«Hediyye
Meyveler İle Yemişlerin Ağaçlarını Satma Hususunda Ruhsat Bâbı»
«Selem,
Karz Ve Rehin Bâbları»
«Emaneten
Verilen Şeyler Babı»
«Sâhibsiz
Yerlerin İhyâsı Babı»
«Zevceler
Arasında Adalet Babı»
«(İlâ,
Zihâr Ve Keffaret Babı)»
«Ca'nı
İle Harp Ve Mürteddin Katli Bâbı»
«Alış verişin şartları
ve yasak alış ve/işler»
Usul-i Fıkıh ilminin
beyânına göre Allah'ın meşru kıldığı şeyler dört kısma ayrılır :
1— Sırf Allah'ın
hakkı olan şeyler.Bunlardan murâd: Umumun menfaati teallûk cdon şeylerdir, inâ'nın
haram olması böyledir. Zîrâ onun fâidesi nesepleri zayi' olmaktan korumak olup
bu fâide umumîdir.
2—
Sırf kul
hakkı olan şeyler.Bunlardan maksat: Kendilerine hususî bir maslahat taallûk
eden şeylerdir. Başkasının malının haram elması gibi.
3— Her iki
hak da mevcut olup Allah hakkının daha fazla bulunduğu şeyler. Hadd-i Kazif
gibi (Hadd-i Kazîf: Namuslu bîr kadına zina İsnadı sebebiyle verilen dayak
cezasıdır). Bunda Allah hakkı vardır. Çünkü kulları men' etmek için meşru
olmuşdur. Kul hakkı dahî vardır. Çünkü kadını zina kepazeliğinden kurtarır.
Fakat Allah hakkı daha çoktur. Onun için bunda miras cereyan etmez.
4— Her iki,
hak da mevcut olup kul hakkının daha fazla bulunduğu şeyler. Kısas gibi.
(Kısas : Misilleme suretiyle verilen cezadır. Meselâ adam öldürenin cezası
ölümdür). Bunda Allah hakkı vardır; zîrâ cihanı fesattan kurtarmak için meşru'
olmuştu. Kul hakkıca vardır. Çünkü bunda kulun kendine cinayet vardır ve bu galiptir.
Onun için kısasta mîras ve cereyan eder.
İşte muamelâttan
sayılan alış veriş bu dört kısırr.jnn ikinciye, sırf kul hakkına dâhil olan
meşruata dâhildir.
Alış veriş'in hikmet-i
meşru'iyeti : Allah'ın ma'lûmu olan devam ve bekanın güzel şekilde alış verişe
taallûkudur. Şöyle ki: însan her ihtiyacını kendi göremez. Meselâ tarla
sürmeyi, ekin ekmeyi, biçmeyi, öğütüp ekmek yapmayı ve sâireyi kendi yapamaz.
İhtiyaçlarının bazısını satın alması mutlaka lâzımdır. Çünkü satın almasa, ya
zorla alacak, yahut da dilenecek veya ikisini de yapamayıp ölünceye kadar
sabredecektir ki, bunların hepsinin fasit olduğu "meydandadır. Bilhassa
dilenciliğin zillet ve arına herkes tahammül edemez. Binâenaleyh alış veriş'in
meşru olmasında İhtiyaç sahibi mükelleflerin güzel bir nizam dâhilinde
hayatlarının idâmesi ve ihtiyaçlarının görülmesi gibi hikmetler vardı. Büyü'
lâfzı, bey'in cem'idir. Beyi' alış veriş demektir, yani bu kelime birbirine zıd
mânâlarda kullanılan tnüşterek lâfızlardandır; hem satışa hem de satın almaya
beyi1 denilebilir. Şirâ' kelimesi de aynı mânâdadır.
Beyi' lügatte: Mal ile
malı değişmektir. Şeriatta da Öyle ise de riza kaydı ile mukayyeddir. Yani şeriata
beyi1: İki tarafın rızası ile malı mal ile değişmektir.
Beyi'in şartları bir
kaç nevi'dir :
1—
Beyi'
yapanda aranan şart ki, buna «in'ikadınm şartı» da derler, ahş veriş'i yapanın
akıl ve temyiz sahibi olması, yani kâr ve zararı seçebilecek kabiliyette
bulunmasıdır.
2—
Mahalde
yani satılık malda aranacak şartlar
: Malın müte-kavvim, yani şer'an
kıymeti hâiz bir mal olması ve teslime elverişli bulunmasıdır.
3— Alan ile
satan'ın bey'e razı olmaları.
4— Akdin
«sattım, aldım» gibi mâzî sığalarla yapılmasıdır.
Rüknü : îcâb ve
kabuldür. (Icâb: Taraflardan birinin evvelâ söylediği söz veya işlediği
fiildir. Ona cevaben söylenen veya yapılana da kabul derler.) Cumhur-u Ulemâ'ya
göre kıymetli mailard*. söz ile icâb ve kabul şart ise de ekmek ve sebze gibi
kıymeti az olanlarda söz şart değildir. Yalnız Şâfiîler'e göre bu hususta
kıymetli ile kıymetsiz arasında fark yoktur; her ikisinde de söz ile icâb ve
kabul şarttır. Maamâfîh İmâm Nevcvî (631—676) ile müte'ehhirîn Şâfi'yye ulemâsı
cumhur ile beraberdirler. Sonra gerek alış verişte, gerekse şâir akidlerde
kullanılan sözlerin icabeden kesinliği ifâde edebilmesi için mutlaka mâzî"
sigaları ile söylenmesi icâbeder. Bu bâb'ta kitabımızın «Nikâh bahsi» nde daha
ziyâde tafsilât verilecektir.
Bey'in hükmü : Haddizatında
mubah olmak ise de yerine göre vâcib, mcndûb, haram ve mekruh da olabilir.
Bey'in meşruiyeti.
Kitap, sünnet ve icmâ'-i ümmet ile sabittir. Kitaptan delili[1] «Allah bey't helâl kıldı.
«Alış veriş
yaptığınız zaman şahid
çağırın» gibi âyetleridir. Bey'in meşru' olduğuna bu ümmetin ulemâsı icmâ'
etmişlerdir. Sünnetten delili ise aşağıdaki hadîslerdir.[2]
800/646-
«Rifâa b. Râfi[3] radıyallahü anVden rivayet
olunduğumun.» Peygamber Sallaîîahü aleyhi ve sellem'e: Kazancın hangisi daha
helâldir; diye sorulmuş :
— Kişinin elinin emeği
ve mebrûr olan her alış veriştir; buyurmuşlardır.»[4]
Ru hadîsi Bezzâr
rivayet etmiş; Hâkim sahihlemiştir.
BeyM Mebrûr : Yalan
yere yemin etmekten ve muamelede hile yapmaktan hâli olan satıştır.
Musannif bu hadîsi
«Telhis» de Rafi' b. Hadİc'ten rivayet etmiştir, hnâm-t Süyûtî dahî «el-Câmî»
inde onu Hz. Rafi'den tahrîc etmiştir. Buradaki Rifâa'nın da Ibni Hadic olması
ihtimal dahilindedir. Nitekim hadîsi Tabcrânî de Rifâa b. Hadic'ten rivayet
etmiştir. Bu hadîsin bir misli «el-Mişkât» ile «et-Tergîb ve't-Terhîb» nâm eserlerde
mevcuttur. Yalnız onlardaki hadîs İmâm Ahmed b. HanbeVe nisbet olunmuştur.
Hadîs-i şerîf kazanç
meselesinin delilidir. Kazanç sevdası zaten insanda g ğuştan mevcut olan bir
haslettir. Peygamber (S.A.V.)'e sorulan yalnız ;ıelâl cihetidir. El emeğinin
bey'-i mebrûrdan daha önce zikredilmesi onun daha efdâl olduğuna delâlet eder,
ondan sonra hadîste tavsif buyurulan ticaret gelir. Bununla beraber hangi
kazancın efdâl olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Mârûdî (—450): «Kazançların
esâsı ziraat, ticâret ve san'attır» diyor ve Şâfü Mezhebî'ne göre bunlardan lieâretin
daha makbul olduğunu söyledikten sonra şöyle devam ediyor «Bence bunların en
helâli ziraaltir. Çünkü ziraat tevekküle daha yakın dir.» Mârûdî bundan sonra
Buharî'nin Hz. Mikdâm'dan merfu' ola rak tahric ettiği şu hadîsi zikrediyor:
«Elinin emeğinden daha
hayırlı .bir yiyecek hiç bir kimse yememiştir. Şüphesiz ki Allah'ın Peygamberi
Dâvud'da elinin emeğinden yiyordu.»
Nevevî diyor ki :
«Doğrusu, kazançların en helâli el emeğidir Bu ziraat bile olsa el emeğine
şâmil olduğu; içerisinde tevekkül vt insana, hayvana, kuşlara âmm ve şâmil
faydalar bulunduğu cihetli- yine kazançların en iyisidir.» Fakat Musannif îbni
Hâcer: «Küf-fâr'dan cihâd suretiyle kazanılan mallar ondan üstündür. Hem hv
Peygamber (S.A.V.)'in kazanç yoludur; içinde Kelİmetullah'ı i'lâ bu Umduğundan
kazançların en şereflisi budur» demektedir, Hanefîler'ir mezhebi de budur.
Maamâfîh bazıları cihâd'ı dahi el emeğinde dâhi] sayarlar.[5]
801/647- «Câbir
b. Abdillah radıyallahü anhümâ'dan rivayet edit-diğîne göre kendisi Peygamber
Sallallahü aîeyÛ ve seîlem'ı Fetih Yılı Mekke'de :
— Hiç şüphe yok ki, Allah ve pesûi'ü şarabı,
İaşeyi, domuzu ve putları satmayı haram kılmıştır; derken işitmiş-* tir. Bunun
üzerine:
— Yâ Resûlallah, ölü hayvanların iç yağlarından
haber ver; çünkü onlarla gemiler
boyanır, deriler yağlanır;
halk onlardan kandil yakar;
denilmiş. Peygamber {S.A.V.) :
— Ha' ir, O satış haramdır buyurmuş. Sonra Resûlullah Sallaltahü eleyhi ve sellem o anda
şunları söylemiştir :
— Allah yahudilerin belâsını versin! Allah
kendilerine Ölü hayvanların iç yağlarını haram kılınca onu erittiler; sonra
sattılar da parasını yediler.»[6]
Müttefekun aleyh'tir.
Fetih, hicretin sekizinci
yılı Ramazanında vuku' bulmuştu.
Meyte: Şer'î usulle
kosilmiyen veya hiç kesilmeden ölen hayvandır.
Sanem : Cevheri'ye
göre vesen'dir. Başkaları ise sanem ile vesen arasında fark buluyorlar. Onlara
göre vesen: Cismi olan puttur; sanem: Resimdir.
Hadîs-i Şerif,
zikredilen şeyleVin haram olduğuna delildir. Şarap, lâşe ve domuz'un satılması
bazılarına göre necis oldukları için haramdır. Bunlar aynı illeti her necis
şey'e geçirerek «necis olan her şeyi satmak haramdır» derler.
Hanefîler'le fukâha'dan
bir cemâate göre tarlalara gübre yapmak üzere hayvan pisliklerini ve keza
toprakla karıştırılmış insan pisliğini satmak caizdir. San'anî'ye göre ise
şarap ve emsalininin satılma-masının illeti necis olmaları değil, haram
kılınmalarıdır. Ona göre mezkûr şeylerin pis olmaları satılmalarına tam mâni'
bir illet olmuyormuş. Bize kalırsa Mâide sûresi'nin şu âyeti bu bâb'ta kimseye
söz bırakmıyacak derecede açıktır:
«Ey iman edenler!
Şarap, kumar putlar ve kısmet zarları hep şeytan işi birer murdardır. Bundan
dolayı sîz onlardan kaçının kî felah bulaşınız[7].»
Görülüyor ki, ondan kaçınmanın sebep ve illeti murdarlığıdır. Dinimiz bazı
pisliklerin satılmasına müsaade ettiği halde, içki hakkında bu müsaadeye vermemişse bundan anlıyacağımız mânâ doğrudan doğruya sudur: Din nazarında
içki necasetlerin en ağır hüküm giyenlerinin başındadır; bu sebeple unun
pisliği adetâ kalkatdır. ve şaraba «Ümmü'l - Habâİs» yani pisliklerin anası
denilmiştir. Evet şarap, şarap olarak kaldıkça ondan hiç bir vecihle istifâde
etmek mubah olamaz. Tivmiz'ı ile İbni Mdce'wn Hz. Enes'len rivayet ettikleri
bir hadîste, Peygamber (S.A.V.) : Onu yapana, yaptırana, içene, taşıyana,
taşıtana, içirene, satana, parasını yiyene ve satın alana lânet etmiştir.
Hattâ mu'tcmod kavle göre onunla tedavi dahi caiz değildir. Meğer ki, kimyevî
bir istihale geçirmiş ola. Ancak o zaman ondan istifâde mubah olur. Meselâ
şarap, sirke olursa kullanılması mubahtır.
Murdar ölen hayvanın
yünü, yapağı, kılı, tırnağı ve boynuzu murdar değildir. Çünki bu a'zaya hayat
girmediği çibi ölü de dcnilmçz. Bazılarına göre Ölü hayvanın kılları nocis İse
de yıkamakla temizlenir, Cumhur'a göre aynı nccİs sayılan domuz gibi
hayvanlardan maada ölü hayvanı satmak caizdir.
Putların satılmaması
bazı ulemâ'ya göre mubah bir menfaat tarafları olmadığındandır. Hattâ :
«kırıldığı zaman parçalarından istifâde rdilebilccckse satılabilir» diyenler
vardır. Fakat ne de olsa putu put olduğu halde satmak caiz değildir. Çünkü
Peygamber (Ş.A.V.) yasak etmiştir.
İç yağların hükmünün
sorulması, mubahtır saniîdığındandır. Bunların üç nev'i faydası olduğu soran
zât tarafından sıralanmasına rağmen Peyg-mber (S.A.V.) : «O haramdır»
buyurarak hükümden hâriç kflmadıgım açıklamıştır. «O haramdır» cümlesindeki
zamir bazılarına göre bey'a râci'dir ve mânâ şöyle olur: «îç yağlarını satmak
haramdır». Bazılarına göre ise zamir intifa'a râci'dir, yani o şeylerle
faydalanmak haramdır. Ekser-i ulemâ zamiri buna hamlelmiş ve «ülü hayvanın
ancak dibagatlanmak şartı ile derisinden istifâde edilebilir.» demişlerdir.
Zamiri bey'a râci' görenler ölü hayvanın köpeklere yedirilmesini ittifâkan
caiz addederler. Mczheb imamlarından Ebu Hanîfe, Şafiî ve Mâlik ile fukâhâ'dan
bir cemâatin mezhebi budur. Onlara göre pis balı arılara ve diğer hayvanlara
yedirmek caizdir. Tahâvî (238—321)'nin rivayet ettiği bir hadîs de onlara
delildir. Bu hadîs'e göre Peygamber (S.A.V.)'e yağın içine düşen farenin hükmü
sorulcukta : «Yağ katı ise fareyi ve etrafındaki yd^ı atın; mâyî ise kandil
yakın, yâhCıd ondan başka bîr suretle faydalanın» buyurmuşlardır. Tahavî : «Bu
hadîs'in ri-' rali sikadırlar.» demiştir. Bu mesele Ashâb-ı Kirâm'dan : Ali,
İbni Ömer ve Ebu Musa (R. Anhüm)den; Tâbiin'den de: Kasım b. Muham-ıncd ile
Salim b. Abdullah'tan rivayet edilmektedir.
Hadîs-i Şerifte, satılması haranı olan şeyin parasının
da haram olduğuna işaret vardır.[8]
802/648- «İbni
Mes'ııd radıyattahü anh'ten rivayet olunmuştur, demiştir ki: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve selle m'ı;
— Alış veriş yapan iki
kişi aralarında bir beyyine olmaksızın ihtilâfa düşerlerse söz mal
sahibinindir; yâ-hûd alış verişi bırakırlar; derken işittim».[9]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmiş Hâkim de sahîhlcmiştir.
Hadîs'in sahih olup
olmadığı hakkında ulemâ'nın sözleri çoktur. Hadîs, alan İle satan arasında,
fiyat veya satılan mal yahut bey'in şartlarından bir şart hakkında anlaşmazlık
çıkarsa süz yemini ile beraber satanın olduğuna delildir. Dinimizin umumî
kaidelerinden anlaşıldığına göre alış verişte hangi taraf zahiri yani aslîn
hilafım iddia ediyorsa iddiasını ispat ona düşer. Aslı ve zahiri iddia edene de
yemin verdirilir. Bu kaideler Mecclloi Ahkâm-ı Adliyye'nin 76 ve 77. ci
maddelerinde şöyle ifâde olunmuştur. «Beyyine müddaî İçin ve yemin münkir
üzerindedir». «Beyyine hilâf-ı zahiri ispat için ve yemin aslı ibka içindir».
Bu bâb'ta üç kavil vardır: :
1— Söz
mutlak surette satanındır.
2— Alan İle
satanın ikisi de yemin eder ve mal sahibine iade olunur.
3— Tafsilâta
gidilir ve nevi'de ihtilâf ile cinste veya sıfatta anlaşmamak arasında fark
görülür.
Alan ile satanın
ikisine de yemin ettirmenin veclu her birinin müddeâ aleyh (dâvâlı) olmasındandır.
Yemin" işi Peygamber (S.A.V. )'in :
«Bey'yine müddeî'ye,
yemin de inkâr edene düşer.» Hadîs-i şerifinden alınmıştır. Bu söz îslâmiyetten
önce yaşıyan meşhur hatîb Kııss b. Sâîde'ye de nisbet olunur. Hadîs burada mutlak
olup «dâva babı» nın hadîsleri ile takyîd edilmiştir.[10]
803/649- «Ebu
Mcs'ud-ı Ensart nulıyallah İt aııh'ien rîvâyet edildiğine göre, Resûlüllah
SaU.Jalıü aleyhi ve ttcllcm köpeğin kıymetinden, fahişenin mehrinden ve
kâhinin gelirinden nehîy buyurmuştur.»[11]
Hadis, müttefekun
aleyh'tir.
Nehy'in aslı tahrîm
için olduğuna göre Iladis-i şerif üç şeyin haram kılındığına delâlet ediyor.
1— Köpeğin
kıymeti ibâre-i nass ile satışı da delâleti iic haramdır. Hadîs öğretilmiş ve
öğretilmemiş, keza edinilmesi eâiz olan ve ol-mıyan bütün köpeklere şâmildir.
Aiâ ile NahâVdon av köpeğinin satılabileceğine dâir rivayet vardır. Bunların
delili, Resûlüllah (S.A.V)'-in av köpeğinden maada köpeklerin kıymetini almaktan
men' ettiğini bildiren Câbir (R.A.)
hadisidir. Mezkûr hadîsi İmam Ne.sâî (215— 303) mu'temed râvilerden tahric
etmiştir. Bazı Mâlİkiler'le Hanefîler'e göre her nev'i köpek satılabilir. Zİrâ
köpek kendisinden av ve bekçilikte istifâde edilen bir hayvandır.
2—
Fahişenin
mehrî haramdır. Bundan maksat fahişenin zina mukabilinde aldığı paradır; mehir
denilmesi mecazdır. Bu para hakkında fukahâ'nın ihtilâfı vardır. İbni Kayyım (601—751)'e
göre tasadduk etmek vaciptir. Çünkü
habis bir kazançtır. Onu kabul
etmiyerek sahibine iade ise ma'siyet sahibine tekrar suç işlemek için yardım
olur; binâenaleyh caiz değildir.
3— Kâhin'in
aldığı para haram ve söylediklerine inanmak küfürdür. Bu bâb'ta icmâ' vardır.
Kâhin: Gâib'ten haber veren kimsedir. Ve her çeşit falcı, remilci ve sâireye
şâmildir. Böylesinin yalanlarını tasdik haram olduğu gibi yaptığı işe mukabil
kendisinin para alması da haramdır.[12]
804/650- «Cabir
b. Abdilfah radıyallahil anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre, kendisi, bî-tâb
düşmüş bir devesinin üzerinde gidiyormuş, nihayet deveyi başıboş bırakacak
olmuş. Cabİr demiştir ki: (bu arada) Peygamber Sallallah aleyhi ve sellem bana
yetişti. Ve bana duâ etti; hayvana da vurdu. Müteakiben deve öyle bir yürüyüş
yürüdü kî, onun gibi bir yürüyüşü şimdiye kadar hiç yapmamıştı. Bunun üzerine
Peygamber (S.A.V.) :
— Onu bana bir
ukiyyeye sat; dedi. Olmaz; dedim. Sonra yine;
__ Sat onu bana;
dedi. Ben de
onu bir ukîyy'ye
kendilerine sattım. Ve yükünü onunla evime götürmeyi şart koştum. Eve
vardığımda deveyi Resûîüllah (S.A.V.)'e götürdüm. Kıymetini bana saydı. Bundan
sonra (evime) döndüm. Hemen arkadan bîrini göndererek:
— Acaba deveni alayım
diye sana fiyat kırdım mı dersin? Deveni de dirhemlerini de alî o senin Jir;
buyurdu.»[13]
Hadîs müttefekun aieyh'tir.
Bu üslûb Müslim'indir.
Hadîs~i şerif bir
kimseden malını satmasını istemekte ve fiatta indirim yapmakta hiç bir beis
olmadığına, hayvanı satarak binmeyi is-tisnâ etmenin caiz olduğuna delildir.
Lâkin ileride görülecek bir ha-dîs'e £ore istisnâ'li satış memunu'dur. Böyle
iki hadîs tearuz edince ulemâ da ihtilâfa düşmüşlerdir:
1— İmâm
jJımrd b. Hnnbel (164—241)'e göre
istisnâ'h satış caizdir. Zaten istisnâ'nın memnu' olduğunu bildiren
hadiste «Ancak istisna edilen miktar
bilinirse o başka» denilmektedir kî burada da öyledir. Şu halde istisna mikdarı
ma'lûm ve beyi' sahihtir.
2— İmam
Mâlik (93—179}'e göre mesafe yakın, yani
üç günlük ise bu satış sahihtir., imam Mâlik, Câbir hadîsini buna
hamlet-miştir.
3— îmâm-ı
A'zam Ebu Hanîfc (80—150) ile İmam
Şâfü (150 — 204) ve diğer bazılarına
fiüre mutlak surette caiz değildir. «Câbir hadisi onlara muayyen
ve hususî bir kıssadır» diye tevil olunrnuşlur; üzerinde bir çok ihtimaller
mevcuttur. Sonra Peygamber (S.A.V.), Hz. Câbir'e devenin kıymetini vererek
almış, fakat hakikaten alış veriş
kastetmemiştir. Maamâfih: «Hz. Osman
(R.A.) bir ev satmış, içinde bir ay oturmayı istisna etmiştir. Kıssa «Şifâ» da
zikredilmiştir. Binâenaleyh birinci kavil daha kuvvetlidir» diyenler de
vardır.[14]
805/651- «(Bu
da) ondan rivayet edilmiştir, -radujallahü anlı- Demistir ki: Bizden bir adam
kölesini müdebber olmak üzere azâd etmîşii. Ondan başka malı yoktu. Bunun
üzerine Peygamber Sallallahü aleyhi ve scllcnı, kendisini çağırdı
ve köleyi sattı».[15]
Hadîs Müttefekun
aleyh'tir.
Bu hadîsi Ebu Dâvud
(202—275) ile Nesâî (215-303) de Hz. Câbir'dcn tahrîc etmişler, Ensâr'dan olan zât ile kole'nin isimlerini de
bildirmişlerdir. Hadîsin lâfzı şudur :
«Câbir'den rivayet
olunduğuna göre Ensâr'dan Ebu Mezkûr isminde bir zat Ebu Ya'kub adındaki bir
kölesini müdebber olarak azâd etmiş;
ondan başka malı
yokmuş. Bunun üie. ine
Peygamber (S.A.V.)
köleyi getirerek :
— Bunu kim satın
alacak?; dîye sormuş. Köleyi derhal Nuaym b. Abdillâh b. en-Nahham sekiz yüz
dirheme satın alarak parasını kendilerine vermiştir.» Buharı (194—256) bunun
için ayrıca bir bâb tahsis etmiştir. İştnâHVnin rivayetinde «Adam borçlu idî»
kaydı da vardır.
Bu kayda bakarak ulemâ
"dan bazıları müflis'in malında tasarruftan mcn'cdilcceğine kail olmuşlardır.
Onlara göre müflis'in malını onun yerine hükümet reisi satabilir. Bahsin geri
kalan yerleri inşâallah bâb'mda görülecektir.[16]
836/652- «Peygamber
Su Ila Ha h il aleyhi ve seHcm"\n zevcesi Mey-münc ratltyallahü anhâ'dan
rivayet edildiğine göre bir fare yağ İçine düşerek Ölmüş; mes'ele Peygamber
Sallallahü aleyhi ve scllcm'e soruldukta :
— Fareyi ve
etrafındaki yağı atın da yağı yeyİn; buyurmuştur.»[17]
Bu hadisi, Buharı
rivayet etmiştir. Ahmed ile Jesâî «Donmuş bir yag içine» ifâdesini ziyâde etmişlerdir.
Peygamber (S.A.v.) in
«farenin düştüğü yerin etrafını atın» diye emretmesi ölü hayvanın necis
olduğuna delâiet eder; çünkü etraftan murâd: hayvanın temas ettiği yerlerdir.
Musannif «Fet-hiı'l-Bari» de şöyle diyor : «Atılacak miktarın tahdidi sahih bir
tarikte yoktur. Lâkin İbn Ebî Şeybe, Atâ'nın mürsellerinden bir avuç miktarı
olacağını tahric etmiştir. İrsali olmasa hadîsin senedi iyidir.»
D;;r.muş ta'birinin
mefbum-ı muhalifi, mayi' yağın her tarafının murdar olacağına deiâlet eder.
Zira mayi'in neresine değip dey-iiK-:liği fark edilemez. Hadîs-i şerif pis
yağdan faydalanmanın caiz olmadığına da işaret ediyor. Bu bâb'ta yukarıda söz
geçmiş ve yemekten gayrı hususat'ta faydalanmanın caiz olduğu görülmüştü.
Binâenaleyh, faydalanmayı yasak eden hadîsler o hadîs'e hamlolu-nurtar.
Böylelikle de delillerin arası bulunmuş olur.
Necâset'e dokunmaya
geünce :
Ona dokunmak ancak onu
gidermek için caiz ise de zararını def etmek için bu cevaz hakkında hilaf
yoktur. Acaba fırın kızdırmak ve yeri bu necasetle sıvamak gibi şeyler caiz
midir? «Caiz olması akla daha yakındır» deniliyor.[18]
807/653- «Ebu
Hüreyre radıyallahü an/i/den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem, şöyle buyurdular:
— Fare yağın içine
düşer veya donmuş olursa derhal fareyi ve etrafındaki yağı atın; mayi' ise
artık ona yaklaşmayın.»[19]
Bu h;ıdisi, Ahmed ik'
Ebu Dâvud rivâyonişlerdir.Buharı ile Kbn âtım ine onun vehim olduğuna
hükmetmişlerdir.
Tlrtnteı (200—-279) :
«BuharVy'ı bu hadîs ıatâdır derken işittim.» demiştir. Doğrusu ZiifırVmn
Abdullah'dan, onun da İbn Abbas'-tan, onun da Meymûne (R, A.)'di\n rivayetidir.
Demek oluyor ki.
-Kukan hadîsi Hz. Msymûne (R. Anhâ) dan sabit bulmuş; anca Ebû Hüreyre tarîkine
vehimle hükmetmiştir. Maamâfîh İbn Hibban (—354) Sahih»'indc hadisin iki
vecihten de sabit olduğuna cezmetmiştir.
Ba hadîsteki ihtilâf
yalnız lâfızdadır; hükmü ihtilafsız sabittir. Sonra fareyi ve etrafındaki yağı
atarak kalanından yemek suretiyle faydalanılması donmuş yağa mahsustur. Bu
cihet Sahîh-i Buharî'dc şu lâfızlarla beyân olunmuştur.
«Fareyi ve etrafındaki
yağı alın da yağınızı yeyin» Bundan anlaşılıyor ki, yağ erimiş olursa tamamen
atılacaktır. Hadîsin zahiri erimiş yağ ne kadar eok olursa olsun, atılacağına
delâlet ediyorsa da. bu hadîs ile Tahavî hadîsi'nin aralarının bulunduğunu
yukarıda gördük.
.Fayda : Mükellefin
kedi köpek gibi hayvanlara lâşe yedirmesi câİz görülmektedir.[20]
808/654-
«Ebu
Zübeyr[21]
radıyalîahü anh'ien rivayet olunmuştur.
Demiştir kî: Câbir'e
kedi İle köpeğin semenini (satış bedelini) sordum: — Peygamber Rallallahü
aleyhi ve sellem bundan men' etti; dedi.»[22]
Bu hadisi Müslim ile
Nesâİ rivayet etmişlerdir. Nesâi
«yalnız av köpeği müstesna» cümlesini ziyâde etmiştir.
imam Müslim (204-261)
bu hadisi Hz. Câbir ile Râffi' b. Hâdten rivayet etmiştir Nesâî rivayetinin sonuna av köpeğinin istisna
edildiğini ziyâde etmiş, fakat: «Bu
münkerdir» demiştir.
Musannif «et-Telhîs»
te : «Câbir hadîsinden istisna vârid olmuştur; râvileri hep sika adamlardır»
diyor.
Câbir rivayetini İmam Ahmed
ile Nesâî de tahric etmişlerdir. Ba rivayette öğretilmiş köpek istisna
edilmektedir. Şu kadar var ki Musannifin : «Râvileri hep sika adamlardır.» sözüne
karşılık Mü-nâvî «el-CâmİÜ>agir» şerhinde şunları yazmıştır : «İbnü'l-Gev-2Î
: Bu hadîsin ravîleri arasında el - Hüseyn b. Ebî Hafsa vardır; demiştir. Yahya
bu adam hakkında: Hiç bir şey değildir; dediği gibi onu İmam Ahmed de zait
bulmuştur. İbn Hibban ise: Bu haber bu lâfızla bâtıldır, aslı yoktur;
demektedir.»
Av köpeği edinmek,
edinenin ecrinden hiç bir şey kaybetmeksizin caizdir. Bu hususta Peygamber (S.A.V.)
şöyle buyurmuştur:
«Bir kimse, av köpeği
müstesna, bir köpek edinirse her gün için ecrinden iki kırat azalır.»
Bazıları : «Bu iki
kîrat'ın biri gündüz, biri geceye âit sevaplardandır» demiş; diğerleri : «Biri
farz'a diğeri nafileye aittir» mütalaasında bulunmuşlardır.
Köpeğin semeni ekser-î
ulemâ'ya göre yasaktır; bunu yukarıda Ebû Nles'ud hadîsi'nde görmüştük.
Kedİ'nin semenini ise yalnız Müslim rivayet etmiştir. Nehy'in aslı tanrım için olmakla
beraber Cumhur-u ulemâ kedi hakkında da ihtilâf etmişlerdir.
Ebû Hüreyre (R. A.)
ile Tavus ve Mücâhid hazerâtı kedinin satılmasının haram olduğuna kaildirler.
Cumhur ise satılmasında bir fayda varsa cevaz vermişlerdir. Onlar hadîsteki
nehy'i tenzih mânâsına almışlardır.
Şunu da arzetmeliyiz
ki, bu hadîsi İmam Müslim rivayet ettikten sonra artık onun hakkında «zaîftir»
demek; onu Ebu'z-Zübeyr'den yalnız Hammâd fa. Seleme rivayet etmiştir,
iddiasında bulunmak merdud-tur. Kaldı ki, îmam Müslim onu Ma'kil b. Abdillâh
tarîki ile de Ebu'z-Zübeyr'den rivayet etmiştir.[23]
809/655- «Âişe
radıyallahü anhâ'âan rivayet olunmuştur, Demişt ki: Berîre
bana gelerek şunfan söyledi:
— Ben bizimkilerle her sene bir okiyye ödemek
şartı ile dokuz oki yeye mükâtebe[24]
yaptım; binâenaleyh bana yardım
et; Ben de d d i m ki:
— Senİnkiler dilerlerse ben bu meblâğı onlara
sayayım. Ama lâ'n[25]
benîm olursa yaparım.
Bunun üzerine Berîre
sahiplerine giderek (meseleyi) kendilcrir anlattı; fakat teklifini kabul
etmemişler. O da onların yanından (ka kıp) geldi.
ResûlüÜah Salldllahü
aleyhi ve sellem, oturuyordu. Berîre :
— Ben bu işi onlara arzettim ama kabul
etmediler, ilîâ velâ hakkı kendilerinin olacakmış; dedi. Bunu Peygamber
Salldllahü aleyhi ve sel-lem de işitti. Ve artık Âişe Peygamber SaÜallahü
aleyhi ve seUem'e meseleyi anlattı. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) :
— Onu al ve velâ'yı kendilerine şart koş. Çünkü
velâ' ancak ve ancak azâd edenin hakkıdır; buyurdular.
Âişe de Öyle yaptı.
Sonra Resûlüllah salldllahü aleyhi ve sellem halkın arasında hutbe trâd'ı içîn
ayağa kalkarak, Allah'a hamd-ü senâ'da bulundu. Sonra şunları söyledi: Bundan sonra :
— Bir takım adamlara
ne oluyor kî Allah azze ve celle'nin kitabında olmayan bazı şartlan ortaya
atıyorlar? Allah'ın kitabında olmayan herhangi bir şart, bâtıldır, isterse yüz
tane şart olsun Allah'ın hükmü tâbi olmağa en lâyık hüküm; Alah'ın şartı da en
sağlam şarttır. (Bînnetîce) veiâ ancak ve ancak azâd edenindir.»[26]
Hadîs mütfefekun
aleyh'tir. Lâfız Buhârî'nindir. Müslim'de şu ziyâde vardır:
«Onu satın al da azâd
eyle, hem velâ'yı kendilerine şart koş».
Hz. Bezire'nin
sahihleri ensâr'dan bazı zevat imiş. Hadîs-i Şerîf, sahibi ile köle arasında
(Kitabet) denilen akdin yapılabileceğine delildir. Bu akdin mahiyeti: kölenin,
hürriyetine kavuşmak için muayyen miktar bir malı sahibine ödemeyi kabul
etmesidir. Malı ne vakit öderse o zaman azâd olur: yani hürriyetine kavuşur.
Kitabet, Hanefîler'le
diğer bir çok ulemâ'ya göre mendûptur.
Atâ' ile Dâvud-u
Zâhirî'ye göre köle kendi kıymeti mukabilinde bunu isterse kitabet vacip olur.
Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de:
[27] «Onlarla mükâtebe yapın» buyurulmuştur.
Emrin zahiri ise vücûb
ifâde eder. Fakat bunlara: «Buradaki emrin. nedib için olduğuna icmâ' vardır»
diye cevap verilmiştir.
Ayet-i Kerîme'deki Eğer
onlarda bir hayır (olduğunu) biliyorsanız» ifâdesi ya kayd-ı vukûî'dir ve âdeti
takrir eder; yahut kayd-ı ihtirâzîdir. Yani: kölede hayır olduğu ma'iûm değilse
kitabeti yapmamak daha iyi olur; manasınadır. Nitekim.
Ebu Davud'un hem
nıerfu' hem de mürsel olarak rivayet ettiği şu hadîs de bu mânâyı te'yıd
eder.
«Peygamber (S.A.V.) :
— Eğer kölelerde bir
san'at olduğunu bilirseniz ne a'lâ. (Yoksa) onları âlemin üstüne yük
göndermeyin; buyurmuşlardır.»
Âyet-i Kerîmedeki
(hayır) İbn Abbas (R.A.) 'e göre mal demektir.
Bazıları: hayırdan
murâd: emânet ve vefakârlıktır; demişler, bir takımları da bunu «kitabet senin
hacetini görüyorsa» mânâsına almışdır,
Hz. Berîre'nİn (her
sene bîr okiyye) sözünü Peygamber {S.A.V.) 'in takrir buyurması bedel-i
kitabetin taksitle ödenebileceğine delildir. tmam Şafiî (150 - 204) İle diğer
bazı fukâhâ'ya göre kitabette taksit şarttır. Onlar Selef-i sâlîhîn'den gelen
bazı rivayetlerle istidlal ederler. tmâm-ı A'zam, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel ile
cumhur'a göre taksitle kitabet vacip değil caizdir.
Peygamber (S.A.V.) 'in
Hz. Âîşe'ye «al onu» buyurması mükâ-teb bedel-i kitabeti ödeyemediği zaman
satılmasının caiz olduğuna delâlet eder. Mükâteb'İn satılıp satılmaması
hususunda üç kavil vardır:
1—
Mükâteb
satılabilir tmam Ahmed ile Mâlik'in mezhebi budur. Delilleri Ebu Dâvud ile
tbni Mâce'nin Amr b Şuayb'ten tahrîc ettikleri şu hadistir:
«Mükâteb, üzerinde bir
dirhem kaldığı müddetçe köledir»
2—
Mükâteb:
kendisini azâd edecek kimseye rızâsı ile satılabilir. Bunlar Btrîre hadîsi ile
ihticâc ederler.
3— Mükâteb:
mutlak surette satılamaz, İmâm-ı Azam Ebu Hanîfe ile bir cemâatin mezhebi de
budur.
Delilleri : Kölenin
sahibinin milkinden çıkmış olmasıdır.[28]
810/656- «İbn
Ömer radıyallahü anhümd'dan rivayet afunmuştur. Demiştir ki:
— Ömer, Ümmii Veled
(câriye) lerin satılmasını yasak etti ve: (böyfesi) satılmaz, bağışlanmaz,
mîras da bırakılmaz. Hatırına geldikçe ondan istifâde eder, öldüğü vakit artık
bu câriye hürdür; dedi»[29]
Bu hadîsi Mâlik ve
Beyhakî rivayet etmiş; Beyhakî: «Bu hadîsi bâzı râvîler refi' ederek vehme
kapıldı» demiştir.
Dare Kutnî (30S -
385): «Sahîh olan, Ömer'e mevkuf olmasıdır» diyor. Abdülhak dahî bunun gibi bir
şey söylemiştir. Bu bâbta eshâb-ı kîrâm'dan eserler çoktur. Hâkim, İbni Asâkir
ve tbni Münzir Hz. Bü-reyrede'den şu had'si tahrîc etmişlerdir:
«Demiştir ki: Ben
Ömer'in yanında oturuyorudum. Birden bîr kadın feryadı duyuldu. Ömer:
— Yâ Yerfe'[30] bak
şu ses nedir? dedi. O da bakıp geldi ve:
— Kureyş'ten bir câriye... annesi
satılıyormuş... dedi. Bunun üzerine
Ömer:
— Bana muhacirlerle Ensâr'ı çağır; dedi. Bir
saat bile geçmemişti kî ev ve oda dolmuştu.
Müteakiben (Ömer) Allah'a hamd-ii
sena etti. Sonra şunları söyledi: Bundan
sonra:
— Acaba Muhammed {S.Â.V.)'İn getirdiği şeyler arasında akraba İle kat'ı
alâka da varmı idi? Cemâat:
— Hayır! cevabını verdiler. Ömer:
— O halde aranızda bir
takım hayvanlar türemiş; dedi. Sonraf yoksa siz geriye[31]
döndüğünüz takdirde yer yüzünde fesat çıkarıp; kat'ı rahim mi ede yazdınız?)
âyetini okudu. Daha sonra :
— Allah sîze maişet genişliği vermişken
sizden birinizin annesinin satılmasından
daha kesin hangi hicran olabilir? dedî. Cemâat:
— Sen münasip gördüğünü yap! dediler. Bunun
üzerine o da uzaklardakilere: «Hiç bir hürrün annesi satılmasın; zîrâ bu
hicrandır; hela! değildir; diye yazdı.»
Bu hususta daha da bir
çok eserler vardır.
Hadîs-i Şerîf,
sahibinden çocuk doğuran bir cariyenin satılması haram olduğuna delildir.
Böyle cariyelere Ümm-ü Veled derler.
Ulemâ-i ümmet'in
ekserisi buna kail olmuşlardır. Katta müteah-hirin'den bir cemâat ümm-ü Veled'i
satmanın haram olduğuna dair icmâ' bulunduğunu iddia etmişlerdir. Hafız ibni
Kesir bu mesele hakkında ayrıca bir cüz tahsis etmiştir. Zâhirîler'le bazı
fırkalar aşağıdaki hadîsle istidlal ederek ümm-ü veled'in satılabileceğine
kail olmuşlardır.[32]
811/657- «Câbir
radıyallahü anh'6an rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Biz Peygamber sallallahü
aleyhi ve selîem sağ iken Ümm-ü veled olan cariyelerimizi saSardik; bunda bir
beis görmezdi.»[33]
Bu hadîsi Nesâî, İbni
Mâce ve Dare Kutnî rivayet etmişlerdir İbn Bibban onu sahîhlemiştir.
Hadîsi, İmam Ahmed,
Şafiî, Beyhakî, Ebu Dâvud ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Hâkim'in rivayetinde
(Ebu Bekir zamanında) kaydı vardır. Yine orada «Ömer bizi men'edince biz de vaz
geçtik» cümlesi vardır.
Hâkim aynı hadîsi Ebu
Saîd'ten de rivayet etmişse de bu rivayetin isnadında zaîf râvî vardır.
Beyhakî (384-458) :
«Hadîsin hiç bir tarîkinde Peygamber (S.A.V.) in bu işe muttali' olup da
eshâbmı takrir buyurduğu yoktur» diyor.
Ümm-ü Veled'in
satılmasına cevaz verenler Hz. Ali (R.A.) 'in vaktiyle «Haramdır» derken o
sözünden dönerek satılmasının caiz olduğuna kail olması i!e de istidlal
ederler. Filhakika Abdürrezzâk, Ma'mer-den, o da Eyyûb ia.n o da îbn Sîrîn'den.
o da Ubeydetü's-SelmânVden işitmiş olarak su hadîsi rivayet etmiştir:
«Ubeyde demiştir ki:
Ali'yi şöyle derken işittim: Ben 1le, Ömer'in reylerimiz Ümm-ü Veled
cariyelerin satılmıyacağı hususunda birleşmiş idi; sonra ben satılmalarına kaiS
oldum...»
Eu rivayet en sahîh
isnadlardan ma'dudtur.
Bazıları bunlara
cevaben; «Hz. Câbir hadîsi islâmiyetin ilk zamanlarında idi sonra nesh edildi»
demişlerdir. Sonra Câbir hadîsi takrirdir, diğer hadîsler ise kavildir; tearuz
vukuunda kavil tercih edilir. Maamâ-fîh bu cevaplara da itirazlar vâkî
olmuştur.[34]
812/65- «Câbir
b. Abdillâh radıyallahü anhiimâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki:
Resûiüllah sallallahü aleyhi ve sellem bizi suyun fazlasını satmaktan
nehyetti.»[35]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiş; bir rivayette «Devenin aşmasını satmaktan da» cümlesini ziyâde
eylemiştir.
Bu hadîsi «sünen»
sahipleri îyâs b. Abd'ten rivayet etmişlerdir. Tirmizî (200 - 279) onu
sahihlemiştir.
Hadîsi Şerif
ihtiyaçtan artan suyu satmanın caiz
olmadığına delildir.
Ulemâ diyorlar ki:
«Bunun sureti; mubah bir yerden su kaynayıp bir kimsenin o suyu tutmasıdır.
İhtiyaçtan fazlasını tutmağa hakin yoktur. Kendi milkinde su biriktirerek
fazlasını başkalarına vermemek ve keza kuyu kazarak ihtiyacını gördükten sonra
artan suyu komşularından esirgemek hep memnu'dur.»
Zâhirîler'den îbn
Kayyım (691—751) hadîsin zahirine bakarak: «ihtiyaçtan artan suyun hangi nev'i
su olursa olsun ve nerede bulunursa bulunsun ihtiyaç sahiplerine verilmesi
vaciptir» diyor.
îbni Kayyım ihtiyaç
sahibine bu bâbta geniş salâhiyet tanımakta ve: «Böylesi su almak veya ot
biçmek için başkasının miîkine bile girebilir, çünkü bunlarda hakkı vardır;
gayrın milkini kullanmak ona mâni, değildir. İmam Ahmed çobanın mubah olmayan
bir yerde hayvan otlatmasının caiz olduğunu nassan bildirmiştir.» demektedir.
Zâhirîler'in bir çoğu
aynı kanâattedirler. Onîara göre bu hususta milk sahibinin izin vermesinin bir
fâidesi yoktur. Çünkü milkine girmekten men' etmeye zaten hakkı yoktur;
men" etmesi haramdır; binâenaleyh onun yerine girmk iznine bağlı
değildir. Yalnız evde yaşayanlar varsa o zaman izin almak îcabeder.
Hâsılı bir kimse kuyu
kazsa veya nehir akıtsa, yeri kendi milki olsun olmasın suyu kullanma hakkı
herkesten Önce onun olmakla beraber suyun fazlasını başkalarına vermekten
imtina Hemez. Ebû Davud'un tahric ettiği şu hadîs de buna delildir :
«Bîr adam :
— Yâ Nebiyyailah, vermemesi helâl olmıyan şey
nedir? dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :
— Sudur: cevâbını verdiler. Adam (yine) :
— Yâ Nebiyallah, (daha)
hangi şeyi vermemek helâl değildi ? diye sordu:
— Tuz'dur;
buyurdular.»
Görülüyor ki. tır/ ve
benzeri şeyler su hükmündedirier. Ancak bu ihûhn rruıhrez olmayan yani
korunmayan şeyler hakkındadır. Şayet su veya ol konmuyorsa, onun hükmü bu
kıyaslan hâriçlir; 7Îrâ fazlasını satabilir.
Başkalarına parasız damıtmak mecburiyetinde değildir.
Resulü Ekrem
(S.A.V.) :
«Kim Bi'r-i Rûme'yi satın
alır da onunla müslümanlar başını çözerse cennet onundur» buyunnushu ve derhal
Hi. Osmnn d*. A.) kuyuyu satın almıştı. Bu badis kuyuların satılabileceğine
delildir.
Deve'nin asmasıntian
murad: Çiftlesmesidir. Aşağıdaki hadîste buna (asb) nilmislir. Erkek devenin
sahibi çiftleştirme mukabilinde ücretak demektir.[36]
813/659- «ibni
Ömer radtyallcthii anhümâ'âan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
Saîlnünhü aleyhi ve sellem, erkek (hayvan)'ın menisi mukabilinde kira almaktan
nehyetti.»[37]
Bu hadîsi. Buharı
rivayet etmiştir.
Bu ve bundan ö:ıceki
hadis dişi hayvanı aşmak için erkeğini ki-ralam^ım haram olduğuna delâlet
ederlerse de seleften bir cemâat bunun malûm bir nüddet için caiz olduğuna
zâhüb olmuşlardır. Onlar ihtiyacı ve menfaati nazar-ı i'tibâra tutarak nehyi
tenzih mânâsına almışlardır. Nitekim mezheb imamlarından Mâîik'in kavli de
budur.
Dİger mezhcblerdon
Hanefîler'c pörc hayvanın menisini, karnındaki yavruyu ve doğ;:cak yavrunun
neslini satmak bâtıldır. Çünkü bunlarıma! değildir. Şâfiiler'le Hanbelîler'e
Rörc ise hu alış veriş bâtıl değil fasittir. Bununla beraber onlara göre alış
verişin bâtılı i e fasidi aynı mânâya gelir ve ikisi de haramdır.[38]
814/660- «(Yine)
İbni Ömer yıi'iıı/allahü anhiivıâ'âan rivayet olunduğuna göre: Resûlüllah
Sullnllahii aleyhi ve ftcllcm ana karnındaki yavruyu ve onun yavrusunu
satmaktan nehyetmiştir. Bu aiış-veriş câ-hiliyet ehlinin yaptığı bir bey' idi.
Herif deveyi dişi devenin doğurmasına; sonra onun karnındakînin doğurmasına
(ta'likan evvelden) satın alırdı.»[39]
Müttefekun aleyh'tir.
Lâfız Buharinindir.
H;ıdîsin
«Nehyetmiştir» cümlesinden sonraki kısmı ya Nâfî'İn, ya-hud da İbni Ömer (R.A.)'m
kendi ifâdesinden müdrec olup yukarısının tefsiridir.
Hndîs-i Şerif
çeşitli lâfızlarla rivayet edilmiştir.
(Habe!) gebelik
demektir. Ebu Ubryd diyor ki : «insandan gayrı inahlukât hakkında «iıabel»
tâbiri yalnız bu hadiste vârid olmuştur.»
Maamâfîh: başka
hadîslerde de vârid olmuştur; diyenler dahî vardır.
Hadis bu alış verisin
haram olduğuna delildir. Ulcmâ'nm hu hâbtaki kavillerini bundan evvelki hadîste
görmüştük. Ulemâ mezkûr alış verisin niçin yasak edildiği' hususunda dahî
ihtilâf halindedirler.
İnıâm-t Şafii,
İmâv> Mâlik ve bir cemâat : «Bu bey'in yasak edilmesi, devenin kıymeti doğup
meydana gelinceye kadar te'cil olunduğun d and ir-» demişlerdir.
Hcnsfîİer'le
Hanbelüer'e ve lûgnt ulemâsından bir cemâate güre yasak edilmenin illeti: ortada
mal diye bir şeyin bulunmaması ve teslime muktedir olmamasıdır.
İmâm T irinizi dahi
cezmen bu kavle zâhib qlmuştur.
Ru alış veriş bey-i
garer denilen aidatına alış verişine dâhildir.
Bey-i garer hadisi az
ileride görülecektir.
Hâsılı buradaki
İhtilâftan dört kavil
meydana gelmiştir:
1— Bu
bey'den murâd: te'cilli satıştır; yani simdi satıp muayyen bir müddet sonra
parasını almaktır. Yasak edilmesi de bundandır.
2— Buradaki aiış
verişten murâd: ana
karnındaki yavrunun satılmasıdır.
Bey1 bunun için yasak edilmiştir.
3— Bey'den
murâd le'eildir. diyenler buradaki müddetin ana hayvanın doğurması ile mi
yoksa doğuracağı yavrunun doğurması ile mi sona ereceği hususunda ihtilâf
etmişlerdir.
4— Buradaki alış
verişten murâd: ana karnındaki yavrudur; diyenler de., yavrudan maksat ilk yavrrmu,
yoksa yavrunun yavrusumu olduğunda ihtilâf etmişlerdir.
İbni Ki sân ile
Ebi'l-Abbas Mü be rrid'ten rivayet edildiğine göre, hadîsteki «habele»
tâbirinden murâd; gebelik değil, üzümdür; yani bu hadîste yasak edilen alış
veriş henüz kemâle gelmeden üzümü satmaktır. Filhakika «habele» kelimesi üzüm
mânâsına da kullanılmıştır; fakat hu mnânda ekserİvetle «hable» seklinde
okunur.[40]
815/661- «(Yine)
ondan -ratlıyallahü anlı- rivayet edildiğine göre; Resûlüllah SaUallafcü
alcıjhi ve scUcm velâ'yı satmaktan ve hibe etmekten nehî buyurmuştur.»[41]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Vclâ'nın bir nev'i
akrabalık ihdası olduğuna yukarıda işaret etmiştik. Evet bu bir akid olup iki
kısımıdır. Velâ-i atâka, Velây-ı mıı-vâlât. Veiâ hakkını kazanana «mev!â»
derler.
Velâ-i atâka : Köle
âzâdı sebebi ile hâsıl olan akrabalıktır. Buna velâ-î ni'met de derler. Artık
âzâd edilen" köle Ölürse mcvlâsı olan sahibi ona mirasçı olur.
Velâ-i Muvâlât Bir
nev'i yardımlaşma akdi olup, müslüman olan bir kimse ile ona yardım eden
arasında şu şekilde yapılır: Müslüman olan kimse dostuna : «Sen benim
mevlâmsın; bir cinayet işlersem cenini için onun diyetini ödersin; öldüğüm
zaman da bana mirasçı j!ursun» der. Dostu da bunu kabul ederse akid sahih olur.
Câhiliyet devrinde
araplar çeşitli suretlerde yardımlaşma akidleri yaparlardı. Peygamber (S.A.V.)
bunlardan yalnız iki nev'i veiâ'yı takrir buyurmuş; diğerlerinin hükmünü
kaldırmıştır. Araplar velâ hakkını satar ve bağışlarlardı. İslâmiyet bunu da yasak
etmiştir. Çünkü velâ neseb gibi bir şeydir. Onu elden çıkarmak kulun elinde
değildir.[42]
816/662- «Ebu
Hüreyre radıynllahû anh'ien rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
KallalUthii aleyhi ve sellem taş atma satışı ile aldatma satışını nehyetti.»[43]
Rıı hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hadis-i şerif satış
suretlerinden iki tanesinin yasak edildiğine delâlet ediyor. Bunların
birincisi taş atma satışıdır. Bu satışın tefsirinde ihtilâf edilmiştir.
Bazılarına göre : «Şu taşı at; hangi elbisenin üzerine düşerse o elbise bir
dirheme senindir» diyerek yapılan satıştır.
Diğer bazılarına göre:
Bundan maksat, arazisinden bir taş atımı yer satmaktır.
Bir takımları: «Tas
atma satışı, eline bir avı;ç taş alarak: avucum-da kaç taş çıkarsa satılık
maldan o kadarı benim; diyerek ypıian satıştır» derler Yâhût birine mal
satarken bir avuç taş alarak: «avucum-da kaç taş çıkarsa bana o kadar dirhem
vereceksin» diye yapılan satıştır. Bu satışın başka bir nev'i de eline bir taş
alarak: «Bu taş ne zaman yere düşerse satış o zaman vâcib olacak» diyerek
yapılır.
Aynı satış koyun
sürüsünün ününe çıkarak : «Bu taş koyunlardan hangisine rastlarsa o koyun şu
kadara senin olacak» diyerek bir taş atmak suretiyle de olur.
Hangi şekil ve surette
olursa olsun bu satışların hepsi aldatmayı tezammun eder. Çünkü ya semen'de,
yahut da satılan malda meçhulük vardır.
Hadisteki «garar»
kelimesi bunlara şâmildir. Böyle olduğu hâlde yine de ayrıca zikredilmesi bu
satışların câhîliyet âdeti olduğunu. Peygamber
(S.A.V.)'İn onları yasak ettiğini göstermek içindir.
İkincisi : Aldatma
satışıdır. Bu satış tahakkuk ettikte müşterinin razı olmıyacağı kuvvetle
muhtemeldir. Binâenaleyh başkasının malını bâtıl suretle yemek kabîlindendir.
Aldatma satışı çeşidi
suretlerle yani kimi kaçak köleyi veya ovada vahşîleşmiş atı satmak gibi
teslime kadir olamayan şeyi, kimi de büyük bir sudaki balıkları satmak gibi
milkinde olmıyan şeyi satmakla yapılır.
oldukları dolayı
mrsnı' sayılmışla; ücretle lığına kiraya v. rıiK1 gibi muamelât bunlardandır.
Kir t;ıık!ıın hakkında da ihtilâf edilmiştir. Fkınlann yeri fıkıh
kitaplarıdır.[44]
817/663-
«{Yine)Ebu Hüreyre rruln/allalıü 'dan rivayet
edildiğine göre; Resûlüfİais alla1bthü aleyhi ve sellem:
— Her kim bir yiyecek
satın alırsa onu ölçmedikçe satmasın; buyurmuşlardır.»[45]
Bu hadisi, Müslim
rivayet etmiştir.
Yiyecek bir sey satın
alanın onu eline almadan satmasının memnu olduğu Ashâb-i Kirâm'dan bir cemâat
tarafından rivayet edilmiştir. hv.âm Ahmnl b. Hanbel (164—241)'in Hakîm b.
Hizam (R.A.)'dan rivayet ettiği şu badi yiyecek ve saireye şâmildir:
«Dedim ki: «Yâ Resûlellah! ben
çeşitli şeyler satın alıyorum.
Acaba bunların bana
hangisi helâl, hangisi haram
olur? Resûlülİah (S.A.V.) :
— Bir şey satın
aldınmı onu eline almadıkça satma; buyurdular.»
Dârc Kutnl (306—385)
ile Ebu Dâvud (202—275) Zeyd b. Sabit (R. A.)'ânn şu hadîsi tahrîc etmişdir ;
«Peygamber {S.A.V.)
malın satın alındığı yerde
o malı tacirler
kendi eşyalarına katincaya
kadar satılmasını yasak ettî».
Bu hadîsi Tirnıizi
müstesna Yedi'fer İbni Abbas (R.A.)\Um
şu lâfızlarla tahrîc etmişlerdir :
«Her kim bir yiyecek satın alırsa onu eline
almadan satmasın.»
jbni Abbas: «Zannetmem
ki her şey de böyic olmasın.» demiştir.
hadîslcf Kalın alınan
bir inalın satılabilmişi irin o malı teslim almanın şart okluğuna delâlet
çimektedirler. Fukâhâdan bazıları bunun
yalınız yenilen seyL're mahsus
oklusuna kail olmuşlardır.
İmâm-) A'znm Khu
//mti/r'yc göre menkul, yani bir yerden başka yere gntürülebüoıı maîlaia
mnhKusı.Mur. Delili Zeyd b. Sabit
(R.A.) hadîsidir.
Cumhura j'ore hüküm
her mala ânını ve şâmildir; ve müşteri satın
aldım bir m.'iîı
teslim alnrıdıkea mutlak
surette salama.
Fâide: Dâir Kıılni Hz.
Câbir (İL A./dan su hadisi tahrif
etmiştir;
«Resûlüllah
(S.A.V.) yenilen şeylerde iki Ölçek
-satanın ölçeği ile alanın ölçeği- cereyan etmedikçe (onu)
satmaktan nehyetti.»
Bunun bir benzerini do
Bczzur güzel bir isnad ile Hz. Ebu Hürey-re'den rivayet ediyor. Röylece hadîs
ölçülerek .salın alman bir mal teslim alındıktan sonra satılmak istenirse
yeniden ölçülerek satılması icab ettiğine delâlet ediyor.
Cumhur-u ulemâ'nm
kavli de budur.
Atâ : «Satın alırken
ölçülmesi kâfidir» demiştir ki, her halde bu hadîsi duymamış olacaktır.
İki defa ölçülme
emrinin sebebi : «Noksan çıkması ihtimalin-dendir» diyorlar. Bu suretle
aldatmadın önüne geçilmiş olur.
İki defa ölçme hadîsi
cüzâfen yani göz kararı ile yapılan satışın caiz olmadığına delildir.
Ancak Ibnİ Ömer (R.
Anhümâ)'mn hadîsinde şöyle
denilmiştir :
«Bİz yiyeceği
hayvan üzerinde giden satıcılardan göz kararı ile satın alırdık .Sonra
Resûlüllah (S.A.V.) onu (evimize) nakletmeden satmaktan bizi nehyetti.»
Hu hadisi Tinniıî
müstesna, muhaddİsler cemâati rivayet etmiştir.
İlmi Kudüme (—744) : yığın
halindeki mal göz kararı ile .satılabilir. Bu bâbta ihtilâf bilmiyoruz» diyor.[46]
819/664- «(Bu
da) Ebu Hüreyre radıynllnhü anh rivayet olun muştur. Demiştir ki: Resûlüllah
Sallallalıü aleyhi ve scîlem bir defad; iki sütış yapmaktan nenyetti.»[47]
Bu hadîsi, Ahmed ik1
Nesâî rivayet etmişlerdir. Tİrmizî ile İbn Hibban onu sahîhlcmişlerdir.
Ebu Davud'un
rivayetinde «Her kim bir defada iki satiî yaparsa ona ya iki fiyatın az olanı,
yâhCd ribâ vardır.) ifâdesi bulunmaktadır.
Hadîsi, İmâm Mâlik İle
îmâm Şafiî de rivayet etmişlerdir.İmân Ahmrd'm rivâyotindeki râviîer sahih
hadîs râvîleridir.
Ebu Davud'un ziyâdesi
de Hz. Ebu Hüreyre'den rivayet cdiimiştir.
İmâm Şafiî (150—204) :
«Bu hadîsin iki türlü te'vili vardır:
Birisi : Şu malı sana
veresiye iki bine, peşin olarak bin dirhem sattım; binâenaleyh, hangisini
istersen onu al; demektir. Bu satış îz sittir; çünkü İham ve ta'lîk'tir.
İkincisi : Bana atım
satman şartı i!e sana kölemi sattım; demek tir» diyor.
Birinci te'vüe göre
nehy'in illeti fiyatın kararlaşamaması ve rİb; lâzım gelmesidir.
İkinci'yc göre illet:
Vücût bulup bulamıyacağı henüz belli olmiya müstakbel bir şarta ta'lîk
etmesidir.
Böyle bir satışın
hükmünü Ebu Davud'un rivayeti bildiriliye ki, bu da iki şeyden biridir. Ya iki
fiyatın az olanını alır; yahut r: bâ'yı kabul etmiş olur.[48]
870/665- «Amr
b. 5nayb'fan o da
babasından, o da dedesinden işitmiş olarak rivayet edilmiştir. (Dedesi) demiştir ki:Resûlüllah;
— Hem ödüne hem satış;
bir satışta iki şartı; ödenmeyen malın kârı ve yanında olmıyan şeyi satman
helâl delildir: buyurdular.»[49]
Bıı hadisi. Besler
rivayet etmişlerdir. Onu Tîrmizî, İbni
Huzeyme vı1 Hâkim sahîlıkmi.slrrdir.
Hâkim bu hadisi Kim
Hıtnıfc'mn mezkûr Amr'd.-ııı rn âyel çitici stı lâfızlarla tahric etmiştir ile
satıştan nehycttî».
Tıthcrâıtı dahi Evnâi»
da onu bu vocihten taline eylemiştir.Hadîs garîb'ür.
Aynı hadîsi, İmâm
Ncvrvl (631—676) dahî garîb bulmuştur. Hadîsi uîemâ'dan bir cemâat rivayet
etmişlerdir.
Bu hadîs-i Şerif dört
surette alış verişin memnu olduğuna delâlet ediyor:
1— Hem
ödüne, hem satış. Bu şöyle olur: Bir kimse veresiye olduğu için .leğerinden
daha fazla fiatla bir malı almak ister. Fakat mez-h e bine e- bu caiz
olmadığından hileye kaçar ve evvelâ o malın karşılığı olan meblâğı satandan ödünç alır; müteakiben kıymetini verir malı alır. (Meselâ : Bana 1000 lira ödünç vermak şartı
ile şu atı sana 1000 liraya sattım;
diyerek yapılan satış böyledir.
Çünkü menfaat celbden her ödüne ribâ sayılır.)
2— Bir
satışta iki şart. Bunun îzâhı hususunda
ihtilâf edilmiştir, Bazı'arına göre: «Şumalı sana peşin para ile bin liraya,
veresiye iki bin liraya sattım» gibi sözlerle yapılır.
bazılarına göıv: Hu
satış satanın müşteriye o malı kimseye satmamak bağışlamamak vermesidir.
Bir takımları : «Bu
satışı müşteriye hitaben: filân malını bana şu kadara satmak sarlı ile ben de
sana şu malımı şu katlara sattım; diyerek yapıl ir» diyorlar,
3—
Ödenmiyen
malın kârı. Bundan murâd bazılarına göre gasıhtır. Çünkü gasbetıneklo o mal
gasbedenin mİlki olu vermez, o malı sattığı zaman getirdiği kâr dahi kendisine
helâl değildir.
Diğer bir takım
ulemâ'ya göre ise bundan maksat: satın alınan malın teslim alınmadan
satılmasıdır. Zîrâ mal teslim almadan önce müşterinin değildir. Onun için.
telef tıkırsa salanın hesabına gider.
4—
Yanında
olmıyan şeyi satmak.Bu
cümleyi FAm Dûvud
ile NvsâYnm Hakim b. Hİzâm (R. A.)\\i\x\ tahrîc ettikleri xu hadis
tefsir ediyor:
«Hakim (II. A.)
demiştir ki: yâ RcsûleUah, adam bana gelip bende olmıyan malı İstiyor; ben de
ona pazardan satın alıyorum; dedim. Resûlüllah
(S.A.V.):
— «Senin yanında
bulunmıyan bir şeyi satma; buyurdular.»
Bu hasi Mâlik rivayet
etmiş : «bana Amr b. Şuayb'tan bu lâfız-
delalet eder.anefîler'e göre bu satış bâtıldır.[50]
821/666- «(Bu
da) Ondan -radıyaUahü^anh- demiştir ki: Resûlüllah S alla ila hü aleyhi ve
sellem; Peylİ satıştan men' etli.»[51]
Bu hadîsi Mâlik
rivayet etmiş: «bana Â~nr b. Şuayb'dan bu lâfızlarla geldi» demiştir.
Hadîsi Ebu Dgvud ile
îbni Mâce de tahrîc etmişlerdir. Bunun bir rivayetinde râvileri arasında ismi
bildirilmiyen bir zât vardır.
Halta diğer bir
rivayetinde bu râvinin adı bili: bildirilmiştir; fakat zaîfür.
Hadîsin başka
tarikleri do varsa da hiç biri i'tirâzdan hâli değildir.
Bazıları bu hadîs için
: «münkati'dir» demişlerdir. Çünkü onu Mâlik, Amr b. Şuayb'ten rivayet
etmiştir. Halbuki Mâlik ona yetişmemiştir.
«Urban» kelimesini
İmâm Mâlik : Bir köleyi veya cariyeyi satın veya kira ile alırken sahibine
muayyen bir para vererek:
«Eğer bu malı alırsam
bu para onun kıymetine katılacak; almazsam senin olacak, diye verilen paradır»
şeklinde tefsir etmiştir. Bu satışın caiz olup olmiyacağı fukâhâ arasında
ihtilaflıdır.
İmâm Mâlik ile ŞâfiVyc
göre bu hdîs bâtıldır. Delilleri buradaki hadîste nehyedilmesi ve içinde fâsid
şart bulunmasıdır.
Hz. Ömer ile oğlundan
(R. A.) ve imâm Ahmcd b. Hanhcl'dcn bu satışa cevaz verdikleri rivayet olunur.[52]
822/667- «İbni
Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Pazardan zeytin
yağı satın aldım (malı kabzedip) satışı iyice vacip kıldıktan sonra bana bir
adam rast geldi ve o zeytin yağ karşılığında iyi bir kâr verdi. Ben hemen
adamın eline (el) vurarak (akdi yapmak İstedi işet îde) arkamdan bîr adam
kolumdan tutuverdi. Bir de baktım ki, Zeyd L\ Sabit. Bana dedi ki
:
— Bunu kendi eşyana
katmadan satın aldığın yerde satma. Çünkü Resûlüllah Sallalînhü aleyhi ve
sellem; malları tacirler evlerine götürmeden alındıkları yerde satmaktan
nehyettl.»[53]
Bu hadîsi Ahmed ile
Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Lâfız Ebu Davud'undur. Hadisi ibni Hibbân ile
Hakim sahîhlemislerdir.
Hadis-i Şerif,
müşterinin malı tesellüm edip kendi eşyasına katmadan salmasının doğru
olmadığına delildir. Bundan maksat kabız yani eüue almaktır. Ancak müşteri
ekseriyetle satın aldığı malı kendisine mahsus olan yöre koyduğu için bu
lâfızlarla ifâde edilmiştir. Kendine mahsus olmıyan bir yere koyması da
cumhur'a güre kabz sayılır.
İmâm Şafiî bu hussuta
tafsilât vermiş ve: «Âdeten bir yerden bir yere nakledilebilcn ağaç, hububat ve
hayvan gibi şeylerde kabız nakil ile, ele alman para gibi şeylerde eline amakla,
nakledilemiyen tarla gibi şeylerde ise tahliye ile olur.» demiştir.
Bu mesele Hanef'ler'e
göre de böyledir.[54]
823/668- «(Bu
da) İbni Ömer radtyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Yâ
Resûlellah! ben Baki'de[55] deve
satıyorum; ama dînâr'Ia satıyor (onun yerine) dirhem alıyorum; dirhemle
satıyor, dînâr alıyorum, (yani) onun yerine bunu alıyor; bunun yerine onu veriyorum; dedim.
Resûlüllah Sallollahil aleyhi ve sellem:
— Aranızda mevcut
bir-şey olduğu ve yerinizdeîı ayrılmadığınız müddetçe o günün fiy«-iı ile
eşeyleri almanda bir beis yoktur; buyurdular.»[56]
Bu hadîsi Beş'ler
rivayet etmişlerdir. Hâkim onu
sahîhlemiştir.
Tirm'.zi onun
hakkında: «Bu hadîs'i merfu' olarak ancak Sem-mâk b. Harb'İn rivayetinden biliriz» demiştir.
Hadîs-i Şerif altm'ın
yerine gümüş, gümüş'ün yerine altın almanın caiz olduğuna delildir. Çünkü İbni
Ömer (R. Anhümâ) develeri altınla satıyor ; müşterilerinin zimmetinde borç
altın olarak sübût buluyordu; semen denilen mal bedeli bu olduğu halde önün
yerine dirhem yani gümüş para alıyordu. Bazen de bunun aksini yapıyordu.
Ebn Diirıtd (202—275)
bu hususa dair bir bâb tahsis etmiş ve ona «gümüşün yerine alhn
iktizâsı babı» adını vermiştir.
lî.ıtlis-i Şerifte
altın ile gümüş'ün .satış yerinde yalnız birisinin bu-lunduğunn isârei vardır.
Peygamber (S.A.V.) bu
alış verişin hükmünü beyân sadedinde : Müşterinin zimmetinde sabit olan
altınları satıcı eline almadan ayrılıp gitmemelerini; zîrâ altınların bir
kısmım alıp bir kısmının borçlunun zimmetinde kalmasının caiz otamıyacağını;
gümüşün de aynı hükümde okluğunu, ifâde buyurmuşlardır.
Yapılan bu muamele
alış verişin (sarf) kısmına dâhildir..
Sarfın şartı,
aralarında kabz';. elverişli bir mal varken onu kabz-etmeden ayrılmamaktır.
Hadîsle geçen «o günün
fiyatı» ta'biri her hakle şart değil bir :vukûî olacaktır; ve âdeti takrir
etmektedir. Nitekim Peygam-b r (S.A.V.)'in :
«Sınıflar değişti mi
artık peşin olmak şartı ile istediğimiz gibi satın» buyurması da buna delâlet eder.[57]
824/669- «(Bu
da) İbnİ Ömer (R. A.)'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Rcsûtüllah
Sallallahü aleyhi ve srllem; müşteri kızıştırmaktan nehyetti.»[58]
MiM'efekun aleyh'tir.
«Necş» lügatte avı
ürkütmek ve avlamak için onu yerinden kaldırmaktır. Şorîat'te ise satılık
malın fiatınt, başkalarını kızıştırmak için arttırmaktır.
İbni Battal (—444):
«Ulemâ müşteri kızıştıranın bu fi'li ile âs" olduğuna ittifak etmişlerdir»
diyor. Böyle kızıştırmak suretiyle yapılan satışın caiz olup olmıyacağı ulemâ
arasında ihtilaflıdır.
Hadis imamlarından bir
cemâate göre bu satış fasittir.
Hanboliler'den meşhur
olan kavle göre müşteri satışta kızıştırma olduğunu bilmezse aldığı malı geri
çevirmekte muhayyerdir; fakat bilirse kendisine muhayyerlik hakkı yoktur.
M.ılikiler'c göre :
Satıcı kızıştırmayı bilirse müşteri o malı geri çeviri m kt.e muhayyerdir;
bilmezse kendisine asla
muhayyerlik yoktur.
Hancfüler'e göre : Hu
satış, nı;ıhn geçer kıymetinden fazlaya yapılmışsa ketâhet-i tahrîmiyye ile
mekruhtur.
ŞâfiÜer'e göre :
Satıcının müşteri kızıştıranla anlaşması yoksa, müstı.Tİnm dönmeğe hakkı
yoktur. Anlaşma varsa mesele Şafiî'ye ulemâsı arasında ihtilaflıdır; esah
kavle göre müşteriye yine muhayyerlik yoktur.
t bin AbiHlbcrr
(368—463), İbnül-Arabı (468—534) vo İbni Hazmı (384—456) ; «Buradaki ziyâde
malın emsali fiyatından daha fazla olursa haramdır; fakat birisi bir malın
kıymetinden daha aşağı satıldığım görerek geçer kıymetini buluncaya kadar
fiyatını art-tırırsa âsî olmak şöyle dursun sevap bile kazanır.» demirlerse de
bu kavil reddedilmiştir; Çünkü
aldatmadır.
İmâm Bu'uîri (194—256)'nin Hz. îbn Ebi Evfâ'dan :
[59] «Allah'a verdikleri ahd-ü peymân ve yeminleri
pek a. bir
kıymetle değişenler .»
âyet-i kerîme'sinin sebeb-i
nüzulü lakkın tahrîc ettiği bir hadiste şöyle deniliyor :
«İbni Ebî Evfâ
demiştir kî: Birisi malını pazara getirir. Billahi bu mala îenin verdiğinden
daha fazlası verilmiştir; dîye yemin ederdi. Bunun üzerine
bu âyet nazil oldu.»
Yine İbnî Ebî Evfâ: «Müşteri
kızıştıran, ribâ yiyen hâindir» demiş ve bîr malı satın aldığından daha fazlaya
göstermeyi müşteri kızıştırma addetmiştir. Çünkü hükümde müşterektirler.
Müşteri kızıştıran kimse satıcıdan
bahşiş alırsa riba yemiş olur.[60]
825/670- «Câbir
b. Abdİllah radıyaVnhü anhihnâ'dan rivayet edildiğine göre Peygarr,l»er
Sallallahü aleyhi ve selle m; muhâkale, müzâ-bene, muhabere ve İstİsnâ'dan
nehyetmiştir; ancak ma'lûm olursa o başka.»[61]
Bu hadîsi, ibnİ Mâce
müstesna Beş'ler rivayet etmişlerdir. Tirmizî onu sahîhlemiştir.
Hadîs-i Şerif Sâri'
hazretlerinin vaşak ettiği dört nevi' bey'a şâmildir:
1— Muhakaie:
Bunu hadîsin ravîsi Câbir (R.A.): «Bir kimsenin birine ekini yüz kile buğdaya satmasıdıra diye tefsir etmiştir.
Sbû Ubcyd[62] ise:
«Muhâkale, ekini başağında satmaktır» diyor.
Bazıları onu: tarlayı
gelirinin bir kısmı ile kiralamaktır «diye tefsir etmişse de bu aynen
muhaberedir.
Hadiste muhabere
muhâkale üzerine atfedİimiştir. Atıf mugâyaret'e delâlet eder. Binaenaleyh
muhâkale ile muhabere başka başka şeylerdir. Bir de sahâbî rivayet ettiği şeyi
herkesten İyi bilir. Hz. Câbir'in tefsiri muhâkale ile muhabere'nin bir şey
olmadıklarına delâlet etmektedir.
2—
Müzâbene
: Bunu İbni Ömer (R.A.) «yaş hurmayı kuru hurma île kile ile ve keza yaş üzümü
kuru üzümle kile ile satmaktır» diye tefsir etmiştir.
İbni Ömer (R.A.)'m
tefsirini İmâm Şafii «cl-Üm» adlı eserinde tahrîc eimi.ş vo : «Muhâknk1 ile
müziıbrcıenin hndîalerdeki tefsiri Peygamber (S.A.V.)den rivayet edilmiş de
olabilir; rivayet eden râvi-lerin sözü olmak ihtimali de vardır» demiştir.
Bu satıştan
nehyediimenin illeti riba olmasıdır.
3—
Muhabere
: Arazîyi, getirdiği mahsul'ün bir kısmı mukabilinde kiraya vermektir.
«Muzâra'a bahsi»nde
bunu tekrar temas edileçektir.
4— İstisna :
Bir malı satarken bir kısmını istisna etmektir. Bu da memnu'dur; ancak istisna edilen kısım ma'lûm olursa sahihtir. Meselâ : bir
bahçenin bütün ağaçlarını satarak muayyen bir asmayı istisna etmok ittifakla
sahihtir. Fakat bahçeyi satarken gayr-ı muayyen bir kısmını istisna etmek sahîh
olamaz; çünkü meçhul bir şeyin istisnası sahih değildir.
Zâhir-i Hadîs'c göre
istisna edilen miktar ma'lûm olursa satış mutlak surette sahîh olursa da,
bazıları bunun, bütün malın üçte birini geçmemesini şart koşmuşlardır.[63]
827/671- «Enes
rndıyallakü anfr'tan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: RerûHuîlah Sallallahü
aleyhi ve sellem; muhâkale, muhâdara, mülâ-mese, münâbeze ve müzâbeneden
nehyettİ.»[64]
Bu hadîsi Buharı
rivayet etmiştir.
Hadîs-i Şerif, beş
nev'i memnu' satışa şâmildir :
1—
Muhâkale.
Bu satış yukanki hadîste görüldü.
2— Muhâdara : Meyve ve hubûbat'ı kemâle gelmeden
satmaktır. Ulemâ meyve ve ekinlerin ne zaman satılabileceği hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Hanefîler'le diğer
bazılarına göre istifâde edilecek bir raddeye geldimi meyveler henüz
renklenmemiş; hubûbat'm dâncleri katılaşma-mış bile olsa satılabilir; yalnız
derhal kaldırılmaları lâzımdır. Malın yerinde kalması bilîttifâk sahîh
değildir; çünkü satıcının milkini meşgul etmek doğru değildir. Mahsul kemâle
gelerek meyveler renklendi- ği ve hububatın dâ'neleri katılastığı zaman onları
.satmak ittifakla -sahihtir. Ancak müşteri yine bunların yerlerinde kalmasını
şart kılarsa bazılarına göre sahs sahih olmaz; diğer bazı ulemâ "ya göre
olur.
Bir takımları :
«Müddet ma'iûm olursa satış sahih, ma'lûm olmazsa satış da sahih değildir»
demişlerdir.
Mahsul'ün bir kısmı
kemâle gelmiş; bir kısmı gelmemişse satış 'sahih değildir.
Hanefîier'in fıkıh
kitaplarında bu bâbta tafsilât vardır.
3— Mülâmese:
Bunun ne demek olduğunu Buharı,
Zührî'dcn rivayet etmiştir ki, bir kimsenin elbiseye gece veya gündüz
dokunmasıdır.
NcsaVnin tahric ettiği
Ebû Hüreyre hadîsî'ne göre mülâmese : bir kimsenin diğerine; «elbisemi senin
elbisen mukabilinde satıyorum» diyerek birbirlerinin elbiselerine bakmadan
yoklamalarıdır.
Nitekirr imam i.hmeÂ
b. HanbcVin Abdürrczzak'tan tahrîc ettiği bir rivayete göre de mülâmese:
elbiseyi yaymada . To, ç^v:rme-den ona dokunmaktır. Bu taktirde aeyi' vâcib
oldu sayılırdı.
Müslim'in Hz. Ebû
Hüreyre'dcn tahrîc ettiği bir rivayet dahi bu mânâyı te'yicl eder. Çünkü bu
rivayete göre de mülâmese: İki şahsın birbirlerinin elbisesini düşünmeden
yoklamaktır.
4— Münâbeze
: Bunu îbni Mâcc'mn Ftüfyân tarîki ile Zührî'den tahric ettiği rivayet şöyle
îzâh ediyor: Münâbeze : «Sen sende olanı bana bırak; ben de bende olanı sana
bırakayım» demektir.
NcsaVnin
EbûHüreyre'den rivayet ettiği bir hadise göre «münâbeze : Ben bende olanı sana
atayım; sen de sende olanı bana at» diyerek birbirlerinin elindeki malın
miktarını bilmeden onu satın «İmalarıdır.
İmam Ahmcd b.
HanbcV'ın AbdY.rrczzâ\ tarîki ile Ma'mcr'den rivayet ettiği bir hadîse göre
«Münâbeze: Ben bu elbiseyi athmmı beyi' vâcib olacak» diyerek yapılır. «Beyi'
vâcİb olacak» tâbirinden anlaşılıyor ki mülâmese ile münâbeze alış verişe
delâlet eden bir sîga kullanmaksızın dokunmakla atmayı beyi' saymaktan
ibarettir.
Nehy'in zâhir'i
bunların haram olduğuna delâlet ediyor. Bunlar câhiliyet zamanı alış
verişleridir. Resûliillah (S.A.V.) onları ümmetine yasak etmiştir.
Mezheb ulemâsı bunların
helâl olmadığında müttefiktirler. Fâide : gaib malın satılıp satılamıyacağı
hususunda üç kavil vardır :
1— Gâib malı
satmak sahih değildir, imam Şafiî'nin kavli budur.
2— (iâib nıaiı
salmak caizdir ve
müşteriye muhayyerlik sahil
olur. Haneflyye'nin kavli budur.
3— Satıcı
tavsif ederse sahih, etmezse sahih değildir. İmam Malik ile îmanı
Ahmed'in mezhebi de budur.
A'manm satışı hakkında
dahi üç kavil vardır :
1—
A'manın
satışı bâtıldır. Ekseri Şafüyye'nin kavli budur.
2—
Sattığını
tavsif ederse sahihtir.
3— Mutlak
surette sahihtir. Hanefîyyenin mezhebi budur.
«M ecelle »'nm 329.
cıı maddesinde: «Amanın bey'u şirâsı sahih olup' fakat vasfını bilmediği bir
mat iştira ettikte muhayyer olur» denilmektedir.[65]
827/672- «Tâvus'ian
ibnİ Abbas radi}}cUahü anhihm'ı'dan işitmiş olarak rivayet edilmiştir. İbni
Abbas demiştir ki: Resûlüllah Sallat-ahit aleyhi ve scllcm :
— (bir yere) yiyecek ?renleri karşılamayın;
şehir1e kir halkı için satmasın;
buyurdular. Ben ibni Abbas'a :
— (Şehirli de kır halkı için satmasın) sözünün mânâsı nedir? dedim :
— Ona simsar o'masın; dedî.»[66]
Müttefekun aleyh'tir
Lâfız Buharî'nindir,
Hadîs-i Şerîf satış
şekillerinden yine memnu' olan İki tanesine şâmildir :
1— Bir yere
yiyecek celbederek satmak istiyenlerin önüne çıkarak, pazar yerine gelmeden
mallarını satın almak memnu'dur. «Ruk-bân» binek gidenler demektir. Burada
onlardan maksat; yiyecek celbedenlerdir. BÖyleleri ekseriyetle hayvan sırtında
geldikleri için kendilerine «rukbân» denilmiştir. Binaenaleyh bu kau, kayd-ı
ağlebîdir. Yiyecek getiren tâcir'ler hayvai
üzerinde geldikleri gibi yaya veya cemâal halinde yahut yalnız gelseler
yine kendilerine «rukbân» denilebilir.
Karşılama malın satıldığı pazarın
dışında başlar.
ibni Ömer (R.
Anhümaydun rivayet edilen bir hadîsle :
«Biz yiyecek
getirenleri karşılar; onlardan yiyeceği salın alırdık. Nihayet Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve selletn; onu yiyecek pazarına götürmeden satın almamızı
bize yasak etti.» deniliyor.
Başka bir hadîste
karşılamanın pazarda olmadığı beyân edilmiştir.
İbni Ömer (R. Anhüma)
diyor ki: «Ashâb, yiyeceği pazarın yukarısında satın alır; olduğu yerde
satarlardı. Peygamber (S.A.V.) onları malı nakletmeden oldukları
yerde satmaktan nehyetti».
Bu hadîsi Buharı
tahrîc etmiş olup, pazarın yukarısına çıkmanın karşılama olmadığına delâlet
eder.
Şafüler'le diğer bazı
tıUmâ'ya göre yasak edilen karşılama ancak şehir dışında olandır. Onlar
karşılamanın niçin yasak edildiğini nazar-ı itibare alarak, gelen satıcıyı
aldatmanın ancak şehir dışında mümkün olacağına, pazara gelirse fiyatı
Öğreneceği için aldatılamıyacağma kail olmuşlardır.
Mâlîkîler'le
Hanbelîler'e göre memnu' olan karşılama pazarın her yerindecir. Çünkü hadîs
mutlaktır.
Hanefîler'le Evzaî
(88—157)'ye göre satıcıyı karşılamanın halka bir zararı olmazsa caizdir.
Zararı olursa mekruhtur.
Satıcıyı karşılayarak
yapılan alış veriş Şâfiîler'e göre de sahihtir ve satan için mahayyerlik hakkı
vardır.
Şâfüyye'nih bu bâbtaki
delili : Ebû Dâvud ile Tirmizî'mn tahric -ettikleri ve ibni Huzeyme'nin
sahîhlediği Ebû Hüreyre
hadîsi'dir. Bu hadîs'in^âfzı şudur:
malı karşılamayın;
şayet onu bir insan karşılar da satın alırsa sahibi pazara geldiği zaman
muhayyerdir.»
Hadîsin zahirine
bakılırsa buradaki nehy, satıcının yararınadır. ZîrA ondan zararı gidermek
içindir. Bazılarına göre ise buradaki nehy' bütün pazarcıların yararınadır.
Ulemâ böyle
karşıl;ınıa suretiyle yapılan .satışın sahih veya fâsid olacağı hususunda
ihtilâf etmişlerdir. Az evvel söylediğimiz gibi Ha-nefiler'te Şâfiîler'e göre
sahihtir. Çünkü nehy' nefs-i akd'a raci' olmadığı gibi akd'in bir vasf-ı
lazımına da racî' değildir. Binaenaleyh akd'in fasit olmasını iktizâ etmez.
Bazılarına göre buradaki nehy' mutlak surette fesad îcabeder.
Ulemâ'dan bazıları
satıcıyı karşılamanın haram olması için bir takım şartlar koşmuşlardır.
Karşılamağa çık-mın o yerdeki geçer fiyatı sakliyarak malı geçer fiyatından
daha aza almak, satıcılara pazara girmenin müşkil ve masraflı olduğundan
bahsetmek, elinde satacak mal kalmadığı için satıcı karşılamağa çıktığını
söyliyerek aldatmak, bu şartlar, cümiesindendir.
2— (Şehirli
de kır halkı için satmasın) ifâdesini Hz. ibni Abbas f R. Anhüma) : «ona simsar
olmasın» şeklinde tefsir etmiştir.
Simsar : aslında bir
işi gören, bir şeyin sahib ve kayyİmi n ânâ-.smadır. Sonra başkası için ücretle
alış verişi üzorine alan mânâsında şöhret bulmuştur. Buna «satıcı İle alıcının
aracısı» da denilebilir.
Buharı (194—256)
simsarlığı böyle ücretle kayıdlamış ve İbni Abbas hadîsi'ni, mutlak olan diğer
hadîsleri takyid tfuer vaziyete getirmiştir.
Ücretsiz yapılan
simsarlığa gelince: Buharı bunu yardım kabilinden saymış ve caiz görmüştür.
Bazıları (şehirlinin
kır halkı için satması)'nı : «O yere bir yabancının günün geçer fiyatı ile
satmak için bir mal getirmesi ve o malı şehirli birisi görerek: Bu malı benim
yanımda bırak; onu ben senin için azar azar bu günkü fiyattan daha pahalıya
satarım» de-mesidir, şeklinde tefsir etmişlerdir.
Ulemâ'mn bazıları bu
hükmü yalnız kır ve çöl halkına mahsus kabul ederler. Diğer bazıları ise fiyatı
bilmiyen şehirliyi de aynı hükme ilhak ederler. Onlarca köylüler, pazarlardaki
fiyatları bildikleri için bu hükümde dâhil değildirler.
Bazıları «Nehy'in aslı
tahrîm İçindir» diyerek buradaki nehy'i de tahrîm mânâsına almış; bir takımları
da hadîsin men?,ûh olduğuna kail olmuşlardır. Onlara göre simsarlık mutlak
surette caizdir.
Huraya kadar görülen
hükümler srhirli'nin kır halkı için yaptığı salıs hakkındadır. Şehirlinin onun
ıı;ınıın;ı salın alması da aynı hükümdedir.
Bahân (şehirli kır
halkı için simsarlıkla bir şey satın alamaz) ün-vânt iio bir hâb tahsis
etmiştir.
Simsarlık İlâhında
nakiî deliller vardır.
Ezcümle Ebû
Avâınc (—316) Ibni Sirin'dcn rivayeti tahric ctmirjtir :demiştir
ki : Enes b. Malik'e
rastladım; ve kendisine:
— Şehirli kır
halkı için (mal) satmasın.
Siz onlar için alıp satmaktan
nehyedilmedinizmi? dedim.
— Evet;
dedi.»
Hadisi Ebû Dâvud dahi
İlmi Sirin'dcn o da Hz. Enes'ton rivayet etmiştir. Lâfzı şudur
«Şehirli kır halkı için
(mal) satmasın; denilirdi.» Bu ibare; onun için satmasın ve satın almasın;
mâ'nâlarına gelir.
Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir: Bir' yere mal celbederken satıcıyı karşılamaktan nehy'
edildi; ve bunda malı getiren kır ve çöl halkının aldatılmaması nazarı itibare
alındı. Aynı zamanda şehirlinin ıalkı için mal salması da nehy' olundu. Surda
da o yer halkının at 'mamasına çalışıldı. Acalîa bu suretle zımnen kır halkının
zararı kabul edilmiş olmuyor mu? Bu tenakuz değil midir?
Sua'in cevabı şudur :
Hayır burada tenakuz yoktur. Zira Sâri* Hazretieri daima cemâatin menfâatini Ön
plâfda tutmuştur. Bu sebeple de cemâatin menfeatini bir kişinin menfâatine
tercih etmiştir. Evet satıcıyı karşılamakta yalnız karşılayıp o malı ucuz olan
açık gözün menfâati olacaktı. O yor halkı ise bir kişinin insafına kalan o mah
pahalı satın alacaklardı. îşte bu ciheti nazar-ı itibare alan şeriat, karşılamayı
yasak etmiştir Kır halkından bir veya birkaç -kişi, mallarını kendileri satarsa
ihtimal bir parça zarar ederler. Lâkin beri tarafta koca bir şehir halkı o malı
ucuz tedârik edeceklerdir. Bundan dolayı da şehirlinin kır halkı için satış
yapması yasak edilmiştir.[67]
828/673- «Ebû
Hüreyre radn/alldlıü nnh'İen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûfüllah
saUallahii aleyhi ve seli cm :
— Celbedilen malı
karşılamayın; her kim karşılanır da ondan mal sa^.ı alınırsa, o kimsenin
patronu pazara geldiği vakit muhayyerdir» buyurdular.[68]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i Şerif bundan
önceki hadis ile aynı mânâya delâlet ediyor. Ayrıca bunda satıcıya muhayyerlik
olduğuna da delâlet vardır.[69]
829/674- «[Bu
da) Ebû Hüreyre radıyallahü ten rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüüah
sallallahü aleyhi ve sellem' şehirlinin kırda yaşıyan için satış yapmasını
nehyetti :
— Hem birbirinize
müşteri kızıştırmayın, kişi kardeşinin satışı üzerine satış yapamaz;
kardeşinin dünürlüğü üzerine dünürlük de yapamaz; kadın dahî kız kardeşinin
yerine kendisi varmak için onun boşanmasını istiyemez.»[70]
Müttefekun aleyh'tir.
Müslim'in rivayetinde :
«Müslüman müslümanın pazarlığı üzerine pazarlık edemez» cümleside vardır.
Hadîs-i şerif bir çok
yasak edilmiş meseleleri bildiriyor; ki bunlar şöyle sıralanabilir :
1— Şehirlinin
kır halkı için mal satması memnu'dur. Bunu yukarıda gördük.
2— Müşteri
kızıştırma meselesi yasaktır. Bu dahî az yukarıda geçen İbni Ömer (R.A.)
hadîsi'nde görüldü.
3—
Kişi
kardeşinin satışı üzerine satış yapamaz. Bu cümle «satış yapamaz» d'ye
rivayet olunduğu gibi
«satış yapmasın» şeklinde de rivayet olunmuştur.
Satış üzerine satış
şöyle olur: Birisi hakk-ı hıyar (yani muhayyer olmak hakkı) ile bir malı satın
alır, dönüp dönmemek de muhayyer bulunduğu müddet içinde bir başkası gelir ve
müşteriye: «Bu alış verişi boz, ben sana bu malın eşini daha ucuza satacağım»
der. Satış böyle olduğu gibi alış da aynı şekilde olur. Satıcıya biri gelerek.
«Bu satışı boz, ben sana bu malın eşini daha ucuza satacağım» der. Satış böyle
pazarlık dahi bunun gibidir. Alıcı iie satıcı muayyen bir kıymet üzerinde
mutabık kalmış fakat henüz akdi yapmamışlardır. Bu arada biri gelerek satıcıya:
«Bu malı ben daha pahalıya alırım» der.
Bu suretlerin hiç
birinin helâl olmadığına ulemâ ittifak etmişlerdir. Bunları yapan Allah'a âsî
olur. Yalnız «Müzayede» denilen herkesçe ma'lûm bir nev'i boy'i daha vardır
ki, o caizdir. Çünkü onda fiyatı kim arttırdı ise malı o alır.
Buharı (Bâb-ıı
be'yi'l-müzâyede) «Müzayede ile satış bâb'ı» nâmiy-le bir bâb tahsis etmiştir.
Bu hususta İmam Ahmcd
ile «Sünc7i» sahipleri Hz. Enes'ten şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:
U Peygamber
(S.A.V.) bir yaygı ile bîr kadeh satılık
etti ve :
— Bu yaygı ile kadehi kim satın alacak? dedi.
Bir adam:
— Ben onları
bir dirheme satın alırım;
dedi. Bunun üzerine Resulüllah (S.A.V.):
— Bir dirhemin üzerine kim arttıracak,
buyurdular. Derken bir adam iki dirhem verdi.
Resûlüllah (S.A.V.) de onları
o adama sattı».
Bu hadîs'in lâfzı TirmizVnindir.
Tirmizl onun için «hasendir» demiştir.
îbni Abdilbcrr
(368—463): «arttırana satmak ittifâken
haram değildir» demiştir.
Maamâfİh «Mekruhtur»
diyenler olmuştur. Bunların delili : Süf-yan b. Vehb hadisidir. O hadiste
Süfyan (R.A.) : «Resûlüliah sallat-lahit aleyhi ve selle m'den müzayede ile
yapılan beyi' nehyederken işittim» demiştir. Lâkin bu hadîs İbni Lchîâ* nm
rivayet ettiği hadîslerdendir.
Bu zât zaîftir.
4— Bir kimse
din kardeşinin dünürlüğünün üzerine dünürlük yapamaz, îmam Müslim (204—261)
buraya «ancak ona izin verirse O başka» rivayetini ilâve etmiştir. Buradaki
nehy' tahrîm içindir. Bu dünürlük eğer İlk dünüre sarahaten söz verildikten sonra ise
ulemâ'nın ittifakı ile haramdır. Bu halde evlenmesi isyan olur; ancak cumhur'a göre nikâh yine de sahihtir.
Dâvud-u Zahiri (202—270)'ye göre nikâh feshedilir.
Bu kavil imam
Mâlik'ten de bir rivayettir.
Sarahaten söz vermenin
şart oluşu Fâtıme bînt-İ Kays hadîsi'nden alınmıştır. Mezkûr hadîsde Hz. Fâtıma
: «Benî Ebû Cehim ile Muâviye istediler. Resûlüliah (S.A.V.) bunların birbiri
üzerine yaptıkları dünürlüğü inkâr etmedi» demiştir. Hz. Peygamber (S.A.V.)
Fâtıme'yi Usâ-me b. Zeyd'e istemiştir.
Hadisteki (kardeş)den
murâd: din kardeşidir. Mcfhum-u muhalifine bakılırsa kardeş kâfir olursa onun
dünürlüğünün üzerine dünürlük yapmak haram olmamak icabeder. Bu ancak her
ikisinin bir kitâbiy-yeyi istemeleri ile tasavvur olunabilir.
Evzaî (88—157)'ye göre
bu dünürlük haram değildir.
Bazıları «Bu da
haramdır» demişlerdir. Bunlar hadîsin mefhumu muhalifine itibar etmezler.
5— «Kdın
dahi kız kardeşinin yerine kendisi varmak için onun boşanmasını isteyemez». Bu
cümle «İstemesin» şeklinde de rivayet olunmuştur. Bundan maksat: Yabancı bir
kadının,, bir adama karısını boşattırarak, yerine kendisinin varmasıdır.
Hadisin bu kısmı
«kabındaki şeyler tepe taklak olsun diye» tâbiri ile ifâde olunmuştur ki;
kadm'm kocası ile geçinmesi, ondan nafaka alması gibi ni'metlerin elden
gitmesi, temsil tariki ile saha'nın devrilmesi tarzında ifâde edilmiştir. Yani
kadın için hazırlanan şeyler sanki bir sahan'a konmuş da onlardan istifâde
edecekmiş. Bunların elden gitmesi sahan'ın devrilmesi mesabesinde tutulmuş;
böylece bir mecmu' diğer bir memnu'a teşbih edilmiştir.[71]
830/675- «Ebu
Eyyûb-ı Ensari rndıyallahü an/ı'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: ResûlüMah Saîlallahü alchyi ve srilcmi :
Bir kimse anne ile
çocuğunun arasını ayırırsa Allah da kıyamet gününde onun'la sevdiklerinin arasını ayirir; buyururken işittim.»[72]
Bu hadîsi. Ahmed
rivayet etmiştir. Tirmizî ile Hâkim onu sahihlc-mişkM-dir. Lâkin isnadında söz
vardır. Hadisin şahidi de vardır. Hadisin isnadında söz olması, râvîim arasında
Hüseyin b. Abdillâh İl-Muâfiri bulunduUundandır. Bu zât hakkında ihtilâf
vardır.
Şahid'den de
Ubadetü'bnü's - Şâmil (R.A.)'dan rivayet edilen şu hadîs kastedilmiş olacaktır:
«Peygamber (S.A.V.) :
— Satışta «Anne ile çocuğunun arası ayrılmaz;
buyurdu.
— Ne
zamana kadar? diyenler oldu.
— Oğlan baliğ oluncaya, kız da hayız görünceye
kadar; buyurdular.»
Bu hadîsi Dâre Kutnî
ile Hâkim- tahrîc etmişlerdir. Fakat onların rivayetinde senedinde Abdullah b.
Amr-ı Vâkıfı vardır. Bu zat da zâîftir.
Bu hadîs ile bundan
sonraki hadîsi, musannif ümmü veled olan cariyelerin satılmasını yasak eden
İbni Ömer Hadîsinin yanında zikretmeli yâlıûd o hadîsi buraya almalı idi.
Hadis-i Şerif,
.satarken anne ile çocuğunun aralarının ayrılmasını yasak ediyor. Biradaki nehî
milkiyet hususuna hamiedilmistir. Yani câriye olan anneyi birisine, sucuğunu
başkasına satmak sureli ile aralarım ayırmak memnu'dur. Nitekim aşağıdaki hadisten
daha sarîb anlaşılacaktır.[73]
831/676- «Ali
b. Ebî Tâlib radıifolhüıü auh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
.fiallallahü alchyi ve sellem, bana iki kardeş köleyi satmamı emretti. Ben de
onları sattım; fakat aralarını ayırdım; ve bunu Peygamber Salhtllahü alcfiyi ve
scllcm'e anlattım. Bunun üzerine :
— Onlara yetiş ve
hemen kendilerini geri al! onları ancak Dirlikte sat; buyurdular.»[74]
Bu hadîsi, Ahmed
rivayet etmiştir. Ricali sika'dır. Onu İbni Huzey-me, İbnî Cârûd, İbni Hibban,
Hâkim, Taberânî ve İbni Kattan sahîhlemişJerdir.
İbni Ebi Hatim
(247—327) dahi «el-İlci» adlı eserinde babasından ora Hakem b. Mcymûn b. Ebî
Şcbib'ten işittiğini onun da Hz. Ali (R. A.)'ten rivayet ettiğini hikâye
etmiştir. Halbuki Meymûn Hz. Ali'ye yetişmemiştir.
Hadîs-i Şerif, bu
satışın bâtıl ve ayırmanın haram olduğuna delildir. Yukarıdaki hadîs de aynı
hükme delâlet ederse de o ne suretle olursa olsun ayırmanın haram olduğuna, bu
ise satış sureti ile ayırmanın hörmetİne delâlet eder. Bağış ve adak gibi suretlerle
yapılan ayrmaların hükmü de satışa İlhak edilmiştir.
Hz. Ali (R.A.) hadîsi
bu bey'in bâtıl olduğuna delâlet ediyorsa da bu hadîs yukanki Ebu Eyyûb hadisi
ile muâraza halindedir. Çünkü o hadîs, milkinden satış sureti ile çıkarmanın
sahih olduğuna delâlet eder, ve böylesinin azaba müstahak olduğunu bildirir.
Zira milkinden çıkarmak sahih olmasa, ayırma da tahakkuk etmez; azâb da
olmazdı.
Bundan dolayıdır ki,
ulemâ bu bâbta ihtilâf etmişlerdir.
İmâm-t Â'zam Ebu
Hanîfe'ye göre ma'siyet olmakla beraber akid sahihtir. Ona göre kardeş köleleri
dönme emri müşterinin rızâsı ile ve yeni bir akid ile olabilir.
Fâide : Hayvanla
yavrusunun arası ayrılabilir mi meselesinde iki vecih vardır.
Birinciye göre
ayrılamaz. Çünkü Peygamber (S.A.V.) hayvanlara azâb etmeyi yasak kılmıştır..
İkinci vcehe göre
kesmeye kıyâsen ayırmak da caizdir.[75]
832/677- «Enes
b. Mâlik radtyallahü nn/ı'ten rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem zamanında Medine'de fiyatlar pahalandı. Bunun
üzerine halk :
— Yâ Resûlallah, fiyatlar pahalandı, bize narh
koy; dediler. Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem de:
-Hiç şüphe yok ki,
fiyat ta'yin eden, (a vererek) kısan, (çok vererek) yayan rızıklandıran ancak
Allandır. Ben, kan ve mal hususunda bir zulümden dolayı sizden hiç biriniz
beni arayıp sormaz bir halde, Allah'a kavuşmamı pek arzu ederim; buyurdular.»[76]
Bu hadîsi, Nesâî
müstesna Beş'ler rivayet etmiştir. Ibni Hibban onu sahihlemistir.
Aynı hadîsi Ibni Mdee
(207—275), Dârimî (181—255), Bczzar, ve Ebu Ya'lâ (—307) Hz. Enes (R.A.)'dcn
tahrîc.etmişlerdir. İsnadı Müslim'in şartı üzeredir; hadîsi Tirmizî (200—279) sahîhlemiştir.
Hadîs-i Şerif narh
koymanın zulüm olduğuna delildir. Böyle olunca bittabi haramdır. Ekser-i
ulemâ'nın k&vîi budur. İmâm-ı Mâlik'ten yiyeceklerde bile narh koymağa
cevaz verdiği rivayet olunur. Müteehi-rîn ulemâ'dan bazıları da et ile yağdan
maada yiyeceklerde -halkın zarara maruz kaltriaması için- narh konmasını hoş
karşılamışlardır.[77]
833/678- «Ma'mer
b. Abdillah[78] radtyallahü anh'den
Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'den işitmiş olarak rivayet edildiğine
göre Resûlüllah (S.A.V.) :
—Âsî'den başkası ihtikâr
yapmaz; buyurmuşlardır.»[79]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Bu bâb'ta bir çok
hadîsler mevcut olup hepsi ihtikârın haram olduğuna delâlet ederler.
İhtikâr : Bir gıda
maddesini satın alarak onu pahalı satmak için saklamaktır.
Müslim hadisi'nin
zahiri, ihtikârın yiyecek ve sâireye «âmm ve şâmil» olduğuna delâlet ediyor.
Ancak yiyecekten başka şeyler hakkında ihtikâr kelimesinin kullanılmadığı
iddia olunmuştur.
Hanefîler'den îmdm-ı
Ebu Yusuf (113—182)'a göre ihtikâr her şeyde yapılır. Ona göre halka zarar
veren her nev'i mal gizleyişi ihtikârdır; isterse altın ve elbise gibi şeyler
olsun.[80]
834/679-
«Ebu Hüreyre radıyallahü anh'en Peygamber Sallallahü aleyhi ve scllem'ın şöyle
buyurduğunu işittiği rivayet olunmuştur':
— Deve ile koyun'un
memelerini şişirmeyin. Bunları kim satın alırsa sağdıktan sonra iki re'yin
hayırlı olanına mâliktir. İsterse tutar; dilerse bu hayvanları bir ölçek kuru
hurma ile birlikte iade eder.»[81]
Müttefekun aleyhtir. Müslim'in (Ebu Hüreyre'dcn)
rivayetinde: «Sattnalan Üç gün muhayyerdir» nuyuruhuuşiur.
Yine Müslim'in bir
rivayetinde -ki o rivayeti Buhân talik etmiştir-: «Bu hayvanlarla beraber
buğday olmamak şartı ile bir ölçek zahire de iade eder» denilmiştir.
Buharı «Kuru
hurma (rivayeti) daha çoktur» demiştir.
Tasriye : Hayvan'ın
memesini bağlıyarak şişirmek ve bu suretle fazla süt biriktirerek müşteriye onu
sütlü göstermektir. Böyle hayvana musarrât yâhûd muhaffele elerler.
Hadîste sığır, manda
ve keçi zikredilmemişse de hüküm hepsinde birdir. Çünkü hayv;m satmak
istenildiği zaman memesi şişİrilmemesi hususunda umum ifâde eden bir hadîs
vardır.
Cumhur-u ulemâya göre
râeih olan budur. Bunun bir aklatma ve tedlis olmakla ta'lil buyurulması da
Cumhur'un kavlini te'yîd ediyor.
Hakk-ı hıyar denilen
muhayyerlik hayvanı sağdıktan sonra sabit olur. Maamâfîh sağmadan anlaşılırsa
bu hak yine vardır. Hakk-ı hıyâr'ın sübût bulması satışın sahih olduğuna
delildir.
Hadis-i Şerifte,
şişirme sebebi ile hayvanı iade etmenin fovrt yani derhal yaptiması
îcâbettiğine delâlet vardır.
Zîrâ hurûf-u mcânî'dcn
olan (fâ) tcrtîb ve ta'kîb ifâde eder. Bunun mânâsı hiç gecikmeden derhal o işi
yapmaktır.
Şâfitler'dcn bazıları
buna kail olmuşlardır. Ekserisi ise muhayyerlik müddetinin üç gün olduğu
kanâatindedirlcr. Fakat bu üç günün nereden başlıyacağı ihtilaflıdır.
Bazılarına göre meme şişirmesi anlaşıldığı andan itibaren başlar. Diğer
bazıları: «Akid'den ili baron üç gün muhayyerdir» demişlerdir.
Bu hadîs hayvanı İade
ederken sağdığı sütün yerine bir Ölçek kuru hurma iade etmesi lâzım geldiğine
de delâlet ediyor.
Vâkıâ «Bir Ölçek
zahire» rivayeti de varsa da o rivayeti talik sureti ile tahrîc eden Buharı de
kuru hurma rivayetini tercih etmiştir; çünkü bu rivayet ötekinden daha çoktur.
Bu mesele hakkında başlıca üç kavil vardır:
1— Cumhur-u
Sahabe ve tabiîn ile Hanefiler'don maada mezheb imanlarına göre, müşteriye
aldatmak için memesi şişirilen hayvan bir ölçek kuru hurma ile birlikte
sahibine iade edilebilir. Yalnız imâm Mâl'lc'c gihv verilecek bir ölçeğin
mutlaka hurma olması .şart değil l'iTıkis o memleketin ^ıda maddesinden olması
îcabeder. Hayvanın memesi .şişirilmiş olduğu sağmadan dahî anlaşılırsa İade
ederken bir ölçek hurma vermek lâzım gelmez.
2— Hanefîlcr'e
göre : Bu mes'ele bir Usû!-i fıkıh mes'elesidİr. Usul ilminin beyânına göre bir
hadîsin râvîsi adaletle tanınmış fakat fiikih olduğu şöhret bıılmanussa o
râvî'nin hadisi ancak kıyas'a muvafık olmak şartı ile kabul edilir.
B Hiin kıyaslara
muhalif olursa bizzarure o hadisle amel edilemeyerek kıyasa bas vurulur.
İste Ebu Hürcyre (R.A.)
fıkıh ile şöhret bulmamış[82]
bir.râvidir. Rivayet ettiği «Musarrât» hadisi de her cihetle kıyasa"
muhaliftir; binâenaleyh burada bizzarure kıyasa müracaat olunmuştur.
Şöy'e ki: Ru mes'elede
bir hile varsa da pek fazla aldatma yoktur. Şu hakle müşteri muhayyer olamaz.
Olsa bile hıyar-ı tağrîr denilen fazla aldatma ile muhayyer olur. Bu takdirde
İse hayvanı iâdc ederse istihlâk ettiği sütünü de ödemesi îeâbcder. Çünkü
burada zımmen bir dâ-mân-ı ııdvân olduğu meydana çıkıyor.
Dâmân-ı udvân : Tecâvüz
tazminatı demek olup gasbedilen mal mevcut, ise aynen onu iade etmek: değil ise
onun mislini veya kıymetini ödemektir. Burada süt ödenmosi lâzım geldiği
cihetle sarih tecavüzün hükmüne katılıyor.Çünkü malı satan o malın müşteri
tarafından istihlâk edilmesine ancak hayvanı satın almak şartı ile razı
olmuştu. Müş-(eri hayvanı iade edince mal sahibinin sütünde izni ve rızâsı
olmaksızın tasarrufta bulunduğu anlaşılır. Binâenaleyh açık tecavüzde olduğu
gibi burada da malın mislini veya kıymetini vermesi îcabeder. Halbuki hadiste
bu makamda bir ölçek kuru hurma vermek lâzım geldiği bildiriliyor hurma ise
sütün ne misli, ne de kıymetidir.
Bu hüküm bütün
kıyaslara mugayir olduğundan reddedilir.
Kaadi Ebu Zcyd «el -
Esrar» nâm eserinde bu hadîsin muhalif olduğu kıyâs vecihlerini zikretmiştir,
görmek istiyen oraya müracaat edebilir.
Burada şunu da
arzetmeliyiz ki; bu mesele esas itibariyle Hanefî İmamları arasında
ihtilaflıdır. Şöyle ki:
Bir haberin kıyâs'a
tercih edilmesi için râvisinin fakîh olması, Isa Ebâ'mn mezhebidir.
Sonra Kaadî Ebû Zryd
de bunu tercih etmiştir.
Krrhi (260—340) ile
ona tâbi olanlara göre ise haberin kıyâs'a tercihi için râvî'nin fıkhı şart
değildir; bilâkis âdil ve zabıt sahibi her râvi'nin rivayeti, kitab ile
sünnet-i meşhûre'ye muhalif olamamak şartı ile kıyâs'a tercih edilir.
Ebu'l-Yüsr: «Ulemâ'nın çoğu buna meyletti; çünkü râvi'nin adalet ve zabtı sabit
olduktan sonra hadîsi değiştirmesi bir mefhumdan ibarettir» demektedir.
Hükmüne gelince :
Kcrhî ile diğer bazı ulemâ'ya göre bu beyi' fasittir; zîrâ şartlıdır.
Tahâvî (238—321)'ye
göre ise caizdir; çünkü şartlı değil, rağbet gören bir vasıfla mevsuftur.
3— Bazılarına
göre musarrât hayvan iade edilir. Lâkin onunla birlikte hurma veya buğday
değil; sağılan sütü iade olunur. Süt istihlâk edilmişse misli, o da yoksa o
günkü kıymeti verilir. Çünkü itlaf edilen malın ödenmesinde kaide: o mal
misliyât'üm ise mislini vermek sure-rctiyle; kıyemiyyat'tan ise kıymetini
ödemekle olur. Binâenaleyh eğer süt misliyat'tan ise misli ile, kıyrmiyat'tan
ise kıymeti ile ödenir; hurma ile buğday bunların biri değildir, şu halde
onlarla ödenmez.
Hâsılı : bu hadîs,
alış verişte hile yapmanın memnu' olduğunu ifâde cifen bir esastır. Bu kaideye
göre aldatılana muhayyerlik hakkı verilmiştir. Aklatma asıl akdi bozmaz.
îmâm Ahmed b. Hanbcl
İle İlmi Mâce Hz. İbni Mesud'dan mer-fıT olarak şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:
«Memelerinde süt
biriktirilen hayvanları satmak bir hiledir. Hîle ise müslüman'a helâl
değildir.»
Bu hadisin isnadında
za'f vardır; fakat İbni Ebî Şerbe (—234) onu sahih senedle mevkuf olarak da
rivayet etmiştir.
Aşağıdaki hadîs dahî
aynı hükmün delîllerindendir.[83]
835/680- «İbni
Mes'ud radıyallahü anfe'ten rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Bir kimse
memesinde süt biriktirilmiş bir koyun satın alır da sonra onu iade ederse
onunla birlikte bir de Ölçek İade
etsin».[84]
Bu hadisi. Buharı
rivayet etmiştir, ismâilî «burmadan» kaydını ziyâde eylemiştir.
Musannif bu hadîs'i
merfu1 olarak rivayet etmemiş; Ibnî Mes'ud hazretlerine mevkuf bırakmıştır. Çünkü
Buharı de onu mevkuf rivayet etmiştir.[85]
836/681- «Ebu
Hüreyre raâıyallahü anh'dan rivayet edildiğine göre; Resûlüllah Saîlallahü
aleyhi ve seîîcm, bir yığın zahîre'nin yanından geçmiş ve elini zahîre'nin
İçine sokarak parmaklarına ıslaklık değmiş. Bunun üzerine:
— Bu ne ey zahire sahibi? demiş. (O zât) :
— Buna
yağmur isabet etti yâ Resûlâllah;
cevabını vermiş. Resûlüllah (S.A.V.) :
— Bunu herkesin görmesi için zahîre'nin üstüne
koysa idin ya! Hîle yapan benden değildir» buyurmuşlardır.[86]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Ncvcvl (631—676) diyor
ki: «Asıl nüshalarda bu hadîs hep müfred mütekcllim zamiri ile vârid olmuştur.
Bu sahihtir. Mânâsı: Hîle yapan, benim yolumdan gidenlerden, benim ilmime ve
amelime; güzel tarîkatime uyanlardan değildir; demektir.»
Lâkin Süfyan b. Uyeync
(107—198) bu îzâhı beğenmemiş ve: «Böyle sözlerle tefsirde bulunmak mekruhtur.
Biz hadis'in ruhlar üzerinde daha tesirli ve zecir hususunda daha beliğ olması
için te'vîlinden çekiniriz» demiştir.
Hadîs-i Şerif, alış
verişte hîle yapmanın haram olduğuna delildir. Bu hususta ulemâ ittifak
halindedirler.[87]
837/682-
«Abdullah[88] b. Büreyde'den babası
ntdujaUnhii anhümtdan İşitmiş olarak rivayet edilmiştir. Babası demiştir kİ :
Resûlüllah Salîallahü aleyhi ve sellem :
— Bir kimse bağ bozumu
günlerinde üzümü saklar da, sonunda onu şarap yapana satarsa muhakkak göz baka
baka kendini cehenneme atmıştır; buyurdular.»[89]
Bu hadîsi Tabcrânl «el
- Evsat»'Ğa, güzel bir isnadla rivayet etmiştir.
Aynı hadisi Eeı/hakî
(384—458) «Şunbü'l - İman» da Hz. Büreyde'den şu ziyâde ile tahrîc etmiştir.
«Sonunda onu bir
yahudiye veya hıristiyan'a yâhûd şarap yapacağını bildiği birine satarsa
muhakkak kendini göz baka baka cehennem'e atmıştır.»
Hadîs-i Şerif, üzümü
şarap yapacağını bildiği kimseye salmanın haram olduğuna delildir. Çünkü satan
cehennemle tehdid ediliyor.
Maamârîh Hanefîler'e
göre üzüm sırasını .şarap yapacağını bildiği bir kimseye satmak caizdir; Zîrâ
ma'siyet şıra'nın aynı ile kaim değildir. Şıra ancak değişerek şarap olduktan
sonra haram olur.
Fakat düşmanına silâh
satmak haramdır; çünkü ma'siyet o âlet'-in aynı İle kaimdir. Diğer sırf
ma'siyet işlemek için yapılan bütün âletlerin hükmü de budur.[90]
838/693- «Âişc
rtuhııulhtİıit ınılıâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir-ki: Resûlüllah üaJlalhıhit 'alct/Jt't re srllott:
— Menfaat daman
mukabilidir; buyurdular.»[91]
Bu hadîsi, Beş'ler
rivâyrl etmişler; Buharı i!e Ebu Dâvud aif bulmuşlardır. Tİrmizî, İbni
Huzcyme, İbnİ Cârûd, İbni Hibbân, Hâkim ve İbnİ Kattan da cınu sahihlemislenlir.
Bııhâri ile K\m
Dâvud'\\\\ zaif bulmaları râvileri arasında Müslim h. Hâiul-i Zenci'ı\\n yer
almış olmasındandır.
Halbuki bu zât İmdm-ı
Şafii'nin üstadı oiup rivayeti ile bilittifâk ihticâc olunur.
Ebu Dâvud bu hadîsi
ikisinin râvileri mu'temed olmak üzere Üq yoldan rivayet etmiş; üçüncü
hakkında: «isnad bu değil» demiştir. İhtimal o da Müslim-i Zcnci'yi kastetmiş
olacaktır.
Hadisi İmâm Şafii ile
«Simot» sahipleri uzun boylu tahrîc etmişlerdir. Lâfzı şudur ;
«Bir adam Resûlüllah
(S.A.V.) zamanında bir köle satın aldı. Köle onun yanında Allah'ın dilediği
kadar kaldı. Sonra sahibi bulduğu bîr kus rdan dolayı onu reddetti; ve
Resûlüllah (S.A.V.)'de kusur sebebi İle reddedilmesine hüküm buyurdu. Bunun
üzerine aleyhine hükmedilen (sahibi) :
— Bu adam onu (işinde) kullandı; dedi.
Resûlüllah (S.A.V.) de :
— Menfaat daman mukabilidir; buyurdular.» Daman : ödemek; tazmin
etmektir.
Haraç : gelir
demektir. Bunun mânâsı: satılan malın bir geliri varsa, o gelir malın zilyedi
olan müşteriye aittir. Çünkü mal telef olursa onu müşteri öder. Meselâ birisi
bir yer satın alır da o yeri işletirse; yâhût hayvan alır da üretirse bir
kusurdan dolayı o yeri veya hayvanı döndüğü zaman yalnız malı İade eder. Onun
menfaatini ve gelirini ödemez. Çünkü o mal fesih müddetinde telef olsa onu
müşteri ödeyecekti-Binâenaleyh menfaati de onun olur.
Bu mes'ele McccHc-i
ahkâm-ı adliı/ı/c'n'm 85. ve 88. d maddelerinde şöyle hülasa edilmiştir;
«85- Bir şeyin nef'i
damanı mukabelesindedir.»
«88- Külfet ni'mete ve
ni'met külfete göredir.» Maamâfîh mes'ele ulemâ arasında yine ihtilaflıdır.
Şöyle ki:
1—
Razılarına
£öre hadiste ifâde Duyurulduğu şekilde bir malın menfaati, damân'ı yani ödemesi
mukahilindedir. Binâenaleyh satılan bir malın müşterisinin elinde iken
getirdiği aslî ve fer'î bütün fâideleri müşterinindir. Şayet bir kusuru
çıkar da o malı sahibine reddetmek lâzım gelirse aldığı zamankinden noksan
olmamak şartı üe sadece malı İâdc eder. tmâm-ı Şafii'nin mezhebi budur.
2— Diğer
bazılarına göre bir malın aslî ve fer'î
olmak üzere iki nevi' menfaati olur.
Eğer bir kusuru olduğu anlaşıldığı itin ma! sahibine reddedilirse,
getirdiği kira ve şâire gibi fer'î menfaatler müşterinin hakkı olduğundan reddedilmez; fakat meyve gibi aslî fâideler mevcut İse mal ile beraber onlar
da sahibine iade olunurlar. İstihlâk
olunmtışsn bunların kıymeti verilir.
Hanefiler'in mezhebi
de budur.
3— Aslî
fâideler ayrılır: Bunlardan yapak ve kıl gibileri müşterinindir. Yavrular
anaları ile birlikte mal sahibine reddedilir.
îmâm-ı Mâlik1 in
mezhebi de budur.
Fakat bu fâideler malı
sahibine reddederken maldan henüz ayrılmamış olursa bittabi' o mal ile
birlikte bilittifâk sahibine iade olunurlar.[92]
839/684- «Urvetü'l
- Bârikî radıyallahü anh'den rîvâyet olunduğuna göre;Peygamber Saîîallahü aleyhi
ve sellem, kendisine bir kurbanlık veya koyun satın alması için bir dînâr
vermiş; o bu para ile İki koyun satın almış; ve birini bir dînâra satarak
Resûlüllah (S.A.V.)'e bîr koyun İle bir dînâr getirmiş. Bunun üzerine
Peygamber (S.A.V.) ona alış Viîşinde bereket ile duâ etmiş: artık toprak satın
alsa kazanır olmuştur.»[93]
Bu hadîsi, Nesâi
müstesna Beş'ler rivayet etmiştir. Bııhârî'ûe onu bu hadis'in içinde zikretmiş;
lâfzını tahrîc etmemiştir.
Tirmizl bu hadîsin bir
şahidini Hakim b. Hİzam'dan rivayet etmiştir.
Had'ts-i Şerifin
isnadında Saîd b. Zeyd vardır. Bu zât Hammâd'm kardeşi olup muhtelefün fîh'tir.
hnam Ncvrvı ile
Münzirî : «Bu hadis'in isnadı hasen sahihtir» demişlerdir; lâkin hadîs hakkında
çok söz edilmiştir.
Musannif merhum:
«Doğrusu hadîs muttasıldır; ama isnadında Tmibhem râvi vardır» diyor.
Hu hadis Hz. Urve'nin
vekil olmadığı bir malı alıp sattığına delâlet. Çünkü Peygamber (S.A.V.)
kendisine bir kurbanlık alması için bir dinar vermişti. O emre imtisal etse
dînâr'ın bir kısmı ile kurbanlığı satın alır; kalanını da iade ederdi.
Böyle alış verişlere
fukabâ bey'i mevkuf derler. Bunlar kimin namına yapılmışsa onun kabulüne
bağlıdır. Maamâfih mesele ihtilaflıdır. Bu ihtilâftan ortaya beş kavil çıkmıştır:
1— Mevkûfen
yapıian akid sahihtir. Seleften bir cemâatin mezhebi budur.
2— Bey'i
mevkuf sahih değildir. îmâm Şafiî buna kail olmuş ve: «Sahibinin razı olması,
bu bey'i sahîh kılamaz» demiştir; delili : «yanında olmayan bir şeyi satma»
hadîsidir.
Mezkûr hadîsi Ebu
Dâvud, Tirmizî ve Nesâî tahrîc etmişlerdir.
Bu hadîs yanında
olmayan kendi malına şâmil olduğu çibi başkasının milkine de şâmildir.
Hz. Şafiî Urve (R.A.)
hadîsi'nin sahîh olup olmadığında tereddüt ffmiş; onun hakkında bir şey
diyebilmek için sözü hadîs'in sıhhatine ta'lîk eylemiştir.
3— îmâm-ı
Â'zam Ebu Hanîfc, tafsilâta giderek:
«Mevkuf satış caiz, fakat mevkuf alış caiz değildir» demiştir. Çünkü
satış bir malı sahibinin milkinden çıkarmaktır. Mal sahibinin kendi malını
imi M,, itır İr bırakmaca
hakkı vardır. Ancak sal ısa crvâz verdi.İşkal
elinim olur. İnikat salın almak böyle delildir. O bir ıniiki elmektir; o halde nıâlİk'in onu üzerine alması
lâzımdır.
4— inunn illtil'lc,
Khıı Hanljf tamamen
aksim1 kaildir'. Mâlikilerinin
«Yanında olmıyan bir şeyi satma» hadîsi ile Ut ve hacisi'nin aralarını bulmak istediği anlaşılıyor.
5— Bir soy
almaca vekfıleti olup da bir kısmını alana bey-i mevkuf sahihtir. kavli budur,
Urvc hadisi kurbanlık
satın almak sureti ile teayyün etmiş hile nisa nır-lini almak için onu satmanın
sahih olduğuna delâlet ediyor; aneak riat fazlalığı helâl değildir. Onun ivin
de ziyâdeyi tesaclduk etmesini uııir
buyurmuştur.
Peyıjamber (S.A.V.)'in
bereket duasında bulunması. İyilik yapana teşekkür ve mükâfatta bulunmanın
nıüsUhâh olduğuna delildir.[94]
841/685- «Ebu
Saîd-i Hudrî radıyallahü anh'ten rivayet olunduğuna göre; Peygamber Snllctllahü
ahyhi ve selîcm; hayvanlar doğuruncaya kadar karınlarındakinİ satmaktan;
onların memelerîndeki sütü ve kaçak iken köleyi satmaktan; taksim edilinciye
kadar ganimetleri ve ele geçinceye kadar sadakaları satmaktan ve dalgıc'ın bir
defa dalmasından nehyelmiştİr».[95]
Bu hadîsi ibni Mâce,
Bezzar ve Dâre Kutnî zaif bir isnad İle rivayet etmişlerdir,
Zaif olmasının sebebi,
râvîsinin Şrhr b. Ilav-yb olmasıdır. Bu zât hakkında Nesâî, İbni Adiyy ve
başkaları söz etmişlerdir. Buharı: «Şchr, hadîsi hasen ve hâli kavı bir zâttır»
demiştir. İmâm Ahmed b. HanbeVin «Onun hadîsi pek güzeldir» dediği rivayet
olunur.
Hadîsin .şahinleri
vardır. Bunların Ebu Hüreyre'den rnâyet edilenlerini İmûm Alnncd ile Ehıt Thivud;
İbni Abbas'Um gelenleri tjlıâki ile Dûrr Kutn'ı taline etmişlerdir. Binâenaleyh
hadîs kuvvet bulmuştur.
lladîs-i Şerîf, altı
sûret'e şâmil olup bunların hepsi yasaktır:
1—
Hayvanların
karnındaki cent'ni satmak; bu icmâ'en lıarânıdır.
2—
hayvanların
meme!erindeki sütü satmak; bu da
biliemâ' haramdır.
3—
Kaçak
kuleyi satmak; memnu'dur. Çünkü teslimi
imkânsızdı!".
4— Taksim
edilmeden ganimetleri satmak; mi İki olmadığı için yasaktır.
5—
Ele
geçmeden evvel sadakaları satmak; henüz kabz denilen tesellüm bulunmadığı için
haramdır. Çünkü kabız olmazsa milk de tamam olmaz.
6—
Dalgıc'ın
bir defa dalması memnu'dur.
Bunun sureti şudur:
Dalgıç denizden inci ve saire çıkarmak için birisi ile pazarlık ederek: «Senin
için şu kadar paraya bir defa denize dalacağım; ne çıkarsa senin olacak,» der.
Bunda aldatma olduğu için yasak edilmiştir.[96]
842/686- «İbni
Mes'ud radıyallahii anfc.'den rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Resûlüllah
SallaUahü aleyhi ve selîem:
— Sudaki balığı satın
almayın; çünkü bu aldanmadır; buyurdular.»[97]
Bu hadisi, Ahmed
rivayet etmiş ve mevkuf oluşunun doğruluğuna işaret eylemiştir.
Hadîs-i Şerif, sudaki
balığı satmanın haram olduğuna delildir. Bunun illetinin aldatma olduğuna da
tenbih edilmiştir. Çünkü balık suda gizlenir de büyüğü küçük, küçüğü büyük
görülebilir.
Fukahâ bu hususta
tafsilât vermiş; ve: «Eğer balık çok suda olur da avlamakla yakalanıp
yakalanmaması ihtimali müsavi bulunursa salt caiz değildir. Fakat az suda
bulunur da avlamakla yakalanması yüzde yüz olursa .satış sahihtir; teslimden sonra muhayyerlik sabit olur.
Kğor balık avlamağa
lüzum kalmıyacak derecede az suda bulunursa satış yine sahihtir ve htyâr-ı
rü'yet denilen görme muhayyerliği sabit olur» demişlerdir.[98]
843/687- «İbnİ
Abbas rndıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki:
Resû\ü\lah.Sallnlîahü aleyhi ve sellcm: Kemâle gelmeden yemiş; (koyun) sırt
(in) da yapak ve memede süt satmaktan nehyetti.»[99]
Bu hadîsi Dâre Kutni
ve «Mu'cem-ül - Evsâf» nâm eserinde Taberâ-ni rivayet etmiş; Ebu Dâvud ise
İkrime'nin mürscllcri arasında tahrîc eylemiştir.
Ebu Dâvud onu kuvvetli
bir isnad ile İbni Abbas'a mevkuf olarak da tahrîc etmiştir ki, Beyhakî bunu
tercih eylemiştir.
Hadîs'in bir şahidini
Ebu Bckr b. Âsim ihticâca sâlih merfu' bir isnadla înıran b. Husayn'd&n
tahric etmiştir. Hadîs-i Şerîf üç meseleye şâmildir :
1—
Kemâle
gelmeden yemişi satmanın memnu'
olduğuna delâlet eder. Bu hususta ileride süz gelecektir.
2— Koyunun
sırtında iken yapağının satılmasının memnu' olduğunu bildiriyor.
Bu bâb'ta iki kavil
vardır :
Birinci kavl'e göre:
Bu satış caiz değildir. Delili de bu hadîstir. Bir de yapağının nereden
kesileceği hususunda ihtilâf edilebilir; bu suretle zarar hâsıl olur.
Hanefiler'le Şâfiiler'in ve diğer bazı ulemâ 'nın mezhebi budur.
İkinci Kavl'e göre:
Satış sahihtir. Çünkü görülen ve teslimi mümkün olan bir malın satışıdır;
binâenaleyh kesilen hayvanın yapağında olduğu gibi burada da beyi' sahihtir.
îmdm-î Mâlik ile diğer
bazı ulemâ'nm kavli'de budur. Bunlar: albnî Abbas hadîsi mevkuftur» derlerse de
görüldüğü vecihle bu hadîs mürsol ve mevkuf olarak rivayet edilmek sureti ile
kuvvet bulmuştur. Garer denilen aldatmadan nehî vârid olduğu sahihtir; burada
da garer vardır.
3— Memedeki
sütü satmanın memnu' olduğuna delildir. Zira bunda da aldatma vardır. Saki b.
Cübcyr, bu bey'in caiz olduğuna kaildir. Delili şu hadistir :
«Sizden bir hanginiz
kardeşinin hazinesine ei atıyor da ondakİnİ alıyor.» Hz- -Sair/, bu hadîste
izinsiz kardeşinin koyununu sağma'nın hükmü beyân edilirken koyun memesine
hazine denilmiş olmasına bakarak satışın sahih olduğuna hükmetmiştir. Halbuki
hadîsteki hazîne tâbiri mecaz'dır. Hakikat bile olsa sözümüz hazî-no'de değil,
onun içindeki süttedir. Bu Kütün miktar ve keyfiyeti meçhuldür; biânenaloyh
beyi' sahîh değildir.[100]
844/688- «Ebu
Hüreyre ret di yallah il anh'den rivayet olunduğuna göre; Resûiüllah
Sallallahü aleyhi ve sellcm dişi develerin karnındaki cenîn'lerle erkek
develerin bellerindeki menî'leri satmaktan nehî buyurmuştur.»[101]
Bu hadîsi, Bezzâr
rivayet etmiştir. İsnadında za'f vardır.
Çünkü râvileri
arasında Sâlih b. EbVl - Ahdar vardır. Bu zâtı îbni Adiyy zaîf saymıştır.
Hadîsi îmâm Mâlik (93—179) de Zührî (—124) tarîki ile Srtûfden mürsol olarak
rivayet etmiştir ki, bu bâb'ta sahîh kavil de budur. Bu hadîsin bir şahidini
kavi bir isnâd ile Abdürrezzak (126—211) Hz. İbnİ Ömer (R.A.)'den tahrîc
etmiştir.
Hadîs-i Şerif
«medâmîm. ve melâkih» denilen ana karnındaki yavrularla baba sulb'ündeki
menî'lerin satılamayacağına delildir. Nitekim icmâ' da bunu gösterir. Bu bâb'ta
yukarıda îzâhât geçmişti.[102]
845/689-
«Ebu Hüreyre anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki:Resûlüllah
KuHnlîahü alcı/iti re sclîrm;
— Her kim bir
müslümanın alış verişini ikaaie ederse Allah da onun hatâ'sını ikaaie eder; buyurdular.»[103]
Bu hadîsi, Ebu
Dâvud ile İbni Mace rivayet etmişlerdir. İbni Hib-ban ile Hâkim de onu
sahîhlemisirrdir.
Ikaale'nin faziletine
drlâlet eden hadîsler çoktur. Bunların mecmuu hadisimizi Uıkviye ederler.
İkaaie: yapılan alış
veriş akdini kaldırmak olup bilİemn' mesrıf-dur; çünkü alış veriş'e olduğu gibi
buna da ihtiyaç vardır. Resûlüllah (S.A.V.) de buradaki hadisi İle onu yapanı
öğmüş ve sevap kazanacağını bildirmiştir, tkaale. alış verişi yapanlar
hakkında akd'i feshetmektir; fakat başkaları hakkında yeni bir satış akdi
sayılır. Bundan dolayı meclisle mukayyeddir. Bu akid, ancak «ikaaie» lâfzı ile
yapılır vo alış ve- ' riş şeklinde olduğu gibi bunda da iki taraf mazi sikaları
kullanır. îkaale yapan taraflar «beyi'» lâfzını kullanırlarsa akid bİlittİfak
satış olur.
İkaale'yi yapanın
müslüman olması şart değildir. Hadîs'te müslümanın zikredilmesi aglcbî bir
hükümdür. Yoksa ikaaie gayr-ı müs-lim ile de yapılsa sevabı vardır.[104]
Hıyar : îki şeyden,
yani satışı bağlamakla bozmaktan hangisi hayırlı ise onu istemektir.
Muhayyerliğin bir çok nev'ileri varsa da musannif burada yalnız hıyâr-ı şart
ile hıyâr-ı meclis'i zikretmiştir.[105]
846/690- «ibni
Ömer radtyattahü anh'den Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'den İşitmiş
olarak rivayet edildiğine göre Peygamber (S.A.V.) :
— İki kişi alış veriş
yaptılar mı ayrılmayıp beraber bulundukları müddetçe yâhûd biri diğerini
muhayyer bırakmadıkça onlardan her biri muhayyerdir. Eğer biri diğerini
muhayyer bırakır da bu şartla satış yaparlarsa artık satış vâcib olmuştur.
Satışı yaptıktan sonra birbirlerinden ayrılırlar da, taraflardan biri satışı
terk etmezse satış (yine) vâcib olmuştur; buyurmuşlardır.»[106]
Müttefekun aleyh'tir.
Lâfız Müslim'indir.
Bazı cümlelerin îzâhı
: «Biri diğerini muhayyer bırakmadıkça» cümlesinin mefhûm-u muhalifinden de
anlaşılacağı vecihle taraflardan biri ciğerini muhayyer bırakırsa, yani biri
muayyen bir müddeti şart koşörsa bu maiayyeriik, o akd'i yapan tarafların bedenen
oradan ayrılmaları ile bozuluvermez. Bilâkis şart koştuğu müddet geçinceye
kadar devanı eder. Bazılarına göçe bu cümleden nıurâd : Oradan ayrılmazdan
evvel .satışı' sağlamlaştırmak isterse artık beyi' lâzım olur; ayrılmanın bir
hükmü kalmaz; demektir.
(Satış vâcib olmuştur)
demek; tamam olmuş, yürürlüğe- girmiştir; demektir.
Hadîs-i Şerif, alış
veriş yapan taraflara hıyâr-ı meclis'in sabit olduğuna ve bu muhayyerliğin
bedenen birbirlerinden ayrılmaları anına kadar devam edeceğine delildir.
rJlemâ'dan bu hususta iki kavil vardır :
1—
Hıyâr-ı
meclis, vardır: Bu kavil Sahâbe-i
kirâm'dan Ali, İbnî Abbas ve İbni Ömer (R. Anhüm) hazcrâtı ile bir cemâat'in ve
ekseri tâbiî'nin, imam Şâfü ile Ahmed b. Hanbrî'in mezhebidir. (Meclisden
murâd: tarafların bulunduğu vaziyettir).
Bu zevata göre muhayyerliği bozan ayrılış adeten ayrılma sayılan harekettir.
Meselâ küçük bir evde muhayyerliği bozan adetten ayrılma sayılan harekettir.
Meselâ küçük bir evde muhayyerliği bozacak ayrılış,n birinin dışarı çıkmasıdır.
Büyük evde iso bir yerden bir yere iki veya üç adım gitmekle olur. Nitekim İbni
Ömer (R. A.)'m fi'li de bunu gösterir.
İbnİ Ömer (R.A.) beğendiği bir şeyi satın alırsa meclisten ayrılırmış.
Beraberce kalmaları veya beraberce yürümeleri ile hıyâr-ı meciis bozulmaz. Bu
Tnezhcbin de-Hli sadedinde bulunduğumuz İbni Ömer hadîsidir.
2— Hıyâr-ı
meclis, yoktur. Alış verişi yapan taraflar sözle birbirinden ayrıldılarmı
artık muhayyerlik bitmiştir.
Haneftler'lf
Mâiiikîler'in ve diğer bazı ulemâ'mn mezhebi de budur. Bunların delili:
«Alış veriş yaptığınız
vakit şâhîd çağırın» âyet-i kerîmesidir. Bunlar: «İshâd, alıcı ile satıcı
birbirinden ayrıldıktan sonra yapılsa, emre mutabık gelmez; ayrılmazdan önce
olsa, yerinde yapılmış o.maz; binâenaleyh burada muhayyerlik yokdur.» derler
Bir de:
«Alış veriş yapanlar anlaşamazlarsa
söz satıcınındır» hadîsi ile istidlal
ederler: «Hadîs-i Şerifte
anlaşılmadığın ne zaman olduğuna dair
tafsilât verilmemiştir. Binâenaleyh hıyâr-ı meclis yoktur.
Anlaşmazlık ne zaman
olursa olsun söz satıcınındır» derler. Onlara göre buradaki İbni Ömer hadisi
hıyâr-ı kabul'e hamledilir. Yanı (sözle birbirlerinden ayrılmadıkça) manasınadır. Bu te'vîl İbrahim Nehaı ll-95)'den
nakledilmiştir. Aşağıdaki hadîs İbni Ömer hadîsi'ne muatzdır.[107]
847/691- «Amr
b. Şuayb'ten o da babasından o da dedesinden - radı-yallahü anhüm - işitmiş
olarak rivayet olunduğuna göre Peygamber
Sallaîîahü aleyhi ve sellem :
— Satıcı ile alıcı
birbirlerinden ayrılıncaya kadar muhayyerdirler; ancak muhayyerlik pazarlığı
varsa o başka. Satışı kaldırır korkusu ile satıcı'nın alıcı'dan ayrılması
kendisine helâl değildir; buyurmuşlardır.»[108]
Eu hadîsi İbni Mâce
müstesna Beşler rivayet etmişlerdir.-Onu Dare Kutnî, İbni Huzeyme ve ibni Cârûd
da rivayet etmişlerdir. Bir rivayette: «yerlerinden ayrılıncaya kadar»
buyurulmuştur.
Bundan önceki hadîs,
Ebu Davud'un İbni Ömer (R. A.)1 den rivayet ettiği şu hadîse dahî muarızdır:
«Alış veriş yapanlar
ayrılmadıkça muhayyerdirler; ancak muhayyerlik pazarlığı olursa o başka...
Satıcının satışı kaldırır korkusu ife arkadaşından ayrılması kendisine helâl
değildir».
«Satışı kaldırır
korkusu İle» ifâdesi satışın tamam ve nafiz olduğuna, yani yürürlüğüne delâlet
eder. Fakat «birbirlerinden ayrılmadlkça» tâ'birinc bakarak bazıları bu hadîsin
de hıyâr-ı meclise delâlet ettiğine kail olmuş «satışı kaldırır» ta'birini
satışı bozmağa hamletmişlerdir;ki imam Tirmizî de bunlardan birisidir. Onlar hadîsteki
«helâl değildir» ifâdesini kerahete hamlederlcr. Bu takdirde ma'nâ söyle olur:
«Alış veriş tamam olduktan sonra pişman oiarak onu feshetmeye kalkışmak
mekruhtur; insanlığa yakışmaz.» Vâkıâ Ibni Ömer (R.A.)'den rivayet edildiğine
göre, kendisi birisi ile alış veriş yapar da onu tamamlamak isterse kalkıp
biraz yürür sonra müşterisinin yanına dönermiş. Lâkin bu rivayeti Tirmizî ve
arkadaşları İbni Ömer (R.A.)'in nehyi duymamış olduğuna hamledcrler.
Hâsılı: Hıyâr-ı
meclis'e kail olmayan Hanefîler'le Mâlikîler bu hadîsleri münâsip bir şekilde
te'vil ederler. Hanefîler'o göre hıyâr-ı kabul vardır. Yani taraflardan biri
icâbı yaptımı diğeri onu o mecliste kabul edip etmemekte muhayyerdir. Hıyâr-ı
meclis ise ancak şart koşulduğu taktirde sabit olur. îşte buradaki hadîsleri
Hanefîyye ulemâsı: «lası ve-riş yapanların şart koştukları hıyâr-ı meclis
vardır» şeklinde te'vil ederler.
Mâlikîler ise hıyâr-ı
meclis'i isbât eden hadîslerin sahih olduklarını kabul etmekle beraber Medine.—
bu hadîsler mu'cibince amel etmediğinden onlarla amel etmezler. Çünkü
Medineliler'in ameli Mâlikiler'ce mütevâtir haber hükmündedir. Binâenaleyh
mütevâtiri bırakıpta zann ifâde eden haber-i vâhid hadisle amel etmezler.
Onlara göre hıyâr-ı meclis'i taraflardan biri1 şart koşarsa akid fâsid olur.[109]
848/692- «Ibni
Ömer radıyallahü anhüma'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Bir adam peygamber
SaîldUahü aleyhi ve sclîem'e alış verişte aldandığını anlattı da Resûlüllah
(S.A.V.) (kendisine) :
— «Alış veriş yaptığın
zaman; aldatma yok deyiver; buyurdular.»[110]
Müttefekun aleyh'tir.
Ibni îshak'm Yunus ile
Abdul A7ö'dan tahrîc ettiği rivayette şu ziyâde vardır:
«Sonra sen satın
aldığın her malda üç gün muhayyersin. Eğer (o maldan) râz» olursan onu
(kendinde) tut; beğenmezsen reddediver». Bu zatın ismi Habban b. Münkız'dır.
«Münkız b. Âmir'dir» diyenler de vardır. Hz. Osman zamanına kadar yaşamış yüz
otuz yaşını bulmuştur. Bir şey satın ,-ıiıiı ela kemlisine: «Sen bunda
aldandın» dediler mi o alış verişten döner; S.ıhâbe-i Kiramdan biri de
«Peygamber (S.A.V.) ona üç gün muhayyerlik verdi» diye şeh^.St eder; neticede
satıcı da onun parasını geri verirdi. Hz. Habban'm başında sakatlık olduğundan
dilinde de tutukluk vfirtlı. Bununla beraber yine ticâreti bırakmazdı.
Bu hadîsi Hâkim
«cl-MüMcdrrk» inde, Bcyhakî «Sünen» inde rivayet etmişlerdir. Onu îmâm-ı Şafiî
(R.A.) dahî rivayet etmiş ve: "Muhayyerlikle yapılan satışta asıl olan,
onun fâsid olmasıdır. Lâkin memesi şişirilen hayvanın satışı hakkında
Resûlüllah (S.A.V.) üç fitin muhayyerlik şart koşunca ve Habban b. Münkız'a
satın aldığı şey için üç tiün muhayyerlik tanıdığı rivayet edilince Resûlüllah
(S.A.V.)'in buyurduğunda karar kıldık» demiştir.
Hadîs-i Şerifin
râvilerinden İbni îshak'm üzerinde duranlar vîH-sa rte. ekseriyete göre bu zât
mevsuktur. îmâm-î'Mâlik dahî onun hakkında söylemiş olduğu sözden dönmüştür.
H;ıdİs, alışverişte
hıyâr-ı gabn olduğuna delildir. Hıyâr-ı gabn, faz-l,ı îHrlanma sebebi ile
aldığı malı dönme muhayyerliğidir. Bu hususta ulemâdan iki kavil rivayet
olunur:
1— Hıyâr-ı
Gabn sabittir. Ancak bu muhayyerliğin sübût bulması için aldanmanın fazla
olması şarttır.
Mâlikiler'lc
Hanefiler'in mezhebi budur. Hattâ Mâlikîler gabn-ı fahiş denilen, çok
aldanmayı kıymetin üçte biri diye tahdîd etmişlerdir. Mâlikîler'in bu tahdidi
az aldanmanın âdeten müsamaha ile karşılanmasından hattâ buna aldanma bile
denilmediğinden alınmış olsa gerektir.
2— Cumhur-u
ulemâya göre gabn sebebi ile muhayyerlik yoktur. Ahs verişin umumî delilleri ve
satış akdirii'nin aldanma olup olmadığı mülâhaza edilmeksizin
yürürlüğe girmesi buna
delildir. Onlara göre babımızın hadîsinde muhayyerlik Hz.
Habban'm akılca zaîf olmasındandır. Şu kadar var ki, bu za'f, kâr'ı zarar'ı
ayıramıyacak derecede değildİr. Binâenaleyh kendisine1 alış veriş için izin
verilen çocuk hükmündedir; fazla
aklandığı zaman kendisine muhayyerlik sabit olur.
Malikiler'den
Îbnü'l-A'rabî diyor ki : «bu kıssadaki hîle'nin kusur hakkında, yâhûd milk
veya fiyat hususunda olması muhtemeldir. O halde hâsseten aldanma hakkında
delil olamaz. Bu kıssa hu-sûsî'dir; onda
umum yoktur.
Bazıları : «Alıcı veya
satıcı «hile yok» derse .nuhayyerlik sabit olur» derler.
Bir takımları iki
surette de, yani satın alan çocuk olsun, olmasın hıyâr-ı gabin isbât
etmemişlerdir. Delilleri bu babın hadîsidir.[111]
Ribâ hakkında «eî-Fıkhu
alc'l-mczahibi'l-Erbaa»[112] da
şu ma'-itimat, veriliyor:
Ribâ : şiddetle yasak
edilen fâsid alış verişlerdendir. Lûgat'ten mânâsı : ziyâde, demektir. Nitekim
Teâlâ hazretleri :
[113] «Onun üzerine suyu İndirdiğimiz vakit yükselir ve
kabarır» buyurmuştur; ki yükselip kabarmak yerin üzerine ziyâdedir.
Fukâhâ'nın ıstılahında
ise : Bir cinsten olan iki bedelden birine yapılan karşılıksız ziyâdedir ki bu
gün buna faiz diyoruz. Ribâ : «ribe'n-nesîe» ve «ribe'l-fadl» olmak üzere iki
kısımdır. Hattâ Şâfîîler buna «rlbe'l-yed» nâmile üçüncü bir nev'i ilâve
ederler.
1— Ribe'n-nesîe
: Ziyâdesi geç ödemeden yani bir müddetten ibaret olan ribâ'dır. Bir ölçek
buğday vererek güzün onun karşılığında bir buçuk Ölçek buğday almak gibi.
Bundaki yarım ölçeğin karşısında satılık bir mal yoktur; o yalnız beklediği
müddetin karşılığıdır. Bundan dolayıdır ki bu ribâ'ya, te'hîr faizi manâsına
«ribe'n-nesîe» denilmiştir.
2—
Ribe'l-fadl : Karşılığında hiç bir şey bulunmıyan ziyâdedir. Bunda müddet filân
yoktur. Bir Ölçek buğday vererek bir buçuk ölçek buğday almak ve teslim
tesellüm muamelesini yaparak işi kesinleştirmek gibi. On iki miskal
ağırlığında işlenmemiş altını vererek on mis-kal ağırlığında işlenmiş bir altın
alrr»ak da böyledir,
3— Rîbe'l-yed
: Bir cinsten iki şeyi teslim ve tesellümsüz satmaktır. Buğday ile buğdayı
satmak gibi.[114]
Ribe'n-nesie'nin haram
olduğu hususunda imamlar arasında ihtilâf yoktur. Onun büyük günâhlardan
sayıldığı münakaşa götürmez bir hakikattir. Bu cihet Kitab, Sünnet ve lemâ'-i Ümmet'le sabittir.
Kitab'dan delili :
[115] «Halbuki Allah alış verişi helâl, ribâ'yı haram
kılmıştır. Artık kîme Rabbİnden bir nasihat gelir de rîbâ'dan vaz geçerse
geçmişteki fâîzİ kendine; onun (afvtne ait) hüküm ise Allah'a aittir. Her kim
de döner tekrar yaparsa işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedidirler.
Allah ribâ'yı mahveder; sadakaları ise arttırır. Hem Allah ve-balli kâfirlerin
hîç birini sevmez... Ey îmân edenler! Allah'dan korkun da (hakîki) mümin İseniz
ribâ (hesabın) dan kalan bakîyyeyi bırakın. Eğer (bunu) yapmazsanız o halde
Allah ve Resulünden (size) bir harb kopacağını bilin. Eğer fevbe ederseniz
sermayeniz sizindir. Ne zulüm edersiniz ne de zulmolunursunuz» âyetleridir.
İşte Kitâbullah!...
Fâiz'i en şiddetli bir lisanla haram kılıyor. Ondan öyle menediyor ki,
Rab'larına inananların ve onun azabından korkanların tüylerini ürpertiyor,
Hangi tehdîd Allah-u teâlâ'nın faizcileri kendi aleyhine ayaklanmış, Allah ve
Resûl'ünc karşı i'lân-ı harb etmiş saymasında daha şiddetli olabilir?.... Yerde
ve gökte kendisini hiç bir şeyin âciz bırakamadığı kaadîr ve kahir Allah'la
muharebe eden bu zaîf insanın hali ne olur? Elbette bu yaptığı ile kendisini
helak ve hüs-rân'a atmış sayılır.
Bu Âyet-i Kerîme'dcn
alınan ribâ'nm mânâsına gelince: anlaşılıyor ki, bu ribâ câhİliyet devrinde
araplar arasında malûm olan faizciliktir. Bunu müfcssirler beyân etmişlerdir.
Bu zevât'tan bir çoğunun buyanına göre Câhİliyyet devrinde arapiar'dan biri bir
kimseye muayyen bir müddet için borçlandı mı va'de gelir gelmez mal sahibi
borçluyu bulur; ve ona : «Ya borcunu öde! yâhûd arttır» derdi. Bunun mânâsı :
ya borcunu öde yâhûd aramızda âdet olan faiz ile onu bir müddet tc'hir et;
demektir. Ziyâde bazen sayıda olurdu. Meselâ bir deveyi va'desi geldikte iki
deve vererek Ödemek şartı ile muayyen bir müddet beklerlerdi. Bazen de yaşta
olur; bir senelik bir deve yavrusunu va'desi geldiği zaman iki senelik yavru
vererek ödemek şartı ile borcu te'cil ederlerdi. Faizciliğin bir nev'i de şöyle
olmuştu : Biri diğerine bir müddet için mal verir; ondan her ay muayyen bir
miktar alırdı. Va'de gelip de bütün borcu ödeyemezse ma! sahibi yeni bir
faizle bir müddet daha beklerdi. İşte bu gün dünyanın her yerinde bankaların
umumiyetle yaptıkları faizcilik budur. Allah-u Zülcelâl bunu müsîümanlara ve
diğer milletlere haram kılmıştır. Çünkü bunda başı sıkılanları ezmek, insandaki
şefkat ve merhamet hislerini söndürmek; dünyâ hayatında yardımlaşma fikrini yok
etmek vardır. İnsan, insan olarak her cihetle maddîleşip kardeşine kaaşı
merhametsizlik etmemeli; onun muhtaç düştüğü ânı fırsat bilerek kendisini
faizin tuzağına düşürmemeli; kalan bir parça canını da böylelikle almamalıdır.
Halbuki Allah Teâjâ zenginlere fakirlere vasiyyet etmiş; felâketzede'lerie
bîçâreler için ödünç almayı meşru' kılmıştır. Kaldı ki fâiz'de malları
faizcilere münhasır bırakmak ve irâdesi zâif olanlara şehvet kapılarını açmak;
böylclerin ellerindeki serveti çekip almak gibi pek cok zararlar vardır ki
onları burada sayıp dökmeye makam münâsip değildir.
Hâsılı âyet-i kerîme
ribc'n-ncsîe'nin haram olduğuna kat'iyyetle delâlet etmektedir. Şu zamanda
yüzde hesabı ile yıllık veya aylık fâiz'e verilen mallar da bu kabildendir.
Bazılarının bu nev'i faizi caiz göstermek için din'e yaptıkları taarruz her
cihetle bikmcU teşrîa ve din'e münâfîdir.
Bir takımları fâiz'in
azı helâl olduğuna kaildirler. Onlarca haram olan faiz kat kat fazla alınandır.
Delilleri Âl-i İmrân Sûresî'nin şu Âyet-i kerîmesidir :
[116] «Ey îmân edenler :
kat kat ribâ'yı yemeyin; Allah'dan sakının ki felah bulaşınız.»
Halbuki bu anlayış
düpe düz hatâdır. Çünkü Âyet-i Kerîme'dcn mu-râd : faiz yemekten nefret
ettirmek; kat kat alman faiz günün birinde borçlunun bütün malını kaphyarak onu
fakir, yoksul düşüreceği ve bu i'âsid muamele yüzünden mahvolup âtıl kalacağı
mülâhazası ile faizcilerin nazarı dikkatini çekmektir. Zira bunda, medeniyet
nizamlarına ne derece zarar olduğu meydandadır. Hemen hemen hiç bir akıl sahibi
yoktur ki, Allah teâlâ'nın üç kat faizi haram kılıp iki veya bir katını mübâh
bırakacağını tasavvur etsin. Hele «Eğer tevbe ederseniz sermayeniz sizindir»
âyet-i kerîmesini okuduktan sonra aklı başında olan bir insanın bu mânâyı
anlamasına imkân kalmaz.[117]
Bir takımlarının
«fâide mukabili verilen ödünç, faiz değildir» iddiası da garabet cihcÜ ile
yukarıkinden aşağı kalmamaktadır. Vâkıâ fukahâ'dan bazıları ribâ'nın bir akid
olduğunu, binâenaleyh onun da şâir akidler gibi mutlaka bir sîgası veya sîga
yerini tutacak bir şeyi bulunması lâzım geldiğini söylemişler: hattâ Şâfiîler
bu bâb'ta tasrihat-ta bulunmuşlarsa da ayni zevat fâide mukabili verilen Ödünç
hakkında: «Başkalarının mallarını bâtıl bir yoldan yemektir» demişlerdir. Çünkü
ribâ'nm haram kılınmasına sebep olan karşılıksız ziyâde bunda dahî vardır,
mesele yalnız şekil değişikliğinden ibarettir. Hüküm i'tibâriyle aralarında
fark yoktur. Ribe'n-nesîe'nin Sünnet'ten delili babımız hadîsleridir.[118]
Va'desiz faiz demek
olan bu muamele dört mezhebe göre haramdır.
Sahâbe-İ Kirâm'dan
bazılarının bunu tecviz ettiği
hattâ ibni Abbas (E.Anhümâ)'nm da
bunlar lirasında bulunduğu rivayet edilmişse de sonradan bu fikirden döndüğü
ve Ribc'l-fadl'm hürmetine kail olduğu katiyetle sübût bulmuş bir hakikattir.
Bu ribâ'nın haram
olduğuna delîl. Peygamber (S.A.V.)in
şu Ha-dis-i şerifidir :
«Altın ile altın,
gümüş ile gümüş, buğday ile buğday, arpa ile arpa, hurma ile hurma ve tuz ile
tuz misli misline, birbirine müsâvî ve Deşin olarak satılır. Bu sınıflar
değişti mi peşin olmak şartı İle nasıl isterseniz satınız».
Bu hadiste sayılan
altı şeyin hükmü bilicmâ' başka mallara da geçer. Dâvud-u Zahirî ile Osman-ı
Bcttî'nin ve diğer bazı zevât'ın muhalefetleri rivayet edilmişse de onların
muhalefeti icmâ'ı bozmaz.
Ribâ hakkında merhum
Elmah'ît Muhdmnıcd Hamdı Yazıt «Hak Dini Kur'ân Dili-» adlı tefsirinde pek güzel
îzâhâtta bulunmuştur.
[119] Biz
teberrüken bir cümlesini nakil ile iktifa edeceğiz.
Merhum şöyle diyor:
«Herhangi bir hey'eti içtimâiyyede, faizsiz yaşanmiyacağı hissi, çoğalmaya ve
faizin meşruiyyetine çâreler aranmaya başladımı, orada sükût ve inhitat ve
devr-i câhiliye irtica', başlamıştır.»
Hâsılı faizcilik
beşeriyetin iktisâdi bünyesini kemiren bir kurttur. Bundan dolayıdırki
dinimizde şüpheli şeylerden kaçınmak men-dûb clduğu halde faiz şüphesinden
korunmak vâcibtir.
Fıkıh'ta şöyle bir
kaidemiz vardır : Şüphe-i ribâ, ribâdır; çünkü ribâda şüphe mu'teberdir.
Binâenaleyh müslümanların bundan kaçınması lâzımdır.
Ebu Bekir Ccssas (—370)
«Ahkâmü'l-Kur'ân» adlı[120] eserinde
şöyle diyor: «Ömer demiştir ki: ribâ âyeti Kur'ân'm en son nazil olan
âyetlerrndendir. Peygamber (S.A.V.) bunu bize tamamen beyân etmeden dünyadan
gitti. Binâenaleyh sîz ribâ ve ribe'yİ bırakın» yani faiz olduğunu bildiğiniz
bir şeyi bıraktığınız gibi, kendisinde
faiz şüphesi olanı d;ı bırakın. FAİ/.i. faizcilik yapanı ve ona yardım edeni
zemmeden hadisler çoktur. Aşağıdaki hadîste onlardan biridir.[121]
849/693- «Câbir
radıyallahii anh'ten rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Rcsûlüllah Sallallahü
aleyhi ve scllem: Faizi yiyene, yedirene yazana ve işâhİdlerine lâ'net etti ve
:
— Onlar müsavidir;
buyurdular.»[122]
Bu hadisi Müslim
rivayet etmiştir.
Buhârî'n'ın de Ebu
Cuhayfe'den buna benzer bir rivayeti vardır. Yani linhârVmn rivayetinde de
faizcilere, Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmaları için bedduâda bulunmuştur.
Hadîsin lâfzı şudur :
«Avn b. Ebî
Cuhayfe'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Babamı haccam bir köle satın
alırken gördüm de kendisine sordum. Peygamber (S.A.V.) : Köpek ile kanın
parasından; düğme yapmaktan ve yaptırmaktan; faiz yemekten ve yedirmekten
nehyettî. Resim yapana da lanet buyurdu».
Hadîs-i Şerif, mezkûr
faizcilerin yaptıklarının günâh ve haram olduğuna delildir. Yeme'nin hasseten
zikredilmesi ondan faydalanma ekseriya yemek sureti ile olduğundandır.
Yedirenden murâd :
faizi verendir. Çünkü faiz ancak ondan hâsıl olur; bu sebeple günâhta müşterektir.Yazanla, şâhîdlerin günâhı ise harâm'a
yardım ettiklerindendir. Bittabi bu bilerek yaptıkları zamana mahsustur. Vâkıâ
Buharı ile Müslim'in müttefîkan tahrîc ettikleri Ebu Hüreyre hadîsinde :
«Yâ rabbiî Senden
ahd-u peymân almışam; elbette sen ahdini bozmazsın. İmdi ben ancak bir insanım;
şu halde her hangi bir mü'mine eziyyet etti veya söğdü isem yâhûd lanet etti
veya döğdü isem bu işimi ona namaz ve zekât ve kendisi ile o kulu kıyamet
gününde sana yaklaştıracağın bir ibâdet yap» büyütülmüştür.
Bu hadîs mcrfu'dur.
Buna benzer başka hadîsler de vardır. Bunlar Peygamber (S.A.V.J'in lanetinin
tanrım ifâde etmediğine ;hu sözlerle hakiki heri duayı kasıd buyurmadığına
delâlet ederler. Bu hâl karşısında: Resûlüllah (S.A.V.)'in lanetini geri
alması ma'lıım bir haramı iş-lemiyenler hakkındadır; yâhûd bu laneti gadab
halinde yaptığı zamana mahsustur; denilmektedir.[123]
851/694- «Abdullah
b. Mes'ud radıyallahü anh'ien Peygamber Sal-lallahn aleyhi ve scîlem'den
işitmiş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah (S.A.V.) :
— Faiz yetmiş üç
bâbtır. Bunların (günâh i'tibâriyie) en ehveni bir kimsenin annesi île cinsî
münâsebet'te bulunması gibidir. Şüphesiz ki faizin en fazlası müslüman bir adamın
Irzıdır; buyurmuşlardır.»[124]
Bu hadisi muhtasaran
İbni Mâce; tamamı ile de Hâkim rivayet etmiş ve onu sahîhlcmiştir. Bu mânâda
başka hadîsler de vardır.
EbuDdvud ile İbni
Ebi-d Dünya (208—281)'nın Hz. Ebu Hürey-re'den tahrîc ettikleri bir hadîste
(müslümanm ırz.nda ribâ)'yı Resûlül-lah (S.A.V.) :
«Bir sÖğmeye
karşı iki söğmedir» diye tefsir
etmişlerdir, Hudîs-i Şerifte ma'lûm
ribâ bâblarından olmamakla beraber haram
bir fiile ribâ denilebileceğine işaret vardır.
Faizin en ehvenini bir
kimsenin annesi ile cima1 etlnesine benzetmesi, aklen bu işin son derece
çirkin olduğu içindir.[125]
852/695- «Ebu
Sâîd-i Hudrî radıyallahü anh'ien rivayet olunduğuna göre; ResûlüTah Sallallahü
aleyhi ve scllem:
— AÎTir ile altını,
ancak misli misline olursa satın : birbirleriİ erine fazla yapmayın; gümüş ile
gümüşü de, arwak misS misline olursa satın; birbirleri üzerine fazla yapmayın.
Onlardan gaib olanı hazırla dahi
satmayın; buyurmuşlardır.»[126]
Müttefekun aleyh'tir.
Hadîs-i Şerif, mevcud
olsun gaibolsun altın ile altını, gümüş ile gümüşü birbirlerinden fazlalıkla
satmanın haram olduğuna delildir. Çünkü «ancak misli misline» tâbiri umum
hallerde istisnadır; ve sanki: «bu satışı hiçbir hâl-u kârda yapmayın; yalnız
misli misline, yani miktarca birbirlerine müsâvî oldukları hâl müstesna»
denilmiştir. Bundan sonra bir de (birbirleri üzeri ıe fazla yapmayın)
buyurui-ması te'kîd içindir. '
Sahâbe-i Kirâm'dan ve
tabiîn hazerâtmdan bir çokları ile fukahâ'nın mezhebi budur. İbni Abbas (R. A.)
ile sahâbe'den bazıları ribe'I-fadl'da fazlalığın haram olmadığına kail olmuş
ve:
«Nesîe'den başka ribâ
yoktur» hadîs-i sahihi ile istidlal etmişlerse öe cumhur bu hadîsi «en şiddetli
ribâ ancak nesîe-dedir şeklinde te'vîl etmişlerdir. Yani bu hadîsten murâd :
hiç bir ribâ yok değil, ribâ'nın kemâli yok; demektir.
Maamâfîh yukarıda da
arzettiğimiz veçhile Hâkim Hz. ibnî Abbas'-m bit kavilden döndüğünü ve Allah'a
levbe istiğfar ettiğini rivayet etmiştir. İbni Abbas : «Vallahi ben
müslümanlann peşin olarak yaptıkları her nev'i alış verişi helâl görüyordum.
Abdullah b. Ömer'in Resulü!-lah (S.A.V.)'den benim bellemediğim bîr hadîsi
bellediğini işitince şimdi Allah'a istiğfar ediyorum» demiştir.
Hadîsteki altın ve
gümüş lâfızları âmm olup madrûb gayr-ı mad-rûb tütün altın ve gümüşlere
şâmildir. (Gaib) ta'birindcn murâd : alış veriş meclisinde bulunmayanlardır.
Orada mevcut olana (hazır) denilmiştir.[127]
853/696- «Ubâdetû'bnü's-Sâmit
radıyallahü anh'ten rivayet edilmiştir. Demiştir ki:Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem:
— Altın ile altın,
gümüş'le gümüş, buğday ile buğday, arpa ile arpa, hurma ile hurma ve tuz ile
tuz, misli misline, birbirine müsâvî ve peşin olarak satılırlar. Bu nev'iler
değişirse Deşin olduğu takdirde nasıl
istersiniz.Öyle satın; buyurdular.»[128]
Eu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i Şerif'in (misli
misline ve birbirine müsâvî olarak) tâbirleri ile ifâde ettiği te'kîd
aşikârdır.
B:ı hadîs, sayılan
altı şeyde, cinsi cinsine satıldıkları zaman fazla-3ık yapmanın haram olduğuna
delildir. Mezkûr altı şeyde ribâ'nın haram olduğuna icmâ' vardır. Nitekim yukarıda
da arzetmiştik.
Bunlardan maadasına
gelince Cumhur-u ulemâ'ya göre illette bunlarla müşterek olan her şeyde kıyas
yolu ile ribâ harâm'dir. Zâhirîler'e göre nassan sabit olan altı şeyden maada
hiç bir şeyde ribâ yoktur. San'ânî (1059—1182)
«Sihbiilü's-Selâm» da bu mezhebi beğenmekte hattâ bu hususta
«cl-Kavlü'l-Mik-tcbd» adlı müstakil bir risale yazdığından bahsetmektedir.
Ribâ'ya dahil olan
şeylerin cinsleri muhtelif olursa birbirinden fazlaya ve keza va'deli olarak
satılabilirler. Bu hususta uiemâ müttefiktir. Meselâ : altınla buğday, gümüşle
arpa böyle satılabilirler. Cinsi cinsine satıldığı zaman birinin veresiye
satılmasına caiz olmadığında dahi ittifak vardır.[129]
854/697- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'ten rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem:
— Altın ile altın,
tartısı tartısına, misli misline; gümüş ile gümüş dahi tartısı tartısına,
misli misline satılır. Her kim ziyâde verir veya ziyâde alırsa bu ribâ'dır;
buyurdular.»[130]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
HîkIîs-i Şerif,
takdir'in göz kararı ve tahmin ile değil .mutlaka tartı ile yapılacağına
delildir. Çünkü miktarın ta'yini ancak bu suretle mümkün clur.[131]
855/698- «Ebû
Said-i Hudrî ile Ebû Hürey-e radıyallâhü anhümâ'-dan rivayet olunduğuna göre
Resûlüllah Sallallahii aleyhi ve sellem Haybor üzerine bir adam'ı memur
göndermiş; o zât da Peygamber (S.A.V.)'e seçkin kuru hurma getirmiş. Derken
Resûlüllah Sallaîîahil aleyhi ve sellem :
— Hayber'in bütünhurmaları böyle mi? diye sormuş? Adam :
— Hayır yâ
Resûlâllah! Biz bunun bir
ölçeğini iki ve iki ölçeğini üç ölçeğe
alıyoruz; demiş. Bunun üzerine Peygamber
(S.A.V.) :
— (Bunu) yapma, kötü hurmayı para ile sat,
sonra para İle seçkin hurma satın al; buyurmuş; iartı hakkında da böyle bir şey
söylemişlerdir.»[132]
Müttefekun aleyh'tir.
Müslim'in
rivayetinde «Mîzan'da böyle»
buyurulmuştur.
Gönderilen zât'ın ismi
Sevâd b. Gazİyye olup Ensâr'dandır.
«Cenîb» bazılarına
göre iyi hurma; diğer bazılarına güre katı hurmadır. Bir takımlarına göre
Cenîb; kötüsü ayıklanmış hurmadır; «Başka hurma ile karıştırılmayan hurmadır»
diyenler de olmuştur.
Cem' : Kötü hurma
demektir. Müslim'in bir rivayetinde; «Karışık hurma» diye tefsir edilmiştir.
Bunun mânâsı: bir çok nev'iler bir araya getirilerek karıştırılan demektir.
Hadîs-i Şerif, cinsi
cinsle satarken aralarında iyilik, kötülük cihetinden fark gözetmeksizin
birbirine müsavi olmalarının vücûbuna delildir.
(Tartı hakkında da
böyle bir şey söylemişlerdir.) İfâdesinin mânâsı: Cinsi cinsine satılırken
tartılarak verilen şeyler hakkında da Ölçekle satılanlar hakkında söylendiğini
söylemiş; yani: fazlalıklı satılamaz; böyle bir alış veriş yapılmak istenirse
para ile satılır; sonra satın alınmak istenilen sey de para ile alınır; demek
istemiştir. Bu hususta tartılan şeylerle ölçülenler arasında bir fark
olmadığına icmâ1 vardır.
Hanefîyye imamları bu
hadîs ile istidiâl ederek: Peygamber (S.A.V.) zamanında ölçekle satılan bir
şeyin şimdi tartı ile müsavat üzere satılması caiz değildir.» derler. Onlara
göre vezin, yani tartı da öyledir; o zaman nasıl yapılmışsa, şimdi de aynı
suretle hareket edilir.
îbni Abdftberr
(368—463) diyor ki : «Aslında tartı ile satılan bir şeyin ölçekle
satılamıyacağında Hanefiler müttefiktir; lâkin aslında ölçekle satılan mal
hakkında bazıları*tartı ile satmanın caiz olduğuna kail olmuş ve : Mümaselet[133] her
şeyde tartı ile anlaşılır; demişlerdir.
tartı ile ölçeği, her
memleketin âdetine bırakırlar. Eğer âdet muhtelif olursa hüküm ekseriyete göre
verilir. Her iki taraf müsavi ise ne ile ölçülürse hüküm ona göre verilir.»
Bu rivayette Peygamber
(S.A.V.)'in o zât'a satışı bozmasını emredip etmediği zikrcdilmcmişür.
Zahirine bakılırsa satışı takrir buyurmuş: yalnız bilmediği için onu ma'zur
sayarak hükmü bildirmiştir. Fakat burada İbni Abdiîberr: «râvinin akd'in
feshini ve bey'in reddini rivayet etmeyip susması bu işin vuku' bulmadığına
delâlet etmez. Hadîs, başka tarikten de tahrîc edilmiştir» diyor. Ve galiba
Ebû Said (R. A ./den kendisinin tahrîc ettiği buna benzer bir kıssa'ya işaret
ediyor: « Okıssada: «Bu ribâ'dır» diyerek onu reddetti» deniliyor. İbni
Abdiîberr kıssanın tekerrür etmiş olmasına da ihtimal veriyor ve : «içerisinde
redd bulunmayan kıssa daha evvel olmuştur» diyor.
Hadîste efdâl olanı
ihtiyar etmek sureti ile nefsi terfih'e işaret vardır.[134]
856/699- «Câbir
b. Abdillâh radıyallâhü anhümâ'dan rivayet edilmanın kaç ölçek olduğu
bilinmeyen bir yığınını, ölçeği belli olan kuru hurma ile satmaktan nehyetdi».[135]
Bu hadisi Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i Şerîf iki
cinsin behemehal birbirine müsavi olması lüzumuna delâlet etmektedir. Bunun
şart olduğu yukarıda görüldü. Zaten nehyin vechi de odur.[136]
857/700- «Ma'mer
b. Abdülâh radıyallâhü anVten rivayet edilmiştir.Demiştir
kî:Gerçekten ben Resûlüllah sallallahü aleyhi ve scllcmi;
— Zahire ile zahîre misli misline satılır;
derken İşitiyordum. O gün bizim yediğimiz arpa İdi».[137]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîsteki (taam)
kelimesi yenilen her şeye şâmildir; ve yiyğin fazlalıkla satılamıyacağına
delâlet eder. Ancak hadîsin her yiyeceğe şami! nfduğıma kail olan yoktur,
ihtilâf, buğday ile arpa hakkındadır. Yalnız Hz. Ma'mer (R. A.) taamı arpaya
mahsus kılmıştır. Bu tahsis ^det i fi'liyye ile olmuştur; zîrâ (taam) ismi
arpada gâlib olup başkanında pek kullanılmıyordu. Hanefîler, Hz. Ma'mer'in bu
tahsisine kail uliTiuşlardır. Cumhur ise isim kullanışda galebe çalmadıkça bu
tahsise kail olmazlar. Onlar lâfzı umuma hamledericr; fakat bu umum yukarıda
geçeri «Nev'iler muhtelif olursa nasıl isterseniz öyle satın» hadîsi ile tahsis
olunmuştur. Çünkü o hadîste evvelâ buğday iltı arpa ayrı ayrı sıralanmıştır.
Binâenaleyh bundan sonra «nasıl İsterseniz öyle satın» buyurması duğday ile
arpanın ayrı ayrı sınıflar olduğuna delâlet eder İmam Mâlik ile Evziâî (88 -
157) ve diğer bazı ulemâya güre buğday ile arpa bir sınıftır; bu sebeple
birbirleri ile - fazla! ıklı satılmazlar. Hadîsin râvisi Ma'mer b. Abdilİâh
(R.A.) m mezhebi de budur.
Müslim'in rivayetine
nazaran Hz. Ma'mer kölesinin eline bir ölçek huğday'vererek onu satmasını ve
parası ile arpa almasını söylemiş. Kül? cnrşıya giderek bu buğday ile bir
ölçekten biraz fazla arpa almış Hz. Ma'mer bunu görünce:
— «Nİçİn böyle yaptın?
haydi git bu arpayı geri ver; sakın misil misline ol mı yan şeyi alma! Çünkü
ben Resûlüllah {S.A.V.) i bu hadisi îrâd buyururken işittim; demiş. Kendisine:
— Bu onun misli değil; diyenlere:
— Benzeri olmasından
korkarım; cevabını vermiştir. Maamâfîh
bu Hz. Ma'mer'in bir ictihâd'ı olduğu anlaşılıyor. Yoksa
Ebu Dâvud ile
Nesâî'nin rivayet ettikleri Ubâde b. Sâmit hadîsi arpa ile buğdayın ayrı
sınıflar olduğunu nass olarak ifâde etmektedir. Hadîsin metni şudur :
Ubâde demiştir ki:
Resûlüllah (S.A.V.}:
« Peşin ve arpa daha
çok olduğu halde buğdayı arpa ile satmakta bir beis yoktur; buyurdular.»[138]
858/701- «Fedâle
b. Ubeyd radıyallâhü anh'âen râvâyet edilmiştir. Demiştir ki: Hayber günü on
iki dînâra, içinde altın ve boncuk bulunan bir gerdanlık satın aldım. Sonra
onu bozdum ve içinde on iki dinardan daha fazlasını buldum. Müteakiben bunu
Resülül.ah stıllullahü aleyhi ve sellcm'e anlattım.
«— Gerdanlık bozulmadıkça
satılamaz; buyurdular.»[139]
Bu hadisi Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîsi Taberânî (260 -
360) «el - Kebîr» adlı eserinde çeşitii lâfızlarla bir çok yollardan tahrîc
etmiştir. Hattâ bu çeşitli lâfızlara bakarak bazıları onun hakkında «muztarib»
bile demişlerdir. Fakat Musannif bunlara cevap vermiş; ve bu çeşitliliğin
hadîse za'f getirmiyeceğini, nassın mahfuz ve ihtilafsız olduğunu beyân etmiştir.
Şöyle ki: «nass çözülüp ayrılmayan şeyleri satmanın yasak edilmesidir. Bunların
cins ve fiyat miktarına ise bu halde muztarib hükmünü verdirecek bir şey
teâllûk etmez. O zaman râvîleri arasında tercih yapmak îcâbeder. Eğer hepsi
sika iseler en mutemed ve belleyişlisinin rivayetine sahih diye hükmedilir,
diğerlerinin ki onun rivayetine nisbetle şazz olur.»
Hadîs-i Şerif, altın
başka bir şeyle beraber olup da altın mukabilinde satılırsa o şeyden
ayrılmadıkça satışın caiz olmadığına delildir. Satışın caiz olabilmesi için
atim kendi ağırlığınca altın ile; yanındaki şey de artan para ile satılır. Sair
ribâ eşyası da. böyledir: Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) «Ayrılmadıkça satılamaz»
buyurmuşlardır.
Mes'ele ihtilaflıdır.
Seleften bir cemâat ite İmam Şafiî ve imam Ahmed b. Hanbeî bu hadisin zahiri
ile amel etmişlerdir. Hanefifer'le diğer bir kısım ulemâya göre ise gerdanlığı
kendisinde mevcut altından daha fazla altınla satmak caiz; fakat daha uzuca
yâhûd mevcut altın misline satmak caiz değildir. Zîrâ altın altına mukabildir.
Fazla
olan altın
gerdanlıktaki boncukların harşılığıdır; böylece akid sahih olur. Çünkü akid
hem sahîh, hem de bâtıl olmağa ihtimalli ise sahihe hamlolunur. İmam Mâlik
(93-179) bu mes'elede üçüncü bir kavle zâhib olarak: «Alış verişte altın başka
madene tâbi' ise yani bir şeyin üçto birini altın üqte ikisini başka ma'den
teşkil ediyorsa altını tâbi' olarak satmak caizdir» demiştir. Bu takdirde altın
hiç yokmuş gibi tutulacak ona karşılık vcrilmiyecektir. Meselâ altın süslemclİ
bir kılıç böyle satılacaktır. Çünkü MâUk'e göre cinsi cinsine mukabele eden
altın o şeyin üçte biri olunca ekalliyette kalır; ekseriyet onunla karıştırılan
ma'dendir. Ekser için ise bir çok hallerde küll hükmü vardır. (Yani çoğunluk
bütün hükünde kabul edilir.) Burada dahî öyledir. Sanki satılan şeyde hiç
altın yokmuş; o şeyin bütünü başka madclcdcnmis gibi kabul edilir.
Burada dördüncü bir
kavil de vardır. Buna göre gerdanlık mutlak surette allın mukabilinde
satılabilir. Aîtınin az, çok veya müsavi olmasına bakılmaz. Bu kavle kail
olanların gerdanlık hadisini duymadıkları anlaşılıyor.[140]
859/702- «Semura
b. Cündeb radıyallâhü anh'İen rivayet olunduğuna göre, Peyjamber sallallahü
aleyhi ve scllcm; Hayvan mukabilinde hayvanı veresiye satmaktan nehî
buyurmuştur.»[141]
Bu hadîsi Beşler
rivayet etmiş, Tirmizî ile Ibnİ Cârûd onu sahîhlemişledir.
Hadisi İmam Ahmed, Ebû
Yâ'îâ (— 307) ve başkaları da tahrîc etmişlerdir. Tirmizî'âen başkaları onun
hakkında: «Bu hadîsin râvi-leri sika'dir; yalnız hadîs hafızlan onun mürsel
olduğunu tercih ederler. Çünkü: «Râvi Hasan m Semuradan işitmesi münâzaalıdır»
demişlerdir. Lâkin bu hadîsi ibni Hibban (— 354) ile Dâre Kutnî (306 - 385)
İbni Abbas (R.A.) den rivayet etmişlerdir ki, râvîleri mu1-temeddir. Şu kadar
var ki Buharı (194 - 256) ile Ahmed b. Hctnbe\ (164 - 241) onun mürsel olduğunu
tercih etmişlerdir. Tirmizî (200 -279) de Câbir (R.A.) den gevşek oirinnadla
tahrîc etmiştir. Yine bu hadîsi Abdullah b. Ahmed (— 417) Hz. Câbir b.
Semura'dan Tahâvi (238-321) ile Tabcrânî
(260 - 360) de İbni Ömer (R. AJ'dcn tahrîc etmişlerdir. Binâenaleyh rivayetler
birbirini te'yid ve takviye ederler. Hadîs-i Şerif, veresiye hayvanı hayvanla
satmanın sahih ve doğru olmadığına delâlet etmektedir. Ancak bu hadîs ileride
gelecek Ebu Râfİ' hadîsi iîe muâraza halindedir. Ulemâ bunların aralarını
bulmak için ihtilâf etmişlerdir. Bazıları : «Semura hadîsinden murâd: iki tarafın
veresiye satmasuhr. Bu bey'i kâli yani pey vermek kabilinden bir satış olup
sahîh değildir» derler, tmâm-t Şâfü (15ö - 204) dahî onu böyle tefsir
etmiştir.. Hanetîlerle, Hanbelîler ve diğer bazı uiemâ bu hadîsin Ebu Râfi' hadîsini neshettiğine kai! olmuşlardır.[142]
860/703- «İbnİ
Ömer radıyallâhü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah
nallallahu aleyhi ve scllcm'ı:
«— Siz îne alış
verişini yapar; sığırların kuyruklarına yapışır da ziraata razı olur ve cihâdı
terkederseniz Allah . üzerinize bir mezellet musallat eder de tâ dininize
dö'nün-ceye kadar onu kaldırmaz; derken işittim.»[143]
Bu hadîsi Ebu Dâvud,
Peygamber (S.A.V.) den Nâli'in rivayet ettiği bir hadîsten tahrîc etmiştir.
İsnadında söz vardır. Ahmed'in de Atâ rivayetinden buna benzer bir hadîsi
vardır. Ricali sika'dırlar. Bu hadîsi ibn Kattan sahîhlcmiştir.
Nâfi' rivayetinde,
isnadında söz edilmiş olması râvüeri arasında Ebu Abdirrahman-ı Horasanı
bulunmasındandır. Bu satın ismi îs-hak olup Atâ-i Horasanî'dcn rivayet
etmiştir. Fakat Zcheln (163 -748) «el-Mizân-» ında: «Bu hadîs onun
münkerlerindcn biridir» demiştir.
Musannif merhum'da:
«Bence ibni Kattân'ın sahîhlediği hadîs ma'lûldur; çünkü râvilerinin mu'temed
olmasından hadîsin sahîh olması lâzım gelmez; zîrâ A'mcş müdellistir; Ay'dan
işittiğini zikretmemiştir. Atâ'nın da Atd-i Horasanî olması muhtemeldir Binâenaleyh
Nâfi' b. Atâ ile İbn Ömer'i düşürmek sureti ile tedlis-i tesviye olur. Bu
sebeple meşhur olan ilk hadîse dönülür.» diyor.
Hadîsin bir çok
yolları vardır. Beyhakî onun için ayrı bir bâb ayırmış ve illetlerini beyân
etmiştir.
Bey-i îne : bir malı
ma'lûm bir fiyat've ma'lûm bir müddetle satarak sonra o malın çoğu kendi
zimmetinde kalsın diye müşteriden onu sattığından daha ucuz fiyatla almaktır.
îne : ayndan alınma
bir kelimedir. Ayn burada para demektir. Şu halde bu satışa (îne)
denilmesi para husulüne sebep olüuğu içindir.
Çüzcanî diyor ki :
«Ben zannederim îne : kişinin altın ve gümüş demek olan {ayn) a olan
ihtiyacından müştak olacaktır. Böylesi bir malı satın alır fakat ona ihtiyacı
yoktur; onu ihtiyacı olan altın ve gümüşle satar». Satıcıya malının aynı
döndüğü için bu satışa bu ismin verilmiş olması da ihtimal dahilindedir,
Hadîs-i Şerîf mezkûr
satışın haram olduğuna delâlet ediyor ki imam Mâlik ile Ahmed b. Hanbel'in ve Şâfiîler'den bazılarının mezhebi budur.
Çünkü onlarca bu, Allah'ın dini ile oynamak, Allah'a hîle yapmağa yeltenmektir!
Bu satış bazı suretlerde hurma ile
hurmayı .fazlalıkla satmağa bile varır ve ribâ olur.
imam Şafiî'den bu
satışa cevaz verdiği naklolunmuştur. Delili: Yukarıda geçen Ebu Saîd ve Ebu H
ti rey re hadîsinde «KÖtÜ hurmayı sat; sonra parası ile iyi hurma al»
buyurulmuş olmasıdır. Evet, İmam Şafii bey'i îne'ye cevaz veriyor Çünkü hadîste
tafsilât verilmemiş; mutlak ifâde buyurulmuştur. ihtimal yerinde tafsilât
vermemek ise sözün umumu yerine kaimdir.
«Sığırların
kuyruklarına yapışırsanız» tabiri cihâdı bırakıp da çiftçilikle meşgul
olmaktan kinayedir. Aynı kinaye lisanımızda da kullanılır. «Sen kara öküzün
kuyruğuna iyi sarıl» derler ve bununla çiftçiliği kasd ederler. (Ziraata razı
olmak) bütün düşünce ve kaygılarının bundan ibaret olmasından kinayedir. «Tâ
dininize dönün-ceye kadar-» ifâdesinden murâd: dininizin emir ve nehîlerini
yerine getirinceye kadar; demektir.
Dinlerini sevdikleri
halde hiçten ibaret sebeplerle onun emirlerim nehîlerini icra edemediklerini
söyliycnlere ve bilhassa bu sakat halleri ile îslâmiyetin bayrakdarlığını
yapmak sevdasına kapılanlara hadîs'in bu
son cümleleri sûr-t İsrafil'i andıran bir sayha-i îkâz ve tenbihtir. Gerçi
müslüman liderlerine «Siz bu işten vazgeçin» demek büyük küçük hiç bir
müslümanın hatırından bile geçmez. Bilâkis kendilerini teşci' ve te'yîd etmek
müslümanların vazifesidir. Ancak onların da dinlerinin icabını yapmaları
şarttır. Yapmazlarsa kendilerine ihtarda bulunmak müslümanlara bir vazife,
hattâ bu ümmetin temayüz ettiği en büyük emri bil ma'rûf vazifesi olur. Aksi
takdirde: «Dinde reform isteriz» diye nâra atıp dolaşan serseri reformcularla
dinlerinin icabını yapmıyan müslüman liderleri arasında kanâat-i âcizânemce
yalnız bir fark kalır : Ötekilerin nâtık, berikilerin sâkit olmaları
reformculukta birleştikten sonra yaygara koparmakla koparrnamanm birbirinden ne
farkı kalır bilemem. Şunu hatırlatmak isterim ki. «îslâmda ameller İmanın
cüz'üdür» diyen i'tikad mezhebi bile vardır. «Değildir» diyenlerin kavli dahi
netice itibariyle onlara yakındır. Hadîsimizin zahiri de onlara delildir.
Mesele ilm-î kelâm'a
âid pek mühim bir bahistir. Hâl böyle olunca tekrar sorarım: Meselâ namazını
kılmayan bir müslüman lideri ile namazını kılmayan bir reformcu arasında ne
fark vardır? Biri susarak diğeri yaygara kopararak aynı şey'i yapmıyorlar mı?
Ümmeti olmak şerefi ile mübâhî olduğumuz Resûl-i zîşân (S. A.V.) efendimizin
kılınmadık bir tek namazı kalmışmıdır? Hadîsimizin bu son cümlesi o kadar
müessirdir ki, adetâ insanın tüylerini ürperti:. Çünkü bir müslüman için
dininin îcablarmı yapmadığından dolayı dönmüş mürted muamelesi görmek ve
«dininize dönünceye kadar» itabına muhatab olmak elbette dünyadaki azar ve
tekdirlerin en şiddetlisidir. Allah müslümanlara intibahlar nasîb eylesin.
Bu hadîste cihâda
teşvik de vardır. Cihâd hakkında
kitabımızın dördüncü cildinde ayrıca hadîs gelecektir.[144]
861/704- Ebu
Ümâme radıyallâhü anh'den Peygamber sallallahü aleyhi ve seîlem'den işitmiş
olarak rivayet edildiği ıe göre Resûlüllah (S.A.V.) :
«— Bir kimse din
kardeşine şefaatte bulunur da o da (buna karşthk) kendisine bir hediyye verir
hediyyeyi kabul ederse ribâ
nevilerinden büyük birini
yapmış olur; buyurmuşlardır.»[145]
Bu hadîsi Ahmed ile
Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. İsnadında söz vardır.
Hadîs-i Şerif şefaat
mukabilinde hcdiyye almanın haram olduğuna delildir. Buna ribâ denilmesi
istiare tar4ki iledir. Çünkü ribâ'da karşılığı olmıyan mal ziyâdesi olduğu gibi
bunda da vardır; binâenaleyh birbirlerine benzerler.
Hadisin isnadında söz
olması onu Ebu Ümâme'dcn azadh kölesi Şam Emevî'lerinden Ebû Abdurrahman Kasım
rivayet ettiği içindir. Bu zât hakkında hadîs imamları arasında söz edilmiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel onun hakkında: «ondan Alîy b. Zeyd acâib şeyler rivayet
etti ama ben bunların ancak Kasım tarafından geldiğini sanrım» demiştir. Ibni
Hibban ise: «Bu zât Peygamber (S.A.V.) in ashabından mu'dal hadîsler rivayet
ederdi» dedikten sonra : «filhakika onu İbni Maiin mevsuk saymış; Tirmizi dahi;
sika olduğunu söylemiştir» demiştir.[146]
862/705- Abdullah
b. Amr b. Âs radryaüâhü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem; rüşveti verene de alana da lanet buyurdu.»[147]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
ile Tirmizî rivayet'etmişlerdir. Tirmizî onu sahîhlemiştir.
Hadîsi îmam Ahmed
«cl-Kaza» da İbni Mâca «el-Ahkâm» da Ta-berânî «es-Sağir» de rivayet
etmişlerdir. Hcysemî (— 374) : Bu hadisin ricali sikadırlar» demiştir.
Musannifin bu hadîsi ribâ bâb-larında zikretmesi rüşvetçiler hakkında lâ'net
ifâde ettiğindendir. Çünkü rüşvet almak ribâya benzer. Ribâ alanlar hakkındaki
lâ'net babımızın başında görülmüştü.
Lâ'mn hakikati: rahmet
ümidinden uzaklaşmaktır. Peygamber (S. A.V.) den muhtelif kimseler için
yirmiden fazla lâ'net sabit olmuştur.
Hadîs-i Şerif, ehli
kıblenin âsîlerine İâ'net okumanın caiz olduğuna delâlet ediyor. Vakıa «Mümin
lânetçi olamaz» mealinde de bir hadis varsa da ondan murâd: lâ’nete müstahak
olmıyan ve Allah ile Resulünün lâ’net etmediği bir kimseye lâ’net okumaktır;
Yâhûd: Mü’min çok lâ'net etmez; demktir. Nitkim (fa'âl) vezninde olan (la'ân) da bunu ifâde eder.
(Râşî) rüşvet veren
demektir.
Rüşvetçi: bâtıl emeline
ulaşabilmek için mal harcıyandır. Bu taT-rî£e bakılırsa hak olan emeline
ulaşmak için mal sarfetmek rüşvet olmamak îcabederse de böyle bir fark
yapılmamıştır.
(Mürteşî) rüşvet alan
demektir. Her ikisinin de lâ'nete müstehik olmaları: verenin parası ile bâtıla
nail oiması; alanın da haksız hüküm vermesi sebebi iledir. Hz. Sevbân (R.A.)
hadîsinde bîr de (râis) ziyâde edilmiştir.
(Râîş) Rüşveti verenle
alanın aracılığını yapancır; ve hükümde onlarla birdir.[148]
863/706- «(Yine)
İbni Amr radıyallâhü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre: Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve sellem kendisine bir ordu hazırlamasını emretmiş. Derken (Orduya
alacak) develer bitmiş de Peygamber (S.A.V.) ona genç sadaka develerini vermek
şartt ile deve almasını emretmiştir. İbni Amr demiştir ki :
— Bunun üzerine den de
sadaka develerinden İki deve verilmek üzere bir deve almağa başladım».[149]
Bu hadîsi Hâkim ile
Beyhakî rivayet etmişlerdir. Ricâü sikadırlar.
Yahya b. Maun diyor
ki: Bu hadîs meşhurdur. Lâkin Mâlik onu menfaat ihtilâfına hamletmiştir. Ibni
Amr'ın aldığı hayvanlar cihâd içindi, bunlara karşılık verdiği hayvanlar sadaka
develeridir.»
Musannifin bu hadîsi
burada zikretmesi hayvanlarda ribâ olmadığına delâlet efetiği içindir. Yoksa
hadisin yeri. «Ödünç babı» dır.
Hadîs-i Şerif, hayvanın ödünç alınabileceğine delâlet ediyor.
Bu hususta üç kavi!
vardır :
1— Hayvanın
ödünç alınması caizdir. İmam Şafiî ile Mâlik1 m, Cumhur-u ulemânın mezhebi
budur. Delilleri bu hadîstir. Yalnız bir kimsenin cimâ'ma mâlik olduğu cariyesi
bu hükümden müstesnadır; onu ödünç almak cYıiz değildir. Fakat yakın akrabası
olmak gibi bir sebeple c'mâ'ı kendisine haram olan cariyesini Ödünç almak
caizdir.
2— Mutlak
surette caizdir; yani cariyeyi dahî almak caizdir. Jbni Cerir ile Dâvud-u Zâhirî'nin.
mezhebi budur.
3— Hayvanların
Ödünç alınması caiz değildir. Hanefilerle diğer bir takım ulemâ'nın mezhebi de
budur. Çünkü onlara göre bu hüküm men-suhtur.
Mağribi'nin, şerhinde
bu hadîsin hayvanı ödünç alma hakkında olduğu zikredilmişse de tedkikât
neticesinde onun, hayvanatı satın alma hakkında şeref-sâdir olduğu
anlaşılmıştır. Sünen-i Beyhakİ'de §u hadîs vardır :
«Amr b. Hureyş
Abdullah b. Amr'a demiş ki:
— Biz alhn ve gümüş olmıyan bir yerdeyiz; bu sebeple bir stğırı îkî sığıra, bir deveyi
iki deveye ve bir koyunu iki koyuna satabilirmiyİm? Bunun Üzerine Abdullah :
— Resûlüllah (S.A.V.) bana bir ordu
hazırlamamı emir buyurdu, ilâh» demiş
ve sadedinde bulunduğumuz hadîsi rivayet etmiştir.
Bir rivayette :
«Peygamber {S.A.V.) de
ona sadaka memurunun (zekât toplamağa) çıkışma kadar (va'de île) bir hayvan
satın almasını emretmiştir» deniliyor.
Görülüyor ki her iki
hadîs de satın alma hakkında sarihtir. Bu hâl karşısında hadîsi Ödünce
hamletmek doğru olamaz. Doğrusu, o veresiye hayvan satın almak için sevkcdilmiştir.
Maamâfîh hayvanı hayvanla ödünç aldığı da Resûlüllah (S.A.V) den sabit
olmuştur.[150]
864/707- «Ibni
Ömer radıyallâhü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
sallalîahü aleyhi ve sellem müzâbene'den (yani) bağçesinin meyvesi hurma ise
kuru hurma mukabilinde ölçekle satmaktan, üzüm ise onu ölçekle kuru üzüm
mukabilinde satmaktan, ekin ise onu zahire ölçeği İte satmaktan (hâsılt)
bunların hepsinden nehî buyurdu».[151]
Müttefekun aleyh'tir.
Müzâbenenin tefsiri
yukarıda (670/825). ci hadîsin şerhinde görülnüştü. Hadîsteki (semer) ta'biri
yemiş demek olup hurma ve sâireye şâmildir.
Ulemâ, müzâbenenin
tefsirinde ihtilâf etmişlerdir. Bu cihet dahi yukarıda görüldü, tbni Abdilbcrr
(368 - 463) : şöyle diyor. «Böyle bir satışın muzâbene olduğunda ulemâya
muhalefet eden yoktur. İhtilâf ettikleri cihet, satılması ancak misli misline
caiz olan şeylerin de buna katılıp katilamıyacağı hususudur.» Cumhur'a göre
katılır; çünkü illette müşterektirler. Buradaki illet cins ve miktarda
birbirlerine uydukları halde müsavi olup olmadıklarının bilinmeme sidir.
Hükmen müzâbeneye
iihâk edilen şeylere muzâbene adını vermek ise: «Yalnız kıyas ile lügat sabit»
olur diyenlere göre caizdir.[152]
865/708- Sa'd
b. Ebî Vakkas rathyaîlâhü anhien rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
sallalîahü aleyhi ve scllcm'ı (kendisine) kuru hurma verip yaş hurma satın
almanın hükmü sorulurken İşittim:
— Yaş hurma kuruduğu
zaman eksilir mi? dîye sordu. (Ashâb);
Evet; deyince O da bundan nehyettî».[153]
Bu hadîsi Beşler
rivayet etmiştir. İbnü'l-Medînî, Tirmizî, İbni Hibban ve Hâkim onu
sahîhlcmişlerdir.
Hadîsi İmam Mâlik,
Ddvud b. Hüseyn'den ta'lîk sureti ile rivayet etmişken İbni Mcdînî'nin onu
sahîhlemesi İmam Mâlik1 in sonradan şeyhi ile görüşmesindendir. Hz. Mâlik bir
defa hadîsi Dâvud'âan rivayet etmiş; sonra şeyhinden rivayete kanâat getirerek
ondan rivâyet etmiştir. îbni Mcdınî, babasının bu hadîsi Mâlik'ten rivayet
ettiğini; rivayette Mâlîk'in Dâvud't&n ta'lik yaptığını söyler; ancak
babasının İmam Mâlik'den işitmesi eskidendir. Mâlik ondan sonra şeyhinden
rivayet etmiş; böylece hadîs, İmâm-% Mâlik tarîki ile sa-hîh olmuştur. Bazıları
bu hadîsi râvîlerinden Hâlid Ebu Ayyaş'm. meçhul olması illetlendirmis.se de,
Dârc Kutnî: «o zât zabt ve sikadır» diyerek bunu reddetmiştir.
Münzirî dahî: «ondan
sika râviler rivayette bulunmuş; İmam Mâlik bile bunca şiddetli tenkidi ile
beraber ona itimad etmiştir» diyor. Hâkim: «ona ta'neden kimse bilmiyorum» der.
Hadîs-i Şerîf, müsavat
olmadığı için kuru hurma mukabili yaş hurma satılamıyacağma delildir.[154]
866/709- «İbni
Ömer radıyallâhü anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Peygamber sollallahü aleyhi
ve settem : Kâlî, mukabili kâli'yİ yani borca mukabil borcu satmayı yapsak
etmiştir.»[155]
Bu hadisi İshak iie
Bezzar zaîf bir isnad ile rivayet etmişlerdir.
Onu Hâkim ile Darc
Kutnî de hiç bir tefsirde bulunmadan rivayet etmişlerse de isnadında Musa b.
Ubcyde vardır; bu zât zaîf tir. İmam Ahmcd: «bence onun rivayeti halâl
değildir; bu hadîsi başkalarının rivayet ettiğini de bilmiyorum» demiştir.
Hâkim de tashîf yaparak «Musa b. Utbe» demiş ve tashîfini Müslim*m şartı
üzerine yapmıştır. Bey haki ise bu tashîfe şaşmıştır, imam Ahmed: «bu bâb-ta
sahîh bir hadis yoktur; lâkin borç mukabilinde borç satılamıya-cağına icmâ-i
ulemâ vardır» demiştir.
(Kâlî): va'deli demektir. «cv-Nihâyc» nâm
kitpta bu bâbta şoyh drniltyor: «Kâlî: Bir kimsenin bir müddete kadar bir şey
satın alması; ve müddeti bitince ödeyecek bir şey bulamıyarak: bunu ba-na başka
bir müddete kadar başka bir şey ziyadesiyle sat; diyerek aralarında teslim
tesellüm cereyan etmeden satış yapmalarıdır.»
Hadîs-i Şerîf, bunun
haram ve yapılan satışın bâtıl olduğuna delildir.[156]
867/710- «Zeyd
b. Sâbİt radtyallâhü anh'ien rivayet edildiğine göre Rosûlüllah saUallahü
aleyhi ve scîîcm hediyye hurmaların meyvesini tahmin sureti il.; ölçekle satmak
için ruhsat vermiştir.»[157]
Müttefekum aleyh'tir.
Müslim'in rivayetinde
«hediyye hurma hakkında o ailenin hurmayı kuru olarak tahmin ederek almalarına
ve yaş iken yemelerine ruhsat verdi» denilmiştir.
Ruhsat : kolaylaştırma
demektir. Kitabımızın birinci cildinde görüldüğü veçhile şer'an ruhsat:
kulların özrüne binâen ikinci defa meşru' olan şeydir. Binâenaleyh şer'î
mânâsında da kolaylık mülâhaza edilmiştir. Bu da gösterir ki «ariyye» denilen
şeylerin satışı haram olan satış nevilerinden istisna edilmiştir BuharVnin Hz.
Câbir'den tahrîc ettiği şu hadîste istisna tasrîh edilmiştir:
ResûJüllah (S.A.V.)
olgunlaşmadan meyveyi satmaktan ve ariyyeler müstesna, ondan bîr şeyi dinar ve
dirhemden başkası İle satmaktan nehyettî]».
(Araya) ariyyenin cem'idir. Arİyye: aslında
hurmanın meyvesini bağışlamaktır. Arapların âdeti: kıtlık oidumu hurma
sahipleri hurması olmıyanlara ağacın yemişini bağışlarlardı. Nitekim koyun ile
devenin sütlerini de bağışlamak âdetti. İmam Mâlik şöyle diyor: «ariyye*: bir
kimsenin hurma ağacım birine tahliye etmesi ve sonra kendisi için tahliye
olunan şahsın bahçesine girmesinden rahatsız olmasıdır. Şu hâl karşısında o şahsın
hurma sahibinden o hurmayı kuru hurma mukabilinde satın almasına ruhsat
verilmiştir.»
Yezid b. Hârûn ise
Süfyan b. Hüscyn'den naklen : «ariyye, fakirlere hibe edilen hurma ağacı idi;
onlar hurmanın kemâle ermesini bekleyemezlerdi. Bu sebeple
kendilerine bu hurmayı kuru hurma mukabilinde
diledikleri miktara satmaları için ruhsat verildi» demiştir.
Hulâsa Cumhur-u ulemâ
bu satışın caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Satışın mahiyyeti: ağaç
üzerindeki yaş hurmayı, tahminen beş vesk-tan az olmak ve bir de teslim,
tesellüm şartı ile, bir o kadar kuru hurma mukabilinde ölçeklr satmaktır. (Beş
vesktan az) kaydı aşağıdaki Ebu Hüreyre hadisimle zikredildiği içindir.[158]
868/711- «Ebu
Hüreyre radvyallâhü anh'ien rivayet olunduğuna göre Resûlüliah Sallallahü
aleyhi ve sellem : beş vesktan az ,yâhûd beş vesk hediyye hurmanın kuru hurma
ile tahmin sureti ile satılmasına ruhsat vermiştir.»[159]
Hadîs müttefekum
aleyh'tir.
tmam Müslim, hadîsteki
şekkin Dâvud b: el-Husayn'dan geldiğini beyân etmiştir. îmâm-ı Şafiî ile İmam
Mâlik arasında bu satışın beş vesktan az olursa caiz, çok olurca caiz
olmadığına ittifak vardır. Beş veskta ise ihtilâf etmişlerdir.
Tesîim ve tesellüm
demek olan tekâbuz'a gelince: Bu satışta ruhsat yalnız müsavatın iyice
bilinmemesine müsamaha gösterilmek sureti ile yapılmıştır. Tekâbuz için ruhsat
yoktur. Binâenaleyh o şarttır. Onun şart olduğuna imâm Şafii'nin tahrîc ettiği
Zeyd b. Sâbtt[160] hadisi de delâlet
etmektedir. Mezkûr hadîste; Hz. Zeyd, Ensâr'dan bir takım zevatın adlarını
saymıştır. Bu zevat muhtaç imikler. Resûlüliah (S.A.V.) e hallerinden şikâyet
etmişler. Ellerinde, yaş hurma alıp da âlem ile birlikte yemek için paralan
yokmuş, yanlarında yalnız yiyeceklerinden artan kuru hurma varmış. Bunun
üzerine Peygamber (S.A.V.) onlara hediyye hurmaları kuru hurma ile tahmin
ederek almaları için ruhsat vermiş.
Bu hadîste teslim ve
tesellüme delâlet eden cihet içerisinde kuru hurmanın zikredilmiş olmasıdır.
«Zîrâ kabz şart olmasa bunu zikre hacet kalmazdı» diyorlar.
Hadîs-İ Şerif, henüz ağacın
üzerindeki yaş hurma mukabilinde kuru hurma satın alma hususunda vârid
olmuştur. Ağacından devşirildîk-ten sonra yine kuru hurma bedeli satılması da
bir çok Şâfiîlere göre caizdir. Onlar bunu ağaçtaki hurmaya ilhak yolu ile caiz
görürler. Çünkü ruhsatın yeri mutlak surette yaş hurmadır. Binâenaleyh nass
ağaç üzerindekine de devşirilmiş olanına da şâmildir. Bu söz ibni
Dakîki'l-Iı/d'in: «Devşirilmiş yaş hurma kuru hurma mukabilinde satılamaz;
çünkü buradaki ruhsatın mânâlarından biri de yaş hurmayı tedrici surette taze
yemektir. Toplanmış hurma ile bu maksad hâsıl olmaz» şeklindeki mütâlâasını
çürütür.[161]
869/712- «İbni
Ömer radıydllâhü anhümd'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûİüllah
sallollahü aleyhi ve sellem : salâhı göze çarpıncaya kadar meyveleri satmaktan
nehyettî. (Bundan) hem satanı hem alanı nehyetH.»[162]
Müttefekun aleyh'tir.
Bir rivayette :
Kendilerine meyvelerin salâhı soruldukta :
«Kusuru gidinceye
kadar» buyurmuşlardır.
(Salâhı göze
çarpıncaya kadar) ifâdesinden muradın neo-1 duğu selef arasında ihtilaflıdır.
Burada dürt kavil vardır :
1—
Salâhtan
murâd : haslaiik ve bozulmadan cmîn olmaktır. Ha-nefîler'in mezhebi budur.
2—
Meyve
cinslerinde olgunluk görülme sidir. Elverir ki şâir meyvelerin kemâle gelmesi
müteiâhık, yani birbirini peşi sıra olsun.
Mâ-likifer'le diğer bazı ulemâ'nın mezhebi budur.
3— Olgunluk
behemehal satılan meyvenin cinsinde görülecektir şâir meyvelerin olgunlaşmasına
bakılmaz.
İmanı Ahmed'in mezhebi
budur.
4— Olgunluk,
satılan ağacın meyvesinde görülecektir. Şafiî'nin mezhebi de budur. Görünmek tâbirinden de anlaşıhyofki
bütün meyvelerin kemâle gelmesi şart
değildir; bazılarının olgunlaşması kâfidir. Allah Teâlâ'nm hikmeti meyvelerin
birden kemâle gelmemesini iktizâ etmiştir; tâ ki onlardan uzun müddet istifâde
edilebilsin.
Hadîs-i Şerîf meyvenin
salâhı zuhur etmeden satılmasının caiz olmadığına delâlet ediyor. Zaten
meyveler zuhur etmden onları satmanın caiz olmıyacağma icmâ' vardır; çünkü
ma'dûmu yani mevcut olmıyan bir şeyi satmaktır. Meyve zuhur ettikten sonra henz
kemâle gelmeden onu yerinde bırakmak şartı ile satmak âa icmâ'an caiz değildir.
Hanefîler'e göre
meyvenin yerinden alınması şartı ile kemâle gelmeden evvel ve kemâle ermeğe
başladıktan sonra satılması da caizdir. Fakat yerinde kalması şartı ile satmak
caiz değildir.
Hadîs-i Şerîf satıcı
İle alıcının da böyle bîr satıştan nehî edildiklerine delâlet ediyor. Satanın
nehyedilmesi: başkasının malını bâtıl ile yemesin diye, müşterinin nehyedümesi
ise: malını zayi' etmemesi içindir.
Âhe : Meyvelere gelen
hastalıktır. Bunun böyle olduğunu Hz. Zeyd b. S'bit'in rivayet ettiği bir
hadîsten anlıyoruz. Hz. Zeyd diyor ki: «Peygamber (S.A.V.) zamanında halk meyve
alış verişi yaparlar; meyveleri devşirme ve teslim zamanı geldimi müşteri :
meyveye duman düştü, kuşam isabet etti; derdî. (Bunlar birer nevi hastalıktır).
Nihayet gelir, PeygambRr (S.A.V.) e dert yanarlardı. Bu gûnâ ;âvâlar çoğalınca
ResülüllaK (S.A.V.):
«— Eğe olmuyorsa siz
de meyvenin salâhı görünün-ceye kadar satın almayın; buyurdular.»
Buradaki nehî meşveret
mânâsında olduğundan tahrîm için değil tenzih içindir. Mezkûr hâdiseden sonra
Hz. Zeyd artık arazîsinden çıkan meyveyi Süreyya yıldızı doğup da meyvenin
sarısı kırmızısı seçilmeden satmazmış.
Süreyya : Ülker
denilen top yıldızlardır. Bu yıldızlar Hicaz'da yaz mevsiminde sabahlan
doğarmış. Onlar doğmaya başladımı meyveler de kemâle ermeğe başlarmış. Burada
ondan murâd işte bu alâmet oluşudur.[163]
870/713- «Enes
b. Mâlik radıyallâhü emfr'den rivayet edildiğine göre Peygamber sallattahü
aleyhi ve sellem yemişler renk atmadan onları satmaktan nehyetmîş; onların renk atması nedir? denilince:
«— Kızarır ve
sararırlar.[164]
Hadîs mütteîekun
aleyh'tir. Lâfız Buharî'nindir.
Hattâbî (319-385)
diyor ki: «(tahmaarru) ve (tasfaarru) kelimeleri ile hâlis kırmızılık ve
sarılık kasdedilmemiştir. Bunlardan maksad: karışık olan kırmızılık ve
sarılıktır. Eğer hâlis renk kasdedilse «tah-merru, tasferru» denilirdi.» İbni
Tın ise: «Bu kelimelerle meyvelerin kızarmağa ve sararmağa başladıkları zaman
kasdolunmuştur; öteki sigalar değişen renklerde kullanılır» demiştir. Burada
muradın İbni Tîn'in dediği gibi olduğuna aşağıdaki hadîs delâlet ediyor.[165]
871/314- «(Yine)
Enes radıyallahü emVten rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem kararmadıkça üzü.. ü satmaktan ve katılaşmadıkça dâneyî satmaktan nehî
buyurmuştur».[166]
Bu hadîsi Nesâî
müstesna Beşler rivayet etmişler; İbni Hibban ile Hâkim onu sahîhlemişlerdir.
Üzümün kararması, ile
dânenin katılaşmasından murâd : olgunlaşmaya başlamalarıdır. Nevevî (631 - 676);
«Bunda Kûfeliler'in mezhebine delîl vardır; fakat ekser-i ulemâ'ya göre
katılaşmış başağın satılması caizdir. Bizim mezhebe gelince:
Mezhebimizde tafsilât
vardır. Eğer başak arpa veya dan ise yâ-hûd o mânâda, hâriçten dâneleri görünen
hububattan ise satması caizdir. Buğday ve amsâli gibi, "dâneleri kavuz ile
örtülü olanlardan ise bu bâbta Şafiî'nin iki kavli vardır. Yeni kavline göre
caiz değil; eski kavline göre caizdir. Fakat katılaşmadan, ancak biçmek şartı
ile sahih olur» diyor.
NcvcvVnin «Kûfelîler»
demekten maksadı Hanefîler'dir. Filhakika onlara göre başağında buğdayı satmak
fâsid beylerdendir.[167]
872/715- «Câbir
b. Abdiliâh radıynUâhii anh'ten rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüliah
sallallahü aleyhi ve scllem;
— Eğer din kardeşine
meyve satar da sonra o mala bir âfet gelirse artık ondan bir şey alman sana
helâl olmaz. Din kardeşinin malını haksız yere ne sebeble alacaksın? buyurdular.[168]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Müslim'in bir
rivayetinde: Peygamber saltallahü aleyhi ve sellem âfet isabet eden meyvelerin
(fiattan) düşülmesini emretmiştir.
Hadîs-i Şerîf
ağaçların üzerindeki yemişleri sahibi satar da sonra bir âfet gelirse zararın
satana âit olduğuna bu hususta müşteriden hiç bir şey almağa hakkı
bulunmadığına delildir.
Âfet isabet eden
meyvelerin fiattan düşülmesi hususunda ulemâ ihtilâf eylemişlerdir.
Bazılarına göre: âfet
bütün meyvelere isabet ederse bütün fiat düşülür. Zarar ziyan satana âit olur.
Bunların dclîli bu hadîstir.
Ekse-i ulemâ ise
zararın müşteriye âid olduğuna, âfetten dolayı fiat düşme emrinin nedib ifâde
ettiğine kaildirler. Delilleri Ebu Saîd hadîsidir. îieride görülecek olan bu
hadîste Peygamber (S.A.V.) meyvctİne âfet isabet eden kimseye sadaka
vermelerini ashaba emret-nıişlir. Zararın müşteriye âid olması satış akdi
yapılırken malı tahliye etmenin onu tesellüm yerine geçtiği içindir. Yani mah
tahliye etmekle satıcı onu müşteriye teslim etmiş; müşteri de kabul ve tesellüm
etmiş gibi olur. Maamâfîh bu kavle itiraz edilmiş ve: Hadîsteki: «Sana ondan
bir şey alman helâl olmaz» ifâdesi zararın satıcıya âid olduğuna delâlet eder;
denilmiştir.[169]
873/716- «İbni
Ömer radıyalldhü anhümâ'dan Peygamber sallallahü nh-yhi ve sellem'den İşitmiş
olarak rivayet edildiğine göre Peygamber (S.A.V.):
«Eğer bir kimse
aşılandıktan sonra bir hurmalık satın alırsa o hurmalığın meyvesi onu satan
bayia aittir; ancak müşteri şart koşarsa o başka; buyurmuşlardır.»[170]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Hadîs-i Şerif
aşıladıktan sonra satılan meyvenin satana âid olduğuna delildir. Mefhumu
muhalifine bakılırsa aşılanmadan Önce müşterinin olur. Cumhur-u ulema'nın
kavli de budur. Delilleri bu hadîstir. htıâm-ı A'zam Ebu Hanîfc'ye göre (80 -
150) ise satılan meyve aşılandıktan sonra olsun evvel olsun mutlaka satana
aittir. Hz. îmam mefhumu muhalif ile amel etmemektedir. Çünkü onun mezhebine
göre mefhumu muhalif sahih bir delîl değildir; binâenaleyh onunla amel
olunamaz.
Hadîs-i Şerîf, akdin
muktezâsma uygun olan şartın satışı bozmadığına da işaret ediyor.[171]
874/717- «ibni
Abbas radtynUdhü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber
salîallahü aleyhi ve sclîCm Medine'ye geldiği vakit Medıneliler meyvelerde bîr
ve ikî seneye kadar selem yaparlardı. Bunun üzerine:
— Her kim meyvede
selem yaparsa ma'lûm Ölçek ve tartıda mal'ûm bir va'deye kadar yapsın; buyurdular.»[172]
Her kim müttefekun
aleyh'tir. Buharî'nin rivayetinde «Her kim bir şeyde selem yaparsa»
buyurulmuştur.
Seİem: Iraklılar'a
gorc hem vezin hem de mânâ itibar^ilc selem demektir. Hicazlılar'a göro ise:
Zimmette mevsuf bulunan bir şeyi peşin P'ım ile satmaktır ki, şer'an ta'rifi de
budur. Maamâfîh mezheb imamlarının ta'rifleri arasında at çok fark vardır.
Selem: Saîd b.
Milscyyrb müstesna bütün ufemâ'ya göre meşru'-dur; ve beyi de şart olan her şey
bunda da şarttır. Re'si mal da o hhcIirio teslim edilir. Yalnız fmam Mâlik
semenin bir veya iki gün te'eiİ edilmesine cevaz vermiştir.
Hadîs-i Şerifte
zikredildiği veçhile malın iki nev'i ölçüden biri ile mutlaka ölçülmesi
îcabeder. Eeğer Ölçcek ve tartı ile satılan şeylerden değilse sayısının veya
metresinin ma'lûm olması lâzımdır; çünkü bunlar ölçek ile tartıya mülhaktır.
Mezâhib ulemâsı arasında selemin bazı hususâtı hakkında az çok ihtilâf
görülürse de satılan malın miktarı Ölçekle satılanlardan ise ölçeğinin ta'yini
malın ayırıcı vasıflarının beyânı gibi esasa âid şeylerde ittifak
halindedirler.
Te'cil'c gelince:
Şâfiîler'dcn maada mezheb imamlarına göre selemde te'cîl şarttır. Şâfiîler'e
göre ise hâlen de vapılabilir. Selem'in mezheblere göre bir hayli şartlan daha
vardır. Bunlar ve selem'in hangi mallarda caiz olacağı her mezhebin fıkıh
kitaplarından öğrenilebilir.
Alış verişte semen
denilen şey, selem'de «re'si. mal» dır. Keza alış verişte mebî' yani satılık mal
selemde «müslemün Fin» adını alır.[173]
875/718-
«Abdurrahman b. Ebzâ[174] ve
Abdullah b. Ebî Evfâ rad\-yallâhü
anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Bunlar :
— Biz Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem
ile birlikte ganimetler atıyorduk. Bize Şam Nebîtlanndan bir takım nebîtlar
gelir; biz de onlara buğday, arpa ve
kuru üzümde (bir rivayette) ve
zeytin yağında muayyen bir va'deye kadar selem yapardık; demişlerdir :
— Onların ekini varmı İdi? dîye sorulunca :
— Bunu kendilerine sormazdık; demişlerdir.».[175]
Bu hadîsi Buharı
rivayet etmiştir.
Enbât : Nebît'in
cem'idir. Bunlar araplardan bir sülâle olup acem-ler'in araşma girmiş ve
onlarla nesebleri karışmış; lisanları bozulmuştur. Su çıkarmakta mahir
olduklarından kendilerine «enbât» deniimiştir.
Hadîs-i Şerif akid
halinde mevcut olmıyan mala selem yapılabileceğine delildir. Çünkü mevcut
olması şart olsa onu arar sorarlardı, halbuki «bunu sormazdık» demişlerdir.
İhtimal karşısında soruşturmayı terketmek, sözün umum ifâde etmesi demektir.
Şâfiîler'lı1 Mâlikîler'in ve diğer bazı ulemâ'nm kavli budur. Bunlar va'de
geidt.m zaman malın bulunabilmesini şart koşmuşlardır. Va'dc gelmez:en önce
bulunmaması onlarca zarar etmez. Hanefîler’le başkalarına göre ise müslemün
fîhin mevcut olması ve tâ va'de gelinceye kadar devam etmesi şarttır.[176]
876/719- «Ebu
Hüreyre radıyaUâhü anh'ten Peygamber sattallahü aleyhi ve seZfcm'den işKmîş
otarak rivayet edildiğine göı-e Resûlülfah (S.A.V.):
—Bir kimse
başkalarının mallarını Ödemek kssdı ile alırsa onun yerine Allah öder; her kim
de onları itlaf etmek için alırsa Allah onu itlaf eder; buyurmuştur.»[177]
Bu hadîsi Buharı
rivayet etmiştir.
Başkalarının mallarını
almak ta'biri onları ödünç ve muhafaza için almaya şâmildir. Ödemek kasdı.ıc'an
murâd: dünyada ödemektir. Allah'ın onun yerine Ödemesi: ona ödemek için
dünyada kolaylık hâl-ketmesi, âhirete kalmışsa alacaklıyı Teâlâ hazretlerî'nin
dilediği bir şeyle razı etmesidir. Filvaki1 bu hususta İbni Mâce, îbni Hibbân
ve Hâkim, merfu' olarak şu hadîsi tahric etmişlerdir :
«Hiç bir müsiüman
yoktur ki; Ödemek niyetinde olduğunu Allah'ın bildiği bir borca girsin de
Allah onun yerine o borcu dünyada ve âhirette ödemesin».
«İtiâf İçin alırsa»
ifâdesinden maksad: başkasının malını alırken ihtiyacı olduğu içiı değil,
ödememek niyeti ile almaktır. «Allah da onu itlaf eder» ibaresi: alan şahsın
kendisini, dünyada helak eder; mânâsında zahirdir. Maamâfîh dünyada geçimini
zorlaştırmak, malırdan beraketi kaldırmak sureti ile halatını mahvetmek ve
âhİ-rette azaba ma'rûz kılmak mânâlarına da şâmildir-. îbni Battal (— 444)
diyor ki; «Bu hadîste başkalarının mallarına göz dikmekten vaz geçmeğe teşvik
ve borçlandığı zaman aldığını iyilikle vermeye tergîb vardır; çünkü ceza amel
cinsinden olur.»
Hadîs-i Şerifte hüsn-ü
niyete teşvik, hilâf.na hareketten tehdid ve bütün amellerin bu iki mihver
el.rafında döndüğüne işaret vardır. Ödemek niyeti ile borçlanan kimseye
Allah'ın yardım edeceği dahî hadîsin İfâde ettiği ahkâm cümîesindendir.
Abdullah b. Ca'fer
borçlanmağa merak edermiş. Kendisine bunun sebebi .soruldukta :
«Resûlüllah (S.A.V.)i
:
«—Şüphesiz ki Allah,
borcunu Ödeyinceye kadar borçlu İle
beraberdir» buyururken işittim» dermiş.
Bu hadîsi ibni Mâce
ile Hâkim rivayet etmişlerdir; isnadı hasen-dir. Yalnız râvilerinden Muhammed
b. Ali hakkında ihtilâf vardır. Aynı hadîsi Hâkim Hz. Âişe (R. Anhâ) 'dan şu
lâfızlarla rivayet etmiştir :
«Borcunu Ödemiye
niyeti olan hiç bir kul yoktur ki Allah'dan kendisine bir yardım gelmesin». Hz.
Âişe (R.anhâ):
«Bu yardımı ben de
dilerim» buyurmuştur.Vâkıâ :
«Gerçekten şehidin
borçtan maada her günahı affedilir» hadîsi sabit olduğu gibi:
«Şimdi teni serinledi»
hadîsi de sahihtir.
Bu hadîs, borçlu ölen
bir zâtın başkası tarafından borcu ödendiği zaman seref-sâdır olmuştur. Fakat
birinci hadîsten : Allah kıyamet gününde şehidin borcunu ödeyinceye kadar o
borç üzerinde kalır» mânâsı kasdedilmİş olabilir; o zamana kadar borçlu
kalmasından şehidin kabirde azab görmesi lâzım gelmez. İkinci hadîsin ise
borcunu Ödemek niyetinde olmayan biri hakkında olması ihtimali vardır.[178]
877/720- «Âişe
radıyalUjü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Yâ ResûİüHah, hakikat
filâna Şam'dan basma gelmiş; ona (birini) gön-dersen de vakit buluncaya kadar
veresiye kendisinden İki elbise alsana! dedim. Bunun üzerine o adama (birini) gönderdi
fakat adam razı olmadı».[179]
Bu hadîsi Hâkim ile
Beyhakî tahric etmişlerdir. Ricali sikadır.
Hadis-i Şerif veresiye
satışın ve vakti hâli oluncaya kadar vâde vermesinin sahih olduğuna delildir.
Resûlüllah (S.A.V.)'in herkese güzel muamele ettiği ve kimseyi bir şeye
zorlamadığı, bir şeyde ilhah ve ısrar etmediği dahi hadîsin ihtiva'ettiği
beyanat cümlesindendir. Mevzu bahis adam Medîne'li bir yahûdîdir.
Buharı ile Müslim ve
Tirmizî Hı. Âİşe'den şu hadîsi rivayet ederler: Âişe demiştir ki: Peygamber
(S.A.V.) dünyadan gittiği zaman zırhı otuz ölçek arpa mukabilinde rehinde İdî.»[180]
Rehin, lügatte: Sübût
ve devam manasınadır. Bazılarına göre de hapis mânâsına gelir.
Şer'an ise : Malî
kıymeti hâiz olan bir aynı (şeyi) bir borca karşı vesika yapmaktır; fakat bu
vesikan n o borcun temamını veya bir kısmını ödeyecek kıymette olması şarttır.
Rehni verene; râhin; alana, mürtehin derler.
Rehnin hükmü: beyi'
gibi caiz olmaktır. Satılması caiz olan her şeyin rehni de caizdir.
Delili: Kitab, Sünnet
ve icmâ'-i ümmettir.Kİtab'tan delili :
«Eğer[181]
seferde olur da kâtİb bulamazsanız o halde işte makbuz rehinler» âyeti
kerîmesidir.
Bu âyette Teâlâ
hazretleri, kâtib bulunmadığı zaman borçlunun bir vesika vererek alacaklısını
tatmin etmesini emir buyurmuştur. Rehnin meşru' olduğuna icmâ'-ı ümmet vardır.
Sünnetten delili :
Peygamber (S.A.V.) in zırhını Medine'de bir ya-hûdîye rehnetmesi ile aşağıda i'
hadîslerdir.[182]
878/721- «Ebu
Hüreyre radn/allâhih anh'ûen rivayet edilmiştir.Demiştir ki:Resûfüllah
sallallahü aleyhi ve scllcm:
— Hayvana eğer rehin
ise nafakası mukabilinde binilir. Sağılan süt şayet (hayvan) rehin ise masrafı
karşılığı içi.ir. Masraf binenle içene aittir; buyurdular.»[183]
Bu hadisi Buharı
rivayet etmiştir.
Hadîsteki «binilir» ve
«içilir» şeklinde meçhul kullanılmış bulunan fiillerin naibi failleri
mürtehindir. Çünkü hayvana binen ve sütü içen odur. Rehin oimak ihtimâli de
varsa da bu ihtimâl uzaktır. Zîrâ hay 'an onun milki olduğu için binse de
binmese de keza sütünü içse de içmjse de onu beslemek kendisine aittir;
binâenaleyh onun hakkında (bi.ıenc ve içene) diye kayıtlamağa lüzum yoktur.
.Hadîs-i Şerif,
mürtehînin rehin maldan nafakası mukbilinde faydalanabileceğine delîidîr. Bu
mes'elede üç kavil vardır :
1—
îmam
Ahmcd ve diğer bazı ulemâ bu hadîs iie istidlal ederek, istifâdeyi yalnız
binmekle sütünü içmeye tahsis etmişlerdir. Onlara göre mürtehîn hayvana
yaptığı masraf miktannea yalnız bu iki şeyden faydalanabilir. Şâir hususat
bunlara kıyas edilemez.
2— Cumhur-u
ulemâ'ya göre mürtehîn rehinden hiç bir suretle faydalanamaz. Zîrâ bu hadîs-i
şerif kıyasa iki vecihle muhaliftir :
a) Sahibinin
izni olmaksızın gayrin milkinde binme ve içme ispat ediyor. Mecelle-i Ahkâm-ı
adliyye'nin 96. cı maddesinde: «bir kimsenin7 miîk'nde onun izni olmaksızın
ahar bir kimsenin tasarruf etmesi caiz ceğildir» denilmektedir.
b) Bunları
kıymetleri ile değil de hayvana yapılan masraf ile ödetiyor.
İbni Abdilberr (368 -
463) şöyle diyor : «Bu hadîsi cumhur-u fu-kâhâ'ya göre elde bulunan bunca
kaideler ve sahîh olduğunda ihtilâf odümiyen sabit Asar reddediyor. Bunun mcnsuh olduğuna İbni Ömer (R.A.) in rivayet etmiş olduğu şu
hadîs delâlet eder :
Bir kimsenin hayvanı onun
izni olmaksızın sağıla t 'kûr hadîsi Buharı
(ebvabül'-Mezâlim) de tahriç etmiştir.
İmam fyifiî (150 -
2O.'j) «hadisteki meçhul fiillerin nâib-i faili râhindir» diyor. Bu takdirde
mânâ: râhin hayvanına binmekten, onun sütünü içmekten menedüemez; demek
olur.Fakat ŞâfiVyc «hadîste mürtehin lâfzı vardır. Binâenaleyh mürtchîn'in fail
olduğu aşikârdır» diye itiraz olunmuştur.
3— Evzaı,
Lcys ve diğer bazılarına göre murâd şudur: eğer râ-hîn hayvana yiyecek
vermekten çekinirse o zaman hayvanın hayatını kurtarmak için nafaka verilir ve
buna karşılık ona binmek, sütünden içmek gibi şeylerden istifâde edilir;
yalnız bu istifâde hayvana verilen alâf kıymetini geçmemelidir.
Bu üçüncü kavü umumî
kaidelerden derlenmişe benziyor ki hulâsası şudur: Şâri'in İzni ile bir
kimsenin elinde bulunan başkasına âid bir hayvana sonra sahibinden almak şartı
ile masraf yapılabilir. Bu hayvanı kiraya vermek yâhud alâfı (yemi)
karşılığında sülünde tasarrufta bulunmak da caizdir. Yalnız o yerde hâkim
bulunup da ondan izin almadan masraf etti ise yaptığı masrafı hayvan sahibinden
istiyemez.[184]
879/722- «(Yine)
Ebu Hüreyre ra-dıyallâhü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:
— Rehin, onu rehneden
sahibinin elinden çıkmaz. O-nun geliri sahibinin; masrafı da sahibinindir;
buyurdular.»[185]
Bu hadîsi Dâre
Kutnîjle Halcim rivayet etmişlerdir. Ricali sika'-dırlar. Şu kadar var ki, Ebu
Dâvud ve başkalarına göre mahfuz olan, onun mürsel oluşudur.
Hâfiz İbni Abdilberr
diyor ki : «geliri sahibinindir; masrafı da sahibinindir; cümleleri hakkında
ihtilâf olunmuştur. Bazılarına göre bu söz Sald b. Müscyycb tarafından
Müdrectir. Ama onu İbni Ebi Zi'b ile Ma'mer ve başkaları, hem - îbni Ebi Zi'b
hakkında ihtilâf vardır diye - mürsel hem de merfu1 olarak rivayet etmişlerdir.
Bazıları mevkuf olarak rivayet ettiler.»
Bu hadîsi İbni Vehb
dahî rivayet etmiş ve güzel bulmuş; bundaki lüfzın İlmi Müseyyeb'in[186]
sözü olduğunu da beyân etmiştir. Keza Kim Dâvud mürselleri arasında bu sözün
İbni Müseyyeb'in kelâmından olduğunu kuvvetle beyân etmiştir».
Hadîs-i Şerif
câhiliyyet devrinin (rehini mürtehine mal etme) rVIrtinİ iptal ile onun geliri
ile masrafının sahibi bulunan mürte-hin'e âid olduğunu beyân için vârid
olmuştur.[187]
Karz lügatfe : kat'
etmektir. Başkalarına ödünç verilen mahn da vm nin malından bir parça olmasına
bakıhrak ona bu ismi verilmiştir.
istikraz : ödünç
istemektir. Karz'in dört mezhob ulemâsı arasında ta'rifi birbirinden farklı
mânâ itibariyle bir gibidir. Biz yalnız Hanefî-ler'in tarifi i!e iktifa
edeceğiz.
Onlara göre Karz :
Misliyattan olan bir malı sonra mislini almak üzere bir kimseye vermektir.
Misli: ferdleri
kıymetini değiştirecek derecede birbirinden farklı «'(unvan şeylerdir. Öiçek ve
tartı üc satılan şeylerle yumurta ve ceviz gibi büyüklüğü birbirine yakın
olanlar mİsliyâttandır.
Karz'm fazileti
hakkında hadisler çoktur.[188]
880/723- «Ebu
Râfİ' radıyalldhil anh'âen rivayet olunduğuna göre Peygamber salla llahil
aleyhi ve sellem bir adanVJan ödünç olarak küçük biı deve almış; az sonra kert
'ilerine sadaka develerinden bir takım develer gelmiş. Bunun üzerine Ebu
Râfi'a, o adama küçük devesini Ödemeyi emir buyurmuş. Ebu Râfİ' ;
— Yedi senelik
yetişkinlerden başkasını
bulamıyorum; deyince, ResÛlüllah
(S.A.V.) :
— Ona onu ver zîrâ
insanların en hayırlıları borcunu en iyi Ödeyenlerdir; buyurmuşlardır.»[189]
Bu hadisi Müslim rivayet
etmiştir.
Hayvanı ödünç alma
hususunda yukarıda söz geçmişti. Bu hadîs dahî onun caiz olduğuna delâlet
ediyor. Üzerinde Ödünç veya başka bir sebeple borç bulunan kimseye o borcu en
iyi cinsten vermek sureti İle
Ödemenin müstehâb
olduğu, bunur. hem şer'an hem de örfen güzel ahlâktan sayı'acağı dahî hadîsin
işarc.on ifâde ettiği ahkâmdandır.[190]
881/724- «Ali
radıyallâhü anh'âen rivayet olu ııtştur. Demiştir ki; Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve sellem :
— Menfaat celbeden her
ödünç ribâ'dır; buyurdular.»[191]
Bu hadîsi Haris b. Ebî
Üsâme rivayet etmiştir, isnadı sakıttır. Bunun Beyhakî'de Fadâle b. Ubeyd
tarafından rivayet edilmiş zayıf bir şahidi; Buharî'de Abdullah b. Selâm[192]
tarafından mevkuf olarak rivayet edilmiş diğer bir şahidi vardır.
Haris rivayetinde
isnadının sakıt olması; râvîler arasında Scvvar b. M us'ab'1 Hemedânî
buiunduğundandır. Bu zat a'mâ bir müezzin idi. Hadîs imamlarınca mctrûk'tür.
Hadîs'in Bcyhakî'deki
rivayeti «cl-Ma'rifc» adlı eserindedir.Bu-ftarî'deki mevkuf rivayeti ise
BuharVnin «istikraz bab» ında bulunamadığı gibi musannif da «Telhis» de onu
BuharVye nisbet etmemiş, sadece: «Bunu Bayhakî «Sünenı-i Kübra'» da fbni
Mes'ud, Ubey b. Kâ'b, Abdullah b. Selâm ve İbni Abbas'a mevkuf olarak rivayet
etmiştir» demektedir. Buharı1 de olsa ona mutlaka nisbet ederdi. Binâenaleyh
buradaki nisbetin hatâ olduğu anlaşılır.
Hadis-i Şerif, sahih
ise yukanki hadîs i!e aralarının bulunması îcabeder. Ve bu hadîs : ödünç veren
tarafından bir menfaat şart ko-şulduğu zamana, mahsustur; deniliyor. Çünkü ödünç
alanın '•:« -diliğinden teberru etmesi nnis.châbtır.[193]
Teflîs : îffâsa nrsbet etmek, müflis çıkarmak
demektir.
Hacr ve Hıcr :
Lügatte, men'etmektir. Şer'an ta'rifi mezheb ulemâsı arasında ihtilaflıdır.
Şöyle ki :
Hanefîler'e göre hacr
: Şahs-ı mahsusu tasarruf-u mahsustan mer'i mahsustur, {yani hususî şahsı
hususî bir tasarruftan hususî surette men' etmektir).
Şâfiîler'e güre hususî
bir takım sebeplerden dolayı bir kimseyi malda tasarruftan men'etmektir.
Mâl İkiler'e göre :
Şerîafİn kendisi ile hükmettiği hükmî bir sıfat olup, mevsufunun yiyeceğinden
fazlası hakkında tasarrufunun nafiz olmasının men'ini ve malının üçte birinden
ziyâdesi hakkındaki tasarrufunun nafiz olmasının men'ini îcabeder.
Hanbelîlere göre: Mal
sahibini malında tasarruftan men* etmektir. (TaVıMeı-in îzâhı için fıkıh
kitaplarına müracaat etmelidir).[194]
834/725- «Ebu
Bekr b. Abdİrrahman[195]
radıyaîlahü onft'dan (o da) Eb.u Hüreyre radıyaîlahü anh'den işitmiş olarak
rivayet edilmiştir. Ebu Hüreyre demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve
sellem'i :
— Eğer bir kimse iflâs etmiş bir adamın yanında
malına olduğu gibi (hiç değişmeden) yetişirse o malı almak için kendisi
başkalarından daha haklıdır; derken işittik.»[196]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Onu Ebu Dâvud Üe
Mâlik, Ebu Bekir b. Abdİrrahman'dan mürsel olarak şu lâfızlarla dahî rivayet
etmişlerdir : «Her hangi bir adam
bir mal satar da onu
satın alan iflâs eder ve satan o malın semen'inden bir şey almamrş olduğu
halde malını aynı iie bulursa o kimse o malda en ziyâde hak sahibidir. Şayet
müşteri ölürse mal sahibi
alacaklılarla beraber
olur».
Bu hadîsi Beyhakî
vasle.tmiş, fakat Ebu Davud'a, tabî olarak o da hadîsi zaîf bulmuştur. Aynı
ha" isi Ebu Dâvud ile îbni Mâce, Ömer b. Halcde'nin rivayetinden na.detmişlerdir.
Ömer demiştir ki: «Ebu HÜreyre'ye : İflâs etmiş bir dostumuz için geldik.
(Bize) :
— Şüphesiz ki hakkımızda Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem'in hüküm buyurduğu gibi hükmececşğim; «Kim İflâs eder veya
ölür
de bir adam malını
olduğu gibi onun yanında bulunursa o adam o malı en ziyâde hak edendir» dedi.»
Bu hadisi Hâkim
sahînlemiş; Ebu Dâvud ise onu zaîf bulmuş; ölümü bildiren en ziyâdeyi dahî zaîf
addetmiştir.
Bu hadîsi Ebu Ddvud
mürael olarak rivayet ettiği gibi başka bir yoldan mevsul da rivayet etmiştir.
Çünkü o tarihte İsmail b. Ayyaş bulunuyorsa da hadîsi Şamhlar'dan rivayet
etmiştir. Onun Şamh-lar'dan rivayeti sahihtir. Binâenaleyh hüccet olabilir ve
mürseli takviye eder.
«Hadîsi Beyhakî
vasletmiş, fakat Ebu Davud'a, tâbi' olarak o da zayıf bulmuştur» diyenler
olmuştur. Lâkin «Süncn-i Ebî Dâvud^a, müracaat neticesi rivayeti zaîf saydığına
dâir bir şeye rastlanmamıştır. Bilâkis, rivayeti îmam Mâlik tarafından tahrîc
ettikten sonra : «Mâlik'in hadîsi daha sahihtir» diyerek onun Ebu Bekr b.
Ab-dirrahman hadîsi'ndrn daha sahih olduğuna işaret etmiştir. Ebu Davud'un
Ömer b. Halede rivayetini dahi zaîf bulduğu kaydediliyor; fakat müracaat
neticesinde «Süncn»âe böyle bir şeye de rastlanmamıştır. Bilâkis Beyhakî
(384—458) musannifin burada «her hangi bir adam» diye zikrettiği Ebu Bekir b.
AbdİrrabmanV mürsel rivayetini tahrîc ettikten sonra, İmâm-ı Şâ/n'nm: «Ö?ner
b. Halede rivayeti Ebu Bekr'in şu rivayetinden daha evlâcı-; çünkü bu rivayet
mev-suldiir: Peygamber (S.A.V.) onda ölüm ile i'ies arasını cerrû1 etmiştir.
Ebu Bekr'in bu münkati rivayetine işareten, tbni Şihâb'm aadîsi ise
münkatî'dir» dediğini kaydeder. İmâm-ı Çc/iî bu bâbta bir hayli söz ede.el'
Ömer b. Halede'nin rivayetini ter'ih eylemiştir.
Hadîs-i Şerif bir kaç
mes'eleye sâridir:
1— Satıcı
malını iflâs eden müşterisinin elinde bulursa başka ala-r.-ıkhlar bulunsun,
bulunmasın onu almak kendisinin hakkıc.ır. Bu malı n müflise satmakla ödünç
vermiş olmak arasında bir fark yoktur. Vâ-kıâ bir çok hadislerde beyi' lâ'z satarken zikredilmiş 'se de Usul-ü Fıkıh kaidelerine göre âmm'a
rr. ?âfık olan hâss o âmm'ı tahsis edemez.
Bundan dolayıdır ki, İmâm-ı Şafiî ve diğer- oazı ulemâ'ya göre satış
mes'elesinde olduğu gibi Ödü 17 mcs'clcsindc de mal sahibi malını buldmnu alır. Bir takımları
bunun yalnız al.ş verişe mahsus olduğuna kaildirler. Bunların delili
babımızın hadîsidir.
2— Hadîsteki
«olduğu gibi» tâbirinden maksat: malın değişmemiş olmasıdır. Şayet sıfatı
değişmiş, yâhûd azalmış veya çoğalmıştı artık o malı almak iğin sahibi diğer
alacaklılardan daha hak-iı olamaz; alacaklılarla beraber olur. İmâm-ı Şafiî ile diğer bazı ulemâ'ya göre
malın sıfatı bir kusurdan dolayı değişirse satan o malı alır; fakat noksanının
bedelini alamaz. Ziyâdeden dolayı değişirse bu ziyâdenin zararı müşteriye âit
olduğu gibi kâr'ı da ona aittir. Çünkü bunlar onun milkinde iken meydana gelmiş
şeylerdir. Ağaç gibi yerindr ne kadar kalacağı bilinmiyen şeylerde onların
kıymetini öder. Fak.it ekin gibi yerinde ne kadar kalacağı belli olanlarda bir
şey ödemez.
3—
Hadîsi
mürsel olarak rivayet eden Ebu Bekr b. Abdirrahman'ın sözü, delâlet ediyor ki:
satıcı malın kıymetinin bir kısmım almışsa artık o malı geri dönemez. O da alacaklılarla beraber olur. Cumhur-u
ulemâ'mn mezhebi budur. Şafiî'nin iki kavlinden tercihe şâyân olana göre,
satılan gey, kıymetinin bir kısmını
almakla alacaklıların hakkı oluvermez. Satıcı onu almak için herkesten
ziyâde hak sahihidir. Hz. Şafiî'nin bu kavle zâhib olmasına sebep, her halde
hadîsin ona göre sabit olmayışıdır. Hadîsin sahih, olduğunu kabul edenler,
Cumhur'un kavli ile amel ederler. Hadîs'in mürsel veya mevsul oluşu
ihtilaflıdır. «Mürsel» diyenler daha çoktur.
4— Hadîsteki
«şayed müşteri Ölürse mal sahibi alacaklılarla beraberdir» cümlesinde mahzûf kelime vardır. Takdiri şöyledir: «Mal sahibinin malı,
alacaklıların hakkıdır.» Bu cürnk: ölümle iflâs arasında fark
olduğuna delildir. İmam Ahmed ile Mâlik bu rivayetle amel ederek aralarında
fark olduğunu kabul ederler. Derler ki:
ölenin zimmeti beraet etmiştir, o artık alacaklılar için müracaat
mahalli olamaz. Fakat müflis böyle değildir; onun zimmeti bâkî'dir. Bu hususta
ölenin ödemeye kâfi mal bırakması ile bırakmaması arasında fark yoktur.
Bir takımlarına göre:
ölen, borcuna yetecek kadar mal bırakırsa satıcı malını almak için
başkalarından haklı olamaz. Bunlar : Ebu Bekir hadUi'ndcki «ancak sahibi
ödeyecek ma! bırakırsa o başka» cümlesi ile istidlal ederle'. Fakat İmâm Şafiî
bu ziyâde için : Ebu Bekir b. Abdirrahman'ın re'yi olmak ihtimali vardır»
demiştir. İhtimalin karinesi, aynı hadîsi Ebu Bekir'den mevsul olarak rivayet
edenlerin ölüm mes'elesinden bahsetmemeleridir. Hadîsi Hz. Ebu Hü-reyre'den
rivayet edenler dahi bu mes'eleyi zikretmemişlerdir.[197]
887/726-
«Amr b. Şerîd'den[198],
babası radıyallahii anh'den işitmiş:
— Sizin İçin buna
imkân yok; buyurmuşlardı.[199]
Hadisi Bcyhakî, Vâkıdl[200]
tariki ile tahrîc etmiştir. Onda şu ziyâde vardır : «Peygamber (S.A.V.) bundan
sonra Muaz'ı biraz kendisini toparlaması için Yemen'e göndermiştir.»
Hadîs-i Şerîf, hâk
im'in borçlu bir kimseyi malında tasarruftan men' ederek, borçlarını ödemek
için onun malını satabileceğine delildir.
Bazıları buna:
«Peygamber (S.A.V.)'in sadece fiilidir; fiil ise vü-cûb ifâde etmez» diyerek
i'İİrâzda bulunmak istemişlerse de, bu doğru değildir. Çünkü böyle bir hâdise
kavilsiz olamaz.
Hadîs'in zahiri Hz.
Muaz'in bütün malının borca karşılık olduğunu gösteriyor. Acaba malı borcundan
artıyorsa hâkim'e aynı hacr ve satış hakkı var mıdır? Bu cihet ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Şâfİîler'le diğer bazı ulemâ'ya ve Hanefîlerden İmameyn'e göre
vardır. Çünkü borcunu Ödemeye şitâb etmemek sureti ile onun malını satmak için
muk-tezî hâsıl olmuştur; binâenaleyh bu da hüküm i'tibâriyle ona katılır.
Yalnız îmameyn denilen Ebu Yusuf ile Muhammed'G gö're alacaklıların onun
hacrini istemeleri hacr için şarttır. îmâm-ı A3zam Ebu Hanîfe ile başkalarına
göre bu mes'ele yukarıkine katılamaz. Ve borçlu hacr edilemez; malı da
satılamaz. Burada yapılacak iş borçluyu habsetmektir; borcunu ödeyinceye kadar
habsolunur. Delilleri şu hadîstir :
«Gerçekten müslüman
kişinin malı ancak gönlünün rızası ile helâl olur.»
[201] «Ancak birbirinizin rızası yolu ile olursa o başka»
âyet-i kerîmesi de oniara dolildir. Hacr ve satışın muktezâ'sı ise borçlunun
rızâsı olmaksızın malını elinden çıkarmaktır.
ttâüğ bir kimsenin
Kefeninden ve külü tasarrufundan dulnyı hacrine gelince : İmam Şafiî (150—204)
ile Hanefîler'dcn İmâm-t Ebu Yusuf (1|3__182) ve îvıâm Muhammcd'e (135—189)
göre caizdir, tmâm- A'zam ile diğer bazı ulemâ'ya göre caiz değildir. İmam
Bcyhakî CÎ84—458) «cs-Süncnü'l-Kübrây nâm eserinde bu hususa âid bir bâb tahsis
etmiş; buna; «Baliğ kimselerin sefeh sebebi ile hacri» adım vermiştir. Bcyhakî
orada şu vak'ayı da kaydediyor :
«Abdullah b. Ca'fer[202]
altı yüz- bin dirheme bir yer satın almış, bunun üzerine Ali ile Osman (R. A.)
kendisini hacr edecek olmuşlar. Abdullah, Zübeyr'e[203]
tesadüf etmiş. Zübeyr kendisine :
Benî Kureyza
yahûdîlerİ Peygamber (S.A.V.)'in baş düşmanı idi-lcr. Kendileri ile, Hz.
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Medîne'y° geldiğinde muahede yapmış; fakat onlar bunu
Hendek harbinin vuku' bulduğu gün bozmuşlar; ve Ahzâb'a[204]
yardım etmişlerdir. Fahr-i kâinat (S.A.V.) Ahzâb'a galebe çaldıktan sonra
hâne-i seâdet'lerine dönmüş; tam silâhını çıkarırken Cebrail (A.S.) geldi ve
kendilerine hitaben :
— Bana, Benî
Kureyza'da yetiş; demişti. Bunun üzerine onları muhasara ettiler. Sonra Sa'd
b. Muaz[205] (R.A.)'m hakemliğine razı oldular. O da
erkeklerin katline, kadınlarla çocukların esîr alınmasına hükmetti. Orada
bulûğ, avret mahallinde kıl bitmiş olmakla biliniyordu.
Hadîs-i Şerif, kıl
bitmekle bulûğa erildiğine ve mahrem yerinde lal biten kimsenin artık mükellef
hükmünde olduğuna delildir. Bunun icmâ' olmak ihtimali vardır.[206]
892/731- «Amr
b. Şuayb'ten o cfa babasından oda dedesinden - radt-yallahii anhüm - işitmiş
olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah (S. A.V.):
«— Kocasının izni olmaksızın hiç bir kadına bir şey
teberru' etrnek caiz değildir; buyurmuşlardır.»[207]
Bir rivayette :
«Kadının ismetine kocası mâlik olduktan sonra ona kendi malı hakkında bir şey
caiz olmaz» buyu-rulmuştur.
bu hadisi Ahmet ve
«Sünen» sahihleri rivayet etmişlerdir. Yalnız Tîrmîzî müstesna kalmıştır. Hâkim
onu sahîhiemişür.
Hat tabî (319 — 388)
diyor ki : «Ekseriyet bunu güzel geçim ve gönül rızâsına hamlctmİşür. Yâhût:
reşîd olmıyan kadın; dîye te'vil odilir.»
Peygamber (S.A.V.} 'in
kadınlara «sadaka verin» dediği sâbif. olmuşu1. Hattâ bu emr-İ Peygamberi
mu'cibince kadınlar yüzük ve küpelerini çıkarıp atmağa başlamışlar; Hr.
Bilâl'de onları elbisesinin irine toplamıştı. Bu bağışlar kocalarının izni ile
olmamıştı. Cumhur-u ulemâ'nm mezhebi işte budur Bu hadîs'in mânâsına kail olan
yalnız Tavuktur. Ona göre kadın evli ise kendi malı bile olsa kocasının izni
olmadıkça onda tasarrufta bulunmaktan hacredilir. îmâm-ı Mâ-lik'e göre ise
kadının tasarrufu malın üçte birinden caiz olur.[208]
893/732- «Kabîsa
b. Muhârİk radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve settem:
— Hiç şüphe yok ki
dilenmek ancak üç kişiden bîrine helâl .olur:
1—
Bir
kefalette bulunan adam.
Böylesine, o kefil
olduğu şeyi buluncaya kadar dilenmek helâldir; sonra vazgeçer.
2— Başına
bîr felâket gelerek malını helak eden adama. Buna da bir geçim düzeni
buluncaya kadar dilenmek helâldir.[209]
2— «Müslümanlar
şartlan üzerindedirler» ifâdesinden murâd: sözlerinde dururlar; demektir,
burada sözünde durmayı mü-teaddî edatlarından (alâ) ile müteaddî yapmakta ve
müslümanları islâm vasfı ile tavsif etmekte onların mertebelerinin çok yüksek
olduğu-rna işaret vardır. Şartı bozmıyarak ona riayetkar kalmanın lüzumu da
hadîsimizin işaret ettiği ahkâmdandır. Bu bâbta bir hayli tafsilât vardır ki
bunların yeri fıkıh kitaplarıdır.
«Ancak bir helâli
haram veya haramı helâl kılan şart müstesna» cümlesindeki helâli i aranı kılan
şart, bir cariyeyi satarken müşterinin onunla cİmâ' etmemesini şart koşmak,
haramı helâl kılan ise cimâ'ı haram olan câriye ile cima1 etmeyi şart koşmak
gibi şeylerdir.[210]
896/734- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'ten rivayet edildiğine göre Peygamber salîaUahü aleyhi
ve seîlem:
— Komşu komşusunu
duvarına kiriş çakmaktan men' edemez; buyurmuşlardır.»[211]
Bundan sonra Ebu
Hüreyre: Aceb neden sizi bundan yüz çevirmiş görüyorum. Vallahi onu sîzin
omuzlarınızın arasına atacağım; dermiş.
Müttefekun aleyh'tir.
Bu hadisi nehî sîgâsı
ile yani «komşu komşusunu duvarına kiriş çakmaktan men* etmesin» şeklinde de
rivayet olunmuştur, İmam Ahmcd ile Ebu Davud'un rivayetlerinde Hz. Ebu Hüreyre
bu hadîsi rivayet ettiği zaman dinüycnlerin başlarını eğdikleri zikredilmektedir.
Hz. Ebu Hüreyre mezkûr hadîsi Mervan zamanında Me-dîne-i Münevvere valisi
bulunduğu sıralarda rivayet etmiştir. Mervan onu kendi yerine bırakıp sefer
ediyordu. Hadîsi dinliyenlerin bu hükmü bilmiycnlerden olmaian ve ihtimal
sahâbe'den olmamaları caizdir.
Filhakika îmam Ahmet
ile Ahdurrrzzak (126 — 211) Ibni Abbas (R. A./den şu hadîsi rivayet
etmişlerdir.
«Zarar (görmek) ve
(başkasına) zarar yapmak yoktur. Ama bir adamın komşusunun duvarına kiriş
koymağa hakkı vardır.»
Bu hadîsin ifâde
ettiği umumî kaide mecette-i Ahkâm-ı adliyye'-nin 19. cu maddesinde: «zarar ve
mukabele bîzzarar yoktur.» şeklinde ifâde olunmuştur. Yani: bidâyeten birisine
zarar yapmak caiz olmadığı gibi zarara zararla mukabele etmek de yoktur. Meselâ
birisi aldanarak birinden geçmez (kalp) para alsa o parayı başkasına vermeğe
selâhiyeti yoktur. Hadîs-i Şerîf komşunun duvarına kiriş koymanın meşru'
olduğuna; komşu buna mâni' olursa cebren konulabileceğine delildir.
İmam Ahmet, b. Hanbel
ile mezheb-i kadî.ninde Şafiî ve diğer bazı ulemâ buna kail olmuşlardır.
Delilleri bu hadîstir. Ashâb-ı KirânV-ın ekseriyetle sağ oldukları sıralarda
Hz. Ömer (R.A.) da böyle hükmetmiştir.-Hattâ İmam Şafiî: «Şüphesiz ki
sahabeden hiç biri Ömer'e muhalefet etmemiştir» diyor.
Hz. Ömey kıssası İmam
Mâlik'in sahih senedle rivayet ettiğine go-re şöyledir : Dahhâk b. Halife'den,
Muhammed b. Mesieme argının suyunu kendi arazisine akıtmasına müsaade istemiş;
fakat Dahhâk buna. razı olmamış. O da keyfiyeti Hz. Ömer'e bildirmiş. Bu
hususta kendisi ile Ömer (R.A.) da görüşmüş. Dahhâk yine razı olmayınca Ömer
(R.A.): Vallahi karnının üzerinden bile olsa onu mutlaka geçireceksin»
demiştir. Bundan sonra Hz. Ömer bu meseleyi komşunun komşudan faydalanmağa
muhtaç olduğu ev ve arazî gibi şeylerin hepsine teştrü etmiştir.
Şâir ulemâ ise
komşunun duvarına kiriş koymanın izinsiz caiz ol-mıyacağına kaildirler. Onlara
göre duvar sahibinin izni olmadıkça onun duvarına kiriş konamaz. Çünkü bir
müslümanın malının ancak kendi rızâzı ile helâl olabileceğini bildiren deliller
hu hükme mâni'dirler.
Hadîsteki «Vallahi onu
sizin omuzlarınızın arasına atacağım» ifâdesini Hattâhî: «vallahi eğer bu
hükmü kabul etmez ve onunla gönülden razı olarak amel eylemezseniz, kirişi
zorla omuzlarınıza yüklerim» şeklinde tefsir etmiş ve ibarede mübâleğa
olduğunu söylemiştir. Bazıları ise zamiri sünnete göndermiştir. Bu takdirde
mânâ şöyle olur: «Vallahi o sünneti sizin omuzlarınıza atarım».[212]
(Matl) aslında müdâfaa
demektir. Burada ondan murâd: bir borcu ödemeğe iktidarı varken ödemeyip
sonraya bırakmaktır. (Matlu'l-Ga-niy) terkibinde masdarm failine de mef'uiüne
de muzaf oiması ihtimâli vardır. Fâiiine muzaf olduğu takdirde mânâ şöyle olur:
«Borcunu Ödemeğe iktidarı olan zenginin, sonra öderim bahanesi ile onu
ödemîyerek sallantıda bırakması haramdır.»
Mef'ulüne muzaf olduğu
.akdirde ise: «Alacaklısı zengin bile olsa borçluya yine borcunu Ödemek îcab
eder.» demek olur. Tabiî zengin hakkında hüküm böyle olunca fakir hakkında
evleviyyette kalır.
Hadîsteki emri
cumhur-u ulemâ istihbâb mânâsına almışlardır. Zâhİrîler'e göre ise vücûb
manasınadır.
Burcu mühim'semiyerek
sonraya bırakmanın büyük günahlardan olduğunu yukarıda görmüştük. Böyiesinin
dînen fâsık sayılacağı dahî it-tifâkîdir. İhtilâf yalnız istemeden önce fasik
sayılıp sayılmayacağı hu-susundadır. Hadîsten anlaşılan: istemenin lüzumudur.
Çünkü borcu sallantıda bırakmak ancak istemekle tahakkuk eder.
Hadîs mefhum-u
muhalifi ile, âciz fakirin borcunu ödeyememesinin zulüm sayıîmıyacağına
delâlet eder. Fakat Hanefîler gibi mefhum-u muhalifi delil kabul etmeyenlere
göre borcunu ödiyemiyen âcize zâten mâtıl (yani borcunu Ödemeyip uzatan)
denilmez. Malından uzakta bulunan zengin de fakir hükmündedir. Fakir ödemeye
imkân buluncaya kadar borcu için sıkıştırılmaz.
İmam Şafiî diyor ki:
«fakiri muaheze etmek caiz olsa onun da ödemediği taktirde zâlim olması icab
ederdi; fakat o âciz olduğu için zâlim farzedilmomişür.»
Bazıları bu hadîsten
şu mânâyı da çıkarırlar: muhâlün aleyh fakir olup borcunu vermezse muhtâl
alacağını muhilden isteyemez. Çünkü isteyebilse zenginliği şart koşmanın bir
mânâsı kalmaz.
Hanefîler'f öre istiyebilİr, Onlar havaleyi kefalete benzetirler.[213]
899/737- «Câbir
radıyallahü anlı'ten rivayet edilmiştir. Demiştir kî :. Bizden bir adaftı vefat
etti : Biz de onu yıkadık, kokuladık ve kefenledik, sonra ResûlüHah saUaîîahii
aleyhi ve sellem'e getirerek kendilerine :
— Şunun cehâze namazını kılarmtsınız? dedik. Bunun
üzerîine Re-sûlüllah
(S.A.V.) bîr kaç adım attı; sonra (bize dönerek) :
— Borcu varnr? dedi. Biz:
__ İki altın (borcu
var); dedik. Bu hâl karşısında namazını kılmaktan sarf-ı nazar etfîler. Derken
bu ikî altını Ebû Katâde üzerine aldı. Müteakiben Resûlüllah
(S.A.V.) 'e geldik.
Ebu Katâde :
— İki
altın benim borcumdur; dedi.
Resûlültah (S.A.V.) de :
— Borç senin üzerinemi geçti? meyyit bu
paralardan berât etti mi? buyurdular. Ebu Katâde :
— Evet; deyince, cenazenin namazını kıldılar.»[214]
Bu hadîsi Ahmed, Ebu
Dâvud ve Nesâî rivayet etmiş; Ibnt Hibban İle Hâkim onu sahîhlemişlerdir.
Hadîsi Buhdri Seleme
b. Ekva'dan tahrîc etmiştir. Yalnız onun hadisinde altın sayısı üçtür. Aynı
hadîsi Ebu Dâvud ile Tabcrânî de tahrîc etmişlerdir. Tabcrânî (260 — 360) iki
rivayetin arasını bulmuş ve : «Kitabımızın hadîsinde altın sayısı ikiden biraz
fazla idi. Üç altın diyen buradaki buçuğu bütün saymış; iki diyen, buçuğu
nazar-ı i'tibâre almamıştır. Yâhûd aslında altınlar üç olup vefatından evvel
birini ödemiştir. Binâenaleyh (üç) diyen, aslını i'U-bar etmiş; (iki) diyen
kalan borcu söylemiştir» demiştir. Rivayetlerin ayrı iki kıssaya âid olması
ihtimâli de düşünülebilirse de bu ihtimâl uzaktır. Tlâkim'in bir rivayetine
göre Peygamber (S.A.V.) Ebu Katâde'ye her tesadüf ettikçe iki altını ne
yaptığını sorarmış; nihayet Hz. Katâde : «Ben onları ödedim yâ Resûlüllah»
demiş. Fahr-i Kâinat hazretleri de :
«— Şimdi meyyît'in
teni serinledi; buyurmuşlardır.»
Dara Kutnî (30(i —
385) *nin Hz. Ali (R.A.) 'dan rivayet ettiği bir hadîsde şöyle deniliyor :
«Resûlüllah (S.A.V.) bir cenazeye geldim! o adamın amelini sormaz; borcunu
sorardı. Eğer: «Borcu var» denilirse namazını kılmaktan vaz geçer; «Borcu yok»
denilirse namazını kılardı. Bîr defa bir
cenaze getirdiler. Tekbir almak için
ayağa kalktığı vakit:
— Bunun borcu
Varmi? d'Ye sordu. İki altın
borcu olduğunu söylediler. Bunun
üzerine namazını kılmaktan vaz geçtiler.
Derken A1İ:
— O
altınlar benim borcumdur,
meyyit onlardan beridir;
dedi ve Resûlüllah (S.A.V.) de
namazını kıldı. Sonra:
— Allah sana hayırlı
mükâfaat versin ve başını çözsün.İlâh...;
buyurdular.»
îbni Battal (— 444)
şöyle demiştir: «Cumhur, meyyit nâmına yapılan bu kefaletin sahih olduğuna
zâhib olmuştur; bu kefaletten meyyiL'in malına rücu' da yoktur
[215].»
Hadîsi Şerif'de bir
borcu o borçla alâkası olmıyan bir kimsenin üzerine alabileceğine ve bunun ona
fayda vereceğine İşaret vardır. Ayrıca borcun şiddetine de işaret
buyurulmuştur. Kczâ hâkim'in bir kimseyi bir hak c'olayısiyle İlzam edebilmesi
için akid ve ikrarlarda kullanılan lâfızların söylenmesi lüzumuna da işaret
vardır.[216]
900/738- «Ebû
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre, Resûlüllah s:,,ıallahü
aleyhi ve sellem'e vefat etmiş borçlu bir adam getirilir; o da:
— Borcunu Ödiyecek bir şey bıraktı mı? diye
sorardı. Eğer ödeyecek bir şey bıraktığı
söylenirse, onun cenaze namazını
kılar; aksi takdirde :
— Arkadaşınızın cenaze namazını kılın; derdi.
Vaktâ ki Allah
kendisine bîr çok fütuhatı nasîb eyledi,
(o zaman)
— Ben mü'minlere kendi
nefislerinden ileriyim. İmdi her kim borçlu olarak vefat ederse ödemesi bana
aittir; buyurdular.»[217]
Müttefekun aleyh'tir.
Buharî'nin bir rivayetinde: «Her kim ölür de borcuna yetecek (mal) bırakmazsa»
buyurulmuştur.
Musannifin, bu hadîsi
yukarıdakinin arkasından getirmesi, Allah'ın fütuhat ve nusratı ile Resûîüllah
(S.A.V.)'m vakti hali iyileşince yuka-nki hükmün neshedildiğİne işaret içindir.
Artık borçlu- ölen müminlerin borçlarını kendi üzerine alıyordu. Acaba bunu
hâsseten kendi malından mi yoksa beytül-mâl'den mi veriyordu?. Bu cihet
bilinmemekle beraber her ikisi de ihtimal dahilindedir. îbni Battal: «Müslümanların
umurunu üzerine alan her zâtın, borçlu ölenler hakkında böyle hareket etmesi
lâzımdır; böyle yapamazsa günahkâr olur.» diyor. Filhakika Râfiî hadîsin
sonunda şunu da rivayet etmiştir:
«Yâ Resûlüllah! senden sonra her imama bu lâzım mı?
denildi:
— (Evet) benden sonra
her imama jâzım; buyurdular.» Bu hadîsin mânâsını ifâde eden bir hadîsi
Taberânî «eZ-Ke&îr» adlı eserinde Hz. Selmân (R. A.) tarîki ile Zâdân'dan
şu lâfızlarla rivayet etmiştir:
«Bize Resûlüllah
(S.A.V.) m üs! uman esirlerinin fidyelerini vermemizi, dilencilerine tasadduk
etmemizi emir buyurdu. Sonra dedi ki :
— Her kim mal
bırakırsa (<> mal) mîrasçılarınındır? kim borç bırakırsa (ödemesi) bana
aittir. Benden sonrada müslümanların beyt-iü-mâl'inden verilmek üzere hükümet
reislerine âid olacaktır.»
Yalnız bu hadîsin
râvîleri arasında bir metruk ve müttehem vardır.[218]
901/739- «Amir
b. Şuayb'ten o da babasından, o da dedesinden (radıyallahü anhüm) işitmiş olmak
üzere rivayet edilmiştir. Dedesi demiştir ki :
Resûlüllah sallalîahii aleyhi ve sellem :
— Hadd için kefalet
yoktur; buyurdular.»[219]
Bu hadîsi zâif bir
isnad ile Beyhakî rivâyeL etmiştir.
Bcyhakî: «Bu hadis
münkerdir» demiştir. Bu bâb'ta bir çok eserler varsa da hiç biri i'tirâzdan
hali değildir. Yalnız «hudûd-ı şer'iy-ye» denilen cezaların tatbikini emreden
hadisler bu hadîsin mânâsını te'yîd ederler.
Hadîs hadd için
kefalet sahih olmadığına delildir. Zâhirîler'dcn ibni Hazm (384 — 456) 'a göre
nefis ile kefalet hiç bir hususta caiz değildir. İbni Hazm müddeasım ispat için
hayli uğraşmıştır. Fakat uhmâ kefaletin her iki nev'ini yani hem nefisle
kefaleti hem de mal ile keVÜeti caiz görmüşlerdir. Tafsilât fıkıh
kitaplarındadır.[220]
Şirket, lügatte: iki
malı birbirinden ayrılmıyacak derecede karıştırmaktır.
Istılahta ise:
nev'ilerine göre değişir ve başka başka ta'rif olunur. Bunun yeri fıkıh
kitaplarıdır.
Vekâlet lügatte:
Korumak, kefil olmak manasınadır. Istılah’da: Bir kimsenin caiz bir tasarruf hususunda
başkasını kendi yerine koymasıdır.[221]
902/740- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallalla/ıü aleyhi ve sellem:
--Allah: biri diğerine
hıyanet etmedikçe ben iki şerikin üçüncüsüyüm; hıyanet ettimi aralarından
çıkarım; buyurdu; dedi».[222]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmişt:r; Hâkim onu sahihlemiştir.
İbni Kattan (12ü —
198) ise bu hadîsi ma'lûl saymıştır. Çünkü râvîlerinden Said b. Hayyan'm hâli
meçhuldür.
Hadîsi ondan oğlu Ebu
Hayyan b. Saîd rivayet etmiştir. Fakat İbni Hibbân onu mu'temedler mey ânında
zikretmiş; yalnız Dnrc Kutni'nin onu irsal yapmakla illetlendirmiş olduğunu
bildirmiştir. Ancak Hz. Ebu Hüreyre'yi
zikretmemiş: «doğrusu da budur» demiştir.
Allah'ın iki şerik İle
beraber bulunmasından murâd: onları hıfz, riâyet ve kendilerine imdad i.e
ürâretlerine bereket ihsanı hususundaki
yardımıdır. Hıyanet zuhur
cimi, mallarından bereketi kaldırır.
Hadîsçe hıyanet
etmemek şartı ile şirkete teşvik, hıyanet etmekten İse tahzîr vardır.[223]
903/741- «Saîb
b. Yezidî Mahzûmî[224]
radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre kendisi bİ'setten önce Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellcm'ın
şeriki imiş. Fetih günü Peygamber
(S.A.V.) gelerek:
—Merhaba kardeşim ve
şerikim; buyurmuştur.»[225]
Bu hadîsi Ahmet,
Ebu Dâvud ve
İbni Mâce rivayet etmişlerdir.
İbni Abdilbcrr (3fi8 —
4H3) 'in beyânına ^örc Saib b. Ebi Saîd mii-ellefe-i kulûbtanmış. Fakat
sonradan iyi bir müsiüman olmuş, uzun zaman yaşamış; Muâviye zamanını idrâk
etmiştir. İslâmiyetin zuhuru sıralarında Peygamber (S.A.V.) 'in ticârette
şeriki idi. Mekke'nin fethi günü Resûlüllah {S.A.V.) kendisine :
«Merhaba kardeşim ve
şerikim. Kavga etmez yüze gülmezdi» buyurmuştur.
Bu hadîsi Hâkim
sahîhlemiştir. îbni Mâce'nm' rivayetinde : «Câhiliyette benim şerikim
idin» buyurulmuştur.
Hadîs-i Şerîf,
Islâmiyetten önce şirketin sabit olduğuna tslâmiyetin onu olduğu gibi takrir
ettiğine delildir.[226]
904/742- Abdullah
b. Mes'ud radıyallahü anh'ten rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Bedir günü
isabet edecek ganimetler hususunda ben, Ammâr ve Sa'd şerik olduk, ilâh...»[227]
Bu hadisi Nesâî ile
başkaları rivayet etmişlerdir.
Hadîsin tamamı
şöyledir :
«Neticede Sa'd iki
esîr getirdi; ben ve Ammâr hiç bir şey getiremedik !»
Hadîs-i Şerîf, kazanç
hususunda şirket yapmanın caiz olduğuna' delildir. Buna «Şirket-i ebdân» derler
ki, hakikati şundan ibarettir: şeriklerden her biri muayyen bir şeyi kabul
etme ve kendisi nâmına o şeyde çalışma hususunda arkadaşını vekil ta'yîn eder;
aralarında hangi san'atı işliyeccklerini kararlaştırırlar. İmam-ı A'zam Ebu
Hanîfe, ile diğer bazı ulemâ buna kail olmuşlardır. Şafiî ise bu şirketi
aldanma üzerine mebnî görerek sahih olmadığına zâhib olmuştur; çünkü kâr
edecekleri yüzde yüz belli değildir. Ulerrfâ'dan Ebu Sevr ile İbni Hazm,
Şafiî'nin kavlini tercih etmişlerdir, İbn Hazm-i Zahiri bu münâsebetle sözü
hayli uzatmış; bu şirketin bâtıl olduğuna hükmeylemiştir. Ibnİ Mes'ud hadîsi'ne
gelince, İbni Hnzm buna da münkati' bir haber nazarı ile bakar. Hadisi, sahih
bile kabul etse yine kendilerine delîl olacağını iddia etmektedir.
Fukâhâ şirketi
muhtelif kısımlara ayırmışlardır. Biz onları sıralamaya lüzum görmüyoruz, ibni
Battal (— 444) diyor kî: «Sahih şirket, şeriklerden her birinin ortaya
arkadaşı kadar mal çıkarıp sonra bunları karıştırmaları ve ayrılmayacak
dereceyi buldumu hepsi birden tasarrufta bulunmalarıdır; ancak biri diğerini
kendi yerine ikâme edebilir.» Bunda ulemâ ittfâk halindedir.
Bir şerîk'in
diğerinden daha az mal ile şirkete iştirak etmesi de caizdir. Kâr ve zarar
herkesin malı nisbetinde olur. Çünkü iki malı bir araya karıştırmakla bütün mal
aralarında hisse-i şâyia'lı olur; bittabi o malın kâr ve zararı da Öyledir.[228]
905/743- «Câbİr
b. Abdillâh radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Hayber'e
çıkmak istedim de Peygamber (S.A.V.)'e geldim :
— Hayber'deki vekilime
vardığın vapJt ondan onbeş vesk[229] al; buyurdular».[230]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmiş ve sahîhlemiştir.Hadîsin tamamı şöyledir :
«Eğer senden bir
alâmet dilerse elini onun omuzuna koyuver.»
Hadîs-i Şerifte şer'î
vekâlete delâlet vardır. Mes'ele ulemâ arasında ittifakıdır. Hadîsin tamamında
başkasısının malında karine ile amelin caiz üiduğuna delâlet vardır. Ulemâ'dan
bir cemâate göre bir malı tesellüm için gönderilen ResüTü (elçiyi) tasdik etmek
sahihtir. Bazıları bunu caiz görmemiş; «gayrın malında tasdik caiz olmaz»
demişlerdir. Fakat Resûl'ün doğru söylediğine kanâat hâsıl olursa onlara göro
de tasdik edilir.[231]
906/744-
«Urvetü'l - Bârikî[232]
radıyallahü anh'den rivayet edildîğine göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve
settem kendisine bîr kurban satın almak için onunla bir dînâr göndermiş.,
ilâh...»[233]
Bu hadîsi Buharı bir
hadîs arasında rivayet etmiştir. Hadîs yukarıda geçmiştir.
Hadîs-i Şerif «Alış
veriş bahsi» nde 684/839 sıra numarası ile geçmiş; ahkâmı da orada
görülmüştür.[234]
907/745-
«Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'ten rivayet olunuştur. De-mîştİr ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sclîcm Ömer'i sadaka üzerine memur gönderdi... ilâh..[235]
Müttefekun
aleyh'tir.Hadîsin tamamı şudur :
«Denildi kî : İbn
Cemil, Halid b. Velîd ve Resûlüllah sallallahü aleyhi vv scllem'în amcası Abbas
sadaka vermediler. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.):
— İbni Cemil inkâr etmez; şu kadar var ki fakir
idi de Allah onu ganî kıldı. Halid'e gelince; hiç şüphe yok ki siz Halid'e
zulüm ediyorsunuz. O Allah yolunda zırhlarını ve silâhlarını habsetmiştir.
Abbas'ınki bir misli de beraberinde
olmak şartı ile benim
üzerime borçtur; dedi. Sonra (Ömer'e dönerek) :
— Yâ Ömer bilmezmisin ki bir adamın amcası babasının
kardeşidir! buyurdular.»[236]
Hz. Peygamber (S.A.V.)
'in Ömer (R.A.) 'ı zekât toplamağa gönderdiği
anlaşılıyor.
İbni. Cemil
cnsârdan'dır. Vaktiyle münâfıkmış, -sonradan tevbe et-nıis. Musannif bu zâtın
ismini bulamamıştır. «Şu kadar var ki fakir İdi;:; Allah onu ganî kıldı»
cümlesinde Bedî' ilmine göre (zerimi'e benzer bir şeyle medh-i te'kîd) vardır.
Çünkü eğer zikredilenden başka bir özrü yok ise İbn Cemâf'in hiç bir özrü yok
demektir. Aynı zamanda bu sözde küfrüm ni'mete ta'rîz ve yaptığı işin
kötülüğüne işâ-rt.-l vardır.
«Abbas'ınki bir misli
de beraberinde olmak şartı ile benim
Üzerime borçtur» ifâdesi Peygamber (S.A.V.) 'in zekât borcunu teberru"
sureli i!e üzerine aldırını gösteriyor ki bu da başkası nâmına zekât
teberru'ıında bulunmanın sahih olduğuna delâlet eder. Bunun bir nazîri de Ebû
Katâde'nin vefat eden zâtın borcunu üzerine almasıdır. Hadîs çeşitli lâfızlarla rivayet edilmiştir.
Bu hadîs hükümet
reisinin zekât toplamak için tahsildara vekâlet verebileceğine delildir. Zâten
musannif onu bırrndn, onun için zikretmiştir. Zekât "memuru la'yîn
etmenin bir Sünnct-i Nebevîyye olduğu, fakir iken Allah'ın îütf-u keremi ile
zengin olup da sonradan bunu unutana hatırlatmanın caiz oîduğu ve borcunu
ödemeyen bir kimsenin arkasından onu küçük düşürecek şekilde konuşmanın günah
sayılmadıği. devlet reisinin bazı kimselerin borcunu kendi üzerine alabileceği
de iıadîsin işaret ettiği ahkâm cümlesindendir.[237]
708/746- «Câbİr
rartıyallaJıü anh'ien rivayet edildiğine göre Peygamber fsnlln'lnhü aleyhi ve
srllrm, altmış üç deve boğazlamış; geri kalanını kesrreyİ de Ali'ye
emretmiştir. İlâh...»[238]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hndîs-i Şerif «Hacc
bahsi» nde 759 sıra numarası ile geçmiş; ve orada izahı da yapılmıştır. Delâlet
ettiği hüküm hedy denilen Hac kurbanının kesilmesi hakkında vekâlet
verilebileceğidir. Kesen müsfüman olduğu takdirde bunun sahîh olduğuna ittifak
vardır. Kitabî olursa kestirenin niyeti" şartı ile îmâm-r Şafiî'ye göre
yine caizdir. Hanc-filer'e göre ise mekruhtur.[239]
909/747- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'\en çırak kıssası hakkında rivayet olunduğuna göre;
Peygamber saîlallahü aleyhi ve sellem:
— Ey Enes'cik, bu
adamın karısına git (söyle) eğer i'ti-râf ederse onu hemen recmet, ilâh...;
buyurmuştur.»[240]
Müttefekum aleyh'tir.
Bu hadîs kitabımızın
dördüncü cildinde «Hudûd bahsi» ndc görülecektir. Burada zikredilmesi hadd
vurmağa memur edilen kimsenin dev-Irl. reisinin vekili olmasına mebnîdir-.
Buharı (Babü'l - Vekâleti fî'l-lıudûd) «Hadleri vurmağa vekâlet babı» nâmı
altında bir bâb tahsis etmiş bu ve emsali hadisleri orada zikretmiştir.
Musannif «cl-Fcth» de
şöyle demektedir.: «Devlet reisi bizzat hadd vıırmayip, bu işi başkası üzerine
aldığı cihetle başkasını tevkil etmiş gibi olur.»[241]
İkrar: Lügatte, isbât
etmek demektir Şeriatte ise: kişinin kendi aleyhine bir şeyi ihbar etmesidir.
îkrâr, inkâr'ın zıddıdır.[242]
910/748- «Ebu
Zerr radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur.
Demiştir ki: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem bana:
—Acü da olsa hakkı
söyle; buyurdular.»
[243]
Bunu İbni Hibban uzun
bir hadîste sahîhlemiştir.
O hadîsi Hafız Münzirî
«ct-Tcr<fîb vc't-Tcrhib» adlı eserinde rivayet etmiştir ki, içerisinde bir
çok vasiyetler vardır. Lâfzı şudur:
«Ebu Zerr şöyle
demiştir : Dostum Resûlüllah (S.A.V.) bana, kendimden aşağı olana bakmamı,
benden üstün olana bakmamamı, fakirleri sevmemi, onlara yaklaşmamı, akrabam
benimle alâkayı kesip bana cefâ bile etseler (yine) akrabama yardım etmemi, acı
da olsa hakkı söylememi, Allah hakkında hiç bîr kimsenin zemm ve melâmetinden
korkmamamı, kimseden bir şey İstemememi, havkale[244]
cennet definelerinden olduğu için onu çok okumamı vasiyet etti.»
«Hakkı şöyle» emri,
başkasının ua kendisinin de aleyhine doğruyu söylemeye şâmildir. Musannif da
onu burada bu şümul i'tibâ-rİyle zikretmiştir. Asıl bu hadîsi ikrar babına alan
Râfiî'dir. Musannif ona tabî olmuştur,
Hadîs-i Şerif, insanın
her işinde ikrarına i'tibâr olunacağına delildir. Çünkü nefsin aleyhine
doğruyu söylemek, onu malen voya bedenen mes'ul edecek bir şeyi haber
vermektir. Kısacası nefsin aleyhinde ihbarda bulunmaktır.
«Acı da olsa»
ta'birindc teşbih vardır. Zîrâ bazen hakkın icsı güç olır da acılığından dolayı
boğazdan geçmeyen bir şeye benzer.
«Hudûd» ve «kısas»
babında ikrara âid hadîsler gelecektir.[245]
( Ariyet ; teâvür'den
alınma bir İsimdir. Teâvür: elden ele dolaşmak ve nevbetl eşmektir. Emaneten
verilen şeyler dahî elden ele dolaştığından onlara bu isim verilmiştir.
Şer'an ârîyet: Bir
malın yalnız menfaatini bağışlamaktır. Malı emaneten veren sahibine muîr;
alana: müsteir alınan mala da muâr yâhûd müsîeâr denilir.[246]
911/749- «Semuratü'bnü
Cündiib radii/aîîahü anh'tien rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah
satlallahü aleyhi ve scllem:
— El aldığı şeyden, onu
edâ edinceye kadar mes'uldür; buyurdular.»[247]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dörtler rivayet etmiş; Hâkim de sahîhlemiş-tir.
Hâkim'in sahîhlemesi,
Hasanın Semura'den işitmesine mebnîdir; Çünkü hadîsi Hasan, Semura'dan rivayet
etmiştir. Hasan'ın Semura'dan İşitip işitmemesi hususunda hadîs hafızlarının üç
mezhebi vardır :
1—
Mutlak
surette işitmiştir. Aliy b. Medînî ile Buharı ve Tir-mizî'nin mezhebi budur.
2—
Mutlak
surette işitmemiştir, Yahya b. Saîd
el-Kattan ile Yahya b. Mâîn ve Ibni Hibbân'm mezhebi budur.
3—
Yalnız
«Akîka» hadîsini işitmiştir. Ncsâî'nin mezhebi de budur. Bu re'yi Ibni Asâkir
de benimsemiştir. Abdülhak ise bunun
sahih olduğunu iddia etmiştir.
Hadîs-i Şerif,
başkasının milki olan bir şeyi sahibine iade etmenin vâcib oilduğuna, o şey'i
sahibine veya sahibi yerine kaim olan birine teslim etmedikçe mes'ûliyetten
kurtuiamıyacağına delildir.
Çiinkü hadiste
«te'diye» ta'biri kullanılmıştır. Te'diye ancak bu suretlerden biri ile olur.
Hadîs, gasb, vedîa ve ariyet gibi şeylerin hepsine .şâmildir. Musannifin onu
b'urada (ariyet bâbı'nda) zikretmesi, ona da şâmil olduğu içindir. Bu hususta
üç knvil vardır :
1—
Ariyet
mutlak suretti1 ödenir. Hz. İbni Abbas (R.A.)
ile Zcyd b. Aliy, Aid, Ahmed b. Hanbel, ishale ve İmam Şafii'nin mezhebi
budur. Delilleri bu hadîs ile aşağıda gelecek hadîslerdir.
2— İmam
A'zum (İKİ-150) ile diğer bazı ulemâ'ya göre: ariyet ke-filli biic olsa
Ödenmez. Çünkü Peygamber (S.A.V.):
«Hıyanet etmiyen müsteîr
ile hıyanet etmiyen müstevda'a ödeme yoktur» buyurmuşlardır.
Bu hadîsi Darc Kutnî
ile Beyhaki İbni Ömer (R.A.) 'den tahrîc etmiştir, fakat zaîf bulmuşlardır.
Onlar hadîsin Şurcyh'e mevkuf olduğunu sahîhlemişlerdir. Müstevda' : emanetçi
demektir.
3— Bazılarına
göre âriyet'in ödenmesi şart koşulursa ödemek îcâb eder. Bunların delili, iki
hadis sonra gelecek «Safvan hadisi» dİr.
Babımızın hadisi ile
ekseriya ödetme, hususunda istidlal ederlerse de onda ödemeyi icabedecek bir
sarahat yoktur. Zira emaneten alman her şeyi sahibine inde etmek lâzımdır; bu
iş yalnız ariyet'e. mahsus değildir. Binâenaleyh ariyetin ödenmesine delil
olamaz.[248]
912/750-
«Ebu
Hüreyre radıyallahü «h/i'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallnllahü aleyhi ve selîcm:
— Emâneti sana
emniyet edene ver; sana hıyanet
edene sen hıyanet etme; buyurdular.»[249]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
ile Tirmizi rivayet etmişlerdir, Tirmîzî onu hasen bulmuş; Hâkim sahîhlcmiş;
Ebu Hâtîm-i Râzî ise münker addetmiştir. Hadîsi hafızlardan bir ce'nâat tahric
etmiştir. Bu hadîs ariyete şâmildir.
Ariyete olduğu gibi
vadîa ve sâiroyo de şâmildir; ve emâneti cdâ îcabettiğine delâlet etmektedir.
Nitekim:
[250] «Şüphesiz ki Allah size emânetleri ehillerine
edâ etmenizi emreu1-^
âyet-i Kerîmesi de
aynı mânâya delâlet eder.
Fahr-i Kâinat
Efendimizin : «Sana hıyanet edene sen hıyanet etme» buyurması, kötülük edene
kötülükle mukabele edîlmiyece-ğine delildir.
Fakat Cumhur-u ulemâ
bunu müstehâb mânâsına almışlardır. Çünkü Teâlâ Hazretlerimin: ([251])
Bir kötülüğün cezası
o kötülüğün misli
bir fena muameledir» ve kezâ :
[252] «Eğer cezalandıracaksınız size verilen cezanın misli
ile cezalandırın» buyurması bu muamelenin caiz olduğuna delâlet eder. Ulemâ
arasında «zafer meselesi» diye meşhur olan mes'ele budur. Bu mes'ele hakkında
ulemâ'dan dört kavil rivayet olunur:
1—
Kötülük
edene kötü muamele etmek caizdir. İmam, Şafiî'den rivayet olunan kavillerin en
meşhuru budur. Bu bâbta verilen cezanın
yapılan kötülük cinsinden olup olmamasına bakılmaz.
2— Kölü
muamele ancak verilen ceza ile yapılan kötülük bir cinsten olduğu zaman caizdir.
Zira Teâlâ Hazretleri:
«Size verilen cezanın
misli ile cezalandırın»
buyurmuştur. Hanefî-ler'le diğer bazı
ulemâ'nın re'yi budur
3— Böyle bir
muamele ancak hâkimin hükmü ile caiz olur. Çünkü hadîs-i ŞeriCte yasak
edilmiştir. Fakat bu re'ye zâhib olanlara: «Hadîsteki nehî tenzihe
hamlolunmuştur». diye cevap verilmiştir.
4— îbni
Hazm'e göre kötülük görenin o kötülüğü yapandan hakkını alması farzdır. Aldığı
şeyin kendi hakkı cinsinden olup olmamasına bakılmaz. Hak sahibi hakkını almak
için kötülük edenin malını satar. Şayet hakkını aldıktan sonra geriye bir şey kalırsa onu o şahsa veya
veresesine iade eder. Bunu yapmazsa Allah'a âsî olur. Ancak hclâllaşırlar da o
şahsı tebric ederse sevap kazanır. Eğer alacalını isbât için beyyinesi yok fakat
ortada olacak bir mal varsa o malı alır. Kendisine sorulduğu zammı inkâr eder;
hatla yemin istenirse yemin etmesi bile sevab olur. İbni Jîazm: «Şafii ile Ebu
Süleyman'ın ve entarin nıezheblerinde bulunan ulema'mn kavilleri de budur»
dedikten sonra: «Bize Röre her kim bir zâlimin bir malını bulursa o malı alarak
mazlumu ondan kurtarması kendisine farzolur» demekte ve müddeâ-sını isbât için
bir çok âyet ve hadîsler zikretmektedir. îbni Hnzm: «Bunu yapmazsa Allah'a asî
olur» iddiasını isbât için:
[253] «Hem iyilik ve tekvâ üzerine yardımlasın; günâh ve
düşmanlık üzerine yardimlaşmayın» âyet-i kerimesi ile istidlal ediyor, ve; «Mazlumun
hakkım zâlimden alarak sahibine iadeye muktedir olan bir kimse eğer bu işi
yapmazsa o da zâlimlerden biri olur» diyor.
Bundan sonra mevzu-u
bahsimiz Ebu Hüreyre hadîsi'ne temas eden îbni Hazm: «Bu hadîsi Talk b. Gunm,
Serik'ten ve Kays b. Rebî'den rivayet etmiştir. Halbuki bunların hepsi zaîftîr»
demektedir.[254]
913/751- «Ya'lâ
b. Ümeyye[255] radîijallahü anh'den
rivayet edilmiştir. Demiştir ki:
Resûlüllah sallalîahü aleyhi ve sellem bana :
— Elçilerim sana geldiği vakit kendilerine otuz
zırh ver; dedi.
— Yâ
Resûlallah kefaletli emânet mi
yoksa te'dİyeli emânet mi? dedim.
— Hayır, te'diyeli emânet; buyurdular.»[256]
Bu hadîsi Ahmed, Ebu
Dâvud ve Nesâi rivayet ctmiş;/bm Hİbbân da sahîhlcmişür.
Âriyet-i madmûne :
hclAk olduğu vakit kıymeti ile ödenen demektir, ki hİz hıımı kefaletli emânet
diye tereeme ettik.
Âriyet-i müedrlat:
Malın aynı movcut ise sahibine te'diyesi icabeden, faka, lelef olmuşsa kıymeti
ile Ödenmeyen ariyettir.
Hadîs-i Şerif,
ariyetin yalnız ödetmekle ödeneceğine kail olanların delilidir.[257]
914/752- «Safvân
b. Ümeyye[258] radnjaUahü rnfı'den
rivayet olunduğuna göre Peygamber snllaJlahü aleyhi ve scllcm Huneyn gününde
kendisinden bir takım zırhlar emânet almış; Safvân:
— Bunlar gasıb mı yâ Muhammed? deyince :
— Hayır kefaletli emânet; buyurmuşlardır.»[259]
Bu hadîsi Ebu Dâvud,
Ahmed ve Nesâî rivayet etmiş; Hâkim de sahîhlcmişür. Hâkim, İbni Abbas'dan
hadîsin zaîf bir şahidini tahrîc etmiştir.
O rivayetle :«Hayir
te'diyeli emânet» denilmiştir.
Zırhların sayısı
hakkında muhtelif rivayetler varaır. Ebu Davud'un rivayetinde bunlar otuz ile
kırk arasındadır. Beyhakî'nin rivayet ettiği mürsel b<r hadîse göre
seksen;Hâkim'in rivayet ettiği Câbîr hadîsi'ne göre- yüzdür. İmam Ahmed (164 —
241) ile Ncsâi (215 — 303) "nin İbni Abbas (R.A.) 'dan tahrîc ettikbri
rivayette: zırhların bazısının kaybolduğu; Peygamber (S.A.V.)
bunlah ödemek isteyince Safvân'm:
«Bu gün ben müslüman
olmak istiyorum ya Resûlallah!» dediği zikrediliyor.[260]
Gasb: Lügatte : bir
şeyi zulüm yolu ile almaktır.
Şeriatte ise ;
Başkasının miiki olan kıymeti hâiz muhterem bir malı tecâvüz sureti ile
almaktır. Yani gasb, başkasının maiında sahibinin rızâsı olmadan
tasarrufta bulunmaktır. Bu ise
memnu'dur.
Mccellc'nin 96. cı
maddesinde: «Bir kimsenin milkinde onun izni olmaksızın ahar bir kimsenin
tasarruf etmesi caiz değildir» denilmektedir.
Teâlâ Hazretleri.de :
[261] «Mallarınızı aranızda bâtıl ile yemeyin» buyurmuştur.
HinâHiîileyh gasb
haramdır. Onun haram olduğuna icmâ' vardır. Gasb'ın haram olduğunu gösteren
hadisler ise aşağıdadır.[262]
916/753- «Sâİd
b. Zeyd radnjaUahü «Hft'ten rivayet edildiğine göre ResülüHah ftaUallahii
aleyhi ve scllcm:
— Her kim zulüm yoiu
ile bir kartş yer alırsa kıyamet gününde Allah onu yedi kat yerin dibinden o
kimsenin boynuna dolar; buyurmuşlardır.»[263]
Hadîs müttefekun aleyhtir.
Tatvîk : boynuna
dolamak; demektir. Burada bu kelimeden ne ulemâ
arasında ihtilaflıdır. Bazılarına
göre gasbı yapan ycdİ kat yere batınhr. Bu suretle her kat onun hakkında
boynuna dolama sayılır. İbnİ Ömer
(R.A.) 'in rivayet ettiği şu hadîs bu mânâyı te'yîd eder :
«O kimse kıyamet
gününde yedi kat yere batınhr.»
( Diğer bazılarına
göre: Kıyamet gününde gasbcttîği yeri mahşere götürmesi emrolunur. Bu da o yeri
onun boynuna dolamak gibi bir şeydir; yoksa hakikî boynuna dolama olmiyacaktır.
Bu mânâyı Ta-berânî (260 — 360) ile Ibni Hibban (— 354)'in Ya'lâ b.
Murra'd&n merfu' olarak rivayet ettikleri şu hadis te'yid eder:
«Her hangi bir kimse
zulmen bir karış yer alırsa Allah o yeri tâ yedi kat yerin dibine varıncaya
kadar kazmak zahmetine katlanmasını kendisine emreder. Sonra o yeri tâ
insanlar arasında muhakemeyi bitirinceye kadar onun boynuna dolar.»
imam Akınca b. Hanbel
ile Taberâni'nin tahrîc ettikleri şu hadîs dahî aynı mânâyı te'yîd eder:
«Bir kimse haksız
olarak bir yer alırsa o yerin toprağını mahşere taşıma zahmetine katlanması kendisine
emrölunur.»
Hadîs-i Şerîf, zulüm
ve gasbın haram olduğuna, gasbın cezasının şiddetli olacağına, yerin gasb
olunabileceğine ve bunun büyük günahlardan sayılacağına, bir kimse bir yere
mâlik olursa yedi kat yerin dibine kadar o yerin ve içinde bulunan ma'den ve
taşların da kendisinin olacağına, o yere başkalarının kuyu ve şâire kazmasına
mâni' olabileceğine ve yerin yedi kat olduğuna delildir. Yerin gas-bimn onu
istilâ etmekle olacağı dahî bu hadîsin delâlet ettiği ahkâm cümlesindendir.
Acaba yer
gasbcdildikten sonra telef olsa ödettirilirini? bu cihet ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Bazılarına göre ödettirilmez; zîrâ menkul ile gayr-i menkul malın
zilyedliği bir değildir; şu halde bunlar birbirine kıyâs edilemezler. Tasarruf
hususunda dahî bir değildirler.
Cumhur-u ulemâ'ya göre
gasb sureti ile telef olan yer, menkule kı-yâsen ödettirilir. Zira her ikisinde
de istilâ- ve tasailut vardır.
Hadiste geçen «bir
karış» ta'biri, daha fazlasına evlcviyyctle şâmildir. Hattâ: «Haram olma
hükmünde bir karıştan az olan yer de dâhildir» diyenler vardır.
Hadîsin Buhar'ı deki
rivayetlerinin bazısında «Şibr» yerine «şey1» denilmiştir. Bundan gasbın az
veya çok her şeye şâmil olduğu anlaşılırsa da fukâha'ya göre gasbedilen şeyin
bir kıymeti olmak lâzım gelir.[264]
917/754-
«Enes radıyallahü anh'den rivayet edildiğine göre Resû-lüllah sdllallahü aleyhi
ve sellem kadınlarından birinin yanında bulunuyormuş. Derken Ummehât-i
Mü'mînîn'den bîri bir hizmetçisi ile içîn-de yemek bulunan bir tabak göndermiş.
Kadın eli ile tabağa çarpınca tabak ktrılıvermîş. Bunun üzerine Peygamber
(S.A.V.) o tabağı bir yere toplamış ve yemeği tçine koyarak:
— Yeyin;
demiş; sağlam tabağı
getirene vermiş; kırık olanını da alıkoymuş.»
Bu hadîsi Buharı ile
Tİrmizî rivayet etmiş; Tirmizi vuranın Âişe olduğunu söylemiş ve şunu ziyâde
eylemiştir: «bunun üzerine Peygamber {S.A.V.):
— Yemeğe karşı yemek ve tabağa karşı tabak
(îcâbeder); buyurdular».[265]
Bu rivayeti Tirmizî
sahîhîemiştir.
Hazret-i Peygamber
(S.A.V.)'in yanında bulunduğu zevcesi Ibni Hazm'e göre Zeyneb binti Cahş'tır.[266]
Musannif, yemeği getiren hizmetçinin adını bulamadığını beyân etmiştir.
Hz. Âişe (R. Anha)'nm
tabak kırması bir kaç defa vuku' bulmuştur. Şöyle ki: Ncsâl'nin Ümm-ü Seleme
(R. Anhâ)'dan tahrîc ettiği bir hadîse göre: Kendisi Peygamber (S.A.V.) ile
ashabına yemek getirmiş; darken Hz. 'Mşe bir çarşafa bürünmüş ve beraberinde
bir el kayası olduğu halde gelerek onunla tabağı kırmıştır...» Büyle bir şey
Hz. < Hafsa'nm[267]
yanında İken de olmuş ve Hz. Âİşe tabağı kırmıştır. Aynı vak'asının Hz. Safiyye[268] ile
dahî cereyan ettiği ve yine Hz. Âişe'nin
tabağı kırdığı rivayet ediliyor. Hattâ îmnm Ahmed, Ebu Dâvud ve Ncsâî,
Hz. Âîşe (R.Anhâ)'dun şu sözleri naklederler: Âişe (R. Anhâ) demiştir ki :
Safiyye gîbİ yemek
yapan kadın görmedim. Peygamber (S.A-V.)'e bîr kap yemek hediyye etti. Fakat
ben o kabı kırmaktan kendimi alamadım.
Bunun üzerine:
— Yâ Resûlallah. Bunun keffâreti nedir? dedim»
— Kab gibi kab ve yemek gibi yemektir;
buyurdular.» Hadîs-i Şerif, bir kimse birinin malını istihlâk ederse onu mini ile
ödeyeceğine delildir. Hububat gibi
misli olan şeylerde mos'ele
ittifakıdır. Fakat hayvan gibi kıyemi olanlar ihtilaflıdır.
İmam Şifiî ile
Kûfeliler'e göre istihlâk edilen şey hayvan da 'ılsa mislini vermek îcabeder. Ancak
misli bulunmazsa o zaman ödenir.
İmam Mâlfc ile
Hanefîler'c göre tartı ve ölçek i!c satılan şeyimle mislini; şâir eşya ve
hayvanlarda kıymetini vermek lâzımdır.
İmam Şifii ile
taraftarlarının delili Peygamber {S.A.V.) 'in: «Kaba karşı kab, yemeğe yarşı
yemek» hadisi ile ibni Ebî Hâtim'uvâyet ettiği şu hadistir:
«Bir kimse bir şey
kırarsa, kırdığı onun olur; ve o şeyin mislini ödemesi îcabeder.»
Hattâ Dtıro KutnVmn
rivayetinde hadiste «böylece umumî hüküm »Idu* denilerek bu kir/iyyenin.
Peygamber (S.A.V.) tîirafmdau a\nı cinsten her vak'aya şâmil bir hüküm ittihâz
edildiği beyân (ıkınmakladır.
Hanefîler'le diğer bir
takım ulemâ: «gasbedilen şeyin ismi gâsıbın fi'li ile değişir ve ekseri
menfaati zail olursa o şey arlık gâsıbın müKi olur» derler. Bunların delili
Resûlüllah (S.A.V.)'in kırık parvaliin H.p-layıp orada alıkoymasıdır. Mes'elede
uzun i'ıirazlar ve cevaolar vardır.[269]
918/755- «Râfi'
b. Hadtc radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: ResûlüMah
satlallnhü aleyhi ve sellem:
— Her kim bir kavmin
yerine onların izni olmadan ekin ekerse, ekinden kendisine hiç birşey yoktur.
Ona (yalnız) masraf» Vardır;
buyurdular.»[270]
Bu hadisi, Nesâî
müstesna Ahmed ile Dörtler rivayet etmiş. Tir-miiî hasen bulmuştur. Buharının
bunu zaîf buldujjm söylenir.
Söyleyen Hattâbî (319—388)
'dir. İmam Tirmizî (200—279) ise BuharVnm onu hasen bulduğunu nakletmiştir. Şu
kadar var ki, Ebu Zür'a (—261,) ve başkal?" Atâ b. Ebu Rebâh'm Râfi' b.
Hadîc'tcn işitmedğini söylemişlerdir. Bu hadîs hakkında pek çok ihtilâf vardır.
Maamâfîh, onu takviye eden şâhidleri de vardır.
Hadîs-i Şerif, bir
yeri gasbeden, o yere bir şey ekerse ekinine mâlik olmayacağına, ekinin tarla
sahibine kalacağına, gasbedenin yalnız tarlaya yaptığı ekim ve tohum gibi
şeylerin masrafını alabileceğine delildir. İmam Ahmcd b. Hanbcl (16 ) İle İmam
Mâlik (93—179) in ve ekseriyetle Medine ulemâsı'nin mezhebi budur. Delilleri
aşağıdaki Urve hadîsî'dir.
Ekser-i ulemâya göre
ise ekin tohum sahibi olan gâsıba aittir; fakat o yerin ücretini verecektir.
Bunların delili:
«Ekin, ekene aittir;
isterse gâsıb olsun.» hadîsidir. Yalnız bu hadîsi kimin tahric ettiği
bilinmemektedir. Cumhur, aşağıdaki hadîs ile de istidlal ederler.[271]
919/756-
«Urvetü'bnii Zübeyr[272] radıyallahü a?ıh'den rivayet edilmiştir
Demiştir ki: Resûlüllah sallallcthü aleyhi ve scllcm'm ashabından bir zât
şunları söyledi: Gerçekten iki adam Resûlüllah (S.A.V.)'in huzuruna bir yer
hakkında dâvaya çıktılar. Bunlardan bîri o yere hurma dikmişti. Halbuki yer
ötekine aitti. Resûtüllah (S.A.V.) yerin sâhi-bİne âtt olduğuna hükmetti. Hurma
sahibine de hurmalarını çıkarmasını emretti ve:
— Zâlim'in emeğine bir
hak yoktur; buyurdular.»[273]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. İsnadı hasendir.
«Sünen» kitaplarında
bu hadis'ln sonu Urve'nin Sâîd b. Zeyd'den yaptığı rivayettendir. Hadîsin vasıl
ve irsali ile sahâbî râvîsî hakkı.ıda ihtilâf olunmuştur.
Meselâ Ebû Dâvud
(202—275) onu bir tarîkinde Urve'den mür-sel olarak diğer tarîkinde Muhammed b.
/sftafc'dan muttasıl olarak rivayet etmiş ve onun: «Peygamber (S.A.V.)'in
ashabından bir zât dedi ki...» tarzındaki beyânını naklettikten sonra: «Benim
zann-ı galibime göre bu zât Ebu Saîd olacaktır» demiştir.
Bu bâbta Hz. Âişe (R.
Ayıhây&a,ı\ da rivayet vardır. Âişe hadîsini Ebu Ddvud-u Tayâlİsî tahrîc
etmiştir. Keza Ebu Dâvud iIp Bey-hnki-mn Hz. Semura'dan; TabcrânVnm Ubâde ile
Abdullah b. Âmir'dcn tahrîc ettikleri hadîsler de aynı mânâya delâlet ederler.
Hadîsteki ta'biri
izâfetli ve izâfetsiz okunabilir. Yalnız
Hattâbî izafetle okunmasını red've inkâr etmiştir. Bundan murâd'ın ne olduğu
ihtîlâflidir.
Bazılarına göre bir
kimsenin bir yere ağaç dikerek o yere sâhib olmasıdır. İmam Mâlik'e göre :
haksız yare dikilen ağaç ve kazılan kuyu, gibi şeylerdir. Bazılarına göre
zâlim: haksız olarak başkasının yerine ekin eken veya kuyu kazandır. Maâmâfîh
bu muhtelif izah ve tefsirler birbirine yakındırlar. Hadis-i Şerif, başkasının
yerine izinsiz ekin ekenin zâlim sayılacağına delildir.[274]
921/757- «Ebu
Bekre radnfdlfthü an A'den rivayet olunduğuna göre. Peygamber Snîallahil aleyhi
ve scUcm, Kurban (bayramı) günü Minâ'-da okuduğu hutbesinde :
— Şüphesiz ki sizin
kanlarınız mallarınız ve ırzlarınız size şu beldenizde, şu ayınızdaki şu
gününüzün hor-meti gibi haramdır; buyurmuşlardır.»[275]
Hadîs müttefekun
aleyhtir.
Bu hadîs-İ Şerifin
delâlet ettiği mânâ açıktır. Bu cihet icmâ'-an dahî sabittir. Musannif gasıb
babına bu hadîs ile başlasa daha iyi olurdu. Nitekim tbni Kesir «el -Jrşâd»
adlı eserinde Öyle yapmıştır.[276]
Şuf'a, lügatte :
katmak demektir. Namazda bir rek'atı bir rek'ata katmaca şefT derler.
Şerîatte şuf'a :
Satılan bîr akarı veya akar hükmünde olan bîr mil-ki müşteriye her kaça mâl
oldu ise o miktara müsLerich'tı veya satıcıdan cehren temellük etme hakkıdır.
Bu cebren alabilme
meselesi kıyâs'a muhaliftir. Onun için şuf'a İstihsan yolu ile meşru' olmuştur.
Buradaki istihsan, babımızın hadîsleridir. Ebu Bekir Râzi (—370) istihsan
meselesini inkâr eder ve: «Şuf'amn vücûbu müttefekun aleyh olup kat'iyyetle
hükmolunan asıllardan bîridir; ona istihsan denilemez» dermiş. Bazıları: «Evet
o bu kıyâs'a muhaliftir, amma başka kıyaslara muvafıktır. Çünkü Şuf'ada bir
kimsenin "zararı diğer bit kimsenin zararı iie def edilir. Yani şefî'in
milkine bitişik bir milk başkasına satılmakla şefi' zarar görecekken bu sefer
müşterinin elinden, alarak onu zarara sokmak sureti ile bu zarar defi1 edilir»
derler.[277]
922/758- «Câbir
b, Abdİllah radııjahıhu anJtümd'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki:
Resüîullah sullalluhü (ücı/hî ve arlîem taksim olunmamış (bulunan) her şeyde
şuf'a olduğuna hükmetti. Fakat sınırları olur; yollan da ayrılırsa artık şuf'a
yoktur».[278]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir. Lâfı/ Buhârînindir.
Müslim'in (Câbir'den)
bir rivayetinde: «Şuf'a şerikine göstermeden satışa salâhiyeti olmayan (diğer
bir rivayette heiâl olmayan) her müşterek yerde veya akarda yâhud bahçededir»
denilmiştir. Tahâvî-nin Câbir'den rivayetinde ise : «Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sel-lem, her şeyde şuf'a olduğuna hükmetti» denilmektedir.
Bunun râvîleri
sikadır.
Ev, akar ve bahçe gibi
şeylerde ortak olan bir kimseye şuf'a hakkını Lsbât hususunda hadîs-i şerifin,
lâfızları birbirini takviye etmektedir. Taksim edİiebilen şeylerde mesele
ittifakıdır. Fakat küçük hamam gibi tak.sim edilmiyor) şeylerde ihtilâf vardır.
Hanetîler'lo ekser-İ
ulemeâ'ya göre menkul olan mallarda şuf'a hakkı yoktur. Delilleri hadisteki
«sınırları olur; yolları da ayrıhrsa artık şuf'a yoktur» cümlesidir. Zîrâ bu
ibare akardan başka hiç bir şeyde şuf'a hakkı olmadığına delâlet eder; arsa
akar'a mülhaktır. Bunların aklî delili : Menkul malda zararın nâdir vuku'a
gelmesidir. Bîr de ha-. dîsin Bezzar ile Bey haki rivayetlerinde yalnız akar ve
arsaya münhasır vârid olması ile istidlal ederler. Bczzjîr bu hadîsi Hz. Câbîr
(R. A.)'den tahrîc etmiştir ki, lâfzı şudur :
«Akar ile
bahçeden başka bir şeyde
şuf'a yoktur.»
BcyhakVnin rivayeti
Hz. Ebu Hüreyre'dendir. Bu rivayette :
«Dâr ile akardan maada
hiç bir şeyde şuf'a yoktur»
buyurul m aktadır.
Yalnız Bcyhakî hadîsi tahrîc ettikten sonra : «isnadı zaiı tir» demiştir.
Hâsılı Hanefîier'e
göre Şuf'anın sebebleri üçtür: Bunlar Mecellc'nın 1008. ci maddesine beyân
olunduğu vecihle: satılan malda veya o mala âid hakda müşterek olmak yâhud
satılan akar'a bitişik komşu bulunmaktır.
Bazılarına göre Şuf'a
her şeyde vardır. Bunlar Tahâvî (238— 321)'in rivayeti ve İbni Abbas (R. A./in
«Sahîh-i Tirmizî» deki merfu' hadisi ile istidlal ederler. İbnİ Abbas (R.A.)
hadîsinin lâfzı şudur:
«Şuf'a her şeyde
vardır.»
Bu hadîsin merfu'
olduğu iddiası hatâ bile olsa aynı hadîs fbni Abbas (R. A.)'don mürsel olarak
da rivayet edilmiştir. Bu İse merfu1 olduğuna şâhiddir; kaldı ki sahâbî'nin
mürselİ de hüccettir.
Bir takımları
menkul'den elbiseyi istisna etmiş ve: «eİbise'de şuf'a sahihtir» demiş. Diğer
bir takımları hayvanı istisna ederek, onda şuf'anın caiz olacağına kail
olmuştur.
Müslim hadîsi, ortak
maldaki hisseyi şerikine arzetmeden satmanın helâl olmadığına delildir.
Bazıları bu satışa haram demiş, bir takımları mekruh olduğuna kail olmuşlardır.
Şeriklerden biri
hissesini bir şahsa satmak için diğer şerikten İzin aldıktan sonra o malı
başkasına satsa şuf'a hakkının kalıp kalmıyacağında ulemâ ihtilâf etmişlerdir.
Ekser-i uiemâ'ya göre şuf'a hakkı bakîdir. Sevrî (97—161) ie hadîs
imamlarından bir cemâate göre şuf'a hakkı sakıt olur.
Şuf'anın satış akdi
ile sabit olduğu ittifakı ise de satıştan başka bir ak id ile sübûtu
ihtilaflıdır.
- Hadîs-i Şerif'te
«her müşterek yerde» denildiğine Röre şuf'anın bir müslümah ile zimmî ortak
oldukları zaman zimmî'nin lehine sabit olması da hatıra gelir. Bu mes'eîe
ihtilaflıdır.[279]
759/924- «Enes
b. Mâlik ra di yallah il anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem:
— Evin komşusu o eve
(şefi olmağa) daha haklıdır; buyurdular.»[280]
Bu hadîsi Nesâ"
rivayet etmiştir. Ibnî Hİbbân onu sahîhlemiştir. tir. Hadîsin illeti vardır.
İlletinin sebebi :
Hadîs imamlarından bir çoklarının onu Katâde tarîki ile Hz. Enes1 ton,
diğerlerinin de Hz. Semure'den tahrîc etmesi : «mahfuz olan budur» demiş
olmalarıdır. İbni Kattan (İ20—198) her iki rivayeti de sahih bulmuştur ki, evlâ
olail da budur. Çünkü bu hadîs ma'Iûl bile olsa aşağıdaki hadis sahihtir; ve
aynı mânâ'ya delâlet eder.[281]
925/760- «Ebû
Râfi' rftdıyollahii (tnh'dcn rivayet olunmuştur.Demîştİr kî: Resûlüllah
Saflallahü aleyhi ve svllrm:
— Komşu yakın komşusuna (şefî' olmağa) daha
haklı dır; buyurdular.»[282]
Bu hadîsi Buharı
tahric etmiştir. Hadîs hakkında bir de kıssa varılır.
Kıssa şudur : Ebû
Râfi', Sa'd b. Ebi Vakkas'a işaret ederek Mis-ver h. Mahramaya :
— Buna emretsen de hânesîndeki İki evîmt satın
alsa ya! demiş. Bunun üzerine Sa'd :
— Vallahi peşin de olsa taksitle de olsa sana
dortyüz altından fazfa veremem; demİş. Ebû Râfi' :
— Sübhanellah!
ben onları peşin para ile beşyüz altına vermedim.
Eğer ResûlüHah
(S.A.V.)'i :
— Komşu yakın komşusuna (şefi' olmağa) daha
haklıdır; derken işitmiş olmasaydım sana satmazdım; demiştir.
Hadîsi E-bû Râfi' her
ne kadar alış veriş babında zikretmiş de olsa o şuf'a'ya da şâmildir.
İste bu ve emsali
hadîslerle istidlal ederek Hanefiler'lr diğer bazı ulemâ burada sufanın
.sübûluna kail olmuşlardır. Hz. Ali, Ömer ve Os-uı;ın (Aıılıiinı) ile İmam
Şâf'n, İmam Ahmrdvo başkaları komşu olmakla şııf'a hakkının sübût bulmadığına
kaildirler. Onlara göre hadislerdeki (komşu) elan murâd : şeriktir. Nitekim Ebû
Râfİ' haİsi de bunu gösteriyor. Çünkü Ebu Râfi' ortağına «komşu» demiştir. Kcr
snrîkt komşu denilmese ehl-i lisan'dan olan Ebû Râfi' dahi demezdi.
Fakat hu zevât'a
Hanefîler tarafından : «Ebû Râfi' Hz. Sa'd'a şerik -i.'îiiI, k.nıışu idi diye
cevap verilmiştir.
Hâsılı bu nvs'eiede
iki taraf sözü bir hayli uzatmıştır. Rir miikte oı-iak nlan kimseye suf'a
hakkının sabit olması, onun komşuya da sabit olmasını ihlâl etmez. Çünkü hu
bâb'ta delîllcr çoktur. Aşağıdaki hadîs ihıhi komşuya şuf'a hakkının sabit
okluğunu gösteriyor.[283]
926/761- «Câbir
radıyallahih anfc/den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah SalîalJahü
aleyhi ve selimi:
— Komşu komşusunun
şuf'asına daha haklıdır. Yolları bir olduğu zaman komşu gâib bile olsa şuf'a
sebebi ile gelmesi beklenir; buyurdular.»[284]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dört'ler rivayet etmiştir. Râvileri sikadır.
Musannif hadîsin
râvilcrinİ tevsik etmiştir. Diğer hadîs imamları ise buradaki rivayet üzerinde
söz etmiş ve sonundaki «yollan bir Olduğu zaman» cümlesinin yalnız Abdülmelik
b. Ebû Süleyman tarafından rivayet olunduğunu kaydetmişlerdir.
Hadîs-i Şerîf komşunun
şuf'a hakkına mâlik olduğuna delildir. Yalnız «yollan bîr olursa» {üy(1
kayıdlanmıştır. Bundan dolayı bazıları bu şartı nazar-ı i'tibâre almış ve :
«komşuya şuf'a hakkı yolda müşterek oldukları vakit sabittir» demişlerdir.[285]
927/762- «Ibni
Ömer radıyallahü anhiimâ'dan Peygamber (S.A.V.)'-den işitmiş olarak rivayet
olunduğuna göre Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem:
— Şuf'a ıkaaii[286]
çözmek gibidir; buyurmuşlardır.»[287]
Bu hadisi ibni Mâce
ile Bezzar rivayet etmiş. Bezzar : «gaibe şuf'a yoktur» cümlesini ziyâde
eylemiştir. İsnadı zaiftir.
Hadîsi Ibni Mâcc ile
Bezzar şu lâfızlarla rivayet etmişlerdir :
«Gâib ile küçüğe şuf'a
yoktur; şuf'a ıkaal «çözmek gibidir».
Bu hadîsi-, Bczznr zaîf
bulmuş; îbni Hibban : «Bunun aslı yoktur» demiş; Ebû Zür'a onun münker
olduğunu söylemiş; Beyhaki de: «sabit değildir. Bu mânâdaki hadîslerin hepsi
asılsızdır» demiş-,- tir. Ayni hadîsi îbni Kesir (—774) «el- îrşâd» adlı
eserinde rivayet etmiş; fakat onu Bezza fin tahrîc ettiğini ve rivayet ettiği
ziyâdeyi zikretmemiş; yalnız İlmi Mâcc'n'm tahric ettiğini söylemiştir. îbni
Kesir, bu hadîsin zaîf olmasına sebeb, onu Muhammcd b. Harsım Muhammcd b.
Abdurrahman'âa,n onun da babasından rivayet etmiş olmasını göstermiştir. Mezkûr
zevatın üçü de zaîftir, binâenaleyh bununla ihticâc edilemez.
Fukâhâ şuf'amn vakti
hususunda ihtilâf halindedirler. Şâfîîlerle Hanbelîler'e ve diğer bazı ulemâ'ya
göre şuf'a fevridir, yani o ân'a mahsustur. Şuf'amn meşru' olmasına sebep
"şef î'den zararı defi* etmek olduğu düşünülürse ona «fevri'dir» demek
daha ziyâde münâsib gibi görünür. Çünkü satılan şey muallâk olursa şefî'den
zarar nasıl defi' edilebilir? Fakat, bazılarına göre bir hükmü isbât için bu
kadarcık bir aklî deiîl kâfî değildir. Asıl olan fevrîyet'in şart olmamasıdır.
Şart'm isbâ-tı ise delile muhtaçtır; elde böyle bir delil yoktur.
Hadîsteki «şuf'a
ikaait çözmek gibidir» ta'birinden murâd : vaktinde yetişip almak îcabeder; mal
satılırken "stenilmezse bir daha o hak elden gider; demektir. Bundan
dolayi.tr ki, Hanefîler'e göre şuf'ada şefi' tarafından üç taleb lâzımdır :
1—
Taİel-i
muvâsebe; yani satışı duyduğu mecliste şuf'ayı hemen istemesi.
2— Taleb-i
takrîr ve îşbâd.
3—
Taleb-i
husumet ve temellük.
Bunlar için Mcccllc'n'm
1028-1030. maddelerine müracaat edilebilir.[288]
Kirâd: Kâr’da mal
sahibi iie ortak olmak üzere bir kimsenin malını işletmektir. Kârda ortak
olmak için : Birinden para, diğerinden çalışmak vardır. Çalışana mudârib
derler. Kirâd veya mukaarada Hi-cazhlar'm lügatidir. Buna fukahâ «mudârabe»
derler. Mudârabc (darb) dan alınmıştır.
Darb : yer yüzünde
sefer etmektir. Aîış verişte kâr etmek ekseriyetle sefer etmekle hâsı!
olduğundan ona bu isim verilmiştir. Maamâfîh (darb) mal'a nisbet edilirse malda
tasarruf mânâsına gelir. Mudârebe bu mânâdan da alınmış olabilir.
Zâhirüer'dt.-n îbni
Hazm «Mcratibü'l-lemâ» adlı eserinde: «Bütün fıkih bâblarımn her birinin kitab
ve sünnetten bir delili vardır; yalnız :Tiudârabeınin yoktur. Bunun bir delilini
asla bulamadık. Lâkin bu sahih bir icmâ'dır. Peygamber (S.A.V.) zamanında
mevcut olduğu ve Resûlüflah (S.A.V.)'in onu ikrar buyurduğu kafidir» diyor ise
de «Mudârebe'nin kitab ve sünnet'ten delili yoktur» İddiası doğru değildir.
Zîrâ mudârebe'nin hem kitabtan hem de sünnetten deîîli vardır.
Kitab'tan delili :
[289] «Diğerleri de yer yüzünde sefer ederek Allah'ın
fadlını taieb ederler» yani ticâret için sefer ederler, âyet-i
kerimesi"dir.
Sünnet'ten delili şu
hadîstir : Hz. Abbas malını mudârebe için birine verir ve mâlını denizden sevk
etmemesini, vadiye indirmemesini ve onunla hayvan satı(ı almamasını şart
koşardı. Resûlüllah (S.A.V.) bunu duyunca beğendi ve caiz gördü.»
Mudârebe'nin caiz
olduğuna îbni HazrrCva. de kabul ettiği vecih-le icmâ' vardır.
Aşağıdaki hadîs'ler
dahî mudârebe'nin sünnetten delilleridir.[290]
928/763-
«Suhayb[291] radıyallahü anh'den Peygamber Sallallahü aleyhi ve aellem'ln :
— Üç şey vardır ki
bunlarda bereket mevcuttur : (Bunlar) va'delİ satış, mudârebe ve satmak İçin
değil de ev için buğdayı arpa île karıştırmaktır; buyurdupğu rivayet edilmiştir.»[292]
Bu hadîsi İbni Mâce
zaîf bir isnadla rivayet etmiştir.
Çünkü isnadında meçhul
râviler vardır. Bunlardan biri Nasr b. Kıtası molup, Abdurrahman b. Dâvud'da.n
rivayet etmiştir ki, ikisi de meçhuldür. Buharı : «onun bu hadisi mevzu'dur»
demiştir.
Bereket'in mezkûr üç
şeyde bulunması : va'deli satışta müsamaha ve borçluya yardım olduğu,
mudârebe'de insanların birbirinden istifaiesi bulunduğu, buğdayla arpayı
karıştırmakla da.yiyecen: te'min edildiği içindir. Satmak için buğday ile
arpayı karıştırmak ise memnu'dur. Çünkü bunda hîle ve aldatma olabilir.[293]
929/764- «Hakîm
b. Hİzâm rndnınllahü «nVden rivayet olunduğuna göre kendisi bîr adama
mudârebe'ye mal verdiği zaman ona
:
taırafından satın
alınıp âzad edilerek Mekke'ye gelmiş, K^sfti-i Ekrt-in'fn bi'se-tltıde Atvımâr
b. Yâsir Hazretleri ile aynı günde Müslüman olmuştur.
— Malımı hayvana
sarfetmiyeceksîn ,onu denizde nakletmiyeceksin ve sel vadisine indirmiyeceksin!
Eğer bunlardan bir şey yaparsan malımı
muhakkak Ödersin; diye şart koşarmış.»[294]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
rivayet etmiştir. Hâvileri sikadır. İmam Mâlik, «cl-Muvatta» da Alâ b.
Abdirrahman b. Yakub'dan, o da babasından, o da dedesinden işitmiş olmak
üzere, ceddinin Osman'ın malında kârı aralarında paylaşmak şartı ile ticâret
ettiğini söylemiştir.
Bu hadîs mevkuf ve
sahihtir. Hadîsi Beyhakî de rivayet etmiştir. Musannif isnadını kavî
bulmuştur.
Müslümanlar arasında
mudârobe'nin caiz olduğunda ihtilâf yoktur. Mudârebe câhiliyet devrinde de
vardı. İslâmiyet onu olduğu gibi bırakmıştır. Zâten mudârebe icâre'nin bir
nev'idir. Yalnız onda ücretin yani kazancın bilinmemesi mahzuru varsa da o da
insanlara bir şefkat örneği olan bu ruhsatta affolunmuştur.
Mudârebe'nİn rüknü,
şartları ve hükümleri vardır. Rüknü : îcâb ve kabul'dür.
Şartları :
Mudârebe'nİn ancak altın veya gümüş para ile olması[295], akid
esnasında sermayeyi bildirerek mudâribe'e teslim etmesi, kârın aralarında şayi*
olması, mudârib'e verilecek hissenin kazançtan olması gibi şeylerdir. Hattâ
mudârib'e sermayeden bir şey verilmesi şart koşulsa, mudârebe fâsid olduğu gibi
iki taraftan birine kârdan fazla bir şey verilmesini şart koşmak dahi akd'i
bozar.
Hükümleri : Kazancın
meçhul kalmasının afvi, mudârib tarafından bir taksir olmaksızın sermaye telef
olursa ödettiriImesi, ticâret için verirken emânet; kâr hâsıl oldukta şirket
olması gibi şeylerdir.
Hâkim b. Hizam hadîsi,
mal sahibinin istediği zaman mudâribi işinden meni' edebileceğine delâlet
ediyor. Bu takdirde mudârib mal sahibini dinlcmiyerck ticâretine devam ederse
mal telef olunca onu öder.[296]
Müsâkat, müzâra'a ve
muhabere kelimelerinin tefsir
ve izahında ihtilâf vardır. Bir
veçhe göre müzâra'a ile muhabere bir mânâyadırlar. bir veçhe göre başka başka
mânâlara gelirler.
Müzâra'a : Çıkan
mahsûlün bir kısmını işleyen almak şartı ile yeri ekmek için yapılan akid'dir.
Muhabere de öyle ise
de bazılarına göre bunda tohum, ekene aittir.
Müsâkat veya muamele
çıkan meyvelerden malûm bir miktar almak üzere yapılan bahçıvanlık akdi'dir.
Müzâra'a olsun müsâkat
olsun Hanefîler'den îmâm-ı A'eam Ebu Hanifc'ye göre caiz değil; İmam Ebu Yusuf
ile Muhammcd'c göre caizdir. Fetva'da onların kavline göredir. Bunlar, bazı
kayıd ve şartlarla diğer mezheblere göre de caizdirler.[297]
930/765- «ibni
Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet edildiğine göre; Resûlüllah salldllahü aleyhi
ve sellem, Haybeatilerle yerden çıkan meyve ve ekinin bir kısmı (m kendilerine
bırakmak) karşılığında müsâkat yapmıştır.»[298]
Hadîs müttcfekun aleyh'tir.
ŞeyJıeyn'in bir
rivayetinde: aHayberliler Resûlüllah (S.A.V.)'den çalışmayı üzerlerine almak
şartı ile kendilerine meyvelerin yarısını müsâkat ile bırakmasını istediler.
Resûlüllah (S.A.V.) :
— Su şartla musâkatı
size dilediğimiz müddet bırakıyoruz; buyurdular. Bunun üzerine Hayberlİler,
Ömer (R. A.) kendilerini sürgün edinceye kadar orada karar-£Îr oldular.»
denilmektedir; Müslim'in rivayetinde ise: Resûlüllah {S.A.V.) : Hayber
yahûdîlerine Hayber hurmalarını ve arazisini, kendi malları ile işletmek ve
kendilerine meyvelerinin yarısı verilmek şartı ile verdi» denilmektedir.
Hadîs-i Şerif, müsâkat
ve müzâraa'nın caiz oduğuna delildir. Hz. Ali, Ebu Bekir ve Ömer (R. Anhüm) ile
îmam Ahmcd b. Hanbel, îbni lîuzcyme
(223—311) ve sair fukâhâ ve muhaddîslerin
mezhebi de budur.
Müzâra'a her asırda ve
her yerde müsjümanlar arasında yapılagelmişe bir iştir.
Hadîste «Dilediğimiz
müddet» buyurulması müsâkat ve müzâra'anm müddeti meçhul bile olsa cevazına
delâlet ediyorsa da buna yalnız Zâhİrî'Ser kail olmuş; Cumhur-u ulemâ müsâkat
ve müzâra'a-yı icâre'ye kıyâs ederek onun meçhul müddetle caiz olamıyacağını
ifâde etmişlerdir. Cumhur hadîsteki «Dilediğimiz müddet» ta'birini te'viî
etmiş ve: «bundan murâd, onlara söz verilen müddettir. Yani : Sizi Hayber'de
dilediğimiz bir zaman bırakır; sonra dilediğimiz zaman. Çıkarırız; demektir.Çünkü
Hz. Peygamber (S.A.V.), yâhûdüeri, arap yarımadasından çıkarmak niyetinde idi»
demişlerdir.[299]
931/766-
«Hanzale b. Kays[300]
radıyaTlahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Râfi' b. Hadîc'e yeri
altın ve gümüş ile kiralamayı sordum :
— Bundan bir be's
yoktur; ancak halk Resûlüllah salldllahü aleyhi ve sellem zamanında su altları
ile dere başlan (tarla sahibine âid olmak) ve ekinden de bir şeyler almak şartı
ile yer icar ederler de kimi beriki helak olur, öteki kurtulur; kimi de o batar
beriki kurtulurdu. Halkın bundan başka bir kira tarzı yoktu. İşte bundan dolayı
onu men'ettİ. Amma ma'lûm ve garantili bir şey (kiralama) da hiç bir beis
yoktur; dedi.»[301]
Bu hadîsi Müslim rivayet
etmiştir. Bunda, müttefekun aleyh rivayetle mücmel bırakılan (yeri
kiralamaktan mutlak surette nehî) meselesini izah vardır.
Hadîsin mazmunu
arâzî'yi aiiın ve iimüş'ten muayyen bir miktar ücret mukabilinde kiralamanın
sahih olduğuna delildir. Şâir paralarla, kıymeti hâiz şeyler de altın ile
fiümüş'e kıyâs olunur. Müzâre'a yerden çıkanın iirte biri veya dörtte biri ile
de caizdir. Buna delîl. İfani Ömer hadisi'dir. Müslim'in tahrîc ettiği bu
hadîsin metni şudur :
«Ibnî Ömer demiştir ki
: Arâzi'nİn Resûlüllah (S.A.V.) zamanında küçük dere kenarları İle ne kadar
olduğunu bilmediğim bir parça samana kiraya verildiği gerçekten ma'lûmumdur.»
Yine Müslim'in rivayetine nazaran İbnİ Ömer (R. A.) arazîsini üçte bire ve
dörtte bire kiraya verirmiş. Sonra bundan vaz geçmiş.
Buharı diyor ki :
«Kays b. Müslim, Ebu Câ'frr'dcn rivâyeten şöyle dedi : Medine'de hiç bir
muhacir ailesi yoktur ki üçte bire ve dörtte bire ekin ekmesin. Ali Sa'd b.
MâÜk, İbnİ Mes'ud, Ömer b. Ab-dülnziz, Kaasim, Ur ve, Ebu Bekir sülâlesi, Ömer
ve Alt sülâleleri hep müzâra'a yapmışlardır.»
Ibni Ömer (R. A.)
hadîsindeki küçük dere kenar; ile Hanzale (İZ. A,) hadîsindeki (su altları ve
dere başlan) ta'nirlerinden murâd şudur :Araplar tarlayı icar ederken tohumun
ekiciye âit olduğunu, su altı ve dere boyu gibi münbit yerlerin tarla
sahibine, geri kalan yerlerin kiracıya âit olacakın; yâhud su altı yerlerde
yetişen mahsulün tarla sahibine, sair yerlerc'ekinin kiracıya âit olduğunu şart
koşarlardı. Bunda aldatma olduğu için İslâmiyet yasak etmiştir.[302]
932/767- «Sabit
b. Dahhâk radıyallahü anh'dan rivayet edildiğine göre; Resûlüffah salîallahü
aleyhi ve sellem müzâra'ayı nehyetmiş ücretle vermeyi emir buyurmuştur».[303]
Bu hadîsi dahî Müslim
rivayet etmiştir.
Müzâra'a ile
müâcore'nin yani ücretle vermenin farkı: Müzâra'a-da qalışan, yerden çıkan
mahsulün bir kısmını alır. Mücâere'de ise; yeri para ile kiralar. Müslim'in bir
rivayetine göre Abdullah j. Ömer (R.A.) erâzîsini kiraya veriyormuş, sonra
Râfi' b. Hadîc'in ekinlikleri kiraya vermekten nehyeder iriigini duymuş. Ona
tesadüf ettiğindi :
— Ey Hadîc oğlu! Arazîyi kiraya verme hususunda
Resûlüllah {S.A.V. )'den ne rivayet ediyorsun? demiş. Râfi' :
— Bedir gazasına iştirak etmiş iki tane
amcamdan buralılara rivayet ederlerken işittiğim şudur : «Resûlüllah (S.A.V.)
yeri kiralamaktan nehyetti» dediler:
cevabını vermiş. Bunun üzerine Abdullah :
— Vallahi ben Resûlüllah (S.A.V.J
devrinde yerin kiraya
verîlirdt-ğîni bilmiyordum; demiş.
Budan sonra Hz.
Abdullah b. Ömer, olur da Peygamber (S.A.V.) bu bâb'ta yeni bir hüküm isdar
etmiş bulunur korkusu ile arazîsini kiraya vermekten vazgeçmiştir.
MÜzâra'adan nehyeden
sahîh ve sabit hadîsler vardır. Maamâfîh cevazına delâlet eden hadîsler de az
değildir. Bu iki nev'i hadîslerin arası şöyle bulunmuştur. Müzâra'adan nehî,
İslâmiyet'in başında idi; çünkü halk muhtaç idiler. Muhacirlerin yeri yoktu.
Binâenaleyh Peygamber (S.A.V.) Irnsâr'a, onlara yardım lûtfünda bulunmalarını
emretmiştir. Müslim'in Hz. Câbir (R. A.)1 dan tahrîc ettiği şu hadîs de bu
mânâya delâlet eder : «Câbir (R.A.) demiştir ki: Ensâr'dan bazı kimselerin
fazla arazîleri vardı. Onlar bu arazîyi üçte bire ve dörtte bîre kiraya
veriyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.)
:
— Arazîsi olan ya onu
eksin, yâhûcl din kardeşine versin; buna razı olmazsa onu tutsun; buyurdular.»
Sonraları müslümanlarm
hâli iyileşince ihtiyaç kalmamış ve kendilerine müzâra'a mübâh kılınmıştır.
Buna delîl.: müzâra'anın Peygamber (S.A.V.) ile Hulefâ-i Râşidîn devirlerinde,
yapılmış olmasıdır.
Hat tâbi (319—388)
diyor ki : «Mânâyı İbni Abbas iyi anlamıştır; evet yerden çıkan mahsulün
yarısına müzâra'a yapmanın yasak edilmesinden murâd : onu haram kılmak
değildir. Bundan maksad: Birbirlerine acıyarak yardımlaşmalarıdır.»
Zeyd b. Sabit[304] (R.
A.): «Allah Râfi'i mağfiret buyursun. Vallahi bu hadîsi ben ondan daha iyi
bilirim. Peygamber (S.A.V.)'e Ensâr'-dan yalnız iki adam gelmişti. Bunlar
ihtilâf etmişlerdi. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) de :
— Eğer âdetiniz bu ise
bundan böyle ekinlikleri kiralamayın; buyurdular.» demiştir.
Galiba Hz.- Zeydi:
Râfi' hadîsi kesti de, evvelini rivayet etmeden nehyi rivayet etti ve maksadı
ihlâl etti; demek isliyor.[305]
933/768- İbni
Abbas radıyalîahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem, kan aldırdı ve kendisinden kan alana ücretini
verdi. Eğer haram olsaydı vermezdi.»[306]
Bu hadîsi Buharı
rivayet etmiştir. İn bir rivayetinde :
«Bîr kerahet olduğunu
bilse ona ücret vermezdi» denilmiştir.
Hadîsin lâfzı İbni
Abbas (R. A./indir. Bu sözü hor halde : «Kan alana ücret vermek haramdır»
diyenlere reddiye olmak üzere söylemiştir.
Bu hadîsi Müslim de
Hz. Enes (R. A./den rivayet etmiştir. Müslim'in rivayetine göre Peygamber
S.A.V.J'den kan alan zât Ebu Tıybe'-dir. îsmi Naffi'dir. Muhayyisatü'bnü Mes'ud'un
kölesi idi. aNikâh bahsis-nde görüleceği veçhile Peygamber (S.A.V.)'den kan
alanlardan biri de, Ebu Hind Yesâr'dır. Bu zât Benî Beyâza'nın azadjısı idi.
Kan alana araplar
haccâm derler. Haccâm ücreti hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Hanefiler'le
Cumhur'a göre helâldir. Delilleri bu hadîstir. Onlar kan alma san'atı için:
«bayağı bir kazanç yolu olmakla tacrabor haram değildir» derler; ve hadîsteki
nehyi tenzihe hnmlcder-ler; hattâ bazıları nesih iddiasında bile bulunmuştur.
imam Ahmcd b. Hanbel (164—214) iie diğer bir kısım ulemâ'ya göre hür bir
kimsenin haccâmlığı san'at edinmesi mekruh; onun ücretini kendi nafakasına
snrfetmesi haramdır. Ancak köleleri ile hayvanlarını doyurmak için
sarf-edebilir. Delilleri: îmanı Mâlik ilo Alnned'in ve «sünen» sahihlerinin
lahrîc ellikleri Muhayyisa hadîsî'dir. Bu hadîse göre Hz. Muhayyisa, Peygamber
(S.A.V.)'e haecâm ücretinin helâl olup olmadığını sormuş: Rcsûl-ü Ekrem
(S.A.V.) kendisini nehyetmiş. Fakat Muhayyisa ihtiyacı olduğunu söyleyince ;
— Onu develerine alaf
yap; buyurmuşlardır. Mezkûr ulemâ haecâm ücretini köleye mutlak surette mübâh
görmüşlerdir.
Hadîs-i Şerifte
vücuttan kan çıkarmak sureti ile tedavinin caiz olduğuna işaret vardır ki,
icmâ'da budur.[307]
934/769- «Râfi'
b. Hadîc radıyallahil anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
Saîlallahü aleyhi ve sellem:
— Haccâm'ın kazancı
habistir; buyurdular.»[308]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Habîs : tayyîb'in
zıttıdır,
Tayyîb : iyi. güzel,
helâl mânâlarına geldiğine göre habîs de: kötü, pis ve haram mânâlarınadır.
Acaha haccâm'ın kazancı harâmmıdır? îbni Kayyım (691—751)'e göre mezkûr kazanca
habîs demek, sarımsak ile soğana habîs demek gibidir. Bundan sarımsak soğanın
haram olmaları lâzım gelmediği gibi haecâm ücretinin dahî haram olması iktizâ
etmez. Filhakika Teâlâ hazretlerinin kıymetsiz mallara (habis) itlâk etmesi
buradaki habîs'ten haram mânâsı kastedilmediğine delâlet eder.
Vâkıâ «Haccâm'ın kazancı sühten'dir» mealinde bîr
hadîs vardır; amma bu hadîs onu tefsir etmiştir. Ve süht'ten murâd: hoş
olmayan; demektir. Resûlülah (S.A.V.)'-in haccâm'a ücret vermesi de bunu teyîd
eder.
llmü'l-A'rahî
(468—543) diyor ki: «Peygamber (S.A.V.)'in haccâm'a ücret vermesi ile bu
hndîs'in arası şöyle bulunur: Ücret vermenin caiz gorüidüğü yer, ma'lmn bir iş
için verildiği zamandır; meçhul bir iş için ücret vermek ise memnu'dur».
îlmü'l-Ccvzİ dahî bu
mesele hakkında şu mütâlâayı ileri sürüyor: Haccâm'a ücret vermenin keraheti,
bu işin hîn-i hâcet'te müslüma-mn müslümana yardım etmesi îcabeden şeylerden
olmasındandır. Bundan dolayı ücret alması doğru değildir.[309]
935/770- «Ebu
Hüreyre radıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüliah
Sallaîlahü aleyhi ve sellem:
— Allah azze ve celle
buyurdu ki : Üç kişi vardır; kıyamet gününde bunların hasmı ben olacağım.
(Bunların birincisi) benim nâmıma verip de, sonra gadir eden adam; (ikincisi)
hür (bir insan) ı satarak parasını yiyen adam; (üçüncüsü de) çırak tutarak
kendisinden istifâde ettiği halde ücretini vermiyen adamdır; dedi.»[310]
Bu hadisi Müslim
rivayet etmiştir.
hadîs-i Şerif, zikri
geçen kimselerin kabahatlarının büyüklüğüne, kıyamet gününde mazlum'm yerine
onlara Allah'ın hasım olacağına dElâkt ediyor.
«Benîm nâmıma»
ta'birinden murâd : Benim ismime yemin eden ve söz voren, yâhud benim ismimle
ve meşru' kıldığım dinimle, demektir, (iadir ve zulmün haram okluğu ittifakı
bir meseledir. Hür bir insanı satmak dahî aynı hükümdedir.
Çırağın hakkını,
ücretini, vermemek ise onun malını bâlıl ile yemektir.[311]
936/771- «İ
bnî Abbas radıyalîahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre; Resûlüllah Sattallahü
aleyhi ve sellem:
— Şüphesiz ki üzerine
en haklı ücret aldığınız şey Allah'ın- kitabidir; buyurmuşlardır.»[312]
Bu hadîsi Buharı
tahrîc etmiştir.
Fakat bu, Ebu Davud'un
Hz. Ubâdetü'bnü - Sâmit'ten tahrîc ettiği şu hadîse muarızdır :
«Ben ehl-i Suffa'dan
bazt kimselere kitabı ve Kur'ân-ı öğrettim de onlardan bîr adam bana bir yay
hediyye etti. Ben :
— Bu yay benim malım değil ki onunla Allah
yolunda (ok) atayım; dedim, ve hemen ResûlüMah (S.A.V.)'e gelerek :
— Yâ Resûlüllah! Kendisine kitabı ve Kur'ânt
öğrettiğim bir adam bana bir yay hediyye etti. Bu yay benim malım değil ki
onunla Allah yol* nda (ok) atayım'; dedim. Resûlüllah (S.A.V.) :
— Eğer- boynuna ateşten bir halka dolanmasını
dilersen onu kabul et; buyurdular.»
Ulemâ hu iki hadîsle
amel hususunda ihtilâf etmişlerdir. Cumhur ile İmam Mâlik ve Şafiî'ye göre
Kur'ân Öğretmek için ücret almak caizdir. Hanefîler'in asl-ı mezhebine göre
caiz değilse de mütehhirîn'e göre caizdir; ve fetva'da buna göredir. «Caizdir»
diyenler ibni Abbas (R.A.) hadîsi İie amel ederler. «Nikâh bahsi» inde
görüleceği veçhile Peygamber (S.A.V.)'İn Kur'ân öğretmeyi mehir yapması da,
bunu te'-yîd eder. Onlarca Ubâde hadîsi, İbni Abbas hadîsî'ne muânz değildir.
Çünkü İbni Abbas hadîsi sahih, Ubâde hadîsî'nin râvileri arasında ise Muglrc b.
Ziyâd vardır ki, bu zât hakkında ihtilâf vardır. İmam Ah-med onun hadîsini
münker saymıştır. Yine bu hadisin râvi I erinden, biri Etfvcd b.
Ra'lcbc'&ıv. Bu zât hakkında dahî söz edilmiştir. Binâenaleyh üâbit bir
hadîs olan ibni Abbas hadîsine muâraza edemez. Ubâde hadisi sahîh bile olsa Hz.
Ubâde'nin yaptığı ihsanı teberru etti-
ğine, ondan bir ücret
beklemediğine hamledilir. Resûlüllah S.A.V.J'in onu men'etmesi sevabının az
olacağına mebnîdir.
Ehl-i Soffa'dan ücret
almak ise onlara mahsus olmak üzere mekruhtur. Zîrâ onlar fakir insanlardı,
ekseriyetle zenginlerin sadakaları ile geçinirlerdi. Böyle kimselerden ücret
almak elbette doğru değildir.
Hanbelîler'le diğer bazı
ulemâ'ya göre Kur'ân-ı Kerîm öğretmek için ücret almak haramdır. Bunlar Ubâde
(R.A.) hadîsi ile istidlal ederler. Mezkûr hadîsin zaîf olduğunu bir kaç satır
yukarıda gördü isek de BuharVnin bu bâbta istitrad sureti ile zikrettiği rukye
(duâ) hadîsi bunır teyîd etmektedir. Ebû Saîd (R. A.)'in rivayet ettiği bu hadîse
göre : Sahâbe'den biri araplardan birini bir sürü koyun vermek şartı ile
okumuş; hem de üzerine üfürerek Fâtİha'yı okumuş. Neticede adam sanki ipten
boşanır gibi yürümeye başlayıvermiş; hiç bir illeti kalmamış. Bunun üzerine
şart koşulan koyunları vermiş. Vak'ayı Re-sülülfah (S.A.V.)'e haber verince :
«hakîkaten isabet
etmişsiniz. (Bunları) taksim edin ve bana da sizinle birlikte hisse ayırın»
buyurmuşlardır.
Bu kıssayı Buharı her
ne kadar öğretmek için ücret alınacağını isbât sadedine getirmemiş de olsa onda
yine Kur'ân okuma mukabilinde ücret alınabileceğine delâlet vardır; ve Ubâde
hadîsini teyîd eder. Çünkü Kur'ân'ı öğretmek için okumakla, tedavi için okumak
arasında bir fark yoktur .
İmam Ahmed b. Haribel,
Abdurjahman b, ŞibVden sahîh senedle şu hadîsi rivayet etmiştir :
«Peygamber (S.A.V.) :
— Kur'ân'ı okuyun, ama
onun hakkında haddi tecavüz etmeyin; ondan yüz de çevirmeyin. Geçiminizi onunla
te'min etmeyin; onunla zengin olmak da istemeyin; buyurdular.»
Bu bâb'ta hadîsler
çoktur. Hattâ Şcvkânî (1172—1250) : «Bunların mecmuu'mı mülâhaza etmek, okumak
için ücret almanın caiz olmıyacağı zannını veriyor» demiştir.[313]
937/772- «Ibni
Ömer radıyalîahü anhümd'dan rivayet olunmuştur, demiştir ki: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellcm:
— Ücretlinin ücretini
teri kurumadan verin buyurdular.»[314]
Bu hadîsi İbni Mâce
rivayet etmiştir. Bu bâb'ta Ebu Ya'lâ ile Bey-hakî'de Ebu Hüreyre'den;
Taberânî'de de Câbİr'den hadîsler vardır. Fakat hepisi zaîftirlor.
Çünkü Ibnİ Ömer
hadîsinin râvîleri arasında Şarakıy b. Katâmî ile ondan rivayet eden Muhammed
b. Ziyâd vardır. Şarakl on kadar hadîs rivayet etmiştir ki, bunların içinde
münker olanları vardır. îbrahimü'î - Harbî onun hakkında: «Şarakî Kûfeli'dir.
Hakkında söz edilmiştir, gece muhabbetçisidir» diyerek onun hadîsei olmadığına
işaret etmiştir.
Beyhakî ile Ebu
Yâ'lâ'nm «Müsncd» inde dahî aynı zevat vardır. Hattâ Beyhakî hadîsi tahrîc
ettikten sonra «Bu hadîs zaîftir» demiştir.[315]
940/773- «Ebu
Saîd-i Hudrî radıyalîahü anh'den rivayet edildiğine göre; Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem:
— Her kim çırak
tutarsa, hemen ona ücretini bildirsin; buyurmuşlardır.»[316]
Bu hadîsi Abdürrezzak
rivayet etmiştir. Hadîste inkita' vardır. Onu Beyhakî, Ebû Hanîfe tarîkinden
vasletmiştir.
Beyhakî : «Bu.hadîsi
Ebu Haııife de böylece rivayet etmiştir» demiştir. Hadîsin başka bir vecihle
İbni Mes'ud'dan rivayetinin zaîf olduğu söylenir.
Bu hadîs ücretle
çahşhnhm bir kimsenin ücretinin ne miktar olacağım bildirmenin mendûb okluğuna
delildir. Çünkü ücret bilinmezse sonunda kavga gürültü çıkabilir.[317]
Mevât : İslenmeyen
yerdir. Bu kelimenin Ölüm mânâsına gol eri (mevt) don alınması ve işlenen
yerler hakkında İhya la'birinin kullanılması işlenmeyen yerlerin Ölüye;
işlenenlerin ise diriye benzemesin-dencür. İslenmeyen bir yerin ihyâsı onu
zirâate elverişli hale getirmek içine kuyu kazmak ve hendek açmak gibi şeylerle
olur.[318]
941/774- «Urve'den
o da Âİşe radıyallahü anhâ'dan işitmiş olarak rivayet edildiğine göre;
Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellcm :
— Her kim bir kimsenin
milki olmıyan bir yeri i'mâr ederse o yere sâhib olmaya, o kimse en lâyıktır;
buyurmuşlardır.».[319]
Urve demiştir ki : «hilâfeti
zamanında Ömer de bununla hükmetti»Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir.
Hadîs-i Şerif,
sâhibsiz bir yeri i'mâr etmenin ona mâlik olmak mânâsına geldiğine delildir.
Zâhİrin'e bakılırsa, hükûme'.in izni bile şart değildir. Nitekim Cumhur-u ulemâ
ile Hanefîler'den tmâmeyn'in kavli budur. İmam A'zarri, Ebu Hanîfe'ye göre
hükümetin izni şarttır. Cumhur bu hadîs ile istidlal ederler. Bir de bu
meseleyi deniz ve nehir sularına, kuş ve hayvan avına kıyâs ederler ve :
«Bunlarda hükümetten izin almak nasıl şart değilse, i'mâr meselesinde de şart.
değildir» derler.
İmam A'zam'a. göre
ise, müslümanların yerlerine seller buralardan geçtiği için böyle yerler milk
hükmündedir. Binâenaleyh hükümetten izin almadan ihyâsı caiz değildir.
Bazıları : «Akan su
yatağını değiştirirse hükümetin izni ile o yeri ihya etmek: caizdir. Çünkü
böyle yerde âmme hakkı kalmamıştır; sahibi de belli değildir. Hükümet reisi de
âmmenin menfaati olan yerde izin vermeğe sclâhiyetdardır. Ancak bir yeri ihya
için gayr-ı müslim'e izin veremez» derler.
Mnamâfîh HanefÜer'e
güre bu meselede müslim ile gayr-i müslim arasında fark yoktur.
Hadisteki «Ömer de
bununla hükmetti» ifâdesine bakarak bu hadîsin mürsel olduğuna hükmedenler
bulunmuştur. Zîrâ Urve/ Hz. Ömer devrinin sonlarına doğru dünyaya gelmiştir.[320]
942/775-
«Saîq b. Zeyd[321] radıyallahü anh'öen,
Peygamber SallalInhü aleyhi ve scllom'in :
— Kim çorak bir yer
ihya ederse o yer onundur» buyurduğu rivayet olunmuştur.»[322]
İiu hadîsi ÜçMer
rivayet etmiştir. Tirmizi onu hasen bulmuş ve : «mürsel olarak rivayet edildi»
demiştir. Hakikatte de öyledir. Sahâbî'si hakkında ihtilâf edilmiş: ve bazıları
Câbİr'dir demiş; diğer bazıları Âişe olduğunu söylemiş; bir takımları da
Abdullah b. Ömer olduğunu iddia etmişlerdir. Şâyân-ı tercîh olan birincisidir.
İmam Tirmizi (200—279)
: «Bu hadîsi bazıları, Hişâm h. Urve*' den o da babasından, o da Peygamber
(S.A.V.)'den mürsel olarak rivayet etti» demiştir. Peygamber (S.A.V.)'in ehl-i
ilim olan ashabı ve başkaları bununla amel etmişlerdir.
Müreccah olan Câbir
(R. A.) rivayetine göre iki adam Peygamber (S.A.V.)'in huzurunda dâvâ'ya
durmuşlardı. Bunlardan biri diğerinin.
yerine hurma dikmişti. Resûlüllah (S.A.V.) yer sahibine yerini ajmasını
hükmetmiş; hurma sahibine de oradan- hurmalarını çıkarmasını emretmişti. Râvi
diyor ki : «Vallahi gözümle gördüm; hurmaların kütüklerine baltalarla
vuruluyordu; hurmalar gerçekten tam kıvamında idiler. Böylece tâ bitinceye
kadar çıkarıldılar..»
Bu hadîs hakkında
yukarıda «gasb» babında îzâhât verilmişti.[323]
943/776- «İbnİ
Abbas radıyallahü anhiimâ'dan rivayet olunduğuna göre, Sa'b b. Cessâme
radıyallahü anlı kendisine Peygamber Sallallahü aleyhi ve setterri'in :
—: Allah ve Resulünden
başka hiç bir kimsenin otlağı yoktur; buyurduğunu haber vermiştir.»[324]
Bu hadîsi "Buharı
rivayet etmiştir.
Hima : korunan yer,
demektir, ve mübah'ın zıddıdır. Burada ondan murâd : yalnız devlet'e âit
hayvanları otlatmak için korunan hususî bir yerde halkın hayvan otlatmasını
hükümet reisinin men'etme-sidir.
Câhiliyyet devri'nde
bir reis bir yeri kendisine tahsis ederek başkalarını orada hayvan otlatmaktan
men' etmek istedi mi, yüksek bir yerden bir köpek havlatırmış. Köpeğin sesi
nerelere kadar varırsa o yerler onun otlağı sayılır; başkaları orada hayvan
otlatamazmış; fakat kendisi başkalarına âid istediği yerde hayvan
otlatabiliyor muş. îşte İslâmiyet hu insafsızca hareketi de ibtâl etmiş; otlak
hakkını yalnız Al-I h ve Resûl'ünc tanımıştır. Bittabi bundan murâd: Harb için
beslenen a: ve develerle zekât hayvanlarıdır. İmam Şafiî şöyle diyor:
«Ha-dis'in iki şeye ihtimali vardır.
1—
Peygamber
(S.A.V.)'in tuttuğundan başka
müslümenlardan hiç bir kimsenin otlak tutmağa hakkı yoktur.
2— Yalnız
Peygamber (S.A.V.J'in tuttuğu gibi olan yerleri tutmak caizdir.»
Birinci ihtimale göre
Peygamber (S.A.V.J'den sonra hiç bir İslâm hükümdarı'mn otlak tutmağa hakkı
yoktur. îkinci ihtimale göre ise Re-sulüllah {S.A.V.J'in makamında bulunan
halîfe'ye .bu hak vardır. Bu ikinci ihtimal Buharî'nin Zühfî'den ta'lîk sureti
ile rivayet ettiği bir hadîsin de yardımı ile tercih olunmuştur. Mezkûr
hadiste: Ömer (R. A.)[325] Şerif
ve Rabeze'yi otlak olarak tutmuştur. İbni Ebl Şrybc'nin sahih bir isnadla Hz.
Nâfi'dcn rivayet ettiği bir hadîs'e göre, Hz. Ömer, Rabeze'yi develerini
otlatmak için otlak İttihâz etmiştir, ŞâfUler'den bazıları vilâyet ve kaza
âmirlerini de müslümanlara zarar vermemek şartı ile bu hükme iihâk etmişlerdir.
Hükümet reisinin kendi
şahsî malları için otlak ayırmak mes'cıcsi ihtilaflıdır. Razılarına fiöre
kendisi için otlak ayıramaz; yalnız zekât hayvanları ile fakir miislümanlar
için otlak ayırabilir.
Hi. Ömer (R. A.)
kısasası Ebû übryd, İbni Ebl Şeyhe, Buharı ve BcyhakVm\\ rivayetlerine göre
şöyledir :
Ömer b. Hattab (R. A.)
Hüney isminde bir azadhsını otlak tutmağa göndermiş; ve kmdisine :
— Yâ Hüney!
Müslümanlara el uzatma! mazlum'un bed-duâsından kork! Zîrâ mazlum'un duası
makbuldür. Bîr kaç deveciği ve bir kaç koyuncuğu olanı mer'aya koy, ama sakın
Avf oğlu İle Affan oğlu'nun develerini koyma. Çünkü onların hayvanları helak
olursa hurmalarına ve ekinlerine baş vururlar. Fakat bir kaç deve ve bir kaç koyun
sâhi-bİnİn hayvanları helak olur da oğullarını bana getirir ve: «Yâ
Emîre'l-Mü'minin!» derse ben onları hiç bırakırmıyım a babasız kalasıca? Şu
halde su İle otu' vermek bana altın İle gümüşü vermekten daha eh-vendir.
Allah'a yemin olsun ki, bu adamlar beni kendilerine zulmettim sanırlar. Öyle
ya, bu yerler onların memleketidir. Câhîliyet devrinde bunlar İçin savaşmış;
İslâmiyet devrinde de bunlar kendilerinin olmak şartı ile müslüman olmuşlardır.
Nefs'im kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, üzerimde Allah yolunda
taşıdığım şu mallar olmasa kendi memleketlerinde âlemin mer'alarmı kendilerine
yasak etmezdim» demiştir.
Bu haber hükümet
resinin şahsî malı için otlak lutamıyacağma delildir.
Hz. Ömer (11. A,)'in
«üzerimde taşıdığım mallar» dediği hayvanlar harb İçin hazırladığı atlardır.
İmam Mâlik (93—179) bunların kırk bin olduğunu söylemiştir.[326]
944/777- «Bu
da İbni Abbas radıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah Snllallahü aleyhi ve sellem:
— Zarar ve zararla
mukabele yoktur; buyurdular.»[327]
Bu hadisi Ahmed ile
İbni Mâce rivayet etmişlerdir. İbni Mâce bu hadîsin mislini Ebû Said'ten
rivayet etmiştir. Hadîs el-Muvatta'da mürseldir.
Yine îbni Mâce ile
Bcyhakl bu hadîsi Uba'detü'bnü's - Sâmifden tahrîc ettm işlerdir. Aynı hadîsi
İmam Mâlik, Amr b. Yahya tarîki ile babasından mürsel olarak şu ziyâde ile
rivayet etmiştir :
«Her kim (birine)
zarar verirse Allah ona zarar verir; ve her kim zorluk çıkarırsa Allah ona
zorluk verir» Bu ziyâde ile onu Dâre Kutn'ı, Hâkim ve Bcyhakî, Hz. Ezû
Saîd'ten merfu' olarak tahrîc etmişlerdir. Yine bu hadîsi Abdürrczzak (126—211)
ile İmam Ahmcd, Hz. İbni Abbas'dan da rivayet etmişlerdir. Bunda şu ziyâde de
vardır:
«Kişiye komşusunun
duvarına kiriş koyma hakkı vardır; umumî yol da yedi arşındır».
Hadîs-i Şerifin mânâsı
: bîr kimsenin din kardeşine bir zarar yaparak onun hakkını yemesi caiz
olmadığı gibi zarara karşı zarar yapmak sureti ile mukabelede bulunmak da caiz
değildir; Bu hüküm Mcccllc-i Ahkâm-ı adliyye'nin 19. cu maddesinde : «Zarar ve
mukabele b-iz'zarar yoktur» şeklinde hulâsa edilmiştir. Meselâ : bir kimse
birinden geçmez bir para alsa, o parayı başkasına veremez; birisi diğerinin
malını telef etse o da onun malını telef edemez.
Bu hadîs, zarar
yapmanın haram olduğuna delildir. Çünkü zararın kendisi nefî edilince onu
yapmanın nefyi evleviyette kalır. Zarar yapmanın haram olduğu şer'an olduğu
gibi aklen de çirkindir. Burada dayak vurmak, i'dâm etmek gibi şer'î hadler de
bir nev'î zarar olabileceği hatıra gelirse de bunlar asla başkasına zarar
kabilinden değil bilâkis Allah tarafından birer cezadır. Binâenaleyh bunları
vuranlar zemmolunacak şöyle dursun medhedilirler.[328]
945/778- «Semuratü'bnü
Cündeb radıyallahü anh'öen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: ResûlüUah sallallahü aleyhi ve seîlem:
— Kim bir kuyu
kazarsa, hayvanları için kendisine kırk arşın iğrek vardır; buyurmuşlardır.»[329]
Bu hadîsi Ebû Dâvud
rivayet etmiş; İbni Cârûd sahîhlcmiştir.
Onu Hasan-ı Basrî, Hz.
Semura'dan rivayet etmiştir. Hasan-t Basrî'nin Semura'dan işitmesi ihtilaflı
ise de bu hadîs yukarıdaki hadîsle kuvvet bulmuştur.
Sâhibsiz bir yeri
i'mâr eden kimsenin o yere mâlik olurduğunu yukarıda görmüştük. Bu hadis
i'mârın başka bir nev'ini gösteriyor.
Duvarla çevrilen yerin
sâhibsiz olması mutlaka lâzımdır.[330]
947/779- «Abdullah
b. Mugaffel radıyallahil anh'âen rivayet olunduğuna göre; Peygamber sallallahü
aleyhi ve selîem:
— Kim bir kuyu
kazarsa, hayvanları için kendisine kırk arşın iğrek vardır; buyurmuşlardır.»[331]
Bu hadîsi Ibnİ Mâce
zaîf bir isnadla rivayet etmiştir.
Zaîf olmasının sebebi,
râvileri arasında îsmail b. Müslim'in bulunmasıdır. Taberânî (260—36λ bu
hadîsi Eş'as'tan tahrîc etmiştir. Bu bâbta İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ebu
Hüreyre'den şu hadîsi tahrîc etmiştir.
«fslâmda kazılan
kuyunun harîmi yirmi beş arştn;
âdı kuyunun harîmi elli arşındır.)/ Aynı hadîsi Dârc Kutnî
(306—385) Sald b. Müscyycb tarîki ile tahrîc
etmiş, fakat onu mür-sel olmakla iîlctlendirmiş ve : «Bunu kim müsned olarak
rivayet etti ise vehim eylemiştir» demiştir.
Hadîsin senedinde Dâre
KutnVnin şeyhinin şeyh'i olan Muham-med b. Yusuf vardır ki, bu zât hadis
uydurmakla müttehemdir.
Bu hadîsi Beyhakî,
Yûnus tariki ile îbni Müscyyeb'ten mürsel olarak rivayet etmiştir. Beyhakî'nm
rivayetinde şu ziyâde de vardır:
«Ekinlik kuyusunun
harîmi her tarafından üç yüz arşındır». Hadîsi Hâkim (321—405) Hz. Ebu
Hüreyre'den hem mev-sûl, hem de mürsel oîarak tahrîc etmiştir.
Ancak mevsûl olan
rivayette Ömer b. Kays vardır ki, bu zât zaîiftir.
Hadîs-i Şerif, kuyunun
harîmi olduğuna delildir. Harîm'den murâd : Kuyuyu kazarak bozmaktan men'edilen
etrafıdır. Ona ha-rîm denilmesi, kuyuya bir zarar getirilmesine mâni' olduğu
içindir.
Hz. Abdullah
hadîsi'nin, zahiri, bu husustaki illetin kuyu sahibinin ihtiyacı olduğunu
gösteriyor. Çünkü kendisi kuyudan su çekerken hayvanları suyun başına
toplanırlar.
Ebu Hüreyre (R. A.)
hadîsi'nin zahiri ise illetin bizzat kuyunun ihtiyacı olduğuna delâtet ediyor.
Kuyuya bir zarar getirmemek için ona yaklaşmamak lâzımdır.
Harîm mes'elesinde
ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hanîfe ile Şafiî'ye göre İslâm'da kazılan
kuyunun harîmi kırk arşındır. İmam Ah-med'e göre ise yirmi beş arşındır.
Kaynaklar'a gelince :
Bazılarına göre onların harîmi her tarafından beşyüz arşındır. Sel yiriminin
harîmi kuyularınki gibidir.
Bütün bu tafsilât
mubah olan yerler hakkındadır. Sâhibli yerin harîmi yoktur. Herkes milkinde
dilediğini yapmakta serbesttir.[332]
948/780- «Alkamatü'bnü
Vâîl'den babası radtyallahü anh'den işitmiş olarak rivayet edildiğine göre;
Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem babasına Hadramevt'de bir yer
parsellemişlir».[333]
Bu hadisi, Ebu Dâvud
ve Tirmizî rivayet etmiş, ibni Hibban ise sahîhlemiştir.
Hadîsi Tinnizi ile
Beyhaki de sahîhlenrişîerdir.
Parselîemek'ten murâd
: Sâhihsiz yerlerden bir kısmını kendisine tahsis etmesidir. Bu suretle artık
yer onun mil ki olur. Bu hüküm ittifâ-kîdir. Fakat Kadı îyaz (476—544)
parselleme dediğimiz iktâ'ın bu mânâya değil, hükümet reisinin ehil gördüğü
kimseye Allah'ın malından bir kısmını müsaade etmesi mânâsına geldiğini hikâye
etmiş ve demiştir ki: «Bu kelime ekseriyetle arazî hakkında kullanılır. Ve yeri İmâmü'l - Müslimîn dilediğine, ya temlik
eder, yâhud bir müddet gelirini ona verir. İşte zamanımızda «Iktâ'» denilen
şey budur. Ulemâmızdan bunu zikreden kimse görmedim, Fıkhî yoldan bunu tahrîc
müşküdir. Öyle anlaşılıyor ki, parseli alana bu müsaade ile tıpkı bir yere ev
yapmak gibi bir ihtisas hâsıl oluyor;
lâkin bununla o yerin kendine mâlik olmuyor.»
Bazıları Kâdi'nin bu
sözüne cezmen kail olmuştur. Evzaî (88— 157) ise aksini idda etmiştir, îbni Tîn
şöyle diyor «Parsel şeklinde tevzi yer
veya akarda olur; ve ancak ganimetten verilir. Bir müsimanın veya zimmî'nin
hakkından verilemez. Iktâ' bazen temlik, ba-zan da temlik'in gayri olur.»[334]
949/781- «İbnİ
Ömer radıyaüahü anhümâ'âan rivayet olunduğuna göre Peygamber sallalîahü aleyhi
ve sellem Zübeyr'e atının koştuğu yeri bahşetmiş; o da atı (kıvamını buluncaya
kadar) koşturmuş; sonra doğrulayarak kamçısını atmış. Bunun üzerine Peygamber
(S.A.V.) :
— Ona kamçının vardığı
yeri verin; buyurmuşlardır.»[335]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Hadîste za'f vardır.
Çünkü râvîleri arasında
Abdullah b. Ömer b. Hafs vardır. Bu zât hakkında söz edilmiştir.
Hadîsi îmanı Ahmcd b.
Hanbcl, Hz. Esma binti Ebî Bekir'den lahrîc etmiştir. Pay edilen malların Benî
Nadîr'e âi'd olduğu bunda beyân edilmiştir. Buharı ile Müslim'in ittifakla
rivayet ettikleri Esma hadîsi'nde de, Hz. Esma (R. A)}hâ)'nın: «Ben Peygamber
(S.A.V.}'in Zübeyr'e ayırdığı yerden başımda hurma taşırdım. O bana Fersah'ın
üçte ikisi kadar uzakJı» dediği zikredilmektedir. Arazînin Beni'n - Nâ-dîr'e
âid olduğu Buhârİ'dc dahî zikredilmiştir.[336]
950/782- «Sahabeden
bir zâttan rivayet edilmiştir, (radıyalfahü anlı) demiştir ki : Peygamber
scülalUthü aleyhi ve scllcm ile birlikte gaza ettim de onu şöyle derken işittim
:
— İnsanlar üç şeyde
ortaktırlar : Ot'da, su'dave ateş'de.».[337]
Bu hadîsi Ahmed ile
Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir, râvîleri sikadır.
İbni Mdce Ebu Hüreyre
(R.A.)'don merfu' olanık şunu rivayet etmiştir :
«Men'edilmeyen üç şey
vardır: Ot, su ve ateş».
Bunun isnadı sahihtir.
Bu bâbta bir çok
rivayetler vardır; lâkin hiç biri i'tirâzdan salim değildir. Bununla beraber
mecmu' i'tibâriyle hüccet olabilirler. Müslim v.e diğerlerinde hassaten su
hakkında hadîsler vardır.
Kele' : Yaş olsun kuru olsun ot demektir. Kuru
ola arapiar «haşiş» ve «heşîm» derler. Yaş ota ise «halâ» ve «uşb» denilir.
Hadîs-i Şerîf, mezkûr
üç şeyin hiç bir kimseye mahsus olamıyaca-ğına delildir. Kırlardaki ot hakkında
mesele ittifakıdır. Yalnız hükümetin yasak etliği yerler bundan müstesnâ'dır.
Çünkü az yukarıda görüldüğü vecihle bu yerlerin mer'ası mîrî hayvanlarına
mahsustur. Milk olan yerlerin otu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Ru cihet de
yerinde görülmüştür. Bu hadîs «mubahtır» diyenlerin delilidir.
Ateşten murâd'ın ne
olduğu dahi ihtilaflıdır. Bazılarına göre bundan murâd : odun yakmak, diğer
bazılarınca kandil yerine ziyasından istifâde etmektir. Hattâ : «Çakmak taşı
gibi kendisinden ateş çıkan taştır» diyenler bile olmuştur. Fakat burada
ateşlen murâd; hakiki ateştir, demek en doğru bir sözdür. Eğer ateş birinin
mijki olan odundan hâsıl olmuşsa bazılarına göre odunun hükmünü alır; diğer
bazılarına göre bundada sudaki hilaf carî olabilir; zîrâ ihtiyâç ve bu bâb'taki
müsamaha umumîdir. Su hakkında yerinde îzâhâi verilmiş ve her ne kadar milk
sahibinin tekaddüm hakkı olsa da fazla suyu ihtiyaç sahiplerinden men'
edemiyeceği görülmüştü.
Bazılarına göre kuyu
veya çeşme'yi satmak caizdir. Çünkü memnu' olan yalnız fazla suyu satmaktır.
Çeşme ve kuyuyu satmak memnu' değildir. Nitekim Hz. Osman (R.A.) Peygamber
(S.A.V.)'in emri ile Bi'r-î Rûme denilen kuyuyu yahûdî'den satın alarak
müslümanlara sebil yapmıştır.[338]
Vakıf, lügat'te: hapis
demektir. Şerîat'le ise : muayyen bir malı sahibinin milkinde hapsederek
menfaatini tasadduk etmektir.[339]
951/783- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber sallpllahü
ileyhi ve seîlcm:
— Âdem oğlu Öldüğü
vakit ondan (her) ameli kesilir, yalnız üç şey müstesna: sadaka-i câriye, yâhud
kendinden faydalanılan ilim veya kendisine duâ edecek hayırlı evlâd;
buyurmuşlardır.»[340]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Sadaka-i câriye :
devamlı sadakadır. Ulemâ bunu «vakıf» diye tef-sîr etmişlerdir. Hadîsi burada
zikretmenin sebebi de budur. İslâm'da ilk vakıf yapan Hz. Ömer (E. A./dır.
Nitekim îbni Ebi Şeybe (—234) İslâm'da ilk vakfın Ömer'in sadakası olduğunu
tahric etmiştir. Hadîsi aşağıda gelecektir. Tirmizl : «Sahabe ile mütekaddîmîn
fukâhâ arasında arazîyi vakfetmenin cevazı hakkında hilaf bilmiyoruz» demiştir.
imâmı Şafiî, onun
islâm'ın hasâisinden olduğuna, câhiliyyet devrinde bilinmezdiğine işaret
etmiştir. Faydalanılan ilimden murâd uhrevî faydadır.
Evlâd sözü kız ve
oğlana şâmildir; yalnız duası makbul olmak için sâlih evlâd olması şart kılınmıştır.
Hadis-i Şerif, ölümden
sonra bu üç şeyden maada her şeyin ecri kesildiğine, fakat bunların ecir ve
sevabının dâima yenileneceğine delildir. Hadîste evlâd'ın ana babaya yaptığı
duâ ile onlar İçin verdiği sadaka'nın ve onların borçlarını ödemek gibi şâir
sadakaların ana ve babaya ulaşacağına da işaret vardır.
îbni Mâce
(207—275)'nin tahrîc ettiği bir hadîse göre öldükten sonra faydalı olacak
şeyler üçten fazladır. Hadîsin lâfzı şudur :
«Şüphesiz ki Öldükten
sonra mümine ulaşacak amellerinden bazıları: neşrettiği ilim, bıraktığı sâlih
evlâd, veya mîras bıraktığı mushaf, yâhud, yaptığı mescid veya yolcu için
kurduğu ev, yâhud akıttığı nehir, yahut hayatında ve «sıhhatinde iken malından
çıkardığı sadakadır. (Bunlar) öldükten sonra ona varacaktır.»
Daha başka hasletler
de rivayet olunmuştur ki, bunların mec-mu'u onu bulur, imam Süyûti bunları şu
beyitlerde toplamıştır :
Âdem oğlu öldüğü vakit
ona on fiilden başka bir şey varmaz. Bunlar : neşrettiği ilimler, evlâd duası,
hurma dikmek, câri sadakalar, mushaf mîrâsı, kışla, kuyu kazmak voya nehir
akılmak, ga-riblerin sığınması için kurduğu ev, yahut zikir mahalli (olan
mescidierdir.»[341]
952/784- «İbnİ
Ömer radiyallah.il anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Ömer Hayber'den
bîr yer ele geçirmiş de. Peygamber M'llftllahii aleyhi ve sellem'e gelerek bu
yer hakkındaki emrini diledi ve :
— Yâ Resûlüllah, Ben
Hayberde bir yer ele geçirdim kİ kendimce bundan daha nefis bir mala rastlamış
değilim; dedi. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) :
— İstersen aslını
vakfeder ve onu fakirlere tasadduk edersin; buyurdular.»[342]
Ravî demiştir ki :
Artık Ömer de o yeri, aslı satılmamak, mîras olarak alınmamak ve bağışlanmamak
şartı ile tasadduk etti. Onu fukara, yakın akraba, köleler, Allah yolunda
olanlar, yolcu ve misafirler arasında tasadduk etti. O yerin mütevellisine
vakıftan ma'ruf şekilde yemekte ve mal edinmemek şartı ile her hangi dostunu
doyurmakta bir beis olmıyacaktı.»
Hadîs müttefekun
aleyh'tir. Lâfiz Müslim'indir. Buharî'nin bir rivayetinde : «aslı satılmamak
ve bağışlanmamak lâkin gelirini İnfak etmek üzere tasadduk etti» denilmiştir.
BuharVnın rivayeti
(satılmamak, bağışlanmamak) sözlerinin Peygamber (S.A.V.)'İn ifâdesi olduğunu
ve vakfın hâl-ü şân'ı hu idigini gösteriyor. İmanı Ebu Hanlfo vakfın satılabileceğine
kail olmuştur. Hadîs-i Şerif onun kavlini reddediyor. Hattâ İmam Ebu Yusuf: «Bu
hadîs Ebu Hanıfr'yc baliğ olsa ona kail olur; vakfın satılmasına kail olmaktan
dönerdi» demiştir.
«Mütevellinin ma'ruf
şekilde yemesi» meselesine Kıırluhî şöyle diyor : «âdet, mütevellinin vakfın
gelirinden yemesiyle cereyan etmiştir. Hattâ vâkıf, yememesini şart kılsa bu
yaptığı çirkin görülür». Ma'ruftan maksad, âdet olan miktardır. Bazıları :
«şehveti gideren miktardır» demiş. Diğer bazıları da «işine göre alır» mütalaasında
bulunmuşlardır. Fakat birinci kavil daha evlâdır.
İmam Ahmcd'in
rivayetinde Hz. Ömer (R. A.) bu vasiyyeti Hz. Ümmü'l - Mü'mînîn Hafsa (R.
Anhâ)'y& yapmış; sonra Hz. Ömer sülâlesinin büyüklerine intikâl
ettirilmesini istemiştir.
Böyle bir hadîsi Dâre
Kutnî dahî rivayet etmiştir.[343]
953/785- «Ebu
Hüreyre radtyalîahü mıh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem Ömer'i zekât üzerine memur gönderdi ilâh...»
[344]
Bu hadiste: «Hâlid'e
gelince şüphesiz ki o zırhlarını ve teçhizatını Allah yoluna vakfetti.»
ifâdesi de vardır.
Hadîs-i Sent,
zekât malla m Lhfc olduğuna keza
zekafla harb alat, almanın ve vakfetmenin sahih olduğuna delildir, i- Azam,
gor Menk ul o yaran vakfı caiz değildir;
çünkü bunlar değişebilir; halbuki yakıt müebbeddir.
Bu hadîs, hayvanın
vakfodilebileceğino de delalet od yor (a'tâd) dan nıurad attard.r denilmiştir.
ZokAlin aokis sun lan birine vonlebileceği de bu hadis'in isâret ettig,
hükümlerde,ll.ni Dal:im-iV,, («25-702) bu hadis akkında joylc den u*r. «TladİB,
rikrcdilcn hususata da, daha başkalarına da ,hUm,dM n Binâenaleyh mezkûr husûsâlta
hiQ biri hakkında onunla .Btıdlaledilemez. Hâlİd'in âlet ve teçhizatını
hapsetmesi sırf bir gözetleme ve bekleme için olur da vakıf olmayabilir.»[345]
İslâmiyet nazarında,
başkalarının kalbine ısındıran ve onlara muhabbet, sevgi aşılayan her şey
makbul ve matlup'tur. Ancak bu, insanların ihtiyacına göre değişir. îhtiyaç
pek ziyâde ise o makbul şey farz-olur; zekât gibi. îhtiyaç pek zarurî değilse,
o şey de mendûb ve müste-hâb olur. îşte hibe bu nevi'den bir fazilettir.
1 Hibe : Bağış
demektir. Şer'an ise : muayyen bir malı karşılıksız olarak temlik etmektir.
Bazen bağışlanan şeye de hibe denilir. Umrâ : Ömür boyunca istifâde etmek için
verilen hânedir. Rukbâ : «Ben evvel ölürsem bu ev senin, sen evvel ölürsen
benim olacak» demektir. Murakabeden alınmıştır. Çünkü her iki taraf diğerinin
ölümünü murakabe eder. Asıl i'tibâriyle umrâ ile rukbâ câhiliyyet devri
muâmelelerindendirler. İslâmiyet onların
hükmünü kaldırmamıştır.[346]
954/786-
«Nu'mân b. Beşîr[347]
radıyallahü anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, babası kendisini Resûlüllah
soliallahü aleyhi ve sellem's getirerek :
— Gerçekten
ben şu oğluma bîr kölemi
bağışladım; demiş. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellcm ;
— Her çocuğuna bunun gibi (bîr köle) bağışladın
mı? diye sormuş :
— Hayır; demiş. Resûlüllah saLcllahü aleyhi ve
sellcm:
— O halde onu geri çevir; buyurmuşlar
Bir rivayettE: «Babam
benîm sadakama şâhid yapmak için Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e
gitti. O kendisine :
— Bunu bütün çocuklarına yaptın mı? diye sordu.
Babam :
— Hayır; dedi.(Bunun üzerine) :
— Allah'dan korkun ve çocuklarınız arasında âdil olun; buyurdular. Babam da
döndü* ve o sadakayı İade etti» denilmiştir.[348]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Müslim'in bir
rivayetinde, Peygamber (S.A.V.) : «Sen buna benden , başkasını şahid tut»
buyurmuş : Sonra : «Çocuklarının sana İtaatte müsâvî olmaları seni memnun eder
mi?» dîye sormuş : «Evet» deyince
«O halde hayır»
buyurmuşlardır.
Hadîs-i Şerif bağış
hususunda ana-baba'nın çocukları arasında müsâvaat'a riayet etmelerinin vâcib
olduğuna delildir. Bunu Buharı (194—256) tahrîc etmiştir. îmrtm Ahmed ile Sevr'i
(97—161)'nin ve diğer bazı ulemâ'nm mezhebi budur. Onlara göre müsâvaat yoksa
hibe bâtıldır. Yalnız müsâvaat'm nasıl yapılacağı ihtilaflıdır. Bazıları: «Erkek
ve kız çocuklarına bağışı müsâvî yapmakla olur» demişlerdir. Bunların delil :
Hadîs'in ttcsâî'deki rivayetinde «aralarında müsâVaat gösterseydinya»
buyunılmâsı; İbni Hibban'm rivayetinde: «aralarım müsâvî tutun.» 'bni Abbas (R.
A.) hadîsinde : «Çocuklarınızın arasını bağış hususunda müsâvî tutun. Ben bir
kimseyi üstün tutacak olsam kadınları tercih ederdim» buyurmuş olmasıdır.
Bu hadîsi Saîd b.
Mansur ile Bcyhakî hasen bir isnadla tahrîc etmişlerdir.
Bir takımları :
tpsviye, erkeğe kadından iki misli fazla vermekle olur; çünkü mîrns hususunda
hakları böyle tevzi olunur» derler. Cumhur-u ulemâ'ya göre ise, çocukları
arasında müsâvaat'a riâyet etmek anne ve babaya farz değil, mendûbtur.[349]
955/787- «ibnî
Abbas radıyallahü anhümd'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Resûiüllah
sallaliahü aleyhi ve seîlem :
— Hibesinden dönen
kustuktan sonra dönerek kusmuğunu yiyen köpek gibidir; buyurdular.»[350]
Hadîs müttefekun
aleyhTİr.
BuhnrVnin bir
rivayetinde : «Kötülüğe örnek olmak bize caiz değildir. Hibesinden donen
kustuktan sonra dönerek kusmuğunu yiyen köpek gibidir» buyrulmuştur.
HadİK-i Şerîf hibe'den
dönmenin memnu' olduğuna delildir. Cum-hur-u ulemâ'ya göre hibe'den dönmek
haramdır. Hatta Buharı «Bir kimseye hibe ve sadakasından dönmek helâl değildir»
namı altında bir lıâb tahsis etmiştir. Cumhur yalnız aşağıdaki hadîste beyân
olunan evlâda hibe mes'clesini istisna etmişlerdir. İmam A'zam. ile diğer bazı
ulemâ "ya göre hibe'den dönmek maaîkerahe helâldir. Fakat zî-rahim denilen
yakın akrabaya yapılan hibeyi onlardan istisna etmiştir. Onlara jjöre hadîs'ten
m ura m : kerâhet'in şiddetini beyandır. Tahavî (238—321) diyor ki: Hadîsteki
(kusmuğuna Önen gibi) la'biri her ne kadar talinin ifâde ederse de diğer
rivayetteki (köpek gibi) ta 'biri bu işin. haram olmadığına delâlet eder. Çünkü
köpek mükellef değildir. Binâe kusmuk yemek de haram değildir. Maksad:köpekResûiüllah
(S.A.V.) Demişlerdir ki :olmuştur.[351]
956/788- «İbni
Ömer ve İbni Abbas radıyallahü anhüm'ûen Peygamber sallaliahü aleyhi ve
scUcm'dan işitmiş olarak rivayet edilmiştir, Resûiüllah (S.A.V.) Demişlerdir ki
:
— Müslüman bir'adama
bir bahşişi verip de sonra ondan dönmek helâl olmaz; yalnız babanın evlâdına
verdiği
şeyden dönmesi
müstesna.»[352]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dört'ler rivayet etmiş; Tirrnm, İbni Hibban ve Hâkim onu sahîhlemişlerdir.
Çünkü «hela! olmaz» ta,'biri
haram olduğunu ifâde hususunda zahirdir.
Onu kerâhct'c hamletmek zahir olan hükmünü değiştirmek olur. Evlâda
yapılan bağışı istisna etmesi çocuk büyük olsun, küçük olsun ona yaptığı
bağıştan dönmesinin caiz olmadığına delildir. Bir takımları bunu küçük çocuğa
tahsis etmiştir. Bazıları da kadının
kocasına mehrini bağışlamasını tahsis ederek : kadına bu bağışta^ dönmek caiz
değildir; demişlerdir. Bu re'yi teyîd eden bir hadîs İmam Buharı (194 —256)
Nchâl (11—95) ile Ömer b. Abdülaziz'den ta'lîkar- rivayet etmiştir. Zühri
(—124) ise : «Kocası kadına hîle yaparak aldattı ise kadın hibesinden
dönebilir» demiştir zîrâ Abdilrrczzak (126—211)'m münkati' bir seriedle tahrîc
ettiği bir hadîste: «kadınlar ya rağbetten, ya korkudan bağış yaparlar;
binâenaleyh hangi ka-dın kocasına bir şey verir de sonra dönmek isterse döner.»
Buyurulmuştur.[353]
957/789- «Âişe
fadtyalldhv, anhâ'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallaliahü
aleyhi ve sellem hedîyyeyi kabul eder; ve onun karşılığını verirdi.»[354]
Bu hadîsi Buharı
rivayet etmiştir.
Hadîs-i Şerif,
Peygamber (S.A.V.)'in hediyye hususundaki âdetini bildirmektedir. Fahr-i Kainat
(S.A.V.) Efendimizin daimî âdetleri: he-diyyeyİ kabul etmek ve karşılığında
onun bedelini vermekti. Hattâ Ibnİ Ebi Şey be (—234)'nin bir rivayetinde :
«Hedİyyeye ondan daha
hayırlısı ile karşılık veriyordu» denilmektedir.
Bazıları bu hadîs ile
hediyyeye karşılık verilmesinin vâcib olduğuna istidlal ederler ;ve : «Zîrâ Hz.
Peygamber (S.A.V.)'in daimî âdeti olması vücûbunu iktizâ eder» derler. Fakat
bu istidlal tamam değildir. Çünkü Peygamber (S.A.V.)in dâima hediyyeyi hediyye
ile karşılaması omu tabiatı iktizâsı cömertliğinden ve güzel ahlâkındandir.
İmam Şafiî yeni
mezhebinde, karşılığında hibe beklenen hibe'nin bâtıl olduğuna kail olmuştur.
Çünkü bu meçhul -kıymetle yapılan bir satıştır. Bir de hibe teberrû'dur. Eğer
karşılığında bir şey vâcib olur derselî, trampa mânâsına gelir; halbuki şeriat
olsun, âdet olsun, hibe ile satışın arasında fark yapmıştır. Karşılık
gerektiren şeye satış derler; hibe böyle değildir.
Mâlikİler'den
bazılarına göre hibe mutlak olarak, yâhud karşılığında hibe bekliyen biri
tarafından yapılırsa, meselâ fakır bir kimse zengine hibe ederse hibe'ye hibe
ile mukabele etmek vâcibolur. Zengin fakire hibe ederse bir şey lâzım gelmez.
Hİbe'yi yapan, verilen mukabil . hibeyi az görür de razı olmazsa MaÜkîler'in
bazılarına göre verilen karşılık hibe edilen şey kıymetinde ise hibe sahîh ve
lâzımdır. Diğer bazılarına göre ise razı oluncaya kadar istediğini vermek
lâzımdır. İmam Mâlik (93—179)'ten meşhur olan, birinci kavildir.[355]
958/790- «İbni
Abbas radıyalîahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Bir adam
Resûlüllah sallattahü aleyhi ve sellem'e bîr dişi deve hibe etti. O da
kendisine devenin karşılığını verdi ve :
— Râzt oldun mu? diye sordu. Adam :
— Hayır» deyince daha tazla
verdi ve :
— RâZ! Oldun mu? diye sordu. (Yine) :
— Hayır» cevâbını alınca daha fazla verdi, ve :
— Râzi oldun mu? d've sordular. (Nihayet) adam
:
— Evet» dedi.»[356]
Bu hadîsi Ahmed
rivayet etmiştir. İbni Hibbân onu sahîhlemiştir.
Hadîsi Tirmizî dahî
uzun uzadıya rivayet etmiş ve bedel'in «altı dâne genç deve» olduğunu
bildirmiştir. İbni Hibban'm rivayetinde Peygamber (S.A.V.) in :
«Vallahi Kureyş'den
veya ensâr'dan yahut Sakîf ten olandan
başka hiç bir kimseden hibe almamak içimden
geçti» dediği beyân
olunmaktadır.
Aynı hadîsi Ebu Dâvud
ile Nesâl, Hz. Ebu Hüreyre'den rivayet etmişlerdir.
Hadîs4 Şerif, hibe
edenin rızâsının şart olduğuna delildir, Hz. Ibnî Ömer'in hurîur. Bu kavît. sâb'b olanlara göre rızâ
şart olunca ortada mün'akid olmuş bir satış yoktur.[357]
959/791- Câbir
radıyallâhü an/ı'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sdllallahü
aleyhi ve sellem;
Umrâ hibe edilen
kimseye aittir; buyurdular.»[358]
Hadîs mütiefekun
aleyh'Ur.
Müslim'in (Câbir'dcn)
rivayetinde : «Mallarınızı elinizde tutun ve onları ifsâd etmeyin; zîrâ her
kjm umrâ yaparsa o (nun milkiyctî) diri iken de ölü iken de kendisine umrâ yapılana
ve çocuklarına aittir.» denilmiş; bir rivayette : Resûlüllah ftallallahü aleyhi
ve scîlcm'ın caiz gördüğü umrâ ancak ve ancak : Bu hâne çocuklarınadır; diyerek
yapılandır: Yaşadığın müddetçe bu hâne senİn olsun; diyerek yapılana gelince:
şüphesiz ki bu sahibine döner; buyurulmuştur.»
Ebu Dâvıtd ile
NcsâVnin rivayetlerinde ise: «Rukbâ ve umrâ yapmayınız! Çünkü kime bir şey
rukbâ veya umrâ yapılırsa o şey o kimsenin mirasçılarının olur»
Buyurulmaktadır. Yukarıda da arz ettiğimiz vecihle.
Umrâ : bir kimsenin
evini birine vererek : «Bu evi sana ömrün boyunca verdim» demesidir.
Rukbâ : «Bu evi sana
verdim. Eğer senden evvel ölürsem ev senin; sen benden evvel ölürsen benimdir»
demesidir.
Hadîs-İ Şerif, umrâ ve
rukbâ'nm meşru olduğuna delildir. Cumhur-u ulemâ'nın mezhebi de budur. Bu bâbta
muhalefet eden yalnız Dnvud-u Zâhirî'dır; zîrâ bir rivayete göre Umrâ'ya kail
olmamıştır. Rukbâ hususunda Hanefiyye imamları arasında ihtilâf vardır. İmam
A'zam'la. İmam Muhammcd'e göre bâtıl; imam Ebu Yusuf'a göre caizdir. «Bâtıldır»
diyenlerin delili : Şureyh'in[359]
rivayetine nazaran Peygamber (S.A.V.)'in Umrâ'ya. cevaz verip rukbâ'yı
reddetmiş olmasıdır. Ebu Yusuf un delili ise Hz. Câbir hadîsidir.
Umrâ'da temlikin neye
âid olduğu ihtilaflıdır .Cumhur'a göre milkin rakâbesine yani kendine aittir;
ve bu bâb'ta şâir bağışlarla umrâ arasında bir fark yoktur, tmam Şâfi'ı ile
İmam Mâlik'e göre ise temlik menfaate aittir, ve üç kısım olur : Müebbed, mutlak ve mukayyed :
Müebbed : ebedî kaydı
ile yapılandır.
Mukayyed : sene, ay
gibi kayıdlarla kayıtlanan,
Mutlak : kayıdsız
yapılan umrâ'dır.
Esa'.ı olan kavle göre
umrâ bu üç nev'in her biri ile yapılabilir.- Fakat vaki' olan umrâ Haneîîler'c
göre ömür boyunca devam eder. Öldükten sonra o hâne tekrar sahibine
iade.edilir. Diğer ulemâ'ya göre ise umrâ hibe edilen kimsenin milki olmuştur.
Ancak «Bu hâne yaşadığın müddetçe senindir» demişse o zaman milki olmaz; çünkü
bu şartla o, umrâ olmaktan çıkar da, ariyet olur.
«Mallarınızı elinizde
tutun» «rukbâ yapmayın» gibi tâ'birleri cumhur, kerahet ve irşâd mânâlarına
hamletmişlcrdir. Çünkü eskiden arap'lar umrâ ve rukbâ yaparlar; bu akidlerden
istifâde edenler Öldümü haneler tekrar eski sahihlerine iade edilirdi. Nitekim
Hanefîle:'e göre umrâ şimdi de öyle olur.[360]
960/792- «Ömer
radıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Bîr atı Hak yolunda
tasadduk ettim. Fakat sahibi hayvanı gözden kulaktan düşürdü. Ben de onu ucuza
satacağını anladım da Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve sellem'e sordum:
— Onu sana bir dirheme
bile verse satın alma! ilâh...; buyurdular.»[361]
Pladîs müttefekun
aleyh'Ur. Bu .iadîs'in tamamı şöyledir :
«Çünkü sadakasından
dönen, kusmuğunu yemeğe dönen köpek gibidir».
Gözden, kulaktan
düşürmek'ten maksad: hayvana
bakmadığını, yemine, suyuna dikkat etmediğini anlatmaktır. «Onu
satın alma!» yerine tir rivayette :
«sadakandan dönme» buyurulmuş: ve satın alma'ya, sadakadan dönmek denilmiştir.-
Çünkü bu hususta satıcının müşteriye müsamahakâr davranması âdettir. îşte
âdeten müsamaha edilen miktara hadîste, «dönmek» denilmiştir. Bazılarına göre
satın almaya mübâleğa için «dönmek» denilmiştir. Zîrâ hayvanı satın alması
dönme'ye benzetilmiştir.
Bazıları hadîsteki
nehy'in zahirine bakarak unu tahrîm mânâsına almışsa da cumhur-u ulemâ onun
tenzih için olduğuna kaildirler.
Tabcrî (—694) bu
hadîsin umumundan, haklarında hadîsler vâ-rid olan bazı istisnaların yapılmasına
kaildir. Meselâ hibe'yi baba evlâdına yapmışsa, keza hibe edilen şey henüz
kabzedilmemişse hibeden dönmek caizdir.[362]
961/793- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den Peygamber sallaîîahü aleyhi ve sellem'den işitmiş
olarak rivayet edildiğine göre Resûtülah (S.A.V.) :
— Birbirinize hediyye
verin, sevişirsiniz; buyurmuşlardır.»[363]
Bu hadîsi Buharı
«cl-Edcbü'l - Müfred» adlı eserinde rivayet etmiştir. Onu Ebû Yâ'lâ dahî güzel
bir isnadla rivayet etmiştir.
Hadîsi Bcyhakî ve
başkaları da tahrîc etmişlerse de, râvilerinin hepsi hakkında söz edilmiştir.
Musannifin isnadını hasen bulmadı galiba şâhidlcri bulunduUundandır. Nitekim
zaîf de olsa aşağıdaki hadîs bile onun şâbidlcrindeNdir.[364]
962/754- «Enes
radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallaîîahü
aleyhi ve sellem :
— Birbirinize hediyye
verin çünkü hediyye kini çekip Çlkanr:; buyurdular.»[365]
Bu hadisi zaîf bir
isnadla Bezzar rivayet etmiştir.
Hadîs'in başka
tarikleri de vardır; fakat hiç biri zaîfliktcn hâli değildir. Bununla beraber
hediyye'nin kalplerde ne derece mümtaz bir mevkii olduğu da beyân'dan
müstağnidir.[366]
963/795- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anVden rivayet edîirhiştîr.Demiştir ki: Resûlüllah
sallaîîahü aleyhi ve sellem:
— Ey müslürnan
kadınlar! sakın bir komşu kadın komşusunu
koyun paçası dahî
olsa (hediyyesî dolayısiyle) tahkîr etmesin; buyurduLar.[367]
Hadîs müttefekun
a.eyh'tir.
Bu hadîste hazîf
vardır. Tahkîr'in hediyye i'tibâriyle olduğu zikre-dilmemiştir. Koyun
paçasından murâd: komşu kadınların birbirlerine hediyye vermelerine teşvik
hususunda mübalâğa göstermektir. Yoksa onu hediyye etmek âdet olmamıştır.
Hadîsteki nehy'in
hediyyeyi veren'e de alan'a da tevcihi mümkündür, yeren'e müteveccih olduğuna
göre mânâ : «Verdiği hediyye bir koyun paçası bile. olsa onu küçümseyerek
tahkîr etmesin» alana tevcih edildiğine göre : «Hediyyeyi alan pek değersiz
bulup da onu tahkîr etmesin» demek olur. Hattâ her ikisini birden murâd etmeğe
de bir mâni' yoktur.
Hadîs-i Şerif'de
hcdiyyryc, bahusus az bir şeyle de olsa komşuların birbirlerine hediyye
vermelerine teşvik vardır. Çünkü hediyycdo mu-' habbet celbi ve dostluk tesisi
vardır.[368]
964/796- «İbni
Ömr radıyallahü anhümâ'dan Peygamber sallalla-hü aleyhi ve scllcm'den işitmiş
olarak rivayet edilmiştir ki:
— Her kim bir şey hibe
ederse karşılığı kendisine verilmedikçe O kimse hibesin (' dönmekt) e pek
haklidir; buyurmuşlardır.»[369]
Bu hadîsi Hâkim
rivayet elmiş ve sahîhlemiştir. İbni Ömer'den mahfuz o!;m, hadîsin Ömer'den
kendi sözü olmak üzere rivayetidir.
Musannif, bu hadîsi
Hâkim ile İbni Hazm'in de sahîhledikİerini söylüyor.
Hadis-i Şerir hibe'nin
bedeli verilmemişse ondan dönmenin caiz olduğuna, heılı !i verilmişse
dönülemiyeceğine delildir. Bu hususta yukarıda söz edilmişti.
Kendinden asa-ii hâili
bir kimseye hibe ekseriya sadaka gibi olur. Halleri müsavi olanların
birbirlerine hediyye vermesi sevgi ve dostluğu celbetmek içindir. Örf-ü âdet
hediyyeyi verenle alanın hallerine göre cereyan etmiştir.[370]
Lükata : Tesadüfen
bulunan şeydir. Bulunan insan olursa ona «lakît»; hayvan olursa «daalle»
derler. Bunların her birinin hükümleri fıkıh kitaplarında beyân edilmiştir.[371]
797/965- «Enes
radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Jemiştir kî : Peygamber sallaîlahü
aleyhi ve scllcın yolda bir hurma dönesine rastladı ve :
— Eğer sadakadan
olduğundan korkmasarn bunu
yerdim; buyurdular.»[372]
Hadis müttefekun
aleyh'tir.
Bu hadîs müsamaha
götüren ehemmiyetsiz bir şey bulunduğu zaman alınabileceğine, onu İ'lâna filân
hacet olmadığına, bulanın ona mâlik olduğuna delildir. ZâhirV bakılırsa
kıymetsiz bir şeyi sahibi belli bile olso almak caiz gibi görünmüyorsa da
mes'ole ihtilaflıdır. Bazılarına göre o şey'İ az da olsa almak caiz değildir.
Ancak sahibi izin verirse o zaman caiz olur. Buna şöyle bir sual vârid olmuştur:
Müslümanların hükümdarına, onların zayi' mallarını ve zekâtlarım korumak
îc.abedcr-k' n Peygamber (S.A.V.) o hurma dânesini nasıl yerde bıraktı? Cevabı
da şudur: Peygamber (S.A.V.)'in o hurmayı muhafaza için almadığına dâir bir
deli! yoktur. O yalnız vera' ve takvasından dolayı yemeyi terketmistir.
Şöyle de cevap
verilebilir: Peygamber (S.A.V.) onu sadaka yiyebi-lon birisi buldun da yesin
diye ka.sden bırakmış olabilir. Çünkü hü-kiımdara ancak sahibinin arayıp
soracağı, belli oian malları muhafaza etmek îcabeder. Yoksa bir hurma dânesi
gibi A de ten lerkediien şeylerin de muhafazası lâzım gelmez.
Hadîs-i Şerifte, haram
olması mümkün görülen şüpheli şeyleri yemekten sakınmaya teşvik vardır.[373]
966/798- «Zeyd
b. Hâlid-i Cühenî[374]
radıyallü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Peygamber sallaîlahü aleyhi
ve scllcm'e bir adam gelerek lükata'nın hükmünü sordu. Resûlüllah sallîahü
aleyhi ve sellem:
— Onun kabını ve kabının bağını tan., sonra onu
bir sene rlân et. Eğer sahibi gelirse ne a'lâ ge.mezse onu ne yaparsan yap;
buyurdu. Adam :
—Ya bulunan
koyunlar? dedi. Peygamber (S.A.V.):
— Onlar ya senin ya
din k«rdeşinin yâhûd kurdundur; buyurdular. Adam :
— Ya bulunan develer? dedi :
— Sana ne, onların su
tulumları ve tabanları yanların-dadır: Sâhibleri onlara rastiayıncaya kadar
suya gelir ve
ağaçlan otlarlar;
buyurdular.».[375]
Hadis müttefekun
aleyh'ür.
Ulemâ bulunan şeyin
alınıp alınmaması hususunda İhtilâf etmişlerdir. Ebu Hanifn (80 — 150) 'ye
göre almak efdâldir. Çünkü müslü-nıana vâcib olan, dîn kardeşinin malını
muhafaza etmektir İmam Şafiî'nin kavli de budur. İmam Mâlik ve* Ahmcd b. Hanbcl
(164 — 2U> «almamak efdâldir»
demişlerdir. Bunların delili:
«Müminin kaybettiği
hayvan- âteş pâresidir.» hadîsidir.
Aklî delilleri, ödeme
korkusudur. Bazıları: «bulunan şeyin alınması vaciptir» demişlerdir. Bunlar,
hadîsi te'vîl etmiş ve «Bundaki şiddetli fHıdid bulduğunu kendisine ma'l etmek
İçin alanlar ve ilân etmeyenler hakkındadır» demişlerdir.
Hadîs-i Şerif üç
mes'eleye şamildir :
Birincisi : Lükata'nın
hükmü hâhmdadır. Kaybolan hayvana «daal-I'" denildiğine ve Peygamber
(S.A.V.)'in lükata'yı bulana kabı ve kabın bağını tanımasını emrettiğine göre
burada lükata'dan murâd, bulunan cansız eşyadır.
Emr'in zahiri, bulunan
şeyin tanınması ile tanıtılmasını ı vâcibol-rTıiKiınu gösteriyor. Geriye kalan
îzâhât aşağıdaki hadîsin şerhinde tamamlanacaktır.[376]
967/799- «Bu
da ondan rrvâyet olunmuştur; radîyallahü anh. Demiştir ki : Resûlüllah
sftîîallahü aleyhi ve sellem:
— Her kim bir kayıp
hayvanı barındırırsa, o hayvan* bildirmedikçe kendisi dalâlettedir;
buyurdular.».[377]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Gürüiüyor ki hayvanı
bulan onu bildirmezse dalâletle tavsif olunuyor.
Kaybolan şeyin kabı
ile o kabı bağlayan bağın bilinmesinin ne gibi bir fayda te'mîn edeceği ihtilaflıdır.
Bazılarına göre
bunları bilerek tavsif edene o mal verilmek için onları bilmek iktiza eder.
Filhakika kaybolan şeyin sıfatını haber verdikten sonra sözü kabul edilerek o
eşyayı ona vermek vâcib olur. Nitekim gerek buradaki hadis gerekse Buharî'nin
rivayet ettiği şu hakim dis de buna delâlet ederler.
«Eğer biri gelir de o
şeyi sana haber veriirse — bir rivayette— sana kaybolan şeylerin adedini,
kabını ve bağını haber verirse o şeyi ona veriver» Duyurulmuştur. İmam Ahmcd1
\c İmam Mâlik'in mezhebi budur. Yalnız Mâlikîler altınların sıfat ve sayısının
beyân edilmesini de şart koşmuşlardır. Çünkü bunlar bazı rivayetlerde vârid
olmuştur. Amma kab ve bağı bilindikten sonra sayısı bilinmese zarar etmez.
Fakat nassen sabit
olan iki alâmetten yani kab ile bağdan birisi bilinerek öteki bilinmezse
bazılarına göre ikisini de bilmedikçe ona bir şey teslim edilmez. Diğer
bazılarına göre ise bir müddet bekledikten sonra verilir.
Kabı ve ipini
bildikten sonra eşyanın yeminsiz teslim edilip edilmemesi hususunda ihtilâf
olunmuştur. Bazıları: «Yeminsiz teslim olunur; zira hadîslerin zahiri bunu
âmirdir» demis; diğer bazıları ise: «Eşya ancak beyyine yani hüccet ve delil
ile teslim edilir» kanâatinde bulunmuşlardır.
«Beyyİne îcabeder»
diyenlerce eşyayı bulana onların kab ve bağlarını bilmesinin cmredİlmcsi.
bulunan şey kendi eşyası ile karışmasın diyedîr; -yoksa bunlar sahihlerine iade
edilirken mutlaka beyyine lâzımdır. Zîrâ eşya sahibi da'vâcıdır; da'vâcıya ise
da'vâsını beyyine ile ispat etmek gerektir. Bu husus :
«Beyyine dâ'vâcıya
yemîn de da'vâlıya gerektir» hâdîs-i şerifi ile takarrür etmiş bir umumî
kaidedir. Mezkûr kaide ıVecrtte'nin 76. cı maddesinde «Beyyine müddeî içün ve
yemin münkir üzerinedir» şeklinde hülâsa edildiği gibi 77. ci maddesinde dahî
«Beyyine hi!âf-ı zahiri isbât içün ve yemîn aslı ibkâ içündir» denilerek hüccetle
yeminin nerelerde lâzım geidiği ta'yîn edilmiştir.
Babımızın ilk
hadîsinde «Sahibi gelirse ne a'lâ» diye terecme edilen yerde şartın cevabı
hazfedilmiştir. Cümlenin takdiri
şöyledir:
«Eğer sahibi gelirse
onu kendisir ı vcr.v Cevâbın ibareden hazfedilme», cevâbsiz da mânâ
anlaşılacağı içincir.
Peygamber (S.A.V.)
bulunan eşyanın tarif ve Hânını emrettiği gibi bu i'lânın vaktini de«Bir sene»
diye tahdîd etmiştir. Bir sene i'Iân edildikten sonra bazılarına göre artık
i'lân vâcîp değildir. Maamâ-fîh «vâcibtir» diyenler de vardır. îmavı Ebu
Hanifr'dcn bir rivayete göre bulunan eşya on dirhem kıymetinden az ise onları
bir kaç gün i'lân eder; on dirhem veya daha ziyâde kıymette irc bir sene i'lân
eder. İmam Muhnmmcd'in tafsilât vermeksizin «bir yıl» diye takdir ettiği
rivayet olunur.
İ'lân : Camilerde,
çarşı ve pazar gibi kalabalık yerlerde yapılır.
Hadîste : «sahibi
gelmezse onu ne yaparsan yap» buyu-rulmasına bakarak bazıları: «Bulan kimsenin
o mal üzerinde her gûnâ tasarrufa hakkı vardır; binâenaleyh zengin olsun fakir
olsun "kendi ihtiyacı İçin sarfedebildiği gibi tasadduk dahî edebilir»
demiş-lerse de, bulunan eşyanın dâima bulanın elinde emânet kalacağını ifâde
eden hadisler vardır. Bunlardan biri Müslim'in, rivayet ettiği şu hadîstir.
Sonra onu bir sene
i'lân et. Eğer sahibi gelmezse o eşya senin yanında emânet olur.» Diğer bir
rivayette :
«Sonra onu bir sene
i'lân et. Eğer bilinmezse o malın nafakasını sen ver. Senin yanında emânet
olsun. Şâyed arayıcısı günlerden bir gün çıkagelirse onu kendisine ve-rİver.»
denilmiştir.
Bundan dolayı bir
seneden sonra bu eşyanın hükmü hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir.
«Nihâyctü'l -
Müctehîd» nâm kitapta şöyle deniliyor: «Şehirlerin fukâhâsı, MCvik, Ecvrl,
Evzâî ve Şafiî, bulan kimsenin, bulduğuna mâlik olduğtna ittifak Htiler. Bunun
bir misli do Ömer ile oğlundan ve Ibni Mes'ud'tan rivayet olunur. Ebu Hanîfe :
Bulana bulduğu şeyi tasadduk etmekten başka çare yoktur; demiştir. Onun kavlinin
misli de Ali, Ibni Abbas ve iâbtîn'den bir cenaatten rivayet ediliyor.
Bunların hepsi bulan
kimse lükata'yı yerse ödeyeceğinde müttefiktir. Ancak Zahiriler sene geçtikten
sonra o malın tırtık bulanın olacağına kaildirler»
İkincisi : Kaybolan
koyunlardır. Kodunu şehirlerden uzak çorak bir yerde bulan kimsenin onu
giyebileceğinde ulemâ müttefiktir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) «O ya senindir ya
dîn kardeşinin yâhûd da kurdundur» buyıu'nıuşlur. Bunun manâsı : hayvan helake
ma'-ruzdur. Ve senin alman ile din kardeşinin alması arasında müteıvd-didlir;
demektir. Din kardeşinden murâd; umumîdir; koyunun sahibi de olabilir : başka
biri de. Keza kurt tâbiri de bütün koyun yiyen yırtıcılara şâmildir.
Hariî-ste hayvanı
almağa teşvik vardır. Ve cumhur'a göre kıymetini sahibine öder. İmam Mâlik'den
meşhur olan kavle göre ödemez, Zİrâ hadîste kurt ile hayvanı bulan müsavi
tutulmuştur. Kurda bir hüküm terettüb etmediğine göre hayvanı alana da etmez.
Üçüncüsü : Kaybolan
develerdir. Bunlar hakkında Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz: «Alınmazlar;
halleri üzere ağaçlardan otiayip suya gitmeye terk edilirler» diye hükmetmiş;
bunların kimseye muhtaç olmadıklarına işaret buyurmuştur.
Maamâfîh, Hanefüer'e
göre evlâ olan onları da alarak muhafaza etmektir.
Ulemâ : «Develerin
alınmaması hususundaki emrin hikmeti, oldukları yerde daha kolay
bulunmalarıdır» derler.[378]
963/800-
«İyad b. Himar[379]
radıifallii anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallaUah il aleyhi ve sellem:
— Her kim bir kayıp
bulursa hemen iki adaletli kimseyi şâhid tutsun ve bulunan şeyin kabını,
bağını bellesin. Sonra gizlemesin ve kaybetmesin. Şayet sahibi gelirse hak
onundur. Gelmezse o mal Allah'ın malıdır; onu dilediğine verir; buyurdular».[380]
Bu hadîsi Tİrmizî
müstesna Dörtler'le Ahmed rivayet etmiş; Ibni 'Huzeyme, İbn Cârûd ve İbnİ
Hibban onu sahîhlemişlerdîr.
Lükata ve onun kabı
İle bağı hakkında yukarıda îzâhât verildi. Bu hadiste iki adaletli kimsenin
şâhid getirilmesi ve lükata'yı onlara gösterme meselesi vardır. îmam-ı A'zam'm
mezhebi ve İmam Şafiî'nin iki kavlinden birisi budur. Onlara göre İtikat ayı
aldığına işhâd etmesi vaciptir. İmam Mâlik ile bir kavlinde Şafiî'ye göre
işhâd lâzım değildir. Zîrâ sahîh hadislerde işhâd zikredilmemiştir. Binâenaleyh
buradaki işhâd mendûbdur.
Işhâd'm lüzumuna kail
olanlar; «buradaki ziyâde sahîh olduktan sonra artık onunla amel vâcib olur.
Onun diğer hadîslerde zik-rediîmemesi işhâda münâfî değildir.» diyorlar ki, hak
olan da budur.[381]
969/801-
«Abdurrahman b. Osman-ı Teymî[382]
radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre. Peygamber sallalîahü aleyhi ve
selîcm hacıların lükatasından nehyetmİştir.»[383]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hacıların lükatasından
murâd: Onların Mekke'de zayi' ettikleri şeylerdir. Zîrâ Hz. Ebu Hüreyre'nin
rivayet ettiği bir hadîste Mekke'nin Kikatasının sahibinden başka kimseye helâl
olmadığını; fakat Cum-hur'a göre buradaki nehîden muradın; kendine mal etmek
için almak olduğunu görmüştük.
Hacıların lükatalannın
Mekke'ye mahsus oluşu bulunan eşyanın sahiplerine ulaştırılması kolay olduğundandır.
Ulemâdan bir cemâat ise: «Bu hususta Mekke ile şâir beldeler arasında hiçbir
fark yoktur. Mekke'nin tahsis edilmesi ta'rîfte mübalâğa içindir.» diyorlar.
Bu hadîsin Mekke'de
olsun şâir yerlerde olsun mutlak surette hacılar hakkında olması da muhtemeldir.
Çünkü Mekke'de olduğuna delâlet eden bir delil yoktur.[384]
970/802- «Mikdam
b. Ma'dikerib radıyallü tftaft'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Rerûlüliah sallalîahü aleyhi ve sellem:
— Dikkat edin:
yırtıcılardan azı dişine sâhib olanla ehlî eşek ve zimmî malından lükata helâl
ofmaz ancak sahibi ondan müstağni olursa o başka; buyurdular.»[385]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmiştir.
Hadîs-i Şerifte zikri
geçen şeylerin haram kılındığı ileride «Et-ıme» babında görülecektir. Musannif
onu burada sırf kendisine İslâm diyarında yaşamak için ahd-u cman verilen
zimmînin lükatası için getirmiştir. Bu suretle «Lüknta babı» nda müslüman ile
zimmî arasında bir fark olmadığı anlaşılıyor. Hadisten anlaşılan: zimmî'nin
lükatasımn zimmîîer mahallesinde bulunmasıdır. Aksi takdirde lükatanm hangi insana
âid olduğu pek kestirilemez.
«Ancak sahibi ondan
müstağni olursa o başka» cümleT si yukarıda hurma dânesi mes'elesinde görüldüğü
vecihle «ehemmiyet verrlmiyecek derecede az» diye te'vîl edilmiştir. Yahut
i'lân edildiği halde sahibi çıkmayan mai'dır. Bunu müstağni olmakla ifâde
etmesi, is-tiğna'nın bilinmemeye sebep olmasındandır: Zîrâ müstağni olmasa ciddiyetle
arardı.
Fâİde : Ncvcvl
«el-Mühczscb-» şerhinde şöyle diyor : «Bahçeye, ekine veya hayvana tesadüf eden
kimse hakkında ulemâ İhtilâf etmişlerdir. Cumhur'a göre bunlardan bir şey
alamaz, ancak zaruret halinde alabilir. Oznman dahî Cumhur-u ulemâ ile Şafii'ye
göre aldığını öder. Seleften bazılarına göre bir şey Ödemez. îmam Ahmcd'dcn
esah rivayete göre bahçenin duvarı yoksa içindeki yaş yemişlerden yiyebilir.
Diğer bir rivayete göre ise ihtiyacı varsa yemesi caizdir; ve her iki halde de
ödeme yoktur. İmam Şafii bu rhes'ele hakkında sözü hadîsin sahîh olmasına
ta'lik etmiştir.
Bu mes'elede kaviller
çoktur.[386]
Ferâiz: Fcrîza'nm
ccm'idir; farz'dan'alınmıştır,
katı' manasınadır. Mîras hisselerine
ferâiz denilmesi, âyet'te :
[387] Duyurulduğu içindir. Bunun mânâsı: «ma'lûm
miktar» demektir. Ferâiz ilmini öğrenmeğe teşvik eden hadîsler çoktur.[388]
803/971-
«İbni
Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:
— Hisseleri ehillerine
ulaştırın. Kalan miktar en lâyık erkek şahsındır; buyurdular.»[389]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Hisselerin ehillerinden
murâd : Kur'ân-ı Kerîm'de nassen bildirilen altı nevi' hisse ile bunları
alacak olanlardır.
Altı nevi' hisse
şunlardır : yarı, yarımın yarısı, yarımın yarısının yansı, üçte iki, üçte
ikinin yarısı, üçte ikinin yarısının yarısı. îbni Battal (—444) diyor ki: «en
lâyık erkekten murâd : ehl-i ferâiz hisselerini aldıktan sonra asabe olan
erkeklerden ölene en yakın olandır. Diğerleri bir şey almaz. Hepsi yakınlıkta
müsâvî iseler, hissede müşterek olurlar.»
Bazıları «en lâyık
erkek» den maksad: hala ile amca. kardeş kızı ile kardeş nğlu, amca kızı ile
amca oğludur. Ana baba bir veya baba bir kız kardeş, yahut kardeş bundan
hâriçtir derler. Çünkü bunlar nass-ı Kur'ân ile muayyen mîras hissesi alırlar.
Teâlâ hazretleri :
«Eğer erkek ve kız
kardeşler beraber olurlarsa o halde erkeğe iki kadın hissesi miktarı
verilecektir» buyurmuştur.
En yakın asaheler
oğullardır. Sonra aşağı doğru ne kadar iniiirse inilsin onların oğulları,
onlardan sonra baha, sonra bnbanın bahası olan dedelerdir. Gerek asabelerin,
gerekse diğer hisse sahiplerinin tafsilâtı, ferâiz kitaplarında lâzım geldiği
şekilde îzâh edilmiştir.
Hadîs-i Şcrîf,
erkeklerden asaba bulunduğuna göre şerefsâdır olmuştur. Bulunmadığı takdirde
.mirasın bakiyyesi kadınlardan muayyen hissesi olmayana verilir. Nitekim
aşağıda görülecektir.[390]
804/972- «Üsâmetü'bnü
Zeyd mdvjallahü anhümâ'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber snllallahü
aleyhi ve sollcm:
— Müslüman kâfjr'e; kâfir de müslüman'a mirasçı olamaz; buyurmuşlardır.»[391]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Cumhur-u ulemâ'nın
mezhebi de budur. Hi. Muaz b. Cebel, Muaviye (R.'A.) ile tabiînden Mesruk,[392]
Saîd b. Müseyyeb, İbrahim Nehaî ve diğer bazı zevat bunun hilâfına kail olmuş;
ve «müslüman kâfirden miras alır, fakat kâfir müslümandan mîras alamaz»
demişlerdir. Hz. Muaz (R. A.)'m deiîli Peygamber (S.A.V.)'den işittiği şu
hadîstir :
«hslâmiyet artar;
eksilmez».
Bu Jıadîsi Ebu Dâvud
tahrîc etmiştir. Hâkim onu sahîhlemiştir.
Filhakika babaları
vefat eden biri yâhûdî diğeri müslüman iki kardeş mîras hususunda münazaa
etmişler. Babalan yahûdî olarak öldüğü için bütün mirasını yahûdî olan oğlu
almıştı. Müslüman olan oğlu bunu dâvaya vermiş ve Hz. Muaz (R. A.) müslüman
-kardeşi mî-rascı yapmıştır. îbni Ebî Şeyhe, Abdullah b. Mugaffeî'den şu
sözleri Lahrîc etmiştir :- «Muavİye'nin verdiği hükümden daha güzel bir hüküm
görmedim, biz chl-i Kitaba mirasçı oluyoruz; onlar bize mirasçı olamıyorlar.
Nitekim onların tarafından bize nikâh helâl oluyor, fakat bizim taraftan onlara
helal olmuyor».
Lâkin Cumhur buna
cevap vermişler ve: «müüttefekun aleyh hadîs mirası men' etme hususunda
nass'dır. Muaz hadîs'İnde mîras'm hususiyetine delalet yoktur. Onda yalnız
îslâm dîninin şâir dinlerden üstün olduğu ve eksilmeyip artmakta devam ettiği
beyân olunmuştur» demişlerdir.[393]
805/973- «Ibni
Mes'ud radıyaîlahü anh'dan-kn, oğul kızı ve kız kardeş hakkında Peygamber
sallallahü aleyhi ve seîlem ;
— Kıza yarıyı, oğulun
kızına üçte ikiyi tamamlamak için altıda biri, kalanı da kız kardeşe hüküm
buyurdular; dediği rivayet edilmiştir»[394]
Bu hadîsi Buharı rivayet
etmiştir.
Hadîs-i Şerif, kız
kardeşin kız ve oğul kızı ile birlikte asabe olup mirasın bakiyyesini alacağına
delildir. Zaten, kız kardeşlerin kızlarla birlikte asabe olacağına ittifak
vardır. Bir defa Hz. Ebû Musa (R.A.) : kızlarla beraber kız kardeş mîrasın
yarısını alacak; diye fetvâ vermiş. Sonra mes'eieyi soran zât'a bunu bir de Hz.
İbnî Mes'ud'a sormasını emretmiş, Ibni Mes'ud (R.A.) Peygamber (S.A.V.)'in hükmü
gibi hüküm vermiş. Bunun üzerine Ebû Musa (R. A.): «Bu habır aramızda olduğu
müddetçe bana bir şey sormayın» demiştir. Habr ve hıbr : Sözü süsleyip
güzeleştirmesini bilen âlim; demektir. Bazılarına göre hıbır denilmesi, nâs'ın
kalplerinde ilminin eseri kaldığı içindir.[395]
974/806- «Abdullah
b. Amr rndıyallahü anhümd'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellcm :
— İki millet ehli
birbirine mirasçı olamazlar; buyurdular.»[396]
Bu hadîsi Tirmizî
müstesna Dörtler'le Ahmed rivayet etmiştir. Hâkim onu Usâme'nin İâfzı ile
tahrîc etmiş; Nesâî ise Usâme hadîsim bu lâfızlarla rivayet eylemiştir.
Hadîs-i Şerif, iki
ayrı din sâlikleri arasında birbirine mirasçı olma hakkı bulunmadığına yani
hıristiyan'larla yahûdîler ve bunlardan biri ile müslüman'lar ar.asında tevarüs
cereyan etmediğine delildir.
Cumhur-u ulemâ bundan murâd'ın
: Ehl-i Kitab ile müslümanlar olduğuna kaildirler. Bu takdirde mânâ : «Müslüman
kâfir'e mirasçı olamaz... ilâh...» hadîsindeki gibi olur. Küfür milletleri
birbirlerine mirasçı olurlar; bu sabit'bir hakikattir. Hadîs'in bütün
milletlere ânım ve şâmil olduğuna yalnız Evzâî (88—157) kail olmuştur. Ev-zâî ;
«Yahûdî nasrânîye mirasçı olamadığı gibi nasrânî de yahûdî-ye mîrasçı olamaz;
şâir milletler de böyledir» demiştir.
Buradaki hadîs'in
zahiri EvzâVye yardım etmektedir.
Hadîs-i Şerif :
[397]
«Allah sîze evlâdınız hakkında vasiyyet eder...» âyet-i kerîme'sini tahsis
ediyor. Çünkü âyet müslüman, kâfir bütün evlâda âmm ve şâmildir.
Bu hadisle kâfir cvlâd
ondan tahsis ediliyor.
Usûi-i fıkıh ilminin
boyanma göre haber-i vâhid'in bazı dereceleri ile Kur'ân-ı Kerîm tahsis
olunabiür.[398]
975/807- «İmran
b. Husayn radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Peygamber
sallalîahü aleyhi ve sellem'e bîr adam geldi; ve :
— El - hak
benim oğlumun oğlu vefat etti.
Bana onun mirasından ne var?
dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :
— Sana altıda bir var; buyurdular. Adam dönüp giderken, onu
çağırarak :
— Sana bir altıda bir daha var; buyurdular.
Adam dönüp giderken (onu tekrar) çağırarak :
— Son altıda bir, sana fazladan bir rızk'tır;
buyurdular.»[399]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dörtler rivayet etmiş; Tİ mîzî onu sahîhlemiş-tir. Hadîs, Hasan-t Basrî'nin
Imran'dan rivayet ettiği hadîstir. Fakat Hasan'ın Imran'rlan işitmesinde hjlâf
vardır.
Katâde : «ResûlüHah
(S.A.V.) onu ne ile beraber mirasçı yaptı : bilmiyorum. Dedenin en az aldığı
mîras hakkı altıda birdir» demiştir.
Mes'elenin sureti
şöyledir: «Ölen kimse geride iki kızı ile bu suali soran dedesini bırakmıştır.
Şu halde iki kıza mirasın üçte ikisi verilecektir. Geriye bir üçte bir kalır.
Peygamber (S.A.V.) suali sorana altıda biri hissesi olmak hasebiyle vermiştir.
Zîrâ burada onun hissesi altıda birdir. Öteki altıda biri kendisine birden
bire vermemiş; dönüp giderken arkadan çağırarak vermiştir. Çünkü iki altıda
biri beraberce versede hissesinin bu olduğunu zannederdi.
Son defa çağırarak :
«Bu sana tu'medir» demesi onui* hisse üzerine ziyâde olduğunu, bu ziyâdenin kendisine asabe bulunması sebebi
ile verildiğini bildirmek içindir. Çünkü tu'me: hisse olmayan fazla rıkzktır.
Burada ondan murâd: asabe olmaktır.[400]
976/808- «İbni
Büreyde'den o da babasından -radıyallahü anhümâ-İşitmiş olarak rivayet
edildiğine göre Peygamber sallalîahü aleyhi ve sellem cedde'ye yanında anne
olmadığı zaman altıda bir vermiştir.»[401]
Bu hadîsi Ebû Dâvud
ile Nesâî rivayet etmiş; İbni Huzeyme ile İbni Cârûd onu sahîhlemişler, İbni
Adİy de kuvvetli bulmuştur..
Hadîs-i Şerîf,
nine'nin mîras hissesinin altıda bir olduğuna delildir. Nine'nin anne veya
baba tarafından olması müsavidir. Ced-de'ler aynı dereceden bir kaç tane
olurlarsa altıda biri müştereken paylaşırlar. Fakat dereceleri muhtelif olursa
iki cihetten uzak olan cedde, yakın olanla sakıt olur.
Ceddeleri ancak anne
ile baba ıskat eder. Bunların her biri kendi tarafından olan ceddeyi ıskat
eder.[402]
977/809- «Mikdam
b. Ma'dîkerib radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallalîahü aleyhi ve sellem:
— Dayı, mirasçısı
olmıyanın mîrasçısıdır; buyurdular.»[403]
Bu hadîsi Tirmizî
müstesna, Dört'ler ile Ahmed tahrîc etmişlerdir. Ebu Zür'ate'r - Râzi onu hasen
bulmuş; İbni Hibbân i!e Hâkim ise sa-hîhl emişlerdir.
Hadis-i Şerîf, asabe
ve zevil erhâmdan mirasçı bulunmadığı zaman, dayının mirasçı olacağına
delildir. Dayı zevi'I-erhanıdandır.
Ulemâ «zevi'l-et^um»
denilen uzak akrabanın mirasçı olup-olmıya-cağı hususunda ihtilC etmişlerdir.
Eshâb-ı Kirâm'ın bir çokları ile Ha-nefîler ve başkaları onv'arı mirasçı
yaparlar.
Onlara göre bir k'mse
ölürken yalnız halası ile teyzesini bırakırsa, hala'ya üçte iki, teyze'ye üçte
bir verilir. Delilleri:[404]
«Zî rahîm olan akraba
birbirlerine daha lâyıktır» âyet-i kerîme'sidir.
İmamlardan Şafiî ile
Mâlik'e göre zevi'l-erham'a miras verilmez. Çünkü ferâiz ancak Kîtâbullah veya
sünnet ile yahut da İcmâ'la sabit olur. Halbuki burada bunların hiç.biri
yoktur. Onlar babımız hadîsi için: «Bu yalnız dayı hakkında nass'tır; başkası
hakkında bir hüküm ifâde etmez, âyet ise mücmeldir. Onda ve hadîste zikredilen
zevi'l-erhâm fukahâ'nın örf'ünce zevî'l-erhâm sayılanlar değildir. Hala ile
teyzeye mîras olmadığını bildiren hadîsler vardır. Bunların hepsi zaif ise de
birbirleri ile kuvvet bulurlar» derler.
Bu zevât'a göre
zevi'l-erham'ın mirasları Beylü'l-Mâl'e kalır. Tafsilât ferâiz
kitaplarındadır.[405]
978/810- «Ebu
Ümâmete'bni Sehl radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Ömer,
Ebu Ubeyde radıyaîlahü anhümâ'ya Re-sûlüllah sadallahü aleyhi ve seîîem'ln :
— Allah ile Resûl'ü
mevlâsı olmayanların mevlâsı-clırlar; dayı da mirasçısı olmayanın mirasçısıdır;
buyurduğunu yazdı.»[406]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
müstesna Dörtler'le Ahmed rivayet etmiştir. Tirmİ7Î onu hasen bulmuş; Ibni Hibbân ise sahîhlemiştir.
Aynı hadîs Hz.
Âîşe'den de rivayet olunmuştur. Tirmizi diyor ki «Zevi'l-erhami mirasçı sayan
ehl-i ilm'in çoğu bu hadîsle istidlal etrr i lerdir. Fakat Zeyd b. Sâbİt onlara
mîras vermedi.»
Hadîs-i şerif, «yukarıki
Mikdam hadîsindeki dayıdan murâd sultandır» diyenlerin sözlerini reddediyor.
Çünkü öyle olsaydı Hz. Peygamber (S.A.V.) : «Ben mirasçısı olmayanın mirasçı
siyim» derdi,
Maamâfîh Ebu Davud'un
tahrîc ettiği ve Ibni Hibbân'm sahîh-lediği şu hadiste Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
bunu demiştir:
«Ben mirasçısı
olmayanın mîrasçısıyım; ona lâzım gelen diyeti öderim; mirasçısı da olurum.»
Bu hadisle Mikdam ve
Ebu Ümame hadîslerinin araları şöyle bulunur: O hadîslerde dayıya mîras
vermesi dayıdan başka uzak yakın hiç bir akraba kalmadığmdandır. Resûlüllah
(S.A.V.)'in kendilerinin mî-rasçı olmasından murâd: o terekenin müslümanların
malı olmasıdır. Bu da hiç mirasçı bulunmadığı zaman olur.[407]
979/811- «Câbir
raâ.ıyallahü anh'den Peygamber sallaîlahil aleyhi ve seUem'den işitmiş olarak
rivayet edildiğine göre Resûlüllah (S.A.V.):
— Doğan çocuk ağladı
mı, mirasçı olur; buyurmuşlardır.[408]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Ibni Hibbân onu sahîhlemiştîr.
İstîhlâl : Doğan
çocuğun ağlamasidır. Burada ondan kinaye yolu ile, çocuğun diri doğması
kasdedilmiştir. Şu halde ağlamadan dirilik alâmeti gösterse yine diri
hükmündedir.
Hadîs-i Şerif, çocuk
düşmesi hâlinde, düşen çocuğun ağlaması ile ona başka diriler gibi hüküm sabit
olduğuna; binâenaleyh mirasçı olmak, yıkanıp kefenlenmek, cenazesinin
kılınması gibi haklardan istifade edebileceğine delildir. Bittabi hayat eseri
görülmyenlere bu hükümler verilmez.[409]
980/812- «Amr
b. Şuayb'dan o da babasından o da dedesinden -radı-yallahil anhüm- işitmiş
olarak rivayet edilmiştir. Dedesi demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve
sellem:
— Kaatiie mîrasdan bir şey yoktur; buyurdular.»[410]
Bu hadîsi Nesâî ile
Dare Kutnî rivayet etmişlerdir. İbni Abdilberr onu kavî bulmuş; Nesâî ise
illotlendirmiştir. Doğrusu : Amr'e mevkuf olmasıdır.
Hadis'in diğer bir çok
tarîklerle şâhidlcri vardır ki; bunların mec-mu'u onunla amel'i îcâbetürir.
imam, A'zam Ebu Hanıfe
ile diğer Hanefî imamları, İmam Şafiî ve ekser-i ulemâ bu hadîsle istidlal
ederek kasden olsun hatâ sureti ile olsun insan öldüren kâtil'in öldürdüğü
kimseye mirasçı olamıya-cağına kail olmuşlardır, imam Mâlik ile diğer bir takım
ulemâ'ya göre ise Ölüm hatâ sureti İle olmuşsa kaatil maldan mîras alabilir;
faHtat diyetten alamaz.
Ancak Beyhakî'nin
rivayet ettiği şu haber bu kavle zâhib olanların aleyhine delildir: «Bir adam bir taş atmış; ve taş annesine,
isabet ederek öldürmüş. Kaâtil oğul annesinin mirasını almak iste-* yince
kardeşleri kendisine mâni' olmuş; ve:
— Senin hakkın yoktur; demişler. Nihayet Hz.
Ati (R. A./in huzuruna da'vâya çıkmışlar. Hz. Ali ona :
«— Senin annenin
mirasından hakkın hacirdir» diyerek ona diyeti ödemiş; fakat mîrastan bir şey
vermemiştir.
Yine Beyhakî Câbir (R.
A./den şu sözleri rivayet ediyor: «Câbir : Bir adam mirasçısı olacağı adamı
veya kadını kasden veya hataen öldürürse, o adam onlardan mîras alamaz. Ve
hangi kadın bîr adamı veya kadmı kasden yaKut hataen öldürürse ona da onlardan
mîras yoktur. Eğer katil kasten yapılmışsa kısas lâzım gelir; ancak maktul'ün
velîleri affederlerse o başka. Velîler affetseler bile ona maktul'ün ne
diyetinden ne de malındar bîr şey verilmez. Ömer b. Hattab, Ali Şüreyh ve başka
müslüman kadıları hep böyle hükmettiler» demiştir.[411]
981/813- «Ömer
b. Hattab radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve sellem'ı :
— Babanın veya çocuğun
ihraz ettiği her şey, kim olursa olsun asabesine kalır» derken işittim.[412]
Bu hadisi Ebu Dâvud,
Nesâî ve İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Onu ibni Medînî ile İbni Abdilberr
sahihlemişlerdir.
Baba veya çocuğunun
ihrazından murâd: onların hakkı olan .şeylerdir. Bunlar onların asabclerine
miras kalacaktır.
Hadîsin kıssası
vardır. Bu kıssa «Sünen-» denilen kitaplarda şöyledir: «Riâb b. Huzeyfe bir
kadınla evlenmiş, kadın ona üç çocuk doğurduktan sonra ölmüş; çocukları
annelerinin evini ve mevtalarının velâsını mîras olarak almışlar. Amr b. Âs o
çocukların asabesi imiş. Onları Şam'a götürmüş. Fakat yolda çocukların hepsi
ölmüş. Amr b. Âs, Şam'a varmış orada çocukların annesinin mevlnsı ölmüş ve
geride ma! bırakmış. Kadının kardeşleri Hz. Amr'ı Ömer b. Hattab (R.A.)'a
şikâyet etmişler. Ömer (R. A.) : «Baba veya çocuğun ihraz ettiği her şey, kim
olursa olsun asabesine kalır» demiş.
Hadîs-i Şerif,
velâ'nın mîras olarak alınamadığına delildir. Bunda hilaf vardır. Hilafın
faydası şurada zahir olur: Bir adam bir köle azâd etse, sonra kendisi ölse ve
geride iki kardeş yahut iki oğul bıraksa, sonra oğullarının biri ölse ve o da
geride bir oğul bıraksa: «Velâ mirasa girer» diyenlere göre bu adamın mirası;
oğlu ile oğiunun oğlu arasında taksim edilir: «Velâ mirasa giremez» diyenlere
göre; bütün mîras oğlunun olur.[413]
982/814- «Abdullah
b. Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem:
— Velâ neseb karabeti
gibi bir karabettir. Ne satılır, ne de hibe edilir; buyurdular.»[414]
Bu hadîsi Hâkim, Şâfİî
tarîki ile Muhammed b. Hasen'den o da Ebu Yusuf dan rivayet etmiştir. İbni
Hibban onu sahîhlemiş; Beyhakî ise iüetlrndirmiştir.
Hadîsimizin tarîkleri
ile sahih olup olmaması hakkında ulemâ'nm sözleri pek çoktur. Bu hadis velâ'nın
satış veya bağış gibi bir temlik ile kazanılamıyacağına delildir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) onu neseb'e benzetmiştir.
Neseb bir şey mukabilinde olsun, mukabilsiz olsun nakledilemez.[415]
983/815-
«Ebu Klâbe'den[416]
Enes radıyaîîahü anh'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber sdlîalîahü
aleyhi ve selîem:
— Sizin en feraizciniz
Zeyd b. Sâbit'tir; buyurdular.»[417]
Bu hadîsi Ebu
Dâvud'dan gayri dörtler ile Ahmed tahrîc etmişlerdir. Onu Tirmizî, İbni Hibban
ve Hâkim sahîhlemişlerdir. Fakat hadîs mürsel ojmakla illetlendirilmiştir.
Çünkü Ebu Klâbe başka
hadîsleri işitmiş de olsa bu hadîsi Enesden işitme mistir.
Bu hadîs, uzun bir
hadîsin bir parçasıdır. Mezkûr hadîste her biri #yrı bir hayırlı haslete sâhîb
yedi sahâbî zikredilmiştir. Musannif âdeti veçhiyle hadîs'in yalnız burada
lâzım olan kısmını almıştır. Tamamı şudur :
«Ümmetimin ümmetime en
hayırlısı Ebu Bekir, Allah'ın dîni hakkında en şiddetlisi Ömer, haya itibarîle
en
sâdık olanı Osman,
helâl ve harârrTı en ziyâde bileni Mu-az b. Cebel, Kitâbullah'ı en güzel
okuyanı Übey b. Kâ'b, fer?izt en çok bileni Zeyd b. Sâbit'tir. Her ümmet'in bir
emîni vardır. Bu ümmet'in emini de Ebu Ubeydete'bni'l Cerrafı'tır.»
Peygamber (S.A.V.)
Zeyd hakkında muhâtabların idinde «en ziyâde ferâiz bilen» diye jjchâdct
edince artık ferâiz müskillerini halletmek için ona müracaat etmek îcabcdcccği
kolayca anlaşılır.
t mam Şâfn ferâiz
bâbı'nda bu hadîse i'timâd ederek Hz. Zeyd'i başkalarına tercih etmiştir.[418]
Vasâyâ : vasiyyetin
cem'idir.
Vasiyyet : Teberru'
sureti ile ölümden sonraya izafe edilen bir tem-îîktir! Bu sözler vasiyyetin
ta'rifidir. Maamâfîh lügat mânâsı da tarifte dâhildir.
Bu akdi yapana: mûsî,
kendisi için vasiyyet yapılana mûsâ leh,.vasiyyet edilen şey'e mûsâ bin,
mûsî'nin malında tasarrufta bulunmak için onun yerini tutan kimseye de vasiy
derler. Vasiyyet meşru' bir kaziyyedir. Meşru'iyyeti kitap ve sünnet ile
sabittir.
Kitabda delili :[419]
«Yaptığı vasiyyetînden
veya borçlan sonra» âyet-i kerîme'si; sünnetten delili de aşağıdaki
hadîslerdir.[420]
984/816- «İbni
Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet edildiğine göre; Resûfüllah sdddllahü
aleyhi ve seîîem:
— Vasiyyet etmek
istediği bir şeyi olup da üzerinden iki gece geçen müslüman bir kişinin hakkı,
ancak vasiy-yetinin kendi huzurunda yazılmış olmasıdır; buyurmuştur.»[421]
TTndis müttefekun
aleyh'tir.
hitam Şafii' hadîste
geçen(Hak) kelimesini, tedbîr ve ihtiyat mânâsına almıştır. Bu takdirde mânâ
şöyle olur: «Eğer bir kimsenin vasiyyet etmek istediği bir şeyi varsa o kimse
için tedbir ve ihtiyat vasiyyetini yazılı olarak gözünün önünde
bulundurmaktır. Çünkü ecelinin ne zaman geleceğini bilmez. Bakarsın birden
gelir de kendisi ile yapmak istediği vasiyyet arasına giriverir».
Diğer ulemâ'ya göre bu
hak lügatte: sabit olan .şey demektir. Şer'an h.tk: kendisi ile hüküm sabit
olan şeydir. Sabit ol;ln hüküm, vâcib de niMi'lnh da olabilir. Hattâ nadiren
mübâh bite olur. Eğer (hak) kcli-iiı'si (ala) edatı İle kullanılırsa vücûb
ifâde eder. (afâ) sız kullanılırsa ihLimalİi katır.
Hadîsi Şerifte :
«vasiyyet etmek istediği» Duyurulduğuna finre vasiyyetin vâcib olmadığı
anlaşılır. Maamâfîh bu cihet ihtilaflıdır. Cumhur-u ulemâ'ya göre vasiyyet
mmdûbtur, Zâhirîler'c göre vâ-cihlir. lîu kavil İmam Şâjiî'mn eski mezhebi
olduğu rivayet edilir. Ihni Abdill)crr, vasiyyetin vâcib olmadığına icma1
bulunduğunu iddia etmiştir. Fakat en güzeli dört mozheb imamlarının yaptıkları
f;ibi vasiyyeti kısımlara ayırmaktır. Meselâ Hanefîler'c göre: üzerinde emânet
gibi şer'İ bir hak olup da vasiyyet etmediği taktirde zayi* (>!.m .KMiidan
korkutursa o hakkın Ödenmesini vasiyyet etmek vacip1er. Kefaret, zekât, oruç
fidyesi ve hacc gibi ibâdet olan şeyleri va-.Myyet etmek müstehâb; fisk-u fücur
ehline vasiyyet mekruh, akraba ve teallûkatına veya dostlarına vasiyyet
mübah'tır. Diğer mezhebler-de de nz fark ile bu taksimat vardır.
Hadîsteki iki gece
ta'bîri tahdîd için değil takrîb içindir. Zîrâ hadis, üç gece ta'bîri ile de
rivayet olunmuştur.
Tnjbi (—743) diyor ki
: «İki veya üç geceyi tahsîsde mübalâğalı müsamaha vardır, yani az bir zaman o
şey sahibinin elinde kalır. Biz bu zamanın iki veya üç gece olmasına müsamaha
gösterdik. Artık bundan öteye geçmek olamaz» demektir.
Müslim, İbni Ömer (R.A.)'m şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
— Bir gece bile
geçirmeden vasiyyetim yanımda yazılı
idi.
Vâkıâ Ibnİ Münzir'in
sahih bir senedle tahric ettiği bîr rivayete göre : Ibnİ Ömer'e Ölüm döşeğinde
İken, vasiyyet edip etmiyeceği soruldukta: «malıma gelince: onun hakkında ne
yapardığımı Allah daha iyi bilir.» demiş ise de rivayetlerin arası cem edilir;
ve: «İbni Ömer, vasiyyetini yazar ve bellerdi. Ötüm kendisini bulduğu zaman
elinde vasiyyet edecek bir şey yoktu.» denilir.
Hadîste geçen
(yazılmış) ta'biri ile şehâdet olmasa bile vasiyyetde yazıya i'Hmâd
edilebileceğine istidlal olunmuştur. Şâfiîyye ulemâsı'n-dan bazıları, bunun
vasiyyete mahsus olduğunu söylerler
Cumhur'a göre ise
(yazılmış) tan murâd: şartına uygun şekilde; demektir ki şehâdet de
budur. Bunlar :
[422] «Birinize ecel geldiği zaman aranızda şehâdet...»
âyet-i kerîme'si ile istidlal ederler. Zira âyet vasiyyete şâhîd getirmenin
nnzar-ı i'ti-bârâ alındığına delâlet ediyor.
Hadîs-i Şerif, hukuka
âid bir şeyin v;ısiyyet edilmesine delâlet ediyor. Çünkü Peygamber (S.A.V.) :
«Vasiyyet etmek istediği bir sevi» demiştir. Vasiyyetnâme'nin başına âdet
veçhile şehâdeteyni yazmak gibi şeyler hakkında merfu' bir hadîs
bilinmemektedir. Yalnız Ahdürrczzak (120—211) sahih bir scncdlo Hz. Enes'e
mevkuf m şu hadîsi tiihrîc etmiştir : «Eshâb-ı Kiram, vasiyyetlerinin başına
Besmeleyi yazarlar: Bu filân oğlu filân'ın vasiyyeti olup bir Allah'dan başka
Allah olmadığına, Allah'ın şeriki bulunmadığına, Muhammed'İn onun kulu ve
Peygamberi olduğuna; kıyametin geleceğine, bunda şüphe bulunmadığına; Allah'ın
kabirlerde olanları dirilteceğine şehâdet eder; ibaresini yazar; ve geride
bıraktığı ailesi efradına Allah'dan korkmalarını; barış içinde yaşamalarını ve
eğer tam mü'min iseler Allah ve Resulüne îtaât etmelerini vasiyyet eder :
Onlara Hz. İbrahim'in oğullarına ve Ya'kub'a yaptığı :[423]
Şüphesiz ki Allah sizin için bu dîni seçip ayırmıştır. Binâenaleyh sakın
sizler müslüman olmaktan başka bir halde Ölmeyiniz; şeklindeki vasiyyeti yaparlardı.»
Ulemâ, Peygamber
(S.A.V.)'in vasiyyet yapıp yapmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Çünkü
rivayetler muhteliftir Buharî'âc ibni Ebî Evfâ'dan vasiyyet etmediği rivayet
olunmuştur. Zîrâ mal bırakmamıştır. Arâzî'sini eskiden tasadduk etmiş; silâhı
ile katırının miras olarak ahnamıyncağım haber vermişti. Bunu Ncvevî zikreder.
Müslim, ibni Abbas (R. A..)'dan şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Peygamber (S.A.V.) üç
şey vasiyyet etti. Gelen hey'etlere benim verdiğim gibi bahşiş verin ilâh...»
İbni Ebî Evfâ hadîsinde Kitabullah'ı; Enes (R. A.) hadîsinde vefat ederken
namazı ve köleleri vasiyyet ettiği görülmektedir, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in
Ensâr'ı ve Ehl-İ Beyt'ini vasiyyct ettiği dahî sabit olmuşsa da bu vasiyyeti
Ölüm döşeğinde iken değildir. Daha başka vasİyyetleri de rivayet olunmuştur.
BuharVmn tahrîcine nazaran Peygamber (S.A.V.) son hastalığında ümmetine bir
vasiyyetnâme yazmak istemiş; fakat buna mâni' olunmuştur. Resûlul-lah
(S.A.V.)'in vasiyyetlerini «Tahrîcü'l-Vesâyâ min habâyâ'z Zcvâ-yâ-» nâm eserin
sahibi müstakil bir bâb'ta toplamıştır. Bunların hejf-si sahih veya hasen
hadîslerdir.[424]
985/817- «Sa'd
b. Ebî Vakkas radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî :
— Yâ Resûlüllah! Ben zenginim; bir tek kızımdan
başka kimse de bana mirasçı olamıyor. Binâenaleyh malımın üçte ikisini tasadduk
ede-yimmî? dedim.
— Hayır; buyurdular:
— Yarısını tasadduk edeyimmı? dedim. (Yine):
— Hayır; buyurdular.
— O halde üçte birini tasadduk edeyİmmi? dedim.
— üçtebir? üçte bir de çok. Şüphesiz ki senin
mirasçılarını zengin bırakman, onları fakır, âleme el açar bir halde bırakmandan
daha hayırlıdır; buyurdular.»[425]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Bu hükmün ne zaman
şerefsâdır olduğu ihtilaflıdır. Bazılarına göre Haccetü'l - Vcdâ'da Mekke'de
sâdır olmuştur. Fil-vâki' Hz. Sa'd hastalanmıştı. Resûlüllah (S.A.V.) onu
ziyarete gittiği zaman aralarında bu muhavere geçmişti. Diğer bazılarına göre
Mekke'nin fethinde olmuştur. Bu rivayeti Tirmizî, îbni Uyeyne'den tahrîc
etmiştir. Lâkin hadis hafızları bunun vehim olduğuna ittifak etmişlerdir. Sahîh
olan birinci kavildir. Vâk'a : iki defa cereyan etmiştir; diyenler bile
olmuştur.
Hz. Ali, Ibnİ Abbas ve
Âişe (R. An/ıılm/dcn^malı az olan kimsenin vasiyyet edemiyeceği rivayet
olunmuştur. Bunlardan Hz. Ali (R. A.): «600 yâhui 700 dirhem para, içinden
vasîyyet edilecek bîr para değildir. 1000 dirhem, İçerisinde vasiyyet olan bir
maldır.» demiş. İbnİ Abbas (R.A.); 800 dirhemde vasiyyet olmadığını söylemiş;
Hz. Âişe'de dört çocuğu ile 3000 dirhemi olan bir kadın için : «Onun malında
vasiyyet yoktur» demiştir.
«Bir tek kızımdan
başka kimse de bana mirasçı olamıyor» ifâdesinden murâd: evlâd nâmına kimse
mirasçı olamıyor; demektir. Yoksa Hz. Sa'd, Benî Zühre'dcn idi. Bunlar onun
asabeleri idiler. Sonra vak'a Hz. Sa'd'ın erkek çocukları doğmazdan önce
geçmişti. VâktdVnin beyânına göre bilâhare dört oğlu dünyaya gelmiştir. .Bir
takımları on oğlu ile on iki kızı dünyaya geldiğini söylerler. Hz. Sa'd'ın
burada zikri geçen kızının adı Âişe idi.
«Tascdduk edeyimmi?»
demesi şimdi tasadduk etmek için izin istemeye de, öldükten sonrayı kasdelmiş
olmaya da ihtimalİidir. Ancak bir rivayette «vasiyyet edeyimmi?» şeklinde
vârid olmuştur. Bu ise ikinci mânâda nassdır. «üçte bir de çoktur» ibaresi bir
rivayette râvî tarafından şek olmak üzere «üçte bir de büyüktür» şeklinde
tesbit edilmiştir. Mezkûr rivayet Buharı'de de vardır. Mal'ın üçte birini de
çocukla tavsif etmesi de daha aşağısına nisbetledir. Bununla tavsif etmekte iki
ihtimal vardır :
1— Ziyâde ve
noksan yapmadan tam üçte birini vasiyyel etmenin evlâ olduğunu beyândır, ki
hemen akla gelen budur. İbni Abbas (R. A.) de bunu anlamış; ve: «Diledim kî
vasiyyette nâs üçte bîrden dörtte bire İnsinler» demiştir.
2— Tasaddukun
üçte birden yapılmasının en mükemmel yani sevaplı olduğunu beyân içindir.
Hadîs-i Şerifte
mirasçısı olanların üçte birden fazla vasiyyet yapmalarının memnu' olduğuna
delâlet vardır ki, icmâ' da budur. Yalnız müstehâb olan miktarın, üçte bir mi
yoksa daha az mı olduğunda ihtilâf edilmiştir. İbni Abbas (R.A.), imam Şafiî
ve bir cemâate göre müstehâb olan üçte birden azını vasiyyet etmektir. Çünkü
Peygamber (S.A.V.) «üçte bir de çoktur» buyurmuştur. Hz. Katâde diyor ki: «Ebu
Bekir beşte birT, Ömer dörtte bîr'i vasiyyet ettiler. Bence beşte bîr daha
münâsibdir». Bir takımları üçte birin müstehâb olduğuna kaildirler. Bunların
delili : «Şüphesiz ki, Allah size vasiyyette mallarınızın üçte birini
hasenatınıza ziyâde etti:» hadîsidir. Bu hadîs aşağıda gelecektir.
Bâb'ınuzın bu hadisi
mirasçısı olanlar hakkındadır.
Mirasçısı olmayanlara
gelince : İmam Balîk'e göre hüküm hep birdir. Yani mirasçısı olana da olmıyana
da müstehâb olan, malının üçte birini vasiyyet etmektir.
Hanefîler'le diğer
bazı ulemâ'ya göre böylesi bütün malını vasiyyet edebilir. Ibnİ Mes'ud (R.
/..)'m mezhebi de budur.
Mirasçı üçte birden
fazla yapılan vasiyyete razı olursa vasiyyet yerine getirilir. Zîrâ hakkını
kendisi iskat etmiş olur. Cumhur'un mezhebi budur.
Mirasçılar vasiyyete
razı olmuşken sonradan dönseler ulemâ'dan bir cemâate göre buna hiç bir zaman
haklan yoktur. Bazıları: «Mûsînin ölümünden önce caiz, faknt Ölümünden sonra
caiz değildir» demişlerdir. Ncvcvî «Bu hadîste ölü için sadaka vermeye ve
bunun müstehâb olduğuna, sadakanın sevabının ölüye ulaşacağına, ona fayda
vere-'ceğine delil vardır» diyor.[426]
986/818- «Âişe
radtyallahü anhâ'dan rivayet olunduğuna
göre, bîr adam. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gelerek :
— Yâ Resûlallah annem ani olarak vefat etti de
vasiyyet yapamadı. Zannederim konuşsaydı
tasadduk ederdi. Acaba onun
için ben ta-sadduk etsem ona bir ecir olur mu? dedi. Resûlültah
(S.A.V.) :
— Evet; buyurdular.»[427]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir. Hadîste nekire olarak zikredilen zât'ın Sa'd
b. Ubâde olduğu bazı rivayetlerde beyân
edilmiştir. Bu hadîs, evlâdın verdiği sadakanın ölen kimseye ulaşacağına
delildir.
[428] «İnsana sa'yînden başka bir şey yoktur» âyet-i
kerîme'si buna mu-uru değildir. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V.)'in :
«Hiç şüphe yok ki,
çocuklarınız sizin kazancınızdan ma'duddur..» buyurduğu sabit olmuştur. Bu
hususta «cenaze bahsinin sonunda söz geçmişti.[429]
987/919- «Ebû
Ümâmete'l - Bâhİliy radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahüa leyhi ve settem:
— Şüphesiz ki Allah
her hak sahibine hakkını vermiştir. Şu halde vâris'e mîras yoktur; derken
işittim.»[430]
Bu hadîsi Nesâî
müstesna Dörtler'le Ahmed rivayet etmişlerdir. Onu Âhmed ile Tİrmizî hasen
bulmuş, İbni Huzeyme ile İbni Cârud kavı addetmişlerdir.
Dare Kutnî bu hadîsi
İbni Abbas'dan rivayet etmiş; ve sonuna : «Ancak vâris'ler dilerse o başka»
cümlesini ziyâde etmiştir, isnadı hasendir.
Bu bâb'ta Tirmizî ile
Nesâî, Amr b. Hârice'den İbni Mâce Hz. Enes'den, Dâre Kutnî babası ve dedesi
tarîki ile Amr b. Şüayb'ten hadîsler rivayet etmişlerdir. Dâre Kutnî, Hz.
Cabîr'den dahî bir hadîs rivayet etmiş; ve: «Doğrusu mürsel olmasıdır»
demiştir. İbni Ebî Şey be, Hz, A|i (R. A./den bir hadîs tahrîc etmiştir. Bu
hadîslerin hepsinin isnadları hakkında söz edilmişse de mecmu'u amel îcab
edecek derecede kuvvet bulmuştur. Hattâ İmam Şafiî (150—204) «el Ümw» adlı
eserinde bu hadîsin mütevâtir olduğuna cezmetmiş; ve: «Bu hadîs bir cemâatin
bir cemâatten nakli suretiyle gelmiştir. Bu ise bir kişinin naklinden daha
kuvvetlidir» demiştir.
Vâkıâ tevatür
dâvasında Fahr-ı Razı (544—606) İmam Şafiî'ye i'tirâz etmişse de bu i'tirâz
hadîs'in sübûtuna mâni' değildir. Hadîsi ümmet kabul ile telâkki etmiştir.
Binâenaleyh onunla amel vâ-cib olmak lâzım gelir.
Buharı (194—256) bu
hususa dâir bir bâb ayırmış adını «Vâris'e vasiyyet yoktur bâb'ı» koymuştur.
Galiba hadîs kendi şartına uymadığı için onu «sahih» ine almamış; fakat ondan
sonra Atâ' b. Ebî RebahS-dan İbni Abbas (R.A.)'a mevkûfen bir hadîs rivayet
etmiştir. Âyet'in tefsin hakkında bu hadîs için merfu' hükmü vardır. İbni Abbas
(R.A.) şöyle demiştir : «Vaktiyle mal evlâd'in vasiyyet de £nne-baba'nın idî.
Sonra Allah Teâlâ bundan dilediğini neshetîi ve erkeğe iki kadın hissesi
miktarı, anne île babadan her birine altıda biri, kadına sekizde bîr ile
dörtte-bîri; kocaya da yarı île dörtte biri verdi.»
Hadîs-i Şerif, vâris'e
vasiyyet edilemiyeceğine delildir. Cumhur-u ulemâ'nın kavli budur. Bazıları
vasiyyet edilebileceğine zâhib olmuşlardır. Bunların delili :
[431] «Bîrinizin eceli geldiği zaman size farzdır. İlâh...»
âyet-i kerîme'si-(lir Derler ki : «Âyetten vücûb neshedilse de cevaz yine
bakîdir.» Faka kendilerine: «Evet öyle olurdu, fakat bu hadîsde vasiyyetin
cevazını nefî etmektedir. Binâenaleyh bu vasiyyetin meşru' bir tarafı kalmaz»
diye cevap verilmiştir.
«Ancak varisler
dilerse o başka» buyurulması: vârise ya-piian vasiyyet mirasçıların tasvib ve
rızası ile yapılırsa sahîh ve nafiz olacağına delâlet eder. Bu bâb'ta az
yukarıda söz etmiştir. Buraya kadar gördüklerimiz vâris'e vasiyyet hakkımda
idi.
Bir de vâris'e ikrar
mes'elesi vardır.
Bir kimse ölüm
döşeğinde bir malını vârislerinden birine ikrar etse Evzaî ile ulemâ'dan bir
cemâate göre caiz olur. îmam Akmed b. HanbeVe göre mutlak surette caiz
değildir. Mâlikiler'den bazılarına göre töhmet varsa ikrar caiz değil, töhmet
yoksa caizdir. Meselâ bir kimsenin .çok sevdiği ikinci karısına, ilk karısından
çocuğu varken mal ikrar etmesi bilhassa o çocuk ile üvey annesinin aralarında
geçimsizlik olduğu zaman töhmeti mûcibtir. Zîrâ: karısına daha çok vermiştir;
diye itham olunur. Töhmet hâl karinesi ile bilinir. Şâfiîler'den Rûyânî
(415—502) bu kavli ihtiyar etmiştir.
Fukâhâ'dan bazılarına
göre ölüm döşeğinde ikrar yalnız karısının mehri hakkında caizdir.[432]
989/820- «Pfluaz
b Cebel radıyallahü cmft'den rivayet olunmuştur. DemisÜr kî: Peygamber sallallahü
aleyhi ve selîem:
— Gerçekten Allah size
ölürken hasenatınızı arttırmak için mallarınızın üçte birini tasadduk
etmiştir.» buyurdular.[433]
Bu hadîsi Dâre Kutnî
rivayet etmiştir.
Aynı hadîsi Ahmcd ile
Bezzar Ebu'd-Derdâ'dan İbni Afâce'de Ebu Hüreyre'den tahrîc etmişlerdir. Bu
rivayetlerin hepisi zâiftir. Lâkin birbirlerini takviye ederler. Allahu alem.
Hadîs'in zaîf olması
isnadında İsmail b. Ayyaş ile onun şeyhi Utbetü'bnü Humeyd bulunduğundandır.
Bunların ikisi de zaîftir. Yalnız hadîs ulemâ'sı arasında mezkûr îsmâiî
hakkında tafsilât vardır, Şamhlar'dan rivayet ederse hadîslerini birçok
imamlar kavî bulurlar; başkalarından olan rivayetlerine i'timâd etmezler.
Hadıs-i Şerif, malın
üçte birinin vasiyyet edilebileceğine delildir; ve malı çok veya az olana; keza
vâris ve başkasına şâmil olacak derecede mutlaktır. Lâkin yukarıda geçen
hadîsler onu takyîd ederler. Dört mezheb fukâhâsmın kavli budur. Bazıları,
vasiyyetin vârise de sahîh olduğunu iddia etmişlerdir.
Şu da ma'lûm olmalıdır
ki :
[434] Yaptığı vasîyyetinden veya borçtan sonra...» âyet-i
kerîme'si borç ile vasiyyetin terekeden birbirine müsavi olarak çıkarılacağına borç bütün malı kaplasa bile vasiyyctİn ona
müşterek olacağına delâlet eder gibi görünürse do ulemâ borcun vasiyyetten önce
ödenmesi lâzım geldiğinde müttefiktirler. Zîrâ tmarn Akmed b. Hanbel ile
TirmizVnm ve başkalarının tahrîc ettiği Hz. Ali hadîsi borcun vasiyyetten evvel
ödeneceğine delâlet eder. Mezkûr hadîsi Hz. Ali (R. A./den el-Harîsü'l-A'ver
rivayet etmiştir. Lâfzı şudur :
«Muhammid (S.A.V.)
borcun vasiyyetten önce Ödeneceğine hüküm buyurdu. Halbuki sîz vasiyyetî
borçtan önce okuyorsunuz.»
Bu hadîsi Buharı
ta'lîk etmiştir; isnadı zaîftir. Lâkin Tirmizî : <^Ehl-i ilme göre amel
bununladır» demiştir. Hadîsin şâhîd'i de vardır.
Evet ulemâ borc'un
vasiyyetten önce ödeneceği hususunda müttefiktirler. Âyet-i Kerîmc'de
vasiyyetin borçtan evvel zikredilmesine gelince : Süheylî bunu şöyle
hallediyor : Vasiyyet sile ve teberru yolu ile yapılır. Borç ise ekseriyetle
teıaddî ve tecâvüz yolu ile yapıldığından âyette vasiyyet evvel
zikredilmiştir; çünkü vasiyyet ef-dâldir.
Süheylî'den
başkalarının bu mes'ele hakkında mütâlâaları şudur : Vasiyyetin evvel
zikredilmesi onun bedelsiz olmasındandır. Halbuki borcun bedeli vardır.
Binâenaleyh vasiyyeti çıkarıp vermek vâris için borcu vermekten daha güçtür.
Bundan dolayı vasiyyet evvel zikredilmiştir. Bir de vasiyyeti mûsî
kendiliğinden verir; borcu ise isteyen vardır. İşte vasiyyetle amel etmeye
teşvik için vasiyyet evvel zikredilmiştir.[435]
Vedîa : Sahibi veyc'
vekili tarafından muhafaza için başkasına verilen maldır.[436]
992/821- «Amr
b. Şuayb'dan o da babasından, o da dedesinden -radıyallahih anhüm- Peygamber
sdlaUdhü aleyhi ve sellem'öen işitmiş «Irak rivayet edildiğine göre, Resûlüllah
(S.A.V.):
— Bir kimseye bir
emânet verilirse o kimseye ödeme yoktur; buyurmuşlardır.»[437]
Bu hadîsi Ibni
Mâce,tahrîc etmiştir. İsnadı zaîftir.
«Sadakaların taksimi
babı» ında zekât'ın sonunda geçti. «Fey' ve ganimetlerin taksimi bâb'ı» ise
inşâallah cihâd'ın arkasından gelecektir. Musannif böyle yapmakla en-münâsib
şekilde hareket etmiştir. Şâfüy-ye kitaplarında bu iki bâb «Nikâh bahsi» nden
Önce zikredilirdi.
Hadîs'in. zaîf
olmasının sebebi, râvîleri arasında el-Miısenna b. es-Sdbbah'm bulunmasıdır. Bu
zât metruktür. Ayni hadîsi Dâre Kutnî şu lâfızlarla tahrîc etmiştir.
«Hiyânet etmiyen
âriyyetçiye Ödeme yoktur. Hiyânet etmiyen emanetçiye de öâeme yoktur.»
Bu hadîsin isnadında
iki tane zaîf vardır. Dâre Kutnî: «Bu hadîs Şureyh'den ancak merfu' olmıyarak
rivayet olunuyor» demiştir.
Bu bâb'ta Hz. Ebu
Bekir, Ali, İbni Mes'ud ve Câbir (R. Anhüm.)'-den vcdîa'nın emânet olduğuna
dâir eserler vardır. Maamâfîh mes'ele-de icmâ' vardır; icmâ, karşısında
Sahabe'nin eserlerine lüzum bile kalmaz.
Vedîa bazan «sana şu
malımı tevdi' eyledim» gibi lâfızlarla, bazan de hiç söz söylemeden elindekini
emanetçinin gözü önünde onun dükkânına bırakmakla olur.
«Vedîa babı» nda
tafsilât çoktur. Bunlar için fıkıh kitaplarına müracaat etmelidir.[438]
Nikâh müessesesi İslâm
hukukunda kendine mahsus pek mühim ve müstesna bir yer işgal eder. Son derece
ciddiyetle ele alınmış olup, şakası da ciddî sayılan üç şeyden biridir. Bu üç
şeyi fafır-i kâinat efendimiz şu hadîs-i şerifleri ile beyân buyurmuşlardır ;
«Yani üç şey vardır
ki, bunların ciddîsi de ciddî, şakası da ciddîdir. Nikâh, talâk, köle azadı[439]».
Hadîs-i Şerifin son
kelimesini teşkil eden «itâk» yerine bazı rivayetlerde «yemîn» bazılarında
«rac'a» bu vurulmuştur. Bu taktirde mânâ : Nikâh, talâk ve yemîn yahut nikâh,
talâk ve ric'at; olur. Bu hadîs-i Şerif bütün rivayetlerinde nikâh lâfzı ile
başlar. Şu halde şaka götürmiyen üç şeyin birincisi mutlak surette nikâh'-tir.
Bundan dolayıdır ki, nikâh, Şer'î ta'biri ile ehlinden sâdır, mahallîne vâki'
olmak şartı ile, şakacıktan dahî yapılsa ciddî olur. Meselâ : Bir baba kızını
şâhîdîer huzurunda şakadan birine verse, yahut bir âkil baliğ kız şâhîdîer
huzurunda şakadan bir delikanlıya «sana vardım» dese, o da ister ciddî, ister
şaka olarak «kabul ettim» cevabını verse, nikâh tamamdır, mün'akidtîr.
Görülüyor ki, şanı pek büyük olan bu nev'i şahsına mahsus müesese adetâ otomatik
çalışan kapılara benzemektedir[440].
Ciddî veya şakadan düğmeye bakıldığı zaman otomatik kapı nasıl derhal açılırsa
aile ocağının kapısı mesâbesindeki nikâh da öyledir. Ancak bu kapıdan b"
rildiği takdirde o ocak teessüs edebilir. Aksi taktirde beşeriyyet herc-ü-irere
içerisinde kalır. Hattâ bir gün neslinin tükenmesi bile mümkün olur. İşte bu
hikmete mebnîdir ki, şu âlemin mukadder olan zamana kadar en mükemmel
şekilde devam ve bekâ'sı ilm-i ezelî-i
ilâhî'de nikâha ta'Iîk edilmiş, diğer ta'birle nikâh'm meşru'-iyyetine sebeb bu
âlemin en mükemmel şekilde devam ve beka'smın ona bağlanması olmuştur. Bizzat
nikâh'în, yani evlenmenin ise müteaddit sebepleri .vardır. Hattâ bu hususta
«Hidaye Şerhi el-înayes de şöyle denilmektedir : «Nikâhtaki şer'î, aklî ve
tabiî sebepler başka hiç bir şer'î hükümde böyle toplanmamıştır.»
1— Şer'î dâİ ve sebepleri : Kitap, Sünnet, îcmâ'-i
ümmettir.
Kitap'tan nikâhın
meşruiyetine delil :
[441] «Size helâl olan kadınlardan İkişer, üçer, dörder
adet nikâh edin» ve :
[442] «Sizden bekârları ve kölelerinizle cariyelerinizden
sâlih olanları nikâh edin. Eğer fakir olurlarsa Allah onları fazl-u kereminden
zenginletir. Allah vasîdi . âlimdir» âyet-i kerîmeleridir.
Sünneİ'ten delili. :
bahsimizin hadîsleridir.
Nİkâh'm lüzumu üzerine
icmâ' da vardır. Vâkıâ bunca âyet ve hadîslerden sonra müddeâyı ispat için
başka bir delile ihtiyaç kalmazca da delillerin tenevvüü ve çokluğu ispât'ı
takviye eder.
2— Nikâh'ın
akü sebebi : Her akıl sahibi isminin bakî kalmasını, resminin bu cihandan
külliyyen mahv-ü münderis olmamasını ister. Bu ise ekseriya neslin bakası ile
olur:
3— Nikâh'ın
tabiî sebebi: Erkek olsun, kadın olsun insandaki hayvani tabiat şehvetini
icrâ'ya meyyaldir. Bu tabiî ihtiyaç şeriat'in mü-sâdesi ile karşılanırsa meşru
hatta sevap bile olur.
Nikâh'ın nev'i şahsına
mahsus bir müessese olduğunu söylemiştik. Çünkü nikâh bir cihetle ibâdet, bir
cihetle muameledir. Hattâ muamele olmaktan ziyâde ibâdettir, islâm hukukuna
dâir yazılan kitaplarda onun bu ciheti ehemmiyetle belirtilmiştir.
Meselâ :
«Ed-Dürrü'l-Muhtar» dst nikâh bahsi şu satırlarla başlar :
«Bizim için Hz. Adem
devrinden bu güne kadar meşru' olmuş, sonra cennette de devam edecek, nikâh
ile îmândan başka ibâdet yoktur.» Hidaye Şerhi «Fethü'l-Kadir» in nikâh bahsi
de şu satırlarla başlamaktadır :
«Nikâh ibâdetlere daha
yakındır. Hattâ onunla meşgul olmak sırf ibâdet maksadı ile nikâh'ı
terketmekten efdâldir». Bunlardan sonra «Fethü'l-Kadir» de nikâh ile cihât
birbirine kıyâs olunmaktadır; şöyle ki :
«Cİhâd'da i'Iây-ı
kelîmetullah bulunduğu için o da bir ibâdettir. Nikâh* ta ise bu iş fazlası
ile mevcuttur. Çünkü nikâh hem müslümamn hem müslümanlığın vücûd bulmasına sebeptir.
Cihâd ise yalnız müslüman-lığın vücûd bulmasına scbebtir. Nikâh ibâdet olduğu
içindir ki, evlenmek evlenmemekten daha hayırlı sayılmıştır. Velevki
evlenmemek sırf ibâdet maksadı ile olsun. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V.)
müteaddit ezvâc-ı tâhirât ile evlenerek bu bâb'da da ümmetine nümûne-i imtisal
olduğu gibi ibâdete vakit bulayım diye, evlenmek istemiyen sahâbe'nin bu
yaptığını beğenmiyerek reddetmiştir.
Buharî ve Müslim'in
müttefîken rivayet ettikleri şu hadîse bir bakınız :
Resûlüllah (S.A.V.)Mn
eshâbından bir kaç kişi onun zevcelerine-evinde gizlice yaptığı ibâdeti
sormuşlar. (Aldıkları cevaba nazaran bu İbâdeti az görerek) birisi : «Ben
kadınlarla evlenmiyeceğim» diğeri : «ben et yemiyeccğîm.» Öteki : «Ben döşeğe
yatmıyacağım» demiş. Re-sûl-ü Ekrem (S.A.V.) bunu duyunca Allah'a hamd-ü
senâ'dan sonra şöyle buyurmuşlar :
«— Bazı kavimlere ne
oluyor kiT şöyle şöyle demişler. Lâkin ben hem namaz kılıyorum, hem uyku
uyuyorum, oruc'ta tutuyorum, tutmadığım da oluyor; kadınlarla da evleniyorum,
şu halde kim" benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.»
Görülüyor ki Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.) evlenmiyenicrin halini te'ki-den reddetmiş, hattâ : «Benden
değildir» buyurarak böylelerden teberrî eylemiştir.
Teâlâ hazretleri
Peygamberlerinin en şereflisine elbette kî en şerefli hali reva görür. Fahr-i
Kâinat hazretlerinin hali tâ vefatına kadar t-\li {.îf-çmiştir. Eğer evlilik,
bekarlıktan evlâ olmasaydı, hayatı boyunca <Tflâl ve evlâ'yı terk etmesine
Cenâb-ı Hak hiç rızâ gÖstcrirmiydi? Bir <io teemmül buyurulursa görülür ki :
Nikâh, ahlâkı düzenlemek, soydaşlarla geçinmeğe tahammül göstermek suretiyle
iç âlemini olgunlaştırmak çocuk terbiyesi vo kendi işlerini görmekten âciz
müslüman-ların işini görmek, yakınlarına, bî-çâreler'e nafaka vermek,
kendisinin ve ailesinin namusunu korumak, fitneleri defetmek, nefsini terbiye
ede-!'< 1, kıJıuğa yaraşır hale getirmek ve şâire gibi bir çok vazâif'e
şâmil bu!unr laktadır. Binâenaleyh bunca mesâiHk ve vazâife şâmil bulunan
evlilik behemehal evlenmekten evlâdır. Nikâh ibâdet olduğu içindir ki, cami
İçinde kıyılması ve Cuma gününe raslatılması müstehabtır. Bu bâb'daki hadis-i
şerifi de görelim :
«Hz. Âİşe'den rivayet
edilmiştir ki, şöyle demiştir : Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) :
— Şu nikâh'ı i'lân
edin ve onu mescidlerde kıyın; ona deff çalın; buyurdular.»
Nikâh'ın şartı :
Nikâhın biri hâss, diğeri âmm olmak üzere iki nev'i şartı vardır.
1— Hass olan
şart: Ehliyetli iki kişinin şehâdetidir ki, bunlar hakkında yeri gelince
îzâhât verilecektir.
2— Umumî
olan şartlan :Velî'nin âkil baliğ olmak suretiyle ehliyeti,, katlının nikâh'a
mahal olmasıdır.
Nikâh'm hükmü : Şer'an
izin verildiği şekilde karı ile kocanın bir-birlerincen istifâde ve istimta'
etmelerinin helâl olması; hürmet-i mu-sâhare ve hor birinin bazı hususa t'a
mâlik olmaları gibi şeylerdir.[443]
Nikiıh'ı sıfatı
i'tibâriyle Hanefî mezhebine göre altı kısma ayırırlar :
1— Tevekân
halinde, yani münâsebot-i cinsiyye'ye karşı son derece şevki fazla olup
kadının mehrini, nafakasını te'mine mâlî kudreti bulunan ve evlenmezse zina
edeceği muhakkak görülen kimselere nikâh farzdır.
2— Tevckânı
mevcud, mehir ve nafakayı vermeye, muktedir, fakat evlenmediği takdirde zina
edeceği şüpheli olan kimselere vâcibdir.
3— l'tidâl
haiinde (yani fazla şehvet olmadığı gibi fazla bir gevşeklik, de bulunmadığı
zaman) sünnettir.
4— Evlilik
hukukuna riâyet edçmiyerek karısına zulmedeceği muhakkak görülenlere haramdır.
5—
Evlilik
hukukuna riayetkar olmayıp karısına zulmedeceğinden korkulana mekruhtur.
6— Dâî ve
manî bulunmadığı takdirde mubahtır. (Yani evlenmeye rağbet var, lâkin zina
korkusu yok; sadece kazâ-i şehvet için evleniyorsa, mubahtır.
Şafiî'ye göre i'tidâl
halinde nikâh mubahtır. Binâenaleyh ona göre nikâh'ın sıfatı beş kısma ayrılır:
Dâvud-u Zahirî ile îbni Hazm'e ve bir rivayette Akmed b. HanbcVe göre cinsî
münâsebet'e muktedir olan herkese evlenmek farzdır. Evlenecek kadm veya câriye
bulunmadığı takdirde oruç tutmak îcab eder.
Şimdi biraz da
nikâh'ın muamele cihetini gözden geçirelim:
Nikâh'm akid ile
meydana gelmesi, mehir denilen malı istilzam etmesi, şâhîdler huzurunda
kıyılması vesaire onun muamele cihetidir.[444]
Nikâh lügatte :
Toplamak ve katmak mânâlarına gelir."Arap şâiri:
«Şüphesiz ki kabirler bekârlarla dul
kadınları ve yetimleri bir araya toplar» demiştir. Bir de darb-ı mesel
vardır :
Yani
[445]
«Yaban eşeği ile ehlî dişi eşeği bir araya kattık, bakalım ne çıkacak» derler.
Nikâha nikâh denilmesi kan kocayı bir yere topladığgı içindir.
Şerîatte nikâh; vatı'
yani münâsebeti cinsiyye ve akid mânâlarında kullanılır. Bu mânâların
hangisinde hakikat, hangisinde mecaz olarak kullanıldığı hususunda ihtilâf
edilmiş, neticede ortaya dört kavil çıkmıştır :
1—
Akid ile
vatı' arasında iştirak-ı lâfzî ile müşterektir.
2— Akitte
hakikat, vatı' da mecazdır. Bu kavil usulü fıkıh ulemâ-sınca İmam Şafiî'ye
nisbet edilir.
3— Vatı'da
hakikat, akitte mecazdır. Meşâyih-i Hanefiyye'nin kavli budur.
4— Zamm.
yani kalmak mânâsında hakikattir.
Fukâhâ ıstılahında
ise: Kadından kasden istifâde milkiyetinİ ifâde eden bir akidtir. Yani, nikâh
adetâ bir satın alma akdine benzer. Fakat bunda satın alman, kadm değil,
sadece ondan istifâde hakkıdır. Halbuki alış verişte malın kendisi satın
alınır. Şu halde nikâh şâir akid-îere tamamen benzemez. Zâten alışverişle hâsı!
olan milkiyete, milk-i yemin, nikâhdakine milk-i müt'a denilmekle bu fark
gösterilmiştir. Birindeki milkiyet tam, diğerindeki yalnız istifâde milkiyetidir.[446]
Nikâh, alış veriş gibi
şer'î bir tasarruftur. Şer î tasarruflar ise ancak şerîatin Öğretmesi İle
bilinir. Şimdi ehemmiyetine binâen bu cümleyi bir parça îzâh edelim,
Şer'î tasarruf: Şer'î
bir fiil demektir. Usûl-i fıkıh ilminin beyânına göre bütün fiiller hissi ve
şer'î olmak üzere ikiye ayrılırlar.
1—
Hissi
fiiller: Dinde hakîkaten matlûb bir hükme vaz'edilmiş olmayan fiillerdir; diğer
ta'bîrle: yalnız hissî vücûdu olan fiillerdir. Birisine bir tokat vurmak,
haksız yere adam öldürmek, zina etmek gibi şeyler birer hissî fiildir. Bunlar
meydana gelebilmek için dinden maİûmat almağa yani bu iş oldumu olmadımı diye
sormağa ihtiyacımız yoktur. Çünkü bu fiillerin vücûd bulması dîne bağlı
değildir. Bunlar için dînen bir kaide ta'yimne hacet yoktur. Meselâ: Şöyle
olursa vurulan tokat şer'î olur «böyle olursa şer'an sahih olmaz» diye bir kaide
yoktur.
2— Şer'î
fiiller: Dîn-de matlûb bir hükme vaz' edilmiş olan fiillerdir. Bu, fiillerin
hem hissî hem de şer'î vücûdtarı vardır; yani bunların tahakkuk edebilmesi
mutlaka dînîn kabulüne bağlıdır. Bu İş oldumu olmadımı; diye dîn'e sorarız.
îşte namaz, oruç, nikâh ve alış veriş gibi fiiller şer'î fiillerdir.
Dîn nazarında bir
namaz, sahih bir ibâdet sayılabilmek için onun bütün şart ve rükünlerinin yerli
yerince i'fâ edilmiş olması lâzım gelir. Bunlardan bir tanesi bırakılsa namaz
sahih olmaz. Meselâ: Namazın şartlarından biri olan abdest terk edilse namaz
caiz olmaz. Görülüyor "•ki: yapılan fiil sahih oldu mu olmadı mı; diye
dîn'c soruyoruz. Şu halde namaz şer'î bir fiildir. Şer'î bir fiilin aynı
zamanda hissî de olmasında bir mahzur yoktur.
Nikâh da öyledir :
Nikâhın şer'an sahih olabilmesi için onun da şartlan ve rüknü vardır. Bunlardan
biri yapılmazsa şer'an nikâh yok demektir. Nikâhın şartlarrıı az yukarıda
gördük. Şimdi rüknünü ele alalım ;
Nikâhın rüknü, îcab ve
kabul denilen sözlerdir. Yani nikâh denilen yapının esas malzemesi bunlardır. O
bunlarla vücûd bulur.
Nikâh kıyarken hangi
taraf söze evvel başlamışsa onun sözüne îcab denilir. Buna îcab denilmesi,
karşı tarafın kabulü şartı ile akdin vücûd bulmasını istilzam ettiği yâ!^V
karşı tarafa kabul edip etmemek muhayyerliğini isbât ettiği için îcaba cevab
olarak söylenen söze de kabul derler. Meselâ: Söze erkeğin başladığını
farzedersek onun kadına: «Seni aldım» demesi îcab: kadının: Ben de sana vardım»
demesi kabuldür.
İşte dînimiz nikâhın
şer'an nikâh olabilmesi için bu müessesenin malzemesi mesabesinde bulunan
îcabla kabulün mâzî sîgalardan yapılmasını emretmiştir. Daha ilmî ta'bir ile:
«Aldım, verdim» gibi habere[447]
delâled eden sîgalardan inşâ yapılmıştır.
Yani nikâh kıyarken erkek «aldım» diyecek kadın da «vardım» sîgasım veya
benzerini söy-liyecektir. Vâkıâ inşâ için kullanılacak sığaların emir olması
îcab ederdi. Fakat tahakkuk ve sübûta en kesin şekilde delâlet eden sîgalar
mâzî sığaları olduğundan, en ciddî fiillerin başında gelen nikâhı yapmak için,
Sâri' hazretleri bu sığaları seçmiştir. Yapılmakta olan akid işi o kadar
kesinlikle vücûd bulmaktadır ki, sanki haber vermeden evvel olmuş bitmiş de biz
onu bu sığalarla şimdi haber veriyoruz.
Hâl böyle olunca
gelişi güzel sözlerle nikâh kıyılamaz. Ve: «Bir anlaşma değil mi, hangi
sözlerle olursa olsun yapılabilir» denilemez. Unutulmamalıdır ki yapılan.'iş
bir tiyatro temsili değil, şer'î bir fiil, bir ibâdettir. Rızâya delâlet eden
her hangi bir söz veya hareket ile nikâhın kıyılabileccğl. 3 kail olmak, her ne
şekilde olursa olsun yapılan bir duayı namaz diye^kabul etmeye benzer. Namaz
nasıl ancak ve ancak şerîatin ta'rîfi vecihle kılındığı zaman sahih olursa
nikâh da ancak şerîatin istediği lâfızlarla ve onun dilediği keyfiyetle sahih
olur. Şimdi burada pek tabiî olarak belediyelerde kıyılan medenî nikâh hatıra
gelir. Ancak bu nikâh medenî olduğu gibi şer'î de sayılabilir mi?
Yukarıki îzâhat
karşısında medenî nikâha ş'er'î demeye imkân, yoktur. Çünkü bu nikâhta dînen
aranan vasıflar yoktur. Onda akdin ruhu mesabesindeki îcab ve kabulün mâzî
lâfızlarla yapılması şart değildir. Bilâkis gördüğümüz belediye nikâhlarında
mâzî sığaları kat'iyyen kullanılmamaktadır. Şu halde kanun muvacehesinde şer'î
nikâh nasıl resmî nikâh sayılmıyorsa dîn nazarında da medenî nikâh şer'î nikâh
sayılamaz.
İşte bu günkü medenî
nikâh ile şer'ı nikâhın aralarında bu derece derîn bir fark vardır.
Bu farkı gidermek için
bazıları doğrudan doğruya medenî nikâha şer'î nikâh süsü vermeye çalışıyorlar.
Bunlar Mcccllc'nin ikinci maddesini teşkil eden «Bir işten maksad ne ise hüküm
ona göredir» kaidesi ile istidlal etmek istiyorlar.
Filvaki aslı büyük bir
hadîs olan bu kaide bir çok fıkıh esaslarına nisbetle kaideler kaidesi
denilebilecek derecede şümullü ise do
mevzu-u bahsimiz nikâh meselesi ile uzaktan yakından bir alâkası yoktur. Hattâ
aynı kaideyi tatbik ile medenî nikâhın şer'î olmadığını isbât etmek pek âlâ
mümkündür. Şöyle ki: Belediyenin nikâh salonuna da'vct olunanlar, oraya ancak
medenî nikâhı kıymak için giderler, Orada şer'î nikâh kıymak kimsenin
hatırından bile geçmez. Madem ki: bir işten maksad ne ise hüküm ona göre
verilir; o halde burada maksad medenî nikâhtır. Binâenaleyh kıyılan nikâh,
ancak medenî nikâh olur. Medenî nikâh ise şer'î nikâh değildir.
Bu zevat bir de
Mccclle'nin üçüncü maddesiyle istidlal etmek isterler. Madde şudur: «Ukûd'da
i'tibâr makasıd-u-maanîyedir. El-faz-u-mebânîye değildir.»
Maddenin îzâhı : Bir
akid yapılırken söze değil mânâya ve maksada bakılacaktır. Ni'.îâh da bir akidtir;
şu halde onu kıyarken sözler mâzî imiş muzârî imiş bakmam&h; maksad nikâh
kıymak değil mi? olur deyip geçmeli.
Cevaben deriz ki ; Bu
kaide alış veriş, icâre kefaret ve havâie ,gibi sırf muamele olan akidlere
mahsustur. Nikâha şümulü yoktur. Nitekim «Mecelle» şerhlerinde îzâh edilmiştir.
Halbuki nikâh sırf muamele değil, yukarıda da arzettiğimiz vecihle bir cihetten
hâlis bir ibâdet, diğer cihetten Şer'î şerifin âdeta üzerine titrediği bir
akidtir. Böyle akidlerde ise İtibâr maksada değil lâfzadır. Bunu ispat için
yukarıda arzettiğimiz bir misali tekrarlamıya mecburuz: Bir kimse maksadı şaka
olduğu halde şâhidler huzurunda, mâni'i şer'îsi olmayan bir kadınla nikâhın
îcâb ve kabulünü söylese derhal nikâhları mün'akid olur. Maksadın şaka
olduğuna asla bakılmaz. Çünkü nikâhın şakası yoktur.
Hâsılı bu teşebbüsler
iki nev'i nikâh arasındaki derin farkı yok etmeöe kâfi değildir. Onu yok etmek
için yegâne çâre medenî nikâhdan sonra şer'î nikâhı da ihmâl etmeyip
kıydırmaktır.
Dîn'de nikâhın pek
muhterem ve müstesna bir mevkii olduğu içindir ki şâir akidierde göstcrilmiyen
titizlikler nikâhta -gösterilmiştir. Meselâ: Evlenecek erkeğin alacağı kadına
mehir ve başlık nâmı altında şer'an kıymeti hâiz bir mal vermesi akid esnasında
iki tarafın îcab ve kabulü işitmelerinin şart olması, nikâhın ancak şâ-hidier
huzurunda akdedilebilmcsi bu şâhidlcrin iki âkil baliğ ve erkek yâhûd bir hür
erkekle iki hür kadın olmaları, nikâh meclisinde bulunarak beraberce iki
tarafın sözlerini işitmeleri nikâha mahsus şartlar cümlesindendir.
Bunlarsız nikâh caiz
değildir. Hattâ bu bâbda o derece titizlik gösterilmiştir ki şâhidler îcâb ve
kabulü beraberce işitmeyip kendilerine ayrı ayrı söylense nikâh sahîh olmaz.
Keza nikâh meclisinde hazır bulunan müstakbel kan koca îcâb ve kabulü söylemeye
-ıtansalar da bir kâğıdın üzerine «seni aldım», «Ben de sana vardım»
cümlelerini yazsalar nikâh sahîh olmaz. Hattâ alış verişte te-âtî yani hiç
konuşmadan parayı verip malı almak caiz olduğu halde nikâhta bu da caiz
değildir.
Ayrıca müslüman bir
kadının nikâhında şâhidlik yapacakların müslüman olmaları da şarttır. Zîzâ
kâfirlerin müslüman aleyhine şâhidliği makbul değildir.
Elhâsıl İslâm dîni
«budu1» ta'biri ile ifâde edilen kadından istifade hakkına pek büyük bir
ehemmiyet atfetmiş onun şan-u şerefini bir defa şâhid huzurunda kıyılmasını
şart koşarak, bir defa da mehir ilzamı suretiyle en yüksek makamı ihtirama
çıkarmıştır.[448]
993/822- «Abdullah
b. Mes'ud radıyalîahü an/ı'den rivayet edî!mîşİr kî: Resûlüllah saîîallahü aleyh ve srllcm bize :
— Ey gençler cemâati,
sizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa hemen evlensin; zîrâ evlilik gözü
(haramdan) daha yumdurucu, iffeti daha koruyucudur. Kimin gücü yetmezse o da
oruç tutmayı iltizâm etsin. Çünkü oruç onun için hayalarını kesmek demektir;
buyurdular.»[449]
Hadis müHefekum
aİeyh'tir.
Peygamber {S.A.V.) 'in
gençlere hitâb etmesi kadınlara karşı şehvet daha ziyâde onlartbın beklendiği
içindir. Hadîsteki «bâe» kelimesinden muradın ne olduğu uiemâ arasında
ihtilaflıdır. Esah kavle göre cinsî münasebet kastedilmiştir. Bu takdirde mânâ
şöyle olur: «Nikâhın masraflarını
çekmeğe kudreti olduğu cihetle kimin
cimâ'a gücü yeterse hemen
evlensin. Kimin nikâh külfetlerine katlanmaktan âciz olduğu cihetle cim'a gücü
yetmezse, o da şehvetini giderecek ve ondan doğacak kötülüğü hayaların kesilip
çıkarılması gibi kesecek olan orucu tutsun.
îbni Hibban'm
rivayetinde müdrec olarak (vicâ) «hayaların, çıkarılması» diye tefsir
edilmiştir. Bazılarına göre (vicâ) hayaları burmaktır. Onları çıkarıp atmaya
(ihsâ1) denilir. Burada maksad orucun civâ gibi olduğunu anlatmaktır.
Evlenme emri, aile
geçindirebilecek olanlara nikâhın farzolma-sını iktizâ eder. Dâvud-u Zahirî ile
İmam Ahmcd b. HanbeVdcn bir rivayete göre böyleîere evlenmek farzdır.
Zâhiriler'den îbni Hazm (384 — 456): «cimâ'a muktedir olan her erkeğe evlenecek
kadın veya satın alacak câriye bulursa evlenmek voya câriye almak farzdır. Bundan
âciz kalırsa çok çok oruç tutsun» demiş; ve bunun selef-i sâlihîn-den bir
cemâatin kavli olduğunu söylemiştir.
Cumhur'a göre buradaki
emir nedib içindir. Çünkü Teâlâ hazretleri :
[450] «O takdirde bîr kadın alın yâhûd satın aldığınız
cariyelerle ik-tifâ edin.» bururarak evlenmekle câriye almak arasında muhayyer
bırakmıştır. Câriye satın almak bilicmâ' vacip değildir; o halde nikâh-da vâcib değildir. Zira vacip
olanla vâcib olmiyan bir şey arasında mu hayyerlik olmaz.
Hanefîler'e göre
Nikâhın yerine göre farz, vâcib, sünnet haram mekruh ve mubah olduğum! yukarıda
gördük.
Orucun insanın
hayalarım kesip atmak mesabesinde oluşu, şehveti kırmasındadır. Fakat oruçsuz
az yiyip içmek şehveti kırmağa kâfi değildir. Bu işte Allah'ın oruçta
halketüği bir sırrın mühim tesiri vardır.
Hattabî (319 — 388) bu
hadîsle, şehveti kesmek için ilâç kullanmanın caiz olduğuna istidlal etmiştir.
Bunu Bagavî (426— 516) hikâye etmişse de tamamiylc şehveti kesmek doğru
değildir. Çünkü olabilir günün birinde aile geçindirecek hale gelir. Hattâ bu
hususta Allah Teâlâ'nm fadl-u kerem'inden iffet ve nâmûs sahiplerini zengin
kılacağına dâir va'd-i ilâhî'si vardır.
însanın tenasül
âletini kesmek, hayalarını çıkarmak bilittifâk mem-nu'dur. Bittabi bu mânâdaki
her şey de aynı hükümdedir. Binâenaleyh' bu gün salgın haline gelen umumî
(doğum kontrolü) de dînen memnu'-(Jıır Çünkü bu nazariyeyi müslümanlara tatbik
ve ta'mîm etmek, müs-lümanların azalmasını istihdaf eder. Halbuki iki cihan
serveri Pcygam-berimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) müslümanların çoğalmaları için
gönderilmiş; kendisi de bütün hayatı boyunca buna teşvik etmiştir. Nitekim bu
husustaki hadisler sırası geldikçe görülecektir. Binâenaleyh böyle bir şeyi
müslümanlara tavsiye etmek, doğrudan doğruya onları dînlerine karşı cinayete
teşvik olur.
Hadîs-i şerifte gözü
haramdan koruyacak, iffet ve namusun muhafazasına yarayacak şeyleri yapmağa
tergîb ve teşvik vardır.
Bu hadîsle
Mâlikîler'den bazıları istimnanın yani el ile meni indirmenin haram olduğuna
istidlal etmiştir. Zîrâ mubah olsa tavsiye buyuruSurdu. Hanbelîler'den
bazılarının istimnaya mubah hükmü verdikleri rivayet olunur.[451]
994/823-
«Enes
b. Mâlik radıyallahü anh'den rîvâyet olunduğuna gbrc Peygamber sallallahü
aleyhi ve selîcm Allah'a hamd-ü sena etmiş ve :
— Lâkin ben namaz
kılıyor ve uyuyorum; hem oruç tutuyor hem tutmuyorum; kadınlarla da
evleniyorum. Şu halde kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir;
buyurmuşlardır.»[452]
Hadîs müttefekum
aleyh'tir.
Bu hadîsi bu lâfızla
Müslim rivayet etmiştir. Hadisin sebebi vardır. Bunu Enes (R.A.) şöyle
anlatmıştır:
«Üç kişi Peygamber
(S.A.V.) 'in (evinde yaptığı) ibâdetini sormak üzere onun zevcelerinin evlerine
geldiler. Kendilerine Resûiülfah (S. AV) 'in evdeki ibâdeti haber verilince
galiba onu az buldular da: «Re-sülüllah (S.A.V.) nerede bİi neredeyiz? onun
gelmiş geçmiş bütün (müfesavveı) günahlarını Allah mağfiret buyurmuştur.»
dediler. Bunun "•üzerine birisi :
— Bana gelince, ben (bundan böyle) ebedî olarak geceler! namaz kılacağım; dedi.
Diğeri :
— Ben de ömrüm boyunca oruç tutacağım; hiç
bırakmıyacağun; dedi. Öteki de :
— Ben de kadınlardan uzak'kalacağim; ve
evlenmeyeceğim; dedi. Nihayet Resûlüllah
{S.A.V.) onların yanına geldi ve :
— Siz şöyle şöyle dediniz mi? Vallahi ben sizin
en ziyâde Ailah'dan korkanınız ve ondan sakınanınızım. Lâki^ ben namaz da
kılıyorum; uyku da uyuyorum. Hem oruç tutuyorum, ilâh..; buyurdular.»
Abdürrczzak'm Said b.
Müseyyeb'den Mürsel olarak rivayetine göre Peygamber (S.A.V.) 'in ibâdetini
sormağa gelenler Alî b. Ebî Tâ-lib, Abdullah b. Amr b. As ve Osman b.
Maz'un'dur.
Hadîs-i Şerif
ibâdetlerde nefse zarar verecek derecede fazla inhimak değil, orta halin meşru'
olduğuna delildir. Taberî : «Bu hadiste, yiyecek ve giyeceklerde helâl
isti'mâlini men' edenlere ce-vâb-i redd vardır» diyor.
Kadı îyaz ise : «Bu
cihet selefin ihtilâf ettiği meselelerdendir; bazıları Taberî'nin kavline zâhib
olmuş; bir takımları da aksini iltizâm etmişlerdir» demekte ve sözüne devamla
: «evlâ olan, her işte ortayı tutup helâl şeylere devamda ifrat göstermemektir.
Çünkü bunun sonu büyüklenmeye varır; şüpheli ve hattâ memnu' şeyleri irtikâba
kadar götürür; zîrâ bir şeye alışan, bazan onu bulamaya bilir; sabredemez ve
böylece haramı irtikâbeder» diyor.
KaadVnin fikrine
itiraz eden de vardır. Bunlar «umurun en hayırlısı ortasıdir» dadîs-i şerifini
prensip ittihâz ederler.
Hadîsteki «Benim
sünnetimden yüz çeviren benden değildir.» ifâdesinin mânâsı : benim yolumdan
yüz çeviren dosdoğru olan îsîâmiycte ehil değildir» demektir.
Müslümana düşen vazife
: Oruç tutmaya muktedir olabiimek için onu dâimi tutmamak; gece namazı
kılabilmek için uyumak ve iffetli olmak için evlenmektir.
Bazı ulemâ şöyle
diyorlar : «Bir kimse Peygamber (S.A.V.) Efcn-mizin yoluna muhalefet etmekle,
kendi yaptığı ibâdetin onun yaptığından daha üstün ve muvafık olduğunu
göstermek isterse, o takdirde hadîsteki «benden deö-ildjr» cümlesinin mânâsı:
benim dinimde değildir;" demek olur. Çünkü böyle bir itikad küfre
götürür.[453]
995/824- «Bu
da ondan (radtyallahü anh) rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
salîallahü aleyhi ve sellem bize evlenmeyi emreder; nikâhı terkedip bir kenara
çekilmekten şiddetle nehî buyurur ve :
— Çok doğuran sevimli
kadınları alın; çünkü ben kıyamet
gününde sair ümmetlere
sizinle öğüneceğim; derdi.»[454]
Bu hadîsi Ahmed
rivayet etmiştir. Ibni Hibban onu
sahîhlemiştir.
Hadîsin Ebu Dâvud ile
Nesâî ve keza îbni Hibban'da. Ma'kil b. Yesar'dan rivayet edilmiş bir şahidi
vardır.
Tebettül : Kadınlardan
el çekerek, ibââdet maksadı ile nikâhı ter-ketmektir. Bu kelimenin aslı :
Kesmek demektir Hz. Meryem ile Hi. Fâtıma (R. Anha)'ya bu kelimeden alarak
(betüf) denilmesi, dîn ahlâk ve faziletçe şâir dünya kadınları ile kabil-i
kıyâs olmamalarındandır.
Velûd : Çok doğuran
kadındır. Bu cihet kızlarda akraba kadınların halinden belli olur.
Vsdûd : Güzel huyu,
terbiyesi ve nezâketi ile kendisini kocasına sevdiren mahbûbedir.
Hadîs-i Şerîf, evlenerek
üremenin lüzumuna ve doğum kontrolünün — gelişi güzel — caiz olmadığına
delildir.
ÂhirrUe övünmenin caiz
okluğu dahî bu hadîsin ahkâmı cümlesin-dendir. Bunun vechi. şudur : Hangi
Peygamber'in ümmeti daha çoksa onun sevabı dahî çoktur. Çünkü her Peygamber'e
kendisine tâbi olanlara verilen ecirin bîr misli verilecektir.[455]
997/825- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den Peygamber salîallahü aleyhi ve seîlcm'den işitmiş
olarak rivayet olunduğuna göre Peygamber (S.A.V.):
— Kadın dört şey için
nikâh edilir: malı için, şerefi için, güzelliği için ve dîni için. Sen dindarı
al da yoksulluktan ellerin toprağa yapışsın; buyurmuşlardım.[456]
Hadîs Şeyheyn ile
Yedİler'in geri kalanları arasında müttefekun aleyh'tir.
Bu hadîs erkekleri
evlenmeye sevkeden şeyin bu dörtten biri olduğunu fakat onlarca en sona kalan
sebep dindarlık idiğini haber veriyor. Peygamber (S.A.V.) ise dindarını
bulurlarsa kaçırmamalarını emretmiştir.
Filhakika dindarlıktan
başka bir sebepten dolayı evlenmekten nehî vârid olmuştur. İbni Mâce ile Bezsar'm
ve Beyhakî'nin Abdullah b. Ömer'e mevkufen tahrîc ettikleri şu hadîs onlardan
biridir:
«Kadınları
güzellikleri için nikâh etmeyin, zîrâ olur ki güzellik kendilerini
kötüleştirir. Malı için de nikâh etmeyin, çünkü olur ki ma! kendilerini
azdırır. Siz onları dîni için nikâh edin. Hakîkaten kara, beceriksiz dindar bir
Câriye (dindar olmıyan diğer kadınlardan)
efdâtdir.»
En iyi kadınların
sıfatı hakkında Nesâî, Hz. Ebu Hüreyre'den şu hâdisî rivayet eder :
«— Yâ Resûlüllah, kadınların hangisi daha hayırlıdır?
denildi :
— (Kocası) baktığı
zaman kendisini memnun eden, emrettiği zaman itaat eden ve nefsi ile malı
hususunda hoşlanmıyacağı bir şeyle kendisine muhalefet etmeyendir;
buyurdular.»
Haseb: însanm
kendisinin ve ecdadının yaptığı iyi işlerdir. Tirmizî'-nin Hz. Semura'dan
tahrîc ederek: «Hasendir» dediği merfu' bir hadîste haseb «mal» diye tefsir
edilmiştir. Ancak babımızın hadîsinde ondan bu mânâ kasdedilmemiştir; çünkü
malın yanında zikredilmiştir. O halde burada ondan birinci mânâ kastedilmiştir.
Hadîs-i şerîf, her
şeyde dindarlarla beraber olmanın evlâ olduğuna delildir.. Çünkü onlarla düşüp
kalkan onların ahlâkından, bereketinden ve tuttukları yoldan istifâde eder.
Bilhassa karısının dindar olmasına dikkat etmelidir. Zîrâ erkeğe en yakın odur.
Onunla bir Rastığa baş koyar; çocuklarının annesi odur. Malını mülkünü ve
iffet-ü namusunu koruyan da- odur.
Hadisteki «ellerin
topraklansın» ta'bîri, fakirlikten kinayedir. Bu söz halk arasında
konuşulurken söylenmesi âdet olmuş bir sözdür. Yoksa Resûlüllah (S.A.V.)
bununla beddua etmiş değildir.[457]
998/826- «Yine
ondan (radıyallahü anh) rivayet olunmuştur ki: Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem. Bir insan evlendiği zaman onu tebrik ederken :
— Allah senin için
mübarek kılsın; ve senin üzerine bereket indirsin, aranızı hayırda cem'etsin;
bujyururlarmış.»[458]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dörtler rivayet etmiştir. Tirmîzî, İbn Huzey-me ve Ibnî Hibban onu
sahîhlemişlerdir.
Rafa' : Güzel geçinmek
ve uyarlık demektir. Burada evlenme tebriki manasınadır. Resûlüilah (S.A.V.)
evlenen bir kimseye iyi geçinmesi için duâ ederse bu kelimleri söylerdi.
Bakıy b. Muhalled Benî
Temîm'e mensub bir zâtdan şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Biz câhiİİyyet
devrinde: Güfe güle geçin.... çoluğa
çocuğa karış; derdik. Resûlüflah
(S.A.V.) bize (ne diyeceğimizi) öğretti ve: — «Şöyle deyin.. İlâh..; buyurdular.» İmam Müslim Hz. Câbir (R.A.)
'dan şu hadîsi tahrîc etmiştir.
«Peygamber (S.A.V.)
Câbir'e : s - Fvlendin mi? diye sormuş. Câbir:
— Evet; cevabını verince Resûlüiiah (S.A.V.):
— Allah senin için mübarek eylesin; demiştir.»
Dârimî:
«Senin üzerine mübarek
kılsın.» cümlesini ziyâde eylemiştir.
Hadîs-i Şerîf,
evlenene duâ etmenin sünnet olduğunu gösteriyor. Okunması sünnet olan duâ Hz.
Amr b. Şuayb'ın babasından onun da dedesinden onun da Peygamber (S.A.V.) 'den
rivayet ettiği şu hadîstir:
«Biriniz bir kadın
veya hizmetçi yâhûd hayvan edinirse onun alnından tutsun ve: Yâ Rabbî, senden
bunun hayrını ve mecbul bulunduğu tabiatının hayrını dilerim; bunun şerrinden
ve mecbul bulunduğu tabiatının şerrinden sana sığınırım; desin.»
Bu hadîsi Ebu Dâvud,
Nesâî ve îbni Mâcc rivayet etmişlerdir.[459]
999/827- «Abdullah
b. Mes'ud radıyaîîahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bize Resûlüiiah
sallallahih aleyhi ve seîlem hacet İçin teşehhüdün şöyle olacağını öğretti :
— Şüphesiz ki hamd
Allah'a mahsustur. Ofna hamde-der; ondan yardım ve mağfiret dileriz.
Nefislerimizin şerlerinden de Allah'a sığınırız. Allah kime hidâyet verirse
artık onu saptıracak yoktur. Ve kimi saptırırsa, onu da doğru yola getirecek
yoktur. Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. Muhammed'in onun kulu
ve resulü olduğuna da şehâdet ederim der. Üç de âyet okur.»[460]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dörtler rivayet etmiştir. Tirmizî ile Hâkim onu hasen bulmuşlardır.
Hadîsteki «hacet için»
ta'bîrinden sonra îbni Kesir «cZ - irşâd» nâm eserinde «nikâh ve gayrisinde»
kaydını ziyâde etmiştir.
Okunacak âyetler: Nisa
sûresi'nin ilk âyeti, Âl-i Imran'ın 102. ci ve Ahzâb sûresi'nin 70 — 71. ci
âyetleridir. Îbni Kesîr'in rivayetinde bu âyetler hadîsin içinde
zikredilmektedir.
Hadîsteki (hacet) in
her hacete âmm ve şâmil olduğunu az evvel söylemiştik. Bu bâbta Beyhakî (384 —
458) de Şu'be'n'm şu sözlerini naklediyor : Ebû Ishak'a,; Bu, nikâh hutbesi
ile başka şeylerde mi okunacak ? dedim: Her hacette (okunacak) dedi.»
Hadîs bu teşehhüdün
nikâh ve sâirede sünnet olduğuna delildir. Nikâhta bunu, akdi yapan nikâhı
kıyarken okuyacaktır. Fakat bu sünnet bu gün metruk ve mehcurdur. Zâhir'ler'e
göre teşehhüd vâcibtir.
Hu hususta Şâfüler'dcn
Ebu Avâne Zâhirîler'le beraberdir. Nikâh hut-besinin vâcib olmadığı bir iki
hadîs sonra görülecektir.[461]
1000/828- Câbir
radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiş-oîr ki: Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve scllcm:
—. Biriniz kadını istediği
vakit, eğer onunla evlenmeğe sebeb teşkil eden yerini görebilecekse bunu hemen
yapsın; buyurdular.»[462]
Bu hadîsi; Ahmed ile
Ebu Dâvud riv'.yet etmişlerdir. Râvîleri sikadırlar. Onu Hâkim sahîhlcmiştİr.
Tirmizî ile Ncsâî'de
bu hadîsin Mugîre'den rivâyelen bîr şahidi; !hni Mâcc ile İbni Hibbarida,
Muhammed b. Mesleme'den bir şahidi İaha vardır. Müslim'mEbu Hüreyre'dcn
rivayetine güre Peygamber «Ulallahü aleyhi ve sellcm bir kadınla evlenen bir
adama:
— Ona baktın mı? demiş. Adam:
— Hayır; deyince :
— Git de ona bak; buyurmuşlardır, Câbir
hadîsinin tamamı şudur:
«Câbir demiştir
kî: Ben
de bir kız istedim. Ondan
gizleniyordum. -ithayet kendisini nikâh
etmeme sebep olan yerini gördüm ve onunla vlendim.»
Hz. Mugîre rivayetinin
lâfzı da şöyledir:
eMugîre bir kadın
İstemiş Peygamber (S.A.V.) kendisine: — O kadına bak: çünkü bakmak yıldızınızın
barışması için daha muvafıktır; buyurmuştur.»
Bu hadîsler, evlenmek
istiyenlerin istiyecekteri kız veya kadım evvelâ bir görmelerinin rncndûb
olduğunu göstermektedir. Cumhur-u ulemânın kavli de budur. Bakılacak yer,
ellerle yüzdür. Çünkü yüzünden güzelliği çirkinliği, ellerinden de vücudunun
matlûba muvafık olup olmadığı anlaşılır. Evzaî'ye göre etli yerlerine
bakabilir.
Hadis mutlaktır.
Binâenaleyh nereye bakmakla maksad hâsıl olacaksa oraya bakar. Nitekim
Sahâbe-i Kiram hazcrâtı da bunu böyle anlamışlardır. Abdiirrezzak ile Saıd b.
Mansur'un rivayetlerine na-zaran Hi.. Ömer (R. A.) Hz. Ali'nin kızı Ümm-ii
Külsüm'ün topuğunun üstüne bj.kmıştı.
Bu hfıdi.sc Hz. Ümm-ü
Külsüm (R.Anha) yi babası, Hz. Ömer'e görünmek için gönderdiği zaman vâkî
olmuştur. Hattâ bunun için kadının rızâsı da şart değildir; o Farkında olmadan
da bakılıp görülebilir. Nitekim Hz. Câbir (R.A.) öyle yapmıştır.
Bazı Şâfü imamlarına
göre bu görme işinin dünürlükten evvel ol-m;ısı gerekir; tâ ki ^anlaşma olmazsa
kadını rahatsız etmeden bırakım:; olur. İstedikten sonra görür ve sonra
bırakırsa kadın üzülür.
İsteyeceği kadını
erkek göremezso itimâd ettiği bir kadını görücü olarak göndermesi müstehâbtır.
Filhakika Hz. Enes (R.A.) Peygamber (S.A.V.) 'in Ümm-ü Süleym'i bir kadını
görmeğe yolladığını ve kendisine ta'limât verirken ;
«Ökçelerine bak; ve
yakalarını kokla.» buyurduğunu rivayet etmiştir.
Bu hadîsi İmam Ahmcd,
Taberînî, Hâkim ve Beyhakî tahrîc etmişlerdir. Faka', hadîs hakkında söz
edilmiştir. Bir rivayette :
«ön dişlerini kokla»
denilmiştir. Bundan murâd ağzının kokup kokmadığını anlamaktır. Acaba kadının
da aynı şeyleri evleneceği erkekte araştırmaya hakkı varandır? Bazıları: her
ne kadar onun hakkında hadîs yoksa da hüküm ona da sabittir; diyorlar. Zâten
kadının varacağı erkeğin kendisine küfu-ü yani denk olup olmadığını
araştırması şer'an hakkıdır.
Bir takımları kadın
hakkında bu bâb'ta ayrıca delîl olmadığı için ona bu hakkın sabit olmadığına
kaildirler.
Şunu da arzedelim ki
şer-İ şerifin nezih bir müslüman erkeğe bahşettiği bu görme hakkı asla bu günkü
yüz kızartıcı birleşmeler, dostlaşmalar, gezişmeler ve sevişmeler mânâsına
gelemez. Bu kadarcık görme müsaadesi, sonra pişman olup ta, kurulan aile yuvasını
yıkmamak için peşinen alınan şer'î tedbirden başka bir şey değildir.[463]
1004/829- «İbnİ
Ömer radıyattahtİ anhümâ'ûsn rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem:
— Sizden biriniz dîn
kardeşinin dünürlüğü üzerine dünürlük göndermesin. Tâ dünür gönderen ondan önce
vazgeçinceye yâhûd kendisine izin verinceye kadar; buyurdular.» [464]
Hadîs mütîefekun
aleyh'tir. Lâfız Buhârî'nindir.
Buradaki nehyin tanrım
için olduğuna Nevevî (631 — 676) ic-mâ' iddia etmiştir. Fakat Hattabî (319 —
388) bunu kabul etmemiş buradaki nehy'in tahrîm için değil, te'dîb için
olduğunu söylemiştir. Kadın icabet ettikten sonra dünürlüğü bozmak icmâ'en haramdır.
Kadın mükellef ise icabet hususunda söz kendisinindir. Küçükse velîsi îcâbet
eder. Eğer kadın nikâha sarahaten icabet etmemişse, başkasının onu istemesi
esah kavle göre haram değildir. Nikâha rızâ göstermediği gibi adem-i rızâda
göstermemişse hüküm yine aynıdır.
Hanefîier'le
Şâfiîler'e göre bakire kızın burada sükût etmesi rizâ sayılır. Nikâha razı
olduktan sonra dünürlüğü bozmak haram olmakla beraber kıyılan nikâh cumhur'a
göre yine de sahihtir. Dâvud-u Zâhirî~ ye göre ise böyle bir nikâh zifaftan
sonra bile olsa yine feshedilir.
«Kendisine izin
verinceye kadar» ifâdesi ilk dünürlüğü gönderen izin verdikten sonra artık onun
üzerine dünürlük yapmanın caiz olduğuna delîHdr. Çünkü izin vermesi o işten
vazgeçtiğine delâlet eder. Şu halde o kadını artık her dileyen isteyebilir.
Fâsık'ın dünürlüğü
üzerine dünür göndermek bazılarına göre caizdir. Fakat Cumhur-u ulama bu
ciheti nazar-ı itibâre almamışlardır.[465]
1005/830- «Sehl
b. Sa'd es-Sâİdî radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki:
Resûlüllah sollallohü aleyhi ve acllem'e bîr kadın geldi ve:
— Yâ
Resûlaliah kendimi sana tıîbe
etmeğe geldim; dedi.Resûlüllah sollallahü aleyhi ve scîlcm ona bir baktı ve
kadını tepeden tırnağa süzdü sonra Resûlüllah salldllahü aleyhi ve sellem
başını eğdi. Kadın onun kendisi hakkında
bir hüküm vermediğini görünce oturdu. {Bu sefer) ashabından bir adam
ayağa kalkarak:
— Yâ Resûlallah, eğer senin bu kadına bir
İhtiyâcın yoksa onu benimle evlendir; dedi. Peygamber (S.A.V.):
— Yanında bir şey var mi? diye sordular. Adam:
— Hayır vallahi yâ Resûlallah;
dedi. Resûlüllah. (S.A.V.):
— Ailen nezdine git de
bak bir şey bulabilecekmisin? dedi.
Bunun üzerine adam
gitti. Sonra döndü ve :
— Hayır vallahi, hiç bir şey bulamadım; dedi.
Resûlüllah sallalla-hü aleyhi ve sellem :
— Velev demirden bir yüzük olsun bak; dedi.
Adam (yine) gitti Sonra döndü ve:
— Hayır vallahi yâ
Resûlüllah, demirden bîr yüzük de bulamadım ama İşte kaftanım! — Sehl demiştir
ki: malı bir kaftandan ibaretti — bu kaftanın yarısı onun olsun; dedi.
Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:
— O senin kaftanını ne
yapsın? onu sen giysen kadının üzerinde bir şey kalmiyacak; kadın giyse senin
üzerinde ondan bir şey kalmıyacak; buyurdular.
Derken adam oturdu.
Bir hayli oturduktan sonra kalktı. Resûlüllah. sallallahü aleyhi ve sellem onun
dönüp gitmekte olduğunu görünce ça-ğırılmasını emretti; ve adamı çağırdılar.
Geldiğinde Peygamber (S. A.S.):
— Ne miktar Kur'an bilirsin? diye sordu:
— Filân ve filân sûreleri bilirim; dedi ve
onları saydı. Peygamber (S.A.V.):
— Onları ezbere okuyabiliyormusun? dedi. Adam:
— Evet; cevabını verdi. Resûlüllah (S.A.V,)
— Haydi git, onu sana
bildiğin Kur'an mukabilinde Verdim;
buyurdular.»[466]
Hadîs müttefekum
aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir.
Bir rivayette
Resûlüllah (S.A.V.) ona: «Git, onu sana verdim? ona Kur'andan şeyler)
öğretiver» demiştir.
Bjihan'nin bir
rivayetinde ise: «onu sana bildiğin Kur'an. mukabilinde temlik ettik.»
buyurulmuştur.
Ebû Davud'un Ebû
Hüreyre'dcn rivayetinde Peygamber {S.A.V.):
— Ezbere ne kadar biliyorsun? dedi. Adam :
— Bakara Sûresi ile ondan sonrakini; cevâbını
verdi. Resûlüllah (S.A.V.):
— Kalk. Ona yirmi âyet Öğretiver; buyurdular.»
denilmektedir.
Hz. Sehl hadîsinde
geldiği bildirilen kadının ismini Musannif merhuni bulamamıştır. Bazı
kayıdlardan bunun Havle binti Hakim yâhûd Ümm-ü Şerik olduğu anlaşılıyor. Hür
bir insanın kendisi hibe edilemiyeceği cihetle «Kendimi s? a hibe etmeğe
geldim» cümlesinden muzaf hazf edilmiştir. Mânâ şöyledir: «Kendimin umurunu
sana hibe etmeğe geldim.»
Evlenmek istiyen
sahâbi'nin ismi bulunamamıştır.
Bu hadîs-i Şerif bir
çok meselelere delâlet etmektedir. Bunları İbni't-Tin tedkîk etmiş: ve yirmi
bir dâne olduklarını söylemiştir. Buharı (194 — 256) bunların ekserisi için
ayrı bir bâb tahsis etmiştir. Biz bunlardan bir kaç tanesini zikredeceğiz:
1—
Kadın
kendini ehl-i salâh bir zâta arzedebilir.
2— Evlenmek
niyeti ile kadına bakılabilir.
3—
Akrabası
olmayan kadının velisi, (onun izin ve rızâsı ile) müs-lümanlarm hükümdarıdır. Yalnız hadîsin bazı rivayetlerinde kadının
kendi umurunu Peygamber (S.A.V.)'e tefviz ettiği zikredilmektedir. Bu ise
tevkildir; ve kadının velîsi vaFmi yokmu sorulmadan dahî yapılabilir. H af
tabî: «Zâhİr-i hale hamlederek ulemâ'dan
bir cemâat buna zâhib oldular» diyor.
4—
Hibe ancak
kabul ile sabit olur.
5— Nikâhta
mutlaka mehir lâzımdır; ve bu az bir şeyden de olabilir. Çünkü«velev demirden
bir yüzük» buyurulması, azlığı hususunda mübalâğadır. Binâenaleyh bir mala
kıymet ve fiyat olabilen her şeyden mehir olabilir. Kıymeti olmıyan bir şeyden
mehir yapılamıyaca-ğma ve böyle bir şeyle nikâhın helâl olmıyacagma icmâ'
bulunduğunu Kadı îyaz nakletmiştir.
Zâhirîler'den îbni
Hazm-: «Mehir, kendisine şey denilebilen her nesneden hatla arpa dâhesinden bile
olur; çünkü Peygamber (S.A.V.): (bir şey bulabilecekmisin) buyurdu» iddiasında
bulunmuşsa da kendisine cevap verilmiş ve : «velev demirden bir yüzük»
buyurması azlık hususunda bir mübalâğadır; onun da bir kıymeti vardır»
denilmiştir. Zâten hadîsteki: Kimin evlenmeğe gücü yetmezse» cümlesi evlenmenin
herkesin gücü yeteceği bir .şey olmadığına delildir. Kur'ân-ı Kerim'de :
«Kim[467] güç
yetfiremezse» ve keza «mallarınızla[468]
akdeimenîz» buyurulması mehirde maliyetin şart olduğunu gösterir. Hattâ
bazıları onun en az elli dirhem olabileceğine, diğer bazıları kırk; bir
takımları da beş dirhem olabileceğine kail olmuşlardır. Hanefîler'e göre
mehirin en azı on dirhem para yâhûd on dirhem kıymetinde olan bir maldır.
Mehir: Nikâhın
hükümlerindendir; ve kadının şerefini meydana çıkarmak için meşru' olmuştur.
Mehrin: sadak, nihle,
atiyye, ukr, ecir ve ferîza gibi bir çok isimleri vardır.
6— Akid
esnasında mehri zikretmek îcabeder. Çünkü mehri zikretmek niza'a meydan
bırakmaz. Maamâfîh mehir zikredilmeden nikâh kt yılsa akid yine sahîhdir;
zifaftan sonra kadına mehr-i misil verilir.
Mehr-i Misil : Kadının
misli olan diğer bir kadının meselâ ablasının veya kız kardeşinin mehiridir.
Onun mehri ne ise bunun da o olur. Nikâhdan önce verilen yüzük küpe kolluk ve
şâire gibi başlık ve ağırlıklar da mehirden sayılırlar. Mehrin peşin verilen
kısmına «Mehr-i muaccel» veresiye kalan kısmına da «Mehr-i müeccel» derler.
Mehrin hepsinin peşin
verilmesi müstehâbtır.
7—
Zan
üzerine yemin etmek caizdir Zira Resulü Ekrem (S.A.V.) o zâtı yemininden sonra
mehir aramağa göndermiştir. Eğer yemini yüzde yüz bildiği için etmiş olsa idi
onu tekrar göndermekte bir mânâ kalmazdı.
8— Erkeğe
kendisi İçin zarurî olan eşyasını mehir olarak vermek caiz değildir. Meselâ
avret mahalline örttüğü elbisesini; yiyeceği
zahiresini vermek doğru değildir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) o zâta
abasını taksim ettirmemi ştir.
9— Fakirlik
iddia eden kimseyi denemek îcabeder, Zîrâ
Resûlüllah {S.A.V.} o adamı ilk iddiasında hemen tasdik edivermedi. Bu,
fakirliğine karine hâsıl oluncaya Kadar onun yemininin bile nazar-ı îtibâre
ahnmıya-cağına delilidir.
10 — Akid
için hutbe vâcib değildir. Çünkü hutbe hadîsin hiç bir rivayetinde zi
tredilmemiştir.
11—
Mehir,
Kur'ari öğretmek gibi bir menfeat olabilir.
Nitekim Musa ve Şuayb aleyhimesselâm kıssası da buna delâlet eder.
Fakat Hanefîler'e göre
menfaatten mehir olmaz. Onlar bu hadîsi te'vî'l ederler ve mehirsiz evlenmeyi
Peygamber {S.A.V.) 'e mahsus sayarlar..
12— Hadîsin
«Bildiğin KurTan mukabilinde» cümlesinin
Kaadi hjaz'a. göre iki veçhe ihtimali vardır :
a) Kadına
Kur'ân-ı Kerîm'den bildiklerini yâhûd muayyen bir miktarını öğretecek; ve bu
onun mehri olacaktır.
b)
Kadını o
adama mehirsiz nikâh etmiştir. Bu takdirde hadîsteki (ba) harfi, ta'lü içindir.
O zât Kur'ân-ı Kerîm'in
bir kısmını ezbere bildiği için bu mehirsiz evlendirme kendisine bir ikram
olmuştur.
Hz. Enes (R,A.) 'm
ebeveyni olan Ümm-ü Sülyem ile Ebu Süleym'in "kıssaları bu ihtimali te'yîd
eder. Şöyleki :
«Ebu Süleym, Ümm-ü
Süleym'i istemiş. Ümm-ü Süleym :
— Vallahi senin gibi
bir adam reddedilemez ama sen kâfirsin b&n müslüman. Bana seninle evlenmek
helâl olmaz. Eğer müslüman olursan mehir borcun bu otsun; senden başka bîr şey
istemem; demiş. Bunun üzerine Ebû Süleym müslüman olmuş; Ümm-ü Süleym'in mehri
de onun müslümanlığı kabulü olmuş.»
Bu hadîsi Nesaî
ta.ıric etmiş ve sahîhlemiştir. Râvisi Ibni Abbas (R.A.) 'dır. Hattâ Nesü bu
kıssa için «Bâbü't - Tezvîc ale'l - İslâm». unvanı altında bir bâb tahsis
etmiştir. Nesâî'nin bu hareketi ikinci ihtimali tercih ettiğine delildir;
halbuki birinci ihtimal daha kuvvetlidir.
13— Nikâh,
temlik lâfzı ile mün'akid olur. Hanefîler'Ie Mâlikîler'in ve bazı ulemâ'mn
mezhebi budur.
Onlara göre : nikâh,
tezvic, hibe ve sadaka gibi hâlen temlike de eden her sözle mün'akid olur. Şâfiîler'e
göre ise yalnız nikâh ve tezvic sözleri ile kıyılır.[469]
1007/831-
«Âmir b. Abdlllah[470] b.
Ez - Zübeyr'den o da babasından -radıyalahü anhihm- îşilmîş olarak rivayet
edildiğine göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:
— Nikâhı ilân edin;
buyurmuştur.»[471]
Bu hadîsi Ahmed
rivayet etmiş; Hâkim de sahihi emiştir.
Bu bâbta Hi. Âişe (
R.Anhâ) 'dan şu hadîs rivayet olunmuştur :«Nikâhı ilân edin ve onun için def
çalın».
Bu hadîsi Tirmizî
tahric etmiştir. Fakat râvîleri arasında İsa b. Meymun vardır. Bu zât zaîftir.
Aynı hadîsi tbni Mâce ile Bcyhakî de tahrîc etmişdir. Bunların isnadında da
Halid b. îyas vardır ki bu zatın hadîsi münkerdir. İmam Ahmed demiştir ki: Yine
Tirmizî, Hi. Âişe'dcn şu hadîsi tahrîc etmiş; ve «hasen garîbür» demiştir:
Bu nikâhı i'lân edin;
hem onu mescidlerde kıyın; o-nun için defleri çalın. Biriniz hiç olmazsa bir
koyun ile düğün da'veti yapsın. Şâyed biriniz bir kadın istediği vakit saçını
siyaha boyamış bulunursa (bunu) o kadına bildirsin; onu aldatmasın.»
Bu hadîsler nikâhı i'lân
etmenin lüzumuna delâlet etmektedir. î'lân-için def çalmak dahî emrolunmuştur.
Bu hususta hadîsler çoktur. Bunların her biri hakkında söz edilmiş de olsa
yine birbirilcrini takviye ederler ve i'lân için def çalmanın meşru'
olduğuna delâlet ederler.
Emrin zahiri vücûb
ifâde ederse de : «def çalmak vâcibtir» diyen ol-îTHimışür. O sadece mesnûndur.
Lâkin zamanımızda olduğu gibi beraberinde güzel sesli kadın şarkıcılar bulunup
da çeşitli rezalet şarkıları okumamak şarttır. Bunlar kat'jyetle haramdır.
Sünnet vecih üzere düğün i'lânı bu gün maalesef kalmamıştır.[472]
1008/832- «Ebu
Bürdete'bni Ebî Musa'dan o'da babasından -radıyal-îahü anhümâ - rivayet
olunmuştur. Babası demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:
— Nikâh ancak velî iie
olur; buyurdular.»[473]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dörtler rivayet etmişlerdir. Ibnİ Medîni ile Tirmizî onu sahîhlemiş; İbnİ Hibban mürsel olmakla
illetlendirmiştir.
İbni Kgs'it diyor ki:
«Bu hadîsi Ebu Dâvud, Tirmizî, îbni Mâce ve başkaları İsrail'den; Ebu Avâne,
Kaadî Şurcyh Kays b. Rcbî', Yunus b. Ebî İshak ve Zübeyr b. Muaviye de Ebû
İshak'dan yine böyle mürsel olarak tahrîc etmişlerdir. Tirmizî dahî: «Aynı
hadîsi Şu'be ve Scvrî, Ebû İshak'dan mürsel olarak rivayet etmişlerdir; ama
bence evvelki yani Ebû Bürde tariki ile olan rivayeti daha sahihtir» demektedir.
Abdurrahman b. Mchdî de bu hadîsi böyle sahîhlemiştir. Ali b. Medlnî:
«İsrail'in nikâh hakkındaki hadîsi sahihtir.» demiştir. Bu hadîs Buharî'ye
sorulmuş: «sikanın ziyâdesi makbuldür» cevabını vermiştir. İsrail sikadır.
Bunu tbni Kayyim (691 — 751) «Tchzibü's - Sünen» adlı eserinde zikretmiş ve:
«Her ne kadar bu hadîsi Şu'be ile Sevrî Mürsel olarak rivayet etseler de bu,
hadise zarar vermez» demiştir.
Hadîsi Bcyhakî ve daha
bir çok hafızlar sahîhlemişlerdir. îbni Medînî: «Bu hadîsi Ebu Ya'lâ «Müsned
inde Câbir'den merfu' olarak rivayet etmiştir. Hafız Ziya râvilerinin hepsinin
sika olduğunu söylüyor.» demektedir.
Hâkim : «Bu bâbta
Peygamber (S.A.V.) 'in zevceleri Aişe, Ümm-ü Seleme, ve Zeyneb bînti Cahş'dan
sahîh rivayetler vardır. Bu bâbta Ali İle îbni Abbas'tan da rivayetler vardır»
demiş sonra otuz şahabı saymıştır.
Kadının kadını ve
kendini evlendirpmiyeceğine dâir Ebû Hüreyr© hadîsi ile velîsiz nikâh caiz
olmayacağına dâir Hz. Âİşe hadîsi de aşağıda gelecektir.
Hadîs-i Şerîf, nikâhın
velîsiz caiz olmıyacağına delildir.
Velî : Kadının
asabelerinden en yakın olan erkektir. Şâir akrabalarından olmaz.
Ulemâ nikâhta velînin
şart olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Cumhur'a göre şarttır. Hattâ İbni
Münzir'den rivayet olunduğuna göre sahâbe'den bu bâbta hiç bir muhalif yokmuş.
İmam Mâlik : «Şerefli kadın için velî şart; şerefsiz için şart değildir.
Kendisini tezvîc edebilir» demiştir.
HaneFîler'e göre âkil
baliğ olan kadın hakkında velî mutlak surette şart değildir. Onlar velîsiz
nikâh olmadığını ifâde eden hadîslerin zaîf hattâ bazısının muztarib olduğunu
ortaya koymuş; ve bekâr kadının kendini evlendirme, hususunda velîsinden daha
ziyâde hak sahibi olduğunu gösteren Müslim hadîsi ile istidlal etmişlerdir.
Bu hadîsi Ebu Dâvud,
Tirmizî, Ncsaî ve «el - Muvatta'da.» imam. Mâlik de rivayet etmişlerdir. Lâfzı
şudur:
«Bekâr kadın kendi
nefsi hakkında velîsinden daha ziyâde hak sahibidir.»
Zâhirîler'e göre
bakire hakkında velî şart; dul için şart değildir Delilleri aşağıda gelecek
Ibnî Abbas hadîsidir.
Ebû Sevr (— 240)'e
göre kadın velîsinin izni ile kendini nikâh edebilir. Delîli aşağıdaki hadîsin
mefhumu muhalifidir.[474]
1010/833- «Âişe
radıyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. DemİştSr ki: Resûlütİah sdllaUahü
aleyhi ve seîlem:
— Hangi kadın
velîsinin izni olmaksızın kendisini nikâh ederse onun nikâhı bâtıldır. Eğer
kocası ona dâhil[475]
oldu ise tercini istihlâl etmesine karşılık kadına mehir vardır. Eğer velîler
(onun kocaya verilmesi hakkında) münazaa ederlerse o takdirde sultan, velîsi
olmıyanın velîsidir; buyurdular.»[476]
Bu hadîsi Nesaî
müstesna Dörtler tahrîc etmişlerdir. Onu Ebu Avâ-ne, Ibnİ Hibban ve Hâkim
sahîhlemişlerdir.
îbni Kcsîr bu hadîsi
Yahya b. Maîn ve daha başka hadîs hafızlarının sahihlediğini söylüyor. Ebu,
Sevr «Velîsinin izni olmaksızın» ta'biri için : «Bundan anlaşılıyor ki velisi
izin verirse kadının kendini nikâhetmesi caiz olur.» demiştir. Bittabî bu mefhumdur.
Mantûka muâraza edemez.
Hanefiler bu hadîsi
zaîf bulmuşlardır. Onun, üzerinde ulemâ'nın sözleri çoktur. Bunları Bcyhakî «Es
- Süncnü'l - Kübrâ» adlı eserinde uzun uzadıya saymıştır.
Hadîs-i Şerif, nikâhta
velînin nazar-ı itibâre alınacağına, akdi kendisinin veya vekilinin yapması
lâzm geldiğine delildir. Duhûl vâkî olursa mehir vermenin lüzumu; nikâh'ın bir
rüknü bozulursa bâtıl olacağı; ve keza nikâhın bâtıl ve fâsid kısımlarına
ayrılması de bu hadîsin delâlet ettiği hükümler cümlesindendir.
Velîler münazaa ettiği
zaman nikâh hakkı devlet reisine intikal eder. Bazıları bu hakkın uzak velîye
intikal edeceğine kaildirler.
Hadîsimiz, velîsi
bulunmayan bir kadının velîsinin devlet Reisi olacağına da temas etmektedir.
TaberânVnin İbnî Abbas (R. A.} den merfu' olarak tahrîc ettiği şu hadîs dahî
bunu te'yîd. ediyor:
«Nikâh ancak velî ile
sahîh olur. Sultan da velîsi olmayanın velîsidir.»
Bu hadîsin ravîleri
arasında zaîfîerden Haccac b. Ertât varsa da aynı hadîsi Süfyan da «.Cami'»
inde tahrîc etmiş; ve yine o yoldan Tdberanî de «el - Evsat* mda onu hasen bir
isnadla İbnİ Abbas dan tahrîc eylemiştir. Lâfzı şudur:
«Nikâh ancak mürşîd
bir velî yâhud Sultan ile caiz olur.»
Sulfan'dan murâd: âdil
olsun olmasın, hükümdardır. Bazıları: «Bundan murâd yalnız âdil olan
hükümdardır; âdil olmıyan hükümdar bu işe ehil değildir...» demişlerdir.[477]
1011/834- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'âen rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahü aleyhi
ve scîîcm:
— Dul kadın, kendisinden emir alınmadıkça
nikâh edilemez; Bakire dahî kendisinden
izin alınmadıkça nikâh edilemez; demiş.
Eshâb :
— Yâ Resûlüllah, onun İzni nasıl olacak?
deyince :
— Susmasidir; buyurmuşlardır.»[478]
Hadîs müttefekum
aleyh'tir.
Hadîs-i Şerîf, dul
kadın nikâh edilirken kendisinden mutlaka emir almak lâzım geldiğine; akid için
ondan emir alınmadıkça velîsinin .ıi-kâhmı kıyamıyacağma delâlet ediyor.
Bu emirden murâd: onun
rızâsıdır.
Bakireden maksad: akil
baliğ olan kızdır. Onun hakkında emir değil de izin alma ta'birinin
kullanılması, aralarında fark olduğunu göstermek içindir. Dul kadınla mutlaka
müşavere yapılacak; velî ondan akdi yapmak için sarahaten söz alacaktır. Bakire
hakkında ise rizâ kâfidir. Bu da ya sözle yâhûd .sükût etmekle tahakkuk eder.
Onun hakkında susmanın rizâ yerine geçmesi utandığındandır. Burada utanmak söz
yerine kabul edilmiştir. Nitekim Şeyheyn'in müttefikan tahrîc ettikleri H.
Âişe hadîsinde tasrîh edilmiştir. Hz. Âişe hadîsi şudur:
Âişe: Yâ Resûlallah,
şüphesiz ki bakire utanır; demiş; Peygamber (S. -A.V.) Onun nzâsi Sükûttur;
buyurmuşlardır.
Lâkin İbni Münzir:
«Sükûtunun rizâ olduğunu bilmek müstehâbdır» demiştir.
Bazılarına göre
bakireye üç "defa: «Razı isen sus; değilsen konuş» denilir. Konuşmaz fakat
ağlarsa mesele yine ihtilaflıdır. Bâzılarına göre ağlayarak susmak rizâ
sayılmaz. Hanefiler'le diğer bazı ulemâ'ya göre ağlamanın bu işten imtina1
hususunda bir te'siri yoktur. O da rizâdır; yalnız bağırıp çağırır ve razı
olmadığına alâmetler gösterirse o zaman rizâ sayılmaz.
Bir takımları: «göz
yaşına bakılır, sıcak ise razı olmadığına; soğuk ise rızasına delâlet eder»
demişlerse de buna i'tibâr yoktur. .
Hadîs, baba olsun
başkası olsun bütün velîlere âmm ve şâmildir; ve baliğ olan bakireden behemehal
izin isteneceğine delâlet eder Ha-nefîler'le diğer bâzı ulemâ'nın mezhebi de
budur. Delilleri bu hadîs ile Müslim'in tahrîc ettiği :
«Bakireden babası izin
ister» hadîsidir. Bu hususta sözün devamı aşağıdaki hadîstedir.[479]
1012/835- «İbni
Abbas radıyattahü anhümâ*dan rivayet olunduğuna göre Peygamber sallallahü
aleyhi ve stâlem:
— Dul kadın kendi
nefsi hakkında tasarrufa velîsinden daha haklıdır, bakireden ise müsaade istenir.
Onun İzni SÜkÛtdur; buyurmuşlardır.»
[480]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmi.ştir.
Bir rivayette: «Dul
kadınla beraber velîye iş yoktur; fakat yetimeden. emir alınır» buyuru i muştur.
Bunu Ebu Dâvud ile
Ncsaî rivayet etmişlerdir. İlmi Hibban ise sahîhlemiştir.
Dul kadının kendi
nefsine daha haklı olmasından maksad onun rızâsı olduğunu yukarıda gördük.
«Dul kadınla beraber velîye iş yoktur» demek: razı olmazsa velî bir şey
yapamaz,; demektir.
Şer-i şerifte, yetime
: babası olmayan küçük kızdır. Bu hadîs; «Küçük kızı babasından başka kimse
evlendiremez» diyen İmam Şâ/iî'nin delilidir. Çünkü Peygamber (S.A.V.)
«yetîmeden emir alini r» buyurmuştur. İzin almak ise ancak bulûğa erdikten
sonra olur. Küçük bir kızdan izin istemekde bir fayda yoktur.
Hanefîter ise küçük
kızı bütün velîlerin tezvîc edebileceğine kaildirler. Delilleri :
[481] «Eğer yetimler bıkkında adalet gösteremiyeceğinizden
korkarsanızı âyet-i kerîmesi'dir.
Mezkûr âyetin sebebi
nüzulü : Velî'nin taht-ı terbiyesinde bir yetî-me bulunur da velî onunla
evlenmeğe razı değilken malına göz dikerek malı için evlenirse bir daha bunu
yapmamasını tenbih içindir.
Hanefîler'e göre böyle
küçükken uzak velîler tarafından nikâh edilen kıza bulûğa erdikte muhayyerlik
vardır. Yalnız İmam Ebû Yusuf'a, göre kızı tezvîc eden babadan başkası da olsa
muhayyerlik yoktur.[482]
1013/836- «Ebu
Hüreyre rodıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem:
— Kadın kadını
evlendiremez; kadın kendini de evlendiremez; buyurdular.»[483]
Bu hadîsi ibni Mâce
ile Dâre Kutnî rivayet etmişlerdir. Râvîleri sikadır.
Hadîs-i Şerîf, kadının
kendini ve başkalarını nikâh etme bâb'ında velî veya vekil olmağa hakkı
bulunmadığına delildir. Cumhur'un mezhebi de budur.
Ebu Hanî/e'ye
göre" âkil baliğ olan bir kadın kendini tezvîc edebildiği gibi küçük
kızını tezvîc için velî ve başkasına vekîl dahî olur. Yalnız kendisi küfüne
varmamışsa velîlerine i'tirâz hakkı vardır.
İmam Mdîik'in şerefli
kadını velîsi, şerefsizi ise kendisi evlendirir» dediğini yukarıda gördük.
Cumhur-u ulemâ bu
hadisle ve :
«Onları[484]
kocalarına varmaktan men' etmeyin» âyeti kerîmesi ile istidlal ederler. İmam
Şafiî : «Velîyi nazar-ı i'tibâre alma hususunda en sarih âyet budur; yoksa
kocanın mâni' olmasının bir mânâsı yoktur» diyor.
Bu âyet'in sebeb-i
nüzulü şudur Ma'kil b. Yesâr kız kardeşini ev-lendirmişti. Kocası onu ric'ı bir
talâkla[485] boşadı; ve iddeti
geçinceye kadar kadının semtine uğramadı. Sonra ona dönmek istedi Hz. Ma'kil
kız kardeşini ona tezvîc etmiyeceğine yemîn etti. îşte bu âyet bu münâsebetle
nazil oldu. Bunu Buharı rivayet etmiştir. Ebû Dâvud: «Ben de yemîıîmden dolayı
keffâret verdim; ve kız kardeşimi onunla evlendirdim» cümlesini ziyâde
etmiştir.
Şafiî diyor ki: «Eğer
kadına kendini evlendirmek hakkı olsaydı kardeşi razı olmadığından dolayı
tekdir edilmez; âyet de kadının kendini tezvîc edebileceğini beyân için nazil
olurdu.»
Maamâfîh Razî'ye göre
âyetteki (muhâtab'lar) zamiri kocalara aittir. Hattâ «Nihâyetü'î - Müctchid-»
nâm eserde şöyle deniliyor : «Bu. âyette velîlerin mâni' olmaktan
nehyecülmelerinden başka bir şey yoktur. Bundan akd'in sahîh olması için
onların izinlerinin şart oluşu ne hakikaten ne de mecazen anlaşılamaz. Bilâkis
zıddı anlaşılır ki, o da velîlerin velilik yaptıkları kimseyi icbar
edemiyecekle-ridir. «Bu îzâhât San'anî (1059—1182) tarafından çeşitli
i'tirâzlar-la karşılanmıştır. Biz onlardan sarf-ı nazar ediyoruz. Yalnız
îbnil-Kayyim'in bu bâb'taki mütâlâasını kaydetmeden geçemiyeceğiz. tbni'î -
Kayyım şöyle diyor : «Bakire âkil baliğ reşîd bir kızın babası onun mülkinde
ekal bir tasarrufta bulunamaz; ancak rızâsı olursa başka. Şu halde nasıl olur
da onu câriyeleştirerek bud'unu onun rızâsı olmadan elinden alır ve kendi
dilediğine verebilir? Kadm bu hususta insanların en mükrchi (zorlananı) olur.
Ma'I umdur ki kadının bütün malını rızâsı olmıyarak elinden almak onun için
istemediğine vermekten daha ehvendir. Bunun mucebi : Bikri bâliğa nikâha icbar
edÜeme neklir. Cumhur-u selefin kavli ve Ebû Banlfc'nın ve bir rivayette İmam
Ahmed'in mezhebi budur. Bizim ihtiyar ettiğimiz kavil de budur.»[486]
1014/837- «Nâfi'den
o da İbni Ömer radıyalîahü anhümâ'dan işitmek sureti ile rivâyel edilmiştir.
Ibnİ Ömer demiştir ki :
— Resûlüllah
sallctllahü aleyhi ve seUcm trampadan nehyetfi.»[487]
Trampa : Bir adamın
kızım birine, onun da kızını kendisine vermek şartı ile vermesi ve aralarında
mehir bulunmamasıdır.
Hadîs j-nüttefekun
aleyh'tir. Diğer bir vecihten Buharı ile Müslim, sigarının tefsirini Nâfi'
tarafından yapıldığına ittifak etmişlerdir.
İmam Şafii'nin: «Bu
tefsir Peygamber {S.A.V.)'denmidir; yoksa İbnî Ömer'den veya Nâfî'den yâhûd
Mâlik'denmidiv; bilmiyorum» dediğini Bryhakl «cl-Ma'rifc» de'hikâye etmiştir.
Hatîb : Bu tefsir,
Peygamber (S.A.V.)'in sözü değil, Mâlik'in sözüdür, onu merfu' metne
eklemiştir; bunu İbni Mehdi beyân etti» diyor. Dârr, Kutnî'nm Hâlid b.
Muhalled tarîki ile İmam Mâlik'den tahric ettiği şu rivayet de tefsîr'in
Mâlik'in sözü olduğuna delâlet ediyor. Hâli d : «Mâlik'in: şigâr bir adamın kızını...
ilâh; dediğini işittim doniştir.
BuİK«n'yc gelince : O
bu tefsirin Nâfi' tarafından yapıldığını «Kifnbiil - Hiyrh de tasrih etmiştir.
Kurttıbl diyor ki :
«Şigâr'ı bu suretle tefsir etmek sahih ve lisan ulomi't^t'nın dediklerine
uygundur. Eğer bu haber merfu1 ise m.-ıksiK! I .'{Kil oldu denırkttr.
Sahâbe'nin sözü ise yine makbuldür. Çünkü saiıâbt kr-mii sözünü daha iyi biür
ve anlar.»
Trampa nikâhı'nm
memnu' olduğu anlaşılmıştır. Ancak Fukahâ
nnun hükmü hususunda
ihtilâf etmişlerdir. İmam
Şafiî ile Mâlik1 e göre bu nikâh
bâtıldır. Çünkü ondan nehî vârid olmuştur; nehî bâtıl olmayı îcabeder.
Hanefîfer'Ie diğer
bâzı ulemâ'ya göre, nikâh
sahih, şartlar bâtıldır.'Kadınların
her birim; mehr-i misil verilir.[488]
1015/838- «İbni
Abbas radıyalîahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre, bakire bir kız. Peygamber
sallullahü aleyhi ve sellem'e gelerek; kendisi İstemediği halde
babasının tezvîc ettiğini anlatmış; Resûlüllah sallallahü aleyhi ve
srllrm de onu muhayyer bırakmıştır.»[489]
Bu hadîsi Ahmed, Ebu
Dâvud ve İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Hadis mürsel olmakla
illetlendirilmİslir.
Maamâfîh bu hadîs
mov.su] olarak da rivayet edilmiştir. Bir hadîs'in mevsul ve mürsel olduğunda
ihtilâf edilirse, mevsui olması kabul edilir. Musannif : «Bu hadîse ta'n
etmenin mânâsı yoktur; çünkü onun birbirini takviye oc3.cn tarîkleri vardır»
diyor.
H?iuî"-i şerif,
yukarıdaki müttefekun aleyh Ebu Hüreyre hadîsi ile aynı mânâdadır; ve her ikisi
de. babanın bakire kızını nikâh'a mecbur edomiyeceğino delâlet eder. Baba icbar
edemeyince bittabi diğer velîler cvleviyyctlc icbar ödemezler.
Hanefîler'le diğer bir
takım ulemâ'mn mezhebi budur. Onlar Müslim'in rivayet ettiği :
«Bakireden babası izin
İster» hadîsi ile istidlal ederler. Vâ-kıâ Bcyhakl ; «Bu hadîsteki: (baba)
kaydı mahfuz değildir.» demişse de musannif: «adlin yaptığı ziyâde makbuldür.»
diyerek onu reddetmiştir.
İmam Ahmed ile Şafiî
ve başkalarına göre bâliğa bir kızı babası nikâha mecbur edebilir. Bunların
delilleri yukarıda geçti.
Bcyhakı, İmam
Şafiî'nin sözünü takviye için : İbni Abbas'in bu hadisi babasının kızı küfüne
vermediğine hamlolunur» demiş. Musannif da: «Mu'temed olan BcyhakVnin
cevabıdır; çünkü bu muayyen bir vak'adır, binâenaleyh onunla umumî hüküm sabit
olamaz.»
mütâlâasında
bulunmuştur. Fakat bu sözler mezheb gayretinden ileri gelme, delilsiz
iddialardır; onlara bakılmaz, her ikrah bulunan yerde hüküm de sabit olur.
imam Nesâî, Hz. Âişe
(R. Ânhâ)'den şu hadisi rivayet eder :
«Genç bîr kız Âişe'nin
yanma girdi ve :
— Babam beni istemediğim halde kardeşinin oğluna verdi. Benimle onun itibarsızlığını kaldıracak;
dedi. Âişe :
— Peygamber (S.A.V.) gelinceye kadar otur;
dedi. Müteakiben Re-sûlüllah {S.A.V.) geldi ve kız ona (vak'ayı) anlattı. Bunun
üzerine Peygamber (S.A.V.) babasına haber ç' nderdi, ve onu çağırdı; da emri
kıza bıraktı. Kız :
— Yâ
Resûlüllah, babamın yaptığına
razı oldum; lâkin ben babalara bu işte hiç bir rol olmadığını
kadınlara öğretmek istedim; dedi.» ZAhir-i hadîs'tcn bunun kız olduğu
anlaşılıyor.
Bu hadîs : «Baba
bakire kızını icbar edebilir» diyenlerin sözünü sarahaten reddediyor.
İbni Abbas (R.A.)
hadîsindeki kızla bunun aynı kız olması muhtemeldir.
Hadîsteki (kadınlar)
sözü dul ve bakirelere âmm ve şâmildir. Bu sözü o kız Peygamber (S.A.V.)'in
yanında söylemiş; o da hükmü ikrar buyurmuştur. Babalardan emrin nefî
edilmesinden murâd : onların zorla kızlarını tezvîcleri meselesidir.[490]
1016/839-
«Hasen'den[491] o da Semüra radvyaUdhü
anfe'den o da Peygamber saîlallahü aleyhi ve seîîem'öen işitmiş olarak rivayet
olunmuştur ki. Peygamber (S.A.V.) :
— Hangi kadını iki dâne
velî evlendirir ise bu kadın o dâmadlardan birincisinindir; buyurmuştur.»[492]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dört'ler rivayet etmişlerdir. Tirmizî onu hasen bulmuştur.
Hasen'in Semura'dan
işittiği ihtilaflıdır. Bu hadîsi İmam Şafiî, Ahmcd ve Nesâî, Katâde tarîki ile
Hasen'den o da Ukbetü'bnü Âmİr'-den rivayet etmişlerdir.
Tirmizî «Hasen'in
Semura'dan rivayet etmiş olması daha doğrudur» diyor. îhnü'l - Mcdinî :
«Hasen, Ukbe'den bir şey işitmemiştir; demiştir.
Hadîs-i Şerif, bir
kadını iki velîsi ayrı ayrı iki adama tezvîc ederse kadının ilk nikâhlandığı
erkeğe âid olduğuna delildir. Hattâ bu bâb'ta ikinci nikâhlının onunla zifaf
olmasının bile bir te'siri yoktur. Eğer hakikati hali bilerek cima' ederse
bilicmâ' zina etmiş olur. Bilmeden cima' etmesi de hükmen öyle ise de bilmediği
için kendisine hadd vurulmaz. Eğer iki akid bir zamanda vâki' olmuş ise ikisi
de bâtıl olurlar. Hangisinin evvel nikâh ettiği unutulursa yine ikisinin de
nikâhları bâtıl olur. Ancak kadın ikrar eder veya erkeklerden biri onun rızâsı
ile cima' ederse o vakit mu'teber olur. Çünkü bu akd'in önceliğini ikrardır.[493]
1017/840- Câbİr
radıyallakü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüfah sdlldlahü
aleyhi ve sellem:
— Hangi köle
mevlâlarının yâhûd sahibinin izni olmadan evlenirse o zânîdir; buyurdular.»[494]
Bu hadîsi Ahmed ile
Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir; Tİrmİzî ve keza Ibni Hibbân onu
sahîhlcmişlerdir.
îlini Hibbûn onu İbni
Ömer'den mevkufen rivayet etmiştir. Bu hadîse göre Ibnİ Ömer (R.A.)'m bir
kölesi onun izni olmadan evlenmiş; İbni Ömer derhal aralarını ayırmış; akdi
ibtâl etmiş; köleye de hadd vurdur muş tur.
Ifeulİs-İ Şerif,
sahibinin izni olmaksızın kölenin nikâhlanmasının bâtıl olduğuna, hükmünün
zina sayılacağına t.'lîklir. Cumhur'un mezhebi budur. Ancak hükmünü bilmezse
hadd vurulmaz.
Dnvnd-u Zâhiri'ye pöre
bu nikfth snhîhtir. Çünkü ona gihv. nikâh şâir farz-ı ayınlar gibi bir farz-ı
ayındır; biânenaleyh sahibinin iznine muhtaç değildir. Bazılarına göre akid
bâtıldır; fakat buna zina hükmü verilmez; hattâ haram olduğunu bilse dahî bir
şey icâb-etmez. Çünkü akid bir şüphedir. Hadler ise şüphe ile münderi' olur,
yani vurulmazlar. Acaba sahibi izin verirse yaptığı akid nafiz olur mu? imam,
Şafii ile bazı ulemâ'ya göre olmaz; zîrâ Peygamber (S.A.V,) ona zanî demiştir.
imam Şafii'ye cevaben
: «Bundan murâd müsaade almadığı zamandır» denümişse de Şâfü mevkuf akde kail
değildir. (Âhir) zina eden demek ise de burada ondan murâd zanî gibi demektir.[495]
1018/841- «Ebu
Hiireyre radıyaLahıl anh'den rivayet olunduğuna göre; Resûlülah sallaUahü
aleyhi ve sclîem:
— Bir kadınla halası
ve bir kadınla teyzesi bir nikâh altında toplanamaz; buyurmuşlardır.»[496]
Hadîs müt efekun
aleyh"tir.
Bu hadîs her ne kadar
muzari' meçhul sigası ile de vârid olsa manen nehîdir. Nitekim sahîh
rivayetlerden birinde «Peygamber (S.A.V.) nehyetti» denilmiştir.
Hadîs-i Şerif, mezkûr
kadınların bir nikâh altında toplanmasının haram olduğuna delildir. Bu bâb'ta
bütün ulemâ müttefiktirler, imam Şafiî : «mezkûr kadınların bir nikâh altında
toplanmaları haramdır. Kendilerile görüştüğüm fetva imamlarının kavli budur;
bu bâbta aralarında hilaf yoktur» demiştir. Tirmizî de buna yakın bir şey
söylemiştir.
Ibnü'l- Miinzir : «Ku
gün bunun memnu' olması hususunda ihtilâf bilmiyorum; yalnız Hârîcîler'den bir
fırka caiz görmüşlerdir» diyor. İbni Abdilbcrr, ibni Hazm, Kurtubî ve Nevevl
icmâ' nakletmişlerdir.
Şüphesiz ki bu hadîs :
[497] «bunlardan geri kalanlar sîze helâl kılındı» âyet-i
kerîme'sinin umumunu tahsis etmiştir.[498]
1019/842- «Osman
radıydllahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Resûlüllah sallaUahü
aleyhi ve sellem:
— İhramlı hacı ne
nikâh eder ne de nikâh olunur; buyurdular.»[499]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Mü-filim'in Osman'dan
bir rivayetinde «Dünürlük yapamaz» denilmiştir, ibni Hibbân «ona dünürlük de
yapılamaz» cümlesini ziyâde etmiştir.
Bu hadîs hacc bahsinde
geçmişti. Orada zikredilmeyen tarafı : «ona dünürlük de yapılamaz» cümlesidir.
Bundan murâd : Velisi bulunduğu kadını ondan kimse istemesin; demektir.[500]
1020/843- «[bni
Abbas radıyallahii anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Peygamber
sallaîlahil aleyhi ve sellem Meymûne İle ih-ramlı İken evlendi.»[501]
Hadîs müttefekun aleyh'tir.
Müslim'in bizzat
Meymûne'den rivayet edilen ~hao*sinde: Peygamber (S.A.V.)'in onunla ihramh
deği! iken evlendiği, ifâde olunmaktadır.
Bu hadîste İbni Abbas
(R.A.) başkalarına mu.ıalefet ettiği için ulemâ on,un üzerinde pek çok söz
etmişlerdir.
ibni Abdilberr şöyle
diyor : «bu hüküm hususunda eserler muhteliftir; lâkin ihramsızken evlendiği
rivayeti çeşitli yollarla gelmiştir. İbni Abbas hadîsindi de isnadı sahihtir.
Şu var ki bir kişiye vehim isnadı, bir cemâate isnâd etmekten ehvendir. İki
haberin halleri en azından birbirine muâraza etmektir. Bu taktirde her
ikisinden başka bir delil aranır. îhramlınm nikâh edilmesinin memnu' olması
hususundaki Osman hadîsi sahihtir, binâenaleyh mu'temed olan odur».
E$rcm şöyle diyor :
«Ahmed'e dedim ki :
Ebu Sevr, İbni Abbas
hadîsi ne sebep ile reddediliyor? (yani sa-hîh olmakla beraber niçin kabul
edilmiyor?) diyor; cevâbı şu oldu :
— Allah müstean, İbni
Müscyycb; İbni Abbas vehmetti; demektedir. Meymûne de; Beni ihramda değil iken aldı; diyor.»
Hz. Meymûne hadîsini
Osman (R.A.) hadîsi te'yid etmiştir. Bu hâl karşısında İbni Abbas hadîsi te'vil
edilmiş ve: «(muhrim) sözünden murâd : Harem-i şerife giren, yâhud haram
aylarda bulunandır» denilmiştir, îbni Hibbân «Sahih» inde buna cezmetmiştir.
Hanefîler'e göre ihramh bir kimse nikâh edebilir. Yalnız cima' edemez.[502]
1022/844- «Ukbetü'bnü
Âmir radıyallahii anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüfah
sallallahü aleyhi ve sellem:
— Şüphesiz ki
şartların en ziyâde îfâsı gerekeni, kendisi ile, fercleri istihlâl ettiğiniz
şarttır; buyurdular.»[503]
Hadîs müttefekun
aleyh'ür.
Yani en ziyâde yerine
getirilmeye çalışılacak şart nikâh'm şartlarıdır. Çünkü nikâh ihtiyat istiyen
şeylerdendir; o sıkı tutulmalıdır.
Hadîs-i Şeriîf, nikâh
akdedilirken zikredilen şartlan yapmak icâbet-tiğine delildir. Bunların eşya
yâhûd para olmaları hüküm i'tibâriyle hep birdir. Zîrâ kadından istifâde, ona
müteallik ve onun razı olacağı şeylerle olur. Bu meselede ulemâ'nın çeşitli
kavilleri vardır.
Hattabî (319—388)
diyor ki, nikâhın şartları hususunda da ihtilâf edilmiştir. Bu şartların
bazısını ifa etmek bilittifak vâcibtir. Teâlâ hazretleri'nin iyilikle geçinmek
yâhud iyilikle salıvermek hususundaki emri bunlardandır. Bazıları hadîsi bu
mânâya almışlardır.
Şartların bazısını
bilittifak ifâ etmek lâzım değildir. Kadının kız kardeşini boşamak gibi. Zîrâ
bundan nehî vârid olmuştur.
Bazıları da ihtilaflıdır.
Üzerine evlenmemek; câriye satın almamak, evinden erkeğin evine nakletmemek
gibi. Nikâhı akdedenin mehirden ayrı olarak kendisine şart kıldığı şeylere
gelince: Bazılarına göre bunlar mutlak surette kadınındır. Diğer bazılarına
göre velîlerden yalnız babaya mahsustur. İmam Mâlik'e göre akid esnasında
yapılmışsa mehir, akid hâricinde ise hibe edilen kimseye aittir. Mâlikin
delili : Nesâî'nin Amr b. Şuayb'dan merfu'en tahrîc ettiği şu hadîstir:
«Hangi kadın nikâh
ismetinden önce bir mehir veya bağış yâhûd cihaz karşılığında nikâh edilirse o
şey onundur. İsmet-i Nikâh'dan sonra ki ise kime verileceği şart koşulmuşsa
onundur. Bir adamın, mukabilinde ikram edilmeğe en lâyık olduğu kimse kızı veya
kız kardeşidir.» Böyle bir hadîsi Tirmizî de Urvo tarîki ile Hz. Âişe'den
tahrîc etmiştir. Tİrmızı : «sahâbe'den bazı chl-i ilim zevat da bununla amel
etmişlerdir. Bunlardan biri Ömer'dir.» demiştir Ömer (R. A.) : «Bir adam
kadını evinden çıkarmamak şartı İle aldı ise, bu şarta riâyet, kendisine lâzım
olur» demiştir, imam Şafiî, Ahmcd b. Hanbel ve diğer bazı ulemâ'nın mezhebi
budur. Ancak bunun Şafiî'den naklini garib görüyorlar. Şâfiîler'dcn ma'ruf
olan; şart denilince nikâh'a münâfi olmayan bilâkis nikâh'ın muktezâsı olan
şeylerin kastedilmcsidir. îyİ geçinme, nafaka, elbise ve şâire gibi, kadın
tarafından koşulan şartlarla erkek tarafından ileri sürülen izinsiz
dışarıya çıkmama, erkeğin
malından sarfiyatta bulunmama gibi şartlar bu cümledendir.
Tirmizî şöyle diyor :
«AH (R. A.) : Allah'ın şartı kadının şartını geçti; demiştir.» 0 halde
hadîsteki şartlardan murâd : yasak olmayan şartlardır.»[504]
1023/845- «Selâmetü'bnü'l
- Ekva' radıyaîlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir kî : Resûiüllah
sallalîahü aleyhi ve scîlcm, Evtas yılında Mut'a için üç gün ruhsat verdi;
sonra ondan nehyetti.»[505]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Nikâh-ı Mut'a : Bir
adamın bir kadına : «kendini bana şu kadar paraya şu kadar müddet için tcmli'
et» diyerek yaptığı nikâhtır.
Nikâh-ı Muvakkat : İki
şâhid huzurunda bir kadını ma'lûm bir müddet için nikâh etmektir.
Mut'a ile nikâh-ı
muvakkat arasında fark lâfzı gibi görünüyor. Bununla beraber nikâh-ı
muvakkat'de şâhid bulundurmak ve müddetin muayyen olması şarttır. Müt'a'da
bunlar şart değildir. Hanefîler'den. Kemâl b. llümnm (788—861) bunların
arasında fark görmüyor.
Mut'a ile nikâh-ı
muvakkat'in ikisi de bâtıldır. Yalnız İmam Mâlik'e göre müfa'nın caiz olduğu
rivayet edilir ise de bunun yanlış olduğunu Kemâl b. Hümâm «Fethü'î - Kadir» de
beyân etmiştir. Hanefîler'den imam Züfrr'c göre nikâh-ı muvakkat'da akid sahîh,
yalnız vakit «şartı fâsiddir.
Nikâh, fâsid şartlarla
bâtıl olmaz, binâenaleyh asl-ı nikâh sahihtir.
Bu hadis müt'a'nm bir
müddet ruhsat verilditken sonra ebediyyen neshcdildiğini irâde ediyor.
Cumhıır-u selef ve halefin mezhebi de budur. Müt'aya altı yerde ruhsat
verilmiş; sonra tekrar neshe-dilmİştir:
Bu yerler : Hayber
vak'ası, omra-i kaza. Mekke'nin Fethi. Evtas gazası. Tebük gazası, Haetvilü1-VedâYhr.
Yalnız bunların bazısının sü-bûtu ihtilaflıdır. Ncrrvi (631—676) diyor ki :
«Doğrusu Müt'a'nm haram ve mubah kılınması iki defa olmuştur. Hayber
vakıasından önce mubah idi; sonra orada haram kılındı. Bilâhare Fetih yılında
-Ki o yıl aynı zamanda Evtas yılıdır- mubah kılındı; sonra ebedî olarak haram
edildi.»
Ulemâ-İ ümmet'in
ekserisi bu tahrîme kail olmuşlardır. Sahâbe-i Kîrâm'dan bazılarının ruhsatın
hâki okluğuna kail oldukları İbnİ Abbas h.ıirctleri'nin de bunlar arasında
bulunduğu rivayet olunmuşsa da bun-Jar sonradan dönmüş ve hükmün neshine kail
olmuşlardır.
ibni Abbas
hazretieri'nin müt'a'ya seferlerde zaruret halinde ruhsat verdiği llâzimi'nin
tahrîc ettiği Satd b Cübeyr hadîsinden anlaşılıyor. Bu hadîse göre İbni Abbas
(II. A.) :
Sübhanellah! ben böyle
fetva' vermedim. Mut'a ancak lâşe, kan ve .domuz eti gibi bir şeydir; o muztar
kalana helâl olur» demiştir. Tirmi-zi'n'm rivayet ettiği bir hadise göre[506] :
(Ancak zevceleri ile cariyeleri müstesna...»
âyet-i kerîme'si nazil e a İbni Abbas :
«Öyle ise bunların
ikisinden maada her fere haramdır» demiştir.
Buharı, : «Ali (R.A.)
Peygamber (S.A.V.)'den rivâyeten müt'a'nm mensuh olduğunu beyân etti» diyor.
îbni Mâce sahîh bir isnadla Hz. Ömer (R. A.)"m «Hutbe okurken : Gerçekten
Resûiüllah (S.A.V.) bize müt'a için üç gün izin verdi; sonra onu haram kıldı. Vallahi
muh-san olduğu halde müt'a yapan bir kimse duyarsam onu taşlarla recmederim.»
dediğini tahrîc etmiştir. İbni Ömer (R. A.) dahî : «Bizi Resûiüllah (S.A.V.)
nehyetti. Zina edecek de değiliz» demiştir.
Bu rivayetin isnadı
kavidir.
Hasılı müt'a'nm
ebediyyen neshcdildiğinc icmâ-ı sahabe vardır. Hâl böyle oiunca : «onun mubah
olduğu kat'î, nesh'i zannî'dir» demek insafsızlık olur. Hattâ «Nihayetii'î -
Müctehidde müt'a'nm haram kılındığını bildiren haberlerin mütevâtir olduğu
beyan ediliyor; yalnız: «ne zaman haram kılındığı ihtilaflıdır» deniliyor.[507]
1024/346- «Ali
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki: Resûlüllah sallaîlahü
aleyhi ve sellem müt'a'dan Hayber yılında nehyetti.[508]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Bu hadis'in BuharVde
lâfzı şöyledir :
«Peygamber (S.A.V.)
müt'a ile ehlî eşekler (in etini yemek) den Hayber zamanında men'etti.»
Bazıları bunu «Huneyn
senesi» diye rivayet etmişse de bu bir vehimdir. Nitekim vehim olduğuna Ncsâî
ile Dâre Kutnî tenbihte bulunmuşlardır. BcyhakVn'm Humeydî'den rivayetine
nazaran Süfyan b. Uyeyne Hayber vak'asmda sadece ehlî eşeklerin etlerini yemek
haram kılındığını söylemiş. Beyhakî : «Bu da muhtemel olmakla beraber
rivayetlerin ekserisi her ikisinin de haram kılındığını gösteriyor.» diyor.
İmam Ahmed b. Hanbel'in
Ma'mer tarîki ile tahrîc ettiği bir rivayete göre : İbnİ Abbas (R.A.)'m
kadınlarla müt'a yapmağa ruhsat verdiğini Hz< Ali (R.A.) duymuş ve ona:
— Şüphesiz kî
Resûlüllah (S.A.V.) Hayber günü hem müt'a'dan hem de ehlî eşeklerin etinden
nehyetti; demiştir. Ancak Süheylî : Peygamber (S.A.V.)'in Hayber günü nikâh-ı
Müt'a'dan nehyettiği siyer ve tarih âlimlerinden duyulmamıştır» demektedir.
Hayber günü Müt'a'dan
nehyedilmediğini lbni Abdilberr ve Ebu Avâne gibi zevat da rivayet ediyorlar.
Bu iddiaya sebep, Hayber vak'asmdan sonra ruhsatın halâ sabit olmasıdır.[509]
1025/847- «(Yine)
Ali radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre, Resûlüllah sallaîlahü aleyhi
ve sellem kadınların müt'a'stndan ve ehlî eşekleri yemekten Hayber günü
nehyetmiştir».[510]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
müstesna Yedi'ler tahrîc etmişlerdir,.
Hadîs-i şerîf, Hayber
vak'asımn cereyan ettiği gün hem müt'a'nın hem de ehlî eşeklerin yenmesinin
haram kılındığına delâlet ediyor. Bu bâbta İbnü'l - Kayyim (691—751) şunları
söylüyor: «Sabit olmuştur ki, Peygamber (S.A.V.) müt'a'yı Fetih yılında helâl
kılmış ve yine sabit olmuştur ki, ondan Fetih yılında nehyetmiştir. Acaba
Hayber gününde ondan nehyetti mi? Bu hususta iki kavil üzerine ihtilâf
edilmiştir. Sahih olan şudur ki, nehî' ancak Fetih yılında vuku' bulmutşur.
Hayber günü yalnız ehlî eşekler nehycdilmiştir.
Ali'nin İbnİ Abbas'â :
«Peygamber (S.A.V.) Hayber günü kadınlarla müt'a yapmaktan, bîr de ehlî
eşeklerden neyyetti» demesi, iki meselede birden onu protesto ettiğindendir.
Bundan bazı râviler «Hayber günü» diye kayıdlamanın iki meseleye birden râci
olduğunu sandılar...»
Maamâfîh üç şeyin
İkişer defa neshedildiği rivayet olunur. Bunlar: Müt'a, ehlî eşek etlerinin
yenilmesi ve namazda Beyt-i Makdİs'e doğru dönmedir.
Bazıları bu meselede
nesih iddiasına bile lüzum görmüyorlar: «Çünkü Peygamber (S.A.V.) müt'a için
ancak üç gün izin vermişti; bu müddet geçtikde izin de sona ermiştir»
diyorlar.[511]
1026/848- «Rebi
b. Sebura'dan oda babası radıydUahü anh'âen işitmiş olarak rivayet edildiğine
göer; ResûlüllaJ) sallaîlahü aleyhi ve seUem :
«Ben size
kadınlardan istifâde hususunda izin vermiştim. Artık muhakkak
Allah bu işi kıyamet gününe kadar haram
kılmıştır. Binâenaleyh kadın nâmına kim-bir şey varsa hemen, ona yol versin.
Hem onlara bir nesne verdi iseniz (geriye) bir şey almayınız; buyurmuşlardır.»
[512]
Bu hadîsi, Müslim, Ebu
Dâvud, Nesâî, İbni Mâce, Ahmed ve İbni .Hİbban tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i Şerif,
yukarıkiier gibi müt'a'nın ebedî olarak haram kılındığına delildir. Ayrıca o
gün için İstifâde mukabilinde kadına bir şey verilmişse geriye ondan bir şey
almaması emrolunuyor. Bu bâbta Müslim, Sebra b. Ma'bedİ Cühenî'den şu hadîsi
tahrîc etmiştir :
«Sebura demiştir ki:
«Resûlülah (S.A.V.) bize müt'a İçin İzin verdi. Bir adamla ben de Benî Âmir (kabilesin)
den bir kadına gittik. Kadın makara gibi bir şey olup uzun boylu İdi. Hemen
kendimizi ona arzetik. Bana :
— Ne vereceksin? dedi :
— Kaftanımı; dedim. Arkadaşım da :
— Kaftanımı; dedi. Arkadaşımın kaftanı
benimkinden daha iyi İdi; ama ben de arkadaşımdan genç idim. Kadın
arkadaşımın kaftanına baktımı onu beğeniyor; bana baktımı
beni beğeniyordu. Nihayet bana
dönerek:
— Kaftanınla sen bana yefersîn; dedi. Bunun
üzerine onunla birlikte üç gün kaldım. Sonra Re^fılüllah (S.A.V.) :
— Kimin yanında şu kendilerinden istifâde
ettiği kadınlardan bir^şey varsa hemen ona yoi versin; buyurdular.»
Bu hadîs Müt'a'nın üç
gün ciovam ettiğini de gösteriyor. Müfa'mn haram olduğuna dâir İcmâ'-i ümmet-i
hazırlıyan hâdiseyi Hz, Câbir (R.A.) şöyle anlatıyor : «Resûiüllah (S.A.V.) ile
birlikte Tebuk gazasına çıktık. Akabe'nin Şam'a bakan tarafına vardığımız
zaman bir ia-kim kadınlar geldi. Bunlarla müt'a yapmayı kararlaştırdık ve
kadınları yüklerimize aldık. Derken Resûlüllah
(S.A.V.) geldi ve kadınlara bakarak
:
— Bu kadınlar kim?
dedi:
— Kendileri ile müt'a
akteddiğimiz bir takım kadınlar yâ
Resûlüllah; dedik. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.) kızdı, hattâ
yanakları kızardı, yüzü sarardı. Ve aramızda hutbe İradına kalktı.
Allah'a hamd-ü sena etti; sonra müt'a'yı
nehyetH. Biz de o gün erkek kadın hep vedâ-faştık. Bir daha yapmadık ve
ebediyyen yapmayız da.»
İşte icmâ' da bu
suretle mün'akid olmuştur. Bazı Şiâ taifeleri müt'a-nın bu gün de caiz olduğunu
söylerlerse de onların muhalefeti ehl-i sünnet'çe mu'teber değildir.[513]
1027/849- «İbni
Mes'ud radıyallahü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
saîîaUahü aleyhi ve sellem hülle yapana da kendisi için hulfe yapılana da
lâ'net etti.»[514]
Bu hadîsi Ahmed, Nesâî
ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizî onu sahîhlemiştir. Bu bâbta Ali'den de
hadîs vardır. Onu Nesâî müstesna Dört'ler tahrîc etmişlerdir.Ali (R. A.)
hadîsinin metni şudur :
«Peygamber (S.A.V.)
hülle yapana da kendisi için hülle yapılana da lâ'net etti.»
İlmi Mes'ud hadîsi'ni
İbni'l-Kattân ve ibni Ddkiki'l-ld, Buharî'nin şartı üzere sahîhlemişlerdir.
Tirmizî ise : «Hasen Sahih» demiştir.
Ehl-i ilim Sahâbe-i
Kiram bu hadîsle amel etmişlerdir. Ömer, Osman ve Abdullah b. Ömer hazerâtı
bunlar meyâmndadır. Tabiînden olan fukâhâ'nın mezhebi de budur.
Hz. Ali hadîsinin
isnadında Müeâhid vardır; bu zât zaîftir. Onun hadîsini îbni Seken sahîhlemiş;
Tirmizî illetli saymıştır. Aynı hadîsi îbni Mâce ile Hâkim, Ukbetü'bnü Âmir
(R.A.)'den tahrîc etmişlerdir. Lâfzı şudur :
«Resûlüllah (S.A.V.) :
— Dikkat edin, size
emaneten alınmış tekeyi haber vereyim
mi? dedi. Eshâb :
— Hay hay, yâ
Resûlülah; dediler :
— İşte o hullecidir. Allah
hulleciye de, kendisi için hülle yapılana da lâ'net etsin; buyurdular.»
Hadîsimiz hülle
yaptırmamn haram olduğuna delildir. Çünkü lâ'net ancak haram olan bir şeyi
irtikâb edene yapılır. Fakat Hanefîler'e göre hülle mekruhtur.
Hülle : îslâm hukukuna
göre hür bir kadın üç defa, câriye ise iki defa boşanırsa başka bir kocaya
varmadıkça ilk kocası ile evlenemezler. Çünkü şeriatın erkeğe verdiği boşayıp
alma hakkı bitmiştir. İleride de görüleceği vecihle bu hak hür kadına nİsbetle
üç, cariyeye nisbet-le ikidir. Biânenaleyh bir adam hür karısını ister bir
defada, üç, isterse ayrı ayrı zamanlarda üç defa boşadı mı, artık o kadın başka
kocaya varmadan evlenemez. Başka kocaya varır da günün birinde ondan da boşanır
veya o kocası ölürse iddet denilen şer'î müddeti bekledikten sonra tekrar ilk
kocasına nikâh edilebilir. îşte bu ikinci kocaya varma işine hülle derler.
MuhallİI :Helâl kılan
demektir. Kadını ilk kocasına helâl kıldığı için ikinciye bu isim verilmiştir.
Kadının ikinci kocasından ayrılıp kendisine dönmesini bekleyen birinci
kocasına da muhalle!ün leh (kendisi için hülle yapılan) denilir.
Hülle: Şer'an asla
şakası olmayan boşama işini tekrarlıya tekrarlıya âdeta oyuncak haline getiren
şımarık, düşüncesiz ve şaşkın erkeklere şeriat tarıfından verilen bir ders-i
ibrettir. Karısını bir defa değil iki defa boşadığı halde bile aile yuvası
yıkmanın, çoluğunu çocuğunu anneli babalı öksüz etmenin ne demek olduğunu
anlarmyan gafil kocaya yaraşan en güzel muamele : Bir zamanlar gözünden kıskandığı
karısını şimdi başkalarının harîm-i ismetinde görmektir. îşte hulle'nin
hikmet-i meşru'iyeti de budur. Bu adam artık iki bahtın biri ile karşı
karşıyadır. Ya karısı ölünceye kadar ikinci koca ile geçinir ve bu surette ona
karşıdan hasret, nedamet ve kıskançlıkla baka baka geçirdiği hayat zehir olur
gider; yâhûd talihi yine güler de günün birinde ikinci kocasından ayrılan
karısı ile tekrar evlenmek, fırsatını bulur. Fakat ne olursa olsun şımarık
koca hak ettiği sille-i te'dib'i yemiştir. Hul-enin bu şekilde olanına şer'an
söylenecek bir söz yoktur. Hadîs-i Şerîf-ie beyân buyrulan lâ'net böyleler için
değildir. Lâ'net, hüllede de hileye baş vuranlaradır.
Hulle'nin hilesi : Üç
talâkla boşanan kadını pazarlık ederek birisi ile evlendirmek; ve bir akşam
karı koca hayatı yaşadıktan sonra ertesi günü boşattırarak tekrar ilk kocasına
vermektir. îşte bir hadîs-i şerifte kiralık tekey'e benzetilen mel'un hulleci
budur.
Ulemâ hulle'nin daha
başka hileli şekillerini sayarlar. Akid esnasında : «Hülleyi yaptığın an nikâh
sona erecek» şartını İleri sürmek de bunlardan biridir. Bunun nikâh-ı
muvakkat'dan bir farkı yoktur.
Fakat akid esnasında
hiç bir şart dermeyân edilmediği halde hulleci meseleyi bilir ve o kadınla
cima' ettikten sonra onu derhal boşar-sa Hanefîler'e göre mekruh sayılmaz. Ulemâ'dan
tbni Teymiyye gibi bazı zevata göre hülle ne şekilde yapılırsa yapılsın
haramdır. îbnl Teymiyye bu hususta bir kitap te'lif etmiştir.[515]
1029/850- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir kî:Resûlüllah
sallalîahü aleyhi ve seîlem:
— Kendisine dayak
vurulmuş zânî ancak kendi gibisini nikâh edebilir; buyurdular.»[516]
Bu hadîsi Ahmed ile
Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Râvîleri sikadırlar.
Hadîs-i şerif, namuslu
bir kadının, zina ettiği sabit olan bir erkekle evlenmesinin haram olduğuna
delâlet ediyor ve :
[517] «Bu mü'minlere haram kılınmıştır» âyet-i kerîme'sine
muvafık düşüyorsa da ulemâ'nm ekserisi bunları te'vil ile mânâ: «Ancak kendi
gibisini nikâh etmeğe rağbet gösterir» demektir; şeklinde beyânda bulunmuşlardır.
Fakat nusus-u şer'iyenirt zahirî mânâlarından ayrılmayanlar bu te'vili kabul
etmiyorlar. Onlara göre zina eden bir erkek, ancak bir zârıîyc ile evlenebilir;
namuslu bir kadını almak ona haramdır. Zina eden kadın da onlarca aynı hükme
tâbi'dir.[518]
1030/851- «Âişe
radıyollahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bir adam karısını' üç
defa boşadı da, o kadını başka bir adam aldı; sonra onu cima' etmeden boşadı.
Bunun üzerine kadını ilk kocası almak istedi. Derken mes'ele Resûlüllah
sdlîalîahü aleyhi ve sellem'e soruldu :
— Hayır ikinci kocası,
onun balcağızından birincisinin tattığı gibi tatmadıkça olmaz; buyurdular.»[519]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir.
Hadisi şerifteki
(balçağız) ta'biri cimâ'dan kinayedir. Maamâ-fîh muradın ne olduğu yine
ihtilaflıdır. Bazılarına göre maksad menî'-nin inmesidir. Hülle ancak bununla
olur. Cumhura göre ise erkeğin âletinden sünnet edilen miktarı kadının Tercine
girerse kâfidir. Ezherî: «Doğrusu balcağız'ın mânâsı: sünet mahillinin
kaybolması ile hu şule gelen cima' lezzetidir» diyor. Ebu Ubcyd : «Balçağız,
cima' lezzetidir. Araplar lezzetli bulduğu her şeye bal derler» demektedir.
Hadîs imamlarından bir
cemâat Hz, Âişe (R. Anhâ)'dan şu hadîsi tahrîc etmişlerdir :
«Âişe (R. Anhâ)
demiştir ki: Benî Kureyza'lı Rİfaa'nın karısı Peygamber (S.A.V.)'e gelerek :
— Ben Rifaa'nın karısı İdim. Beni talâk-i
bâinle boşadı. Ben de ondan sonra Abdurrahman b. Zebİr'le evlendim; ama onun
erkekliğini elbisenin saçağı gibi buldum; dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :
— Rifaa'ya dönmek mi istiyorsun? diye sordu :
— Evet, deyince
: Resûlüllah (S.A.V.) :
Hayır! sen onun
balcağızından, o da senin balca-ğızından tatmadıkça dönemezsin; buyurdular.»
ÎUtîd b. El-Müscyyrb
hülle için: «Cima' şart değil, akd-i sahih kâfidir» demiş ise de onun bu sözü
ulemâ arasında derin bir aksülâmel uyandırmış; kendisine çeşitli cevaplar^
verilmiştir. Hattâ bazıları : aHa'ıd bu hadîsi duymamıştır» demişlerdir. Sadr-ı
Şchtd, Said b. cl-'Müscyyrb'in kavlına işaret ederek: «Kim bu kavil ile fetva'
verirse Alhüi'ın, Melck'lcrin ve bütün insanların lâ'noti onun üzerine olsun»
demiştir. Dâvud-u Zahiri (202—270) ile Şiiler de bu meselede Saîd b.
el-Miiscyyeb ile beraberdirler. Usul-i fıkıh ilminde bu hadîsin hükmü
etrafında Hanefîler'le Şâfüler arasında ihtilâf vardır.[520]
Kefâet : Müsavat ve
denklik demektir. Dînde kefâet mu'teberdir; binâenaleyh müslüman bir kadının
bir kâfirle evlenmesi icmâ'en haramdır[521].
1031/852- «Ibni
Ömer radıyallahih anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Resûlülah
sallaîlahü aleyhi ve sellem :
— Araplar
birbirlerinin küfüdür; Mevâlî de birbirlerinin küfüdür; ancak dokumacı veya
kan alıcı olursa o başka; buyurdular.»[522]
Bu hadîsi Hâkim
rivayet etmiştir.
İsnadında ismi
söylenmeyen bir râvî vardır. Ebu Hatim hadîsi münkeç saymıştır. Fakat Bezzar
münkati' bir senedle Hz. Muaz b. Cebel'den onun bir şahidini rivayet etmiştir.
İbni Ebî Hatim bu ha-_disİ babasına sormuş : «Bu yalandir:ash yoktur» cevabını
almıştır. Başka bir yerde de «bâtıldır» demiştir. İbni Abdilbcrr onu
«ct-Tem-hîd» de rivayet etmiş ve : «Dârc Kutnî (eî-llcl) de onun için: sahih
olmuyoi^dedi» demiştir. Aynı hadîsi Hişam b. Ubcyd rivayet etmiş ve (kan alici)
kelimesinden sonra «yâhûd Tabak» ifâdesini ziyâde etmiş; bunun üzerine
tabaklar toplanarak kendisini paylamak istemişlerdir, îbni Abdilbcrr : «Bu
münkerdir: uydurmadır: onun bir çok tarîkleri vardır ama hepsi boştur»
demiştir.
Hadîs, arapların
birbirlerine küf olduklarına, mevâlî'ni ı onlara küfü' olmadıklarına
delildir.
Mevâlî : Mevlâ'nın
cem'idir. Mevlâ yardımcı ve dost mânâlarına gelir. Arap olmiyan mü si umanlar
İslâmiyet'e yardım ittikleri cihetle kendilerin? mevâlî denilmiştir.
Kefâet mes'elesinde
neye i'tibâr edileceği ulemâ arasında çok İhtı-lâfhdır.
Hz. Ömer, İbni Mes'ud,
îbni Şîrîn, Ömer b. Abdülaziz hazerâtı ile îmam Mâlik ve diğer bir takım
ulemâ'ya göre mu'teber olan dîn'dir. Bu zevatın delilleri ;
«[523]
Şüphesiz ki Allah İndinde sizin en kıymetliniz en ziyâde ehl-I takva
ofanmızdır» âyet-İ kerîme'si ile :
«İnsanların hepsi Âdem
oğludur. Âdem ise topraktandır.» hadîs-i şerifidir. Bu mânâda bir hadîsi İbni
Sa'd, Hz. Ebu Hü-reyre'den tahrîc etmiştir. Lâfzı şudur :
«İnsanlar tarağın
dişleri gibidir. Kimsenin kimse üzerine bir üstünlüğü yoktur. Ancak takva ile
olan müstesna.»
Aynı hadîsi îbni Lal,
îbni Sa'd hadîsine yakın lâfızlarla tahrîc etmiştir. Buharı de bu kavle
işaretle «Bâbü'l - Ekfâî fi'd-Din» nâmiyle bir bâb tahsis etmiştir. Fahr-İ
kâinat (S.A.V.) efendimizin: «Dİndarı-nt tercih et» buyurduğunu yukarıda
görmüştük. Resûlüllah (S.A.V. Mekke'nin fe£hi günü bir hutbe irâd buyurmuş onda
ez cümle câhiliy-yet devri âdetlerini, büyüklenmeyi soy sop ile iftihar ötmeyi
i'tibârdan düşürerek, insanların ancak iki sınıf, yani ya mü'min, müttekî,
Allah indinde makbul yâhûd fâcir, şaki, Allah indinde gayr-ı makbul olduklarını
beyân buyurmuştur.
Hâsılı soy sop ile
iftiharın zemmi hususunda bir çok hadîsler vardır. Allah indinde makbuliyyetin
ancak takva ile olacağını ifâde eden âyet-i kerîme ve o mânâdaki hadîslerle
istidlal ederek îmam Mâlik ile Hanefîler'den Ebu Bekir Razî ve Kerki kefâeti
nazar-ı i'ti-bâre almamışlardır. Maamâfîh diğer imamlarca kefâet mu'teber-dir,
ve bazı ictihâd farkları ile; Dînde, takvada, san'atta, l.ürriyet-te, malda ve
sâirede aranır. Bu hak kadınındır. Biânenleyh aranacak şeyler erkekte
aranacak; bu suretle onun kadına denk olup "olmadığı anlaşılacaktır.[524]
1033/853-
«Fatıme[525] btntî Kays radıyallahü
anhâ'dan rivayet edildiğine göre: Peygamber sallaîlahü aleyhi ve sellem
kendisine :
— Üsâmeye nikâh ol;
buyurmuşlardır.»[526]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Musannifin bu hadîsi,
zaîf olduğunu beyân ettiği İbni Ömer hadîsinden sonra zikretmesi kefâet
babında dînden başka bir şeyin nazar-i i'tİbâre ahnmıyacağına işaret içindir.
Nitekim aşağıdaki
hadîsi de aynı maksada binâen irâd etmiştir.[527]
1034/854- Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edildiğine göre: Peygamber sallaJlahil
aleyhi ve sellem :
— Ey Benî Beyaza, Ebu
Hind'i evlendirin[528];
ona kız Verin; buyurmuşlardır.»[529]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
ile Hâkim iyi bir senedle rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i şerif,
kefâct'te soy ve sülâleye i'tibâr edilmiyeceğinin de-lîllerindendir. Filhakika
Hz. Bilâl (R.A.) Hâle bintİ Avfla evlenmişti ki, bu kadın Hz. Abdurrahman b.
Avf'm kız kardeşi idi. Hz, Ömer (R. A.) dahî kızı Hafsa'yı Selmân-ı Farisî
(R.A.)'a verecek olmuştu. Sonra Hz. Hafsa Ümmehât-ı mü'minîn'den oldu.[530]
1035/855-
«Âişe
radıyallahü anhâ'dan rivayet edilmişlir. Demîştîr kr: Berîre âzad olduğu vakit
kocası (nda kalıp kalmamak) hususunda muhayyer bırakıldı.»[531]
Bu parça müttefekun
aleyh uzun bir hadîsin içindedir. Müslim'in Âişe (R.Anhâ)'dan rivayetinde
«Kocasının köle olduğu» (yine) Aişe (R. Anhâ)'da.n bir rivayete göre «hür
olduğu» zikredilmiştir. Fakat birinci rivayet eaahtır. BuharVdcki ibni Abbas
(R. A./dan gelen sahih rivayette köle idi-ği sarih olarak ifâde edilmiştir. Bu
sebeple Buharı köle olduğuna kat'iyyetle hükmetmiştir.
Bu hadîsi Medîne
ulemâsı da rivayet etmişlerdir Bir şeyi Medine ulemâsı'nm rivayet ve kabul
etmesi İle bazıları o şeyin esah olduğuna istidlal ederler. Aynı hadîsi Ebu
Dâvud, Hz. ibni Abbas'dan şu lâfızlarla tahrîc etmiştir :
«Filhakika Berîre'nin
kocası kara İdi; Mugîs adını taşıyordu. Nihayet Peygamber (S.A.V.) Berîre'yi
muhayyer bıraktı ve iddet beklemesini kendisine emretti.»
JS«Aarî'nin İbni
Abbas'dan tahrîc ettiği rivayette :
«Bu filân oğullarının
kölesi Mugîs yani Berîre'nin kocasıdır» denilmiştir.'nin diğer bir rivayetinde
:
«Berîre'nin kocası
siyah bir köle İdi: ona Mugîs derlerdi» buyuru!-maktadır. Dârc Kutnî (306—385)
: «Urvc'nm Âişe'den onun köle olduğu hususundaki rivayeti değişmemiştir.»
demiştir. Ncvcvî diyor ki : «Köle idi, diyenlerin sözünü, Âişe'nin : O köleydi;
demesi te'yîd Kıssayı haber veren o olduğu halde köle idiğİni haber vermiştir.
Binâenaleyh köle olduğunu hem kuvvet hem de çokluk ve bellcyiş i'ti-bâriylc
tercih sahih olmuştur.»
Hadîs-i Şerîf, âzâd
edilen cariyenin kocası köle ise onda kalıp kalmamak hususunda kendisine
muhayyerlik sabit olduğuna delîidir ki, icmâ' budur.
Hür olursa mes'ele
ihtilaflıdır. Cumhur'a göre cariyeye muhayyerlik yoktur. Çünkü köle olduğu
zaman muhayyer olmasının illeti, köle'-nin hülleye bir çok hükümlerde küfü olamamasıdır.
Câriye âzâd edil-dimi kocasının nikâhında kalıp kalmamak hususunda muhayyer
olur; zîrâ akicl yapılırken İhtiyara ehil değil idi.
Şa'bî ile bazı
ulemâ'ya göre ise kocası hür de olsa câriye âzâd edildiği zaman kendisine
muhayyerlik sabit olur. Bunların delili : Hadîsin bir rivayetinde «Berîre'nİn
kocası hür idî» denilmiş olmasıdır.
Aklî delilleri de :
Evlendirilirken cariyenin hiç bir ihtiyarı bulunmamasıdır. Sahibi kendisini
zorla dahî evlendirebilirdi. İşte âzâd edildikten sonra evvelden mevcut
olmıyan yepyeni bir hâl meydana gelmiştir ki,[532] bu
hâl onun muhayyerliğini îcabeder.
Sonra (İhtiyar)
kelimesi ile nikâh'ın feshedilip edilmiyeceği de ihtilaflıdır. Bazıları :
«Evet bu sözle nikâh münfesih olur» demişlerdir. Bunların delili : Hadîste geçen
«muhayyer bırakıldı» ifadesidir. Diğer bazılarına göre mutlaka (fesih)
kelimesini söylemek lâzımdır.
Câriye kendini ihtiyar
ettikten sonra artık kocasının ona dönmeğe hakkı kalmaz. Yeniden evlenmek
isterse nikâhı tazeletmeleri îcabeder. Cariyenin muhayyerliği cima' zamanına
kadar devam eder. Buna delîl imam Ahmed'in tahric ettiği şu hadîstir :
«Câriye âzâd olduğu
vakit cima' edilmedikçe muhayyerdir, isterse ondan ayrılır; ama cima' ederse
artık ona muhayyerlik yoktur». Bu hadîsi Dâre Kutnî :
«Eğer seninle cima'
ederse artık sana muhayyerlik yoktur» şeklinde tahrîc etmiştir. Ebu Davud'un
rivayeti de buna yakın lâfızlarladır. Bunlar, cimâ'in muhayyerliğe mâni'
olduğuna delildir. Hanbelîler'in mezhebi budur.
Berîre hadîsi'ni utemâ
: zekât, ıtık, alış veriş ve nikâh gibi bir çok yerlerde zikretmişlerdir.
Musannif merhum ondan çıkarılan fâideîeri saymış, tam yüz yirmi ikiyi
bulmuştur. Bunların bâbı'mızla alâkalı olanlarından bir kaçını biz de görelim :
1—
Köle olan
karı kocadan birini satıp diğerini bırakma caizdir.
2— Evli
cariyeyi satmak boşama hükmünde değildir.
3—
Evli bir
cariyeyi âzâd etmek onu boşamak veya nikâhını fesih etmek sayılmaz. Çünkü
cariyenin talakı sahibinin değil, kocasının hakkıdır.
4— Köleler
kölelikten kurtulmaya çalışabilirler.
5— Kefâetde
hürriyet mu'teberdir.
Berîre kıssası'na göre
: Kocası onu o kadar severmiş ki aşkından ağlıyarak Medine sokaklarında
Berîre'nin arkasından dolaşır; göz yaşı döker ve kendisini bırakmaması için
yalvarırmış. Fakat Berîre bunu kabul
etmemiş. Ulemâ bunu aşkın hayayı yok ettiğine ve âşık, yaptığını gayr-ı
ihtiyarî yapıyorsa mazur görülmesi îcabettiğine delîl saymış hattâ Allah aşkı
ile vecde gelen dervişlerden gayr-ı ihtiyarî sâdır olan raks ve sâirenin
arfolunacağına kail olmuşlardır. Lâkin bazıları : «Berîre'-. nin kocası
sevgilisinden ayrıldığı için ağlamış; Ehlullah olanlar da Allah'a kavuşmak ve
gazabından korunmak için ağlarlar; nitekim Fahr-I kâinat (S.A.V.) efendimiz de
ağlardı. Raks ve çalgı gibi şeyler ise fâsık ve fâcirlerin sânıdır. Allah'ı sevenlerin
ve ondan korkanların şanı bu değildir.»
diyerek, bu gibi şeylerin
kat'iyyen dinle alâkası olmadığım beyân etmiş ve böyle bir hükmün
hadisten nasıl alındığına şaşmışlardır.[533]
1036/956-
«Dahhâk b. Feyruzu[534]
Deylemî'den o da babası radıyal-lahü anh'dan işitmiş olmak üzere rivayet
edilmiştir. Babası demiştir ki : Yâ Resûiüllah, dedim; ben nikâhım altında İki
kız kardeş olduğu halde müslüman oldum ne yapmalıyım? Resûiüllah sollallahü
aleyhi ve sellem :
— Onların hangisini
dilersen boşa; uyurdular.»
[535]
Bu hadîsi Nesâî
müstesna Dörtler'le Ahmed rivayet etmiştir. Ibnî Hibbân, Dâre KutnS ve Beyhakî
onu sahihlemişler, Buharı ise illetlendirmiştir.
llletlendirmesinin
sebebi şudur : hadîsi Dahhâk babasından rivayet etmiş; ondan da Ebû Vehbî
Ceyşanî rivayet eylemiştir. Bu-harî : «Bunların birbirinden işittiğini
bilmiyoruz» diyor.
Hadis-i Şerif, kâfir
nikâhlarının, müslüman nikâhlarına muhalif de olsalar yine nazar-ı İ'tibârc
alınacağına delildir. Şu halde onların nikahlan müslüman olduktan sonra da
devam edecek ve kadın ancak boşamakla kocasından ayrılacaktır. Hanefîler'den
maada mczlıeb imamları İle Dâvud-u Zâihrî'nin mezhebi budur. Hanefîler'le
Zâhirîler'e göre ise kâfirin yalnız î.slâmiyete uyan icraatı kabul olunur.
Hadîs-i şerifteki talâktan mıırâd hakikaten boşanmak değil, kız kardeşin
birini nikâhında bırakıp ötekinden ayrılmaktır. Fakat bırakılan kardeşe
yeniden nikâh kıymak lâzımdır.[536]
1037/857- «Sâlim'den
babasından işitmiş olarak rivayet edildiğine göre: Gaylan[537] b.
Seleme on dâne karısı olduğu halde müslüman olmuş; kadınlar da onunla birlikte
müslüman olmuşlar. Fakat Peygamber sallallahü aleyhi ve selle m kendisine
bunlardan dördünü seçmesini emretmişlerdir.»[538]
Bu hadîsi Ahmed ile
Tîrmizî rivayet etmiş; Hâkim ile İbni Hibbân onu sahîhlemişler; Buharı, Ebu
Zür'a ve Ebu Hatim ise Ületlendirmişlerdir.
Tirmizl, BuharVnin:
«Bu hadîs mahfuz değildir» dediğini nak-letmiştir. Musannif «et-Tclhis» de bu
hadîs üzerinde bir hayli söz etmiştir. Fakat İbni Kesir'in «el-frşâ(fa nâm
eserinde ifâdesi ondan hem daha kısa hem daha güzeldir. İbni Kesîr hadîsi
tahrîc ettikten sonra şöyle demektedir: «Bu hadîsi İmam Ebu Abdillah Muham-med
b. İdrîsi Şafiî ile Ahmed b. Hanbcl, Tirmizl ve İbni Mâcc rivayet etmişlerdir.
Bu isnadın ricali Şeyheyn'in şartları üzeredir. Şu kadar var ki; Tirmiz :
BuharVyi : Bu hadîs mahfuz değildir; derken işittim. Sahîh olan Şuayb ve
başkalarının Zührî'don rivayet ettikleridir; dedi.»
Bu hadis, Dahhâk hadisinin delâlet ettiği hükme
delâlet ediyor. Binâenaleyh o hadîsi te'vîl edenler bunu da te'vil
ederler.[539]
1038/858- «İbni
Abbas radujaUahil anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Peygamber
salhülahü alryhi ve sçllem kız\ Zeyneb'i altı
stne sonra Ebu'l-Âs b. er-Rebİ'a ilk nikâhı'ile iade etti; yeni nikâh kıymadı.»[540]
Bu hadisi Nesâî
müstesna, Dörtler'İe Ahmed rivayet etmiş; Ahmed ile Hâkim onu sahîhlemişlerdir.
Tirmizî : «Bu hadîs
hasendir; isnadında be's yoktur.» demiştir.
İmam Ahmed'm bir
rivayetine göre, Hz. Zeyneb (R. Anlıâ/mn müslümanhğı kabulü zevcinin müslüman
oluşundan altı sene evveldi. Fakat Hz. Zeyneb (R. Anhâ)'mn buradaki
müslümanhğından, hicreti "kastedilmiştir. Ynksa o sonradan müslüman olmuş
deği! Resûlüîlah (S.A.V.)'in dîğcr kerîmeleri ile birlikte Peder-İ Âli'leri
(S.A.V.)'e Peygamberlik geldiği zaman müslüman olmuşlardır.
Ebu'l-Âs (R.A.), Bedir
gazasında müslümanlann eline esir düşmüştü. Hz. Zeyneb (R. Anhâ) ona fidye
olmak üzere annesi Hz. Hadice (R. Anhâynm kendisine düğün hediyyesi olarak
zifaf gecesi taktığı kıymetli gerdanlığı göndermiş idi. Fahr-i K"âİnât
(S.A.V.) efendimiz bunu görünce Zevce-i Muhteremleri Hadîcetü'l - Kübra (R.
Anhâ-)'yi hatırladı ve gözleri yaşardı Ashâb-ı kirâm'ma bakarak :
— Bir anne'nin
hâtırasını ki7ina bırakmak icap et mez mi? demişti. Eshâb'm hepsi bunu kabınderek
gerdanlık Hz. Zeyneb'e iade olundu. Resûlüllah (S.A.V.) damadını serbest
bıraktı ve ona min~ net-ü ihsan eyledi. Yalnız Hz. Zeyneb'e hicret için müsaade
etmesini şart kıldı. Hz. Zeyneb (R. Anhâ), Bedir vak'asından az sonra Medine'ye
hicret etti.
Bedir vak'asi ise
Resûlüllah (S.A.V.)'in hicretinden iki sene sonra Ramazan'da olmuştu. Müslüman
"kadınların kâfirlere haram kılınması altıncı hicrî yılında Hudeybiye'de vuku' bulduğuna göre Hz.
Zeyneb . (R. Anhâ)'vn. bundan
sonra iki sene kadar beklediği anlaşılıyor. Nitekim Ebu Davud'un bir
rivayetinde : «Resûlüllah (S.A.V.) onu kocasına İkî sene sonra iade etti»
denilmektedir. Bu ciheti Ebû Bekr-İ Beyhaki dahî böyle takrir etmiştir.
Tirmj,zl: «Bu hadîsin
vechi bilinmiyor» diyerek Resûlüllah (S.A.V.) in Hz. Zeyneb'i altı yâhûd üç
veya iki sene sonra zevcine nasıl iade buyurduğuna işaret etmiştir. Mes'ele
müşkildir. Zîrâ Hz. Zeyneb'in id-detinin bu müddet zarfında devam etmesi uzak
bîr ihtimaldir: «Bir kâfir karısından sonra müslüman olursa aralarında nikâh
devam eder» diyen bulunmamıştır. Bu bâbta icnıâ' olduğunu İbni Abdüberr nakletmiş;
yalnız buna Zâhirîler'den bazısının cevaz verdiğine işaret etmişse 5e mezkûr
kavlin red edildiğini söylemiştir. Fakat ona da : Bu mes'elede Hz. Ali ile
Nchai'den hilaf sabit olduğu, Ebu Hanifc'nin Şeyhi Hammâd'm bununla fetva'
verirdiği, ileri sürülerek cevap verilmiştir. İkisi do kâfir olan karı kocadan
biri müslümanlığı kabul ederse Hz. A(İ (R. A.) onlar hakkında,:
«Kadtn Meret diyarında
olduğu müddetçe kocası onun bud'una daha lâyıktır» demiş; bir rivayette :
«Şehirfnden çıkmadığı
müddetçe kocası karısına
daha lâyıktır.
buyurmuştur. Zührî'nin
bir rivayetine göre : «Kadın müslümanlığı eder de kocası kabul etmezse
aralarını hükümdar ayırmadıkça onlar karı kocadır.» denilmektedir.
Cumhyr-u ulemâ'ya göre
: Kocası diyâr-ı küfür'de olup müslümanlığı kabul etmiyen bir kadın,
müslümanlığı kabul eder de medhûlün biha (yani cima' edilmiş) olursa kocası o
kadının iddeti içinde müslüman olduğu taktirde aralarındaki nikâh bâkî'dir.
îddeti bittikten sonra müslüman olursa araları ayrılır. İşte İbni Abdilberr'in
hakkında icmâ' naklettiği mesele budur. Cumhur, Hz. Zeyneb (R. Anhâ) hadîsini
(iddeti bitmemiştir) diye te'vîl etmişlerdir. Yani müslüman bir kadının kâfir
kocasımn nikâhında kalamiyacağım bildiren âyet-i kerîme nazil olduktan sonra
Hz. Zeyneb (R. Anhâ) iki sene bir kaç ay, henüz müslüman olmamış bulunan
kocasının nikâhında kalmıştır. Çünkü bazı kadınların hayzı gecikir. Zeyneb'in
hayzı da gecikmiştir. Ve iddeti henüz bitmediği için Peygamber (5.A.V.)
kendisini kocasına iade etmiştir.
Fakat İbni Kayyım,
cumhur'un kavlini reddetmiş ve: «Hadîslerin hiç birinde iddetin nazar-ı
itibâre alındığını bilmiyoruz. Peygamber (S.A.V.)'in bir kadına iddetinin geçip
geçmediğim sorduğu da malûmumuz değildir. Hiç şüptıe yok ki mücerret
müslümanlık ayrılmayı îcabetse bu ayrılığın talâkı ric'î değil, baîn olması
lâzım gelir, Şu halde iddetin nikâhın devam ve bekası hakkında bir tesiri
yoktur. Onun eseri yalnız kadını
başkasına nikâhtamaya mâni' olma hususunda zahir olur. Eğer İslâmiyet bunların
arasında ayrılığı reva görseydi kocası id-
içinde karısını almağa
hak kazanamazdı. Lâkin
Peygamber (S.A.V.)'in hükmü bu nikâhın mevkuf olduğuna delâlet eder. .
Kocası, karısının iddeti bitmeden müslüman olursa karısı kendisinindir;, iddeti
geçerse, kadın istediğine varabilir. Dilerse kocasını bekler; şâyed müslüman
olursa yine karışıdır; nikâh tazelemeye hacet yoktur. Müslüman olan hiç bir
kimsenin nikâh tazelediği asla bilinmemektedir. Bilâkis iki şeyden biri olurdu.
Ya ayrılırlar, da kadın; başkası nikâh eder; yâhûd nikahlan üzere
kalırlardı...» demiştir. İbni Kayyım sözünü şöyle bitirmiştir: «Eğer
Peygamber (S.A.V.)'in Hudeybîye anlaşmasından ve Fetih zamanından sonra -Karı
ile kocadan birinin müslüman oluşu gecikse bile- onları yine karı koca olarak
ikrar buyurması olmasa idi biz de iddeti nazar-i i'tibâre almaksızın İslâmiyet
sebebi ile hemen ayrılmalarına kail olurduk. Çünkü Teâlâ hazretleri :
[541] «Ne o kadınlar o erkeklere helâl olur; ne de o
erkekler o kadınlara.» buyuruyor.»
Bazılarınca bu meselede e nşayan-ı kabul kavil
İbni Kayyim'in. kavlidir.[542]
1039/859- «Amr
b. Şuayb'den o da babasından o da dedesinden -ra-dıyallahÜ anhüm- işitmiş
olarak rivayet edildiğine göre: Peygamber saUalJa m aleyhi ve sellem kızı
Zeyneb'i Ebu'l-Âs'a yeni bir nikâh ils iâde etmiştir.[543]
Tirmizî : «ibni Abbas
hadisi isnad i'tibâriyle daha iyidir, ama Artır b. Şuayb hadîsi ile amel
olunur» demiştir.
Hafız îbni Kesir'in
«cl-îrşâd» da beyânına göre İmam Ahmed b. Hanbcl : «Bu zaîf bir hadîstir.
Huccac onu Amr B. Şuayb'dajı işitmemiş, Muhammcd b. Abdillahhi'l-Arzemi'den
duymuştur. Halbuki ArzrmVnin hadîsi hiç bir şey etmez. Sahih olan İbni Abbas
hadîsidir» diyerek yukarıda geçen hadîse işaret etmiştir. Buharı, Tirmizî,
Dârc Kut.nl ve Bcyhaki de aynı şeyi söylemişler; hattâ Bey-haki bunu diğer
hadis hafızlarından da hikâye eylemiştir.
»ibni Abdilbcrr'c
gelince : O, Amr b. Şuayb hadîsini tercihe meyletmiş ve bu hadis ile fbni Abbas
hadîsinin aralarını bulmuş; İbni Abbas (indisindeki «ilk nikâhla» ta'birİni
«İlk nikâhın şartları ile» mânâsına almıştır. Yine o hadîsteki «Yeni nikâh
kıymadı» ifâdesini de «tik nikâhdakinden fazla bir şey şart koşmadı» diye
mânâlandırmı-tır.
Amr b. Şuayb hadîsini
usul ve kavâid te'yîd etmektedir. Onda yeni akid yapıldığı hattâ Tirmizl'nm
rivayetinde, yeni mehir konulduğu tasrih olunmuştur. Sarahat mukabilinde İse
delâlete i'tibâr yoktur.[544]
1040/860- «İbni
Abbas radıynllahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Bir kadın
müslüman oldu da evlendi. Sonra kocası geldi. Ve :
— Yâ Resûlallah! Ben
müslüman olmuştum, kadın bunu biliyordu. Dedi. Bunun üzerine Rosûlüllah
saüallahü aleyhi ve sellem onu ikinci kocasından alarak ilk kocasına iade
etti.»[545]
Bu hadîsi Ahmed, Ebu
Dâvud ve İbni Mâce rivayet etmişlerdir. İbni Hibbân ile Hâkim onu
sahîhlemişlerdir.
Hadîs-i şerîf,
kocasının müslüman olduğunu karısı bilirse o kadın başka kocaya bile gitse
nikâhlarının bozulmayacağına, ikinci nikâhın bâtıl olduğuna delildir.
O zât'm «Karım benim
müslüman olduğumu bilirdi» demesi ihti-malli bir sözdür. Kadının iddeti
geçmezden önce de sonra da müslü-manhğı kabul etmiş olabilir. Fakat her halde
kocasına iade edilecektir. Kadının başkasına varmazdan evvel onun müslüman
olduğunu öğrenmesi mutlak surette ikinci .nikâhı bâtıl kılar.
Bu hadîsi yukarıda Hz.
Zeyneb'dcn bahseden ibnî Abbas hadîsinde görülen îbni Kayyim'in görüşünü
te'yîd ediyor. Çünkü Peygamber (S.A.V.)'in :
— Kadın senin müslüman
oluşunu iddetinin geçmesinden evvel mi öğrendi sonra mı? dîye sorması, iddetin
bir hüküm ifâde etmediğine delildir. Ancak ibni Kayyim'în iddiasına göre kadın
iddeti geçtikten sonra dilediğine varabilir. Şu halde buradaki kıssa yalnız
iddet içinde evlendiğine göre tamam olur.
Bazıları bu tevcihi de
müşkil buluyor ve diyorlar ki: «Eğer bu kadının' ikinci kocaya varması iddeti
geçtikten sonra olmuşsa nikâhı sahihtir. Birinci kocasından beklediği iddeti
geçmeden evvel vac-mışsa bâtıldır.» Bu mülâhahazalar karşısında nihayet şöyle
demek kalıyor: «Bu kadın ikinci kocaya iddeti içinde iken varmıştır. Bu
takdirde nikâhları bakidir. Kadının ilk kocası müslüman olduktan sonra İkinci
kocaya varması bâtıldır. Zîrâ kocası vardır.»[546]
1041/861- «Zeyd
b. Kâ'b b. Ucra'dan o da babasından -radıyalîahü anh- işitmiş olarak rivayet
olunmuştur. Demiştir ki: «Resûlüllah salîal-lahil aleyhi ve sellem Benî
Gîfâr'dan Âliye ile evlendi. Peygamber (S.A.V.)'in yanına girerek elbisesini
soyunduğu zaman (S.A.V.) onun boğrüüde bir beyazlık görmüş; ve :
— Elbiseni giy de
ailen nezdine git; buyurmuşlar; kendisine mehir verilmesini de
emretmişlerdir.»[547]
Bu hadîsi Hâkim
rivayet etmiştir. İsnadında Cemil b. Zeyd vardır ki, bu zât meçhuldür. Onun
üzerinde şeyhi hakkında pek çok ihtilâf edilmiştir.
Zehcbî bu Cemil
hakkında îbni Maîn'in : «sika değildir» dediğini kaydediyor; Buharı : «Onun
hadîsi sahih değildir» demiştir.
Hadîsi Cemil'in
rivayet ?dip etmediği dahî ihtilaflıdır. Bazıları onun rivayet ettiğini
söylemiş, diğer bazıları Kâ'b b. Zeyd'den rivayet olunduğunu idda etmiş, bir
takımları fbni Ömer'den, başkaları Kâ'b b. Ücre'den rivayet edildiğini ortaya
atmışlardır. Kâ'b b. Zeyd'in rivayet ettiğini İleri sürenler bile vardır.
Hadîs-i şerif, bars
denilen illetin sakınacak bir şey olduğuna delâlet ediyor. Yalnız onun sebebi
ile nikâhın feshedileceğine dâir bir sarahat yoktur. Çünkü «Ailenin lezdine
git» demekle Peygamber (S.A.V.) boşamayı kasdetmiş olabilir. Şu kadar var ki:
bu hadîsi îbni Kes'v başka lâfızlt/Âs. rivayet etmektedir. O rivayette :
«Peygamber (S.A.V.)
Benî Gifâr'dan bir kadınla evlendi. Kadın yanına girince. Peygamber {S.A.V.)
onun böğründe bir bars illeti görerek hemen onu ailesinin yanına iade etti; ve
:
— Benden (bunun
kusurunu) gizlediniz; dedi...»
Bu, nikâhı
feshettiğine delildir.
Mezkûr hadîsi îbni
Kesîr . .ikâhta muhayyerlik ve kusurdan dolabı lâde) bâbı'nda zikretmiştir.
Kusurdan dolayı
nikâhın feshedilip edilemiyeceği hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir.
Ekseriyete göre feshcriilebilir. Yalnız tafsilât hususunda yine, ihtilâf
vardır. Meselâ, Hz. AM ile Hz. Öm r (R. Anhümâ)'-ya göre kadın ancak dört
şeyden biri sebebi ile ailesine iade edilebilir. Bunlar : delilik, cüzzam, bars
ve bir de ferede olan bir illettir. Fakat bu rivayetin isnadı münkatı'dir.
BeyhakVuin iyi bir isnadla İbni Abbas (E. A./dan rivayet ettiği bir hadîste :
«Dört nev'î kadın
vardır; bunlar satışa da, nikâha da yaramazlar: Deli, cüzzamlı, barslı ve ferci
illetli olan kadın.» buyftrulmuştur.
Bu hususta erkek de
kadınla müşterektir. Biânenaleyh, o da mecbub ve ınnîn yani tenasül uzvu
kesilmiş veya harekete gelmiyorsa karısının isteği üzerine mahkeme tarafından
aralan ayrılabilir.
Hulâsa karı kocayı
birbirinden nefret ettiren ve cimâ'a manî' olan her kusur bazı mezheb farkları
mülâhaza edilmek şartı ile karı kocanın arasını ayırmaya sebep teşkil eder.
Tafsilât fıkıh kitapIarındadır.
Dâvud-u Zahirî ile
Îbni Hazm'e göre nikâh hiç bir illet sebebi ile feshedilemez.[548]
1041/862- «Said
b. el-Müseyyeb'den rivayet olunduğuna göre Ömer b. el-Hattab radıyallahü anh :
— Hangi erkek bîr
kadınla evlenir de onunla cİmâ' eâer ve kendlsl-nİ barslı veya deli, yâhûd
cüzzamlı bulursa kadına cima' ettiğinden dolayı mehir vardır. Ama o mehir
kadından dolayı erkeği aldatanın boynuna borç olmak üzere (netice i'tİbâriyle
yine) erkeğindir; dedi.»[549]
Bu hadîsi Saîd b.
Mansur, Mâlik vejbni Ebî Şey be tahric etmişlerdir. Râvîleri sikadırlar.
Yine <Saîd, Ali'den
bunun benzerini rivayet etmiş; ve: «yâhud kadında cîmâ'a mâni' bir kemik varsa
kocası muhayyerdir. Eğer kadına temas etmişse helâl muamelesi yaptığı fercine
mukabil kadına mehir vardır.» ifâdesini ziyâde eylemiştir.
Yine Saîd b.
el-Müscyyeh tarîkinden kendisinin şöyle dediği ri-vâyet edilmiştir : «Cimâ'a
iktidarı olmayan hakkında Ömer bir sene te'cil edilmesini hükmetti.»
Hadîsin râvîleri
sikadırlar.
Hadîs-i şerif, cima'
edilen illetli kadına mehir verileceğine fakat kocası aldatıldığı için verdiği
mehiri aldatandan alacağına delâlet ediyor ki; îmam Mâlik ile Şafiî
imarnlan'nm mezhebi de budur. Yalnız ödemek için aldatanın o hastalığı bilmesi
şarttır; bilmezse ödemesi îcabetmez.
îmam A'zam Ebu Hanîfe
ile Şafiî'ye göre verilen mehri kimseden geri alamaz. îmam Şafiî eski kavlinde
ödetmeye kailmiş. Hattâ bu bâb'ta Ömer, Al! ve İbni Abbas (R. Ânhüm)
hazerâtından deliler nakletmiş, ve : «Bizi aldatan bizden değildir.» hadîsi ile
istidlal ediyormuş. Sonra yeni mezhebinde bu kavli terketmiş ve : «Bu kavli
ancak şu hadîsten dolayı bıraktık» demiştir.
«Hangi kadın velîsinin
izni olmaksızın evlenirse onun nikâhı bâtıldır. Eğer o kadına temasta
bulunmuşsa is-tihlâl ettiği fercine mukabil ona mehir vardır.» Şâfü hazretleri
diyor ki : «Resûlüllah (S.A.V.) kadına nikâh-ı bâtılda bile mehir vermiştir.
Halbuki bunda kadın erkeği aldatmıştır. Binâenaleyh sahi.ı nikâhta, aldatandan
almamak şartı ile mehir vermek evleviyette kalır.»
Hadîs-i şerifin son
kısmı cimâ'a iktidarı olmayan erkekle karısının bu dert dolayısiyle
birbirlerinden ayrılabileceklerine delildir. An cak bunun için evvelâ erkeğe
bir mühlet verilir. O müddet zarfında cima' edebilirse mes'ele yoktur.
Edemediği taktirde artık karısının talebi "üzerine mahkeme aralarını
ayırır. Verilecek müh.etin ne kadar zaman olacağı ihtilaflıdır. Hanefîler'le
bazı ulemâ'ya göre bir senedir. Bu kavil Hz. Ömer'le İbni Mes'ud (R. Anhüm/âan
da rivayet olunmuştur. Hz. Osman (R.A.)'m hiç mühlet vermediğ.ni siylerler.
Haris b. Abdilîah on ay te'cil edileceğine kail olmuştur, 'nam Ahmed b. Hanbcl
ile bir cemâate göre bu mes'elede nikâhı fesih yoktur. Delilleri : Peygamber
(S.A.V.)'in Rirâ'a (R.A.)'m karısına muhayyerlik vermiş olmasıdır. Halbuki bu kadın
Hz. Rifâ'a'dan şikâyet etmiştir.
«Nikâh feshedilemez»
diyenlerin delili Hz. Rifâ'a'nm karısı mes'ole-si olduğu aşikârdır. Ancak kadın
Rifâ'a'dan şikâyet etmiş değil, ondan boşanarak Abdurrahman b. Zebîr[550] ile
evlenmiş; fakat onu cima' hususunda pek gevşek bularak, Peygamber (S.A.V.)'e
şikâyete gelmiş; xv : «Bu zâ*'ta bulunan nesne elbisenin saçağı gibidir»
diyerek onun cimâ'a muktedir olamadığını anlatmak istemiştir. Bunun üzerine Resûlüllah
(S.A.V.) kendisine :
ifâ'a'ya dönmek mi
istiyorsun? Hayır. Sen onun balcağızından, o da senin balcağızından tadmadıkça
dönemezsin; buyurmuşlardır.
Bu hadîs ihtilaflı
olan hulle mes'clesinde Hz. Ebu Hdnîfc'nin de-liü olduğu için Usûl-i Fıkıl
kitaplarında mutlaka ondan bahsolu-nur. Hadîs «cl-Muvatta'» da. dahi buna yakın
lâfızlarla rivayet olunmuştur.
Bu izahattan
an'aştlıyo- ki, Rifâ'a kıssası ile nikâhın fcsholunaca-ğına istidlal etmek
doğru değildir. Zîrâ Rifâ'a'nın karısı nikâhın feshini sarahaten istememiştir.
Hattâ İmam Mâlik «cl-Muvatta» da : «Hz. AkHurrahman'm kadına cima edemeyip
boşadığını; sonra onu ilk kocası Rifâ'a'nın tekrar almak istediğini; kadının bu
münasebetle Resûlüllah (S.A.V.)'e gelerek fetva' sorduğunu; Peygamber
(S.A.V.)'in de, helâl olmaz diye cevap verdiğini, rivayet ediyor.
Fâide : îbnü'l -
Münzîr diyor ki : «Kadının kocasından cima' istemesi hususunda ulemâ ihtilâf
etmişlerdir. Ekser-i ulemâ'ya göre kocası bir defa cima' ettikten sonra artık
cimâ'a kudreti olmıyan filinin) gibi te'cîl edilemez.» Evzaî, Sevrî, Ebu
Hanîfe, Mâlik ve £tt/n'hin mezhebi budur.
Ebu Sevr ile diğer
bazı zevata göre erkek, bir illetten dolayı cimâ'a muktedir olamıyorsa
kendisine bir sene mühlet verilir. İlletten dolayı değilse mühlet verilmez.
Kaadi îyaz da şunları
söylemiştir: «Kadınların cimâ'a hakkı olduğunda bütün ulemâ müttefiktirler. Şu
halde kadın, tenasül âleti kesilmiş birisi ile yâhud cimâ'a iktidarı olmıyanla
bilmeden evlense kendisine muhayyerlik sabit olur. Cimâ'a iktidarı olmayana
da, o hâl'in geçip geçmiyeceğini' denemek için bir sene mühlet verilir.»[551]
Bundan nruıksad, kan
kocanın birbirlerine iyi muamele ederek güzcl güsrel geçinmeleridir.[552]
1042/863- «Ebu Hu ayre
radıyallıhü anh'âen rivayet
edilmiştir. Doml|tlr ki: Rcsüliillnh
;nUallnhü aleyhi ve acilcin;
— Bir kadına
a'kasından cima' eden mel'undur; buyurdular.»[553]
Bu hadisi Ebû Dâvud
ile Nesal rivayet etmişlerdir; lâfız Nesal'nin-dir. Hadîsin ınu'temed ravîleri
vardır; lûkin mürsel olmakla illetlendi-
Bu hadîsi bu lâfzlyle
Ethab-ı KlrAm'dan bir cemâat bir çok yollardan HvAyet etmişlerdir ki, Ali b.
Eb! Tillb, öm«r, Huzeyme, AHy b. Talk b. AH, Ibnl fcet'ud, CAbtr-, Ibnl Abbat,
ibnl Ömer, Berâ', Ukbe-tü'bnü Amir, Enet ve Ebü Ztrr (R. AnhÜm) hazerûtı bunlnr
meyanın-dadır. Bunun bütün tarikleri üzerinde söz edilmiştir. Fakat gerek rivayet
yollarının çokluğu, gerekse râvîlerinin muhtelif oluşu birbirini takviye ve
te'yîd etmiştir.
Bu hadîs kadına
arkasından münâsebette bulunmanın yani LÛtî-Hğîn haram olduğuna delildir. Bir
şirzime-i kaille istisna edilirse bütün ümmet-l Muhammtdlyye'nin mezhebi
budur. Çünkü asıl i'tibâriyle Allah'ın helâl kıldığı yerlerden maada her hangi
bir dmâ' haramdır. T«4l* t aıretlerl fere'den başka dmâ'ı helâl kılınan bir yer
halketme-miştir. Nitekim :
«Kadınlara Allah'ın
emrettiği yerden cima' edin[554].
[555] Kadınlara Allh'ın size emrettiği yerden istediğiniz
şekilde yaklaşın»
buyurmuştur. Allah'ın
emrettiği yer ise fere'tir. Ferc'ten maada istifade edilecek bazı yerler
vardır. Fakat bunları şeriat ta'yîn etmiştir. Hayızlı kadının fercinden maada
yerlerinden, mübaşeret yani tenini tenine yapıştırmak sureti ile istifâde
etmek gibi. İmâmiye taifesi bir adamın karısı ile cariyesine hattâ kölesine
dübüründen münâsebette bulunmayı yani onlara lûtîlik ötmeyi tecviz
etmişlerdir. İmam Şâ'iî'nin : «Bunun hela" ve haj-âm kılınması hususunda
hiç bir şey sabit olmamıştır. Kıyas helâl olmasını îcabeder» dediği rivayet
olunmuşsa da bu bâbta \Rebî şunları söylemiştir : «Kendisinden başka ilâh
olmıyan Allah'a yemin.ederim ki, Şafiî bunun haram edildiğini tam altı kitapta
nassen tesbit etmiştir.»
Bazıları : «Bu helâl
mes'elesi onun eskiden mezhebi idi» diyorlar, tbni'î - Kayyım «el-Hedyü'n -
Nebeviy» adlı eserinde İmam Şafiî'nin : «Bu işe ruhsat vermem; bilâkis ondan
nehî ederim» dediğini naklettikten sonra : «Kim imamlardan bunu mubah
kıldıklarını naklederse muhakkak onlar hakkında en çirkin ve en fena hatayı
yapmış olur. Onların «mubahtır» dedikleri, yalnız arka tarafın, ferce cima'
için vâsıta olması, yani dübüre değil arka taraftan ferce cima' etmektir. Bunu
işitenler meseleyi karıştırmışlardır» diyor.
İmam Malik'den dahî
tecviz ettiğine dâir'bir rivayet varsa da Mâliki İmamları bunu redd ve inkâr
etmişlerdir. Hâsılı böyle çirkin bir şeyin tecvizini bu ümmetin manevî
semâsının yıldızları demek oian ulemâ-I Kirâm'a nisbet etmek büyük bir iftira
ve altından kalkılmaz bir vebaldir. Hattâ bazıları bu cevaz meselesini İmâmiye
tâifesİ'nin belli başlı kitaplarında bile bulamadıklarını yazıyor; "böyle
bir şeye onların dahî cevaz vereceklerine inanmıyorlar.[556]
1043/864- «Ibni
Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem:
Bir erkeğe veya kadına
arkasından cima' eden kimseye Allah nazar kılmaz; buyurdular.»[557]
Bu hadisi Tirmhî,
Nesaî ve İbni Hibban rivayet etmişlerdir. Hadîs mevkuf olmakla da
illctlcndirilmiştir.
Evet İbnİ Abbas
(Iİ.A.)'a mevkuf sayılmıştır. Lâkin bu mrs'ele içtihada mesâğ verilmeyen
meselelerdendir. Bahusus bu nevi' tehdîd ictihâdla bilinmeyen şeylerdendir.
Binâenaleyh hadîs merfu' hükmündedir.[558]
1044/865- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anft'dep Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den işitmiş
olarak rivayet edildiğine göre (S.A.V.) efendimiz :
— Her kim Allah'a ve
âhiret gününe inanıyorsa, komşusuna eziyyet etmesin! Hem kadınlar hakkındaki
hayır vssiyyetini tutun! Çünkü onlar kaburga kemiğinden yaratılmışlardır.
Şüphesiz ki, kaburganın en eğri yeri üst kısmıdır. Onu doğrultmağa kalkarsan
kırarsın; (hah üzere) bırakırsan eğri olarak devam eder (gider).şu halde
kadınlar hakkındaki hayır vasiyyetini tutun buyurmuşlardır.»[559]
Hadîs müttefekun
aleyhlir. Lâfiz Buharî'nindir.
Müslim'in rivayetinde
: «Ondan istifâde edersen ondaki eğrilikle istifâde edersin. Eğer doğrultmağa
kalkarsan kırarsın. Onun kırılması boşanmasıdır.» Duyurulmuştur.
Hadîsteki : cümlesi :
«Kadınlar hakkında birbirinize hayır vasiyyet edin.» mânâsına da gelebilir.
Bu hadîs, komşu
hakkının büyüklüğüne ve komşusuna eziyyet edenin Allah'a ve âhiret gününe
inanmış sayılamıyacağma delildir. Bundan komşusuna eziyyet edenin kâfir olması
lâzım gelirse d<* bu ifâde mübbâlâgaya hamledilmiştir. Çünkü îmân'ın hakkı
budur. Binâenaleyh bir mü'mine eziyyetçilikle vasıflanmak yakışmaz. Komşuya
eziyyet, büyük günahlardan sayılmıştır. Şu hâide mânâ: «Kim îmân-ı kâmil ile
inanıyorsa» demektir.
Komşu hakkı Kur'ân-t
Kerîm'de de tavsiye buyurulmuştur. Komşuluk hududu kırk hânedir. Nitekim
Taberânî (260—360) bu hususta şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Peygamber (S.A.V.)e
bîr adam geldi ve :
— Yâ Resûlâllah!
gerçekten ben Benî fülân'ın mahallesine yerleştim. Ama bana bunların en
şiddetli eziyyet edenleri bana evi en yakın olanlarıdır; dedi. Bunun üzerine
Peygamber (S.A.V.), Ebu Bekir, Ömer ve Ali (R. Anhüm)}ün mescide gelerek; kırk
hanenin komşu olduğuna; komşusu kendi şerlerinden korkan kimse cennete giremiyeceğine
dâir seslenmeleri için haber gönderdi.» Yine Taberânî «el-Kebîr» ile «el
-Evsat» da şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Şüphesiz k\ Allah
sâlih müslüman sebebiyle komşularından yüz evden (belâyı) defeder.»
Müslümana oziyyct
vermek mutlak surette haramdır. Teâlâ hazretleri :
[560] Erkek ve kadın mü'minlere hiç hak etmedikleri halde
eziyyet edenler muhakkak bir bühtan ve aşikâr bir günah yüklenmişlerdir.»
buyuruyor. Lâkin eziyyet komşu hakkında daha şiddetle haramdır; ve hiç affedilmez.
Eziyyet'ten murâd : Örf-ü
âdetde eziyyet sayılan her şeydir. Hattâ yemek kokusu, meyve ve saire gibi
şeyleri komşuya göstermek bile eziyyetten ma'duddur. Şu hadîse b\r bakınız :
«Mümine yakışan şudur
ki : Komşuya tenceresinin kokusu ile eziyyet verirse ona çorbasından verir;
ondan rüzgârı men'etmez; ancak izni ile olursa o başka. Bir yemiş alırsa
komşuya ondan hediyye eder.» Komşu haklan İmam Gazâli'nin tîhyâü'l - Ulûmy>
unda birer birer sayılmıştır.
«Kadınlar hakkında
hayır tavsiyesi» ne sebep : Onların eğri kemikten halkedilmiş olmaları
gösterilmiştir. Bundan murâd : Kadınların aslı olan Uz. Havvâ'nin Âdem (A.
S.J'ın kaburga kemiğinden yaratılmasıdır.
Ibni Ishak, Hz. Ibni
Abbas (R.A.)'dan şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Filhakika Havva,
Âdem'in sol kaburgasının en kısa olanından uyurken yaratıldı.»
Hadîste «Şüphesiz ki
kaburganın en eğri yeri üst kısmıdır.» Imyurulması kadının kaburga
parçalarının en eğri olanından yaratıldığını beyân içindir. Maksad, kadına
eğrilik sıfatını mübalâğalı bir şekilde ispattır.
«Onu doğrultmağa
kalkarsan kırarsın» cümlesindeki zamir, kaburga'ya aittir. Maamâfîh kadına racî
olmak ihtimali de vardır. Nitekim Müslim'in rivayetinde, «onun kırılması
boşan-masıdır.» duyurularak zamîr'in kadına ait olduğu tasrih edilmiştir.
Hadîs-i şenf'to,
kadınlar hakkında hayır vasiyyeti ve onların eğri ahlâkına sabr-u tahammül
emredilmiş; onların ahlâk eğriliklerinin tamamon düzeltilmesine imkân
olmadığına bilâkis asl-ı hilkatleri iktizâsı kendilerinde mutlaka eğrilik
kalacağına, işaret vardır.[561]
1045/866- «Câbİr
radtyallahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Bir gazada Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellcm'te beraberdik. Medine'ye geldiğimizde (şehire)
girelim diye gittik, fcesûlüllah (S.A.V.):
— Ağır olun da ona
geceleyin, yani yatsı zamanı girersiniz. Tâ ki, saçları dağınık olan kadın
taransın, kocası gurbette olan da kasıklarını traş etsin; buyurdular.»[562]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir. Buharî'nin bir rivayetinde: «Biriniz uzun zaman gurbette kaldığı
vakit ailesi nezdine geceleyin gelmesin.» buyurulmuştur.
Hadîs-i şerif, bir
yerden gelirken ailesinin yanma birden bire değil de te'ennî ile girmenin ve bu
suretle gelirdiğini hissettirerek evdekilerin kendilerine bir parça c,eki düzen
vermesine imkân bırakmanın iyi ve yerinde bir hareket olduğuna delildir. Çünkü
habersizce birden hücum edilirse evdekiler, bahusus kadınlar, münâsebetsiz
kıyafette, iyi giyinmemiş, dağınık vaziyette bulunabilirler. Bu da kocalarını
kendilerinden soğutabilir.
Maksad uzun zaman
gurbette kalındığı zamanki geliştir. Nitekim BuharVnin rivayetinde tasrih
edilmiştir. Bu hadiste (geceleyin) ta'birinin kullanılmış olmasına bakılırsa,
gündüzün uzak yoldan gelerek birden bire ve habersizce ailesinin yanma
girmekte beis yoktur. Gece ile gündüzün bu mes'elede niçin tefrik edildiği ihtilaflıdır.
BuharV nin bu bâbtaki ta'lîlinden, evdekilerin kusurlarına muttali' olmasın
diye tefrik edildiği anlaşılıyor. Hadîsde tasrih edilen illet ise kadının
taranıp hazırlanmasıdır.
Fakat iki takdire göre
de maksad kadının temizlenerek süslenmesi ve erkeğinin kazây-ı şehvet'i için
hazırlanmasıdır. Bu ise geceleyin bir mühlete muhtaçtır. Gündüz gelen için
böyle bir mühlete hacet yoktur. Kadın akşama kadar hazırlanacak vakit bulur.
Bir de geceleyin gelen
evde yabancı erkek bulacağından şüphe edebilir. Gündüzün gelen için bu şüphe
pek vârid değildir. Ebu Avenc'nin tahrîc ettiği Câbir hadisine göre : Abdullah
b. Revâha geceleyin seferden gelmiş. Karısının yanında onun saçlarını tarayan
bir kadın varmış. Hz. Abdullah onu erkek zannederek hemen kılıca sarılmış.
Sonra iş anlaşılma. Bu hâdise Resûlüllah (S.A.V.)'c haber verilince, erkeğin
ailesi nozdine geceleyin gelmesini yasak etmiştir.
Hadîs-i Şerîf'de,
başkalarının gizli şeylerini araştırmaktan uzak bulunmaya, karı-koca arasında
geçim ve muhabbeti temin edecek şeyleri yapmaya ve sû-i zann'a sebep olacak
şeylerden kaçınmaya teşvik vardır.[563]
1046/867-
«Ebu
Saîdİ Hudrî radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahil aleyhi ve sellem:
— Şüphesiz ki, kıyamet
gününde Allah indinde derece i'tibâriyle insanların en kötüsü karı koca bir
olduktan sonra karısının sırrını yayan adamdır; buyurdular.»[564]
Bu hadîsi Müslim
tahrîc etmiştir.
Karı kocanın bir
olmasından maksad cimâ'dır. Hadîs-i şerif Müslim'de «cşerr» ta'biri ile rivayet
edilmiştir. Bunu Kaadî îyaz (476—[544) ele almış ve : «Nahivciler: (eşerr) ve
(ahycr) ta'birlerini kullanmak caiz değildir, ism-i tafdil için hayır ve şer
kelimeleri olduğu gibi kullanılır; derler. Halbuki sahih hadîsler her iki
lügatle rivayet edilmiştir» demiştir.
Hadîs-i şerif, kan
koca arasında geÇcn cima' İşlerini tafsilâtı ile ifşa etmenin caiz olmadığına
delildir. Hattâ, hacet yokken sâdece ci-mâ'-ı söyleyip taFsilât vermese
mürüvvete ruhtur. Çünkü Peygamber (S.A.V.) :
«Her kim Allah'a ve
son güne inanıyorsa, ya hayır söylesin, yâhûd sussun.» buyurmuşlardır.
Karı koca sırrını ifşa
etmeye ihtiyaç varsa meselâ: Kadın kocasının cimâ'a iktidarı olmadığım iddia
ediyorsa, o zaman bu sırrı icabında ifşa etmek mekruh değildir.
Erkek hakkında hüküm
bu olduğu gibi kadın hakkında da öyledir. Onun da kocasının sırrını
başkalarına ifşa etmesi caiz değildir.[565]
1047/868- «Hakîm
b. Muavîye'den o da babasından -radıycdldhü anh~ duymuş olarak rivayet edilmiştir. Babası demiştir ki :
— Yâ Resûlallah! Her hangi birimizin karısının
onun üzerinde hakkı nedir? dedim:
— Kendin yediğin zaman onu doyurursun
giyindiğin zaman onu da giydirirsin. (Ama döverken) suratına vurma, kötü lâf da
etme. (Onu) evden başka yerde terketme; buyurdular.[566]
Bu hadîsi Ahmed, Ebu
Dâvud, Nesaî ve Ibni Mâce rivayet etmişlerdir. Buharı bir kısmını ta'lîk
etmiştir. Ibni Hİbban ile Hâkim onu sahîhlermşlerdir.
Hadîs-i şcrîf, zevceye
nafaka ve giyecek vermenin vücûbuna; nafakanın erkeğin malî kudretine göre
ta'yîn edileceğine ve terbiye için doğmenir caiz olduğuna delildir. Yalnız
zevce hakkında olsun başkaları için olsun surata vurmak yasaktır.
(Kötü lâf) dan murâd-:
Allah sana çirkinlik versin, Allah belânı versin. Allah kahretsin; gibi
sözleridir.
Zevceyi evde
terketmekten^maksat, terbiye İçin onun yatağına girmemektir. Fakat onu evde
bırakıp da başka bir yere gitmek, yâhûd kadını başka yere götürmek caiz
değildir. Yalnız hadîsimizde «.Bur harı bir kısmını ta'lîk etmiştir» diyerek
işaret edilen kısımda Buharı: «Peygamber (S.A.V.)'İn kadınlarını evlerinden
başka yerde terketmesl babı» demiştir. Fakat Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kadınlarını
başka yere nakletmemiş; onları evlerinde bırakarak kendisi yanlarından ayrılmıştır.
Buharı bu rivayetin Muaviye hadîsinden daha sahîh olduğunu söyler. Maamâfîh
Hz. Peygamber (S.A.V.)'in fiili, kadınların evin dışmda terk edilebileceğine,
Muaviye hadisi evlerde terkcdİlebilcceğine delâlet ettiğinden hadîsteki mefhumu
hasr'ın (yani evden başka yerde terk etme ifâdesindeki hasr'ın) kasdedilmediği
anlaşılıyor. «Terketmek» Un murâd'ın ne olduğu dahî ihtilaflıdır. Cumhur'a göre
kadınların yanına girmeyi ve onların yanında yaşamayı bırakmaktır. Bazıları:
«kadınla beraber yatar ama arkasını döner» demiş. Bir takımları: «Sadece
cima' etmez.» mütâlâasında bulunmuşlar, hattâ: «cima' eder fakat konuşmaz»
diyenler bile olmuştur. Bazılarınca ağır lâflar söylemek bile kadını terketmek
sayılır.[567]
1048- Câblr
b. AbdiUah radıyaîlahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Yahudiler,
bir adam karısının arkasından fercîne cima' ederse çocuk şaşı (gözlü) olur, derlerdi.Bunun üzerine
(kadınlarınız silin tarlanızdır. imdi tarlanıza istediğiniz zaman gelin) âyeti
nazil oldu.»[568]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir. 2?u/ıarî'deki lâfzı şöyledir : .
«Câbir'den şö, le
derken İşittim £ Yahudiler, bir adam karısına arkasından cima ederse çocuk
şaşt gözlü gelir... derlerdi.» İki rivayet mânâ i'tibâriyle birdir. Yalnız
âyetin sebeb-i nüzulü hakkında rivayetler muhteliftir. Bunlar üç kavilde
toplanır :
1—
Şcyhcyn'in
rivayetlerinde zikrcdildiği vecihîc kadının arkasına geçip fercine cima' etmek
hususunda nazil olmuştur.
Bu mânâyı hadîs
imamlarından bir cemâat, Hz, Câbir'den ve başkalarından tahrîc etmişler;
rivayet tarîklerinin sayısı otuz altıyı bulmuştur. Bunların bazısında cimâ'ın
yalnız ferc'e yapılırsa helâl olacağı zikredilmiştir. Ekserisinde Yahudilere
redd cevabı vardır.
2—
Kadını
dübüründen cima' etmenin helâl olduğunu
beyân hususunda nazil olmuştur.
Bu kavlin merdud
olduğunu yukarıda görmüştük.
3— Karasından
azlin helâl olduğunu beyân için nazil olmuştur. Bunu hadîs imamlarından bir
cemâat Ibni Abbas'dan İbni Ömer ve
Said b. Müseyyeb'den
tahrîc etmişlerdir.
Azil : Kadın gebe
kalmasın diye erkeğin menî'sini dışarıya atmaktır. Bazı ahvâl ve şerîat'de
caizdir.
Sebeb-i nüzul
hususundaki bu üç kavilden birincisi râcih ve makbuldür. Zîrâ Buharı ile
Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri bir şey başkalarına tercih edilir. Ibni
Ömer (R. A./den rivayetler muhteliftir. Azil mânâsını vermeye âyet'in nazm'ı
münâsib değildir.[569]
1049/870- «Ibni
Abbas radıyallahii anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah
saîlailahil aleyhi ve scîlem :
— Biriniz ehli ile
cima' etmek istediği zaman Bismillah, Yâ Rabbi bizi şeytandan ırak; şeytanı da
bize ihsan edeceğin rızıktan ırak eyle! der de aralarındaki bu cimâ'-dan bir
çocuk takdir buyurulursa şeytan ona ebediyyen zarar vermez; buyurdular.»[570]
Hadîs müttefekun
aleyh'ür. Lâfzı Müslim'indir.
Bu hadîs, cima' etmek
istenildiği zaman bu duayı okumanın lüzumuna delâlet ediyor.
TabcrânVnin rivayetinde
: «Beni ve bana ihsan ettiğin rızkı» denilerek müfret sîgâsı kulanılmıştır.
Şeytanın dağacak
çocuğa ebediyyen zarar verememesinden murâd : Çocuğa musallat olamamasıdır.
Kaadı îyaz diyor ki: «Çocuktan, zararı umumî şekilde nefi etmek murâd değildir.
Vâkıâ zahiren nefî sîgâsı ebediyyet bildiren bir kelime ile beraber
kullanılmış, binâenaleyh bütün hâllere şâmil olmak îcabederse de, bir hadîste:
«Her âdem oğlu dünyaya gelirken şeytan onun karnına dokunur; bundan yalnız
Meryem'le oğlu müstesnadır.» buyurulduğuna ve bu dokunmada bir nev'i zarar
melhuz olduğuna hattâ doğan çocuğun bundan dolayı bağırdığına göre zarar vermeme
kayfıyetinin her hâl-ü şân'a âmm ve şâmil olmadığı anlaşılır.»
Maamâfîh KnadVmn bu
mütâlâası zararın dîni, dünyevî her nev'ine âmm olduğuna göredir.
Fakat bazılarına göre murâd: ya' nız dîni zarardır ve doğan çocuk, haklarında
Kur'ân-i Kerîm'de :
[571] Şüphesiz kî benim
kullarım üzerine senin bir
tesallutun yoktur»
buyurulan kullar
cümlesinden olur. Abdürrczzak (121—211)in Ha-srn'den tahrîc ettiği rivayet de
bunu te'yîd eder. Mezkûr rivayette
«Eğer o cimâ'dan gebe
kalırsa sâlih bir çocuk olması Ümîd edilir.» deniliyor.
Bu rivayet mürsel ise
de re'y ile söyleneceklerden değildir.
îbni Dakîki'l - İd :
Çocuğa dîni hususunda zarar vermemesi ihtimaldir. Lâkin bundan o çocuğun
ma'sum olması icabetmez. Hem ismet yalnız Peygamberlere mahsustur» demiştir.
Bazılarına göre
«Şeytan ona zarar veremez» demek: onu küfre sapıtmak için dîni hususunda fitne
veremez;- demektir, gü-nahdan masun olacağı murâd değildir.
Kir takımları da:
«bundan maksad : «Annesi ile cima' ederken şeytanın babaya iştirak etmesi
çocuğa zarar vermez; demektir» mütâlâasında bulunmuştur. Mücâhid'dcn gelen bir
rivayet bu re'yi te'yîd eder. Bu rivayete göre Besmele'siz cima1 eden adamın
tenasül âletinin başına şeytan sarılır da onunla birlikte cima1 eder. Yalnız
bu rivayeti Mücahid'den kimin tahrîc ettiği zikredilmemiştir.
Hadîs Mürscl'dir.
Hadîsimizde her halde
Besmele çekmenin müstehâb olduğuna, onun bereketi ile her kötülükten Allah'a
sığınmaya, Allah'ın İsmi ile tober-rük etmeğe delâlet vardır. Şeytan'ın Âdem
oğlundan yalnız Allah'ı zikrettiği hallerde ayrıldığı, şâir hallerin hiç
birinde ondan ayrılmadığı dahî bu hadisin delâlet ettiği hükümler cümiesindendir.[572]
1050/871-
«Ebu Hüreyre radnjallalıü cm'den Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den
duymuş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah (S.A.V.) :
— Erkek karısını
döşeğine davet eder de o gelmekten 'mtina' eyler ve bu sebeple erkek dargın
olarak sabahlarsa, o kadına sabahlayıncaya kadar melekler lâ'net eder; buyurmuşlardır.»[573]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir. Lâfız Buharî'nindir. Müslim'in rivayetinde : «Kocası o kadından
razı oluncaya kadar Semâdaki (Zât-ı Ecell-ü A'lâ) ona gazablıdır.» buyurulmutur.
Hadîs-i şerifte,
kocası karısını cimâ'a davet ettiği vakit kadının icabet ve itaat etmesinin
vâcib olduğunu ihbar vardır. Çünkü hadîsteki (dÖşel<) ta'biri cimâ'dan
kinayedir. Döşek mânâsına gelen «fîrâş» ta'biri bir çok hadîslerde cima'
mânâsına kullanılmıştır. Sonra meleklerin kiidına lâ'net etmesi de icabetin
vâcib olduğuna delildir. Zîrâ onlar ancfik Allah'ın emri ile hVnet ederler.
Allah'ın bu husustaki emri mutlaka bir vacibi yapmamaktan ileri gelir.
Hadisteki
«sabahlayincaya kadar» ifâdesi kadının geceleyin icabet etmesinin vâcib
olduğuna delâlet ediyorsa da bunun mefhum-u muhalifi mu'tehcr delildir. Zira
kadına gündüz de icabet gerekir. Filhakika İbni Buzcyvıc (223—311) ile ibni
Hibban (—354)'m tahric ettikleri merfu' bir hadîste gece kaydı yoktur. Hadîs
şudur :
«Üç kişi vardır;
bunların namazı kabul olunmaz ve semâ'ya hiç bir haseneleri çıkmaz: kaçak köle;
tâ (sâhibi-bine) dönünceye kadar. Sarhoş; tâ ayılıncaya kadar. Kocası
kendisine dargın olan kadın; tâ kocası razı oluncaya kadar.» Bu hadîsteki
«semâ'ya hiç bir haseneleri çıkmaz» ifâdesinden maksad ; bu üç nev'i insanın
yaptıkları hayırlı işlerden hiç birinin Allah tarafından kabul edilmiyeceğini
beyândır. Vâkiâ hadîs-i şerif kocasının dargınlığını mutlak olarak ifâde ediyor
; binâenaleyh, cimâ'dan başka bir sebeple darılsa ona da şâmil görünüyor;
halbuki cimâ'dan gayrı bir itaatsizlik için lâ'net İcâbetmezse de hadîste yine
de şiddetli tehdîd vardır ve cima' hususundaki itaatsizlik de bu tehdid-de
dâhildir. Yani hadîs bütün itaatsizliklere şâmildir; onlardan biri de cima'
hususundaki itaatsizliktir.
«Kadına melekler
iâ'net ederler» buyurması gösteriyor ki sahibi hakkını istediği zaman onu
vermemek Allah'ın gazabını mu'cib-oiur. Bu hususta hakkın bedende veya malda
olmasının bir farkı yoktur. Ulemâ bu hadîsten alarak : «Bir günahı işliyecek
olan kimseye, günahı işlemeden önce, korkutmak maksadı ile İâ'net etmek
caizdir, fakat günahı işledikten sonra artık ona İâ'net değil afv-ü mağfiret
dilemek gerekir.» demişlerdir.
Hâsılı «lâ'net
edilmez» diyenler lâ'netin lügat mânâsını mülâhaza etmişlerdir. Lâ'netin mânâsı
: rahmetten uzaklaştırmaktır. Bir müslü-man için ise Allah'ın rahmetinden
uzaklaştırılması için duâ etmek yakışmaz. Ona yakışan doğru yola dönmesi için
duâ etmektir.
«La'net edilir» diyenler
: Kelimenin örfî mânâsına bakmışlardır. Bittabi örfü âdetde lâ'net kelimesi
mutlak suretdc sövmek mânâsına gelir.
Bazıları günaha
girmekten, onu önlemek maksadı ile yapılan lâ'-neti de caiz görmüyorlar.
Diyorlar ki: «Lâ'netin sebebi günahın vuku'udur. Günah vuku" bulmadan önce
ortada sebeb yoktur ki, müsebbeb olan lâ'net de caiz olsun.»
Bu hadîste Allah'ın
kuluna olan riâyeti ve kuluna kazây-ı şehvet'i hususunda isyan ,eden zevcesine
lâ'net etmesi nazar-ı dikkati celbetmektedir. Öyle ya bir melîk-i kadir olan
Allah-ü zülcelâl'in zelîl ve hakir bir kuluna karşı gösterdiği şu riâyet ve
ikram dünyadaki hangi sevgi ve saygı ile kıyas edilebilir?[574].
1051/872- «İbni
Ömer radıyallahü anhümü'dian rivayet olunduğuna göre; Peygamber sallallahü
aleyhi ve sellem, saçını başkasının saçı ile ekleyen kadına ve ekletene, vücuda
döğme yapan kadına ve yaptırana lâ'net buyurmuştur.»[575]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Bu hadîs mezkûr dört
şeyin haram olduğuna delâlet ediyor. Bilhassa Resûİüllah (S.A.V.)'in lanet
buyurması, bunların büyük günah olduklarını gösterir.
Saç eklemek mutlak
surette haramdır. Yani bu bâbta mahrem bir kimsenin saçı ile nâ-mahrem'in, saçı
arasında fark olmadığı gibi, kadının zînetli veya zînetsiz, evli veya bekâr
olması arasında da bir fark yoktur. Şâfiîler'le diğer bazı ulemâ bu hususta
tafsilât vermişlerdir.
Döğme : Vücııciun bir
yerine iğne batırarak kan çıkarmak; sonra o yere sürme veya benzeri bir şey
doldurmaktır .Arlık o yer yeşil bir renk alır ve bir daha ebediyyen çıkmaz.
Bazı hadîslerde lanetin illeti: «Allah'ın halkcltiği -şekli değiştirmek» diye
tasrih edilmiştir. Bittabi kına gibi icmâ'en câİz olan şeyler bu hükümden
hâriçtir. Çünkü kına Resûlüllah (S.A.V.) devrinde daima kullanılmıştır. Fakat
zamanımız kadınlarının sokağa çıkarken yüzlerine, güzlerine ve dudaklarına sürdükleri
allıkların, pullukların kat'î surette haram olduğunda şüphe yoktur. Buna
rağmen düğme bid'atı nasıl eski zamanın modası idiyse bu zamanın moda olmuş
bid'atları da bunlardır.
Saçı saçtan başka bir
şeyle, meselâ ipek ve bez parçası grtri şeylerle eklemek ise Kaadi lyas'm
beyânına göre ihtilaflıdır. Mâlik ile ekser-i ulemâ'ya göre saç eklemek ne ile
olursa olsun memnu'dur. Bunların delili îmam Müslim'in Hz. Câbir (R. A./den
rivayet ettiği şu hadîstir :
«Peygamber (S.A.V.)
kadının başına bir şey eklemesini yasak etti.»
Lcys b. Sa'd'a göre
nehî saça mahsustur. Yün ve kumaş parçaları eklenebilir. Kaadi îyaz : «Renkli
ipekten iplikler gibi saça ben-zemiyen şeyleri bağlamak ise yasak edilmemiştir.
Çünkü bu ne ek temedir; ne de eklemekten beklenen bir mânâdır. Bu yalnız güzelleştirmek
için yapılır» diyor.
Eklemeden beklenen
mânâ'dan murâd, kocasını aldatmaktır. Eklenen iplikler saç renginde olmayınca
bittabi aldatma işi ruh bulaimyacaktır.[576]
1052/873-
«Cüzâme binti Vehb[577]
radıyallahih anhd'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Ben Resûtüllah
salldllahü aleyhi ve sellem'e bir takım insanlar arasında geldim. Kendileri :
— Vallahi gîleden nehî etmek gönlümden geçti.
Bir de Romalılar'la, İranlılar'a baktım ki, onlar çocuklarına gîle yapıyorlar
da bu onların çocuklarına hiç bir zarar vermiyor; buyuruyorlardı.Sonra (Eshâb-ı
Kiram). Kendilerine azlin hükmünü sordular: Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve sellem :
— O gizli ve'ddir; buyurdular.»[578]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir. Hadîs-i şerif, gîle ile azle şâmildir.
1—
Gîle: Bir
ndamın emzikli karısına cima1 etmesidir.İmam Mâlik, Esmât ve diğer bazı
zevatın mezhebi budur.
Bazılarına göre Gîle :
Kadının hâmile iken çocuğunu emzirmesidir. O zamanın hekimleri bunun bir dört
olduğunu söyler; araplar da kerih görürlermiş. Lâkin Peygamber (S.A.V.) bunu
reddetmiş; bunda hiç bir zarar olmadığını beyân buyurmuştur.
2— Azil: Yukarıda
da görüldüğü veçhiyle, cima' esnasında erkeğin menisini fercin dışına
çıkarmasıdır. Azil iki sebeple yapılır. Ya, câriye gebe kalmasın diye buna baş
vurulur. Çünkü gebe kalan câriye
satılmaz. Yâhud, hür olan karısı gebe kalmasın veya memedeki çocuğa bir zarar
gelmesin, diye yapılır. Resûlüllah (S.A.V.)'in bu husustaki suâle: «O gizli
ve'ddir» diye covap vermesi bunun haram olduğuna delâlet eder. Çünkü ve'd : kız
evlâdını diri diriye mezara gömmektir.
Zâhirîler'den
îbniHazim bu hadîsle istidlal ederek azlin haram olduğuna kail olmuştur.
Cumhur-u ulemâ'ya göre ise hür olan karısının izni ile cariyenin ise izni
olmaksızın dahî azil yapmak caizdir. Hür bir adamla evli bulunan câriye
hakkında ihtilâf vardır. Zîrâ babımızın hadîsi iki başka hadîsle muâraza
haliifdedir. Bunların birisi Hz. Câbir'den rivayet olunan şu hadîstir :
«Câbir demiştir ki :
Bizim cariyelerimiz vardı ve onlardan azil yapıyorduk. Yahudiler : işte küçük
mev'ûde budur; dediler. Bunun üzerine (mes'ele) Resûlüllah (S.A.V.)'e soruldu
:
— Yahudiler halt
etmişler. Eğer Allah onu yaratmak istese onu sen reddedemezdin; buyurdular.»
Bu hadîsi Nesaî ile
Tirmizî tahrîc etmişlerdir. Tirmizî bunu sahîhlemiştir.
İkincisi : Ncsai'nin
tahrîc ettiği Ebu Hüreyre hadîsidir ki, o da aynı mealdedir.
Tahavî (238—321) bu
hadîslerin aralarını bulmak için Cüzâme hadîsindeki nehyin tenzih mânâsına
alınacağım söylemiştir. Ibni Hazm .ise Cüzâme hadîsini tercih etmiş ve ondaki
nehyi tahrîm mânâsına almştır,.
Hadîs-i şerîf, bu
günkü doğum kontrolünün aleyhine delildir.
Azlin niçin yasak
edildiğine gelince : Bu bâbtaki hadîsler bunun kadere karşı gitmek, ona çatmak
olduğuna delâlet ederler. Çünkü bunda müslümanlan azaltmak gayesi istihdaf
olunmakta halbuki İslâmiyet müslumanların çoğalmasını emretmektedir.
Fâİde : Ana karnındaki
çocuğa henüz ruh verilmeden ilâçla onu düşürmenin caiz olup olmaması
hususundaki hiiâf, azlin caiz olup olmamasına teferru' eder. Binâenaleyh azli
caiz gören ona da cevâz verir; azle cevâz vermeyen ona da «haram» ,der. Bu
günkü doğum kontrolü de azle müteferrî'dir. ŞâfİMer'den bazıları ilâçla
gebeliğin Önlenmesine «Haramdır» diye fetva' vermişlerdir. Azli mutlak surette
mubah- sayarken buna «Haramdır» demeleri hakîkaten müşkildir.[579]
1053/874- «Ebu
Said-i Hudrî radıyallahü anh'âen rivayet olunduğuna göre; bir adam :
— Yâ Resûlallah,
benîm bir cariyem var: kendisinden azil
yapıyorum. Onun hâmile kalmasını istemiyorum. Sen de erkeklerin istediğini istiyorum.
Fakat gerçekten Yahudiler azlin küçük mev'ûde olduğunu söylüyorlar; dedi. Resûlüllah
(S.A.V.) :
— Yahudiler halt etmişler. Eğer Allah onu
yaratmak istese idi, sen onu değiştiremezdin; buyurdular.»[580]
Bu hadisi Ahmed, Ebu
Dâvud, Nesaî ve Tahâvî rivayet etmişlerdir. Lâfız E:bu Davud'undur. Râvileri
sikadırlar.
Hadîs-i şerif,
yukarıdaki Cüzâme hadîsine muarızdır. Maamâfîh aralarının bulunduğunu ve aradaki nehyin tenzih
mânâsına alındığını yukarıda
gördük.
Yahudilerin buradaki
yalanı, hakîki tahrîmi kasdettikliTİndendir.
«E:.ğer Allah onu
yaratmak istese idi, sen cnu değiştiremezdin» cümlesinin mânâsı : Allah bir
kimseyi yaratmak isterse, mutlaka yaratır; ve cima' esnasında menî sizin
tahmininizden Önce inersiz onu dışarı atamazsınız. Bu husustaki hırs ve
merakınız size bîr fayda te'min etmez. Meninin indiğini bile duymazsınız; demektir.
Filhakika İmam Ahmed
ile Bczzâr, Hz. Enes'den şu hadîsi tahrîc etmişlerdir :
«Bir adam, azli
sormuş; Peygamber (S.A.V.) :
— Kendisinden çocuk
olacak meniyi sen bir kayanın üzerine doksen Allah ondan hiç şüphesiz bir çocuk
çıkarır; buyurmuştur.»
Bu hadîsi JbnfrHibban
sahîhlemiştir. TaberânVnin «el-Kcbîr-»'in de Ibnİ Abbas'dan; «el-Evsat» ında
Ibni Mes'ud'dan olmak üzere hadîsin iki dâne şahidi vardır.[581]
1054/875-
«Câbir radıyallahü anh'den rivayet
olunmuştur. Demiştir ki: Biz Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem devrinde Kur'ân inerken
azil yapıyorduk. Eğer ondan bir şey yasak edilecek olsa bîzi Kur'ân nehyederdî.»[582]
Hadîs, müttefekun
aleyh'tir.
Müslim'in rivayetinde
: «Bu Resûlüllah sallallahü aleyhi ve, sellem'tn kulağına vardı; fakat bizi
ondan nehyetmedi.» denilmiştir.
Yalnu hadisteki «Eğer
ondan bir şey yasak edilecek olsa... ilâh...» cümlesin: Buharı zikretmemiştir.
Onu yalnız Müslim râvîlerden Süfyan'm sözü olmak üzere rivayet etmiştir. Galiba
Müslim onu istinbat yolu iîe söylemiştir. Çünkü Musannif: «Bütün isnadları araştırdım.
Fakat Süfyan'dn rivayet eden râvîlerin ekserisinin bu ziyâdeyi
zikretmediklerini gördüm» diyor.
«el - Umde» sahibi
dahî bu ziyâdeyi musannif merhumun yaptığı gibi neffs-i hadîsten saymıştır.
İbni Dakiki'l-îd
mezkûr ziyâdeyi şerhetmiş; ve Hz.
Câbir'in Allah'ın takriri[583] ile
istidlaline şaşmıştır.
Müslim'in rivayetinde
azlin cevazını Hz. Peygamber (S.A.V.)'in takrir buyurduğu zikrediliyor.
Bazıları Hz. Câbir'in Kur'ân lâfzı İle tesri' zamanını kastettiğini yani «Eğer
haram olsaydı biz bu hâl üzerine bırakılmazdık» demek istediğini söylerler. Bu
suretle İbni Dakîk'in şaşması bertaraf edilirse de Peygamber (S.A.V.)'in
onların bu hâlinden haberdâr olması lâhiiddür.
Hadis-i şerif azlin
caiz olduğuna delildir. Bu İşin mekruh olması cevazına münâfî' değildir. Çünkü
kerahet tenzihidir.[584]
1055/876- «Enes
b. Mâlik radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber sallallahü
aleyhi ve sellem kadınlarını bir gusül ile dolaşırdı.»[585]
Bu hadîsi Buharı ile
Müslim tahrîc etmişlerdir. Lâfız Müslim'indir.
Hadîs-i şerif,
hakkında «gusül bahsi» inde söz geçmişti, bununla Peygamber (S.A.V.)'in
kadınları arasında (Kas'm) denilen adaleti göstermenin ona vâcib olmadığına
istidlal edilmiştir. îbnü'l-A'rabî (468 —543) Peygamber (S.A.V.)'e günün bir
saatinde kadınları arasında kasim vâcib olmadığını, bu saatin ikindiden sonra
idiğini; şayet o saatte meşgul bulunursa güneş kavuştuktan sonra olurduğıınu
söylemiştir. İbnü'l-A'rabî bu hükmü Buhari'nın.tahrîc*ettiği Âişe hadisinden almış
olsa gerektir. Âişe (R.Anhâ) hadîsi şudur :
«Peygamber (S.A.V.)
ikindiden fariğ olduktan sonra kadınlarının yanına girer ve onlardan birine
yaklaşırdı.»
Hadisteki (yaklaşırdı)
tâ'bİrinin cima' için olması ihtimal dahilindedir. Fakat bazı rivayetlerde
«cima' etmeksizin» yaklaştığı tasrih edilmiştir. İmam Buharı (194—256) Hz.
Enes (R. A J'den şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Peygamber (S.A.V.)
bîr gecede kadınlarını dolaşırdı. O zaman kendilerinin dokuz kadını vardı.»
Bazıları : «Geceden
murâd akşamdan sonraki zamandır.» demiş, diğer bazıları; «Hayır olamaz, zîrâ bu
vakit dardır; kâfî gelmez, bilhassa yatsı namazını beklemekle beraber bu iş
olmaz» demişlerdir. Fakat bunu uzak görmek yersiz görülmektedir. Çünkü
Peygamber (S.A.V.) yatsıyı tc'hirli kılardı. Binâenaleyh bütün kadınları ile
münâsebette bulunmağa vakti vardı. Bir de ona başka kimseye verilmiyen kuvvet
verilmişti.
Hadîs-i şerîf,
Peygamber (S.A.V.)'e kadınları arasında kasim vâcib olmadığına delildir. Bu
bâbta Kur'ân-ı Kcrîm'de :
[586] Onlardan dilediğini geriye bırakırsın...»
buyurulmuştur. Ulemâ'dan bir cemâatin mezhebi budur. Cumhur u ulemâ'ya göre
ise: Resûlüllah (S.A.V.)'c de kasim vâcibtir; Onlar-hadîsi te'vil ederler; ve:
Resûîüllah (S.A.V.) bunu nevbet sahibi olan zevcesinin izni ile yapardı. Yâhûd
bunu daha kasim vâcibolmadan yapmıştır.» derler.
Bu hadîste o zaman
dokuz kadını olduğu İfâde ediliyorsa da Bu-harî'nin rivayetinde onbir oldukları
beyân olunmuştur. Maamâfîh iki rivayetin arası şöyle bulunmuştur: «Dokuz kadını
vardı» diyenler, bir araya, gelen zevcelerini kastederler. Filhakika
Resûlüllah {S.A.V.)'in yanında dokuzdan ziyâde zevcesi bulunmamıştır. Nitekim
Hz. Enes (R.A.)'m beyânı da budur. «Onbir'di» diyenler Hz. Mâriye ile
Reyhane'yi de zevceleri arasında sayarlar. Bittabi taglîb tarîki ile onlara da
(kadınları) denilebilir.
Hadîs-i şerif de Peygamber
(S. A. V.)'in dünya erkeklerinin en ke-mâllisi olduğuna delâlet vardır. Zîrâ bu
derece kuvvet başka kimseye verilmemiştir. Buharî'n'm tahric ettiği bir hadîse
göre otuz erkek kuvvetine mâlik idi. İsmâüVnm rivayetine göre kendisine kırk
kişilik kuvvet verilmişti. Ebû Nnaym dahî bunun mislini rivayet etmiş; bu kırk
kişinin ehl-i cennet erkeklerden olduğunu söylemiştir.
İmam A'zam ile
Nesai'nin tahrîc ettikleri, Hâk i m1 in de sahîhlediği Zeyd b. Erkam hadîsinde
ise cennet erkeklerinin kuvveti şöyle beyân olunmuştur :
«Şüphesiz ki erkeğe
cennette yeme, içme, cima' ve şehvet hususunda yüz kişi kuvveti verilecektir.»[587]
Sadak : Mehir
demektir. Doğruluk ve samimiyet mânâsına gelen (Sidik) tan alınmıştır. Mehir
erkeğin kadına gösterdiği rağbette samîmi olduğunu bildirdiği için ona bu isim
verilmiştir.
Mehir hakkında «nikâh
bahsi» nin 830 numaralı Sehl hadîsinde ma'-lûmat verildiği için bunrada sözü
uzatmağa lüzum yoktur.
Eski şcrîatlerde
mehir, velîlerin hakkı idi. Dinimizde ise kadının şerefini izhâr için erkek
tarafından ona verilmek üzere meşru' olunmuştur.[588]
1056/877- «Enes
b. Mâiîk rachyattahü anh'den Peygamber sdtlaîla-hü aleyhi vescllcm'den İşitmiş
olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah (S.A.V.).[589]
Safiyye'yi âzâd etmiş ve âzâd oluşunu kendisine Mehir yapmıştır.»[590]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Bu hadîs âzâd etmenin
nikâhda mehir olabileceğine delildir. Âzâd keyfiyeti mutlak zikredildiğine göre
hangi sözle yapılırsa yapılsın caiz olmak îcâb ederse de mesele fukâhâ arasında
ihtilaflıdır.
Âzâd'ın mehir olması
dahî ihtilaflıdır. İmam Ahmed b. Hanbel ile diğer bazı ulemâ'ya göre olur.
Delilleri bu hadîstir Ulemâ'nm ekserisine göre olmaz. Onlar bu hadîs
karşısında şu cevabı verirler : Peygamber (S.A.V.) Safiyye'yi evlenmek şartı
ile âzâd etmiştir. Bu suretle kendi kıymetini Resûlüllah (S.A.V.)'e
borçlanmış. O da bu ma'lûm kıymeti kendisine mehir yapmıştır.
Lâkin bu te'vile
i'tirâz edilmiş ve gerek hadîsin Müslim'deki rivayeti, gerekse Hz. Enes'in
sözü ile isbât-i müddeâya çalışılmıştır. Cum-hur-u ulemâ buna mantıkî cevaplar
vermişler; derken söz bir hayli uzamisitir. Biz bu münakaşalardan bir fayda
mülâhaza edemediğimiz için ninn nakletmiyoruz.[591]
1057/873- «Ebu[592]
Selemete'bni Abdirrahman radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir
: Peygamber sallallahü aleyhi ve sr](em"m zevcesi Aişeye :
ResûlüJlah sallallahü
aleyhi ve sellem'in (evlenirken kadınlarına vermekte olduğu) mehri ne kadardı?
diye sordum :
— Zevcelerine
(verdiği) mehrî on İki okiyye bir de neşş idi. Neşş nedir bilirmisin? dedi :
— Hayır; dedim:
— Okiyye'nin
yarısıdır. Ki olup olacağı beş yüz dirhemdir, işte Resûiüllah Sallallâhü aleyhi
ve scllcm'în zevcelerine verdiği mehir bu idi; dedi.»[593]
Bu hadîsi Müslim
Hvâyct etmiştir.
Hadîsteki okiyye'den
murâd : Hicaz okiyye'sidir ki, kırk dirhem lııt.;u\ Hz. Safiyye'nin, hattâ bir
rivayette Hz. Cüveyriye'nin mehri, îm'ul edilmeleridir; diyenlere göre Hz.
Âişe'nin bu sözü ekseriyetle hamlolunur. Bunlar Hz. Hadîce (R.A.)'mn mehrinin
de bu miktar olmadığını, Ümmü Habîbe'nin mehrini ise dört bÜKdînâr ve dört bin
div hem üzerinden Habeş hükümdarı Necâşî'nin verdiğini söylerler. Fakat Necati'nin
verdiği para Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in emri ilr detfil, kendi tanırından bir
lebrmı' ve Resûlüllah (S.A.V.)e bir ikram idi.
Şâfiîler, bu delillere
bakarak mehrin be.şyüz dirhem olmasını müstehâb görmüşlerdir. Mehrin vn az
miktarını yukarıda görmüştük; çoğu için bilieniîV hudud yoktur. Teâlâ
hazretleri :
[594] O kadınlardan birine ktntar vermiş olsanız...»
buyurmuştur.
Kıntar : Bazılarına göre
bin iki yüz okiyye alLırîdir. Bazıları. «Km-tar bir öküz derisinin alabileceği
altındır» demiş.; bir takımları : «yetmiş bin mıskal» diğerleri «yüz ntıl
altındır» iddiasında bulunmuşlardır.
Hz. Ömer (R. A.)
mehrin en yükseğini Peygamber (S.A.V.)'İn zevcelerinin mehİrieri kadar yapmak
ve Fazlasını Beytü'l-Mâl'e vermek istemiş, hattâ bu fikrini hutbede
söylemişti. Fakat bir kadın :
«âyet-i kerîmesi ile
istidlal ederek i'tirazda bulunmuş; bunun üzerine Ömer (R. A.) :
— Sizin hepiniz
Ömer'den fakîh; diyerek sözünden dönmüştür.[595]
1058/879- «İbni
Abbas radıyallahu anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Alî Fatime[596]
radıyallahu anhâ ile evlendiği zaman Resûlüllah satlalîahil aleyhi ve scllcm
kendisine:
— Ona bir şey ver; dedi. Alî :
— Bende bir şey yok;
cevabını verdi. Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.):
— Öyle ise hutamî zırhın nerede? buyurdular.»[597]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
ile Nesâî rivayet etmişlerdir. Hâkim onu sahîhlcmiştir.
Hadîs-i şerif,
zifaftan evvel kadına bir şey vererek hatırını hoş etmenin pek münâsip bir
hareket olacağına delildir. Zâten bu cihet halk arasında ma'ruftur.
Bu hadîste Hz. AH
(R.A.)'m mezkûr zırhını verip vermediği zikrolunmamıştır. Vâkıâ bazı
rivayetlerde ne verdiği ta'yin edilmişse de bu rivayetlerin senedleri yoktur.[598]
1059/880- «Amr
b. Şuayb'dan o da babasından o da dedesinden -radıyalîahü anhüm- işitmiş olarak
rivayet edildiğine göre dedesi şöyle demiştir : Resûlüllah sallallahü aleyhi
ve sellem :
— Hangi kadın nikâh
akdinden Önce bir mehir veya bahşiş, yâhtıd çeyiz üzerine nikâh edildi ise o
şey kadınındır, ismet-i nikâhdan sonraki ise kime verildi ise onundur.
Kişinin kendisinden dolayı en ziyâde ikram edilmeye lâyık olduğu (insan) kızı
yâhûd kız kardeşidir; buyurdular»[599]
Bu hadisi Tirrnizi
müstesna, Dörtler'lc Ahmed rivayet etmişlerdir. Hadîs-i şerif, nikâh akdinden
önce erkek karısına veya onun babasına yâhud kardeşine bir şey vermeyi teahhüd
ederse o şryin zevcenin olacağına delâlet ediyor. Nikâh kıyılırkcn verilen
dahî aynı hür kümdedir. Mcs'elc ihtilaflıdır. İmam Mâlik ile Ömer b. Abd'ûlaziz
ve Scvrî buna kail olmuşlardır. Hanefîler'e göre kadından başkası için yapılan
şart fâsid değilse icâbı yapılır. Fâsid ise nikâh yine sahihtir. Ayrıca mehir
konmamışsa kadına mehr-i misil verilir. İmam Şafiî mehir tesmiye edilmesinin
fâsid olduğuna, binâenaleyh kadına mehri misil verileceğine zâhibolmuştur. İmam
Malik'e göre : şart, nikâh kıyılırken yapılırsa kadına âid, akidden sonra
yapılırsa babaya mahsustur.
«Nihâyctü'l -
Müctchid» nâm kitapta şöyle deniliyor: «Fukâhâ-nın ihtilâflarına sebep, bu
hususta nikâhı alış verişe benzetmeleridir. Onu, bir malı satmak İçin tayin
edilen vekilin kendisi için bat şiş şart koşmasına benzetenler : nikâh caiz
değildir; demişlerdir Nitekim böyle bir satış da caiz değildir. Nikâhı alış
verişe muhalif sayanlar; caiz olmadığını söylemişlerdir.
İmam, Mâlik1 in fark
görmesine gelince : Eğer şart akıd esnasında yapüırsa Mâlik, akdi yapan şahsı
kendi menfeati için kadının mehr-i mislini azaltmakla itham etmektedir. Fakat,
nikâh kıyıldıktan ve mehir üzerinde bir anlaşmaya varıldıktan sonra yapılan
şart için böyle bir ithamda bulunmamıştır.»
«Nihâyctü'l -
Müctehid» den nakledilen izahat burada sona eriyor.
Evlenirken örf-ü
âdet'e uyarak erkeğin gönderdiği yiyecek gibi itlaf edilen şeyler, akid esnasında
şart koşulursa mehir : akidden önce verilirse îbaha ve hediyye'dir.[600]
1060/881-
«Alkame'den[601], o da İbni Mes'ud
radıyallnhü a>th'âen İşitmiş olarak rivayet edildiğine göre İbnİ Mes'ud'a
bir kadınla evlenip ona mehîr takdir etmeyen ve kadına dâhil olmadan (cima'
etmeden) ölen bir adamın hükmü sorulmuş. İbni Mes'ud :
— O
kadma kendi akraba kadınlarının mehri
vardır; onlardan ne az olur; ne de çok. Kadına îddef
(beklemek) de miras (almak) da vardır; demiş. Bunun üzerine Ma'kİl[602] b.
Sinan-ı Eşcaî ayağa kalkarak:
— Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem
birlerden bir kadın olan Berva' binti Vâşık için senin hükmettiğin gibi hükmetti; demiş;
İbni Mes'ud buna sevinmiştir.»
Bu hadisi Ahmed ile
Dörtler rivayet etmişlerdir. Tirmîzî onu sahîhlcmiş; bir cemâat de hasen
bulmuşlardır.
îbni Hazım ile îbni
Mehdi de bunlar arasındadır. îbni Hazm: «İs-nâriı sahih olduğu için hadîse bir
diyecek yoktur.» demiştir. Bcyhakî de «rl-Hilnfiyyât» da buna benzer bir şey
söylemiştir. İmam Şafiî: bu hadi ki emsalinin sabit olduğu şekilde bilmiyorum»
demiş ve şunları ilâve etmiştir : «Berva' hadîsi sübût bulsa ona kail
olurdum.» Yine îmam Şafiî, «el-Ümm» adındaki eserinde şöyle demektedir : «Eğer
bu hadîs Resûlüllah (S.A.V.)'dcn sabit olsaydı en güzel bir şey olurdu...
ilâh...»
Bu hadisi Vahidi
(130—207) zaîf bulmuştur. Zîrâ hadîs Medîne'ye Kûfeliler'don gelmiş; fakat
Medîne'liler onu tanımamışlardır, Hz. Ali (R. A.)'ın dahî onu reddederek Ma'kİl
b. Sinan'ın topuklarına bevleden bir o'rabî olduğunu söylediği rivayet olunur.
Hâkim,, Harmeletü'bnü
Yahya'dan şunu rivayet eder : «Harmete: İmam Şafii'nin: Eğer Bervâ binti Vâşık
hadîsi sahih ise ona kail olurum; dediğini işittim.» demiş. Hâkim buna : «Ben
sahihtir diyorum. Haydi bakayım ona kail ol.» mukabelesinde bulunmuştur.
Dârc- Kutnl (306—385)
bu hadîs hakkındaki ihtilâfı «chilcU de zikretmiş sonra : «îsnâd i'tibâriyle en
münâsibi Kafâde hadîsidir. Ancak o da sahâbînin adını bellememiş» demiştir.
Hadisimiz bir kadına
cima' vâki olmadan kocası ölürse mehrinin t;ım olarak verileceğine; şayet nikâh
esnasında mehri konuşulmamış-sa ona mehr-i misli verileceğine delildir.
Bu meselede İki kavil
vardır;
Birinci kavle göre, bu
hadîsle amel edilerek kadma bütün mehri verilir. İbni Mes'ud (R.A.)'m sözü
delile muvafık bir içtihattır. Ehu Ha-nîfe ile Ahmcd b. HanbeVin ve diğer bazı
ulemâ'nın mezhebi de budur. Yalnız Hanefîler'e göre kocası cimâ'dan evvel boşar
veya ölürse yarım mehir verilir.
ikinci kavle göre,
kadın yalnız mîras alır. Bu kavil Hz. AH, İbni Ab-bas, İbni Ömer (R. Anhüm) ile
İmam Mâlik ve bir kavline göre Şafii'nin mezhebidir. Çünkü onlara göre mehir
bir ivaz yani karşılık bedelidir. Erkek bu ivazla alınacak şeyi almamıştır. Şu
halde alış verişte satılan mal ele geçmedikçe onun karşılığı olan kıymetini
vermek nasıl îcabetmiyorsa burada da öyledir. Mezkûr zevat bu hadîs için dahî
: «Çok ta'n edilmiş» derler. Fakat hakikatte o ta'nlar bertaraf edilmiştir.
Meselâ Hz. Ali'nin Ma'kil hakkındaki ta'nına : «Bir sahabî ile başka sahabî
arasındaki ıztırab hadîse dokunmaz.» diye cevap verilmiş; Medine ulemâ'sının
hadisi bilmemesi için de «râvînin adaleti karşısında bir ta'n teşkil edemez.»
denilmiştir.
Binâenaleyh bu hadîsle
istidlal kıyastan evlâdır.[603]
1061/882- «Câbİr
b. Abdİllah radtyaîlahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber
sallalîahü aleyhi ve sellem:
— Eğer bir kimse bir
kadının mehri için kavrulmuş un veya kuru hurma verirse muhakkak (kadım
kendine) helâl kılmıştır; buyurmuşlardır.»[604]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
tahrîc etmiş ve onun mevkuf olduğunu tercih eylediğine işâretde bulunmuştur.
Musannifin «ct-Tclhîs»
deki beyânına göre bu hadîsin râvîleri arasında Musa b. Müslim b. Rûman vardır
ki, bu zât zaîftir. Hadîs mevkuf olarak da rivayet edilmiştir. Hem mevkufen
rivayeti daha kuvvetlidir, binâenaleyh musannıfa gereken âdeti veçhile, hadîsde
za'f olduğunu beyân etmekti.
Hadîs-i şerîf, mehrin
dirhem ve dinar gibi paraların gayrisinden de olabileceğine delildir. Mehrin en
az neden olabildiği hususunda ulemâ"nın kâvîüori kendini Peygamber (S.A.V.)'e hibe eden kadın hadîsinde
görüldü.[605]
1062/883-
«Abdullah b. Âmir[606] b. Rebîa'dan o da babası radıyal-anh'den
İşitmiş o'arak rivayet edildiğine göre Peygamber sajlajlahü aleyhi ve sellem
kadının bîr çift ayakkabı karşılığında nikâh edilmesini tecviz etmiştir.»[607]
Bu hadîsi Tirmİzî
tahrîc etmiş ve .sahihlemiştir. Ama bu bâb'ta kendisine muhalefet edenler
olmuştur.
Hadisin lâfzı şöyledir
:
«Benî Feiare'den bir
kadın bîr çift nalın mukabilinde evlenmiş, bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.):
— Nefsin ile malın mukabilinde bir çift nalına
mı razı oldun? demiş. (Kadın):
— Evet, cevabını verince nikâhını tecviz
buyurmuştur.»
Hadîs-i Şerif, mehrin
kıymeti hâiz her şeyden olabileceğine delildir. Bu bâbtaki kavilleri de
yukarıda gördük.
Ibni'lKayyim, bu
hadîsle ondan evvelkini zikrettikten sonra şunları söylüyor: «Bunlaft1, mehrin en
az miktarının takdir edilemiyeceğini tazammum eder; demek ki bir avuç kavrulmuş
undan, bir demir yüzükten ve bir çift nalından mehir yapılabilecek ve bununla
zevce helâl olacaktır.
Bunlar mehir hususunda
pahacılık etmenin mekruh olduğunu da tazammun etmektedir. «Görülüyor ki
İbni'l-Kayyim, mehrin en az miktarının mahdud olmadığını isbât için hayli
gayret sarfetmektedir. Halbuki bu hadisi Tirmizi her ne kadar sahih de çıkarsa
o sa-hîh d< fildir. Çünkü râvîleri arasında Âsim b. UbcydııUah vardır. Ihni
Main onun hakkınd: «zaîftir; onunla ihticâc edilmez» demiş, jbni Hibbân:
«Hatası fâhis olduğundan terkedildi.» cümlesini sarfetmiştir.[608]
1063/884- «Sehl
b. Sa'd radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Denfüjür ki: Peygamber
saîlalîahü aleyhi ve sellem bir adama bir kadtnı demirden bir yüzük mukabilinde
tezvîc etti.»[609]
B.u hadîsi Hâkim
tahrîc etmiştir. Hadîs, nikâh bahsinin baş taraftarında geçen-uzun hadîsin bir
kısmıdır.
Mezkûr hadîs, «nikâh
bahsi» ndc (1005) sıra numarasn îîo geçmiştir. Resûlüllah {S.A.V.) 'in
evlenmek istiyen erkekten kadına mehir olmak İı/f r-e hiç olmazsa demirden bir
yüzük bulmasını istediğini; onu d;t bulamayınca kadına bir miktar Kur'an
öğretmesi mukabilinde nikâhlarını kıydığını orada görmüştük. Eğer buradaki
parçadan murâd o hadîs ise orada demir yüzük bulunmamış ve ondan mehir yapılamamıştı
ki, bize hu bâbta delil olsun. Başka bir hadîs kastcdilmişse muhtemeldir. Fakat bu ihtimal musannifin ifâdesine nazaran uzaktır.
(.-t (1005) sayılı
hadîs kastedilmişse şöyle tc'vîl yapmak îcabe-fîcr. «Peygamber (S.A.V.) bir
demir yüzükten mehir yapmağa izin vermiş; fakat bulunup da akid onunla
yapılamamıştır.[610]
1064/885- «Ali
radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur ki:
— Mehir on dirhemden az
olmaz; demiştir.»[611]
Bu hadisi Dâre Kutnî
mevkuf olarak tahrîc etmiştir. Senedinde söz vardır.
Aynı hadîs, Hz.
Câbir'den merfu' olarak da rivayet edilmişse de o rivayet sahih değildir. Bu
hadis, yukarıdaki merfu' hadîslere muarızdır.
Senedindeki söz: ravî
Mübeşşir b. Ubeyd hekkmdadir. Bu zât içir İmam Ahrned b. Haribel: «Hadîs
uydurdu» demiştir.[612]
1064/886- «Ukbetü'bnü
Âmir radıyaUahü anh'öen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve scîlcm;
— Mehrin en hayırlısı
en ehven olanıdır; buyurdular.»[613]
Bu hadîsi Ebu Dâvud tahrîc
etmiştir. Hâkim onu sahihlemiştir.
Hadis-i Şerif, mehri
hafif tutmanın müstehâb olduğuna; pahalı olan mehrin. .;-.âiz olmakla beraber
matlup bir şey olmadığına delildir. Yukarıda,Hz. Ömer (R.A.)'m mohir
pahalılığını önlemeye çalıştığını görmüştük. Hz. Ömer (R. A.)'m bu niyetini
anlıyan bir kadın ona: «Bu sana kalmamıştır yâ Ömer! Allah feâlâ: onlara
altından kıntar verseniz.. ilâh; diyor.» tarzında mukabelede bulunmuş; bunun
üzerine Ömer (R.A.): «Bir kadın Ömer'le münakaşa etti ve ona galebe çaldı»
demiştir.
Bu hadîsi Abdürrczzak
tahrîc etmiştir.
Ayt-t-i Kelimedeki
«altından» tâbiri İbni Mes'ud kıraatine göredir.
Hadîsin muhtelif
lâfızlarla çeşitli tarîkleri vardır. Bunlar hayırlılığm kadındaki bereket
mânasına geimesi ihtimalini de taşımaktadırlar. Nitekim bir hadîste: :
«Onların en
bereketlisi nafaka cihetinden en ehvenidir.» buyurulmuştur.[614]
1065/887- «Âişe
radıyaUahü anhâ'dan rivayet edildiğine göre Amre bîntil' Cevn Resûlüllah
sallaTlahü aleyhi ve sellem'm yanına konulduğu yani onunla evlendiği zaman
ondan istiâze etmiş. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.) «Yemin olsun ki tam
sığınağa sığındın buyurmuş; ve hemen onu boşayarak Üsame'ye emir vermiş; o da
kadına üç elbise ile müt'a vermiştir»[615]
Bu hadîsi îbni Mâce
tahrîc etmiştir. İsnadında metruk bir râvî vardır. Kıssanın aslı (Sahih-i
Buharı) de Ebu Esîd-İ Saîdî'den rivayet olunmuştur.
Kadının ismi bu
hadîste Amre olarak tesbit edilmişse de onun adı ve soyu sülâlesi hakkında pek
çok ihtilâflar vardır. Bunlara şer'î bir hüküm teallûk etmediği için zikrine
lüzum görülmemiştir.
Bu kadının Resûlüllah1
sallallahü aleyhi ve scMcm'dcn niçin istiâze «ivaz, kannlık» etdiği dahî
ihtilaflıdır. îbni Sa'd'm tahrîc ettiği rivayette şöyle deniliyor :
Kadın pek güzelmiş.
Peygamber (S.A.V.) onun yanına girince (diğer) kıclınlanna kıskançlık gelmiş,
de kadına denilmiş ki: — Peygamber (S.A.V.) 'in yanında bir kadın ancak onun
yanına girdiği zaman: senden Allah'a sığınırım, demekle mes'ud olur.»
Yine îbni Sa'd'm,
Buharî'nin isnadı ile tahrîc ettiği bir riayet de şudur :
«Âişe ile Hafsa, İlk
geldiğinde o kadının yanına girmişler; onun saçını taramışlar ve kınalamışlar.
Bunlardan bin kadına:
— Gerçekten Peygamber
(S.A.V.) kadının onun yanına girdiği zaman:Senden Allah'a sığınırım;
demesinden hoşlanır; demiş»
imiş.
B)tharî haşiyelerinin
bazılarında kadının hiie vo hud'a yaptığı kaydedilmiştir. Bu sözleri sarf hud'a
için söylemiş ve bundan sonra kendisine (şakiyye) ismini vermiş. Zahir olan da
budur deniliyor.
Hadîs-i Şerîf, cima'
etmeden boşanan kadına müL'a vermenin meşru' olduğuna delildir. Mchir konmadan
bu şekilde boşanan kadın müt'a vermenin vâeib olduğuna ulemâ'nın ekserisi
kaildir. Yalnız îmam Mâlik ile Lcys'c göre vâcib değil müstehâbdır.
Cumhur'un delili :
[616] Kadınları cimâ'dan ve kendilerine bîr mehir
takdirinden önce boşarsantz sîze bîr günahyoktur. Onlara zengin kendi
kudretince, fakir de kendi kudretince olmak üzere müt'a verin.» âyet-i
kerîmesidir. Âyette müt'a verilmesi emrediliyor. Emir vücûb ifâde eder.
Ebu Bekir Rcyhakl (384 — 458)
«Sünen» inde bu bâbta Hz. İbni
Abbas'dan şu hadisi tahriç etmiştir:
«Demiştir ki: mess
nikâtır; ferîza da mehirdır. (Onlara müt'a ve-tin) âyeti îçin de: Bu kocanın
borcudur. Kadının mehir koymadan alır da sonra cimâ'dan önce boşarsa: Allah ona
kendi fakirliği veya zenginliğine göre o kadına müt'a vermesini emretmiştir;
İlâh...»
Hz. Peygamber (S.A.V.)
"in müt'a verdiği bu kadına mehir tesmiye edilmemiş do olabilir; mehri
tesmiye edilmiş olmakla beraber yine bir ihm ve fazilet oimak. üzere Resûlüilah
(S.A.V.) tarafından verilmiş olması da mümkündür.
Mehir konmadan, niL İu
kıyılıp da zifaftan sonra boşanan kadına müt'a vermenin hükmü ihtilaflıdır. Hz.
Alî ve Ömer (R. Anhilmd) ile I mum ye göre yine vâcibtir. Delilleri:
[617] boşanan kadınlara
maruf veçhile müt'a
vardır» âyet-i kerime-sidir.
Hanefîler'le diğer
bazı ulemâ "ya göre ise burada müt'a vermek vâcib değil, yalnız mehri
misli verilir. Onlara göre âyetin umumu cirnâ' edilmemiş olmakla tahsis
edilmiştir.[618]
1067/888- Enes
b. Mâlik radıyaltahii anlı'den rivayet olunduğuna göre Peygamber sallallahü
aleyhi ve sclîem Abdurrahman b. Avf'ın Üzerinde sarılık eseri görmüş ve :
__ Bu
ne? demiş. Abdurrahman :
— Yâ Resûlallah! ben
bir hurma çekirdeği ağırlığında altın vermek üzere bîr kadınla evlendim; demiş.
Resûlüilah (S.A.V.} :
«— öyle ise Allah
senin için mübarek kılsın; bir koyunla dahi olsa düğün da'veti yap;
buyurmuşlardır.»[619]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir.
Bazı rivayetlerde
sarılığın za'feran eseri olduğu beyân edilmiştir. Vâkıâ za'fernnh elbise
giymeyi Resûiüllah (S.A.V.) erkeklere hoş görmüyordu ise de düğüne mahsus
oimak Ü7.ere ses çıkarmadığı anlaşılıyor. Elbiseye sürünmeyi tecviz edenlercc
bu eser Hz. Abdurrahman'ın teninde değil, elbisesinde idi. îmam A'zam Ebu
Hantfr ile Şafiî ve diğer bazı ulemâ'ya göre elbiseye za'feran sürmek
memnu'dur. Elbiseye sürmenin caiz olduğu îmam Mâlik ile Medine ulemâsından
rivayet olunmuştur. Onlar bazı sahîh hadîslerin mefhum-u muhalifi ile istidlal
ederler.
Hazreti Mâlik'e :
«sarahat mukabilinde delâlete i'tibâr yoktur.» kaidesi ile cevap verildiği
gibi: «Hz. AbdurrLhman kıssası hicretin başında henüz za'fcran nehyedümeden
vuku' bulmuştu; maamâfîh Peygamber (S.A.V.)'in gördüğü sarılık r-seri ona
zevcesinden de bulaşmış olabilir.» diye cevab verilmiştir. Karısından bulaşmış
olmasını Neve-vl (631—676) tercihen kabul ile bu kavli muhakkikini ulemâya
nis-bet eylemiştir.
«Bir hurma çekirdeği
ağırlığında altın» dan murâd: bazılarına göre çeyrek dînar'dır; çünkü o miktar
altın o günde bir çeyrek dînâr ederdi. Fakat buna:.«hurma çekirdekleri
muhteliftir. Bu bâbta nasıl mi'yâr olabilir?» diye i'tirâz edilmiştir. Bir
takımları: «altın çekirdekten murâd: beş dirhem gümüş kıymetinde olandır»
derler. Hattâbî (319—388) buna cezmetmiş; Ezherî dahî bunu ihtiyar eylemiştir.
Kaadî îyaz bu kavli ekser-i ulemâ'dan rivayet etmiştir. BcyhakVmn rivayetinde :
«Beş dirhem tahmin edilen altından bîr çekirdek» denilmiş olması da bu kavli
te'yid eder. BcyhakVmn Katâde'den rivayetinde altın çekirdeğin üç bütün dirhem
bir de üç te iki dirhem ağırlığında tahmin olunduğu bildiriliyorsa da o hadîsin
isnadı zaîf-tir. Ama îmam Ahmcd cezmen buna kail olmuştur. Altın çekirdek
hakkında daha başka kaviller de vardır.
Hadîs-i şerif, dâmâd'a
bereketle duâ edileceğine delildir.
Filhakika Hz. Abdurrahman,
Peygamber (S.A.V.)'in duasına nail olmuş hattâ : «Kendimi, İaşı kaldırsam altın veya gümüş
bulacağımı sanır bir dereceye varmış-gördüm.» demiştir. Bunu Buharı rivayet
eder.
«Bİr koyunla dahî olsa
düğün da'veti yap; ifâdesinden düğün da'veti yapmanın vâcib olacağı zannı hasıl
oluyor. Nitekim Zâhirîler'in mezhebi de budur. Bunlar daha başka bazı
hadîslerle de istidlal ederler.-îmam Şafii'nin de vücûba kail olduğu söylenir.
îmam Ahmed'e göre
velîme sünnettir. Cumhur'a göre ise mendûp-tur. îbni Battal (—444): «Buna vâcib
diyen bir kimse bilmiyorum» demiştir.
Ulemâ velîme'nin vakti
hususunda da ihtilâf etmişlerdir. Bilhassa Mâlikîler arasında bunun akid
esnasında mı, akidden hemen sonra mı yoksa zifaf zamanında mı, olacağında
ihtilâf vardır. Şâfiîler'dcn Mârudî velîme'nin zifaf zamanında olacağını tasrih
etmiştir. îbni's - Sübkî ise :
«Peygamber (S.A.V.)'in nakledilen fiili zifaftan sonra olduğunu gösterir.»
diyerek Resûlüllah (S.A.V.)'in Zeyneb binti Cahş ile evlenmesine işaret
etmiştir. Bu kıssayı anlatırken Hz. Enes (R. A.) : «Peygamber (S.A.V.)
Zeyneb'ie gelin güvey olarak sabahladı. Müteakiben halkı da'vet etti.»
demiştir.
Velîme'nin miktarına
gelince : Hadîse bakılırsa en az bir koyun ile olacaktır. Ancak Peygamber
(S.A.V.)in bir koyundan daha az ile de velîme yaptığı sabit olmuştur. Hz. Enes
diyor kî : «Peygamber (S.A.V.), Zeyneb'e yaptığı da'vetten daha fazlasını başka
kadınlarına yapmamıştır.»
Galiba Hz. Enes (R.A.)
bu sözü ile Hz, Zeyneb'in da'vctindeki bereketi anlatmak istemiştir. Çünkü o
da'vette bir koyun kesilmiş olmasına rağmen hiç bir da'vette görülmemiş bir
bereket çağlamış; herkes et ve ekmeğe doymuştur. Yoksa Hz. Meymune (R.Anhâ)'nm
da'vetinde de bir koyun kesilmişti.[620]
1068/889- «İbnî
Ömer radıyaîlahü- anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki; Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve scllem:
— Biriniz bir düğün
yemeğine çağırılırsa hemen ona İcabet etsin; buyurdular.»[621]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Müslim1 in rivayetinde
: «Biriniz dîn kardeşinizi da'vet ettiği vakit ister düğün yemeği isterse
benzeri olsun, hemen İcabet etsin»
Duyurulmuştur.
Buradaki birinci hadis
velîme'ye icabet etmenin vücûbuna ikinci hadîs ise her da'vete icabetin
lüzumuna delâlet ediyor.
Maamâfîh, iki rivayeti
aynı râvî yapmış da olsa aralarında muaraza yoktur.
Zâhirîler'lc bazı
Şâfiîler hadîslerin zahiri ile amel ederek: «da'vete icabet, mutlak surette
vâcibtir» demişlerdir. Hattâ îbni Hazm, bunun Cumhur-u sahabe ile Tâbiîn'in
kavli olduğunu iddia etmiştir. Bazıları düğün da'veti ile şâir da'vetlerin
arasında fark görürler îbni Abdiîberr, Kaadi îyaz ve Nevevî düğün da'vetine
icabetin vâcib olduduna uiemâ'ntn ittifakı bulunduğunu nakielmişlerdir. Ancak
Hanefî-ler'e güre vâcib değil, vâcib kuvvetinde bir sünnettir. Şâfiîler'le
Han-beliler'in cumhuru bu da'velîn farz-ı ayın olduğunu tasrih etmişlerdir.
İm<ım Mâlik dahî farz-i ayın oldğunu nassan ifâde etmiştir. Bazılarından
volime'ye icabetin farz-ı kifâye olduğu rivayet edilmiştir. İmam Şafii'nin,
sözünden velîmeye icabetin vâcib olduğu, fakat şâir da'vetier için pek ruhsata
yanaşmadığı anlaşılıyor.
«Vâcibtir» diyenlere
göre özürden dolayı da'vete icabeti terket-mc ruhsatı olduğunu İbni Dakıki'l-îd
«cl-İlmâm» şerhinde beyân etmiştir. Yemekte şüphe bulunmak, yâhûd kimsenin
bulunması mahsus olması, veya orada hoşlanmadığı bir kimsenin bulunması şerrinden
korktuğu için veya makam sahibi oluşuna tama'an da'vet etmiş olması, sofrada
içki, çalgı ve oyun bulunması gibi şeyler birer özürdür. Bu Özürier şcrîattcn
ve eshâb-ı Kîrâm'ın yaşadığı vak'alar-dan alınmış şeylerdir. Meselâ : Tabcrânî
«eî-evsat» da İmrân b. el-Husayn'dan Peygamber (S.A.V.)'in fâsıkların da'vetine
icabetten neht buyurduğunu tahrîc etmiştir. Ncsaî dahi Hz. Câbİr'den şu merfu'
hadisi rivayet etmektedir :
«Her kim Allah'a ve
âhir güne îman ediyorsa, üzerinde şarao sunulan bir sofraya oturmasın.»
iîu hadisin isnadı
iyidir. Aynı hadîsi îmam Tirmizî Hz.' Câbir'<len, bir başka tarik i!e tahrîc
etmiştir. Yalnız bu rivayet zaîftir.imam Ahmcd bu hadisi Hz. Ömer (R.A.)'dvn
rivayet ediyor.
Hâsılı da'vet, icabeti
iktizâ eder. Fakat onda münkerâttan bir şey bulunursa mâni' ile muktezi tearuz
etmiş olur. Bu taktirde hüküm mâni'e göre verilir. «Mcccllc-i Ahkâm-ı
Adliyeye» nin 46. ci maddesinde bu kaide : «mâni' ve muktezi tearuz ettikte
mâni takdim olunur. şeklinde hülâsa edilmiştir.[622]
1069/890- «Ebu
Hüreyre radnjalhthü anft'den rivayet olunmuştur.
Demiştir ki: Resûlüllah salhtUnhü aleyhi
ve scllcm:
__ Yemeğin en kötüsü,
gelenlere verilmeyip, gelmek istemiyenierin da'vet edildiği düğün yemeğidir.
Her kim da'vete icabet etmezse muhakkak Allah ve Resulüne isyan etmiştir;
buyurdular.»[623]
Bu hadîsi Müslim
tahrîc etmiştir.
Düğün da'vetine
gelenden murâd: fakirlerdir. Buna delîi Taberânînin rivayet ettiği İbni Abbas
hadîsidir.. Mezkûr hadîste şöyie buyurulmaktadır :
«Kendisine tokların
da'vet edilip açların menedildiği düğün yemeği ne kötü bir yemektir.»
Yukarıda görüldüğü
vecihle velîme denilince hatıra, düiiün da'veti geleceğinden, İmrada mutlak
olarak zikredilen velîme'den de o anlaşılır. Bu yemeğin niçin (en kötü yemek)
o'duğu hadîsimizde : «Çünkü ona gelmek istemiyen zenginler da'vet edilir»
cümlesi ile beyân buyurıHmulur.
îıadis-i şerif,
da'vete icabet etmenin lüzumuna delildir. Bu hususta az yukarıda söz geçti.[624]
1070/891- «(Bu
da) ondan -radıyallahil anh- rivayet olunmuştur. Demiştir kî : ResûfüHah
saUttünhü aleyhi ve scllrm:
— Biriniz da'vet
olundu mu, hemen icabet etsin. Eğer oruçlu ise hayır ve bereket duasında
bulunsun; oruçsuz İse yesin; buyurdular.»[625]
Bu hadîsi de Müslim
tahrîc etmiştir.
Müslim'de Câbİr'den
dahî böyle bir hadîs vardır. Onda: «isterse yer; dilerse terkeder».
buyurmuştur.
Hadîs-i şerif,
oruçlunun da'vete icabetten i'tizâr etmemesi lüzumuna delildir. Hadîsteki
(salât) dan muradın ne olduğu ihtilaflıdır. Cum-hur'a göre maksat: Sofra
sahiplerine mağfiret ve bereket duasında bulunmaktır. Bazıları «Bundan murâd;
namazdır» derler. Bu taktirde oruçlu namaz kılacak, orada bulunanlarla sofra
sahipleri de onun bereketine nail olacaklardır.
Bu hadîse bakılırsa
oruçlunun icabet için orucunu bozması mevzu-u bahis değildir. Zaten farz oruca
niyet etmişse, orucunu bozması bilit-tifâk haramdır. Nafile oruca niyyetli ise
orucunu bozabilir.
(Yesin) emrinden
zahiren vücûb anlaşılırsa da mes'ele ihtilaflıdır. Bir çoklarına esahh olan :
da'vetlerde yemek, yemek vâcib değildir. Bazıları emrin zahiri ile amel ederek:
«yemek vâcibtir» derler.
Yenilmesi îcabeden en
az miktar bir lokmadır. Fazlası vâcib değildir.
Hadîsteki emrin yemeyi
vâcib kılmadığını söyliyenler onu nedib mânâsına alırlar. Nitekim Müslim'in
rivayetinde muhayyer bırakması bunu te'yid eden bir karinedir. Zaten musannifin
onu Ebu Hüreyre hadîsinin arkasından zikretmesi yemenin vâcib olmadığını
anlatmak İçindir.[626]
1072/892- «Ibnî
Mes'ud radıydllahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
saîlalîahü aleyhi ve sellcm:
— İlk günün düğün
yemeği haktır; ikinci günün yemeği sünnettir; üçüncü günün yemeği riyadır. Her
kim riya yaparsa Allah'da onu kepaze eder; buyurdular.»[627]
Bu hadîsi Tîrmİzî
rivayet etmiş ve garib görmüştür. Râvîleri Sahih (kitapların) ricalidir.
Hadîsin İbni Mâce'de Enes'den bir şahidi vardır.
Tirmizi bu hadîs için
: «Onu ancak Ziyâd b. Abdullah'ın rivayetinden biliyoruz; halbuki bu zâtın
garib ve münkerleri çoktur.» demiştir. Buna mukabil Musannif onun bu sözünü
reddedercesine hadisin ricalini sahîh rical olarak tanımaktadır. Yalnız Ziyâd
hakkında : «Hakikaten Zİyâd ihtilaflıdır; Şeyhi, Atâ b. cs-Sâib ise hadisi
karıştırmıştır, Ziyâd'm ondan işitmesi de karıştırma halinde sonradır.» diyor.
Fakat bu sözleri söyliyen bir zât aynı hadis için «ricali, sahîh ricaldir»
dememeli idi.
Bu hadîsin İbni
Mâcc'deki şahidinin isnadında Abdülmelik b. Hüseyin vardır ki, zaîftir. Bu
bâbta daha bir çok hadîsler varsa da hiçbiri, hakkında söz edilmekten hâlî
kalmamıştır.
Hadîs-i şerîf, düğünde
iki gün ziyafet vermenin meşru' olduğuna delildir. İlk gün hak, yani vâcib,
yâhûd mendûb, ikinci gün sünnet, yani devamlı âdet; üçüncü gün riya ve
gösteriştir; şu halde yapması da, icabeti de nıemnu'dur. Ekser-i ulemâ'nın
mezhebi budur. Ncvevî diyor ki : «Üç gün düğün da'veti yaparsa üçüncü gün
icabet etmek mekruhtur. İkinci gün de mutlak surette vâcib değildir. O günkü
icabetin müstehâb oluşu ilk günkü müstehâb oluşu gibi değildir.» Ulemâ'dan bir
cemâate göre ise : birinci ve ikinci günlerde da'vet edilmiyenler için üçüncü
gün icabet etmek mekruh olmaz. Çünkü da'vetlüer çok olur da hepsini bir günde
ağırlamak mümkün olmazsa her gün bir kısmını çağırabilir. Bunda riya filân yoktur.
İmam Buharı, yedi gün
bile devam etse, düğün da'vetinde hiç bir heîs olmadığına meyletmiştir:
«Peygamber (S.A.V.) bu bâbta: bir veya iki gün, diye vakit ta'yin etmemiştir.»
diyerek İbni Ebî Şeybe'nİn Hafsa binti Şîrîn tarîki ile tahrîc ettiği hadîse
işaret eder. Mezkûr hadiste beyân olunduğuna göre Hafsa : «Baban evlendiği
zaman sahâbe'yi yedi gün -Bir rivayette (sekiz gün)- yemeğe da'vet etti»
demiştir.
Kaadî lyaz :
«Ulemâ'miz zenginler için da'vetin bir hafta olma-smı müstehâb gördüler» diyor.[628]
1074/893- «Safiyye
binti Şeybe[629] radıyallahü anhâ dan rivayet edilmiştir.Demiştir
ki: Peygamber saJlallahü aleyhi ve
sellem kadınlarından baaısına iki müdd arpa ile düğün da'veti yaptı.»[630]
Bu hadîsi Buharı
tahrîc etmiştir.
Safiyye'nin sahâbîyye
olduğu sabit ise hadisimiz sahâbî'nîn mürsrücTİnden sayılır. Çünkü Safiyye
mezkûr kadının evlenmesinde hazır bulunmamıştır. Zaten o zaman kendisi Mekke'de
küçük çocuktu; yâhud h« nü/ doğmamıştı. Evlenme ise Medine'de olmuştu.
Musannif Resûlüllah
(S.A.V.)'İn burada zikri geçen zevcesinin ismini ta'yim/ vâkıf olmadığını
söylüyor. Ancak bu bâbta onun Ümmü Seleme nlflujıına delâlet eden hadîsler
olduğunu kaydetmiştir. Razılarına fî,i'»'c bu da'vct Ali ile Fatıma (R. Aninin
tâ)'mn veiiınelerid'r. Bu her ne kacıar uzak bir ihtimal gibi görünüyorsa da
Tabcrânî'nin tahrîr ettiğj Esma binti Umeys hadisi de ona delâlet ediyor. Bu
hadistir Hz. Ali' in Fatıme'yp o zamana kadar görülmemiş hL* düğün ziyafcii
verdiği; zırhını bir miktar arpa mukabilinde bir Yahudi'ye rehin filimi
beyâ". ediliyor. İ.ıtimaî ki, iki müdd arpadan murâd da budur. Rnyle
olursa kıssa hadîsimizin kıssasına uygun düşer; ve Peygamber (S.Â.V.)'e nisbeti
mecaz olur.
l'ukiit ne de olsa bu
mecaz iddiası bir tekellüftür. Resûlüllah (S.A.V.J in iki müdd; Aiî (R.A.)'m
dahî iki müdd arpa i!e ziyafet vermiş olm.ılanna hiç bir mâni' yoktur. Burada
zikredilen da'vet Peygamber {S.A.V.J'in velimeieridir.[631]
1075/894- «Enes
rctdıyallaJıü anh den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Peygamber saîlalîahü
aleyhi ve scllcm Hayberle Medine arasında üç gece Safiyye sebebi ile ke..dişine
çadır kurularak ikamet buyurdular. Ben de müslümanları rnu.» velimes'ne da'vet
ettim. Orada ne ekmek vardı, ne de et. Orada deriler} emrederek yere yaymaktan
ve onların üzerlerine kuru hurma, keş ve yaj koynaktan başka bîr çâre yoktu.»[632]
Hadis ıtîüttefekun
aleyh'tir. Lâfız Ejuharî'ntndİr.
Safiyye (R. Anhâ)
sebebiyle çadır kurmaktan murâd : onun zifafıdır.
Hadîste zikri geçen
şeyleri bir araya toplıyarak vücûde getirilen yemeğe (hays) derler.
Bu hadîs, velime'nin
koyun kesmeden de yapılabileceğine; seferde zifafın; ve yeni evlenilen kadınla
seferde bile olsa üç gün bir arada kalmanın caiz olduğuna delildir.[633]
1076/895- «Peygember
sallalfahn aleyhi ve sclîcm'tn ashabından bir zâttan rivayet edilmiştir.
Demiştir ki::
— İki tane da'vetçi
bir araya gelirlerse sen onların kapısı sana yakın olanına icabet et. Eğer
birisi daha önce davranırsa önce da'vet edene icabet eyle.»[634]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Senedi zaiftir «et-Tclhîs» de «Kapısı yakın olanına icabet
et» cümlesinden sonra şu ziyâde vardır :
«Çünkü onların sana kapısı daha yaktn olanı komşuluk i'tibâriyle sana
daha yakındır.»
Hadîsin senedi
zaîftir; fakat isnadının râvîleri mutemed zevattır. Bu sebeble senedinin
neder" *J?M olduğu, bilinmemektedir. Senedindeki ricalden yalnız, Ebû
Hâlid-i Dalanı hakkında ihtilâf vardır, Ebu Hâtİm onu sikadan saymış, îmam
Ahmed'le îbni Mâîn : «onda be's yoktur» demişler; îbni Hibban ise «Onunla
ihticac caiz değildir», mütâlâasında bulunmuş, îbni Adiyy de : «Onun hadisi
gevşektir.» iddiasını ileri sürmüştür.
Hadîs-i şerîf, iki
tane da'vetçi bir araya gelirlerse, evvel da'vet edene, beraber da'vet
ederlerse yakın komşunun da'vetine icabet gerektiğine delildir. Komşuların da
kapısı kendi kapısına en yakın olanına icabet edilecekti \ Şâyed bu hususata
denk gelirlerse arala-rinda kur'a çekilir.[635]
1077/896- «Ebu
Cuheyfe radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem:
— Ben yerleşerek yemek
yemem; buyurdular.»[636]
Bu hadîsi Buharı
rivayet etmiştir.
Hadîsteki (mütteki')
kelimesinin asıl mânâsı : bir yere dayanan demektir. Bu kelime hakkında Hattabî
(319—388) şunları söylüyor : «Avamın ekserisi mütteki'in bir yanına dayanarak
oturan mânâsına geldiğini sanırlar; bundan başkasını bilmezler. Bazıları bu
sözü tıb yolu ile : bedenden zararı defetmek; şeklinde te'vil ederlerdi. Zîrâ
bir tarafına meylederek yemek yiyen, yemek boruları üzerinde tazyik yapmaktan
homen hemen kurtulamaz.. Bu surette yediği gıdalar kolayca akıp gitmez;
mi'desine rahatça inmez. Fakat hadîsin mânâsı onların anladığı gibi değildir.
Burada (mütteki'): Altındaki yaygıya dayanan; demektir. Bir yaygının üzerinde
dosdoğru oturan herkes mütteki' sayılır. İttikâ' : (Vikâ') dan alınmıştır,
îftiâl bâbındadır. Şu halde mütteki : Mak'adını bağlıyan, onu altındaki
yaygının üzerine oturmak suretiyle perçinleş,tiren demektir. Mâaâ şudur :
«Ben yemek yiyeceğim
zaman çok ve çeşitli şeyler yemek istiyenler gibi yaygı ve döşekler üzerine
yerleşerek oturmam; ben ancak az bir şey yerim; yiyecekten yeteri kadarını
alırım ve böylece oturuşum istikrarsız olur.
Resûlüllah (S.A.V.)'in
uykulukları dikerek yemek yer idiği ve : «Ben bir kulum; kul nasıl yerse
öyle yerim» buyurduğu rivayet olunmuştur.»[637]
1078/897- «Ömer
b. Ebî Seleme radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bana
Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:
— Ey çocuk besmele çek
ve sağ elinle ye! hem Önünden ye; buyurdular.»[638]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Bu hadîs yemeğe
başlarken besmele çekmenin lüzumuna delâlet eder. Bazılarına göre yemekte
besmele çekmek müstehâbtır; su içerken çekmek de buna kıyâsen müstehâb olur.
Besmele'yi başkaları
da duysun da mütenebbih olsun diye aşikâre çekmek müstehâbtır. Besmele'yi
sebepli veya sebepsiz olarak yemeğin başında çekmeyen, yemek esnasında çekmeli
ve :
«Başında da sonunda da Allah'ın adı ile...» demelidir.
Çünkü bu bâbta Ebu
Dâvud ile Tir?nizî'mn ve başkalarının tah-rîc ettiği, TirmizVnın (. isen Sahih)
dediği bir hadis vardır. Bu hadîste Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır :
«Biriniz yemek
yiyeceği zaman hemen Allah'ın adını ansın; şâyed yemeğin başında Allah'ı anmayı
unutursa : Başında da, sonunda da, Allah adıyla .... desin».
Besmele'yi bütün
sofradakilerin çekmesi îcabederse de içlerinden bir dânesinîn çekmesi ile de
bazılarına göre sünnet -yerini bulur. Delili: Peygamber (S.A.V.)"in şu
mealdeki hadîsidir: «Üzerine besmele çekilmiyen yemeği şeytan kendine helâl
sayar. Allah'ın adını sofradakilerden bir kişi anarsa o yemeğin üzerine besmele
çekildi demek sahîh olur».
Hadîs-i şerif, sağ el
ile yemenin lüzumuna da delâlet ediyor. Resûlüllah {S.A.V.)'in : «Şeytan sol
eli ile yer içer» diye haber vermiş olması da bu lüzumu te'kid eder. Çünkü
şeytanın yaptı&ım yapmak inşana haramdır:
«Peygamber (S.A.V.J'in
huzurunda bir adam sol eli ile yemek yiyordu. Resûl-ü zîşân (S.A.V.) ona :
— Sağ elinle ye! dedi. Adam :
— Beceremiyorum; dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :
— Beceremez olaydın! Bu adamı meneden ancak kibridir;
buyurdular.»
Bundan sonra adam o
elini ağzına kaldıramadı.»
Bu hadis MüsZim'dedir.
Sağdan başlamanın vücûbuna kail olanlar bu hadisle istidlal ederek : Peygamber
(S.A.V.) ancak vacibi terk-edene beddua eder» derlerse de : büyüklendiğinden
dolayı beddua etmiş olması da bir ihtimaldir.
«Önüne gelen yerden
ye!» buyurulması bu isin lüzumuna ve beraber düşüp kalktığı insanlarla iyi
geçinmesi îcabottiğine, insanın arkadaşına karşı onu iğrendirecek bir şey
yapmaması lâzım geldiğine delâlet eder. Filhakika çorba ve tarhana gibi
şeyierde iğrenme daha çok, yemişlerde daha az olur. Nitekim TirmizVnin rivayet
ettiği bir hadise göre : «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bir sofrada tiridin etlerini
eliyle yoklı-yan bir zâta önünden yemesini îenbîhte bulunmuş; yemiş tabağı
gelince o zâta istediği yerden
yemesini emir buyurmuştur.»
Bu kıssa yemeklerle
yemişlerin farkı olduğuna delâlet eder. Önünde veya kaşığının altında bir şey
kalmadığı vakit kabın her yerinden o yemeği araştırmak caizdir.
Bunu Buharı ile
Müslim'in tahrîc ettikleri Enes hadisinden anlamak mümkündür. Mezkûr hadîste
Hz. Enes şöyie diyor : ttBİr terzi yaptığı bir yemeğe Peygamber (S.A.V.)'i
çağırmıştı. Peygamber (S.A.V.) le birlikte ben de gittim. Derken o zât arpa
ekmeği ile içinde kabak ve pastırma bulunan bîr çorba takdim etti. Bir de
baktım Peygamber (S.A.V.) kabağı tasın kenarlarında araştırıyor. Bunu görünce
kabağı kendim yemeyip ona vermeye başladım. O günden berî kabağı ben de
araştırırım.»
Bu hadîs Peygamber
(S.A.V.)'in kabağı sevdiği için kabın her yerinde aradığını gösteriyor.
Aşağıdaki hadîs dahî
tasın ortasından yemenin .memnu' olduğuna delildir.[639]
1079/898- «İbni
Abbas radıyallahü anhüvıâ'âan rivayet olunduğuna göre: Peygamber sdllallahü
aleyhi ve scîîem'e bir tas tirit getirmişler; de, Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
sofradaküere :
— Tasın kenarlarından
yiyin, ortasından yemeyin; çünkü bereket tasın ortasına iner; buyurmuşlardır.»[640]
Bu hadisi Dörtler
rivayet etmişlerdir. Buradaki lâfız, Nesâî'nindir. Senedi sahihtir.
Hadîs-i şerif, yemeği
kabın ortasından yemekten yasak etmekte ve buna illet olarak da, bereketin
kabın ortasına inmesini göstermektedir. Bu da kabın ortasından yenildiği taktirde bereketh inmiyeceğine işaret olsa
gerektir.[641]
1080/899- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'âen rivayet olunduğuna göre, şöyle demiştir: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem, hiç bîr yemeği kat'iyyen ayıplamamıştır. Bir şey
canı isterse onu yer; İstemezse bırakırdı.»[642]
Hadîs mütteîekun
aleyh'tir.
Bu hadîs. Peygamber
(S.A.V.)'in hiç bir yemeği burunlamadığım haber veriyor. Meselâ : Bu yemek
tuzlu olmuş; şu ekşidir, filân; demezlerdi. Bundan da Fahr-i Kâinat (S.A.V.}
Efendimiz'in edeb ve terbiyesinin eşsizliği ve Nimet-i lîahiye olan
huzurlarına getirilen taam hakkında tenkidvârî beyânlarda bulunmadığı
anlaşılmaktadır.[643]
1081/900- «Câbir
radıyallahü anh'den Peygamber sallallahü aleyhi ve scllcm'ın şöyle dediği
rivayet edilmiştir:
— So! elle yemeyiniz;
çünkü şeytan sol eli ile yer.»[644]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Yukarıda bu hadîsin :
«Sol elle yemek haramdır» diyenlerin delili olduğunu, Cumhur-u ulemâ'nm ise bunun
haram değil, sadece mekruh olduğuna kail bulunduğunu görmüştük. Yemek hakkında
olduğu gibi su içme hususunda dahi hadîs vardır.
Bu hadis şeytanın
hakikaten yediğine de delildir.[645]
1082/901- «Ebu
Katâde radıyaîlahü anh'den rivayet olunduğuna göre: Peygamber sallallahil
aleyhi ve sellem, üç defa :
— Biriniz bir şey
içerse kabın içine solumasın; buyurmuşlardır.»[646]
Hadîs müttefekun
aîeyh'lir. Ebu Dâvud'ta bunun ibni Abbas'dan tahrîc edilmiş benzeri vardır. O
«kabin İçine ÜfÜrmesİn» ibaresini de ziyâde etmiştir.
Bu hadîsi Tirmizr
sahîhleraiştir.
Şeyheyn'in Hz. Enes
(R. A./den tahrîc ettikleri» bir hadîse göre Peygamber (S.A.V.) içtiği şeyde üç
defa nefes alırmış; yani su içerken üç defa nefes alır, dinlene dinlene
içermiş; yoksa su kabının içine soluduğu yoktur. Müslim'in bir rivayetinde
dinlenerek su içmeğe illet daha kandırıcı, daha sıhhî ve daha kolay yutulması
gösterilmiştir. Bazılarına göre buradaki illet, başkalarını iğrendirmek
korkusudur. Çünkü ağzından o suya bir şey karışabilir. Bittabi bundan başkaları
iğrenir.
Ebu Davud'un İbni
Abbas (R. A.)'den merfu' olarak rivayet ettiği ziyâdede kabın içine üç defa
üfürmenin memnu' olduğuna delâlet vardır. Nitekim Tirmizî'nin tahrîc ettiği Ebu
Saîd hadîsi de aynı mânâyı te'yîd eder. Hadîs şudur :
«Peygamber (S.A.V.)
içilen şeyin içine üfürmekten nehyetti. Bunun üzerine bîr adam :
— Kabın içinde gördüğüm çer çöp ne olacak?
dedi. Re sû I-ü Ekrem (S.A.V.) :
— Onu dök; buyurdu. Adam :
— Ama ben bir nefeste kanamıyorum? dedi.
Peygamber (S.A.V.):
— Bardağı ağzından ayır; sonra nefes al;
buyurdular.» Suyu üç defa içme hususunda da imam Tirmizi, Hz. İbni Abbas
(R. A.)1 dan şu hadîsi
tahrîc etmiştir :
«İbni Abbas demiştir
kî : Peygamber (S.A.V.) :
— Suyu bir defada
devenin içtiği gibi içmeyin. Lâkin ikişer ve üçer defada için. Hem içeceğiniz
zaman besmele çekin; kaldırdığınız zaman hamdedin; buyurdular.»
"Bu hadis suyu
iki defada içmenin de sünnet olduğunu gösteriyor.
Suyu tulumun ağzından
içmek dahî momnu'dur. Bu bahta Şeyhcyn, İbnî Abbas (R.A.)'dan Peygamber
(S.A.V.)'in su tulumunun ağzından içmeyi nı:hî buyurduğunu rivayet ettikleri
gibi Ebu Saîd'den dahî buna benzer bir hadis rivayet etmişlerdir. Fakat Kebşe
hadîsi bunlara muarızdır. Hadis şudur ;
«Kebşe demiştir kî :
Resûlüllah (S.A.V.) benim yanıma girdi de asılı duran bîr tulumun ağzından
ayakta su İçti. Ben hemen tulumun ağzına vararak onu kestim; yani şifa olsun,
onunla teberrük eder şifa dileriz diye aldım.»
Bu hadîsi Tirmizi
tahrîc etmiş ve «Hasen garib sahihtir.» demiştir. Aynı hadîsi îbni Mâce dahî
tahrîc etmiş iki rivayetin aralarını bularak : «Nehî büyük tulum hakkındadır,
kırbe küçük tulumdur. Yâhud nehî tenzih için ve herkes bunu âdet edinmesin
di-yedir; yoksa nadiren içmeye bir şey yoktur» demiştir.
Nehy'in illeti :
Tulumun içinde solucan ve su yılanı gibi bir hayvan bulunup da içenin boğazına
kaçması ihtimalidir. Nitekim bir adamın ağzına su tulumundan bir yılan kaçtığı
rivayet edilmiştir.
Ayakta su içmekten
nehî sabit olmuştur, imam Müslim, Hz. Ebu Hüreyre'den şu hadîsi tahrîc
etmiştir:
Ebu Hüreyre
demiştir ki:Rcsûlüllah
(S.A.V.) :
— Sakın
biriniz ayakta su içmesin! kim
unutursa kussun; buyurdular.»
Hz. Eres'den
gelen başka bir rivayette :
«Ayakta su içmekten nehyetü» denilmiştir. Katâde diyor ki :
«— Ya ayakta yemek ne olacak? dedik. Enes :
— O daha şiddetli ve daha kötü; dedi.» Lâkin
Miislim'in tahrîc et-iitii İtmİ Abbas
hadîsi bu rivayete ınuArr/d'ır. O hadis şudur :
«İbni Abbas :
Rcsûlüllah (S.A.V.)'e zemzem takdim ettim; ayakta iijiirrs demiştir. Bir
rivayette : «Resûiüllah (S.A.V.) zemzemden ayakta olarak içti.» denilmiştir.
Sahlh-i Buhctri'dc Hz.
Ali (R.A.)"m zemzemden ayakta olarak ie'iüİ ve: «Resûlülah (S.A.V.)'İn
benden gördüğünüz şekilde yaptığını gördüm.» elediği rivayet olunmuştur.
Bu rivayetlerin arası
: nehî tenzih içindir; denihnek suretiyle bulunmuştur. Resûlüiiah {S.A.V.)
bunu yapmanın eâiz olduğunu beyân için yapmıştır.
Ayakta içenin
kusmasına gelince : Bu müstehâbtır. Zîrâ hakkında sahih hadis vardır. O hadis
kusmanın müstehâb olduğunu mut-!;ık olarak ifâde etmiştir. Binâenaleyh kasten
içenle unutan arasında bir fark olmamak îcabederse de Kaadi lynz : «Unutarak
içen hakkında kusmak icabetmiyeccğİ hususunda ulemâ arasında hilaf yoktur.*
diyor.
Su içen bir kimsenin
yanında arkadaşları bulunur da, onlara da vermek isterse sağındakinden
başlamak âdabtandır. Nitekim Şcyhcyn, Hz. Enes (II. A.)'dvn şu hadîsi tahrîc
etmişlerdir :
«Enes bardağı Peygamber
(S.A.V.)'e verdi; o da İçti.
Solunda Ebu Bekir, sağında bir a'rabî
vardı. Derken Ömer :
Ebû Bekir'e
ver yâ Resûlellah!
dedi. Fakat Resûlüiiah (S.A.V.)
sağındaki a'râbîye verdi. Sonra
:
— Sağdan başlıyarak sağı kollayın; buyurdular.»
Yine Şcyhcyn, Sehl b. Sa'd'dan şu hadîsi tahrîc etmişlerdir :
«Sehl demiştir ki:
Peygamber (S.A.V.)'e bir bardak getirdiler. Oda ondan içti. Sağında cemâatin en
küçüğü, henüz bir çocuk olan İbnî Abbas vardı. Yaşlılar solunda idiler.
Peygamber (S.A.V.) :
— Ey çocuk, bunu
yaşlılara vermeme müsaade edermİSÎn? dedi.- İbnİ Abbas :
— Senden artan bir şey
hususunda kimseyi tercih etmem yâ Resûlallah;
deyince bardağı ona verdiler.»
Bardağın çatlak
yerinden su içmek mekruhtur. Çünkü Ebû Davud'un tahrîc ettiği Ebu Saîd-i Hudrî
hadîsinde : «ResûlüÜah (S.A.V.) bardağın kırık yerinden içmeyi yasak etti.»
denilmektedir.[647]
Kasîm : Bir malı
ortaklar arasında taksim etmek, herkesin o maldan nasibini ayırmaktır. Bundan
alınarak kadınlar arasında gösterilmesi îcâbeden adalete de kasirr.
denilmiştir. Zira bunda da kadınların yanlarında geceleme haklarını onlara
taksijen etmek vardır.
Kadınların arasındaki
adaletin hakikatini göstermek kulun güeü yetmiyoccğî bir şeydir. Nitekim Teâlâ
hazretleri:
«Siz[648] ne
kadar didinseniz de kadınlar arasında tam adaleti gösteremezsiniz. Bari
(birine) tamamiyle meyledip de (Ötekini) mualleka[649]
gibi bırakmayın» buyurarak bu ciheti bildirmiştir. Binâenaleyh kocalardan bu
hususta istenilen adalet mutlak değil mukayyeti ve muayyen adalettir k', o da
yanlarında gecelemek, yiyecek ve giyecek hususlarımla kadınların eskisi tiv
yenisinin bakire ile dul olarak aldığının aralarında fark gözetmemekle olur.[650]
1084/902-
«Âîşe
radıyallahü cm (â dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah sallallahü aleyhi
ve sellem kadınlarının arasında adalet gösterir ve :
— Yâ rabbî, bu benim
elimde olan husustaki adâietimdir. Fakat senin mâlik olduğun, benimse elimde
olmı-yan hususâtta beni muâhaze buyurma; derdi.»[651]
Bu hadîsi Dörtler
rivayet etmişlerdir.Ibni Hibban ile Hâkim onu sahîlemiştir. Lâkin Tirmîzî
mürsel olduğunu tercih eylemiştir.
Resûlüllah (S.A.V.)'in
«elimde olan» dediği adaleti zevcelerinden her birini nevbetinde ziyaret ederek
yanında gecelcmesidir. «Fakat senin mâlik olduğun, benimse elimde olmıyan»
ifâdesinden murâd : Tirmizî'nin beyânına göre aşk ve muhabbettir.
Hadîsin mürsel oluşu
hakkında Ebu Zür'a. şunları söylemiştir: «Bu hadîsi mevsulen rivayet hussunda
Hammâd b. Selemo'ye tabî olan bir kimse bilmiyorum. Lâkin O'nu lbnı Hihbdn,
Hammâd b. Seleme tarîki ile EyyÜb-ı Sahtiydnî'den o da Ebu Kılâbc'den o da Abdullah
b. Yezîd'den o da Âişe'den işitmiş olmak üzere mevsulen sahîhlemiştir. Mürsel
olarak rivayet eden ise Hammâd b. Yezid'dir. Hant'mâd, Eyyûb'dn, o da^Ebu
Kıldhc'dcn o da Âişe'den işitmiş olarak rivayet etmişlerdir, Tirnzizî :
«mürsel olması esahtır» demiştir.
Görülüyor ki: İmam
Tirmizl hadîsin mürsel oluşunu, İlmi Hibban ise mevsul oluşunu sahihlemişlerdir.
Şu halde mürsel ile mevsul birbirini takviye etmişlerdir.
Hadîs-i şerif, Peygamber
(S.A.V.)'in kadınları arasında adalete riâyet ederdiğine delildir. Bu işin ona
vâcib olup olmadığını yukarıda görmüştük: «Ona kasım vâcib değildir» diyenlere
göre zevceleri arasında adalete riâyet etmesi sırf onun ahlâkının kemâlinden ve
zevcelerinin kalblerini hoşnud etmek istemesindendir.
Eu hadis muhabbet ve
aşkın, kulun elinde olmadığına bunun sırf Allah'dan geldiğine delâlet ediyor.
Nitekim;
«Lâkin[652] Allah onların aralarını yahştırırdı.» âyet-i
Kerîme'siyle emsali de aynı mânâya gelmektedirler.[653]
1085/903- «Ebu
Hüreyre ra allahü anh'den rivayet olunduğuna göre: Peygamber sallallahü aleyhi
ve sellem :
— Her kimin iki dâne
karısı olur da onlardan birine meylederse kıyamet gününde bir tarafı çarpık
olarak gelecektir; buyurmuşlardır.»[654]
Bu hadîsi, Ahmed ile
Dörtler rivayet etmişlerdir. Senedi sahihtir.
Hadîs-i şerif,
zevceler arasında müsâvaata riâyet îcabettiğine delildir. Bir adamın
kadınlarından birine meyletmesi memnu'dur. Bundan rnurâd: kasimde meyletmektir.
Zîrâ muhabbetle meyletmenin kulun elinde olmadığım, binâenaleyh kulun onunla
mükellef bulunmadığını az yukarıda gördük.[655]
1086/904- «Enes
rmhyallahii nnh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Erkeğin bakireyi du)
kadının üzerine aldığı vakit onun yanında yedi gece kaldıktan sonra kasim
yapması sünnettendir. Dul ile evlendiği zaman ise onun yanında üç gece kalır; sonra
kasim yapar.»[656]
Hadis müttefekun aleyh'ür.
Lâfız Buharî'nindİr.
«Sünnettendir))
demekle Hz. Enes (K.A.), Peygamber (S.A.V.)'in sünnetini kasdi'fmistir. Bu
hadis merfu' hükmündedir. Onun içindir ki Uz. Enes'drn rivayet, edenlerden E bu
Kitabe : «LstersenEnes bu hadîsi Peygamber (S.A.V.)'e refi' etti,
diyebilirsin.» demiştir. Bu söz ile Elnı Kılıibr: Enes onu mânâ i'tibanyle
rivayet etmişin-; demek istemiştir. Çünkü «Sünnettir» demek «merfu'dur»
demektir. Şu kadar var ki fthu Kılriltc, nadisi yine de Enes'in kavli ile
rivayet etmeyi evlâ bulmuştur. Zira hadisin merfu' olusu içtihadı olup
muhtemeldir. Halbuki râvî-nin muhtemeli gayrı muhtemel nakletmeğe hakkı yoktur.
îbıl Dakik dahî böyle söylemiştir.
Hâsılı ulemâ sünnetten
yalnız Peygamber (S.A.V.)'in sünnetini kasicdiyorlar. Filvaki S/ilim : «Hiç
sahabe sünnet, sözünden Peygamber (S.A.V.)'in sünnetinden başkasını kastederler
mi?» demiştir.
Bu hadîsi bir çok
hadîs İmamları Hz. Enes'den merfu' olarak rivayet eden F,bn Kılâbr\lcn çeşitli
yollarla tahrîc etmişlerdir.
Hadis, yeni zevcenin
eskisine tercih edileceğine delildir. îbni \bılilbrrr, Cumhur-u ulemâ'nın bunu
zifaf doiayısiylo kadına bir hak tanıdıklarını, başka karısı olup olmamasının
bunda bir te'siri olmadıkını söylemektedir, Nrvnn de bu kavli ihtiyar
etmiştir. Lâkin elimizdeki hadîs zevcesi olan hakkındadır.
Yeni zevcenin
tercihinden mıırâd : Onun yanında ne kadar kalmak âdet ise o kadar kalmaktır.
Razılarına göre tercih yanında ge-eelemek ve kaylûlc yapmakla tahakkuk eder.
Fakat ulemâ'dan bir fpmfıate güre gece ile gündüzün bütün saatlerini yeni
kadınının yanında geçirmesi şarttır. Hattâ îbtii DaldkVl - id şöyle diyor:
«Fukâ-tniııın bazısı ifrata gitti de kadının yanında kalmayı cuma namazını o
adamdan iskat için özür saydı.»
Yeni zevcenin yanında
kalınacak yedi günün birbiri ardına gelmeleri, aralarının ayrılmaması da
lâzımdır.[657]
1087/905- «Ümmü
Se!eme radıiftrflahü anhâ'âan rivayet edildiğine göre: Peygamber mlhtUahü
aleyhi ve sellem kendisi ile evlendiği zaman yanında üç gece kalmış ve :
— Sana ehlinden bir
aşağılama yoktur. İstersen sana yedi geceyi tamamlarım. Fakat sana yediyi
tamamlarsam (diğer) kadınlarıma da tamamlarım; buyurmuşlardır.»[658]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir. Hadîsin bir rivayetinde şu ziyâde vardır :
«Resûlüllah (S.A.V.)
onun yanma girdi. Yanından çıkmak istediği zaman Ümmü Seleme onun elbisesini
tuttu. Bunun üzerine Resûlüllah <S.A.V.) :
— Dilersen senin
yanında daha ziyâde kalırım; ama seninie bakireye yedi; dula üç gün üzerinden
hesaplaşırım; buyurdular.»
Hadis i Şerif, bakire
ile dul kadınlara zikredilen miktarda hak tanındığına delâlet ediyor.
(Sana ehlinden bir
aşağılama yoktur) cümlesinin mânâsı: Sana bizden bir küçümseme ve aşağılama
yoktur; senin hakkını da yemeyiz; hak ettiğin şeyi tam olarak alırsın;
demektir. Bundan sonra Resûlüllah (S.A.V.) üç gecelik hesapsız muhayyerlik ile
yedi gecelik hesaplı ve hükümlü muhayyerliği kendisine bildirdi. Bu, aileye
karşı sûizei bir lütufkârlık örneğidir.[659]
1008/906- «Âişe
radıyaîlahii anhd'dan rivayet olunduğuna göre : Şevde[660]
bintî Zem'a nevbet gününü Âişe'ye hibe etmişti. Peygamber sallallahii aleyhi ve
sellem Âİşe'ye hem kendi gününü, hem de Sevde'nin gününü ayırıyordu.»[661]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
BuharV deki
rivayetinin sonunda şu ziyâde vardır :
«Nevbet gününü ve
gecesini Resûlüllah (S.A.V.)'in zevcesi Âişe'ye hibe etmişti. Bununla
Resûlüllah (S.A.V.J'in rızâsını
diliyordu.»
Hadîsi Ebu Dâvud dahî
tahrîc etmiştir. O hibenin sebebini de anlatmıştır. Kavileri aynen Müslim'in
ricali olan bu hadîsin lâfzı şudur :
«Şevde yaşlanıp da
Resûlüllah (SA.V.)'in kendisinden ayrılacağından endîşe ettiği vakit :
— Yâ Resûlallah, nevbet
günüm Âişe'nin olsun; demiş.Resûlüllah (S.A.V.) de onun bu teklifini kabul
buyurmuşta, işte : bir kadın kocanısının kendisinden uzaklaşacağından veya yüz çevireceğinden korkarsa ilâh...; âyet-İ
kerîme'si o ve emsali kadınlar hakkında nazil olmuştur.» îbni Sa'd mu'temed
râvilerle el-Kaasim'den mürsel olarak şu hadîsi tahrîc etmiştir. :
«Peygamber (S.A.V.)
onu, yanı Sevde'yi boşadı bunun üzerine Şevde onun yolunun üzerine oturdu; ve
şöyle dedi :
— Seni Hak (din) İle
gönderen Allah'a yemin ederim kî benim erkeklere hiç bir İhtiyacım
kalmamıştır. Lâkin ben kıyamet gününde senin kadınlarınla birlikte haşrolmak
isterim. Bu sebeple sana Kitab'ı İn* diren Allah-ı Zülcelâl hakkı İçin senden
(öğrenmek) istiyorum, benî her-hangi bir dargınlığından dolayı mı boşadın?
dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :
— Hayır; cevabını verdi. Şevde :
— O halde senden Allah aşkına bana ric'at
etmeni isterim; dedi ve Peygamber (S.A.V.) de ric'at etti. Şevde :
— Ben de
-nevbet günümü Resûlüllah
(S.A.V.)'in sevgilisi Âişe'ye verdim dedi.»
Hadîs-i şerifte,
kadının nevbet gününü ortağına bağışlamasının caiz olduğuna delil vardır.
Bunda kocanın rızâsı da nazar-j i'tibâre alınır. Çünkü onun'da karısında hakkı
vardır. Kadın hod be hod o hakkı iskat edemez.
Kadın nevbetini
kocasına bağışlarsa mes'ele ihtilaflıdır. Ekser-i ulemâ'ya göre bu caizdir.
Zevç bu hakkı hangi karısında kullanmak isterse kullanabilir: Bazılarına göre
kullanamaz; böyle bir bağış yok hükmündedir. Bir takımları tafsilât vermiş ve
: «Eğer nevbetini bağışh-yan kadın : bunu istediğin kadınına tahsis et; demişse
caizdir. Mutlak' ,zikretmişse caiz değildir» demişlerdir. Ulemâ kadının
bağışladığı nevKlindrn dönmesinin sahih olduğunu söylemişlerdir. Zira «hak
yeniden ">ciıiye tazelenir» derler.[662]
1089/907- «Urve
radujallahü anlı'dçn rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Âisc mdujallahii nnhd
şöyle dedi :
— Ey kız kardeşim
oğlu. ResûlüMah saHallahü aleyhi ve sellem kasım hususunda yanımızda kalmakta,
bîrimizi diğerlerimizden üstün tutmazdı. Pek az gün olurdu kî, toptan hepimizi
dolaşmış olmasın. Her kadına cima' etmeksizin yaklaşırdı. (Bu hâl) tâ nevbet
günü kendisinin olan kadına varıncaya kadar (böyle devam eder) artık onun
yanında gecelerdi.»[663]
Bu hadîsi Âhmed ile
Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Lâfız Ebu Davud'undur. Hâkim onu sahîhlemistir.
Müslim'in Âişe'dcn rivayetine göre Âİşe : «Resûlüllah saHallahü aleyhi ve
scîlcm ikindiyi kıldığı zaman kadınlarını dolaşırdı; sonra onlara yaklaşırdı...
ilâh...» demiştir.
Hadîs-i şerif, erkeğin
nevbeti olmayan karısının yanma girerek onunla sohbet etmesinin ve onu öpmek
gibi cima' mukaddimelerinin caiz olduğuna delâlet ediyor. Resûlüllah
(5.A.v\)'in ahlâk güzelliği ile ailesi efradına karşı insanların on hayırlısı
olduğu dahî hadîsin işareti cümlesindendir.
Bu hadîs, yukarıda
geçen İbnü'l - Arabi kavlini reddediyor lbnii'l-Arabî ; «Peygamber (S.A.V.)'e
günün bir saatinde kadınları arasında adalete riâyet vacip değildir. Bu da
ikindiden sonradır.» demişti.
Musannif : «îbnü'l -
Arabi'nin söylediğine bir delil bulamadım» diyor. Yalnız Müslim'in rivayeti
dolaşma saatinin »hakikaten ikindiden sonra olduğunu gösteriyor.[664]
1091/908- «Âişe
radıyallahü mı/m'dan rivayet olunduğuna göre: Resûlüllah.sallallahü aleyhi ve
sellem Ölüm hastalığında Âişe'nin gününü kastededek :
— Ben yarin nerede
olacağım? diye sormuştu. Bunun üzerine zevceleri dilediği yerde olmasına izin
verdiler. Artık (ertesi gün) Âişe'nin evinde idiler.»[665]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Buharı «Kitabü'l -
MağâzH nin sonunda Resûlüllah (S.A.V.)'in Meymune (E. Antıâ)'nın evinde
hastalandığını kaydediyor.
«Zevceleri dilediği
yerde olmasına izin verdiler» cümlesinin yerine İmam Ahmrd b. HanbeVin Hz. Âişe
(R. Anhâ)'da.n rivayet ettiği bir hadîste :
«Peygamber (S.A.V.) :
— Ben evlerinizi
dolaşamıyorum, isterseniz bana izin verirsiniz;demiş zevceleri de kendisine
izin vermişlerdir.»
îbni Sa'd'm Z»/ırî'den
sahih bir isnadla rivayet ettiği Fâtime hadîsine göre Ummehât-ı Mü'minîn ile
konuşan Hz. Fâtime (R. Anhâ)'-dır. Maamâfîh ;ıcm bizzat Fahr-i kâinat
(S.A.V.)'in hem de Hz. Fâtime (R. Anhâ)'nm izin istemiş olmaları da caizdir.
Bir rivayete göre
Resûlüll, h (S.A.V.), Âişe (R. Anhâ)'nm evine Pazartesi günü girmiş ertesi
Pazartesi günü de bu âlemden irtihâl etmistir:
Hadîs-i şerif, kadın
izin verirse, nevbet hakkının sakıt olacağına, seferde olduğu gibi burada kur'a
çekmenin kâfi gelmiyeceğine delalet ediyor.[666]
1092/909- «(Bu
da) ondan -radıyallahü anhâ- rivayet edilmiştir. Demiştir kî : Resûlüllah
sallalîahil aleyhi ve sellem bir sefere çıkmak istedi mi, kadınlarının arasında
kur'a çekerdi. Artık hangisinin sehmi çıkarsa yanında onu götürürdü.»[667]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Bu hadîsi İbni Sa'd da
tahrîc etmiş ve yine Hz. Âişe (R. Anhâ)'-dan şu ziyâdeyi nakletmiştir:
«Benden başkasının
sehmi çıkarsa hoşlanmadığı
anlaşılıyordu.» Hadîs-i şerif, sefere çıkacak bir adamın bir kadın götürmek
istediği taktirde kadınlarının arasında kur'a çektirmesi lüzumuna delildir. Fakat
bu bir fiil olup vücûba delâlet etmez.
İmam Şafiî kur'amn
vücûbuna kail olmuştur. Hanefîler'Ie Mâlikîler'den meşhur olan kavle göre ise
hiç lâzım değildir. Çünkü seferde kasim vâcib değildir. Resûlüllah (S.A.V.)
kur'ayı zevcelerinin gönüllerini almak için çektirirdi.[668]
1093/910-
«Abdullah[669] b. Zem'a radıyalîahü
anh'öen rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah salîalîahü aleyhi ve
sellem:
— Sizden biriniz
karısını kol^ döğer gibi döğmesin; buyurdular.»[670]
Bu hadîsi Buharı
rivayet etmiştir. Hadîsin Buharî'de tamamı şöyledir :
«Sonra onunla cîmâ'
eder.» Bir rivayette de : «olur da onunla cima'eder.» denilmektedir.
Bu hadîs, kadını
hafifçe döğmenin caiz olduğuna delildir. Ebu Davud'un rivayetinde :
«Yolculukta sana
arkadaş olan karını, cariyeni.döğer gibi doğme.» buyurulmuştur. Nesoî'nin
rivayetinde: «köleyi yâ-hud cariyeyi dÖğer gibi» denilmiştir. Bütün bunlar
döğmenin meşru' olduğuna delâlet ederler.' Şu kadar var ki, bu doğme
hayvanlarla köle ve cariyeleri döğer gibi şiddetli olmıyacaktır,
«Sonra onunla cima'
eder» ibaresi nehye sebeb, bu işin âde-ten hoş karşılanmaması olduğunu
gösteriyor. Zîrâ cima' ancak nefsin meylettiği, beraber yaşamayı arzuladığı
kimse ile münâsib olur. Halbuki döğülen bir insan ekseriya kendisim döğenden
kaçar; nefret eder. Amma terbiye için döğmeden tab-ı selîm sahibi olanlar
nefret etmezler. Şüphesiz ki, kabahati affetmek, semâhatlı davranarak, hak
ettiği halde döğmemek, daha şerefli ve evlâdır. Nitekim Resûlüllah (S.A.V.)'in
ahlâkı böyle idi.
Nesaıtnin tahrîc
ettiği Âişe hadîsi de buna delâlet eder. Hz. Âişe (R.Anhâ) şöyle demişti :
«Resûlüllah (S.A.V.)
hiç bir karısı *ı ve hizmetkârını döğmemiş; eli ile de astg vurmamıştır. Yalnız
Allah otunda vurur veya Allah'ın haram kıldığı şeyler ayaklar altına alınır da
Allah için intikam alırsa o başka.»[671]
Hulü' lügatte : Çıkarmak ve gidermek mânâiarınadır. Teâtâ
hazretleri :
[672]
«Ayakkabılarını çıkarıver» buyurmuştur.
Şerîatte ise : Kadının
kocasına verdiği mal karşılığında nikâhı izâle etmektir. Bir kelime nikâhı
izâle mânâsında dâima hulü* şeklinde (ha'nın ötresi ile) okunduğu gibi başka
şeyleri giderme, mes'elâ elbiseyi çıkarma hususunda (han'ın üstünü ile) hali'
okunur.
Hul'ün caiz olduğuna
deiîl :
[673] «Eğer karı ile
kocanın Allah'ın hududunu yerli yerince ayakta tutamıyacaklaruıdan korkarsamz
kocasına vereceği fidye-î necâi hakkında
her ikisine de bîr günah yoktur.» âyet-i kerîme'sidir.[674]
1094/911- «İbnî
Âbbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre Sabit b. Kays'ın karısı
Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gelerek :
— Yâ Resûlâllah, Sabit b. Kays'ı ahlâk ve dîn
hususunda ayıplamıyorum; lâkın ben islâmda küfürden ikrah ediyorum; demiş.
Resûîüllah sallallahü aleyhi ve sellem :
— Ona bahbesini iade edermisin? dîye sormuş.
Kadın :
— Evet; deyince Resûlüüah sallallahü aleyhi ve
sellem (Sabit'e):
— Bağçeyi kabul et ve onu bîr defa boşa;
buyurmuşlardır.»[675]
Bu hadîsi Buharı
rivayet etmiştir.
Yine onun bir
rivayetinde : «Ve ona kadın» boşamasını emretti» denilmiştir.
Ebu Dâvud ile
TirmJzî'mn tahrîc ettikleri ve TirmizVnin hasen bulduğu bir rivayette : «Sabit
b. Kays'ın karısı ondan hulü' olmuş da Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem
kendisine bir hayz iddet bekletmiştir» demliyor.
TirmizVnm tahrîc
ettiği Amr b. Şttayb'm babasından onun da dedesinden, işittiği rivayet olunan
hadîsde : «Sabit[676] b.
Kays çirkindi. Karısı :
— Eğer Allah korkusu olmasaydı yanıma girdiği
zaman yüzüne tükürürdüm; dedi» denilmektedir.
Ahmcd'in Sehl b. Ebî
Hasme'den tahrîc ettiği rivayette ise : «Bu islâmda ilk hulü' İdi» denilmiştir.
Buharı mevzu'u bahis
kadının adını Ikrime'den mürsel olarak Cemile diye tesbit etmiş; Beyhakî ise
isminin Zeyneb binti Abdİllah olduğunu söylemiştir. Musannif «el - îsâbe» de
bu kadının Habîbe binti Sehl olduğunu söyler. «Lâkin ben islâmda küfürden ikrah
ediyorum» cümlesinin mânâsı : Küfrü iktiza edin bir şey irtikâb ederim korkusu
ile onun yanında kalmaktan çekiniyorum; demektir. Maksad : Kocasına itaatsizlik
ve ona buğuz gibi İslâmiyet'e yakışmıyan bir şey yapmış olmamaktır. İslâm
ahlâkına uymayan şey mânâsına küfür kelimesini kullanması mübalâğa içindir.
Bir rivayete göre Hz.
Sâbît (R. A.) bu kadını bir hurma bahçesi vererek almıştı.
Hadîs-i şerîf hul'un
meşru' olduğuna, erkeğin karısından hulü' bedeli alabileceğine delildir. Bu
bedelin sahîh olabilmesi için nâşize yani itaatsiz olması bir rivayette
Zahîrîler'le îbni Münzir'e göre şarttır. Delilleri mevzu'u bahsimiz Sâbît
hadîsidir. Onlar : «Boşanmak istemek bir isyandır» diyorlar. Diğer bir
rivayette Zahirîler hul'a kail değillerdir.
EbuHanîfe (80—150)
îmam Şafiî (150—204) ve ekser-İ ulemâ'-ya göre hulü1 bedelinin sahîh olabilmesi
için kadının nâşize olması şart değildir; geçinip giderken dahî hulü' yapmak
caizdir; ve bedel vermek helâldir. Delilleri :
[677] «Eğer kadınlar sizlere o mehirden gönül rızâsı ile
bir şey verirlerse onu sıhhat ve afiyetle yeyin.» Âyet-i Kerîmesi ve :
«Ancak gönlünün rızâsı
ile olursa o başka» hadîsidir.
Onlar diyorlar ki:
«Buradaki Sabit hadîsinde itaatsizliğin şart olduğuna bir delîl yoktur.
.Âyetteki ikâme edememe korkusu -Ki zan ve tah-minden ibarettir- geleceğe âit
olabilir. Bu takdirde hul'ün geçinip giderken dahî yapılabileceğine delâlet
eder. Fakat âyetin şu "mânâya gelmesi
de bir ihtimaldir : «Karı koca Allah'ın hududunu ikame edemi-yccekîerini
bilirlerse...» Bilmek ancak şimdi mevcut olmakla tahakkuk eder. Şöyle de
denilebilir : Allah'ın hududunu yerine geüremİyece-ğini bilmek, zevce
tarafından itaatsizliğin ileride yapılmasına münafi değildir. Maksad : Ben
şimdiden bu adamla ileride Allah'ın hududunu ikâme edemiyeceğini biliyorum;
demektir. Fakat bu takdire göre de âyette nüşüz'ün şart olduğuna delil yoktur.»
Hadîs-i şerîf, erkeğin
kadına mehir olarak verdiği şeyi ziyâdesiz alabileceğine delâlet ediyor. Acaba
ziyâde almak da câizmidir?
îmam Mâlik ile
Şafiî'ye göre şâyed geçimsizlik kadından gelmişse, ziyâdeyi almak helâldir.
îmam Mâlik : «Mehri ve ondan fazlasını fidye vermenin caiz olduğunu :
[678] Kadının verdiği fidye hususunda her ikisine bir günah
yoktur.» âyet-i kerîmosjne istinaden halâ işitmekteyim; demiştir.
îbni Battal (—444)
cumhur-u ulemâ'ya göre hulü'de erkeğin verdiği mehirden fazlasını almasının
caiz olduğunu söylüyor. İmam Malik : «Kendisine tâbi' oîunan hiç bir kimsenin
bunu men' ettiğim görmedim; lâkin bu iş iyi ahlâktan değildir.» demiştir.
Hanefîler'e göre
geçimsizlik erkekten geliyorsa hulü' bedelini almak mekruhtur. Kadından
geliyorsa mehirden ziyâdesini almak mekruhtur.
«Ziyâdeye gelince o
olmaz» hadîsindeki ziyâde merfu'an sabit olmamıştır. Bu sebeple Atâj Tavus,
Ahmea b. Haribel ve diğer bazıları bu babın hadîsi ile istidlal ederek
ziyâdenin caiz olmadığına kail olmuşlardır. Bunlar «Ziyâdeye gelince o olmaz»
hadîsi ile de istidlal ederler. . Zira onu Beyhakî (384^—458> ile îbni Mâce
(207—275) Atâ tarîkinden mürsel olarak tahrîc etmişlerdir. Dâre Kutnî dahî
mürsel olarak rivayet edenlerdendir. Hattâ onun rivayetinde Peygamber (S.A.V.)
kadına :
— Ona bahçesini iade edermisin? diye sorduğu
vakit:
— Ziyâde de veririm; dediği
zikredilmiştir. Zâten Resûlüllah (S.A.V.)'in :
— Ziyâdeye gelince O olmaz; hadîsi kadının bu
sözüne cevabtır.
Bu hadîsin râvîleri
sikadırlar; yalnız hadîs mürseldir.
«Hul'ün bedeli
mehircien ziyâde olabilir» diyenler bunlara : Babımızın hadisinde ne isbat ne
de nefİ cihetinden ziyâdeden bahis yoktur. «Ziyâdeye gelince O olmaz» hadisi
merfu1 olarak sabit değildir. Merfu' olduğunu kabul etsek bile hadîs meşveret
makamındadır; bundan ziyâdenin haram olduğu anlaşılmaz. Keza Peygamber
(S.A.V.)'in Sâbit'e o kadını boşaması hususundaki emri dahî irşâd içindir;
vücûb ifade etmez» diye cevab vermişlerdir.
Hulü'den maada ona
benzeyen bir de «taiâk a!â mal» yani mal karşılığında boşama vardır. Bazılarına
güre bunların ikisi de bir mânâyadır. Fakat Hanefiler'le diğer bazı uiemâ'ya
güre aı-alarında bazı farklar vardır. ŞÜyie ki ; llulü* erkeğe nisbetle
boşamayı kadının kabulüne ta'lîk etmekdir. Binâenaleyh erkeğin ondan dönmesi
sahih değildir; meclisi değiştirmekle de bâtıl olmaz. Kadına nisbetle ise: satış
gitti bir ivaz karşılığında temliktir. Şu halde erkeğin kabulünden Ün-ce kadınm
sözünden dönmesi caizdir, fakat kadının o meclisten kalk ması ile bu temlik
bâtıl olur. Bir de hulü'de bedei bâtıl olursa boşanma talâk-ı bâîn, mal karşılığı
taîâkda İse talâk-ı ric'î olur.
Hulü' talâkrmdır?
fesihmidir? mes'eiesi uîemâ arasında ihtilaflıdır. Cumhur-u uiemâ'ya göre
talâktır. Delilleri : Bunu yalnız kocanın ya-p;ıhiîmesidir; eğer fesih olsaydı
mehirden başka bir mal ile caiz olmamak icâbederdi. Halbuki hulü' mehirden az
ve çok mal iie caizdir; binâenaleyh talâktır. Hz. İbni Abbas (R.A.) ile bazı
uiemâ'ya ve İmam Ahmcd b. HanbcVden meşhur olan kavle göre hulü' fesindir.
Bunların delilleri : Peygamber (S.A.V.)'in o kadına bir hayız iddet beklemesini
emir buyurma sidir. Hattabî : «Bunda hul'ün talâk değil, fesih olâuğuna kail
olanlara en kuvvetli delil vardır; çünkü talâk olsaydı iddet için bir hayızla
iktifa etmeyecekti» diyor.
Hul'ü talâk kabul
edenlere göre o bir talâk-ı bâindir. Zira erkeğin sözünden dönmeğe hakkı olsa
fidye demek olan hulü' bedelini vermenin bir mânâsı kalmazdı.
Hadîsimizin Âmr. b.
Şuayb'dan rivayet edilen kısmı Hz. İbni Abbas (R. A./dan dahî mervidir. Lâfzı
şudur :
— Yâ Resûlallah, başım ebcdİyyen Sabit'in başı
ile bir araya gelmeyecek. Çünkü ben çadırın kenarını kaldırdım da onu bir
cemâatin içinde gelirken gördüm., Bir de baktım ki, o cemâatin en karası,
boyca en kısası, ve yüzce en çirkini odur. ilâh...»
Böylece bu rivayet
dahi kadın'n niçin hulü' ıcttiğini tasrih etmiş oluyor.
îmam Ahmcd'in
rivayetinde bu hul'ün İslâmda ilk hulü' olduğu beyân ediliyor. Bazıları bunun
Cahiüyyet devrinde olduğunu söylerler. Bu rivayete göre, Amir b. Zarib kızını
kardeşi oğlu Amir b. el-Harİs'le evlendirmiş. Fakat Âmir kızın yanına girince
kız kendisinden kaçarak halini babasına şikâyet etmiş, bunun üzerine
babası el-Haris'e :
— Ailenden ve malından ayrılmayı
senin üzerinde cem'etmem, kızımı
ksndisine verdiğim rnehîr mukabilinde senden hulü' ettim; demiş. Ulemâ'dan
bazıları bunu araplar arasında vuku'a gelen ilk hulü' kabul etmişlerdir.[679]
Arapça talâk sözü
mutlak surette bağı çözüp kaldırmaktır. Nikâhtan başka yerlerde bu kelime if
al babından kullanılır :
«Atımı saldım» derler.
Nikâhta ise tef'il babından kullanılmıştır
«Fülân karısını
boşadı» denilir.
Şeriatte talâk :
Hususî bir lâfızla nikâh kaydını kaldırmaktır. Burada hususî lâfızdan murâd :
Kadın boşamakta kullanılan ve Arapçada
maddesinden yapılan sarih veya kinaye sözlerdir.
Talâkın sebebi : Kan
ile kocanın ahlâkı birbirine uymadığı zaman hissedilen ayrılma ihtiyacı ve
Allah'ın emirlerini ifâya engel olacak dargınlığın arız olmasıdır.
Talâk aslı i'tibâriyle
mubah değil, memnu'dur. Çünkü o nikâh denilen büyük ni'mete karşı bir küfrân-ı
ni'mettir. Ancak zarurete binâen bazen mubah olur. Zaten Mecelle''mizin 21.ci
maddesi mü'cebince «Sabit'in karısı Resûlüllah {S.A.V.J'e gelerek dedi ki :
«Zaruretler memnu'
olan şeyleri mubah kılar.» Şu halde açlıktan ölmemek için domuz etinden veya
İaşeden bir iki lokma yemek; keza susuzluktan çatlamamak için bir iki yudum
içki içmek nasıl mubah ise geçinmeğe imkân kalmadığı zaman kadın boşamak da
öylesine mubahtır.
Eshâb-t Kirâm'dan çok
kadın boşadıkları rivayet edilenler hep zaruret ve ihtiyaç karşısında bu
kapıya baş vurmuşlardır. Zaruret yokken kadın boşamak ise küfrân-ı ni'met ve
su-i edeb olduğundan mekruhtur. Bununla beraber «Talâk babı» ındaki âyet ve
hadîslerin mutlak oluşlarına bakarak ona «mubahtır» diyenler de olmuştur.
Talâk'ın şartı :
Kocanın âkil baliğ ve uyanık olması kadının nikâhlısı olması yâhud boşanmağa
mahal sayılacak bir iddet içinde bulunmasıdır.
Talâkın rüknü : Kadım
boşarken söylenen sözdür.
Talâkın hükmü :
Talâk-ı fic'îde iddetin bitmesiyle, talâk-ı bâinde ise derhal ayrılığın vuku'
bulmasıdır.
Talâkın iyi tarafları
da vardır. Hattâ bunlara bakarak : talâkın meşru'iyyeti Allah teâlâ'mn bir
rahmetidir, denilebilir. Karı koca dinî ve dünyevî bîr takım nahoş hallerden
talâk sayesinde kurtulurlar. Talâkın erkeklerin eline verilmiş olması ve üç
defa meşru' kılınması onun iyi taraflarına birer örnektir. Filhakika kadınlar
Ve din nokta-i nazarından erkeklerden noksandırlar. Nitekim bu cihet bir
hadis-i şerifte de
belirtilmiş ve :
«Onlar dîni ve akil noksan kişilerdir» Duyurulmuştur.
Kadınlar hevâ ve
heveslerine" erkeklerden daha ziyâde esirdirler. Şayet talâk kadınların
eline verilmiş olsaydı, onlar akıl ve fikirlerini yerinde kullanamaz, birden
bire feveran eder ve olur olmaz sebeblerle kocalarını boşarîardı. Onların akıl
ve dinleri noksan olduğu içindir ki ekseriya dünyevî şeylerle meşgul olurlar;
çeşitli hile ve desiseler ter-tib eder; kocalarının sırlarını âleme yayarlar.
Talâk şakası ciddîsi mü-sâvî olan şeylerdendir; ve üçe kadar meşru' olmuştur.
Talâkın üç defa meşru'
olmasının hikmetine gelince : insanda nefis denilen bir kuvvet vardır, bu
kuvvet hayra da, şerre de yararsa da fıtratı icâbı şerre daha meyyaldir. Hattâ
onun şerre meyli, ateşin odunu yakmak için gösterdiği istidada benzetilir,
işte bu nefis tabiatı icâbı yalancıdır. însana kötü olan şeyi iyi, iyiyi de
kötü gösterebilir. Bu kabilden olmak üzere kadını kocasına lüzumsuz, yâhud
boşanmasını daha muvafık gösterebilir. Şu suretle nefsine uyan bir adam
karısını boşarsa netice elbette pişmanlık olur. îşte Teâlâ Hazretleri nefsi
tecrübe edebilmek için talâkı üç defa meşru' kılmıştır. Karısını ilk defa
boşayan adam düşünüp taşınacaktır. Eğer nefsinin kendisine hoş gösterdiği bu
talâka hakikaten lüzum ve ihtiyaç olduğu sübût bulursa yaptığı iş yerinde bir
harekettir.
Binâenaleyh boşadığı
kadının semtine varmaz. Böylece iddeü bitip gider. Yok talâka hiç lüzum yokken
nefsi kendisini aldatarak onu hoş göstermişse kadına rİc'at eder (döner).
İkinci defa boşadığında dahî aynı hatt-ı hareketi takibeder. Fakat üçüncü defa
boşadı mı artık nefsim iki defe tecrübe ile anlamış bulunduğundan kendisine
ma'zeret kapısı kapanmıştır. Talâkı oyuncak haline getiren bu nankör kocaya
yaraşan muamele ona hülle denilen cezanın tatbiki ile haddini bildirmektir ki;
bu ciheti yukarıda geçen hülle hadîslerinde görmüştük.
Talâkın asıl
i'tibâriyle mübaîî değil, memnu' olduğunu az yukarıda arzetmiştik. O ancak
zaruret zamanında mubah olur. Bununla beraber Allah indinde mubahların en
sevimsizidir. Nitekim aşağıdaki hadîs de bu mânâyı te'yîd eder. Hadîse geçmeden
önce şunu da arzetmek isteriz ki; talâk üç kısımdır : Ahsen, hasen ve bid'î.
Ahsen-i Talâk : Kadını
cima' etmediği bir temizlik devresinde bir defa boşayarak iddeü geçinceye kadar
terketmektir.
Hasen-i talâk : îçinde
cima' bulunmıyan üç tuhurda (yani temizlik devresinde) birer defa boşamaktır.
Bid'î talâk : Bir
defada üç sayı ile boşamak, yâhud hayız halinde boşamaktır.
Talâk vuku'u
i'tibâriyle de ric'î ve baîn olmak üzere iki nev'idir. Talâk-ı Ric'î : talâkta
kullanılan açık sözlerle yapılan talâktır. Bâîn: Kinaye sözlerle yapılandır.
Bunlar için fıkıh kitaplarına müracaat etmelidir.[680]
1098/912- «İbni
Ömer radıyaUahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah
sdllaUdlıü aleyhi ve sellem:
— Allah'a helâlin en
sevimsizi talâktır; buyurdular.»[681]
Bu 'ıadîsi Ebû Dâvud
ile lbni Mâce rivayet etmişlerdir. Hâkim onu sahihi e mistir. Ebû Hâtİm ise
Mürsel olduğunu tercih etmiştir.
Dâre Kutnî ile Beyhakî
dahî mürsel oluşunu tercih ediyorlar.
Hadîs-i şerif, helâl
şeyler içerisinde Allah indinde sevimsiz olanları bulunduğuna, bunlardan en
sevimsizinin de talâk olduğuna delâlet ediyov. Bu onun sevapsiz oluşundan
kinayedir. Ulemâ'dan bazısı sevimsiz helali : Özürsüz evde kılınan farz namazla
temsil ederler.
Bu hadîs, imkân
bulunursa boşamadan uzak kalmanın pek yerinde bir iş oiacağına işaret ediyor.
Ulemâ'dan bazıları
talâkı hüküm i'tibâriylc beş kısma ayırmışlardır. Bunlar : Vâcİb, mendub,
caiz, haram, ve mekruh'tur.
Mezkûr taksime güre :
Karı koca arasında düşmanlık varsa o kadını boşamak vâcib: kadın namuslu
değilse boşamak mendub; erkek kadını istemiyor ve ondan istifâde edemediği için
de nafakasına katlanmaktan çekiniyorsa caizdir. Bu suretlerde talâkın mekruh
olmadığını Şâfüler'dcn İmâmiVl - Haremeyn (419 — 478) tasrih etmiştir. Ncvevî
(631—676) ise caiz olan kısmı kabul etmemektedir. Kadını hayız halinde iken
boşamak gibi bid'î talâk haramdır. Boşanmaya bir sebep yokken boşamak
mekruhtur. îşte helâl olmakla beraber hog görülemeyen kısım budur.[682]
1099/913- «İbni
Ömer mdujallahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre kendisi Resûlüliah snUalînhü
aleyhi ve scllenı zamanında karısını[683]
hayızh iken boşamsş; Ömer bunu Resûlülah sdllallahü aleyhi ve sellem'e sormuş :
O da :
— Oğluna emret de o kadına
ric'at eylesin; sonra onu terketsin. Tâ ki kadın temizlensin;
sonra (yine) hayız görsün; sonra
(tekrar) temizlensin. Bundan
sonra artık isterse nikâhı altında tutar; isterse cima' etmeden boşar. İşte
kadınların kendisi icİn
boşanmasını Allah Azze ve Celiin
emrettiği iddet budur; buyurmuşlardır.»[684]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Müslim'in bir
rivayetinde : «Ona emret! Kadına müracaat etsin: sonra onu temiz iken yâhud
hâmile olduğu halde boşasin.» buyurulmuşlur.
BuharVnin diğer bir
rivayetinde : «Bu bir boşama hesabedi-Mr.» deniimiş.
Müslim'in bir
rivayetinde ise: İbnİ Ömer : «Eğer sen o kadını bir veya İki defa boşadı isen
(şunu iyi bîl kî) Resûlüliah salallahü aleyhi ve sellem bana (boşadığım karıma)
müracaat etmemi sonra diğer bîr hayız görünceye kadar kendisine mühlet vermemi;
sonra temizleninceye kadar kendisine mühlet vermemi; sonra ona dokunmadan boşamamı
emretti. Şâyed, onu üç defa boşadı isen, karını aman hususunda Rabbinîn emrine
isyan ettin demektir» demiştir.
(Müslivı'in) başka bir
rivayet (in) de Abdullah b. Ömer: «Karı-mr bana iade efti, ama bu yapılanı bîr
şey saymadı ve:
— Kadın temizlendiği zaman onu (ister) boşasin;
ister nikâhında tutsun; buyurdu» demiştir.
«Oğluna emret!»
cümlesi İbni Ömer (R. A.)'n müracaat emrini veren Peygamber (S.A.V.) olduğuna
delildir. Hz. Ömer (R.A.) sadece onun emrini oğluna tebliğe memurdur. Şu haide
bu emir :
[685] l'man eden
kullarıma söyle, namazı ikâme
etsinler» âyet-i kerî-mesindekİ emir gibidir. Burada namaz kılmayı emreden
nasıl Peygamber (S.A.V.) değilse İbni Ömer (R.A,)'a da emri veren babası değildir.
Acaba buradaki
müracaat emri vücûb içinmidir, değilmidir? Hane-fîler'le Mâlİkîler'c ve bir
rivayette Ahmed b. Hanbel'e göre vücûb İçindir. Dâvud-u ZâhirVnin mezhebi de
budur. Bu zevata göre: erkek müracaattan imtina' ederse hâkim kendisini
cezalandırır.
Cumhur'a göre ise
müracaat sadece müstehâbtır. Onlara göre: nikâhı yapmak onu devam ettirmeyi
vâcib kılmaz. Binâenaleyh emrin nedib için olduğuna karine kıyas olmuştur.
Bunlara : «Hayz halinde boşamak haram olunca nikâhın devam ettirilmesi vâcib
olur» diye ce-vab verenler olmuştur.. Hadîsteki : «Temizlensin, sonra yine
hayız görsün; sonra tekrar temizlensin...» ifâdesi talâkın ancak ikinci
tuhurda yapılacağını gösteriyor. Nitekim İmam Mâlik ile Şâfîler'İn esah kavline
göre yalnız ikinci tuhurda yapılır. Birinci tuhurda yapılması haramdır.
İmam A'zam ile Ahmed
b. Hanbel'e göre ikinci tuhru beklemek mendûbdur. Delilleri : Müslim'in
rivâyetindeki : «Ona emret de karısına müracaat etsin. Sonra onu temiz iken
yâhud hâmile olduğu halde boşasın» hadîsidir. Zîrâ burada tuhur mutlak
zikredilmiştir. Bir de tahrîm, ancak hayızdan dolayı idi; şu halde tahrîmin
mucibi zail oldumu, kadını boşamak da caiz olur. Çünkü «[686]
mâni' zail oldukta memnu' avdet eder».
Hadîste geçen
«dokunmadan» vani» cima' etmeden, ta'birinden anlaşılıyor ki, cima' ettikten
sonra o tuhurda boşamak bid'î talâktır; haramdır. Cumhur'un kavli de budur.
MâÜkiler'den bazılarına göre erkek o tuhurda kadına ric'ata ::necbur edilir.
Hadîs-i şerifteki
«temizlensin, temizken» ta'birlerinden muradın ne olduğu fukâhâ arasında
ihtilaflıdır. Bazıları : «bundan maksad kanın kesilmesidir» demiş; bîr
kısımları yıkanmanın da lâzım geldiğini söylemişlerdir. İmam Ahmcd'den bu bâbta
iki rivayet vardır. Bittabi şâyân-ı tercih olan yıkanmasıdır. Çünkü NesâVmn
rivayetinde hay-zından yıkanması tasrih edilmiştir. Bu rivayet temizlikten
muradın ne olduğunu tefsir eder.
Bazıları bu hadîsi
Kur'dan muradın tuhur olduğuna delîl sayarlar. Bu mes'elenin aslı :
«[687]
Boşapan kadınlar biizat kenttiler üç kur' müddeti beklerler» âyet-î kerime'sindeki
(Kuru') lâfızdır. Kur' hayızla tuhur yani temizlik devresi arasında ;müşterek
bir sözdür. Bu sözü Hanefüer hayız mânâsına, Şâfiîler İse tuhur mânâsına
almışlardır. Mcs'ele bu usul-u Fıkıh mes'ele-si olup, o, ilmin kitaplarında
münakaşa edilmiştir.
«Y^hud, hâmile olduğu
halde boşasın» buyurulması hamilenin talâkının sünnet veehle yapılan bir talâk
olduğuna delildir. Cumhur'yn mezhebi de budur.
Haram olan bid'î
talâkın vâkî olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Cumhur-u ulemâ vâkî
olduğuna kaildirler. Delilleri : BuharVmn bir rivayetinde: «Bir boşama
hesabedilir» buyurulmasıdır. Vâkıâ cümlenin faili meçhuldür ve Peygamber
(S.A.V.) de İbni Ömer de olabilir. İbnî Ömer olduğa takdirde hadîs hüccet
teşkil etmezse de başka rivayetlerde bir talâk hesabedonin bizzat Resûlüllah
(S.A.V.) olduğu tasrih edilmiştir. Meselâ : ibni Vehb'in Müsned'me hadîs şu
lâfızlarladır :
«İbni Ebi Zi'b
Peygamber (S.A.V.)'den rivayet ederken :
O bir taiâktirîttediğ'nî ziyâde etmiştir.» Ayni
hadîsi Dâre Kutnî hem Ebu Zi'b'den hem de îbni İshak'dan Nâfi' tarîki ile
tahrîc etmiştir. Hâsılı bir talâk hesabedenin Peygamber (S.A.V.) olduğu birbirini
takviye eden bir çok tarîklerden rivayet edilmiştir.
Hadîsimizin Müslim
rivayeti Hz. İbni Ömer (R. A.)'a, sorulan bir sualin cevabıdır. Mezkûr rivayet
hayz halinde kadın boşamanın haram olduğuna delildir. İbni Ömer hazretleri'nin
: «Bana karıma müracaat etmemi emir buyurdu.» demesine bakılırsa talâk vâki'
olmuştur. Çün: kü ric'at yani talâktan dönme, ancak talâk vâkî' olduktan sonra
düşünülebilir. Fakat burada Harîcîler'lc Râfızîter ve daha bazı kimseler Ehl-i
Sünnet ulemâsı'na muhalefetle talâk-ı bid'î'nin boşama sayılmadığını
söylemişler, Zâhirîler'den ibni Hctzm, îbni Teymiyye ve Ibni'l -Kayyım de buna
taraftar olmuşlardır. Bilhassa lbni'l - Kayyimhulifi W a sözü uzatmıştır.
Bunların delili Müslim'in bir rivayetinde Abdullah b. Ömer (R.A.y'm :
— Karımı bana iade
etti ama bu yapılanı bir şey saymadı; demiş olmasıdır.
Böyle bir rivayeti Ebu
Dâvud da tahrîc etmiştir. Hem isnadı sahih şartı üzeredir. Lâkin İbnî Abdilbcrr
: «yapılanı bir şey saymadı» cümlesinin münker olduğunu, buna Ebu'z -
Zübcyr'den başka kimsenin kail olmadığını beyân etmiş ve bu cümlenin kendinden
daha sabit bir hadîs muvacehesinde hüccet olması şöyle dursun kendi
ayarm-dakinin karşısında bile hüccet olmayacağını söylemiş, bilfarz sahih olsa
bile bunun mânâsının Allahu a'lem : «yapılanı doğru bir iş saymadı. Çünkü
sünnet veçhile olmamıştır.» demek olduğunu bildirmiştir.
Hatiftin diyor ki :
«Hadîs imamları : Ebıt'z Zübcyr bundan daha münker bir hadîs rivayet
etmemiştir;, dediler». Bu cümlenin «bu işi ric'atı haram kılacak bir şey
saymadı» mânâsına gelmesi de İhtimal dahilindedir.
îbni'î - Kayyım
(691—751) bid'î talâkın vâki' olmadığım isbata çnk j^ıyret sarfetmiştir. Lâkin
Peygamber (S.A.V.)'İn onu talâk saydığı sühût bulduktan sonra kim ne dese
kıymeti yoktur.
Tenbih : Sananı
(1059—1182) bir müddet bid'î talâkın vâki1 olmadığına fetva vermiş, hattâ bu
hususta bir risale yazmış, fakat sonraları bir müddet tevekkuf devresi geçirmiş
ve bu talâkın vâkî' olduğuna kanâat getirmiştir. Nihayet yine ilk mezhebini
daha kuv-veüi bularak ona dönmüş; ve : «cd - DcUlü'ş - Şcr'iy» nâmı ile bir risale
daha yazarak kuvvetli bulduğu delilleri orada göstermiştir. Hülâsa: İlk kavline
rücû'unun bilinmesini vasîyyet etmekte ve bunun «Sii-bülü's - Selâm» adlı
eserinin nüshalarına ilâvesini istemektedir.[688]
1104/914- «İbnî
Abbas radtyallahu anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûîülah
sallallahü aleyhi ve selîem ite Ebû Bekiı zamanında ve Ömer'in hilâfetinin ilk
yılında üç talâkı birden yapmak bir talâk sayılırdı. Müteakiben Ömer :
— Hİç şüphe yok ki,
halk kendilerine mühlet verilmiş bulunan bir iş hususunda acele gösterdiler.
Şunu onlara infaz etsek ya? dedi ve onu kendilerine infaz etti.»[689]
Bu hndîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Ilarlîs İbni Abbas
(fî. A.)\Utn bir çok yollarla .snbit olmuştur. Y;il-nız Hz. Ömer (R.A.)'m naşı!
olup d;ı Peygamber (S.A.V.) zamanında yapılan Ebu Bekir devrinde ve kendi
hilâfetinin iki yılında yapılmış olan bir soyc muhalefet ettiğini ufemâ'dan
bazıları müskil bulmuşlardır. Bunlar «İbni Abbas'ın sözü bunun üzerine icmâ'
vâki' olduğunu gösteriyor» diyorlar.
Bu işkâle altı cevap
verilmiştir.
1—
Evvelleri
hüküm böyle idi. Fakat sonradan Peygamber (S.A.V.) devrinde neshedildi.
Filhakika Ebû Dâvud, Yczid-i Nahvi tarîki ile İkrime'den. İbnİ Abbas (R.A.)'m: «Eskiden bîr erkek karısını boşadı mı, onu üç defa boşamtş bile olsa
kendisine dönme hakkına mâlik idi. Sonra bu nesheditdi.n dediğini tahrîc etmiştir.
Şu kadar var ki, nesih duyulmamış ve mensuh hüküm üe Ömer (R. A.)'m inkârına
kadar amel edilcgelmiîîtir. Dört mrzhcb imamlarının kavli de budur.
2— İbni
Abbas (R.A.)'m bu hadîsi muzdarîbtir. Kurtubi, Müslim şerhinde şöyle diyor
: «ibni Abbas üzerinde ihtilâf edilmekle
beraber bu hadîsin lâfzında da ıztırab vâki1 olmuştur. Hadîsin zahir olan
siyakı bu hükmün bütün o asır ricalinden nakledildiğini gösteriyor. Halbuki âdet, bunun meydana
çıkmasını ve dağılmasını, İbni
Abbas'ın bunda yalnız kalmamasını iktizâ eder. İşte bu cihet, hadîsin zahiri
ile amelin butlanını kat'î surette iktizâ edemiyorsa, tevekkufu bari iktizâ
eder.»
3— Bu
had"s hususî bir suret, yani
boşayanın : «Sen boşsun, sen boşsun» dediği suret hakkında vârid
olmuştur. Zîrâ Peygamber (S.A.V.) devri ile ondan sonraki devirlerde insanların
hâli sadâkat ve selâmetlerine hamledilir de, «İkinci sözüm birincinin
te'kîdidir; yeni bir talâk te'sisi değildir.» şeklinde iddiada bulunan bir
adamın sözü kabul ve tasdik olunurdu. Ömer (R. A.) insanların hallerinin
değiştiğini ve bâtıl dâvaların çoğaldığını görünce, talâk sözünü söyliyenin
zahiren söylediğine göre hüküm vermeyi niyeti hususundaki iddiayı tasdik
etmemeyi maslahata muvafık buldu.
Bu cevabı Kurîubî
beğenmiş; Nevevî ise : «Bu, cevabîann en sahihidir.» demiştir.
4— «Üç talâk
bir idi» sözünün mânâsı :
Peygamber (S.A.V.) ile .Ebu Bekir
(R.A.) zamanlarında ekseriyetle talâk bir defa olurdu; üç defa yapılmazdı.
Sizin şimdi üç adet yaptığınız şu talâk o zaman bir adet yapılırdı; demektir.
Binâenaleyh Ömer
(R.A.)'ın «Şunu onlara infaz etsek ya» demesi: meşru' olduğu vecihle üç talâkın
vuku'u hükmünü onlara infaz etsek ya; demek olur. Ve bu cevab «halk kendilerine
mühlet verilmiş bulunan bîr iş hususunda acele gösterdiler.» ifadesiyle birbirini
güzelce tutar. Bu suretle bu söz insanların talâk yapmalarını haber vermek
olur; ta-lâkin vâki' olması hususunda söz yoktur. Çünkü hüküm zaten takarrür
etmiştir; bellidir.
Bu te'vili îbni'l -
A'rabî tercih etmiş; ve onu Ebu ZiirVya nis-bet eylemiştir. Beyhaki dahî bu
te'vili tahrîc etmiş ve: «bunun mânâsı: sizin yaptığınız üç talâkı o zamanlar
bir defa yaparlardı, demektir.» mütâlâasında bulunmuştur.
5— Ibnİ
Abbas (R. A.)'m : «talâk üç idi», sözü merfu' hükmünde değil; kendisine
mevkuftur. Fakat bu cevab zaîftir. Zîrâ usûl-ü Fıkıh v.e usul-ü hadîs
İlimlerinin beyânına göre sahabenin ; «Biz şöyle yapardık» gibi sözleri merfu1
hükmündedirler.
6— «Üç talâk
bir »di» sözü ile «elbette» lâfzı kastedilmiştir. Aşağıdaki Rükâne hadîsinde
de görüleceği vecihle bir adam karısına : «Sen elbette boşsun» dese bu sözün
tefsirinde bir talâk da üç talâk da kabul edilirdi. Hz. Ömer devri gelince bu
sözden bir talâk kastı kabul edilmez oldu. Buharı, içinde (elbette) lâfzı
bulunan eserlerle (üç) lâfzı sarahaten zikredilmiş hadîsleri bir bâbta
toplamakla buna işaret etmiştir. Galiba bununla aralarında fark olmadığına
işarette bulunmak istemiş; ve (elbette) lâfzı mutlak söylenirse üç talâk
mânâsına hamledileceğim göstermeye çalışmıştır. San'ânî bu cevablarm hiç
birini beğenmemiştir. Ona göre Hazret-i Ömer'in sözü kendi re'yidir. «el-Fıkhu
ale'l-Mezahibü'l-Erbaa» nâm eserin sahibi
Abdurrahman el-Cezîrî dahî aynı fikirdedir.
Bizce bu iddia
hatâdır. Çünkü şer'î âdetler üzerinde re'y beyânına kimsenin hakkı yoktur.
Nitekim Ömer (R. A./da re'y beyân etmemiş bildiği nesih vak'asiyle amel
etmiştir. Eğer üç talâkın bir sayılması meselesi neshedilmiş olmasa ve Eshâb-ı
Kirâm'da bunu sonradan duymuş olmasalardı ne Ömer (R. .A) bu fikre zâhib olur;
ne de sahabe, aralarından tek muhalif çıkmamış olmak şartı ile ona tabî
olurlardı. Vak'a şudur ki: Hem Hz. Ömer üç talâkı üç saymış; hem de bütün sahabe
kendisine muvafakat etmişlerdir. O halde üç talâkı bir sayma hükmü mensublıir.
Artık üç talâk, üç talâk sayılacaktır. Bu cihetle Sa-hâbe-i Kiramın icmâ'ı
vardır.
Kaldı ki, Resûlüllah
(S.A.V.)'den bu bâbta sarih hadis de vardır. Abdürrezzak (126—211)
Übâdetü'bnü's - Sâmit (R.A.)'dcn müsned olarak şu hadîsi tahric etmiştir :
«Ubâdetü'bnü's-Sâmit'den
rivayet edildiğine göre : Babası karısını bin defa boşamış. Bunun üzerine Ubâde
gitmiş (meseleyi) Peygamber (S.A.V.)'e sormuş. Resûlüllah (S.A.V.) :
— Kadın Aliahu Teâlâya
isyan içinde üç defa bâin (talâkla boş) olmuş; 997'de zulüm ve adavet olarak
kalmış; dilerse Allah onu azâdeder; isterse afv buyurur; demiştir.»
îmam Malik'in
«el-Muvatta-» ında şu ma'lûmata rastlanmaktadır :
«Bir adam, Abdullah b.
Abbas'a :
— Ben karımı yüz talâka boşadım;
bana ne {gibi bîr ceza) görüyorsun?
demiş : İbni Abbas :
— Kadın senden üç defa boş olmuş; 99 ile de
Allah'ın âyetlerini alay ittihâz etmişsin; demiştir.»
Bu vak'aların emsali,
İbni Mes'ud, Alî ve Osman (R. Anhiim) ha-zerâtindan da rivayet olunmuştur. Şu
vaziyet karşısında talâkın er şaka götürmez ciddî mes'elelerden biri olduğu bir
daha düşünülürse söylenecek tek söz kalmaz sanırım.[690]
1105/915- «Mahmud
b. Lebîd[691] radıyallahü anh'den rivayet edil mistir. Demiştir ki: Resûlüllah
saîlaîîahü aleyhi ve seltem'e bir adamın
karısını üç talâkın hepsi İle boşadığı haber verildi. Bunun üzerine Peygamber
(S.A.V.) gazaba gelerek ayağa kalktı. Sonra :
— Ben aranızda olduğum
halde Allah'ın kitabiyle oynâmyormu? buyurdular. Nihayet bir adam kalkarak
— Yâ Resûlâllah şunu
Öldürmeyeyimmİ? dedi.»[692]
Bu hadîsi Nesâi
rivayet etmiştir. Râvîleri mevsuktur.
Hadîs-i şerif, üç
talâkı birden yapmanın bid'at olduğuna delildir. Bu hususta ulemâ ihtilâf
etmişlerdir. Ehu Hanıjc ile Mâlik'e göre bid'-attır. Şafiî, Ahmcd ve diğer bazı
ulemâ'ya göre bid'at değildir. Hattâ mekruh bile sayılmaz.
Bid'at sayanlar
Resûlüllah (S.A.V.)in gadaplanması ve «Allah'ın kitabiyle oynamyormu?» hadîsi
ile istidlal ettikleri gibi Saîd b. Mansur'un sahîh sencdlc Hz. Enes (R.A.)'dcn
tahrîc ettiği Ömer (R. A.) hadîsi ile de istidlal ederler. Mezkûr hadîse göre
Hz. Ömer'e karısını üç defa boşayan bir adam getirdiler mi dayaktan sırtını
patla-
tırmış. "
Üç talâkı bid'at
saymayanlar :
[693] «onları iddet vakitleri İçin boşayın» ve :
[694] «Talâk ikidir...» âyct-i kerimeleri ile hir de
ileride gürülceek Lİâr» hadîsi ile istidlal ederler. Fakat kendilerine «Âyetler
mutlaktır; hadîs ise üç talâkın haram olduğunu sarahaten ifâde ediyor.
Binâenaleyh âyetler bu hadisle takyîd edilirler. Karısına liân yapanın talâkı
yerinde bir talâk değildir; çünkü kadın liânla boş olmuştur» diye cevab verilmiştir.
Hadîs-i şerif,
Resûlüllah (S.A.V,) zamanında üç talâkın vâki' olduğunu göstermektedir.[695]
1106/916- «İbni
Abbas radıyallahü anhümâ''dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Ebu Rükâne Ümmü
Rükâne'yi boşadı. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem kendisine :
— Karina müracaat et; buyurdu, Ebu Rükâne
:
— Ben onu Üç defa boşadım? dedi. Resûlüllah
(S.A.V.):
— Anladım (fakat) sen ona müracaat et;
buyurdular.»[696]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmiştir.
Ahmed'm bir
rivayetinde: «Ebu Rükâne karısını bir mecliste üç defa boşadı ve sonra ona
acıdı. Resûlülah sallallahü aleyhi ve sellem: — Bunlar bir talâktır; buyurdular.» denilmiştir. Her iki hadîsin
senedinde İbni İshak vardır. Bu zât hakkında söz vardır. Ebu Ih'trnd başka bir
vecihten bundan daha güzel olmak üzere şunu rivayet ediyor : «Ebu Rükâne
karısı Süheyme'yi elbette boşadı. Sonra :
— Vallahi ben bununla
bir talâktan başka bir şey kastedmedim; dedi. Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem de onu kendisine iade etti.»
Hadisin Ebu DâvmVdaki
lâfzı şudur :
«Abdi Yezîd Ebû
Rükâne, Ümmü Rükâneyi boşadı da Müzeyne ('kabilesin) den bir kadını nikâh etti.
Derken Peygamber (S.A.V.; yeldi. Kadın başından aldığı bîr kılı göstererek :
— Bana ancak şu kıl kadar faydası olur;
binâenaleyh aramızı ayır; dedi.
Peygamber (S.A.V.) hamiyyete gelerek Rükâne ile kardeşlerini çağırdı. Sonra
beraberinde oturanlara :
— Filânla
falanın şu ve şu yerlerini Abdi Yezid'e benzetiyormusunuz?dedî :
— Evet;
dediler. Peygamber (S.A.V.) Abdİ
Yezid'e :
— Boşa onu; buyurdular. O da boşadı.
(Sonra Peygamber {S. A.V.) :
— Karın Ümmü Rükâne'ye müracaat et; dedi. Ebu
Rükâne :
— Ben onu üç defa boşadım; dedi. Peygamber
(S.A.V.) ;
— Biliyorum; ona
müracaat et; buyurdu; sonra (Ey Peygamber,
kadınları boşadığınız zaman...)
âyetini kodu.»
Aynı hadîsi Ebu Ya'lâ
tahric etmiş ve sahîhlemiştir. Hadîsin bütün tarîklerinde Muhammcd b. Ishak
vardır.
3u hadîs için münker
diyenler vardır. Esah olan Ebu Davud'un iahric ederek sahîhlediğidir. Ebu Dâvud
bu hadîsi Nâfi' b. Uceyr'-den rivayet etmiştir. Onu Tirmizî ile İbni Mâcc de
rivayet etmiştir. İbni Hibban ile Hâkim sahîhlemişlcrdir. Hasılı hadîsin sahih
veya zaîf oluşu ulema arasında ihtilaflıdır.
Bu hadis bir meclisde
üç talâkla boşamanın bir talâk sayılacağına delâlet ediyor. Mos'eİe hakkında
dört kavil vardır:
1— Bir
mecliste üç talâkla boşamak hiç bir hüküm îlâde etmez; çünkü bid'attir.
Hârîcîler'le Râfızîler'in mezhebi budur. Nitekim az yukarıda delilleri ile
birlikte görüldü.
2— Bununla
üç talâk vâki1 oîur. Ömer, İbni Abbas,
Âİşe, ve A!i (R. Anhüm) hazerâtı ile dört meshebin imamları, selef ve halefin
cumhuru buna kaildirler. Delilleri: talâk
âyetleridir. Mezkûr âyet !c
bir ile ürün arasını ayirmamışlardır.
Bİr delilleri de Sahîheyn'in rivayet etlikleri
Uveymîr-i Aclânî hadisidir. '
Mezkûr hadîse göre : «Uveymîr (R.A.) karısını
Peygamber {S.A.V.) #İn huzurunda
üç defa bcşF-mış, Resû!-i Ekrem
(S.A.V.) kendisine bir şey dememiştir». Bu da üç talâk birden yapmanın caiz
olduğuna delildir.
«Üç talâk olur»
diyenler Buharı ile Müslim'in müttefikan rivâ-y< t. ettikleri Fâtîme binti
Kays hadîsi ile de istidlal ederler: «Fâtıme (R. Aıihıî) 'nın kocası onu üç
defa boşamış, mes'ele Peygamber (S.A. V.) 'e haber verilince:
— Ona nafaka
yoktur; ama iddet
bekliyecektir; buyurmuşlardır.»
Nihayet bu zevat
diyorlar ki: «Peygamber (S.A.V.)
'in Bu iş bir mecliste mi oldu yoksa
müteaddit meclislerde mi? diye sormaması bu hususta bir fark .olmadığına
delâlet eder.
3— Bu sözle
bir talâk-ı ric'î vâki' olur. Bu kavi Hz. Ali (R.A.) ile İbni Abbas (R.A.) 'den
rivayet olunmuştur. Zahiriler, İbni Teymiyye ve onun tilmizi fbni'l-Kayyim bu
kavli tercih etmişlerdir. Bunlar yukarıda görülen İbni Abbas (R.A.) 'den mervî iki hadîsle
istidlal ederler.
4— Kadının
medhulün biha (yani cima' edilmiş) olup olmaması arasında fark vardır. Medhulün
biha'ya üç talâk vâki' olur. Fakat başkasına yalnız bir talâk vâki' olur. İbni Abbas (R.A.) 'a
tâbi olanlarla îshak b. Rahavcyh bu kavli tercih etmişlerdir. Bunlarda Ebu
Dâvud 'un rivâyetindeki: «Bilmiyorsun ki erkek
karısını cîmâ'dan önce üç defa boşarsa Resûlüllah (S.A.V.) zamanında
onu bir talâk sayarlardı?»
cümlesidir. Bunların
aklî delili de vardır. Derler ki: «Bu adam karısına (benden bâinsin) dese kadın
derhal boş olur; aynı sözü tekrarlarsa talâka mahal kalmadığı için hiç bir şey
vâki olmaz; çünkü henüz zifaf olmamış bir kadın bir defa boşandımı hemen kocasına ecnebi olur. Ona
iddet olmadığından ikinci bir talâka mahal değildir.»
Fakat bunlara'da: bu
hüküm cima edilenle cdilmiycnin her ikisi hakkında sabit olmuştur; diye cevap
verilmiştir. Bir defa da üç yâhûd üç ayrı sözle üç defa boşanma mes'elesi fıkıh
kitaplarında uzun uzadıya îzâh edilmiştir.
Dört mezheb ulemâsı
Hz. Ömer (R.A.) zamanında mün'akid olan icmâ'a münkâd olarak üç talâk
meselesini infaz edegelmiştir. Hattâ bu mes'ele hakkında muhaliflerine şiddet
gösterdikleri ve İbni Teymiyye bu meselede Râfızîler'le bir olarak bir talâk
vuku'una kail olduğu için cezalandırıldığı tilmizi İbni'l-Kayyim'ın ise bu
sebeple deve üzerinde sokaklarda dolaştırıldığı söylenir.[697]
1109/917-
«Ebu Hüreyre -radıyattaü anh'den rivayet olunmuştur.Demiştir ki: Resûlüllah
saîlallahü aleyhi ve sellem:
— Üç şey vardır:
bunların ciddîsi de ciddî şakası da ciddîdir. Nikâh, talâk ve ric'at;
buyurdular.»[698]
Bu hadîsi, Nesaî müstesna
Dörtler rivayet etmiştir. Hâkim onu sahîhlemiştir.
îbniAdiyy'in başka
zaîf bir vecihten rivayetinde: «Talâk, nikâh ve İtâk» denilmiştir. HârU b
Üsame'nin Ubadetü'bnü's Sâmit'-den merfu' olarak rivayet ettiği hadîste:«Üç
şeyde oyun câİZ değildir: Talâk, nikâh ve itâkda. Bunları kim söylerse muhakkak
vâcibolur» bııyıırulmuştur. Senedi zaiftir.
Çünkü senedinde İbni
Lrhî'a vardır Hadisde inkıta' da vardır.
Bu hadîsler .şaka ilo
yapılan talâkın ciddî olarak vâki' olduğuna, onun niyyete muhtaç bulunmadığına
delildirler. Hanefiler'le Şâfîiler'İn mezhebi budur. Ahmcd b. Hnnbcl ile diğer
bir takım ulemâ'ya göre niyyet şarttır. Zîrâ : «Ameller niyetlere göredir»
hadisi bütün amellere ânını ve şâmildir. Talâk da bir ameldir» diyorlar.
Fakat kendilerine: Âmm
olan o hadîsi bu hadîsler lahsis etmiştir; dîye cevap verilmiştir. Itık
hakkında yeri gelince îzâhât verileoktir.
Hâkim'in sahîhlediği
Ebu Hüreyre hadi.si hakkında Tirmizî «hasen garibtir» diyor. Ebu Bekir
ibni'l-Arabi ise: «Bu hadîste itık da rivayet edilmiş, ama ondan bir şey sahih
olmamıştır» demektedir.[699]
1112/918- «Ebu
Hüreyre radnjalluhü anh'den Peygamber sallallahü aleyhi ve scllcra'den duymuş
olarak onun:
— Şüphesiz ki Allah
ümmetimin gönlünden geçen şeyleri (Ümmetim)
yapmadıkça veya söylemedikçe afveder; buyurduğu rivayet olunmuştu»[700]
Hadîs mütfefekun
aleyh'tir.
Bu hadisi İbnİ Mâce
dahî Ebu Hüreyre'den rivayet etmiş; yalnız o rivayette «Gönlünden geçen
şeyleri» yerine «Kalplerine vesvese veren şeyleri» denilmiş; sonunc c'a
«Kendilerine zorla aptınlan şeyler»
ifâdesi eklenmiştir. Bu ziyâde hakkında musannif merhum: «Zannederim bu ziyâde müdrectİr. O her halde
fîi§cÎ7n b. Amâr'a hadîsten hadîse geçmek suretiyle gelmiş olaeaktır» diyor.
Hndîs-i Şerîf gönülden
geçirmekle talâk vâki' olmadığına delildir ki, cumhur-u ulemâ'nın kavli de
budur.
İbni Şirin, Zührî ve
bir rivayete göre İmam Mâlik gönülden geçirmekle talâk vâki olduğuna
kaildirler. fbni'l-Arahî dahî: «Kalbderi küfrü i'tikâd ve günaha ısrarla devam
eden günahkâr olur» diyerek bu kavli takviye etmiştir. Îbni'l-Arnbî «Bir
müslümana kalpten zina isnadında bulunmak da aynı hükümdedir. Bunlar hep
kalbin emelleridir» demektedir.
Fakat kendisine:
«Mezkûr hadîs Aüah Teâlâ'nın bu ümmeti günlünden geçirdiği şeylerden dolayı
muâhaze etmiyeceğini ve Allah'ın hiç bir kimseye takatından fazla bir yük
yüklemiyeceğini hrber veriyor. Gönlünden geçirmek ise kulun dâire-i takatindan
hâriçtir.» diye cevap verilmiştir. İbni'l-Arabi'nin küfür ve riya ile istidlali
bu hadisten tahsis edilmiştir. Halbuki küfrü i'tikâdla riyâ-yı kasıd, gönülden
geçen şeyler olmaktan da çıkmışlardır.
Bu hadîsle talâkın
yazı ile de vâki' olacağına istidlal ederler. Çünkü yazan kalbiyle niyyet
etmiş; yazmak sureti ile de niyyetinin müce-hince amelde bulunmuştur. Cumhur'un
kavli budur. Bazı imamlar yazıda işhadı yani şâhid çağırmayı da şart
koşrmştur; nitekim aşağıda «Ric'at bahsi» nde görülecektir.[701]
1113/919- «İbni
Abbas radıyaîlaü anhümâ*dan Peygamber saîldl-lahü aleyhi ve selîrm'den duymuş
olarak rivayet edildiğine göre:
— Şüphesiz ki Allah
ümmetimden, hatâ, unutma ve yapmaya zorlandıkları şey'i (n hükmünü)
kaldırmıştır; buyurmuşlardır.»[702]
Bu hadîsi, 'bnî Mâce
ile Hâkim rivayet etmişlerdir. :bu Hâiİm ise «Sabit olmuyor» demiştir.
Nevevî «cr-Ravza» da:
«Bu hadîs hasendir» cbmıştir. Hadisin bir çok isnadlan vardır. Fakat İbni Ebi
Hatim, bu isnadlarm derecesini babasına sorduğunu, babasının: «Bu hadîslerin
hepsi mün-kerdir; hepsi mevzu'dur» dediğini söylüyor.
Abdullah b. Ahmcd dahî
«cl-îlch adlı eserinde: «Bu hadîsi babama sordum. Onu pek inkâr etti ve: Bu,
Hascn'in n~'gamber (S.A. V.)'den rivayetinden başka kimse tarafından rivayet
edi'-niyor; dedi» .şeklinde beyânda bulunmuştur.
îmam Ahmcd b.
HanbcVin: «Her kim hafâ ve unutma hükümlerinin kaldırıldığını (yani teklif
edilmediğini) zannederse muhakkak Allah'ın kitabı ile Resûlüllah (S.A.V.) 'İn
sünnetine muhalefet etmiştir. Çünkü Allah hatâ yolu ile insan öldürene keferati
vâcib kılmıştır» dediği rivayet olunur.
Hadîs-İ Şerîf, Ümmet-î
Muhammediyye'dcn bir günah hatâ veya unutma suretiyle sâdır olursa yâhûd bu
ümmete bir günah zorla işletilirse o günahın uhrevî cezasının afvedildiğine
delildir. Dünyevî ahkâmı ise ihtilaflıdır.
Bazılarına göre
unutmakla kasden yapmak arasında bir fark yoktur. Unutmak akid. esnasında şart
koşulursa o zaman kasidden ayrılır.
Ata'da,n bir rivayette
unutarak yapılan talâkın hükmü yoktur. Bir çok ulemâ'mn kavilleri budur. Onlara
göre yanlışlıkla söylenen" talâk lâfzına da i'tibâr yoktur. Fakat
Hanefîler'e göre bu talâk vâki'dir. ölüm tehdidi altında zorla karısını
boşayanın talâkı ihtilaflıdır.Cumhur'a göre vâki' değildir. Nehaî (11 — 95) ile
Hanefîler'e göre vâki'dir.
Hulâsa Hanefîler'e
göre: Hür olsun köle olsun, âkil baliğ olan her kocanın talâkı muteberdir. Bu
bâbta ciddî olanla olmayanın hükmen bir farkı yoktur. Binâenaleyh: Mükreh
denilen zorla boşayamn, şakadan boşayanın, şefik denilen zayıf akıllının,
sarhoşun yanlışlıkla boşayanın ve işaretle dilsizin talâkları mu'teberdir.
Dilsizin tasarrufları hakkında MrcrlJr'nin 70. ci maddesinde «Dilsizin işâret-i
ma'hûdesi lisanla beyân gibidir» denilmektedir.
Deli, küçük çocuk,
baygın, bunak ve uyuyan kimselerin -talâkları mu'teber değildir.[703]
1114/920- «İbni
Abbas radıyallahü anhümâ'öan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Erkeğin karısını
(kendisine) haram etmesi hiç bir şey değildir. Yemin olsun ki Resûlüllah
saîlallahü aleyhi ve se/fem'de sizin İçin güzel bir önderlik vardır.»[704]
Bu hadîsi Buharı
rivayet etmiştir. Müslim'in İbni Abbas'dan rivayetinde: «erkek karısını
(kendine) haram kılarsa bu bir yemindir. Onun keffâretini verir» denilmiştir.
Bu hadîs, İbni Abbas
(R. A.ya mevkuftur, ve erkeğin karısını kendisine haram etmenin yemin
keffâreti îcab etse de boşanma sayılmadığına delâlet eder.
İbni Abbas
hazretlerinin «hiç bir şey değildir» demesi, onun talâk olmadığını beyândır.
Maamâfih «bu sözden bir şey lâzım gelmez» mânâsına da olabilir. Bu taktirde
yemin sayılacağı rivayeti başka bir rivayet olur; ve İbni Atbas (R.A.) 'in bu
meselede iki kavli olmuş olur. Bu mes'ele selef-i Sâli.ıın sahabe ve tabiîn ile
halefleri müetehidler arasında pek ihtilaflı bir mes'eledir.
Zâhirîler'e göre bir
şeyi halâl veya haram kılmak yalnız Allah'a mahsustur. Binâenaleyh bir adamın
karısını kendisine haram kılması İbni Abbas hadîsinde görüldüğü veçhile lağıv
yani hükümsüzdür. Bunlar müddealannı bir takım âyet ve hadîslerle isbâta
çalışırlar.
Bir kimsenin karısını
kendisine haram etmesi suretiyle yapılan yemin ya ilâ yâhûd da zıhâr olur ki
bunlar az ileride kendi bahislerinde görülecektir.[705]
1116/921-
Âişe
radıyallahü em/m'dan rivayet edildiğine göre Cevn'-in kızı Resûlüllah
saîlallahü aleyhi ve sellem'in yanına alınarak Peygamber (S.A.V.) kendisine
yaklaşınca:
— Senden
Allah'a sığınırım, demiş; bunun
üzerine Resûlüllah (S, A.V.):
— Yemin , iim ki pek büyük bir şeye sığındın;
ailene git; buyururşardır.»[706]
Bu hadisi Buharı
rivâ/et etmiştir.
Cevn'in kızının adını
tayin hususunda pek çok ihtilâf edilmiştir[707].
Fakat ta'yinin bir fâidesi olmadığı için onunla meşgul olunmamıştır. Bu kadın
zamanının en güzel kadmlarındanmış.
Resûlüllah (S.A.V.)
'in onunla nasıl evlendiğini İlmi Sa'd'm Abdül-vâhid b. Ebi Avn tarîki ile
tâhrîc ettiği şu hadîs tafsilâtı ite bildiriyor:
«Abdülvâhİd demiştir
ki: Nu'man b. Ebi'l-Cevn-i Kindi Resûlüllah (S.A.V.)'in yanına geldi ve:
— Ya Resûliillah, seni arapların en güzel kadını
ile evlendiceğİm. Bu kadın amcasının oğlu ile evli
idî (kocası) öldü;
(şimdi) seni istemektedir
dedi. Resûlüllah (S.A.V.):
— Peki
İyi (olur); buyurdular Nu'man :
— Öyle ise onu sana getirecek bîrini gönder; dedi Bunun
üzerine Resûlüllah (S.A.V.)
Ebu Esîd Saîdî'yİ
gönderdi. Ebu Esid
diyor ki:
— Üç gün durdum. Sonra onu beraberimdeki bîr mahaffenin[708] içine
yerleştirdim; böylece ta Medine'ye vasıl oluncaya kadar getirdim; ve kendisini Sâîde oğullarına
misafir bıraktım. Ve Resûlüllah (S.A.V.)
Amr b. Avf oğullarında bulunduğu bir sırada onun yolunu tuttum. Nihayet
ona haber verdim ilâh......»
İbni Ebî Avn7 bunun yedinci
yılın Robıülcvvcl'indc olduğunu söylüyor.
Kıssanın tamamı şudur:
Kadına demişler ki: «Peygamber (S.A.V.)
sana yaklaştığı man ondan istîaze
et; çünkü o böyfe şeylerden pek
h°Ş|an'r-.....»
Böylelikle onu aldatmışlar. Maamâfîh bu
hud'a ve hileyi kadının kendisi yapmış olması ihtimali daha
kuvvetli görülmektedir.
Rivayete göre kadını
bu sözü söylemeye kimin teşvik ettiği Peygamber (S.A.V.) e anlatılınca: «Bu
kadınlar Hz. Yusuf'un (macera) arkadaşları
(olan kadınlar) gibidir.» buyurmuşlardır.
Bu hadis, erkeğin
karısına: «ailene git» demesinin bir talâk olduğuna delildir. Filhakika bu söz
talâkın kinâyelerindendir; onunla boşamak kastediiirse taiâk olur.
(İstütrad : Fıkıh
ilminin beyanına göre boşanma işinde kullanılan sözler sarih ve kinaye olmak
üzere iki nev'idir.
Sarih": Kadın
boşamadan başka bir yerde kullanılmayan sözdür. «Seni boşadım» yâhûd «benden
boş ol» gibi.
Kinaye: Talâka mahsus
olmayıp, hem talâka hem de başka bir şeye ihtimali olan sözdür, «çık git» gibi.
Bu söz: çık git, çünkü seni boşadım; mânâsına gelebildiği gibi: çık git çünkü
ben seni bpşa.mam; mânâsına da gelebilir.
Kinaye sözler
muhteliftir. Bunlarla yerine ve sözüne göre kimi niyetle talâk vâki' olur;
erkeğin boşama niyeti yoksa talâk vâki' olmaz; kimi niyetsiz talâk vâki' olur.
Keza vuku1 bulan talâk y.a ric'î olur yâhûd bâin. Tafsilât fıkıh
kitaplarındandır.)
«Ailenin yanına git»
sözünün talâktan kinaye olduğunu Kâ'b. b. Mâlik kıssası da delâlet eder. Mezkûr
kıssaya göre Mâlik'c «karından uzaklaş» demişler.. O da: «ailen nezdine git ve
onların yantnda kal» demiş; fakat bununla talâkı kastedmemiş; karısı da boş
olmamıştır. Dört mezheb fukâhâ'sının ve diğer bazı ulemâ'mn mezhebi budur.
Zâhirîler'c göre
«Ailenin yanma git» demekle talâk vâki' olmaz. Onlara göre Peygamber (S.A.V.),
bînti Cevn'e nikâh akdetmemiş; ona" yalnız dünürlük yollamıştı. Zîrâ bu
kıssa hakkındaki rivayetler muhteliftir. Sahıh-i Buharî'deki rivayet akid
yapılmadığına delâlet eder. Bu rivayete nazaran Resûlüllah (S.A.V.) kadına:
— Kendini bana bağışla; demiş. Kadın:
— Hiç bir kraliçe kendini bir sokak adamına
bağışlar mı? mukabelesinde bulunmuş; Peygamber (S.A.V.) kendisini teskin etmek
için elini üzerine uzatınca:
— Senden Allah'a sığınırım; demişti.
Zahirîler, Resûlüllah
(S.A.V. 'in «bağışla» demesinden henüz ak-din yapılmamış olduğuna istidlal
etmek jsterlerse de, kadının Peygamber {S.A.V.) 'in yanına getirilmesi ve
elini ona uzatması onlann iddia-, larını çürütür. Çünkü nikâh olmadan zifaf da
yapılmaz; kadına el de uzatılmaz, «Kendini bana bağışla» buyurması kadının
hatırım hoş etmek içindir. Peygamber (S.A.V.) 'in kadının babası ile mehir
üzerinde anlaştıkları da rivayet edilmiştir. Bütün bunlar akdin yapıldığını
sarahate yakın bir kat'iyyetle ifâde etmektedir.[709]
1117/922- «Câbir
radıyollahü (mlı'ûan rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Resûlüllah saüaîlahü
aleyhi ve scîlem:
— Talâk ancak nikâhdan
sonra, köle azadı da milkden sonradır; buyurdular.»[710]
Bu hadîsi Ebu Ya'lâ
rivayet etmiştir. Hâkim onu sahihlemişse de hadîs ma'lûldür. İbni Mâce, M i s
ver b. Mahrama'dan bunun bir mislini tahrîc "etmiştir. İsnadı güzeldir.
Lâkin bu dahi ma'lûldür.
Bu hadîsi sahih bulan
Hâkim: «Ben şcyhryn'e şaşarım. Hadîs kendi şartlarına uygun olarak İbni Ömer,
Âişe, Abdullah b. Abbas, Muaz b. Cebel ve Câbir'dcn sahih olarak rivayet
edilmişken onu nasıl ihmal edebildiler...» demiştir.
Ma'lûl olmasına
gelince. Dâre Kutnı: «Sahîh olan bu hadîs mür-KtUlir. Onun ricali arasında
Câbir yoktur» demiştir. Yahya b. Mam de: «Pcyuamber (S.A.V.) in: nikâhtan önce
talâk yoktur; buyurduğu kendisinden sahîh senedîe gelmiştir.» demiş. İbni Abdil
Bcrr: «Bu hadîs bir çok vecihlerden rivayet edilmiş;; ancak bu rivayetler hadîs
âlimlerince ma'lûldür.» mütâlâasında bulunmuştur.
Cabîr hadisine Misver
rivayeti şahid ise de o da ma'lûldür. Çünkü Zührî üzerinde ihtilâf vardır.
BcyhakU «Bu fcâbta en
sahîh hadîs, Amr b. Şuayb'm babasından o da dedesinden işitmiş olarak rivayet
ettiği hadistir.» diyor Tirmizî: «Bu hadîs, bu bâbta rivayet edilen en güzel
şeydir» demektedir. Buharı dahî : «Bu bâbta en sahîh ve en meşhur şey Amr b.
Şuayb'm babasından onun da dedesinden rivayet ettiği hadîstir.» demiştir.
Bcyhakî; bu hadîsi iyi bir isnadla İbni Mâc&nyn. rivayet ettiğini söylüyor.
Hadîs-i Şerif, yabancı
kadının bosanmıyacağına delildir. Bu talâkın o anda- yapılması bilicmâ' caiz
değildir. Fakat «seni alırsam boş ol» gibi nikâha ta'lîk edilirse mesele
ihtilaflıdır.
Burada üç kavil
vardır:
1—
Böyle bir
sözle mutlak surette talâk vâki' olmaz. İmam Şafii ile Ahmed b. HanbcVın,
Dâvud-u Zahirî'nin ve diğer bazı ulemâ'nın mezhebi budur. Bu kavli Buhnrî yirmi
iki sahabî'den rivayet etmiştir. Delilleri: babımızın hadîsidir. Derler ki:
«Bu hadîsin isnadında söz olsa da rivayet yollarının çokluğu "onu tc'yîd
etmiştir. İbni Abbas (R.A.): «Allah teâlâ: «Ey İman edenler mümineleri nikâh
eder de sonra boşarsıntz; buyurmuş; müminleri boşar da sonra nikâh ederseniz;
dememiştir» şeklinde pek güzel bir mütâlâa beyân etmiştir.
Eir de «Filân kadını
alırsam boş olsun» derken o kadın kendisine yabancıdır. Yenilenen onun
nikâhıdır. Binâenaleyh bu söz, ecnebi bir kadına: «Şu eve girersen boş ol»
demeye benzer. Kadın o anda girmeyip de bu adamla evlendikten sonra girse
bilittifak boş olmaz. Burada da Öyledir.»
2— Ebu
Hanifc (80 — 150) ile diğer bazılarına göre talâkı ta'lîk mutlak surette
caizdir.
3—
İmam
Mâlik ile bazı ulemâ tafsilâta gitmiş ve: «tahsis ederek: filân oğullarından,
yâhud filân yerden alacağım her kadın boş olsun; derse ta!âk vâki'dir. Vakta
izafe ederek: filân vakitte; demesi de aynı hükümdedir. Fakat umumî konuşur da
her aldığım kadın boş olsun derse bir şey vâki' olmaz» demişlerdir.
Hilafın sebebi: Talâk
vâki' olabilmek için evvelâ milkin şart olup olmaması meselesidir. «Milk
şarttır» diyenlere göre ecnebi bir kadının talâkını ta'İîk caiz olmaz. «Şart
değildir» diyenlere göre caizdir. Köle azadı hakkındaki hilaf da talâktakinin
aynıdır; ve Hane-filer'le İmam Ahmea"in esah kavline göre sahîh olur. Bu
mes'elede İbni'l—Kayyim de Henefîler'le beraberdir. Yalnız Îbni'î-Kayyim talâkla
itâk'm arasında fark görmüş «Talâkda talîk caiz değil, itâk'-da caizdir»
demiştir. Delili: Çünkü itaü'de kuvvet ve sirayet vardır. O ortak kölenin
azadında olduğu gibi başkasının milkine sirayet eder. Bir de milki itka' sebep
yapmak sahîhdir; bir adam azâd et-- mek için bir köle satın alabilir. Hem köle
azadı ibâdetlerden syılır.Binâenaleyh onu adamak dahî caizdir. Hattâ adak
yaparken milki olmasa bile sahîhdir: «Allah bana mal verirse şöyle bîr köle
azâd edeceğim» diyebilir.
Îbni'l-Kayy imy in bu
tevcihlerine i't araz edenler olmuştur.[711]
1119/923- «Amr
b. Şuayb'den o da babasından, o da dedesinden radıyaîlahü aıhünıâ işitmiş olmak
üzere rivayet edilmiştir. Dedesi demiştir ki:
ResûlüMah saîlallahü aleyhi ve sellem:
— Âdem oğluna mâlik
olmadığı bir şeyde adak, mâlik olmadığı bi rşeyde İtık ve mâlik olmadığı şeyde
talâk (hakkı) yoktur; buyurdular.»[712]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
ile Tirmizİ tahric etmişlerdir. Tirmîzî onu sa-hîhlemiştir. Buhart'dcn, bu
hadîsin bu bâbta vârid olan en sahîh bir hadîs olduğu nakledilmiştir.
Bcyhâkl; «Bu, en sahîh
ve en meşhur bir hadîstir.» demiştir.
Hadîsin şerh ve îzâhı
yukarıda geçmiştir.[713]
1129/924- «Âişe
radıyallahü nn/ıâ'dan Peygamber saîlallahü aleyhi ve selîem'den duymuş olarak
onun :
— Üç kişiden kalem
kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, büyüyünceye kadar küçükten ve aklı
gelinceye veya ayılıncaya kadar deliden; buyurduğu rivayet edîlmişdİr.[714]
Bu hadîsi Tirmİzî
müstesna Dörtier'le Ahmed rivayet etmişlerdir. Onu Hâkim sahîhlemİş ve İbni
Hibban dahî tahrîc etmiştir.
«Kalem kaldırıldı»
cümlesinin mânası: yazıldı da sonra yokj edildi; demek değil: bunlar hakkında esasen
böyle bir şey yoktur; demrktir ve kalemin kaldırılması muahazo
cdilmiyeceklerindon kinayedir. Yoksa hiç bir şey yazılmıyacak mânâsına
değildir. Çünkü onların sevapları yazılacaktır. Böyle olduğu içindir ki kârını
zararını seçen bir sabinin müslüman oluşu sahîh ve mu'teber addedilmiştir.
Nitekim Peygamber (S.A.V.) kendilerine hizmetle müşerref olan bir yahûdî çocuğuna
İslâmiyet! arzetmiş; çocuk da müslüman olmuş: bunun üzerine Resûlüllah
(S.A.A.):
— Bunu cehennemden
kurtaran Allah'a hamdoisun; demişlerdir.
Bir kadının Peygamber
(S.A.V,)'e bir çocuk arzederek :
— Buna hacc var mı? diye sorduğunu, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) 'in cevaben :
— Evet sana da ecir; buyurmuş olduğunu yerinde
görmüştük. Bu hususta hadîsler çoktur.
Hadîs imamlarının bu
hadîs üzerinde sözleri çoktur.
Hadîs mezkûr üç sınıf
insanın mükellef olmadıklarına delildir. Dalarak uyuyanla henüz kârı zararı
temyizden âciz sabinin mükellef olmadıklarına icmâ1 vardır. Sabî-İ âkil
denilen kârını zararım farkeden sabî hakkında ihtilâf vardır. Hadîs-i Şerif
sabiyi büyüyünceye kadar gayrı mes'ul tutmuştur. Bazıları büyümeyi, oruç tutmağa
namaz kılmağa gücü. yetecek kadar olmakla sınırlandırmışlardır. İmam Ahmcd'in
mezhebi budur, bir takımları on iki yaşına v;m makla, diğerleri bulûğa yaklaşmakla;
başkaları baliğ olmakla tahdîd etmişlerdir.
Bulûğ : Erkeklerde
ihtilâmla ve meninin çıkması İledir. Bu cihet ittifakidir. Kızlarda ise,
bazılarına göre onbeş yaş yâhûd dokuz yaşından sı.m;t avret yerlerinde kıl
bitmesi yâhûd uyanık iken şehvetle menî gelmesidir. Maamâfîh bunların hepsi
hakkında hilaf vardır.
Deli'ye gelince :
Bundan murâd, aklı zail olandır. Bazılarına göre sabî ile sarhoş da bunda
dâhildirler. Sarhoşun talâkı ihtilaflıdır. Bu hususta iki kavil vardır :
Birinci kavle göre
vâki değildir. Osman; Câbîr, Zeyd ve Ömer b. Abdüîâziz (R. Anhüm) ile seleften
bir cemâatin ve İmam Ahmed b. Ranbcl'm mezhebi bu olduğu gibi Zahirîler de buna
kaildirler. Delilleri babımızın hadîsi ile :
[715] «Sarhoşken ne söylediğinizi bilmedikçe namaza
yaklaşmayınız.»
Ayeti Kerîmesidir.
Diyorlar ki: «Âyct-i Kcrîme'dc sarhoşun lafına i'tibâr edilmemiştir, Zîrâ
sarhoş ne söylediğini bilmez; binâenaleyh o mükellef değildir. Çünkü teklifin
şartı bilittifak akıldır. Ne söylediğini bilmeyen akıllı sayılamaz.» Bittabi
muhalliflcr bunu kabul etmiyorlar.
İkinci kavle güre
sarhoşun talakı mu'teber ve vâki'dir. Bu kavil eshab-ı Kirâm'dan: Ali ve İbni
Mes'ud (R.Anhümâ) hazerâtından rivayet olun.mu.sl.ur. Mezhep İmamlarından
Mâlik, Ebu Hamle vo Şafiî'nin kavilleri de budur. Bu zevatın delilleri de
aynen yukarikilcrin istidlal ettikleri âyct-i Kerîme'dİr. Fakat âyeti bunlar
şöyle mütâlâa ediyorlar: Namaza sarhoşken yaklaşmak yasak edilmiştir. Mademki
yasak edilmiştir; o halde sarhoşlar mükellef demektirler. Çünkü mükellef olmayan
bir kimseye şuna yaklaşma, bunu yapma denilemez Bir de sarhoşun talâkı ona bir
ceza ve zecir olmak için vâki'dir. Sonra boş olmak boşanmaya terettüb eder. Ve
hükmün sebebine bağlık ğı kabîlindendir. Binâenaleyh sebep var mı, müsebbeb de
vardır. Buna sarhoşluğun bir tesiri olamaz. Bundan dolayıdır ki Eshâb-ı Kiram,
söz hususunda sarhoşu ayık hükmünde kabul etmişler ve: «Bu adam içtİmi sarhoş
oluyor; sarhoş oldumu zırvalamaya başlıyor; zirvaladımı da iftira ediyor.
Müfterinin cezası ise seksen dayaktır.» de-nıMmlir,
[716] Saîd bin Mansur, Peygamber (S.A.V.) 'den «talâkta
kay-lüle yoktur. hadîsini tahrîc etmiştir. Bu da sarhoşun talâkın vu-ku'una
delâlet eder.
Bu kavle muhalif
olanlardan tbni Hazm-ı Zahirî ile San'anl yu-knnki delilleri çürütmeye
çalışmışlardır. Biz onların sözlerini burada zikrederek meseleyi daha fazla
uzatmaktan sarfı nazar ettik.[717]
Ric'at veya Rac'at
lügatte: geri dönmek, gerilemek.
Şeriatîe ise : Nikâh
miikini devam ettirmek istemek ,yani boşadığı karısına tekrar dönerek aralarındaki
eski nikâhı devam ettirmek istemektir. Bunda nikâh tazelemeğe lüzum yoktur.
Ric'atın şartlan
vardır ki, talâkı sarih lâfızlarla yâhûd kinaye lâfızların bazıları İle
yapmak, mal mukabilinde boşamamak, üç talâkı tamamlamamış olmak, kadının medhulün
biha yani cima' edilmiş olması ric'atm iddet içinde yapılması bu şartlar
cümlesindendir. Ric'atır. meşru' olduğunda hilaf yoktur. Çünkü meşru'iyyeti
kitap, sünnet ve remâ-i ümmet'le sabittir. Kitaptan delili :
«[718] O
kadinlerı ma'ruf vecihle nikâhınızda tutun» âyet-i kerîmesidir.
Sünnetten deli i de
babımızın hadisleridir.[719]
1121/925- «İmran
b. Husayn radıydllahü anhümâ'ûan rivayet olunduğuna göre kendisine: Bir adam
karısını boşayıp da sonra şâhİd ça-> ğirmadan ric'at etse hükmünün ne
olacağı sorulmuş; o da :
— Onun
hem talâkına hem de
ric'atına îşhâd et; demiştir.»[720]
Bu hadisi Ebu Dâvud
böyle mevkuf olacak rivayet etmiştir. Senedi sahihtir. Aynı hadîsi Beyhakî şu
lâfızlarla tahrîc etmiştir : «İmran b. Husayn'a şâhid çağırmadan karısına
ric'at eden kimsenin hükmü sorulmuş; o da:
— Sünnetten gayrı bir şeye istinaden mî? Şİmdî îşhâd ediversin; demiştir.» Taberânî bir
rivayette «Hem Allah'a istiğfar eyle» cümlesini ziyâde etmiştir.
Bu hadîs, ric'atin
meşru' olduğuna delildir. Ric'atte asıl :
«[721]
Kocaları onları iade için en ziyâde hak sahibidirler.» âyeti kerîmesidir.
Talâk-ı ric'îde kocanın karısına ric'at etmeğe hakkı olduğu ulemâ'nın ittifakı
ile sabittir. Yalnız kadının iddeti içinde bulunması şarttır. Ric'at için
kadının veya velîsinin rızası da şart değildir. Yeter ki talâk cimâ'dan sonra
vuku' bulsun.
Hadis-i Şerif, Talâk
Süresindeki:
«[722] Sizden
iki adaletli kimseyi de şâhid çağırın.» âyet-i kerîmesi'nin delâlet ettiği
mânâya delâlet etmektedir. Emrin zahiri vücûb ifâde ediyor. İmam. Şafiî'nin
eski.mezhebi budur.
Hadîs, Hazretî İmran'm
ietihaden söylediği kendi sözü de olabilir: Burada içtihada müsaade vardır.
Ancak: «sünnetten gayrı bir şeye istinaden mi?» diye sorması buna mani gibi
görünüyor. Çünkü sahâbi'nin dilinden sünnet itlâk edilirse ondan Peygamber
(S.A.V.) 'in sünneti kastedilir; ve hadîs merfu' sayılır. Şu kadar var ki
vücûba delâlet etmez çünkü îcabla nedib arasında mülcreddid bir sünnettir.
Ric'at kavli ve fiilî
olmak üzere iki kısımdır:
Kavlî Ric'at : «sana
ric'at ettim, gibi sözlerle yapılandım. Bunun sahih olduğunda ittifak vardır.
Fiilî ric'at cima' gibi bir fiille olur. Bunun c?iz olup olmadığı
ihtilaflıdır, İmam Şafiî ile bazılarına göre fiil ile ric'at caiz olmaz; zîrâ
fiil zaten talâkla haram olmuştu.
Bir de Teâlâ Hazretleri
işhâd'ı zikretmiştir. îşhâd ancak söz üzerine olur. Fakat Şafiî'ye: işhâd
vâcib değildir; diye cevap verilmiştir.
Hanefîler'le Cumhur-u
ulemâya göre fiilen ric'at caizdir. Fakan onlar da fiil için niyetin şart olup
olmadığında ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik'c göre fiil iğin niyet .şarttır.
Cumhur'a göre niyetsiz de şahindir; çünkü kadın şer'an zevcosidir. Bir adamın
karısına dokunması ve sair halleri için niyet etmesi bilicmâ' şart değildir.
Ric'at ettiğini kadına
bildirmesine gelince: ekser-i ulemâ'ya göre kadın başka kocaya gitmesin diye
kendisine ric'at ettiğini bildirmek vâcibtir. "Hanefîier'e göre vâcib
değil -müstehâbtır. Scrnerc-i hilaf şudur: Kocasının ric'at ettiğini bilmeyen
kadın başka kocaya gitse ekser-i ulemâ'ya göre nikâh bâtıldır. Kadın ric'at
eden kocasına verilir. İmam Mâlik'den bir rivayete göre kadına cima' etmiş
olsun olmasın, kadın ikinci kocasına aittir. Delili: İbni Vc/ıb'in Yunus'ta,n
onun da İbni Şihâb'âan onun da Saîd b. .cl-Müscyyeb'den rivayet ettiği şu
hadistir :
«Karısını boşayıp
sonra ona rîc'at eden fakat ric'at ettiğini kendisinden gizliyen; ve böylece
karısı iddetini bitirerek başka kocaya varan hakkında sünnet: (O kadına ait
elinde hiç bir şey yoktur; kadın evlendiği adamin-(karısı) dır.) şeklinde devam
ede gelmiştir.» ancak söylendiğine göre bu hadîsi yalnız İbni Şihâb rivayet
etmiştir ki, bu zât Zührî'nin kendisidir. Şu halde onun kendi sözü olmuş olur;
ve bittabi hüccet değildir, Cumhur'a da TirmizVnin Semu-retübnü Cündeb'den
rivayet ettiği şu hadîs şahiddir:
«Herhangi bir kadını
iki kişi alırsa o kadın onların birincisine
aittir.»
Dikkat edilecek bir
cihet de Teâ!â hazretleri'nin «[723] eğer
ıslah-ı hâl etmek isterlerse kocaları Wiei içinde kadınların kendilerine iade
edilmesine en müstahik kimselerdir.» âyet-i kerîmesidir. Şayet kadına ric'aL
etmekten maksadı geçinmek değilse bu ric'at doğru değildir. Çünkü bunda ne
ıslah vardır; ne de Allah'ın emirlerine riayet.
Maamâfih bazıları: ric'at
için ıslah-ı hal şart değildir; diyorlar.[724]
1122/926-
«Ibni
Ömer ılıdıyallahü anhümd'âan rivayet olunduğuna göre-kendisf karısınr boşadiğt
zaman Peygamber sallaiîahü aleyhi ve
jseîîcm Ömer'e :
—Ona emret dfe kadına
müracaat etsin; bjyurmuşlardır.»[725]
Hadîs mütfefekun
aleyhtir.
Bu hadîs hakkında dahi
yukarıda yeler derecede söz geçti.[726]
Nikâhlı bir kadın
kocasına dört yoldan biri ile haram olur: Bunlar Talâk, İlâ, Zihar ve Lîân'dır.
Talâkı yukarıda
gördük, şimdi sıra İlâ'ya geldi : Çünkü talâka en yakın olan odur. Şöyle ki:
Talâk- yeri gelince mubah olur. ilâ da bir cihetle yemin olduğundan moşru'dur.
Diğer cihetten bunda zulüm mânâsı vardır*; zîrâ kadının cima' hakkım men'eder.
Halbuki Zihâr'la liân'da meşru' bir cihet yoktur. İşte bir cihetle mubah olduğu
için İlâ, Zi-hârla Hân'a nisbetle talâka daha yakındır.
îlâ: lügatte: yemin demektir.
Şerialte ise: Karısına dört ay veya daha fazla
yaklaşmaktan yeminlete/kidii bir şekilde nefsi menetmektir. Sebebi : Talâk-ı
ric'idir.
Şartı : Koçanın ehil,
karısının da mahal olması; ve îlâ'nm dört aydan az olmamasıdır.
Rüknü ; «Vallahi sana
dört ay yaklaşmıyacağım.» demek veya buna benzer bir şey söylemektir.
Hükmü : Sözünde durup
karısına yaklaşmadığı takdirde müddet geçince bir taiâk-ı bâin vâki' olmak;
sözünde durmadığı taktirde keffâ-ret veya muallâk olan cezanın lüzumudur.
îlâ'nm da talâk gibi
sarih ve kinaye lâfızları vardır.
Sarih sözleri : «Sana
yaklaşmam; seninle cima' etmem» gibi niyete ihtiyaç bırakmıyan lâfızlardır.
Kinaye sözleri : «Sana
dokunmam, sana gelmem, seninle bir yaşlıkta yatmam» gibi mutlaka niyete muhtaç
olan lâfızlardır.
Zıhârla Hân hakkında
£.z ileride izahat verilecektir.[727]
1124/927- Âişe
radıyallahü anhâ'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah sallaiîahü
aleyhi ve sellem, kadınlarına îlâ yaptı da (Mariye'yi veya balı kendisine)
haram kıldı. Arkasından da haramı helâl yaptı. Ve yemîn için keffâret verdi.»[728]
Bu hadîsi Tİrmizı
rivayet etmiştir. Kavileri sikadırlar.
Tirmizl bu hadîsin
mürsol olan rivayetini mevsul rivayetine tercih etmiştir.
Hâdis-i Şerif, erkeğin
karısına yaklaşmamak için yemin edebileceğine delilidir.
Resûlüllah (S.A.V.)
'in îlâ'sma sebeb Uşldl eden hâdise ile haram kıldığı şey hususundaki
rivayetler muhteliftir. Bunları şöyle hülâsa edebiliriz:
1— Bu îlâ'ya
sebep Hz. Hafsa (R, Anhâ)'mn Peygamber (S.A.V.) tarafından kendisine tevdi'
edilen bir sırrı ifşa etmesidir. Sırrın ne olduğu ihtilaflıdır. Bir rivayette
Resûlüllah (S.A.V.)'in cariyesi Mariye'yi kendisine haram etmesi mes'elesidir.
Peygamber (S.A.V.) bu sırrı Hz. Hafsa'ya söylemiş o da onu Hz. Âişe'ye haber
vermiştir. Diğer rivayette, Hafsa'ya söylediği sır bal yemeği kendisine haram
etmesidir; Başka bir kavle göre, Hafsa (R. Anhâ)'ya tevdî' buyuruları sır, babasının
Hz. Ebu Bekir (R. A./den sonra halîfe olacağıdır.
2—
îlâ'nın
sebebi: Resûiüllah (S.A.V.)'in gelen bir hodiyyeyi ka-dıniarı arasında taksim
etmesi; fakat Zeyneb bintî Cahş (R. Anhâ)'mn kendi nasibine açı olmamasıdır.
3— Kadınlarının
Peygamber (S.A.V.)'dcn nafaka
istemeleridir. Bunu İmam Müslim'in tahrîc ettiği Câbir hadîsinden anlıyoruz.
Hâsılı Resûl-ü Ekrem
(S .V.) 'in îlâ'sına sebeb : üç şeyden
biridir..
a) Ya Hz.
Hafsa'nm sırrı ifşa etmesi,
b) Ya
hcdiyyc tevzii,
c) Yâhud da
nafaka talebidir.
Hz. Hafsa'ya.tevdi'
buyurulan sır dahî:
a) Ya
Marîyye'yi kendisine haram etmesi,
b) Ya bal meselesi,
c) Yâhud
hcdiyye tevziinden dolayı canının sıkılmasıdtr.
Musannif merhum şöyle
diyor : «Peygamber (S.A.V.)'in güze! ahlâkına, sabr-ü tahammülüne ve
lütufkârlığına yakışan, kadınlarından uzaklaşmasına onların hepsinin birden
sebeb olmasıdır.»
Hadîsteki, «haram
kıldı» ta'birindcn murâd ya cariyesi Mariye yâhud baldır.
Mezkûr bal meselesi :
Hz. Zeyneb (R. Aıhd)'mn kendisine hcdiyye edilen bir miktar baldan nevbeti
gününde Resûiüllah (S.A.V.)'e ikram etmesi ve bu münasebetle onun yanında
biraz fazlaca kaldığı için dîğor zevcelerinin ileri geri söylenmeleridir.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)in bundan müteessir olarak bal yemeyi kendine haram
ettiğine dâir rivayet vardır.
Hadîs-i şerif, îlâ'ya.
delildir. İbni Battal (— 444) buna cezmen hükmetmiştir. Bazıları buna i'tirâz
etmiş; ve : «haram kılmanın cimâ'a âid olduğu tasrih edilmiştir. Binâenaleyh
kafi bir şey söylemek doğru olamaz demişlerdir. Musannif dahî, «Bu hususta sarih
bir nakil bulamadım» diyor.[729]
1124/928- «İbnî
Ömer radıyaîlahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki :
— Dört ay geçti mi
îlâ'yı yapan boşaymeaya kadar durur. O boşa-madıkça aleyhine talâk vâki'
olamaz.»[730]
Bu hadîsi Buharı
tahrîc etmiştir.
Hndis-i şerîf :
[731] «kadınlarına îlâ yapanlar için dört ay beklemek
vardır» âyeti kerî-mesİ'nin tefsiri gibidir. Ulemâ îlâ'nm bir kaç meselesi
hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bu meseleler .şunlardır:
1— Yemin
Cumhur-u ulemâya göre eimâ'dan vazgeçmeyi bildiren her yemin lâfziyle olabilir.
Bazıları : «Allah'a yapılandan başka
mün'-akid olamaz; çünkü Allah'dan başka bir şeye yapılan yemin zaten yemin
değildir» diyorlar.
2— îlâ'nın
tealiûk ettiği şey, bazılarına
güre sarahaten veya
kinaye yolu iic cimâ'ı yâhud konuşmayı terketmektir.
Cumhur'a göre ise
cimâ'ı sarahaten terketmek zarurîdir.
Sırf kadından uzaklaşmak kâfi gelmez. Burada asıl olan:
[732] «karılarına ilâ yapanlar için dört ay beklemek
vardır» âyet-i kerî-me'sidir. Bu âyet, îlâ müddetini uzatan câ'ıiliyet âdetini
yıkmak için nâzİl olmuştur. Filhakika câhiliyet devrinde bir adam. karısına iki
sene îlâ yapabiliyordu. Teâlâ Hazretleri bunu ibtâl ederek ilâ'yı yapana dört
ay mühlet verdi.
3— îlâ'nm
müddeti. Cumhur'a ve Hanefler'e göre behemehal dört uy veya fazla olacaktır.
Bazılarına göre îlâ için zamanın azı çoğu müsavidir. Bunlar âyet'in yalnız baş
tarafı ile istidlal ederlerse de, kendilerine: âyet'te «dört ay» ta'birinin de
zikredilmiş olduğu hatırlatılarak cc-vîıp verilmiştir. Zîrâ bu dört ay,
mühletin müddetidir; ve borç müddetine benzer. Kadına dönüş ancak dört ay
geçtikten sonra olur.
4—
Cumhur'a
göre müddetin geçmesi talâk değildir. Ashâb-ı Kiramın ekserisi ile Ebu
Hanîfc'ye göre dört ay geçti mi, kadın boş olur. Cumhur dört ayın geçmesiyle
talâk vâki' olamayacağına âyette ric'atle boşamaya niyet arasında muhayyer
bırakılması deliline istidiâl ederler.
5— Kadına
dönmek, bazılarına göre cimâ'a muktedir olana cima' ile, muktedir olmayan
özürlüye özrünü beyânla olur. Bazıları :
Yeminimden döndüm.; demekle olur, demişlerdir.
Bir takımları: «ma'zur hakkında dönme niyyetle olur» derler.
6— Karısına
dönene kof farelin icabedip etmİy ereği ihtilaflıdır. Cumhura göre keffaret
verrjıo'k -vâcibtir; zira ilâ bir yemindir; bu adam yeıninindcn dönmüştür.
Binâenaleyh yemin keffareli verecektir. Delilleri:
«Bir kimse bir yemin
eder de sonra başkasını ondan daha hayırlı görürse hemen yemininden dolayı
keffâret versin de, o hayır oian şeyi yapsın.» hadîs-i .şerifidir.
Hanefî-ler'le diğer bazı ulemâ'ya göre ise keffaret lâzım değildir. Çünkü Teâtâ
Hazretleri :
[733] «Eğer rücu' ederlerse, şüphe yok ki, Allah pek ziyâde
afvedrcidir; acıyıcıdır.» buyurmuştur.[734]
1124/929-
«Süleyman b. Yesâr[735]
radıyallahü an/ı'den rivayet edilmiştir. Demişlir kî: Resûlülîah salîallahü
aleyhi ve sellem'ifi eshabın-dan on küsur kişiye yetiştim. Hepsi mûlîyi
durduruyordu.»
[736]
Bu hadîsi Şâfİî
rivayet etmiştir.
İbni Kcsir'in «cZ -
îrşâd» adlı eserinde, İmam Şafiî'nin mezkûr hadisi rivayet ettikten sonra : «Bu
sayının en azı on üçtür.» dediği kaydedilmiştir. Bittabi bu sözü ile «on küsur»
ta'birini kasdetmiştir. «Hepsi mû'îyi durduruyordu.» demek : ilâ yapanı dört ay bekletiyordu; demektir.
Nitekim yine Süleyman b. Yesâr (R.A.)'dan bir basen k;ı t;ırikic rivayet
edildiğine göre : «Bizim yetiştiğimizde nâs dör) ay geçti mT İlâyı durdururdu»
demiştir. Şu halde kitabımızın hadîsi bununla mukayyeti olmuş ölür. Dûrr
Kitini dahî Süheyl b. Ebî Sâlih'den babasının:
«Sahâbe'den on iki kişiye ilâ
yapanın hükmünü sordum:
— Dört ay geçinceye
kadar ona bîr şey yoktur; o zaman artık durdurulur. Karısına dönerse ne alâ.
Dönmezse boşar; dediler.» seklinde beyanatta bulunduğu rivayet olunmuştur.
İsmdüî, İbni Ömer (R. A.)'-ın : «Her kim karısına îîâ yaparsa, dört ay
geçtikten sonra durdurulur. Tâ kî ya boşar, yâhud ona döner; dört ay geçtikten
sonra o adam durdurulmadıkça talâk vâki' olmaz» dediğini rivayet eder.
Bu hususta seleften
pek çok eserler rivayet edilmiştir. Bunların hepsi dört ay geçtikten sonra
mûlîyi durdurmanın lüzumuna delâlet ederler.
Mûlî'nin
durdurulmasından murâd: az evvel arzettiğimiz vecihle ondan ya karısına dönmesi,
yâhud onu boşamasının İstenmesidir. Cumhura göre mücerret müddet geçmekle
talâk vâki1 olmaz. Bir de onlara göre vâki' olan talâk ric'î olur.
Âmme-i Eshâb ile
Hanefîler'e göre dört ay geçti mi, talâk kendiliğinden vâki1 olur. Bu talâk
ric'î değil, bâindir.[737]
1124/930- «İbni
Abbas radıyallahih anhümâ'âan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Câhiliyyet
devrinin İlâsı bir sene, İki sene idî. Allah dört ayı (ona) vakit tayın etti.
Binâenaleyh dört aydan az olursa îlâ değildir.»[738]
Bu hadîsi Beyhakî
tahrîc etmiştir.
Hadîsi İbni Abbas (R.
A.)'dan Tabcrdnî dahî tahrîc etmiştir. îmanı Şafiî diyor ki : «Câhiliyyet
devrinde araplar üç şeye yemin ederlerdi. Bir rivayette : Talâkı, Zıhârı, ve
îlâyı alel ıtlak yaparlardı. Allah Teâlâ ilâ ile Zîharı câhiliyyet devrindeki zevcenin
ayrılması mânâsından'şcrîatteki müstakar hükümlü vaziyetlerine nakletti!
Talâkın hükmü ise oldujaı gibi kaldı.»
Hadisimiz îlâ
müddetinin en az dört ay olduğuna delildir.[739]
Zıhâr, lügatte (zahr)
yani sırt kelimesinden alınan bir masdardır. Dargın olan iki kişinin birbirine
sırtlarını çevirmelerini ifade eder.
Şerîatte : Karısını
veya onun bütün bedeninden kinaye olabilecek bir cüVi'.nü yâhud yarı, çeyrek
gibi şayi" bir cüz'ünü (annesi gibi) nikâhı kendisine ebediyyen haram
oîan bir kadının bakılması ebediyyen haranı bir yerine benzetmekdir.
Şartı : Kadının kendi
karısı olması; erkeğin de keffâret ehlinden bulunmasıdır. Binâenaleyh sabinin
ve delinin yâhud ehl-i Kitâb'ın zıhâr-ları sahih değildir. Çünkü bunlar
keffâret ehli değildirler.
Rüknü : Zikri geçen
teşbihe şâmil olan sözdür.
Hükmü : Keffâret
verinceye kadar cimâ'ın ve cimâ'a mukaddime sayılan şeylerin haram olmasıdır.
Keffâret : Tekfirden
alınma mübalâğa sîgasıdır. Tekfir örtmek demektir. Günahları örttüğü için
keffârete bu isim verilmiştir. Yemin kef-fâreti üç şeyden birini ihtiyar etmek
suretiyle verilir. Yani dilerse bir köle azâd eder, isterse on fakiri bir gün
doyurur; yâhud onları giydirir. Bunları yapamazsa üç gün arka arkaya oruç
tutar.
Zıha," keffâreti
: bir köle azadıdır. Bunu yapamadığı takdirde iki ay ara vermeksizin oruç
tutar. Buna da kudreti yoksa altmış fakiri bir gün doyurur.
Zıhârın vücûbıınun
sebebi : ihtilaflıdır. Hanefller'dcn bazılarına göre zıhârı yapmak ve ondan
dönmektir. Diğer bazılarına göre cimâ'a niyet etmektir. Kemâl b. Hümam
(788—86:)'a göre tahrîmin sübûtudur. hnnm. Şafii : «Zihâr'ın sebeb-i vücûdu,
onu yaptıktan sonra kadını boşayacak kadar bir müddet susmaktır.» der.
Zıhâr'ın
meşru'iyyetine sebep : Havle yâhud Huveyle bînti Mâlik b. Sa'lebe kıssayıdır.
Havle, Evs b. es-^âmit'in nikâhında imiş. Karı koca ikisi de Ensâr'dan imişbr.
Evs (R. A.) cima' etmek istemiş Havle nızı olmamış. Bunun üzerine o da:
«— Sen bana annemin
sırtı gibi ol» demiş. îşie îsiâmda ilk zıhâr, bu olmuş. Sonradan Evs (R.A.)
yaptığına pişman olmuş. Câlıiliyyet devrinde
zıhâr talâk sayılırmiş. Bunu düşünerek Evs (R.A.) :
«- Vallahi
zannetmiyorum ki bana haram olmuş olmayas.n» demiş.
«-Vallahi bu talâk
değildir» diyerek Resûlüllah (S.A.V.)'c gelmiş ve:
«- Evs beni genç,
zengin, mal ve aile sahib* iken aldı. Malımı yiyip gençliğimi bitirdikten;
ailem dağılıp yaşım derledikten sonra bana r.hâr yaptı. Şimdi pişman oldu.
Acaba onunla ikimizi bir araya getirecek ve beni kurtaracağ.n bir çâre var
mı?» demiş. Resûlüllah (S.A.V.):
_ Ona haram olmuşsun
buyurmuşlar. Artık kadın Resûlüllah (S.A.V.)'e gidip gelmeğe başlamış Resûl-ü
Ekrem kendisine :
— Haran, olmuşsun; dedikçe feryâd eder :
_ İhtiyaç ve sıkıntımı
ancak Allah'a şikâyet ederim; küçük çocuklarım var. Bunları ona versem mahvolurlar.
Kendim alsam aç kalırlar; der ve :
— Yâ Rabbî şikâyetim
sanadır. Allah'ım, Peygamberine vahi indir; dîye yalvanrmış.Nihayet
Resûlüllah (S.A.V.)'i eskiden kaplayan
hâl kaplamış. Açıldığı zaman :
— Yâ Havle, seninle
Evs hakkında Allah Kur'ân indirdi; demiş ve :
«[740]
Allah kocası hakkında sana müracaat eden kadının duasını kabul elti...» âyet-i
kerîmesini okumuştur.[741]
1125/931- «(Yine)
İbnİ Abbas radıyallahü rmVden rivayet edildiğine göre bîr adam karısına zıhâr
yapmış; sonra ona cima' etmîş; ve Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e
gelerek :
— Ben
onunla keffâref vermezden önce
cima' ettim; demiş. Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve scllcm :
— O halde Allah'ın sana emrettiğini yapmadıkça
ona yaklaşma; buyurmuşlardır».[742]
Bu hadisi Dörtler
rivayet etmiştir. Tirmizî onu sahîhlemis, Nesaî ise mürsel oluşunu tercih
etmiştir. Aynı hadîsi Bezzar başka bir vecih-ten ibnî Abbas'dan rivayet etmi.s;
ve ona : «keffâret Ver de bir daha yapma» cümlesini ziyâde etmiştir.
Hadİs-i şerif zıhâr'a
doîildir. Mürsel oluşu zarar etmez. Zîrâ bir hadîsin hem mürsel hom mevsııl
yollardan rivayet edilmesi illet değil, bilâkis onun kuvvetini arttırır.
Zıhâr'm haram olduğuna
ulemâ ittifak halindedirler. Zıhâr esas i'tibâriyle karısını annesinin sırtına
benzetmekle yapılır. Ulemâ bunda da ittifak ettikten sonra zıhâra âid bazı
mes'eleler hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1— Bir adam
karısını annesinin sırtından başka bir uzvuna ben-zol.se ekser-i ulemâ'ya göre
yine zıhâr olur. Bazılarına güre kendisine benzetilen uzvun, bakılması haram
olan a'zadan olması şarttır.
2—
Karısını
annesinden başka bir mahrem kadına, meselâ ablasına benzetse bazılarına göre
zıhâr olmaz; zîrâ nass anne hakkındadır.
Ha-nefîler"le, Şâtfîler'e ve Mâlikİler'e göre, süt cihetinden bile olsa
bir mahrem kadına benzetmek zıhâr olur. Çünkü illet ebedî haram oluşudur. Bu
ise bütün mahrem kadınlarda vardır; yalnız anneye münhasır değildir.
t mam Mâlik ile
Ahr.ıcd'e göre kendisine benzetilen kadının nikâhı ebediyyen haram olmasa bile
zıhâr yine vâki'dir. Hattâ tmam-t Ahmcd hayvana benzetmekle bile zıhâr
yapılabileceğini söylemiştir.
3— Kâfirin
zıhârı : Bazılarına göre vâki'dir; çünkü kitap umumîdir. Hanefîler'Ie diğer bazı ufemâ'ya göre vâki'
değildir. Zîrâ, zıhâra keffâret teret'tüb eder; halbuki kâfir keffârete ehil
değildir. «Kâfirin zıhârı mün'akid
olur» diyenler, onun hakkında oruç tutmak sahih olmı-yacağı için, köie azadı
veya fakir doyurmak sureti ile keffâret vereceğine kail olmuşlardır. Fakat
bunlara : «Keffâret niyeti ile köle azâd etmek ve fakir
doyurmak da birer ibâdettir; halbuki
kâfirin ibâdeti sahih değildir.» diye cevap verilmiştir.
4— Câriyyeyc
zıhâr Hanefîler'Ie Şâfiîler'e göre sahîh değildir. Çünkü zıhâr âyeti cariyeye
şâmil değildir. İmam Mâlik ve başkaları «sahîhdir; zîrâ âyetteki (kadınlar)
sözünde cariyeler de dâhildir.» derler. Şu kadar var ki: «sahîh olur» diyenler
câriye hakkında kefâretin neden olacağında ihtilâf etmişlerdir.İmam Mâlik'e
göre cariyeye yapılan zıhârda yarım keffâret verileceğini söyleyenler olmuştur.
5— Hadîs-î
şerif, keffâret vermeden zıhârla kadına cima' etmenin haram olduğuna delildir.
Bu cihet .'.ıtifâkîdir. Keffâret vermezden önce cima' etse ayrı keffâret lâzım
gelmez. Es-Salt b. Dinar : «Fukâhâdan on[743]
kişiye keffâret vermeden cima' eden zıhârcımn hükmünü sordum. Bir keffâret
lâzım g-clir; dediler» diyor. Dört mezhebin imamları da bu hükme kaildirler.
Ibni Ömer (R.A.)'dan
burada iki keffâret lâzım geleceği; bunlardan birinin zıhâr, diğerinin cima'
için sayılacağı rivayet edilmiştir. Bunun zıddına olarak Zührl ile tbni
Cübcyr'âen keffâretin sakıt olduğu rivayet olunmuştur. Zira keffâretin zamanı
cimâ'dan önceki vakittir; bu ise geçmiştir. Bunlara da : «Edâ zamanının
geçmesi; zimmette sabit olan bir şeyi ıskat etmez. Nitekim namaz ve şâir
ibâdetler de Öyledir.» diye cevap verilmiştir.
Cimâ'ın mukaddimeleri
hususunda ihtilâf vardır. Bazılarına göre bunların hükmü aynen cimâ'ın hükmü
gibidir. Ekser-i ulemâ'mn kavli budur. Diğer bazılarına göre cima1
mukaddimeleri cima' hükmünde değildir, Çünkü (mesîs) den murâd, cimâ'dır; onun
mukaddimeleri değildir. Bu sözün onlara şümulü ancak mecaz suretiyle olabilir.
Burada mecazı kasd etmek de caiz değildir. Zîrâ hakikatle mecazı bir arada
kullanmak lâzım gelir ki, bu caiz değildir.
Hanefîîer'le EvsaVden
bir rivayete göre gömlek iterinden istifâde etmek caizdir. Buna mübaşeret
derler.[744]
1126/932-
«Selemetü'bnü[745] Sahr radıyallahü nnh'den
rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Ramazan ayı girdi. Ben karıma cima' ederim
diye korktum da ona zıhâr yaptım. Bİr de bir gece onun bîr tarafı bana
açı-lıver'di. Hemen ona yakınlık ettim.- Bunun üzerine Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve sellem bana :
— Bir köle âzâd et; dedi. Ben:
Boynumdan başka hiç bir şeye mâlik değilim; dedim:
— O halde iki ay
birbiri ardına oruç tut; buyurdu. Ben :
__ Zâten
başıma ne geldi ise oruçtan gelmedi mi? dedim. Resül-ü Ekrem (S.A.V.) :
— Bir farak hurmayı altmış fakire yedir;
buyurdular.»[746]
Bu hadisi Nesâi müstesna Dortler'Ie Ahmed rivayet etmiştir.
Onu İbnİ Hüzeyme ile İbni Cârûd sahih lemislerdir.
Buharı : Hz.
Seleme'nin zıhâr hakkındaki bu hadîsinin sahih olmadığını söylüyor.
Abdülhak bu hindisi
Süleyman'la Seleme arasında inkiln" bulunmakla illetiendirmiştir. Çünkü
Süleyman Seleme'ye. yetişmemiştir. Bunu Tirmizl, BuharVden nakletmiştîr.
Hadîs-i şerifte bir
çok meseleler vardır; ki, bazıları şunlardır:
1— Keffârct
hasletlerinin âyette olduğu gibi tertibine delâlet eder. Tcrtib mes'elesi ulemâ
arasında ittifakîdir.
2— Gerek
âyette, gerekse hadîste (rakabe) lâfzı
mutlaktır. Yani imanla kayıtlanmamıştır. (Rakabe: boyun demektir. Ve cüz'ü
zikir küllü kasıd kabilinden mecâz-ı mürsel olup bununla erkek ve kadın köle
murâd edilir).
Katil âyetî'nde ise
(rakabe) mümin olmakla kayıdhdır. Bu sebeple u!emâ ibtilâf etmişlerdir. Ebu
Hanîfe ile diğer bir takım ulemâ burada (rakabe)'nin imanla takyîd
edilemeyeceğine kaildirler; çünkü katil hâdisesindeki sebeble buradaki sebeb
bir değildir. Mes'ele usûl-i Fıkıh mes'elesidir.[747]
İmam Mâlik ile Şafiî
«kâfir bir kölenin keffârct için kâfi gelmiyeceğine kail olmuşlardır. Onlara
göre sebep muhtelif olmakla beraber zıhâr âyetîndeki mutlak (rakabe) katil
âyetindeki mukayyede hamlolunur. Onlar «bunu sünnet de tc'yid ediyor» derler.
Şöyle ki : Suâli soran
zât Resûlüllah (S.A.V.)'e elindeki cariyeden keffâret olup olrmyacağını sormağa
geldiği zaman Peygamber (S.. ..V.) cariyeye :
— Allah nerededir? diye sormuş. Câriye :
Göktedir; cevabını
vermiş. Resûîüllah (S.A.V.) :
— Ben kİmİm? diye sormuş. Câriye :
__ San Resûlüllahstn;
demiş. Bunun üzerine :
— Oyıu âzâd eyle; çünkü o müminedir;
buyurmuşlardır, Bu iradîsi Buharı ve başkaları tahrîc etmişlerdir.
îşte Pe gamber
(S.A.V.)in cariyeye îman sorup keffârelin sıfat ve sebebini sormaması bir
sebeple âzâd olunan her rakabede imanın muteber olduğuna delildir, çünkü
«ihtimal mevcud iken bir şeyde soruşturmayı terketmek, o sözü umum mertebesine
çıkarır» diyorlar.
Lâkin Ebu Davud'un Ha.
Ebu Hürcyro (R, A./den rivayet ettiği bir hadîste şöyle buyuruluyor :
«Yâ Resûlüllah, benim
mümin bir câriye borcum var; İlâh...» demiştir, îzzüddin-i Zehebî : «Bu hadîs
sahihtir» diyor. Çu halde bu hadiste ŞâfÜier'in müddeâlarına delil yoktur.
Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'-in cariyeye imanı sorması, sahibi : «O mü'minedir»
dediği içindir.
3— Kusurlu
köleden keffâret olup olmıyacağı ihtilaflıdır. Dâvud-U Zahirî (202—270) ile bir
cemâate göre olur. Diğer ulemâ «kusurlu köle veya cariyeden keffâret olmaz»
derler. Şunlar keffâret için köle azadım kurbana kıyas ederler: zira her
ikisine de Allah'a ibadet vardır.
Hanefîler'le Şâfiîler
bu mes'elede tafsilâta gitmiş; ve: «bir gözünün görmesi gibi kendisinden
beklenen faydayı haleldar etmeyecek kusurları afvedilir; Fakat: îki elinin veya
ayağının kesilmesi gibi hiç bir faydası kalmamış veya faydası pek az kalmışsa,
ondan keffâret olmaz» demişlerdir.
4— Peygamber
(S.A.V.)'in : «o halde birbiri ardına iki ay oruç tut» buyurması orucu ara
vermeden birbiri ardınca tutmanın vücûbuna delâlet ediyor. Nitekim âyet de aynı
mânâyadır. Oî*»'ç esnasında cima' etmemek de şarttır. Şâyed cima' ederse oruca
yenfHen başlar. Kadına gündüz kasten yakınlık ederse bilicmâ' oruca yeniden
başlamak îcâbeder. Ebu Hanife ile diğer bazı ulemâ'ya göre kasden cima'
mes'elesinde gece ile gündüzün bir farkı yoktur; hüküm her birdir. Hattâ
unutarak cima' etmek bile aynı hükümdedir; oruca yeniden başlamayı îcâbeder.
Çünkü delil umumîdir.
İmam Ebu Yusuf (113—
-182) ile imam Şafii (150—204)'ye. göre ise ireue.lc.vin kasden yapılan cima'
ile unutarak yapılan cima1 zarar etmez. Zîrâ nehyin illeti orucu bozmaktır.
Halbuki bu iki nev'i ei-mâ'da oruç ;jozmak yoktur.
5— Suâl
sahibi «Boynumdan başka hiç bir şeye mâlik değilim» dedikten sonra Peygamber {S.A.V.pn «O halde OTUÇ tut» İHiynrması âyel-i kerhru'nin delâlet etliği
urfîbin a\nına delâlet ediyor. Y;mİ kendisine kct'fâf- 't İc;'ıİH{|f n evvelâ küle â/âdı ile mükelleftir. Şâyrd zamanımızda olduğu tfihi
küle. câriye yoksa o zaman
oruca tfeeer; ona
da iktidarı yoks i altmış fakiri doyurur. Hâsılı tertib vâeibfir.
6—
Ger
k Kıtr'ân'ın gerekse hadîsin ibareleri
aitmiş fakiri doyurmayı tasrih etmektedir. Sanki hu iki ayın her günü iein bir
fakir doyurul, uaktır. Acaba bir günde alımıs fakir yerine altmış gün bir
fakir du-yursa kifâyv. etmezini? Bu mes'ele de ihtilaflıdır.
İmam Mâlik (93—179)
ile Ahmrd b. Ilnnbrî (161—241) İmam Şâfü ve diğer bazılarına göre a'tmı.ş khiyi
bir gün doyurmak lûbüd-düı-. Çünkü âyet'in /.âhiri bunu emrediyor. Hanefîier'ie
başkalarına göre Iıir fakiri altmış gün doyurmak kâfi geldiği gibi altmış
adedini dolduruncaya ';adar bir kaç kişiyi her gün doyurmak da caizdir. Zira
doyurulan fakir ertesi gün için yine doyurulmaya müstehaktır.
hnrtm Ahmrd'ûen bu
mes'eledc üç kavil rivayet olunmuştur. Funlarm ikisi HaneFîler'Ic Şâliiier'in
kavilleri gibi olup üçüncüsü de şudur: Bir fakkden başkasını bulabiiirse her
gün o fakiri doyurmak câİz degüdir. Ondan başkasını bulamıyorsa onu günlüğün
doyurmak caiz ol.
7— Her
fakire ne kadar yiyecek vcriİeceği ihtilaflıdır. Hanefîler'le diğer bazılarına
göre vâcib olan: kuru hurma,mısır ve arpadan bir sâ'; buğdaydan yarım sâ1
vermektir.
'mim Şafii'ye göre ise
her fakire verilmesi vâcib olan miktar bir pv.LIdür. Müdd, sâ'ın dörtte
biridir. Uz. Şafiî müddâsına bâbı--mzın hadûîindeki: «Bir farak kuru hurmayı altmış
fakire yedir» cünlesiyle istidlal ediyor. Bir farak, onbeş veya onaltı sâ' kuru
hurma istiâb eden zenbildir, Seleme hadîsinin ekseri rivayetleri böyledir.
Hanefîter'in delili :
Hadîsin Abdürrczzak rivayetinde :
«Benî Züreyk'in sadaka
memuruna git de söyle. O sadakayı versin; sen de ondan kendin için bir vesak
olarak aitmiş fakir doyur.» duyurulmuş elmasıdır. Bir vesak altmış sâ'dır.
Farak dahi altı sâ' diye. tefsir edilmiştir. Farak'm bir adı da arak'tır.
Maamâfîh Khv Davud'un
bir rıvâ>etine göre arak, otuz sâ'hk bir zenbildir. Ebu Dâvud bu rivayet
için: âki hadîsin esah olanı budur» demektedir.
Bıı sıırrllr farak'ıu
tefsirinde üe kavil meydana geldiğinden hııam Solü ile bir rivayette İmam Ahmnl
b. UanbcVc göre keffâıı.'t acizden dolayı sakıt olamaz. Çünkü Ebu Davud'un
Huveyic binti Mâ-lik'ten rivayet ettiği hadiste «Huveyle :
— Kocam Evs
b. es-Samit bana
zıhâr yaph; ilâh...; deyince
Resû-lüllah (S.A.V.) kendisine :
— Bir kÖle âzâd etsin;
buyurmuş; Huveyle: __
Onu bulamaz; demiş.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) :
— İki ay
aralıksız oruç tutsun;
buyurmuşlar; Huveyle: __ O
yaşlı bir ihtiyardır; oruca takati yoktur; mukabelesinde bulunmuş; Resûl-İ zî-şân (S.A.V.) :
— Altmış fakiri
doyursun; buyurmuşlar. Huveyle :
Onun yanında tasadduk
edecek bir şey yoktur; demiş. Nihayet:
Ona hır arak ile ben
yardım edeceğim; buyurmuşlardır.» Eğor aciz sebebiyle sakıt olsaydı.
Resûlüllah (S.A.V.) kendinden ona yardım vermezdi.
İkinci rivayete göre
İmam Ahmrd ile bir cemâat aciz sebebiyle keffâretin sakıt olacağına kail
olmuşlardır. Bazıları: «acizle Ramazan gününde cima1 sebebiyle vâcib olan
keffâret sakıt olur; sair kef-fâretler sakıt olmaz. Çünkü Peygamber (S.A.V.)
Ramazan .îününrîe eimâ' eden zâta keffaretinden yemesini ve çoluk çocuğuna
yedirmesini emir buyurdular. Halbuki bir kimse kendi keffâretini alamaz. Şu
hatde ondan keffâretin sakıt olduğu anlaşılıyor» dediler.
Diğer ulemâ diyorlar
ki: «O zâta kendi keffâretini almak, kendisi keffâret vermekten aciz kaldığı ve
onun nâmına keffâreti başkası verdiği içindir. Bu caizdir.» Ramazan gününde
yapılan cimâ'ın keffâreti hususunda İmam Ahmrd'in mezhebi budur. Sair
keffâretler hakkında ondan iki rivayet vardır.
9— Hat tabî
diyor ki : «Bu hadîs, mukayyed zıhâr'm mutlak zıhâr gibi olduğuna delâlet
ediyor.» Mukayyed zıhâr, karısına muay,-yen bir müddet için zıhâr yaparak o
müddet gelmeden kadına cima etmektir. Bu müddet zarfında sözünde durur da
yemininden dönmezso mes'ele ihtilaflıdır. İmam Mâlik ile İbni Ebi Leylâ
(74—148) ya göre bir adam karısına : «Sen bu geceye kadar bana annemin sırtı
gibisin» dese, o kadına yaklaşmasa bile keffâreti lâzım gelir.
Ekser-i ulemâ'ya göre
ise yaklaşmadığı taktirde bir şey lâzım, gelmez.
Muvakkat zıhâr
hakkında İmam Şafii'nin de iki kavli vardır. Bunlardan birine, göre muvakkat
zıhâr, zıhâr değildir.[748]
Liâp: Hayırdan,
uzaklaştırmak, lanet etmek mânâsına gelen bir mastardır. îftiâl babından semâî
olarak gelmiştir.
Şerîatte ise: Hususî
bir sebcb ve hususî bir sıfatla karı koca arasında cereyan eden
lâ'netleşmedîr. Hususî lâ'netleşmcden murâd' bu bâbta görüleceği gibi:
yeminlerle te'kîd, Allah'ın gadab ve lâ'neüyle tevsik edilen şehâdetlerdir. ki,
bunlar erkek hakkında hadd-i kazîf[749],
kadın hakkında hadd-i zina yerini tutarlar.
Liâ'mn şartı : Nikâhın
kâim olmasıdır.
Sebebi : Karısını hadd
îcabedecek bir sözle suçlandırmaktır.
Rüknü : Ma'ruf
lâfızlardır.
Hükmü : Hân
yapıldıktan sonra kadının haram olmasıdır. Talâka ehil olan liâna da ehildir.[750]
1127/933- «İbni
Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Filân, Peygamber
(S.A.V.)'e sordu :
— Yâ
Resûlallah, ne dersin birimiz karısını kötülük yaparken bulsa ne
yapmalıdır? Konuşsa pek
büyük bir şey
hakkında lâf etmiş; sussa yine böyle bîr şey hakkında
susmuş olur; dedi. Resûlüllah (S.A.V.) ona cevab vermedi. Bundan bir müddet
sonra o adam gelerek :
— Sana sordujum şey gerçekten başıma geldi;
dedi. Bunun üzerine Allah Nûr süresindeki âyetleri indirdi, ve Resûlüllah
(S.A.V.) onları kendisine okudu;
ona va'zeffî, hatırlatmada bulundu. Ona, dünya azabının âhiret azabından ehven
oHuğunu da hatırlattı. Adam :
— Hayır, seni hak (din) ile gönderen (Allah') a
yemin olsun kî, ben onun hakkında yalan
söylemedim; dedi. Sonra
Peygamber (S.A.V.) kadını
çağırdı.' Ona da aynı şekilde nasihat etti. Kadın :
— Hayır, seni hak (din) ile gönderen Allah'a
yemin ederim ki bu adam gerçekten
yalancıdır; dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.) erkekten (işe) başladı
ve erkek Allah'a dört defa şehâdet getirdi. Sonra (bu işi) kadına tekrarlattı.
En sonunda aralarını ayırdı.»[751]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerifteki
«filân» dan murâd : ekseri rivayetlere göre Uvey-mir-i Aclânî'dir.
Nûr süresindeki
âyetler şunlardır :
«Kanlarına[752]
zini isnadında bulunup da kendilerinden başka şâhîdleri olmayanlardan her
birinin şehâdeti : «Billahi ben dosdoğru söyleyenlerdenim.» diye dört defa
şehâdet etmektir. Besincide ; Eğer yalancıfar-dansa Allah'ın Jâ'nctinin kendi
üzerine olmasını söyîiyecekfir. Kadından da azabı, dört defa : «Bîllâhİ bu adam
muhakkak yalancılardandır» diye şehâdet etmesi defeder. Beşincide : Eğer bu
adam doğru söyliyen-lerdense Allah'ın
gadâbının kendi üzerine
olmasını soyliyecektir.»
Ekscr-i rivayete göre
mezkûr âyetlerin inmesine sebeb. Hilâl b. Ümeyye ile karısının kıssasıdir. Bu
kıssa Uveymİr-İ Aclâni kıssasından evvel cereyan etmiş olup tafsilâtı şudur :
İbni Abbas (R. A.)'(hm rivayet nlunduĞınıa göre Hilâl b. Ümeyye tarlasından
geceleyin gelmiş, lîir de baksn. karısının yanında bir erkek var. Bunu iyice
gözleri ile görüp kulakları ile şamatayı duymuş. Fakat sabah oluncaya kadar
ona dil uzatmamış. Sabah olunca, Peygamber (S.A.V.}'e giderek hâlini arz-etmiş
ve :
— Yâ
Resûlallah, ben geceleyin evime
geldim; fak.ıt ailemin
yanında bir adam buldum; olup biteni gözümle gördüm; kulağımla işittim;
denıis. ResûlüIIah (S.A.V.) İm haberi pek çirkin bulmuş ve kendisine pek
dokunmuş. Derken yukanki âyetler nazil olmuş. Fahr-i Kâinat (S.A.V.)'-«fen vahi
hâil geçince Hz, Hilâl'e :
— Müjde ya Hilâl, hakikaten Allah sana bir
ferahlık ve kurtuluş yolu hâlketti; demiş. Hilâl :
— Ben
zaten Rabbîmden bunu bekliyordum; mukah' iesinde bulunmuş. Hâdelıû Resûlüllah {S.A.V.) :
— Kadına haber
gönderin; demiş. Göndermişler ve kadın gelmiş. Peygamber (S.A.V.) ayeti ona da
okumuş ve kocası ile her ikie nasihatlerde bulunmuş; kendilerine âhİret azâbmm
dünya azabından daha siddcfli olduğunu haber vermiş. Hilâl :
— Vallahi ben onun hakkında doğruyu söyledim; demiş. Kadın :
— Yalan
scyledin; mtıkabeles'tıde bulunmuş.
Bunun üzerine Peygamber (S.A.V. ):
— Aralarında
Hân yapın; buyurmuş.
Arkasından Hilâl dört defa :
— Billahi b(m doğru söyliyenlerdenim; diye
şehâdet etmiş; sıra beİneiye gelince kendisine :
— Allah'dan
kork, çünkü dünya
azâbt, âhiret azabından
ehvendir; bu şeh.idet
muciblir; yani sana
azabı îcâbeder; demişler.
HMâ! :
— Vallahi Cenâb-ı Hak onun sebebiyle dayak
vurdurmadığı gibi âzâb da etmez;
diyerek besinci defa dahî
sehâdelte bulunmuş; ve ;
— Eğer bu
kadına yaptığım zina
İsnadında yalanolardansam Allah'ın
lâ'neli üzerime olsun; demîs.
Bundan sonra kadına
sıra gelmiş. Ona:
— Sen de şehâdet et; demişler. O da dört
defa :
— Billahi bu adam yalancı'ardandır; diye
şehâdet elmiş. Beşinciye sıra gelince kendisine : :
— Allah'tan
kork, çünkü dünya azabı
âhîret azabından ehvendir; şüphe yok ki, bu şehâdei sana
azabı icâbedecek olan mucibedir; demişler.
O zaman katim bir parça duraklamış;
fakat sonra kendini luparlıyarak ;
— Vallahi ben kavmimi kepaze etmem; diyerek beşinci şehâd Uni yapmış ve :
— Eğer bu adam bana isnâd ettiği mes'elede
doğru söylîyenlerdense Allah'ın gazabı benîm üzerime olsun; demiştir.
Bunu müteâkib
Resûlüllah (S.A.V.) de onların aralarını ayırmış; ve bu kadının doğuracağı
roruihm baba adi ile çağınlmamasını emretmiş; kadına ve çocukuna kimsenin bir
isnadda bulunmamasına hüküm buyurmuş. Bunlara kim fiil uzafırsa ona hadd
vurulacağını i'lân etmiş. Kan koca boşanma ve öH'ım p;ibi bir sebeple birbirinden
ayrılmadıkları için kadına nafaka ve mesken verdirmemiş. Doğacak çocuk hakkında
da :
— Eğer kadın çocuku, kumral dar çantih, kanbur, çıkık butlu, ince baldırtı doğurursa
çocuk Hilâl'den; yok kül renkli, kıvırcık sanlı, kaim baldırlı, tombul ktclı doğurursa
isnadda bulunulan kimsedendir; buyurmuş. Neticede kadın kül renkli kıvırcık
saçlı yani müüeheme benzer bir çocuk doğurmuş. Resûlüllah {S.A.V,) :
— Eğer şu yeminler olmasa idi ben bu kadına
yapacağımı bildirdim; buyurmuşlar.
îkrutıc (-- İO5)'nin
beyânına göre bu çocuk büyüdükte Mısır'a vali olmuş; fakat baba adı ile
çaKirıhnıyıırmııs. Hilâl b. Ümeyye îslâmda ilk liân yapan zâMır.
Hilâl kıssasına âid
rivayetleri: Bahan, Muslini, F.bu İM'tvıol, AV-.svü ve diğer zevâi rivayet
etmişlerdir.
Babımızın hadisi
Uveymîr kıssasına aittir. Bu kıssanın müllehemi de Şerik b. Sehmâ'dır. Kıssanın
hulâsası da şudur:
Uveymir b. el-Harsî
Aclânî, karısının Şerîk b. Sehmâ ile zina etti-tiğirti Resûlüllah (S.A.V.)'e
ihbarda bulunmuş. Karısı hâmile bulunuyormuş. Uveymir çocuğun kendisinden
olmadığını iddia etmiş; Peygamber (S.A.V.) de karısı i!e onlara Hân yaptırmış.
Sonra kadın Şerike benzer bir çocuk doğurmuş; bunu görenler o güne kadar
Uveymİr'i iftira etmekle suçlandırdıklarına pişman olarak kendisini ma'zur görmüşler.
Doğan çocuk iki sene yaşamış, az sonra annesi de ölmüş. Bu hâdiseden sonra
Şerik, halkın tamamiyle gözünden düşmüş.
» Hilâl ve Uveymir
kıssaları hadîs imamlannca iki ayrı vak'a olarak kabul edilirse de Fukâhadan
Kemal b. Hümâm (788 — 861) iki vak'amn bir olmasından şüphe etmektedir.
Sadedinde bulunduğumuz
Hadîs-i Şerif bir çok mes'elelere şâmildir. Bunlardan bazıları şunlardır:
1— Peygamber
(S.A.V.) 'in Uveymir (R.A.) 'a cevap vermemesi ulema arasında ayrıca bir
moa'ele teşkil etmiştir Ebu Dâvud (202 — 275) 'un rivayetinde Resûlüllah
(S.A.V.)'in mes’eleleri düşündüğü, zikredilmektedir. Hattâbî, bundan muradın
sorana lüzumu olmıyan mes'eleler olduğunu söyler.
İmam Şafiî diyor ki:
«Vahyin nazil olduğu devirde, hakkında bir hüküm inmemiş bulunan mes'eleleri
sormak, müslümanları meşakkate dûçâr eden bir hüküm inmesine sebebolur
endişesiyle yasak edilmiştir. Nitekim Teâlâ Hazretleri :
a) «Bir çok
şeyleri sormayın.»[753]
buyurmaktadır. Sahih bir hadîste dahî :
«İnsanların en ziyâde
günahkâr olanı, haram olmayan bir şeyi sorup da onun sorması sebebiyle o şey
haram kılınan kimsedir»,
fauyurulmaktadır.»
Hattabî (319 — 388)
şöyle diyor: «Sual sormayı Allah'ın Kitabında iki şekilde bulduk: Birisi, din
babında kendisine ihtiyaç messeden bir şeyi îzâh etmek ve öğretmesini istiyerek
sormak; Uincisi de zorluk ve kıl güçlük çıkarmak içindir. Bunlardan birinci
ricv'i Kitâbullah mübâh mış; or.u emretmiş ve ona cevap vererek :
b) «Ehl-i
ztkre soruverin..»[754]
c) «Senden
önceki Kİtâbı okuyanlara bir sorun..»[755]
buyurmuş; ve şu âyetlerde de Teâlâ Hazretler! cevap vermiştir.
d) «Sana
hilâllerden sual soruyorlar»
«Sana hayızh
kadınlardan sual soruyorlar..» Başka bir nev'i e hakkında da:
f) «Sana ruh
hakkında sual soruyorlar. Ruh Rabbimin işidir; de.»
g) «Sana
kıyametin ne zaman kopacağı hakkında sual soruyorlar. Sen ne bileceksin onu...»
Bu gûnâ suallerin
hepsi mekruhtur. Eğer cevabı hakkında sükût edilmişse bu ancak soranı menetmek
ve onu azarlamak içindir. Cevab verilmişse o da ceza ve tekdir içindir.
2— Hadîsteki
«erkekten başladı» ifâdesinden liâna erkekten başlanacağı anlaşılıyor. Nitekim
cumhur-u ulemâ'nın kavli de budur. Delilleri: Resûlüllah (S.A.V.) 'in Hiiâl'e:
«Beyyineyi getir yoksa
sırtına hadd vurulacak..» buyurmuş olmasıdır. Krkekten başlaması ondan dayak
yemeyi defi irindir. Kadından başlasa henüz sübûl bulmamış bir şeyi dvf etmiş
olur.
Ebû Hanlfcyo göre
liân'a kadından da başlanabilir. Çünkü âyet-î Kerîme erkekten başlamanın lâzım
olduğuna delâlet etmiyor. Âyetteki atıf (vav) İle yapılmıştır. (Vav) ise
mücerred cemi yani bir araya to|)lamak içindir. Tertip iktizâ etmez.
3— «Sonra
aralarını ayırdı» ibaresi, Hânda karı ile kocanın birbirlerinden ayrılmasının
ancak hâkimin ayırmasiyle olacağına delildir. Hanefîler'le diğer bir çok
ulemâ'nın mezhebi de budur. Cumhur ise ayrılmanın bizzat Hânla olduğuna
kaildirler. Yalnız erkek İiânı yapar da kadın yapmazsa ayrılmanın yine tahakkuk
edip otmiyeceği ihtilaflıdır. İmam Şafii'yo göre ayrılma tahakkuk eder. İmam
Ahmrd b. HanbrVo göre etmez ayrılma için iki tarafın Hânı şarttır. Mâlikiler'in
meşhur kavli-de budur. Zâhİrüer dahî aynı kavle zâhihdirler. Bunlar Sahih-i
Müslim'in bir rivayetine göre Hânın ayırma sayılmış olması ile istidlal
ederler. Ve derler ki : «Eğer liân yapanların birbirinden ayrılması mutlaka
bir hükme muhtaç ise buradaki hüküm en büyük hâkim demek olan Peygamber
(S.A.V.) tarafından tenfîz edilmişti". Ha-dîsdeki «aralarını ayırdı»
cümlesinin mânâsı ise bu ayırma hükmünü meydana çıkarmak ve şeriatın bu bâbta
bu hükmü vermiş olduğunu beyândır. Yoksa karı koca arasındaki ayrıhşma bununla
tahakkuk etmez.»
Cumhur nâmına
aşağıdaki hadîslerle de istidlal olunuyor: Ebu Dâ-vud, Sehl b. Sa'd dan şu
hadîsi tahric etmiştir:
«Sehl: Hân yapanlar
hakkında sünnet, araları ayrılmak suretiyle «Jevamadegelmisfir. Sonra ebedîyyen
bir araya gelemezler; demiştir.» aynı hadisi az farkla BryhakVdc tahric
etmiştir.
«Ali ve İbnî
Mes'ud'dan rivayet olunduğuna göre : liân yapanlar arasında sünnet, ebedîyyen
bir araya gelmemeleri suretinde devam etmiştir; demişlerdir.»
«Ömer'den rivayet
edildğîne göre: liân yapanların araları akılır; bir daha ebediyyen bîr araya gelmezler.»
Naklî delillerin körü
körüne zahirine saplanıp kalmayı Kendilerine âdeta şiar edinen Zâhiriler'in
nasıl olup da bu hadislerle Hânda ayrılığın, hâlsimin ayırmasiyle değil.nefs-i
Hânla olduğuna isti(ilâl ettiklerine akıl erdirmek güçtür. Bizce kendileri için
delil getirdikleri bu hadîslerin hiç biri onlara değil, bilâkis muhaliflerine
delildir. Çünkü bu hadîslerin 7âhirieri Hânın ayrılık ifâde ettiğini değil bilâkis
onun ayrılık demek < İmadığını, ayrılığın sübût bulması için Hancıları bir
ayıran lâzım olduğunu gösteriyor.
4—
Liân
suretiyle vuku" bulan ayrılığın talâk mı yoksa fesih mi olduğu
ihtilaflıdır. İmam Şafii, Ahmcd b. IJanbcl ve diğer bazı zevat onun fesih
olduğuna kaildirler. Delilleri Hân'ın müebbed hörrnet icâbetmesidir. Bu
cihetten o radâ' yani süt kardeşlik doîayısiyle ayrılmaya benzer. Çünkü
radâ'daki ayrılma ebedidir.
Ebu. Hamfr. ile
Muhammedi göre liân suretiyle vâki' olan ayrılma bir talâk-ı banidir. Ebû
Yusuf'a göre ise ebedî hormettİr.
Hancfîler'in deiîli:
Liân'ın ancak zevceye yapılmasıdır. Şu halde o nikâhın nhkâmmdandir; ve
talâktır. Fakat fesih öyle değildir. Zîrâ fe-:-ih nikâhın olduğu eibi nikâhdan
başkalarının ahkâmından da olabilir. Meselâ kusur sebebiyle satışı bozmak
fesihtir.
5— Liândan
sonra erkek yalan söylediğini ikrar ile kendini tekzî-İM't.sc karısı İmanı
A'z(tm*'A'g'ön> kendisine helâl olur. Hû ki b. cl-Mü-srın/cJ/m mezhebi de
budur. Hattâ İbm Müscyyrb: «liân yapan er-Uok kendisini tekzib ederse o kadına
tâlib olanlardan biri olmuş olur.-? demiştir. İbni Cübcıjr ise:
iddet iqindc iken kocasına iade edilir; dıyorJmam 'Şafiî i!e AhmccVc j^öre
kadın o adama ebediyyen haram olur.
6— Hilâl
b. Umeyye hadisinde Hilâlin, karısına Hz. Peygamber (S.A.V.) 'in huzurunda Şerik b. Schmâ' ile zina
isnadında bulunduğu zikredilmektedir.
Hadîsi Kim Dûvtıd ve başkaları rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîs.hakkında Hat
tabî şöyle diyor: «Bu hadisteki fıkıh:
Bir adam karısına muayyen bir şahısla zina sucu isnad eder de sonra
lâneüeşirlerse. liâmn kendisinden hadd-i
iskât etmesidir. Kendisine zina isnad edilen adam dolayısıyle zikredilmiş olur, ki buıv.tn hükmü mu'teber
değildir. Çünkü Peygamber {S.A.V.),
Hilâl b-. Umcyye'ye: «Hüccetini getir; yoksa
sırtına hadd vurulacak» diüıi.sii. Kan
koca lânctiestiktcn sonra ise Hilâl'e
hadd vurmamıştır.
Şerikin kendisini
affettiği de hiç bir rivayette görülmemiştir. Şu halde anlaşılıyor ki ona lâzım
gelen hadd Mânla sakıt olmuştur.» Bahsimizin başında: «Liân erkek"
hakkında hadd-İ kazîf yerini tutar.» dememizin: mânâsı budur. Çünkü zina
isnadında bulunan kimse, kendinden zararı defetmek için karısının kiminle zina
ettiğini söylemek mecburiyetindedir. Yoksa başkasına zarar getirmek niyeti ile
kasden isnadda bulunmuş değildir. İmam Şafiî'ye göre hadd ancak karısı ile
zina eden adamın ismini söylediği zaman sakıt olur. İsmini söylenıezse kendisine
hadd vurulur. İmam A'zam'a göre zina isnad edene hadd lâzımdır. Bunu zina
isnad ettiği adam istiyecektir. İmam Mâlik'e göre erkeğe hadd vurulur; kadına
ise liân yapılır.[756]
1128/934- (Yine)
ondan - radıydlldhü anh - rivayet edildiğine göre Resûlüllah sallallahil aleyhi
ve sellem lânetleşenlere :
— Hesabınız Allah'a aittir; biriniz
yalancısınız senin İçin O kadın (' almaya) bir çare yoktur; buyurmuş; Nâm
yapan, adam :
— Ya Resûlallah ya (ona verdiğim) malım ne olacak?
demiş. Resûlüllah (S.A.V.):
— Eğer onun hakkında doğru söyledi isen o mal
kadının kendine helâl kıldığın fercine mukabildir. Şayet o-nun hakkında yalan
söyledi isen, onu kendisinden almak senin için daha imkânsızdır;
buyurmuşlardır.»[757]
Hadis müttefekun
aleyh'tir.
«Mahm ne olacak»
cümlesinden murâd: kadına verdiği mehirdir. Onu geri alıp alamıyacağını anlamak
istemiştir..
Hadîs-i Şerîf,
lânetleşen karı kocanın birbirlerinden ayrılacaklarına delildir. Bunlardan
birinin yüzde yüz yalan söylediği, onun hesabını Allch'm göreceği, kadına
verilen mehirden hiç bir şey geri alınamiya-cağı da bu hadîsin işaret ettiği
ahkâmdandır. Çünkü kazfi yapan koca bunda sâdık ise, kadın o mehri o güne kadar
kocasını» kendisine helâl kıldığı cima' mukabilinde haketmiştir. Kocası yalan
söylemişse kadın yine hak etmiştir. Bu suretle onu kadından geri almak daha da
imkânsızdır. Çünkü hakkında yalan söylemekle kocası kadına zulüm etmiştir.
Bundan sonra bir de verdiğini geri almağa kalkmak nasıl doğru lbili olabilir.[758]
1129/935- «Enes,
radıyallahü anh'öen rivayet olunduğuna göre Peygamber sallallahil aleyhi ve
sellem:
— Kadını gözetleyin!
Eğer çocuğu ak pak (bîr kusursuz) doğurursa o çocuk kocaşındandır. Şayet onu
sürmeli gözlü, kısa boylu doğurursa kendisine isnadda bulunduğu şahıstandır;
buyurmuşlardır.»[759]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Buharı ile Müslim'in
diğer bir rivayetinde: «Kadın çirkin vasıflı bir çocuk dünyaya getirdi»
deniliyor.
Bu bâbtaki.hadislerde
doğan çocuk çeşitli sıfatlarla vasıflanmıştır. Meselâ Nesâî'nin rivayetine göre
Peygamber (S.A.V.) kadının rahmindeki ceninin sıfatlarını saydıktan sonra:
«Yâ Rab! Beyân et»
demiş; kadın da kocasının itham ettiği adama benzeyen bir çocuk
doğurmuştur.
Hadîs-i Şerîf, hâmile
kadına liân yapılabileceğine; doğuruncaya kadar beklemeye lüzum olmadığına
delildir. Cumhur-u ulemâ'nın mezhebi de budur,
Hanefîler'den îmam Ebu
Yusuf, İmam Muhammed ve bir rivayette îmam A'zam Ebu Hanîfe ile ulemâ'dan h\r
cemaata ve İmam Ah-med b. Hanbel'e göre hamileye liân yapı'.amaz. Çünkü kadım
gebe gibi gösteren hâl bir şişkinlik de olabilir; binâenaleyh mücerred zan
üzerine liân yapılamaz.
Bu hadîs Hân esnasında
erkek, anne rahmindeki çocuğu «benden değildir» diye nefî etmese bile Hânla o
çocuğun bu adamdan olmadığına hüküm edileceğine delâlet eder. Zahirîlerin
mezhebi budur. Bazı Mâlikîler'le HanbelîlerV göre hamileye liân ancak erkemin
Hân esnasında: -rr:ru.tiuıı benden değildir» demesi ile caiz olur. Onlarca
çocuğu henüz rl*»^iîi;ıd.in nefyetmek sahihtir; bu takdirde liân dudumdan sonra
yapılır. Delilleri: imam Mâlik'in Nâfi' vasitasiyle İbnİ Ömer (R.A.) 'den
tahric ettiği bir hadîstir. Mezkûr hadise göre Peygamber (S.A.V.) bir adamla
hamile olan karısı arasında liân yapmış; doğacak çocuku nef-\. firn'k karı
kocanın arasını ay ı'mıs ve çocuğu annesine ilhak etmislir.
F.hıı Hrntıfc'yo göre
henüz doğmamış çocuğu nefyetmek ve onun için liân yapmak sahih değildir;
binâenaleyh hamile iken liân yapılsa da sonra doğursa çocuk kocasmmdır; hiç bir
şekikyc nefî edilemez. Çünkü liân ancak karı koca arasında cereyan eder. Bu
çocuk liân esnafında yani nikâh meveud iken anne karnında idi.
f ]a:lisimiz kıyafel
ilmiyle amelin caiz olacağına d.ı işaret ediyorsa da Peygamber (S.A.V.) bununla
gen k nefî gerekse ishal cihetinde n hüküm veriirrıiyeeefîini; «Eğer şu
yeminler olmasaydı ben bu kadına yapacağımı
bilirdim» hâdîsiyle beyân buyurmuştur.[760]
1130/936- «İbni
Abbas radnjaîlahü anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlüllah sallalkthîi
aleyhi ve selle m bir adama, beşinci şeha-deti yaparken elini Hancının ağzına
koymasını emretmiş; ve :
— Çünkü bu şehâdet
mucibedir; buyurmuşlardır.»[761]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
ile Nesaî rivayet etmişlerdir. Ricali sikadırlar.
Hâdîs-i Şerif, liân
esnasında yalan yere yemin eder endişesiyle yemini yasak etme hususunda
mübalâğa göstermenin hâkime meşru' olduğuna delildir. Zîrâ Peygamber (S.A.V.)
evvelâ sözle va'zu nasihatte bulunarak men'etmiş; sonra da burada görüldüğü veeihle
fi'Ien yasak etmiştir. Kadının ağzına eî koymayı ise kimseye emretmediği anlaşılıyor.
Yalnız Râfiî (— 627)'nin ifâdesi buna dâir bir îhâmda bulunmaktadır.
«Çünkü bu şehâdet
mucibedir» cümlesinden murâd: Çünkü bu şehâdet karı kocanın ayrılmasını yâhud
yalan söyliyenin «;âb görmesini îcâbeder; demektir. Bu cümle iîe hadîs, beşinci
lâ'netin vâ-cib olduğuna delâlet etmektedir.
Yemin ettirmenin
keyfiyetine gelince: Bu hususta Hâkim ve Bnf7ıak':\bn\ Abbas (R.A.) "dan
Hilâl b. Ümeyye'ye yemin verdirme hususunda Resulüliah (S.A.V.) "in ona :
«Kendinden başka ilâh
olmayan Allah'a yemin ederim ki ben doğrucuyum, diye yemin et» dediğini, bunu
dürt defa tekrarladığını rivayet etmişlerdir. Bu hadis uzundur. Hâkim onun
iğin: «Buharı nin şartı üzere sahihtir» demiştir.[762]
1131/937- «Sohl b. Sa'd radnjaîlahü anh'den liân yapan karı
kocanın kıssası hakkında
rivayet olunmuştur. Demiştir ki:
— Karı koca lânetleşmeyi bitirince, kocası :
— Bu kadını nikâhımda tutsam, onun hakkında
yalan söylemiş olurum ya Resûlüllah; dedi. Müteakiben kadım Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem kendisine emretmeden üç defa boşadı.»[763]
Bu hadis müttefekun
aleyh'tir.
Hadîs-i Şerif hakkında
yukarıda söz geçmiştir. Bu hadîs hususunda Sahihe-ıpı'de şu ma'lûmât
verilmiştir: Uveymir-i Aclânî, Âsim b.
Adiyy'e :
— Ne dersin?
Bir adam karısının yanında bîr
erkek bulursa onu Öldürürde sîz de
öldüreni mi Öldürürsünüz yoksa ne yapar? Şunu benim İçin Resûlüllah (S.A.V.)'e soruver; demiş. Oda sormuş: Resülülîah (S.A.V.) bu sualleri hoş
karşılamamış: ayıplamış. Hattâ Resûlüllah (S. A. V.) 'den işittikleri Âsım'ın
gücüne bile gii/niş. Sonra mes'cleyi Peygamber (S.A.V.)e Uveymir'in kendisi
sormuş. Resûlüllah (S.A.V.) :
— Seninle zevcen hakkında (âyet) indi. Haydi
git onu getir; demiş. Ve neticede lâ'netlejilişler.Lânetleşmeyi bitirdikten sonra Uveymir:
Bu kadını nikâhımda
tutsam, ben onun hakkında yalan söyledim;...; demiş.
Zührî : «B'iı vak'a
lânetleşmelere yol olmuştur» diyor. Sehl (R.A.) mezkûr kadının hâmile olduğunu
ve sonraları doğurduğu çocuğun anesinin adı ile çağırıldığını söylüyor.
Ulemâ Hân âyetlerinin
Hilâl b. Ümeyye ile karısı hakkında mı yoksa Uveymîr hakkında veya hor ikisi
hakkında birden mi nazil olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Nevevî her
ikisi hakkında indirildiğine taraftar olmuştur.[764]
1132/938- «İbni
Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna UÖre Peygamber saîlallahü
aleyhi ve sellem'e bir adam gelerek:
— Karım hiç
bir yoklayanın elini reddetmiyor; demiş.
Resûlüllah (S.A.V.):
— Onu
uzaklaştır; buyurmuş. Adam:
— Nefsimin onu takİbedoceğinlen korkarım;
demiş. Resûlüllah (S. A.V.):
— O halde ondan
istifade et; buyurmuştur.»
Bu hadîsi Ebu : âvud
ile Tlrmİzt ve Bezzar rivayet
etmişlerdir. Hâvileri sikadır.
Nesai onu (yine) Ibnî
Abbas (R.A.) 'dan gelen başka bir yoldan şu lâfızlarla tahrîc etmiştir:
«Resûlüllar (S.A.V.):
— Onu boşa; demiş. Adam :
— Onun ayrılığına sabredemem; mukabelesinde bulunmuş. Peygamber (S.A.V.):
— O halde onu
nikâhında tut; buyurmuşlardır.»[765]
İmam Ncvcvî (631 — 676)
bu hadîse alelıtlak «sahih» diyiver-miştir. Halbuki İbni'l-Ccvzı (508 — 597)
İmam Ahmcd'in: «Bmbâb-ta Peygamber (S.A.V.) 'den hiç bir şey sabit olmuyor: Bu
hadîsin aslı yoktur» dediğini rivayet etmiştir. tbni'l-Ccvzi, imam Ahmcd'in bu
sözünü ele alarak hadîsi mevz saymıştır. Halbuki kendisi hadîsi sa-hîh isnadla
rivayet etmiştir.
Ulemâ: «Karım hiç bir
yoklayanın elini reddetmiyor» ifâdesinin tefsirinde ikiye ayrılmışlardır:
1— Sözün mâ'nası: Kadın kendisi ile zina etmek
isteyen kimseyi geri çevirmez; demektir. Ncsaî, Hattabî, İbnü\-Arabi ve diğer
bazı ulemâ'nın kavli budur.
2— Bunun
inanası: Kadm.kocasımn malını har vurup harman savuruyor; hiç bir isteyeni boş
çevirmiyor; demektir. îmmn Ahmrd b. Hanbrl ile Esm'iî'mn kavli budur. İmam
Ahmrd: «Kadın fahişelik edip dururken
Peygamber (S.A.V.) onu nikâhında tutmasını kocasına emredecek değildir.»
demiştir. Esmaî; bu kavli İslâm ulemâsından nakletmiştir. Hattâ İbni'l-Cevzî
birinci kavle zâhîb olanlara redd-ü
inkârda bulunmuştur.
Bazıları bu iki kavlin
ikisini de beğenmiyerek: «Mânâ, bu kadının ahlaken basit olduğunu,
yabancılardan pek kaçmadığını anlatmaktır. Yoksa kadın fahişe değildir; erkek
ve kadınlardan namuslu olduğu halde böyleleri pek çoktur» demişlerdir.[766]
1133/939- «Ebu
Hüreyre radıyaüahü anh'den rivayet edildiğine göre kendisi Resûlüllah
saîlallahü aleyhi ve scllcm\, lânetleşenler âyell indiği zaman:
— Her hangi bir kadın
bir kavmin yânına onlardan olmayan birini koyarsa, o kadının Allah indinde hiç
bir i'tibârı yoktur. Allah
onu cennetine de koymıyacaktır. Hangi adam çocuğunu - yüzüne
bakıp dururken - inkâr ederse Allah ondan rahmetini gizler hem onu gelmişlere
geçmişlere karşı rezîl eder; derken işîtmiştir.»[767]
Bu hadîsi Ebu Dâvud,
Nesaî ve İbnİ Nlâce tahric etmiştir. İbni Hib-ban onu sahîhlcmiştir.
«Yüzüne bakıp
dururken» cümlesinden murâd onun kendi çocuğu olduğunu bilmesidir.»
Bu hadîsi yalnız
Abdullah b. Yunun rivayet etmiştir. Abdullah bundan başka hadîs rivayet
etmemiştir. Hadîsi, Abdullah'ın yalnız başına rivayet ettiğini i'tirâf etmekle
beraber Dara Kutnİ dahî rivayet etmiştir. Bu bâbta Bczzar'm İbni Ömer (R.A.)
'den tahrîc ettiği bir hadîs daha varsa da onun da senedinde İbrahim b. Yrzld
vardır; bu zât zaîftir. İmam Ahmcd, Mücahid tarîki ile bu hadisin bir benzerini
tahrîc etmiştir. Fakat o hadîsi dahî yalnız Vrki' rivayet etmiştir.[768]
1133 - a/940-
«Ömer
radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki :
— Eğer bir kimse bir çocuğu göz kırpıncaya
kadar ikrar ederse bir daha kendisine onu nefî hakkı yoktur.»[769]
Bu hadîsi Beyhakî
tahrîc etmiştir. Hadîs hasen olup mevkuftur.
Hadis-i Şerif, çocuğu
bir defa ikrar ettikten sonra artık nefî etmenin sahih olmayacağına delildir
ki, bu cihet ittifâkîdir. Fakat onu öğrendikten sonra nefî etmiyerek susmanın
hükmü ihtilaflıdır. Bazılarına göre, nefî etmeye hakkı olduğunu bilmeden bile
sussa çocuk kendisinindir. Çünkü bu hak susmakla bâtıl olur. Diğer bazılarına
göre nefye hakkı olduğunu Öğrenirse o zaman nefî edebilir. Zîrâ bilmeden muhayyerlik
sabit olmaz. Öğrendiği dakikada susarsa çocuk kendisin-dir. Bundan sonra artık
nefye imkân yoktur. İmam Şafiî ile bazılarına göre öğrendiğinin hemen akabinde
nefî eder; gecikirse edemez. Buradaki acele örf-ü âdete göredir. Meselâ
elbisesini giymek örfen gecikme sayılmaz.[770]
1133- b/941-
«Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre bir adam :
— Yâ ResulaNah gerçekten karım siyah bir çocuk
doğurdu. (Ne buyurursunuz?) demiş. Resûlâllah (S.A.V.):
— Senin develerin varmı? buyurmuşlar:
— Evet; derriş :
— Bunların renkleri nasıldır? demiş. Adam :
__ Kırmızıdır; cevabını vermiş. Peygamber (S.A.V.):
— İçlerinde yağız olanları var mı? demiş:
__ Evet;
cevabını almış:
— Peki bu nereden? demiş. Adam:
— İhtimal
onu bir damar çek lîştir; demiş.
Resûlüllah (S.A.V.)r
— Şu halde ihtimal
senin bu çocuğunu da damar çekmiştir; buyurmuşlardır.»[771]
Bu hadîs müftefekun
aleyh'tir. Müs'im'in bir rivayetinde: «O adam çocuğu nefye çalışıyormuş»
ibaresi vardır. Sonunda: «Kendisine ondan istifâde İçin ruhsat vermedi»
demiştir.
Hadîsimizdeki adamın
ismi Damdan b. Katâde'dir.
Hattabî diyor ki:
.«Bu. adamın sözü şüpheye tâ'rizdir. Galiba çocuğu nefi' etmek istemiş; fakat
Peygamber (S.A.V.) çocuğun, nikâha ârd olduğuna hükmetmiş; benzemezliği ve
rengi hüküm için delîl saymamış, buna tohumu bir olduğu halde develerde zuhur
eden çeşitli renklerden misal almıştır. Bunda kıyası isbat ve birbirine benzeyen
iki şeyin aynı hükümde olacaklarını beyân vardır.» Hattabî sözüne devamla
şunları da söylüyor: «Hadîste, kinayeli sözlerle h;ifld lâzım gelmediğine
kazfitı ancak sarih sözlerle vâcib olacağına delil vardır.»
El-Mühelleb de şunları
söylemiştir: «Tâ'riz sual içinse hadd îcabetmez. Hadd ancak yüz yüze gelerek
birbirine şetim etmek su-rotiylo yapılan tâ'rizden dolayı lâzım gelir.»
Kurtubî, esmerlikle
karalık gibi birbirine yakn renklerden dolayı çocuğu nefyetmenin caiz
olmadığında hilaf bulunmadığı gibi cimâ'ı ikrar etmiş de istibra[772]
müddeti geçmemişse beyazlıkla siyahlıktan dolayı da nefyin caiz olmıyacağını
söyler. Fakat bu îzâhât onun kendi mezhebine göre olsa gerektir. Zîrâ mes'ele
ihtilaflıdır. Şâfiîler'e göre zina karinesi yoksa nefî caiz değildir.
Kadını zina ile itham
ettiği erkeğin renginde bir çocuk doğurmakla ithamda bulunmak çocuğu nefî için
kâfidir.
Hanbelîler'e göre
karine varsa çocuğu nefî mutlak surette caizdir. Hilaf karine bulunmadığı
zamandadır.[773]
Iddeî: lügatte saymak
demektir. Bazen sayılan şeye de iddet denilir.
Şerîatte : Cima' ile
veya onun yerini tutan halvetle yâhud ölümle tc'kîd ecilmis bulunan nikâh elden
gittikten sonra kadına lâzım gelen bekleme müddetidir.
İdde: Hanefîler'e
göre. esas i'tihâriylc üç nev'idir: Hayızlarla, aylarla ve
doğurmakla geçen iddotlcr.
Bunların her biri
Kitapla sabittir.
[774] Boşenan kadınlar bizzat kendileri üç kur' müddeti
beklesinler.»
âyet-İ kerîmesi
hayızlarla beklenen iddetin delili olduğu gib'i:
«[775] Sizlerden
vefat edip de geride bîr takım zevceler bırakanların zevceleri) bizzat dört ay
on gün beklerler» âyeti aylarla 1;eklemenin:
«[776] Hamil
sâhiblerinin iddeti ise doğurmalarıdır.» âyet-i kcimesi de doğurmakla iddet
beklemenin delilidir, iddetin esas i'tibâriyle ncvı'leri üç olduğu gibi mezkûr
nev'iler de üç şeyden biri ile vâcib olurlar. Talâk, vefat ve cima'.
İddet bekliyccek
kadınlar: ya hayız görürler ya görmezler. Keza, ya hürdürler yâhûd câriye
olurlar. Bu cihetler de nazar-ı i'tibare alınınca ortaya sekiz nev'i iddet
çıkar. Şimdi bunları da sırahyahm:
1—
Hayzını
gören bir hür kadın bo.şanırsa üç- hayız müddeti bekler.
2— Hayzını
görmeyen hür kadın boşanırsa üç ay müddet bekler.
3—
Hayzını
gören bir câriye boşanırsa iki hayız müddet bekler.
4— Hayzını
görmiyen bir câriye boşanırsa bir buçuk ay müddet bekler.
5— Hür bir
kadının kocası ölürse dört ay on gün bekler.
6— Cariyenin
kocası ölürse iki ay beş gün bekler.
7— Hâmile
kadınların iddeti doğrmakla biter.
8— Talâk-ı
fârrda kadın iki müddetin uzun olanını bekleyecektir. fhdâd: Lügatte men'etmek
demektir. Hıdâd dahî aynı mânâya kullanılır.
Şer'an: Kocası ölen
veya talâk-ı bâinle boşanan kadınların iddetleri içinde zineti, kokulanmayı,
sürme ve kına gibi şeyleri, terk etmeleridir.[777]
1135/942- «Misver
b. Mahrame radıyaîlahü anh'den rivayet olunduğuna göre Eşlem kabilesinden
Sübey'a kocasının vefatından bir kaç gece sonra nîfas görmüş ve Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'e gelerek kocaya varmak için ondan izin istemiş.
Resûlüilah (S.A.V.) kendisine izin vermiş; o da evlenmiştir.»[778]
Bu hadîsi Buharı
rivayet etmiştir. Aslı Sahiheyn'dcdir. Bir rivayette lâfzı şöyledir: Sübey.a
kocasının vefatından kırk gece sonra doğurmuştur.»
Müslim'in bir
rivayetinde «Zilhrî dedi ki: bu kadının kan görürken evlenmesinde bir beis
görmüyorum. Şu kadar var ki temizleninceye kadar kocası ona yaklaşmaz.»
denilmiştir.
«Sübey'a (lî.Anhâ)
gebe İken kocası Sa'd b. Havle Haccefü'l-Ve-da'ın sonunda Mekke'de vefat etti.
Bunun üzerine onu 3enî Abdîddar kabilesinden Ebu's-Senâbil İsminde bir zâf
istedi. Hz. Sübey'a ona varmadı. On güne yakm bir zaman bekledikten sonra
nîfasını gördü. Bilâhare Peygamber (S.A.V.) 'e geldi O da:
— Nikahlan; dedi.»
Hadîs-İ Şerif, kocası
ölen hamilenin iddetinin doğurmakla biteceğine delildir. Mes'clcde hilaf
vardır. Cumhur Sahabe ile dört mezheb imamlarının kavli budur. Bunlar:
«[779]
Hâmile kadınların îddeti doğurmalarıdır» âyetinin umumile de istidlal ederler.
Derler ki: «Bu âyetin üst tarafı her ne kadar boşanan kadınlar hakkında ise de
bu onun umumunu tahsis etmez. Âyetin umu- munun olduğu gibi kaldığına Abdullah
b. Ahmed'in «cl-Müsncd» de Übey b. KâVdan rivayet ettiği şu hadîs dahî
delildir:
«— Yâ -Resûlallah,(Hamilelerin
iddetî doğumlarıdır) âyetinden murâd üç
f&'âkla boşananmidir; yoksa
kocası ölenmîdir? dedim:
— Hem üç talâkla boşanan
hem de kocası Ölendir; buyurdular.r
Aynı hadîsi İbni Ccrir, îhni Ebi Hâlim (247 — 327) Dâre Kutnl (306 — 385) ve
diğer bazı zevat Hz. Übey'dcn başka tarikle fahrîc etmişlerdir. Bu rivayete
nazaran Übeyy (E. A.) şöyle demiştir: «Bu âyet indikten sonra :
— Yâ
Hesûlallah, bu âyet müşterekmîdir; mübhem
mî? dedim. Resûtüllah (S.A.V.):
— Hangi âyet? d'ye sordu:
— (Hamilelerin
iddetİ doğurmalarıdır)
âyeti, hem boşananın hem kocası Ölenin iddeti mî? dedim:
— Ev,St; buyurdular.»
ibni Mos'ud (E.A.)
'dan buna kail olduğunu gösteren bir çok ri 'â yotlor vardır. İbni Mcrdövcyh'in
rivayetine göre Hz. İbni Mesrud(R.A.)' «Kısa Nisa Sûresi (Sûre-i Talâk) her nev'i
iddeti neshetmiştir.(Hamilelerin iddeti doğurmalarıdır) âyeti her boşanan ve
kocası ölenin id-detidir. demiştir. îbni Mcrdcvcyh, Ebu Said-İ Hudrî'nin: «Kısa
Nisa sûresi (Sure-i Talâk) Bakara Süresindeki âyetten yedi sene sonra İndi»
dediğini rivayet ediyor.
Şn/iıryn, Ebu Davud,
Tirmizl, Nçsaî, îbni Mâcc, îhni Ccrtr Ib~ ni'l-Münzir ve îbni Mrrdcvryh, Ebu
Selemete'bni Abdirrahman'dan şu hadisi tahrîc etmişlerdir; «Demiştir kî: Ben
İbnî Abbaş ve Ebu Hüreyre radıyallahü anhüm beraber İdik.Derken bir adam geldi;
ve İbnİ Abbas'a :
— Kocasının ölür-ünden kırk gün sonra doğuran
bir kadın hakkında bana fetva' ver; bu kadın helâlmidır? dedi. İbni Abbas:
İkİ iddetin
sonuncusunu bekler; dedi. Ben:
— (Hamilelerin iddeti doğrmalarıdır.) dedim,
ibni Abbas:
— O talâktadır» dedi.
Ebu Seleme :
— Ya bir kadının gebeliği bir sene sürerese ne
buyurursun? dedi. İbni Abbas yine:
— İki iddetin sonrakisini; diye cevap verdi.
Ebu Hüreyre: Ben kardeşim oğlu ile yani
Ebu Seleme ile beraberim; dedi. Bunun üzerine İbini Abbas köîesî Küreyb'i Ümmü
Seleme (R.A.) 'ye göndererek, bu bâbta sünnet cereyan edip etmediğini sordu.
Ümmü Seleme (R.A.):
— Sübey'atüT-Esiemiyye'nîn kocası Sübey'a
hâmile iken Öldürüldü. Sübey'a onun vefatından kırk gün
sonra doğurdu. Müteakiben
kocaya istendi ve Resûlüllah (S.A.V.) onu evlendirdi; dedi.»
Bu hadîsi Abd. b.
Humeyd dahî Ebu Seleme'den tahrîc etmiştir. Onda mes'elenin Hz. Âİşe (R.Anlıâ)
'ya sorulduğu, onun da yukarıdaki cevabı verdiği, yalnız kırk gün yerine onun:
«kocasının vefatından bir kaç gün sonra» dediği zikrediliyor.
Bu bâbta rivayetler
çoktur; ve umumiyetle âyetin umumu üzere kaldığını gösterirler. Yine bu
rivayetler, Bakara âyeti'nin bu âeytle neshedildiğini gösterirler.
Hz. Ömer, Ali ve İbnİ
Mes'ud (R. Anhüm)'un mezhebleri de budur. Hattâ Ömer (R.A.):
— Boşanan
kadın, kocası henüz
karyolasının üzerİndeiken doğursa iddeti
biter ve kendisine evlenmek helâl olur»
demişti.r. Bakara âyeü'nden murâd:
«[780]
Sizlerden vefat ederek zevcelerini bırakanların zevct..-ri b\z-ıâ\ dört ay on
gün iddet beklerler» âyct-i kerîmesidir. Onu neshcden âycL ise
«[781]
Hamilelerin İddetİ doğurmalarıdır.» âyetidir. Bu iki âyetin birincisi Bakara
surcsi'ndc, ikincisi Sûre-İ Talâk'tadır. Yani biri diğerinden bir vecihle daha
umumî bir vecİhle de daha hususîdir.
(Istitrad: Mantık
ilminde beyân olunduğuna göre iki şey birbirine nisbet olunduğu zaman
aralarında dâima dört nisbetten biri bulunur. Dört nisbet: (hususî ta'biri ile
niseb-i erbaa) tebayün, tesâvî, umum ve husus mutlak, umum ve hususu min
vecihtir. Meselâ: Akla kara arasında dört nisbetten mübayenet yani zıddiyet
vardır. İnsanla beşer arasında müsâvaat vardır. İnsanla Peygamber arasında umum
ve hususu mutlak bulunmaktadır. Çünkü her Peygamber insandır; fakat her insan
Peygamber değildir. Sarı ile çiçek arasında da umum ve husus min vecih vardır,
Zîrâ bazı saırılar çiçek ve bazı çiçekler sarı olabilir:' Fakat hor sarı, çiçek
olmadığı gibi her çiçekte sarı değildir).
Şimdi İki âyetin umum
ve husus taraflarını görelim: Birinci âyet mucclrinco dört ay on gün iddet
bekleyecek kadınlar, doğurmakla iddet bekleyeceklere bakarak bir cihetle
eamdır; çünkü mutlaktır. İkinci âyet ir,o yalnız hâmile kadınlara mahsustur.
Bir cihetten de ehastır; yani yalnız kocası ölenlere mahsustur.
İkinci âyet de
öyledir. Onda mevzu-u bahis olan kadınlar bir cihetle birinci âycttckilcrdcn
camdır. Zîrâ hâmile kadın mutlaktır; kocası ölene de boşanana da şâmildir.
Halbuki birinci âyette
yalnız kocaları ölen kadınlar zikredilmiştir. Bir cihetle de ehastır. Çünkü bu
âeytte yalnız hamilelerin iddeti beyân edildiği halde birinci âyette hâmile
olsun olmasın bütün kocası ölmüş kadınların iddeti zikredilmiştir.
Şu halde bu iki âyet
arasında sûreten bir münâfât hâsıl olmuş oluyor. îstr bu münâfaatı gidermek
için: İkinci âyet birinci âyetin hamileler hakkındaki hükmünü neshetmiştir.
Artık hamileler dört ay on gün beklemiycceklerdir. Bunların iddeti doğurmakla
biter. Fakat hâmile olmayanlar hakkında âyetin umumiyeti yine bakidir.
Bazıları yukardaki iki
âyetle de amel etmiş olmak için: İki iddetin sonuncusunu beklemek îcabeder; derler. Bunlara göre kocası öldüğü zaman k;ıdm henüz doıırm;ımıssn
onun id«Vi doğurmak!;! bilecek: doğurmuş .bulunuyorsa vefat iddı-li olan dört,
ay on günü hektiyoevktir. Onlar mes'uliyeUen ancak yakînk? çıkılır: âyetlerin
yalnız binle amel etmek yakın ifâde etmez; diyorlar. Ancak kendilerine:
«Sübey'a hadisinin hüküm hususunda nass olduğu hatırlatılmak suretiyle cevap
verilmiştir. Bu hadîsi tc'yîd eden hadis ve eserler çoktur.[782]
1136/943- «Âişe
radıyallahü anhâ'âan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Berîreye üç hayız iddet beklemesi emrolundu».[783]
Bu hadîsi İbni Mâcc
rivayet etmiştir. Râvîleri sikadırlar. Lâkin hadîs ma'lûldür.
Bunu te'yid eden başka
hadisler de vardır. Hadîs- Şerif cariyenin, iddetini hurreninkinden az kabul
edcnlcrce iddetin kadına göre i'tibâr edileceğine delildir. Erkeğe
bakamayacaktır. Çünkü Berîre'nin kocası esah kavle göre köle idi. Berîre âzâd
olunmuştu.[784]
1137/944-
«Şa'bî'den[785] o da Fâtıme binti Kays
radıyallahü anhâ-dan o da Peygamber sallallahü aleyhi ve scllcm'den işitmiş
olarak rivayet edildiğine göre üç defa boşanan kadın hakkında Peygamber (S.
A.V.) :
— Ona mesken ve nafaka
yoktur; buyurmuşlardır.»[786]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i .Şrr'f, üç
defa boşanan bir kadına nafaka ve mesken veril-"miyeceğine delildir. Lâkin
nu's'ele ihtilaflıdır. İbni Abbas, Hamın-ı Batiri, Aid' Şairi ve bir rivayete
göre İmam Ahmcd b. Hahbrl, Dd-vııd-ıı Zahirî ile tâbî'leri ve bütün hadîs
imamları bu hadîsle istidlal ederek üç defa boşanan kadına nafaka ve mesken
verilmiyeccğine kaail olmuşlardır.
Hz. Ömer b. Hattab,
Ömer b. Abdülaztz, Iraklılar, Haneîîler, bîr rivayette İmam Sevr'i ve diğer bir
çok ulemâ ise ona nafaka ve mesken vermenin kocasına vâcib olduğuna zâhib
olmuşlardır. Delilleri:
[787] Onlara
doğuruncaya kadar nafaka verin» âyeti ile:
«[788]
Onları kendi oturduğunuz yerde İskân edin», âyet-i kerîmesidir. Onlar Fâtrma
hadîsİ'ni kabul etmezler.
İmam Mâlik, Şafiî, Hz.
Âişe ve fukahâ-i seb'a: «Üç defa boşanan kadına yalnız nafaka vardiı, mesken
verilmez» derler. Bunlar:
«[789]
Boşanan kadınlara meta' vardır.» âyctiyle istidlal ederler. Meskene gelince: o
vâcib değildir; çünkü «oturduğunuz yerde iskân edin» buyurulması kocalarının
olduğu yerde bulunmalarını icübeder. Bu da bittabi ihtilât iktiza eyler.
İhtilât ise yalnız talâk-ı ric'îdc olur; diyorlar.
Bunlar Fâtıme binti
Kays hadîsine çok ta'nedildiğini, bu ta'nlar muvacehesinde onunla istidlale
imkân kalmadığını ileri sürerler. Fâtıme (R.Anhâ) hadîsine dört türlü ta'n
yapılmıştır:
1— Bunun
râvîsi kadındır. Hadîsi takviye edecek iki sâhidi yoktur.
2—
Bu
rivayet Kur'ân'ın zahirine muhaliftir.
3—
Onun
evinden çıkması mesken hakkı olmadığı için değil: Koca sının ailesi efradına
dili ile eziyyet verdiği içindir.
4— Fâtıme
(R.Anhâ) 'nın rivayeti Hz. Ömer (R.A.)
'in rivayeti ile muâraza halindedir.
Fakat bu la'nlara
cevab verilmiş ve denilmiştir ki: «Râvînin kadın olması zarar etmez; nice sünnetler
kadınların rivayeti ile sabit olmuştur; nitekim Siyer kitapları ile Sahâbe-i
Kirâm'ın hayatlarını okuyanların ma'lûmudur.»
Hz. Ömsr (R.A.) 'in:
«Biz Rabbimizîn kitabını ve Peygamberimizin sünnetini, bellediğini veya
unuttuğunu bilmediğimiz bir kadının sözü ile bırakamayız.» demesi Fâtıme'nin
belleyip bellemediğinde şüphe ettiği içindir. Yoksa kendisi Hz. Âişe ve Hafsa
(R.Anhâ) 'dan müteaddit hadîsler rivayet etmiştir.
Kur'an'a muhalif
olması:
«[790]
Onları evlerinden çıkarmayın» âyet-i kerîmesine aykırı düştüğü içindir. Fakat
bazıları: «Bu hadîsle âyetin aralarını bulmak mümkündür. Bu hadîs âmmın bazı
fertlerini tahsis etmiştir» diyorlar.
Fâtıme hadîsinin Hz.
Ömer hadîsi ile muârazasma gelince Hz. Ömer (R.A.) 'in yaptığı ziyâdeliği yani
Allah'ımızın kitabını ve Peygambe-mizin sünnetini» ibaresini İmam Ahmcd b.
Hanbcl inkâr etmiş ve yemin ederek: «Hanj kitabullah'da üç defa boşanan kadına
nafaka ve mesken vermenin vâcib olduğu nerede?» diyerek mezkûr ziyâdenin Hz.
Ömer'den sahih rivayetle gelmediğini söylemiştir. Bunu Dare Kutnî nakleder.
Hz. Ömer (R.A.)'m:
«Peygamber (S.A.V.)'i:
— Üç defa boşanan
kadına mesken ye nafaka vardır;
derken işittim.»
hadîsini ise İbrahim Nchaî, Hz. Ömer'den rivayet etmiştir. Halbuki İbrahim,
hadîsi Hz. Ömer'den işitmemiştir; çünkü kendisi Hz. Ömer'in vefatından bir kaç
sene sonra doğmuştur.
Bazıları: Hz.
Fâtıme'nin evinden çıkması kocasının ailesine eziyyet vermesinden ileri
gelmiştir; iddiası yabancı bir sözdür; hadîsle alâkası yoktur. O, nafakaya
müstehâk olsa Peygamber {S.A.V.) onun nafakasını verdirir; dilini tutmaması
buna mâni' olmazdı» diyorlar.
Görülüyor ki bu hadîs
etrafında münakaşa uzundur. İbni'l-Kayyim «cl-Hcdyü'n Ncbcviy» adlı eserinde
onu daha da uzatmış ve bu hadisle amelin eâiz olduğunu isbâta çalışmıştır.[791]
1138/945- «Ümmü
Aîıyye radıyallahü anhâ'dan rivayet olduğuna göre Resûlüllah saîlallahü aleyhi
ve scttcm:
— Bir kadın kocasına
tuttuğu dört ay on gün (yas) müstesna hic bir meyyit için üç günden fazla yas
tutamaz. Astb müstesna hiç bir boyalı elbise giyemez. Sürme çekinemez; koku
dahî sürünemez; ancak temizlendiği za-rnan kust ve ezfârdan bir parça müstesna;
buyurmuşlardır.»[792]
Hadîs müttefekum
aleyh'tir. Buradaki lâfız Müslim'indir Ebu Dâvud ile Nesaî'do «Kinalanamaz»
ziyâdesi (aynca) Nesaî'de «tarana-maZ) ziyâdesi vardır.
Asb: Eir ncv'i Yemen
kumaşıdır. Bunun ipliği bir araya toplanarak bağlanır; sonra boyanır ve
yayılır. Bu suretle bağlanan yerlere boya işlemediğinden kumaş alacalı kalır.
Kust : Bir ncv'i güzel
buhur veya öd ağacıdır, Ezfâr da onun başka bir ncv'İdir. Hayizdan yıkandıktan
sonra pis kokuyu gidermek için kanın eserini bunlarla gidermek bazı yerlerde
âdettir.
Bu hadîste bir çok
mes'eleler vardır ki, bazıları şunlardır :
1— Hadîs-i
Şerif. Kadınm anne ve babasının olsun başkalarının olsun vefatı
dolayısiyle ancak üç gün
yas tutmasının caiz, üç günden
fazlasının câİz olmadığına, keza kocasının ölümü dolayısiyle dört ay on gün yas tutabileceğine delildir.
Yalnız Ebu Dâvud (202 — 275) un mürseller meyanında tahric ettiği Amr b. Şuayb
hadîsine göre Peygamber (S.A.V.) kadına babası için yedi; başkaları için üç
gün yas tutmağa ruhsat vermiştir. Fakat hadis mürscldir; hucciyeti
ihtifâflıdır.
2— Hadîsteki
kadın ta'biri mefhum-u muhalifi ile küçük kızı hükümden çıkarmıştır.
Binâenaleyh ona kocası için.-yas tutmak vâcib olmadığı gibi kocasından
başkaları için üç günden fazla yas tutmaktan da men' edilmez. Hanefîler'le
diğer bazı ulemânın mezhebi budur.
Cumhur'a göre ise
küçük hitabın umumunda dâhildir. Kadının zİk-mlhnesi ekser-i ahvale göredir.
Vâkıâ küçük henüz mükellef değilse de burada teklif onun velisine racî'dir.
Küçüğü ziynetlenip süslenmekten o men' edecektir. Nitekim küçüğe iddet de
vâcibtir; onun için kocası Ölür ölmez kocaya istenemez.
3—
Hadîste
«meyyit İçin» denildiğine göre mefhumu muhalifinden boşanan kadınlara yas tutmak îcabetmediği anlaşılır. Talâk-ı ric'îde bu hüküm
Utifâlunir. Tn!âk-ı bâin'do ise ihtilAF vardır. Cumhur'a göre yine ihdati îâ/mı
değildir. İmanı Şafii, Mâlik ve bir rivayette Ahmcd b. Huubcl bu kavle zâhibdirlor.
Runlara göre ihdad, cimâ'a götüren yel kesildiği k;in me.şru' olmuştur. Bu ise
ancak kocası öloıı kadında tasavvur olunabilir.
Talâk-ı hâinle boşanan bir kadın üç talâkla boşanmamışsa kocasına nikâh
edilebilir.
Hanefjier'ie diğer bir
takım ulemâ talâk-ı bâin'le boşanan kadına dahî ihdâd lâzımdır. Çünkü ihdâd,
nikâh ni'mnti elden gittiğine teessüf için meşru' olmuştur; bu mânâ ise kocası
ölende tnlâk-i hâinle boşananda müştereken mevcuttur. Bir do İddet nikâhı
haram kılar; o halde nikâha mukaddeme ve sebep olan şeyleri do haram eder.
4— Bu hadis
ihdârl'ın vâcib olduğuna değil, helâl olduğuna delâlet çimektedir. Halbuki
ekser-i ulemâ onun vâcib olduğuna kaildirler. Bunun sebebi hadîsin
Ümmü Seleme hadîsi ile
kuvvet bulmuş olmasıdır. Ebu Dâvud ile Nrsaî'nin rivayet
ettikleri bu hadîs aşağıda görülecektir. Vâkıâ İlmi Kesir onun hakkında:
«Senedinde garabet vardır» demişse de yine kendisi İmam ŞâfiVmn Mâlik1 den
rivayetine göre onun Ümmu Seleme'den geldiğini söylemiştir. Bu rivayet onun aslı
olduğuna delâlet eder. Bu bâbta bir de İmam Ahmed'le Ebu Dâvud ve Nesai'nin
tahrîc ettikleri şu hadîs vardır:Resylüllah (S.A.V.):
— Kocası Ölen kadın ne
usfurlu ve kırmızı boyalı elbise giyebilir, ne ziynet takınır; o kına da
yakınamaz, sürme de çekinemez; buyurmuşlardır.»
Hâjız bin Kesir: «Bu
hadîsin isnadı iyidir.» demişse de Bcyhakî <384 — 458) onu Hz. Ümmü
Seleme'ye mevkuf olarak rivayet
etmiştir.
Hasan-ı Basrî (21 —
110) île Şa'bî (26 — 104)'ye göre üc. talâkla boşanan ve kocası ölen kadınlar,
sürme çekinir, tranır, koku sürünür, gerdanlık ve istedikleri boyalı elbiseyi
giyebilirler. Delilleri: İmam, Ahmcd'in tahrîc ettiği İbni Hibban (— 354) 'in
da sahih bulduğu Esma binli Umeys hadîsindir.. Mezkûr hadîste Hz. Esma (R.A.)
Cafer b. Ebu Ta'Iib'în katlinin üçüncü günü ResûlüÜah (S.A.V.) benim yanıma
girdi; ve: :
— Bu günden sonra
ihdâd yapma; buyurdular» demiştir. Ru hadisin daha başka lâfızları da vardır ve
hepsi Peygamber (S.A.V.} in üç günden sonra ona ihdnd yapmamasını emrettiğine
delâlet ederler.
Şu halde İni hadîs,
ihdâd hakkındaki Ümmü Seleme hadîslerini nesnetmiş olur. Çünkü Ümmü Seleme
(R.Anhâ) kocasının vefatından sonra ihdâd için emir almıştı. Kocasının ölümü
ise Hz. Ca'fer'in katlinden evveldir.
Cumhur-u ulemâ Esma hadîsine müteaddit cevaplar
vermişlerdir.
5— Kocası
ölen kadınların dört ay on gün iddet beklcmesindeki hikmet hususunda bazıları
şu mütâlâayı yürütürler; Ana
rahmindeki çocuğun yaratılması ve kendisine ruh verilmesi 120 gün geçtikten sonra
olur. Bu müddet ayların noksan oluşu sebebiyle dört aydan ziyâdedir.
Binâenaleyh ihtiyaten kesir ondalıkla tamamlanmıştır. (Yani dört ay yirmi dokuz günden 116 gün
ederse de bu sayı ihtiyaten 120 ye çıka-rılmışir.) âyetteki on adedinin müennes gelmesi geceler i'tibâriylcdir. Maamâfih Cumhur'a
göre maksat, günlerîle birlikte gecelerdir. Binâenaleyh on birinci gece
girmeden nikâh edilemez.
6— Hadîste
«Boyalı elbise giyemez.» duyurulması, hangi boya ile olursa olsun boyanmış
elbise giymenin yas tutan kadına memnu' olduğuna delildir. Bittabi
hadîste istisna edilenler müstesnadır, tbni Abdilberr (368 — 463) şöyle diyor:
«İhdâd yapan bir kadının usfurlu ve
boyalı elbise giymesinin caiz olmadığına ulemâ ittifak etmişlerdir; zîrâ:
siyahtan ziynet yapılmaz. Bilâkis o hüzün elbisesidir.»
îpek giymesi
ihtilaflıdır. Şâfiîler'den esah olan rivayete göre ipekli elbise boyalı olsun
olmasın mutfak surette ihdâd yapana memnu'dur. Çünkü ipekli ile zîynetlcnmek
kadınlara mubah kılınmıştır. Halbuki ihdâd yapan kadın zîynctlenmekten men' edilmiştir.
îbni Hazm {384 — 456)
'e göre ihdâd yapan kadın yalnız boyalı giymekten kaçınmalıdır. İpeklinin
beyaz veya sarı gibi boyanmamış olanını giyebilir. Ona altınla dokunmuş elbise
giymek mubah olduğu gibi, altın, gümüş, cevher ve yakuttan ma'mul her nev'i
ziynetleri takınmak da mubahtır.
îbni Hazm (384 — 456)
'in buradaki Ümmü Atiyye hadîsine saplanıp kalması Ümmü Seîeme hadîsini sahih
kabul etmediğindendir. Çünkü o hadîsin râvîsi İbrahim b. Tahman'dır. Bu zâtı
îbni Hazm zaif bulmuşsa da hadîs hafızları onu mu'temed kabul etmişler, rivayet
ettiği hadîsleri İbni Mübarek, Ahmcd b. Hanbcl ve Ebu Hatim gibi büyüklerden
bir cemâat sahih bulmuşlardır. Demek oluyor ki İbni Hazm fahrîmi, kendince
sabit olan nassa münhasır kılmış; diğer ulemâ ise onu zînetle ta'lil
etmişlerdir.
7— «Sürme
çekinmez» buyurulrnası, onun memnu, olduğuna delildir. Nitekim cumhurun kavli
de budur. Hattâ İbni Hazm'e göre gözlerinin kör olacağından bile korksa yine
sürünemez. Bu hususta £ccc ile gündüzün de farkı yoktur. Deiîiİ İlâhımızın
hadîsi ile müJtcfekun aleyh olan Ümmü Seleme hadîsidir. Bu hadîsin beyânına
göre; bir kadını kocası Ölmüş kadının (ağlamaktan) gözleri kör olacağından
korkmuşlar da Peygamber (S.A.V.) 'e gelerek sürme çekmek için ondan izin
istemişler fakat Resûl-i Ekrem (S.A.V.) buna izin vermemiş; bilâkis iki veya
üç defa «hayır» demiştir.
Hanefîler'le cumhur-u
ulemâ, İmam Mâlik ve Ahmcd tedavi için ismid denilen sürme taşı ile
sürmelenmeyi caiz görmüşlerdir. Delilleri: Ebu Dâmul'un tahrîc ettiği Ümmü
Seleme hadîsidir. Mezkûr hadîse nazaran: bir kadının kocası ölmüş; kadın
gözlerinden rahatsız olmuş. Ve Ümmü Seleme (R.Anhâ) 'ya haber göndererek cila
sürmesinin hükmünü sormuş; Ümmü Seleme
(R.Anhâ):
— O sürmeden ancak pek
zarurî bir hâl başına gelerek şiddetlendiği zaman geceleyin çeker gündüzün onu
silersin; diye cevab vermiş. Sonra :
— Ebu Seleme vefat ettiği zurnan Resûlüllah
(S.A.V.) benîm yanıma girdi ilâh......; mealinde aşağıda gelen sabır hadîsini
zikretmiştir.
Ümmü Selene hadîsi
hakkında İbini Abdiberr şu mütâlâayı beyân ediyor: «Bu hadîs bence Ümmü
Seleme'nin (gözünün kör olacağından korkutsa bîîe sürme çekmekten nehî eden)
öteki hadîsine muhalif olsa da iki hadîsin arası şöyle bulunabilir: Peygamber
(S.A.V.) nehî ettiği zaman sürmeye ihtiyaç az idi. Geceleyin mubah kılınması
ise zararı sürme ile gidermek içindir.[793]
1139/946- «Ümmü
Seleme radıyallahü anlıâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Ebu Seleme vefat
ettikten sonra gözlerime san sabır koydum. Bunun üzerine Resûlüllah saUnllahü
aleyhi ve selîcm:
— Şüphesiz ki sarı
sabır yüze renk verir ama sen onu yalnız geceleyin sürün güdüzün çıkar; hem
koku ve kına ile taranma; çünkü bovadır; dedi. Ben:
— Ne üe taranayım? dedim:
— Sidİrle;
buyurdular.»[794]
Hu hadisi Ebu Dâvud ve
Nesai rivayet etmişlerdir, isnadı hasendir.
H;ifli.s-i Şor'F,
ihdâd yapan kadına koku sürünmenin memnu' olduğuna delildir. Koku bütün
kokulara âmm ve şâmildir. Lâkin bundan evvelki Ümmü Atiyye hadîsinde kainin
nayzından temizlendiği hâli istisna etmiş ve tına Küst ve czfar Sulanmaya izin
vermişti. Şu halde hadîsin umumunu bu istisnaya göre mütâlâa etmek gerekir.[795]
1140/947- «(Yine
Ümmü Seleme radıyallahü anhâ'âan rivayet edildiğine göre bir kadın :
— Yâ Resûlallah, kızımın kocası öldü, kızım
gözünden rahatsızdır; ona sürme çeksin
mi? demiş. Resûlüüak
(S.A.V.):
— Hayır; buyurmuşlardır.»[796]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Sürme hakkında
yukarıda söz geçti. Zâhir-i hadîse bakılırsa sürmeyi tedavi için bile
çekinemez.
Bu hadîs, sürme taşı
ile sürmelenmeyİ ziynettir diye tecviz etmeyib de totya gibi sürme taşını
kullanmakta beis görmeyenlere reddiye gibidirler. Çünkü kadının suali gözü
tedavi eden sürme hakkında idi. Şu var ki sürme denilince ismit anlaşılır,
denilebilir.[797]
1141/948- «Câbir
radıyallahü anh'dan rivayet edilmiştir. Demiştir Ici : Teyzem boşandı;
müteakiben hurmasını devşirmek istedi. Derken onu bir adam (dışarıya) çıkmaktan
men' etti. Bunun üzerine o da Peygamber (S.A.V.) 'e geldi Resûiüllah
(S.A.V.) (ona) :
— Hayır, sen hurmanı
devşir; îîrâ olabilir tasadduk eder veya hayır yaparsın.» buyurdular.[798]
Bu hadîsi ftftüslim
rivayet etmiştir.
Hadîsi Müslim «talâk-ı
bâinle boşanan kadının evinden dışarı çıkmasının cevazı» babında zikre'mistir.
Nitekim Nv.vcvV de böyle bir bâb yapmıştır. Aynı hadîsi Ebu Dâvud ile Ncsaî «Teyzem
üç defa boşandı» ifâdesi ile tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i serî!;
mübtütenin (yani talâk-ı bâinle boşanan kadının) ihtiyacı olunca gündüz
evinden çıkabileceğine delildir. Fakat ihtiyacı yokken çıkması caiz değildir.
Ulemâ'dan bazılarının mezhebi budur. Hattâ bunlara göre ihtiyaç ve özürden
dolayı hem gündüz, hem de gece çıkabilir. Meselâ evin yıkılma tehlikesi
kadının komşularından eziyet görmesi veya onlara eziyyte vermesi birer özür ve
ihtiyaçtır. Bunlar:
«[799]
Onları evlerinden çıkarmayın kendileri de çıkmasınlar; ancak aşikâr bîr kötülük
yaparlarsa o başka» âyet-i kerîmesi ile istidlal ederler. Çünkü âyetteki
(fahişe) lâfzı, kayın ana ve kayın pederlere karşı haşin davranmakla tefsir
edilmiştir.
Bir takımları gündüzün
mutlak suretle çıkabileceğine fakat geceleyin çıkamıyacağma kail olmuşlardır.
Delilleri babımızın hadîsidir.
Hanefîler'e göre
mebtüte, gece gündüz evinden çıkamaz. Delilleri az evvel zikredilen âyet-i
kerimedir. Bir de, mebtütenin dışarıya çıkmaya zaten ihtiyacı yoktur; çükü
nafakası kocasına aittir. Bazıları; gündüz maişet peşinde çıkabilir; demişse de
esah olan çıkamamasıdır.
Ölüm iddeti bekliyen
ise gündüzleri ve geceleyin evlerinden çıkabilir zîrâ ona nafaka veren yoktur.
Binâenaleyh nafakasını temin için gündüzleri evinden çıkar maişet tedariki
ekseriya akşama kadar devam eder; onun için gecenin ilk anlarında dışarıda
bulunmasına cevaz verilmiştir. Fakat geceyi behemehal evinde geçirmesi
îcabeder.
Hadîste hurma
toplanırken ondan sadaka vermeye ve sahibine hayır yapmayı hatırlatmaya işaret
vardır.[800]
1142/949-
«Fürey'a[801] binli Mâ/ik radıyallalıü
anhâ'dan rivayet olunduğuna göre kocası kölelerini ararrvate çıkmış ve
kendisini öldürmüşler. Fürey'a demiştir k'vocam bana, mâlik olduğu bir mesken
ve nafaka bırakmadığından ailem nezdine dönmeği Resûlüllah sallttlla.hu aleyhi ve scllem'e sordum. Resûlüllah (S.A.V.):
— Evet; dedi. Odama vardığımda beni çağırarak :
— Takclîr yerini buluncaya ksdar evinde dur;
dedi.
Fürey'a demiştir ki:
— Bunun üzerine o evde dört ay on gün iddet
bekledim. Ondan sonra Osman da bununla hükmetti.»[802]
Bu hadîsi Ahmed ile
DörtMer tahrîc etmişlerdir. Tirmizî, Zühelî, İbni Hİbban, Hâkim ve başkaları
onu sahîhlemişlerdir. Ve hepsi onu Sa'd b. îshak b. Kâb'dan o da halası Zeyneb
binti Ka'b b. Ucre'den o da Fürey'a-dan işitmiş olmak üzere rivayet
etmişlerdir.
timi Abdilbcrr: «bu
hadîs, Hicaz ve Irak ulemâsınca mâruf ve meşhurdur, demiştir.
Abdülhak, İbni Hazm'in
yolundan giderek hadîsi Zeyneb'in hâlinin bilinmemesi ve bir de Sa'd b.
îshak'm ada..=-inin meşhur olmaması sebebiyle illetlendirmiş ise de kendisine
bu Zeyneb'in tabiînden olduğu ve Ebu Said'in karısı bulunduğu, ondan Sa'd b.
îshak'm hadîs rivayet ettiği tbni Hibban'm da onu mu'temedler arasında
zikrettiği hatırlatılarak cevab verilmiştir. Hâsılı Hz. Zeyneb, kendisi
Tâbün'den, l-;er-.'tsı i-so Eshâb-ı KîrânVdan olan bir kadındır. Sonra ondan
bir nice mu'temcd zevat hadîs rivayet etmiş fakat kimse kendisine dil
uzatma-nııştır.
Ka'd b. l.'ifıak'a
gelince: Onu da İbni Maln, Ncsai ve Ddrc Kutnî tovsik c!.raifjlcr; kendisinden
Hammad b, Yczîd, Süfyan-ı Scvri (97 Mil) İbni Ciircyr, İmam Mâlik ve başkaları
hadîs rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i Şerîf, kocası
ölen kadının iddeüni, başladığı evde bitirmesi lüzumuna delildir. Selef vr
haleften bir cemâîiaün mezhebi budur Hm hususta bir çok hadîskr Eshâb-ı
Kîrâm'd;ın bir çok eserler var-(bı Kbu- Ilan'ıjc, Ahmcd b. Hnttbel ve Şafii ile
bu mezheblerin diğer imamlaınnm kavilleri de budur. İbni Abdilbcrr: «Hicaz'da,
Şam'da, Mısır'da ve Irak'da bir çok şehirler fukâhâ'sı da buna kaildir» diyor.
Hr. Ömer (R.A.) muhacir ve Ensar'dan müteşekkil bir cemâat huzurunda bununla
hükmetmiştir.
Bu hadîse ta'neden
olmamıştır. Râvîleri hakkında söylenenlere ise gerekn cevap verilmiştir.
Nitekim az yukarıda gürdük.
arına göre kocası ölen
kadına kocasının malından mesken hakkı urnu'k vâcibdir. Çünkü âyet-İ kerîme'do
«Evinden çıkarmadan» deniliyor. Bunlar: «Vakıa bu âyetteki nafaka ve giyeceğin
bir yıl devamı neshedilmişse de meskenin hükmü iddetin devaminca bakidir» diyorlar.
İmam Şafii âyetle uzun uzadıya istidlal etmiştir.
Yine Selef ve haleften
bir cemâat da kocası ölene mesken hakkı olmadığına kail olmuşlardır.
Abdürrezzak, Urve'dcn Hz. Âİşe (R. Anlın) nm, kocası ölen kadının iddeti içinde
evinden çıkabileceğine fetva' verdiğini rivayet etmiştir. İbni Abbas (R. A./den
dahî: «Allah yâlnız dört ay on gün iddet bekler dedi, evinde bekler demedi,
binâenaleyh nerede İsterse orada bekler» dediğini rivayet eder. Bunun bir
mislini de Câbir (R.A.) ile sahabeden bir cemâatten rivayet etmiştir. Bazıları
buna kail olmuştur. Fakat bu kavil zaîftir. Kitap ve Sünnet'e muarızdır.[803]
1143/950-
«Fâtime bintî Kays[804]
radıyalîahü anhâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki:
— Yâ Resûlallah
gerçekten kocam beni üç defa boşadı. Üzerime bîr baskın yapılacağından korkuyorum?
dedim. Bunun üzerine Resûlüllah {S.A.V.) kendisine emir buyurmuş
Fâtıme de (başka yere) taşınmıştır.[805]
Bu hadîs Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-:i Şerif,
Kitabımızın «Kefâet babı» nda geçmiştir. Fâtıme binti Ksys (R.Anhâ) hakkında
Müslim'de uzunca bîr hadîs vardır. Bu hadîsin meâü şır-lur: «Kocası Ebu Amr b.
Hafs b. el-Mugîre kendisi Yomen'de olduğu halde gaİbâne ta!âk-ı bâinle
Fâtime'yi boşamış ve ona Ebu Ayyaş vasıtasile beş ölçek arpa göndermiş. Fâtİme
buna kızmış. Fakat Ebu Amr:
— Valj.ıhi sana hiç borcumuz yoktur; demîş.
Bunun üzerine Fâtime, Peygamber
(S.A.V.)'e gelerek mes'eleyi anlatmış.
Resûîüllah (S.A.V.) kendisine:
— Senin onda nafaka hakkın yoktur; buyurmuş; ve
Ümmü Şerîk'İn evinde iddet bekîemesini
emretmiş. Sonra:
— Bu
kadın eshâbımın ziyaret ettiği bir kimsedir. Sen İbni Ümmü
Mektum'un yanında iddetlni bekle; çünkü o âmâ bir adamdır. Onun yanında
elbiseni (örtünmez) bırakırsın. - Bir rivâyeJte - baş örtünü bırakırsın (nikâh
için) helâl olduğun zaman bana haber ver; buyurmuşlar.
Fâtıme şöyle demiştir:
«İddetimi bitirerek nikâh için helâl olduğum zaman Resûlüllah (S.A.V.)'e
Muaviye b. Ebu Süfyan'la Ebu Cehm'İn beni istediklerini söyledim. Resûlüllah
(S.A.V.):
— Ama Ebu Cehim sopasını omuzundan
bırakmaz - bîr rivayette - kadınları çok doğer - Muaviye'ye gelince: o
da yoksuldu; hic-bi malı yoktur; sen
Üsâmetü'bnü Zeyd' Je evlen; buyurdular.
Ben onu beğenr edim.
Sonra (tekrar) :
— Üsâme İlrı evlen; buyurdular. Artık ben de
onunla evlendim. Allah onda hayır hâlketti ve ona gıbta eder oldum.»
Hz. Üsâme, Resûlüllah
(S.A.V.)'in Mevlâsıdir. Babası Hz. Peygam-ber'in vakti ile oğulluğu idi.[806]
1144/451- «Amr
b. Âs radn/allahih anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Bize
Peygamberimizin sünnetini karıştırmayın! Ümmü'l-Ve-led'in efendisi öldüğü zaman
(bekliyeceği )İddeti dört ay on gündür.»[807]
Bii hadîsi Ahmet, Ebu
Dâvud ve İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Onu Hâkim sahîhlemiş Dâre Kutnî İse
intika' ile illctlendirmistir.
İlletlcndirmenin
sebebi, hadîsi Kubeysatü'bnü Züeyb'in Amr b. Âs'-dan rivayet etmesidir. Halbuki
Kuhe-ysa Hz. Amr'dan işitmcmİştir. Bu-nuDrtrc Kutnî söylemiştir. İbni'l-Münzir
dahî imam Ahmcd b. Hanbel ile hbu Ubcyd'ln onu zaîf bulduklarını söyler.
Muhammcd b. Musa diyor ki: «Bu hadisi Ebu Abdillah'a. sordum: sahîh değildir;
dedi.» Mcymunî de şöyle diyor: «Ebu /~bdillah% Amr b. Âs'm şu hadîsine şaşarken
gördüm. Sonra: Bunda Peygamber (S.A.V.) 'in hangi sünneti var? dört ay on gün
aneak hurrenin nikâhdan iddetidir. Bu ise kulluktan hürriyet çıkmış bir
câriyedir; dedi.»
el-Münzirî demiştir
ki: Amr hadîsinin isnadında Ebu Rcca' el-Varrak vardır. Bu zâtı bir çok
k.mseler zaîf bulmuşlardır. Hadîsin üçüncü bir illeti daha vardır ki, c da
ıztıraptır. Çünkü üç vecihle rivayet edilmiştir, imam Ahmcd onun için: «münker
bir hadîstir» demiştir. Kubeysa'nm Hz. Amr'dan rivayet ettiği hadîsin mislini
Hallâs, Hz. Ali (R.A.) 'don rivayet etmiştir. Lâkin onun hadîsi hakkında da söz
edilmiştir, ibni Mâin (— 233) onun hadîsine ehemmiyet atfetmiyor.
Zehabı (673 —-- 748)
«el-Muğnl-» nâm eserinde: «Hallâs b. Amr, Ali ile İbn Abbas'dan rivayet ettiği
hadîslerde doğru söylemiştir.» diyor. Bazıları onun Hz. Ali (R.A.) 'den hadîs
işitmediğini söylerler. imam Ahmcd onun hakkında «sıkadır» demiştir. Ebu Hatim:
«kavı değildir» demiş; Beyhaki ise HaHâs'ın Hz. Ail'den rivayetinin ehl-i ifim
nazarında zaîf olduğunu söylemiştir. Mes'elc ihtilaflıdır. Evzaî (88—157) ile
Zahirîler ve diğer bazıları Amr hadîsi ile amel etmişlerdir.
imam Mâlik, Şafiî,
Ahmcd ve bir cemâat bu kadının bir hayız müddeti iddet bekliyeceğine kail
olmuşlardır. Çünkü bu kadın ne zevcedir^ ne de boşanmıştır. Buna yalnız istibra
lâzım gelir istibra ise, efendisi ölen cânyeye kıyasen bir kayızdir. Bu cihet
ittifakidir. imam Mâlik'e göre Ümmü Veled hayız görmiyen kadınlardan İse üç ay
iddet bekler; kendisine mesken de verilir.
Ebu Hanife: «Bu
kadının iddeti üç hayızdır.» der. A!İ ve ibni Mes'ud Hazerâtınm mezhcblcri de
budur. Çünkü iddet bu kadın hurr olduktan .sonra lâzım gelmiştir. Lâkin zevce
değildir ki vefat iddeti beklesin; câriye de değildir. Binâenaleyh câriye
iddeti de bekleycmcz. Şu halde hür kadınların iddetini bckliycrck rahmini
istibra etmesi vâcibdir.
Bazıları: «Ru kadının
iddotî hür kadınların iddetinin yarısıdır.» der-1er. Bunlar Ümmü Veled'i evli cüriyeyc
benzetirler.
«Nihdyclü'l-Müctchıd»
nâm eserde şöyle deniliyor: «Hilafın sebebi, Kit;ıb ve sünnette Ümmü Vc!ed
hakkında bir şey -zikredilmemiş olmasıdır. Ümmü veled, câriye ile hurra
arasında mütereddid kalmıştır. Onu zevceye benzetmek zâîftir, boşanan hurrenin
iddelinc benzetmek daha da zâifür».[808]
1144/952- Âişe
mdn/aUahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Kur'lar ancak tuhurlardır.»[809]
Bu hadisi Mâlik, Ahmed
ve Nesaî bir kıssada sahih senedle tahrîc etmişlerdir.
İmam ŞâfiVmn îmanı
Mdlİk tarîki ile Hz. Âİşe'ye müntehi olan rivayetine göre: Hafsa binli
Abdirrahman b. Ebi Bekir üçüncü hayzınm kanını gördüktnı sonra iddetini
beklemekte olduğu evden başka yere taşınmış. Bunu Amra binli Abdurrahman'a
««yitmişler; derken is münakaşaya dökülmüş, bu hususta bazı kimseler Hz. Âişe
ile münakaşa etmişler ve:
— Allah leâlâ Hazretleri Kitabında (Üç kuru')
buyuruyor; demişler. Bunun üzerine Âişe
(R.Anhâ):
— Doğru söylediniz. KurÛ' ne demektir
bilirmisiniz? KıınV ancak luhurîardır; demiştir. (Tuhr'un temizlik müddeti demek olduğunu yukarıda
görmüştük.)
İmam Şafiî diyor ki:
«Bize lihUik'in İbni Şi/ıaJ/tan heber verdiğine göre, İbni Şihnb: Fukâhâmızdan
bundan başka bir kavle kail olan bir kimseye yetişmedim; demiş ve bununla Hz.
Âişe'nin söylediğini kastcdmişlir.»
«Kar'» ve «Kur'»
kelimelerinin lûgatcn hem hayız hem tuhur mânâsına gelen zıtlardan olduğu ve
âyclle bunlardan yalnız birinin mu-râd edildiği hususunda ulemâ arasında hilaf
vardır. Bu mcs'clcdc ümmetin selefi ile halefi de ihtilâf etmişlerdir.
Eshâb-ı Kirâm'diin bir
çokları ile Medine fukâhâsı, İmam Şafiî, İmam Mâlik.vv bir rivayete göre İmam
Ahmrd b. Hanbrl âyet-i kerîmedeki «. uru'» dan muradın «üç tuhur» yani üç
temizlik devresi olduğunda karar kılmışlardır. Hattâ İmam Mâlik (93 179): «Memleketimizde
ehli ilme hu mes'elede: âyet-i kerîmedeki (Kürû'J dan murâd tuhurlardır;
derlerken yetiştim» demiştir. Bu zevat buradaki Hz. Âişe hadîsi ile isıidlâl
ederler. İmam Şafiî «Kitab ve lisan buna delâlet eder» di-or. Kitâbdan delili:
[810] Onları İddel zamanları ile boşayın» âyet-i kerîmesi.
Sünnetten delili de İbni Ömer Hadîsindekİ: «Scnra temizlenir nikâhında tutar;
isterse boşar, İşte Alkh'ın kadınların kendisi için kuşanmasını emrettiği
iddel budur.» cümlesidir. İbni Ömer (R.A.) karısını hayız halinde bo-şadığı
zaman da Resûlüllah (S.A.V.):
— Kadı i temizlendiği
zaman ister boşansın ister nikâhında tutsun» buyurmuştu. Şafiî diyor ki: «Âyetteki
(iddelleri)
la'hirinden murâd,
iddetlcrindcn önceki zaman mı yoksa iddetleri içindeki zamanmıdır? Tereddüt
etmekte idim. Bir de baktım Resûlüllah (S.A.V.) iddetin, hayız değil de tuhr
olduğunu haber veriyor. Çünkü âyeti (iddetlerinden önceki zaman için) mânâsına
alıyor. Bu ise kadını temiz İken boşamakla olur; iddeti karşılamak böyle olur.
Şâyed hayızlı iken hoşasa iddetini karşılamış olmaz.
Lisan'a gelince :
(Kar') hapis manasınadır. Bunu kelimenin kullanılışından anlıyoruz; nitekim
eski arap şiirlerinde de misal bulmak mümkündür.»
Selef-İ Sâlihîn'dcn
bir cemâat, Hulefâ-i Raşİdîn, İbni Mes'ud (R.An-hüm) ile diğer bir çok sahâbe-i
Kirâm'ın ve Tabiîn hazerâtının mez-hebince (kurû')dan murâd bayızlardır.
Hadîs imamları ile
Hanefîler'in ve diğer bir çok fukâhâ'nın mezhebi de budur. İmam Ahmcd b.
Hanbrl bir zamanlar (kuru') u tuhur-lar mânâsına almış, fakat sonradan o sözden
rücu' etmiştir. Hz. İni fim'm bu hususta şunları söylediği rivayet olunur:
«Kuru' için bunlar tuhurlardır, diyordum. Bu gün ben bunun (hayızlar) mânâsına
geldiğine kaniim.»
Bunların delilleri de
Kitap, lügat ve sünnettir. Kitaptan delilleri:
[811] «Boşanan kadınlar bizzat kendileri üç kur' müddeti
beklerler.» Âyct-i Kerimeyidir. Mezkûr âyet-i kerime üzerindeki münakaşa bir
usûl~i fıkıh meselesidir; ve muhaliflerle iki noktadan münakaşa edilir :
1— Âyette :
«üç Kur'» buyurulmuştur. Üç lâfzı hâss bir kelimedir. Hâss medlulünde kat'iyyel
ifâde eder; onun ziyâde ve noksana asla tahammülü yoktur. Mademki «üç Kur'»
denilmiştir; artık bunu iki buçuk yapmak veya üç buçuğa çıkarmak imkânsızdır.
Eir kadın Allah'ın
emrettiği vecihle yalnız luhur halinde yani temiz İken boşanır. Bu hususta
bütün ulemâ müttefiktir. Fakat Şâfiîler tarafı, içerisinde talâk vâki' olan
tunum da iddetten sayarlar; bundun sonra onlara göre kadın iki tuhur daha
bekleyecektir. Dikkat edilirse kolayca anlaşılır ki. bu taktirde üç kur' tamam
olmamış iddet iki buçuk kur'da kalmıştır. Çünkü ne kadar" az farzedersek
edelim ilk tuhurda kadın boşanmadan önce bir müddet geçmiştir. Şu halde o tuhur
bütün değildir. Böylece iddet iki bütün bir yarım tuhur olmuş olur. Bu yarım
tuh uru saymasak da ondan başka bütün üç tuhur bekletsck bu defa iddet üç buçuk
tuhur'a çıkar. İşte bundan dolayı (Kar') için tuhur demeye İmkân yoktur. Onu
hayız mânâsına alırsak mes'ele hâssın hususiyet ve kat'iyyetine hiç dokunmadan
halledilir; zîrâ kadın tuhurda boşanır; arkasından sıra ile üç hayız müddeti
geçti mi tam olarak üç kur' beklemiş olur.
2— Kur'
lâfzında toplanma mânâsı vardır. Arap lisanı tedkik edilmiş ve binneticc
nerede (K. r) maddesinden meydana gelmiş bir kelime bulundu ise onun mutlaka
toplamakla ilgili olduğu
görülmüştür. Meselâ Kur'ân-ı Kerîm'e
Kelâmuilah'ı topladığı için Kur'ân denildiği gibi ahâliyi bir araya
topladığı için köye (Karye) denilmiştir: yine ic-timâ'dan dolayı ziyafete (Kıra) itlâk edilmiştir. Binâenaleyh Kur'u
hayız mânâsına hamletmek îcabeder; çünkü hayizda kanın rahimde toplanması
vardır.
Sünnetten delilleri :
«Kur* günlerinde
namazı bırak» hadîsidir. Bu hadîsteki Kur'lar için tuhur mânâsı iddia eden
olmamıştır. İmam Ahmed'le Ebu Davud'un Evtas esirleri hakkında tahrîc ettikleri
hadis de bunların delîlleri'idcndir. Mezkûr hadisde : «Hâmile doğuruncaya kadar;
hârnİie olmayan bir hayız görünceye kadar kendileri İle Cİmâ' edilemez.»
buyuruimustur. Nitekim ileride görülecektir.
Hanefîdîr'in
delillerine Şâfiiler tarafından cevap verilmiş; ve bu bâbta köz hayli
uzamıştır.
Bu mes'elede
İbnİ'l-Kayı/im de Hanefiler'le beraber olmuş ve (Kur') dan muradın hayız
olduğunu isbât sadedinde uzun mütâlâalar serdcd mistir.
Aşağıdaki hadis dahi
(Kur') dan muradın hayız olduğuna delildir.[812]
1145/953- «İbnl
Ömer radıyaîîahü anhiimâ'âan rivayet olunmuştur. Do mistir ki: Cariyenin talâkı
İki defa, iddeti de iki hayızdır.»[813]
Bli hadîsi Dâre Kutnî
rivayet etmiştir. Dâre Kuînî onu merfu' olarak da tahrîc etmiş fakat zaîf bulmuştur.
Ebu Dâvud, Tir-nizî ve İbnî Mâce onu Âİşe hadîsinden tahrîc etmişlerdir. Hadîsi
Hâkim sahîhlemiş ise de diğerleri ona muhalefet ederek zaîf olduğuna ittifak
etmişlerdir.
Dâre KutnVnin zaîf
bulmasına sebep, râvîlcrİ arasında Atiyyetü'l-AvfVmn bulunmasıdır. Bu zâtı bir
çok imamlar zaîf bulmuşlardır. Ebu Dâvud, Tirmizl ve îbni Mâce'nin tahrîc
ettikleri Âişc hadîsinin» lâfzı şudur :
«Câriy'nin boşanması
iki talâk, Kur'u da iki hayızdır.»
Fakat bu da zaîf tir.
Çünkü Müzahir- b. Müslim'in rivayetidir. Bu zât hakkında Ebu Hatim
«münkerü'l-Hadis» demiş; îbni Mam ise ma'-ruf olmadığını söylemiştir.
Binâenaleyh
bazılarınca istidlale elverişli değilse de musannif onu burada, cariyenin
hurreye uymadığını göstermek için zikretmiştir. Câriye iki talâkla kocasından
bâin olur; iddeti iki kur'duf. Bu meselede ihtilâf edilmiş; ortaya bir kaç
kavil çıkmıştır. «SübüIü - Selâm sahibi bunların içinden Zahirüer'in kavlini
beğenmiş öte-kikrini zİkrctmcmiştir. Zâhİrîler'e göre hıırre ile cariyenin
talâkı arasında fark yoktur, zîrâ talâk hususundaki deliller arada fark gözetmeksizin
umumî olarak vârid olmuşlardır. Fark görenlerin delilleri ise onlarca
kifayetsizdir.
Câriye'nin iddeti
ihtilaflıdır. Zâhirîler'c göre hurre ile câriye arasında hu hususta dahî fark
yoktur. Bu bâbta İlmi Hazm şu mütâlâada bulunuyor : «Çünkü Allah kitabında
bize iddrtleri öğretti ve: (Boşanan kadınlar bizzat kendileri üç kur' iddet
beklesinler.) (Sizden vefat ederek zevcelerini bırakanların zevceleri bizzat
kendileri dört ay on gün beklesinler.) (Kadınlarınızın hayızdan kesilenîerî
hakkında şüphe ederseniz onların iddeti üç aydır; hay;z görmeyenlerin de Öyle.
Hamilelerin iddelî ise doğurmalarıdır) buyurdu. Allah bize cariyeleri mubah
kılar-krn onlara da iddet lâzım geldiğini bildirdi. Bununla beraber iddet hususunda
hurre ile câriye arasında bir fark yapmadı. Senin Rabbin unutkan değildir...»
İbni II'.izm,
Hanefiler'dm cevabını almıştır. Kendisine şöyle denilmiştir : «İstidlal
ettiğin bütün âyetler hür zevceler hakkındadır. Çünkü (kadının fidye-i necat
vermesi) hurreye mahsustur; cariyenin fidyesini sahibi verir. Demek ki bu âyet
hurreler hakkındadır.
[814] «Karı ile kocaya yaptıkları ric'at hususunda bîr
günah yoktur.» âyet-i
kccinıosi de böyledir.
Müracaat olunacak şey -ki akid'dir- kan kocaya bırakılmıştır. Cariyede bu husus
yine sahibine aittir.»
[815] «Kadınlar bekleyecekleri iddeti tamamladıkları zaman
ma'ruf vecİh-le kendileri hakkında yaptıkları işlerden dolayı size bir günah
yoktur.»
âyet-i kerîmesinde
dahî hurreler mevzuu bahistir; çünkü cariyenin hod be hod bir is yapmağa hakkı
yoktur.»
Biz Kârîîn-i Kirâm'dan
müsaade recâ ederek bahsimizi «Sübülü's-Sclâm» sahibinin beğenmediği kavillerle
bitirmek isteriz; ve deriz ki:
1—
îmam
Şafiî'ye göre talâkın adedi erkeğin hâline göre, kadının iddeti ise kadının
hâline göredir. Şu halde erkek köle, karısı hıırre ise iki talâk; erkek hür'
kadın câriye ise üç talâk hakkı vardır. Delili :
«Talâk erkeklerin;
iddet de kadınların hâline göre mu'teberdir.» hadis-i şerifidir. Fakat rivayete
göre İsa b. Ebûn, Hz. Şafii'ye : «Ey fakîh, hür bir erkek câriye olan karısını
üq defa boşamaya mâlik ise bu talâkları sünnet vecihle nasıl yapar?» diye
sormuş. Şafii : «Onu bir defe boşar; hayızım görüp temizlendi mi bir daha
boşar» demiş. Tam üçüncüyü söyliyeceği sırada İsa : «Yeter iddeti bitti»
demiş. Şafii bu suretle hayrette kalınca o sözünden dönerek : «Cemi'de bid.at,
tefrikte sünnet yoktur.» demiştir. Bu sözün mânâsı : Üç talâkı birden yapmak
bid'at değil, ayrı ayrı yapmak da sünnet değil; demektir.
Mezhep imamlarından
İmam Mâlik ile İmam Ahmcd b. HanbcVin; Eshâb-ı Kirâm'dan Ömer, Osman ve Zeyd b.
Sabit (R.Anhüm) haze-râtmı.ı mezhebi de budur.
2— Hanefîler'e
göre cariyenin talâkı iki, hurretinin talâkı üçtür. Kocalarının hür veya köle
olmasının bu bâbta hiç bir tesiri yoktur. Delilleri : babımızın hadîsidir.
Vakıa' bu hadîs zaîf sayılmışsa da Hane-fîler bu iddiayc cevap vererek diyorlar
ki : «evvelâ bu hadîsi bazı imamların zaîf bulması onu tamamiyle yok hükmüne
indirmez. Saniyen: bu hadîsi Müzahir rivayet etmiştir; onun bu hadîsten başka
hadîs rivayet ettiği bilinmiyor; iddiası zaiftir. Çünkü onun Sûre-i Âl-i
İmran'ın sonunda her gece o nâyet okurduğuna dâir bir hadîsini İlmi Adiyy (279
— 3fi5) Hz. Ebu Hüreyre'den tahrîc ettiği gibi aynı hadîsi Tahrrâm de rivayet
etmiştir. Sonra hadisi bazıları yalnız Ebu Astm'd&n geldiği için zaîf
bulmuş; bir takımları onu İbni Maîn, Ebû Hatim ve Bu-harî'nın zaîf bulduklarını
söylemiş, lâkin Hâkim onu mevsuk bularak sahîhîcmiş; timi Hibban dahî onu
tevsik etmiştir. Hâkim, Müzahir hakkında şunları söylemektedir : «.Müzahir,
Basrahlar'dan ma'dud bir şeyhtir. Onu, geçen üstadlarımızdan hiç biri bir gûnâ
cerh İle zikretmrmiştir.»
Görülüyor ki, bu hadîs
sahih değilse bile hasendir. Hasrn hadîs ise hüccet olmağa elverişlidir.
Ulemâ-i Kİrâm'm bu hadîs mucibince amel etmiş olması da onun sahih olduğuna
delildir. İmam Tirmizî onu rivayet ettikten sonra : «garib bir hadîstir. Ama
gerek eshâb-ı ResûlüK lah'dan, gerekse onlardan gayrı ulemâ tarafından onunla
amel olunmuştur.» demiştir. İmam Mâlik : hadîsin Medine'de şöhret bulması senedinin
.sahih olması yerine geçer.» derdi.
Hanefiler'in kavli :
Eshâb-ı Kirâm'dan Alî ve İbni Mesud (R. Ân-lıiimâ) ile İmam ScvrVnın
mezhebidir.
Buraya kadar verilen
izahattan anlaşılıyor ki : Kifayetsiz olun, «Sübülü's - Selâm» sahibinin
beğenmediği zevatın kavilleri değil, bilâkis onun bcğindİği Zâhirîler'in
iddialarıdır.[816]
1147/954-
«Ruveyfi' b. Sabit[817]
radıyalahü anh'öen Peygamber sallallahü aleyhi ve scllem'dçjn duymuş olarak
rivayet edildiğine göre Resûlüllah (S.A.V.)
:
— Allah'a ve âhiret
gününe iman eden bir kimseye, kendi suyunun başkasının ekinini sulaması helâl
olmaz; buyurmuşlardır.»[818]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
ile Tirmizî tahrîc etmiş; ibni Hibbân onu sa-hîhlcmiş; Bezzar ise ha sen
bulmuştur.
Hadîs-i şerif, hâmile
kadınla onu flehc bırakandan başka birinin cİ-mâ' etmesinin haram olduğuna
delildir. Bunun misali hâmile olarak satın alınan câriye ile esir alman
câriyedir; ve hüküm gebeliğin zahir olması takdirine göredir, eğer zahir
olmamışsa ileride görüleceği veçhile istibra yapmadan cima' edilmesi caiz
değildir.
Ulemâ hâmile olmayan
zâniye'ye iddet mi yok sa istibra mı lâzım geleceğinde ihtilâf etmişlerdir.
Bazıları ona iddet beklemenin vâcib olduğuna; ekser-i ulemâ ise iddetin vâcib
olmadığına kail olmuşlardır: «tddet vâcibdir» diyenlerin delili, delillerin
umum bildirmesidir.Vâcib değildir diyenler :
«Çocuk nikâhındır.»
hadîsi ile istidlal cderîer.
Musannif «Telhis» de
Hanbelîler'in Ruveyfî' hadîsi ile yalnız zinadan hâmile olan kadının nikâhının
fâsid olduğuna istidlal ettiklerini söylemektedir.
Bu hadisle Haneftler
hâmile olarak alman kadının gebeliği başkasından olduğu taktirde cimâ'nın
haram olduğuna istidlal ederler. Kendilerine, bu hadîsin esirler hakkında
vârid olduğu ileri sürülerek i'ti-râzda bulunmak İstenmişse de Hanefîler
tarafından : «İ'tibâr lâfzın umumunadır.» diye cevab verilmiştir.[819]
1148/955- «Mefkûd'un
karısı hakkında Ömer radıyalahü anh'öen rivayet edilmiştir: Bu kadın dört yıl
bekler; sonra dört ay on gün iddet çeker; demiştir.»[820]
Bu hadîsi Mâlik ile
Şafiî tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin daha başka
tarîkleri de vardır. Bu bâbta bir de kıssa rivayet olunur. Mezkûr kıssa
kaybolan bir adama âit olup Âbdür-rezzak tarafından senediyle tahrîc
edilmiştir. Kaybolan zât kıssa da şöyle diyor :
— Vadiye girdim. Beni cinler zaptetti!er.
Aralarında dört sene kaldım. Karım Ömer b. Hattab (R. A,/a giderek hâlini
arzetmiş. Ömer (R. A.) ona, halini kendisine arzettiğinden i'tibâren dört sene
beklemesini emretmiş, (Hz. Ömer bundan sonra kaybolan zâtın velîsini çağırarak
kadını boşatmış. Sonra kadına dört ay on gün iddet beklemesini emretmiş). Kadın
evlendikten sonra ben geldim. Artık Ömer beni kadını almakla ona verdiğim mehri
almak arasında muhayyer bıraktı.
Aynı kıssayı Beyhakı
dahî tahrîc etmiştir. Onda kıssanın sâhİ-bi memleketine döndükten sonra Hz.
Ömer şunları anlattığı söyleniyor:
«— Yatsı namazına
çıkmıştım. Hemen beni cinler esir ettiler. Aralarında uzun zaman kaldım. Sonra
bu cinlerle mümin -yâhud müslim demiştir- bir takım cinler harbettiler
rr.üsülümanlar onlara galebe çaldılar; ve onlardan bir çok esirler aldılar.
Onlardan aldıkları esirler me-yanında beni de aldılar. Bana dediler ki :
— Senİ müslüman bir
adam görüyoruz. Bize seni esir etmek helâl olmaz. Bunun üzerine beni aralarında
kalmakla yurduma dönmek arasında muhayyer bıraktılar. Ben aileme dönmeyi
ihtiyar ettim. Bu sefer onlar d;ı benimle "geldiler. Geceleyin benimle
konuşmuyorlar; gündüzün ise bir kasırga
oluyor; ben onu takibediyordum; demiştir. Ömer (R. A.) kendisine :
— Onların,arasında iken yiyeceğin ne idî? diye
sormuş:
— Kara fasulye ile üzerine besmele çekiîmiyen şeylerdi, demiş:
— Ne içiyordun? diye sormuş :
— Ccdef içiyordum; cevabını vermiş.»
Katâde : «Ccdef :
ekşimeyen şaraptır» demiştir. Mefkud : kaybolmuş demektir.
Hadîs-i şerîf, Hz.
Ömer'in mezhebine göre kaybolan bir kimsenin karısı hâkime dâva açarak hâlini
ona'arzettikten i'tibâren dört sene geçti mi kocasından ayrılacağına delildir.
İbni Ebî Şeybc'nin rivayeti, hâ-kim'in kadını kaybolan koöasmm velîsine boşattıracağına
delâlet ediyor.
Eshâb-t Kirâm'dan bir
cemaatla İmam Mdük ve Ahmcd'in bir kavline göre Şafiî'nin mezhebi budur.
Delilleri Hz. Ömer'in Pilidir.
Hanefiler'le bir
kavlinde Şafii'ye göre ise kayıp kocanın öldüğünü veya boşadiğını yâhur
-e'-ıyazü Billâh- dîninden döndüğünü yüzde yüz bilmedikçe kadın o adamm karısı
olmaktan çıkmaz. Çünkü kadının onun nikâhlısı olduğu yakînen ma'lûmdur. Böyle
yakînen bilinen bir şey ise şüphe ve tahminle değil, ancak yakînen bilmekle
zail olur.
Bu umumî bir kaide olup
MeccMc'nin 4. cü maddesinde : «Şek ile yakın zail olmaz.» şeklinde hulâsa
edilmiştir.
İmam Şâfi'nin AH (R.
A./den mevkufen rivayet ettiği şu hadîs de buna delildir :
«Kaybolan kimsenin
karısı imtihana maruz bir kadındır. Şu halde kocasının yüzde yüz öldüğü
kendisine bildi-rilinceye kadar sabretsin.»
Beyhakl bu hadîsin Hz.
Ali'den uzun bir hadîs olarak şöhret bulduğunu söyler. Abdürrezzak dahî bunun
mislini tahrîc etmiştir. Hâdevîler : «Mefkûd'un öldüğü veya karısını boşadığı
yüzde yüz bilinmezse, kadının tabiî ömrü boyunca, yani 120 sene bekler»
demişler; bir takımları 150 den 200 seneye kadar beklemesi îcabettiğine kail olmuşlardır.
Fakat bu, bazı muhakkiklerin dediği gibi felsefî bir kaziyye-dir; İslâmiyet
bundan bendir. Çünkü ömürler hâlik-ı Cebbar tarafından taksim edilmiştir;
onlara âdi veya tabiî demek doğru değildir.
Hanefiler'e göre,
akrçn-ü cmsâl'i kalmadığı vakit Mefkûd'un öldüğüne hüknıolunur. Vâkiâ îmatn A
Şam'dan bir rivayete göre de 120 sene beklemek îcâbederse de tmam-ı A'sam'm
kavline en uygun olan birinci rivayettir. Zîrâ insanların ömürleri zaman
geçtikçe değişir. İmam EbıC Yusuf'tan bir rivayete göre bekleme müddeti yüz
sene, bir ba^ka rivayete göre 90 senedir. Fakat bu rivayetler içinde
Hanefîler'ce en makbul olanı birincisi yanî akranı kalmayıncaya kadar bekler
rivayetidir.[821]
1148-a/956- «Mugİretübnü
Şu'be radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve scllcm:
— Kayp kimsenin
karısı, kendisine beyân gelinceye kadar karışıdır; buyurdular.»[822]
Bu hadîsi Dâre Kutnî
zaif bir isnadla tahrîc etmiştir. Hadîsi Ebu Hatim (195 — 277), Beyhakl (384 —
458), îbni'l-Kattân (120 — 193) Abdülhâk ve başkaları zaîf bulmuşlardır.[823]
1149/957- «Câbir
radtyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallaîlahü
aleyhi ve sellem:
— Hiç bir adam bir
kadının yanında gecelemesin, Ancak nikâhlısı veya zî-rahimi olursa o başka;
buyurdular.»[824]
Bu hadîsi Müslim
tahrîc etmiştir.
Müslim'in bir
rivayetinde «Dul bir kadının yanında» denilmiştir: Dul kadının hassaten
zikredilmesi ekseriya onun yanına girildiği içindir; diyorlar. Bakire
yabancılardan son derece kaçınır; çekinir, bir de yanma girmek hususunda
nisbeten müsamaha gösterilen dul kadının yanına girmk memnu' olursa, bakirenin
yanına girmenin bilevlâ memnu* olacağı anlaşılsın diye dul kadın zikredilmiş
olabilir.
Hadîs-i şerîf, ecnebi
bir kadınla başbaşa kalmanın haram olduğuna fakat zî-rahimle kalmakta beis
olmadığına delildir. Bu cihet ulemâ arasında ittifakıdır. Zî-rahim: yakın
akraba demektir. Bundan murâd nikâhı ebcdiyyen haram olan kadındır. Böylelerine
hususi ta'biri ile zî-rahim-i mahrem denilir.
Hadisteki
«gecelemesin» ta'birinden, meOıum-u muhalefet tarîki ile gündüzün ecnebi bir
kadınla başbaşa ve başka kimse bulunmamak şartı ile bir arada kalmanın caiz
olacağı hatıra gelirse de bu mefhuma i'tibâr yoktur. Aşağıdaki hadis dahî aynı
hükme delâlet eder.[825]
1150/958- Ibnİ
Abbas radryallahü anhihnâ'öan Peygamber sallalla-hü aleyhi ve srllrm'den
işitmiş olamak üzere rivayet olunduğuna göre Peygamber (S.A.V.):
— Sakın bir adam bir
kadınla baş başa kalmasın. Ancak beraberinde zî-rahim-i mahrem olursa o başka;
buyurmuşlardır.»[826]
Bu hadîsi Buharı
tahrîc etmiştir.
Hadîsi Şerîf ecnebi
bir kadınla gece veya gündüz bir arada yalnız kalmanın haranı olduğuna delildir.
Lâkin yanlarında zî-rahim-i mahrem-i bulunursa beraber kalabileceklerdir. Zaten
buna halvet demek bile mecaz olur. İstisna dahî istisnâ-i münkatı'dır.
Nikâhı helâl olan bir
kadınla cimâ'a mâni' bulunmayacak şekilde bir arada başbaşa kalmaya «Halvet-i
sahiha» denilir ki bir çok yerlerde buna cima' hükmü verilir.[827]
1151/959- Ebu
Saîd radıyallahü anh'den Peygamber
salîaîlahü aleyhi ve seîlem'm Evfâs esirleri hakkında:
— Hiç bir hâmile ile
doğurmadıkça cima edilmez; hâmile olmayanla dahî bir hayız görmedikçe cima
olunmaz;
buyurulduğu rivayet edilmiştir.»[828]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
tnhrîe etmiştir. Hâkim onu snhîhlemiştir.
Hadisin Jjarr,
KııtnVdc İlmi Abhn.s'da.n bir fjâhİdi vardır.
Evtâs: Hevazîn
tarîiflarıntla bir vadidir. Huneyn harbi burada olmuştur. Bazıları Evtâs'la
Huneyn'in lîaşka başka yerler olduğunu söylerler.
Hadîsin İbni Abbas (R.
A./dan rivayet edilen şahidi şudur:
Resûlüllah (S.A.V.)
hâmile ile doğuruncaya kadar, hâmile olmayanla H,^ hayız görünceye kadar cima'
etmekten nehî buyurdu.» bu hadîsi Müslim ûc rivayet etmiştir. Ondaki lâfzı
şudur...
«Resûlülfah {S.A.V.)
Huneyn günü Evt «'a bîr ordu gönderdi. Bu erdu düşmana rastlıyarak onlarla
hârbetti ve aüşmanlara gâüb geldiler. Bir çok esirler aldılar. Resûîüllah
(S.A.V.)'in eshâbından birtakım kimseler esir atman kadınların müşrik kocaları
olduğu için onlara yaklaşmaktan .çekmiyorlardı. Bunun üzerine Allah bu
mes'elet lakktnda (namuslu kadınlar da haram kılınmıştır. Ancak satın
aldığınız cariyeler müstesna) âyet-i kerîmesini indirdi.» Yani esir kadınlar
iddetleri bitince size hclâlchıiar,
Hadîs-i Şerif, esir
ediien kadınla cinsî münasebette bulunmak istenirse bir hayız müddeti ona
yaklaşmıyarak istibrâ yapmanın vâcib olduğuna delildir. Bu hâmile olmayan
hakkındadır ve rahminde çocuk olup olmadığını bilmek için meşru' olmuştur.
Hâmile ise doğuruncaya kadar beklenir. Satın almakla veya başka bir suretle
mâlik olunanlar
dahî esirlere kıyâsen
aynı hükümdedirler.
«Hâmil2 olmayan bir
hayız görünceye kadar» irâdesi bakire ve di.Nara şâmildir. Bir eok ulemâ'nin
mezhebi budur. Diğer-liTİnr £Öre iîtihrû ancak gebeliği bilinmiyenler hakkında
yapılır. Gebe nlm;i(h£ı ma" ûm nla.nlara istihraJnın lüzumu yoktur. Bunu
Alnlürrczzalc, İhni Ömer (ti.A.) 'dan rivüyet etmiştir, ibril Ömer: «Câriye
bakire o!-dumu dilerse ona İstibrâ yapmaz» demişin*. Bu hadisi Buiıarl «Huhiİr»
in d:* rivâyeî etmiştir. Bunun bir mislini de Büreyde rivayeti ile Alî (f'.A.)
dan 'ahric etmekledir, imam Ahmrd b. UanbcV'ın tahric etü-ı'j Kuvcyfİ'
hadisinin mefhum-u muhalifi de bu mânâyı le'yid eder; zîrâ n hadiste : :
(Eğer bir kimse
Allah'a ve âhir p;iine îman ediyorsa esiı ferden bir dul kadınla hayzını
görünceye kadar cima. Cımcsin» buyuruimuştui'. İmam Mâlikin mezhebi budur.
Yalnız Mâliki mezhebini tahkik eden Mâzarî diyor ki: «Bu bâbta en derli
t"|p|u söz şudur: «Hâmile olmadığında şüphe bulunmayan her câri-yy1
istibrâ lâzım değildir. Hâmile olduğu zan veya şüphe edilen yûhı'ıd tereddüd
hasıl olan her cariyeye de istibrâ lâzımdır. Zann-ı Kâlihn güre hâmile olmayan
fakat hâmile olması yine de caiz görü-İm her câriye hakkında istibrâ'mn lüzum
ve sukutuna ait iki kavil vardır».
Hâsılı istibrâ
mes'elesinde İmam Mâlik'in mezhebi gebeliği bil-mcyo nıü.stcniddir. Gebelik
bilinmiyor veya şüphe edilmiyorsa is-lıhı-âya lüzum yoktur; biliniyor veya
şüphe ediliyorsa istibrâ lâzımdır.
Ihni'l-Kayyim (691 —
751) ile üstadı îbni Tcymiyye (661 — 728)'nin mezhebi de budur.
Ihıvud-ıı Zahiri (202
— 270) 'ye göre esirlerden gayrı cariyelerde istibrâys. lüzum yoktur; çünkü o
kıyası delil saymaz. Bir de ona göre câriye alım ve satımı evlendirme
hükmündedir.
Esir hadîslerinden
anlaşıldığına göre esir edilen câriye ile cinsi münâsebette bulunabilmek için
onun Müslüman olması şart değildir; çünkü bu cucli Resûlüllah (S.A.V.) hiç bir
hadîste beyân etnv mistir. Müslümanlık şart olsa mutlaka beyân ederdi. Aksi
taktirde beyânın hacet zamanından gecikmesi îcabeder ki, bu caiz değildir.
Ulemâ'dan Tavus ve b ıskalarının mezhebi budur.
Hadîsin mefhum-u
muhalifine bakılırsa istibrfıdan evvel cinsî münâsebetin mukaddemlerini yapmak
caizdir. İbni Ömer (li.A.) 'in. fiili de hım.'i deiüdir. İbni Ömer bir harple
hissesine düşen bir' cariyenin boynunu gümüşten ihrike benzeterek öpmüş ve:
«Âleme karşı onu öpmekten kendimi alamadım»
demiştir. Rivayet Buharidendir.[829]
1153/960-
«Ebu Hüreyre radıyallahü anhden Peygamber saUaîîahii aloıhı v: scHcm'dcn duymuş
oîarak rivayet olunduğuna göre Peygamber (S.A.V.):
— Çocuk firâşa
âiddir. Zenpâre'ye de taş
vardır; buyurmuşlardır.»[830]
Hu hadîs. Ebu
Hüreyre'den bir kıssa hakkındaki Âişe hadîsinden ve Nosaî'deki İbnî Mes'ud
hadîsi ile Ebu Dâvud'takİ Osman hadîsinden müftefekun aleyh olarak tahrîc edilmiştir.
İlmi Abdilbcrr (368 —
463) bu hadisine eshâb-ı kirâm'dan yirmi küsur zât tarafından rivayet
edildiğini söylemiştir.
ir.'idîs-i Şerif,
firâş ile çocuğun nesebinin babadan sabit olacakına delildir.
Firas'ın mânâsında
ulemâ ihtilâf etmişlerdir Aslında döşek demek (ilan bu kelime cumhur'a göre
kadının bir İsmidir; bazan bununla cima' hali de ifâde olunur, Kbu Ilanîfr'ye
göre firâş zevcin bir ismidir.[831]
Ulemâ nesebin ne ile sabit okluğunda dahi ihtilâf etmişlerdir. Cumhur'a pöre
hurreye cima' İçin imkân vermekle sabit _o!ur. Bu hususta nikâh-i sahîh ile
fasidin arasında bir fark yoktur. Şâfüler'le Hanbeliler'-în ve di^er bazı kimselerin
mezhebi budur. Ebu Ilanife'yc görc ncsrb nefs-i akid ile sübût bulur. İbni
Tay?niyyr'yo göre ise cima' vâki' okluğunu muhakkak surette bilmek şarttır.
İJnnl- - Katiyim de avni kavli ihtiyar etmiştir. Hatta bu bâbda İlmi'l - Kayyım
şöyle diyor:«Acaba cima' vâki' olmadan lûgatçilarla örf ehli olanlar kainijm
firâş sayarını? Karısı ile cinsî münasebetle bulunmıyan, hattâ I »ir araya
gelmeyen bir adama mücerred bir imkân tasavvuru ile al nasıl nesb ilhak
edebiliyor? Böyle bir imkânın yokluğuna âde-leıı kat'iyyeîk-hükmolunabiîir;
binâenaleyh kadın ancak muhakkak duhûl ile firâ olur.» İbni Tcıpnİı/ı/c'nin
kavli İmam Ahmcd b. llttn-hrl'dcn de rivayet olunur. Buraya kadar mevzu-u bahis
olan, hur-rcııin firâşınm sübûtu idi.
Cariyenin firâşına
gelince: hadîsin zahiri ona da şâmildir. Câ-riyohin firâşı sâhibli ise
sahibinin cima' etmesiyle yâhud sahibi İ'tirâf ederse milk şüphesiyle veya bir
vecihio sabit olur.
Bu hadîs câriye
hakkında vârid olmuştur. Hz. Âişe (R.Anhn) diyor ki : «Sa'dü'bnü Ebi Vakkas ile
Abd b. Zem'a, Zem'a'nın bir cariyesinin[832]
oğlu hakkında Peygamber (S.A.V.) 'in huzurunda dâvaya durdular. Sa'd :
— Yâ
Resûlüllah, kard&şim bana,
geldiğim zaman Zem'a'nın cariyesinin oğluna bakmamı vasiyet etti. İmdi çocuğu al da bana ver, çünkü oğlumdur; dedi. Zem'a'nin oğlu ise :
— Çocuk
kardeşimdir ve babamın
cariyesinin oğludur; dedi.
Bunu müteakip Peygamber (S.A.V.)
çocukta Utbetü'bnü Ebî Vakkas'a benzerlik gördü ve :
— Bu -çocuk senindir ey Abd b. Zem'a; çocuk firâşa
aittir. Sen Cie ondan
kaç OV S^VCİe: buyurdular.» Bu vak'a Mekke' ııiıı fethi yılıp.da olmuştur.
Hadisi Buharı rivayet etmiştir. Hadîsin dii;cr bir rivayetinde: «Sa'd:
— Yâ
Resülallah bu çocuk kardeşim
Utbe'ü'bnü Ebî Vakkas'ın oğludur.
Oğlu olduğunu bana vasiyyet etti. Çocuğun benzeyişine bak; dedi. Abd b. Zem'a
ise:
Bu benîm kardeşimdir
ya Resülallah, babamın firâşı üzerinde ken-*li cariyesinden doğdu; dedi. Bunun
üzerine Resûlüüah (S.A.V.) kime benzediğine
bıktı ve apaçık Utbe'ye
benzediğini gördü fakat :
— Çocuk senindir ya Abd b. Zem'a: Çocuk firâşa
aittir. 2omr>âreye de taş. Sen de ondan kaç Şevde; buyurdu»
denilmektedir.
Anlaşılıyor ki Utbe,
Zem'a'nın cariyesi ile zina etmiştir. Uibe Kâfir olarak holâk nlmuştur.
Bu hadîs Peygamber
(S.A.V.) 'in çocuğu firâşa nisbet ettiğine delâlet ediyor. Hükmün sebep ve
mahalli, câriyedir. Şu halle cariyenin firâsı sırf ciınâ'la sâhit uluyor
demektir Cumhur-u ulemâ ile İmam $«fii, Mâi'ık. Ahmcd ve İbrahim Nrlıûi (11 ) buna
kaildirler.
Hancfilor'le ılitfrr
hir lakım ulemâya güre cariyenin firfışı ancak sahihinin «Çocuk bendedir» diye
iddiası ile sahil nlur. Sadece cimâ'ı ikrar kâfi değildir. K^er cariyenin
sahihi çocuğa iddia etmezse nesebi sahil olmaz; ve annesi kimin malı ise çocuk
da onun malı olur. Cariyenin ilk çocukunu efendisi «bendedir» diye iddia
ederse ondan sonraki çocuklar için iddiaya hacet yoktur. Onlardan neşelileri
cariyenin sahibinden sabit olur. Çünkü hu câriye Ümmii Veled olmuştur.
HanefÜer buna hıırre
ile cariyenin aralarındaki farkdan dolayı kail olmuşlardır. Onlar firâşı: kavi,
zaîf ve orta olmak üzere üç kısma ayırırlar.
Kav* firaş: nikâhlı
kadının firasıdır. Bunun hükmü: Çocuğunun nesebi İddia etmeden sabit olmak:
bönden değildir; diye nefî etmekle ondan hemen müntefî olmayıp ancak liânla
müntefî olmaktır.
Zaîf firâş: Cariyenin
firasıdır. Hükmü: Bununla ancak iddia şartı ile neseb sabit olur. İddia
edilmezse çocuğun nesehi sabit oimaz.
Orta fîrâş: Ümmii
Veled'in yani çocuk doğurmak için tayin ve tahsis edilen cariyenin firasıdır.
Hükmü: Eununla «bendedir» diye iddiaya hacet kalmadan çocuğun nesebi sabit
olursa da, nefî halinde mücerret (l:u çocuk benden değildir) demekle nesebi
müntefî olur, Hân'a hâcet kalmaz.
Hanefîler mevzuu
bahsimiz Ebu Hür-cyre hadîsini münâsip şekilde tc'vil edeçler. Derler ki:
«Peygamber (S.A.V.) hakkında münazaa yapı-'lan çocuğun nesebini Zem'a'yn ilhak
etmemiştir, etmiş olsa Hz. Sevde'-ye omm yanına örtüsüz çıkmamasını tenbih
etmezdi. Çünkü onun kardeşi olurdu.»
MâÜkîier burada hnska
hir yol tutmuşlardır. Onlarn göre bu hndîs iki hüküm arasında üçüncü lıir
hükmün moşru'iyetİnc delâlet eder. Şöy-leki firâş çocuğu Zem'a'yn ilhak etmeyi
iktizâ ediyor; fakat benzeyişi de Ulbe'yc ilhakını gerektiriyor, İşte burada
fer'î meseleye iki hüküm arasında bir hüküm verilmiş ve nesebin ispatı
hususunda firâşa bakılmış, Hz. Sevdc'nin o çocuktan kaçması hususunda da
benzerlik nazarı i'lİ-bâra alınmıştır. Mâlikîler bu takdiri her takdirden evlâ
bulmaktadırlar. Diyorlar ki: Bir mes'ele iki asıl arasında deveran eder de
bunlardan ynl-mz birine ilhak edilirse diğerine olan benzerliği tamamiyle iptal
edilmiş olur; fakat iki aslın İkisine de birer vecihle ilhak edilirse elbette
bir vec-hi tamamiyle ilga etmekten evlâ olur. -~
Nesebin bir vecihle
sabit olup bir vecihle sabit olmaması imkânsız değildir. Nitekim Ebu
Hanîfc,,Evzai ve diğer ulemâ : bir kimsenin
y.inâdan olan kızı
için ecnebi hükmü vardır; flemislerse dr onunla cv-lennvyi kulelisine haram
saymışlardır. Hadîs-i Şer'Ue. nr.sehin bah.ıd;. ı başkasına (fa ilhak
edilebileceğine işaret vardır. Çüncü Abd b. Zem "a kardeşinin nesebini
mücrnvd (inim babasının firâsı olduğunu ikrarla kendisine ilkah etmiştir. Keza
bu rivayetten nesebin ilhakı için mirasçıların lasdİkine de hacri olmadığı anlaşılıyor.
Zira Hz. Şevde (R. A.) nin (asdik ve. inkârı rivayet olunmamıştır. Bu
mes'ele. hakkında iki kavil vardır:
1— Çncuğun
nesebini kendi nesebine katan, babası değilse ve bu adamın o çocuktan başka
mirasçısı yoksa; meselâ dedesi torununu kendisine ilhak ediyorsa başka
mirasçısı bulunmadığı takdirde ikrarı sahîh ve nesebi sabit olur. Burada kaide
şudur: Mirası kim alırsa neseb onun ikrarı iîc sabit olur. Bir kişi veya
müteaddit olmalarının farkı yoktur. Binâenaleyh vereseden biri nesebi
kendisine ilhak etse de ötekileri tasdik etse'er ikrar sahih, neseb sabit olur
îmanı Ah?nr(V\c Şafiî'nin mezhebi budur. Çünkü mirasçılar ölenin yerine kaim
olmuşlardır.
2— Babadan
bnşka kimsenin neseb ilhakına hakkı yoktur. Nesebi ikrar edilen çocuk ikrar
edene yalnız mirasta müşterek olur nesebi sâ-bİt olmaz.
Hanefîler bu hadîsle,
nesebin kifayetle sabit olamıyacağına kaildirler. Delilleri: «Çocuk firâşa
aittir» hadisidir. Onlar: «Böyle bir terkip hasır ifâde <:ı\cv diyarlar.»
Bir de kıyafetle neseb sabit olsa çocuğun Utbe'ye nisbet edilmesi îcabederdi;
zîrâ ona benziyordu» derler. İmam Şâfn ile başkaları nesebin kıyafetle sabit
olacağına zâhib olmuşlardır. Yalnız kıyafetle sabit olabilmek için iki defa
haranı cima' vâki1 olmasını şart koşuyorlar. Delilleri liân kıssasında Peygamber
(S.A.V.)'in: «Eğer çocuğu şu sıfatta doğurursa çocuk filânın, bu sıfatta
doğurursa falannındır» buyurmuş olmasıdır. Zîrâ bu, kıyafetle ilhakın
delilidir. Şu kadar var ki. kan kocanın yeminleri ilhaka mâni' olmuştur. Dem?k
oluyor ki kıyafet nesebin sabit olmasını iktiza etmiş; yalnız mâni:den dolayı
onunla amel olunamamıştır. Şâfiîler'in bu mes'elede delilleri çoktur. Ümmii
Süleym:
— Kadın ihlîlâm olur mu; dediği zaman Peygamber (S.A.V.) 'in:
— O halde benzerlik nereden geliyor? buyurması
ve çocuğun Utbe'ye benzediğini görünce Hz. Şevde (R.Anhn) 'ya ondan kaçmasını
emretmesi bunlardandır.
Kıyafeti delî! olarak
kabul etmiyenier bu istidlallere çeşitli cevaplar vermişler: Böylece mes'ie
hayli uzamıştır.
Hadisimizdeki:
«zenpâreye de taş vardır.» cümlesinden mu-râd zina eden mahrumdur; yâhûd: zina
eden Uışla recmedilm^k sureliyle tepelenir;
demektir.[833]
Rc:dâ': lügatte
memeden .tüt emmek manasınadır. Bu kelime: ra- rida", rataat. ridaat ve
rad" şekillerine okunabilir. Yalnız (riddat) "ı, lügat ulemasından
Esmâî inkâr etmiştir. ŞeriaMe: memedeki çocuğun vakti mahsusta kadın memesinden
emınrskiir.
Emmenin miktarı ile
zamanı hakkındaki ihtilâflar yeri geldikçe görülecektir. Tarifteki (emme)
kaydı bir kayd-ı vukûîdir. Yani çocuk ekseriyetle emmek suretiyle beslendiği
için bu tâbir kullanılmıştır. Yoksa kasıkla içirildiği taktirde de hüküm sabit
olur.
Bir çocuk bir kadından
emdimi arlık dinen o kadın onun süt annesi, kadının sütüne sobeb olan kocası
süt babası, o kadından emenler ile süt kardeşi olurlar. Bu suretle doğumdan
//ayrı bir akrabalık teessüs eder; ve artık bu sayılanlar arasında nikâh haram
olur.
Süt emmenin hükmü bir
kaç mosele müstesna, tıpkı musebin hükmü gibidir. Binâenaleyh bir kimse noseben
kimlerle evienemiyorsa süt cihetinden de onlarla evlcnemez. Nitekim:
«Neseben haram olan
süt cihetinden de haram olur.»
hatlîs-i şerifi bunu
ifâde vder. Bu hususta âyet de vardır.
Görülüyor ki süt
mes'elesi dînen pek mühimdir. Zamanla unutulmaya maruz bulunan bu mesele.de
müslümanlann çok uyanık davranmaları îcabeder. Doğan çocuğu ya hiç süt anneye
vermemeli, yâhûd vermek mecburiyeti varsa mes'eloyi ciddî bir şekilde ele
alarak bir yere yazmalı bcllemeli, hısım ve akrabaya, konuya komşuya onu
du-yurmahehr. Aksi taktirde unutulur da günün birinde iki süt kardeşi evlendirmek
gibi pek büyük bir vebal altında kalınabilir.[834]
1157/961-
«Âİşe
rrtdıyallaİıü anhâ'd&n rîvâyel edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallnllnhii aleyhi j;r scUcm:
— Bir defa ve \k't
defa emmek harâtn kılmaz, buyurdular.»[835]
Bu hadîsi Müslim
tahrîc etmiştir.
Hadis~i Şerif, bebeğin
bir veya iki defa emmekle süt oğul olamıyacağına delildir. Bu mes'elede bir kaç
kavil vardır:
1—
Üç defa
yâlıûd daha fazla emmek emeni emzirene emzireni de emene haram kılar.
Zâhirîler'le Ebu Sevr, Ibni Mihızir ve Kini Ultcytf'-in mezhebi budur.
Delilleri kitabımızın hadîsi ile «bir ve İki defa emzirmek haram kılmaz»
mealindeki diğer bir rivayetin mefhumu mııhalifdir. Yani bir ve iki defa emmek
veya emzirmek iki tarafı birbirine haram kılmaz ama daha yukarısı haram kılar.
2— Selef ve
haleften bir cemâat ile Hz. Ali, Ibni Abbas (R'.Anhü-mâ)'ya Hanefî imamlarına
ve İmam Mâlik'c göre sülün azı ile çoğu hükümde müsavidir. Binâenaleyh bir
damla dahî olsa mideye vasi! oldu mu hüküm de sabit olur. Hattâ nrucu bozacak
miktar sütün hükmü ispat edeceğine ittifak olunduğu söylenir. Delilleri:, Teâla
Hazretlerinin tahrim hükmünü rada'a ta'lîk ederek:
«[836] Sizi
emziren süt anneleriniz (de) haramdır.» buyurmasıdır. Âyet-i kerîmede tahrîm işi
emzirmeye ta'lik edilmiş; fakat emzirmenin az veya çok olacağına dâir bir şey
zikredilmemiştir. Şu halde emzirme veya emme ismi verilebilen şey ne zaman
bulunursa hüküm de bulunur. Yukarıda zikri geçen: «neseben haram olan her şey
süt cihetinden de haramdır» hadîsi ile ileride görülecek Ukbe hadîsi dahî
âyet-i kerîmeye muvafık surette hüküm ifâde ederler. Ukbe hadîsinde :
"Nç.sil olur!
kadın sizin ikinizi de emzirdiğini iddia ediyor?» .buyurulmuştur. Fakat, kaç
defa emzirdiğini sormamıştır.
3— Ancak beş
defa doya doya emmekle rada" hükmü sabit olur. Ibni Nlci'ud, İbnİ'z-Zübcyr
(U.Anhümâ) ile İmam »S\///i'nin ve bir ri-vfıye*;e £Örc İnunn Ahmrri h.
Hıuıl.ri'm mezhebi budur, lîunlar az ileride gelecek Hz. Âİşe hadîsi ile
isiidlâl ederler. Bir delîHeri de Sehlc binti
ELheyl'in Salim'i l)es defa cnv/.irmesİyte islifllâl edrrler. Mezkûr
hadis dahî gelecektir.
Vakıa' bu hadîs «Bir ve iki def a emmek haram kılmaz» hadisinin mefhumuna
muarız ise de buna Şâîiîlcr tara-fıtıdan:, Âiş3'nin lııı ikinci hadîsi
manlıı'.-îtıır. Klbetleki mantıık birinci lı;.!!:in;h:ki mefhumdan daha
kuvvetlidir; ve ima tercih edilir.» diye cevap verilmiştir.
Şf-f İV yo. gür o bir
defa emmenin hakikati : Çocukun memeyi bir d<Ta ajz'na î'.lma;;ı, sonra,
arızî bir sehelı olmaksızın kentli ilıtiyârı ile on;ı bırakmasıdır. Nefes
a'malt l;ir reye S:a!;mak veya hafif bir ist irn'ıat r;ibi fjeyler emmeyi İJİr
defa ohnaktaa çıkarmaklar. Nite-i.iui yemek yiyen hakkında da aynı şeyler ârı:*
oît:a, tekrar yomo-j;'i' devametme'de iki defa yemek yeJi sayılmaz. İste
Şafii'nin bir emme hur.iisir.icla mezhebi budur. Hu hf'l böylece beş defa ayrı
ayrı zamr.nlarda tekerrür etti mi artık hüküm sabit oiur.
h.ır'm Ahmcd'dcn iki
rivayet vardır. Bunlardan birine göre onun HancMİRr'lc, diğerine goıe Şâîİîlcr'le
beraber olduğu anlaşılıyor.[837]
1158/952- «(Bu
da) Âişe radrıjallahü anhâ'dan rîvâyet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
sctllallahv aleyhi ve scllem :
— Kardeşlerinizin kim olduğuna bakın; çünkü süt
emme açlıktan ileri gelir; buyurdular.»[838]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
îiu dadîs hususunda
şöyle bir kıssa vardır: Peygamber (S.A.V.,. Hz. Âİşe'nin yanma girmiş. Âişe'nin
yanında bir adam varmış Resûlüllah (S.A.V.) bunu görünce her halde cam
sıkılmış ve yüzünün rengi değişmiş. Bunun üzerine Âîşe (R.Anhâ):
O benim süt
kardeşimdir; demiş. Resûlüllah (S.A.V.):
— Süt kardeşlerine iyi dikkat edin; zîrâ süt
emme açlıktan neş'et eder; buyurmuşlar.
Musannif bu zatın
ismini bulamadığını söylüyor ve «zannederim bu /;'ıl Ebu'l-Kuays'ın oğlu olacaktır» diyor.
Hadîsteki «bakın» emri
süt mcs'elesinİn doğru olup olmadığını tahkik içindir. Bu iş pek mühim olduğu
k'in şeraitini hâizmidir değil midir; zamanında nlmusmudur olmamısmıdır; dikkatle tahkik edilmelidir.
FAaı Ubcyd diyor ki:
«Bunun mânâsı, acıktığı zaman karnını yalnız emmek suretiyle süt doyuran
bebektir.» yani «hadîsin mânâsı, kendisini açııktan doyurmayan süt emmenin bir
hükmü yoktur; demek İstiyor. Şu halde bu hadis, aşağıda gelen: «eti büyütmeyen;
kemiği geliştirmeyen süt emmenin bir hükmü yoktur» mealindeki İbnİ Mes'ud
hadîsi ile aynı mânâya gelir. Hz. Ümmü Seleme (I'. A.)'dan da buna benzer bir
hadîs rivayet olunmuştur. Mezkûr ha-ıjisi Tirmizî tahric etmiş ve
sahîhlemiştir.
Hadîs-i Şerif ile
kadın sütünün, emmek, veya içmek, boğazına akılmak, yâhud aşağıdan şırmrja
etmek suretiyle hüküm isfcâtma medar olacağına istidlal olunmuştur. Cumhur'ıın
kavli budur.
Hanefiler'le diğer
bazı ulemâ'ya güre şırınga edilen süt tahrîm isbât fli'mez. Çünkü bu eti
büyütmeye ve kemiği geliştirmeye elverişli 'Iı-^itdir. Maamâf;h İmanı
Muhanımcd'in bu mes'elede cumhur'la beraber olduğu rivayet edilir.[839]
1159/963- «(Bu
dahî) Âişe radıycllahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Seh'c bînti Süheyl geldi ve:
— Yâ Resûlallah, Ebu
Huzeyfe'nîn mevlâsı Salim bizimle birlikte pvimîzdcdir. Kendisi gerçekten
erkeklerin vardığı (bulûğ) çağ(ın)a varmıştır? dedi. Bunun
üzerine Resûlüllah (S.A.V.):
Onu emzir; kendisine
haram olursun; buyurdular.»
[840]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir. Ebu Davud'un «Sünen» inde:
«O halde Onu beş defa
emzir» buyurulmuşlur.Bu suretle Sâ-'lim (IÎ.A.) Hz. Sehle'nin süt oğlu yerine
geçmiş oluyor. Galiba Musanif bu hadîsi, yukarıdaki hükmün buradaki Şehla
hadîsi ile tahsis olunduğuna isâret için getirmiştir. Çünkü Seh!<; hadîsi,
büyük bir insanın emmesi de -hüküm isbât edeceğini gösteriyor. Halbuki büyük
insan açlıktan dolayı emme hükmünde dâhil değildir. İmam Mâlik'in de
cl-ftlu-valia^ da rivayeti veçhiyle Salim kıssası şudur: Ebû Huzcyfe, Sâlim'i
evlâdıık almış ve onu cvlendirmişti. Salim (R.A.), Ensar'dan bir kadının
mevlâsı idi. Teâlâ Hazretleri:
«[841]
Onları babalarının adları île çağırın...» âyetini İndirince soyu belli olanlar
babalarının adları Üe çağınlmağa başladılar. Babası belli o'mayaıîlar cia mcvlâ
ve din kardeşi oldular. İşte Hz. Schle
o zaman
gelmiş ve:
— Yâ
Resûlallah, biz Sâlim'i
evlâd bilirdik. Benimle
ve Ebu Hu-zeyfe ile
haşir neşir olurdu. Beni
acık saçık görürdü, şimdi Allah onlar hckkında malûmun olan âyetleri indirdi;
demişti. Peygamber (S.A.V.:
— Onu beş def« emzir;
buyurdu. Artık Salim, Ebu Huzeyfe'nin süt oğlu mesabesinde idi.»
Selef Hazcrâh bu hüküm
hususunda ihtilâf etmişlerdir. Hz. Âişe (R.Anhâ) 'ya gorc kadını emen âkil
lâiig bile olsa tahrîm sabit olur. Urve (R.A.) söyle diyor: «Ümmü't-Mümînîn
Âişe bu hadîsle amel etmiştir. Kız kardeşi Ümmü Külsüm'a ve kardeşinin
kızlarına yanlarına girmesini istedikleri
erkeği emzirmelerini emrederdi.
Bu hadîsi İmam Mâlik
rivayet etmiştir. Bu kavil Hz. AN ve Urve (R. A. /dan rivayet olunmuştur. Ley s
b. Sa'd i'e İlmi Hazm'in ve Dâvud-u ZalıirVvAn mezhebi budur. Delilleri
buradaki Sehle hadîsidir.
Cumhur Sahabe ve
Tabiîn ile Mezhep imamlan'na göre ise rada' ancak küçük iken emmekle tahakkuk
cûcr. Yalnız küçüklüğün tahdidi bususunda ihtilâf etmişlerdir. Cumhur-u ulemâ
ile İmam Mâlik, Şafiî, Ahmcd b. Hanbcl ve Hanefîler'den İmameyn dîye anılan Ebu
Yusufla. İmam Muhammrd'e göre sut emme devresi ikî senedir, iki seneden sonra
emmesi bu hükmü isbat etmez. Delilleri:
«[842] Süt
emme işini tamam yapmak İsteyen (babalar) için anneler çocuklarını tam iki sene
cmzîrirler.» Ayeti kertmesidir. İmcim. Â'znm, Ebu Hanifc'yc göre süt müddeti
otuz ay İmam-ı Züfcr (110—150)'e göre üç senedir. Hazret i imam'ın delili :
«[843]
Çocuğun tna karnında kalması ile sütten ayrılması müddeti otuz aydır»
;"ryet-İ kcrîmesidİr. Bu âyet-İ kerîmede İkİ seve bir hüküm zikredilmiştir.
Yani âyette çocuğun ana karnında kalma müddeti i!c memede:! ayrılma müddetleri
zikredilmiş ve ikisine birden otuz ay tayin edilmiştir. Şu hiilde bu otuz ay
ayrı ayrı her ikisinin müddetidir. Ya'nr, bir çocuğun ana karnında kalma
müddetinin iki seneden fazla olmıyac;ı£ını bildiren hndis vardır. İste âyetin
hamilelik müddetini bildiren kısmı o hadisle tahsis edilmiştir. Süt müddetini
ise tahsis eden bir delil yoktur. Binâenaleyh o otuz ay olarak kalır.
hın-.H-ı Zitfcr[844]
dahî aynı âyetle istidlal eder; ve otuz aya ka-dnr İmam-ı Â'zam'kı beraberdir.
Ondan sonraki altı ayı ise çocuğun nlısnmsı için ilAve rder. Fetva' Imameyn'nin kavline güredir.
îmanı J\Iâ!İk\\cn süt
müddetinin iki sene bir ay; iki sene iki ay olduğuna dâir rivayetler vardır.
Bazılarına göre süt müddeti on beş SL-no; diğer bazılarına göre kırk yıldır.
Hattâ: «ömür boyuncadır» diyenler bile bulunmuştur. Bittabi bunlara i'tibâr
yoktur. Bazıları: «Rada' hükmünü inbât eden süt emme sütten.ayrılmazdan
öncedir» ı' misler; fakat bunun için bir zaman takdir etmemişlerdir. EvzaVyc
göre bir yaşında bir çocuk memeden ayrılırsa bir müddet sonra'tekrai- emso iki
yıl lamam olmasa büe rada1 hükmü sabi I olmaz. Aynı rnruk emmeye devam ederse
iki yasına kadar emdiği haram daha sujırasi hcıaldir.
Cumhuru ulemâ. Salim
hadisi için: «Ona hasstııvv diyorlar. Nitekim Hz. Ümmü Seleme, Âİşe (h'.Anhâ)
'ya: «Bİz bunu yalnız Sâlim'e hâs görüyoruz. Hem bilmiyoruz belki de bu hüküm
Sâlim'e bir ruhsattır; yahut mensuhtur.» demiştir.
Burada İbni
Tcymiıtifc'mn hi<; bir kavle uymıyan bir mezhebi vardır. İbui Tcymhjyr süt
meselesinde küçüklüğü esas ittihâz etmekle beraber, «Hacet olursa büyük de
emebilir ve hüküm sabit olur» diyor. Meselâ: âkil baliğ bir kimse bir kadının
yanına dâimi au-reltc girip çıkmak mecburiyetinde kalsa da kadın için her zaman
tesettür güç gelse veya örtünecek bir şey bulamasa İbni Tcymiyyr'yc göre kadını
emerek süt oğlu olabilir. İbni Tcymiyyc bu suretle birbirine muarız hadislerin arasını bulmağa
çalışmıştır.[845]
1160/964- «(Yine
Âişe radjynlhthn anhn'dan rivayet cd'ldığ'ne göre Ebu'l - Kuays'ın kardeşi
Eflah[846] tesettür hükmü sübût
bulduktan sonra kendisinin yanına girmek için izin istemeğe gelmiş. Âişe
demiştir ki:
— Ora izin vermeğe razı olmadım. Resûlüllah
sallctllahü aleyhi ve srllctn geldiği zaman
yaptığımı kendisine haber verdim.
Bana onun yanıma girmesine izin vermemi
emir buyurdu ve:
— O senin amcandır; dedi.»[847]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Hadîs-i Şerif, emzirenin
kocası ile yakınları hakkında rada' hükmünün sabit olduğuna delildir. Çünkü
kadının sütüne sebeb erkeğidir. Binârnaleyh doğurdukları çocuk nasıl mü.şLerrkse süt oğuMarı da öyledir. Onun içindir ki hu hüküm babında
İbni Abbas (H.A.): «aşı bîrdir» de--mistir. Bunu İbni Ebi Şcybc rivayet eder.
Zira sütü eiimV indirir; bu İse erkeğin iştiraki ile olur. Eshâb-ı
Kiram ile Tâbiün'in cumhuru ve
mezheb imamları buna kaildirler.
Eflah hadisi E bu
Davud'un rivayetinde daha sarihtir. Ve şu lâfızlarladır :
«Âişe demiştir ki:
Eflah yanıma girdi. Ben hemen kendisinden Örtündüm. Bunun
üzerine :
— Ben amcan olduğum halde benden kaçıyormusun?
dedi:
— Nereden nereye? dedim:
— Seni kardeşimin karısı emzirdi; dedi:
— Beni ancak kadın emzirdi; erkek emzirmedîya..,;
dedim». Cumhur-u ulemâ'ya bu hususta muhalefet edenler: [bni Ömer, İbni
Zübeyr, Âİşe, Râfi' b.
Hadîc (R. A.) ile tâbiîn'den bir cemâat İbni'l -Münzlr ve Zâhîrîler'dir. Bunlar
erkeğe rada1 hükmünün sabit olmayacağına kaildirler. Derler ki: «Süt kadının
olduğu gibi çocuğu emziren de udur, nitekim Teâlâ Hazretleri:
[848] Sizi emzîrmiş oîan anneleriniz» buyurmuştur.
Binâenaleyh erkeğe süt. hükmü sabit değildir.»
Bunlara cevaben:
«Âyet-i Kerîmede hu hadîse murîz bir cihet yoktur. Çünkü anneleri zikretmek
onlardan başkasının bu hükümde dâhil olmadığına delâlet etmez. Mefhumu ile
delâlet ediyor; desek: Buradaki mefhum, mefhum-u lâkabdır;
ondan delü olmaz.» denilmiştir.
Cumhur'a muhalefet
babında İJmi'l-Kaı/ı/im közü hayli uza imiş İbni Tcymiyyc dahî onu beğenmiştir.
Sonraları da bu hususta uzun uzadıya bahis açanlar olmuştur.[849]
1161/965- «(Yine)
Âişe radnjallahü anhâ'.dan rivüyet olunmuştur. Demiştir ki: İndirilen Kur'an
meyânmda: on defa ma'iûm .süt emme (anneyi çocuğa) haram kılar; Âyeti de
vardır. Sonra bu ort'def'a emme, beş defa ma'iûm emme ile neshedildi.
Resûlüllar sallallâjıü aleyhi ve sc.llcm bu âyet okunan Kur'ân meyanında İken
vefat etti.»[850]
Bu hadisi Müslim
rivayet etmiştir.
Ulemay-ı Kirâm'ın
beyânına göre Hz. Âişe'nin bu hadisi son neshin pek yakında vâki' olduğunu
gösteriyor. Okadar ki: bazı kimseler nesih vâki' olduğunu henüz işitmedikleri
için o âyeti okumaya devam ederlermiş. Ncsîii
haber alır almaz okumaktan vazgeçmişler.
Nesih: sonra gelen
şer'î ve fer'i bir delilin evvelki delilin hükmünü kaidirmasıdır. Nn'sih üç
kısımdır: :
1—
Hem
okunması hem hükmü neshedilendir. Hadîs.e zikri geçen (on defa emme haraıjı
kılar) âyeti gibi.
2— Hükmü
bakî olup yalnız tilâveti ncshcdilcnt r.
««Ihlİyar erkekle
İhtiyar kadın zina ederlerse onları hemen recmedin...» âyeti gibi.
3— Tilâveti
bnkî olup yalnız hükmü neshedilendir. Bu nev'i nesih bir hayli vardır.
«[851]
Sizden vefat ederek zevcelerini bırakanlar...... âyeti gibi.
«Siibiilü's - Selâm»
sahibi bahis mevzuumuz hadîs üzerinde durarak rada1 hususunda en şâyan-ı
tercih kavil bunu buluyorsa da .mes'eleyi Hanefüer'den Kemâl b. Hiimâm[852] Fcthü'l-Kadîr» nâm eserinde nasıl lazımsa
öyle tedkik ve tahkik etmiştir.
Mezkûr 1ahkikt.cn
anlaşıldığına göre sâyân-ı tercih olan kavil bu değildir. IIatla rada' mes'eîesûnde:
< Hüküm üc defa emmekle sahil olur» diyenleri kavli bile hu kavildin daha
şâyân-ı tercihtir. Yine ayni tahkikten anlaşıldığına güre süt emme bâbmdaki
mikciar tayini neshi dilmislir. Taunun neshedildi^ini İbni Abbas (II. A.)
kendisine Nâs, bir kerre emmek har;"ım kılmaz; diyorlnr. buna ne dersin?
diye sorulduğu vaki! tasrih etmiş ve : «Bu mevcud idi; Takat sonra nrshedildi»
demiştir. İbnİ Abbas (R..A.) : «;-ad;V meselesi: azı da çotfu da haranı kılar;
neticesine vardı» dediği rivayet edilmiş; keza İbni Ömer (R.A.) da: «az emmek
haram kılar» demiştir. Hattâ kendisine, İbni Zübeyrin «Bir ve iki defa emmrkte
beis yoktur» dediği söylendiği vakit: «Alla-hın hükmü İbni Zübeyrin hükmünden
daha hayırlıdır...» demiştir.[853]
1162/966- «İbnİ
Abbas radıyallahü auhümd'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (S.A.V.)'e
Hamza'nın kızını almasını söylemişler bunun üzerine : :
— O bana helâl değildir; çünkÇ o benim süt
kardeşimin kızıdır. Neseb cihetinden haram olan süt cihetindînde
haramdır; buyurmuşlardır.»[854]
Hadîs mültefekun
aleyh'lir.
Hz. Hamza (Fi. A.)'m
kızının ismi ihtilaflıdır, bu bâbta Ümâme, Amâre, Selma, Âise, Fâtıme,
Emslullah ve Ümmü'l-Fadl olmak üzere yedi isim zikredilmiştir. Ksah olan kavio
göre ismi Amâre; künyesi de (' tı>ıül'-Fadl'dır. Annesi Esma binli Ümeys'in kız kardeşi Selmâ'dır.
Hz. Amâre'nin
Peygamber (S.A.V.) 'in süt kardeşi kızı olması, R^ sûlüllah (S.A.V), Ebu
Lehebin cariyesi Süveybe'dcn süt emdiği iğindir. Ondan vaktiyle amcası Hamza
ÇR.A.) cia cmmi.şti. Hz. Hamza'nın kızını Resûlüllah'a teklif eden Hz.
Ali'dir. Ncsal'nm rivayetine göre Ali (R.A.) şöyle demiştir:
«— Yâ Resûlâllah neden
bizi bırakıp da Kureyş'e merak ediyorsun? dedim:
— Sizde bir şey var mı? dedi:
— Hz. Hamia'nın kızı var; dedim...»
Rıda' hükümlerini
şöylece sıralamak mümkündür: Süt ciheti ile ak-r;ıba olanlar birbirleri ile
evlrnemezler.
«Süt haram kılar»
derken hu mânâ kastedilmiştir. Fukâhâ hu hususta bir de kaide vazetmişlerdir:
«Emmenin emzirene nefsi haram; emzirenin emene nesli haram.» derler.
Süt akrabalar hirbirilerinden
kaçmazlar. Bir yerde haşhaşa kalabilir ve beraberce sefer edebilirler. Fakat
birbirlerine mirasçı olamazlar; in S içlerinin nafaka ve meskenini tedârik
etmekle mükellef değildirler; aralarında nesebe âit ahkâm cereyan etmez.[855]
1163/967- «Ümmii
Seleme rndıyallahu anhâ'ûan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah
sallallahH aleyhi ve sellem:
— Rada'dan haram olan,
ancak bağırsakları yarandır. Bu da memeden ayrılmadan evveldir; buyurdular.»[856]
Hu hadisi Tİrmîzî
rivayet etmiş ve onu hem kendisi hem de Hâkim sahihlcmişlerdir.
Bağırsaktan yarmaktan
maksad: Onlara varmaktır. Şu halde bağırsaklara varmayacak kadar az süt haram
kılmayacak demektir. Maa-rnAfih hu ta'hir: Bağırsaklara varıp da onları
besleyen ve başka gıdaya hacet bırakmayan mânâsına da gelebilir. Bu taktirde
hadîs: Büyük bir insanın emmesi ile rada1 hükmünün sâhit olamıyacağına delâlet
eder ki zâten ondaki «bu da memeden ayrılmadan evveldir» cümlesi bu mânayı
tc'yid eder. Çünkü memeden ayrılmazdan önceki zaman henüz iki ya.şını doldurmadığı
zamandır.
Aşağıdaki hadîs dahî
bu ikinci mânâya delâlet eder.[857]
1164/968-
«İbni Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet o(unmuş-lur. Demiştir ki: «İki
seneden gayrıda süt emmek yoktur».[858]
Tîıı hadisi Dâre Kufni
ile İbnİ Adİyy hem merfu' hem' de mevkuf olarak ri\ âyet etmişler; fakat mevkuf oluşunu tercih eylemişlerdir.
Çünkü onu merfu'
olarak yalnız cl-Hcyscm b. Cemil'in tbni Uyry ne'6cn[859]
rivayet ettiğini Dâr.c Kut m kaydetmektedir. Maanıâfîh Dara Kufuî Heysem
hakkında : «sika ve lafız idi diyerek hiisn-ü şehâdette bulunmuştur.» Aynı
hadisi Ha'ul b. M a usu r dahî ibni Uyeynr'dcn mevkuf olarak rivayet etmiştir.
Bittabi hadîsin mevkuf olması illet değildir.
İbni Ad'uın, Heyscm'in
yanıldığını söylemiştir. Bcyhakî: «Sahih olan, bu hadis mevkuftur.» diyor.
Yine Dryhakî süt müddetinin iki sene ile mahdud okluğunu Hz. Ömer ve İbni
Mes'ud'dan rivayet etmiştir.
Bu hadis iki senenin
rada1 müddeti olarak nazar-ı i'tibâre alındılına, iki seneden senraki rada'ın
raddn' hükmü taşıyamayacağına drüldir. Nitekim âyet-i kerime ile aşağıdaki
hadîs aynı hükme deIfılel. etmektedirler.[860]
1165/969- «İbnî Mes'ud
radıyalhıhü anh'öen rivayet
olunmuştur. Demiştir ki: ResûiüJlah salhtttafıü aleyhi vr sclhvı:
— Kemiği geliştiren ve
eJtİ büyütenden başka rada yoktur: buyurdular.»[861]
Eti hadisi Ebu Dâvud
tabric etmiştir.
Çünkü çocuğu büyütüp
geliştiren süt iki yaşına kadar olandır.[862]
1166/970- «Ukbetü'bnü'l
- Haris[863] rnchyallcthü anh'dcn rivayet olunduğuna göre
kendisi Ümmü Yahya bîntî Ebî ihâb İle evlenmiş. Müteakiben bîr kadın gelmiş
ve:
— Ben sizin ikinizi de emzirdim; demiş. Bunun
üzerine Ukbe (meseleyi) Peygamber sallallahil aleyhi ve scHem'e sormuş.
Rcsûlüllah (S. A.V.):
— Nasıl olur bak ne söylendi? buyurmuş.
Artık Ukbe de ondan ayrılarak
kadın başka birisi
iîe evlenmiştir»[864]
Hu hadisi Buharı
tahriç etmiştir.
Musannif gelen kadının
ismini bulamamıştır.
Hadîs-i Şerif, süt
ananın şehfıdetinin yalnız başına kabul edileceğine delildir. Buharî bunun
için ayrı bir bâb yapmıştır. İbni Abbas ile Seleften bir cemâatin ve Ahmcd b.
llnnbcl'm mezhebi budur. Ebu Ubcyd: «Erkeğe kendiliğinden ayrılmak vâcib chır.
IIakim1 in hükmüne lüzum yoktur» diyor.
İmam MâUk'c göre süt
mes'elesinde ancak iki kadının şehadeti kabul edilir. Hanefîlcrle diğer bir
takım ulemâ'ya göre süt meselesinin şâir hukuktan bir farkı yoktur. Binâenaleyh
burada (is iki erkek yâhud bir erkekle iki kalın şehâdet etmelidir. Yalnız süt
annenin şehadeti kâfi gelmez. Şâfîîler'e göre süt ana ile birlikte üç kadının
şehadeti kabul edilir. Yalnız ücret istememesi şarttır. Şâfiîler'ce hu hadîs
ihtiyata ve şüpheli şeylerden korunmaya hamledihniştir. Fakat kendilerine: pu
.sözlerinin zahire uymadığı, çünkü Peygamber (S.A.V.)'e meselenin dört defa
sorulduğu; dördünde de: :
— Nasıl olur bak ne söylendi; cevabım verdiği
hatırlatılmıştır. Bu hadîsin bazı rivayetlerinde «Onu bırak» denilmiştir. Dare
Kutni'-nin rivayetinde ise«Ondan sana hayır yok» buyurulmuştur. Eğer ihtiyat
kabilinden olsaydı ona kadını boşamayı emrederdi. Halbuki ha-di.sin lıiç bir
nvâyelindc talâk zikredilm; mistir. İbnİ Abbas taraftarları bu ,-İhcti nnzar-ı
i'tilıâiT alarak: Hu hüküm buraya mahsustur. Binâenaleyh sair hukukun hilâfına
olarak burada yalnız süt ananın şehadeti kâüdir» demişlerdir.[865]
1167/971- «Ziyâd-ı
Sehmî radıynllahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
sttllajlahü aleyhi ve scîlcm ahmak kadından süt ana yapılmasını nehyetti».[866]
Eu hadisi Ebu Dâvud
tahric etmiştir.
Hadîs mürscldir. Çünkü
Ziyad'm sahâbîliği yoktur.
Buradaki nehyin
hikmeti sütün çocuğun tabiatına tesir etmelidir. Yani ahmak kadının sütünü
emen çocuğun da ahmak olması muhtemeldir. Onun için süt anayı seçerken ahmak
olmamasına dikkat etmek gerektir.[867]
Nafaka: insanın muhtaç
okluğu husûsâta sarfeüiği yiyecek içecek şeylerdir.[868]
1168/972- «Âişo
rurfnjfilldhit anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Ebu Süfyan'ın[869]
karısı Hind[870] binti Utbe ResülüUah
stüİallahil alcı/lıi ve fi'-Ucm'ın yonma girdi ve:
— Yâ Rcsûlallah, gerçekten Ebu Süfyan pek cimri bir adamdır. Bana
kendime ve çocuklarıma yetecek kadar nafaka vermiyor. Ancak onun haberi
olmaksızın malından bîr
soy alırsam o başka, Acaba bana
bun-cJa bir günah varmıdır? dedi.
Rcsûlüüah (S.A.V.):
— Onun malından sana ve çocuklarına yetecek
kadarını ma'ruf vecihle al; buyurdular.»[871]
Hadis müttofekun
aleyh'ür.
Iladîs-i ŞtTÎfte, bir
kimseyi şikâyet etmek ve hakkında fetva' almak için hoşlanmadığı bir sıfatla
zikretmenin caiz okluğuna delil vardır.
İste gıybet'in caiz
görüldüğü yerlerden biri hudut. Yine bu hadîs, bir adama karısı ile
çocuklarının nafakasını v< rmenin vâcib olduğuna delâlet ediyor. Lâfzın
umumuna bakılırsa büyük çocukların nafakası bile babaya âit görünüyorsa da
onlar başka delil İle bu umumdan tahsis edilmişlerdir. Nafakanın takdirine
hacet kalmaksızın yetecek kadarının vâcib olduğu dahî bu hadîsin delâlet ettiği
husûsât cümlosindcndir Bİr çok ulemâ ile İmam Şafiî'nin mezhebi budur. İmam
Şâfiî.n'm bir kavline göre nafaka müdd denilen ölçekle takdir edilir. Ve
zengin erkek her gün için karısına iki müdd; orta haili bir buçuk müd; fakir
oian bir müd; zahire verecektir. Bazıları: Her gün için iki müdd her ay için de
ayrıca iki dirhem verir; demişlerdir.
Ebu Ya'lâ'dan rivayet
olunduğuna göre ekmek verirse günde iki rıtıl[872]
vcrm?si îeabrder. Bu hususta zenginle fakirin farkı yoktur. Yalnız iyi ve güzel
olması hususunda birbirinden ayrılır. Çünkü yenilecek miktar da zenginle fakir
müsavidir. Yalnız yiyeceğin iyiliği kötülüğü meselesinde ayrılırlar.
îmam Nevrin (631 —
676) : «Bu hadis miktar tayin edenlerin aleyhine hueettir.» diyor.
HanefîlerV Süre nafaka
hususunda karı ile kocanın ikisinin de hâlleri nazarı ftibâre alınır. Yani
ikisi de zengin iseler zengin nafakası; fakir iseler fakir nafakası verilir.
Biri zengin diğeri fakir olursa kadının nafakası zengin kadınların
nafakasından aşağı, fakirlerin nafakasından yukarı olur. Hnnefiier'den KcrhVyc
göre nafaka hususunda yalnız erkeğin hâli nazar-ı i'tibâre alınır.
«Ancak onun haboti
olmaksızın malından bir şey alırsam» ifâdesi, baha çocuklarına bakmadığı zaman
onlara bakmayı annelerinin üzerini1 alabileceğine ve keza hakkım vermeyenden
bizzat onu almanın caiz olduğuna deîâieL c(.kT. Çünkü Peygamber (S.A.V.),
Hind'in yaptığını takrir buyurmuş: «haram» dememiştir. Halbuki Kİnd aldığının
kendisine günah olup olmadığını sormuştur. Böylelikle Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
Hind'in şimdiye kadar aldığını takrir; gelecekte alacaklarının da mubah
olduğunu beyân etmiş oldular. Buharî'n'm bazı rivayetlerinde:
«Onları ma'ruf vecihle
beslemende, sana bir günâh yoktur» buyurulmuşttır:
«Sana ve çocuklarına yetecek
kadar al» emrinin Resûlüllah (S.A.V.) tarafından bir fetva' olması yâhûd hükmün
hu okluğunu ihbar mahiyetini taşıması birer ihtimaldir.
Hadîs-i Şcrîftc vekil
nasbetmeden gaibin aleyhine hüküm verilebileceğine delil vardır. Buharı buna
dâir bir'bâb yapmış; ve bu hadîsi orada zikretmiştir. Yalnız Ncvcvî gaibin
aleyhine hüküm verilmek için onun o yerde bulunmamasını yâhud o yerde bulunsa
bi-lo ele geçmesinin güç veya imkânsız olmasını şart koşuyor. Halbuki Ebu
Süfyan o gün belde hârici bir yerde değildi. Şu halde Resûlüllah (S.A.V.)'in bu
hükmü, gaibin aleyhine bir hüküm sayılamıyacak demektir. Nitekim Hâkim1 in
«cl-Müstcdrck» inde şöyle bir hadîs vardır:
«Peygamber (S.A.V.)
biat esnasında kadınlara çalmıyacaklarım şart koşunca Hind :
— Hırsızlık için sana biat edemem; çünkü ben kocamdan çalarım;
.demiş. Bunun üzerine Resûlülfah
(S.A.V.) onu bırakarak
karısına hakkını helâl etmesi içîn
Ebû Siifyon'a haber
göndermiş. Ebû Süfyan :
— Yaş yemişlere evet derim; fakat kuru erzak
için hayır; demiştir.» Bu hâdise gnsteriyor
ki: Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'in o gün verdiği hüküm gaibin değil, hâzırın aleyhine
imiş.
Hâsılı kıssa bir
fetva' olmakla mahkeme hükmü olmak arasında ih-timallidir. Hİnd'den İsbâl sâhid
istemediğine bakılırsa fetva" olması ihtimali pâlibtir. Bazıları buna
«hükümdün'- demişlerdir. Onlara güre Hînd'-den ispat istememesi tınım doğru
söylediğini bildiği içindir.
î>ıi halde: «Hâkim
bildiği bir hususa hueeetsiz de hüküm verebilir,s diyenler için bu vak'a bir
delil olabilirse de yukarıda arzettİğimiz vecihle mesele ihtimallİ olduğundan,
gelişi güzel her hususla değil yalnız kadının kocasından kendine ve çocuklarına
nafaka dâvâsiyle nafakanın kifayetsizliği hususunda delil olabilir.
Musannıfn hadîsi burada
zikretmekten maksadı da budur.[873]
1169/973-
«Târık-ı Muharibi[874]
radıyallahü anh'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Medine'ye geldik. Bir de
baktık Resûlüllah sallallrıhü aleyhi ve selle m minberin üzerinde ayakta halka
hutbe İrâd fdîyor ve:
— Verenin e\\
yüksektir. Hem nafakasını verdiğin kimselerden başla! Anneni, babanı, kız
kardeşini, kardeşini, sonra sana en vakın ve ondan sonra en yakın olanları gör
gözet; diyordu.»[875]
Bu hadîsi Nesaî
tahrîc,etmiştir. İbni Hibban ile Dâ.-e Kutni onu sahîhlemişlerdir.
Hadîs-i Şerif; «Yüksek
el'alçak elden «.yırlıdır» hadîsinin tefsiri mesâbesindendir. Yüksek el: Veren
yâhud ?'"âk öden el, diye; alçak el de:
vermeyen yâhîıd dilenen el diye; tefs!:
edilmiştir.
«Hem nafakasını
verdiğin kimselerden baş£» emri yakınlarına infâkın vâcib olduğuna delildir,
bunların kimler olduğu da anneden başlanarak îzâh buyurulmuştur. Bu tertib
i'zaz-u ikram hususunda annenin babadan daha ileri geldiğini gösterir. Kaadi
îyaz (476 — 544) : Cumhur'un mcz-focbi budur.» demiştir. BuharVı\h\ tahric
etliği. Ebu Hü -îyrc hadîsi buna deiâiet eder. Mezkûr hadîste en ziyâde
i'zaz-ü ifc.am'n lâyık olarak üç defa anne zikredilmiş; ondan sonra atıf
suretiyle baba da ilâve buyurulmuştur.
FilhakîVr. Kur'ân-ı
Kerîm'dç anne hakkının ziyâdeliğine tenbih için «[876]
İnsana ebeveynine ihsanda bulunmayı tavsiye ettik. Çünkü annesi kendisini
rahmetlerle karnında taşımış ve zahmetlerle doğurmuştur.» buyurulmaktadır.
Hadîs-i Şerifte «Kız
kardeşini, kardeşini » diye verilen tafsilât fakir düsen yakınlara nafaka
vermenin vâcib olduğuna delildir ve görülüyor kiv kız kardeşle kardeş dahî
nafakası verileceklerde dahildir. Hz. Ömer (R. A.) ile İmi Ebî Leylâ (74—148)'nın ve İmam Ahmcd b.
HaHbfTi.nL mezhebi budur.
İmam Şafiî'ye göre
nafaka, kötürüm olmak, küçük veya deli olmak gibi bir sebeple kazanmaktan âciz
kalanlar için vaciptir. Bu üç sıfattan birini haiz olmayanlar hakkında
Şâfiîler'Ğcm üç kavil rivayet edilmiştir.
Bunların içinde en
güzel sayılanına göre nafaka vâcibtir. Çünkü beri tarafta zengin akrabası varken
bir insana «çalış» diye teklifte bulunmak ayıptır.
İkinci kavle göre
nafaka vermek vâcib değildir; zîrâ maişetini kazanmağa kudreti vardır. Bu
kudret mal mesabesindedir.
Üçüncü kavle göre:
Asim nafakası fer'a vâcibtir; yani anne ve babaların nafakasını vermek evlâda
vâcibtir. Fakat evlâdın nafakası ebeveyne vâcib değildir. Zîrâ bunca yaş
farkına bakmadan onlara çalışmayı teklif etmek ebeveyne ihsan emriyle
bağdaşamaz.
Hanefilcr'e Unn:
Maişetini kazanmaktan âciz olan fakir akrabaya, nnlar.iau alacağı miras
miktannea nafaka vermek vâcib olur. Küçük çocuklar fakir iseler nafakaları
babalarına vâcib olur. Kbeveyn fakir düşerlerse nafakaları kız ve oğlan bütün
çocuklarına vâcib olur. Yalmz Lir rivayete göre nafakayı hepsi nıüsâvaut üzere
verirler; diğer rivayete göre mirasları
miktannea öderler. Tefsilât fıkıh kitaphırmdadır.
[877] Akrabaya hcUkını ver» âyet-i kerîmesi akrabanın
akraba üzerinde hakkı oklusunu bildirmektedir. Haklar ise çcşİÜİ ve birbirinden
farklı olur. Nafakaya muhtaç olanlara nafaka verildiği gibi muhtaç olmayanlar
da başkalarına verirler.
Iladîs-i Şerif, yakın
hısımları ve bunların derecelerini izah mesabesindedir. Yalnız bu hadîsL-
çocuklarla zevceler zikredilmemişür. Çünkü bunlar babımızın ilk hadisesinde
mevzu-u bahis olmuşlardı.
Geçmişin nafakasına
gelince: Bu hususta ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Razılarına göre bu nafaka sakıt
olur. Diğer bazıları sakıt olmayacağına kaildirler. Bir takımları da:
«akrabanın geçmiş nafakası sakıt olursa da zevcenin nata1 ası sakıt oimaz.»
demişlerdir. Bunlar sözlerini şöyle ta'-lîl ederler: «akrabaya nafaka, yardım
için meşru' olmuştur. Geçmişe nazaran hu yardımın hükmü kalmamıştır. Zevcenin
nafakası ise yardım için değil, nefsini kocasına münhasıran hapsetmesine karsı
erkeğin bir borcudur. Bundan dolayıdır ki, zevce zengin do olsa bu hakkı sakıt
.!-maz. Zevce nafakasının sukut ctmiycccğine ittifak vardır. Einâenaİcyh -
zevce kocasına muti1 oldukça bu hak kendisine verilir. Fakat itaat etmezse
verilmez.[878]
1170/974- «Ebu
Hüreyre radıyaîlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
salhtllahn aleyhi ve sellem:
— Kölenin yiyeceği ve
giyeceği hakkıdır. Gücünün. yetmiyeceğİ iş de kendisine yüklenmez; buyurdular.»[879]
Bu hadisi Müslim
rivayet etmiştir.
II.'Kİis-i Sctİf,
ittifakan vâeih nlan bir meseleye delâlet etmek-Irvlir ki o da kulelerin nafaka
ve giyecekleridir. Bittabi cariyeler de hükümde dâhildirler. İludî.sde yalnız
kölelerin zikredilmesi tağlib yo-iu iiodir. Hadisde yiyecek ve içecek mutlak
zikredilmiştir. Binâenaleyh .sahibinin yediğinin aynını yemesi, onun
giydiğinin aynını giymesi vâcib dirildir. îllurJim hadîsinde: Onlara kendi
yediğinizden yediriu; giydiğinizden giydirin» denilmiş olması mendup mânâsına
alınmıştır.[880]
1171/975- «Hakîm
b. Muaviye el- Kuşeyrî'den oda babasından - m-ıhı/alhthii duymuş olarak rivayet
edilmiştir. Babası demiştir ki:
— Yâ Resûlnllah,
bizden birimizin zevcesinin,
kccası üzerinde ne hakkı
var? dedim. Rcsûlüüah (S.A.V.) :
— Kendin yediğin zaman onu doyurman; giydiğin
zaman onu da giydirmendir... ilâh; buyurdular.»[881]
Bu hadîs «kadınlarla
geçinme babı» 11da geçmiştir.
Musannif orada hadîsin
tamamını zikretmiş; ve onu İmam Ah-mc<i. Kim Dâvud, Ncnnl ve İbni Mârc'yc
nisbet etmiş; Buharının onını bir kısmını ta'lİk ettiğini; İbni Jlibban ile
Hâkim'm onu sahih bulduklarını söylemişti.[882]
1172/976- «Câbir
b. Abdlllah radnjallahil anhümâ'dan Peygamber ıdltthü aleyhi vr scllcm'dcn
duymuş olarak rivayet edildiğine göre Peygamber (S.A.V.) hacc hakkındaki uzun
hadiste kadınları zikrederken :
— Sizin üzerinizde onların
ma'ruf vecihle yiyecek ve giyecek hakları vardır; buyurmuşlardır.»[883]
Hu hadisi Müslim tahne etmiştir.
Iladîs-i şerif,
zevcenin nafaka ve elbisesinin kocasına vâeib olduğuna delildir. Nitekim Kitap
ve icınâ'da buna delâlet etnıekitHİir. Bu cihetin az yııknnda eçti.
«Ma'ruf vecihle»
ta'biri ma'nıf olan infakıi1 vâcilı olduğunu göstermektedir. I^u bâblaki
mezhebler dahî az vııkarıda iiörülmüştü. «Kadına verilecek nafakanın hazır yiyeceklerden
olması vâcib-ti!' diyen n»ıi'l-Kaıjifim ^rl-HrdifiVn-Ncbcvhf» adlı eserinde bu
hususta iîözü çok uzatmıştır. Ona göre yiyeceğin kıymeti ancak alan ile veren
ittifak ettikleri taktirde verilebilir.[884]
1173/977- «Abdullah
b. Amr radrynllahü anhümâ'ûan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
uülahu aleyhi re scîlîrm:
— Nafakasını verdiği
kimseyi ihmal etmesi kişiye günah cihetinden kâfidir; buyurdular.»[885]
Bu hadîsi Nesaî rivayet etmiştir. Hadis Müslim'de şu lâfızladır:
«Kölesinden onun
rızkını habsetmesi....»
Hndîs-i Şerif, bir
kimsenin maişetini teminle mükellef olduğu şahısların nafakalarını vcr/ıesi
icâbettiğine delildir. Çünkü günahkâr olmak ancak bir vacibi terketmekle olur.
Burada bu günahın kendi helakine kâfi geldiği, başka günaha lüzum kalmadığı
zikredilmek suretiyle mübalâğa gösterilmiştir.
Bir kimsenin
maişetlerini te'minîe mükellef olduğu şahıslar; ailesi afradı ile köleleri,
cariyeleri ve diğer hizmetkârlarıdır. Müslim'in lâfzı yalnız köleler hakkında
ise de JVYsâî'nin lâfzı ekmeğini verdiği herkese şâmildir.[886]
1174/978- «Câbir
rmlnıııUnJıİi uiıh'dcn kocası ölen hâmile hakkında merfu' olarak rivayet
edilmiştir:
— Ona nafaka yoktur;
demiştir.»[887]
Ru hadisi Bcyhakî
taline etmisfir. Ricali sikadırlar, lâkin Beyhâki: mahfuz olan. bunun mevkuf
olduğudur; cıemiştir. Yukarıda geçfiği ve-eihle nafakanın verilmemesi Fâtımo
bintİ Kays hadisesinde sabit oi-nıuştur.
Bu hadîsi Müslim rivayet, etmiştir.
Fatîme bİnti Kays
hadîsinin talâk-ı hâinle boşanan kadınlar hakkında olduğunu da orada
görmüştük. Burada ise bahis kocası Ölen kadın hakkındadır. Ru mesele
ihtilaflıdır.
Ulemâ'dan bir cemâatle
Hanetîler'e ve Şâfiîler'e göre kocası ölen kadına nafaka yoktur. Delilleri hu
hadistir. Rir de hu kadın iddetini kocasının hakkı olduğu için değü, şeriatın
hakkı olduğu için bekler. Binâenaleyh kocasının malından ona nafaka verilmez.
Zaten kocasının malt vereseye intikal etmiştir.
Diğer bu' takım
ulemâ'ya göre :
Bu kadına nafaka
vermek vâeibtir. Bunların delili:
«[888] Bir
seneye kadar bir intifaı vasiyyet.» âyel-i Kerîmesidir. Diyorlar ki: :«Âyetten
müddetin neshedilmis olması nafakanın da neshini îcâhetmez. Sonra hu kadın ölen
kocası sebebiyle hapsediliyor, binâenaleyh enim malından nafakası verilir.»
Bunlara soy i e cevab
verilmiştir: «Eskiden nafaka vasİyyetle vûci>> olurdu. Sonra bu ya (dört
ay on gün beklerler) âyetiyle yâhûtl da «mirasçıya vasiyet yoktur.» hadisi ile
neshedilmist;- Sizin delil olarak gösterdiğiniz âyet ise boşanan kadınlar
hakkındadır, kocası ölenlere şümulü yoktur. Sünen-i Ebî Dâvîtd'ds, İbni Abbas
(R.A.) 'dan şu. hadîs rivayet, edilmiştir:
(Sizlerden vefat ederek geride zevcelerini
bırakanlar karılarına bir seneye kadar İntifa' vasiyyeti yapsınlar.) âyeti
miras âyetİyİe Allah'ın kendilerine takdir buyurduğu dörtte bir ve sekizde bir
hisse ile; sene müddeti dahi kadına dört ay on gün id-det verilmekle
neshedildi.»
Musannifin Fâtîme
binti Kays hadîsini burada zikretmekten muradı: kocası ölen kadınla mcbtütenin
(talâk-ı bâinSc boşanan) bir hükümde olduklarını göstermek olsa gerektir.[889]
1176/979- «Ebu
Hüreyre rr.dnıallahii anh'den rivayet olunmuştur. Doı.ıiştİr ki: Resûlüllah sallalni- aleyhi vcsclllcm:
— Yüksek el, alçak
elden hayırlıdır. Biriniz nafakası kendisine âit olanlardan başlar. Kadın: beni
ya doyur ya
boşa; der»
buyurdular.[890]
Ru hadîsi Dare Kuinî
rivayet etmiştir. İsnadı hasendir. Yüksek el ile al*-ak elin izahlarını
yukarıda gördük, Bu hadisde «biriniz nafakası kendisine âid olanlardan başlar»
denilmiştir. Cundan murâcl: iyilik ve ihsana bunlardan baslasın demektir.
Hadisi Udre Kutnî, Âsım'-clan o da Ebu Sâlih'dcn o da Ebu Hüreyre'den tahrîc
etmiştir. Ancak ÂsınrTın belleyisinde bir az şüphe vardır.
Aynı hadîsi Buharı,
\'z. Ebu Hüreyre'yc mevkufen tahrîc etmiştir. cl-îsmâiîVmn rivayeti şöyledir:
Ashâb :
— Yâ Ebû
Hüreyre bu kendi re'yînle söylediğin bir şeymidir. sa Resûlüllah (S.A.V.) 'in kavlindenmİdİr? dediler. Ebu Hüreyre:
— Bu benîm kesemdendir; dedi.» Yani: bu hükmü
ben ictihâd suretiyle istinbât ettim; demek istemiştir. Hadis ulemâsı Hz. Ebu
Hüreyre'-nin cevabını hep bu mânâya
almışlardır.Fakat bazıları buna İ'tirâi ederek şöyle derler: Hz. Ebu
Hüreyre yanındakilere:
— Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu; diyerek
hadîsi nakletmişkcn Eshâb-ı Kirâm'm:
— Bunu sen kendi aklından mı söylüyorsun?
demeleri onun canım sıkmış ve kendilerine aiay tarzında:
— «Hayır
kesemden» diye cevap vermiştir. Bu
gûna cevahİar her lisanda vardır.
Ve Hz. Ebu Hüreyre'nin bunda ma'zûr olduğu aşikârdır. Ciinkii Eshâb-ı KirârrTm
biraz da sakaya henziyen suali
ciddiyetle ele alınırsa söyledikleri süzün «Sen hadis uyduruyorsun
demekle pek farkı kalmaz. Öyle ya: «Resûlüllah (S.A.V.)
şöyle buyurdu» dedikten sonra
«Sen bunu kendinden mi söylüyorsun?» diye sormanın başka ne mânâsı ülahiliı? Halbuki
Hz. Ebu Hareyre (R.A.);
«Her kim benim
üzerimden yalan söylerse hemen cehennemdeki yerine hazırlansın» Hadisi
şerifinin ravîierinden-dir. J'unu o suali soranlar da pek âiâ bilirlerdi.
Bundan dolayıdır ki
Eshâb-ı Kirâm'ın o suali Hz. Ebu Hürcyre'yc lâtife için .sormuş olmaları pek
muhtemel görünüyor.»
Musannifin burada
zikrettiği, hadîsin bir kısmıdır. Bazıları «Bu benim kasemdendir.» sözünü
«ezberim/Iendir» manâsına almışlardır. Bunu «kese» diyerek ifâde etmesi
ftahih-'tBuharî'âo ve diğer hadîs kitaplarındaki bir hadise isâret içindir. O
hadîsde : Hz. Ebu Hüreyre'nin elbisesini yaydığı ve Recûlüllah (S.A.V.)'in onu
pek çok hadîslerle doldurduğu, sonra Ebu Hüreyre'nin o'nu topladığı ve bir
daha ondan hiç bir şey unutmadığı zikrediliyor. Şu halde Hz. Ebu Hüreyre «O
elbise kese gibi oldu» demiş oluyor.
Musannifin burada
bir kısmını zikrettiği
bu hadîsin tamamr Buhftrî'de şöyledir:
Köle: Beni doyur da
çalıştır; der. tsmâilVmn rivayetinde «Hizmetkârın: Beni doyur, olmazsa sat;
der, oğlun: Beni ne zamana kadar terk
ediyorsun; der» buyurulmuştur. Aynı hadîsi îmam Ahmcd b. Hanbcl şu lâfızlarla
rivayet ediyor:
«Karın beni doyur,
olmazsa beni boşa; diyenlerdendir. Cariyen: Beni doyur.da kullan! der. Çocuğun:
Beni kime bırakıyorsun? der. İbni Trymiyyc «cl-Müntcka» nâm eserinde «Bu
hadisin isnadı sahihtir.» demektedir.
Bütün rivayetler zevee,
köle, câriye ve çocuklara nafaka vermenin vâcib olduğuna delâlet ediyorlar.
İbnil-Münzir bu bâbta
şunları söylüyor: «Baliğ olup da malı ve kazancı bulunmayan çocuklar hakkında
ihtilâf edilmiştir. Bir taife, sabî olsun akil baliğ olsun, keza kız olsun oğlan
olsun, kendilerini babalarından müstağni kılacak malları yoksa, hepsine nafaka
vermeyi vâcib görmüştür. Cumhur ise nafakanın erkek baliğ oluncaya kadar kız
da kocaya gidinceye kadar vâcib olduğuna kaildirler. Sonra babaya nafaka, ancak
çocuklar kötürüm olurlarsa vâcibtir. Çocukların malları varsa babaya nafaka
vâcib olmaz.[891]
1177/980- «Saidü'bnü'l-Müseyyeb
radıyrillahü nnh'öen ailesine infak edecek bir şey bulamayan adam hakkında
rivayet olunmuştur.
— Bunların arası ayrılır;
demiştir.»[892]
Bu hadîsi Saîd b.
Mansur, Süfyan'dan o da Ebu'z-Zînâd'dan O'da İbnü'l-Müseyyeb'Len tahrîc
etmiştir. Ebu'z-Zînâd: «Said'e bu sünnetmidir?» dedim; sünnettir cevabını
verdi» demiştir.
Bu hadîs kavî bir
mürseldir.
Saidü'bniVl-Miiscyycb'in
mürselleri ile ulema amel etmişlerdir; Çünkü o irsali ancak mu'temed zevattan
yapar. İmam Şafiî : «»Sait'in sünnetdir; dediği şey Peygamber (S.A.V.) 'in
sünneti olmak gerekir.» demiştir. îbni Hazm-ı Zahiri: «İhtimal Ömer (R.A.)'m
sünnetini kasdetmiştir.» demişse de bu iddia hilafı zahirdir. Çünkü: «sünnet
mi?» diye soran, hiç bir zaman bu mutlak sözle ResûlüMah (S.A.V.)'in sünnetinden
başka bir şey kastedemez, yalnız ulemâ'dan bir cemâat: «Râ-vî: Filân şey
sünnettendir; derse, bu sözle Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetim kasdetmiş olabilir.»
diyorlar. Râvîye: «Bu sünnettenmidir? diye soran, ancak Peygamber (S.A.V.)'in
sünentini kasteder.
Filhakika Darc Kutni
ile Bcyhaki, Hz. Ebu Hüreyre'den karısının nafakasını te'min edemiyen adam
hakkında Resülüllah (S.A.V.J'den merfu* olarak şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:
Araları ayrılır;
buyurdular.
Fakat musannif bu
bahta Darr KıUnİ'nin vehme kapıldığını Bcyhakî'nin de onun bu vehmine uyduğunu
iddia etmektedir. Maa-mâfîh bu iddianın da do;~ru olmadığını iddia edenler
vardır.
Ulemâ fakirlikten
dolayı nikâhın feshedilip edilmiyeeeği hususnda ihtilâf etmişleridr. Şöyle ki:
1— Eshâb-ı
Kirâm'dan Ali, Ömer ve Ebu Hüreyrc (R.A.) hazc-ratı ile tâbiin'dm bir et mâata,
fııkâha'dan İmam Mâlik, fytfii ve Ah-vıcd b. Ilanbrl ile İlmi Hazım müstesna
bilumum zahirî imamlarına göre fakirlik sebebiyle nikâh feshedilir. Delilleri:
Yukarıda zikredilen Sald b. cl-Müacyych hadisi ile benzerleri ve:
«Zarar ve zarara karşı
zarar yoktur» hadîs-i şerifidir. Aklî delillerine gelince: Şüyle diyorlar
«Nafaka kadından istifade edilen cimâ'n mukabildir. Eunu, itaatsizlik eden
kadına Cumhur-u ulemâ'ya güre. nafaka veri İmi m'; sinden anlıyoruz. Nafaka
vâcib oîmadimı istifâde hakkı da sakıt olur; binâenaleyh zevcenin muhayyer
bırakılması vâcib olur. Sonra fukahâ, kölesini beslemekten âciz kalan sahibine
onu satmayı vâcib-görüyorlar; o halde aynı sebebtı n dolayı karısından ayrılmanın
vücûbu evlcviyyete kalır. Çünkü kölenin kazancı sahibinin olur, halbuki kadının
kazancı kocasının değildir.
Bir de innîn yani
cimâ'a kudreti olmayan bağlı kimsenin karısı zarar görüyor diye nikâhın
feshedileceğine ulemâ'mn ittifak halindi olduğunu İbni'l-Münzir naklet mistir.
Nafakasızlıktan dolayı ise görülen zarar daha büyüktür. Teâlâ hazretleri
kadınlara zarar vermemelerini erkeklere tavsiye ediyor. Kadını nafakasız
bırakmaktan daha büyük zarar olur mu?...»
2— Hanefîler'le
diğer bir takım ulemâ'ya ve bir kavlinde Şafiî'ye .göre nafaka sıkıntısından
dolayı nikâh feshedilemez. Kitaptan delilleri:
«[893] Her
kimîn rızkı kendisine dar geliyorsa Allah'ın kendine verdiğinden infak etsin;
Allah hiç bir nefse verdiğinden
fazlasını teklif etmez» âyet-i kerîmesidir. Diyorlar ki: «Bu halde Allah
nafakayı teklif etmediğine göre erkek, vâcib olmayan bir şeyi terk etmiş olur
ki böyle bir şey karısı ile aralarının ayrılmasına sebep olamaz.»
Sünnetten delilleri :
Ümmehâî-ı Mü'minîn'in nafaka istemeleri hadisesidir. O zaman Hz. Ebu Bekir
(R.A.) kızı Âişe'nin, Ömer (R.A.) de kızı Haîsa'nın gırtlağına sarılarak:
«Resûlü'lah'dan, kendisinde bu-lunmıyan bir şeyi istiyorsunuz ha?...»
demişlerdi. Eğer nafaka sıkıntısından dolayı nikâhı feshetmek mubah olaydı bu
zevat hak sahibi oldukları halde kızlarını Peygamber (S.A.V.)'in huzurunda
döğmeye kalkmazlar Resûlüllah (S.A.V.) de bu yaptıklarından dolayı kendilerini
takrir buyurmaz; bilâkis kadınların bu işde haklı olduklarını bildirirdi.
Sonra hiç şüphe yok ki
cshâb-ı kiram arasında fakir olanlar vardı. Peygamber (S.A.V.) bunlardan hiç
birine karısının nikâhını fesih ettirmeğe hakkı olduğunu söylemediği gibi hiç
biri de fakirlik sebebiyle nikâh fcshetmemişlir.
Eir de şu var ki:
kadın uzun zaman hasta yatsa ve kocasiylc bu müddet zarfında cima' etmese yine
nafakasını vermek îcabediyor. Yani feshe müsaade edilmiyor. Nafaka sıkıntısı
dolayısiyle kocasının başına gelen de aynı hâldir. Binâenaleyh burada da nikâh
feshedilemez. Bu da gösteriyor ki nafaka muhaliflenin dediği gibi istifade
mukabili değil; bizim dediğimiz vecihle habs-i nefis mukabilidir.
Ebu Hüreyre hadîsine
gelince: Bunun kendi kesesinden olduğunu kendisi beyân etmiştir. İhtimal onun
diğer hadîsi de öyledir. Sald b. cl-Miisryifcb hadîsi dahî mürseîdİr.
Hanefiler'in bu
istidlallerine bazı muhalifleri tarafından cevab verilmeğe çalışılmıştır. Biz
o cevablardan sarf-ı nazar ettik.
3— Bazılarına
göre zevç nafaka sebebiyle hapsedilir. Bunlar da ik fırkadır. Bir takımlarına
göre erkek nafaka buluncaya kadar hepsed! lir; diğerleri: «kazanmak için
hapsolunur» derler. Fakat tartıları bu iki kavlin ikisini de müşkil addetmiş;
ve: «Burada vâcibolan: vaktinde sabah ve akşam yemeği vermektir. Eğer bu
vakitlerde erkek hapsedile-cekse, hapis işi mevzuuna nakız ile avded eder;
çünkü hapis nafakayı bulmak
içindir; halbuki bu takdirde onu bulmağa
kendisi mâni'dir. Eğ^er hapis günlük
nafaka ihtiyacından önce yapılacaksa bu sefer henüz vâcib olmadan
yapıldığından caiz olmamak îcabeder. Günlük ihtiyaçtan sonra yapılsa artık
nafaka borç hükmüne girer. Fakir borcundan dolayı hilitlifak habsediîmez»
derler.
4— Kadın
zengin, kocası fakir olursa, kocasına
nafaka vermesi için kadına teklifte bulunulur. Verdiği taktirde kocası
zenginleyince bu nafakayı geri alamaz. Zâhirîler'den îbni HaznC'm kavli budur.
5— İbni'l-Kayyîm'e
göre, şâyed evlenirken kadın erkeğin fakir olduğunu biliyorsa yâhud evlenirken
zengin olup sonradan fakir düşmüşse, nikâhları feshedilcmez. Aksi taktirde
feshedilir. İbni'l-Kayyim kadının bu hususu bilmesini kocasının fakirliğine
rızâ saymışa benzemektedir. Lâkin evlenirken zengin olup sonradan fakir
düştüğü taktirde niçin nikâhı feshettirdiği anlaşılmıyor.
Şunu da ilâve edelim
ki, nikâhın feshine kail olanlar bu feshin nafakayı bulmak için te'cil edilip
edilemiyeceğinde ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlikte göre bir
ay te'cil edilir. Şafiî'ye göre te'cil müddeti üç gün, Hammad'a. göre bir
senedir: Bir ay yâhud iki aydır; diyenler de olmuştur.
Bir de: «nafaka
sıkıntısından dolayı kadını boşama vâcib olur» diyenlere göre, kadın erkeği
dâvaya verir ve kocasının ya nafaka vermesini yâhud kendisini boşamasını ister.
Bu ayrılmaya fesih di-yenlerce kadın kocasını dâvaya vererek onun fakirliğini
tesbit ettirir; sonra da nikâhı kendisi fesheder. Bazıları : «kadın kocasını
hâkim boşamağa mecbur etsin, yâhud nikâhı hâkim "feshetsin veya fesih
için kadına izin versin diye dâva eder» diyorlar. Bu takdirde hâkim nikâhı
feshederse yâhud fesih için kadına izin verirse- vâki' olan ayrılma, talâk
değil fesihtir. Fakat artık o kadına ric'at edemez. Şâyed boşarsa, ric'î olur;
bu taktirde o kadına dönebilir.[894]
1177-a/981- «Ömer
radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre kendisi, kantarından kaçak yaşayan
bir takım adamlar hakkında : Ordu kumandanlarına mektup yazmış; bunları, ya
karılarının nafakaların» vermek yâhud (onları) boşamak için der dest etmelerini
şâyed boşarlarsa (kadınları) habsettikleri müddetin nafakasını göndermelerini
emretmiştir.»[895]
Bu hadîsi evvelâ
Şafii.sonra Beyhakî güzel bir isnadla tahrîc etmişlerdir.
Hz. Ömer (R.A.)'m
re'yi yukarıda görüldü.
Hadîs-i şerîf, Hz.
Ömer'in mezhebine göre zevcenin hakkını uzun zaman vermeyip bekletmekle o
hakkın sakıt olmadığına ve böyle kocaKırın, ya karılarının nafakalarını vererek
geçinmeleri yâhud onları boşamaları îcabettiğine delildir.[896]
1178/982- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anlı'öen rivâye't olunmuştur. Demiştir ki: Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'e bir adam geldi ve :
— Yâ Resûlaüah bende
bir dinar var (onu ne yapayım?) dedi.Resûlüllah (S.A.V.) :
— Onu kendin için harca! buyurdu. Adam :
— Bende
bîr başkası var? dedi.
Peygamber (S.A.V.) :
— Onu çocuklarına harca! buyurdu. Adam :
— Bende bir başkası var? dedi. Resûlüllah (S.A.V.)
:
— Onu ailene harca! buyurdu. Adam:
— Bende bir başkası var? dedi.
Peygamber (S.A.V.) :
— Onu hizmetçine harca; buyurdu. Adam:
— Bende bir başkası var? dedi. Fahr-i Kâinat
(S.A.V.) :
— Sen bilirsin; buyurdular.»[897]
Bu hadîsi Şafiî tahrîc
etmiştir. Lâfız onundur. Onu Ebu Dâvud dahî tahrîc eylemiştir. Nesâî-ile Hâkim
dahî, zevceyi çocuklarından evvel zikrederek tahrîc etmişlerdir.
Sahîh-i Müslim'de bu
hadîs Hz. Câbir (R. A.)'âen yine zevce çocuklardan evvel zikredilerek rivayet
olunmuştur. Musannifin ifâdesine göre İbni Hazm-\ Zahiri diyor ki : «Bu hadîs
Yahya el-Kattan ile Sevri tarafından muhtelif şekilde rivayet edilmiştir.
Meselâ Yahya zevceyi çocuklardan Önce zikretmiş; Süfyan-ı Sevrî ise çocukları
zevceden evvele almıştır. Fakat bunları birbirinden evvel değil, beraberce
zikretmek îcabeder; çünkü Peygamber (S.A.V.)'in konuştuğu zaman bir şeyi üç
defa tekrarladığı sahih olarak rivayet edilmiştir. Olabilir, hır defasında
çocukları, başka defasında zevceyi evvel zikretmiştir; böylelikle beraber
söylenmişlerdir.»
Lâkin bu mütâlâa o
kadar beğcnilmemiştir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'in bir şeyi üç defa
tekrarlaması her zaman ve her sözde değildi. Bilâkis tekrar etmediği sözleri
tekrar ettiklerinden daha çok idi. Tekrarı anlaşılmadığı zaman yapardı.
Bu hadîs-dahî yukarıda
geçmiştir; ve insanın elinde bulunan şeylerden infak etmesine teşvik
etmektedir. Hadîste parayı biriktirmenin doğru olmadığına işaret vardır. Çünkü
Resûlüllah (S.A.V.) en sonunda o zâta : «sen bilirsin» demiş; onları da ihtiyacın
için biriktir; dememiştir. Maamâfîh ibare
: «istersen biriktir» mânâsına da gelebilir.[898]
1179/983- «Behz
b. Hakîm'den o da babasından o da dedesinden -rtıdıyallahü anhüm- İşitmiş
olarak rivayet edilmiştir. Dedesi demiştir ki:
— Yâ Resûlallah kime ihsan
edeyim? dedim:
Annene; buyurdular :
— Sonra kime? dedim :
— Annene;
buyurdular-.
— Sonra kime? dedim. C* !ne) :
— Annene;
buyurdular :
— Sonra kime? dedim :
— Babana!
ondan sonra en yakın akrabana,
ondan sonra müteakiben geloı en yakın akrıbana; buyurdular.»[899]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
ile Tîrmizî tahrîc etmişlerdir. Tirmizî onu hasen bulmuştur.
Hadîsi Hâkim dahî
tahrîc etmiştir. Bu hadîs hakkında da yukarıda îzâhât verilmiş; ihsan ve ikram
hususunda annenin babaya tercih olunduğu görülmüştür.[900]
Hadâne yâhud hidâne :
Lügatle, kucağına almak, bağrına başmak ve kuluçka olmak mânâlarına gelir.
Şcrîatte : işini
gücünü tedvir hususunda henüz müstakil olmayan çocuğu terbiye etmek ve onu
tehlikeden zarardan korumaktır!
Küçük bir çocuk en
zarurî İhtiyaçlarını görmekten bile âciz olduğundan Aİlah-ü Zül Celâ! onun her
nev'i ihtiyacını giderecek yardımcılar hâlkctmiş; ve mal, akid gibi şeyler
hususunda babayı; terbiye hususunda da anneyi ona velî yapmıştır. Çünkü mal ve
akid gibi şeylere baba daha muktedir; terbiye işinde de anne daha müşfik ve
daha mahirdir. Nitekim Said b. cl-Müscyycb'in rivayet ettiği Hz. Ömer hadîsi
de bu mânâyı te'yîd eder. Mezkûr rivayete göre : Ömer (R. A.) zevcesini boşamış
da oğlunun kime verileceği hususunda Hz. Ebu Bekir'in huzurunda karısîle
dâvaya çıkmışlar. Ebu Bekir (R. A.) çocuğu annesine teslim etmiş ve Hz. Ömer'e
de :
— Bu çocuk için
annesinin tükürüğü senin yanında yiyeceği oğul balından, kovan balından daha
hayırlıdır yâ Ömer; demiştir. Bunu bir çok eshâb'ın huzurunda söylemiştir.[901]
1180/934- «Abdullah
b. Amr radıydllahü anhümâ'âan rivayet olunduğuna göre bir kadın :
— Yâ Resûlaüah
şüphesiz kî şu oğlum için karnım bir kap, memem su tulumu, sinem de mahfaza
idi. Şimdi babası benî boşadı ve beni ondan çekip almak istedi; demîş. Bunun
üzerine Resûlüllah (S.A.V.) :
— Sen kocaya
varmadıkça çocuğu almağa daha haklısın; buyurmuşlardır.»[902]
Bu hadîsi Ahmed ile
Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Hâkim onu sahînlemiştir.
Hadîs-i şcrîf, çocuğun
terbiyesi için annenin daha münâ.sib olduğuna delildir. Filhakika kadın
kendisinin bu iş için daha lâyık olduğunu gösteren hususiyetler zikretmiş:
Peygamber (S.A.V.) de kendisini haklı bularak çocuğu ona vermiştir. Burada
hükmü iktiza ederi mânâya tenbih vardır.
Bu hadîsin delâlet
ettiği hüküm ittifâkîdir. Hulefâ-i Râşidîn'den Hz. Ebu Bekir'le Ömer (R.
Anluımâ )'n\n mezhebi budur. İbni Abbas (R.A.): «Annenin kokusu, döşeği ve
harareti çocuk.için tâ büyüyüp de başının çâresine bakıncaya kadar senden daha
hayırlıdır» demiştir.
Bu iradîsi
Abdilrrezzak (126—211) bir kıssa hakkında tahrîc etmiştir.
Hadîs-i şerîf, anne
kocaya varırsa'hadâne hakkının sakıt olacağına da delildir. Cumhur-u ulemâ'mn
mezhebi budur. İbni'l-Münzir : «kendisinden hadîs bellediğim bütün ulemâ bunun
üzerine ittifak ettiler» demiştir.
îbni Hazım ile
başkaları hadâme hakkının kocaya varmakla sakıt olmadığına kaildirler.,Bunların
delili : Hz. Enes'in validesi koca-' ya vardığı halde yine onun terbiyesi
altında büyümesi ve Hz. Ümmü Seleme (R. Anka) Peygamber (S.A.V.) ile evlendiği
halde çocuğunun kendi terbiyesi altında kalması ve diğer buna benzer
vak'alardır. îbni Hazm babımızın bu hadîsi hakkında söz edildiğini söyler; ise
de bunun doğru olmadığını Humcydî, Îbni'l-Mcdîzd, Buharı, Ahmcd b. Hanbcl ve îbni
Rahaveyh gibi hadîs imamlarının bu hadîsle amel etmesi göstermektedir.
Binâenaleyh bu gûnâ ta'nlara i'tibâr yoktur.
Îbni'l-Kayyim ise bu
hadîs hakkında şunları söylemiştir : «Bu öyle bir hadîstir ki, ulemâ bunda Amr
b. Şuayb'a muhtaç kalmış; ve burada onunla istidlal etmekten başka çâre
bulamamışlardır. Hadîsin merkez-i sikleti Amır'dır. Evlenmekle hadâne hakkının
sakıt olacağına bundan başka delâlet eden hadîs yoktur. Dört mezhebin imamları
ile daha başkalarının mezhebi budur.»[903]
1181/985- «Ebu
Hüreyre radıyallahii anh'den rivayet olunduğuna göre bir kadın gelerek :
— Yâ
Resûlâllah, gerçekten kocam oğlumu götürmek istiyor. Halbuki oğlumun
bana faydası dokunmaya başlamıştı; bana Ebu İnebe kuyusundan su taşıyordu:
demiş. Arkasından kocası gelmiş.Derken Peygamber (S.A.V.) :
— Ey çocuk! şu baban şu da annen! (Haydi bakalım) hangisini İstersen onun elinden
tut; demiş; çocuk hemen annesinin eline
yapışmış; annesi de onu alıp götürmüştür.»[904]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dört'ler rivayet etmişlerdir. Tirmizî onu sa-hîhlemiştir.
Hadîsi Îbni'l-Kattan
dahî sahîh bulmuştur.
Bu hadîs : çocuk
kendisini kayırmaya başladıktan sonra anne ile baba arasında muhayyer
bırakılacağına delildir. Ulemâ bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Küçük bir cemâat
bu hadîsle istidlal ederek çocuğun muhyyer bırakılmasına kail olmuştur. îshak
b. Rchavcyh (168—238)'-in mezhebi de budur. Bunlara göre muhayyerlik yedi
yaşından başlar.
Hanefîler'lc diğer bir
takım ulemâ'ya göre. çocuğa muhayyerlik yoktur. Onlarca çocuk zarurî
ihtiyaçlarını kendisi görmeğe başlayıncaya kadar annesinde kalması, kendisini
kayırmaya başladıktan sonra oğlanın babasına verilmesi: kızın ise annesinde
bırakılması maslahata daha muvafıktır, imam Mâlik de muhayyer bırakılma
meselesinde bir dereceye kadar Hanefilef'le beraber ise de ona göre çocuk erkek
olsun kız olsun annesinin terbiyesinde bırakılır. Bir rivayete göre bunun
hududu bülûğ'dur.
Çocuğa muhayyerlik
tanımıyanlar : «Kocaya varmadıkça sen çocuğu almağa daha haklisin» hadîsinin
umümîlc istidlal ederler ve: «Çocuğun ihtiyar etmeğe hakkı olsa annesi ona
bakma hususunda daha haklı olmazdı» derler.
Muhayyerliğe kail
olanlardan bazılarına göre : çocuk annesi ile babasından hiç birini seçmese,
kur'a çektirmeye* lüzum görülmeksizin annesine
verilir. Zira hadânc hakkı onundur. Bu hak ondan eoeujîun ili-Uyarı ile intikal
ediyordu. Çocuk kimseyi ihtiyar etmeyince asiı üzere kalır.
Bir takımları anne ile
baba arasında kur'a çekilmesine taraftar olmuşlardır. Çünkü kur'a Ebu Hürcyre
hadîsinde zikredilmiş ve : Resûlülkh (S.A.V.): —
Kur'a çekin! dedi. Fakat adam :
Benimle çocuğun arasına.kim
girebilir? deyince Peygamber (S.A.V.)
çocuğa :
— Öyle İse hangisini
dilersen seç; buyurdular. Çocuk annesini seçti. Annesi de onu alarak gitti.»
denilmiştir.
Bu hadîsi Bcyhakî
tahrîc etmiştir.
Mezkûr hadise göre
kur'a, seçme işinden önce olmak lâzım geliyorsa da Huiefây-ı Râşidîn hazorâtı
çocuğun ihtiyarı ile amel ettiklerinden seçme işi kur'adan evvel olmuştur.
Îbni'l-Kayyim
(691—751) «el-Hcdyü'n-Ncbcviy» adlı eserinde muhayyer bırakmakla kur'a çekme
islerinin ancak çocuğun yararına oldukları zaman nazar-i i'tibâre alınacağını,
anne, babadan daha enim ve daha gayretli olursa kur'aya veya gocuğun seçmesine
ba-kılmıyacağını söylemekte ve : «Çocuğun aklı zaîftir; o tenbelliği, oyunu tercih
eder. Binâenaleyh bu işte kendisine müsâid davrananı seçerse onun seçmesine
bakılmaz; ona daha faydalı olanın yanma verilir. Şe-rîatin bundan maadasına
ihtimali yoktur. Peygamber (S.A.V.) :
«Yedi yaşında onlara
namazı emredin; on yaşına vardıklarında namazı bırakırlarsa onları döğün. Hem
onların yataklarım ayırın» buyurmuştur. Allah dahî :
«[905]
Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu (cehennem)
ateş. (in) den koruyun»
buyuruyor. Meselâ anne
çocuku mektebe gönderiyor, yâhud ona Kur'ân öğretiyor, çocuk ise oyunu ve
boydaşları ile düşüp kalkmayı tercih ediyor; babası kendisine ses çıkarmıyorsa
çocuğu almaya anne daha lâyıktır. Kurada kur'a veya muhayyer bırakma filân
olmaz. Aksi halde dahî bövle hareket edilir» demektedir.[906]
1182/986-
«Râfi' b. Sinan[907]
radıyallahü unh'den rivayet oîunduğu-na göre kendisi müslüman olmuş karısı İse
müslüman ofmayı kabul etmemiş. Bunun üzerine Peygamber sallaîlahü aleyhi ve
sellem, anneyi bîr tarafa, babayı da bir tarafa oturtmuş. Çacuğu dahî
aralarına oturtmuş, derken çocuk annesine meyledivermiş. Resûlüllah
(S.A V.) :
— Yâ Rab buna hidâyet
ver; de (yerek duâ et) miş. (Bu sefer) çocuk hemen babasına meyletmiş. O da
onu almış.»[908]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
ile Nesaî lahrîc etmişlerdir. Hâkim onu sahîhlemiştir.
Şu var ki,
tbni'l-Münzir nakle ehil olanların bu hadîsi sabit kabul etmediklerini
söylemiştir. İsnadında da söz vardır, çünkü onu Abdülhamid b. Cu'jr.r b. Rafi'
rivayet etmiştir. Bu zâtı Scvri ile Yahya b. Mam zaîf bulmuşlardır.
Hadîste zikredilen
çocuğun kız mı yoksa erkek mi olduğu ihtilaflıdır. Bazıları «bu hadîste
çocuğun muhayyer bırakıldığına dâir bir şey yoktur. İhtimal ki muhayyer
bırakılacak yaşa henüz varmamıştı. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) onu yalnız
ebeveyninin arasına oturtmuş ve kendisi hidâyet diliyerek duada bulunmuş. Bu
dua bcrekeüyle çocuk babasını seçmiştir.» diyorlar.
Hadîs-i şerifte kâfir
anneye do hndâne hakkı olduğuna delil vardır. Çünkü hakkı olmasa Peygamber
(S.A.V.) çocuğu bu kadınla kocasının arasına oturtmazdı Srvri ile bir çok
ulemâ'nın mezhebi bu dur. Fakat bu cevâz gocuğu kâfir yapmaktan emin olmak
şartilcdir. Çocuğun kâfir olacağından korkutursa annesine vermek caiz değildir.
Cumhur'a göre ise
kâfir bir annenin çocuk terbiyesine hakkı yoktur. Zîrâ mürebbî çocuğu kendi
dinine göre yetiştirmeğe çaldır. Bir de Cenâb-ı Hak müslümanlarkı kâfirler
arasındaki dostluk alâkasını kesmiş, buna mukabil müminleri birbirlerine velî
yapmıştır. Nitekim bu bâbta
«[909]
Allah kâfirler İçin elbette mü'mİnîer aleyhine
bir yol halketmiyecektir»
buyurmuştur.
Cumhur, Râfİ'
hadîsinin hüccet teşkil edecek kuvvette olmadığını, olsa bile bunun Kur'ân
aycticrîyle neshodildiğini iddia ederler. Kâfir annenin, çocuk terbiye etmesi
şöyle dursun Şafiîler'lc Hanbelîler'e ve diğer bazı ulemâ'ya göre müsiüman
mürebbiyyenin bile adaleti şarttır. Vakıa' : bu şr.rt son derece ağır ve
riâyet olunması pek büyük güç-lüklçıe yo! açar; diye i'tirâzda bulunanlar
olmuşsa da mezkûr zevata göre yine de fâsık kadınlardan mürebbiye olamaz.
Mürebbiyenin âkil,
baliğ olması şarttır. Binâenaleyh deli, bunak, ve küçük kızdan mürebbiye
olamaz. Çünkü bu sayılanlar kendileri bakıma muhtaçtırlar. îmam Mâlik1 ten
gayri mezheb imamlarına göre hürriyet bile şarttır. Zîrâ cariyenin kendine
vilâyeti yoktur, ki başkasına da velî olabilsin. Hadâne bir nev'i velî olma
hakkıdır.
îmam Mâlik'c göre hür
bir adamın cariyesinden doğan çocuğuna satıîıncaya kadar câriye olan annesi
bakacaktır. Satılırken artık hak babaya intikal eder. Delili :
«Her kim bir anne ile
çocuğunun arasını ayırırsa Allah kıyamet gününde onunla sevdiklerinin arasını
ayırır»
hadîs-i şerifi ve
emsalidir.
Bu hadisi îmam Ahmcd
b. Hanbcl, Tirmizî ve Hâkim, Hz. Ebu Eyyûb'tan rivayet etmişlerdir. Hâkim onu
sahih bulmuştur.
Hz. Mâlik'e göre
cariyenin bütün kazancı sahibinin malı olursa da hadâııc hakkı bundan
müstesnadır.[910]
1183/987-
«Bera'b.
Âzib ' radıydtlahü anJı'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber sallalJalm
aleyhi ve scllcm Hamza'nın kızı için teyzesine verilmesine hükmetmiş ve:
— Teyze anne mesabesindedir; buyurmuştur.»[911]
Bu hadîsi Buharî
tahrîc etmiştir. Onu Ahmed, Hz. Ali hadisinden tahrîc etmiştir. O hadîsde
Peygamber (S.A.V.) :
— Ki? da.teyzesinin yanında olacak. Çünkü teyze
annedir; buyurmuştur.
Hadîs-i şerif, teyzeye
hadâne hakkının sabit olduğuna delildir. «Teyze anne mesabesindedir» buyurulduğuna
göre onun babadan ve anne anneden bile ileri gelmesi îcabederse de bunları
icmâ' tahsis etmiştir.
Hanefîler'e göre
hadâne hakkı daha ziyâde şefkat ve merhamete istinâd ettiği için dâima anne
tarafından aranır. Binâenaleyh çocuğun annesi yoksa, anne.annesine verilir.
Bunlar, yukarıya doğru ne kadar çıkarsa çıksınlar diğerlerine yine tercih
edilirler. Meselâ çocuğun annesinin anne annesi sağ ise çocuk ona verilir.
Beri tarafta baba annesi sağ ve ötekine nazaran daha genç olduğu halde ona
verilmez. Anne annesi yoksa baba annesine verilir. Yalnız îmam Züfer'e göre
anne baba bir kız kardeş ile teyze, haba anneye tercih edilir. Çocuğun anne
veya baba tarafından hiç bir ninesi yoksa sıra kız kardeşlerine gelir.
Bunlardan anne baba bir kız kardeşler diğerlerine tercih edilir; onlar yoksa;
çocuk anne bir kız kardeşine verilir; o da yoksa sıra baba bir kız kardeşine
gelir. Ancak îmam Muhammed'm Ebu Hanîfe'den bir rivayetine göre teyze, baba bir
kız kardeşe tercilı edilir. Daha son fa sıra aynı tcrtib üzere teyzelere; onlar
yoksa lı;ılalnra gelir. Fakat hu sayılanlardım hangisi çocuğa yakın akraba
olmayan biri ile evlenirse hadâne hakkı sakıt olur. Bundan yalnız nine
müstesnadır. Hakkı _şâkıt olanlar ho.şanırlar.sa aynı hakları yine avdet eder.
Zira «.mâni' zail oldukta memnu' avdet eder».
Çocuğun kadın akrabası
yoksa sıra erkeklere gelir. Bunların da asabe olmak i'tibâriyo en yakın olanı
tercih edilir. Çünkü velî olmak yakın akrabanın hakkıdır.
Sonra erkek çocuk anne
veya ninesinin terbiyesinde yalnız basına yiyip içmeğe, giyinmeğe ve
taharetlenmeğe başlayıncaya kadar bırakılır. Bundan sonra o erkeklerin ahlâk
ve âdabını Öğrenmeye muhtaçtır. Bu işe baba daha münâsib olduğundan çocuk ona
verilir. Kız çocuğu anne veya ninesinin yanında hayzmı görünceye kadar kalır;
daha sonra iffet ve namusunu korumaya sıra gelir ki bu ise baha dahn lâyıktır.
İmam Ahmcd h.
Hnnbri'öcn bir rivayete göre çocuğun annesi yoksa sıra baba annesine gelir.
Fakat bu kavil zaîf bulunmuştur, İmam Mâlik'den bir rivayete göre : Teyze, baba
anneden evlâdır. Delili Hz. Hamza (R. A.)'m kızı hadisesidir. Buharı üe
Müslim'in itti-fakm rivayet ettikleri bu kıssü sudur : «Resûîüllah (S.A.V.)'in
huzurunda Ali, Ca'fer-İ Tayyar ve Zeyd b. Harise (R.Anhüm) hazerâtı Hz.
Hamia'nın yetim ka.i.n kızını almak için dâva etmişler. Hz. Ali :
— Ben almağa
herkesten ziyâde hak
sahibiyim; çünkü amcamın kızıdır;
demiş. Hz. Zeyd :
— Benim kardeşimin kızıdır; iddiasında
bulunmuş. Hz. Ca'fer de :
— Bu kız benim amcamın kızıdır. Teyzesi de nikâhım altındadır;
şeklînde beyanatta bulununca Peygamber (S.A.V.) kızı teyzesine vermiş ve :
— Teyze anne mesabesindedir; buyurmuş. Ali'ye :
— Sen benden ben de sendenim; Ca'fer'e :
— Benim hilkat ve ahlâkıma benzedin; Zeyd'e
dahî :
—? Sen bizim
kardeşimiz ve meviâmızsın; buyurarak hepsinin ayrı ayrı gönüllerini taltif
etmiştir.» Hz. Zeyd'in iddiası Peyganv' ber (S.A.V.)'in onunla Hamza arasında vaktiyle
kardeşlik -akdetmiş olmasındandır. Aynı hadîsi Ebu Dâvud da rivayet
eder. Onun rivayetinde : «Teyze anne demektir» ziyâdesi vardır.
İshale b. Rahcvcyh[912] rivayetinde ise şöyle buyurulmaktadır :
«Sana gelince ey Zeyd,
sen bizim kardeşimiz ve meviâmızsın. Kız teyzesinin yanında olacak; zîrâ teyze anne-
hnam Buharı (194 —
256) «Kitabii'l-Mct/azi» nin «OmratiVl -Kaza* bahsinde şunları Inhrîc etmiştir:
Peygamber (S.A.V.) çıktı. Akrabasından hemen Hamza'nın kızı :
— Amca amca!
diye çağırarak onun peşine takıldı. Derken onu AIİ aldı; ve elinden
tutarak Fâtıme'ye :
— Al bunu amcanın kızıdır; al götür;
dedi. Bunun üzerine Ali ile kardeşi Ca'fer ve Zeyd
b. Harise bu kız hakkında dâvaya
durdular. Ali:
__ Onu ben
aldım; o benim amcamın kızıdır;
dedi. Ca'fer :
— O benim amcamın kızıdır; teyzesi de kadınımdır; iddiasında
bulundu. Zeyd dahî :
— Kardeşimin
kızıdır; dâvasını ileri
sürdü. Nihayet Peygamber (S.A.V.)
onun, teyzesine, Ca'fer'İn karısı
Esma'ya verilmesine hükmetti.»[913]
1185/988- «Ebu
Hüreyre radıyallahü onft'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûiülah
salaîlahü aleyhi ve sellem :
— Birinize hizmetçisi
yemeğini getirdiği vakit onu kendisi iie beraber (yemeğe) oturtmazsa bir veya
iki lokma
bârî Versin;
buyurdular.»[914]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir. Lâfız Buharî'nindir.
Hizmetçi : Erkek,
kadın hür ve köleye şâmildir. Emrin zahiri hiz-»metçiyi evin sofrasına
oturtmanın; bu olmazsa ona yemeklerden bir iki lokma yedirmenin vücûbuna
delâlet ediyor. Bu hadîsten anlaşılıyor ki, hizmetkârına kendi yedilinden
yedirmeyi emreden hadîsten murâd : mutlaka beraber yemek veya kendi yediği
yemekten onu doyurmak değil; onu yemeğine bir iki lokma ile iştirak ettirmek
imiş.
İbni'l-Münzir'in
beyânına göre bütün ulemâ, hizmetçiye o yerde emsalinin yediklerinden
yedirmenin vâcib olduğunda, katık ve elbise meselesinde dahî hükmün bu
olacağında müttefiktirler. Yemeği birlikte yemeleri efdâl olmakla beraber vâcib
değildir. Binâenaleyh efendisi, yemeğin iyisini kendine ayırabilir.
Bu hadîsin tamamı
şöyledir :
ünkü onun pişirip
kotarmasına katlanan odûp.» Bundan anlaşılıyor ki, bu hak, yemeği pişirmekte
emeği geçen hizmetçiye mahsustur. Zîrâ yemekten canı ister. Aynı mânâ, onu
taşıyanlarda da mevcud olduğundan hükmde onlar da dahildir.[915]
1186/989- «İbni
Ömer radıyallahü anhümâ'âan Peygamber saîlap îahü aleyhi ve sellem'âen işitmiş
olmak üzere rivayet edildiğine göre ResÛtüHah (S.A.V.) :
.
— Bir kadın ölünceye
kadar hapsettiği bir dişi kedi hakkında azâb olunmuş; ve onun sebebiyle
cehenneme girmiştir. Kadın onu hapsettiği vakit doyurup sulama-mış; yerin
böceklerini yemeye de müsaade etmemiştir; buyurmuşlardır.»[916]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Musannif bu kadının
kim olduğunu tesbit edememiştir. Bir rivayette kadın Himyer'li, diğer bir
rivayette Benî İsrail'dendir.
Hadîsi şerîf, zulmen
kedi öldürmenin haram olduğuna delildir. Bazıları kadının kâfir olması
ihtimalini ileri sürerek küfründen dolayı azâb görmüş olmasını muhtemel
saymışlardır. Onlarca kediden doiayı gördüğü a?.âb öteki azabı sadece
arttırmıştır.
Nevcvî (631—676)
kadının müslüman olduğunu söylüyor. Bu taktirde cehenneme girmesi bu günahı
işlemiş olmasındandır.
Bazıları kadının kâfir
olduğunu tasrih etmişlerdir. Aynı hadîsi tmam Beyhakî, Hz. Âişe (R. AnA4/dan
rivayet etmiştir. Bu hadîste:
«Küfrü ve zulmü
sebebiyle azabı hak etti.» denilmektedir.
Demiri
«Şcrhü'l-Minhdc» da şöyle diyor : «Esah olan düşmanlık yapar.sa kedinin
öldürülcbilmesidir. Fakat bu şekilde öldürülemez.»
Kaadı tyaz kediyi, beş
zararlı hayvana katarak, zarar vermediği halde dahî öldürülebileceğine kail
olmuştur.
Radîs-i, şerîf
mefhum-u muhalefet tarîki ile, kedi, ac. susuz bı-rakümazsa kapanmasında bir
beîs olmadığına delâlet eder.[917]
Cinayet: zararlı olan
her memnu' fiildir. Bu fiil ba'zen insanın kendine, ba'zen de başkalarına âid
olur. Başkalarına yapılan cinayet, ya cana, ya mala yâhud ırza karşı işlenir.
Ona karşı işlenen, ya
canın çıkmasına yâhud kol ve bacakların kopmasına veya sakatlanmasına sebep
olur. Cana karşı işlenen cinayetin: katil, salb (yani asmak) ve yakmak gibi
nev'ileri vardır. Kol ve bacaklara karşı yapılan cinayet dahî kesmek, kırmak
ve yaralamak suretlerinden birîle olur.
Mala karşı cinayet :
ya gasb ya hıyanet yâhud da hırsızlık suretlerinden birîle olur. Gasb ve
hıyanetin ahkâmı yerinde görüldü. Hırsızlığın cezası da hudûd bahsinde gelecektir.
Irza karşı cinayet: ya
kazif yâhud gıybet yolu ile olur. Kazfiri cezası hadd vurmaktır. Gıybetin
cezası ise uhrevîdir. Cana karşı işlenen ciııayellm Hanefîler beş kısma
ayırırlar: Amd, şibh-i amd, hatâ, başka
halâ yerine geçen katil ve sebepli ölüm.
1—
Amd:
Kasul demektir. Bir kimsenin bir İnsanı kılıç gibi parçalayıcı bir âletle
kasten vurarak öldürmesine amd'en katil derler. Bunun hükmü : Büyük günah
islemiş olmak ve kaatili kı.sâsen öldürmektir. Bu cinayet pek müthiş olduğu
için cezasının da ona göre verilmesi, şer-i şerîf muktczâsıdır. Ancak dünyada
buna yetecek tam bir cezâ yoktur. Cinayet o kadar büyüktür ki. katili i'dâm
etmek dahî ona yeter bir cezâ teşkil edemiyor. Binâenaleyh onun tam cezası
âhirele bırakılmış: dünyada kendisinden keffaret bile kabul edilmemiştir. Çünkü
keffaret-tc bir cihetten cezâ varsa da diğer cihetten İbâdet olmak keyfiyeti
vardır. Böyle tüyler ürpertici bir cinayetin cezasına ise ibâdet
karıştmla-maz. Onun tam cezası cehennem olmalıdır. İşte bu cihet aklen böyle
okluğu gibi naklen dahî ;
«[918] Her
kim bir mü'mini kasten Öldürürse onun cezası ebedî (ye yakın) Cehennemde
kalmaktır. Hem Allah ona gadab ve lâ'net efmİştir.» hııyurularak böyle olduğu
te'yîd edilmiştir. Resûlüllah
(S.A.V.) de :
«İnsan Allah'ın binasıdır;
o binayı yıkan mel'undur.» buyurmuştur. Ancak Ölenin mirasçıları katili
affeder veya mal mukabilinde onunla sulh yaparlarsa o zaman katil canını
kurtarmış olur.
2— Şİbh-i
Amd : Kasten yapılana benzeyen katildir, ve öldürmeye -âlet sayılmayan, taş, sopa
veya yumruk gibi şeylerle insan öldürmektir. Hükmü: günahkâr olmak, keffaret
vermek ve âkile yani yakınları üzerine ağır diyet sayılan yirmi beş adet iki
yaşma basmış dişi deve yavrusu vermenin vâcib olmasıdır.
3— Hatâ: Av,
yâhud harbederken düşman sanarak bir müslüma-nı öldürmektir. Hükmü: keffaret
vermek ve âkilenin diyet ödemesidir. Bunda günah yoktur." Fakat bazılarına
göre katil günahı olmasa da günah vardır. Zîrâ atarken dikkatle
davranmamıştır.
4— Hatâ
yerine geçen katil : Uyurken bir taraftan öbür tarafa dönerek bir insanı
öldürmek gibi şeylerdir. Hükmü Hatânın
hükmü gibidir.
5— Sebeble
katil : Kendi mi İki olmayan bir yere kazdığı kuyunun içine bir
insan düşerek ölmek gibidir. Bunun Hükmü: Sadece âkilc-nin diyet ödemesidir.
Görülüyor ki, kısas
yalnız kasden insan öldürmede vâcib olmaktadır.
Şimdi biraz da kısası
görelim :
Kısas : Lügatte
mümâselet, yani benzerlik demektir. Şerîatte ise: Bir kimseye yaptığının
mislini yapmaktır. Evet can yerine can alınması mülâhaza edilirse bu benzerliğe
akıl ererse de can yerine mal alınmasına yani kaatili öldürmeyip ondan yalnız
diyet almak suretiyle yapılan kısasa aklımız ermez; çünkü kısas cismin yok
olmasına vesiledir. Mal ise onun devam ve bekasına hizmet eder. Fakat bizim
aklımız ermemekle beraber bunrada yine de benzerlik vardır, Usûl-i Fıkıh'ta
buna «misl-i gayr-i ma'kul» derler.
İslâmiyet'e 'düşman
olanlar onun kısasına da düşmandırlar. Mübarek dînimizi çirkin göstermek için
olanca çirkefliklerini ortaya atar; İslâmiyctin sadece meşru1 kılmak değil aynı
zamanda bir hayat kaynağı saydığı kısasını bir vahşet tablosu bir gerilik
Örneği, iğrenç ve yüz kızartıcı bir şeymiş gibi tasvirinden hiç utanmazlar.
Yaptıkları propoğandalarla safdil İnsanları kandırmağa çalışırlar. Bittabi kaç
kişi kandırabilirlerse müslümanların umumî nüfusundan o kadar kişi düşülecek
ve müslümanların sayısı o nisbette azalacak demektir. Halbuki bu gafiller
dünyada î'dâm denilen şey'in henüz kalkmadığını ve kolay kolay da
kalkmıyacağını pek alâ bilirler. Bu günün î'dâmlari arasında iple asmak,
zehirli gazla boğmak, elektrikle yakmak, kurşunla vurmak gibi bir çok şekiller
mevcuttur. Bu saydıklarımız İçinde boynu kılıçla vurmaktan daha güzeli
varmıdır? Daha doğrusu Ölüp de diriicn varmı-dır ki, şu Ölüm daha güzel, bu daha
çirkin diye bir hükme varılabilsin? Bu vasıtaların her birini aynı zamanda
öldürücü farzetsek bizce aralarında hiç bir fark kalmaz. Çünkü hepsinin
yaptığı iş aynı iş ve sarf-ettiği zaman aynı zamandır. Bilâkis saydığımız îdâm
vasıtalarının bazısı çabuk, bazısı geç öldürürse o zaman birinin ânî Öldürdüğü
için fazla zahmet ve ızdırap çektirmediğini diğerininse ânî öldürmeyip bir
kaç. saniye veya dakika ızdırap çektirdiğini tasavvur edebiliriz. Eu taktirde
ise bcğenilmeyip çirkin görülecek î'dâm şekli, kılıçla yapılan kısas değil,
iple boynundan asmak suretiyle yapılanı olmak gerekir.Çünkü kılıçla boynu
vurulan adam şüphesiz ki beş on saniye sonra ölür. Halbuki asılan insan
dakikalarca can vermeğe çalışır.
Görülüyor ki î'dâm
hususunda îsiâmî usulü çirkin görenlerin beğendiği usul hakikaüa hiç de
beğenilecek bİr^cy değildir. Kaldı ki bahis mevzuu i'dâmm mânâsı ok.şnmak
değil, Ölümü hak etmiş bir muzır şahsı yok etmek demektir. Bilfarz babasını
öldürmüş bir canavarın î'dârmnda güzdük aranacağına dehşet ve şiddet aramak; bu
sureile bütün canilere bir ders-İ ibrot vermek, cinayetlerin önünü almak
nok-ta-i nazarından her halde daha ma'kûl olsa gerektir. İslâmiyet düşmanları
ne derse desinler dinimizde kısa.; hem meşru' hem de bir nev'i hayat
kaynağıdır. Onun meşru' olduğuna Kitap, Sünnet ve îcmâ'-ı ümmet şahittir.
Kitaptan delilimiz :
«[919] Ey
müminler sîzin üzerinize kısas farz kılındı...» âyeti kerîmesidir. Sünnetten
delili :
«Her kim insan
Öldürürse biz de onu Öldürürüz» hadîsi şerifi ile bu bâbta göreceğimiz,
hadîslerdir. Hayat kaynağı oluşunu ise:
«[920]
sizin hısâsta hayat vardır ey akil sahipleri...» âyet-i kerîmesi ispat
Emektedir. Bu gûnâ cemiyetli sözlere edebiyatta î'caz derler. Fahr-i Kâinat
(S.A.V.) bunları «CevâmiU'l - Kelim» nâmı ile ifâde buyurmuşlardır. Bu bir kaç
kelimelik âyetin mânâsı o kadar şümullüdür ki, yalnız bu âyet üzerinde bir kaç
yüz sâhilelik bir eser yazılabilir. Biz bu deryâ'ya dalmadan geçmek
mecburiyetindeyiz. Yalnız bu hayat deryasının üzerinden derin nefesler alarak
atlayıp geçerken muhterem kari'lerimize bir nefha-i hayat takdim etmeyi
boynumuza borç biliriz.
îmdi deriz ki :
kısasta hayat vardır. Evet din düşmanlarının çirkin gördüğü kılıçla kelle
uçurmakta hayat vardır, çünkü kasten adam öldüren kaatiiin kuş gibi havada uçan
kellesini görmek onu müşahade edenlerin kalplerine o derece derin bir tesir
icra edecektir ki, bir daha kendileri adam öldürmek şöyle dursun, onun tasavvurundan
bile kaçınacaklardır. Bunun tahakkuk ettiğini düşünürsek neticeyi bulmak son
derece kolay olur. Zira Öldüren bulunmayınca ölen de bulunamıyaeaktır. Ölen
bulunmayınca kısas da bulunmıya-caktır. îşte hayat budur. Bunu bir kan dâvasına
tatbik ettiğimizi düşünelim : yıllarca devam edogclen ölümlü dâva birden bire
duracaktır. Çünkü: Öldürme sırası bizimdir; diyen taraf, karşı taraftan birini
Öldürürse kendi kellesinin kılıçla uçurulacağmı ve bu işin üç beş sone, nihayet
ölüme bedel kaydı ile hapiste yatarak günün birinde mutlaka kurtulacağı
hülyasına benzemiyeceğini; bilâkis muhakeme biter bitmez hükmün infaz
edileceğini düşünürde olduğu yerde mıhlanıp kalır. Bu oklumu, karşı taraf t vurulacak
olan insan ölmedi, onu öldürecek olan bu tarafın katili ete ölmedi demektir.
İşte âyet-i kerîmenin en kısa mânâsı bu, kısastaki hayatın en veciz medlulü de
budur.
Nihayet AMahü Zülcelâl
-hâşâ- bizlerden akıl alacak değildir. Onun emirleri, emirlerin en güzeli
olduğu gibi nebileri de yasakların en müessiridir.[921]
1187/990- «ibnî
Mes'ud radn/aUuhii auh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallalıil aleyhi ve wllcm :
— Allah'tan başka ilâh
olmadığına ve benim Resûlüllah olduğuma şehâdet eden müslüman bir kimsenin
kanı ancak û'c sebeoten biri ile helâl olur: Dul zenpâre olmak, cana karşı
canİa mukabele etmek ve dînini bırakıp, cemâati terkeder oln.ak sebeblerinden
biri ile; buyurdular.»[922]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Hadîs-i şerir,
müslüman bir kimsenin ancak üç sebepten biri ile Öldürülebileceğine delildir,
Hutılanliın birincisi dul zenpâre yani nuılısan olupta yine zina inlen
kimsedir. Hunim hakkı recim sureliyle öldürülmektir. İkincisi : cana karşı
can, yani kısas suretiyle î'damdır. Dinini terkeden ise İslâmiyetten dönen her
mürted i!e irüdât vasıtasına anım ve şâmildir. Böylelcri tekrar İslama avdet
etmezlerse öldürülürler.
«Cemâati terkeden»
ta'hiri her nevi âsî ve bâgilere şâmildir. Bu hadiste kâfirden imana gelmesini
isteyerek kendisi ile mukâtele odiiomiycceğinc, ancak şerrini defi' için
mukâtele edilebileceğine isâret vardır: kâfir dînini bırakanlarda dâhildir;
y.îrâ o İslâm fırtarı üzerine yaratılmış, lâkin bu fıtratı kendisi
terketmi.ştir; diyenler de vardır.[923]
1188/991- «Âişe
radıyallahü anhâ'dan Resûlüllah sallallahü aleyhi ve scîîem'ın şöyle buyurduğu
rivayet olunmuştur:
— Bir müslümanın katli
ancak üç hasletten biri sebebiyle heîâl olabilir: Ya Muhsan zanîdir de
recmedilir. Yâlıud bir müslümanı kasden öldüren adamdır; katledilir. Yâhud'da
İsiâmdan çıkıp Allah ve Resulüne karşı harb eden ve binnetice öldürülen veya
asılan yâhud o yerden sürgün edilen adamdır».[924]
Bu hadisi Ebû Dâvud
ile Nesaî rivayet etmişlerdir. Hâkim onu sahîhlomistir.
Hndîs-i şerif yukarıki
hadîsin ifâde ettiğini anlatmaktadır. «İsiâmdan çıkıp» denildikten sonra
«Allah ve Resulüne karşı harbeden» buyurulmnsı müslümanhklim çıkan bir kimseye
mahsus olan bir hükmü beyân içindir. Böyle bir kimseye muhârib yâhud yol kesici,
sâkî derler ki, bunun hükmü ya öldürülmek, ya asılmak yâhud da sürgün
edilmektir. Binâenaleyh bu hadîs yukankinden daha ehasstır.
İmam A'zam Ebû
Hanîfc'yc g'örc nefî etmekten murâd: hapistir, îmanı Şafiî'ye göre ise nefî :
bir beldeden başka beldeye sürj^ün ederek orada da aranması ve o kimsenin de
kaçak vaziyeti almasıdır. Bazı'arına göre nefî yalnız kendi beldesinden sürgün
etmekle: bir takımlarına göre de hudûc hârici etmekle olur.
Crrek hadisin gerek.se
âyetin zahirleri nıüslümanlarııı hükümdarının bu eczalar arasında muhayyer
olduğunu muhârib vaziyetteki salısın müslüman veya kâfir olmasının bu bâbta
lıie bir te'sîri bulunmadığını gösteriyor. Filhakika İmam Mâlik : «hangi
nev'iden olursa olsun yol kesildi mi, miıslümanlarm hükümdarı verilecek ceza
hakkında âyetteki şıklaı\!a:ı birini seçmekle serbesttir» diyor.
Hu bâbtaki âyet-i
kerime şudur :
»[925]
Aflah ve Resulüne karşı harbederek yer yüzünde fesad çıkarmaya c.ılısanların
cezası, ancak ve ancak Öldürülmeleri veyâ asılmaları yâlıud elleri İle
ayaklarının çaprazlamaya kesilmesi ve yâhud o yerden sürgün edilmeleridir.»
Hanefîfcr'den bazıları
İmam Mâlik'm sözüne şu cevabı vermişler-ir : Allah-ü Zülcelâl bu âyeti kerimede
ceza nevilerini cinayet nev'i-lf rine karşılık olarak zikretmiştir. Ceza.
cinayete £öre artar ve eksilir. Tcâlâ haz/etleri «Bir kötülüğün cezası onun
m'sli bir köîülüklür» buyuruyor. Su halde en a£ır bir cinayete karşı en hafif
cezayı tatbik yakışmaz. Bunun aksini yapmak da doğru değildir. Binâenaleyh
gösterdiği /âhiri muhayyerlikle amel etmek eâiz değildir. Cezalar cinayetlere
güre tevzi' edilecektir. Bu taktirde ise dört şekil hâsıl olur. .Şöyle ki :
1— Bir
cemâat veya bir kişi yol kesmeğe çıkar da hiç bir icraatta bulunmadan ele
geçerse tevbe edinceye kadar hapsolunur.
2— Şâyed bir
müslümanın veya zimmînin malını almışlar; ve her birerlerine hırsızlık
nisabı mal düşmüşse hepsinin
elleri ve ayaklan çaprazlamaya
kesilir. Bundan murâd: sağ elle snl ayaktır.
3— Müslümanları
veya zİmmîleri öldürmüş fakat mallarını alma-mısiarsa kendileri de
öldürülürler. Bu bâbta velilerin afvine bile bakılmaz.
4— IIrm
öldürmüş hem de mallarını almışlarsa: ya elleri ayakları çaprazlamaya
kesilerek öldürülürler ve asılırlar; yâhud yalnız öldürülür ve asılırlar. Hz.
A!i ile İbni Abbas (R. Anhümâymn ve Nvlıai ile Hnid b. Cübcyr hazerâtınm kavilleri bu olduğu gibi Hanefîler'in
mezhebi de budur.[926]
1189/992- «Abdullah
b. Mes'ud radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellcm:
— Kıyamet gününde
insanlar arasında ilk hüküm kanlar haı<kında verilecektir; buyurdular.»[927]
Hadîs müttefekun
aîeyh'tir.
Hadîs-i şerif, insan
kanının ne kadar şanı büyük bir şey olduğuna delildir. Çünkü en evvel en mühim
dâvaların görüleceği şüphesizdir. Ancak bu hadis :
«Kulun hesaba çekileceği
ilk nesne namazıdır.» hadîsine ınuanzdır. Namaz hadisini Siiucn sahipleri Hz.
Ebu Hüreyre'drn tah-v'u: rlmişierdir. Bazıları muarazayı defî için : «İbni
Mes'ud hadîsi, kul hakkına dairdir; Ebu Hüreyre hadîsi ise Allah hakkına
mahsustur. Bir de ibni Mes'ud hadîsi ilk kazayı, Ebu Hüreyre hadisi ise ilk
hesabı göstermektedir. Bunlar başka başka şeylerdir. Nitekim İmam Ncsaî'-nin
tahrîc ettiği İbni Mes'ud hadîsinden de anlaşılmaktadır.» derler. NcsaVmn
tahrîc ettiği İbni Mes'ud hadisi sudur :
«Kulun ilk hesaba
çekileceği şey namazdır. İnsanlar arasında ilk hüküm de kanlar hakkında
olacaktır.»
İmam BuharVnin tahrîc
ettiği Hz. Ali hadîsine göre: Bedir şehîd-İcri nâmına kıyamet gününde ilk
dâvâcı Ali (R, A.) olacaktır. Buhari orada Ebu Hüreyre hadîsini de beyân
etmiştir Bu hadîsler kan hakkındadır.
Mal hakkında da bir
çok hadîsler rivayet olunmuştur.
Meselâ ilmi Mâcc, ibni Ömer (R. X./den merfu' olarak şu hadîsi rivayet eder:
«Üzerinde bir dînar
veya bir dirhem borcu olduğu halde vefat eden kimsenin (borcu) hasenatından
ödenir.» Bu hadislerin beyânına göre borçlunun hasenatı borçlarına yetmezse
hasmının günahları ona yükletilerek cehenneme atılacaktır. Yalnız İmam.
Bcylmkî : borç mukabilinde verilecek sevabın katlanmamış hasenattan olacağını,
Allah'ın lütf-u kereminden ihsan ettiği katlamaların borca bedel
verilemiyeceğini söylemiştir.[928]
1190/993- Semura
radtyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve sellem :
— Her kim kölesini
öldürürse biz de onu Öldürürüz; kim kölesinin burnunu veya kulağını, dudağını
keserse biz de kendisinin o azasını keseriz; buyurdular.»[929]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dört'ler rivayet etmişlerdir. Hadîsi, Semura'-dan Hasan-ı Basrî rivayet
etmiştir. Fakat Hasan'm ondan işitmesi ihtilaflıdır. Ebu Dâvud ile Nesaî'nin
rivayetinde bu hadîs ; «ve kim kö-
İesİnin hayalarını
çıkarırsa biz de onun hayalarını çıkarırız.» cümlesi ziyâde edilerek tahrîc
olunmuştur. Hâkim bu ziyâdeyi sa-hîhlemiştir.
İbni Maîn: «Haşatı,
Semura'dan hiç bir şey işitmemiştir. Hadîs yazılı idi.» diyor. Bazıları yalnız
Aktka hadîsini işittiğini söylemektedir. tbnü'l-Mcdinî (161—234) ise Hasan'm
Semura' (R. A./den işittiğini isbât etmiştir.
Hadîs-i şerif, köle
mukabilinde sahibinin kısas edileceğine delildir. Köleyi öldüren başkası okluğu
taktirde kısas yapılacağı ise evlevİyctte kalır. Maamâfîh mesele ihtilaflıdır.
ibrahim. Nrhai (11—95)
ile diğer bazı ulemâ'ya göre köle mukabilinde hür, mutlak surette öldürülür.
Delilleri buradaki Semura hadîsidir:
«nefse mukabil nefis»
âyoi-i kerîmesi de bunu tc'yîd edor.
îr.i'.tm-ı A'zam Rbu
Hanifc'yc göre, köleye mukabil hür kısas olunursa da sahibi müstesnadır.
Kölesine mukabil ona kısas yapılmaz. imam A'zam, âyet-i kerîmenin umumu ile
amel ederse de:
«Hiç bîr memlûk
sahibinden, hiç bir evlâd da babasından kısas alamaz.» hadîsi ile köle
sahibini ve babayı hükümden tahsis etmiştir. Bu hadisi Bayhakî tahrîc
etmiştir. Ancak râvîsi Ömer b. /.s-â'dır. BuharVden onun «Münkcrü'l - Hadis»
olduğu rivayet edilmiştir. Yine BcyhakVmn Hz. Ömer'den tahrîc ettiği Zünbâ
kıssa-şjnda : Hz. Zübnâ'm kalesinin tenasül âletini ve burnunu kestiği Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.)'in :
«Her kim kölesinin
burnunu keser de ateşte yakarsa o <öle hürdür. Hem de Allah ve Resulünün
mevlâsıdır.» buyurmuş olduğu müteakiben Peygamber (S.A.V.)'in köleyi âzâd
ettiği fakat efendisine kısas yapmadığı rivayet olunuyor. Yalnız bu hadîsin
rivayet tarîkleri zayıftır.
İmam Şafii, Mâlik ve
Ahmcd b. Hanbcl'e göre köle mukabilinde hür bir kimse mutlak surette kısas
edilmez, delilleri :
«[930] Hür
mukabilinde hür» âyet-i kerîmesidir.v Âyetin başında kısasın farz olduğu
bildiriliyor. Kısas-müsavat demek olduğuna göre, buradaki hür karşılığında
hürrün kısas edileceğini bildirmesi onun tefsiridir.
Ve miihlofiânın
ma'rife gelmesi hasır kasır ifâde edor. Şu halele hür olmyaha mukabil hür kimse
kısas edilemez. Nitekim îbni Ebi Şeyhe (-- 234)'nin tahrîc ettiği Amr b. Şuayb
hadisinin beyânına göre Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer köleye mukabil hürrü
üklürmezlermiş. Ecyhakİ dahi Hz. A!i (R.A.)'m : «Köleye mukabil hürrün
öldürülmemesi sünnettendim dediğini rivayet ediyor.Hürre mukabil kölenin
öldürülmesi ise icmâ'an sabittir.[931]
1191/994- «Ömer
b. Hattâb radıyaUalıü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'i:
— Çocuğa mukabil baba
kısas edilmez; derken işittim.»[932]
Bu hadisi Ahmed,
Tirmizî ve İbnİ Mâce rivayet etmişlerdir. Onu Ibnü'l-Cârûd ile Beyhakî
sahihlemiştir.Tirmizî: «Bu hadîs muztarib-tir» demiştir.
Yine Tirmizi (209—279)
bu hadîsin Amr b. Şuayb'tcn mürsel olarak da rivayet cdidiğiııi söyledikten
sonra : «bu hadiste ıztırab vardır, ama chl-i ilim onunla amel ederler»
demiştir. TirmizVnin rivayetinde hadîsin isnadında cl-Hcccâc b. Ertdt vardır.
Izürabın vechi : Amr b. Şuayb'in bu hadisi kimden rivayet ettiği ihtilaflıdır.
Bazılarına göve, Hz. Ömer'den rivayet etmiştir. Nitekim Kitabımızın rivayeti de
odur. Bir takımları Sürâka (R. A.)'&m rivayet etliğini söylerler. Hattâ
vastasız rivayet ettiği bile iddia olunmuştur Sürâka'nin rivayetinde
cl-MiUirnnâ bulunmaktadır ki, bu zât zaîftir. İmam Şafii : «Bu hadîsin bütün
tarikleri münkatı'dır.» demiş; Abdülhak dahî ; «-Bu ha-' din'erin hepsi
ma'lûldur. Hiç biri hakkında bir şey sabit olmuyor» şeklinde beyânda
bulunmuştur.
Hadîîî-i şerif, çocuğu
mukabilinde babanın ökliirülmiyocoğine delildir. İmam Şafiî : ^pöi'üsjliiği'mı
bir çok chl-i ilimden çocuku mukabilimle babanın öldüriilnıiycccğini belledim.
Ben de buna kailim» demektedir. Ashab-ı Kiram ve şâir ulemâ'nm cumhuru ile
Hanefîler, Şc-fiiler ve Hanbolîler mutlak surette buna kaildirler. Derler ki.:.
«Baha çocukun vücûd bulmasına scbebtir. Binâenaleyh çocuğunun onun yok olmasına
sebep olması caiz değildir.»
Bazıları.mutlak
surette babanın çocuğuna karşılık kısas edileceğine 7.âhib olmuş ve âyeti
kerimedeki «nefse karşı nefis» ifâdesüc istidlal etmişlerdir. Bunlar âyetin bu
hadisle tahsis edildiğini kabul etmiyorlar
demektir.
imam Mâlik'c r,övo.
baba çocuğunu yatırır da keserse kısas olunur. Çünkü bu hakiki kasıddır; başka
bir şeye ihtimali yoktur. Kasıt meselesi gizli bir şeydir. Onu ispat, ancak
zahir olan karinelerle mümkündür. Fakat yatırarak kesmez de baba hakkında
terbiye ve tc'dîb sayılabilecek bir şeyle öldürürse Öldürmeyi kasledmodiğine
hamledilir. Hattâ bu hususta Mâlik'c r^öre baba ile başkaları arasında bile
fark vardır. Zîrâ babada evlâdına karşı şefkat vardır. O evlâdını ekseriyetle
terbiye(icİn döğ;;r. Bundan dolayıdır ki, bankası hakkında kasıd sayılacak bir
fiil baba hakkında kasıd sayılmaz. Cumhur'a güre kaatil kim olursa olsun
maktule* mirasçı olamaz. Onlarca kısasın sükûtu hususunda dede ile anne de
baba gibidir.[933]
1192/995- «Ebu
Cuheyfe radıyallahü anh'den
rivayet olunmuştur. Demiştir ki :
Ali'ye :
— Yanınızda Kur'ân'dan
başka vahiy nâmına bir şey var
mı? dedim :
— Hayır, dâneyi yaran ve canı yaratan
Allah'a yemin ederim ancak
Allah'ın bir adama Kurbân
ile şu sâhifedekİ şeyler hakkında vermiş olduğu anlayış müstesna; dedî.
— Bu sahifede ne var? dedim :
— Diyet, esiri tahliye
ve kâfir mukabilinde müslümamn öldürülmemest, dedi.[934]
Bu hadisi Buharî
rivayet etmiştir. Onu Ahmed, Ebu Dâvud ve Ne-saî başka bir tarîkle Ali'den
tahrîc etmişlerdir. Bu hadiste Ali : «mü-münlerîn kanları birbirine müsavidir.
Zimmetlerini onların en zayıfı bile sa'yu geyrete getirir. Onlar başkalarına
karşı bir eldirler. Bîr kâfire bedel mümin öldürülmez. Ahd-u peymân sahibi bir
mümin dahî harbi olan kâfir mukabilinde öldürülmez; dedi.» Hadîsi Hâkim
sahîhlcmiştir.
Musannif diyor ki :
«Ebu Cuheyfe'nin Ali (R.A.)'c vahi sorması ŞİÎlcr'den bir takımlarının ehl-i
beyt'e bilhassa Hz. Ali'ye vahi geldiğini sarımalarındandır. Bu meseleyi Hz.
Ali'ye Ebu Cuheyfe'den başkası da sormuştur.» Hz. Alî'nin cevabı Şiîier'in
bütün iddialarını yıkmıştır. Şiîler, ulemâ-i ümmetin ittifakla kabul ettikleri
sahih hadîsleri bırakıp kendilerine hususiyet veren bir takım hadîsler iddia
ederler.
Sorulan şeyin şer'î
ah!<âma âirl .olduğu anlaşılıyor. Nitekim «bu sâ-hifede ne var» diye sorması
da buna delâlet etmektedir. Bin;V naleyh bundan Hz. Ali'ye nisbet edilen ihn-i
cefîr ve sâireyi nefî etmiş olmak iâzım gelmez. Onun bu gün gizli ilimler
nâmı-altında toplanan cefîr gİ-iıi bilgilere .sahip olduğunu «Ancak Allah'ın
bîr adama Kur'ân İle su sahifedekî şeyler hakkında vermiş olduğu anlayış
müstesna» sözü ile işaret ettiğini iddia edenler vardır.
Iladîs-i şerif bir kaç
meseleye şâmildir. Şöyleki :
1— Diyet
vermenin lüzumuna şâmildir. Diyet hakkında az İleride .':ynca bir bâb
gelecektir.
2— Bu hadis
esirin düşman elinden kurtarılması hükmüne delâlet eder. Bu hususta tcrgîb ve
teşvikler vârid olmuştur.
3— Kâfir
öldüren müslüman kısâscn öldürülemez. Cumhur'un kavli budur. Ancak bahsin
başında da arzettiğimiz vecihle Hanefîler'e göre zimmî'yi yani müsüiman devletin
tcb'asından olan gayr-ı müslimi öldüren
müsliiman kısâsen öldürülür; fakat müste'men denilen Pasaportluyu öldüren
kısas edilemez. Delilleri,
sadedinde bulunduğumuz Ebu Cuheyfe
hadisidir. Zîrâ bu hadiste «harbî bîr kâfire mukabil bir mümin öldürülemez»
denilmiştir. Bu hadîsin mefhum-u muhalifinden zımmî öldüren müslümamn kısas
edileceği anlaşılırsa da mefhum-u muhalefet Hanefîler'ce sahih bir delil kabul
edilmediğinden onlar bu bâbtaki hükmü «nefse karşı nefis» âyet-i kerimesinin
umumundan alırlar. Sünnetten bir delilleri de BcyhakVmn tehrîc ettiği şu
hadîstir :
«Peygamber (S.A.V.)
bîr zimmî mukabilinde bîr müslümanı Öldürmüş ve :
— Ben andında
duranların en kerîmiyim; buyurmuştur.»
Bu hadîs Abdurrahman
b. BrylcmânVdcn hem mürsel hem mer-fu' olarak rivayet edilmişse de merfu'
rivayeti için Bryhnkı «hatâ» demiştir. Dârc Kutni : «İlmi Bcylcmdnî zâîftir.
Hadîsi vasıl bife etse ondan hüccet olamaz. Mürsel rivayet ederse ondan ne
olur?» demiştir.
Hadîsi şerifteki
«zimmetleri hususunda onların en zaîfİ bile sa'yü gayret gösterir» cümlesinden
murâd şudur : Bir müslüman bir harbîye yani küfür diyarından gelmiş bir gayr-ı
müslıme dokunmayacağına dâir söz verse onun bu cmanı bütün müslümanlarca
verilmiş bir em-ni.yyet vesikasıdır. Süz veren müslümanm erkek veya kadın
olması hükmen müsavidir. Yalnız mükellef olması şarttır. «Onlar başkalarına
karşı bir eldirler.» demekle müsîümanîarın düşmanlarına karşı toplu ve
müttefik oldukları; birbirlerine yardım ettikleri anlatılmıştır. Onlar o kadar
elele vermişlerdir ki, sanki hepsinin elleri bir el, yaptıkları iş, bir iştir.[935]
1194/996-
«Enes
b. Mâlik radıyalîahü anh'den rivayet edildiğine göre bir câriye, kafası iki taş
arasında ezilmiş bir halde bulunmuş da kendisine :
— Bunu sana kim yaptı?
filân mı, filân mı? diye sormuşlar. Nihayet bîr yahûdî'yi söyleyince carîye
başı île (evet diye) işaret etmiş. Bunun
üzerine Yahûdî tevkif edilmiş ve hemen
(suçunu) ikrar etmiş. Resülüllah
(S.A.V.) onun başının da
iki taş arasında
ezilmesini emir buyurmuştur.»[936]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir.
Hadîs-i şerif, kısas
keskin âletle öldürdükte vâcib olduğu gibi ağır bir şeyle öldürdüğü zaman da
vâcib olduğuna, kadına mukabil erkeğin öldürüleceğine; keza kaatii ne ile
öklürmüşse kendisinin de o âletle öldürüleceğine; delâlet etmektedir. Burada
üç mesele vardır :
1—
Ağır bir
şeyle öldürdüğü zaman dahî kısas vâcibtir. imam Şafiî, imam Mâlik ve
Hanefîier'den imam Muhammcd buna kaildirler. Çünkü bunda insan kanını heder
olmaktan korumak vardır. Bir de can a]ma hususunda keskin âletle, keskin
olmayan bir cisim arasında fark yoktur.
İmam A'zam Ebu Hanîfc
ile, Şa'bî ve ibrahim NchaVye göre ağır bir şeyle vâki' olan katilde kısas
yoktur. Bunların delili : İmam Beyhakî'nin Nu'man b. Beşîr'den merfu' olarak
tahrîc ettiği şu hadîstir :
«Kılıçtan maada her
şey hatâdır. Her hatâ için de diyet vermek vardır» bir rivayette :
«Demirden maada her
şey hatâdır. Her hatâ için de diyet vermek vardır.» buyurulmustur.
Bazıları bu hadîsi
zaîf bularak Enes hadîsine mukavemet edemiye-ceğini iddia etmişlerse de
Hanefîier, Enos hadîsinde yaralama vâki' olduğunu ileri sürmüş; Yahudi'nin
çocuk Öldürmek âdeti olduğu için yeryüzünde fesat çıkaranlardan sayıldığını,
binâenaleyh kendisine bundan dolayı kısas yapıldığını beyân etmişlerdir.
Katil, sopa, kamçı ve
yumruk gibi ekseriyetle öldürmekte kul-lamîmıyan bir âletle yapılırsa, imam
Mâlik İle diğer bazı ulemâ'ya göre kısas yine vâcib olur. Ebu Jîanıfe, Şâfü ve
tâbiîn'den büyük bir cemâate göre burada kısas yoktur. Böyle katillere şibh-î
amid, yani yarı kasitli kati! derler.
Bu katlin diyeti :
kırk tanesi yavrusu kanımda olmak .^arti ile yüz devedir. Çünkü imam Ahmrd b.
Hanbcl ile Sibıcn sâhiblcrinin TirmizVdcn maadası bu hususta Abdullah b.
Amır'den şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:
«Dikkat edin, hiç
şüphe yok ki, Şibh-i amid sayılan kamçı ve sopa ile vâki' hatâ katlinde,
içlerinde kırk tane yavrusu karnında bulunmak şartı ile yüz deve
vardır.»
buyurdular. Maamâfîh
bu hadîs hakkında İlmi Kesir «el - Irşad» nâm eserinde: «İsnadında pek çok
ihtilâf vardır.» diyor.
2— Kadın
öldüren erkeğin kısas edilmesi ihtilaflıdır. Ekser-i ulomâ'ya göre kısas
edilir. Hattâ Îbni'l-Münzir bu hususta icmâ' nakletmiştir. Hasan-ı Basrî
(21—110)'den bir rivayete göre kadın öldüren erkek kısas edilmez. Hasan-ı Basrî
:
«[937]
Kadına muakbil kadın...» âyet-i kerîmesi ifc istidlal etmiş olsa ge-rcklir.
fakat bu kavil ulemâ tarafından kabule mazhar olmamıştır. Çünkü ulemâ-î
ümmet'in kabulüne mazhar olan Amv b. Hazm'm[938] klubunda
kadın öldüren erkeğin kısas edileceği tesbit olunmuştur. Bu sarahat âyet-i
kerîmeden alınan mefhum-u muhaliften daha kuvvetlidir.
3— Katil
hangi Aletle yapılmışsa kısas dahî onun misli ile yapılmalıdır. Cumhur-u
ulemâ'nın kavli budur. Bunlar;
«Eğer[939]
cezalandırırsanız size verilen cezanın mislî ile cezalandırın.» ve
«[940] O
size ne ile tecâvüzde bulundu ise siz de onun misli ile ceza verin.» âyet-i
kerîmeleri ile ve b;ızı hadislerle istidlal ederler. Fakat katle sebep olan
fiilin hadd-i zâtında mubah olması şarttır. Eğer fiil, sihir gibi haram olan
fillerden ise kaatil Öyle bir fiille öldürülmez; zîrâ haramdır. Maamâfîh mesele
yine de ihtilaflıdır.
Hanefîler'le
Kûfeliler'e ve diğer bazı ıılcmâ'ya göre kısas yalnız kılıçla olur. Delilleri :
Bczzar ile Ibni Adiyjf'ln tahric ettikleri Ebu Befcre hadîsidir. Mezkûr hadîste
Peygamber (S.A.V.) :
«Kısas ancak kılıçla
olur.» buyurmuşlardır. Ancak bu hadîs dahî zaîf görülmüştür. Hanefiler müsle
yani kulak, burun ve şâir âzânın kesilmesi hususundaki nehi ile ve kezâ
Peygamber (S.A.V.)'in :
«Öldüreceğiniz zaman
katli iyi yapın.» hadîsi-i şerifi ile de istidlal ederler.
Hadîs-i şerifte :
«yâhudİ ikrar etti.» denilmesine bakılırsa bu iş için bir defa'İkrar kâfidir.
Zîrâ ikrar tekrarlandığına bir delil yoktur.[941]
1195/997- «imran
b. Husayn radu/aîîahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre, fakir bir takım
insanlara âid bir gulâm, zengin insanlara ait bir gulâmm kulağını kesmiş. Bunun
üzerine zenginler Peygamber (S.A.V.)'e gelmişler. Fakat Peygamber (S.A.V.)
onlara hiç bîr şey vermemişdir.»[942]
Bu hadîsi Ahmed ile
Üçler sahîh bir isnadla Hvâyet etmişlerdir.
Hadîsi şerif, fakirin
hiç bir şey Ödemiyeceğine delâlet etmektedir. Yalnız Bryhakî şöyle diyor :
«Eğer gıılâmdan murâd köle ise, ko-lenin işlediği cinayetin kendi şahsına âit
olduğuna ulemâ'nın icmâ'i vardır. Şu halde hadîsimiz cinayetin hatâ olarak
işlendiğine delâlet ediyor. Peygamber (S.A.V.)'in bir şey ödetmemesi
cinayetinin diyetini kendiliğinden vermiş olmasındandır.
Cinayeti işliyen hür
fakat bulûğa ermemiş bir çocuk da olabilir. Bu taktirde cinayeti kasten işlemiş,
fakat Peygamber (S.A.V.) onun diyetini âkîlesine üdolmomiştir. Kendisi de fakir
bulunduğundan şimdilik ona da ödetmomiştir. Yahut diyeti âkîlesine revâ görmüş;
fakir oldukları için ödetmemiş; caniye dahi cinayeti hatâ hükmünde olduğu iyin
ödetmemiştir.»
Hattâbt'ye göre
buradaki cinayeti hür bir kimse yapmış ve cinayet hatâ olarak işlenmiştir;
âkilesi yani diyeti ödeyecek komşuları da fakirdirler. Binâenaleyh fakirlere
ya fakirliklerinden dolayı diyet verdirmemiş: yâhud kulağı kesilen, köle
imiştir de ona yapılan cinayetin diyetini vermişlerdir.
BcyhdkVnin ifâdesinde
geçen: «cinayetin diyetini âkilosine ödet-memiştir» cümlesi İmam Şafiî'nin
mezhebidir. Ona göre küçük bir gocuğun kasten işlediği cinayet çocuğun malından
verilir; âkileye ödettirilmez. «Yâhud âkilesine reva görmüş» cümlesini hatâ
ihtimali ile birlikte mütâlâa etmek îcabeder. Bu taktirde mesele itti-fâkîdir.
İmam Ebû Hanîfc ile
Mâlik ve diğer bazı ulemâ'ya göre hüküm kasıt ihtimali halinde de böyledir.[943]
1196/998- «Amr
b. Şuayb'tan o da babasından o da dedesinden -ra~ dıyaîlahü anhüvı- işitmiş
olmak üzere rivayet olunduğuna göre bir adam bîr 2â1ın dizini boynuzla
yaralamış. O da Peygamber sallallahü aleyhi ve sclîcm'e çelerek :
— Bana kısas için müsaade et; demiştir.
Resûlüllah (S.A.V.) :
— Svİleş de Öyle; buyurmuş.
(Bir müddet) sonra (yine)
Peygamber (S.A.V.)'e gelerek :
— Bana kısas için müsaade et;
demiş. Resûlüllah (S.A.V.)'de ona kısas için müsaade etmiş.
Sonra (yine) ona gelerek :
— Yâ Resûlüllah
topal kaldım; demiş.
ResûlüÜah (S.A.V.) :
— Ben seni meni' ettim. Sen bana isyan ettin.
Allah da seni (şifâsından) uzaklaştırdı; ve topallığı boşa gitti; buyurmuş; bundan
sonra Resûlüllah sallallahü
aleyhi ve sellem, sâhİbt iyifeşmedikçe
bir yaradan dolayı kısas
yapılmasını nehyetmiştir.[944]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dare Kutnî rivayet etmişlerdir. Hadîs mürsel olmakla illrtlcndirilmiştir.
Onun mürsel telâkki
edilmesi Uz. Şvaylfın dedesine yetişmediğine göredir. Halbuki dedesine
yetiştiği sabit olmuştur. Binâenaleyh hadîs mürsel değil, muttasıldır. Bu
mânâda başka hadisler de vardır; ve hepsi bu hadîsi takviye ederler.
İbnl'l - Kayyım
(691—721) şöyle diyor ; «Bu hakemlik, yaranın hali, ya iyileşme yâhud sirayet
suretiyle istikrar kesbetmeaikçe kısas yapmanın câİz olmadığını, cinayetin sirayeti
diyet vermekle ödeğini; ve sopa gibi şeylerle vurmada kısas caiz olduğunu
tazam-211un etmektedir.
Iladîs-i şerif, yara
iyileşerek sirayetinden emin olmadıkça kısas yapılmıyacağma delildir.
İmam Şafiî'ye göre
iyileşmeyi beklemek mcmdubdıır. Delili : Peygamber (S.A.V.)'in iyileşmeden önce
kısasa müsaade etmiş olmadır.
Bazıları iyileşmeyi
beklemenin vâcib olduğuna kaildirler. Çünkü yaran defi etmek vâcibtir:
Peygamber (S.A.V.)'in kısasa izin vermesi, nereye varacağı bilinmeden evvel vâki'
olmuştur; diyorlar.[945]
1197/999- «Ebu
Hüreyre radv/allahü an7ı'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki; Hüzeyl (kabilesi)
nden iki kadın kavga ettiler. Ve biri diğerine bir taş atarak onu ve
karnındakînî öldürdü. Bunun üzerine Re-sûlüllah saUalJahü aleyhi ve scUcm'ln
huzuruna dâvaya çıktılar. Re-sûlüllah saüattahü aleyhi ve sellem, kadının
cenini için : bir gurre (yani) bir köle veya câriye diyet hükmetti. Kadının
diyetini de âkilesine hükmetti. Ve çocukları ile onların beraberindekleri ona
mirasçı yaptı. Derken Hamel b. Nâbigâ-i Hüzelî:
— Yâ Resûlallah, yiyip içmeyen, konuşmayan,
avazı işitilmeyen bir cenin nasıl Ödenir? Böylesi heder olmalıdır; dedi.
Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:
— Bu (lâfazan) şu yaptığı[946]
seci'den dolayı ancak ve ancak kâhinlerin arkadaşJarındandır; buyurdular.»[947]
Hadîs mütiefekun
aleyh'lir.
Bu hadîsi Ebu Dâvud
ile Nesaî, İbni Abbas'dan şu lâfızlarla tahrîc etmişlerdir.
«Ömer Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellemjr cenin hakkında nasıl hüküm verdiğini gören birini
sordu. Ravî demiştir ki, bunun üzerine Hamel b. Nâbigâ ayağa kalkarak :
— Ben iki kadının
arasında idim. Biri diğerine vurdu; demiş; ve hâdiseyi kısaca anlatmıştır.» Bu
hadîsi İbni Hibban ile Hâkim sahîh-lem işlerdir.
Kavga eden kadınlardan
birinin adı Müleyke bînf! Uveymir; diğerinin Ümrtü Avf binti Mesruh'tur. Ebu Davud'un
«Sünen» inde beyân olunduğuna göre kendisine gurre ödettirile:?k olarr*kadın
ölmüş; Peygamber (S.A.V.) mirasının oğullarına Verilmesine hükmetmiş; diyeti
asabe olan. akrabasına ödetmiştir. Bu taktire göre «ona mirasçı yaptı»
cümlesindeki zamîr, öldüren kadına raci'dir. Diyeti akrabası -verecektir.
T4adîs MüsJim'de de böyledir. Bazıları zamirin öldürülen kadına âit olduğunu
söylemişlerdir. Çünkü öldürülen kadının âkilesi : «Mirası bizim olacak-»
demişlerdir. Resû!-ü Ekrem (S.A.V.) bunun imkânı olmadığını anlatarak
mirasının kocası ile çocuklarına verilmesine hüküm elmişlir.
Hamel bin Nâbîgâ
k.ıatil kadının kocasıdır.
Hadis-i şerif,
aşağıdaki meselelere delâlet ediyor:
1— Anne
karnındaki cenin cinayet sebebiyle öiürse gurre vermek vâcib olur. Bu bâbta
çocuğun ölü doğması ile annesinin karnında Ölmesi arasında hükmen bir Fark
yoktur. Fakat canlı doğar da sonra ölürse tam diyet vermek îcabeder.
Hadîs-i şerifte gurre
: köle veya câriye diye tefsir edilmiştir. Şa'bî\(2G—104) : «Gurre beş. yüz
dirhemdir.» diyor. Ebu Dâvud İle Nesnî'nin rivayet ettikleri bir hadîste
gurrenin 100 koyun olduğu tasrih edilmiştir. «Beş devedir» diyenler de vardır.
Zîrâ di;, etlerde-asıl olan budur.
Buraya kadar görmüş
olduğumuz hüküm hür kadının cnîni hakkındadır. Cariyenin cenini ise
hürreninkine kıyas olunur. Cariyede kıymet esastır. Yani o kıymeti ile ödenir.
Ceninin hakkında dahî hüküm böyledir. Binâenaleyh hürreniıı cenini için[948]
diyetin onda birinin yarısı , lâzım geldiğine göre câriycnİnkinde cariyenin
kıymetinin onda birinin yarısı verilir, deniliyor.
2— Hadiste
«kadının diyetini de âkilesine hükmetti» denildiğine göre burada kısas
yapılmıyacak demektir. Şibh-i amide kail olanların bir deiîli de budur. Ve «doğrusu
da budur» deniliyor. Çünkü
bu vak'ada kati küçük bir taş veya ufak bir sopa ile yapılmıştı.
Bunlarla ise ekseriyetle öldürmek kastedilmez. Binâenaleyh âkileye diyet
vâcibolur; kısas îcabetmez. Hanefîler bu hadîsi î.ğır bir şeyle insan
öldürüldüğü zaman kısas lâzım gelmiyeceğine delîl getirirler.
3— «Kadının
diyetini de âkilesine hükmettin cümlesi diyetin âkile üzerine vâcib olduğuna
delildir.
Âkile : Asabe olan
akrabadır : Bunlardan murâd evlâd ile zûrahim denilen yakın akrabadır;
denilmiştir. Nitekim Beyhakî'nin Üsametü'bnü Umeyr'den tahrîc ettiği bir
hadîste Peygamber (S.A.V.) :
«Diyet asabeye
vâcibtir: cenîn hakkında gurre vardır» buyurmuşlardır. Oun için Buharı buna
dâir bir bâb tahsis etmiştir.
îmam Şafiî : «âkilenin
asabe olduğunda hilaf bilmiyorum. Bunlar baba tarafından olan akrabadır.»
demiş; ve en yakından başlıya-rak derecelerini tefsîr etmiştir. Maamâfîh
meselenin ihtilaflı olduğu Kasamc bahsinde görülecektir,
Hadîs-i şerifin
zahiri, diyetin âkileye vâcib olduğuna delâlet etmektedir ki, Cumhur-u
ulemâ'nın kavli de budur. Ulcmâ'dan bazıları buna muhalefet ederek : «Kimse
kimsenin diyetini ödeyemez» demişlerdir. Bunların delili îmam Ahmcd, Ebu
Ddvud, Ncsai ve Hâkim'in tahrîc ettikleri bij- hadîstir. Mezkûr hadise göre :
Peygamber (S.A.V.)'e bir adam gelmiş, Resûlüllah (S.A.V.) yanındaki çocuğu
göstererek :
__ Bu kim? diye sormuş. Adam :
__ OÖ"lum; demiş. Bunun üzerine Peygamber
(S.A.V.) :
— Şüphesiz ki o sana
cinayet yapmaz, fakat sen de ona cinayet yapamazsın; buyurmuştur. Y.'ne İmam
Ahmcd ile Ebu Davud'un ve TirmizY nin Amr b. cl-Ahvas't&n rivayet ettikleri
bir hadîste Resûl-ü Ekrem {S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır :
«Bir canî ancak
kendine cinayet işler; bir canî çocuklarına cinayet yapamaz.»
Bu hadislerle, âkileye
diyeti vâcib kılan hadîslerin arası şöyle bulunmuştur: «Cinayet hadîsinden
murâd uhrevî cezadır. Evlâd ile baba birbirlerine âhirette cezayı müstelzim
cinayet yapmazlar. Zaten bir kavle göre evlâd i'e baba âkilcden değildirler.
Nitekim Hat-tdbVnin kavli budur. Binâenaleyh bunların istidlali tamam değildir.
4— Peygamber
(S.A.V.)in : «O ancak ve ancak kâhinlerin arkadaşlanndandır.» buyurması,
yaptığı secî'den dolayıdır. Maamâfîh bu sözün râvi tarafından müdrec olması
ihtima.". de vardır. Hadîsin bu kısmı secî'in mekruh olduğuna delildir.
Ulemâ 3u "tın yaptığı secî'in iki şeyden dolayı kerih görüldüğünü
söylerler. Bunlardan birisi: Yaptığı seci' ile şer-i şerifin hükmühe karşı
hareket etmiş olması; diğeri de konuşmasında tekellüf yapçnasıdir. Secî'in bu
iki nev'i çirkindir. Peygamber (S.A.V.)'in zaman zaman seci' yaptığı bir çok
hadîslerde vâki' olmuşsa da onun seci'leri şerîatin hükmüne aykırı olmadığı
gibi tekellüf yani kendini zorlayarak konuşmaktan da hâli olduğundan memnu'
sccî'lerdcı değildir.
Ebu Dâvud rivayetinin metni
şudur :
«Ömer, Eshâb'a,
kadının düşürdüğü çocuğun hükmünü sordu da Mugire:
— Ben, Resûlüllah sallallahü aleyhi-vc scîlcm'm
bu meselede gurre yani bir köle veya câriye île hükmettiğine şâhîd oldum; dedt.
Bunun üzerine Ömer :
— Bana seninle birükte şehâdet edecek birini
getir; dedi. Râvî diyor ki: müteaKtben Ömer'e Muhammed b. Mesleme gelerek
kendisine şe-hâdette bulundu.» Bundan sonra Ebıt, Dâvud şu ma'lûmatı kaydediyor: «Ebu Ubcyd demiştir ki: Kadının düşürdüğü
çocuğa (emlâs)denilmesi, doğum müddetinden önce kadının onu kaydırmasından-dır.
El ve sâireden kayan şeylere de (melas) derler. Caninin katline cinayet hükmünü
verebilmek için bedenen teşekkül etmiş ve kendisine ruh verilmiş oîması
lâzımdır. Teşekkülü Şâfiîler : el, ayak ve parmak gibi a'zâsı tekâmül ederek
insan şeklini almaktır;
diye tefsir ederler. Sureti
teşekkül etmemekle beraber ehli hıbrc (bilir kişi) bunun insan aslı olduğuna
şehâdet ederse onlara göre hüküm yine aynıdır. Fakat ehl-i hibrc düşen ceninin
insan aslı olup olmadığında şüphe ederse bilittifak bir şey lâzım gelmez.»[949]
1199/1000- «Enes
b. Mâlik radıyallahü anh'öen rivayet olunduğuna göre halası Rübeyy'i binti Nadr
bir genç kadının ön dişini kırmış. Rü-beyyi'nin yakınları kadından afv
İstemişler; fakat kadın tarafı buna razı olmamışlar; arkasından diyet verme
teklifinde bulunmuşlar, (ona da) razı olmamışlar. Nihayet, ResûlüHah sallallahü
aleyhi ve sellem'e gelmişler. Fakat onlar kısâsdan başka bir şeye razı
olmamıştır. Derken Rcsûlüllah sallallahü aleyhi ve sellctn kısas emrini
vermiş. Bunun üzerine Enes b. Nadr ayağa kalkarak :
— Yâ
ResûlüHah, şimdi Rübeyyi'in ön
dişi kırılacak mı? Olamaz, seni hak (dîn) le gönderen Allah'a yemin ederim ki,
onun ön dişi kınlamaz; demiş. Resûîüllah sallallahü aleyhi ve scllcm :
— Yâ Enes
Kitâbullah kısastır; buyurmuş,
karşı taraf da r.îzı olarak afvetmişler. Bunun üzerine Resûîüllah sallallahü
aleyhi ve sellem :
— Hakikaten Allah'ın kullarından Öyleleri var
ki Allah'a yemîn ederse Allah kendisini yemininde sabit kılar? buyurmuşlardır.[950]
Hadîs rrüttefekun
aleyh'tir. Lâfız Buhari'nindir.
Rubeyyî, Enes b.
Nadr'ın kız kardeşidir. BcyhakVmn «Sünen» inde bu kadın Rüb"eyy' brnti
Muavviz olarak gösterilmiş ise de Musannif bunun hatâ olduğunu söylemiştir. Ön
dişi kırılan genç kadın Ensâr'dandır.
Ncvcvî (631—676) diyor
ki: «Bu hatlîste bir çok faydalar vardır. Bunlardan bazıları : Zan üzerine
yemîn etmenin cezası kendisine bu yeminden dolayı bir fitne gerçeğinden
korkulmayan kimsenin mcılhcdilcbilmesi, kısası affetmenin müstehâb oluşu, afv
için arardık yapmanın müstehâb oluşu kısasta muhayyerlik ve diyetin, kabahatliye
değil, müstehak olan tarafa âid olduğu ve kısasın erkekle kadın arasında
cereyan etmesi gibi şeylerdir.»
Evot, had;s-i şerif
dis tamamen kırıldığı zaman kısasın vâcib olduÛuna delâlet ediyor. Bu hüküm
Teâlâ Hazretleri'nin :
"[951]
Dişe mukabil dîş» âyeti kerîmesinden alınmıştır. Kaslcn birinin 'İi.şini söken
kimsenin dişi söküleceğine ittifak vardır. Dis kırmanın da ayın hükümde
olduğuna bu hadîs delâlet ediyor. Ulemâ bunu iki diş arasında tam müsâvaat
bulunduğu ve başka dişe sirayet etmeden çıkarılması mümkün olduğu taktirde
caiz görmüşlerdir.
Ebu Dâvud, tmam Ahmed
b. Hanhel'i kastederek, şöyle diyor : «dişte kısas nasıl olacak? dedim :
Cânî'nin kırdığı diş miktarı kendi dişinden törpülenir; dedi.» Bazıları,
hadîste geçen (kırdı) lâfzını çıkardı mânâsına almışlardır.
Kemiklere gelince :
Kemiğin ne kadar kırıldığı tosbit edilememek suretiyle denklik veya benzerlik
sağlanamaz ve kırıldığı zaman telef-i nefis vâki' olacağından korkulursa
bilittifak kısas yapılmaz.
Hanefîler'Ic
Şâfiîler'e ve îmanı Lcys'e göre dişten maada kemiklerde kısas yoktur. Çünkü
kemiğin üzerinde et ve deri gibi şeyler vardır. Bundan dolayı benzerlik
bilinemez. Bilinmiş olsa kısas yapılırdı.
Hz. Enes'in :
«Rubeyyi'în ön dişi kırılacak mı?» diye sorması zahiren inkâra benziynrsa da :
«O bu suai ile hükme karşı gelmeyi kasted-memiş; Peygamber (S.A.V.)'İn
kendilerine İsrarla şefaatçi olmasını dilemiş ve Resûîüllah (S.A.V.)'dcn
dilediği bu yardımı yemîn ile te'kîd etmiştir.» denilerek tc'vil olunmuştur.
Bazıları Hi. Enes'in sormasını, kısasın vâcib olduğunu bilmediğine hamletmiş;
onun kısas ile diyet veya afv arasında muhayyerlik var zannettiğini
söylemişlerdir. Nitekim Peygamber (S.A.V.)in ona cevaben: «Yâ Enes, Allah'ın
Kitabi kısastır.» buyurması da buna işaret olabilir: «Hz. Enes bu sual ile
inkâr kastedmemiştir. Onun bundan muradı : davacılara Allah'ın, rızâ ilham
buyurmasını niyazda bulunmaktı; böylelikle ya afvedeccklerini yâhud diyete razı
olacaklarını ümîd ediyordu. Nitekim, beklediği de oldu.» diyenler de vardır.
Cümlesi meşhur kavle
göre mübtcda ve haberdir. Maamâfîh bu kelimeleri mansub okumak da caizdir. Bu
taktirde birincisi mahfuz bîr fiilin mastarı; ikincisi de (Kitab) kelimesinin
yâhud mukadder bîr fiilin mcf'ulü olur.
Bazıları buradaki
kitaptan muradın hüküm olduğunu söylerler. Bu taktirde mânâsı «Allah'ın hükmü
kısâfitır.» şekline girer.
«Hakikaten Allah'ın
kullarından öyleleri var ki...» cümlesi Peygamber {S,A.V.)'in teaccübünü ifâde
ediyor. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.), Hz. Enes'in yemininden böyle bir netice
doğmasına hayret etmiştir. Enes (R. AO'in yemininden dönmesi beklenirken
Allah-ü Zülcelâl'in muhalif tarafa afv ilham etmesi ve böylelikle Enes
hazretleri'nin yemininde sâdık kalması Allah'ın ona bir ikramıdır.[952]
1200/1001- İbni
Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir.
Demiştir ki
:Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve sellem :
— Bir kimse taşla veya
kamçı yâhud sopa ile körü körüne öldürülür veya kim vurduya giderse onun diyeti
hatâ diyetidir. Kasten öldürüleninki kısastır. Araya girene de Allah'ın
lâ'neti vardır; buyurdular.»[953]
Bu hadîsi Ebu Dâvud,
Nesaî ve ibnî Mâce kuvvetli bir isnad ile tah-rîc etmişlerdir.
Hadîsteki (immiyya) ve
(rİmmİyya) lâfızlarının tefsiri hususunda «en-Nihâye» nâm.kitapta şöyle
deniliyor: «Mânâ: aralarında hüviyeti ve katili bİHnmiyen bir ölü bulunmaktır.
Bunun hükmü : hatâen öldürülen kimsenin hükmü gibidir. Yani diyet vermek vâcib
olur.»
Bu hadîste İki mesele
vardır :
Birincisi : hadîs,
kaatiîi bilinmeyen kimse hakkında diyet vermenin âkıliyo vâcib olduğuna
delildir. Zahirîn'e bakılırsa Kasâmc yemini bile lâzım d.-ğiblir. Fakat bu
husus ihtilaflıdır. Bazılarına göre çarpışmayı yapanların sayısı belli ise
kasâme lâzımdır; diyet de verilir. Sayısı belli değilse, diyet Beytü'l-Mâl'dcn
verilir. Hattabî (319—388) şöyle diyor : «Diyetin Beytü'l-.Mâlden verilip
verilmiyeccğinde ihtilâf edilmiştir, îshak, vücubuna kaildir. Bunun mânâ
i'tibâriyle tevcihi : Ö!en, müslümanlardan bir kavmin fi'li ile ölmüş bir
müslümandir. Binâenaleyh diyeti müslümanların Beytü'l-Mâi'inden ödenir. Hasan
ise diyetinin orada hazır bulunanların hepsine ödettirileceğine zâhib olmuştur.
Çünkü bu adam onların fiili ile Ölmüştür: Şu halde diyet onlardan başkasına
geçemez. îmanı Mâlik : «Bu adamın kanı hederdir; zîrâ muayyen olarak katili
bulunmayınca bir kimseyi muâhaze etmek muhal olur.» demiştir. Şafiî'nin kavli
de şudur : «öldürülenin velîsine : Bu adamların hangisinden istersen dâva et
yalnız yemin ver; denilir. Eğer yemîn ederse diyeti hak eder; etmezse müddea aleyh
yani da'vâhya : Ben Öldürmedim; diye yemin ettirilir ve dâva sakıt olur. Çünkü
kan ancak taleb ile vâcib olur.»
İkinci mesele :
«Kasten öldürüleninki kısastır» cümlesi kasten öldürmenin aynen kısas îcab ettiğine
delîidir. Bu meselede dahî iki kavil vardır:
1— Aynen
kısas vâcibtir. Eshâb-ı Kirâm'dnn Hz. Ali i!e mezheb imamlarından Ebu
Hahîfc'nin ve ulemâ'dan bir cemâatin kavilleri budur. Delilleri :
«Size[954] kısas farzoldu..»âyet-i kerîmesi ile :
«Allah'ın Kitabi
kısastır» hadisi şerifidir. Onlara göre diyet ancak cânî razı olursa o zaman
lâzım gelir. Cânî diyet teslimine mecbur edilmez.
2— İmam-
Ahmcd, Mâlik ve bir kavlinde Şafiî'ye ve diğer bazı ulemâ'ya göre, kasten
yapılan ölümde ya sâde kısas, yâhud diyet lâzım gelir. Çünkü Peygamber (S.A.V.)
:
«Bir kimsenin bir
yakını öldürülürse o kimse iki şey arasında muhayyerdir. Ya kısas yapar, yâhud diyet alır.»
buyurmuşlardır. Bu
hadîsi İmam Ahmcd ile Şcyhcyn denilen Buharı ve Müslim ve diğer hadîs imamları
tahrîc etmişlerdir.
Fakat bu tevcihe şöyle
cevab verilmiştir : «Hadîsten murâd : öldürülen kimsenin velîsi, caninin diyeti
ödemeye razı olması şartı i\o muhayj'erdir. Hem böyle dersek iki delilin
arasını cem'etmiş oluruz.»
Maamâfih âyet-i
kerîmede veya bazı hadîslerde bir şeyi zikretmek başkasının vâcib olmadığına
delâlet etmez; yeter ki delîl bulunsun, îmam Ahmcd ile Ebu Davud'un Ebu
Şureyh-i Huzaî'den tahrîc ettikleri şu hadîs Hanbelîler'le Mâlikîler'e delil
olabilir:
ResûlüNah sallallahü
aleyhi ve scllcm'ı :
— Eğer bir kimseye kan
veya habel -kî habel yaralar demektir- isabet ederse o kimse üç şey arasında
muhayyerdir. Ya kısas yapacak, ya diyet alacak yâhud da afv edecektir.
Dördüncüyü isterse onu men' edin. Şayet bu üç şeyden birini kabul eder de sonra
cayarsa ona muhakkak cehennem vardır; derken işinim.»[955]
1201/1002- «İbni
Ömer radıyallahii .anJınmâ'dan Peygamber saJJal-lufıif aleyhi ve sellem'den
işilmîş olarak rivayet olunduğuna göre Pey-gnmber (S.A.V.) :
— Bir adam bir adamı
tutar da onu diğeri öldürürse, öldüren Öldürülür, tutan da hapsedilir;
buyurmuşlardır.»[956]
Bu hadîsi Dâre Kutnî
mevsul ve mürsel olarak rivayet etmiştir. İbni'l - Kattan onu sahîhlemislir.
Râvîleri sikadır. Şu kadar var ki Bey-haki mürsel olduğunu tercih etmiştir.
Ilâfız İbni Kesir
«cl-îrşâd» nâm eserinde : «Bu isnad Müslim'in şartı üzerinedir.» diyor. İbni
Kesir bu sözü ile Dâre KutnVyı kasteder. Çünkü Dâre Kutnî bu hadîsi Ebu
Dâvud-u Hıfrî'den o da Sev-rî'den o da îsınail b. Ümeyye'den o da Na/i'den o da
İbni Ömer'den oda Resûlüllah (S.A.V.)'dcn rivayet etmiştir.
Sonra Beyhakl söyle
demiştir : «Bu hadîsi Ebu Dâvud-u Hıfrî'-den başkası Scurî'dcn, ve başkaları
İsmail b. Ümeyye'den mürsel oJ-amk rivayet etmemiştir:» Sahih o'an da budur.
fladîs-i serîf, bir
kimseyi Öldürmek için tutanın hapsedileceğine delildir. Ne kîidar müddet
hapsolunacağı zikrcdilmemiştir. Binâenaleyh hâ-kim'in re'yine kalmıştır.
Hadîsimiz bir de kısas veya diyetin kaatile âid olduğuna delâlet ediyor ki,
Hanefîler'le Şâfiîler'in ve diğer bazı ulemâ'-nm mezhebi budur. Onlar bu
hadîsten maada;
«Sİze[957] kim
tecâvüzde bulunursa siz de ona size yaptığı tecâvüzün misli İle mukabelede
bulunun» âyet-i kerîmesi ile istidlal ederler.
İmam Mâtik, İbrahim
Nrhai (11—95) ve İbni Ebİ Leylâ (74---148)ya göre : Bir kimseyi tutanla
öldürenin ikisi de katledilir. Çünkü Ö'onin katlinde müşterektirler; birisi
tutmamış olsa öteki de Öldüreni e zd. i. Fakat kendilerine cevap verilmiş ve :
«tutanın öldüren hükmünde olmadığını nass isbât etmiştir. Onun hükmü kuyu
kazanın hükmü gibidir. Kuyuya düşerek telef olan bir hayvanı kuyuyu kazan
değil bilittifak düşüren öder. Burada da tutan değil öldüren -öder.s»
denilmiştir.
Lâkin aşağıdaki hadîs,
İmam Mâlik ile arkadaşlarına delildir.[958]
1202/1003- Abdurrahman
b. Beylemânî radıyallahü em/i'den rivayet edildiğine göre. Peygamber
sallallahü aleyhi ve scllcm bir müste'-men (pasaportla gelmiş gayr-ı müslimje
mukabil müslümanı katletmiş ve :
— Ben zimmetini îffâ
edenlerin en evlâsıyım; buyurmuştur.»[959]
Bu hndtsi Abdürrezatak
böyle mürsel olarak tahrîc etmiştir. Dâre Kutnî ise isnadında ibni Ömer'i de
zikrederek vasletmiştir. Fakat mevsul olan İsnadı çürüktür.
Bu hadîs hakkında az
yukarıda Ebu Cuheyfe hadîsinde söz geçmiştir.
Ebu Ubrjfd el-Kaasım.
b. Selâm : «bu hadîs müsned değildir. Böyle bir hadîs, kendisiyle müslümanların
kam akıtılacak bir delil olamaz» demiştir.
İmam Şafii (150—204)
«cî-Üm-m» adlı eserinde: «Şüphesiz ki Beylemânî hadisi Amir b. Ümeyye'nin öldürüldüğü müste'men (pasaportlu)
hakkında idi.» diyor. Bu taktirde bu hadîs sabit olsa bile men-şuhtur; diyenler
olmuştur. Çünkü :
«Bir kâfire bedel
müslüman Öldürülmez.)) hadîsi Mekke'nin fethi günü şoref-sâdır olmuştur. Amir
b. Ümeyye kısası "ondan hayli zaman
ünce vuku' bulmuştur.[960]
1202-a/1004-
«İbni Ömer radıyaUnhü anhiimâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bir çocuk
tuzağa düşürülerek Öldürüldü. Bunun üzerine Ömer :
— Bu işe (bütün) San'a
ahâlisi iştirak else bu çocuk sebebiyle hepsini katlederdim; dedi.»[961]
Bu hadîsi Buharı
tahrîc etmiştir.
Onu İbni Şeyhe başka
yoldan Nâfi'den tahrîc etmiştir. O rivayette Hz. Ömer'in bir adama bedel
San'a'hlardan yedi kişi öldürdüğü bilc.iriliyor. Aynı hadîsi başka bir senedle
İmam Mâlik (93—179) «cl-Mmmtta,» da 3ald b. cî-Milscyycb''den tahrîc etmiştir.
Mezkûr rivayete göre Ömer (R.A.) San'a'lıların pusuya düşürerek öldürdükleri
bir adam mukabilinde beş veya altı kişi öldürmüş ve : «Bunun aleyhine bütün
San'a'lılar toplanarak yardımİaşsalar bunun sebebiyle hepsini katlederi ;
demiştir.»
Hadîsin ıir I:ıssası
vardır. Onu Tcthavî ile Beyhakî, tbni Vchh'-den[962] tahrîc etmişlerdir. ttyıi Vchb demiştir
"d : «Bana Ccrîr b. TlârJm[963] anlattı. Ona da Muglrc b. Hâkim-i San'ânt
babasından duyduğuna şöyle anlatmış:
San'a'da bir kadının
kocası kendisini bırakıp gitmiş. Kadının yanında başka karısından olan Asıl
adlı oğlunu bırakmış. Kadın, kocası gider gitmez bir dost edinmiş. Bir gün
dostuna:
— Hiç şüphe yok ki, bu çocuk bizi kepaze edecek:
şunu öldürüver; demiş. Dostu bundan çekinmiş ise de, bu sefer kadın da ondan
yüz çevirmiş. Derken dostu kadının dediğine razı olmuş ve çocuğu öldürmek için
kadının dostu ile başka bir adam bizzat kadın ve hizmetçisi toplanarak onu
öldürmüşler. Sonra onun bütün uzuvlarını keserek bir zenbİle
koymuşlar ve köyün ötesindeki bir kor kuyuya atmışlar.. İbni Vchb kıssayı anlatmağa
devamla diyor ki: «Nihayet kadının dostu yakalanmış ve suçunu i'tirâf etmiş.
Arkasından ötekiler de itiraf etmişler. Bunun üzerine o gün San'a'da Emir bulunan Yala unların
maceralarını Ömer (R.A.)'c yazmış. Ömer de hepsinin öldürülmesine dâir bir nâme
yazarak :
— Vallahi bu çocuğun katline bütün San'a
ahalîsi iştirak etse hepsini öldürürdüm; demiştir.»
Hu kıssadan
anlaşılıyor ki, Hz. Ömer'in re'yine göre bir kişiye bedri bir cemâat
öldürülür. Hadîs-i şerif İmam Mâlik ile NcfıaVmn deli Heri ndendir.
Bir kişiye mukabil bir
cemâatin öldürülmesi hususunda bir kaç mezheb vardır:
1— Bir
kişiyi öldüren cemâatin bütün fertleri öldürülür. Cumhur-u ulemâ'nın mezhebi
budur. Bu kavil Hz. Ali (R. A.) ile diğer bazı Sa-hâbo-î Kİrâm'dan da rivayet
olunmuştur. Filhakika İmam Buharı (194 —258)'nin Hz. Ali'den tahrîc ettiği bir
hadîse göre: îki adam bir adam aleyhine, hırsızlık suçundan dolayı sâhidlik
yapmışlar. Ali (R. A.)'de o adamın elini kesmiş, sonra aynı adamlar başka
birini getirerek :
— Biz yanılmtşız; hırsız bu idî; demişler.
Fakat Alî (R.A.) ikinci adam aleyhindeki sehâdctlerinİ kabul etmemiş; birincinin diyetim de kendilerine ödetmiş ve
:
— Sîzin bu işi kasten
yaptığınızı bilsem
ellerinizi keserdim; demiştir. Kısas hususunda nefis ile kol ve bacaklar
arasında fark yoktur.
2— Verese o
cemaattan birini ayırırlar, imam Şafiî İle bir kısım ulemânın ve bir rivayetle
İmam Mâlik'in mezhebi budur. İmam Mâ-Hh'tUm di;|oi' rivayete göre o cemâat
arasında kur'a çekilir; ve kur'a 1-iKio isabet ederse o öldürülür; geri kalanlardan ise diyet hissesi alınır.
Bunların delili : Denkliğin mu'tebor olmasıdır. Bir kişi için bir cemâat
öldürülmez. Nitekim köle için hür de öldürülmez.
3— Cemaata
kısas yoktur. Onlardan mümâselete riâyet için sadece diyet alınır. Bazıîannı
tahsise de imkân yoktur. Dâvud-u Zahirî (202
270) ile bazı ulemâ'mn kavli de budur.
Satı'oni (1059—1182)
bir zaman bu son kavli tercih etmiş; ve: "Nlı1 bu meselede ulemâ'nın
kavilleri bunlardır. Zahir olan Davud'un kavlidir.. » diye söze bağlıyarak
Cumhur-u ulemâ'ya bir hayli atmış. lııfmuş. Hz. Ömer (İZ. A.) hükmünü hüccet
kabul etmediği gibi îemâ-t ümmet'i dahi tanımamış ise de sonraları bu re'yinden
vaz geçerek bir kişi için bir cemâatin öldürüleceğine kail olmuştur.[964]
1203/1005-
«Ebu Şüreyh-İ Huzai[965]
radtyaîlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallalîahü
aleyhi ve selîem:
— İmdi benim bu
sözümden sonra bir kimsenin bîr Ölüsü öldürülürse Ölenin ailesi iki şey
arasında muhayyerdir. Ya diyeti alırlar; yâhud Öldürürler; buyurdular.»[966]
Bu hadîsi Ebu Dâvud,
ile Nesaî lahrîc etmişlerdir. Aslı, Sahiheyn'-de bu mânâda rivayet olunan
Ebu Hüreyre hadisindedir.
Ebu Şureyh'in adı Amir
b. Huveylid'dir, Daha başka olduğunu söyliycnler de vardır.
Bu hadîsin aslı şudur
: «Peygamber (S.A.V.) sözü arasında :
— Sonra sizler ey
Huzâ'a cemâati! Huzeyl (Kabilesinden olan) bu adamı Öldürdünüz. Hem onun
âkili benim. İmdi bir kimsenin ölüsü
öldürülürse... ilâh.»
Ebu Şuroyh hadisi az
yukarıda İbni Abbas hadîsinin şerhinde görülmüştü; yalnız oradakinde üç şey
arasında muhayyerlik olduğu ifâde ediliyordu. Maamâfîh yine de münâfaat yoktur.
İbni'l-Kaı/)/im {fini -—751) «cl-Hcdyü'n-Ncbcviy» adlı eserinde şöyle diyor:.
«Muhakkak vâcib olan, iki şeyin biridir; ya kısas, yâhud diyet. Bu hususta ölenin
velîsi dört şey arasında serbesttir; ya Meccâncn afv, ya diyet alarak afv, ya
kısas. Bu üç şey arasında muhayyer olduğunda hilaf yoktur. Dördüncüsü: diyetten
fazla almak için uzlaşmaktır. Burada dahî iki vecih vardır: Bu vecihlerin
meşhur olanına göre uzlaşma caizdir, imam Ahmcd b. Hanbcl'in mezhebi budur.
İkinciye göre diyetden
yâhud daha azından maada mal afvi yapamaz. Delili i'tibâriyle bu vecih daha
kuvvetli görülmektedir. Diyeti ihtiyar ederse kısas sakıt olur. Artık onu
istiyemez. İmam Şafiî'nin mezhebi de budur. İmam Mâlik'in dahî bir kavli
budur. İkinci kavline göre mutlaka kısas lâzım geldiğini; afv ile diyete ancak
câ-nînin rizâsiyle gidilebileceğini az yukarıda görmüştük.[967]
Dîyet: însanın canına
veya kol, bacak gibi etraf a'zâsına yapılan cinayet sebebiyle verilmesi lâzım
gelen maldır. Kâmûs'ta diyet: Öldürülen kimsenin hakkıdır.
Erş : Can almaktan
aşağı olan cinayetlerde verilmesi îcâb eden maldır.
însan öldürmekle
diyetin lâzım gelmesi pek büyük bir hikmete mebîiîdir. Bu hikmet insan denilen
sun-u ilâhî'yi yıkılmaktan ve kanını heder olmaktan kurtarmaktır. Esas
i'tibâriyle bir insanın diyeti yüz de-. ve veya bin altın yâhud on bin dirhem
gümüştür. Diyet İki kısımdır : Mugallcza
ve gayr-i mugallcza:
1— Diyet-İ
Mugalleza: Yirmi beş adet iki yaşma basmış deve yavrusudur. Üç, dört ve beş
yaşına basanlar da aynı hükümdedir.
2 — Diyet-i
gayrı mugalleza: Yirmi adet iki yaşma basmış deve yavrusudur.
Diyet, Kitab ve
Sünnetle vâcib olmuştur. Kitaptan Dlîli
:
«[968] Ailesine teslim edilecek diyet.» âyet-i
kerîmesidir. Sünnetten delî-li aşağıdaki hadîslerdir.[969]
1205/1006- «Ebu
Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm, babasından o da dedesinden -radıyallahü
anhüm- işitmiş olarak rivayet edildiğine göre. Peygamber sallallahü aleyhi ve
scllem Yemen'Iİlere mektup yazmış, müteakiben ceddi hadîsi rivayet etmiştir.
Bu hadîste şu da vardır:
— Hiç şüphe yok ki
eğer bir kimse bir mü'mini bir kabahatsiz, şahîdlerin gözü önünde öldürürse
muhakkak bu katil (mucib-î) kısastır. Ancak öldürülenin velîleri razı olursa o
başka. Yine şüphesiz ki nefis hakkında diyet, yüzdevedir. Burunda bütünü
kesildiği zaman diyet vardır. Dilde diyet, dudaklarda diyet, zekerde diyet,
hayalarda diyetT bel kemiğinde diyet, gözlerde diyet vardır. Bir ayakta yarım
diyet, imik yarmakta diyetin üçte biri; derin yarada diyetin üçte biri; kemiği
kırılan yarada onbeş deve vardır. El ve ayak parmaklarının her birinde on deve,
dişde beş deve, kemiği görünen yarada beş deve vardır. Hem muhakkak kadına
mukabil erkek Öldürülür. Altını olanlara bin altın vermek lâzımdır.»[970]
Hadîsi Ebu Dâvud
mürseller arasında tahrîc etmiştir; -onu Nesaî, İbni Huzeyme, İbni'l-Cârûd,
İbni Hibban ve Ahmed'de tahrîc etmiş; fakat sabîh olup olmadığında ihtilâfa
düşmüşlerdir.
Bu hadîs şöylebaşlar :
«Muhammed Peygamber'den
ŞurahbH b. Kelâl ve l\lu-aym b. Abdi Kelâf ve el-Hars b. Abdi Kelâl'e. Bundan
sonra.......
«Öldürülenin velîleri
razı olursa o başka.» cümlesinde velîlerin muhayyer olduğuna delîl vardır.
Dil, kökünden
kesildiği yâhud konuşamaz hale geldiği zaman diyet îâzım olur. Zeker de
kökünden kesilirse diyet îcâbeder.
Ebu Dâvud mürsellerde
: «Bu hadîs isnad edilmiş, fakat sahih değildir. Bunun isnadı hakkında Süleyman
b. Dâmıd[971] un söylediği vehimdir»
diyor. Ebu Zür'a (—264) dahî : «Ben bu hadîsi Ah~ med'e arzettim : Bu, Süleyman
b. Dâvud bir şey değildir; dedi.» deinektedir. İlmi Jîibban onun için «zaîftir»
demiştir. Süleyman b. Dâ-vud-u Hûlâni ise sikadır. Her iki Süleyman, ZührVdcn
hadîs rivayet etmişlerdir. Sadakalara âit olan hadîsi Hûlâni rivayet etmiştir.
Onu zaif addedenler Yemânî zannettikleri için zait saymışlardır.
İmam Şafiî diyor ki :
«Ulemâ hu hadîsi kendilerince onun Resû-lüllah
(S.A.V.)'in mektubu olduğa sabit olmadan nakletmcmişlerdir.»
îbni Abdiîbcrr : «Bu,
&iy&v . ulemâs*nca meşhur ve içindekiler ulemâ indinde o derece ma'ruf
bir mektuptur ki, bu ma'lûmiyetin şöhreti onu isnaddan müstağni kılmıştır.
Çünkü o nâsın kabul marifeti ile telâkkileri sayesinde mütevâtire
benzemiştir.»
Ukaylî onun için :
«Sabit, mahfuz bir hadîstir. Yalnız bir onu ZiiArî'den yukarısından işitilmemiş
bir mektup zannediyoruz.» demiştir.
Ya'kub b. Süfyan da :
«nakledilen mektuplar içinde Amr b. Hazm'ın mektubundan daha sahih bir mektup
bilmiyorum. Çünkü sahabe ve tabiîn ona müracaat ederek kendi reylerini
terkediyorlar.» demektedir, îbni Şihâb: «Resûlüîlah (S.A.V.)'in Amr b. Hazm'i
Necran'a gönderdiği zaman kendisine, yazdığı nâmeyi okudum. Bu nâme Ebu Bekir
b Hizam'de idi.» diyor. Mezkûr nâmeyi Hâkim, îbni Hihban ve Beyhald
sahîhlemişlerdir. îmârp, Ahmcd onun hakkında : «Sahih olmasını umarım»
demiştir!
Hafız îbni Kesir
«cl-îrşâd» dalıadîs imamlarının sözlerini naklettikten sonra.Şunları
kaydetmiştir: «Bc:ı derim ki: nereye çevirsen H)u :merfetup;_ c'ski ve, yeni
İslâm ulemâ'sı arasında elden ele dolaşmaktadır. Ona i'timâd ederler, bu babın
mühim mesailinde ona baş vururlar.» Bundan sonra îbni Kesir, <Ya'kub b.
Süfyan'm sözünden bahseder.
Görülüyor ki, bu
mektup ma'mulün bih'tir. Ve şüphesiz ki bir şahsın hususî re'yinden evlâdır.
Hadîs-i şerif, bir çok
fıkıh meselesinide şâmildir. Biz bunları aşağıda sıra ile zikredeceğiz:
1— Bir kimse
bir mümini hiç kabahati yokken öldürürse ona kısas vâcibolur. Ancak maktulün
velîleri razı olurlarsa kısas edilmez. Zîrâ onlar kısasla diyet arasında
muhayyerdirler.
Hattabî (irtibat) kelimesinin
ffzerinde durmuş ve: «(iğtiba-ta), kısas için değil zulmen öldürdü; demektir:»
mütâlâasında bu-Innmuştur. Aynı kelime (iğtebata) şeklinde de okunmuştur. Nitekim
Sünen-i Ebî Dâvud'daki tefsiri de bunu ifâde ediyor. Çünkü Ebu Dâvud: «Yahya b.
Yahya el-Gassanî'ye (iğtibat) sorulmuş da: fitne hakkında öldürüp sonra doğru
yolda olduğunu anlayan ve bundan dolayı Allah'a istiğfar etmeyen
katildir; cevabını vermiştir.» diyor.
Bu rivayet kelimenin gıbta yani ferah ve sürurdan hüsn-ü hâlden alındığını
gösterir. Maktul mümin olup öldürüldüğü için sevinirse şu hadiste vârid olan
tehdidde dâhildir :
«Bir kimse bir mümini
Öldürür de Öldürdüğüne sevinirse Allah onun hiç bir farz ve nafile ibâdetini
kabul etmez.»
2— Diyetin
miktarı yüz devedir. Hadîs-i şerif aynı zamanda esas i'tibârı ile vacib olanın
deve olduğuna da delâlet ediyor. İmam Şafii ile bazı uîemâ'nın mezhebi budur.
Develerin kaç yaşında olacakları aşağıda gelecektir. Ancak bu hadîste «Altını
olanlara bin altın vermek lâzımdır» buyurulması altının da asıl olduğunu
gösterir. Bundan «devesi olana deve, altını olana da altın vermek asıldır»
mânâsı kastedilmiş olabileceği gibi altın meselesi devesi olmayanlara
mahsus.olmak ve o asırda yüz devenin bin altın ederdiğini beyân da kastedilmiş
olabilir. Nitekim Ebu Dâvud ile NesaVnin Amr b. Şuayb'dan onun da babasından
onun da dedesinden işittiği bir hadîste şöyle denilmektedir:
«Resûlüîlah (S.A.V.)
hatâ suretiyle katlin diyetini köylülere 400 altın yâhud onun karşılığı gümüş
ile kıymetlendirir, bunları da deve fi-atları üzerine vururdu. Develer
pahallılandı mı diyetinde kıymetini yükseltir, deve fiyatları kıpırdar ve
ucuzlarsa kıymetini azaltırdı. Resûlüîlah (S.A.V.) zamanında kıymetler dört
yüzle sekiz yüz altın arasına varmış. Bunların gümüşten karşılığı 8000 dirheme
yükselmişti. Râvî diyor ki : Sığır sahiplerine 200 sığır hükmetmiş, diyeti
koyundan olanlar» 2000 koyun verdİrmiştir.»
Yine Ebu Dâvud, Hz.
İbni Abbas (R. A J'dan şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Benî Adîyy
kabilesinden bir adam Öldürülmüş. Resûlüllah (S.A.V.) onun diyetini 12000
(dirhem) yapmıştır.» Böyle bir hadîsi imam Şafiî ile Tirmizl de rivayet
etmişlerdir. Tirmizî hadîsinde diyetin 12000 dirhem olduğu tasrih edilmiştir.
IrakEılar'a göre diyet gümüşten 10.000 dirhemdir. Bunun misli Hz. Ömer
(R.A.)'dcn de rivayet olunmuştur -anhşılıyor ki, onlar bir dinarı yani altını
on dirhemle kıymetlendirmişler; zekât hususunda dahi miskali on dirhemle
kıymetlendirmişlerdir. Ebu Dâvud, Atâ'd&n: Peygamber (S.A.V.)'in diyet
hususunda deve sahiplerine 100 deve; sığır sahiplerine 200 sığır, koyun
sahiplerine 2000 "koyun; eîbisecilere 200 elbise, buğday sahiplerine de
Muhammcd b. îs-hak'm belleyemediği bir şey hüküm buyurduğunu rivayet etmiştir.
Bu hadîs kolaylık
göstermeye ve kendisine diyet îcabeden kimseye diyet olabilecek ne bulursa onu
vermenin caiz olduğuna delâlet ediyer. Bu hucuata muhtelif kaviller varsa da
bunlar kabule şâ-yân görü'memekte, ve hadîslere ittiba' tavsiye olunmaktadır.
3— Burun, ta
kasların dibinden kesilirse diyetini vermek îcabeder; bu hususta ihtilâf
yoktur.
Eurun dört şeyden
mürekkeptir. Burun kemiği, geniz, burun kenarı ve burun ucu.
Kasabe denilen burun
kemiği kaşların birbirine bitiştiği yerden başlayarak inen kemiktir. Geniz:
burun yumuşağındakî kıkırdaktır. Burnun ağız tarafındaki son kısmına (Ravse)
derler. Tamamen ucuna da (Ernebe) ta'bir olunur. Bu kısımlardan birine cinayet
vuku' buldukta hükmü ne olacağı ihtilaflıdır. Bazılarına göre hakeme müracaat
olunur. Fukâhâ ile bazı Zahirîler : «Mârin, (yani kıkırdak) için diyet lâzım gelir»
demişlerdir. Delilleri : imam Şafiî'nin Tâvus'd&n rivayet ettiği şu
hadîstir:
«Tavus : Bizce,
Resûlüllah (S.A.V.)'in mektubunda burun hakkında, kıkırdağı kesildiği zaman
100 deve verileceği vardır» demiştir. İmam Şafiî, bu hadîsin Âl-İ Hazm
hadîsinden daha açık olduğunu söylemiştir.
Burunun kenarındaki
yıımrulu yeri kesilirse yarım diyet verilir. Bit bâbta dahî hadîs vardır.
Bcyhakî'mn Amr b. Şuayb't&n tahrîc elliği bu hadîste söyle denilmektedir :
«Peygamber {S.A.V.)
burnunun kenarı kesildiği zaman yarım diyet, 50 tİL've yâhud onların muâdili
altın veya gümüş hükmetti.».
4—
«Diide
diyet vardır» cümlesi dilin kökten kesilmesini ifâde ediyor. Bu taktirde diyet
lâzım geleceği ittifakıdır. Dili konuşamıya-cak hale getirmek dahî aynı hükümdedir.
Fakat bazı harfleri söylcmi-yecek şekiide keserse bazılarına göre bu harflerin
adedince hisse öder. Bir takımları : «di! harfleri denilen 18 harfin hissesini
verir; altı adet boğaz harfi ile dört adet dudak harfinin hissesini ödemek»
diyorlar.
5— «Dudaklarda
diyet vardır» cümlesi iki dudağın hükmünü ifâde ediyor. Eu dahî ittifakıdır.
Fakat dudağı i birisi kesilirse hükmün nr olacağı ihtilaflıdır. Cumhur-u
ulemâ'ya göre her dudak için yarını diyet vardır. Zeyd b. Sebil (R. A.)'âcn
bir rivayete göre üst dudak için üçte bir; alt dudak için de üçte iki diyet
vardır. Çünkü alt dudağın faydası daha çektur. Yiyeceği, İçeceği ağızda
zabteden odur.
6— «Zekerde
diyet vardır.» Bu cümle dahî bütün kesildiğini ifâde ediyor. O taktirde
meselede hilaf yektur. Fakat yalnız haşefe yani sünnet yeri kesilirse mesele
ihtilaflıdır, imam Mâlik ile Sâfiîler'-den basılarına göre diyet lâzım gelir.
Hadîsin zahirine bakılırsa bu hususunda âleti kalkanla kalkmayan; ve keza yaşlı
ile sâbî arasmda. fark yoktur. Nitekim imam Şafiî'nin mezhebi de budur. Ekser-İ
ulemâ'ya göre ise zeker ile hayalar ve âleti kalkmayan hastalar hakkında
hakemin karan mu'teberdir.
7— «Hayalarda
diyet vardır.» Bu ittifakîdir. Eir tanesinde ise yarım diyet vardır. Hz. Alı
(R..A.) ile Saîd b. el - Müseyyib'dcn bir rivayete göre sol haya içi diyetin
üçte ikisi verilir; zîrâ çocuk ondan olur. Sağ haya içinde üçte bir diyet
verilir.
8—
«Bel kemiği
için diyet verilir.n Mesele'ittifakıdır. Şâjct bel kemiğinin kırılması
ile beraber meni de kurursa iki diyet vermek îcâbeder.
9— İki göz
için bilittifak bir diyet vardır. Gözün biri çıkarılırsa yarım diyet lâzım
gelir. Tek gözlü insan hakkında ihtilâf
vardır. Bu £öz çıkarılırsa Hanofîler'lc Şâfiîler'e göre yarım diyet vermek
icabedor. Zira delil bu hususta bir ayırma yapmamıştır. Delilden maksat : Buradaki hadîstir. Bunlar meseleyi bir eli
olan kimseye de kıyâs ederler. Bir eli ol.m bir'kimsenin o elini de. kesen
bilicmâ yarım diyet öder; binâenaleyh burada da öyledir. Sahâba'den bir
cemâatle İmam Mâlik ve Ahmed'c göre burada vâcib olan tam diyettir. Çünkü bu
göz iki göz yerini tutmakladır.-Bu göze cinayet yapmak Cumhur'a göre kısas
îcâbeder. İmam Ahmcd'den bir rivayete göre kısas lâzım gelmez.
10— Eir ayak
için yarım diyet vardır. Kendisine
diyet îeâbedcn ayağın hududu baldırla ayak arasındaki mafsaldır. Ayak dizden kesilirse
bütün diyet; daha ziyâde kesilirse bir hakemin hüküm vermesi îcâbeder.
Beyhakî (384—458)'nin
ifâdesine göre Zührî (—124) Amr b. Hazm'in mektubunda kulak için 50 deve
verileceğini okumuş ve demiş ki: <'VÂ7.q Amr ile Ali'den rivayet olunduğuna
göre kendileri böyle hük-meder'ermin.» Yine BcyhnkVnin Hz. Muâz (R.A.)'m
rivayet ettiği bir hadîste kulak için 100 deve, akıl için dahî 100 deve vermek
îcabc-ttiği kaydedilmektedir. Ancak mezkûr hadis için Bcyhakl : «Bunun isnadı
kavı değildir.» diyor. İbni Kesir buna şu sözleri ilâve eder : «Çünkü hadîsi
Ruşd b. Sa'd-i Misrî rivayet etmiştir. Halbuki bu zât zaîf-tir.»
Zeyd b. Edem[972] diyor ki : «Sünnet: akıl zail olduğu zaman
ona da diyet lâzım gelir; tarzında devam etmiştir.» Buriu Bcyhakî rivayet eder.
1—
Gerek
beyne işleyen derin baş yarasında, gerekse karın boşluğuna açılan yarada c iye
in üçte biri verilir. İmam Şafii : Resûlüllah (S.A.V.)in :
— Karın boşluğuna
açılan yara hakkında diyetin üçte biri vardır" buyurduğunda bir hilaf
bilmiyorum» demiştir. Bunu ibni Krslr <—774) «cl-İrşâd» da nakleder.
«Nihâyrtü'l-Müctchid»
nâm eserde şöyle deniliyor: «(Câife) denilen yaranın baş yarası olmayıp vücut
yaralarından olduğuna, bundan dolayı kısas lâzım gelmeyip sâdece diyetin üçte
biri verilebileceğine, sırt ve karındaki yaraların bu nev'i yaralar olduğuna
ulemâ ittifak etmişlerdir. Vücudun başka yerlerinde hasıl olup içeriye imleyen
yaralar hususunda ise ihtilâf vardır. İmam Mâlik'in Sriîd b. cl-MiisryyiV'den
rivayetine göre hangi a'zâ olursa oksun yaralanır da yara içeriye işlerse o
a'zânın diyetinin üçte birini vermek îcâbeicr. Hazrrti Mâlik bu kavli ihtiyar
etmiştir.
12— İçinde
kırılmış kemiği sallanan yaraya
(münakkıle) derler. Bunda nnbeş
deve verilir.
13— El ve
ayak parmaklarının her biri için nn deve vermek icab-eder. Cumhur-u ulemâ'nın
re'yi budur. Çünkü Amr b. Şııayb'ın mer-fu' olarak rivayet ettiği bir hadîste
bütün parmakların birbirine müsavi olduğu biidiriliyer,
14— Her dis
için bes deve vermek lâzımdır. Meselede hilaf olmakla hrraİK'r. C-jmîıi'r'un
kavli budur.
15— Altından
kcmifîi açılan yaraya (muvaddıba) derler. Böyle yaralar için beş deve verilir.
Maamâfih mns'ele ihtilaflıdır.
Fâide — BcyhakVnm-Hz.
Zeyd b. Sabit (R. A ./dan rivayetine nazaran (Hâsimc) denilen ve kafa tasını
patlatan derin baş yarası için on deve veril: r. Bunu Beyhakî bir çok ehl-i
ilim zevattan hikâye etmiştir.
Abdullah b. Ahnıcd
(—417), Hz. Ömer b. Hattab (R.A.)'m döğülerek gözü, kulağı aklı ve nikâhı elden
giden bir adam için dürt diyet verilmesine hükmettiğini rivayet eder.
İmam Ncsâî, Arar b.
Şuayb'ten çu hadisi rivayet etmiştir:
«Resûlüllah (5.A.V.)
bulunduğu yeri tıkamakta olan kor göz çıkarılırsa diyetinin üçte bîri
verileceğine, (nüzulden) kurumuş el kesilirse diyetinin üçte biri; kararmış diş
çıkarılırsa yine diyetinin üçte biri verileceğine hükmetti.»
Bu hadîsi 1 bni Kesir[973] dahî «cl-İrçâd-» da zikretmiştir.[974]
1206/1007- «İbni
Mes'ud radıyallahü anh'den Peygamber sallallahü aleyhi ve scllcm'tn şöyle
buyurduğunu duyduğu rivayet olunmuştur:
— Hatâ (en insan
öldürme) nin diyeti beşte birer olarak alınır; yirmi adet dört yaşma girmiş
deve yavrusu, yirmi aded beş yaşına girmiş, yirmi adet iki yaşına girmiş, yirmi
ad€t üc yaşına girmiş dişi ve erkek deve yavruları.»[975]
Bu hadîsi Dârc Kutnî
tahrîc etmiştir. Dört'ler onu :
«Lâfîzîîe tahrîc
etmişlerdir. Fakat birincinin isnadı daha kuv-vot'idir. Bu hadîsi İbni Ebî
Şcybc başka bir vecihten mevkuf olarak tahrîc etmiştir. O rivayet merfu'
olandan daha sahihtir. Aynı hadisi Ebu Dâvud ile Tirmizî, Amr b. Şuayb'den o da
babasından o da dedesinden isitmi1} olmak üzere refi' ederek nıı lâfızlarla
tahrîc etmişlerdir: «Diyet; otuz, dört yaşına basmış, otuz da beş yadına
basmış, deve yavrusu ile kırk dâne yavruları karınlarında bir sone erkek bir
sone dişi derjuran devec'r.»
Dört'ter'in isnadında
Hişif b. Mâlik vardır. Bu zât için Dârc Yut-nl «Meçhul bir adamdır» der. Fakat
Ncsal onu mevsuk addetmiştir. Bir de zaîflerden Haccac b. Ertat bulunmaktadır.
Eu hadîs hakkında
Beyhakî, Dârc KutnVyc i'tirâz etmiş ve : "üç yanma basan deve yavrularını
erkekH drM'i zikretmesi kendisinin hatasıdır.» demiştir. Bundan sonra Beyhakî
«Sahih olan, bu hadîs Abdullah b. Mes'ud'a mevkuftur.» demiştir.
Hadîs-i şerif hatâen
kati'de diyetin beşte bir usulü ile alınacağına delildir. İmam Şafiî, Mâlik ve
Ulemâ'dan bir cemâat buna kaildirler. Oıîara göre beşinci beşte bir üç yaşma
basmış erkek yavrular olacaktır. f"nm A'zanı'da.n bir rivayete göre ise :
iki yaşına girmiş erkek deve dorumları olmalıdır. Nitekim Dört'ler'in rivayeti
de bunu gösteriyor.
Bazıları üç yaşma
girmiş deve yavrularını hesaba katrmyarak diyetin dörtte b'r hesabı ile
alınacağına kail olmuşlardır. Fakat bunların istidlal ettikleri hadisi; hadîs hafızlan kabul etmezler.
İmam Şafiî ile Mâlik
katlin, kasitli, yarı kasitli ve hatâ kısımlarına ayrılmasına bakarak diyetin
de muhtelif olacağına kail olmuş ve : «Diyet, kasıtlı Ölüm ile yarı kasıtlıda,
üçte bir hesabı ile olur.» demişlerdir.
Diyette tağliz'a
gelince : Diyet-i mugallcza, ağır diyettir. Eu diyet Hz. Ömer ve Osman (R.
Anlıümâ)'mn Harem-i Şerifte öldürülenler hakkında bir bütün bir do üçte bir
diyet almak suretiyle tatbik ettikleri bir nev'i ağır cezadır. Ulemâ'dan
Hanefîler'le bir cemâatin buna kail •oldukları tesbît edilmiştir. Bu hususta
İleride söz edilecektir.[976]
1203/1008- «İbni
Ömer radnjallahü anhümâ'dan Peygamber mllal-lahü alcı/hi ve scllcm'ın şöy'e
buyurduğunu işittiği rivayet olunmuştur:
— Hiç şüohe yok ki
insanların Allah'a karşı en saygısızı üç kişidir: Allah'ın hareminde (insan)
öldüren, yâ-Iıud kendi kandilinden başkasını öldüren, yâhud da cahili-yet ÖCÜ
İçin (İnsan) öldüren.»[977]
Bu cümleyi Ibnİ
Hibban, sahîhledi-ği bir hadîste tahrîc etmiştir.
Zahl : Öc, intikam
almak ve işlenen bir cinayet mukabilinde mükâTant istemektir.
Hadts-i şerif, mezkûr
üç nev'i insanın başkalarından daha mütecaviz olduklarına delildir.
Birincisi : Hnrcm-i
Şerifte insan öldürendir. Bunun işlediği katil suçu harem dışında Öldürenin
sucundan daha ziyade ve daVıa ağırdır. Znhir-i hadis Makke ve Medine
haremlerine şâmildir. Yalnız hadis Mekke'nin fethi esnasında Miizdelîfe'dc
nldürükn bir zât hakkında vâ-rkl olmuşsa da selıebin hususiyeti mu'tcbcr
değildir.
İmam Üâfü, Harcm-i
Şerifte haiâcn infan öldüren ile yakın ak-rnbnsını öltıürcne ve ke haram
aylarda insan öldürene Diyet-i Mu-H."iH»'zn tatbikine kîiil olmuş ve:
«Eöyle ahvalde Eshâb-ı Kiram diyeti ngııiaştırmışlardır» demiştir.
Diyeti ağırlaştırma
hususunda Amr b, Şuayb'tan merfu' olarak hadîs rivayet olunmuştur :
«Şibhi amd'in diyeti
kasıtlı ölümde olduğu gibi ağırdır. Ama sahibi öldürülmez. Bu, Şeytan'ın
zıplamasından ve bu sebeple insanlar arasında hiç bir kin ve silâh çekme yok
iken kanlar dökülmekten ibarettir.» Bu hadîsi İmam Alımca ile Ebu Dâvııd
rivayet etmişlerdir.
İkincisi : Kendi
katilinden başkasını öldürendir. Bundan murâd : Kan dâvası uğrunda meselâ :
babasını vuran katili vuracağı yerele başkasını Öldürmektir.
Üçüncüsü : Câhiliyet
öcü ile insan öldürmektir. Bunun İzahı hadîsin baş taraflarında geçti.
Câhiliyet öcünden : câhiliyet devrine ait kan dâvası sebebiyle bir müslümanı
öldürmek dahî kastedilmiş olabilir. Nitekim Bcyhakî'nin tahrîc ettiği bir
hadîste :
Peygamber
(S.A.V.) :
— İnsanların en
mütecaviz." kendi kaatilinden başkasını Öldüren yâhud câhiliyei zamanındaki
kan dâvası sebebiyle müslümanlardan kan dâvası güdendir...)) buyurularak bu
hususa işaret olunmuştur.[978]
1209/100- «Abdulfah
b. Amr b. Aş rndıyallahu anhihnâ'öan Resû-lüllah sallallahû aleyhi ve scllcm'm
şöyie buyurduğu rivayet olunmuştur :
— Dikkat edin! Hiç
şüphe yok ki hatâ ile şibh-î amd'in diyeti kamçı ve sopa i!e Öldürüldüğü zaman
yüz devedir. Bunlardan kırk dânesinin yavruları karınlarında olacaktır.»[979]
Bu hadisi Ebu Dâvud
ile Nesaî ve Ibni Mâce tahrîc etmişlerdir. İbni Hibban onu sahîhlemiştir.
İbni Kattan (120—198)
: «Bu hadîs sahihtir. İhtilâf ona zarar vermez.» demiştir. Bu hadîs hakkındaki
îzâhât yukarıda geçmiştir. Musannifin onu burada zikretmesi geçen Amir b.
Şuayb hadîsini tefsir içindir. Yalnız orada geçmeyen diyeti ağırlaştırma
meselesini burada beyân etmiştir.[980]
1210/1010- «İbni
Abbas radıyallahil anhümâ'dan Peygamber sallallahil aleyhi vn- scllcm'âcn
duymuş olarak ri,vâyet edildiğine göre Resû-lüllah (S.A.V.) :
— Sununla ŞU
müsavidir; buyurmuş; (Bununla)
küçük parmağı ile baş parmağı kastedmiştir.»[981]
Bu hadîsi Buharî
rivayet etmiştir. Ebu Dâvud ile Tirmizî'nin rivayetlerinde :
— Parmaklar müsavidir; dişler müsâvîdir; ön diş
ile avurd dişi de müsâvîdir; demiştir, ibni Hibban'ın-rivâyctjnde:
— Eil parmakları ile
ayak oarmaklarının diyeti müsâvîdir; her parmak için on deve verilir;
buyurmuştur. Bu hususlar yukarıda îzâh edilmiştir.[982]
1211/1011- «Amr
b. Şuayb'dan o da babasından o da dedesinden -radıyallahü anhiim- merfu' olarak
rivâyei olunmuştur. Resûlüllah {S.A.V.)
buyurmuşlardır ki:
— Eğer bir kimse
hekimlikle ma'ruf olmadığı halde hekimliğe özenir de Nr cana kıyar yâhud ondan
aşağı bir zarar yaparsa (onu) öder.»[983]
Bu hadîsi Dâre Kutni
tahrîc etmiştir. Hâkim nnu sahîhlemiştir. Hadis Ebu Dâvud ile Nesaî ve başkalarının
eserlerinde de mevcuttur. Şu kadar var ki, onu mürsel olarak rivayet edenler
vaslcdenlcrden daha kuvvetlidir.
Dârc Kutni : «Bu
hadîsi İbni Cürcyc'den rivayet edenler arasın-dn Vrlid b. Müslim'den başka
müsned rivayet eden yoktur» demiş; FA)u Dâvud da onu Velid'den başka rivayet
eden olmadığını söylemiş ve : «Sahîhmidir değil midir! bilmiyoruz.» demiştir.
Bu hadîs hekimlik
yapmağa özenirken insan öldüren veya ölümden başka bir zarar yapan kimsenin,
yaptığı telefatı Ödeyeceğine delildir. Bu içi kasten veya hatâen yapması; keza
zararın doğrudan doğruya veya sirayet yolu ile vuku' bulması hükmen birdir.
Hattâ bu bâbta icmâ' olduğunu iddia edenler bulunmuştur. Bazıları: «Eğer doktor
taslağı hastayı müşkül vaziyete düşürürse kendisine dayak, hapis ve diyet
Ödetme cezaları tatbik edilir» demişler; bir takımları : «Diyet âkîlesine
ödettirilir» kanâatinde bulunmuşlardır. Doktor tasladığından murâd :
Hekimlikten haberi olmayan kimsedir. Hekimlik tahsil eden ve ma'ruf, kâmil bir
üstadı bulunan kimseye tabîb-i hâzik yani kâmil doktor derler.
îbni'l - Kayyım
(691—751) «el-Hedyü'n-Ncbeviyyy, adlı eserinde tabîb-i hâzik'i şöyle ta'rif
eder : «Tabîb-i Hâzik, tedavi esnasıntia yirmi şeye dikkat eden kimsedir. Câhil
tabîb ise önceden bir bilgisi olmaksızın tıbb ilmini kurcalayan kimsedir.
Böylesi cehaleti yüzünden canlar yakmağa hücum eder; tehevvüre kapılarak bilmedi;]
şeye burnunu sokar ve bu suretle haytayı aldatmış olur. Rinâe-nsılovh
kendisinin zararı ödemesi îcâbeder. Bu ehl-i ilim tarafından icmâ'dır.» der.
Flatlâbi dahî :
«Tedaviyi yapan haddini tecâvüz eder do hasta ülürse onun diyetini öder. Rir
ilim veya i«jlc meşgul olan fakat onu bilmeyen, mütecavizdir; kendi işinden
mütevellid zararın diyetini ii.ler. Fakat kisâa olunmaz. Çünkü bu işi hastanın
izni olmaksızın yapmamıştır. Tabibin cinayeti umumiyetle ehl-i ilmin
kavillerine göre âkîlesine ödettirilir.» demektedir.
Kâmil bir doktor
hastayı iyileşmez hâle düşürdüğü takdirde ı-£er bu hâl sirayet yolu ile vuku'
bulmuşsa bil ittifak bir şey ödemek. Zira bu sirayet şeriat tarafından izin
verilen bîr fiilden neş'et etmiştir. Bu gûnâ fiillerin sirayetinde ödeme
yoktur. Cumhur-u ule-mâ'nın İmam A'zam'u göre ise ödeme vardır, İmam Şafii
hudûd gibi şer'an takdir edilmiş bulunan fiil ile ta'zîr gibi takdir edilmemiş
olan fulleri birbirinden ayırmış ve şer'an mukadder olan fiilde tazminat
olmayacağına; mukadder olmayandan doğacak zararın tazmin ettirileceğine kail
olmuştur. Zîrâ bu fiil ietihad neticesidir. İctihadda düşmanlık yapraış.
olabilir.
Fakat hastanın fenalaşması
sirayet yolu ile değil de doğrudan doğruya olursa kasıt bulunduğu takdirde
doktora tazmin ettirilir. Halâ suretiyle olursa âkilesi Öder.[984]
1212/1012- «(Yine) ondan
-radîyallahü anh- rivayet olunduğuna Peygamber sallaîlahü aleyhi ve
sellem :
— Kemiği görünen derîn
yaralarda (diyet) beşer beşer devedir; buyurmuştur.»[985]
Bu hadîsi Ahmed il?
Dort'Jer rivayet etmişlerdir. Ahmed şu cümleyi de ziyâde etmiştir :
«Par'msklann hepsi müsavidir. Hepsi (nin diyeti) onar Onar devedir.» Hadîsi
İbni Huzeyme ile İbni'l -Cârüd snhîhlemişlerdir.
Hadisi şerif, yukarıda
görülen Amir b. Hazmin mektubundaki beyâna muvafıktır. Yüzdeki derin yara ile
bastaki yara birbirine bilicmâ*1 mijs.avidir. Çünkü başla" yüz"bîr"
uzuv gibidirler.[986]
1213/1013- «(Bu
da) Ondan -radıynllahü anh- rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
sallaîlahü aleyhi ve sellem :
— Zimmîlerin diyeti
müslümanların diyetinin yarısıdır; buyurdular.»[987]
Bu hadîsi Ahmed ile
Dört'ler rivayet etmişlerdir. Ebu Davud'un (rivayetinde hadîsin) lâfzı şöyledir
: «Muahed'İn diyeti hurrun diyetinin yarısıdır.» Nesaî'nin ise : «Kadının
diyeti erkeğin diyeti gibidir. (Bu hâl) tâ diyetinin üçte birine varıncaya
kadar (böyledir) şeklindedir.» Hadîsi İbni Huzeyme sahîhlemiştir.
Lâkin İbni Kesir onu
İsmail b. Ayyaş'ın rivayet ettiğini söylüyor. Bu zât Şamlılar'dan rivayet
ederse hadîsi makbul, başkalarından' rivayet ederse makbul değildir. Bu hadîs
dahî Şamlılar'dan değildir. Fakat bazıları zannı bırakıp onu mutlak surette
sika ve mazbut kabul' etmek isterler. İlmi Huzeyme*nin pnun rivayetini
sahîhlemesi bu mülâhazaya mebnî olsa gerektir.
Hadîs-i şerîf iki
meseleye şâmildir; bunların :
1— Zimmî'nin
diyeti hadîa-i şerifin ifâde ettiği vecihle müslü-manm diyetinin yarısıdır.
Hattâ Hattâbl «Ma'âlimü's - Sünen» adlı eserinde : «Ehl-i kitabın diyeti
hakkında bundan daha açık bir şey olamaz.» dedikten sonra Hz. Ömer b. Abdilaziz[988] ile
Urve b. Zübeyf in,[989]
İmam Mâlik, İmam Şafii ve Ahmed b. HanbcVin mezhebi budur.
2— Hanefîler'le
Üüfyân-ı Sevr'i, İbrahim Nehaî ve Şa'bî'ye göre Zimmînin diyeti müslümanın
diyeti gibidir. Bu kavil Eshâb-ı Kirâm'dan Hz. Ömer ile İbni Mes'ud (R.
Anhümâ)'dan da rivayet edilmektedir.
3— İmam
Şafii ile lshak b. Rchavcyh : Zimmînin diyeti müslümanın diyetinin üçte
biridir; derler...»
Hancfîlcrin delili :
«[990]
Eğer öldürülen sizinle aralarında misak bulunan bîr kavimden ise o halde
(yapılacak iş) ailesine teslim
«Ebu Hüreyre demiştir
ki: Peygamber (S.A.V.) zamanında Yahudi Mc Nâsran'i'nin diyetleri müslümanların
diyeti gibi İdi». Hanefîler in sözüne i'tirâzda bulunanlar olmuştur.
Üçüncü kavlin delili :
Amr b. Hazm hadîsindeki : «Mümin olan nefis için yüz devedir.» cümlesinin
mefhum-u muhalifidir. Çünkü mefhumu muhalifini alırsak mü'min olmayan nefis
için hüküm böyle değildir; manâsı çıkar. Şafiî'lerin bir delili de bizzat Hz.
Şafii'nin »Sâid b. rl-Müseyycb'den tahrîc ettiği bir haberdir. Bu habere göre
Hz. Ömer (R.A.) : Yahûdî ile Nasranî diyetinin- 4000 dirhem; Mecusî'nin
diyetinin 800 dirh:m olduğuna hükmetmiştir. Hz. Osman (R.A.)'m da aynı şekilde
hüküm verdiği rivayet olunur.
İkinci mesele şudur :
Kadının yaralarının diyeti üçte bir kıymetine karlar ırk: gin ki ile müsavidir.
Üçte lıir'i ficçti mi artık hüküm değişir; vr kadının diyeli burada erkeğin
diyetinin yansı olur. Zâten kadının diyeti erkemin diyetinin yansıdır. Bu
mesele Hz. Muaz hadîsinde şu lâfızlarla ifâde buyurulmuştur :
«Kr.dının diyeti
erkeğin diyetinin yarısıdır.» icmâ* da
işte kadının yaralarının diyeti de bütün diyete kıyas olunur. Cumhur-u
ulemâ'nın ve sahâbe-i kiramdan bir cemâat ile Hz. Ömer (II. A.)'m mezhebi
budur.
Eshâb-ı Kirâm'dan Hz.
Ali (R.A.) ile Hanefîler'e ve Şâfiîler'e göre kadının kendi diyeti ile
yaralarının diyeti erkeğin diyetinin yansıdır. l'.-ifiıaki, Hz. Ali'nin :
«Kadınların yaraları az da olsa çok da olsa er-kcgtn diyetinin yarısıdır.»
dediğini rivayet eder. Maamâfîh İbni Huzey-î/tr'nin sahîhlediği şu hadis de
gözden kaçmamalıdır:
«Üçte bir (kıymetinde
varıncaya kadar kadının diyeti erkemin diyeti pibidir.» Msdîne'lİler ve
Fukâhây-ı seb'a bununla amel etmişlerdir.İmam Mâlik ile Ahmed b. Flanbel'm
mezhebi de budur. Eu kavil Hz. Ömer ile oğlundan da rivayet olunmuştur. Hattâ
Hz. Ali (R.A.)'âan başka bu meselede eshâb lan muhalif bulunmadığı iddia
ediliyor.Meselede başka kaviller de varsa ıl.ı delilsiz iddialardan ibaret
olduğu için buraya alınmamışlardır.[991]
1214/1014- «(Bu
da) ondan rivayet edilmiştir. -radtyaUnhü anlı- demiştir ki: Resûlüllah ftnUallnlni aleyhi ve sellem:
— Şibh-i arnid de amid
p;rbi ağırdır; ama sahibi öldüilmez. Bu şeytanın zıplamasından ve bu sebeple
insan-i.'-rın arasında hiç bir kin ve silâh çekme yokken kanlar -.sökülmesinden
ibarettir; buyurdular.»[992]
Bu Ikuiisi Dâ.e K-jtnî
lahrie etmiştir ve zaîf lıulnııı.şUır. Aynı hadîsi - yhakî de tahrîc etmiştir.
Fakat znîf bulmamızıir.
Amici : yani kastın
İnsan öldürmenin ağır diyeti, kırk tanesinin , tuku karnında olnrık şartı ile
yüz deveden ibarettir. Bunu yukarıda Dûvud hadîsinde görmüştük.
lindiiî-i şerif,
yara'anrna kasidüiz vuku' bulur; silâh çekilmez, yal id;: E;o;>a vo taş
j*ibi peylerle kavga edilirse fazım gelmeyeceğine; zira bunun rdbh-i amid
sayılacağına; binâenaleyh ağır diyetle ödeneceğine delildir. Amid ve şibh-i
amid i-;'n diyetin nasıl verileceği dahi az yukarıda tafsilâtı İ!c görüldü.
Hadîsimiz Şibh-i amd'i de i s bât ediyor.[993]
1215/1015- «İbni
Abbas radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
snlldllahn aleyhi ve sellem zamanında bir adam bîr adamı öldürdü de Peygamber
(S.A.V.) onun diyetini on ikî bin (dirhem) yaptı.»[994]
Bu hadisi Dörtler
rivayet etmişlerdir. Nesaî ile Ebu Hatim mürsel olduğunu tercih etmişlerdir.
Bey haki bu hadîsin
benzerini Hz. Alî, Âîşe, Ebu Hüreyre ve Ömer b. Hattab (R. Anhüm) hazerâtından
tahrîr etmiştir. Nesai ile Ebu Hâtim'm bu hadisin nıiirsel oluşunu tercih
etmelerinin sebebi Bryhnvi'nin şu sözleridir: «Bu hadîsi Muhammvd b. Mcymun,
»Sii/ı/a» b. IJyeync'dcn o da Amir h. ÎHrtr'dan, o da //crimc'deıı o da İbnİ
Ab-bas'dan rivayet etmiştir. Ancak bize hadîs için bir defa : İbnİ Abbas'tan demiştir;
halbuki ekseriyetle'ime'den o da Peygamber (S.A.V.)'-den; derdi.»
Maanıâiîh adlin ziyâde
ettiği süz makbuldür. Bir defa «İbnİ Abbas'-daıi chmesi hadisin nv.'rfu' olması
için kâfidir. Ondan sonra hadîsi tekrar tekrar mürsel rivayet etmesi merfu'
rivayete zarar getirmez. Ek-ser-i ulcmâ'nııı re'yi budur.
Irak uicrrâsı ile
fliger bazıları hadisteki meblâğın 10.000 dirhem olduğuna kaildirler.
Delilleri, Hz. Ali (R. A.^'in «on bin» demesidir. Şcr'î âdetler tevkifidirler.
Hz. Ali bu sayıyı kendinden söylememiştir.[995]
1216/1016-
«Ebu Rimse[996] radryattahii anh'den
rivayet olunmuştur. Demişlir ki:
Peygamber salîcıllahü aleyhi ve scllcnı'e geldim. Beraberimde oğlum da
vardı. Resûlüllah (S.A.V.): - Bu kim? dedi :
__ Oğlumdur; kendisine
şehâdet de ederim; dedim. Buriı, üzerine:
— Dikkat et gerçekten o sana cinayet işlerr1^.
Sen de ona cinayet işlemezsin; buyurdular.»[997]
Bu hadisi Nesaî ile
Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. İbni Hüzeyme ile İbni'f-Cârûd onu
sahîhlemişlerdir.
Yukarıdaki hadîsi Ebu
Dâvud, Tirmizî ve İbni Mâcc, Amir b. Ahvâs'dan tahrîc etmişlerdir. Hz. Amir,
Peygamber (S.A.V.) ile birlikte «Haccetü'l - Veda» da bulunmuş. Resûlüllah
(S.A.V.)'i :
— Hiç bir cânî kendinden başkasına cinayet
işlemez; hiç bir cânî de evlâdına cinayet yapmaz.» buyurmuşlar. Bu bâbta başka
rivayetler de vardır; ve hepsi buradakini teyid ederjer.
Cinayet : Suç ve
kabahal demektir. Başka ta'birletie: insanın ecza veyâ kısas îcabedeeek bir şey
yapmasıdır. Hadîs-î şerif, herkesin kendi suçundan mes'ui olacağına delâlet
ediyor. Lisanımızda «Her koyun kendi bacağından asılır.» darb-ı meseli ile bu
mânâ ifâde edilmiştir. Nitekim Teâlâ Hazretleri de ;
«[998] Hİç
bîr günahkâr nefis başkasının günahını yüklenmez» buyurmuştur.
Bu hadîs
«Bülûğü'l-Merâm» nüshalarında naklettiğimiz şekilde ise de «Süncn-i Ebi Dâvud»
da başka türlü olup lâfzı şöyledir:
«İyad'dan o da Ebu
Rimse'den İşitmiş olmak üzere rivayet edilmiştir. Ebu Rimse demiştir ki:
Babamla Peygamber (S.A.V.)'in yanına çittim. Babama :
— Oğlun mu bu? diye sordu. Babam :
— Rabbü'l-Kâ'be hakkı için evet; dedi.
Resûlüllah (S.A.V.) :
— Do£ru mu? dedi. Babam :
— Ona şehâdet ederim; dedi.
Ebu Rimse diyor ki: Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) benim
babama olan benzerliğimin teeküd etmesine ve
babamın benim üzerime yemin vermesine gülerek tebessüm etti. Sonra şöyle
buyurdular:
— Dikkat et, gerçekten o sana cinayet islemez;
sen de ona Cİnâyet İşlemezsin; ve Resûlüllah (S.A.V.) «Hiç bir günahkâr nefis
başkasının günâhını yüklenmez.» âyetini okudular.»
Milnziri diyor ki: B
uhadîsi Tinnhi ile Nrsaî hem muhtasar hem de uzun olarak tahrîc etmişlerdir.
Tirmizî onun hakkında : «(hasen garibdir.) Onu Abdullah b, lyad'm rivayetinden
başka bir yerden bilmiyoruz.» demiştir.[999]
Kasâme lûgat'en :
yemin elm^k mânâsına nvısdardır: «Yeminler mânâsını irâde eden bir isimdir»
diyenler de vardır.
Şerfatte: E ir (akım
yeminlerdir ki, üzerinde vurulma eseri bulunan bîr maktulün bulunduğu, mahalle
veya halkına : «Billahi onu ben Öldürmedim. Kim öldürdüğünü de bilmem»
dedirmek suretiyle icra olunurlar.
K#sâme'nin sebebi :
Maktulün bulunmasıdır.
Rüknü : Söylenen yemin
sözleridir.
Şartı : Yemin
edeceklerin akıl baliğ ve hür olmaları; maktulde öldürülme alâmeti bulunması
ve yeminin elli adet olmasıdır.
Hükmü : Yemin
ederlerse diyet vermenin vüeubu; itmezlerse yemin edinceye kadar
hapsedilmeleridir. Ancak hapis, ölenin velisi kasıd iddia etliği zaman lâzım
gelir. Hatâen öldürüldüğünü iddia ederse yemin etm dikleri zaman diyetini
öderler.
Kasâme'nin güzelliği :
İnsan kanma hürmet ve ta'zîm ile onu heder olmaktan korumak, öldürmekle
müttehem olan kimseyi kısastan kurtarmak gibi şeylerdir.
Meşru' olduğuna delil
icmâ' ile- aşağıdaki hadîslerdir.[1000]
1217/1017-
«Sebil b. Ebi[1001] Hasme radıyallahüden o da kavnıinin
büyüklerinden sayılan bir takım zâttan işitmiş olarak rivayet edildiğine göre,
Abdullah b. Sohİl ile Muhayyîre b. Mes'ud, başlarına gelen bir sıkıntıdan
dolayı Hayber'e çıkmışlar. Müteakiben Abdullah b. Sehl'in öldürülerek bir
kuyuya atıldığını gelip Muhayyisa'ya haber vermişler. Bunun üzerine Muhayyisa
Yahüdîler'e giderek :
— Vallahi onu siz öldürdünüz; demiş.
Yahudiler :
— Vallahi onu
biz Öldürmedik; demişler. Derken
Muhayyisa ile kardeşi Hüveyyisa bir de Abdurrahman b. Sehl, Peygamber (S.A.V.)'in yanına gelmişler. Ve M jhayyisa konuşmak için ilerlemiş. Fakat Resû-lüllah {S.A.V.) -yaşı kastederek:
— Büyült, büyült;
buyurmuş. Ve (evvelâ) Hüveyyisa, sonra Muhayyisa
konusrrıuşîar. Bunun üzerine
Resûlülah (S.A.V.) :
— Ya arkadaşınızın
fidyesini verirler yâhtıd da harbe
Oİurfnr; buyurmuş; ve
hemen Yahudilere bu bâbta bir
nota yazmış. Yahudiler de (cevaben): «Onu vallahi bizler Öldürmedik» diye
yazmışlar. Bu sefer Resûfüllah (S.A.V.) Hüveyyisa ve Abdurrahman b. Sehl'e :
— Siz. yemin eder de
arkadaşınızın kanına müstehakolursunuz? diye sormuş :
— Hayır; demişler :
— O halde r'\7.e
yahûdî'ler yemin etsin miîbuyurmuş? Hüveyyisa ve arkadaşları :
— Onlar müslüman
değillerdir; demişler. Nihayet
ResûlüMah (S.A. V.) Abdullah'ın diyetini kendinden vermiş; ve onlara yüz
deve göndermiştir. Sehil demiştir ki :
— Vallahi beni o
develerden kırmızı bîr deve tepti.»[1002]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Muhayyisa,
Hüveyyisa'mn küçük kardeşidir. Burada ağabey si dururken onun konuşmak
istediği anlaşılıyor. Başka bir rivayete göre konuşmak istediği anlaşılıyor.
Haşka bir rivayete tföre konuşmak isteyen oradakilerin yasça en küçüğü olan
Abdurrahman'dır. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) «Büyült, büyült» buyurarak : sözü
büyüfîünc bırak sen konuşma; demek istemişlerdir. Hadîsteki -yaşı kastederek-
közü ravî tarafından müdreetir. Mi'ıslini'm bir rivayetinde : «Siz yemin eder
de arkadaşınızın kanına müstehak olurmusunuz?» sualine cevaben Muhayyisa ve
arkadaşları :
«Orada bulamadık ve
görmedik.» demişlerdir. Buharî'nin bazı rivayetlerinde :
«Peygamber (S.A.V.)
onlara:
— Beyyine p;etirebilirmisiniz? demîş:
— Hayır beyyinemiz yoktur; cevabını vermişler:
— O hnlde yemîn edermİPİnİZ? diye sormuş.»
Deniliyor. «Onlar müslüman değillerdir.» Cümlesi yerine bazı rivayetlerde :
«Biz yahûdîlerin
yeminlerine razı olamayız.» veya :
«Bir takım kâfirlerin
yemînîerini biz nasıl kabul ederiz?» cümleleri görülmektedir.
Bu hadîs, kasâmrnin
sübûtıma kail olan Cumhur-u Ulemâ'ya onu isbât etmek için büyük bir delildir.
Ve aşağıdaki meselelere şâmildir:
1— Ortada
bir şüphe olmaksızın mücerred ölüm dâvası ile ka-sâme sabit olmaz.. Bu husus
ittifakîdir. Vakıa Evzai ile Dâvııd-u ZâhirVn'm : «Şüphe bulunmadan da kasâme
sabit olur.» dedikleri rivayet olunmuşsa da delilleri yoktur.
Kasâmeyi ispat edecek
şüphenin ne olacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları : «Şüphe levs'tir.»
demişlerdir. Bundan murâd : Maktulün ölmezden evvel «Beni filân- vurdu» diye
ikrar ettiğine bir
kimsenin şâhidlik
etmesi yâhud da Ölenle öldüren arasında düşmanlık bulunduğuna veya maktulü
tehdit ettiğine iki şahidin şehâdet etmesi gibi şeylerdir. Kana boyanmak dahî
lcvs'den ma'duddur.
Hanefîler'le diğer
bazı ulemâ'ya göre levs şart değildir. Onlarca ölen kimsede k;ıti! eseri
bulunması ve maktulün ma'lûm kimselerin milkİ nlnn bir yerde ölmüş olması
knsâmenin sübûtu için kâfidir. Yeler ki dâvâeı faskalarından dâva etmiş
olmasın. Çünkü hadîsler hep bu hâli tasvir etmişlerdir.
İm tını Şafii ile İmam
Mâlik'c göre bu kadarcıkla kasâme sabit olmaz. Hİç olmazsa maktul ile müddeâ
aleyhin arasında düşmanlık olduğu tesbit edilmvlidir. Nitekim Hayber
kıssasında böyle idi. Zira bir adam birisini öldürür dr başkaları öldürmüş
zannedilsin (Üye onların mahallesine bırakabilir. Şâfiîler'le Mâlikiler
maktulün ölmezdi n evvel : «Beni filân öldürdü» demosini levs suretlerinden
sayarlar. Haliâ İmam Hlâlik'c göre maktulün üzerinde eser olmana bile sözü yine
kabul celi!M\ Maktulün : «Beni filân kasten yaraladı» demesi dahî aynı
hükümdedir, imanı Mâlik bunun eski ve yeni bütün ulemâ <:\-rafından
biiittifak kabul edildiğini söylemiş ise de Ibm'l - Ar™M (468—513) bu sözü
kabul etmemiş : ^Şehirler fukâhasından buna Mâ/jfe'don başkası kail olmamıştır»
demiştir. İmam Mâlik'in delili Benî İsrail'in inecidir. Mezkûr inek adamı
diriltmiş ve kaatilini kendisine haber vermişti. Fakat Uz. MûHJc'c «İnek
meselesi bir Peygamber'in mu'cizcsİ İdi. Mu'cizeyi tasdik kafidir» diye cevab
verilmiştir. Mâlikİy-ye ulemâsı ise kuatilin fırsat kollaması ile istidlal eder
ve : «Yaralının sözü kabul edilmezse netice ekseriya kanların heder olup
gitmesine müncer olur.» derler. Şunu da ilâve ederler : «Yaralının hâli doğruyu
Köyliycccği ve yalandan sakınacağı; sahih ve takva arayacağı hâldir. Artık bu
hâlde onun sözünü kabul etmek îcabeder.:».
2— Böylece
ölüm sabit olduktan sonra maktulün velîlerinin kasâme dâvası ve c dâvanın
ahkâmı da sabit olur. O ahkâmdan biri de şartları bulunduğu takdirde kısastır.
Medîneliler'in mezhebi budur. Eğer dâva muayyen kişi aleyhine ikâme edilmişse
onun aleyhine kısas sabit olur. Bir cemâat aleyhine ise kendilerine yemîn
ettiriMr. imam Şafiî'nin bir kavline göre bunlara diyet vermek sabit olur;
diğer kavline göre kısas olunurlar. Hz. Şafiî'den sahih olarak nak'edilen
birinci kavildir. Eğer vâris bir kişi ise kendisine elli yemîn verdirilir.
Çünkü bu yemîn'er veressye lâzımdır. Bu bâbta vârisîerin erkek veya kadın
olmaları ile katlin kasten veya hatâen yapılması arasında fark yoktur; İmam
Şafiî'nin mezhebi budur.
3— Kasâme'dc
sair dâvaların hilâfına olarak dâvaya müddeî (dâvâeı) Icrc yemin verdirmekle
başlanır. NÜekim mevzuu bahsimiz hadîs buna delâlet ettiği gibi Hz. Ebû
Hüreyre'nin rivayet ettiği :
«Beyyine davacıya
yemîn de dâvâlıya düşer; ancak kasâmede müstesna.» hadîsi de buna delildir. Bu
h; dînin isnadında gevşeklik vardır. Yalnız aynı hadîsi Bryhaki, Amr b.
Şuayh-tan lahrîc etmiş fakat onun hakkında ileri geri söz etmemiştir. Fukâhâ
diyorlar ki: Eurada şehâdet veyâ şüphe ile dâvâeı tarafı kuvvet bulunca yrmîn
ena verdirilir. Eurada şüphe kuvvetlidir. Binâenaleyh kasâmede dâvâeı. beraet-i
asliyyc ile müeyyed bulunan dâvâlıya benzer.
Hanefîler'le diğer bir
çok ulemâ'ya güre yemîn dâvâlıya verdirilir. Davacılara yemîn yoktur. O yerin
ahalisinden elli adama : «Biz öldür-m: lik; kaatilinİ de bilmeyiz.» diye yemîn
verdirilir. İmam Buharı de hu kavle meyletmiştir. Çünkü bu kıssa etrafındaki
rivayetler muhteliftir. Binâena'eyh muhtelif olan bırakılıp müttefekun aleyh'e
rnürâeaat < tmek gerekir. Bu da yeminin dâvâlıya düşmesidir. Eğer yemin
ederlerse bazılarına göre kendilerine diyet lâzım gelir. Hanefîler'e f"iv
elli yi mini verdikten sonra dâvâlı taraf artık beract kazanırlar; l>
udilerine bir de diyet ödemek îcabetmez. Nitekim aşağıda görülecek EIju Tâlib
kısası da buna delâlet eder : «Diyet îcabeder» diyenlerin belli başlı bir
delili yoktur.
4— ResûlüÜah
(S.A.V.)'in kendinden diyei vermesi bir rivayette ;
«Diyetini sadaka
develerden verdi.» denilerek tefsir edilmiştir. Bazılarına göre bundan murâd :
Peygamber (S.A.V.) sadaka dcvelcrin-di'iı ödünç aldı; demektir. Bir takımları
": «Resûlüllah (S.A.V.) bu diyeti borç'ularm sehimlerinden vermiştir»
demişlerse de bu kavil doğ-ıu bulunmamaktadır. Zîrâ zimmîlerin borçlularına
zekât verilmez. NrsaVnin rivayetinde Peygamber (S.A.V.)'in bu diyeti
yahûdîlerin üzerine taksim ettiği ve bir kısmını ödemek için kendilerine
yardım ettiği ifâde olunuyorsa da mezkûr rivayet için UnıVl-Kayyhn : «mahfuz
delildir» dedikten sonra sözüne şöyle devam ediyor : «Çünkü dâvâlılara
mücerred maktul var diyet iddia etmekle hemen diyet lâzım gelmez. Bilâkis ikrar
veyâ beyyine yâhud'davacıların yemini gibi'şeylerden birinin mutlaka bulunması
îcabeder. Burada böyle bir şey yoktur. Hem Resûlüllah (S.A.V.) davacılara yemin
teklif etmiş; onlar buna yanaşmamışlardır. O halde nasıl oluyor da mücerred
dava ile Yahudilere diyet lâzım diye hüküm veriliyor?».
Fâide : îmam Mâlik
kasâmedeki yemin usulünü sair dâvalara da teşmil etmiştir. Bu cümleden olmak
üzere malları soyulan kimseler davacı oldukları halde onların yeminlerini kabul
etmiştir. Zira hırsız kimse görmeden çalar. Binâenaleyh onun fiilini beyyino
i'e is-bâla imkân yoktur. Hz. Mdlik'in bu kıyası nassa aykırı görülüyor. Zîrâ :
«Mevrid-i nassda içtihada mesa' yoktur.» Bu kaide Mecelle'de dahî 14. cü. madde
ile tesbit edilmiştir. imam Mâlik'in karsısına çıkan nass :
«Beyyine müddeîye,
yemin de inkâr edene düşer.» hadîs-i serîndir. Ancak Hz. îmam1 in mezhebine
göre nassın umumu kıyasla tahsis edilirse ona bir çey denilemez.[1003]
1218/1018- «Ensâr'dan
bir zâttan -radıyallnhü anh- rivayet edildiğine göre, Resûîüllah (S.A.V.)
kasâmeyi cahiliyet devrinde olduğu şek-ii üzere İkrar etmiş ve Resûlüllah
(S.A.V.) Ensâr'dan bir takım kimseler Yahudiler aleyhine bir makiûl dâvası
açtıkları vakit aralarında onunla hükmetmiştir.»[1004]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
c;Câhiliyet devrinde
olduğu şekil üzere İkrar etmiş» Duyurulması adetâ Bıthc.rî'Ğcki Hâşimî
kıssasına isâret ediyor. Kıssa 'BuhnrVnin «Câhiliyyet «yyâmı» babında olup Hz.
İbni Abbas (R.A.) tarafından rivayet edilmiştir. Türkçcsi şöyledir : «İbni
Abbas (R.A.) demiştir ki: Câhiliyyet devrinde ilk kasâme biz Benî Hâşimde olmuştur.
Benî Hâ-şim'den bir adamı Kureyş'in başka bir dalından bîr adam çırak tutmuştu.
Adam onunla birlikte develerinin yanına gitmiş. Derken onun yanına Beni
Hâşim'dcn bir adam uğramış. Bu adamın çuvallarının ağzı kopmuş imiş. Hâşimîye
demiş ki:
— Bana
bir İp lütfet de onunla
çuvallarımı bağlıyayım; develer ürkmesin; Hâşimî ona
bir ip vermiş, oda çuvallarının
ağzını bağlamış. Konakladıkları vakit
develer çökmüş; yalnız bir tanesi çökmemiş. Hâ-şimî'rıİn ağası :
— Aceb bu deveye ne oluyor ki diğer develerin
arasında çökmemiş? demiş. Hâşimî :
— Onun ipi yok; mukabelesinde bulunmuş: Ağası :
— Onun ipi nerede demiş. İbni Abbas diyor ki :
Bunun üzerine Hâşimîye bir deynek atmış. Adamcağızın eceli de ondan
olmuş...».
Pıı hadîste su da vardır
: «Hâdise Ebu Talibin kulağına varmış. Ebu Tâlib katilin yanma gelerek ona :
— Benim üç teklifimden birini ihtiyar et! istersen yüz deve verirsin; çünkü sen bizim
adam'nvzı Öldürdün. Dilersen sen ölcürrnediâine
kavminden elli kîjiye yemin ettir. Bunlardan birini yapmadığın takdirde
adamımız İçin seni öldürürüz; demîş. Ağa kavminin yanına gitmiş. Onlar :
— Biz yemîn ederiz; d^miş. Derken
Ebû Tâlib'in yanına Benî Hâ-şim'den bir kadın gelmiş. Bu kadın o
kabileden bİrî İle evli imiş. Kocasına bir
de çocuk doğurmuş. Kadın :
— Yâ
Ebû Tâ'ib, benim su
çocuğumu elli kişiden
birinin yerine tutmanı ve başkaları
yemin icîn hapis edilirken onu hapsetmemeni dî-lerim; demîş.Ebû Tâlib onun dediğin! yapmış.Müteakiben ağanın
adamlarından bİrî gelerek :
— Yâ Ebû TâÜb, sen 100 devenin yerine elli
adamın yemîn etmesini istemişsin. Her adama iki deve düşer. İşte iki deve.
Bunları benim yerime kabul et; beni yeminim için hapsetme! demiş. Arkasından
kırk sekiz k?si aelerek yemîn etmîs'er.
ibni Abbas (R.A.)
diyor ki :
— Nefsim kabza-i kudretinde olan Allah'a
yemîn ederim kî, sene geçm°den kırk sekiz kişiden kırpar bir
göz kalmadı.»
Hadîs-i srrîf. kasâme
ile kailin sahil, olduğuna delildir. Cumhur-u ulemâ'nın kavli luı olduğunu nz
yukarıda görmüştük..
Salim b. Abd^lah, Ömer
b. Abd?1n/-, Ebu Kılâhc ve diğer bazı zevat, Rcr'an mukarrer usule muhalif
olduğu iqin kasanının meşru' olmadığına kaildirler. Çünkü asıl o1 an :
Beyyinenin müddeîye, yemininde inkâr eden tarafa yani müddeâ aleyh'e düşmesidir.
Bunlar Peygamber
{S.A.V.)'in kasâmeyo hükmetmediğine iddia ile: «Bu bir eâhilivyot hükmüdür.
Resûlüllah (S.A.V.) onun îslâmî kaidelere nasıl uymadığını göstermek için
oradakilcre bir lütufkârlık olmak üzere tatbik etmiştir.» demiş; ve
müddeâlarını ishal için söz.ii uzatmışlardır.
San'anl ve emsali ele.
kasâmenin Hz. Ömer (R.A.) tarafından yapıldığını yüzde yüz kabul etmekle
beraber onun Hz. Peygamber (S.A.V.)'in rmri ile sabit olmadığı iddiasında ısrar
ediyorlar. Bunlar Kasâmeyi ashâb-ı kirâm'dan lıir cemaatin fiilî olarak kabul
ediyor, fakat bu bâbta icmâ' olduğunu inkâr ediyorlar.
Halbuki «cl-lhtiyâr»
ve emsali Hanefî fıkıhlarında kasâmenin icmâ' ve hadîslerle sabit olduğu tasrih
edilmiştir.
Râvîl-'iden
Ebu'z-Zinâd diyor ki :
«Biz bunca sahabe bolluğunda
knsâmc ile İnsan öldürmüsüzdür. Zannediyorum mevcutları bin kişi idi. Ama
bunlardan iki khi bi'e ihtilâfa düşmemiştir.«Musannifin «Fcthııl-Bârî» deki
beyanına göre Elm'z-Zinâd bu hadîsi Hârice b.-Zcyd b. Sabit'ten nakletmistir.
Hârice hakkında söz yoktur. Kak İh ve sika bir zâttır Ebu'zZ:nâd'm bu kadar
sahâbs'ye değil on sahâbî'ye bile yetişmediği; binâenaleyh tedlîs yaptığı iddia
edilmişse de onun (biz) demekle müslümanlan kas-tedmiş olması pek vârid-i
hatırdır. Nitekim aynı mânâya olmak üzere bu gün biz de «vaktiyle biz tâ Viyana
kapılarına dayandık» diyoruz. Bunda tedlîs yoktur. Ebu'z-Zinâd hadîsini Saıd b.
Mansur ile Bcy-haki rivayet etmişlerdir.
Buraya kadar serd
edilen ma'ruzattan da anlaşılacağı vecihle kasâme müstakil ve münferid bir
sünnettir. O bu bâbtaki umumâtın bir müstesnâsıdır. Mütecavizleri önlemek,
insan kanım heder olmaktan kurtarmak için meşru' olmuştur. Müslim gibi bir
imâm-ı celîl'in Sahih'inde :
«Peygamber (S.A.V.)
kasâmeyi câhiliyyet devrinde olduğu şekil üzere İkrar etli,.',-» diyen sarih
bir hadîs-i şerif bulunurken kasâmenin yine de Peygamber {S.A.V.)'in sünneti
ile sabit olmadığını iddiaya kalkışmak ne derece doğru olabilir bilemeyiz.[1005]
Bağy : Zulüm, isyan,
cinayet, fesat ve doğru yoldan sapmak gibi bir çok mânâlara gelir.
Istilal/da ise :
Bağiler hükümete isyan eden kimselerdir: Hz AH (İZ. A.)ı
«Din kardeşlerimiz
bize isyan ettiler.» demiştir. Bunlar şer'-i şerîf na/annda dindin cıkmıs
sayılmazlarsa da ümmetin ittifakı ile dalâlet' fiilidirler. Dinden
çıkmadıklarına delîl :
«[1006] Eğer müminlerden İki taife çarpışırlarsa sîz
hemen onların aralarını bulun»
âyet-i kerîmesidir.
BağîliT öyle tir
taifedirler ki, kendilerini koruyacak ordu ve silâhları vardır. Bunlar
kendilerini haklı görerek te'vil yolu ile müslü-manlara' karşı harbederler.
Aşağıdaki hadîsler böylelerinin hükmünü beyân eder.[1007]
1219/1019- «ibni
Ömer radv/allahü anhümâ'dan rivayet
olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem :
- Her kim bize karşı
silâh taşırsa bizden değildir; buyurdular.»[1008]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir.
Silâh taşımak,
harbetmekten kinayedir. Çünkü kaatil silâh taşımanın ekseri ahvâlde lazımıdır.
Maamâfîh silâh taşımak kelimenin hakikat mânâsına da gelebilir; bu taktirde
muharebe niyeti olmadığından sözde kinaye yoktur.
«Bizden delildir»
cümlesinin mânâsı : Bizim yolumuzda değil; di m ktir. Çünkü Peygamber
(S.A.V.)'irı yolu müslümanlara yardım etmektir. Muharebe onun tamamiyle
zıddıdır. Bu mânâ nıüsliimaniiirla mulıarebcyi helâl i'tikâd etmeyenler
hakkındadır. Haksız yere ve hiç lıir te'vil yapmayarak onlarla harbetmok küfrü
mu'ciblir. Zîrâ kal'î olan haram delili helâl i'tikâd edilmiş olur.
Hadîs-i şerif
müslümana karsı silâh çekmenin haram olduğuna delildir. Bağİicrle harbetmek bu
umumdan hâriçtir. Onlarla harhedilebiIİr. Haklarında yapılacak muamele fıkıh
kitaplarında gösterilmiştir.[1009]
1220/1020- «Ebu
Hüreyre, rndnjalhthü nnh'den Peygamber sallaüa-hit ah 1/İl i ve srllrm'in şöyle buyurduğunu işittiği
rivayet olunmuştur:
— Her kim (islâmın
Hükümet Reisine) taatten çıkar ve cemâatten ayrılır da ölürse onun ölümü
câhiliyyet ölümüdür.[1010]
Bu hadîsi Müslim
talırîc etmiştir.
«Cemâatten ayniirsa»
ifâdesinden mıırâd : İslâm cemâati yani t h!-i sünnet olan cemâattir ki, bu
cemaat bir hükümdarın idaresine tâiıi'dir.
«Onun Ölümü câhtliyyet
ölümüdür» yani : kâfir olarak ölür: Bu bir teşbih cümlesidir. Cemâatten
ayrılanın ölümü kâfirin ölümüne benzetilmiştir. Vech-i şebeh her ikisinin de
bir İslâm hükümdarına tâbi' oimamasmdandır.
Hadîs-i şerif, bîr
kimse cemâatten ayrılır, fakat o cemâate karşı harbetmezse bizim de kendisi ile
muharebe edemiyeceğimize delildir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) onunla muharebe
etmememizi emir buyur-mamı.ş; yalnız onun ölüm hâlinin câhiliyyet ölümüne
bcnzcd'ğini haber vermekle iktifa etmiştir. Şu halde bu fiili ile İslâmiyetten
çıkmış olmuyor, demektir Hz. Alî (R.A.)'m Hârictler'e söylediği şu sözler de
buna delâlet eder :
«istediğiniz tarafta
olun, sizinle ararriizda (riâyeti gereken şe y. râm kın dökmemeniz, yol
kesmemeniz ve hiç bir kimseye zulüm mcnızdır.
Eğer bunları yapacak olursanız sîze harp
i'lân ederim, Ali (lî.A.ym
bıı-sözieri kendisinden muhtelif lâfızlarla sabit olnı'., Bnvarı İmam Ahmrd,
Tahrrânl, ve Hâkim, Abdullah b. ŞeddA .. ı,in tahric etmişlerdir. Abdullah
diyor ki :
— Vatlahî, Hâriciler
yol kesip haram olan kanı akıtmadıkça brln harbotmcli.» Su haldr ini da
mücerred hükümdarla hilaf halinde bulunmanın h:ırb îcâbclmedi^ini gösterir.[1011]
1221/1021- «Ümmü
Seleme raıhı/ııllahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
suUıdUth'û (tlct/hi ve srUrnı :
— Ammâr'ı Âsî çete
öldürecek; buyurdular.»[1012]
Bu hadî.si Müslim
rivayet etmiştir. Müslim'de hadîsin tamamı şöyledir :
«Onları cennete da'vet
edecek, onlarsa onu Cehenneme çağıracaklar.»
İbni Ahdilbcrr (3GS—463): «Bu
bâbta haberler müte bu hadîs hadîslerin en sahihidir.» diyor.
îbn\ Dihyc dahî :
«Bunun sıhhatine dokunacak yer yoktur-sahih olmasa idi onu Muaviye reddederdi.»
demiştir.
Maamâfîh bu hadîsin
sahih clup olmadığı hususunda yine bi1' hay]i münakaşalar yapılmış; hattâ ule..
â'dan bazıları işi birbirlerini techîl ve tahrike kadar ileri götürmüşlerdir.
İmam Ahmcd b.
HanbeVden hem sahih olduğuna hem de olmadığma dâir rivayetler olduğu
söyleniyor.[1013]
1222/1022- «Ibnİ
Ömer radıyallahii nnhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
snllallahü aleyhi ve sellcm:
— Bilirmisin ey ibni Ümmi Abd bu ümmetin bağîlerine
Allah'ın hükmü nasıl olacaktır? dedi. O:
— Allah ve Resulü bilir; cevabını verdi.
Resûlüllah (S.A.V.) :
— Bu ümmetin yere serilen yaralısının işi
bitirilivermez, esiri öldürülmez, kaçanı aranmaz, ganimeti de taksim edilmez;
buyurdular.[1014]
Bu hadîsi Bszzar
rivayet etmiştir, Hâkim onu sahîhlcmiş, arkasından da vehmo düşmüştür. Çünkü
isnadında Kevser b. Hâkim vardır. Bu zât metruktür. Ali (R. A./dan bir çok
yollarla bunun benzeri bir hadîsin mevkuf olarak rivayet edildiği sahihtir. Onu
İbni Ebi Şeybe ile Hâkim rivayet etmişlerdir.
İbni Ümmi Abd : İbni
Mes'ud'dur. Eshâb-ı Kiram arasında bu künye ile şöhret bulmuştu. Bu hadîsi
İbni Ömer (R. A.) ya İbni Mes'ud'dan yahud ona söylerken Peygamber (S.A.V.)'den
işitmiş olacaktır. Onu Kevser b. Hâkim, Atd ve MekhuVâen rivayet etmiştir.
Kendisi Kû-feli olup Haleb'e yerleşmiştir. İbni Mam (— 233) onun hakkında :
«Hiç bir şey değildir» demiştir. İmam Ahmed b. Hanbel ise: «Onun hadisleri
bâtıldır.» der. İbni Adiyy (279—365) : «Bu hadis mahfuz değildir» demektedir.
Hz. Ali'nin rivayetine
gelince: onu Bcyhakî ve diğer hadis imamları rivayet etmiştir.
Hadîste bir kaç mesele
vardır. Şöyle ki:
1— Âsî ve bâgilerle
muharebe etmek caizdir, lemâ' da budur. Teâlâ Hazretleri de :
[1015] Siz bağîlik eden taife İle çarpışın..» buyurmuştur. Ulemâ'dan
bir cemaate göre âsîlerle çarpışmak kâfirlerle muharebe etmekten efdâl-dir.
Zîrâ bunlardan müslümanlara zarar gelir. Fakat şunu bilmeli ki, onlarla
çarpışmağa başlamazdan Önce kendilerini bu isyandan vaz geç-rrnğc da'vct
îcâbeder. Nitekim Hz. Ali (R.A.) Hâricîler'e karşı böyle hareket etmiştir.
Vak'a şöyle cereyan etmiştir : «Haricîler, Hz. Ali'den ayrıldıktan sonra Ali (R.A.)
kendilerine İbni Abbas (R.A.)'ı göndermişti. İbnî Abbas onlarla münazara
yaptı. Bu münazara neticesinde yekunu sekiz bin kişi olan Hâricîler'İn dört
bini isyanlarından döndüler. Kalan dört bini ise inadlarmda İsrar ettiler. Bu
sefer Ali (R. A.) kendilerine :
— istediğiniz tarafta olun! sizinle
aramızda (riâyeti gereken şey) haram
kan dökmemeniz, yol kesmemeniz ve hiç bîr kimseye zulüm et-memenhdir; mealinde
haber göndermişti. Hâriciler, Resûlüllah
(S.A. V.)'in Eshâb-ı güzîn'inden olan Abdullah b. Hattab'ı şehid
ettiler. Hâmile bulunan cariyesinin de karnını deşerek içindeki cenini
çıkardılar. Hz. Ali (R. A.) bunları duyunca Hâricîler'e bir mektup yazarak
Abdullah b. Hattab'ı şchîd eden eden kaalitin kısasını istedi. Haricîler :
— Onu hepimiz öldürdük; diye cevap verdiler. Bunun üzerine Ali (R.
A.) onlarla harbe izin verdi. Bu husustaki rivayetler sabittir. Musannif onları
«Fethü'l-^Bâri» de sıralamıştır.
2— Âsî ve
bağîlerin yaralıları hemen öldürülüvermez. Fakat Ha-nefîler'e göre : bu hüküm
âsîlerin orduları olmadığına göredir. Orduları varsa yaralıları öldürülür,
kaçanları da ta'kib edilir. Hadîsimiz buna delâlet ettiği gibi Beyhq^Vmn Hz.
Ali'den tahrîc ettiği şu eser de aynı hükme delildir :
ıCemel vak'a sı günü
AH (R. A.) arkadaşlarına :
— Bu kavme gâlib
geldiğiniz vakit kaçanı aramayın, yaralıyı hemen öldürmeyin, harbeitİği
âletine bakın ve onu alın. Ondan geri kalanı mîrasçılarmındır; dedi: Bet/haki:
«Bu münkati'dir. Sahih olan hİÇ bir şoy ;ilm;uh£ı ve hiç bir ölüyü
soymadı£ıdır.» diyor.
3— Asîlerden
alınan esir öldürülme1/.. Ulemâ hu hükmün âsîlere niîiîısus olduğunu söylerler.
Zîrâ onlarla yapılan muharebe, onların lı;ırb"lmesim? mâni' olmak içindir.
4— Âsîlerin
kaçan esirleri la'kibeditmez. İmam Şafii'nin mezhebi budur. Ona Süre âsîlerin
iltica edecek orduları olsun, olmasın hüküm birdir. Hanefîler'ce orduları bulunmakla bulunmnmmasma ayrı ayrı hüküm verilmesi, orduları bulunduğu
takdirde tekrar hücum etmeleri
ihtimaline mebnîdir.
5— Eagîlcrin
malları ganimet olarak alınmaz. Hattâ mallarım beraberinde harb yerine getirmiş olsalar bu mallar ele geçtiği
taktirde fiâ.-.îicre taksim edilmez. Hanefîlerle Şâfiîler'in mezhebi budur. Peygamber (S.A.V.)'in şu hadîsi aynı hükmü
tc'yîd. eder :
«Müslüman bir kimsenin
ma/> ancak kendi gönül rızâsı ile helâl olur.»
Hz. Ali (R. A.y'ın
Cemel ve Sıffîn vak'alarında ölenlerin hiç birini soydurmamış; eşyasına el
sürdürmemiş olduğu Bcyhakî ve Ebu Ümâ-mc gibi zevatın tahric ettikleri sahîh
hadîslerle sübût bulmuştur.
Bazdan âsîlerin hsro
meydanından getirdikleri malların ganimet ..lam* alınabileceğine kaildirler.
Fakat bunlara hadîsin bu malların aîi-n.'umyacağını sarahaten ifâde ettiği ve
Hz. Ali (R. A.) da almadığı ihtar edilmiştir.
6— «Yaralılarının
da işi bitiriiivermez.» cümlesinden Hancfîler'le diğer bazı ulemâ bağîlerin
harbte sebebiyet verdikleri mal ve can kayıplarını ödettirilmemek hükmünü
çıkarmışlardır. Teâlâ Hazretlerİ'nin:
«[1016] Allah'ın
emrine dönünceye kadar» buyurarak, ödetmeden bahsetmemesi de onlara
delildir.
tmam Şafiî ile diğer
bazı ulemâ'ya göre bağîle-in insan öldürenlerine kısas tatbik edilir.
Delilleri âyet ve hadislerin, mumâtıdır.[1017]
1223/1023- «Arface
b. Şurehr[1018] adı yallah ü mj/ı'den
rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah saUallahü aleyhi ve scltcm'ı :
— İşiniz dertop iken
size biri gelir de topluluğunuzu dağıtmak isterse onu hemen öldürün; derken
işittim.»
Bu hadîsi Müslim
tahrîc etmiştir.
İmam Müslim (204—261)
aynı hadîsi şu lâfızlarla da tahrîc etmiştir :
«Resûlüllah (S.A.V.)'i
:
— Nice fitne ve
fesatlar vuku' bulacaktır. Bu ümmet toplu iken bir kimse onun hâlini perişan
etmek isterse, kim olursa olsun onu, hemen kılıçla vurun; derken işittim.»
İmam Müslim'in bu
bâbta tahrîc ettiği başka rivayetler de var dır. Tİuharî ile Müslim müttefîkan
Hz. Ibni Abbas'dan yine bu hususta bazı hadîsler tahrîc etmişlerdir.
Bütün bu hadisler bir
memlekette müslümanîann hükümdar seçerek etrafında topladıkları zâtın aleyhine
kıyam edenlerin ölüm cezasını hak ettiklerine delâlet eder.
1224/1024-
«Abdullah
b. Ömer radıyallahü an/mmâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Resûlüllah
salîallahü aleyhi ve sellem :
— Her kim malı uğrunda
öldürülürse o kimse şehîdtir; buyurdular.»[1019]
Bu hadîsi'Ebu Dâvud,
Nesaî ve Tirmİzî rivayet etmişlerdir. Tirmizi onu sahîlejrştir.
Aynı hadîsi Buharî,
Abdullah b. Amr b. As'dan; Sünen sahipleri ile İbni Hibban ve Hâkim ise Said b.
Zeyd'den tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerif, haksız
yere birinin malını almağa çalışan kimse ile mukatale etmenin caiz olduğuna
delâlet ediyor. Malın az veya çok olması arasında hükmen bir fark yoktur.
Cumhur-u ulemâ'nın kavli de budur. Mâlikîler'den bazılarına göre az olan mal
için mukatele etmek caiz değildir.
Kurtubî diyor ki: «Bu
husustaki hilafın sebebi: Eğer bu çarpışma münker olan şeyi defi' için ise az
ile çoğun farkı yoktur. Yok, zararı defi' kabilinden ise bu taktitfde hâl
muhtelif olur.»
Îbni'l-Münzir'in îmam
Şâ/ü'den hikâye ettiğin- göre bir kimsenin malı, canı veya ırzına kastedilir
de mütecavizi öldürmekten başka kurtuluşa çâre bulamazsa öldürmesi caizdir.
Hem kendisine kısas tatbik olunur, ne de diyet ve kefaret lâzım gelir. Yalnız
tafsilât vermeden öldürmeğe kastedemez. Îbni'l-Münzir diyor ki : «Ulemâ'ya göre
: bir adam mezkûr mal, can ve ırz hususunda zulme ma'ruz kaldığı zaman îzâhât
ve tafsilâta lüzum kalmaksızın onu öldürebilir.» Evzaı bu hadîsi hükümdar ve
ordu bulunduğu yani asayişin berkemâl olduğu zamana hamletmiştir: «Hükümet
bulunmadığı kargaşalık zamanında ise hemen teslim olsun, kimse ile
çarpışmasın.» diyor.
.
îmam Müslim'in Hz. Ebu
Hüreyre'den merfu' olarak tahric ettiği şu hadîs ulemâ'nın kavillerini te'yîd
ediyor
— Bir adam gelerek malını almak İsterse ne
yapmamı tavsiye edersin? Resûlüllah (S.A.V.) :
— Ona İtaat etme; buyurdu. Soran iât :
— Ya benimle mukatele ederse? dedi. Fahr-i Âlem
(S.A.V.) :
— Onunla çarpış; emrini verdi. Adam :
— Ya beni Öldürürse? dedi. Efendimiz (S.A.V-) :
— Sen de şehît oluverirsin; buyurdular:
— Ya
onu ben öldürürsem ne
buyurursun? dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :
— Oda cehennemi boylar; buyurdular.»
Buraya kadar verilen
îzâhât malın haksız yere olanlarla canına ve ırzına göz koyanları vurmanın caiz
olduğu hususunda idi. Acaba böylelerle hiç çarpışmadan teslim olmak câizmidir?
San'anî, sanki
yukarıdaki deliller bu suale cevab vermezmiş gibi : «Zâhiç olan cevazdır»
diyor; ve buna :
«Allah'ın maktul kulu
ol» hadîsi ile istidlal ederek: «Hiç şüphe yok ki bu hadîs can kaybına teslim
olmayı bildiriyor. Mal için teslim olmak ise evleviyette kalır.» diyor.
Hazret'e burada.
Cenâb-ı Mevlâ'dan rahmet dileyerek arzedelimki: Resûlüflah (S.A,V.)'in az
yukarıda zikrettiğimiz hadîste : «Ona İtaat etme! Onunla çarpış! Ölürsen şehîd
olursun» gibi sözleri, bu bâbta asla tereddüde mahal bırakmıyacak kadar açık
bir şekilde: mal, için düşmanla ölünceye veya öldürünceyc kadar boğuşmanın lüzumunu
bildirirler. Bu sarahatten sonra acaba düşmanla hiç çarpışmadan ona tevSİim
oluversek caiz olmazmı? diye sormak bile safdillik olur. Hele buna bir hadîs
yakıştırarak caiz diye istidlale kalkışmak büsbütün yersizdir. Çünkü hadis-i
şerifteki: «Allah'ın maktul kulu ol» cümlesi hâşâ: düşn>,.nih karşısında hiç
bir hareket gösterme, ona hemen (eslini ol da seni kuzu keser gibi kessin;
demek değildir. Elbette erkek gibi düşmanla boğuşurken bazen Ölmek de
olacaktır. 0 hadîsteki maklul olmayı bu mânâda anlamak îcabeder. Ancak zâlimle
çarpışmaya imkân ve kudreti bulunmaz da teslim olursa ona kimsenin bir diyeceği
yoktur.[1020]
1225/1025- «İmran
b. Husayn radıyallahü anhümâ'öan rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Ya'lâ b.
Ümeyye bir adamla kavga etti; ve birisi diğerini ısırdı. O da ağızdan elini
çekİverînce ön dişin! çıkardı. Müteakiben her ikisi Peygamber sallaUahü aleyhi
ve sclîcm'İn huzuruna dâvaya çıktılar. Resûlülah (S.A.V.) :
— Biriniz arkadaşını
aygır devenin ısırdığı gibi ısırdı mı? Ona diye yoktur; buyurdular.»[1021]
Hadîs müitefekun aleyh
olup lâfız Müslim'indir. NIsıranla ışınlan zâtın kimle." olduğu
ihtilaflıdır. Bazıları : «Işınlan
Ya'lâ'nır çırağı idi.» diyor. Bu taktirde ısıranın Ya'lâ olduğu teayyün rder
diyorlar,
Jladîs-i şerif, zararı
defi' için işlenen bu cinayetin heder olduğuna; ''anîye diyet
verdİrilmiycccğine delildir. Cumhur-u ulemâ'nın mezhebi de budur. Cumhur ayrıca
sununla da istidlal ederler: Bir kimse birine silâh çekse de mazlum olan taraf
kendini müdâfaa ederken silâh çekeni öldürse biütüfak hiç bir şey lâzım
gelmez. Burada da öyledir. Yani ışınlan kimse can acısı ile ısıranın bedeninden
bir yeri ısırsa bir şey lazım gelmez. Yalnız heder olmanın şarlı : Işınlanın
elem duyması ve bundan kurtulmak için onu da ısırmaktan çâre bulmamasKİır.
Isırmaktan daha ehven
bir şeyle kurtulma imkânı varsa ısırığı olmaz. Şâfîiler'e göre mutlak Sıirotlc heder
olur. Bu heder olma keyfiyetinin delili şerîatin umumî kaidelerinden
alınmıştır.[1022]
1226/1026- «Ebu
Hüreyre radıyaUahil «n/f.'den rîvâyet edilmiştir.Demiştir ki: Ebu'l-Kaasım
ResütüHah sallalîahil aleyhi ve sellejn :
— Eğer bir kimse
izinsiz senin gizli bir mahalline bakar da ona bir taş atarak gözünü
çıkarırsan sana bir günah olmaz; buyurdular.»[1023]
Hadîs müttefekun
aleyh'tir. Ahmed ile Nesaî'nin tahrîc ettikleri bir rivayette -ki onu ibni
Hibban sahîhlemişür- «ona diyette yoktur kısas da.» buyurmuştur.
Hadîs-i şerif, izni
olmadan başkasının gizli bir mahallini görmeğe çalışmanın haram olduğuna ve
görmeğe çalışanın taşla göç çıkarılabileceğine delildir. Fakat izni olursa
bakabilir. Meselâ bir kimse komşusuna kendi avlusunun içine bakmak için izin
verse,, 1u taktirde onun gözünü çıkarmak bir cinayet olur. Kczâ bakılan kimse
ova gibi kendi mifki olmayan ve binâenaleyh izne ihtiyaç messetmeyen bir yerde
olursa baKilması helâl olmayan bir yerine bile bakmış olsa yine gözünü çıkarması
cinayet olur. Zîrâ taksir bakılandan gelmiştir. Ekser-i mezheb imamları ile
diğer ulemâ'nın re'yİ budur. Burada yalnız Mâlîkîler muhalefet etmişlerdir
Mâlikîler'den Yahya b. Ya'mür : «Galiba bu haber Mâlik'e ulaşmamıştır» diyor.
fbni DakiM'l - İd
fukâhâmn bu hükmü üzerinde bir çok tasarru-fatta bulunduklarını söyledikten
sonra bu tasarrufları şöyle sıralar:
1— Başkasının
gizli mahalline bakmanın sokakta durması ile ba-kılmamn, milkinde yâhud çıkmaz
sokakta durması arasında fark vardır. Bu hususta ihtilâf edilmişse de meşhur
kavle göre hüküm birdir; ve başkasının haremine göz atmaya kimsenin hakkı
yoktur. Şâfiî-ler'in bir kavline göre göz çıkarma ancak bakılan kimsenin
milkinde durarak baktığı zaman caiz olur. Hadîs mutlaktır.
2— Bakan
şahsa evvelâ bakmamasını ihtar ve tenbih lâzım olup olmadığı hususunda iki
vecih vardır. Birinci veçhe göre ihtarda bulunmadan taş atamaz. İkinciye göre
atabilir.
Hadîs-i şerif, bakan
şahsın gözüne atılan şeyin ufak taş ve çakıl gibi şeyler olmasına delâlet
ediyor. Ok veyı büyük taş atarak öldürse fukâhâya göre kısas veya diyet vermek
îcâbeder.
3— Başkasının
haremine bakan şahsın o evde mahremi veya karısı veyâhud eşyası varsa güzünü
çıkarmak caiz değildir. Çünkü bakmasında şüphe vardır. Bazılarına göre o evde
yalnız kendisinin mahrem akrabası kadınlar varsa ancak o zaman gözü çıkarılmaz.
4— Bakılan
evde yalnız sahibi varsa avret mahalli
açık olduğu taktirde bakan şahsın gözünü çıkarabilir. Aksi taktirde iki vecih
vardır. Bunların makbul olanına göre taş atması caiz değildir.
5— Evde
kadınlar tesettürlü iseler bir veçhe göre bakan şahsın gözüne taş atmak caiz
değildir. Çünkü bir şey görmez. Bazı fukâhâya göre caizdir; zîrâ bu husustaki
haberler mutlaktır. Örtünme açılma vakitleri belli değildir.
6— Göz
çıkarma işi hâne sahibinin hiç bir ihtiyat kusuru bulunmadığı zaman caizdir.
Fakat kapıyı açık bırakmak, duvara delik açmak gibi kendisinin de kusuru olursa
teemmül edilir; içeriye bakan kimse oradan geçiyorsa ona taş atılmaz. Durmuş
kasten bakıyorsa bazılarına göre yine atılmaz; çünkü hâne sahibinin kusuru
vardır. Bir takımlarına göre ise taş atarak gözü çıkarılabilir; zîrâ bakan
şahıs mütecavizdir, aynı hilaf evinin üzerinden veya minareden bakıldığı zaman
da vardır. Fakat bunlarda taş atması daha ma'kul görünüyor. Çünkü burada hâne
sahibinin bir taksiri yoktur.
Bundan sonra İbni
Dakiki'l-ld şunları kaydediyor : «Mâ'lûmun olsun ki, fıkhî tasarruftan hadîsin
ihtilâtına dâhil olanlar ondan alınmıştır. Olmayanların ise bazısı hadîsten
maksut olan mânâyı anlamaktan, bazısı da kıyastan alınmıştır. Fakat böylesi
azdır.
Hâsılı başkasının
avlusu veya evinin içi gibi gizli yerlerine bakmak haramdır. Fukâhâ böyle
mahrem yerlere bakan ibadethanelerle evlerin yıktırılmasına kail olmuşlardır.
Hz. Ömer (R. A.yin re'yi de budur. Hattâ Mısır fethedildiği zaman orada yüksek
bir ev yapan Hârice b. Hüzâfe'nin bu işini haber alınca derhal Mısır valisi
Amr b. As'a bir mektup yazarak o binayı yıktırdığı meşhurdur.[1024]
1227/1027- «Beraİ'bni
Azib radıyattahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah saHalîahü
aleyhi ve sellem, gündüzün bahçeleri korumak, sahihlerine geceleyin hayvanları
korumak sahiplerine ve hayvanlarının geceleyin yaptığı zararın sahiplerine âit
olduğuna hükmetti.[1025]
Bu hadîsi Tirmîzî
müstesna Dört'ler'Ie Ahmed rivayet etmişlerdir. İbni Hibban onu sahîhlemiştir.
isnadında ihtilâf vardır.
Bu hadis hep Zührî'den
rivayet olunmuştur. Zührî onu Hizam'-dan, o da Bera'dan rivayet etmiştir.
Halbuki Hizam Bera'dan işit-memiştir. İbni Hazm'e tebean Abdiilhak söylemiştir.
Hadîsi bir çok tarîklerden Bcyhakî de tahrîc etmiştir. Fakat bunlarda da
ihtilâf vardır. Şu kadar var ki, İmam Şafiî : «Bu hadîs sabit olduğu muttasıl
bulunduğu ve râvîleri bilindiği için biz bununla amel ettik.» diyor. Bcyhakî
dahî : «Biz bu hadîsi Şa'bVâen o da Şüreyh'den işitmiş olmak üzere :
Koyunların geceleyin yaptığı zararı sahibine Ödetir; fakat gündüzün
yaptıklarını Ödetmez; idiğini rivayet ettik; o şu âyeti de te'vil ederdi :
«[1026]
Dâvud ile Süleyman kıssasını da hatırla; hant ekine kavmin koyunları girdiği
vakit onun hakkında hüküm veriyorlardı.» ve: (nercs) geceleyin otlamaktır;
derdi» diyor.
Mcsrıık't&n
rivayet olunduğuna göre : Bu koyunlar geceleyin bir bağa girerek ne varsa
otlamiş: yeşil bir şey bırakmamışlar.
Şu halde hadîs-i şerif
hayvanın gündüzün yaptığı zararı sahibinin ödemiyeceğine; geceleyin
ödeyeceğine delâlet eder. Zîrâ gündüzleri hayvanları başı boş salmak;
geceleyin ise başlarında bekçi bulundurmak âdettir. İmam Mâlik ile Şâ/ü'nin ve
diğer bazı ulemâ'-nın mezhebi budur.. Onlar buradaki hadîs ve âyetle istidlal
ederler. İmam A*zam Ebu Hanîfe'ye göre ise hayvan gece otlasın, gündüz otlasın
sahibine onun kendiliğinden yaptığı zararı ödemek îcâbetmez. Delili :
«Hayvanın yaptığı
zarar hederdir.» hadîsidir. Bu hadîsi İmam Alımca, ile Şcyhcyn, Hz. Ebu
Hüreyre'den; ve yine İmam Ahmal M- Nrsal ve İbni Mâcc, Hz. Amir b. Avf'dnn
tahrîc etmişlerdir. Yalnız Tahavi (238—321) : «Ebu Hanîfe'nin mezhebine göre
hayvanı çobanı ile mer'aya gönderdiği zaman ödetme yoktur. Çobansız gönderirse
ödetme vardır.» diyor.
MâÜkîler dahi meseleyi
mu'tâd mer'ada otlamakla takyîd ederler. Ekinlik içerisinde otlatılır da zarar
yaparlarsa gece olsun gündüz olsun zararın ödeneceğine kaildirler. Bu mesefede
başka kaviller de vardır.[1027]
1228/1028- Muâz
b. Csbel radıyallahü anh'den müslüman olup da sonra yahûdîliğe dönen bir adam
hakkında :
— Öldürülmedikçe oturmam. Bu
Allah ve Resûlü'nün
hükmüdür; dediği rivayet edilmiştir.
Bunun üzerine
Öldürülmesini emretmiş ve adam öldürülmüştür.»[1028]
Hadîs müftefekun
aleyh'tİr. Ebu Davud'un bir rivayetinde : «Bundan önce adamın tevbekâr olması
kendisinden istenmişti.» denilmektedir.[1029]
Bu hadîs, mürteddin
yani müslümanhktan başka bir dîne dönenin öldürülmesi îcâbettiğinc delildir.
Hüküm bilicmâ1
sabittir. Hilaf yalnız Öldürmeden tevbeye da'vct «ılilip tdilmiyeccğindedir.
Cumhur'a göre tevbeye da'vet etmek vâcibür. Çünkü gerek buradaki rivayette,
gerekse Ebu Davud'un başka ' ivâyrtindo tevbeye da'vet vardır. Hattâ diğer
rivayette o adamı Ebu Musa'nın 20 gece yâhud da 20 geceye yakın bir müddet
da'vet ettiği zikİiyor. Hanefîlör'îe, Hasan-ı Basrı, Tavus ve diğer bazı
ulemâ'ya ttüro tevbeye da'vet müslehâbtır. Çünkü Bir kâfire îsîâma da'vet geldi
mi artık da'vctin kendisine tekrarı vâcib değildir.O halde mürtedde ırklar,
evleviyetle vâcib olamaz. Ancak: belki kendisine bir şüphe ânz olmuştur;
mülahazasıyla îslAmiyetin kendisine bir daha arzolunması müstohâb görülmüştür.
Hanefîler bundan sonra gelen hadîsle de istidlal ederler.
İbni Abbas ile Atâ'dan
gelen bir rivayete göre mürtedin aslı müş-lümansa tevbeye da'vet edilmez;
değilse edilir. Bu rivayeti onlardan Tahavî nakletmiştir.
Mürueddi tevbeye
da'vcti lüzumlu görenler arasında bir hilaf daha vardır. O da bir defa dîne
da'vetin kâfi gelip gelmiycceğidir. Bazıları: «Bir mecliste mutlaka üç defa
da'vet lâzımdır» demiş, bir takımları bir günde üç defa daha başkalar üç günde
üç defa dîne da'vet edilmesi Iüzumrina kail olmuşlardır. Hz. Ali (R. A.)'den,
bir ay da'vet edileceğine dâir bir rivâyei. vardır.[1030]
1229/1029- «İbni
Abbas radtyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
snUallahü aleyhi ve scllcm:
«Her kim dînini
değiştirirse hemen boynunu vurun; buyurdular.»[1031]
Bu hadîsi Buhari
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerif dînini
değiştirenin katli îcâbettiğine delildir. Hanefiler mürteddi dîne da'vet
etmenin vâcib olmadığına bu hadîsteki harfiyle istidlal ederler.Çünkü mânâ
harflerinden olup tertip ve ta'-kibe delâlet eder. Biâncnnleyh hadîsin mânâsı :
Bir kimse -el-îyazu bil-lâh- dîninden dönerse hiç bir muameleye ta'bi tutmadan
hemen başını vurun; demek olur.
Hadîs erkekle
kadınlara âmm ve şâmildir. Erkek hakkında mesele itüfakî ise de kadın hakkında
ihtilaflıdır. Cumhur'a göre irtidat eden kadın da öldürülür. Z5râ (her kim)
sözü erkek ve kadın bütün insanlara şâmildir, tbni'l- Münzir, Hz. İbbni Abbas
(R.A.)'m :
— «Mürteci kadın
Öldürülür; dediğini rivayet etmiştir. Yine îbni'l-Münzir'\c Dâre Kutnî : Hz.
Ebu Bekir (R.A.)'m hilâfeti zamanında mürteri bir kadını uldürtclüğünü ve
hadîse hir çok sahabenin huzurunda cerayan ettiği halde hiç birinin i'tirâz
etmediklerini rivayet etmişlerdir; mezkur hadîs (hasen) dir. Mürted kadın
meselesini Peygamber (S.A.V.) Hz. Muaz'ı Yemen'c gönderirken de mevzuu bahis
etmiş ve :
«Her hangi bir erkek
İslâmdan dönerse onu İslâm'a da'vet et. Eğer dönerse ne âlâ. Dönmediği taktirde
hemen boynunu vur. Hangi kadın İslâmdan dönerse onu da da'-vet et. Dönerse
mesele yok. Dönmezse hemen boynunu Vur.» buyurmuştur.
Bu hadîsin dahî isnadı
hasendir. Bunlar hep Cumhur'un delilleridir. Cumhur zaîf bir hadîsle de
istidlal ederler.
Hanefîler'c göre
mürtcd kadın öldürülmez. Fakat hapsedilerek dînine dönünceye kadar dövülür. Bu
arada onu biri Öldürürse bir şey lâzım gelmez; yalnız[1032] ta'zîr olunur. Hanefîler'in delili Peygamber
(S.A.V.)'in kadınları öldürmeyi yasak etmesi ve Öldürülmüş bir kadım gördüğü
zaman :
«Bu Öldürülmemeli
idi.» buyurmasıdır.
Bu hadîsi imam Ahmed
rivayet etmiştir.
Hadîsimizin zahirine
bakılırsa, mutlak suretle dînini değiştiren hattâ yahûdî iken Hristiyan olan
öldürülecektir. Nitekim İmam Şafiî'nin mezhebi budur. Fakat Hanefîler buna
muhalefet etmiş ve : «irtidad etmekten murâd : Müslüman iken küfre dönmektir.»
demişlerdir. Gayr-ı müslimlerin din. değiştirmesine irtidad hükmü verilemez;
çünkü bütün erbabı küfüV bir millettir. Yani bütün kâfirlerin hükmü birdir.
Sonra bu hadîsi mutlak mânâya almamıza imkân yoktur. Çünkü o mutlak mânâda
dînini değiştirerek müslüman olan bir kâfire de şâmildir. Halbuki böyle bir
kimseye bilicmâ' mürted denilmez. Şu halde hadîs bilicmâ' tahsis edilmiş
demektir. Varsın kendi aralarında dînlerini değiştiren kâfirler de tahsis
edilmiş oluver-sin. Bu taktirde «Her kim dinini değiştirirse» cümlesi bir âmm-ı
mahsustur. Kaldı ki bu hadîsten bu mânânın murâd olduğu Tabefânı (260—360)nin
İbirı Âbbas (R.A.)'dan morfu' olarak tahrîc ettiği şu ha dîsten de sarahat-ı
anlaşılmaktadır:
«Her kimin dîni, İslâm
dinine muhalefet ederse hemen boynunu vurun.»[1033]
1230/1030- «(Yine)
Ibni Abbas radtydlîahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre : Bir a'mâmn
Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e sö-cjüp sayan bir ümmü Veled câri/asi
varmış. A'mâ kendisini (bundan) nehî etliği halde yine vazgeçmezmîş. Nihayet
bir gece a'mâ sivri kılıcı alarak onu cariyenin karnına batırmış; üzerine de
yüklenerek cariyeyi tepelemiş. Sonra hadiseyi Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem duymuş ve :
— Dikkat edin! Şâhid
olun ki, bu cariyenin kanı hederdir.» buyurmuşlardır.»[1034]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Râvîleri sikadırlar.
Hadîs-i şerif,
Peygamber (S.A.V.)'e söğen kimsenin öldürüleceğine delildir. BÖylesinin kanı
heaer olur. Söğen müslüman ise Fahr-î Kâinat (S.A.V.) Efendimize söğmekle
mürted[1035] olur: ve Öldürülür. Hattâ îbni Battal (—444)in
kavline göre tevbeye bile da'vet olunmaz. İbni'l-Münzir' in Evzaî ile Leys'den
rivayetine göre tevbe etmeye da'vet olunur. Yine tbni'l-Münzir' in, Leys,
Evzaî, İmam Şafiî, İmam Ahmed 6. Hanbel ve diğer bazı ulemâ'dan rivayetine göre
böylesi tevbeye da'vet edilmeden de öldürülebilîr. Zımmî dahî aynı hükümdedir.
Ancak müslüman olursa kurtulur.
Hanefîler'den bir rivayete
göre zimmî Öldürülmez, ta'zîr olunur. De-lîlleri : Yahudiler Peygamber
(S.A.V.)'e «es-Samu Aleyk» dedikleri ve İni onlarca söğmck olduğu halde
ResûİüHalı (S.A.V.)'in onları Öldürmo-iTirsidiı*. Halbuki bu sözü bir müslüman
.söylese mürted olur. Bir do kâfirlerin ichde bulundukları küfür hali ona
söğmekten daha (.-irkindir. O fı;ıl(iu yaşamalarına müsaade edilince şetim
halinde de müsaade etmek gerekir. «cs-Samu aleyk» sözünün mânâsı şetim olur
mu?r Böyle iken yine oldürülmemeleri Hanefiler'in kavlini te'yîd eder.[1036]
[1] Sûre : 2, Âyet : 275.
[2] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/5-7.
[3] Rifâa b. Râfi' (R.A.) Hazrecî olup Ensar-ı Kirâm'ın
büyüklerin-dentîir. Bcdir'de bulunmuştur. Babası Râfi' (R. A.) on İki nakîb'in
biridir. Hz. Rifâa bütün gazalara iştirak etmiştir, ilk Emevî hükümdarı
Eamanında vefat etmiştir.
[4] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/7.
[5] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/7-8.
[6] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/8-9.
[7] Mâide Sûresi, âyet : 90.
[8] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/9-11.
[9] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/11.
[10] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/11.
[11] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 3/12.
[12] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/12.
[13] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/12-13
[14] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/13.
[15] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/14.
[16] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/14.
[17] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/14-15.
[18] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/15.
[19] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/15.
[20] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/16.
[21] Ebu Zıibeyr Muhammet! b. Müslim Me"(ki'dir. Tâbiin'den olup
C&bir b. AbdiHah'tan çok hadîs rivayet etmiştir.
[22] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/16.
[23] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/16-17.
[24] Mükateüe : «Şu kadar para verirsen azad olacaksın»
diye sahibi İ köle arasında yapılan akid'dir.
[25] Veîa : Köleyi azâd etmekten doğan hükmî akrabalıktır.
Artık bö; \e köle ile sahibi birbirlerinin mevlâsı olurlar.
[26] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/18-19.
[27] Sûre-I Nûr, Ayet: 33.
[28] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/19-20.
[29] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/21.
[30] Hz. Ömer'in mevlâsı.
[31] Sûre-i Muhammed (S.A.V.) Âyet : 22»
[32] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/21-22.
[33] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/22.
[34] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/23.
[35] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/23.
[36] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/23-25.
[37] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/25.
[38] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/25.
[39] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/26.
[40] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/26-27.
[41] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/27.
[42] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/27.
[43] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/28.
[44] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/28-29.
[45] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/29.
[46] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/29-31.
[47] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/31.
[48] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/31.
[49] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/32.
[50] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/32-33.
[51] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/33.
[52] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/33-34.
[53] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/34.
[54] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/34-35.
[55] Medine'nin kabristanı.
[56] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/35.
[57] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/35-36.
[58] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/36.
[59] Sûre-i Nur Âyet: 33.
[60] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/36-37.
[61] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/37-38.
[62] Ebu Ubeyd Kasım îbni Selâm: Ebu ITbeyd Ilerafda
doğmuştur. Babası Rumi idi. Sonra Irak'a gelmiş ve Ebıı Zoyd, Ebu TTbayde Ömer
İbni Mü-Bonn, Asmaî, Kisai, Ferrâ gibi eimme-i lügat'ten ulum-ı ebediyye tahsil
etmişti. Bağdat'ta yetiştiğinden Bagdaâdî diye anılır.
İsmail îbni Ca'fer'tfen, Kadı Şüreyk'ten, Hüşeym'den ve daha bu tabakadaki
eimme-i muhaddisîn'oen de Vıadîs ahz etmiştir. Kendisinden rio Dârimî, Ebu
Bekir tbni Ebiddüııya, AH tbni Abdülaziz, Haris îbni Üsâm«% Muhammed İbni
Yahyattirmii.î gibi zevât'ın rivayetleri vardır, lshak İbni Rahuye : «Allah,
hak sözü sever, Ebu TJbpsyd benden çok yüksek bir âlimdir, fakıh'tır. Biz Ehu
Tihoyil'in ilmine muhtacız. Fakat o bizim değil.» der imiş. İmam ATımed İbni
HantM'I'de Ebu TJboyd't «Ustaz» diye anarmiş. Zehebî «Tezkiretii'l huffaz» da
bize bu malumatı verdikten sonra diyor ki: «Ebu ÎJboyd'in hadîs hıfzında,
Îlel-İ châdis-İ ma'rifot'tr fıkıh'a vukufta, lûffat'tp, kıraefte nasıl bir
İnişim olduğunu anlnnınk letn onun tr'Ilfatma nıiinıca;ıt rttuclhtlr.
Tc'Iifatından «Ki-tabü'.' emval» ile «Kitabünııâsih velmensuh» unu mütalâa
ettim. Tarsus'da hayli zaman kadılıkta bulunmuştur. «224» tarihinde Mekke-i
mlikerreme'de vefat etmiştir. (Tocrid-İ Sarih. C. v. S. 48).
[63] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/38-39.
[64] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/39.
[65] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/39-41.
[66] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/41.
[67] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/41-44.
[68] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/45.
[69] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/45.
[70] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/45.
[71] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/45-47.
[72] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/48.
[73] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/48.
[74] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/49.
[75] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/49-50.
[76] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/50.
[77] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/50.
[78] Ma'mer b.
Abdillah (R. A.) : Eskiden
müslüman olmuş ve Habeş'e hicret etmiştir.
Medine'ye geç hicret etmiş ve orada kalmıştır.
[79] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/51.
[80] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/51.
[81] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/51-52.
[82] Bunun ma'nâsı: Hiç fıkıh bilmiyor demek değildir. O da
fetva' veren fukâhft'y-ı sahâbe'den idi yalnız meşhur olan fakîh'ler
derecesinde değildi.
[83] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/52-54.
[84] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/54.
[85] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/55.
[86] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/55.
[87] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/55.
[88] Abdullah b. nüryde : Ebtı S.-hl Abdullah b. lîiireyde
b. «-1-IIiLsjı.yb ılınıi'tlir. Tâhiinin n olup halıu.sı ik- dlgt*r bazı
iı-shâb'tan hmiis rivfıyct
rtnıifjtir. Mcrv kadısı
idi.
[89] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/55-56.
[90] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/56.
[91] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 3/56-57.
[92] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/57-58.
[93] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/58-59.
[94] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/59-60.
[95] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/60.
[96] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/60-61.
[97] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/61.
[98] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/61-62.
[99] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/62.
[100] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/62-63.
[101] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/63.
[102] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/63.
[103] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/63-64.
[104] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/64.
[105] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/65.
[106] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/65.
[107] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/65-67.
[108] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/67.
[109] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/67-68.
[110] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/68.
[111] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/68-70.
[112] Bak:
El-Fıkh ttlcl'nıfsuıhib-ir Erbaa:
Abdurrahman Ozlrî. 5. ci baskı
.C. II. Slıf. 245 ve devamı.
[113] Sûre-i Hacc: 5
ve Sûre-İ Fussilet : 39.
[114] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/70-71.
[115] Sûre-i Bakara :
279.
[116] Sûre-i ÂI-i İmrân Ayet : 129.
[117] Maalesef bu müflis nazariyeyi
tervice kalkışan bazı
moda meraklıları yurdumuzda dahî
mevcuttur.
[118] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/71-73.
[119] Bak: Hak
Dini Kur'ân Dili Cild:
1 Sahife: £52-974.
[120] Bak; Ahk&mÜ'l - Kur'ân Cild 1. Sahife: 464
İstanbul tab'ı 1335.
[121] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/73-75.
[122] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/75.
[123] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/75-76.
[124] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/76.
[125] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/76-77.
[126] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/77.
[127] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/77-78.
[128] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/78.
[129] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/78-79.
[130] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/79.
[131] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/79.
[132] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/79-80.
[133] Birbirinin
misli olması.
[134] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/80-81.
[135] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/81.
[136] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/81.
[137] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/81-82.
[138] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/82-83.
[139] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/83.
[140] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/83-84.
[141] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/84.
[142] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/84-85.
[143] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/85.
[144] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/85-87.
[145] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/87.
[146] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/88.
[147] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 3/88.
[148] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/88-89.
[149] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/89.
[150] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/89-90.
[151] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/91.
[152] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/91.
[153] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/91-92.
[154] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/92.
[155] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 3/92.
[156] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/92-93.
[157] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/93.
[158] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/93-94.
[159] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/94.
[160] Bazıları bu hadise müttefekun aleyh demişse de bu bir
vehimdir; çünkü o, Sahiheyn'de bulunmadığı gibi Küttibtt's-Sitte'de ve diğer
muteber hadîs kitaplarında da yoktur. Onu yalnız Şafii tahrîc etmiştir.
[161] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/94-95.
[162] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/95.
[163] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/95-97.
[164] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/97.
[165] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/97.
[166] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/97.
[167] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/97-98.
[168] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/98.
[169] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/98-99.
[170] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/99.
[171] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/99.
[172] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/100.
[173] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/100-101.
[174] Abdıırrahman b. Ebzâ (R. A.) : Nâfi' b. s bdilhars'm
azâdlı kölesi olup, Kûfe'de yerleşmiştir. Hz. Ali b. Ebi Tâlib (.i. A.)
kendisini Horasan'a V.ıli göndermiştir. Rivayetleri ekseriyetle Hz. Ömer ile
lîhey b. Kâ'b (R. A.)'-diindır. Kur'ân-ı Kerîm ilfî Fıkıh ilmine vâkıf idi;
hattâ I iz. Ömer (R. A.) onun hakkında : «Abriiirruhıiıan 1». Kbzâ Allah'ın
kendilerini Kıır'an sayesinde yükselttiği bahtiyarlardandır» demiştir.
Peygamber {S.A.V.yden oniki hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden oğulları Saîd
ile Abdullah va başkaları rivayet etmiştir.
[175] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/101.
[176] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/101-102.
[177] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/102.
[178] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/102-103.
[179] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/103-104.
[180] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/104.
[181] Süıv-i Bakara, âyet:
283.
[182] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/104-105.
[183] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/105.
[184] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/105-106.
[185] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/106.
[186] Saîd h. Milseyyeb : Ebu Muhammet El-Kureçî
(El-Medenî), Tabiin'in tı'iyükliTİnctendir. Modîne-i Münevvere'de zuhur eden,
fukâhâ-i Sebâ'dan (Bk. IMiiü£*ii!-M<ırâin. C. I. Chf. 329) olup, fıkıh ve
hadîsteki geniş bilgisi, dindarlığı Ve haramdan kaçınmalıyla meşhurdur.
Kendisine «-Fakİhur fukâhâ» denilirdi.
Emeviyyı* Sulhmhm'na
biat etmemiş, bunların ihsanlarını dahî reddetmiş: benim İşim yok. Onlarla
aramdaki dâvâ'yı Allah halletsin» cevabını vermişti. AtHİlUm^lik b. Morvan,
Saîd'in kızının oğlu, velîhad'ı, Velîd'e aimak istediği halde, vı-rireyin Ebu
Veriââ ismindeki bir fakirle evlendirmişti. Abdiilmelîk b. M«rvan o^Kı
V<*1h1 için hiat istedikte, Saîd b. Miiseyy biat etmediğinden, Mttdtno.
valisi bulunan Hi^fim b. İsmail, Ahdiümelİk'ten aldığı emir üzerine Saîfl'a
«-50» kırba; vurup, Medi ı^ çarcısında temhir etmiş ve bunu evvelden haber
alan bazı dostları, iki ma'nâlı bir cevap vermesini yâhud saklanmasını teklif
ve rica etmişlerse de, hattâ camideki yerr." değiştirmeğe bile razı olmayıp,
merdâne ve nıiit^vekkilâne davranmıştı.
Hz. Ömer'in Hilâfetinin 2. ci .senesi diinya'ya gelip, Sahabeden bir çok
ze-vat'la görüşmiiş ve Hz. Peygamber (S.A.V.)'in mübarek zevcelerinden, hadisi
gerîf işitip, en ziyâde Ebıı Hüreyre (R. A.)'den rivayet etmiştir. 40» defa
hacc'a giden Saîd b. Müseyyeb, Hicret-i Nebevîyye'nin «91» yılında Medine'de
İrtihal eylemiştir. (KamOs-u a"âm.
C. IV. Shf. 25 9).
[187] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/106-107.
[188] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/108.
[189] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/108.
[190] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/108-109.
[191] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/109.
[192] Abdullah İlmü Şelftin (B. A.): Medîne-i Münevvere
ahâlisinden, Benî İsrail'den âlim, fakih, güzel itikada mâlik bir zattı.
Resfıl-f Ekrpnı Efendimi'-ln Medîne-i tâhire/yi ilk teşrifleri esnasında
şeref-i islâm'a nail olmuş, IIz. Osman'ın şehâdeti hâdisesinde nâ.s'a bir çok
öğütler vermişse de hâdisenin önüne geçememiştir. Besııl-i Zişân Efendimiz, bu
zât'ın ehl-i cennet'ten olduğunu haber vermiştir. Hz. Ömer ile beraber Beyt-i
Makdis'in ve Cabiye'nin fethinde hazır buiunmuş ve Nebîyyi Zişân
hazretlerinden (25) hadîs rivayet etmiştir.
Vefatı, Medıne-i
Münevvere'de «43» târihine müsadiftir.
(Ömer Nu.stıhi Bilmen «Hııkuk-u Jslâmİyye ve Istılah a
t-i Fıkhiyy Kamfts-u C. I. SM. 842).
[193] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/109-110.
[194] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/110.
[195] Ebu lîekr b. Abdİrrahman (R. A.) : Tabiîn'dendir,
Medine'de kadı idi. IIz. Ai^b ve :i",bıtfHüreyre'den hadîs rivayet
etmiştir. Kendisinden Şa'bi İle Zilhrî rivayet ederler.
[196] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/110-111.
[197] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/111-113.
[198] Amr b. Şerhi :
Tâbiîn'denclir. İlmi Abbas (K. A.) ve
bakalanmhuı hadis.
[199] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/113-116.
[200] İmâın-Ul Vâkıdl : Ebu Abdullah Mrhmed bin ömer-til
Vâkıdî, İslâm'ın, doğusundaki parlaklık vo. güzelliğini, şimşek gibi üç kıt'aya
yayılışını, karşısındaki bâtıl yollara
girmişlerin dağılışını, tslânı
müc&h idlerinin bir benzeri daim dünya'ya pelmemiş ve gelmeyecek
oliin kahramanlıklarını coşkun bir dilin anlatan Gazalar kitftbı»'nı yazan
İnıiim-ı Vftkıcli (İSO/ 748)'de
Mediıif-İ miiııevvere'dc doğmuştur. Asrının
büyük Alimlerinden ve Imftnı-ı Huvri Ht Im&ın-ı MAlİk (K.
11.)'dun İlim öğrenmiştir, lîir müddet tlcA-retle uğraşmış, .sonla ticâreti bırakarak. Atılmsi
devleti hizmetinde vazife almıştır, önce Bağdat'ın batı semtinin
kadılığını,sonra da «Rasafe» kısmının kadılığını ya^an vmftm VAkıdî 28 Nisan
833'tie hakkın rahmetine göçmüştür.
[201] Sûre Nisa' Ayet
: 29.
[202] Abdullah b. Cafer (R. A.): Ebû Tâlib'in torunu ve Hz.
Ali'nin birS-der-zâdesidir. Bahası Cafer ile anası Esnıâ,
Habeş diyarına
hicret ettiklerinde nr:ıcla dünyâya gelmiştir. CÖmerdüği ve keremi ile
meşhurdur. Hakkında şâirlerin meılh-ü senâ'ları vardır. Stffiir muharebesinde Hz.
Ali'nin kumandanlarından biri idi.
Rt-sni-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimiz'den ve Hz. Ali'den hadîs rivayet etmiştir. İniîim Buhâri, Müslim,
Tirmizî, Ebû Oâvud, Nesâî ve thn-i M&ce kendisinden hadi-s
nakletmişîerdir.
Hicrî *-80.> tarihinde «80» yaşında olduğu halde vefat etmiştir.
(Hasan Hüsnü Erdem «Riyüzü's - Sâlihîn hadîslerinin râvileri olan Ashâb-ı
Kirftm'ın ve hadîs înıamlarınuı hal tercümeleri» Shf. 7).
[203] Abdullah b. ZtVbpyr (it. A.) : Kureyjj kabilesinden ve
Zübcyr'in oğludur. Anası Hz. Ebü Bekir'in kızı Hz. Esma ve teyzesi
Ümmüi-Mü'minin Hz. Aişe'dir.
yn hicret Müslümanlar arasında Hk doğar, bu zftttır.
Muhaıidi.sloree meşhur olan Abftriilf-i Erbaa'dan biridir. (Abdullah *bnl
Onıcr, Ahdullııh İbni Abbfts, Abılullah Ibni Zübeyr vı< AbduMıth İbnl Anır
b. el-As, hii/crâtı). Son derece filmi, nıüttokî ve cesurdu. Zamanında,
Kureyş'in tanınmiij süvarilerinden ve kahramanlarındandı. Afrika muharebesinde
üstün kahramanlıklar göfstermiktir. «64» senesi Yezîd b. Muâviye'nin vefatını
müteakip hilâfete seçilmiş, Hİraz, Yemen, Irak ve Horasan halkı kendisine
itaat ve biat etmişlerdi. Mekke-i Mtikerrenıe'yi hükümet merkezi yapmış, Kâbe-i
Mıı-azzama'yı tamir ve Mesoid-ı Haramı tevsi' etmiştir.
Harrac, Mekke'yi
muhasara edinceye kadar (ft) sene hilâfet makamında kalmış ve muhasara
esnâsvnda kahramanca çarpışarak «"73» senesi Cûmade'I-Ulâ'nın «17» nci
salı günü Hace&e tarafında şehid edilmiştir.
Rcsül-ıi Ekrem Efendimiz'den «33» hadis rivayet etmiştir. Bunlardan (6)
hadîsin rivayetinde Buhâri ve Müslim ittifak etmişler, Müslim İki hadiste
mün-ferid kalmıştır, «Sünen» sahipleri de miişâriin-ileyh'den hadis
nakletmişlerdir. (Hasan Hüsnü Erdem «Riyâzü's - Salih'in hadîslerinin râvileri
olan Ashâb-» KiranVın ve hadîs imamlarının hal tercümeleri» Shf. 14).
[204] AJızâb'dan murâd, Kureyg müşrikleridir.
[205] Sa'd îbni Muaz (R. A.) : Evs kabilesinin ulusudur. Evsî'Ier de Beni
Neecar'dandır. Sa'd, Mus'ab İbni Ümeyr Medine'ye geldiği zaman hicretten evvel
müslüman olmuş Kuriemâ-i Sahabe'dendir.
Bedir ve Uhud gazalarında bulunmuş ebrâr-ı ensârdandır. Hendek
gazasında şehîd olmuştur. Resul-ü
Ekrem'in pek yüksek sena ve iltifatlarına mazhar olmuştu. Bir hadis-i şerîfte
:
— Sa'rt İbni Muaz'ın hâdise-j şeh&detinden
dolayı arş-ı âzam sarsılmıştır; buyurdu Resûl-Ü Ekrem'e hediye edilen bir
ipekli hülleden ashâb mütehayyir
olduğu sırada Besûfiiilah :
— Sa'd İbni Muaz'ın cennetteki
mendilleri bu hülleden çok daha hayırlıdır; buyurmuşlardır. (Tecrid Sarih: C:
VHI. Shf. : 97).
[206] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/116-120.
[207] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/120.
[208] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/121.
[209] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/121.
[210] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/124.
[211] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/124.
[212] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/124-125.
[213] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/128.
[214] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/128-129.
[215] Meyyitin
malına rücu' : Evvelce
teberru sureti ile
verdiğini sonra meyyitin
terekesinden almaktır.
[216] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/129-130.
[217] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/130-131.
[218] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/131.
[219] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/131-132.
[220] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/132.
[221] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/132.
[222] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/132.
[223] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/133.
[224] S:ül» b. Ahtlullah Ki - Mah/uıni (R. A.): Bahasının
adında ihtilâf nlil-miştir. tniitnı
Tahcrâııi, Vahya tarikı.yic
Saîb'U'iı .şu h;uiîsi rivâyot otmi.ştir:
«SaîU ıHyorkî :
Kt'sfılülhıhı rüknü Vcnıânî ile. Haccr-i csvrd sırasında K''r" <lünı:
— x\llahümıııe fi'd -
dünya tıascncten ve fi'I - âhireti haseneten ve kıııa, azâbe'n - nâr; diye dua
ı-diyordu».
(Kl-lsûbc, C- T] Shf: 10 Suhâbı- No: 3
[225] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/133.
[226] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/133-134.
[227] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/134.
[228] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/134-135.
[229] Bir vesk :
altmış sâ'dır. Bir sâ' : bin kırk
dirhem'dir.
[230] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/135.
[231] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/135.
[232] Urvetü'l - ISâriki (B. A.) : Sahâbidir. Kûft-'de sakin
olmuştu. Oranın ilk kadısıdır. Hanesinde eihâd için hazırlanmış (70) kadar at
bulundururdu. Besûl-ü Ekrem Efendimizden (13) hadîs rivayet etmiştir.
Kendisinden de, Buhari, Müslim, Ebu Dâvıid,
Tlrmizl Nesâi ve
İbni Mâı-e nakletmelerdir.
(Huşun Hüsnü Erdem
Riyâzii's - Sâlihîn hadislerinin râvîleri olan Ashâb-ı Kirâm'ın ve hadîs
imamlarının hal tercümeleri» Shf. 91).
[233] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/135-136.
[234] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/136.
[235] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/136.
[236] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/136.
[237] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/137.
[238] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/137.
[239] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/137.
[240] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/138.
[241] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/138.
[242] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/138.
[243] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/138.
[244] Havkale ; «La havle ve l&vkuvvete demektir.
[245] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/138-139.
[246] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/140.
[247] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/140.
[248] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/140-141.
[249] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/141.
[250] Sûre-i Nisa. Âyet: 57.
[251] Sûre : 42,
Âyet: 40.
[252] Süre-i Nahl. Âyet: 126.
[253] Sûro-i Mâidc.
Ayet: 2.
[254] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/141—143.
[255] Ya'la b.
Timyyı (it. A.) : Ya'lâ b. fmpyye-'nin nesebi şöyledir: Ebft Ulıeyıln b. Hcmmânı b. Harise Ti'iiıîmiyyü'I - Hınzeli. Kureys kabilesinin
halî fifiir. Adına Yii'lâ b. Miinyc'de denilmiştir ki Miniye; anası
veya nineyidir.
Hz. Ya'lfı, H/,. Ebft
lîcUir (R. A.) tarafından, irtidât eden Hıılvanlıliir üzerine te.'dib iqin
gönderilnıifjtir. Kezâ Hz. Ömer'de Yemen'e zekât toplamak için me'mur
etnıi^sede sonra o vazifeden avffetmi.^tir. Kezâ Hz. Osman'da kendisini Yemen'in,
S:ın'a bölgesi zekâtını toplamaya
me'mur etmiştir.
Hz. Osman Zinnûreyn'nin
kati olunduğu sene haccetmiştir. İbni Asâkir'e göre 40 hicret senlisinde, Sıffeyn
harbinde şehid olmuştur.
(El- tsâbe C. III Shf: 633 Sahabe No: 9360)
[256] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/143-144.
[257] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/144.
[258] Safyâıı b. Ünıeyyp (R.A.) : Kureysj'İn rfjrafındandır.
Feth-i Mekke'de Cidde'ye k:ıçmi!j sonra İtendisinp dört ay miihlpt verilmişti.
Bu Kiıretlo Hunryn ve Taif p-azâlarında henüz kâfir iken iştirak etmiş, sonra
nnislüman olarak pek sadıkane iler görmügtür.
[259] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/144.
[260] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/144-145.
[261] Sûrt-i Bakara,
âyet: 188.
[262] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 3/145.
[263] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/145.
[264] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/145-147.
[265] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/147.
[266] Hz. Zeyneb (R. Anha): Huzeymet-üt Hilâliye'nin
kızıdır, tik korası Abdullah bin Cahş, Bedir gazasında şehîd olmuştur. Ondan sonra ResuKiIlah nikâhına almış ve
.şehid olan kocasından Medîne-i Miint-vvere'de muhacir olarak tek hiişma kalan
o büyük kadını himaye etmiştir. Fakir ve yetimleri; evi ve eli dâim açık olan
hu hayırsever validemize hu hasletinden dolayı «ümm-ü! Mds&kin»
«Yoksulların aıuısı, koruyucusu» adî verilmiş ve öyle çağırılmıştır.
Peygamber
t'fendimiz'in nikâhında iki
ay kaldıktan sonra
«30» yaşında âhiretı1
göçmüşlerdir.
[267] Hz. Hafsa (R. Anhâ) ; Adalet tarihinin temeli olan
İslâm devletinin ikinci halifesi IÎ7,. Önıerii'l-I'arıik'un kızıdırlar. Hz.
Osman zamanında Kur'ân-ı Kerîm'in İslâm ülkelerine nüshası gönderileceği zaman
onun evindeki ana nüshadan çıkarılmıştır. Bedir gazasından .sonra vefat eden
ilk kocasından dul kalmıştır. Her İş'de Allah'ın ve Kesfılülluh'm emirlerine
hemen yapışıp yerine getirmeyi kendisi için şifır edinen dahası 11/,. Ömer (R.
A.) kızı Hııfssı (R. Anhâ) validemizin ikinci koea'ya gitmeden önce beklemesi
Kur'ân-ı Kerîm'le emredilen zaman geçtikten sonra; onu Hz. Osman (R. A.)'a
vermek için teklifte hu-hınmuş ve böylelikle İslâm, dininin, nâmııs'un ve
i.smet'in korunması için verdimi emri yerine getirmek İstemiştir. Hz. Osın:tn
özür bildirince, Kesûliİlliih (S.A. V.) efendimize gitmiş ve nıesYleyi
anlatmıştır. Resûlülkıh (S.A.V.)
efendimiz'de:
— Hııfsa'yi
Osman'dan daha
hayırlısı; Osman'da Hafsa'dan hayırlısını alacaktır; buyurarak,
Kerimeleri ('mm-ii (iiilsum'ü
Hz. Osman'a verip,
kendileri de Hz. liafsa'yt nikahlamışlar ve her ikisinin gönlünü hoşnûd
eylemişlerdir.
Fîir hadîs-i şerifte.
Hafsa validemiz hakkında; H/,, ObrNin «O ihadetiı-ri yapmakta devamlı ve
gayretli, onıcıı çok tutmakla sa »ırlıdır. (ennet'te *le zev-trendir» buyurduğu
haber verilmektedir.
Hicret'in «45» yılında «60» yaşında irtihâl eylemişlerdir. Kendileri
Efendimi/. (S.A.V.)\lcn (00)
hadis rivayet etmişlerdir.
[268] Hz. Safiye (K. anhâ): Harım (A.S.) neslinden Hayber
kalesinin sâ-hibj Htıyey'in kızıdır. Hayher kalesi Hz. Ali Hayderî'nin
kılıcıyla fethedilince alınan esirler, arasımla Hz. Safiyye validemiz de bulunuyorlardı,
önce Dihyet-ül KHlıî (R. A.) hissesine düşmüşken Peygamberimiz efendimiz btı
büyük kadına fidyesini ödeyerek hürriyetini geri vermiş ve nikâhına alarak
ailesi olmak şerefini bağışlamıştır. O da ömrünün .sonuna kadar bunu muhafaza
etmiştir. Kendileri hakkında :
— (»erçek, sen
hır nelıî'nin soyundan
gelen kızsın. Amcan
da nebî'dir. Vb sen bir Nehî'nİıı
ılr nikâhı altmdusın; buyurmuşlardır.
(Tur: ('. 3 385).
Resulullah’ın âlemi
âhiret'e pn^üşünden sonra da dâima afif ve nezih ohuı hayatına devanı etıni^ ve
İslâm birlisini pan.-alam.ık i.setyeııîeıv ıı/.ak durmuştur. Uy. Osınan-i
'/inmırey'nin .şehâdetinde ona p'ereken yardımı e.sıi^ı'in.'ini-:, H/.
I-'atunet-ü-/. Zı-hrâ (H.Anhâ) validemizle dr <;ok saınimâne yafian.-^lır.
^b'l>> Hicret yılında
ittılıâi eylemiştir. (K. A.).
[269] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/147-149.
[270] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/150.
[271] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/150.
[272] Urve b. Zübeyr b. el-Avvâm: Aşcre-l Mü beslere'den
ZUbeyr (R. A.)'in oğludur. Anası Ksmâ. Zfittt'n- N'itnkayıı, Huiiihi
H*. Aişe'dir.
Alim, sftllh. kerim ve
itinıftda şâyfln bir /.ât idi. Uz.. Ömer'in hilâfeti limanında do£nmq. Tiibİîn
devrinde Medine.-! MUıım'vere'dt'kl nıvfjtııır yedi faltih ve miictohİdlerden
biridir. Devrinin hilâfet ve saltanat gürültülerinden uzak kalmıştı. Mısır'a
gelip evlenmiş ve orada yedi sene kaldıktan sonra Medine'ye avdet etmiş ve
Hicret'in «94» târihinde orada vefat etmiştir. Medine'deki (Bi'r-i Urve) bu zât'a mensuptur.
Hz. Ali, Muhammed b.
Mesleme: (Medîne'li meşhur bir Sahâbîdir. Kendisinden Kütüb-ü Sitt« sahipleri
hadîs nakletmiş!erdir) ve Ebû Hüreyre Hazarâ-tından rivayeti vardır.
Kendisinden de Tabiîn ricalinden bir çokları hadis nak-letmişlerdîr. Küiüb-Ü
Sitte ashabı da hadîs tahrîc etmişlerdir.
(Ha.%an Hüsnü Eidem «Riyâzü's - Sâlihîn hadislerinin râvileri olan
Ashâb-ı Kir&m'ın ve badis imamlan'nuı hâl tercemeleri» Shf. 90).
[273] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/150-151.
[274] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/151-152.
[275] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/152.
[276] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/152.
[277] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/153.
[278] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/153.
[279] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/153-155.
[280] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/155.
[281] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/155.
[282] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/156.
[283] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/156.
[284] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/157.
[285] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/157.
[286] Ikaul :
devenin ayığını bağlamak için kullanılan iptir. Başa sarılan ıkaal do bundan
alınmadır.
[287] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/157.
[288] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/157-158.
[289] Sûre-t Müzzemnıil, âyet: 20.
[290] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/158-159.
[291] Suhayb b. Sinan (R. A.): Meghur Sâhabi olup ilk
Müslâman olanlardandır. İsmi, Abdü'l-Melîk'dir; Suhayb; lâkabıdır. A»len Musul
diyarında evlâd-ı Arap'dan Ncmir b. Kaasıt ailesine mensuptu. Babası Sinan,
Kisrâ'mn memur-larındandı. Rumlar ile îrânîler arasında vuku bulan bir.
muharebede Suhayb küçük yaşında iken Rumlar tarafından esir edilmiş bilâhare
Abdullah b. Ctid'an Her ikisi de Ktıreyş'in zalimane işkencelerine ma'ruz
kalanlardandı. îte-tlir'drn i'tihâren bütün savu şiara iştirak etmiştir.
Hadisi Ekrem
Efendinıiz'den «30» hadîs rivayet etmiş, kendisinden Abdullah t. Ömer
Hazretleri ve Tâbiin'den İbn-i Ebî F<«-yIâ ve Saîd b. Müseyyeb hadis rivayet
etmişlerdir. Kiitüb-ü Si«4> -sahipleri müşârün-ileyh'den hadis nakle
tmifjterd ir. «38» veya «39» târihinde «73» yaşında Medine'de vefat etmiştir.
(Hasan Hüsnü Erdem
«Riyâzii's- Sâlihîn hadislerinin Kavileri olan As-h&b-ı.Kirâm'm ve h;uli
tmamları'nın hâl terlemeleri» Shf. 87.)
[292] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/159-160.
[293] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/160.
[294] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/160-161.
[295] Fetvâ'ya göre geçer para ile de olur.
[296] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/161.
[297] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/161-162.
[298] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/162.
[299] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/162-163.
[300] Hanzale b. Kays
: Ensâr'dan ve Medineliter'İn mu'temedierindendlir.
[301] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/163.
[302] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/164.
[303] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/164.
[304] Zeyd b. Sabit : Ebü Saîd, Sabit oğlu Zeyd Hazretleri
vahiy kâtip-{ lerinden ve Kur'ân-ı Kerim'i baştanbaşa ezberleyip cem1 eden bir
Kur'ân âlimi ve birinci tabakada Ashâb-ı Kirâm'ın mümtaz fakîh ve
müctehidlerindendir.
Resul-i Ekrem Efendimiz
Medine'yi teşriflerinde (11) yaşında idi. Hicretten evvel ezberlediği 16 süreyi
Resûl-i Ekrem'e okumuş ve O'nun yüksek tak-dîr ve teveccühlerine mazhar
olmuştu. Medine devrinde ilk vahiy kâtipliğini yapan bu zât, Rpsui-i Ekrem'in
vefatına kadar vahiy kâtipliğinde kalmıştır.
Yaşı müsait
olmadığından, Resûl-i Ekrem Efendimiz Bedir Savaşına katılmasına müsaade
buyurmayıp geri çevirmişti. Uhud gazvesinden sonra savaşlara katılmıştır.
Hendek gazvesinde toprak taşırken gösterdiği gayretten dolayı Peygamberimiz :
— Bu ne iyi bir gençtir; diyerek onu taltif
buyurmuşlardır. Tebük vak'a-sında Benî Neccâr'ın bayrağı Hazm'in oğlu Umâre'nin
elinde idi. Resûl-i Ekrem Efendimiz
bayrağı ondan alıp, Zeyd b. Sabît'e vermiş, Umâre sebebini sorunca :
— Kur'ân mukaddemdir. O, Kur'ân'ı senden daha.
çok bilir; buyurmuşlardır. Resûl-i Ekrem'in hayâtı müddetince vahiy
kâtipliğinden başka mürâselâ-tını da o
yazardı. Hz. Peygamber, bâzı
Hükümdarlar tarafından gönderilen
mektupların hatasız terceme edilmesi için Zeydç'e Süryânî ve İbranî lisanlarım
öğrenmesini emir buyurmuşlardı. Çok zekî olan bu zât, kısa bir zamanda her iki
dili de Öğrenmeğe muvaffak olmuştu. Hz. Ömer'in ve Hz. Osman'ın hilâfetleri
zamanında da onların yazı işlerini ifâ ediyordu. Hz. Ömer ve Osman hacca
gittikleri zaman onu Medine'de vekil bırakırlardı. Halîfe Hz. Çsman O'nu
Bey-tülmâl Emini tâyin etmişti. Bir hadîs-l Şerîf'de buyurulduğu gibi Ashâb-ı
Kiram arasında ferâiz ilmini en iyi bilen o zât idi. TefMr ve fıkıh ilminde de
mütehassıs idi. Hz. Ömer, hemen dâima, Hz. Ali (R. A.)
ile beraber Zeyd b. Sâ-bit'i Meclis-i Meşveret'ine da'vet ederdi.
Abdullah b. Abbas
Hazretleri geniş bilgisiyle beraber Zeyd b. Sabit Hazretlerinin evine kadar
gidip ondan istifâde ederdi. Zeyd b. Sabit Hazretleri Sahabe devrinde bile
Medine'nin baş kadısı idi. Ferâiz, kırftet ve tefsîr ilminde de Baş İmam idi.
îmanı Şafiî, ferâiz hususunda müşânin-ileyh'in kavlini tercih ederdi. Birinci
Halife Hz. Ebû Bekri's - Sıddik'ın emri ile bütün Kur'ân âyetlerini muntazam
sahifelerde cem' ve tahrir ettiği gibi üçüncü Halîfe Hz. Osman'ın emri ile de
bu gün yed-i ihtiramımızda bulunan Mushaf-ı Şerifi tanzim ve tertîb etmişti.
Hicretin «45» inci yılında Hakk'ın rahmetine kavuşmuş, namazını Mervân b. Hakem
kıldırmıştır.
tmam Buhâri'nin «Târih» inde naklettiğine göre, Abdullah b. Abbâs hazretleri
: «Bu friin ilim hazinesi defnolıındtı» diye teessürlerini ifâde etmiş ve
meşhur Şâir Hassan b. Sâhit'de acıklı bir mersiye okumuş, herkes üzüntülerini
izhar etmişlerdir. Ebû Hüreyre Hazretleri de: «Bu ümmetin tintti âtimi vefat
etti, artık İbni Abb&s'ın onun yerini tutmasını Allâhu TeâlâMan dileriz» demiştir.
Zeyd b. Sabit
Hazretleri, Resûl-İ Ekrem Efendimizden (92) hadis rivayet etmiş, kendisinden de
Abdullah b. Ömer, İbni Abbâs, Enes b. Mâlik, Ebû Hüreyre, Sehl b, Ebî Hanine,
Abdullah b. Yezîd, Sehl b. Hanif, Ebû Saîd el-HudrS ve Sehl b. Saîd gibi
Ashâb-ı Kirâm'dan bir cemâat ve Kİbâr-ı Tâbiin'den Saîd b. Mllspyyob ve Atâ*
gihi birçokları da hadîs nakletmişlerdir. Ahâdîs-J şerîfe-nin intişârından
evvel vefat ettiğinden, mügârün-İleyh'den az hadîs rivayet olunmuştur. Nur
içinde yatsın,
(Hasan Hüsnü Erdem
«RİyazÜ's - Salibin hadislerinin Râvüert olan As-hab-i Kirftm'in ve hadîs
İmamlart'nın hal tercemeleri» Shf. 100).
[305] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/165-167.
[306] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/167.
[307] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/167-168.
[308] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/168.
[309] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/168-169.
[310] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/169.
[311] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/169.
[312] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/169-170.
[313] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/170-171.
[314] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/172.
[315] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/172.
[316] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/172.
[317] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/172-173.
[318] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/173.
[319] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/173.
[320] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/173-174.
[321] Tcrceme-İ hâli «abdest bahsi» inde geçti.
[322] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/174.
[323] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/174-175.
[324] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/175.
[325] Bu kelimeyi Şerif okuyanlar da vardır.
[326] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/175-176.
[327] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/176-177.
[328] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/177.
[329] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/178.
[330] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/178.
[331] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/178.
[332] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/178-179.
[333] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/179.
[334] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/180.
[335] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/180.
[336] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/180-181.
[337] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/181.
[338] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/181-182.
[339] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/182.
[340] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/182.
[341] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/182-184.
[342] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/184.
[343] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/184-185.
[344] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/185.
[345] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/185-186.
[346] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/186.
[347] Nu'mân b. Beşîr (B. A.) : Künyesi Ebû Abdullah'dır.
Ensâr-ı Kİ-râm'dan Sahâbi oğlu, Sahâhî'rlir. Babası Boşîr ikinci Akabe ile
Bedir, Uhud ve bütün savaklardı Resfıl-i Ekrem'le beraberdi. Hz. Ebfı Bekir'e
biat eden ilk Ensâri idi. Nu'mân İse, hicretin dördüncü ayı başlarında
doğmuştu; Hicretten sonra Knsitr'dan ilk doğan bu idi.
Resfıl-i Ekrem'den «İM»
hadis? rivayet etmiştir. Sahih-t Bııhftrf ve MUs-lim'de «10» hadisi mezkûrdur.
Nu'mân, Rum'da yerleşmiş, sonra Kûfe'ye vali olmuştu. «64» veya «60» târihinde
$am diyarının Humus beldesinden bir kar-ye'de şehid oldu.
(Hasîiıı Hüsnü Erdem «Riyâzü's - Sftlihîn hadîslerinin Hâvileri olan
As-hftb-ı Kirârn'ın ve Hadis lmamlan'nm hâl tereemeleri» Shf: 82).
[348] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/186-187.
[349] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/187-188.
[350] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 3/188.
[351] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/188-189.
[352] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/189.
[353] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/189.
[354] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/189.
[355] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/190.
[356] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/190-191.
[357] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/191.
[358] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/191-192.
[359] şüreyh tbni Ilâris: Kandı Şlirpyh diye meşhur fâzıl,
sika fakih bir zâttır. Sahâbp'don olduğuna kail olanlar da vardır. 1 iz. Ömer
tarafından Kfıft* kadısı tftyin edilmişti. Bir kadarda Ilıısnı'da kadılık
yapmıştı. Sonra Hz, Osman, lî."1;. Ali, Hz. Muavtyp ve Benî ümeyye
taraflarından da yine Kfıfe» kadılığında îbka' edilmiştir. Muttasıl altmış sene
veya daha ziyâde kadılık yaptığı rivayet olunuyor, tmam Ali Hazretleri
kendisine hitaben : (Ente aUzel'arab) diye İltifatta bulunmuştu. Harcac'ın
zamanında istifa edip bir sene sonra vefat etmiştir.
Kinde kabilesine mensup
olan işbu Kûfe'li Kadı Şureyh'in vefatı (78) senesine müsadiftir ki, bu
tarihte «120» yaşında bulunuyordu. Vefat tarihi hakkında başka rivayetler de
vardır.
{Ömer Nasuhi Bilmen «Hukuk-i îslâmiyye ve Istilakat-ı Fikhiyye» Kamusa.
C. I. Shf. 482.
[360] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/192-193.
[361] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/193.
[362] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/193-194.
[363] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/194.
[364] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/194.
[365] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/194.
[366] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/194.
[367] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/195.
[368] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/195.
[369] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/195.
[370] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/196.
[371] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/196.
[372] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/196.
[373] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/196-197.
[374] Zeyrt b. Hâlid-i Cühcni : Ebu Tnlha yâhıtd Ebu
Abdirrahman künyesini tajşır, Küfeye yerleşmiş, ve «85» yaşında olduğu halde
«78» senesinde orada vefat etmiştir. Kendisinden bir cemâat hadîs rivayet
etmiştir.
[375] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/197-198.
[376] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/198.
[377] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/198.
[378] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/198-201.
[379] Ma'ruf bir Satıâbi'cHr. Bu salınbî Tomîm
kabil<\sinden(lir. IJiisrii'ıia iş olduğundan, oralı s;tyılnn.«tır. Kcsfıl-i
Ekrciıı (S.A.V.) Efı-ndinıiz'den otuz
İndis rivayet etmiştir.
Sahîlı-i Müslim'de iki hadîs nuv.knrdur.
İmam-ı liııhiiri «K(M)ii*l-Mîifrcd» inde, Ehu DiimkI, Tinııi/.i, Nrsâî,
Hhii Mâco, Sünonleiinde mÜKârrün-ik'ylıdfn hadîs naklftuıi^lcrdir. Hicrî 50
tarihinde irtinal etnıiîîtir.
[380] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/201-202.
[381] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/202.
[382] A bd ur rahman b. Osman Teynıi (K. A.) : Sahabî ve
Küresi olan Ta İh a b. TTboydultah'm kardeşi oğludur. Söylenildiğine g"öre
IVygamber (S.A.V.)'e yetişmiş, fakat onu görmemiştir. Bir rivâyotte Hmleybiye,
digor rivayette fnth-î Mekke günü
nıüslüman olmuş; Hz. Ibni Zübeyr ile
Haccac tarafından şehîd edilmişlerdir.
[383] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/202.
[384] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/202-203.
[385] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/203.
[386] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/203.
[387] Sûre-i Nisa, âyet: 11.
[388] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/204.
[389] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/204.
[390] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/204-205.
[391] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/205.
[392] Mesruk b. el - Ec'a' el - Hemndânî: Ekabir-i
Tâbiîn'den olup Kûfe'de yetişen meşhur fakihlerden, sözüne inanılır, güvenilir
bir zattır. Hülefâ-i Râ-şidin'den, Muâz, b. Cebel, İbni Mes'ûd, Zeyd b. Sabit,
Abdullah b. Ömer ve Haz-ret-I Aişe'den hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden de
Ebû Vâil, ^a'bî Nehâi gibi meşâhir ve Kiittib-U Sitte sahipleri rivayette
bulunmuşlardır.
Şa'bî : «Hemedân diyarı
Mesruk gibisini yetiştirmemigtir» demiştir. Kadı ŞÜreyh'in bile bâzı
mes'elelerde Mesruk'a müracaat ve istişare ettiği mervîdir.
Müşâriin-ileyh çocuk
iken hir kimse tarafından çalınıp sonra bulunmuş olmasından dolayı «mesruk»
tesmiye olunmuştur. «62» veya «63» târihlerinde vefaat etmiştir (Allah rahmet
eylesin).
(Hasan Hüsnü Erdem «Riyâzti's - SâlihSn hadîslerinin Kavileri olan
As-tâb-ı Kİrâm'ın ve hadîs imamlarının hâl tercemeleri» Shf. 77).
[393] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/205-206.
[394] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/206.
[395] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/206-207.
[396] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/207.
[397] Süre-i Nisa, âyet : 11.
[398] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 3/207-208.
[399] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/208.
[400] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/208-209.
[401] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/209.
[402] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/209.
[403] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/209.
[404] Sûre-i Enfâl, âyet: 75.
[405] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/209-210.
[406] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/210.
[407] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/210-211.
[408] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/211.
[409] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/211.
[410] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/211-212.
[411] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/212.
[412] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/212.
[413] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/213.
[414] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/213.
[415] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/213-214.
[416] Ebû Klâbe : Abdullah tbnii Zeyd. Tâbiîn'dım Basra'lı
muhaddis, fakih, fâzıl bir zâttır. Sabit İbni Kays; Enes, İbni Mâlik gibi
Eshâbe-i ffiizîn'den ve F.yyiib, Katndp gibi tabiinden, hadîs rivayet etmiştir.
Sika olduğunda ittifak vardır. Sahih-t Buharî'de bulunan şu hadîs-i şerifi de
Enes b. Mâl iti hazretlerinden rivayet etmiştir.
Meâlen : «Üç haslet
vardır ki, onlar herkimde tamamile bulunursa imanın halavetini bulmuş inşirah-i
Sadr'e nail ohıj> ibâdet ve taatten lâyıkile mîit^lezziz i'lttmş -olur.-
Onların birincisi : — : Allah Teâlâ ile Resûl-ü Ekrem'i, onun için
b:iHİ(jtliirından daha sevgili olmaktır. — ikincisi.— : Hangi bir kişiyi ancak
All.ılı için sevmektir. — Üçüncüsü — : Ateş içine atılmasını Kerih g-örürcesine
küfre dönmesini de kerih görmektir.» Deniliyor ki: bir kimsede, bu üç haslet
bulundu mu, onun kalbinde iman nurunun bihakkın tecellî etmekte olduğu anlaşılmış
olur. Ebû Klâbe. «104» tarihinde Şam'da vefat etmiştir.
(Ömer Nasuhî Bilmen «Hukuk-u
Islâmiyye ve Istılahat-i Fıkhiyye» ka).
[417] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/214.
[418] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/214-215.
[419] Rûre-I Nisa,
âyet: 12.
[420] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/215.
[421] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/215.
[422] SÛre-İ Maide; âyet: 106.
[423] Süre-i Bakara, âyet; 132-133.
[424] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/216-218.
[425] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/218.
[426] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/218-220.
[427] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/220.
[428] Sûre-I Necm, âyet: 39.
[429] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/220-221.
[430] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/221.
[431] Süre-i Bakara, âyet: 180.
[432] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/221-223.
[433] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/223.
[434] Sûre-i Nisa, âyet:
11.
[435] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/223-224.
[436] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/224.
[437] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/225.
[438] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/225.
[439] Ebu Davud.
[440] Kan ile koca'nm visalini Fâtih'in hocası Molla Ilüsrev
«Riirer» adlı eserinde t İr kapmm iki kanadına benzetmiştir.
[441] SÛre-İ Nisa, âyet: 3.
[442] Sûre-i NÛr, âyet:-32.
[443] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 3/226-230.
[444] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/230.
[445] Mrydiinî «Meema'iH - emsal» inde şöyle diyor: «Birisi
birinin kızını istemiş. Annesi razı olmuş, babası razı denilmiş.. Nihayet anne
galebe çalmış ve kjzı vermişler. Eu sözü baba zaman söylemiş. Neticede kız
geçinememig.
[446] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/230-231.
[447] Maanî ilminde haberle inşâ şöyle ta'rîf olunur:
Haber : Kaili (söyliyeni) hakkında; doğru yahut yalan söyledi; diye hüküm
edilebilen sözdür, «Misafir geldi» «Ali ayaktadır» g-ibi. Eğer sözün delâlet
ettiği isnad hâriçteki vuku'a uyarsa o aöz doğrudur; uymazsa yalan olur.
Mesela misafirin ortada
vücûdu varsa, yani gelmişse söz doğrudur, yoksa yalandır.
inşa : Kaiü hakkında;
doğru veya yalan söyledi; denilemiyen sözdür; zîrü henüz hâriçte bir nisbeti
yoktur. îs, daha olmamıştır. «Oku» «yaz» gibi emirlerle gitme «gibi» nehîler
inşâdırlar.
[448] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/231-235.
[449] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/235.
[450] Sûre-i Nİsâ, âyet: 3.
[451] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/235-237.
[452] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/237.
[453] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/237-239.
[454] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/239.
[455] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/239-240.
[456] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/240.
[457] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/240-241.
[458] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/241.
[459] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/242-243.
[460] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/243.
[461] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/243-244.
[462] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/244.
[463] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/244-246.
[464] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/246.
[465] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/246-247.
[466] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/247-248.
[467] Sûre~İ Nisa, âyet: 25.
[468] Süre-i Nisa, âyet: 24.
[469] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/248-251.
[470] Amir b. A bilil1ah b. Ztibcyr: Tâtm'dir. Babasından ve
başkalarından hadis dinlemiştir. «124» târihinde vefat etmiştir.
[471] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/251-252.
[472] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/252-253.
[473] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/253.
[474] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/253-254.
[475] Dahil olmak : Münâsebet-i cinsîyye'de bulunmaktır.
îsühla! : Helal saymaktır.
[476] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/254-255.
[477] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/255-256.
[478] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/256.
[479] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/256-257.
[480] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/257.
[481] Sûre-i Nisa, âyet: 3.
[482] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/257-258.
[483] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/258.
[484] Sûre-i Bakara, âyet: 232.
[485] Rir.'î talâk:
Kadının şer'an beklediği
iddet içinde kocasının karısına
dönebildiği boşamadır.
[486] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/258-260.
[487] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/260.
[488] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/260-261.
[489] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/261.
[490] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/261-262.
[491] Hasen (it. A.): Eliu Saîd el-Hasen b. Ebİ'l-Hasen, Hz.
Zeyd b. Sâbit'in mevlâsıdır. Hz. Ömer (B.A.)'in hilâfetinin son iki yılında
Medine'de doğmuştur. Hz. Onman (R. A.>'ın şehâdetinden sonra Basra'ya
gitmiştir. Hz. AU (R. A.)'ı Medine'de gördüğünü söylerler. Onunla Basra'da
görüştüğü rivayeti doğru değildir. Hasen (R. A.) zamanının ilim, zühd ve takva
İ'tibâriyle imamı idi. «110» senesi Receb'inde vefat etmiştir.
[492] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/262-263.
[493] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/263.
[494] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/263-264.
[495] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/264.
[496] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/264.
[497] En-Nisâ Sûresi; âyet: 23.
[498] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/264-265.
[499] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/265.
[500] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/265.
[501] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/265-266.
[502] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/266.
[503] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/26.
[504] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/266-268.
[505] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/268.
[506] Sûre; 6 âyet: 23.
[507] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/268-370.
[508] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/270.
[509] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/270.
[510] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/270-271.
[511] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/271.
[512] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/271-272.
[513] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/272-273.
[514] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/273.
[515] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/273-275.
[516] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/275.
[517] Sûre 3; âyet: 24.
[518] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/275-276.
[519] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/276.
[520] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/276-277.
[521] Amerikan çavuşlarına varmak için birbirleri ile âdeta
yarış eden Sözde müslüman kızlarının kulakları çınlasın.
Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları,
Sönmez Yayınları: 3/277.
[522] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/277-278.
[523] Sûre-i Hücürat, âyet: 3.
[524] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/278-279.
[525] Fatime binti Kays (B. Anhâ): Kureyş kabilesine
mensuptur. Dah-hak b. Kays'ın kız kardeşidir. İlk muhacirlerden olup güzel,
fazilet ve kemal sahibi idi. Kocası Ebu Amr b. Hafs b. Mugîre kendisini
boşamış, iddetlni bitirdikten sonra Peygamber (S.A.V.)e gelerek, Moaviye b,
Ebu Süfyan ile Eba Cehim taraflarından istenildiğini söylemiştir. Peygamber
(S.A.V.), Ebu Cebimin sopasını omuzundan bırakmadığım, Muaviye'nin ise yoksul
olduğunu söyleyerek, Üsametü'bnii Zeyd'e varmasını emir buyurmuştu. Onunla
evlendi ve hayırlı bir hayat geçirdi.
[526] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/279.
[527] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/280.
[528] Ebu Hind (B. A.)'ln ismi Vesar'dır. Peygamber
(S.A.V.)'den kan alan bu zâttır. Benî Beyaza'nın azadhsı idi.
[529] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/280.
[530] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/280.
[531] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/280.
[532] Bak, Muhayyer bâb'ına.
[533] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/280-283.
[534] Ebu Abdillah tbnl Feyruz (R. A.) : De.yleml yahûd,
Himyeri diye anılır. Çünkü Himyer'e yerleşmiştir. Aslen Iran'hdır. Peygamber
<S.A.V.)'e hey'et olarak gelenlerdendir. Yalancı Peygamber el-Ansî'yl 11. ci
yılda katleden odur. Onun İşini bitirdikten sonra Hz. Peygamber (S.A.V.)'e
gelmig; fakat Resûl-ü Ekrem'i ölüm döşeğinde bulmuştur.
[535] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/283.
[536] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/283-284.
[537] Gaylan h. Seleme (R. A.): Taif'in fethinden sonra
müslüman olanlardandır. Hicret etmemiştir. Sakif'in ileri gelenlerindendir.
Hz. Ömer'in hilâfeti zamanında vefat etmiştir.
[538] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/284.
[539] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/284-285.
[540] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/285.
[541] SÛre 10; ftyet: 60.
[542] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/285-287.
[543] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/287.
[544] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/288.
[545] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/288.
[546] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/288-289.
[547] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/289.
[548] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/289-291.
[549] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/291.
[550] Sahâbe-i Kiram
arasında yalnız bu
zatın ismi Zehirdir.
Diğerleri Zübeyr okunmalıdır.
[551] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/291-293.
[552] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/294.
[553] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/294.
[554] Sûre-İ Bakara, âyet: 222.
[555] SÛre-1 Bakara, ayet: 223.
[556] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/294-295.
[557] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/296.
[558] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/296.
[559] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/296-297.
[560] Sûre-İ Ahzab: âyet: 58.
[561] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/297-299.
[562] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/299.
[563] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/299-300.
[564] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/300.
[565] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/300-301.
[566] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/301.
[567] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/302.
[568] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/302-303.
[569] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/303.
[570] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/303-304.
[571] El hıcr Süresi; âyet: 42.
[572] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/304-305.
[573] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/305.
[574] İnsanoğluna bu ciheti iyi düşünerek, Allah'ına her an
minnet ve, şükranlarını arzetmek gerekirken, yirminci asrın medenî inşam
Allah'ın kendisi-* ne bahşettiği hayatı ve sayısız ni'metlerl -hâşâ- bir suç
sayıyor- da bû suçun hesabını vermek üzere Allah'ı mahkemeye' dâ'vet ediyor.
Hiddetten ateş' ki silmiş pür galeyan haykırıyor. Cenâb-ı Hakkı -hâşâ- linç
etmek istiyor. H'&î vaya yumruklar sıkarak: «Varsın da niye göninmüyorsun
be Allah? muktedirsin de neye meydandan kaçıyorsun? mert isen/çıksana
karşıma!...» diye ku-durmuşçasma nâra atarak O'na meydan okuyor, inadından onun
varlığım inkâr ediyor. Allah Allah...! kendi varlığını kabul eden, fakat onu
var eden, bulunduğuna İnanmıyan bir mahlûk... Yirminci asır dünyasının en
medenî mahlûku!!!??? Kendisini dünyaya getirdiği için babasını mücrim sayan ve
bekâr yaşayıp mezar taşma : «Bu, babamın bana İşlediği cinayettir. Fakat ben
kimseye cinayet İşlemedim.» ibaresini yazdıran basar ve basiretten mahrum arap
şâiri dinsiz Maarrî'yİ kendisine örnek alarak var kuvveti ile Allah'a harb
i'lân ediyor.. Medenî insanlık işte bu !!! Böyle insanlığın haline gülmekml
yarşair; ağlamak mı? bilemem... Allah müslümanlara intibahlar nasîbeylesin. (Bu
not bir müşâhadeye binâen yazılmıştır.)
Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları,
Sönmez Yayınları: 3/305-307.
[575] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/307.
[576] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/307-308.
[577] CUzame Binti Vehb <R. Anhâ) : Uk&şetiTbnU
Mihsan'ın anne bir kız kardeşidir. Kavmi ile birlikte hicret etmiştir. Üneys b.
Katâbe'nin karısı İdi.
[578] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/308-309.
[579] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/309-310.
[580] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/310-311.
[581] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/311.
[582] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/311-312.
[583] Takrir : Bir hükmü olduğu gibi bırakmak,
değiştirmemektir.
[584] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/312.
[585] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/312.
[586] Sûre: 33. Ayet: 51.
[587] Şapla şekeri birbirinden ayırnmıyan Avrupa
muharrirleri Hz. Peygamber (S.A.V.)’in müteaddit zevcelerle evlenmesine -Hâşâ-
gayrı meşru' ilhamı vermeye çalışarak ona «kadıncı» demek küstahlığında
bulunmuşlardır. Halbuki Hz. Peygamber1 in hangi şartlar dâhilinde hangi
kadınlarla evlendiği bütün dünyanın ma'lûmudur.
Her birinin müteaddit
kadın dostları olan ve bu dostları ile dünyanın en ücra semtlerine kadar
giderek en tenha yerlerde hâ"yvani zevkler süren, hatır-u hayâl'e gelmedik
rezâletiler irtikâbeden bu maskaraların hangi yüzle iki cihan serveri bir
ma'sûm Peygamber-i Zîsân'a dil uzatmak cesaretinde bulunduklarına akıl
erdirmek mümkün olamıyor.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
efendimiz her cihetçe insanların en mükemmeli İdi. Bittabi vücud yapısı
i'tibâriyle de öyle idi. Kaç erkek kuvvetine sâhib olduğunu naklettiğimiz
hadislerden anlamak mümkündür. Fakat düşünmeli ki: Dünya güzeli bir kadın
kendisine evlenmek teklifi gönderiyor, nikahlanıyorlar. Hımır-u saadetlerine
getirilen bu kadın ciddî bir münasebetsizlik yapıyor; ve Peygamber-i islâm onun
kılma bile dokunmadan geldiği yere gönderiyor.
Şimdi insanda gayrı ihtiyarî bir merak uyanıyor; Farz-ı muhal ma'hud
Avrupa misterîeri veya mösyöleri de böyle müstesna bir vücuda mâlik olsalar
da, onların yanma bir dünya güzeli getirilse şu zavallı dünyanın hâli acaba ne
olurdu?
Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları,
Sönmez Yayınları: 3/312-314.
[588] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/315.
[589] Mü'minler Anası: Hz. Safiyye : Hanın (A.S.) neslinden,
Hayher kalesinin sahibi Huzey'in kızıdır. Hayber kalesi Hz. Ali Hayderi'nin
kılıcıyla fethedilince alınan esirler arasında Hz. Safiyye validemiz de
bulunuyordu, önce Dthyet-ül Kelbi (R. A.) hissesine düşmüşken. Peygamberimiz
efendimiz bu bü-yÜk kadına ,'idyesini Ödeyerek hürriyetini geri vermiş ve
nikâhına alarak âile-sl olmak şerefini bağışlamıştır. O da ömrünün sonuna kadar
bunu muhafaza etnıişdir. Kendileri h;ıkkında Peygamberimiz; «Gerçek, sen bir
nebinin soyundan gelen kızsın. Amcan da nebidir. Ve sen bir Nebî'nin de nikâhı
altındasın» buyurmuşlardır. (Tac: C: 3/385) Resûlüllahm âlemi âhirete
göçümünden sonra da daima afif ve nezih olan hayatına devam etmiş ve İslâm
birliğini parçalamak istiypnlere uzak durmıifjdur. Hazret-i Osman-ı
Zinnurey'nın jjehadetinde ona gereken yardımı esirgemem iç. Hazreti Fatımet-ü»
Zehra {R. A.) validemizle de çok samimane yaşamındır. «52» Hicret yılında
irtihâl eylemidir(R. A.).
[590] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/315.
[591] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/315-316.
[592] Ebu Selem ete*bni Abdirrahman b. Avf (R. A.) : Küreyle
mensup olup bir kavvle göre .Medine'de fıkıh bilgisi ile meşhur yedi zâttan
biridir. îs-minin künyesinden ibaret olduğu söyfenir. Eshâb-i Kirâm'ın bir
çoklarından hadis dinlemiş ve bir çok hadîs rivayet etmiştir.» Kendisinden dahi
bir cecâat hadis rivayet etmişti. Vefat tarihi «74» veya «104» dür.
[593] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/316.
[594] Sûre-i Nisa;
Ayet: 20.
[595] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/316-317.
[596] Fatımetü'z-Zehra (K. Anhâ) : Hz. Kahr-i
Kâinat (S.A.V.) efendimizin bir
rivayette on küçük, bir rivayette nüneü kerhncleridir. Aklı, zekâsı, güzelliği,
takvâ.sı ve emsalsiz ahlâkı ile Kesııliillah
(S.A.V.)'in pek ziyâde şefkat
ve muhabbetlerine olmuştu. Hicretin on yıl
önce Mekke'de Hz. Ilariieeüi'l - Kiilırâ (K. Anhâ)'dan dünyaya gelmiştir. Hicretin ikinci senesi
Ramazan'ında 11. Alî île
evlendirilmiş; zifafı, aynı
yılın zilhicce ayında
yapılmıştır. Kesııliillah
(S.A.V.)'in di£er kerîmelerinin evlâdı olmamış, kendileri dahi genç
yaşta vofât ettiklerinden Sülâltvi
tâbire Hz. Fa t ime
{K. Aııhâ)'nın; evlâd-u ahfadına münhasır kalmıştır. Hz.. Fâtıme'nin,
Hasan, Hüseyin, Zeyneb, Rukİye ve Ümmii Külsiim isimlerinde beş evlâdı dünyaya
gelmiştir.
Hz. Fatıme (R, Anhâ)
hakkında bir çok sahih hadisler vârid olmuştur, kendisi Hz. Meryem (A.S.)'den
sonra bütün dünya kadınlarından üstün bir dereceye ve Seyyîdetii'n- Nisa
lâkabına bihakkın mazhar olmuştur. Her cihetten pederleri Spyyidü's - Sakaleyn
hazretlerine benzerdi. Hakkında bir kaç âyet nazil olmuştur. Pederleri
(S.A.V.)'fi o kadar merbut idi ki onun irtihâlinden sonra hiç gülmemiş ve
nihayet onun irtihâlinden üç veya altı ay sonra Ramazan'da Medine'de vefat
etmiştir. R. Anhâ.
[597] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/317-318.
[598] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/318.
[599] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/318.
[600] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/319.
[601] Akamp b. Kays, Elifi ibl : Benî Rpkir kabilı-sinctendir.
Tabiînin büyüklerinden olup, İhni Mesud (K. A.)n hadîs ve sohbeti ile şöhret
bul imiş tur. M/.. Ömer'le İbni Mph'ıhI (R. A.)'dan hiidî.s rivâyot etmiştir.
«(»I» tarihinde vefat etmiştir.
[602] Ma'kil lı. Sinsin Eşopi : Künyesi Kbu Muhanınıed'dİr.
Mekke'nin fethinde, bulıınmuş; sonra; Kfifp'ye yerleşmiştir. Kiifeliler'den
sayılır.
[603] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/319-321.
[604] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/321.
[605] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/321-322.
[606] Abdullah b.
Amir b. Rebîa (R. A.)
: Künyesi Ebû Muhammed'dir.
Nesebi hakkında pek çok ihtilâf vardır. Resultillah (S.A.V.)'in irtihaünde dört veya beş
yaşlarında idi. Vefat tarihi «86» veya «90» senesidir.
[607] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/322.
[608] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/322-323.
[609] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/323.
[610] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/323.
[611] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/323.
[612] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/323-324.
[613] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/324.
[614] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/324.
[615] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/324-325.
[616] Siıre-i Bakare; âyet: 236.
[617] Sûre-i Bakara; ayet; 241.
[618] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/325-327.
[619] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/327.
[620] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/327-329.
[621] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/329.
[622] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/329-330.
[623] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/330-331.
[624] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/331.
[625] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/331.
[626] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/331-332.
[627] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/332.
[628] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/332-333.
[629] Safiyyp binti Şeybete'bnî Osman b. Ebî Talhâ : Beni
Abdi'ddâr kabllesimicndir. PcyjçanıbRr (S.A.V.)'i görüp görmediği ihtilaflıdır,
ibni Sa'd O'nun tâblîn'den olduğuna cezmetmiştir.
[630] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/333-334.
[631] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/334.
[632] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/334.
[633] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/334-335.
[634] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/335.
[635] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/335.
[636] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/335-336.
[637] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/336.
[638] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/336.
[639] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/336-338.
[640] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/338.
[641] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/338-339.
[642] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/339.
[643] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/339.
[644] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/339.
[645] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/339.
[646] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/339-340.
[647] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/340-343.
[648] Sûre-i Nisa, âyet: 129.
[649] Mualleka : Kocası semtine uğramayan kadındır.
[650] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/343-344.
[651] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/344.
[652] Enfâl Sûresi; âyet: 63.
[653] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/344-345.
[654] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/345.
[655] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/345.
[656] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/346.
[657] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/346-347.
[658] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/347.
[659] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/347.
[660] Sevde binti Zem'a (R. Anhft) : Hz. Peygamber
(S.A.V.)'in Kadire (B. Anhft)'nın vefatından sonra; bir rivayette Hz. Ali ile
eklenmezden evvel, bir rivayette evlendikten sonra kendisi ile evlendiği
zeycesidir. Dul idi, Medine'de «54» tarihinde vefat etmiştir.
[661] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/348.
[662] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/348-350.
[663] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/350.
[664] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/350.
[665] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/351.
[666] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/351-352.
[667] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/352.
[668] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/352.
[669] Abdullah b. Zem»' (R. A.) : tbnn - Esved b.
Abdilmuttalib'dlr. Meşhur bir Sahftbf-i Celîl'elir. Buhaıi'de bu hadisten
başka rivayeti yoktur. Kendisi Medineliler'den sayılır.
[670] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/352-353.
[671] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/353.
[672] Süre-i Taha, âyet:
16.
[673] Süre-i Bakara, âyet: 229.
[674] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/354.
[675] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/354-355.
[676] Sabit b. Kays (R. A.) : Hazrerî, Ensarî'dir. Uhud ve
ondan sonraki gazalarda bulunmuş; Sahâb-i Kiranı'in büyüklerinden bir zâttır.
Ensâr'm ve ResûliiMah (S.A.V.)'in hatibi idi. Peygamber (S.A.V.) kendisini
cennetle müjdelemiştir.
[677] Sûre-INisâ, âyet: 4.
[678] Sûre-i Bakara, ayet: 229.
[679] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/355-359.
[680] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/359-361.
[681] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/361.
[682] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/361-362.
[683] Bu kadının ismi Amine biııti gıfâr'dır. Daha başka olduğunu söyleyenlerde vardır.
[684] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/362-363.
[685] Sûre 34; âyet: 31.
[686] Mecelle maddesi : 24.
[687] SÛre-l Bakara, âyet: 228.
[688] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/363-366.
[689] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/366.
[690] Mısır müftüsü ve kibâr-ı ulemâ meclisi âzası Huseney»
MuhıımiTH'ri Miihlııf'tın «Futaya Jji'r'iyye ve buhtısıi tslfuniyye» adlı
eserinin ikinci cildinden rLİHı^ımız ş\ı fetva ciciden şâyân-ı hayrettir.
Sual : Bir adam
karısına İlk defa «sen üç kere boşsun» dese, sonra ona ric'at etse bil-ahara
ikinci defa olmak üzere yine «-sen üç talâkla boşsun» dese ve yine ric'at
etse; sonra üçüncü defa yine «sen üç talâkla boğsun» dese bundan sonnı o kadın
o adama helâlolur mu ?
V e v a b : Mesele
suâlde anlatıldığı gribi ise birinci ve ikinci defa talâk ric'idir. Nitekim
böyle olduğu 1929 senesinde çıkan 25 numaralı mahâkim-i şer'iyye kanununda
nassan beyân edilmiştir. Üçüncü defaki talâkla kadın kocasından en büyük
beynunetle (ayrılıkla) ayrılmıştır. Artık o kadın başka kocaya şer'an mu'teber
olan bir nikâhla varmadıkça ilk korasına helâl olamaz. Nitekim bunu îmanı
Ibn'i'l-Kayyîm dahi «A'Iûmu'i-Muvakkiîn» nâm eserinde ve başka yerlerde böylece
zikretmiştir. Bil-ahare o kadını (ikinci kocası) boğar ve ondan olan İddeti
biter. Allahu a'lpın.
tşte amatör
müctehidlerin içtihadı... Bunlar güya kula kolaylık olsun diye üç talâks bir
saymışlardır. Delilleri :
Sadr-ı İslâm'da bunun
bir srıyılmasıdır. Halbuki yukarıki izahatımızdan pek âlâ anlaşılır ki, bu
hüküm sonradan bizzat Peygamber (S.A.V.)'in hadîsi İle nesh edilmiştir. Bu gûna
tedriçler ibtidâ-i islâm'da çok vâki' olmuştur. Meselâ, şarabın tahrimi böyle
tedricîdir. Bir zamanlar nikâh-ı müt'a meşru' idi. Hattâ namazda konuşmak bile
caizdi. Fakat bunların hepsi nesh edilmiştir. Üstelik üç talâkı birden
söylemenin üç sayılacağına icmâ'-ı ümmet de vardır. Bi'1-farz başka hiçbir
delil'olmasa Hz. Ömer gibi bir timsal-i hak ve müc-tehid-i mııf.lak'ın kavli
bize yine yeter, artar bir delildir. Hattâ HanefNer'ce şâir eshâb-ı kirâm'ı
taklid etmek de vâcibdir. Ömeru'l-Farıık (R-A.) RosûHillah (S.A.V.)'in
hayatında da nıematında da yanından ayırmadığı en güzide bir müsteşarıdır.
İçtihadının isabeti hakkında sekiz on tane âyet nazil olan yegâne, sahâhi-i
celîl odur.. Bundan dolayıdır ki, son zamanlara gelinceye kadar bu ümmetin
bütün nıüctchidleri onun icnıâ1 haline gelen sünnetine tâbi' olmayı bir vecîbe addetmişlerdir. Zaten hulâfâ-I Râşidin'den
olması hasebiyle onun sünnetine tabi' olmayı emreden nass-ı Peygamberi vardır.
Resûlnlah (S.A.V.) :
— Benîm sünnetim ve
benden sonra Hulefa-i Râsidînin sünnetine sarılın; buyurmuşlardır. Hâl böyle
iken son zamanlarda Mısır'da, yetişen bazı din reformcuları bu bâbtaki sünneti
icmâ'ı ve sâyireyi çiğniyerek içtihada yeltenmişler ve neticede bir defada
ağızdan çıkan ü_ talâk bir sayılmış gitmiştir. Bunu müslümanlarm kabul
edemiyecegini sezince de işi kanunla sağlama bağla, mıhlardır.
Şimdi biz bir nebzecik
şu fetva'ya dönelim. Buna göre bir adnııı karısını tam dokuz kerp boşıyacık,
ondan sonra kadına hülle lâzım gelecekmiş vf bu da sözüm ona başı
dara gelen bir müslümam kurtarrmkmış.? Bunun mânâsı
"o adıma dokuza
kadar talâkb oynamağa müsaade etmek değilmidir? Talâk ciddisi, şakası
müsavi olan şeylerdendir. Bu
ciddiler ciddisi müessese ile oyn.ımamak için onu ancak üçe kadar
meşru' kılan Allah bu işi hâşâ, yeni nıüc-tehidler kadar bilemedi mi dersiniz?
Fetva'da imam denilen Ibnü'l-Kayyim'a gelince : Âlim ve fâzıl olmasına rağmen
ehl-i sünnet imamlarından değildir. Hele Mısır'ın yeni müctehidleri gibi en
büyük ehl-i sünnet İmamlarına bile kafa tutan amatörlere imam olması
hatırlardan bile geçmemek icab eder. Hâl böyle iken onu yine imam ittihâz
etmeleri insanı İster istemez şüpheye düşürüyor. Galiba bu adamlar
beyendiklerini hâşâ solcu bile olsa imam ittihaz edecekler.
Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez
Yayınları: 3/367-369.
[691] Süre-t Talâk; âyet:
1.
[692] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/370.
[693] Mahirimi b. Lebîl b. Ebi Hafi1 Ensari (R, A.) :
Resulüllah (S.A.V.) zamanında doğmuş ve ondan bazı hadîsler rivayet etmiştir.
Buharî onun sahabeden olduğunu söylemiş, fakat... Eh» Hâtrm : «Onun sahâbi
olup olmadığını bilmiyoruz demiştir. Müslim ise doğrudnn doğruya onu tabiinden
snyniKjt;r. TJlemâ'dan bîr zât idi. «9fi» tarihinde vefat etmiştir. İmanı Ahmet!
«müsned» inde onun tercemc-i halini yazmış. Bazı hadislerini de tahrîc etmişse
de bunlar-d-i. Peygamber (S.A.V.)'den işittiğine dâir bir sarahat yoktur.
[694] Sûre-i Bakara; âyet:
229.
[695] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/371-372.
[696] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/372.
[697] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/372-375.
[698] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/375.
[699] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/375-376.
[700] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/376.
[701] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/376-377.
[702] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/377.
[703] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 3/377-378.
[704] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/378.
[705] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/378-379.
[706] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/379.
[707] Bir rivayete göre ismi
Amre'dir. Musanmfa göre, Ümeynıo binti Nu'man'dır.
[708] Develerin iki yanına yerleştirilen tahtadan
yapılmış odacıklardan biridir.
[709] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/379-382.
[710] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/382.
[711] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/382-383.
[712] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/384.
[713] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/384.
[714] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/384.
[715] Sûrtî-i Nisa; âyet:
129.
[716] Said I». Munsur : Ebu Osman Saîd b. Mansur b. Şıı'be
el-Merzevİ. S. cü Hicret asrının büyük muhaddis ve hâfızfanndandır. Talâkan
şehrinde dogmug, sonra Belh'e giderek orada
tahsilini İlerletmiş ve meşhur bir
âlim olmuştur. Ömrünün sonlarına
doğru Mekke'ye s'derek mücavir olmuş ve orada «229» târihinde Jrtihâl
eylemiştir. Bir «Kur'ân tefsiri» ve bir de «Sünen» i vardır.
[717] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/384-386.
[718] Süre-i Bakara;
âyet: 231.
[719] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/387.
[720] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/387-388.
[721] Sûre-i B;tk;ını; âyv.t: 228.
[722] Süri'-i Talâk; âyot; 2.
[723] Sûre-J Bakara; âyet: 228.
[724] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/388-390.
[725] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/390.
[726] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/390.
[727] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/390-391.
[728] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/391.
[729] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/391-392.
[730] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/392.
[731] Sûiv-i Bakara; â.yet:
226.
[732] Sürc-i 13,-ıkara; âyet: 226.
[733] Sûıe-i Bakara; âyet: 226.
[734] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/392-394.
[735] Süleyman h. Yesâr (R. A.) : Kiiny<\si EbCı
Kyyııtı'dur. E/.vac-i tâhî-n'tt'tan McymuiK1 (Iî. Aııhâ)'ın âzndlı.sı vo Atâ b.
Ycsar'ın ktınlcşitlir. Süleyman hîizrctliTi Mn'ilînc'ııin fııkâhâKimlan vo
tsıâbiîn'in büyükler i iKİcndir. Âlim, fâzıl fîıl-i t:ıkvâ bir zfıt olan
müisaruniloylı yedi fııkih'in biris:İ idi. İlmi Althas, Klııi. lliircyn vı1
t^nımii .Seleme (it. A.) İm/.eratından hadis rivayet otmisj «73» y;u}ind;ı
nldıijîu halde «107» tarihinde vefnt elıni^tir.
[736] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/394.
[737] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/394-395.
[738] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/395.
[739] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/395.
[740] Sûre-l Mücadele, âyet: 1.
[741] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/396-397.
[742] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/397-398.
[743] Bu on kişi
şunlardır : Hasan~ı Basrî, İblü
Şîrîn, »fesrftk, BttkayT» Küt&de, Atâ, Tavas, MUcâhİd,
İkrime ve Nafi.
[744] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/398-399.
[745] SHemetiî'bnü
Sahr-ı Hazrpri (R. A.):
Çok ağlayanlardan biridir. Kendisinden Süleyman b. Yesar ve
Said b. Müseyyeb rivayet etmişlerdir.
[746] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/399-400.
[747] Bak: Kitabımızın I. Cildi: Shf: P.
[748] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/400-404.
[749] Hadd-1 Kazîf : Namuslu bir kadma «fahişe» diye İsnadda bulunan kimseye vurulan (80) dayaktır.
Hadd-İ zina, : Evlenmeyene (100) dayak; evliye, taş'la ölümdür.
[750] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/404.
[751] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/404-405.
[752] Sûre-i Nur;
âyet: 6-9.
[753] Sûre-i Maide: âyet: 104.
[754] Sûre-i Zuhruf; âyft: 16.
[755] Sûre-i Yunus; âyet: 94.
[756] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/405-412.
[757] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/412.
[758] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/412-413.
[759] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/413.
[760] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/413-414.
[761] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/414.
[762] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/414-415.
[763] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/415.
[764] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/415-416.
[765] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/416.
[766] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/417.
[767] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/417-418.
[768] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/418.
[769] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/418.
[770] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/418.
[771] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/418-419.
[772] İstibra : Bir
veya iki hayız müddeti cima' etmeden bekleyerek rahimde çocuk olmadığım
anlamaktır.
[773] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/419.
[774] Sûre-i Bakara âyet: 228.
[775] Sûre-i Bakara âyet: 254.
[776] Sûre-i Talâk âyet: 4.
[777] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/420-421.
[778] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/421.
[779] Sûre-i Talâk
âyet: 4.
[780] Süre-1 Bakara âyet: 234.
[781] Sûre-i Talâk âyet: 4.
[782] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/421-425.
[783] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/425.
[784] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/425.
[785] Şa'bî : Ehu Anır Amir 1. Şursıhbil h. Abdullah
Hcmezûni ,Kûfî'dir. Tâbiîn'in büyüklerinden olup ftkihda dahî büyük bir
imanıdır. İbni Uyeynş şöyle demiştir : «İbni Abbas kendi zamanında Şâ'bî de
kendi zamanında (yekta) idi».
ibni Ömer (K. A.), Şa'bî «mecazî» den bahsederken onun yanından
geç-nıiş; ve : «Bu kavme ^ehîUIet ettim ki, t<a'bi mecaziyi bendi'iı diiha
iyi bilir» demiştir. Ziihrî diyor ki : «Ulemâ dörttür. Mediiif'do
İbnü'l-MÜHcyycb, Kftfc'de Ştâ'bî, lîasra'da Hasan-ı Basri vo Şam'da Mekhfil.»
Şa'bî, Uz. Ömer'in hilAfett' zamanında doğmuş: «Osman {R. A.) zamanındam
diyenler de vardır. «62» yaşında olduğu halde «104» tarihinde vefat etmiştir.
[786] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/425.
[787] Sûre-i Talâk âyet: 6.
[788] Sûre-i Talâk âyet: 6.
[789] Sûre-i Bakara âyet: 241.
[790] Sûre-i Talâk Ayet:
1.
[791] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/425-427.
[792] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/428.
[793] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/428-431.
[794] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/431-432.
[795] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/432.
[796] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/432.
[797] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/432.
[798] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/432-433.
[799] Sûre-i Talâk, âyet; 1.
[800] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/433-434.
[801] Fürey'a binti
Mâlik (R. A.): Ebû Saîd-İ Hudri'nin kız kardeşidir. Biâtü'r-rıdvan'da hazır
bulunmuştur.
[802] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/434.
[803] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/434-435.
[804] «Kcffu-t bfthı» nın
1033 numaralı hadîsine bak.
[805] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/435-436.
[806] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/436.
[807] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/436-437.
[808] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/437-438.
[809] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/438.
[810] Sûre-i Talâk; âyet: I.
[811] Süre-i Bahara; âyet: 228.
[812] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/438-441.
[813] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/441.
[814] Sûre-i Bnk:ırn; âyet: 230.
[815] Süre-i Rnkara;
âyet, 230.
[816] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/441-444.
[817] Ruvoyfİ' b. Sabit (R. A.) : Beni Malik b. Neccar'dandir. «45» tarihinde
vefat etmiştir.
[818] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/444.
[819] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/444-445.
[820] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/445.
[821] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/445-447.
[822] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/447.
[823] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/447.
[824] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/447.
[825] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/447-448.
[826] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/448.
[827] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/448.
[828] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/448-449.
[829] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/449-451.
[830] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/451.
[831] Cüjvıınî'nin «Tarifi!t» ıncî.'i: "kadının t.ıir
çahıstiin doğurmaya t;»yin C-CİÎİH1İ5J
olmalıdır. denilmiştir.
[832] Bu çocuğun ismi Abdurrahnıan'dır.
[833] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/451-455.
[834] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/455.
[835] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/456.
[836] Sûre-I Nisa; âyet: 23.
[837] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/456-457.
[838] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/457.
[839] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/457-458.
[840] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/458.
[841] Kûro-i
Mniflo; âyet: 5.
[842] Süre-İ Bakara, Ayet: 233.
[843] Sûre-j îsrâ; âyet: 15.
[844] Züfcr İbni
Hiizcyl :
Ebıil'hüzeylincısri: lınam-ı
Azamın yüksek til-mtzlrrinden müttehit
hir zâttır. Baltası aslen Isfah;ın'Iı olup bir müddet Basra valilisinde bulunmuştu.Imum Züfcr,
pek parlak bir zekâya mâlik idi, ilm
ile ibâdeti bihakkın cem1 etmişti. İtn:ını-ı Azam, kendisini tevkir
vesâir tilmizlevi-ne takdim ederdi. Kbfı Nuuym ve Yahya İbni Muin derlerdi ki:
«imam Züfer, Sikadır, me'nnındur.»
İmanı Ziifer, İnıam-ı
Azam'm* mezhebi dâhilinde ietihâdda bulunmuş İmam-ı Azam ile Inıâınpyn'e
muhalefet etmitşir. Pek fasihüTlisan olan İmam Ziifer, îmanı Ebft Yusuf ile
münazaralarda bulunurdu. Kendisi derdi ki: «Biz e.ser geldi mi reyi terk
ederiz.»
Kadı olmaktın
kaçınmıştır. Biraderinin mirası için Basra'ya gitmiş, ahalisi kendisini
alıkoyup Bağdat'a dönmesine mâni' olmuşlardır. «158» târihinde «48» yaşında
olduğu halde Basra'da vefat etmiştir.
(Ömer Nasuhi Bilmen «Hukuk-ı Islâmiyye ve Istilahat-ı Fıkhiyye» kamusu
C. I. Shf. 496).
[845] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/458-461.
[846] Eflith (R. A.): IV.vnambtT (S.A.V.)in ynhud fıımıü
Seleme (R. A.)'-nm mcvlftsıdır. Klm'I - Kiınys'm ismi Vfıil 1>. Eflfıh'tır.
«Ca'd'dır-> <İiy;pler de vnrdır.
Birinci takdire püre kardt\^i Efluh'ın ismi babasının ismi il« bir deme.k-lir.
Hini Alıdilberr : «Ebıı'l - Kııays'ın bu hadisten bagka bir yerde isminin geçtiğini
bilmiyorum» demiştir.
[847] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/461.
[848] Sûroi Nisft, âyet: 22.
[849] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/461-462.
[850] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/463.
[851] Rfirc-i Bakara,
Syrt: 234.
[852] Fcthü'I-Kadir. C. III. Shf. 3-4 Bulak tab'ı 1316.
[853] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/463-464.
[854] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/464.
[855] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/464-465.
[856] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/465.
[857] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/465.
[858] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/465.
[859] Siifysın İbni Hyeyne : Ebû Muhüimnedirkfifî: Tebe-i
tâbiin'den mıı-It.-i'l-li.s, Hıkih bir zâttır, .llckkr-i Mükcrn-nH-'d»' ikamet
edip omda vefat et-miijlir. Hu nıuhtcronı zât, Ziihri, s»:ıphî. Ahır tl>ni
Dinar, Alıdtılhıh, Ihını I>înar (îihi ckfUıir'dcn hrtdj.s rivayet "tinidir.
Kondİsintlen de A'mcş, Sevrî, (bnlil'nıü-hâr«-k, ^âfü, thni Vchb, Ahım'd İlmi
Ilaııöi'l gibi büyük İmamlar rivayette, bu-hımrniîjlardır. Kendisinden rivayet
ediien hadîsler, (7000) kad:ırdır. Yanında Hhtp tutmazdı. Hafızasındaki kuvvet,
bir hârika demekti. Kendisi Ashâb-ı lı;MliVin hiikcmâfîinclan .sayılırdı.
Silsile-i fıkih't.ı tmanı Şafii'nin ecdâdından biri idi. <<TakriI>» do
deniliyor ki : timi iTyı-ym», .sikadır, hafızdır, fakihtir, imamdır,
hüccettir. Şu kadar ,-,ır s'ti, son günlerinde hafızası tagayyür etmişti.
(Ki'tef sır) (El'rnnıi) adında 2 eseri vardır.
«107»
târilıindeKflfe'de doğmuş «108» senesinde,, veıât etmiştir.
(Ömer Vasimi Bilmen «Hukuk-ı İslânıiyye. ve Istıhat-ı Fıkhîyye» kamusu.
C. I. Khf. 474).
[860] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/466.
[861] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/466.
[862] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/466.
[863] lîkbctü'bııin-HA.ris (R. A.) : Künyesi Ebft Sirvu'a
ohırı Vklıc.Kn-reyş'e mensuptur. Mekke'nin fethi günü Müslüman olmuştur.
Mekkeliler'den sayılır.
[864] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/467.
[865] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/467-468.
[866] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/468.
[867] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/468.
[868] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/468.
[869] Ebu Süfyan I», H:ırb (R. A.) : ÎKmi, Sııhr b. Harb b.
tWyyp'dir. Kurey^'in re İh lor inden idi. Mekke'nin fethinde İslâm ordusu
tarafından ele geçirildiği zaman mü.slümnn olmuştur. O gün kendisi I iz.
Abbas'a sığınmıştı. Ertesi gün Abbas (R. A.) kemlisini Peygamber (S.A.V.)'e
götürdü ve müslü-man oldu. Vefat) «32» tarihindedir.
[870] Hint hinti Vibo b. Robia b. Abdi fŞcms'dir. Mekke'nin
fethi yılında Mokke'de kocasının î.slânıiyeti kabulünden sonrn, mü.slüman
olmuştur. Babası Ilthp ile amcası ^«-ybc ve kardeşi Vclid lirdir harbinde
öldürülmüşlerdi. Bu Hind'e pek ağır gelmişti. Uhnd harbinde bunun acısını
çıkardı. I iz. Hiimza'nm îjehîd edilmesine pek sevinen Hind on\m karnını
yararak dişleri ile ciğerini çiğnedi. Hind omlört tarihinde vefat etmiştir.
«Daha başka târihte» diyenler do olmuştur.
[871] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/468-469.
[872] Rıtıl : On iki okiyye ağırlığıdır.
[873] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/469-471.
[874] Tânk-ı
Muharibi (R. A.): Târik h.
Abdillah Muharibi'dir, Kendisinden C&mi* b.
Şeddâtl ile Rib'ıyy b. Ilırâş hadîs rivayet etmişlerdir.
[875] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/471.
[876] Sûre-i Ahkaaf; âyet; 15.
[877] Sûre-i Isra, âyet: 26.
[878] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/471-473.
[879] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/473.
[880] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/473-474.
[881] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/474.
[882] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/474.
[883] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/474-475.
[884] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/475.
[885] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/475.
[886] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/475.
[887] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/475-476.
[888] Sûre-i Bakara; âyet: 240.
[889] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/476-477.
[890] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/477.
[891] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/477-479.
[892] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/479.
[893] Et-Talaafc Süresi; âyet: 7.
[894] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/479-482.
[895] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/482.
[896] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/482-483.
[897] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/483.
[898] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/483-484.
[899] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/484.
[900] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/484.
[901] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/485.
[902] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/485-486.
[903] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/486.
[904] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/486-487.
[905] Sûre-i Tahrim; âyet: 6.
[906] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/487-489.
[907] Râfi' b. Sinan (R. A.) : ITtbfm adı ile tanınan Amir b.
Sa'li'be'nln so-yundandır. Kendisinden okulları rivayette bulunmuştur.
(B.k. El-lsâl>e. C. I. Shf. 484
Sahfitı! No: 2532).
[908] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/489.
[909] Sûre-î Nisa; âyet: 141.
[910] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/489-491.
[911] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/491.
[912] ishak thni Kiihfvcyh : Elifi Yakııb İlmi
îlmlhimirmervczi: Muhnd-dislerden,
fukâhâ'dan bir zâttır. İmam Şafii'ye mülâki olmuş. O'nun
yüksek kBdrinî takdir etmiş, O'nunla münazarada bulunmuştur. İmam
Şafii'nin mu-sannefatını Mısır'da yazıp cem' etmiştir. İmam Şafii'nin ashabından
sayılmaktadır. İmam Ahnıpt İbni Ilanbel demiştir ki : İbni Rfthevryh, bizce
eimme-i müslimin'dendir. Yüksek bir imamdır, O'ndan daha fakih bir zât. Bağdat
köprüsünden geçmemiştir. Hafızasında yetmig bin hadîs-i gerîf var idi. Hadîs'e
dâir olan «Kitâb-ı Müsned» i pek muteberdir. Kejİri& Irak, Hiraz, Yemen,
Şam taraflarında seyahat ederek Süfyan İbni Uyeyne gibi zâtlardan hadis nhz etmiş,
kendisinden de Bıman. Müslim, Tirmizi, Ebu Dâvud, Nesai, Ahmed İbni Hanbel gibi
büyük muhaddisler rivayette bulunmuşlardır.
(Ömer NaHiihi Bitmen
«Hukuk-ı Islâmiyye ve lstılahut-ı Fikhiyye» kamusu. «. I. Shf. 439).
[913] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/491-493.
[914] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Selamet
Yolları, Sönmez Yayınları: 3/493.
[915] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/493-494.
[916] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/494.
[917] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/494-495.
[918] Sûre-i Nisa: Âyet: 93.
[919] Sûre-İ Bakara; âyet: 178.
[920] Sûre-i Bakara; âyet: 179.
[921] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/495-499.
[922] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/499.
[923] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/499-500.
[924] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/500.
[925] El Mâide sûresi : âyet : 33.
[926] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/500-502.
[927] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/502.
[928] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/502-503.
[929] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/503.
[930] Sûre-i.
[931] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/503-505.
[932] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/505.
[933] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/505-506.
[934] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/506-507.
[935] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/507-508.
[936] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/508-509.
[937] Sûre-i.
[938] Amr b.
llnzm: Tnhiîii'dcn olup, Ömer b.
Abdülaziz zamanında Medine-i Miincvt'rc'dn kadılık etmiştir.
[939] Sfire-i Nahl;
âyet: 126.
[940] Sûre-i.
[941] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/509-511.
[942] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/511.
[943] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/511-512.
[944] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/512-513.
[945] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/513.
[946] Seci': Cümlelerin son harflerinin birbirinin aynı
olmasıdır. Ekel, İstendi, yu-tall
cümlelerine ı olduğu gibi.
[947] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/513-514.
[948] Tam diyet yüz devedir. Bunun onda birinin yarısı beş
deve eder.
[949] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/514-517.
[950] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/517-518.
[951] Sûre-i Bakara; âyet:
178.
[952] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/518-519.
[953] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/520.
[954] Sûre-l Bakara; âyet: 178.
[955] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/520-522.
[956] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/522.
[957] Sûre-İ Bakara;
âyet: : 94.
[958] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/522-523.
[959] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/523.
[960] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/523-524.
[961] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/524.
[962] Ibııi Vfhb : Ebft Mıihammrd : B^ra'lı meşhur bir
âlimdir. Adı Abdullah'tır. Babasının adi da Müslim'dir. Knrcyjj kabilesinin
mevâlisindonrli. Fâzıl, fakih. sika bir zâttır. İmam Mâlik'ten, I.eys, Scvrî
gibi zevattan ilm ahz etmiş, had/s rivayette bulunmuştur. İmam Mâlik, bu zâta
mektuplarında «Mısır'ın fakihi Kbfı Muhammedil'ıniifti» diye yazardı. Bundan
başkasına «fak İh» diye yazmazdı. Kendisinden (yüz bin) kadar hadis-i şerif rivayet olunmuştur.
tbni Ebi Hâlim diyor ki
: «Ben tbni Vfhb'in Mısır'da ve başka yerlerde rivayet ettiği (seksen bin)
kadar hadise baktım. Ahiı olmayan bir hadîs gördü-ğümii bilmiyorum.»
«Sıthih-i Buharı» ile «S:ıhîh-i
Müslim» de bu zâttan başka Abdullah İbnü Vehb yoktur.
Kendisine «Dtvanürüm» denilmiştir.
«125» târihinde «197» senesinde
Mısır'da vefat etmiştir.
Ömer Nasuhî Bilmen
«Hukuk-i Islâmiyye ve Istıhat-ı Fıkhîyye» kamusu. V. I. Stıf: 436).
[963] Cerir İbni Hazım : Muhaddislerden, fukâhâdan bir
zâttır. Ezel kabilesine mensuptur. «Ebünnazri'l - hasrı» demekle de ma'ruftur.
Sika'dır. Sahih-i Bıiharî'de rivayetleri
vardır. «170» târihinde vefat etmiştir.
(Ömer Nasııhi Bilmen «liukuk-ı İslâıniyye ve Istıhat-ı Fıkhîyye» kamusu.
C. I. Shf; 3S8).
[964] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/524-526.
[965] Ebû Şüreyh el-Hıızâî (R. A.) : Sahâbî'dir. Mekke'nin
fethinden evvel mti.slüman olmug ve. fetih günü Beni Kâ'b kabilesinin
bayrağını taşımıştır. Hicretin «68» târihinde Medine'de vefat etmiştir.
Resdl-i Ekrem
efendimizden «20» hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Nftfi’ b. Cttbeyr ve
Saîd el-Makburl ve «Kiitüb-U Sitte» sahipleri hadîs nakîet-mlşlerdir.
(Hasan Hüsnü Erdem «Riyâzü's- Sâlihîn hadislerinin R&vîleri olan
Ashfib-ı Kİram'm ve Hadis imamlan'nm hâl tercemeleri» Shf: 46).
[966] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/526.
[967] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/527.
[968] Sûre-İ Nisa; âyet: 191.
[969] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/527-528.
[970] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/528-529.
[971] İki dine Süleyman b. Dâvud vardır. Biri Yemenî'dir, ve
za'ftir. Diğeri HÛIâni'dir ve sika'dır.
[972] Zcyd. b. Eşlem : Ebîi Abdİ'llâh (veya Ebft Ü«âme)
el-ömerî el-Medenî.
Tabiînin
buyüklerindendir. Hz. Ömer'in oğlu Abdu'llâh'm âzadlısı idi. «136» târihinde
Medine'de vofât etmiştir.
e/f\vd b. Eşlem, âlim,
faksh bir zâttır. Medine-i Miinevvere'de yetişen mu-fecirlerin on meşhurudur.
Meseid-i Nebevî'de. ders okutur, bir çok zâtlar kentlisinden istifâdeye
koşarlardı. Hattâ Ali 1>. el-Hüseyn (R. Anhiimn)'da bu meclisin
müdâvimlerindendi. Bir g-fin kendisine : «Kendi kavmin meclislerini basıp geçiyor
ila Ömer b. el-Ilattâ-b'in kölesine gidiyorsun» denilmiş o da : «İnsan
Kendisine dîni hususunda fâide verecek kimsenin yanına gider oturur.» diye cevap
vermiştir.
Zeyd b. Eşlem,
Abduf'llâh b. Ömer, Enes b. Mâlik, Seleme b. el-Ekva' gibi zevattan rivayet
eder. Kendisinden de ^oytıetü'n - N.ıddâh kırâet ahzetmiş, tmâm-ı Mâlik, Hişanı
b. Sıı'ıl, Zühri, Sc-vrî ve kondi oğullan Hiıssân, Abdu'llâh, Abdii'r-Kalını
ân ve
şâire rivayette bulunmuşlardır.
Zeyd b. Eşlem, mübarek
bir zâttır. Pek müttekî. pek mehîb
idi. İmânı-ı Mâlik, İbn-i Aclûn'dan
naklediyor; İbni Arifin dmıişhi :
— Ben Zeyd b. Eslem'den duyduğum
mehabeti hiç bir kimseden duymadım.
ÎUuh:ımnıed !ı. Sa'd da
demiştir ki :
— Ke.ifıl-i
Ekrem (S.A.V.)'in Mescit-i
Saâdct'inde Zeyd b.
Eslenı'in bir hılkı-i tedrisi,
var İdi; siki İdi, kesirü'l-had'S idi. Eimme-i Sitte Zeyd*İn hadislerinin
tahrîc etmişlerdir. Kiıhmetu'llâhi aleyh.
(Ömer Nasuhi Bilmen.
Büyük tefsir târihi II «Tabakatü'l - Müfessîrin» 2. Cüz. Shf: 114).
[973] İmam Jbııi Kesir : Kırâat-ı Aşare imamlarının
ikincisidir. Asıl ismi Abdullah Ibn-i Amri-d-Duri - MHtki'dir. Mekke-i
Mükerremede H. 45 (M. 665) yılında doğmuş, yine Mekke'de H. J20 (M. 737)
yılında vefat etmiştir. İbni Ke-sir'in ceddi : CVzeri'nin beyânına göre Fars
ahalisindendir. Kisrâ onları gemilerle Vcmen'in San'a şehrine göndermiştir.
Oradan da Haboşliler'in tardetmesi
üzerine M«UU<''ye £<'lip yerleşin t şlei'dir. İmanı tbni Kesir
tânim'dendir. Abdullah İhın Znl>cyr (II. A.), Ebâ Eyyûb-el Ensâri (R. A.)
gibi Sahâhc-i Kirâm'dan rivayette bulunmuştur.
İmanı İlmi Kesir,
fasih, bdi ve çok konulun bir kimse olup, beyaz sakallı uzun boylu ve iri
vücııdlu, .phlâ g;özlü bir zâttı.
Kendisinden kıraat
rivâye.t edeniki râvî.si vardır. Bunlardan biri El-BezzI,. diğeri de
Kıınbül'dür.
[974] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/529-536.
[975] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/536-537.
[976] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/537-538.
[977] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/538.
[978] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/538-539.
[979] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/539-540.
[980] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/540.
[981] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/540.
[982] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/540-541.
[983] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/541.
[984] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/541-542.
[985] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/542.
[986] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/543.
[987] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/543.
[988] Ömer tbni Abtlülâziz : Emevi halifelerinin
sekizincisidir. Vâlidesf Ürnmi Asım Hafsa, Fâruk-u Azam'ın oğlu Asım'ın kızı
İdi. Bu cihetle onun ahfadından bulunmuştur. Babası AbdÜlâziz İle beraber Mısıra
gitmişti. Sonra edilecek
diyettir.» âyet-i kerîmesidir. Zira diyet denilince anlaşılan, onun bütünüdür.
Hanefîler'in bir delili
de Bcyhakî'nin İbni Cürcyc tarîki ile Hz. Ebu Hüreyre'den tahrîc fcttiği şu
hadîstir:
ilim tahsili için
Mediiıe-i Münevvere'ye do gitmiş Enes İbni Mâlik, AbriııMuh İhnii Cafer, Kaîd
İbnü gibi zâtlardan ahâdis-i şerife dinlemiş, zamanındı :ıhâdîs-i
NeİM-Ijiyye'nin et>m' ve tedvinine çalınmıştır. AdâH'ttr, t;ıkvâ ile,
fakahatte meşhurdur. Pek bısit bir hayat geçirrirdi. Bir zât kendisine hitaben:
— Yâ Emirel-nıü'minin!.
Allah Teûlâ sana ihsan buyurmuş, biraz giyinip kuşansan olmaz mı?... diye
sormuş: O'da bu sualden hoşnut olmadığını gösterir bir tarzdı şöyle cevap
vermiştir:
— Şüphe yok ki,
iktisad'in efdâli varlık zamanında olanıdır. Afv'in efdâli kudret zamanındakidir.
Mısır'da «fil»
târihinde doğmuş olan Ömer lbnil'abd-il-A::iz hazretleri, iki sene beş buçuk ay
kadar hilâfette bulunduktan sonra «101» târihinde vefat etmiştir. «Deyri
S'm'an» da bir kölesi" tarafından zehirlendiği rivayet edilir.
(Ömer Nasuhî Bilmen
«Huktık-ı îslâmiyye ve Istılâhat-ı Ftkhiyye» kamusu. C. I. Shf: 464).
[989] Urvetübniiz'ziihcyr : EbO Ahdillâh. Afjpre-i
mübejj'jpre'den Hz. Zü-beyr'in oğludur. Validesi Hz. Sıddikin kerimesi
Zatün'nitakayn Esma'dır. Tâ^ bün'in büyüklerinden ve Medine-i Plünevvere'de
yetişen «Fukaha-i Seb'a» dan biridir. Kur'ân, hadis, fıkih İlimlerinde
büyük" bir melekesi var idi. Teyzesi UmmuTnıiimİnîn Aişe-i Sıddika'dan
vesâir Sahâbp-i güzin'den rivayette bulun-muştur. «Küriib-i Sitte» denilen
hadis kitaplarında kendisinden başka «Urve-ttibnliz'zübeyr» nâmında bir râvî
yoktur, timinin çokluğu, kadrinin büyüklüğü hakkında ittifak vırdır. «22»
târihinde doğmuş, «94» senesinde Medîne-i Mii-nevrere'de vefat etmiştir.
Oğullarından «Hitanı» da fakahetle ma'ruftur.
(Ömer Nasuhî Bilmen «Hukuk-ı Îslâmiyye ve Istılâhat-ı Fikhiyye» kamusu.
C. I. Shf. 464).
[990] Sûre-i.
[991] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/543-545.
[992] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/546.
[993] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/546.
[994] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/546.
[995] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/546-547.
[996] îsmi Rifâa b. Vesribî'dir. «Habib b. Haygan» diyenler
de vardır. Kûfeliler'den sayılır.
[997] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/547.
[998] Sûre-i Isra; âyet: 15.
[999] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/547-548.
[1000] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/549.
[1001] Elnı Ilasma'nin arlı Abdullah b. S&ide b. Amir-i
Evsî Eiısrî'dir.
[1002] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/549-551.
[1003] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/551-554.
[1004] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/554.
[1005] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/554-556.
[1006] Süre-i Hücürât; âyot: 9.
[1007] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/557.
[1008] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/557.
[1009] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/557-558.
[1010] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/558.
[1011] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/558-559.
[1012] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/559.
[1013] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/559
[1014] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/560.
[1015] Sûre-İ Hücürât; âyet: 9.
[1016] Sûre-i Hücürât; âyet: 9.
[1017] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/560-562.
[1018] Arf.-u' b. Şureyh (veya Şurayh, veya Ibni Şureyk, veya
Şurâhil) (K. A.): Kfıfe'ye yerleşmişti. Müslim, Kbî Dâvml ve Nesaî tarafından
kendisinden zikrettiğimiz hsulîsi rivftyet olunmuştur. Arfacn, Hz. Ebu
Bekir'den rivayette bulunmuş, kendisinden de /Iyâd İbni'l-Alâko, Ebû Hazm-ı
E^câr! ve Ebû Yakubü'l - Abdi rivayette bulunmuşlardır.
(B.k. El-tsâbe C. II.
Shf. 467.
Sahâbî No: 5509).
[1019] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/564.
[1020] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/564-566.
[1021] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/566.
[1022] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/566.
[1023] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/567.
[1024] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/567-568.
[1025] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/568-569.
[1026] Sûre-i Enbiyâ; âyet: 78.
[1027] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/569-570.
[1028] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/570.
[1029] Peygamber (S.A.V.), Ehu Musa'yı Voıııcn'o piindermiş.
ArkasındanCcbcl'i yolj.ıımjjtır. Mııuz, Ebu Musa'nın yanına varınca. Ebu Musa
iuîinli.sinp l»ir scncjıdf yaydı vo onu :
— Otur; dedi. Bir de ne gönsün bağlı bir adam :
- Hu kim? deyince, Kbu Musa :
— Bir y.ıhûdi. Müslüman oldu,
sonra tekrar yahûdî oldu; dedi.
[1030] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/570-571.
[1031] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/571.
[1032] Ekseriya dökmek suretiyle verilen cezadır.
[1033] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/571-573.
[1034] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/573.
[1035] Ona deve çobanı,
baldırı çıplak arap diye tahkirde bulunan zirzopların kulakları
çınlasın.
[1036] Ahmet Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Selamet Yolları, Sönmez Yayınları: 3/573-574.