu­suna kendi avlusunun içine bakmak için izin verse,, 1u taktirde onun gözünü çıkarmak bir cinayet olur. Kczâ bakılan kimse ova gibi kendi mifki olmayan ve binâenaleyh izne ihtiyaç messetmeyen bir yerde olur­sa baKilması helâl olmayan bir yerine bile bakmış olsa yine gözünü çı­karması cinayet olur. Zîrâ taksir bakılandan gelmiştir. Ekser-i mezheb imamları ile diğer ulemâ'nın re'yİ budur. Burada yalnız Mâlîkîler mu­halefet etmişlerdir Mâlikîler'den Yahya b. Ya'mür : «Galiba bu ha­ber Mâlik'e ulaşmamıştır» diyor.

fbni DakiM'l - İd fukâhâmn bu hükmü üzerinde bir çok tasarru-fatta bulunduklarını söyledikten sonra bu tasarrufları şöyle sıralar:

1— Başkasının gizli mahalline bakmanın sokakta durması ile ba-kılmamn, milkinde yâhud çıkmaz sokakta durması arasında fark var­dır. Bu hususta ihtilâf edilmişse de meşhur kavle göre hüküm bir­dir; ve başkasının haremine göz atmaya kimsenin hakkı yoktur. Şâfiî-ler'in bir kavline göre göz çıkarma ancak bakılan kimsenin milkinde durarak baktığı zaman caiz olur. Hadîs mutlaktır.

2— Bakan şahsa evvelâ bakmamasını ihtar ve tenbih lâzım olup olmadığı hususunda iki vecih vardır. Birinci veçhe göre ihtarda bulun­madan taş atamaz. İkinciye göre atabilir.

Hadîs-i şerif, bakan şahsın gözüne atılan şeyin ufak taş ve çakıl gibi şeyler olmasına delâlet ediyor. Ok veyı büyük taş atarak öldürse fukâhâya göre kısas veya diyet vermek îcâbeder.

3— Başkasının haremine bakan şahsın o evde mahremi veya ka­rısı veyâhud eşyası varsa güzünü çıkarmak caiz değildir. Çünkü bak­masında şüphe vardır. Bazılarına göre o evde yalnız kendisinin mahrem akrabası kadınlar varsa ancak o zaman gözü çıkarılmaz.

4— Bakılan evde yalnız sahibi    varsa avret mahalli açık olduğu taktirde bakan şahsın gözünü çıkarabilir. Aksi taktirde iki vecih var­dır. Bunların makbul olanına göre taş atması caiz değildir.

5— Evde kadınlar tesettürlü iseler bir veçhe göre bakan şahsın gözüne taş atmak caiz değildir. Çünkü bir şey görmez. Bazı fukâhâya göre caizdir; zîrâ bu husustaki haberler mutlaktır. Örtünme açılma vakitleri belli değildir.

6— Göz çıkarma işi hâne sahibinin hiç bir ihtiyat kusuru bulunma­dığı zaman caizdir. Fakat kapıyı açık bırakmak, duvara delik açmak gibi kendisinin de kusuru olursa teemmül edilir; içeriye bakan kimse oradan geçiyorsa ona taş atılmaz. Durmuş kasten bakıyorsa bazılarına göre yine atılmaz; çünkü hâne sahibinin kusuru vardır. Bir takımlarına göre ise taş atarak gözü çıkarılabilir; zîrâ bakan şahıs mütecavizdir, aynı hilaf evinin üzerinden veya minareden bakıldığı zaman da vardır. Fakat bunlarda taş atması daha ma'kul görünüyor. Çünkü burada hâne sahibinin bir taksiri yoktur.

Bundan sonra İbni Dakiki'l-ld şunları kaydediyor : «Mâ'lûmun olsun ki, fıkhî tasarruftan hadîsin ihtilâtına dâhil olanlar ondan alınmıştır. Olmayanların ise bazısı hadîsten maksut olan mânâyı anlamaktan, bazısı da kıyastan alınmıştır. Fakat böy­lesi azdır.

Hâsılı başkasının avlusu veya evinin içi gibi gizli yerlerine bak­mak haramdır. Fukâhâ böyle mahrem yerlere bakan ibadethanelerle evlerin yıktırılmasına kail olmuşlardır. Hz. Ömer (R. A.yin re'yi de budur. Hattâ Mısır fethedildiği zaman orada yüksek bir ev yapan Hâ­rice b. Hüzâfe'nin bu işini haber alınca derhal Mısır valisi Amr b. As'a bir mektup yazarak o binayı yıktırdığı meşhurdur.[1024]

 

1227/1027- «Beraİ'bni Azib radıyattahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah saHalîahü aleyhi ve sellem, gündüzün bahçeleri korumak, sahihlerine geceleyin hayvanları korumak sahiplerine ve hay­vanlarının geceleyin yaptığı zararın sahiplerine âit olduğuna hükmetti.[1025]

 

Bu hadîsi Tirmîzî müstesna Dört'ler'Ie Ahmed rivayet etmişlerdir. İbni Hibban onu sahîhlemiştir. isnadında ihtilâf vardır.

Bu hadis hep Zührî'den rivayet olunmuştur. Zührî onu Hizam'-dan, o da Bera'dan rivayet etmiştir. Halbuki Hizam Bera'dan işit-memiştir. İbni Hazm'e tebean Abdiilhak söylemiştir. Hadîsi bir çok tarîklerden Bcyhakî de tahrîc etmiştir. Fakat bunlarda da ihtilâf vardır. Şu kadar var ki, İmam Şafiî : «Bu hadîs sabit olduğu mut­tasıl bulunduğu ve râvîleri bilindiği için biz bununla amel ettik.» diyor. Bcyhakî dahî : «Biz bu hadîsi Şa'bVâen o da Şüreyh'den işit­miş olmak üzere : Koyunların geceleyin yaptığı zararı sahibine Ödetir; fakat gündüzün yaptıklarını Ödetmez; idiğini rivayet ettik; o şu âyeti de te'vil ederdi :

«[1026] Dâvud ile Süleyman kıssasını da hatırla; hant ekine kavmin koyun­ları girdiği vakit onun hakkında hüküm veriyorlardı.» ve: (nercs) gece­leyin otlamaktır; derdi» diyor.

Mcsrıık't&n rivayet olunduğuna göre : Bu koyunlar geceleyin bir bağa girerek ne varsa otlamiş: yeşil bir şey bırakmamışlar.

Şu halde hadîs-i şerif hayvanın gündüzün yaptığı zararı sahi­binin ödemiyeceğine; geceleyin ödeyeceğine delâlet eder. Zîrâ gün­düzleri hayvanları başı boş salmak; geceleyin ise başlarında bekçi bulundurmak âdettir. İmam Mâlik ile Şâ/ü'nin ve diğer bazı ulemâ'-nın mezhebi budur.. Onlar buradaki hadîs ve âyetle istidlal ederler. İmam A*zam Ebu Hanîfe'ye göre ise hayvan gece otlasın, gündüz otlasın sahibine onun kendiliğinden yaptığı zararı ödemek îcâbetmez. Delili :

«Hayvanın yaptığı zarar hederdir.» hadîsidir. Bu hadîsi İmam Alımca, ile Şcyhcyn, Hz. Ebu Hüreyre'den; ve yine İmam Ahmal M- Nrsal ve İbni Mâcc, Hz. Amir b. Avf'dnn tahrîc etmişlerdir. Yalnız Tahavi (238—321) : «Ebu Hanîfe'nin mezhebine göre hay­vanı çobanı ile mer'aya gönderdiği zaman ödetme yoktur. Çobansız gönderirse ödetme vardır.» diyor.

MâÜkîler dahi meseleyi mu'tâd mer'ada otlamakla takyîd ederler. Ekinlik içerisinde otlatılır da zarar yaparlarsa gece olsun gündüz olsun zararın ödeneceğine kaildirler. Bu mesefede başka kaviller de vardır.[1027]

1228/1028- Muâz b. Csbel radıyallahü anh'den müslüman olup da sonra yahûdîliğe dönen bir adam hakkında :

  Öldürülmedikçe  oturmam. Bu  Allah  ve   Resûlü'nün   hükmüdür; dediği rivayet edilmiştir.

Bunun üzerine Öldürülmesini emretmiş ve adam öldürülmüştür.»[1028]

 

Hadîs müftefekun aleyh'tİr. Ebu Davud'un bir rivayetinde : «Bun­dan önce adamın tevbekâr olması kendisinden istenmişti.» denilmekte­dir.[1029]

Bu hadîs, mürteddin yani müslümanhktan başka bir dîne dönenin öldürülmesi îcâbettiğinc delildir.

Hüküm bilicmâ1 sabittir. Hilaf yalnız Öldürmeden tevbeye da'vct «ılilip tdilmiyeccğindedir. Cumhur'a göre tevbeye da'vet etmek vâcibür. Çünkü gerek buradaki rivayette, gerekse Ebu Davud'un başka ' ivâyrtindo tevbeye da'vet vardır. Hattâ diğer rivayette o adamı Ebu Musa'nın 20 gece yâhud da 20 geceye yakın bir müddet da'vet ettiği zikİiyor. Hanefîlör'îe, Hasan-ı Basrı, Tavus ve diğer bazı ulemâ'ya ttüro tevbeye da'vet müslehâbtır. Çünkü Bir kâfire îsîâma da'vet geldi mi artık da'vctin kendisine tekrarı vâcib değildir.O halde mürtedde ırklar, evleviyetle vâcib olamaz. Ancak: belki kendisine bir şüphe ânz olmuştur; mülahazasıyla îslAmiyetin kendisine bir daha arzolunması müstohâb görülmüştür. Hanefîler bundan sonra gelen hadîsle de istid­lal ederler.

İbni Abbas ile Atâ'dan gelen bir rivayete göre mürtedin aslı müş-lümansa tevbeye da'vet edilmez; değilse edilir. Bu rivayeti onlardan Tahavî nakletmiştir.

Mürueddi tevbeye da'vcti lüzumlu görenler arasında bir hilaf daha vardır. O da bir defa dîne da'vetin kâfi gelip gelmiycceğidir. Bazıları: «Bir mecliste mutlaka üç defa da'vet lâzımdır» demiş, bir takımları bir günde üç defa daha başkalar üç günde üç defa dîne da'vet edilme­si Iüzumrina kail olmuşlardır. Hz. Ali (R. A.)'den, bir ay da'vet edile­ceğine dâir bir rivâyei. vardır.[1030]

 

1229/1029- «İbni Abbas radtyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlüllah snUallahü aleyhi ve scllcm:

«Her kim dînini değiştirirse hemen   boynunu vurun; buyurdular.»[1031]

 

Bu hadîsi Buhari rivayet etmiştir.

Hadîs-i şerif dînini değiştirenin katli îcâbettiğine delildir. Hanefiler mürteddi dîne da'vet etmenin vâcib olmadığına bu hadîsteki har­fiyle istidlal ederler.Çünkü mânâ harflerinden olup tertip ve ta'-kibe delâlet eder. Biâncnnleyh hadîsin mânâsı : Bir kimse -el-îyazu bil-lâh- dîninden dönerse hiç bir muameleye ta'bi tutmadan hemen başını vurun; demek olur.

Hadîs erkekle kadınlara âmm ve şâmildir. Erkek hakkında mesele itüfakî ise de kadın hakkında ihtilaflıdır. Cumhur'a göre irtidat eden kadın da öldürülür. Z5râ (her kim) sözü erkek ve kadın bütün insan­lara şâmildir, tbni'l- Münzir, Hz. İbbni Abbas (R.A.)'m :

— «Mürteci kadın Öldürülür; dediğini rivayet etmiştir. Yine îbni'l-Münzir'\c Dâre Kutnî : Hz. Ebu Bekir (R.A.)'m hilâfeti zamanında mürteri bir kadını uldürtclüğünü ve hadîse hir çok sahabenin huzurunda cerayan ettiği halde hiç birinin i'tirâz etmediklerini rivayet etmişlerdir; mezkur hadîs (hasen) dir. Mürted kadın meselesini Peygamber (S.A.V.) Hz. Muaz'ı Yemen'c gönderirken de mevzuu bahis etmiş ve :

«Her hangi bir erkek İslâmdan dönerse onu İslâm'a da'vet et. Eğer dönerse ne âlâ. Dönmediği taktirde hemen boynunu vur. Hangi kadın İslâmdan dönerse onu da da'-vet et. Dönerse mesele yok. Dönmezse hemen boynunu Vur.» buyurmuştur.

Bu hadîsin dahî isnadı hasendir. Bunlar hep Cumhur'un delilleridir. Cumhur zaîf bir hadîsle de istidlal ederler.

Hanefîler'c göre mürtcd kadın öldürülmez. Fakat hapsedilerek dî­nine dönünceye kadar dövülür. Bu arada onu biri Öldürürse bir şey lâ­zım gelmez; yalnız[1032]  ta'zîr olunur. Hanefîler'in delili Peygamber (S.A.V.)'in kadınları öldürmeyi yasak etmesi ve Öldürülmüş bir kadım gördüğü zaman :

«Bu Öldürülmemeli idi.» buyurmasıdır.

Bu hadîsi imam Ahmed rivayet etmiştir.

Hadîsimizin zahirine bakılırsa, mutlak suretle dînini değiştiren hattâ yahûdî iken Hristiyan olan öldürülecektir. Nitekim İmam Şa­fiî'nin mezhebi budur. Fakat Hanefîler buna muhalefet etmiş ve : «irtidad etmekten murâd : Müslüman iken küfre dönmektir.» demiş­lerdir. Gayr-ı müslimlerin din. değiştirmesine irtidad hükmü verile­mez; çünkü bütün erbabı küfüV bir millettir. Yani bütün kâfirlerin hükmü birdir. Sonra bu hadîsi mutlak mânâya almamıza imkân yok­tur. Çünkü o mutlak mânâda dînini değiştirerek müslüman olan bir kâfire de şâmildir. Halbuki böyle bir kimseye bilicmâ' mürted denil­mez. Şu halde hadîs bilicmâ' tahsis edilmiş demektir. Varsın ken­di aralarında dînlerini değiştiren kâfirler de tahsis edilmiş oluver-sin. Bu taktirde «Her kim dinini değiştirirse» cümlesi bir âmm-ı mahsustur. Kaldı ki bu hadîsten bu mânânın murâd olduğu Tabefânı (260—360)nin İbirı Âbbas (R.A.)'dan morfu' olarak tahrîc ettiği şu ha dîsten de sarahat-ı anlaşılmaktadır:

«Her kimin dîni, İslâm dinine muhalefet ederse he­men boynunu vurun.»[1033]

 

1230/1030- «(Yine) Ibni Abbas radtydlîahü anhümâ'dan rivayet olun­duğuna göre : Bir a'mâmn Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e sö-cjüp sayan bir ümmü Veled câri/asi varmış. A'mâ kendisini (bundan) nehî etliği halde yine vazgeçmezmîş. Nihayet bir gece a'mâ sivri kılıcı alarak onu cariyenin karnına batırmış; üzerine de yüklenerek cariyeyi tepelemiş. Sonra hadiseyi Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem duy­muş ve :

— Dikkat edin! Şâhid olun ki, bu cariyenin kanı he­derdir.» buyurmuşlardır.»[1034]

 

Bu hadîsi Ebu Dâvud rivayet etmiştir. Râvîleri sikadırlar.

Hadîs-i şerif, Peygamber (S.A.V.)'e söğen kimsenin öldürüleceğine delildir. BÖylesinin kanı heaer olur. Söğen müslüman ise Fahr-î Kâinat (S.A.V.) Efendimize söğmekle mürted[1035]  olur: ve Öldürülür. Hattâ îbni Battal (—444)in kavline göre tevbeye bile da'vet olunmaz. İbni'l-Münzir' in Evzaî ile Leys'den rivayetine göre tevbe etmeye da'vet olunur. Yine tbni'l-Münzir' in, Leys, Evzaî, İmam Şafiî, İmam Ahmed 6. Hanbel ve diğer bazı ulemâ'dan rivayetine göre böylesi tev­beye da'vet edilmeden de öldürülebilîr. Zımmî dahî aynı hükümdedir. Ancak müslüman olursa kurtulur.

Hanefîler'den bir rivayete göre zimmî Öldürülmez, ta'zîr olunur. De-lîlleri : Yahudiler Peygamber (S.A.V.)'e «es-Samu Aleyk» dedikleri ve İni onlarca söğmck olduğu halde ResûİüHalı (S.A.V.)'in onları Öldürmo-iTirsidiı*. Halbuki bu sözü bir müslüman .söylese mürted olur. Bir do kâ­firlerin ichde bulundukları küfür hali ona söğmekten daha (.-irkindir. O fı;ıl(iu yaşamalarına müsaade edilince şetim halinde de müsaade etmek gerekir. «cs-Samu aleyk» sözünün mânâsı şetim olur mu?r Böyle iken yine oldürülmemeleri Hanefiler'in kavlini te'yîd eder.[1036]

 

 

 



[1] Sûre : 2, Âyet : 275.

[2] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/5-7.

[3] Rifâa b. Râfi' (R.A.) Hazrecî olup Ensar-ı Kirâm'ın büyüklerin-dentîir. Bcdir'de bulunmuştur. Babası Râfi' (R. A.) on İki nakîb'in biridir. Hz. Rifâa bütün gazalara iştirak etmiştir, ilk Emevî hükümdarı Eamanında ve­fat etmiştir.

[4] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/7.

[5] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/7-8.

[6] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/8-9.

[7] Mâide Sûresi, âyet : 90.

[8] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/9-11.

[9] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/11.

[10] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/11.

[11] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/12.

[12] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/12.

[13] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/12-13

[14] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/13.

[15] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/14.

[16] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/14.

[17] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/14-15.

[18] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/15.

[19] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/15.

[20] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/16.

[21] Ebu Zıibeyr Muhammet! b.  Müslim Me"(ki'dir. Tâbiin'den olup C&bir b. AbdiHah'tan çok hadîs rivayet etmiştir.

[22] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/16.

[23] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/16-17.

[24] Mükateüe : «Şu kadar para verirsen azad olacaksın» diye sahibi İ köle arasında yapılan akid'dir.

[25] Veîa : Köleyi azâd etmekten doğan hükmî akrabalıktır. Artık bö; \e köle ile sahibi birbirlerinin mevlâsı olurlar.

[26] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/18-19.

[27] Sûre-I Nûr, Ayet: 33.

[28] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/19-20.

[29] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/21.

[30] Hz. Ömer'in mevlâsı.

[31] Sûre-i Muhammed (S.A.V.) Âyet : 22»

[32] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/21-22.

[33] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/22.

[34] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/23.

[35] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/23.

[36] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/23-25.

[37] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/25.

[38] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/25.

[39] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/26.

[40] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/26-27.

[41] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/27.

[42] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/27.

[43] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/28.

[44] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/28-29.

[45] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/29.

[46] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/29-31.

[47] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/31.

[48] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/31.

[49] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/32.

[50] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/32-33.

[51] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/33.

[52] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/33-34.

[53] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/34.

[54] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/34-35.

[55] Medine'nin kabristanı.

[56] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/35.

[57] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/35-36.

[58] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/36.

[59] Sûre-i Nur Âyet: 33.

[60] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/36-37.

[61] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/37-38.

[62] Ebu Ubeyd Kasım îbni Selâm: Ebu ITbeyd Ilerafda doğmuştur. Ba­bası Rumi idi. Sonra Irak'a gelmiş ve Ebıı Zoyd, Ebu TTbayde Ömer İbni Mü-Bonn, Asmaî, Kisai, Ferrâ gibi eimme-i lügat'ten ulum-ı ebediyye tahsil et­mişti. Bağdat'ta yetiştiğinden Bagdaâdî diye anılır.

İsmail îbni Ca'fer'tfen, Kadı Şüreyk'ten, Hüşeym'den ve daha bu tabaka­daki eimme-i muhaddisîn'oen de Vıadîs ahz etmiştir. Kendisinden rio Dârimî, Ebu Bekir tbni Ebiddüııya, AH tbni Abdülaziz, Haris îbni Üsâm«% Muhammed İbni Yahyattirmii.î gibi zevât'ın rivayetleri vardır, lshak İbni Rahuye : «Al­lah, hak sözü sever, Ebu TJbpsyd benden çok yüksek bir âlimdir, fakıh'tır. Biz Ehu Tihoyil'in ilmine muhtacız. Fakat o bizim değil.» der imiş. İmam ATımed İbni HantM'I'de Ebu TJboyd't «Ustaz» diye anarmiş. Zehebî «Tezkiretii'l huffaz» da bize bu malumatı verdikten sonra diyor ki: «Ebu ÎJboyd'in hadîs hıfzında, Îlel-İ châdis-İ ma'rifot'tr fıkıh'a vukufta, lûffat'tp, kıraefte nasıl bir İnişim olduğunu anlnnınk letn onun tr'Ilfatma nıiinıca;ıt rttuclhtlr. Tc'Iifatından «Ki-tabü'.' emval» ile «Kitabünııâsih velmensuh» unu mütalâa ettim. Tarsus'da hayli zaman kadılıkta bulunmuştur. «224» tarihinde Mekke-i mlikerreme'de vefat etmiştir. (Tocrid-İ Sarih. C. v. S. 48).

[63] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/38-39.

[64] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/39.

[65] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/39-41.

[66] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/41.

[67] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/41-44.

[68] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/45.

[69] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/45.

[70] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/45.

[71] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/45-47.

[72] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/48.

[73] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/48.

[74] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/49.

[75] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/49-50.

[76] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/50.

[77] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/50.

[78] Ma'mer b.  Abdillah (R. A.) : Eskiden  müslüman  olmuş  ve Habeş'e hicret  etmiştir.   Medine'ye   geç hicret  etmiş ve orada kalmıştır.

[79] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/51.

[80] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/51.

[81] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/51-52.

[82] Bunun ma'nâsı: Hiç fıkıh bilmiyor demek değildir. O da fetva' ve­ren fukâhft'y-ı sahâbe'den idi yalnız meşhur olan fakîh'ler derecesinde değil­di.

[83] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/52-54.

[84] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/54.

[85] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/55.

[86] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/55.

[87] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/55.

[88] Abdullah b. nüryde : Ebtı S.-hl Abdullah b. lîiireyde b. «-1-IIiLsjı.yb ılınıi'tlir. Tâhiinin n olup halıu.sı ik- dlgt*r bazı iı-shâb'tan hmiis   rivfıyct rtnıifjtir.   Mcrv   kadısı   idi.

[89] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/55-56.

[90] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/56.

[91] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/56-57.

[92] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/57-58.

[93] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/58-59.

[94] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/59-60.

[95] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/60.

[96] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/60-61.

[97] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/61.

[98] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/61-62.

[99] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/62.

[100] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/62-63.

[101] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/63.

[102] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/63.

[103] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/63-64.

[104] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/64.

[105] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/65.

[106] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/65.

[107] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/65-67.

[108] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/67.

[109] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/67-68.

[110] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/68.

[111] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/68-70.

[112] Bak:   El-Fıkh   ttlcl'nıfsuıhib-ir   Erbaa:  Abdurrahman Ozlrî.   5. ci baskı .C. II. Slıf. 245 ve devamı.

[113] Sûre-i Hacc:  5 ve Sûre-İ Fussilet  : 39.

[114] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/70-71.

[115] Sûre-i Bakara :   279.

[116] Sûre-i ÂI-i İmrân Ayet : 129.

[117] Maalesef bu   müflis   nazariyeyi   tervice   kalkışan  bazı   moda merak­lıları yurdumuzda dahî   mevcuttur.

[118] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/71-73.

[119] Bak:  Hak Dini  Kur'ân Dili  Cild:   1 Sahife: £52-974.

[120] Bak; Ahk&mÜ'l - Kur'ân Cild 1. Sahife: 464 İstanbul tab'ı 1335.

[121] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/73-75.

[122] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/75.

[123] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/75-76.

[124] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/76.

[125] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/76-77.

[126] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/77.

[127] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/77-78.

[128] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/78.

[129] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/78-79.

[130] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/79.

[131] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/79.

[132] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/79-80.

[133] Birbirinin   misli   olması.

[134] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/80-81.

[135] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/81.

[136] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/81.

[137] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/81-82.

[138] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/82-83.

[139] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/83.

[140] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/83-84.

[141] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/84.

[142] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/84-85.

[143] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/85.

[144] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/85-87.

[145] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/87.

[146] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/88.

[147] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/88.

[148] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/88-89.

[149] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/89.

[150] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/89-90.

[151] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/91.

[152] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/91.

[153] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/91-92.

[154] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/92.

[155] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/92.

[156] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/92-93.

[157] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/93.

[158] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/93-94.

[159] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/94.

[160] Bazıları bu hadise müttefekun aleyh demişse de bu bir vehimdir; çün­kü o, Sahiheyn'de bulunmadığı gibi Küttibtt's-Sitte'de ve diğer muteber hadîs kitaplarında da yoktur. Onu yalnız Şafii tahrîc etmiştir.

[161] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/94-95.

[162] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/95.

[163] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/95-97.

[164] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/97.

[165] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/97.

[166] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/97.

[167] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/97-98.

[168] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/98.

[169] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/98-99.

[170] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/99.

[171] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/99.

[172] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/100.

[173] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/100-101.

[174] Abdıırrahman b. Ebzâ (R. A.) : Nâfi' b. s bdilhars'm azâdlı kölesi olup, Kûfe'de yerleşmiştir. Hz. Ali b. Ebi Tâlib (.i. A.) kendisini Horasan'a V.ıli göndermiştir. Rivayetleri ekseriyetle Hz. Ömer ile lîhey b. Kâ'b (R. A.)'-diindır. Kur'ân-ı Kerîm ilfî Fıkıh ilmine vâkıf idi; hattâ I iz. Ömer (R. A.) onun hakkında : «Abriiirruhıiıan 1». Kbzâ Allah'ın kendilerini Kıır'an sayesinde yük­selttiği bahtiyarlardandır» demiştir. Peygamber {S.A.V.yden oniki hadîs riva­yet etmiştir. Kendisinden oğulları Saîd ile Abdullah va başkaları rivayet et­miştir.

[175] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/101.

[176] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/101-102.

[177] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/102.

[178] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/102-103.

[179] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/103-104.

[180] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/104.

[181] Süıv-i Bakara, âyet:  283.

[182] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/104-105.

[183] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/105.

[184] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/105-106.

[185] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/106.

[186] Saîd h. Milseyyeb : Ebu Muhammet El-Kureçî (El-Medenî), Tabiin'in tı'iyükliTİnctendir. Modîne-i Münevvere'de zuhur eden, fukâhâ-i Sebâ'dan (Bk. IMiiü£*ii!-M<ırâin. C. I. Chf. 329) olup, fıkıh ve hadîsteki geniş bilgisi, dindarlığı Ve haramdan kaçınmalıyla meşhurdur. Kendisine «-Fakİhur fukâhâ» denilirdi.

Emeviyyı* Sulhmhm'na biat etmemiş, bunların ihsanlarını dahî reddetmiş: benim İşim yok. Onlarla aramdaki dâvâ'yı Allah halletsin» cevabını vermiş­ti. AtHİlUm^lik b. Morvan, Saîd'in kızının oğlu, velîhad'ı, Velîd'e aimak istediği halde, vı-rireyin Ebu Veriââ ismindeki bir fakirle evlendirmişti. Abdiilmelîk b. M«rvan o^Kı V<*1h1 için hiat istedikte, Saîd b. Miiseyy biat etmediğinden, Mttdtno. valisi bulunan Hi^fim b. İsmail, Ahdiümelİk'ten aldığı emir üzerine Saîfl'a «-50» kırba; vurup, Medi ı^ çarcısında temhir etmiş ve bunu evvelden ha­ber alan bazı dostları, iki ma'nâlı bir cevap vermesini yâhud saklanmasını teklif ve rica etmişlerse de, hattâ camideki yerr." değiştirmeğe bile razı olma­yıp, merdâne ve nıiit^vekkilâne davranmıştı.

Hz. Ömer'in Hilâfetinin 2. ci .senesi diinya'ya gelip, Sahabeden bir çok ze-vat'la görüşmiiş ve Hz. Peygamber (S.A.V.)'in mübarek zevcelerinden, hadisi gerîf işitip, en ziyâde Ebıı Hüreyre (R. A.)'den rivayet etmiştir. 40» defa hacc'a giden Saîd b. Müseyyeb, Hicret-i Nebevîyye'nin «91» yılında Medine'de İrtihal eylemiştir.  (KamOs-u a"âm. C. IV. Shf. 25 9).

[187] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/106-107.

[188] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/108.

[189] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/108.

[190] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/108-109.

[191] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/109.

[192] Abdullah İlmü Şelftin (B. A.): Medîne-i Münevvere ahâlisinden, Benî İsrail'den âlim, fakih, güzel itikada mâlik bir zattı. Resfıl-f Ekrpnı Efendimi'-ln Medîne-i tâhire/yi ilk teşrifleri esnasında şeref-i islâm'a nail olmuş, IIz. Osman'ın şehâdeti hâdisesinde nâ.s'a bir çok öğütler vermişse de hâdisenin önü­ne geçememiştir. Besııl-i Zişân Efendimiz, bu zât'ın ehl-i cennet'ten olduğunu haber vermiştir. Hz. Ömer ile beraber Beyt-i Makdis'in ve Cabiye'nin fethinde hazır buiunmuş ve Nebîyyi Zişân hazretlerinden  (25)   hadîs rivayet etmiştir.

Vefatı, Medıne-i Münevvere'de «43» târihine müsadiftir.

(Ömer Nu.stıhi Bilmen «Hııkuk-u Jslâmİyye ve Istılah a t-i Fıkhiyy Kamfts-u C. I. SM. 842). 

[193] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/109-110.

[194] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/110.

[195] Ebu lîekr b. Abdİrrahman (R. A.) : Tabiîn'dendir, Medine'de kadı idi. IIz. Ai^b ve :i",bıtfHüreyre'den hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden Şa'bi İle Zilhrî rivayet ederler.

[196] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/110-111.

[197] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/111-113.

[198] Amr  b. Şerhi : Tâbiîn'denclir. İlmi Abbas   (K. A.)  ve   bakalanmhuı hadis.

[199] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/113-116.

[200] İmâın-Ul Vâkıdl : Ebu Abdullah Mrhmed bin ömer-til Vâkıdî, İslâm'ın, doğusundaki parlaklık vo. güzelliğini, şimşek gibi üç kıt'aya yayılışını, karşı­sındaki bâtıl  yollara girmişlerin  dağılışını,  tslânı   müc&h idlerinin bir benzeri daim dünya'ya pelmemiş ve gelmeyecek oliin kahramanlıklarını coşkun bir dil­in anlatan Gazalar kitftbı»'nı yazan İnıiim-ı Vftkıcli   (İSO/ 748)'de Mediıif-İ miiııevvere'dc  doğmuştur.     Asrının    büyük   Alimlerinden  ve Imftnı-ı Huvri Ht Im&ın-ı MAlİk (K. 11.)'dun İlim öğrenmiştir, lîir müddet tlcA-retle  uğraşmış, .sonla ticâreti bırakarak. Atılmsi devleti hizmetinde vazife al­mıştır, önce Bağdat'ın batı semtinin kadılığını,sonra da «Rasafe» kısmının kadılığını ya^an vmftm VAkıdî 28 Nisan 833'tie hakkın rahmetine göçmüştür.

[201] Sûre  Nisa' Ayet : 29.

[202] Abdullah b. Cafer (R. A.): Ebû Tâlib'in torunu ve Hz. Ali'nin birS-der-zâdesidir. Bahası Cafer ile anası Esnıâ, Habeş diyarına hicret ettiklerinde nr:ıcla dünyâya gelmiştir. CÖmerdüği ve keremi ile meşhurdur. Hakkında şâir­lerin meılh-ü senâ'ları vardır. Stffiir muharebesinde Hz. Ali'nin kumandanların­dan biri idi.

Rt-sni-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz'den ve Hz. Ali'den hadîs rivayet etmiş­tir. İniîim Buhâri, Müslim, Tirmizî, Ebû Oâvud, Nesâî ve thn-i M&ce kendisin­den hadi-s nakletmişîerdir.

Hicrî *-80.> tarihinde «80» yaşında olduğu halde vefat etmiştir. (Hasan Hüsnü Erdem «Riyüzü's - Sâlihîn hadîslerinin râvileri olan Ashâb-ı Kirftm'ın ve hadîs  înıamlarınuı hal  tercümeleri» Shf. 7).

[203] Abdullah b. ZtVbpyr (it. A.) : Kureyjj kabilesinden ve Zübcyr'in oğludur. Anası Hz. Ebü Bekir'in kızı Hz. Esma ve tey­zesi Ümmüi-Mü'minin Hz. Aişe'dir.

yn hicret  Müslümanlar arasında Hk doğar, bu zftttır. Muhaıidi.sloree meşhur olan Abftriilf-i Erbaa'dan biridir. (Abdullah *bnl Onıcr, Ahdullııh İbni Abbfts, Abılullah Ibni Zübeyr vı< AbduMıth İbnl Anır b. el-As, hii/crâtı). Son derece filmi, nıüttokî ve cesurdu. Zamanında, Kureyş'in tanınmiij süvarilerinden ve kahramanlarındandı. Afrika muharebesinde üstün kahramanlıklar göfstermiktir. «64» senesi Yezîd b. Muâviye'nin vefatını mütea­kip hilâfete seçilmiş, Hİraz, Yemen, Irak ve Horasan halkı kendisine itaat ve biat etmişlerdi. Mekke-i Mtikerrenıe'yi hükümet merkezi yapmış, Kâbe-i Mıı-azzama'yı tamir ve Mesoid-ı Haramı tevsi' etmiştir.

Harrac, Mekke'yi muhasara edinceye kadar (ft) sene hilâfet makamında kalmış ve muhasara esnâsvnda kahramanca çarpışarak «"73» senesi Cûmade'I-Ulâ'nın «17» nci salı günü Hace&e tarafında şehid edilmiştir.

Rcsül-ıi Ekrem Efendimiz'den «33» hadis rivayet etmiştir. Bunlardan (6) hadîsin rivayetinde Buhâri ve Müslim ittifak etmişler, Müslim İki hadiste mün-ferid kalmıştır, «Sünen» sahipleri de miişâriin-ileyh'den hadis nakletmişlerdir. (Hasan Hüsnü Erdem «Riyâzü's - Salih'in hadîslerinin râvileri olan Ashâb-» KiranVın ve hadîs imamlarının hal tercümeleri» Shf. 14).

[204] AJızâb'dan murâd, Kureyg müşrikleridir.

[205] Sa'd îbni Muaz (R. A.)   : Evs kabilesinin ulusudur. Evsî'Ier de Beni Neecar'dandır. Sa'd, Mus'ab İbni Ümeyr Medine'ye geldiği zaman hicretten ev­vel müslüman olmuş Kuriemâ-i  Sahabe'dendir. Bedir ve Uhud gazalarında bu­lunmuş ebrâr-ı ensârdandır.    Hendek    gazasında şehîd olmuştur.   Resul-ü Ek­rem'in pek yüksek sena ve iltifatlarına mazhar olmuştu. Bir hadis-i şerîfte :

  Sa'rt İbni Muaz'ın hâdise-j şeh&detinden dolayı arş-ı âzam sarsılmıştır; buyurdu Resûl-Ü Ekrem'e hediye edilen bir ipekli hülleden    ashâb mütehayyir olduğu sırada Besûfiiilah :

  Sa'd İbni Muaz'ın cennetteki mendilleri bu hülleden çok daha hayırlıdır; buyurmuşlardır. (Tecrid Sarih: C: VHI. Shf. : 97).

[206] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/116-120.

[207] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/120.

[208] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/121.

[209] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/121.

[210] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/124.

[211] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/124.

[212] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/124-125.

[213] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/128.

[214] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/128-129.

[215] Meyyitin   malına   rücu'   : Evvelce   teberru   sureti  ile  verdiğini   sonra meyyitin terekesinden almaktır.

[216] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/129-130.

[217] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/130-131.

[218] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/131.

[219] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/131-132.

[220] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/132.

[221] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/132.

[222] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/132.

[223] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/133.

[224] S:ül» b. Ahtlullah Ki - Mah/uıni (R. A.): Bahasının adında ihtilâf nlil-miştir.   tniitnı Tahcrâııi,  Vahya  tarikı.yic   Saîb'U'iı  .şu  h;uiîsi rivâyot otmi.ştir:

«SaîU ıHyorkî : Kt'sfılülhıhı rüknü Vcnıânî ile. Haccr-i csvrd sırasında K''r" <lünı:

— x\llahümıııe fi'd - dünya tıascncten ve fi'I - âhireti haseneten ve kıııa, azâbe'n - nâr; diye dua ı-diyordu».

(Kl-lsûbc, C- T] Shf: 10 Suhâbı- No: 3

[225] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/133.

[226] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/133-134.

[227] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/134.

[228] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/134-135.

[229] Bir vesk  : altmış sâ'dır. Bir sâ'   : bin kırk dirhem'dir.

[230] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/135.

[231] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/135.

[232] Urvetü'l - ISâriki (B. A.) : Sahâbidir. Kûft-'de sakin olmuştu. Oranın ilk kadısıdır. Hanesinde eihâd için hazırlanmış (70) kadar at bulundururdu. Besûl-ü Ekrem Efendimizden (13) hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden de, Buhari,  Müslim, Ebu  Dâvıid,  Tlrmizl  Nesâi  ve  İbni  Mâı-e nakletmelerdir.

(Huşun Hüsnü Erdem Riyâzii's - Sâlihîn hadislerinin râvîleri olan Ashâb-ı Kirâm'ın ve hadîs imamlarının hal tercümeleri» Shf. 91).

[233] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/135-136.

[234] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/136.

[235] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/136.

[236] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/136.

[237] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/137.

[238] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/137.

[239] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/137.

[240] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/138.

[241] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/138.

[242] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/138.

[243] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/138.

[244] Havkale ; «La havle ve l&vkuvvete  demektir.

[245] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/138-139.

[246] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/140.

[247] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/140.

[248] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/140-141.

[249] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/141. 

[250] Sûre-i Nisa. Âyet: 57.

[251] Sûre  : 42, Âyet: 40.

[252] Süre-i Nahl. Âyet: 126.

[253] Sûro-i Mâidc.   Ayet: 2.

[254] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/141—143.

[255] Ya'la b.  Timyyı  (it. A.) :  Ya'lâ b. fmpyye-'nin nesebi şöyledir:  Ebft Ulıeyıln b. Hcmmânı b. Harise  Ti'iiıîmiyyü'I - Hınzeli. Kureys  kabilesinin  halî fifiir.  Adına Yii'lâ b.  Miinyc'de denilmiştir ki  Miniye; anası  veya  nineyidir.

Hz. Ya'lfı, H/,. Ebft lîcUir (R. A.) tarafından, irtidât eden Hıılvanlıliir üze­rine te.'dib iqin gönderilnıifjtir. Kezâ Hz. Ömer'de Yemen'e zekât toplamak için me'mur etnıi^sede sonra o vazifeden avffetmi.^tir. Kezâ Hz. Osman'da kendi­sini  Yemen'in,  S:ın'a bölgesi  zekâtını  toplamaya  me'mur etmiştir.

Hz. Osman Zinnûreyn'nin kati olunduğu sene haccetmiştir. İbni Asâkir'e göre 40 hicret senlisinde,  Sıffeyn  harbinde şehid olmuştur.

(El- tsâbe C. III Shf: 633 Sahabe No: 9360)

[256] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/143-144.

[257] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/144.

[258] Safyâıı b. Ünıeyyp (R.A.) : Kureysj'İn rfjrafındandır. Feth-i Mekke'de Cidde'ye k:ıçmi!j sonra İtendisinp dört ay miihlpt verilmişti. Bu Kiıretlo Hunryn ve Taif p-azâlarında henüz kâfir iken iştirak etmiş, sonra nnislüman olarak pek sadıkane iler görmügtür.

[259] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/144.

[260] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/144-145.

[261] Sûrt-i Bakara,  âyet:   188.

[262] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/145.

[263] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/145.

[264] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/145-147.

[265] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/147.

[266] Hz. Zeyneb (R. Anha): Huzeymet-üt Hilâliye'nin kızıdır, tik korası Abdullah bin Cahş, Bedir gazasında şehîd olmuştur.  Ondan sonra ResuKiIlah nikâhına almış ve .şehid olan kocasından Medîne-i Miint-vvere'de muhacir ola­rak tek hiişma kalan o büyük kadını himaye etmiştir. Fakir ve yetimleri; evi ve eli dâim açık olan hu hayırsever validemize hu hasletinden dolayı «ümm-ü! Mds&kin» «Yoksulların aıuısı,  koruyucusu»    adî verilmiş ve  öyle çağırılmıştır.

Peygamber t'fendimiz'in   nikâhında   iki   ay   kaldıktan   sonra   «30»  yaşında âhiretı1 göçmüşlerdir.

[267] Hz. Hafsa (R. Anhâ) ; Adalet tarihinin temeli olan İslâm devletinin ikinci halifesi IÎ7,. Önıerii'l-I'arıik'un kızıdırlar. Hz. Osman zamanında Kur'ân-ı Kerîm'in İslâm ülkelerine nüshası gönderileceği zaman onun evindeki ana nüs­hadan çıkarılmıştır. Bedir gazasından .sonra vefat eden ilk kocasından dul kal­mıştır. Her İş'de Allah'ın ve Kesfılülluh'm emirlerine hemen yapışıp yerine ge­tirmeyi kendisi için şifır edinen dahası 11/,. Ömer (R. A.) kızı Hııfssı (R. Anhâ) validemizin ikinci koea'ya gitmeden önce beklemesi Kur'ân-ı Kerîm'le emredi­len zaman geçtikten sonra; onu Hz. Osman (R. A.)'a vermek için teklifte hu-hınmuş ve böylelikle İslâm, dininin, nâmııs'un ve i.smet'in korunması için verdi­mi emri yerine getirmek İstemiştir. Hz. Osın:tn özür bildirince, Kesûliİlliih (S.A. V.) efendimize gitmiş ve nıesYleyi anlatmıştır. Resûlülkıh (S.A.V.)  efendimiz'de:

  Hııfsa'yi  Osman'dan   daha   hayırlısı;     Osman'da      Hafsa'dan   hayırlısını alacaktır;   buyurarak,   Kerimeleri   ('mm-ii   (iiilsum'ü   Hz.   Osman'a   verip,   ken­dileri de Hz. liafsa'yt nikahlamışlar ve her ikisinin gönlünü hoşnûd eylemişler­dir.

Fîir hadîs-i şerifte. Hafsa validemiz hakkında; H/,, ObrNin «O ihadetiı-ri yapmakta devamlı ve gayretli, onıcıı çok tutmakla sa »ırlıdır. (ennet'te *le zev-trendir» buyurduğu haber verilmektedir.

Hicret'in «45» yılında «60» yaşında irtihâl eylemişlerdir. Kendileri Efendi­mi/.   (S.A.V.)\lcn   (00)   hadis  rivayet etmişlerdir.

[268] Hz. Safiye (K. anhâ): Harım (A.S.) neslinden Hayber kalesinin sâ-hibj Htıyey'in kızıdır. Hayher kalesi Hz. Ali Hayderî'nin kılıcıyla fethedilince alınan esirler, arasımla Hz. Safiyye validemiz de bulunuyorlardı, önce Dihyet-ül KHlıî (R. A.) hissesine düşmüşken Peygamberimiz efendimiz btı büyük kadına fidyesini ödeyerek hürriyetini geri vermiş ve nikâhına alarak ailesi olmak şe­refini bağışlamıştır. O da ömrünün .sonuna kadar bunu muhafaza etmiştir. Kendileri  hakkında :

  (»erçek,   sen   hır   nelıî'nin   soyundan   gelen   kızsın.      Amcan  da  nebî'dir. Vb sen bir Nehî'nİıı ılr nikâhı altmdusın;  buyurmuşlardır. (Tur:  ('. 3 385).

Resulullah’ın âlemi âhiret'e pn^üşünden sonra da dâima afif ve nezih ohuı hayatına devanı etıni^ ve İslâm birlisini pan.-alam.ık i.setyeııîeıv ıı/.ak durmuş­tur. Uy. Osınan-i '/inmırey'nin .şehâdetinde ona p'ereken yardımı e.sıi^ı'in.'ini-:, H/. I-'atunet-ü-/. Zı-hrâ (H.Anhâ) validemizle dr <;ok saınimâne yafian.-^lır. ^b'l>> Hicret yılında  ittılıâi  eylemiştir.   (K. A.).

[269] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/147-149.

[270] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/150.

[271] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/150.

[272] Urve b. Zübeyr b. el-Avvâm: Aşcre-l Mü beslere'den ZUbeyr (R. A.)'in oğludur.  Anası  Ksmâ. Zfittt'n- N'itnkayıı,  Huiiihi  H*. Aişe'dir.

Alim, sftllh. kerim ve itinıftda şâyfln bir /.ât idi. Uz.. Ömer'in hilâfeti li­manında do£nmq. Tiibİîn devrinde Medine.-! MUıım'vere'dt'kl nıvfjtııır yedi faltih ve miictohİdlerden biridir. Devrinin hilâfet ve saltanat gürültülerinden uzak kalmıştı. Mısır'a gelip evlenmiş ve orada yedi sene kaldıktan sonra Me­dine'ye avdet etmiş ve Hicret'in «94» târihinde orada vefat etmiştir. Medine'­deki (Bi'r-i Urve)  bu zât'a mensuptur.

Hz. Ali, Muhammed b. Mesleme: (Medîne'li meşhur bir Sahâbîdir. Kendi­sinden Kütüb-ü Sitt« sahipleri hadîs nakletmiş!erdir) ve Ebû Hüreyre Hazarâ-tından rivayeti vardır. Kendisinden de Tabiîn ricalinden bir çokları hadis nak-letmişlerdîr. Küiüb-Ü Sitte ashabı da hadîs tahrîc etmişlerdir.

(Ha.%an Hüsnü Eidem «Riyâzü's - Sâlihîn hadislerinin râvileri olan Ashâb-ı Kir&m'ın ve badis imamlan'nuı hâl tercemeleri» Shf. 90).

[273] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/150-151.

[274] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/151-152.

[275] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/152.

[276] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/152.

[277] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/153.

[278] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/153.

[279] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/153-155.

[280] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/155.

[281] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/155.

[282] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/156.

[283] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/156.

[284] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/157.

[285] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/157.

[286] Ikaul   : devenin ayığını  bağlamak  için kullanılan  iptir. Başa sarılan ıkaal do bundan alınmadır.

[287] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/157.

[288] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/157-158.

[289] Sûre-t Müzzemnıil, âyet: 20.

[290] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/158-159.

[291] Suhayb b. Sinan (R. A.): Meghur Sâhabi olup ilk Müslâman olanlar­dandır. İsmi, Abdü'l-Melîk'dir; Suhayb; lâkabıdır. A»len Musul diyarında evlâd-ı Arap'dan Ncmir b. Kaasıt ailesine mensuptu. Babası Sinan, Kisrâ'mn memur-larındandı. Rumlar ile îrânîler arasında vuku bulan bir. muharebede Suhayb küçük yaşında iken Rumlar tarafından esir edilmiş bilâhare Abdullah b. Ctid'an Her ikisi de Ktıreyş'in zalimane işkencelerine ma'ruz kalanlardandı. îte-tlir'drn i'tihâren bütün savu şiara iştirak etmiştir.

Hadisi Ekrem Efendinıiz'den «30» hadîs rivayet etmiş, kendisinden Ab­dullah t. Ömer Hazretleri ve Tâbiin'den İbn-i Ebî F<«-yIâ ve Saîd b. Müseyyeb hadis rivayet etmişlerdir. Kiitüb-ü Si«4> -sahipleri müşârün-ileyh'den hadis nak­le tmifjterd ir. «38» veya «39» târihinde «73» yaşında Medine'de vefat etmiştir.

(Hasan Hüsnü Erdem «Riyâzii's- Sâlihîn hadislerinin Kavileri olan As-h&b-ı.Kirâm'm ve h;uli tmamları'nın hâl  terlemeleri» Shf. 87.)

[292] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/159-160.

[293] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/160.

[294] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/160-161.

[295] Fetvâ'ya göre geçer para ile de olur.

[296] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/161.

[297] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/161-162.

[298] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/162.

[299] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/162-163.

[300] Hanzale b. Kays  : Ensâr'dan ve Medineliter'İn mu'temedierindendlir.

[301] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/163.

[302] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/164.

[303] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/164.

[304] Zeyd b. Sabit : Ebü Saîd, Sabit oğlu Zeyd Hazretleri vahiy kâtip-{ lerinden ve Kur'ân-ı Kerim'i baştanbaşa ezberleyip cem1 eden bir Kur'ân âlimi ve birinci tabakada Ashâb-ı Kirâm'ın mümtaz fakîh ve müctehidlerindendir.

Resul-i Ekrem Efendimiz Medine'yi teşriflerinde (11) yaşında idi. Hicret­ten evvel ezberlediği 16 süreyi Resûl-i Ekrem'e okumuş ve O'nun yüksek tak-dîr ve teveccühlerine mazhar olmuştu. Medine devrinde ilk vahiy kâtipliğini yapan bu zât, Rpsui-i Ekrem'in vefatına kadar vahiy kâtipliğinde kalmıştır.

Yaşı müsait olmadığından, Resûl-i Ekrem Efendimiz Bedir Savaşına katıl­masına müsaade buyurmayıp geri çevirmişti. Uhud gazvesinden sonra savaş­lara katılmıştır. Hendek gazvesinde toprak taşırken gösterdiği gayretten do­layı Peygamberimiz :

  Bu ne iyi bir gençtir; diyerek onu taltif buyurmuşlardır. Tebük vak'a-sında Benî Neccâr'ın bayrağı Hazm'in oğlu Umâre'nin elinde idi.    Resûl-i Ek­rem Efendimiz bayrağı ondan alıp, Zeyd b. Sabît'e vermiş, Umâre sebebini so­runca :

  Kur'ân mukaddemdir. O, Kur'ân'ı senden daha. çok bilir; buyurmuşlar­dır. Resûl-i Ekrem'in hayâtı müddetince vahiy kâtipliğinden başka mürâselâ-tını da o  yazardı.     Hz. Peygamber,  bâzı  Hükümdarlar tarafından  gönderilen mektupların hatasız terceme edilmesi için Zeydç'e Süryânî ve İbranî lisanlarım öğrenmesini emir buyurmuşlardı. Çok zekî olan bu zât, kısa bir zamanda her iki dili de Öğrenmeğe muvaffak olmuştu. Hz. Ömer'in ve Hz. Osman'ın hilâfet­leri zamanında da onların yazı işlerini ifâ ediyordu. Hz. Ömer ve Osman hacca gittikleri zaman onu Medine'de vekil bırakırlardı. Halîfe Hz. Çsman O'nu Bey-tülmâl Emini tâyin etmişti. Bir hadîs-l Şerîf'de buyurulduğu gibi Ashâb-ı Ki­ram arasında ferâiz ilmini en iyi bilen o zât idi. TefMr ve fıkıh ilminde de mü­tehassıs idi. Hz. Ömer, hemen dâima, Hz. Ali   (R. A.)   ile beraber Zeyd b. Sâ-bit'i Meclis-i Meşveret'ine da'vet ederdi.

Abdullah b. Abbas Hazretleri geniş bilgisiyle beraber Zeyd b. Sabit Haz­retlerinin evine kadar gidip ondan istifâde ederdi. Zeyd b. Sabit Hazretleri Sa­habe devrinde bile Medine'nin baş kadısı idi. Ferâiz, kırftet ve tefsîr ilminde de Baş İmam idi. îmanı Şafiî, ferâiz hususunda müşânin-ileyh'in kavlini tercih ederdi. Birinci Halife Hz. Ebû Bekri's - Sıddik'ın emri ile bütün Kur'ân âyet­lerini muntazam sahifelerde cem' ve tahrir ettiği gibi üçüncü Halîfe Hz. Os­man'ın emri ile de bu gün yed-i ihtiramımızda bulunan Mushaf-ı Şerifi tan­zim ve tertîb etmişti. Hicretin «45» inci yılında Hakk'ın rahmetine kavuşmuş, namazını Mervân b. Hakem kıldırmıştır.

tmam Buhâri'nin «Târih» inde naklettiğine göre, Abdullah b. Abbâs haz­retleri : «Bu friin ilim hazinesi defnolıındtı» diye teessürlerini ifâde etmiş ve meşhur Şâir Hassan b. Sâhit'de acıklı bir mersiye okumuş, herkes üzüntülerini izhar etmişlerdir. Ebû Hüreyre Hazretleri de: «Bu ümmetin tintti âtimi vefat etti, artık İbni Abb&s'ın onun yerini tutmasını Allâhu TeâlâMan dileriz» de­miştir.

Zeyd b. Sabit Hazretleri, Resûl-İ Ekrem Efendimizden (92) hadis rivayet etmiş, kendisinden de Abdullah b. Ömer, İbni Abbâs, Enes b. Mâlik, Ebû Hü­reyre, Sehl b, Ebî Hanine, Abdullah b. Yezîd, Sehl b. Hanif, Ebû Saîd el-HudrS ve Sehl b. Saîd gibi Ashâb-ı Kirâm'dan bir cemâat ve Kİbâr-ı Tâbiin'den Saîd b. Mllspyyob ve Atâ* gihi birçokları da hadîs nakletmişlerdir. Ahâdîs-J şerîfe-nin intişârından evvel vefat ettiğinden, mügârün-İleyh'den az hadîs rivayet olunmuştur. Nur içinde yatsın,

(Hasan Hüsnü Erdem «RİyazÜ's - Salibin hadislerinin Râvüert olan As-hab-i Kirftm'in ve hadîs İmamlart'nın hal tercemeleri» Shf. 100).

[305] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/165-167.

[306] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/167.

[307] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/167-168.

[308] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/168.

[309] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/168-169.

[310] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/169.

[311] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/169.

[312] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/169-170.

[313] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/170-171.

[314] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/172.

[315] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/172.

[316] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/172.

[317] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/172-173.

[318] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/173.

[319] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/173.

[320] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/173-174.

[321] Tcrceme-İ hâli «abdest bahsi» inde geçti.

[322] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/174.

[323] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/174-175.

[324] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/175.

[325] Bu kelimeyi Şerif okuyanlar da vardır.

[326] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/175-176.

[327] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/176-177.

[328] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/177.

[329] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/178.

[330] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/178.

[331] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/178.

[332] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/178-179.

[333] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/179.

[334] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/180.

[335] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/180.

[336] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/180-181.

[337] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/181.

[338] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/181-182.

[339] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/182.

[340] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/182.

[341] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/182-184.

[342] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/184.

[343] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/184-185.

[344] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/185.

[345] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/185-186.

[346] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/186.

[347] Nu'mân b. Beşîr (B. A.) : Künyesi Ebû Abdullah'dır. Ensâr-ı Kİ-râm'dan Sahâbi oğlu, Sahâhî'rlir. Babası Boşîr ikinci Akabe ile Bedir, Uhud ve bütün savaklardı Resfıl-i Ekrem'le beraberdi. Hz. Ebfı Bekir'e biat eden ilk Ensâri idi. Nu'mân İse, hicretin dördüncü ayı başlarında doğmuştu; Hicretten sonra Knsitr'dan ilk doğan bu idi.

Resfıl-i Ekrem'den «İM» hadis? rivayet etmiştir. Sahih-t Bııhftrf ve MUs-lim'de «10» hadisi mezkûrdur. Nu'mân, Rum'da yerleşmiş, sonra Kûfe'ye vali olmuştu. «64» veya «60» târihinde $am diyarının Humus beldesinden bir kar-ye'de şehid oldu.

(Hasîiıı Hüsnü Erdem «Riyâzü's - Sftlihîn hadîslerinin Hâvileri olan As-hftb-ı Kirârn'ın ve Hadis lmamlan'nm hâl tereemeleri» Shf:  82).

[348] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/186-187.

[349] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/187-188.

[350] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/188.

[351] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/188-189.

[352] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/189.

[353] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/189.

[354] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/189.

[355] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/190.

[356] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/190-191.

[357] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/191.

[358] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/191-192.

[359] şüreyh tbni Ilâris: Kandı Şlirpyh diye meşhur fâzıl, sika fakih bir zât­tır. Sahâbp'don olduğuna kail olanlar da vardır. 1 iz. Ömer tarafından Kfıft* ka­dısı tftyin edilmişti. Bir kadarda Ilıısnı'da kadılık yapmıştı. Sonra Hz, Osman, lî."1;. Ali, Hz. Muavtyp ve Benî ümeyye taraflarından da yine Kfıfe» kadılığında îbka' edilmiştir. Muttasıl altmış sene veya daha ziyâde kadılık yaptığı riva­yet olunuyor, tmam Ali Hazretleri kendisine hitaben : (Ente aUzel'arab) diye İltifatta bulunmuştu. Harcac'ın zamanında istifa edip bir sene sonra vefat et­miştir.

Kinde kabilesine mensup olan işbu Kûfe'li Kadı Şureyh'in vefatı (78) sene­sine müsadiftir ki, bu tarihte «120» yaşında bulunuyordu. Vefat tarihi hakkın­da başka rivayetler de vardır.

{Ömer Nasuhi Bilmen «Hukuk-i îslâmiyye ve Istilakat-ı Fikhiyye» Kamu­sa. C. I. Shf. 482.

[360] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/192-193.

[361] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/193.

[362] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/193-194.

[363] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/194.

[364] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/194.

[365] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/194.

[366] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/194.

[367] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/195.

[368] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/195.

[369] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/195.

[370] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/196.

[371] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/196.

[372] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/196.

[373] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/196-197.

[374] Zeyrt b. Hâlid-i Cühcni : Ebu Tnlha yâhıtd Ebu Abdirrahman kün­yesini tajşır, Küfeye yerleşmiş, ve «85» yaşında olduğu halde «78» senesinde orada vefat etmiştir. Kendisinden bir cemâat hadîs rivayet etmiştir.

[375] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/197-198.

[376] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/198.

[377] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/198.

[378] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/198-201.

[379] Ma'ruf bir Satıâbi'cHr. Bu salınbî Tomîm kabil<\sinden(lir. IJiisrii'ıia iş olduğundan, oralı s;tyılnn.«tır. Kcsfıl-i Ekrciıı (S.A.V.) Efı-ndinıiz'den otuz  İndis rivayet etmiştir.   Sahîlı-i   Müslim'de  iki hadîs nuv.knrdur.

İmam-ı liııhiiri «K(M)ii*l-Mîifrcd» inde, Ehu DiimkI, Tinııi/.i, Nrsâî, Hhii Mâco, Sünonleiinde mÜKârrün-ik'ylıdfn hadîs naklftuıi^lcrdir. Hicrî 50 tarihin­de irtinal etnıiîîtir.

[380] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/201-202.

[381] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/202.

[382] A bd ur rahman b. Osman Teynıi (K. A.) : Sahabî ve Küresi olan Ta İh a b. TTboydultah'm kardeşi oğludur. Söylenildiğine g"öre IVygamber (S.A.V.)'e yetişmiş, fakat onu görmemiştir. Bir rivâyotte Hmleybiye, digor rivayette fnth-î  Mekke günü nıüslüman olmuş;    Hz. Ibni Zübeyr ile Haccac tarafından şehîd edilmişlerdir.

[383] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/202.

[384] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/202-203.

[385] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/203.

[386] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/203.

[387] Sûre-i Nisa, âyet: 11.

[388] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/204.

[389] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/204.

[390] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/204-205.

[391] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/205.

[392] Mesruk b. el - Ec'a' el - Hemndânî: Ekabir-i Tâbiîn'den olup Kûfe'de yetişen meşhur fakihlerden, sözüne inanılır, güvenilir bir zattır. Hülefâ-i Râ-şidin'den, Muâz, b. Cebel, İbni Mes'ûd, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer ve Haz-ret-I Aişe'den hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebû Vâil, ^a'bî Nehâi gibi meşâhir ve Kiittib-U Sitte sahipleri rivayette bulunmuşlardır.

Şa'bî : «Hemedân diyarı Mesruk gibisini yetiştirmemigtir» demiştir. Kadı ŞÜreyh'in bile bâzı mes'elelerde Mesruk'a müracaat ve istişare ettiği mervîdir.

Müşâriin-ileyh çocuk iken hir kimse tarafından çalınıp sonra bulunmuş ol­masından dolayı «mesruk» tesmiye olunmuştur. «62» veya «63» târihlerinde vefaat etmiştir (Allah rahmet eylesin).

(Hasan Hüsnü Erdem «Riyâzti's - SâlihSn hadîslerinin Kavileri olan As-tâb-ı Kİrâm'ın ve hadîs imamlarının hâl tercemeleri»  Shf. 77).

[393] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/205-206.

[394] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/206.

[395] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/206-207.

[396] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/207.

[397] Süre-i Nisa, âyet : 11.

[398] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/207-208.

[399] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/208.

[400] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/208-209.

[401] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/209.

[402] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/209.

[403] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/209.

[404] Sûre-i Enfâl, âyet: 75.

[405] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/209-210.

[406] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/210.

[407] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/210-211.

[408] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/211.

[409] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/211.

[410] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/211-212.

[411] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/212.

[412] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/212.

[413] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/213.

[414] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/213.

[415] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/213-214.

[416] Ebû Klâbe : Abdullah tbnii Zeyd. Tâbiîn'dım Basra'lı muhaddis, fakih, fâzıl bir zâttır. Sabit İbni Kays; Enes, İbni Mâlik gibi Eshâbe-i ffiizîn'den ve F.yyiib, Katndp gibi tabiinden, hadîs rivayet etmiştir. Sika olduğunda ittifak vardır. Sahih-t Buharî'de bulunan şu hadîs-i şerifi de Enes b. Mâl iti hazretle­rinden rivayet etmiştir.

Meâlen : «Üç haslet vardır ki, onlar herkimde tamamile bulunursa imanın halavetini bulmuş inşirah-i Sadr'e nail ohıj> ibâdet ve taatten lâyıkile mîit^lezziz i'lttmş -olur.- Onların birincisi : — : Allah Teâlâ ile Resûl-ü Ekrem'i, onun için b:iHİ(jtliirından daha sevgili olmaktır. — ikincisi.— : Hangi bir kişiyi ancak All.ılı için sevmektir. — Üçüncüsü — : Ateş içine atılmasını Kerih g-örürcesine küfre dönmesini de kerih görmektir.» Deniliyor ki: bir kimsede, bu üç haslet bulundu mu, onun kalbinde iman nurunun bihakkın tecellî etmekte olduğu an­laşılmış olur. Ebû Klâbe. «104» tarihinde Şam'da vefat etmiştir.

(Ömer Nasuhî Bilmen  «Hukuk-u Islâmiyye ve Istılahat-i Fıkhiyye»  ka).

[417] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/214.

[418] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/214-215.

[419] Rûre-I Nisa,  âyet: 12.

[420] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/215.

[421] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/215.

[422] SÛre-İ Maide; âyet: 106.

[423] Süre-i Bakara, âyet; 132-133.

[424] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/216-218.

[425] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/218.

[426] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/218-220.

[427] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/220.

[428] Sûre-I Necm, âyet: 39.

[429] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/220-221.

[430] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/221.

[431] Süre-i Bakara, âyet: 180.

[432] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/221-223.

[433] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/223.

[434] Sûre-i Nisa, âyet:  11.

[435] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/223-224.

[436] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/224.

[437] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/225.

[438] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/225.

[439] Ebu Davud.

[440] Kan ile koca'nm visalini Fâtih'in hocası Molla Ilüsrev «Riirer» adlı eserinde t İr kapmm iki kanadına benzetmiştir.

[441] SÛre-İ Nisa, âyet: 3.

[442] Sûre-i NÛr, âyet:-32.

[443] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/226-230.

[444] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/230.

[445] Mrydiinî «Meema'iH - emsal» inde şöyle diyor: «Birisi birinin kızını istemiş. Annesi razı olmuş, babası razı denilmiş.. Nihayet anne galebe çalmış ve kjzı vermişler. Eu sözü baba zaman söylemiş. Neticede kız geçinememig.

[446] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/230-231.

[447] Maanî ilminde haberle inşâ şöyle ta'rîf olunur:

Haber : Kaili (söyliyeni) hakkında; doğru yahut yalan söyledi; diye hü­küm edilebilen sözdür, «Misafir geldi» «Ali ayaktadır» g-ibi. Eğer sözün delâ­let ettiği isnad hâriçteki vuku'a uyarsa o aöz doğrudur;  uymazsa yalan olur.

Mesela misafirin ortada vücûdu varsa, yani gelmişse söz doğrudur, yoksa ya­landır.

inşa : Kaiü hakkında; doğru veya yalan söyledi; denilemiyen sözdür; zîrü henüz hâriçte bir nisbeti yoktur. îs, daha olmamıştır. «Oku» «yaz» gibi emir­lerle gitme «gibi» nehîler inşâdırlar.

[448] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/231-235.

[449] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/235.

[450] Sûre-i Nİsâ, âyet: 3.

[451] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/235-237.

[452] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/237.

[453] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/237-239.

[454] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/239.

[455] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/239-240.

[456] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/240.

[457] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/240-241.

[458] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/241.

[459] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/242-243.

[460] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/243.

[461] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/243-244.

[462] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/244.

[463] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/244-246.

[464] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/246.

[465] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/246-247.

[466] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/247-248.

[467] Sûre~İ Nisa, âyet: 25.

[468] Süre-i Nisa, âyet: 24.

[469] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/248-251.

[470] Amir b. A bilil1ah b. Ztibcyr: Tâtm'dir. Babasından ve başkalarından hadis dinlemiştir. «124» târihinde vefat etmiştir.

[471] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/251-252.

[472] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/252-253.

[473] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/253.

[474] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/253-254.

[475] Dahil olmak : Münâsebet-i cinsîyye'de bulunmaktır. îsühla!  : Helal saymaktır.

[476] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/254-255.

[477] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/255-256.

[478] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/256.

[479] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/256-257.

[480] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/257.

[481] Sûre-i Nisa, âyet: 3.

[482] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/257-258.

[483] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/258.

[484] Sûre-i Bakara, âyet: 232.

[485] Rir.'î talâk:   Kadının şer'an beklediği  iddet  içinde kocasının karısına dönebildiği boşamadır.

[486] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/258-260.

[487] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/260.

[488] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/260-261.

[489] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/261.

[490] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/261-262.

[491] Hasen (it. A.): Eliu Saîd el-Hasen b. Ebİ'l-Hasen, Hz. Zeyd b. Sâbit'in mevlâsıdır. Hz. Ömer (B.A.)'in hilâfetinin son iki yılında Medine'de doğmuş­tur. Hz. Onman (R. A.>'ın şehâdetinden sonra Basra'ya gitmiştir. Hz. AU (R. A.)'ı Medine'de gördüğünü söylerler. Onunla Basra'da görüştüğü rivayeti doğru değildir. Hasen (R. A.) zamanının ilim, zühd ve takva İ'tibâriyle imamı idi. «110» senesi Receb'inde vefat etmiştir.

[492] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/262-263.

[493] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/263.

[494] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/263-264.

[495] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/264.

[496] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/264.

[497] En-Nisâ Sûresi; âyet: 23.

[498] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/264-265.

[499] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/265.

[500] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/265.

[501] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/265-266.

[502] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/266.

[503] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/26.

[504] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/266-268.

[505] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/268.

[506] Sûre; 6 âyet: 23.

[507] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/268-370.

[508] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/270.

[509] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/270.

[510] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/270-271.

[511] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/271.

[512] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/271-272.

[513] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/272-273.

[514] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/273.

[515] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/273-275.

[516] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/275.

[517] Sûre 3; âyet: 24.

[518] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/275-276.

[519] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/276.

[520] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/276-277.        

[521] Amerikan    çavuşlarına    varmak için birbirleri ile  âdeta  yarış eden Sözde müslüman kızlarının kulakları çınlasın.

Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/277.

[522] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/277-278.

[523] Sûre-i Hücürat, âyet: 3.

[524] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/278-279.

[525] Fatime binti Kays (B. Anhâ): Kureyş kabilesine mensuptur. Dah-hak b. Kays'ın kız kardeşidir. İlk muhacirlerden olup güzel, fazilet ve kemal sahibi idi. Kocası Ebu Amr b. Hafs b. Mugîre kendisini boşamış, iddetlni bitir­dikten sonra Peygamber (S.A.V.)e gelerek, Moaviye b, Ebu Süfyan ile Eba Cehim taraflarından istenildiğini söylemiştir. Peygamber (S.A.V.), Ebu Cebimin sopasını omuzundan bırakmadığım, Muaviye'nin ise yoksul olduğunu söyleyerek, Üsametü'bnii Zeyd'e varmasını emir buyurmuştu. Onunla evlendi ve hayırlı bir hayat geçirdi.

[526] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/279.

[527] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/280.

[528] Ebu Hind (B. A.)'ln ismi Vesar'dır. Peygamber (S.A.V.)'den kan alan bu zâttır. Benî Beyaza'nın azadhsı idi.

[529] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/280.

[530] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/280.

[531] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/280.

[532] Bak, Muhayyer bâb'ına.

[533] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/280-283.

[534] Ebu Abdillah tbnl Feyruz (R. A.) : De.yleml yahûd, Himyeri diye anılır. Çünkü Himyer'e yerleşmiştir. Aslen Iran'hdır. Peygamber <S.A.V.)'e hey'et olarak gelenlerdendir. Yalancı Peygamber el-Ansî'yl 11. ci yılda katle­den odur. Onun İşini bitirdikten sonra Hz. Peygamber (S.A.V.)'e gelmig; fa­kat Resûl-ü Ekrem'i ölüm döşeğinde bulmuştur.

[535] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/283.

[536] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/283-284.

[537] Gaylan h. Seleme (R. A.): Taif'in fethinden sonra müslüman olan­lardandır. Hicret etmemiştir. Sakif'in ileri gelenlerindendir. Hz. Ömer'in hilâ­feti zamanında vefat etmiştir.

[538] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/284.

[539] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/284-285.

[540] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/285.

[541] SÛre 10; ftyet: 60.

[542] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/285-287.

[543] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/287.

[544] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/288.

[545] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/288.

[546] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/288-289.

[547] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/289.

[548] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/289-291.

[549] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/291.

[550] Sahâbe-i  Kiram arasında  yalnız   bu  zatın  ismi     Zehirdir.   Diğerleri Zübeyr okunmalıdır.

[551] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/291-293.

[552] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/294.

[553] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/294.

[554] Sûre-İ Bakara, âyet: 222.

[555] SÛre-1 Bakara, ayet: 223.

[556] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/294-295.

[557] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/296.

[558] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/296.

[559] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/296-297.

[560] Sûre-İ Ahzab: âyet: 58.

[561] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/297-299.

[562] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/299.

[563] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/299-300.

[564] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/300.

[565] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/300-301.

[566] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/301.

[567] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/302.

[568] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/302-303.

[569] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/303.

[570] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/303-304.

[571] El hıcr Süresi; âyet: 42.

[572] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/304-305.

[573] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/305.

[574] İnsanoğluna bu ciheti iyi düşünerek, Allah'ına her an minnet ve, şük­ranlarını arzetmek gerekirken, yirminci asrın medenî inşam Allah'ın kendisi-* ne bahşettiği hayatı ve sayısız ni'metlerl -hâşâ- bir suç sayıyor- da bû suçun hesabını vermek üzere Allah'ı mahkemeye' dâ'vet ediyor. Hiddetten ateş' ki silmiş pür galeyan haykırıyor. Cenâb-ı Hakkı -hâşâ- linç etmek istiyor. H'&î vaya yumruklar sıkarak: «Varsın da niye göninmüyorsun be Allah? muktedir­sin de neye meydandan kaçıyorsun? mert isen/çıksana karşıma!...» diye ku-durmuşçasma nâra atarak O'na meydan okuyor, inadından onun varlığım inkâr ediyor. Allah Allah...! kendi varlığını kabul eden, fakat onu var eden, bulun­duğuna İnanmıyan bir mahlûk... Yirminci asır dünyasının en medenî mahlû­ku!!!??? Kendisini dünyaya getirdiği için babasını mücrim sayan ve bekâr yaşayıp mezar taşma : «Bu, babamın bana İşlediği cinayettir. Fakat ben kim­seye cinayet İşlemedim.» ibaresini yazdıran basar ve basiretten mahrum arap şâiri dinsiz Maarrî'yİ kendisine örnek alarak var kuvveti ile Allah'a harb i'lân ediyor.. Medenî insanlık işte bu !!! Böyle insanlığın haline gülmekml yarşair; ağlamak mı? bilemem... Allah müslümanlara intibahlar nasîbeylesin. (Bu not bir müşâhadeye binâen yazılmıştır.)

Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/305-307.

[575] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/307.

[576] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/307-308.

[577] CUzame Binti Vehb <R. Anhâ) : Uk&şetiTbnU Mihsan'ın anne bir kız kardeşidir. Kavmi ile birlikte hicret etmiştir. Üneys b. Katâbe'nin karısı İdi.

[578] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/308-309.

[579] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/309-310.

[580] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/310-311.

[581] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/311.

[582] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/311-312.

[583] Takrir : Bir hükmü olduğu gibi bırakmak, değiştirmemektir.

[584] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/312.

[585] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/312.

[586] Sûre: 33. Ayet: 51.

[587] Şapla şekeri birbirinden ayırnmıyan Avrupa muharrirleri Hz. Pey­gamber (S.A.V.)’in müteaddit zevcelerle evlenmesine -Hâşâ- gayrı meşru' ilhamı vermeye çalışarak ona «kadıncı» demek küstahlığında bulunmuşlardır. Halbuki Hz. Peygamber1 in hangi şartlar dâhilinde hangi kadınlarla evlendiği bütün dünyanın ma'lûmudur.

Her birinin müteaddit kadın dostları olan ve bu dostları ile dünyanın en ücra semtlerine kadar giderek en tenha yerlerde hâ"yvani zevkler süren, hatır-u hayâl'e gelmedik rezâletiler irtikâbeden bu maskaraların hangi yüzle iki cihan serveri bir ma'sûm Peygamber-i Zîsân'a dil uzatmak cesaretinde bulundukla­rına akıl erdirmek  mümkün olamıyor.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) efendimiz her cihetçe insanların en mükemmeli İdi. Bittabi vücud yapısı i'tibâriyle de öyle idi. Kaç erkek kuvvetine sâhib ol­duğunu naklettiğimiz hadislerden anlamak mümkündür. Fakat düşünmeli ki: Dünya güzeli bir kadın kendisine evlenmek teklifi gönderiyor, nikahlanıyorlar. Hımır-u saadetlerine getirilen bu kadın ciddî bir münasebetsizlik yapıyor; ve Peygamber-i islâm onun kılma bile dokunmadan geldiği yere gönderiyor.

Şimdi insanda gayrı ihtiyarî bir merak uyanıyor; Farz-ı muhal ma'hud Avrupa misterîeri veya mösyöleri de böyle müstesna bir vücuda mâlik olsa­lar da, onların yanma bir dünya güzeli getirilse şu zavallı dünyanın hâli acaba ne olurdu?

Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/312-314.

[588] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/315.

[589] Mü'minler Anası: Hz. Safiyye : Hanın (A.S.) neslinden, Hayher ka­lesinin sahibi Huzey'in kızıdır. Hayber kalesi Hz. Ali Hayderi'nin kılıcıyla fethedilince alınan esirler arasında Hz. Safiyye validemiz de bulunuyordu, önce Dthyet-ül Kelbi (R. A.) hissesine düşmüşken. Peygamberimiz efendimiz bu bü-yÜk kadına ,'idyesini Ödeyerek hürriyetini geri vermiş ve nikâhına alarak âile-sl olmak şerefini bağışlamıştır. O da ömrünün sonuna kadar bunu muhafaza etnıişdir. Kendileri h;ıkkında Peygamberimiz; «Gerçek, sen bir nebinin soyun­dan gelen kızsın. Amcan da nebidir. Ve sen bir Nebî'nin de nikâhı altındasın» buyurmuşlardır. (Tac: C: 3/385) Resûlüllahm âlemi âhirete göçümünden sonra da daima afif ve nezih olan hayatına devam etmiş ve İslâm birliğini parçala­mak istiypnlere uzak durmıifjdur. Hazret-i Osman-ı Zinnurey'nın jjehadetinde ona gereken yardımı esirgemem iç. Hazreti Fatımet-ü» Zehra {R. A.) validemiz­le de çok samimane yaşamındır. «52» Hicret yılında irtihâl eylemidir(R. A.).

[590] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/315.

[591] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/315-316.

[592] Ebu Selem ete*bni Abdirrahman b. Avf (R. A.) : Küreyle mensup olup bir kavvle göre .Medine'de fıkıh bilgisi ile meşhur yedi zâttan biridir. îs-minin künyesinden ibaret olduğu söyfenir. Eshâb-i Kirâm'ın bir çoklarından hadis dinlemiş ve bir çok hadîs rivayet etmiştir.» Kendisinden dahi bir cecâat hadis rivayet etmişti. Vefat tarihi «74» veya «104» dür.

[593] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/316.

[594] Sûre-i Nisa;   Ayet:  20.

[595] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/316-317.

[596] Fatımetü'z-Zehra (K. Anhâ) :  Hz. Kahr-i  Kâinat  (S.A.V.) efendi­mizin bir rivayette on küçük, bir rivayette nüneü kerhncleridir. Aklı, zekâsı, güzelliği, takvâ.sı ve emsalsiz ahlâkı ile Kesııliillah   (S.A.V.)'in pek ziyâde şef­kat  ve   muhabbetlerine  olmuştu. Hicretin on   yıl  önce  Mekke'de   Hz. Ilariieeüi'l - Kiilırâ   (K. Anhâ)'dan  dünyaya gelmiştir.  Hicretin ikinci  senesi  Ramazan'ında 11.   Alî   île   evlendirilmiş;   zifafı,   aynı   yılın   zilhicce   ayında   yapıl­mıştır.  Kesııliillah (S.A.V.)'in di£er kerîmelerinin evlâdı olmamış, kendileri da­hi  genç   yaşta   vofât   ettiklerinden   Sülâltvi   tâbire  Hz.   Fa t ime   {K. Aııhâ)'nın; evlâd-u ahfadına münhasır kalmıştır. Hz.. Fâtıme'nin, Hasan, Hüseyin, Zeyneb, Rukİye ve Ümmii Külsiim isimlerinde beş evlâdı dünyaya gelmiştir.

Hz. Fatıme (R, Anhâ) hakkında bir çok sahih hadisler vârid olmuştur, kendisi Hz. Meryem (A.S.)'den sonra bütün dünya kadınlarından üstün bir dere­ceye ve Seyyîdetii'n- Nisa lâkabına bihakkın mazhar olmuştur. Her cihetten pederleri Spyyidü's - Sakaleyn hazretlerine benzerdi. Hakkında bir kaç âyet nazil olmuştur. Pederleri (S.A.V.)'fi o kadar merbut idi ki onun irtihâlinden sonra hiç gülmemiş ve nihayet onun irtihâlinden üç veya altı ay sonra Ramazan'da Medine'de vefat etmiştir. R. Anhâ.

[597] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/317-318.

[598] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/318.

[599] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/318.

[600] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/319.

[601] Akamp b. Kays, Elifi ibl : Benî Rpkir kabilı-sinctendir. Tabiînin bü­yüklerinden olup, İhni Mesud (K. A.)n hadîs ve sohbeti ile şöhret bul imiş tur. M/.. Ömer'le İbni Mph'ıhI (R. A.)'dan hiidî.s rivâyot etmiştir. «(»I» tarihinde  vefat etmiştir.

[602] Ma'kil lı. Sinsin Eşopi : Künyesi Kbu Muhanınıed'dİr. Mekke'nin fet­hinde, bulıınmuş; sonra; Kfifp'ye yerleşmiştir. Kiifeliler'den sayılır.

[603] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/319-321.

[604] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/321.

[605] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/321-322.

[606] Abdullah b.  Amir b.   Rebîa   (R. A.)   : Künyesi   Ebû  Muhammed'dir.

Nesebi hakkında pek çok ihtilâf vardır. Resultillah   (S.A.V.)'in irtihaünde dört veya beş yaşlarında idi. Vefat tarihi «86» veya «90» senesidir.

[607] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/322.

[608] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/322-323.

[609] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/323.

[610] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/323.

[611] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/323.

[612] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/323-324.

[613] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/324.

[614] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/324.

[615] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/324-325.

[616] Siıre-i Bakare; âyet: 236.

[617] Sûre-i Bakara; ayet; 241.

[618] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/325-327.

[619] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/327.

[620] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/327-329.

[621] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/329.

[622] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/329-330.

[623] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/330-331.

[624] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/331.

[625] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/331.

[626] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/331-332.

[627] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/332.

[628] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/332-333.

[629] Safiyyp binti Şeybete'bnî Osman b. Ebî Talhâ : Beni Abdi'ddâr kabllesimicndir. PcyjçanıbRr (S.A.V.)'i görüp görmediği ihtilaflıdır, ibni Sa'd O'nun tâblîn'den olduğuna cezmetmiştir.

[630] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/333-334.

[631] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/334.

[632] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/334.

[633] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/334-335.

[634] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/335.

[635] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/335.

[636] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/335-336.

[637] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/336.

[638] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/336.

[639] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/336-338.

[640] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/338.

[641] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/338-339.

[642] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/339.

[643] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/339.

[644] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/339.

[645] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/339.

[646] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/339-340.

[647] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/340-343.

[648] Sûre-i Nisa, âyet: 129.

[649] Mualleka : Kocası semtine uğramayan kadındır.

[650] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/343-344.

[651] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/344.

[652] Enfâl Sûresi; âyet: 63.

[653] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/344-345.

[654] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/345.

[655] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/345.

[656] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/346.

[657] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/346-347.

[658] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/347.

[659] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/347.

[660] Sevde binti Zem'a (R. Anhft) : Hz. Peygamber (S.A.V.)'in Kadire (B. Anhft)'nın vefatından sonra; bir rivayette Hz. Ali ile eklenmezden evvel, bir rivayette evlendikten sonra kendisi ile evlendiği zeycesidir. Dul idi, Medi­ne'de «54» tarihinde vefat etmiştir.

[661] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/348.

[662] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/348-350.

[663] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/350.

[664] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/350.

[665] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/351.

[666] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/351-352.

[667] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/352.

[668] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/352.

[669] Abdullah b. Zem»' (R. A.) : tbnn - Esved b. Abdilmuttalib'dlr. Meş­hur bir Sahftbf-i Celîl'elir. Buhaıi'de bu hadisten başka rivayeti yoktur. Kendisi Medineliler'den sayılır.

[670] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/352-353.

[671] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/353.

[672] Süre-i Taha, âyet:  16.

[673] Süre-i Bakara, âyet: 229.

[674] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/354.

[675] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/354-355.

[676] Sabit b. Kays (R. A.) : Hazrerî, Ensarî'dir. Uhud ve ondan sonraki gazalarda bulunmuş; Sahâb-i Kiranı'in büyüklerinden bir zâttır. Ensâr'm ve ResûliiMah (S.A.V.)'in hatibi idi. Peygamber (S.A.V.) kendisini cennetle müj­delemiştir.

[677] Sûre-INisâ, âyet: 4.

[678] Sûre-i Bakara, ayet: 229.

[679] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/355-359.

[680] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/359-361.

[681] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/361.

[682] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/361-362.

[683] Bu kadının ismi Amine biııti gıfâr'dır.  Daha başka olduğunu söyle­yenlerde vardır.

[684] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/362-363.

[685] Sûre 34; âyet: 31.

[686] Mecelle maddesi : 24.

[687] SÛre-l Bakara, âyet: 228.

[688] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/363-366.

[689] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/366.

[690] Mısır müftüsü ve kibâr-ı ulemâ meclisi âzası Huseney» MuhıımiTH'ri Miihlııf'tın «Futaya Jji'r'iyye ve buhtısıi tslfuniyye» adlı eserinin ikinci cildinden rLİHı^ımız ş\ı fetva ciciden şâyân-ı hayrettir.

Sual : Bir adam karısına İlk defa «sen üç kere boşsun» dese, sonra ona ric'at etse bil-ahara ikinci defa olmak üzere yine «-sen üç talâkla boşsun» de­se ve yine ric'at etse; sonra üçüncü defa yine «sen üç talâkla boğsun» dese bundan sonnı o kadın o adama helâlolur mu ?

V e v a b : Mesele suâlde anlatıldığı gribi ise birinci ve ikinci defa talâk ric'idir. Nitekim böyle olduğu 1929 senesinde çıkan 25 numaralı mahâkim-i şer'iyye kanununda nassan beyân edilmiştir. Üçüncü defaki talâkla kadın ko­casından en büyük beynunetle (ayrılıkla) ayrılmıştır. Artık o kadın başka ko­caya şer'an mu'teber olan bir nikâhla varmadıkça ilk korasına helâl olamaz. Nitekim bunu îmanı Ibn'i'l-Kayyîm dahi «A'Iûmu'i-Muvakkiîn» nâm eserinde ve başka yerlerde böylece zikretmiştir. Bil-ahare o kadını (ikinci kocası) boğar ve ondan olan İddeti biter. Allahu a'lpın.

tşte amatör müctehidlerin içtihadı... Bunlar güya kula kolaylık olsun di­ye üç talâks bir saymışlardır. Delilleri   :

Sadr-ı İslâm'da bunun bir srıyılmasıdır. Halbuki yukarıki izahatımızdan pek âlâ anlaşılır ki, bu hüküm sonradan bizzat Peygamber (S.A.V.)'in hadîsi İle nesh edilmiştir. Bu gûna tedriçler ibtidâ-i islâm'da çok vâki' olmuştur. Meselâ, şarabın tahrimi böyle tedricîdir. Bir zamanlar nikâh-ı müt'a meşru' idi. Hattâ namazda konuşmak bile caizdi. Fakat bunların hepsi nesh edilmiştir. Üstelik üç talâkı birden söylemenin üç sayılacağına icmâ'-ı ümmet de var­dır. Bi'1-farz başka hiçbir delil'olmasa Hz. Ömer gibi bir timsal-i hak ve müc-tehid-i mııf.lak'ın kavli bize yine yeter, artar bir delildir. Hattâ HanefNer'ce şâir eshâb-ı kirâm'ı taklid etmek de vâcibdir. Ömeru'l-Farıık (R-A.) RosûHillah (S.A.V.)'in hayatında da nıematında da yanından ayırmadığı en güzide bir müsteşarıdır. İçtihadının isabeti hakkında sekiz on tane âyet nazil olan yegâne, sahâhi-i celîl odur.. Bundan dolayıdır ki, son zamanlara gelinceye ka­dar bu ümmetin bütün nıüctchidleri onun icnıâ1 haline gelen sünnetine tâbi' olmayı bir vecîbe  addetmişlerdir. Zaten hulâfâ-I Râşidin'den olması hasebiyle onun sünnetine tabi' olmayı emreden nass-ı Peygamberi vardır. Resûlnlah (S.A.V.) :    

— Benîm sünnetim ve benden sonra Hulefa-i Râsidînin sünnetine sarılın; buyurmuşlardır. Hâl böyle iken son zamanlarda Mısır'da, yetişen bazı din re­formcuları bu bâbtaki sünneti icmâ'ı ve sâyireyi çiğniyerek içtihada yelten­mişler ve neticede bir defada ağızdan çıkan ü_ talâk bir sayılmış gitmiştir. Bu­nu müslümanlarm kabul edemiyecegini sezince de işi kanunla sağlama bağla, mıhlardır.

Şimdi biz bir nebzecik şu fetva'ya dönelim. Buna göre bir adnııı karısını tam dokuz kerp boşıyacık, ondan sonra kadına hülle lâzım gelecekmiş vf bu da sözüm ona  başı  dara  gelen bir  müslümam kurtarrmkmış.?   Bunun mânâsı

"o adıma dokuza kadar talâkb oynamağa müsaade etmek değilmidir? Talâk ciddisi,  şakası  müsavi olan   şeylerdendir.   Bu   ciddiler  ciddisi müessese   ile oyn.ımamak için onu ancak üçe kadar meşru' kılan Allah bu işi hâşâ, yeni nıüc-tehidler kadar bilemedi mi dersiniz? Fetva'da imam denilen Ibnü'l-Kayyim'a gelince : Âlim ve fâzıl olmasına rağmen ehl-i sünnet imamlarından değildir. Hele Mısır'ın yeni müctehidleri gibi en büyük ehl-i sünnet İmamlarına bile ka­fa tutan amatörlere imam olması hatırlardan bile geçmemek icab eder. Hâl böyle iken onu yine imam ittihâz etmeleri insanı İster istemez şüpheye düşü­rüyor. Galiba bu adamlar beyendiklerini hâşâ solcu bile olsa imam ittihaz ede­cekler.

Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/367-369.

[691] Süre-t Talâk; âyet:  1.

[692] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/370.

[693] Mahirimi b. Lebîl b. Ebi Hafi1 Ensari (R, A.) : Resulüllah (S.A.V.) zamanında doğmuş ve ondan bazı hadîsler rivayet etmiştir. Buharî onun sa­habeden olduğunu söylemiş, fakat... Eh» Hâtrm : «Onun sahâbi olup olmadığı­nı bilmiyoruz demiştir. Müslim ise doğrudnn doğruya onu tabiinden snyniKjt;r. TJlemâ'dan bîr zât idi. «9fi» tarihinde vefat etmiştir. İmanı Ahmet! «müsned» in­de onun tercemc-i halini yazmış. Bazı hadislerini de tahrîc etmişse de bunlar-d-i. Peygamber (S.A.V.)'den işittiğine dâir bir sarahat yoktur.

[694] Sûre-i Bakara; âyet:  229.

[695] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/371-372.

[696] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/372.

[697] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/372-375.

[698] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/375.

[699] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/375-376.

[700] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/376.

[701] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/376-377.

[702] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/377.

[703] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/377-378.

[704] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/378.

[705] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/378-379.

[706] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/379.

[707] Bir rivayete göre ismi  Amre'dir.  Musanmfa göre,  Ümeynıo binti Nu'man'dır.

[708] Develerin iki yanına yerleştirilen    tahtadan    yapılmış  odacıklardan biridir.

[709] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/379-382.

[710] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/382.

[711] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/382-383.

[712] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/384.

[713] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/384.

[714] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/384.

[715] Sûrtî-i Nisa; âyet:   129.

[716] Said I». Munsur : Ebu Osman Saîd b. Mansur b. Şıı'be el-Merzevİ. S. cü Hicret asrının büyük muhaddis ve hâfızfanndandır. Talâkan şehrinde dogmug, sonra Belh'e giderek orada   tahsilini İlerletmiş  ve  meşhur bir  âlim   olmuştur. Ömrünün sonlarına doğru Mekke'ye s'derek mücavir olmuş ve orada «229» tâ­rihinde Jrtihâl eylemiştir. Bir «Kur'ân tefsiri» ve bir de «Sünen» i vardır.

[717] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/384-386.

[718]  Süre-i Bakara; âyet: 231.

[719] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/387.

[720] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/387-388.

[721] Sûre-i B;tk;ını; âyv.t:  228.

[722] Süri'-i Talâk; âyot; 2.

[723] Sûre-J Bakara; âyet: 228.

[724] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/388-390.

[725] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/390.

[726] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/390.

[727] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/390-391.

[728] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/391.

[729] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/391-392.

[730] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/392.

[731] Sûiv-i Bakara; â.yet:  226.

[732] Sürc-i 13,-ıkara; âyet: 226.

[733] Sûıe-i Bakara; âyet: 226.

[734] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/392-394.

[735] Süleyman h. Yesâr (R. A.) : Kiiny<\si EbCı Kyyııtı'dur. E/.vac-i tâhî-n'tt'tan McymuiK1 (Iî. Aııhâ)'ın âzndlı.sı vo Atâ b. Ycsar'ın ktınlcşitlir. Süleyman hîizrctliTi Mn'ilînc'ııin fııkâhâKimlan vo tsıâbiîn'in büyükler i iKİcndir. Âlim, fâ­zıl fîıl-i t:ıkvâ bir zfıt olan müisaruniloylı yedi fııkih'in biris:İ idi. İlmi Althas, Klııi. lliircyn vı1 t^nımii .Seleme (it. A.) İm/.eratından hadis rivayet otmisj «73» y;u}ind;ı nldıijîu halde «107» tarihinde vefnt elıni^tir.

[736] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/394.

[737] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/394-395.

[738] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/395.

[739] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/395.

[740] Sûre-l Mücadele, âyet: 1.

[741] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/396-397.

[742] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/397-398.

[743] Bu on kişi  şunlardır :  Hasan~ı Basrî, İblü Şîrîn,  »fesrftk,  BttkayT» Küt&de, Atâ, Tavas, MUcâhİd, İkrime ve Nafi.

[744] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/398-399.

[745] SHemetiî'bnü   Sahr-ı   Hazrpri   (R. A.):  Çok  ağlayanlardan  biridir. Kendisinden Süleyman b. Yesar ve Said b. Müseyyeb rivayet etmişlerdir.

[746] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/399-400.

[747] Bak: Kitabımızın I. Cildi: Shf: P.

[748] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/400-404.

[749] Hadd-1 Kazîf : Namuslu bir kadma    «fahişe» diye İsnadda    bulunan kimseye vurulan (80) dayaktır.

Hadd-İ zina, : Evlenmeyene (100) dayak; evliye, taş'la ölümdür.

[750] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/404.

[751] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/404-405.

[752] Sûre-i Nur;  âyet:   6-9.

[753] Sûre-i Maide: âyet: 104.

[754] Sûre-i Zuhruf; âyft: 16.

[755] Sûre-i Yunus; âyet: 94.

[756] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/405-412.

[757] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/412.

[758] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/412-413.

[759] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/413.

[760] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/413-414.

[761] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/414.

[762] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/414-415.

[763] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/415.

[764] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/415-416.

[765] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/416.

[766] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/417.

[767] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/417-418.

[768] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/418.

[769] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/418.

[770] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/418.

[771] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/418-419.

[772] İstibra  : Bir veya iki hayız müddeti cima' etmeden bekleyerek ra­himde çocuk olmadığım anlamaktır.

[773] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/419.

[774] Sûre-i Bakara âyet: 228.

[775] Sûre-i Bakara âyet: 254.

[776] Sûre-i Talâk âyet: 4.

[777] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/420-421.

[778] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/421.

[779] Sûre-i Talâk    âyet: 4.

[780] Süre-1 Bakara âyet: 234.

[781] Sûre-i Talâk âyet: 4.

[782] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/421-425.

[783] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/425.

[784] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/425.

[785] Şa'bî : Ehu Anır Amir 1. Şursıhbil h. Abdullah Hcmezûni ,Kûfî'dir. Tâbiîn'in büyüklerinden olup ftkihda dahî büyük bir imanıdır. İbni Uyeynş şöyle demiştir : «İbni Abbas kendi zamanında Şâ'bî de kendi zamanında (yek­ta)   idi».

ibni Ömer (K. A.), Şa'bî «mecazî» den bahsederken onun yanından geç-nıiş; ve : «Bu kavme ^ehîUIet ettim ki, t<a'bi mecaziyi bendi'iı diiha iyi bilir» demiştir. Ziihrî diyor ki : «Ulemâ dörttür. Mediiif'do İbnü'l-MÜHcyycb, Kftfc'de Ştâ'bî, lîasra'da Hasan-ı Basri vo Şam'da Mekhfil.» Şa'bî, Uz. Ömer'in hilAfett' zamanında doğmuş: «Osman {R. A.) zamanındam diyenler de vardır. «62» ya­şında olduğu halde «104» tarihinde vefat etmiştir.

[786] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/425.

[787] Sûre-i Talâk âyet: 6.

[788] Sûre-i Talâk âyet: 6.

[789] Sûre-i Bakara âyet: 241.

[790] Sûre-i Talâk Ayet:  1.

[791] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/425-427.

[792] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/428.

[793] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/428-431.

[794] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/431-432.

[795] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/432.

[796] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/432.

[797] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/432.

[798] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/432-433.

[799] Sûre-i Talâk, âyet; 1.

[800] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/433-434.

[801] Fürey'a binti  Mâlik   (R. A.):  Ebû Saîd-İ Hudri'nin  kız kardeşidir. Biâtü'r-rıdvan'da hazır bulunmuştur.

[802] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/434.

[803] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/434-435.

[804] «Kcffu-t bfthı» nın  1033 numaralı hadîsine bak.

[805] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/435-436.

[806] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/436.

[807] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/436-437.

[808] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/437-438.

[809] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/438.

[810] Sûre-i Talâk; âyet: I.

[811] Süre-i Bahara; âyet: 228.

[812] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/438-441.

[813] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/441.

[814] Sûre-i Bnk:ırn;  âyet: 230.

[815] Süre-i  Rnkara; âyet, 230.

[816] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/441-444.

[817] Ruvoyfİ' b. Sabit (R. A.)  : Beni Malik b. Neccar'dandir. «45» tarihin­de vefat etmiştir.

[818] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/444.

[819] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/444-445.

[820] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/445.

[821] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/445-447.

[822] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/447.

[823] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/447.

[824] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/447.

[825] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/447-448.

[826] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/448.

[827] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/448.

[828] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/448-449.

[829] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/449-451.

[830] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/451.

[831] Cüjvıınî'nin «Tarifi!t» ıncî.'i: "kadının t.ıir çahıstiin doğurmaya t;»yin  C-CİÎİH1İ5J olmalıdır. denilmiştir.

[832] Bu çocuğun ismi Abdurrahnıan'dır.

[833] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/451-455.

[834] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/455.

[835] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/456.

[836] Sûre-I Nisa; âyet: 23.

[837] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/456-457.

[838] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/457.

[839] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/457-458.

[840] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/458.

[841] Kûro-i  Mniflo;   âyet:  5.

[842] Süre-İ Bakara, Ayet: 233.

[843] Sûre-j îsrâ; âyet: 15.

[844] Züfcr İbni  Hiizcyl :   Ebıil'hüzeylincısri:  lınam-ı Azamın yüksek  til-mtzlrrinden müttehit hir zâttır. Baltası aslen Isfah;ın'Iı olup bir müddet Basra valilisinde  bulunmuştu.Imum  Züfcr,  pek  parlak bir zekâya mâlik  idi, ilm   ile ibâdeti bihakkın cem1 etmişti. İtn:ını-ı Azam, kendisini tevkir vesâir tilmizlevi-ne takdim ederdi. Kbfı Nuuym ve Yahya İbni Muin derlerdi ki: «imam Züfer, Sikadır, me'nnındur.»

İmanı Ziifer, İnıam-ı Azam'm* mezhebi dâhilinde ietihâdda bulunmuş İmam-ı Azam ile Inıâınpyn'e muhalefet etmitşir. Pek fasihüTlisan olan İmam Ziifer, îmanı Ebft Yusuf ile münazaralarda bulunurdu. Kendisi derdi ki: «Biz e.ser geldi mi reyi terk ederiz.»

Kadı olmaktın kaçınmıştır. Biraderinin mirası için Basra'ya gitmiş, aha­lisi kendisini alıkoyup Bağdat'a dönmesine mâni' olmuşlardır. «158» târihinde «48» yaşında olduğu halde Basra'da vefat etmiştir.

(Ömer Nasuhi Bilmen «Hukuk-ı Islâmiyye ve Istilahat-ı Fıkhiyye» kamusu C. I. Shf. 496).

[845] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/458-461.

[846] Eflith (R. A.): IV.vnambtT (S.A.V.)in ynhud fıımıü Seleme (R. A.)'-nm mcvlftsıdır. Klm'I - Kiınys'm ismi Vfıil 1>. Eflfıh'tır. «Ca'd'dır-> <İiy;pler de  vnrdır. Birinci takdire püre kardt\^i Efluh'ın ismi babasının ismi il« bir deme.k-lir. Hini Alıdilberr : «Ebıı'l - Kııays'ın bu hadisten bagka bir yerde isminin geç­tiğini bilmiyorum» demiştir.

[847] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/461.

[848] Sûroi Nisft, âyet: 22.

[849] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/461-462.

[850] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/463.

[851] Rfirc-i Bakara,  Syrt:   234.

[852] Fcthü'I-Kadir. C. III. Shf. 3-4 Bulak tab'ı 1316.

[853] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/463-464.

[854] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/464.

[855] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/464-465.

[856] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/465.

[857] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/465.

[858] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/465.

[859] Siifysın İbni Hyeyne : Ebû Muhüimnedirkfifî: Tebe-i tâbiin'den mıı-It.-i'l-li.s, Hıkih bir zâttır, .llckkr-i Mükcrn-nH-'d»' ikamet edip omda vefat et-miijlir. Hu nıuhtcronı zât, Ziihri, s»:ıphî. Ahır tl>ni Dinar, Alıdtılhıh, Ihını I>înar (îihi ckfUıir'dcn hrtdj.s rivayet "tinidir. Kondİsintlen de A'mcş, Sevrî, (bnlil'nıü-hâr«-k, ^âfü, thni Vchb, Ahım'd İlmi Ilaııöi'l gibi büyük İmamlar rivayette, bu-hımrniîjlardır. Kendisinden rivayet ediien hadîsler, (7000) kad:ırdır. Yanında Hhtp tutmazdı. Hafızasındaki kuvvet, bir hârika demekti. Kendisi Ashâb-ı lı;MliVin hiikcmâfîinclan .sayılırdı. Silsile-i fıkih't.ı tmanı Şafii'nin ecdâdından biri idi. <<TakriI>» do deniliyor ki : timi iTyı-ym», .sikadır, hafızdır, fakihtir, imam­dır, hüccettir. Şu kadar ,-,ır s'ti, son günlerinde hafızası tagayyür etmişti. (Ki'tef sır)  (El'rnnıi)   adında 2 eseri vardır.

«107» târilıindeKflfe'de doğmuş «108» senesinde,, veıât etmiştir.

(Ömer Vasimi Bilmen «Hukuk-ı İslânıiyye. ve Istıhat-ı Fıkhîyye» kamusu. C. I. Khf. 474).

[860] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/466.

[861] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/466.

[862] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/466.

[863] lîkbctü'bııin-HA.ris (R. A.) : Künyesi Ebft Sirvu'a ohırı Vklıc.Kn-reyş'e mensuptur. Mekke'nin fethi günü Müslüman olmuştur. Mekkeliler'den sayılır.

[864] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/467.

[865] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/467-468.

[866] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/468.

[867] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/468.

[868] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/468.

[869] Ebu Süfyan I», H:ırb (R. A.) : ÎKmi, Sııhr b. Harb b. tWyyp'dir. Kurey^'in re İh lor inden idi. Mekke'nin fethinde İslâm ordusu tarafından ele ge­çirildiği zaman mü.slümnn olmuştur. O gün kendisi I iz. Abbas'a sığınmıştı. Ertesi gün Abbas (R. A.) kemlisini Peygamber (S.A.V.)'e götürdü ve müslü-man oldu. Vefat) «32» tarihindedir.

[870] Hint hinti Vibo b. Robia b. Abdi fŞcms'dir. Mekke'nin fethi yılında Mokke'de kocasının î.slânıiyeti kabulünden sonrn, mü.slüman olmuştur. Babası Ilthp ile amcası ^«-ybc ve kardeşi Vclid lirdir harbinde öldürülmüşlerdi. Bu Hind'e pek ağır gelmişti. Uhnd harbinde bunun acısını çıkardı. I iz. Hiimza'nm îjehîd edilmesine pek sevinen Hind on\m karnını yararak dişleri ile ciğerini çiğ­nedi. Hind omlört tarihinde vefat etmiştir. «Daha başka târihte» diyenler do olmuştur.

[871] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/468-469.

[872] Rıtıl : On iki okiyye ağırlığıdır.

[873] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/469-471.

[874] Tânk-ı  Muharibi  (R. A.):   Târik h.  Abdillah   Muharibi'dir, Kendi­sinden C&mi* b. Şeddâtl ile Rib'ıyy b. Ilırâş hadîs rivayet etmişlerdir.

[875] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/471.

[876] Sûre-i Ahkaaf; âyet; 15.

[877] Sûre-i Isra, âyet: 26.

[878] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/471-473.

[879] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/473.

[880] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/473-474.

[881] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/474.

[882] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/474.

[883] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/474-475.

[884] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/475.

[885] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/475.

[886] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/475.

[887] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/475-476.

[888] Sûre-i Bakara; âyet: 240.

[889] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/476-477.

[890] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/477.

[891] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/477-479.

[892] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/479.

[893] Et-Talaafc Süresi; âyet: 7.

[894] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/479-482.

[895] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/482.

[896] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/482-483.

[897] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/483.

[898] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/483-484.

[899] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/484.

[900] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/484.

[901] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/485.

[902] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/485-486.

[903] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/486.

[904] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/486-487.

[905] Sûre-i Tahrim; âyet: 6.

[906] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/487-489.

[907] Râfi' b. Sinan (R. A.)   : ITtbfm adı ile tanınan Amir b. Sa'li'be'nln so-yundandır. Kendisinden okulları rivayette bulunmuştur.

(B.k. El-lsâl>e. C. I. Shf. 484  Sahfitı! No: 2532).

[908] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/489.

[909] Sûre-î Nisa; âyet: 141.

[910] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/489-491.

[911] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/491.

[912] ishak thni Kiihfvcyh : Elifi Yakııb İlmi îlmlhimirmervczi: Muhnd-dislerden,  fukâhâ'dan bir zâttır.  İmam   Şafii'ye mülâki olmuş.  O'nun  yüksek kBdrinî takdir etmiş, O'nunla münazarada bulunmuştur. İmam Şafii'nin mu-sannefatını Mısır'da yazıp cem' etmiştir. İmam Şafii'nin ashabından sayılmak­tadır. İmam Ahnıpt İbni Ilanbel demiştir ki : İbni Rfthevryh, bizce eimme-i müslimin'dendir. Yüksek bir imamdır, O'ndan daha fakih bir zât. Bağdat köp­rüsünden geçmemiştir. Hafızasında yetmig bin hadîs-i gerîf var idi. Hadîs'e dâir olan «Kitâb-ı Müsned» i pek muteberdir. Kejİri& Irak, Hiraz, Yemen, Şam taraflarında seyahat ederek Süfyan İbni Uyeyne gibi zâtlardan hadis nhz et­miş, kendisinden de Bıman. Müslim, Tirmizi, Ebu Dâvud, Nesai, Ahmed İbni Hanbel gibi büyük muhaddisler rivayette bulunmuşlardır.

(Ömer NaHiihi Bitmen «Hukuk-ı Islâmiyye ve lstılahut-ı Fikhiyye» kamusu. «. I. Shf. 439).

[913] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/491-493.

[914] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/493.

[915] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/493-494.

[916] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/494.

[917] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/494-495.

[918] Sûre-i Nisa: Âyet: 93.

[919] Sûre-İ Bakara; âyet: 178.

[920] Sûre-i Bakara; âyet: 179.

[921] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/495-499.

[922] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/499.

[923] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/499-500.

[924] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/500.

[925] El Mâide sûresi : âyet : 33.

[926] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/500-502.

[927] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/502.

[928] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/502-503.

[929] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/503.

[930] Sûre-i.

[931] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/503-505.

[932] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/505.

[933] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/505-506.

[934] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/506-507.

[935] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/507-508.

[936] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/508-509.

[937] Sûre-i.

[938] Amr b.   llnzm:  Tnhiîii'dcn olup,  Ömer b.  Abdülaziz zamanında Me­dine-i Miincvt'rc'dn kadılık etmiştir.

[939] Sfire-i Nahl;  âyet:  126.

[940] Sûre-i.

[941] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/509-511.

[942] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/511.

[943] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/511-512.

[944] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/512-513.

[945] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/513.

[946] Seci': Cümlelerin son harflerinin birbirinin aynı olmasıdır.  Ekel, İstendi, yu-tall cümlelerine ı olduğu gibi.

[947] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/513-514.

[948] Tam diyet yüz devedir. Bunun onda birinin yarısı beş deve eder.

[949] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/514-517.

[950] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/517-518.

[951] Sûre-i Bakara; âyet:  178.

[952] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/518-519.

[953] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/520.

[954] Sûre-l Bakara; âyet: 178.

[955] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/520-522.

[956] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/522.

[957] Sûre-İ Bakara;  âyet: : 94.

[958] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/522-523.

[959] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/523.

[960] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/523-524.

[961] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/524.

[962] Ibııi Vfhb : Ebft Mıihammrd : B^ra'lı meşhur bir âlimdir. Adı Ab­dullah'tır. Babasının adi da Müslim'dir. Knrcyjj kabilesinin mevâlisindonrli. Fâ­zıl, fakih. sika bir zâttır. İmam Mâlik'ten, I.eys, Scvrî gibi zevattan ilm ahz etmiş, had/s rivayette bulunmuştur. İmam Mâlik, bu zâta mektuplarında «Mı­sır'ın fakihi Kbfı Muhammedil'ıniifti» diye yazardı. Bundan başkasına «fak İh» diye yazmazdı. Kendisinden (yüz bin)   kadar hadis-i    şerif rivayet olunmuştur.

tbni Ebi Hâlim diyor ki : «Ben tbni Vfhb'in Mısır'da ve başka yerlerde ri­vayet ettiği (seksen bin) kadar hadise baktım. Ahiı olmayan bir hadîs gördü-ğümii bilmiyorum.»

«Sıthih-i Buharı» ile «S:ıhîh-i  Müslim» de bu zâttan başka Abdullah İbnü Vehb  yoktur.     Kendisine  «Dtvanürüm»  denilmiştir.   «125»   târihinde «197» senesinde Mısır'da vefat etmiştir.

Ömer Nasuhî Bilmen «Hukuk-i Islâmiyye ve Istıhat-ı Fıkhîyye» kamusu. V. I. Stıf: 436).

[963] Cerir İbni Hazım : Muhaddislerden, fukâhâdan bir zâttır. Ezel kabi­lesine mensuptur. «Ebünnazri'l - hasrı» demekle de ma'ruftur. Sika'dır. Sahih-i Bıiharî'de  rivayetleri vardır. «170» târihinde vefat etmiştir.

(Ömer Nasııhi Bilmen «liukuk-ı İslâıniyye ve Istıhat-ı Fıkhîyye» kamusu. C. I. Shf; 3S8).

[964] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/524-526.

[965] Ebû Şüreyh el-Hıızâî (R. A.) : Sahâbî'dir. Mekke'nin fethinden ev­vel mti.slüman olmug ve. fetih günü Beni Kâ'b kabilesinin bayrağını taşımıştır. Hicretin «68» târihinde Medine'de vefat etmiştir.

Resdl-i Ekrem efendimizden «20» hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Nftfi’ b. Cttbeyr ve Saîd el-Makburl ve «Kiitüb-U Sitte» sahipleri hadîs nakîet-mlşlerdir.

(Hasan Hüsnü Erdem «Riyâzü's- Sâlihîn hadislerinin R&vîleri olan Ashfib-ı Kİram'm ve Hadis imamlan'nm hâl tercemeleri» Shf: 46).

[966] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/526.

[967] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/527.

[968] Sûre-İ Nisa; âyet: 191.

[969] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/527-528.

[970] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/528-529.

[971] İki dine Süleyman b. Dâvud vardır. Biri Yemenî'dir, ve za'ftir. Diğeri HÛIâni'dir ve sika'dır.

[972] Zcyd. b. Eşlem : Ebîi Abdİ'llâh (veya Ebft Ü«âme) el-ömerî el-Medenî.

Tabiînin buyüklerindendir. Hz. Ömer'in oğlu Abdu'llâh'm âzadlısı idi. «136» târihinde Medine'de vofât etmiştir.

e/f\vd b. Eşlem, âlim, faksh bir zâttır. Medine-i Miinevvere'de yetişen mu-fecirlerin on meşhurudur. Meseid-i Nebevî'de. ders okutur, bir çok zâtlar ken­tlisinden istifâdeye koşarlardı. Hattâ Ali 1>. el-Hüseyn (R. Anhiimn)'da bu mec­lisin müdâvimlerindendi. Bir g-fin kendisine : «Kendi kavmin meclislerini basıp geçiyor ila Ömer b. el-Ilattâ-b'in kölesine gidiyorsun» denilmiş o da : «İnsan Kendisine dîni hususunda fâide verecek kimsenin yanına gider oturur.» diye ce­vap vermiştir.

Zeyd b. Eşlem, Abduf'llâh b. Ömer, Enes b. Mâlik, Seleme b. el-Ekva' gibi zevattan rivayet eder. Kendisinden de ^oytıetü'n - N.ıddâh kırâet ahzetmiş, tmâm-ı Mâlik, Hişanı b. Sıı'ıl, Zühri, Sc-vrî ve kondi oğullan Hiıssân, Abdu'llâh, Abdii'r-Kalını ân  ve  şâire  rivayette bulunmuşlardır.

Zeyd b. Eşlem, mübarek bir zâttır.     Pek müttekî. pek mehîb idi.  İmânı-ı Mâlik, İbn-i Aclûn'dan naklediyor;  İbni Arifin dmıişhi   :

  Ben Zeyd b. Eslem'den  duyduğum  mehabeti hiç  bir kimseden  duyma­dım.

ÎUuh:ımnıed !ı. Sa'd da demiştir ki :

  Ke.ifıl-i   Ekrem   (S.A.V.)'in   Mescit-i   Saâdct'inde   Zeyd   b.   Eslenı'in   bir hılkı-i tedrisi, var İdi; siki İdi, kesirü'l-had'S idi. Eimme-i Sitte Zeyd*İn hadis­lerinin tahrîc etmişlerdir. Kiıhmetu'llâhi aleyh.

(Ömer Nasuhi Bilmen. Büyük tefsir târihi II «Tabakatü'l - Müfessîrin» 2. Cüz. Shf: 114).

[973] İmam Jbııi Kesir : Kırâat-ı Aşare imamlarının ikincisidir. Asıl ismi Abdullah Ibn-i Amri-d-Duri - MHtki'dir. Mekke-i Mükerremede H. 45 (M. 665) yılında doğmuş, yine Mekke'de H. J20 (M. 737) yılında vefat etmiştir. İbni Ke-sir'in ceddi : CVzeri'nin beyânına göre Fars ahalisindendir. Kisrâ onları gemi­lerle Vcmen'in San'a şehrine göndermiştir. Oradan da Haboşliler'in  tardetmesi üzerine M«UU<''ye £<'lip yerleşin t şlei'dir. İmanı tbni Kesir tânim'dendir. Abdul­lah İhın Znl>cyr (II. A.), Ebâ Eyyûb-el Ensâri (R. A.) gibi Sahâhc-i Kirâm'dan rivayette bulunmuştur.

İmanı İlmi Kesir, fasih, bdi ve çok konulun bir kimse olup, beyaz sakal­lı uzun boylu ve iri vücııdlu, .phlâ g;özlü bir zâttı.

Kendisinden kıraat rivâye.t edeniki râvî.si vardır. Bunlardan biri El-BezzI,. diğeri de Kıınbül'dür.

[974] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/529-536.

[975] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/536-537.

[976] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/537-538.

[977] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/538.

[978] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/538-539.

[979] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/539-540.

[980] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/540.

[981] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/540.

[982] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/540-541.

[983] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/541.

[984] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/541-542.

[985] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/542.

[986] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/543.

[987] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/543.

[988] Ömer tbni Abtlülâziz : Emevi halifelerinin sekizincisidir. Vâlidesf Ürnmi Asım Hafsa, Fâruk-u Azam'ın oğlu Asım'ın kızı İdi. Bu cihetle onun ah­fadından bulunmuştur. Babası AbdÜlâziz İle beraber     Mısıra  gitmişti.  Sonra edilecek diyettir.» âyet-i kerîmesidir. Zira diyet denilince anlaşılan, onun bütünüdür.

Hanefîler'in bir delili de Bcyhakî'nin İbni Cürcyc tarîki ile Hz. Ebu Hüreyre'den tahrîc fcttiği şu hadîstir:

ilim tahsili için Mediiıe-i Münevvere'ye do gitmiş Enes İbni Mâlik, AbriııMuh İhnii Cafer, Kaîd İbnü gibi zâtlardan ahâdis-i şerife dinlemiş, zama­nındı :ıhâdîs-i NeİM-Ijiyye'nin et>m' ve tedvinine çalınmıştır. AdâH'ttr, t;ıkvâ ile, fakahatte meşhurdur. Pek bısit bir hayat geçirrirdi. Bir zât kendisine hitaben:

— Yâ Emirel-nıü'minin!. Allah Teûlâ sana ihsan buyurmuş, biraz giyinip kuşansan olmaz mı?... diye sormuş: O'da bu sualden hoşnut olmadığını göste­rir bir tarzdı şöyle cevap vermiştir:

— Şüphe yok ki, iktisad'in efdâli varlık zamanında olanıdır. Afv'in efdâli  kudret zamanındakidir.

Mısır'da «fil» târihinde doğmuş olan Ömer lbnil'abd-il-A::iz hazretleri, iki sene beş buçuk ay kadar hilâfette bulunduktan sonra «101» târihinde vefat et­miştir. «Deyri S'm'an» da bir kölesi" tarafından zehirlendiği rivayet edilir.

(Ömer Nasuhî Bilmen «Huktık-ı îslâmiyye ve Istılâhat-ı Ftkhiyye» kamusu. C. I. Shf: 464).

[989] Urvetübniiz'ziihcyr : EbO Ahdillâh. Afjpre-i mübejj'jpre'den Hz. Zü-beyr'in oğludur. Validesi Hz. Sıddikin kerimesi Zatün'nitakayn Esma'dır. Tâ^ bün'in büyüklerinden ve Medine-i Plünevvere'de yetişen «Fukaha-i Seb'a» dan biridir. Kur'ân, hadis, fıkih İlimlerinde büyük" bir melekesi var idi. Teyzesi UmmuTnıiimİnîn Aişe-i Sıddika'dan vesâir Sahâbp-i güzin'den rivayette bulun-muştur. «Küriib-i Sitte» denilen hadis kitaplarında kendisinden başka «Urve-ttibnliz'zübeyr» nâmında bir râvî yoktur, timinin çokluğu, kadrinin büyüklüğü hakkında ittifak vırdır. «22» târihinde doğmuş, «94» senesinde Medîne-i Mii-nevrere'de vefat etmiştir. Oğullarından «Hitanı» da fakahetle ma'ruftur.

(Ömer Nasuhî Bilmen «Hukuk-ı Îslâmiyye ve Istılâhat-ı Fikhiyye» kamusu. C. I. Shf. 464).

[990] Sûre-i.

[991] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/543-545.

[992] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/546.

[993] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/546.

[994] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/546.

[995] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/546-547.

[996] îsmi Rifâa b. Vesribî'dir. «Habib b. Haygan» diyenler de vardır. Kûfeliler'den sayılır.

[997] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/547.

[998] Sûre-i Isra; âyet: 15.

[999] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/547-548.

[1000] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/549.

[1001] Elnı Ilasma'nin arlı Abdullah b. S&ide b. Amir-i Evsî Eiısrî'dir.

[1002] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/549-551.

[1003] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/551-554.

[1004] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/554.

[1005] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/554-556.

[1006] Süre-i Hücürât; âyot: 9.

[1007] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/557.

[1008] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/557.

[1009] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/557-558.

[1010] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/558.

[1011] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/558-559.

[1012] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/559.

[1013] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/559

[1014] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/560.

[1015] Sûre-İ Hücürât; âyet: 9.

[1016] Sûre-i Hücürât; âyet: 9.

[1017] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/560-562.

[1018] Arf.-u' b. Şureyh (veya Şurayh, veya Ibni Şureyk, veya Şurâhil) (K. A.): Kfıfe'ye yerleşmişti. Müslim, Kbî Dâvml ve Nesaî tarafından kendisin­den zikrettiğimiz hsulîsi rivftyet olunmuştur. Arfacn, Hz. Ebu Bekir'den riva­yette bulunmuş, kendisinden de /Iyâd İbni'l-Alâko, Ebû Hazm-ı E^câr! ve Ebû Yakubü'l - Abdi rivayette bulunmuşlardır.

(B.k. El-tsâbe C. II. Shf. 467. Sahâbî No: 5509).

[1019] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/564.

[1020] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/564-566.

[1021] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/566.

[1022] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/566.

[1023] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/567.

[1024] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/567-568.

[1025] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/568-569.

[1026] Sûre-i Enbiyâ; âyet: 78.

[1027] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/569-570.

[1028] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/570.

[1029] Peygamber (S.A.V.), Ehu Musa'yı Voıııcn'o piindermiş. ArkasındanCcbcl'i yolj.ıımjjtır. Mııuz, Ebu Musa'nın yanına varınca. Ebu Musa iuîinli.sinp l»ir scncjıdf yaydı vo onu :

  Otur; dedi. Bir de ne gönsün bağlı bir adam : - Hu kim? deyince, Kbu Musa :

  Bir y.ıhûdi. Müslüman oldu, sonra tekrar yahûdî oldu; dedi.

[1030] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/570-571.

[1031] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/571.

[1032] Ekseriya dökmek suretiyle verilen cezadır.

[1033] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/571-573.

[1034] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/573.

[1035] Ona deve çobanı,  baldırı çıplak arap diye tahkirde bulunan zirzop­ların kulakları çınlasın.

[1036] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/573-574.