FERÂİZ KİTABI4

1. Feraizin Öğretilmesi Hakkında. 4

2. Babasından Başkasına Neseb İddia Eden Kimse. 5

3. Koca İle Ana-Baba Ve Karı İle Ana-Baba Hakkında. 6

4. Kız İle Kızkardeş Hakkında. 8

5. Ortak Kılınan Miras Payı (Müşerreke) Hakkında. 9

6. Biri (Ölenin) Kocası, Diğeri Ana Bir Kardeşi Olan İki Amcaoğlu Hakkında. 9

7. Kız, Oğul Kızı Ve Ana-Baba Bir Kız Kardeş Hakkında. 10

8. Erkek Kardeşler, Kız Kardeşler, Çocuk Ve Çocuğun Çocuğu Hakkında. 11

9. Köleler Ve Kitap Ehli Hakkında. 12

10. Dede. 13

11. Dede Hakkında Hz. Ebu Bekir'in Görüşü. 14

12. Dede Hakkında Hz. Ömer'in Görüşüne Dair15

13. Dede Hakkında Hz. Ali’nin Görüşü. 16

14. Dede Hakkında İbn Abbas’ın Görüşü. 16

15. Dede Hakkında İbn Mes'ud'un Görüşü. 17

16. Dede Hakkında Zeyd’in Görüşü. 17

17. Ekderiyye: Yani, Koca, Ana-Baba Bir Kızkardeş, Dede Ve Ana Meselesi18

18. Neneler Hakkında. 18

19. Neneler Hakkında Hz. Ebu Bekir'in Görüşü. 19

20. Neneler Hakkında Hz. Ali İle Hz. Zeyd'in Görüşü. 19

21. Neneler Hakkında İbn Mes'ud'un Görüşü. 20

22. Neneler Hakkında Mesruk'un Görüşü. 20

23. Red Hakkında Hz. Ali, Abdullah Ve Zeydin Görüşü. 20

24. Mulâane Oğlunun Mirası Hakkında. 21

25. Hunsa’nın Mirası Hakkında. 24

26. Kelâle. 24

27. Zevi'l-Erham'ın Mirası Hakkında. 25

28. Asabe. 26

29. Müşriklerle Müslümanların Mirası Hakkında. 27

30. Mükâteb. 30

31. Velâ. 30

32. Mevlalara Değil, Doğum Yönünden Yakınlara (Pay) Verenler Hakkında. 32

33. Velâ Hakkı En Yakınındır33

34. Bir Adam İle Andlaşma Yapan Adam Hakkında. 34

35. "Kadın, Kasten Ve Hataen Öldürülüşte Kocasının Diyetine Mirasçı Olur!" Diyenler35

36. (Akîle Dışındakiler) Mirasçı Kılınmaz" Diyenler36

37. Boğulanların Mirası36

38. Zevi'l-Erham'ın Mirası37

39. İddia Ve İnkâr38

40. Mürtedin (Dinden Çıkanın) Mirası Hakkında. 42

41. Katilin Mirası42

42. (Müslüman Olan) Mecusilerin Miras Hükümleri43

43. Esirin Mirası44

44. "Hamil'in Mirası Hakkında. 45

45. Zina Çocuğunun Mirası Hakkında. 46

46. Saibenin Mirası48

47. Bebeğin Mirası49

48. Mükâteb'in Velâsı Hakkında. 50

49. Köle Kadınla Evlenen Hür Erkek Hakkında. 50

50. Vela'nın (Hükmi Akrabalığın) Mirası51

51. İki Kişi Arasında Ortak Olup da Bunlardan Birinin, Payını Âzâd Ettiği Köle Hakkında. 51

52. Velâ'dan Kadınlara Ait Olanlar52

53. Velâ'nın Satılması53

54. Miras Paylarının Ortak Paydadan Fazla Olması (Avl) Hakkında. 54

55. Vela'yı (Kendi Tarafına) Çekme ('Cerru'l-Vela') Hakkı55

56. Hiçbir Mirasçı Bırakmayarak Ölen Adam.. 56


FERÂİZ KİTABI

 

 

1. Feraizin Öğretilmesi Hakkında

 

2853. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Asım, Muverrik el-Icli'den haber verdi ki, O şöyle demiş: Ömer İbnu'l-Hattab dedi ki;”

"Kur'an'ı öğrendiğiniz gibi ferâizi, dilin (kaidelerini) ve Sünnetleri (yani dinin nakli hükümlerini) de öğrenin!"[1]

2854. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, el-A'meş'ten, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki, O şöyle dedi: Ömer dedi ki:”

"Ferâizi (miras paylarını) öğrenin! Çünkü onlar dininizin (hükümlerindendirler)."[2]

2855. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Yusuf el-Mâcişûn rivayet edip dedi ki, İbn Şihâb şöyle dedi:”

"Osman ile Zeyd zamanın birinde ölselerdi, ferâiz ilmi yok olup gi­derdi. Andolsun ki, insanlar, bu (ilmi) onlardan başkasının bil­medikleri bir zaman geçirmişlerdir!"[3]

 

Açıklama

 

"Fâriza'nın çoğulu olan "ferâiz", dinin, "mükellef insanlardan kesin olarak yapılmasını istediği şeyler" demektir. "Ferâiz"in diğer ıstılahi bir manası ise, "ölenin bıraktığı şeylerden mirasçılarına tak­dir olunan paylar"dır. Ölenin bıraktığı mirasla ilgili hükümlerden, mirasın mirasçılara ne şekilde bölüştürüleceğinden bahseden ilme de "ferâiz ilmi= miras payları ilmi" denmektedir.

Bu ilmin büyük önemi vardır. Çünkü o, insanın, hayatta olma veya ölmüş olma şeklindeki iki temel durumundan ikincisiyle ilgili hükümleri ele almaktadır. Ayrıca o, mülk edinmenin genel olarak iki şeklinden, yani isteğe bağlı olan ile zaruri olan şekillerinden zaruri olan mülk edinme şeklini incelemektedir. Üstelik bu ilim, ele aldığı meselelerin alâkalı olduğu şahıslar ve menfaatleri bakımından da çok geniş bir sahaya sahiptir. İşte bu ve benzeri sebeplerden dolayı olmalıdır ki, Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bu ilmi "İlmin yarısı" olarak nitelendirdiği nakledilmektedir.[4]

Bu hususta Sahabenin de, bir kısmını bu bölümde gördüğümüz açıklamaları vardır. Onlardan bazıları bu ilim dalındaki bilgileriyle de meşhur olmuşlardı. Bize intikal eden bilgilerden anlaşıldığına göre, Zeyd b. Sabit, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ud ve Hz. Aişe (Radıyallahu Anhum), ferâizi en iyi bilen Sahabilerin başında ge­liyorlardı.[5]

 

2856. “Bize Ebu Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize el-Mes'udi, el-Kasım'dan rivayet etti ki, O şöyle demiş: Abdullah dedi ki;”

"Kur'an ile ferâizi öğrenin. Çünkü durum şu ki, insanın ön­ceden bilmiş olduğu bir bilgiye muhtaç hale gelmesi veya bilmeyen bir topluluğun içinde kalması zamanı yakındır!"[6]

2857. “Bize Ebu Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Ziyad b. Ebi Müslim, Ebu'l-Halil'den rivayet etti ki, O şöyle demiş: Ebu Musa dedi ki:”

"Kim Kur'an'ı bilir, ferâizi bilmezse, onun durumu hiç yüzü olmayan -veya "yüzü olmayan"- başın durumu gibidir!"[7]

2858. “Bize Ahmed b. Abdullah rivayet edip (dedi ki), bize Ebu Şihâb, el-A'meş'ten, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi: Ben Alkâme'ye;

"Sana (ferâiz konusunda) ne so­racağımı bilemiyorum?" dedim de, O şöyle cevap verdi:

"(Ferâiz me­selelerini öğrenmek istiyorsan), komşularını öldür (de bazısını ba­zısına mirasçı kıl!)"[8]

2859. “Bize Ebu Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Muhammed b. Talha, el-Kasım İbnu'l-Velid el-Hemdâni'den, (O da) Abdullah b. Mes'ud'dan (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

"Ferâiz, talâk ve hac (bilgilerini) öğrenin. Çünkü (bunları öğ­renmek) dininizin (emirlerindendir)!"[9]

2860. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Kesir'den, (O da) el-Hasan'dan (naklen) ri­vayet etti ki,” O şöyle dedi:

"(Sahabe-i Kiram); Kur'an'ın, ferâizin ve (hac) ibadetlerinin öğretilmesine teşvik ederlerdi."[10]

2861. “Bize Muhammed b. Yusuf, Süfyandan, (O) Ebu İshak'tan, (O) Ebu Ubeyde'den, (O da) Abdullah'tan (naklen) haber verdi ki,” O şöyle demiş:

"Kur'an'ı okuyan kimse ferâizi de öğ­rensin. Çünkü ona bir bedevi rastlarsa,

"Yâ muhacir, sen Kur'an okuyabiliyor musun?" diye sorar. O eğer;

“Evet" cevabı verirse, (be­devi bu sefer); "(miras) paylarını ayırabilir misin?" diye sorar. O zaman o;

"Evet" derse, bu (Allah'ın ona verdiği) bir fazlalık ve hayır olur;

"Hayır" derse (bedevî);

"Peki, senin bana üstünlüğün nedir, ey muhacir?" karşılığını verir."[11]

2862. “Bize Abdullah b. Saîd rivayet edip (dedi ki), bize Ukbe b. Halid, el-A'meş'ten, (O da) Müslim'den (naklen) ri­vayet etti ki,” O şöyle dedi: Biz Mesrûk'a;

"Aişe ferâizi iyi biliyor muydu?" diye sorduk da, O şöyle cevap verdi:

“Kendisinden başka hiç­bir ilâh olmayan (Allah')a yemin ederim ki; ben gerçekten, Muhammed'in Ashabının büyüklerini O'ndan ferâiz sorarken gör­müştüm!"[12]

 

2. Babasından Başkasına Neseb İddia Eden Kimse

 

2863. “Bize Saîd b. Âmir, Şu'be'den, (O) Asım'dan, (O) Ebu Osman'dan, (O da) Sa'd b. Ebi Vakkas'tan ve Ebu Bekre'den (naklen)” -Şu'be demiş ki,

"Bu (yani Sa'd), Allah yolunda ok atan ilk kimsedir. Bu (yani Ebu Bekre) ise, Tâif kalesinden aşağıya Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanına inmişti-; haber verdi ki, onlar rivayet etmişler ki, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş:

"Kim babasından başkasına, onun kendi babası ol­madığını bildiği halde neseb iddia ederse, ona Cennet haram olur!"[13]

2864. Bize Muhammed b. Yûsuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, el-A'meş'ten, (O) Abdullah b. Mürre'den, (O) Ebu Ma'mer'den, (O da) Ebu Bekr es-Sıddîk'ten (naklen) rivayet etti ki, O şöyle dedi: "Bilinmeyen bir nesebe (bağlı olduğunu) iddia etmek, Allah'a nankörlüktür. Önemsiz de olsa, bir nesebden yüz çe­virmek, Allah'a nankörlüktür!"[14]

2865. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, Zekeriyya b. Yahya'dan rivayet etti ki,” O şöyle demiş:

“Ben Ebu Vâil'i, İbn Mes'ûd'dan bunun, (yani bir önceki haberin) bir benzerim rivayet ederken işittim.”[15]

2866. “Bize Muhammed İbnu'1-Alâ’ rivayet edip (dedi ki), bize İshak b. Mansur es-Selûlî, Ca'fer el-Ahmer'den, (O) es-Serî b. İsmail'den, (O da) Kays b. Ebi Hâzim'den (naklen) ri­vayet etti ki,” O şöyle dedi:

“Ben biat etmek için Hz. Peygamber'e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelmiştim. Ancak geldiğimde vefat etmişti. Ebu Bekr O'nun makamında ayakta duruyordu. O, (Allah'a) uzunca öv­güde bulunmuş ve çokça ağlamış, sonra şöyle demişti: Ben Rasulullah'ı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururken işittim:”

"Önem­siz de olsa, bir neseble ilgisinin olmadığını söylemek ile bilinmeyen bir nesebe (bağlı olduğunu) iddia etmek, Allah'a nankörlüktür!”[16]

2867. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Abdulhamid b. Behram, Şehr b. Havşeb'den, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Rasulullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

"Hangi adam babasından baş­kasına neseb iddia ederse veya kendisini hürriyete kavuşturan efen­dilerinden başkasını efendi ("mevlâ") edinirse, işte Allah 'in, meleklerin ve bütün insanların laneti Kıyamet gününe kadar onun üzerinedir. Ondan ne tevbe kabul edilecek, ne fidye!"[17]

 

3. Koca İle Ana-Baba Ve Karı İle Ana-Baba Hakkında

 

2868. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Şerîk, el-A'meş'ten, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi ki,” O şöyle demiş: Abdullah dedi ki:

“Ömer bizi bir yola soktuğunda onun kolay olduğunu görürdük.” İşte O,

"Koca ile ana-baba hakkında, (mi­rasın) yarısı kocanın, geriye kalanın üçte biri annenindir" de­miştir.[18]

 

Açıklama

 

İslam miras hukukunda ölene kimlerin mirasçı olacağı, mirasçıların öncelik sıralan ve mirastan alacakları paylar Kur'an, Sün­net, icma ve içtihatla tesbit edilmiştir. Mirasçı olabilecek kimseler Hanefi Mezhebinde on sıraya ayrılmışlardır ki, bunlar sırasıyle şöy­ledir:

1. Fariza Sahipleri: Mirastan ne miktar pay alacakları belirlen­miş olan mirasçılardır. Bunlar da ölenin kocası, karısı, babası, anası, kızı, oğlu, oğlunun kızı, öz kız kardeşi, baba-bir kız kardeşi, ana-bir kardeşleri, dedesi ve ninesidir. Bu mirasçıların mirastan hangi oran­larda pay alacakları Kur'an, Sünnet, icma ve içtihatla belirlenmiştir.

2. Neseb Yönünden Asabe: "Fariza (belirlenmiş pay) sahipleri" mirastan paylarını aldıktan sonra, kalanı; fariza  

sahipleri bu­lunmadığında ise mirasın tamamını alacak olan kimselerdir. Bunlar da ölenin babası, dedesi...   ("usûl’ü) ile oğlu, oğlunun oğlu... (“furû”u)'dur.

3. Sebep Yönünden Asabe: Bunlar ölene, "hürriyete ka­vuşturma" bağıyla asabe olan kimselerdir ve ferâiz sahipleri paylarını aldıktan sonra, neseb yönünden asabe yoksa mirasın kalanını alırlar.

4. Hürriyete Kavuşturanın Erkek Asabesi.

5.  Neseb Yönünden Hısım Olan Fariza Sahipleri: Ölenin neseb veya sebep yönünden hiç asabesi yoksa fariza sahiplerinden artanı alacak kimseler.

6. Zevi'l-Erham: Ölenin, fariza sahibi ve asabe olmayan kan hısımlarıdır. Fariza sahipleri ve asabe yoksa bunlar mirasçı olurlar.

7. Mevle'l-Muvâlât: Ölenin kendisiyle "velayet" anlaşması yap­mış olduğu kimsedir. Bu müessese Hanefi Mezhebinde kabul edil­mektedir. Diğer mezhebler bunun yürürlükten kaldırılmış (mensuh) olduğu görüşündedirler. Ölenin kan hısmı ve sebep yönünden asabe olarak hiç mirasçısı bulunmadığında, mirasçısı mevle'l-muvâlât olur.

8. Başkası Üzerine Nesebi ikrar Olunan Kimse.

9. Kendisine "Üçte Bir"den Fazla Vasiyet Edilen Kimse.

10. Devlet Hazinesi.

Şer'î delillere dayanılarak yapılan bu sıralamada ve diğer miras hükümlerinde ölene yakınlık ile bu yakınlığın kuvvetinin esas olarak alındığı, aile, fert ve toplum yararlarının dengesinin gözetildiği görülmektedir. Bir miktar matematik bilgisi de isteyen miras me­seleleri, fıkıh kitaplarında müstakil bir bölüm içinde ele alındıkları gibi, müstakil kitaplara da konu edilmişlerdir.[19]

Ölenin kocası veya karısı ile anne-babasınm mirastaki payları me­selesine gelince; koca, ölen karısının çocuğu bulunmadığında mirasın yarısını alır.[20] Ölenin anası, ölene, kocası ve babası ile birlikte mi­rasçı oluyorsa, kocadan arta kalanın üçte birini alır. Ölenin babası ise bunlardan geriye kalanı alır. Ölen koca ise, karısı, kocanın çocuğu bulunmadığında mirasın dörtte birini alır. Ana yine arta kalanın üçte birini, baba bunlardan geriye kalanı alır.[21]

 

2869. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Hemmâm rivayet edip (dedi ki), bize Yezid er-Rişk rivayet edip dedi ki;”

“Ben Saîd İbnu'l-Müseyyeb'e, geriye karısı ile ana ve babasını bırakan bir adamın (mirasını) sordum da,” O şöyle cevap verdi:

"Bu (mirası) Zeyd b. Sabit dörde ayırarak paylaştırmıştı: (Yani dörtte bi­rini karıya, geriye kalanın üçte birini -ki bu mirasın tamamının dört­te biridir- anaya, bunlardan geriye kalan dörtte ikisini de babaya vermişti),"[22]

2870. “Bize Saîd b. Amir, Şu'be'den, (O) Eyyûb'dan, (O) Ebu Kılâbe'den, (O da) Ebu'l-Muhalleb'den (naklen) rivayet etti ki;”

Hz. Osman b. Affân, bir kan ile ana ve babanın (miras payları) hak­kında;

"Dörtte bir kadının, geriye kalanın üçte biri ananındır" dedi.[23]

2871. “Bize Haccac b. Minhâl rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Eyyûb'dan, (O) Ebu Kilâbe'den, (O) Ebu'l-Muhalleb'den, (O da) Hz. Osman b. Affân'dan (naklen) rivayet etti ki;” O,

"Dörtte bir pay, yani dört paydan bir pay karının, geriye kalanın üçte biri, yani bir pay ananın, iki pay da babanındır" dedi.[24]

2872. “Bize Haccac haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Haccac'dan, (O da) Amr b. Saîd'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, el-Hârisu'l-A'ver'e, bir karı ile ana ve babanın (mirastaki) durumunu sormuş da O, Hz. Osman'ın görüşünün aynısını söylemiş.[25]

2873. “Bize Ebu Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Hişam, Katâde'den, (O) Saîd İbnu'l-Müseyyeb'den, (O da) Zeyd b. Sâbit'ten (naklen) rivayet etti ki;”

O, kocası ile ana ve babasını ge­ride bırakan bir kadının (mirası) hakkında şöyle dedi:

"Yarısı ko­canın, geriye kalanın üçte biri ananındır."[26]

2874. “Bize Ubeydullah b. Musa, İbn Ebi Leyla'dan, (O) Amir eş-Şa'bi'den, (O da) Hz. Ali'den (naklen) haber verdi ki;”

O, bir karı ile ana ve babasının (mirastaki payları) hakkında şöyle dedi:

"Dört paydan dörtte biri karının, geriye kalanın üçte biri ananın, (bunlardan sonra) geriye kalan ise babanındır."[27]

2875. “Bize Muhammed b. Yusuf, Süfyan'dan, (O) el-A'meş ile Mansur'dan, (onlar) İbrahim'den, (O da) Abdullah'tan (nak­len) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Ömer bizi, peşinden gittiğimiz bir yola soktuğunda onun kolay olduğunu görürdük. Gerçekten de O, bir kan ile ana ve babası hakkında dört paydan hükmetti de, karıya dört­te bir, anaya geriye kalanın üçte birini, babaya ise iki pay verdi.[28]

2876. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, isa'dan, (O) Şa'bî'den, (O da) Zeyd b. Sâbit'ten (nak­len) bunun, (yani bir önceki haberin) aynısını rivayet etti.”[29]

2877. “Bize Muhammed haber verip (dedi ki), bize Süfyan, babasından, (O) el-Müseyyeb b. Rafi'den, (O da) Abdullah'tan (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

"Allah benim, anayı babadan üstün tutmamı görecek değildir!"[30]

2878. “Bize Saîd b. Amir haber verip (dedi ki), bize Şu'be, el-Hakem'den, (O da) İkrime'den (naklen) haber verdi ki,” O şöyle dedi:

İbn Abbas, Zeyd b. Sâbit'e;

"Sen, geriye kalanın üçte biri ana­nındır" hükmünü Allah'ın Kitabı'nda buluyor musun?" diye haber saldı da, O şöyle cevap verdi:

"Sen sadece bir insansın, görüşünü söy­lüyorsun. Ben de bir insanım, görüşümü söylüyorum!"[31]

 

Açıklama

 

Ana ve babamn kız veya oğullarına, sadece onların eşiyle birlikte mirasçı olmaları halinde alacakları miras payları Kur'an ve Sünnet'te açıkça belirtilmemiştir. Bunun için onların bu durumdaki miras payları içtihadla belirlenmiştir. Sahabe ile sonraki âlimlerin büyük çoğunluğu bu meselede Hz. Ömer'in (Radıyallahu Anh) görüşünü benimsemişlerdir. Hz. Ömer'in (Radıyallahu Anh) bu meseledeki görüşü de, Zeyd b. Sâbit'in (Radıyallahu Anh) yukarıdaki haberlerde geçen gö­rüşünün aynıdır. Bu meselede İbn Abbas (Radıyallahu Anh), aşağıdaki haberlerde görüleceği üzere, âlimlerin çoğunluğuna muhalif düşmüş ve "malın tamamının üçte biri ananındır" demiştir. Bu durumda ana, babadan fazla miras alacaktır. Bu ise, İslam miras hukukunun, so­rumluluklarının daha çok olması sebebiyle erkeğe daha fazla miras payı ayırma şeklindeki bir temel anlayışına aykırı görülmüştür.[32]

 

2879. “Bize Haccac b. Minhâl rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Haccac’dan, (O da) eş-Şa'bî'den ve Haccac'dan, (O) Ata'dan, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) rivayet etti ki,” onlar (yani eş-Şa'bî ile İbn Abbas), koca ile ana ve baba hak­kında şöyle dediler:

“Yarısı kocanın, malın bütününün üçte biri ana­nın, geriye kalan ise babanındır!"[33]

2880. “Bize Haccac b. Minhâl rivayet edip (dedi ki), bize Ebu Avâne, el-A'meş'ten, (O) İbrahim'den, (O da) Hz. Ali'den (nak­len) haber verdi ki,” O şöyle dedi:

"Kan ile ana-baba ve koca ile ana-babanm (mirasçı olmaları halinde), malın bütününün üçte biri ananındır."[34]

2881. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize İbn İdris, babasından, (O) el-Fudayl b. Amr'dan, (O da) İb­rahim'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

İbn Abbas, kan ile ana-babanm (birlikte mirasçı olmaları meselesinde) kıbleye yö­nelenlere muhalefet etmiştir. O, malın bütününün üçte birini anaya ait kılmıştır.[35]

 

4. Kız İle Kızkardeş Hakkında

 

2882. “Bize Muhammed b. Yusuf, Süfyan es-Sevri'den, (O) Esas b. Ebiş-Şasadan, (O da) el-Esved b. Yezidden (naklen) haber verdi ki,” O şöyle dedi:

"Muaz b. Cebel Yemen'de kız ile kız-kardeş hakkında hükmetti de, (mirasın) yansını kıza, yansım kız-kardeşe verdi."[36]

2883. “Bize Muhammed b. Yusuf haber verip (dedi ki), bize Süfyan, el-A'meş'ten, (O) İbrahim'den, (O da) el-Esved b. Yezid'den (naklen) rivayet etti ki;”

İbnu'z-Zübeyr, kızkardeşi, kızla birlikte olduğunda ana ve babaya mirasçı yapmıyordu. Nihayet el-Esved O'na rivayet etti ki;

"Muaz b. Cebel (mirasın) yansını kıza, yansını kızkadeşe ait kılmıştı." Bunun üzerine O da (O'na) şöyle dedi: "Sen benim Abdullah b. Utbe'ye elçimsin. O'na bunu haber ver!" (Abdullah b. Utbe) O'nun Küfe kadısıydı.[37]

2884. “Bize Bişr b. Ömer rivayet edip şöyle dedi:”

“Ben İbn Ebi'z-Zinâd'a, geriye bir kız ve bir kızkardeş bırakan adamın (mi­rasını) sordum da, O şöyle cevap verdi:”

"(Mirasın) yarısı kızına, ge­riye kalanı kızkardeşinedir!" O sözüne devamla şöyle dedi:

“Bana babam Hârice b. Zeyd'den (naklen) haber verdi ki; Zeyd b. Sabit, kız-kardeşten, kızlarla beraber olduklarında, onlara sadece geriye kalanı vererek asabe kılardı.”[38]

 

Açıklama

 

Ölenin çocuk olarak sadece bir kızı mirasçısı olursa, mirasın yarısı onundur. Kur'an-ı Kerim'de; "Eğer (kız çocuklar) tek ise (mi­rasın) yarısı onundur”[39] buyurulur. Ölenin bir kızı ile beraber öz veya baba-bir kızkardeşi bulunuyorsa, kızın payı yine aynıdır. Bu du­rumda ölenin öz veya baba-bir kızkardeşi "asabe" olur; yani kız payını aldıktan sonra geriye kalanı alır. Bu hususta dört mezheb görüş birliği içindedir.[40]

 

5. Ortak Kılınan Miras Payı (Müşerreke) Hakkında

 

2885. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, Mansur ile el-A'meş'ten, (onlar da) İbrahim'den (nak­len) rivayet ettiler ki,”

O, koca, ana, baba-bir erkek kardeşler ile ana-bir erkek kardeşlerin (mirastaki durumları) hakkında şöyle dedi: Ömer, Abdullah ve Zeyd (söz konusu durumda öz erkek kardeşleri ana bir erkek kardeşlerin miras paylarına) ortak ediyorlardı. Ömer şöyle demişti:

"Baba onların (yani ana-baba bir erkek kardeşlerin) ancak yakınlığını artırmıştır!"[41]

2886. “Bize Muhammed rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, Ebu İshak'tan, (O) el-Hâris'ten, (O da) Hz. Ali'den (naklen) ri­vayet etti ki,”

O; (söz konusu durumda öz erkek kardeşleri ana-bir erkek kardeşlerin miras paylarına) ortak etmiyordu.[42]

2887. “Bize Muhammed haber verip (dedi ki), bize Süfyan, Süleyman et-Teymi'den, (O da) Ebu Miclez'den (naklen) ri­vayet etti ki;”

(Söz konusu durumda öz erkek kardeşleri ana-bir erkek kardeşlerin miras paylarına) Osman ortak ediyor, Ali ortak et­miyordu.[43]

2888. “Bize Muhammed rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, İbn Zekvân'dan (naklen) rivayet etti ki,”

Zeyd, (söz konusu du­rumda öz erkek kardeşleri ana-bir erkek kardeşlerin miras pay­larına) ortak ediyordu.[44]

2889. “Bize Muhammed rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, Abdulmelik b. Umeyr'den, (O da) Şureyh'ten (naklen) rivayet etti ki;”

O, (söz konusu durumda öz erkek kardeşleri ana-bir erkek kardeşlerin miras paylarına) ortak ediyordu.[45]

2890. “Bize Muhammed İbnu's-Salt rivayet edip (dedi ki), bize Ebu Şihâb, el-Haccac'dan, (O) Abdulmelik İbnu'l-Muğire'den, (O) Saîd b. Feyruz'dan, (O da) babasından (nak­len) rivayet etti ki;”

Hz. Ömer, (söz konusu durumda öz erkek kar­deşleri ana-bir erkek kardeşlerin miras paylarına) ortak etmek hakkında şöyle dedi:

"Baba onların (yani öz erkek kardeşlerin) ancak yakınlığını arttırmıştır!"[46]

 

Açıklama

 

Ölen bir kadının mirasçılarının kocası, anası, öz erkek kardeşleri ve ana-bir kardeşleri olması meselesine "muşerrike = (öz erkek kar­deşleri ana-bir kardeşlerin miras payına) ortak eden" meselesi veya "muşerreke = (öz erkek kardeşlerle ana bir kardeşler arasında) ortak kılınan miras payı" meselesi denir. Bu meseleye "hımâriyye = eşek meselesi" de denmektedir. Bunun sebebi şöyle anlatılır: Rivayet edil­diğine göre, Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) bu meselede önceleri öz erkek kardeşleri ana-bir erkek kardeşlerin miras payına ortak etmiyormuş. Bunun üzerine öz erkek kardeşler gelip bu miras payına ortak edil­melerini istemişler ve "farzedin ki, babamız eşektir! Anamız bir değil mi?" mealinde sözler söylemişler. O zaman Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) de onları ana-bir kardeşlerin miras paylarına ortak etmiş. İşte bun­dan dolayı bu meseleye "hımâriyye" de denmektedir.

Muşerreke hakkında iki farklı görüş vardır. Bunlardan birine göre, bu meselede belirli pay sahiplerinden ("ashab-ı ferâiz"den) olan koca mirasın yarısını, ana altıda birini, ana-bir kardeşlerle öz kar­deşler ise üçte birini alırlar. Hz. Ömer'in (Radıyallahu Anh) son görüşü ile Zeyd b. Sâbit (Radıyallahu Anh) ve Abdullah b. Mes'ud'un (Radıyallahu Anh) görüşleri böyledir. Bu meseledeki ikinci görüşe göre ise, mirasın üçte birini sadece ashâb-ı ferâiz'den olan ana-bir kardeşler alırlar. Öz erkek kardeşler "asabe"den, yani ashâb-ı ferâiz paylarını aldıktan sonra, geriye kalanı alan kimselerdendirler. Dolayısıyla bu meselede ashâb-ı ferâizden geriye birşey kalmadığı için, mirastan hiçbir şey alamazlar. Bunu rakamlarla şöyle gösterebiliriz:

1/2(3)+l/6(l)+l/3(2)=3+l+2/6=6/6.[47]

 

6. Biri (Ölenin) Kocası, Diğeri Ana Bir Kardeşi Olan İki Amcaoğlu Hakkında

 

2891. “Bize Ebu Nuaym haber verip (dedi ki), bize Züheyr, Ebu İshak'tan, (O da) el-Hârisu'1-A'ver'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Bir kişi, (ölenin) ana-bir erkek kardeşi olan am-caoğullarının miras payı hakkında Abdullah'a gelmişti de O; "Bütün mal ana-bir erkek kardeşinindir" deyip onu (yani ana bir kardeş olan amcaoğlunu) ana-baba bir erkek kardeş ölçüsüne -veya "mer­tebesine"- indirmişti. Sonra Ali geldiğinde bunu O'na sormuş ve ken­disine Abdullah'ın görüşünü bildirmiştim. O da şöyle demişti:

"Allah O'na merhamet etsin! O gerçekten fakihtir. Bana gelince, ben bu (ana-bir kardeş olan amcaoğluna) Allah'ın takdir ettiğinden fazla ve­recek değilim: Altıda bir olan bir pay! Sonra o, (geriye kalan mirası) içlerinden bir erkek gibi onlarla paylaşır."[48]

2892. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, Ebu'l-İshak'tan, (O) el-Haris'ten, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti ki;”

O'na, biri (ölenin) ana-bir kardeşi olan iki amcaoğlunun (miras payı) hakkında gelmişler ve Ali'ye (yani kendisine);

"Doğrusu İbn Mes'ud bu (ana-bir kardeş olan amcaoğluna) bütün malı verirdi" demişlerdi de, Ali -Allah O'ndan razı olsun- şöyle karşılık vermişti:

"O gerçekten fakihti. Ben olsam ona altıda bir ve­ririm. Geriye kalan (miras) ise aralarında (paylaştırılır)."[49]

 

Açıklama

 

Ana-bir kardeşler mirastan belirli pay alan kimselerden, amcaoğulları ise neseb yönünden asabedendirler. Bu sebeple Hz. Ali (Radıyallahu Anh), ana-bir kardeş olan amcaoğluna belirlenmiş payı olan altıda biri verdikten sonra, onu asabe olarak da diğer am-caoğullarımn payına ortak yapmıştır. Burada bir kimsenin iki yön­den mirasçı olma meselesi de söz konusu olmaktadır ki, bu hususta Hz. Ömer (Radıyallahu Anh), Hz. Ali (Radıyallahu Anh), Abdullah b. Mes'ud (Radıyallahu Anh), Ebu Hanİfe (Rahmetullahi Aleyh) ve Ahmed b. Hanbel (Rakmetullahi Aleyh) böyle bir kimsenin iki taraftan da mirasçı olacağı içtihadında bulunmuşlardır. Bu konuda Malik (Rahmetullahi Aleyh), Şafii (Rahmetullahi Aleyh) ve bir rivayete göre Zeyd b. Sâbit'in (Radıyallahu Anh) içtihadları ise böyle bir kimsenin, iki yönden hangisinde daha kuvvetli ise, sadece o yönden mirasçı olacağı şeklindedir.

Yukarıdaki haberlerde geçen meselede Zeyd b. Sabit (Radıyallahu Anh), ana-bir kardeşi öz kardeş yerine koymakla onu asabeden say­mış olmaktadır. Asabe ise mirastan, belirlenmiş bir öncelik sırasına göre pay alır. Bu sıralamada önce olan biri bulunduğunda sonra olan kimse mirastan birşey alamaz. Bu sebeple, asabelik sıralamasında öz kardeş amcaoğullarmdan Önce olduğu için, Zeyd b. Sabit (Radıyallahu Anh), mirasın hepsini öz kardeş yerine koyduğu ana-bir kardeşe ver­miştir.

Bu bölümün başlığındaki meseleye gelince, bazı haberlerde Hz. Ali'ye (Radıyallahu Anh) bu meselenin de sorulduğu görülmektedir.[50] Dârimî (Rahmetullahi Aleyh) bu meseleyi başlıkta zikretmekle, her halde, bu haberlere işaret etmek istemiştir. Bu miras meselesinin çözümü ise şöyledir: Ölenin kocası olan amcaoğluna mirasın yarısı, ana-bir kardeşi olan amcaoğluna altıda biri verilir. Geri kalan miras da, asabe oldukları için, aralarında pay­laştırılır.[51]

 

7. Kız, Oğul Kızı Ve Ana-Baba Bir Kız Kardeş Hakkında

 

2893. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan es-Sevri, Ebu Kays el-Evdi'den, (O da) Hüzeyl b. Şurahbil'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Bir adam Ebu Musa el-Eş'arî ve Süleyman b. Rebia'ya gelip onlara kız, oğul kızı ve ana-baba bir kızkardeşin (miras durumlarını) sordu da, onlar şöyle cevap verdiler:

"(Mirasın) yarısı kızındır. Geriye kalan ise kız-kardeşindir. (İstersen) İbn Mes'ud'a git, (sor). O da bize uyacaktır!" Bunun üzerine adam Abdullah'a geldi ve O'na bunu sordu. O da şöyle cevap verdi:

"Andolsun ki, ben o halde sapıtmış olurum ve doğru yolda olanlardan olmam! Şüphesiz ben Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hükmettiği ile hükmederim: (Mirasın) yarısı kızın, al­tıda biri oğul kızının, geriye kalan ise kızkardeşindir!"[52]

 

8. Erkek Kardeşler, Kız Kardeşler, Çocuk Ve Çocuğun Çocuğu Hakkında

 

2894. “Bize Ahmed b. Abdillah haber verip (dedi ki), bize Ebu Şihâb, el-A'meş'ten, (O) Müslim'den, (O) Mesrûk'tan, (O da) Abdullah'tan (naklen) rivayet etti ki;”

O, ana-baba bir kız-kardeşler ile baba-bir erkek ve kız kardeşlerin (birlikte mirasçı ol­maları halindeki miras paylan) hakkında görüş beyan ederdi de, şöyle derdi:

"Üçte iki, ana-baba bir kız kardeşlerindir. Geriye kalan ise, kadınlara (birşey verilmeksizin) erkeklerindir!" Derken Mesrûk Medine'ye gelmiş ve Zeyd'in bu konudaki görüşünü işitmişti de, bu hoşuna gitmişti. O zaman arkadaşlarından bazısı O'na;

"Abdullah'ın görüşünü bırakıyor musun?" demiş, O da şöyle cevap vermişti:

"Doğ­rusu ben Medine'ye geldim ve Zeyd b. Sâbit'i ilimde derinleşmiş olan­lardan buldum!"[53]

Ahmed sözüne şöyle devam etti: Ben de Ebu Şihâb'a;

"Zeyd bu ko­nuda nasıl görüş beyan etmişti?" dedim de O;

"Onları ortak etmişti" cevabını verdi.[54]

2895. “Bize Saîd İbnu'l-Muğîre, İsa b. Yunus'tan, (O da) İs­mail'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Biz Hakim b. Câbir'in yanında bahsettik ki; İbn Mes'ud, ana-baba bir kız-kardeşlerle baba-bir erkek ve kızkardeşlerin (miras paylan) hak­kında demiş ki, O (yani İbn Mes'ud), (mirasın) üçte ikisini ana-baba bir kız kardeşlere, geriye kalanı ise, kadınlara (birşey vermeksizin) erkeklere verirdi. Bunun üzerine Hakim şöyle dedi: Zeyd b. Sabit de­mişti ki;

"Bu, (yani kadınların değil sadece erkeklerin mirasçı olması) cahiliye işindendir! Şüphesiz onların (yani kadınların baba-bir) erkek kardeşleri (artık miras paylarının bir kısmını) onlara geri ver­mişlerdir!"[55]

 

Açıklama

 

Ölenin oğlu, oğlunun oğlu... ("furû'u") ve babası, babasının babası... ("usûlü") bulunmaz, birden fazla öz kızkardeşi ile baba-bir kız ve erkek kardeşleri bulunursa, öz kızkardeşler üçte iki pay alırlar. Baba-bir kızkardeşler ise erkek kardeşlerle birlikte asabe olur ve ge­riye kalanı, erkeğe iki, kadına bir pay olmak üzere, paylaşırlar. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Eğer (ölenin) iki kız­kardeşi varsa, bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer (mi­rasçılar) erkek kadın birçok kardeş olurlarsa, erkeğe iki ka­dının payı kadar (pay) verilir.”[56]

Bu meselede âlimlerin cumhuru, bu arada Zeyd b. Sabit (Radıyallahu Anh), bu ayetin zahirine uygun olarak yukarıdaki şekilde içtihad etmişlerdir. Bu hususta Abdullah b. Mes'ud (Radıyallahu Anh) ise farklı içtihadda bulunmuş ve sadece baba-bir kardeşlerin asabe ola­cağını, baba-bir kızkardeşlere mirastan pay düşmeyeceğini söy­lemiştir. Çünkü O'na göre mirasta kızların payı olan üçte ikiyi öz kız­kardeşler almış, geriye kalan kızlar için birşey kalmamıştır.[57]

 

2896. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süiyan, Ma'bed b. Halid'den, (O) Mesrûk'tan, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, iki kızı, oğul kızını ve oğul oğ­lunu (mirasta) ortak eder, iki kıza üçte iki pay verir; "geriye kalanda ise onları ortak edin" (derdi). Abdullah ise ortak etmez, kadınlara (birşey vermeksizin) erkeklere verir ve

"kızkardeşler, kızlar mer­tebesindedir" derdi.[58]

 

Açıklama

 

Ölenin iki kızı ile beraber oğul kızı ve oğul oğlu bulunduğunda, kızlar üçte iki pay alırlar. Oğul kızı ise oğul oğluyla beraber asabe olup, geriye kalanı, erkeğe iki, kıza bir pay olmak üzere bölüşürler. Abdullah b. Mes'ud (Radıyallahu Anh) bu meselede de, 2895. haberdeki gibi, kızların mirastaki üçte iki kız payını aldıklarını düşünerek oğul kızına birşey düşmeyeceği içtihadında bulunmuş, böylece oğul kızını baba-bir kızkardeş gibi saymıştır.[59]

 

2897. “Bize Muhammed b. Yusuf haber verip   (dedi ki), bize Süfyan, Ebu Sehl'den, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki;”

İbn Mes'ud, kız, oğul kızları ve oğul oğlu hakında şöyle görüş beyan ederdi: (O, kızın yarım payını verdikten sonra, diğer mi­rasçıların paylarına bakardı). Eğer aralarındaki paylaşmada (ka­dınların payı) altıda birden az olursa, onlara (yine) altıda bir pay ve­rirdi. Altıda birden fazla olursa, onlara (yine) altıda bir pay verirdi.[60]

 

Açıklama

 

Bu mesele de, Abdullah b. Mes'ud'un (Radıyallahu Anh), hakkında diğer Sahabilere muhalefet etmiş olduğu miras meselelerinden bi­ridir. O'nun buradaki "oğul kızlarına altıda bir" sınırlaması, kızların payının mirasın üçte ikisini (kızın yarım payıyla oğul kızlarının al­tıda bir paylan üçte iki yapar: 1/2+1/6=2/3) aşamayacağı esasına dayanır. Alimlerin cumhurunun bu meseledeki görüşü, oğul kızlarının oğul oğluyla asabe olacakları ve kız yarım payını aldıktan sonra ge­riye kalanı ikili-birli bölüşecekleri şeklindedir.[61]

 

2898. “Bize Muhammed b. Süfyan, el-A'meş'ten, (O) İb­rahim'den, (O da) Mesrûk'tan (naklen) rivayet etti ki;”

O (kız­ların mirastaki payı üçte ikiyi doldurduğunda da, daha aşağı sı­radaki kız sınıflarını bazı durumlarda asabe kabul edip miras paylarına) ortak ediyordu da, Alkâme O'na şöyle demişti:

"(Abdullah böyle yapmıyor). Onların arasında Abdullah'tan daha güvenilir biri var mı?" O da şöyle cevap vermişti:

"Yok. Fakat ben Zeyd b. Sabit ile Medine âlimlerinin; iki kız, oğul kızı, oğul oğlu ve iki kız kardeş me­selesinde (aşağı sıradaki kız sınıflarını bazı durumlarda asabe kabul edip onları miras paylarına) ortak ettiklerini gördüm!"[62]

2899. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, Hişam'dan, (O) Muhammed b. Sîrîn'den, (O da) Şureyh'ten (naklen); geriye kocasını, anasını, ana-baba bir kız-kardeşini ve ana-bir erkek kardeşlerini bırakan bir kadının (mirası meselesi) hakkında rivayet etti ki,”

O, (meselenin çözümünü önce) altı pay üzerinden yaptı. Sonra (payları) yükseltti de onlar ona ulaştılar. Şöyle ki: Yarım, yani üç pay kocanın; yarım, yani üç pay ana-baba bir kız kardeşin; altıda bir, yani bir pay ananın; üçte bir, yani iki pay ana-bir erkek kardeşlerin; (kızların payı olan) üçte ikiyi ta­mamlamak için bir pay da baba-bir kızkardeşin![63]

1/2(3)+1/2(3)+1/6(1)+1/3(2)+ l/6(l)=3+3+1+2+1/6=10/6. [64]

 

Açıklama

 

Bu miras meselesinin çözümünde muayyen  pay sahiplerinin (ashâb-ı  ferâizin)  paylarının, ortak paydadan çok olduğu   gö­rülmektedir. Bu duruma, yani payların toplamının ortak paydadan fazla olması haline "avliyye" denir. Bu durumda İbn Abbas (Radıyallahu Anh), âlimlerin cumhurunun aksine, mirasta noksan kalan, yani ortak paydadan fazla olan kısmın, bazı durumlarda ashâb-ı ferâiz, bazı durumlarda asabe olabilen mirasçılara tahsis edilmesi gerektiği içtihadında bulunmuştur. Buna göre yukarıdaki meselede, duruma göre ashâb-ı ferâiz ve asabe olabilen öz kızkardeşle baba-bir kızkardeş mirastan pay alamayacaklardır. Alimlerin cumhuru ise, avliyye durumunda payların ortak payda (mahreç) kabul edilerek, mirasın ona göre taksim edilmesi gerektiği görüşündedirler. Yu­karıdaki haberde, Kadı Şureyh de meseleyi bu şekilde çözmüştür. Dârimî bu hadisi bu bölümde zikretmekle, herhalde, bu meseledeki bu ihtilafa işaret etmek ve kendisinin,  cumhurun görüşünü benimsediğini göstermek istemiştir.[65]

 

9. Köleler Ve Kitap Ehli Hakkında

 

2900. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) Eş'as'tan, (O da) Hz. Ali ile Zeyd'den (naklen) rivayet etti ki;”

Onlar ne kâfirlerin, ne kölelerin (varlığı) sebebi ile bir kimseyi kıs­men veya tamamen mirastan düşürürlerdi; ne de onları birşeye mi­rasçı yaparlardı. Abdullah ise kâfirlerin ve kölelerin (varlığı) se­bebiyle bir kimseyi kısmen veya tamamen mirastan düşürür, ama onları mirasçı yapmazdı.[66]

2901. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Şu'be, el-Hakem'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Ali ile Zeyd, köleler ve Kitab Ehli hakkında şöyle dediler:

"Onlar ne bir kimseyi kısmen veya tamamen mirastan düşürür, ne mirasçı olurlar!" Abdullah ise;

"Onlar kısmen veya tamamen mi­rastan düşürürler, ama mirasçı olmazlar" demiştir.[67]

 

Açıklama

 

Mirasçılar arasında bazı kimselerin bulunması sebebiyle diğer bazı kimselerin paylarının azaltılmasına veya mirastan tamamen dü­şürülüp hiç pay vermemeye "hacb" denilir. Bunlardan payların azal­tılması durumuna "hacb-ı noksan" denir. Mesela mirasçılar arasında ölenin çocuklarının bulunması durumunda kocanın payının yarıdan dörtte bire düşürülmesi gibi.., Miras'tan tamamen düşürme du­rumuna ise "hacb-ı hırmân" denir. Buna da mirasçılar arasında öle­nin oğlunun bulunması durumunda amcaların mirasçılıktan dü­şürülmesini örnek verebiliriz.

Diğer taraftan mirasçı olmaya engel bazı durumlar vardır ki, kö­lelik ve ayrı dinlerden olma[68] bunlar arasındadır. Buna göre, esas olarak, köle hür akrabasına mirasçı olamayacağı gibi, müslüman da müslüman olmayan akrabasına mirasçı olamaz. Bunlar gibi mi­rastan mahrum olan kimseler, miras meselesinde yok hük-mündedirler. Bu sebeple onlar, başkalarını mirastan kısmen veya ta­mamen düşüremezler. Bu hususta âlimlerin cumhuru da Hz. Ali (Radıyallahu Anh) ile Zeyd'in (Radıyallahu Anh) içtihadları gibi içtihad et­mişlerdir. Abdullah b. Mes'ud (Radıyallahu Anh) ise, mirastan mahrum olan kimselerin, başkalarını, tamamen olmasa da kısmen mirastan düşüreceğini söylemiştir. Koca, müslüman olmayan oğul, ana-bir kardeş ve öz amca meselesinin bu iki farklı içtihada göre çözümü şöyle olur:

Alimlerin cumhuruna göre: Koca, ikide bir; müslüman olmayan oğul, mirastan mahrum; ana-bir kardeş, altıda bir; öz amca, asabe olarak kalanı alırlar.

Abdullah b. Mes'ud'a (Radıyallahu Anh) göre ise paylaşım şöyle olur: Koca, dörtte bir; müslüman olmayan oğul, mirastan mahrum; ana-bir kardeş, altıda bir; öz amca, kalanı alırlar.

1/2(3)+l/6(l)=3+l/6=4/6; 2/6 öz amcanın;

1/4(3)+1/6(2)=3+2/12=5/12; 7/12 öz amcanın.[69]

 

10. Dede

 

2902. “Bize Yezid b. Harun haber verip (dedi ki), bize Yahya b. Saîd haber verdi ki;”

Hz. Ömer, dedenin miras (payını) yazmıştı. Sonra yaralandığında onu istetip silmiş, ardından da;

"Onun hak­kında ilerde kendi görüşünüzü söylersiniz" demişti.[70]

2903. “Bize Yezid haber verip (dedi ki), bize Eş'as, İbn Sîrîn'den haber verdi ki,” O şöyle demiş:

Ben Abide'ye;

"Bana de­denin (miras) durumunu anlat" dedim de O, şöyle karşılık verdi:

"Ben gerçekten hafızamda dede hakkında seksen değişik hüküm sak­lıyorum!"[71]

2904. “Bize Ebu Ğassan haber verip (dedi ki), bize İsrail, Ebu Ishak'tan, (O) Abdullah b. Amr el-Harifi'den, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Bir adam kendisine gelip bir miras meselesi sormuş da O;

"Onda dede yoksa getir, (çözeyim)!  Demiş.[72]

2905. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, Eyyub es-Sahtiyani'den, (O) Saîd b. Cübeyr'den, (O da) Murad kabilesinden bir adamdan (naklen) rivayet etti ki;”

O, Hz. Ali'yi şöyle derken işitmiş:

“Kendini Cehennemin diplerine atma kimi sevindirirse o, (mirastaki durumları hususunda) dede ile erkek kardeşler arasında hüküm versin!"[73]

 

Açıklama

 

Dedenin mirasçılığı Kur'an'da açıklanmamış, onunla ilgili hü­kümlerin çoğu Sahabenin içtihadıyla tesbit edilmiş ve baba bu­lunmadığı takdirde dedenin baba gibi sayılacağı kabul edilmiştir. Bu­nunla beraber dedenin durumu iki hususta babadan farklı görülmüştür. Bunlardan biri karı, ana, dede veya koca, ana, dede bir­likte mirasçı olduklarında; ananın, mirasın tamamının üçte birini alacağı hususudur. Halbuki bu meselelerde dede yerine baba olsaydı, ana mirasın kalanının üçte birini alacaktı. Dedenin babadan farklı görüldüğü ikinci husus; babanın, bütün kardeşleri mirasçılıktan dü­şüreceği konusunda icma varken, baba bulunmadığında dedenin on­ları mirasçılıktan düşürüp düşürmeyeceği konusundaki farklı içtihadlardır. Bu farklı içtihadlarda kardeşlerin mirasçılıklarının Kur'an'da belirlenmemiş olmasının rolü vardır. Hz. Ali (Radıyallahu Anh) de, herhalde bunun için yukarıdaki sözünü söylemiştir. Söz-konusu farklı içtihadlara gelince; Hz. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh), Hz. Aİşe (Radıyallahu Anha), Abdullah b. Abbas (Radıyallahu Anh) ve Hanefiler, dedenin, baba gibi, bütün kardeşleri mirastan düşüreceği (hacbedeceği) içtihadında bulunmuşlardır. Hz. Ali (Radıyallahu Anh), Zeyd b. Sabit (Radıyallahu Anh), Abdullah b. Mes'ud (Radıyallahu Anh), Ahmed b. Hanbel (Rahmetullahi Aleyh), Malik (Rahmetullahi Aleyh) ve Ha­nefi âlimlerden Ebu Yusuf (Rahmetullahi Aleyh) ile Muhammed (Rahmetullahi Aleyh) ise, kardeşlerin dede ile birlikte mirasçı olacakları şek­linde içtihad etmişlerdir.[74]

 

11. Dede Hakkında Hz. Ebu Bekir'in Görüşü

 

2906. “Bize Müslim b. İbrahim haber verip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize Halid, Ebu Nadra'dan, (O da) Ebu Saîd el-Hudri'den (naklen) rivayet etti -ki, bize İkrime de rivayet etmiştir- ki,”

Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk (mirasçılar arasında baba bulunmadığında) dedeyi baba yerine koymuştu.[75]

2907. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, Süleyman eş-Şeybani'den, (O) Kürdûs'tan, (O) Ebu Bürde'den, (O da) Ebu Musa'dan (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk, dedeyi baba yerine koymuştu.[76]

2908. “Bize Ahmed b. Abdîllah rivayet edip (dedi ki), bize Ebu Şihâb, eş-Şeybanî'den, (O) Ebu Bürde b. Ebi Musa'dan, (O) Kürdûs'tan, (O da) Ebu Musa'dan (naklen) rivayet etti ki,

Hz. Ebu Bekir, dedeyi baba yerine koymuştu.[77]

2909. “Bize el-Esved b. Amir haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Amr b. Mürre'den, (O) Ebu Bürde'den, (O) Mervan'dan, (O da) Hz. Osman'dan (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Ebu Bekir, dedeyi baba yerine koyardı.[78]

2910. “Bize Ubeydullah ile Muhammed b. Yusuf, İsrail'den, (O) Kbu İshak'tan, (O) Ebu Bürde'den, (O) Mervan'dan, (O da) Hz. Osman'dan (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Ebu Bekir, dedeyi baba yerine koyardı.[79]

2911. “Bize el-Esved b. Âmir haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Amr b. Mürre'den, (O da) Ebu Bürde'den (naklen) ri­vayet etti ki,” O şöyle dedi:

Ben Medine'de Mervan İbnul-Hakem'e rastlamıştım da O, (bana) şöyle demişti:

"Ebu Musa'nın oğlu! De­denin sizde baba mertebesine indirilmediği, senin de (bunu) ya­dırgamadığın bana haber verilmedi mi, (sanıyorsun)?" (Ebu Bürde) sözüne şöyle devam etti: Ben;

"Sen de olsaydın yadırgamazdın" kar­şılığını vermiştim. O zaman O şöyle demişti:

"Öyleyse ben Osman b. Affan'a şahidlik ederim ki, O Ebu Bekr'e şahidlik etmişti ki; O, al­tında baba bulunmadığında dedeyi baba yerine koymuştu."[80]

2912. “Bize el-Esved b. Âmir rivayet edip dedi ki; bize Şu'be, Hâlid el-Hazzâ'dan, (O) Ebu Nadrâ ve İkrime'den, onlar da İbn Abbas'tan (naklen) haber verdiler ki,”

Hz. Ebubekir, dedeyi baba yerine koyardı.[81]

2913. “Bize Müslim b. İbrahim rivayet edip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize Eyyûb, İkrime'den, (O da) İbn Abbas'tan naklen rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Hakkında Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem);

"Ben birini dost edinecek ol­saydım, O'nu dost edinirdim; fakat İslam kardeşliği daha üstündür!" buyurduğu kimse, -yani Hz. Ebubekir-, dedeyi baba yerine koy­muştu.[82]

2914. “Bize Müslim rivayet edip (dedi ki), bize Vuheyb ri­vayet edip (dedi ki), bize Eyyûb, İbn Ebi Muleyke'den, (O da) İbnu'z-Zübeyr'den (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Ebu Bekir, de­deyi baba yerine koymuştu.[83]

2915. “Bize Yezid b. Hârûn rivayet edip (dedi ki), bize el-Eş'as, el-Hasan'dan haber verdi ki,” O şöyle demiş: "Şüphesiz dede halandaki uygulama yapılıp geçmiş ve Ebu Bekir dedeyi baba yerine koymuştu. Fakat insanlar (daha sonra farklı görüşler) seçtiler!"[84]

 

12. Dede Hakkında Hz. Ömer'in Görüşüne Dair

 

2916. “Bize Muhammed b. Uyeyneç Ali b. Mushir'den, (O) Asım'dan, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) haber verdi ki,” O şöyle dedi:

"Gerçekten İslam (tarihinde) mirasçı kılınan ilk dede Ömer'dir!"[85]

2917. “Bize Ebu Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Hasan, Asım'dan, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

İslam (tarihinde) mirasçı kılman ilk dede Ömer'dir. O (ölen torununun) malını almış da Ali ile Zeyd O'na gelip şöyle demişler:

"Buna senin hakkın yok. Sen ancak iki erkek kardeşin biri gibi oldun!"[86]

 

Açıklama

 

Bu haber ve ilgili diğer haberlerden anlaşıldığına göre Hz. Ömer (Radıyallahu Anh), önceleri dedenin, erkek kardeşleri mirastan dü­şüreceği kanaatinde idi. Bunun için, ölen torununun erkek kardeşi olmasına rağmen, bütün malım almıştı. Ancak O, Hz. Ali (Radıyallahu Anh) ile Zeyd b. Sâbit'in (Radıyallahu Anh) müdahalesi üzerine, bu gö­rüşünden vazgeçmiş ve erkek kardeşlerin dedeyle birlikte mirasçı olacakları görüşünü benimsemişti. O bu durumda da, paylaşmada dedenin payı üçte biri aşıyorsa, paylaşmayı tercih etmiş, üçte birden aşağı düşüyorsa, dedeye üçte bir vermiştir. Aşağıdaki haber bunu bil­dirmektedir.[87]

 

2918. “Bize Ubeydullah b. Musa, İsa el-Hayyât'tan, (O da) eş-Şa'bî'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi: Ömer dedeyi bir ve iki erkek kardeşle paylaştırırdı. (Kardeşler) fazla olduklarında (dedenin payı üçte birden aşağı düşeceği için), ona üçte bir pay ve­rirdi. O ona, çocukla beraber olduğunda ise altıda bir pay verirdi.[88]

2919. “Bize Müslim b. İbrahim rivayet edip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize Hişam b. Urve, ba­basından, (O da) Mervan İbnu'l-Hakem'den (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Ömer İbnu'l-Hattab, yaralandığında dede hususunda Sahabilerle istişare etti ve şöyle dedi:

"Doğrusu ben dede hakkında bir görüş açıklamıştım. Şimdi siz eğer ona uymayı uygun görürseniz, ona uyunuz!" O zaman Hz. Osman da O'na şöyle karşılık verdi:

"Eğer biz senin görüşüne uyarsak, şüphe yok ki, o doğrudur. Üstad'ın (yani Hz. Ebu Bekir'in) görüşüne uyarsak, o ne güzel görüşlü biri idi!"[89]

 

13. Dede Hakkında Hz. Ali’nin Görüşü

 

2920. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) eş-Şeybani'den, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) haber verdi ki,” O şöyle dedi:

İbn Abbas Basra'da vali iken Hz. Ali'ye;

"Doğrusu bana dede ve altı erkek kardeşin (mirası meselesi) getirildi, (bunu nasıl çö­zeyim?)" diye bir mektup yazdı. Hz. Ali de O'na;

"Dedeye altıda bir pay ver. Bunu ondan sonra hiç kimseye de verme!" diye cevap yazdı.[90]

2921. “Bize Ebu Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Hasan, İs­mail'den, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen), altı erkek kardeş ve dede hakkında rivayet etti ki,” O;

"Dedeye altıda bir pay verin" dedi.

Ebu Muhammed (ed-Dârimî) şöyle dedi:

“Sanki O, yani eş-Şa'bi, bunu Hz. Ali'den rivayet ediyor.[91]

2922. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Şu'be, Amr b. Mürre'den, (O da) Abdullah b. Selime'den (nak­len) rivayet etti ki,”

Hz. Ali dedeyi, (kardeşlerin) altıncısı ola­cağında erkek kardeş yerine koyardı.[92]

2923. “Bize Ebun-Numan rivayet edip (dedi ki), bize Vu-heyb rivayet edip (dedi ki), bize Yunus, el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Ali dedeyi (mirasta, ona) altıda bir pay düşünceye kadar erkek kardeşlerle ortak ederdi.[93]

2924. “Bize Haşim İbnu'l-Kasım rivayet edip (dedi ki), bize Şu'be, Amr b. Mürre'den, (O da) Abdullah b. Selime'den (nak­len) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Hz. Ali dede ile erkek kardeşleri, (dede onların) altıncısı oluncaya kadar ortak ederdi.[94]

2925. “Bize Ebu'n-Nu'man haber verip (dedi M), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize Yunus, el-Hasan'dan (naklen) ri­vayet etti ki,”

Hz. Ali, dedeyi erkek kardeşlerle, (dedeye asgari) al­tıda bir pay (düşme durumlarında) ortak ederdi.[95]

2926. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, el-A'meş'ten, (O da) ibrahim'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Hz. Ali, dedeyi altı kardeşe kadar erkek kardeşlerle ortak eder, her pay sahibine bir pay verirdi. O, dede ile birlikte ol­duklarında ne ana-bir erkek kardeşi, ne ana-bir kızkardeşi mirasçı yapardı. Çocukla birlikte olduğunda da dedeye altıda bir paydan fazla vermezdi. Ancak (dedeyle birlikte çocuktan) başkasının bulunması durumu hariç; (O zaman dedeye altıda birden fazla pay verirdi.) O, baba-bir erkek kardeşi, ana-baba bir erkek kardeşle paylaştırmaz, (mirasçı yapmazdı). Ana-baba bir kızkardeşle baba-bir erkek kardeş (ve dede) bulunduğunda ise, (mirasın) yarısını lozkardeşe, diğer ya­nsını da yarı yarıya dede ile erkek kardeşe verirdi. (Mirasçılar) erkek ve kız kardeşler olduklarında ise, onları dedeyle birlikte, (ona) altıda bir pay düşünceye kadar (mirasa) ortak ederdi.[96]

 

Açıklama

 

Bu haberlerden anlaşıldığına göre, Hz. Ali, dedenin, ölenin erkek kardeşleriyle birlikte bulunması halinde asabe olup, mirastan kalanı bir erkek kardeş gibi paylaşacağı, ancak paylaşmada dedeye altıda birden az pay düşecek olursa, paylaşma yoluna gidilmeyip dedeye al­tıda bir pay verileceği görüşünde idi. O'na göre, dede, ölenin (erkek) çocuğuyla bulunduğunda ise, baba gibi sayılıp altıda bir pay alacaktır.[97]

 

14. Dede Hakkında İbn Abbas’ın Görüşü

 

2927. “Bize Muhammed b. Yusuf, Süfyan'dan, (O) el-Aysî'den -ki O, Abdullah b.  Halid'dir- (O da)  Abdurrahman b. Ma'kıl'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

İbn Abbas'a de­denin (mirastaki) durumu soruldu da O;

"Hangi baban daha bü­yüktür?" dedi. Ben de;

"Adem..." karşılığını verdim. O zaman O, (soran adama, beni doğrularcasına);

"Sen yüce Allah'ın, "Ey Adem oğulları!'[98] Sözünü duymadın mı?" dedi.[99]

2928. “Bize Muhammed b. Yusuf haber verip (dedi ki), bize Süfyan, İsmail b. Semi'den, (O) bir erkekten, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Ben gerçekten arzu ederdim ki, ben ve bana muhalefet edenler birbirimizle;

"Han­gimizin görüşü daha kötüdür?" diye lânetleşelim![100]

2929. “Bize Müslim b. ibrahim rivayet edip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize İbn Tâvûs, babasından ri­vayet etti ki;”

İbn Abbas, dedeyi baba yerine koymuştu.[101]

 

15. Dede Hakkında İbn Mes'ud'un Görüşü

 

2930. “Bize Ebu Nuaym haber verip (dedi ki), bize Züheyr, Ebu İshak'tan, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:” Ben, yanında Amir, İbrahim ve Abdurrahman b. Abdillah var iken Şureyh'in hu­zuruna, bizden (yani el-Aliye bölgesinden) olan ve geriye kocasını, anasını, baba-bir erkek kardeşini ve dedesini bırakan bir kadının miras meselesi için girmiştim de, O;

"Hiç kızkardeş var mı?" diye sor­muştu. Ben;

"Yok" demiştim. O zaman O,

"Yarı kocanın, üçte bir ana­nındır" cevabını vermiş, (ancak kardeş ile dede hakkında birşey söy­lememişti). Ebu İshak sözüne şöyle devam etti: O zaman ben, bana (bunlar hakkında) cevap vermesi için ısrar etmiştim, ama O, sadece bu cevabı vermişti. İbrahim, Amir ve Abdurrahman b. Abdillah da;

"Hiçkimse senin getirdiğin miras meselesinden daha zor bir miras meselesi getirmemiştir" demişlerdi. Bunun üzerine ben Abide es-Selmani'ye gelmiştim. O zamanlar,

"Kûfe'de miras meselelerini Abide ile el-Hârisu'1-AVer'den daha iyi bilen kimse yoktur" denilirdi. Abide camide otururdu. Şureyh'e, içinde dede bulunan bir miras me­selesi geldiğinde o (mirasçıları) Abide'ye gönderir, O da mirası pay-laştırırdı. Ben de (gelip) meselemi O'na sormuştum da, O şöyle cevap vermişti:

"Dilerseniz size bu konuda Abdullah b. Mes'ud'un pay­laştırmasını haber vereyim: O, kocaya üç pay, yani (mirasın) yansım, anaya geri kalamn üçte birini -ki bu da malın tamamının altıda bi­ridir- verdi. Bir pay erkek kardeşin, bir pay da dedenindir!"[102]

Ebu İshak sözüne devamla dedi ki;

"(Bu meseledeki) dede, babanın babasıdır.”[103]

 

16. Dede Hakkında Zeyd’in Görüşü

 

2931. “Bize Ebun-Nu'man haber verip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize Yunus, el-Hasan'dan (naklen) ri­vayet etti ki,”

Zeyd, dedeyi, (mirasta ona) üçte bir pay düşünceye kadar erkek kardeşlerle ortak ederdi.[104]

2932. “Bize Ömer b. Hafs b. Ğıyas rivayet edip (dedi ki), bize babam rivayet edip (dedi ki), bize el-A'meş, İbrahim'den, (O da) Zeyd b. Sâbit'ten (naklen) rivayet etti ki;”

O, dedeyi erkek kardeşlerle, (mirastan dedeye) üçte bir pay düşünceye kadar pay­laştırır, sonra (yani dedeye üçte birden az düşmesi halinde) onun pa­yını azaltmazdı.[105]

2933. “Bize Saîd İbnul-Muğîre, İsa b. Yunus'tan, (O da) İs­mail'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Hz. Ömer dedi ki:

"Dedenin (mirastaki) durumu hakkında, âlimlerin üzerinde ittifak ettikleri görüşü kabul et!"

Ebu Muhammed (ed-Dârimî);

"O, Zeyd'in görüşünü kastediyor" de­miştir.[106]

 

17. Ekderiyye: Yani, Koca, Ana-Baba Bir Kızkardeş, Dede Ve Ana Meselesi

 

2934. “Bize Saîd b. Âmir, Hemmâm'dan, (O da) Katâde'den (naklen) rivayet etti ki,”

Zeyd b. Sabit; kızkardeş, ana, koca ve dede(nin bulunduğu miras meselesi) hakkında görüş açıkladı. (Katâde, sözüne devamla) dedi ki:

“O, bu meseleyi yirmiyedi pay üze­rinden yaptı: Altı pay ananın, dokuz pay kocanın, sekiz pay dedenin, dört pay kızkardeşin...”[107]

 

Açıklama

 

Zeyd b. Sâbit'e (Radıyallahu Anh) göre öz veya baba-bir kızkardeş, dede ile birlikte bulunduğunda daima asabe olur. Bundan sadece "ekderiyye meselesi" diye bilinen miras meselesi hariçtir. Bu meselede kızkardeş belirli pay sahibi kabul edilip, alacağı paylar dedenin paylarma eklenir ve toplanan paylar aralarında ikili birli paylaştırılır. Böylece dedenin payı altıda birden aşağı düşmemiş olur. Kız-kardeşler birden fazla olduğunda, bu usûle gerek kalmaz ve mesele, kızkardeşler dede ile birlikte asabe kabul edilerek çözülür. Çünkü bu durumda dedenin payı altıda birden aşağı düşmemektedir.

Ekderiyye meselesinin çözümü şöyledir: Koca 1/2; Ana 1/3; Dede 1/ 6; Kızkardeş 1/2.

1/2(3)+1/3(2)+1/6(1)+1/2(3)=3+2+1+3/6=9/6

Burada paylar toplamı paydadan fazla çıktığı için "avliyye" du­rumu vardır. Bu durumda miras paylara göre bölüştürülecektir. Dede ile kız kardeşin paylarının toplamı 4'dür. Bunu ikili-birli bö­lüştürmek mümkün olmadığından, pay ve paydayı, en küçük ortak bölenleri olan üç ile çarparız. O zaman da durum şöyle olur: 9+6+3+9/18=27/18. Burada dede ile kızkardeşin paylarının toplamı 12 olmuştur. Bunun 8'ini dede, 4'ünü kızkardeş alacaktır.

Bu meseleye "ekderiyye" denmesinin, bunun Ekder kabilesinden bir kadın hakkında uygulanmış olmasından veya bu meselenin Ekder isimli bir zâta sorulup da onun bu meseleyi çözememiş ol­masından yahut da Zeyd b. Sâbit'in (Radıyallahu Anh) bu meselenin zorluğundan kederlenmiş olmasından dolayı olduğu rivayet edilir.[108]

 

18. Neneler Hakkında

 

2935. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize ei-Eş'as, İbn Sîrîn'den, (O da) İbn Mes'ud'dan (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Gerçekten İslâm (tarihinde) kendisine (miras) payı yedirilen ilk nene, oğlu hayatta iken (pay verilen) bir babaannedir.[109]

2936. “Bize Ebu Nuaym rivayet edip dedi ki; bize Şerîk, Leys'ten, O Tâvûs'tan, O da İbn Abbas'tan (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), neneye altıda bir pay yedirdi.[110]

2937. “Bize Ebu Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Süfyan, İbn Cüreyc'den, (O) İbrahim b. Meysere'den, (O da) Saîd İbnu'l-Müseyyeb'den (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Ömer neneyi oğluyla birlikte mirasçı kılmıştı.[111]

2938. “Bize Haccac b. Minhâl rivayet edip (dedi ki), bize Şu'be rivayet edip (dedi ki), bana Mansur İbnu'l-Mu'temir haber verip dedi ki, ben ibrahim'i şöyle derken işittim:”

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) üç neneye altıda bir pay yedirmişti.

Mansur sözüne şöyle devam etti: Ben İbrahim'e;

“Bunlar kimdir?" diye sordum da O;

"Baba tarafindan iki nene ile anne tarafından nenen..." karşılığını verdi.[112]

2939. “Bize Haccac b. Minhâl rivayet edip (dedi ki), bize Yezid b. İbrahim rivayet edip dedi ki, bana el-Hasan haber verip;”

"Nene, oğlu hayatta iken mirasçı olur" dedi.[113]

2940. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Davud'dan, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

"Annenin babasının annesi mirasçı olmaz. Onun, (ölene) kendisi vasıtasıyla yaklaştığı oğlu mirasçı olmaz, o nasıl mirasçı olur?"[114]

2941. “Bize Ebu Ma'mer, İsmail b. Uleyye'den, (O) Seleme b. Alkâme'den, (O) Humeyd b. Hilâl'den, (O) Ebu'd-Dehma'dan, (O da) İmran b. Husayn'dan (naklen) haber verdi ki,” O şöyle dedi:

Nene, oğlu hayatta iken mirasçı olur![115]

 

Açıklama

 

Hz. Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) neneye altıda bir pay verdiği rivayet edilmektedir. Bunun için olmalıdır ki, babanın ana­sıyla ananın anasının, tek olduklarında altıda bir pay alacakları, be­raber bulunduklarında ise altıda bir payı paylaşacakları hususunda icma vardır. Nenenin diğer durumları hakkında sahih bir merfu hadis yoktur. Bunun için de o durumlar hakkında farklı içtihadlar yapılmıştır. Şöyle ki, Zeyd b. Sabit (Radıyallahu Anh), Ebu Hanife, Malik ve Şafii (Rahmetullahi Aleyhim ecmain), ölenin babası varken babasının annesinin mirasçı olamayacağı içtihadında bulunmuşlardır. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh), Abdullah b. Mes'ud (Radıyallahu Anh) ve Ahmed b. Hanbel'in (Rahmetullahi Aleyh) bu husustaki içtihadı ise, ba­banın anasının baba ile birlikte mirasçı olacağı şeklindedir. Diğer ta­raftan Ebu Hanife (Rahmetullahi Aleyh), ölene daha yakın neneler var­ken, daha uzak olan nenelerin mirasçı olamayacağı içtihadında bulunmuş, Ahmed b. Hanbel (Rahmetullahi Aleyh) ise, babanın anası veya ananın anası ile bunların analarının birlikte mirasçı olacağını söylemiştir.[116]

 

19. Neneler Hakkında Hz. Ebu Bekir'in Görüşü

 

2942. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize el-Eş'as, ez-Zühri'den, O'nun şöyle dediğini haber verdi: Babanın annesi veya annenin annesi olan bir nene Ebu Bekir'e gelip;

"Doğrusu benim oğlumun oğlu -veya kızımın oğlu- öldü. Bana da (onun mi­rasında) benim payımın olduğu haberi ulaştı. Öyle ise, (onun mi­rasından) bana ne var?" demiş. Ebu Bekir de;

"Ben Rasulullah'ı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun hakkında birşey buyururken işitmedim. (Bu­nu) halka soracağım!" cevabını vermiş. Sonra öğle namazını kıldı­rınca;

"Hanginiz Rasulullah'ı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nene hakkında birşey buyururken işitmiş?" diye sormuş. Muğîre b. Şu'be;

"Ben" de­miş. O;

"Ne (işittin?)" demiş. (El-Muğîre);

"Rasulullah, ona altıda bir pay verdi" demiş. (Ebu Bekir);

"Bunu senden başka bilen biri var mı?" demiş. O zaman Muhammed b. Mesleme; "

O doğru söyledi" demiş. Bunun üzerine Ebu Bekir ona (yani neneye) altıda bir pay vermiş.

Daha sonra bu (meselenin)  aynısı Ömer'e gelmiş. O da; 

"bil­miyorum, onun hakkında Rasulullah'tan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hiç-bir şey işitmedim. (Bunu) halka soracağım" demiş. Onlar da O'na, el-Muğîre b. Şu'be ile Muhammed b. Mesleme'nin rivayet ettiği haberi nakletmişler. O zaman Ömer, (babanın annesi ile annenin annesine hitaben) şöyle demiş:

"Hanginiz bu (mirasta) tek başına kalırsa, al­tıda bir pay onundur. Birlikte bulunursanız, o (yani altıda bir pay) aranızda (bölüştürülür)."[117]

 

20. Neneler Hakkında Hz. Ali İle Hz. Zeyd'in Görüşü

 

2943. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize el-Eş'as, eş-Şa'bi'den, (O da) Hz. Ali ile Zeyd'den (naklen) rivayet etti ki,” onlar şöyle dediler:

Neneler (derece bakımından) eşit ol­duklarında üç nene, yani (ölenin) babasının iki nenesi, yani an­nesinin annesi ve babasının annesi ile (ölenin) annesinin nenesi mi­rasçı olurlar. Onlardan biri (ölene diğerlerinden) daha yakın ise, pay yakınlarındır.[118]

2944. “Bize Ebu Nuaym haber verip (dedi ki), bize Hasan Eş’as’tan, (O) Şabi’den (O da) Hz. Ali ile Zeyd’den (naklen) rivayet etti ki,”

Onlar babanın anası olan neneyi baba ile birlikte mirasçı kılmazlardı.[119]

2945.  “Bize Saîd İbnu'l-Muğîre, İbnu'l-Mübarek'ten, (O) Ma'mer'den, (O da) ez-Zühri'den (naklen) rivayet etti ki,”

Hz.Osman neneyi oğlu hayatta iken mirasçı kılmazdı.[120]

 

21. Neneler Hakkında İbn Mes'ud'un Görüşü

 

2946. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize el-Eş'as, İbn Şîrîn'den, (O da) İbn Mes'ud'dan (naklen) haber verdi ki,” O şöyle dedi:

Doğrusu nenelerin miras hakları yoktur. (Ne­neye verilen miras payı) ancak ona yedirilen bir yiyintidir. Nenelerin en yakınları da, en uzakları da eşittir![121]

 

Açıklama

 

İlgili haberler Abdullah b. Mes'ud'un (Radıyallahu Anh), aynı de­recede olsunlar veya olmasınlar, nenelere altıda bir pay verileceği iç­tihadında bulunduğunu göstermektedir. O'na göre bu nenelerden biri diğerinin annesi olursa, anne olan nene mirasçı olamaz, mirasçı ol­mada ise nenelerin ölene yakın olanlarıyla uzak olanları birdir. Bir rivayette ise Onun, ikisi baba tarafından, biri ana tarafından olmak üzere en fazla üç neneyi mirasçı kıldığı görülmektedir.[122] Şu halde yukarıdaki haberde ya bir yanlışlık yapılmıştır ve O; "doğrusu ne­nelerin miras hakları vardır" şeklinde olmalıdır;[123] yahut da İbn Mes'ud (Radıyallahu Anh) bu meseledeki içtihadını sonraları değiştirmiştir.[124]

 

2947. “Bize Haccac b. Minhâl haber verip (dedi ki), bize Ebu Avâne, el-Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi ki,” O şöyle dedi: Abdullah dedi ki:

"Nene, oğlu hayatta iken mirasçı olur!"[125]

 

22. Neneler Hakkında Mesruk'un Görüşü

 

2948. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize el-Eş'as, eş-Şa'bi'den, O'nun şöyle dediğini haber verdi:” Onlar (yani dört nene) peş peşe olarak Mesrûk'a geldiler. O da babanın ba­basının anasını (mirastan) çıkardı, üçünü (yani (ölünün) babasının iki nenesini, annesinin annesi ile babasının annesini) ve (ölünün) an­nesinin nenesini mirasçı kıldı.[126]

 

23. Red Hakkında Hz. Ali, Abdullah Ve Zeydin Görüşü

 

2949. “Bize Yezid b. Harun haber verip (dedi ki), bize Şerîk, el-A'meş'ten, (O) İbrahim'den, (O da) Abdullah'tan (naklen);”

Kız ile kızın kızının (miras payları) hakkında haber verdi ki, O şöyle dedi:

"Yarısı (kızın), altıda biri (kızın kızınındır). Geriye kalan ise kıza red edilir, (geri verilir)."[127]

 

Açıklama

 

Ölenin mirasçıları arasında, belirli pay sahipleri paylarını al­dıktan sonra geriye kalanı alan kimseler olan "asabe" sınıfından hiç kimse bulunmaz, belirli pay sahipleri paylarını aldıktan sonra da ge­riye bir miktar miras kalırsa; bu geri kalan miktarı yine belirli pay sahiplerine payları nisbetinde vermeye "red (geri verme, iade)", bu miras meselesine de "reddiye" denir. Abdullah b. Mes'ûd (Radıyallahu Anh), Ebû Hanife (Rahmetullahi Aleyh) ve Ahmed b. Hanbel (Rahmetullahi Aleyh), bu şekildeki "redd"i kabul etmişlerdir. Ancak Abdullah b. Mes'ûd (Radıyallahu Anh), bundan belirli pay sahibi altı kişiyi çı­karmıştır; O'na göre onlar redden yararlanamazlar.[128] Zeyd b. Sabit (Radıyallahu Anh), Malik (Rahmetullahi Aleyh) ve Şafii (Rahmetullahi Aleyh) ise, asabe bulunmadığında geri kalan mirasın devlet hazinesine ("Beytü'l-Mal"e) verileceği içtihadında bulunmuşlardır. Sonraki (mü-teahhir) Maliki ve Şafii âlimler ise, Beytü'l-Mal'm düzeni bo­zulduğunda sözkonusu "red" usûlünü uygulamanın daha uygun ola­cağı görüşünü benimsemişlerdir.[129]

 

2950. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Cerir, Mansûr'dan, (O) İbrahim'den, (O) Alkâme'den, (O da) Abdullah'tan (naklen) rivayet etti ki;”

O'na, ana-bir erkek kar­deşler ile ananın (miras meselesi) hakkında gelinmişti de O, ana-bir erkek kardeşlere üçte bir pay, anaya da geri kalan malı vermiş ve "ana, asabesi olmayanın asabesidir" demişti.[130]

2951. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Hasan, ba­basından, O'nun şöyle dediğini rivayet etti.”

Ben eş-Şa'bî'ye; ölen ve geriye, başka mirasçısının olduğu bilinmeksizin kızını bı­rakan adamın (miras) durumunu sordum da O;

"Malın hepsi onun­dur" karşılığını verdi.[131]

2952. “Bize Muhammed b. Yûsuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyân, Muhammed b. Sâlim'den, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki;”

İbn Mes'ûd, ne ana ile birlikte ana-bir erkek kar­deşe, ne beraberinde kendisinden başka belirli pay sahibi bir kimse bulunduğunda neneye, ne soy kızı ile birlikte oğul kızına, ne de karı ile kocaya redde bulunmazdı. Hz. Ali ise, karı ile koca dışında her be­lirli pay sahibine redde bulunurdu.[132]

2953. “Bize Muhammed haber verip (dedi ki), bize Süfyân ri­vayet edip dedi ki, bana Muhammed b. Salim, Hârice b. Zeyd'den, (O da) Zeyd b. Sâbit'ten (naklen) haber verdi ki,”

O'na kız veya kız kardeşin (miras meselesi) hakkında gelinmişti de, O, ona (mirasın) yansını vermiş, geriye kalanı ise devlet hazinesine (beytül-mal'e) koymuştu.

(Bu haberin senedinde); "Yezid b. Harun ise Muhammed b. Sâlim'den, (O) eş-Şa'bi'den, (O da) Hârice'den (naklen)...” demiştir.[133]

 

24. Mulâane Oğlunun Mirası Hakkında

 

2954. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) Saîd'den, (O) Ebû Ma'şer'den, (O) İbrahim'den, (O da) Ab­dullah'tan (naklen) haber verdi ki;” O, mulâane oğlu hakkında;

"onun mirası anasınındır" dedi.[134]

 

Açıklama

 

Karısının karnında taşıdığı veya dünyaya getirdiği çocuğun ken­disine ait olmadığını iddia eden, ancak bu iddiasına bir delil de ge­tiremeyen koca, karısını zina etmekle suçlamış olur. Bunun için aralarında, şekli Kur'an-ı Kerim'de belirlenmiş olan[135] bir mulâane (lanetleşme) yapılır. Bu lânetleşmeden sonra karı ile kocanın ara­sındaki nikah akdi sona erer ve doğacak yahut doğmuş olan çocuğa mulaane çocuğu denir. Alimler, mulâane çocuğu ile ana tarafının hangi ölçülerde mirasçı olacaklarında ihtilaf etmişlerse de, bir­birlerine mirasçı olacaklarında görüş birliği içindedirler.[136]

 

2955. “Bize Muâz b. Hâni' haber verip (dedi ki), bize İbrahim b. Tahmân rivayet edip dedi ki, ben bir adamı, Atâ' b. Ebi Rebâh'a, lânetleşenlerin çocuğunun durumunu, yani mirasının kime ait olduğunu sorarken işitmiştim de, O şöyle cevap vermişti:”

"Ana­sına ve anasımn yakınlarına aittir!"[137]

2956. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Hasan, Ebû Sehl'den, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki, Hz. Ali, geriye ana bir erkek kardeşini ve anasını bırakan mulâana oğlu hakkında şöyle dedi:”

"Altıda bir pay erkek kardeşinin, üçte bir pay anasınındır. Sonra (geri kalan miras tekrar) onlara red edilir. Böy­ece üçte bir pay erkek kardeşin, üçte iki pay ananın olur." (Bu meselede) İbn Mes'ûd ise şöyle dedi: "

Altıda bir pay erkek kardeşin, geriye kalan da ananındır!"[138]

2957. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Hüseyin, Ebû Sehl'den, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen), geriye erkek kar­deşin oğlu ile dede bırakan mulâane oğlu hakkında haber verdi ki,” O şöyle dedi:

"Mal, erkek kardeşin oğlunundur!"[139]

2958. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Salim b. Nûh, Ömer b. Âmir'den, (O) Katâde'den, (O) Saîd İbnu'l Müseyyeb'den, (O da) Zeyd b. Sâbit'ten (naklen) rivayet etti ki;”

O, mulâane oğlunun mirası hakkında şöyle dedi:

"Üçte bir pay anasının, üçte iki ise devlet hazinesinindir (Beytü'l-Mal'ındır)."[140]

2959. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Salim b. Nuh, Ömer b. Amir'den, (O) Hammâd'dan, (O) İb­rahim'den, (O da) Abdullah'tan (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Onun (yani mulâane çocuğunun) mirası anasınındır. (Çünkü) onun yerine anasının asabesi diyet öder."[141] Katâde ise, el-Hasan'dan (naklen) şöyle demiş: "Üçte bir pay anasınm, malının artanı ise ana­sının asabesinindir!"

2960. “Bize Haccâc b. Minhâl haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme rivayet edip (dedi ki), bize Katâde haber verdi ki,”

Hz, Ali ile İbn Mes'ûd, geriye nenesini ve ana-bir erkek kardeşlerini bırakan mulâane çocuğu hakkında görüş beyan ettiler. (Katâde, sözüne devamla) dedi ki: Yani onlar;

"Üçte bir nenenin, üçte iki erkek kardeşlerindir" (dediler), Zeyd b. Sabit ise;

"Altıda bir ne­nenin, üçte bir ana-bir erkek kardeşlerin, geriye kalan da Beytü'l-Malındır" dedi.[142]

2961. “Bize Haccac haber verip (dedi ki), bize Hammâd ri­vayet edip (dedi ki), bize Yûnus ile Humeyd, el-Hasan'dan haber verdiler ki;” O,

"Ona (yani mulâane oğluna) anası mirasçı olur" dedi.[143]

2962. “Bize Haccac haber verip (dedi ki), bize Hammâd ri­vayet edip (dedi ki), bize Haccac rivayet etti ki;”

en-Nehaî ile eş-Şa'bi; "ona anası mirasçı olur" dediler.[144]

2963. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Süfyân, Davûd b. Ebi Hind'den, (O da) Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Ben Züreykoğulları'ndan bir kardeşime, kendisine;

"Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mulâane oğlunun (mirası) hakkında kime hük­metmişti?" diye sormak için mektup yazdım. O da bana cevap yazdı ki; Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), onun (mirasını) annesine hükmetmişti. (Çünkü mulâane çocuğunun anası) onun anası ve ba­bası yerindedir.

Süfyân da şöyle demiş:

“(Mulâane çocuğunun) bütün malı ana­nındır. O, onun babası ve anası yerindedir.”[145]

2964. “Bize Muhammed haber verip (dedi ki), bize Süfyân, Hişam'dan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki;”

O, ge­riye anası ile anasının asebesini bırakan mulâane oğlu hakkında şöyle dedi:

"Anasına üçte bir pay vardır. Geriye kalan ise anasının asabesinindir. "[146]

2965.  “Bize Ubeydullah b.  Musa,  İbn Ebi Leyla'dan, (O) Âmir'den, (O da) Hz. Ali ile Abdullah'tan (naklen) haber verdi ki;”

Onlar mulâana oğlu hakkında;  "onun asabesi,  anasının asabesidir" dediler.[147]

2966. “Bize Ebu'l-Velid el-Halebî Musa b. Halid rivayet edip (dedi ki), bize İbnu'l-Mu'temir, Yûnus'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

"Mulâane çocuğunun mirası anasmındır." (Yûnus demiş ki, o zaman ben de) şöyle dedim:

"Peki onun ana-bir erkek kardeşi varsa?" Şöyle cevap verdi:

"Ona altıda bir pay vardır."[148]

2967. “Bize Ebu'l-Muğîre rivayet edip (dedi ki), bize el-Evzai rivayet edip (dedi ki), bize ez-Zühri rivayet edip şöyle dedi:”

Mulâane çocuğu anasına aittir. Anası ondan, miras payına mirasçı olur. Bundan geriye kalan ise Beytü'l-Mal'ındır.[149]

2968. “Bize Ubeydullah b. Musa, Musa b. Ubeyde'den, (O) Nafi'den, (O da) İbn Ömer'den (naklen) haber verdi ki, O şöyle dedi:”

"(Karı ile koca) lânetleştiklerinde artık bir araya gelmeyerek araları ayrılır. Çocuk da anasına nisbet edilerek çağırılır; falan ka­dının oğlu denilir. O (yani ana, çocuğun) asabesidir. Çocuk ona mi­rasçı, o da çocuğa mirasçı olur. Kim bu (çocuğu) zina çocuğu diye ça­ğırırsa, ona (iftira cezası olarak) değnek vurulur."[150]

2969. “Bize Muâz b. Hâni' rivayet edip (dedi ki), bize İb­rahim b. Tahmân rivayet edip (dedi ki), bize eş-Şeybânî, eş-Şa'bi'den (naklen), lânetleşenlerin çocuğu hakkında rivayet etti ki;”

Ona anasının asabesi mirasçı olur ve onun yerine onlar diyet öderler.[151]

2970. “Bize Sehl b. Hammâd rivayet edip (dedi ki), bize Hemmam, Kataade’den, (O) Azre'den, (O) Saîd b. Cübeyr'den, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) haber verdi ki;”

O mulâane çocuğu hakkında şöyle dedi:

"O, babası olmayan kimsedir. Ona anası, ana-bir erkek kardeşleri ve anasının asabesi mirasçı olur. Onun iffetine bir iftiracı iftira ederse, iftiracısına değnek vurulur."[152]

2971. “Bize Muhammed İbnu'l-Mübarek haber verip (dedi ki), bize Yahya b. Hamza, en-Nu'man'dan, (O da) Mekhûl'den (naklen) rivayet etti ki;”

O'na, mulâane çocuğunun mirasının kime ait olduğu soruldu da, O şöyle cevap verdi:

"Rasulullah (Sallallahu Aley­hi ve Sellem) onu, uğrunda karşılaştığı belâdan dolayı onun annesine ve ana-bir erkek kardeşlerine ait kıldı."[153]

Mekhûl şöyle de dedi:

"Ana ölse ve geriye (mulâane) oğlunu bıraksa, sonra kendisine mensup kılınan bu oğlu vefat etse, (bu oğlun) mirasının bütünü ana-bir erkek kardeşlerine ait olur. Çünkü bu (oğul) onların anaları ile dedelerine mensup idi. Bu (ananın) babasına, kızının oğlundan altıda bir pay vardır. Dede de sadece bu mertebede mirasçı olur. Zira o ancak ananın babasıdır. Ana-bir erkek kardeşler de sadece analarına mirasçı oldular. Dede de kızına mi­rasçı oldu. Çünkü (dede) ona mensup kılındı. Şu halde çocuğa ait olan mal, annenin mirasçılannındır. Bu (mal) bazan, başkası ol­madığında tek başına dedeyi kendine çeker."[154]

2972. “Bize Muhammed İbnu'l Alâ' haber verip (dedi ki), bize Yahya b. Ebi Kesir rivayet edip (dedi ki), bize İbrahim b. Tahmân, Simâk b. Harb'den, (O) İkrime'den, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) rivayet etti ki;”

Bir topluluk Hz. Ali'ye -yüce Allah O'ndan razı olsun-, lânetleşenlerin çocuğu hakkında davalaştılar ve çocuğun babasının yakınları gelip onun mirasını is­tediler. O da;

"Doğrusu onun babası ondan ilgisini kesmişti. Do­layısıyla size onun mirasından hiçbir şey yoktur" deyip, onun mirasını anasına hükmetti ve (anasını onun) asabesi kıldı.[155]

 

25. Hunsa’nın Mirası Hakkında

 

2973. “Bize Ubeydullah b. Musa, İsrail'den, (O da) Ab­dullah'tan (naklen) haber verdi ki; O, Muhammed b. Ali'yi, Hz. Ali'den (naklen) rivayet ederken işitmiş ki;”

O, kendisinde hem erkeğinki (cinsel organı), hem de kadınınla (cinsel organı) olan bir kimsenin bunlardan hangisine göre mirasçı kılınacağı hususunda;

"Bunlardan hangisinden işerse (ona göre mirasçı kılınır!)" demiş.[156]

2974. “Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet edip (dedi ki), bize Hüşeym, Muğire'den, (O) Şibak'tan, (O) eş-Şa'bi'den, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, hunsa (yani hem erkeklik, hem kadınlık uzvu taşıyan kimse) hakkında şöyle dedi:

"O, işeme ye­rine göre mirasçı kılınır!"[157]

2975. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Hâni' rivayet edip dedi ki;”

Âmir'e, ne erkek ve ne dişi olmadığı bir halde doğan, kendisinde ne erkeğinki, ne kadınınki bulunmayan, gö­beğinden sidik ve dışkı şeklinde çıkaran çocuğun miras durumu so­ruldu da, O şöyle cevap verdi:

"Erkeğin payının yarısı ile kadının pa­yının yarısı (verilir!)"[158]

 

Açıklama

 

Kendisinde erkeklik ve kadınlık uzuvları hiç bulunmayan veya bu uzuvların ikisi de bulunan kimseye "hunsa" denir. Böyle bir kim­senin erkek veya kadınlığı belli olursa, o ona göre miras alır. Belli ol­mazsa, ona "hunsa-yı müşkil" denir. Bu durumda da sözkonusu uzuvları hiç bulunmayan kimsenin cinsiyeti sakal veya memenin or­taya çıkmasıyla anlaşılır. Bu uzuvların ikisini de taşıyan kimsenin cinsiyeti ise, işeme yerine göre tesbit edilir. Eğer kadınlık uzvundan işiyorsa kadın, erkeklik uzvundan işiyorsa erkek sayılır. Cinsiyeti bu ve diğer yollarla anlaşılamayan kimse, Hanefi âlimlere göre, başka biriyle birlikte mirasçı olduğunda, kadın veya erkek sayılma du­rumlarından hangisinde daha az pay alacaksa, o cinsiyette kabul edi­lerek mirasçı yapılır ve mirasın taksimi ona göre yapılıp paylar sa­hiplerine verilir. Ancak bu durumda "hunsa-yı müşkil" küçük ise, diğer mirasçılardan kefil alınır. Sonra "hunsa-yı müşkil" baliğ ol­duğunda cinsiyeti belli olur da daha fazla pay alacağı cinsiyette olduğu anlaşılırsa, aradaki fark diğer mirasçılardan alınır.

İmam Şafii (Rahmetullahi Aleyh) İle İmam Ahmed'e (Rahmetullahi Aleyh) göre de "hunsa-yı müşkil", daha az pay alacağı cinsiyette sayılır. Fakat daha fazla pay alacağı cinsiyetle aradaki fark muhafaza edilir. Daha sonra "hunsa"nın cinsiyeti belli olmazsa, o zaman İmam Şafii'ye (Rahmetullahi Aleyh) göre muhafaza edilen miras, payları ora­nında diğer mirasçılara dağıtılır; İmam Ahmed'e göre ise (Rahmetullahi Aleyh), bu durumda "hunsa"ya kadın ile erkek paylannın toplamının yansı verilir. İmam Malik (Rahmetullahi Aleyh) de "hunsa-yı müşkil"e iki cinsiyetin toplam paylarının yarısı kadar miras verileceği iç­tihadında bulunmuştur.[159]

 

26. Kelâle

 

2976. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Asım, eş-Şa'bi'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”

Hz. Ebû Bekir'e "kelâle"nin kim olduğu sorulmuş da, O şöyle cevap vermiş:

"Doğrusu ben bu hususta kendi görüşümü söyleyeceğim. Doğru olursa Allah'tandır, yanlış olursa benden ve şeytandandır. Ben onun, (ana), baba ve çocuk dışındaki (yakınlar) olduğunu sanıyorum."

Sonra Hz. Ömer Halife seçildiğinde şöyle demiş:

"Doğrsu ben ger­çekten, Ebû Bekir'in söylemiş olduğu bir şeyi reddetmekten dolayı Allah'tan hayâa ederim."[160]

2977. “Bize Abdullah b. Yezid rivayet edip (dedi ki), bize Saîd -ki O, İbn Ebi Eyyûb'dur-, rivayet edip dedi ki, bana Yezid b. Ebi Habib, Yezid b. Abdillah el-Yezeni'den, (O da) Ukbe b. Âmir el-Cuheni'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Seîlem) Ashabına, kelâle (ke­limesinin manası) güç geldiği gibi hiçbir şey güç gelmemişti![161]

2978. “Bize Muhammed b. Yûsuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyân, Amr b. Dinar'dan, (O) el-Hasan b. Muhammed'den, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

"Kelâle; (ana), baba ve çocuk dışındaki (yakınlardır)."[162]

2979. “Bize Muhammed b. Süfyân, Yala b. Atâ'dan, (O) el-Kasım b. Abdillah'tan, (O da) Sa'd'dan (naklen) haber verdi ki;”

O, "Eğer bir erkeğe veya bir kadına, erkek veya kız kardeşi ol­duğu halde kelâle olarak mirasçı olunursa...”[163] ayetini şöyle okurdu:

"Eğer bir erkeğe veya bir kadına, ana-bir erkek veya kız kar­deşi olduğu halde kelâle olarak mirasçı olunursa..."[164]

 

Açıklama

 

"Kelâle" kelimesi, ana-baba-çocuklar şeklindeki dikey neseb is­tikametinin dışında kalan akrabalık demektir. Bu kelime, geriye ana-baba-çocuk bırakmayarak ölen kimse manasına geldiği gibi, ana, baba ve çocuk olmayarak mirasçı olan kimseler; yani kardeş, amca gibi akrabalar manasına da gelir. Kelimeye bu manalardan hangisini verirsek verelim, ayetin manası netice itibariyle değişmemektedir. Ancak "kelâle'ye son manayı verdiğimizde, mezkûr ayetteki "...kelâle olarak..." kısmını, "...kelâle yönünden...", yahut "...kelâle sa­hibi olarak..." şeklinde manalandırmak gerekir. Sahabe-i Kiramın, bu kelimenin tefsiri hakkında birçok görüşü vardır. Bunların en tercihe şâyânı, Hz. Ebû Bekir'in (Radıyallahu Anh) yukarıda nakledilen gö­rüşüdür. Diğer taraftan, bu ayetin bu kısmında sözkonusu olan kar­deşlerden ana-bir kardeşlerin, Nisa Sûresinin 176. ayetindekilerden ise öz veya baba-bir kardeşlerin kastedildiği hususunda görüş birliği vardır.[165]

 

27. Zevi'l-Erham'ın Mirası Hakkında

 

2980. “Bize Abdullah b. Tezid haber verip (dedi ki), bize Hayve rivayet edip (dedi ki), bize Ebu'l Esved Muhammed b. Abdurrahman b. Nevfel rivayet etti ki, Asım b. Ömer b. Katâde el-Ensarî kendisine haber vermiş ki,”

Hz. Ömer İbnu'l-Hattab, İbnu'd-Dehdahâ'ya kimin mirasçı olacağını araştırmış ve hiç­bir mirasçı bulamamış. Bunun üzerine İbnu d-Dehdaha’nın malını O'nun dayılarına vermiş.[166]

2981. “Bize Ebû Asım, İbn Cureyc'den, (O) Amr b. Müs­lim'den, (O) Tâvûs'tan, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) haber verdi ki;” O şöyle dedi:

"Allah ve Rasûlü, mevlâsı (dostu, sahibi, ko­ruyucusu) olmayan kimsenin mevlâsıdır. Dayı da mirasçısı olmayan kimsenin mirasçısıdır."[167]

2982. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Süfyân, Firâs'tan, (O) eş-Şa'bi'den, (O da) Ziyâd'dan (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Hz. Ömer'e, ana-bir amca ile teyze hu­susunda gelindi de O, ana-bir amcaya üçte iki pay, teyzeye üçte bir pay verdi.[168]

2983. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Süfyân, Yûnus'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Ömer İbnu'l-Hattab, teyzeye üçte bir pay, halaya üçte iki pay vermiş[169]

2984. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Süfyân, el-Hasan b. Amr'dan, (O) Gâlib b. Abbad'dan, (O da) Kays b. Habter en-Nehşeli'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Abdulmelik b. Mervan'a teyze ve hala hususunda gelindi de, bir ihtiyar kalkıp şöyle dedi:

"Ben Ömer İbnu'l-Hattab'a şahid ol­muştum, o teyzeye üçte bir pay, halaya üçte iki pay vermişti!" Bunun üzerine (Abdulmelik) bunu yazmaya niyetlendi, sonra (bun­dan vazgeçerek);

"Bu (haberden) Zeyd nerede, (bunu O niye bil­miyor)?" dedi.[170]

2985. “Bize Muhammed haber verip (dedi ki), bize Süfyân, Muhammed b. Sâlim'den, (O) eş-Şa'bi'den, (O) Mesrûk'tan, (O da) Abdullah'tan (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

(Belirli pay sahibi kimselerden veya asabeden) yakın bir mirasçı ol­madığında, teyze ana mertebesinde, hala baba mertebesinde, erkek kardeşin kızı erkek kardeş mertebesinde ve (kısaca), doğum yö­nünden akraba olan herkes, (ölene), kendisi vasıtasıyla yaklaştığı ak­rabasının mertebesindedir.[171]

 

Açıklama

 

Ölene doğum yönünden yakınlığı olan, ancak mirastan belirli pay alanlar (ferâiz sahipleri) ile bunlardan geriye kalanı alanların (asabe'nin) içinde bulunmayan kimselere "zevi'l-erham" (zevu'l-erham, tekili zu'r-rahm: Doğum yönünden yakınlık sahibi) denir. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh), Hz. Ali (Radıyallahu Anh), Abdullah b. Mes'ud (Radıyallahu Anh), Abdullah b. Abbas (Radıyallahu Anh), Ebû Hanife (Rahmetullahi Aleyh) ve Ahmed b. Hanbel (Rahmetullahi Aleyh), zevi'l-erhamın mirasçı olabileceği içtihadında bulunmuşlardır. Zeyd b. Sabit (RadıyallahuAnh), Malik (Rahmetullahi Aleyh) ve Şafii (Rahmetullahi Aleyh) İse, zevi'l-erhamın mirasçı olamayacağını, ferâiz sahipleri ile asabeden hiçbir mirasçı bulunmadığında mirasın beytü'l-mal'e "kalacağını söy­lemişlerdir. Ancak sonraki Maliki ve Şafiî âlimler, beytul-mal'ın dü­zeninin bozulduğu gerekçesiyle mirasın beytül-mal yerine zevi'l-erham'a verilmesinin daha uygun olacağı içtihadında bu­lunmuşlardır.

Böylece bütün mezhepler, zevi'l-erham'ın mirasçı olacağı hu­susunda görüş birliğine varmışlarsa da, hangi ölçü ve usûllerle mi­rasçı olacaklarında ihtilaf etmişlerdir. Ölene yakınlıkları itibariyle dört sınıfa ayrılan zevi'l-erham'm mir aşçılığında hangi ölçülerin kul­lanılacağında başlıca iki görüş vardır. Bunlardan birine göre, zevi'l-erham'dan mirasçı olan kimse, onu ölene bağlayan kimse yerine ko­nulur ve ona, bu kimsenin mirastaki payına göre pay verilir. Teyzeyi ana, halayı baba yerine koymak gibi. Bu görüşü benimseyenler arasında Abdullah b. Mes'ûd (Radıyallahu Anh), Alkâme, Şa'bi ve Mesrûk ile Maliki, Şafii ve Hanbeli âlimler vardır. Bu görüş sahiplerine "ehlu't-tenzil" denir. İkinci görüşe göre ise, zevi'l-erham'ın mirasçılığında ölene yakınlık esas olup, önceki sınıftan zevi'l-erham var iken sonraki sınıftan olan zevi'l-erham mirasçı olamaz. Bu görüşte, aynı sınıf içindeki zevi'l-erham arasında da "yakınlığın derecesi" ve "yakınlığın gücü" hususları tercih sebebidir. Başka kural ve ay­rıntıları da olan bu görüşü Hanefi âlimler benimsemişlerdir. Bu gö­rüşte olanlara da "ehlu'l-karâbet" denir.

Alimler zevi'l-erham'm mirasçılığında şu üç hususta da ittifak et­mişlerdir:

a) Zevi'l-erham ancak, karı veya koca dışında ferâiz as­habından ve asabeden hiçbir mirasçı bulunmadığında mirasçı olur­lar;

b) Mirasçı olarak karı veya koca bulunduğunda, onlar belirli paylarını aldıktan sonra geriye kalanı zevi'l-erham alır;

c) Mirasçı olarak sadece zevi'l-erham'dan bir kimse varsa, o mirasın tamamını alır.[172]

 

28. Asabe

 

2986. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Hişam, Muhammed'den, (O da) Abdullah b. Utbe'den (naklen) haber verdi ki;” O şöyle dedi:

Bana ed-Dahhâk b. Kays rivayet etti ki, Hz. Ömer, İslam tarihindeki ilk veba salgını olan Amavas vebasına[173] ya­kalananlar hakkında hükmetti ki; onlar baba taranndan eşit iseler ana-bir oğullar (mirasa) daha fazla hak sahibidirler; baba yönünden bazıları bazılarından daha yakın ise, bu (daha yakın olanlar) mala daha fazla hak sahibidirler.[174]

2987. “Bize Ahmed b. Abdillah rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Şihâb rivayet edip (dedi ki), bana Ebû İshak eş-Şeybâni, Ubeyd b. Ebil-Ca'd'dan, (O da) Abdullah b. Şeddâd İbni'l-Had'dan (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Ebû Huzeyfe'nin azadlısı Salim, Yemâme savaşında[175] isabet alıp (ölmüştü), mirası da ikiyüz dirheme ulaşmıştı. O zaman Hz. Ömer (Radıyallahu Anh);

"Bu (dirhemleri), sonuna kadar kullansın diye annesi için tutun" demişti.[176]

2988. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Züheyr, Ebu İshak'tan, (O) el-Haris'ten, (O) Hz. Ali'den, (O da) Hz. Peygamber'den (Sallaliahu Aleyhi ve Sellem) (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle buyurdu:

"Baba-bir kardeşler ("benu'l-allât") değil, ana(-baba) bir kardeşler birbirlerine mirasçı olurlar. Kişi baba-bir kardeşine değil, ana-baba bir kardeşine mirasçı olur."[177]

2989. “Bize Sehl b. Hammâd rivayet edip (dedi kî), bize Şu'be, en-Nu'man b. Sâlim'den rivayet etti ki;” O şöyle demiş:

Ben İbn Ömer'e;

"Ne dersin, bir adam geriye kızının oğlunu bıraksa, o ona mirasçı olur mu?" dedim de O;

"Hayır" karşılığını verdi.[178]

2990. “Bize Ya'lâ rivayet edip (dedi ki), bize el-A'meş, İb­rahim'den rivayet etti ki;” O şöyle demiş: Abdullah şöyle dedi:

“Ana, asabesi olmayan kimsenin asabesidir. Kızkardeş de asabesi olmayan kimsenin asabedir.”[179]

 

Açıklama

 

"Asabe", sözlük manasıyle baba tarafından olan akraba demektir. Istılahta ise, belirli pay sahibi mirasçılarla birlikte bulunduklarında onlardan geriye kalan mirası alan, mirasçı olarak yalnız kendileri bulunduğunda ise mirasın tamamını alan mirasçılar manasına kul­lanılır. Bunlar da kendi içlerinde birkaç kısma ayrılırlar. Ölene yakınlıklarına göre sıralanan asabelerde, esas olarak önceki sırada bu­lunan kimse, sonraki sırada bulunanları mirastan düşürür. Mirasçılar arasında asabe bulunmadığında, "feraiz ashabı"ndan arta kalan mirasın kime verileceği tartışmalı bir konudur. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh), Abdullah b. Mes'ûd (Radıyallahu Anh), Ebû Hanife (Rahmetullahi Aleyh) ve Ahmed'e (Rahmetullahi Aleyh) göre, bu durumda artan miras tekrar payları oranında feraiz ashabına verilir. Ancak Ab­dullah b. Mes'ûd (Radıyallahu Anh), bundan altı şahsı hariç tutmuştur.[180] İşte anne ve kızkardeşin, asabesi olmayanın asabesi ol­maları, feraiz ashabı paylarını aldıktan sonra geriye kalanı yine onların alacağı demektir.[181]

 

2991. “Bize Müslim b. İbrahim rivayet edip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize İbn Tâvûs, babasından, (O) İbn Abbas'tan, (O da) Hz. Peygamber'den (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle buyurdu:

"(Kur'an'da belirlenmiş) miras paylarını sahiplerine ulaştırın. Geriye kalan ise erkeğin (yani ölenin babası tarafından ölene) en yakın erkeğindir!”[182]

 

29. Müşriklerle Müslümanların Mirası Hakkında

 

2992. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Yahya rivayet etti ki, Süleyman b. Ye sar kendisine Muhammed İbnu'l-Eş'as'tan (naklen) haber vermiş ki;”

O'nun (yani Muhammed'in) bir halası Yemen'de yahudi olarak ölmüş. O da bunu Hz. Ömer İbnu'l-Hattab'a bildirmiş de, O şöyle demiş:

"Ona, din­daşlarından kendisine en yakın olan insan mirasçı olur."[183]

2993. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyân, Kays b. Müslim'den, (O da) Tarık b. Şihâb'dan (nak­len) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

El-Eş'as b. Kays'm halası yahudi iken ölmüş. O da Hz. Ömer'e gelip (onun mirasının durumunu sor­muş) da, O şöyle cevap vermiş:

"Ona dindaşları mirasçı olur!"[184]

2994. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize Süfyân, Hammâd'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Hz. Ömer İbnu'l-Hattab dedi ki;

"Ne biz müş­riklere mirasçı oluruz, ne onlar bize mirasçı olurlar!"[185]

2995. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Hasan, İsa el-Hayyât'tan, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki;”

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer şöyle buyurdular:

"İki (ayrı) dinin bağlıları birbirlerine mirasçı ola­mazlar!"[186]

2996. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Züheyr, Mutarrif ten, (O) Amir'den, (O da) Hz. Ömer'den (naklen) ri­vayet etti ki;” O şöyle dedi:

"İki (ayrı) dinin bağlıları birbirlerine mi­rasçı olamazlar."[187]

2997. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Şerîk, el-Eş'as'tan, (O) el-Hasan'dan, (O da) Câbir'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kişinin erkek veya kadın kölesinin ölmesi hariç, ne biz Ehl-i Kıtab’a mirasçı oluruz, ne onlar bize mirasçı olurlar."[188]

2998. “Bize Muharmmed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Şerîk, el-Eş'as'tan, (O) el-Hasan'dan, (O da) Câbir'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

"Ne biz Ehl-i Kitab'a mirasçı oluruz, ne onlar bize mi­rasçı olurlar. Ancak kişi erkek veya kadın kölesine mirasçı olur."[189]

 

Açıklama

 

Kişinin yahudi veya hıristiyan olan kölesine mirasçı olması, on­ların geriye bıraktığı şeyleri alması demektir. Çünkü kölenin mül­kiyet hakkı yoktur, onun elindeki şeyler sahibinindir.[190]

 

2999. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Davud'dan, (O) eş-Şa'bi'den, (O da) Mesrûk'tan (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Muaviye müslümanı kâfire mirasçı yapardı, ama kâfiri müslümana mirasçı yap­mazdı.

(Eş-Şa'bi) demiş ki, Mesrûk sözüne şöyle devam etti: İslam'da son­radan, bana bundan daha sevimli gelen hiçbir hüküm ortaya çık­mamıştır![191]

Ebû Muhammed (ed-Darimi'ye);

"Bu (haberin delâlet ettiği) görüşü benimsiyor musun?" denildi de O;

"Hayır" karşılığını verdi.[192]

3000. “Bize Yezid b. Hârûn, Davûd b. Ebi Hind'den, (O da) Amir'den (naklen) rivayet etti ki;”

el-Mu'zele[193] bintu'l-Hâris Yemen'de yahudi iken ölmüş. Bunun üzerine el-Eş'as b. Kays -ki O bunun halasıydı-, bineğine binip onun mirasını (istemek) için Hz. Ömer'e gelmiş de, Hz. Ömer şöyle demiş:

"Bu senin hakkın değil! Ona, dindaşlarından kendisine en yakın olan insan mirasçı olur. İki (ayrı) dinin (sahipleri) birbirlerine mirasçı olamazlar."[194]

3001. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd rivayet edip (dedi ki), bize Enes b. Şîrîn ri­vayet edip şöyle dedi:” Hz. Ömer İbnu'l-Hattab dedi ki;

"Farklı iki dinin (bağlıları) birbirlerine mirasçı olamazlar. Mirasçı olamayan kimse de (başka birini) mirastan   kısmen  veya  tamamen düşüremez! [195]

3002. “Bize Nasr b. Ali rivayet edip (dedi ki), bize Abdula'lâ, Ma'mer'den, (O) ez-Zühri'den, (O) Ali b. Hüseyn'den, (O) Amr b, Osman'dan, (O da) Usâme b. Zeyd'den (naklen) rivayet etti ki;”

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

"Müslüman kâfire, kâfir de müslümana mirasçı olamaz!"[196]

3003. “Bize Ca'fer b. Avn, Saîd'den, (O) Ebû Ma'şer'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, "kişi öldüğünde hak­ları yakınlarına vacib olur" demiş ve miras taksim edilmeden önce müslüman olan veya hürriyetine kavuşturulan kimseye hiçbir şey vermemişti.[197]

 

Açıklama

 

Bu konuda âlimlerin cumhuru da İbrahim'in içtihadı gibi iç-tihadda bulunmuş ve miras bırakanın öldüğü vaktin esas olduğunu söylemişlerdir. Ahmed b. Hanbel'den (Rahmetullahi Aleyh) gelen bir ri­vayete göre ise O, miras taksim edilmeden müslüman olan kimsenin, mirasçı olacağı içtihadında bulunmuştu.[198]

 

3004. “Bize Muhammed b. Yusuf haber verip (dedi ki), bize Süfyân, Abdullah b. İsa'dan, (O) ez-Zühri'den, (O) Ali b. Hü­seyn'den, (O da) Usâme b. Zeyd'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

"Müs­lüman kâfire, kâfir de müslümana mirasçı olamaz!"[199]

3005. “Bize Amr b. Avn rivayet edip (dedi ki), bize Süfyân, ez-Zühri'den, (O) Ali b. Hüseyn'den, (O) Amr b. Osman'dan, (O) Usâme b. Zeyd'den, (O da) Hz. Peygamber'den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle buyurdu:

"Ne müs­lüman kâfire, ne kâfir müslümana mirasçı olur!"[200]

 

Açıklama

 

Bu hadis müslüman ile kâfirin birbirlerine mirasçı olamayacağını göstermektedir. Alimlerin cumhuru bu hadisin zahirine uygun görüş beyan etmişlerdir. Muaz b. Cebel (Radıyallahu Anh), Muaviye, Sâid İbnu'l-Müseyyeb (Radıyallahu Anh) gibi bazı âlimler ise, kâfirin müslümana mirasçı olamayacağı, ancak müslümanm kâfire mirasçı ola­cağı şeklinde içtihad etmişlerdir. Fakat yukarıdaki hadise zıt olan bu içtihad kabul görmemiştir.

Müslümanlık dışındaki iki ayrı din mensuplarının birbirlerine mi­rasçı olup olamayacakları meselesi de ihtilaflıdır. Hanefi ve Şafii âlimlere göre onlar birbirlerine mirasçı olurlar. Çünkü onlar Allah Teala'ya ortak koşma hususunda birleşmektedirler. Kur'an-ı Kerim'de de,

"Haktan sonra sapıklık dışında nedir?",[201]

“Kâfirler birbirlerinin velisidirler!”[202] buyurulmaktadır. Malik (Rahmetullahi Aleyh) ve Ahmed (Rahmetullahi Aleyh) ise, onların da bir­birlerine mirasçı olamayacağını söylemişlerdir. Çünkü onlar tek din gibi sayılmazlar. Kur'an-ı Kerim'de de; 'Sizden her biriniz için bir Şeriat ve bir yol söyledik'[203] buyurulmaktadır. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de;

"İki ayrı dinin bağlıları birbirlerine mirasçı olamazlar" buyurmuştur.[204]

Müslüman ile kâfirin birbirlerine mirasçı olmaları yasağının bir hikmeti, aralarında dostluk ve minnet bağlarının oluşmasına engel olmaktır. Çünkü bunlar müslümanm dini bağlarını olumsuz yönde etkileyebilirler. Nitekim Allah Teala mü'minin müşrikle evlenmesi yasağının peşinden;

"Onlar (yani müşrikler) sizi Cehennem'e ça­ğırırlar!”[205] Buyurmaktadır. Allah Azze ve Celle, kâfirlerin dost edinilmesini de yasaklamıştır.[206]

 

30. Mükâteb

 

3006. “Bize Ebu'n-Nu'man rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Muğîre'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Mukâteb'e, üzerinde mukatebliğinden birşey kal­madığı sürece hiçbir miras yoktur!"[207]

3007. “Bize Ya'lâ rivayet edip (dedi ki), bize Abdulmelik, Atâ'dan rivayet etti ki;”

O, bazısının yarısı, bazısının üçte biri, ba­zısının ise dörtte biri âzâd edilmiş olan oğulları bulunan bir adam hakkında şöyle dedi:

"Bu (oğullar, tamamen) âzâd edilinceye kadar mirasçı kılınmazlar!"[208]

3008. “Bize Abdullah b. Cafer er-Rakkî ile Sâid İbnu'l-Muğire, İbnu'l-Mübarek'ten, (O) Ma'merden, (O) Hammâd'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, (ölümcül) hastalığında (köle olan) oğlunu satın alan bir adam hakkında şöyle dedi:

“Eğer (köle oğlunun bedeli mirasının) üçte birinden çıkarsa, ona mirasçı olur. (Köle oğulun fiyatına mirasının üçte biri yetmez de farkını vermek için (bu oğulun) üzerine çalışıp kazanma işi düşerse, mirasçı olamaz!”[209]

3009. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Hasan, babasından, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"(Tamamen) âzâd oluncaya kadar mükâtebin cezası tam kö­lenin cezası gibidir!"[210]

 

Açıklama

 

"Mükâteb", bedelini çalışıp ödemek üzere sahibiyle anlaşma yap­mış köle demektir. Mükâteb ile yarısı, üçte biri gibi kısmen âzâd edilmiş olan kölenin mirasçı olup olamayacağı hususunda âlimlerin farklı içtihadları vardır.[211]

 

31. Velâ

 

3010. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Saîd b. Abdirrahman rivayet edip (dedi ki), bize Yunus, ez-Zühri'den rivayet etti ki;” O şöyle demiş:

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş:

"Mevlâ (âzâd edilmiş köle), din kar­deşi ve nimettir. Onun mirasına en çok hak sahibi olan insan ise, (onu) âzâd edene en yakın olan kimsedir!"[212]

3011. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Huşeym rivayet edip (dedi ki), bize Mansûr, el-Hasan'dan; Mu­hammed b. Salim ise eş-Şa'bi'den haber verdiler ki;”

Onlar, bir adamın köle âzâd ettiği, sonra bu köle âzâd eden efendi ile (âzâd et­tiği) kölenin öldüğü ve âzâd edenin geriye babasını ve oğlunu bı­raktığı mesele hakkında şöyle dediler:

"(Efendinin ve âzâd ettiği kö­lenin) malı oğulundur!"[213]

3012. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Abbâd, Ömer b. Âmir'den, (O) Katâde'den, (O) Saîd İbnu'l-Müseyyeb'den, (O da) Zeyd b. Sâbit'ten (naklen) rivayet etti ki;”

(O'na), geriye babası ile oğlunun oğlunu bırakan adam hakkında (gelindi) de O şöyle dedi:

"Velâ hakkı (dolayısıyla gelecek miras) oğulun oğluna aittir."[214]

3013. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Ma'mer rivayet edip (dedi ki), bize Husayf, Ziyad b. Ebi Mer­yem'den (naklen) rivayet etti ki;”

Bir kadın bir kölesini âzâd etmiş, sonra ölmüş ve geriye oğlu ile erkek kardeşini bırakmış, ar­dından âzâd ettiği kölesi ölmüş. Bunun üzerine bu kadının oğlu ile kardeşi (âzâd edilen kölenin) mirası hususunda Hz. Peygamber'e (Sal-lallahu Aleyhi ve Sellem) gelmişler. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de;

"Onun mirası kadının oğlunundur" buyurmuş. O zaman (ka­dının) kardeşi;

"Yâ Rasulullah, bu (âzâd edilen köle) bir suç işleseydi (diyet ödemek) kime gerekirdi?" diye sormuş; O da,

"Sana gerekirdi!" buyurmuş.[215]

 

Açıklama

 

"Velâ"; sözlükte "yakınlık, akrabalık", ıstılahta ise "mirasçılığa sebep olan hükmi akrabalık" manasına gelir. Bu hükmi akrabalık da birkaç çeşit olup, bunlardan biri "velâu'l-ataka=âzâd olma akrabalığı"dır. Kölesini âzâd eden kimse ile âzâd edilen köle arasında böyle bir akrabalık meydana gelir. Çünkü kölesini âzâd eden kimse, onu hayata yeniden kavuşturmuş olur. Bu da onun doğumuna sebep olma gibidir. Bu sebeple kölesini âzâd eden kimse, kan bağıyla olan daha yakın asabesi bulunmadığında, azadhsının mirasçısı olur. Buna karşılık azadlı, "kısas"ı gerektirmeyen bir cinayet işlediğinde, öden­mesi gereken diyeti de âzâd eden kimse ile onun "âkıle"si, (yani baba tarafından akrabası) öderler. Azâd eden kimse öldüğünde ise, velâ hakkı onun "binefsi asabe"sine, (yani ölenle kan bağı bulunan erkek mirasçılarına) geçer.

Velâ'nın bir diğer çeşidi "velâu'l-muvâlât'tır. Bu da bir kimse ile gerçekten veya hükmen belli bir nesebi olmayan başka bir kimse ara­sında yapılan andlaşma ile ortaya çıkan hükmi akrabalıktır. "Velâu'l-ataka'nm mirasçılık sebebi olduğu hususunda, bazı hariciler hariç, âlimler görüş birliği içindedirler. Bu konu ilgili eserlerde "asabe-i sebebiyye" ismiyle ele alınır. "Velâu'l-muvâlâf'ın mirasçılık sebebi olmasını ise yalnız Hanefi âlimler kabul ederler. Diğer âlimler bunun miras ayetleriyle neshedildiğini söylemişlerdir. Haneliler de velâu'l-muvâlât sebebiyle mirasçı olabilmek için, ölenin ashab-ı ferâiz, asabe ve zevi'l-erham sınıflarından hiçbir mirasçısının bulunmaması gerektiği içtihadında bulunmuşlardır.

Söz konusu edilen bu iki "velâ"da da, taraflardan her birine "mevlâ" ismi verilir. Bunları birbirinden ayırmak için, köle âzâd eden kimse ile andlaşma teklifini kabul eden kimseye "mevlâ-yı a'lâ", azadlı ile andlaşma teklif edene ise "mevlâ-yı esfel" denilir. Biz "mevlâ-yı a'lâ" için sadece "mevlâ" kelimesini, "velâu"l-ataka"daki "mevlâ-yı esfel" için ise "azadlı" kelimesini kullanacağız.[216]

 

3014. “Bize Muhammed İbnu's-Salt rivayet edip (dedi ki), bize Hüşeym rivayet edip (dedi ki), bize Muğîre haber verip dedi ki;”

Ben İbrahim'e, bir kölesini âzâd eden bir adamın durumunu sordum. (Bu adam) sonra ölmüş, ardından azadlısı ölmüş. Bu (kö­lesini) âzâd eden adama da geriye babası ile oğlunu bırakmış. (İşte bunların miras durumunu sordum) da, O şöyle cevap verdi:

"Şu kadar pay babasınındır, geriye kalan ise oğlunundur![217]

3015. “Bize Muhammed İbnu's Salt rivayet edip (dedi ki), bize Huşeym, Şu'be'den rivayet etti ki;” O şöyle demiş: Ben el-Hakem ile Hammâd'ı;

"(Yukarıdaki meselede mirasın tamamı) oğulundur" derlerken işittim.[218]

3016. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize el-Eş'as, el-Hasan'dan (naklen) haber verdi ki;”

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) (birgün) Bakî mezarlığının yanına çıkmış. Der­ken satılmakta olan bir köle görmüş ve onun yanına gelip pa­zarlığını yapmış. Sonra onu (almaktan vazgeçip) bırakmış. O esnada bu (köleyi) bir adam görüp satın almış ve âzâd etmiş. Sonra onu Hz. Peygamber'e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) getirip şöyle demiş:

"Doğrusu, ben bunu satın aldım ve âzâd ettim. Onun hakkında ne bu­yurursun?" (Hz. Peygamber de);

"O senin (din) kardeşin ve mevlâ'ndır (azadlın,  yakınındır)."  buyurmuş.   (Adam);  

"Onun arkadaşlığı hakkında ne buyurursun?" demiş. (Hz. Peygamber de);

"Eğer senin iyiliğini bilirse bu onun için iyi, senin için kötüdür!" buyurmuş. (Adam);

"Onun malı hakkında ne buyurursun?" demiş. (Hz. Pey­gamber de);

"Eğer o, geriye hiçbir asabe bırakmayarak ölürse, sen onun mirasçısısın!" buyurmuş.[219]

3017. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Eş'as, el-Hakem ile Seleme b. Küheyl'den, (onlar da) Abdullah b. Şeddâd'dan (naklen) haber verdiler ki;”

Hz. Hamza'nın kızı bir kölesini âzâd etmiş, sonra (bu âzâdlısı) ölmüş ve geriye kendi kızıyla mevlâsını, yani Hz. Hamza'nın kızını bırakmış. O zaman Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun mirasını kendi kızıyla mevlâsı, yani Hz. Hamza'nın kızı arasında yarı yarıya bölüştürmüş.[220]

3018. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) eş-Şeybani'den, (O) el-Hakem'den, (O da) Şemûs el-Kindiyye'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

“Ben, geriye benden ve bir kadın mevlâdan başka hiç kimse bırakmayarak ölen bir baba hak­kında Hz. Ali'ye dava götürdüm de, O bana yarım pay, kadın mevlâya da yarım pay verdi.”[221]

3019. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) İbn Ebi Leyla'dan, (O) el-Hakem'den, (O) Ebu'l-Kenûd'dan, (O da) Hz. Ali'den (naklen) haber verdi ki;”

O'na bir kız ile bir mevlâ me­selesi getirildi de O, kıza yarım, mevlâya da yarım pay verdi.

(Bu haberin râvîlerinden olan) el-Hakem sözüne şöyle devanı etmiş:

“İşte benim şu evim bu mevlânın, bir kadın azadlıdan miras olarak aldığı payıdır!”[222]

3020. “Bize İbrahim b. Musa, İbn İdris'ten, (O) Eş'as'tan, (O) el-Hakem'den, (O da) Abdurrahman b. Mudlic'den (naklen) haber verdi ki;”

O, ölmüş ve geriye kızıyla mevlâlarını bırakmış da, Hz. Ali kızına yarım pay, mevlâlarına da yarım pay vermiş.[223]

3021. “Bize İbrahim, İbn İdris'ten, (O) eş-Şeybani'den, (O) el-Hakem'den, (O da) eş-Şemûs'tan (naklen) rivayet etti ki;”

Onun (azadlı olan) babası ölmüş de Hz. Ali kendisine yarım pay, (ba­basının) mevlâlarına da yarım pay takdir etmiş.[224]

3022. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Hafs b. Gıyâs rivayet edip (dedi ki), bize Eş'as, Cehm b. Dinar'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;”

Ona, biri (köle olan) babasını satın alıp âzâd etmiş, sonra da (bu babaları) ölmüş olan iki kızkardeşin miras durumu sorulmuş da, O şöyle cevap vermiş:

“Bu iki kıza, onların Allah'ın Kitab'mdaki miras payları olan üçte iki pay vardır. Geriye kalan ise, diğer (kızkardeşe birşey ver­meksizin, sadece babasını satın alıp) âzâd eden kızkardeşindir.”[225]

3023. “Bize Muhammed b. Yusuf rivayet edip (dedi ki), bize İsrail rivayet edip (dedi ki), bize el-Eşfas, eş-Şa'bi'den rivayet etti ki;”

O, (köle olan) babasını (satın alıp) âzâd eden, sonra bu babası öldüğünde, geriye, diğer üç kızkardeşiyle kalan kadın hakkında şöyle demiş:

"(Babanın kızına karşı) minnet borcu yoktur. Bu (kızlara) üçte iki pay vardır. (Köle olan babasını satın alıp âzâd etmiş olan kız da diğer) kızlarla beraber (pay alır)."[226]

 

32. Mevlalara Değil, Doğum Yönünden Yakınlara (Pay) Verenler Hakkında

 

3024. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Züheyr, Hayyân b. Selman'dan rivayet etti ki,” O şöyle demiş:

Ben Suveyd b. Gafale'nin yanındayım. Derken O'na bir adam gelip, geriye kızını ve karısını bırakan (azadlı) bir adamın miras durumunu sormuştu. O;

"Ben sana Ali'nin hükmünü haber vereceğim" demişti. (Adam);

"Ali'nin hükmü bana yeter" demiş, O da sözüne şöyle devam etmişti:

"Ali onun karısına sekizde bir pay, kızına yarım pay hükmetmiş, geri kalanı da kızına geri vermiş, ("redd" etmişti)."[227]

 

Açıklama

 

Bu haber Hz. Ali'nin (Radıyallahu Anh), doğum yönünden yakın olan farz sahiplerinden biri bulunduğunda mirasın arta kalanını "redd" yoluyla ona verdiğini, bu durumda asabe-i sebebiyye olan mevlâlara pay vermediğini göstermektedir. Bazı rivayetlerde Hz. Ömer (Ra­dıyallahu Anh) ile Abdullah b. Mes'ûd'un (Radıyallahu Anh) da bu görüşte oldukları görülmektedir.[228] Ancak Hz. Ali (Radıyallahu Anh) ile Ab­dullah b. Mes'ûd'dan (Radıyallahu Anh) buna zıt haberler de gel­miştir.[229]

 

3025. “Bize Ubeydullah, İsrail'den, (O) Ebu'l-Heysem'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki,” İbrahim'in bir kadın azadlısı ölmüş ve geriye mal bırakmıştı. (Ebu'l-Heysem diyor ki:)

“O zaman ben İbrahim'e (bu malı almasını) söylemiştim de O;

"Onun ya­kını var" demişti.”[230]

 

33. Velâ Hakkı En Yakınındır

 

3026. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Eş'as, eş-Şa'bi'den, (O da) Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zeyd'den (naklen)”, (

Eş'as) demiş ki, O'nun Abdullah'ı da zikrettiğini sanıyorum), riva­yet ettiler ki, onlar;

"Velâ hakkı en yakınındır" dediler.[231] Onlar

"En yakın" ile baba veya ana yönünden "en yakın" olanı kastediyorlardı.[232]

3027.”Bize Yezid rivayet edip  (dedi ki),  bize Eş'as, İbn Şîrîn'den, (O da) Abdullah b. Utbe'den (naklen) rivayet ettiler ki,” O şöyle dedi:

Kendisi Fukeyhe bint Sem'an'm durumu hakkında Hz. Ömer'e yazmıştı ki, o ölmüş ve geriye ana-baba bir erkek kar­deşiyle baba-bir erkek kardeşini bırakmış. Hz. Ömer de kendisine;

"Şüphesiz velâ hakkı en yakınındır" şeklinde cevap yazmıştı.[233]

3028. “Bize Ahmed b. Abdillah rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Şihâb, eş-Şeybani'den, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) ri­vayet etti ki,”

Hz. Ali ile Zeyd;

"Velâ hakkı en yakınındır" demişler, Abdullah ile Şureyh ise;

"Mirasçılarındır" demişler.[234]

 

Açıklama

 

Mevlâsı (âzâd edeni) ölen bir azadlının velâ'sı, doğrudan doğruya mevlâmn "binefsihi asabe "sinden, (yani ölenin doğum yönünden ya­kını olup da miras payı belirli olmayan erkek akrabasından) olan kimselerin en yakınına geçer. Âlimlerin cumhuru bu görüştedir. İb­rahim Nehai ve Şureyh ise, velâ'nın da diğer miras malları gibi mi­rasçılara geçeceği içtihadında bulunmuşlardır. Yukarıdaki haberde Abdullah b. Mes'ûd'un (Radıyallahu Anh) da bu görüşte olduğu gö­rülmektedir. Ancak Abdullah'ın, bu meselede âlimlerin cumhuru ile aynı görüşte olduğu meşhurdur.[235] Bu iki farklı içtihad, miras tak­siminde farklı sonuçlar doğurmaktadır.[236]

 

3029. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) Eş'as'tan, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Hz. Ömer, Abdullah, Hz. Ah ve Zeyd velâ'yı en yakın olana hük­mettiler.[237]

3030. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Şerîk, Eş'as'tan, (O da) İbn Sîrîn'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Fukeyhe bint Sem'an vefat etmiş ve geriye baba-bir erkek kardeşinin oğlu ile ana-baba bir erkek kardeşinin oğullarını bırakmış da, Hz. Ömer (ona) baba-bir erkek kardeşinin oğlunu mirasçı kılmış [238]

3031. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Abdusselam b. Harb, el-A'meş'ten, (O) İbrahim'den, (O da) Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zeyd'den (naklen) rivayet etti ki,” Onlar;

"Velâ hakkı en yakınındır" dediler.[239]

3032. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, babalarının âzâd etmiş olduğu bir azadlıya mirasçı olan, sonra biri ölüp geriye bir çocuk bırakan iki kardeş hakkında şöyle dedi:

“Hz. Ali, Zeyd ve Abdullah -Allah onlardan razı olsun!-, "velâ hakkı en ya­kınındır" derlerdi.”[240]

3033. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd rivayet edip şöyle dedi: Ben Matar el-Verrâk'ı şöyle derken işittim:”

Hz. Ömer ile Hz. Ali;

"Velâ hakkı en yakınındır" dediler.[241]

3034. “Bize Muhammed b. İsa, Ravh'tan, (O) İbn Cureyc'den, (O) Atâ'dan, (ayrıca yine Ravh'tan), (O) İbn Cureyc'den, (O) İbn Tâvûs'tan, (O da) babasından (naklen) haber verdi ki,”

Onlar (yani Atâ' ile Tâvûs);

"Velâ hakkı en yakınındır" dediler.[242]

3035. “Bize Ubeydullah b. Musa, İsrail'den, (O) Mansur'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi ki;” O, "Velâ hakkı en yakınındır" dedi.[243]

 

34. Bir Adam İle Andlaşma Yapan Adam Hakkında

 

3036. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Süfyân, Mutarriften, (O da) eş-Şa'bi'den ve (bize yine) Süfyân, Yunûs'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki,”

Onlar (yani eş-Şa'bi ile el-Hasan) bir adamla andlaşma yapan adam hak­kında;

"O, müslümanlar arasında (yalnız başına olan bir kişidir. Do­layısıyla mirası, bütün müslümanlara ait olmak üzere Beytü'l-Mal'e verilir)" derdi.[244]

Süfyân demiş ki, biz de bu görüşü benimsiyoruz.[245]

 

Açıklama

 

Nesebi meçhul olan veya akrabası arasında tek başına müslüman olan birinin, başka biriyle, yardımlaşmak ve birbirine destek olmak üzere usûlüne uygun olarak andlaşma yapması ile "velâu'l-muvâlât" denilen hükmi bir akrabalık meydana gelir. Daha sonra nesebi meçhul veya o hükümde olan bu kimse -ki ona "mevlâ-yı esfel" denir-, ölür de ashâb-ı ferâiz, asabe ve zevi'l-erham sınıflarından hiç­bir mirasçısı bulunmazsa, andlaşma yaptığı kimse -ki ona da "mevlâ-yı a'lâ" denilir-, ona mirasçı olur.

Bu velâ çeşidinin mirasçılık sebeplerinden biri olduğunu sadece Hanefi âlimleri kabul etmekte, diğer âlimler bu müessesenin nes-hedildiğini söylemektedirler. Yukarıdaki haberden Hasan Basri'nin de "velâu'l-muvâlât"ı mirasçılık sebebi olarak görmediği an­laşılmaktadır. Hanefîlerin bu konudaki delilleri; “Yeminlerinizin bağladığı kimselere paylarını verin”[246] ayet-i kelimesidir. On­lara göre; "Akrabalıkları olanlar Allah'ın hükmüne göre bir-birlerine daha yakındırlar...”[247] ayeti de "velâu'l-muvâlât"ı kal­dırmamış; sadece onun, mirasçıhkta zevi'l-erhamdan sonra geldiğini beyan etmiştir.[248]

 

3037. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Abdulaziz b. Ömer b. Abdilaziz, Abdullah b. Mevhib'den rivayet etti ki;” O şöyle demiş:

Ben Temîm ed-Dârî'yi şöyle derken işittim: Ben Rasulullah'a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sorup şöyle dedim: "Yâ Rasulullah, kâfirlerden olup da müslümanlardan bir adamın va­sıtasıyla İslam'a giren adam hakkında dinin hükmü nedir?" Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de şöyle buyurdu:

"O (vasıta olan kimse), onun hayatına da, ölümüne de insanların en yakınıdır!"[249]

3038. “Bize Ubeydullah, İsrail'den, (O) Mansur'dan, (O da) ibrahim'den (naklen rivayet etti ki;” O şöyle dedi: Kendisine Irak'ın (gayr-i müslim) ahalisinden bir adamın, (müslüman) bir adam vasıtasıyla müslüman olduğunda durumunun ne olacağı so­rulmuş, kendisi de şöyle cevap vermiş:

“(Bu vasıta olan müslüman) onun yerine (gerektiğinde) diyet öder, (öldüğünde) de ona mirasçı olur!”[250]

 

Açıklama

 

Velâ'nın bir çeşidi de "velâu1-İslam"dır. Bu, bir müslüman va­sıtasıyla İslam'a giren kimse ile onun müslümanlığına vasıta olan kimse arasında ortaya çıkan hükmi yakınlıktır. İbrahim Nehai ve Lays b. Sa'd gibi bazı âlimler, velâu'l-İslam'ı mirasçılık sebeplerinden biri kabul ederlerken; âlimlerin cumhuru onu mirasçılık sebebi say­mamışlardır. Hanefi âlimlere göre, yeni müslüman olan kimse, müs­lümanlığına vesile olan kimse ile usulüne uygun olarak antlaşma ya­parsa, aralarında hükmi akrabalık meydana gelir ki, ona da velâu'l-muvâlât denir.[251]

 

35. "Kadın, Kasten Ve Hataen Öldürülüşte Kocasının Diyetine Mirasçı Olur!" Diyenler

 

3039. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Şu'be, Muğîre'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

“Kadın kasten ve hatâen öldürülüşte kocasının diyetine mirasçı olur.”[252]

3040. “Bize Ebu’n- Numan rivayet edip (dedi ki), bize Ebu Avane, Muğire’den O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki; O şöyle dedi:

Diyet Allah’ın (belirlediği) miras paylarına göre(paylaştırılır).[253]

3041. “Bize Müslim b. İbrahim rivayet edip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bizeEyyub, Ebu Kılabe’den  (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

“Diyetin (dağıtılış) yolu, mirası dağıtılış yoludur!”[254]

3042. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Humeyd ile Davud b. EbiHind’den (naklen) rivayet etti ki;”

Ömer b. Abdilaziz, (ilgili memurlarına) erkek kardeşlerin diyete mirasçı kılınmalarını yazdı.[255]

3043. “Bize Abdullah b. Salih rivayet edip (dedi ki), bana Yunus, İbn Şihâb'dan rivayet etti ki;” O şöyle demiş: “Diyet, öl­dürülen kimsenin mirasçıları arasında Allah'ın Kitab'ma ve onun miras paylarına göre (dağıtılacak) bir mirastır.”[256]

3044. “Bize Kabîsa rivayet edip (dedi ki), bize Sütyân, Amr b. Dinar'dan, (O) İbnu'l-Hanife'nin bir çocuğundan, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Andolsun ki, ana-bir erkek kardeşleri diyete mirasçı kılmayan haksızlık etmiştir![257]

3045. “Bize Abdullah b. Saîd rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Halid rivayet edip (dedi ki), bize İbn Salim, eş-Şa'bi'den, (O da) Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Zeyd'den (naklen) haber verdi ki,” onlar şöyle dediler:

“Diyet, hatalı ve kasıtlı öldürülüşte, malın miras kılınması gibi mirasçı kılınır!”[258]

 

Açıklama

 

Diyet, işlenilen bir suçtan dolayı, kendisine karşı suç işlenilen şahsa veya onun mirasçılarına ödenmesi gereken maldır. Kasten öl­dürmelerde kısas yerine diyet ödeneceği zaman, diyeti, bazı du­rumlar dışında, katil kendi malından öder. Kasten öldürmeye benzer veya hatâen öldürmelerde ise, diyeti tamamen veya kısmen, katilin âkılesi öder. Akile de, genel olarak kişinin asabesi ve baba ta­rafından erkek akrabalarıdır. Bu konuda âlimlerin farklı görüşleri vardır. Akıleye karı, koca, ana-bir erkek kardeşler ve diğer zevi'l-erham dahil değildir.

Bu durumda, öldürülen kimse için diyet ödenmesi, ancak onun ölümünden sonra vacib olduğuna, insanın da öldükten sonra mal sa­hibi olma imkânı kalmadığına göre, diyeti sadece ölünün, ge­rektiğinde diyet ödemek mecburiyetinde olan âkılesinin alması, do­layısıyla da diyetten kocaya, karıya, ana-bir erkek kardeşlere pay verilmemesi gerekir.

Bazı âlimlerin, böyle bir kıyas ile öldürülenin ana-bir erkek kar­deşlerini, karısını veya kocasını diyete mirasçı kılmadıkları an­laşılmaktadır. Hz. Ömer'in (Radıyallahu Anh) de önceleri karıyı öl­dürülen kocasının diyetine mirasçı kılmadığı, sonra kendisine Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) karıyı, öldürülen kocasının di­yetine mirasçı kıldığı bildirilince, önceki içtihadından vazgeçtiği ri­vayet edilmektedir.[259] Alimlerin cumhuru da, işaret edilen bu ha­disin ve ilgili diğer hadislerin zahirlerine uygun olarak, diyetin miras gibi paylaştırılacağı içtihadında bulunmuşlardır.[260]

 

36. (Akîle Dışındakiler) Mirasçı Kılınmaz" Diyenler

 

3046. “Bize Ca'fer b. Avn rivayet edip (dedi ki), bize İsmail, Amir'den rivayet etti ki,” O şöyle demiş:

Hz. Ali ne ana-bir erkek kardeşleri, ne kocayı, ne de karıyı diyetten hiçbir şeye mirasçı kıl­mazdı.[261]

Abdullah (ed-Dârimî) dedi ki:

“Bazıları (bu senedde) İsmail ile Amir'in arasına bir adam sokar.”[262]

3047. “Bize Süleyman b. Harb, Hammâd b. Seleme'den, (O) Ziyad el-A'lem'den, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

“Ana-bir erkek kardeşler diyete mirasçı kılınmaz.”[263]

 

37. Boğulanların Mirası

 

3048. “Bize Yahya b. Hassan rivayet edip (dedi ki), bize İbn Ebi'z-Zinâd, babasından, (O) Harice b. Zeyd’den, (O da) Zeyd b. Sâbit’ten (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

“Yıkık altında kalma ve boğulmada ölüm (zamanları) karışan birbirlerine mirasçı durumundaki her bir topluluğun (fertleri), birbirlerine mirasçı ola­mazlar. Onlara (geride kalan) diriler mirasçı olur!”[264]

3049. “Bize Yahya b. Hassan rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Yahya b. Atik'ten rivayet etti ki,” O şöyle demiş:

Ben Ömer b. Abdilaziz'in mektuplarından birinde okudum ki, O; üzerlerine ev çöküp de hangilerinin daha önce öldüğü bilinemeyen topluluk hakkında şöyle demiş:

"Ölülerin bazısı bazısına mirasçı kı­lınmaz, diriler ölülere mirasçı kılınır."[265]

3050. “Bize Nuaym b. Hâlid, Abdulaziz b. Muhammed'den rivayet etti (kı, O şöyle demiş): Bize Cafer, babasından (naklen) rivayet etti ki,”

Ümmü Gülsüm ile oğlu Zeyd aynı günde ölmüşler. O zaman (olaya haber vermek üzere çıkan) bağırıcı kadınlar yolda kar­şılaşmışlar (ve hangisinin daha önce öldüğü anlaşılamamış). Bundan dolayı onlardan her biri diğerine 

mirasçı olamamış.  Harre olayında,[266] ölenlerde birbirlerine mirasçı olamamışlar.  Sıffîn sa­vaşında[267] ölenler de birbirlerine mirasçı olamamışlar.[268]

3051. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki), bize İbn Ebi Leyla, eş-Şa'bi'den (naklen) haber verdi ki,”

Şam'da bir ev top­luluğun üzerine çökmüş de, Hz. Ömer bazısını bazısına mirasçı kılmış. [269]

3052. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Süfyân, Hariş'ten, (O) babasından, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, Sıffîn'de öldürülen iki kardeşten birini diğerine mirasçı kılmıştı.[270]

 

Açıklama

 

Birlikte boğulma, yıkık altında kalma gibi toplu ölüm hallerinde, birbirlerine mirasçı olabilecek kimselerden hangisinin daha önce öl­düğü bilinemediğinde ne yapılacağı konusunda, yukarıdaki ha­berlerde de görüldüğü gibi ihtilaf edilmiştir. İçlerinde Hz. Ömer (Radıyallahu Anh), Hz. Ali (Radıyallahu Anh) ve Ahmed b. Hanbel'in (Rahmetullahi Aleyh) de bulunduğu bir kısım âlimler, bu durumlarda birlikte ölenlerin birbirlerine mirasçı yapılacakları içtihadında bu­lunmuşlardır. Bu hususta Hz. Ebû Bekir (Radıyallahu Anh), Zeyd b. Sabit (Radıyallahu Anh), İbn Abbas (Radıyallahu Anh), Muaz b. Cebel (Ra­dıyallahu Anh), Ebû Hanife (Rahmetullahi Aleyh), Malik (Rahmetullahi Aleyh) ve Şafii'nin (Rahmetullahi Aleyh) içtihadları ise, birlikte ölenlerin bir­birlerine mirasçı olamayacakları şeklindedir. Bu âlimlere göre, bir­likte ölüm hallerinde ölenlerden her birinin hayattaki mirasçıları on­lara mirasçı olurlar.[271]

 

38. Zevi'l-Erham'ın Mirası

 

3053. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Hu-meyd, Bekr b. Abdillah el-Muzeni'den (naklen) haber verdi ki,”

Bir adam ölmüş ve geriye halasıyla teyzesini bırakmış da, Hz. Ömer, halaya erkek kardeşin payını, teyzeye kız kardeşin payını vermiş.[272]

3054. “Bize Ahmed b. Abdillah haber verip (dedi ki), bize Ebû Şihâb, el-A'meş'ten, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Kim (ölene) doğum yönünden bir akrabalık va­sıtasıyla yaklaşırsa, ona (ölene), kendisi vasıtasıyla yaklaştığı akrabalıktan dolayı (miras payı) verilir![273]

3055. “Bize Ahmed b. Abdillah rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Şihâb rivayet edip dedi ki, bana Ebû İshak eş-Şeybâni, eş-Şa'bi'den rivayet etti ki;”

O, geriye halasını ve erkek kardeşinin kızını bırakan kimse hakkında şöyle dedi:

“Mal, erkek kardeşinin kızınındır.”[274]

3056. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Şerîk, Leys'ten, (O) Muhammed İbnu'l-Muntedir'den, (O) Ebû Hüreyre'den, (O da) Hz. Peygamber'den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle buyurdu:

"Dayı, hiç mirasçısı ol­mayan kimsenin mirasçısıdır. "[275]

3057. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Hasan, Âbide'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Ömer ve Abdullah, dayıyı mirasçı kılma görüşünü benimsediler.[276]

3058. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Hasan, Süleyman b. Ebi İshak'tan, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) ri­vayet etti ki;”

O, hala ve erkek kardeş kızı hakkında şöyle dedi:

"Mal, erkek kardeşin kızınındır."[277]

3059. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Hasan, Süleyman'dan, (O) bazılarından, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi ki;” O,

"(Hala ile erkek kardeş kızı meselesinde mal) ha­lanındır" dedi.[278]

 

Açıklama

 

Bu haberden, İbrahim en-Nehai'nin "ehlu't-tenzil"den[279] olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu konuda diğer  

topluluk olan "ehl-i karâbet'e göre, ölene yakınlıkları itibariyle dört sınıfa ayrılan zevi'l-erham'ın mirasçılığında önceki sınıftan biri bulunduğunda, sonraki sınıfta bulunan kimse mirastan düşer. Erkek kardeşin kızı üçüncü sınıftan, hala ise dördüncü sınıftandır. Şu halde İbrahim en-Nehai'ye göre, hala ve erkek kardeş kızı, onları ölene bağlayan kimsenin ye­rine konulurlar. Bu durumda hala baba yerinde olacağından, erkek kardeş yerindeki erkek kardeş kızını, mirastan düşürür. Şureyh'in de "ehlu't-tenzü"den olduğu rivayet edilmektedir. Öyleyse O, halayı amca yerine koymuş olmalıdır. Ehlu't-tenzil içinde halayı bu şekilde farklı kimseler yerine, bu arada dede ve nine yerine koyanlar da var­dır.[280]

 

3060. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Hasan, Süleyman'dan, (O) Ebû İshak'tan, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, hala ve erkek kardeş kızı hakkında şöyle dedi:

"Mal, erkek kardeşin kızınındır."[281]

3061. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Süfyân, eş-Şeybani'den, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayat etti ki;”

O, erkek kardeş kızı ve hala hakkında şöyle dedi:

"Mal, erkek kardeşin kızına verilmiştir."[282]

3062. Bize Ya'lâ rivayet edip (dedi ki), bize Zekeriyya, Âmir'den, (O da) Mesrûk'tan (naklen) rivayet etti ki; O, vefat eden ve erkek kardeşinin kızı ile dayısından başka hiçbir mirasçısı olmayan adam hakkında şöyle dedi: "Dayıya kız kardeşinin payı, erkek kardeşinin kızma da babasının payı vardır!"[283]

3063. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Yunus, Âmir'den rivayet etti ki;” O şöyle demiş:

Mesrûk halayı, baba ol­madığında baba yerine; teyzeyi de ana olmadığında ana yerine kordu.[284]

3064. “Bize Ya'lâ, Muhammed b. İshak'tan, (O) Muhammed b. Habbân'dan, -(İbn İshak, Muhammed’i) dedesine nisbet etmiştir-, (O da) amcası Vâsi1 b. Habbân'dan (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

İbnu'd-Dehdâha ölmüştü. O garibdi, yani soyu hakkında hiçbir şey bilinmeyen biri idi ve Aclanoğulları'nın arasında ka­lıyordu. Geriye de hiç çocuk bırakmamıştı. O zaman Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), (Aclanoğulları'nın büyüğü olan) Asım b. Adiyy'e;

"O'nun aranızda bir nesebini biliyor musunuz?" buyurmuş, O da;

"Bunu bilmiyoruz, yâ Rasulullah" demişti. Bunun üzerine (Hz. Peygamber), O'nun kızkardeşinin oğlunu çağırmış ve mirasını ona vermişti.[285]

3065. “Bize Ömer b. Hafs b. Gıyâs rivayet edip (dedi ki), bize babam, el-A'meş'ten, (O) İbrahim'den, (O da) Hz. Ömer'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, (miras) malını bir dayıya vermişti.[286]

3066. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Hâni’ rivayet edip şöyle dedi:”

Amir'e; ölüp de geriye teyze ve halasını bı­rakan, bunlardan başka ne bir mirasçısı, ne de doğum yönünden (başka) bir akrabası bulunmayan kadın veya erkeğin durumu so­ruldu da, O şöyle cevap verdi:

"Abdullah b. Mes'ûd teyzeyi (ölenin) annesinin yerine kor, halayı da (halanın) erkek kardeşinin yerine kordu."[287]

 

39. İddia Ve İnkâr

 

3067. “Bize Ahmed b. Abdillah rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Şihâb, Amr'dan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki;”

O'na, ölümü esnasında bir adama bin dirhem borcunun olduğunu itiraf eden, diğer birinin ise kendisinden bin dirhem alacağı ol­duğuna dair delil getirdiği, bu ölünün (yani kendisinin) de geriye bin dirhem bırakmış olduğu adam hakkında gelindi de, O şöyle dedi:

"Mal aralarında yarı yarıya paylaştırılır; ancak (ölenin) iflas etmiş biri olması durumu hariç. O zaman onun (borç) itirafı caiz olmaz."[288]

 

Açıklama

 

Ölümcül hastalığa ("marazu'l-mevt’e) yakalanan bir kimsenin bazı sözlü tasarruflarına engel olunur ki, buna "hacr" denir. Bu se­beple bu durumda olan kimsenin tasarrufları özel hükümlere bağ­lıdır. Şöyle ki, bu kimsenin vakıf, teberru gibi bazı tasarrufları ma­lının üçte birinde geçerlidir. Bu kimsenin borç ikrarları, yani bir delil göstermeden bir şahsa borcunun olduğunu bildirmesi ise, borçlu ol­duğunu söylediği kimse kendisinin mirasçısı değilse yahut tek mi­rasçısı ise, sahih olur. Bu durumlarda ikrar edilen borç, ölümcül has­tanın tüm mallarını kapsayacak kadar fazla da olsa, ikrar geçerlidir.

Ancak dış şartların, onun bu ikrarında yalancı olduğunu gös­termemesi gerekir. Hanefi âlimlerin ilgili bazı görüşlerini bu şekilde kaydettiğimiz bu meselenin, fıkıh kitaplarında ele alınan birçok te­ferruatı vardır.[289]

Bir kimsenin malının tükenip muhtaç hale gelmesi, yani iflas da "hacr" sebeplerindendir. Hakkında iflas hükmü verilen kimsenin ta­sarrufları hakkında da farklı hükümler vardır. Böyle bir kimsenin borç ikrarı hakkındaki görüşlerin bir kısmı kısaca şöyledir. Hanefilere göre, bu kimsenin borç ikrarı ilk hacr edildiğinde mevcut olan malları hakkında muteber olmaz. Bu hacrden ve hacrin kal­dırılmasından sonraki mallarda ise geçerlidir. Malikiler, bu kim­senin, oğlu veya kardeşi gibi, itham altında kalmayacağı kimselere olan borç ikrarının sahih olacağını söylemişlerdir. Şafiiler de onun borç ikrarının makbul olacağı görüşündedirler. Hanbelilere gelince, onlara göre böyle bir kimsenin, hacredildiğinde mevcut olan malı hakkındaki borç ikrarı kabul edilmez.[290]

 

3068. “Bize Ebû Nuaym haber verip şöyle dedi:”

Ben Şerîk'e;

"Biri, (üçüncü bir şahsın kendilerinin) kardeşi olduğunu iddia eden iki kardeş hakkında nasıl söylemişsin?" dedim. Şöyle cevap verdi:

"(Bu kardeş olduğu iddia edilen kimse, sadece bu iddiayı yapana) payı oranında ortak olur!" Ben;

"Bunu kim söylemiş?" dedim. O;

"Câbir, Amir'den, (O da) Hz. Ali'den (naklen) söyledi" karşılığını verdi.[291]

3069. “Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet edip (dedi ki), bize Abdurrahman b. Muhammed el-Muharibi, el-A'meş'ten, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, bazılarının (bir şahsın kendilerinin) kardeşi olduğunu iddia ettiği, diğerlerinin ise inkâr et­tiği kardeşler hakkında şöyle dedi:

"(Bu kardeş olduğu iddia edilen kimse, mirasa) onlarla beraber, kardeşler arasında (ortak) olup da bunlardan birinin payını âzâd etmiş olduğu bir köle mertebesinde imiş gibi ortak olur!"

(Abdurrahman) demiş ki: Amir ve el-Hakem ile bu ikisinin talebe arkadaşları, taraftarları ise şöyle derlermiş: "(Bu kardeş olduğu iddia edilen kimse), sadece onun (kardeşliğini) kabul edenin payına ortak olur!"[292]

3070. “Bize Ebû Bekir, Veki'den rivayet etti ki;” O şöyle demiş:

İki kardeş olur da bunlardan biri (üçüncü bir şahsın kendilerinin) kardeşi olduğunu iddia ettiği, diğerinin ise bunu kabul etmediği me­selesi hakkında İbn Ebi Leyla şöyle derdi:

"Bu (mesele) altı pay üze­rinden (çözülür): (Kardeşliği) iddia etmeyene üç pay vardır, iddia edene iki pay vardır, (kardeş olduğu) iddia edilene ise bir pay var­dır!"[293]

3071. “Bize Yunus b. Muhammed rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Muğire'den, (O da) Hammâd'dan (naklen) rivayet etti ki;”

O, üç oğlu olup da;

"Malımın üçte biri, oğullarımın en küçüğünündür" diyen, sonra ortanca (oğlu); "

Ben (bunu) kabul edi­yorum" diyen, büyüğü ise,

"ben kabul etmiyorum" diyen adam hak­kında şöyle dedi:

"Bu (mesele) dokuz payda üzerinden çözülür: Üç pay (en küçük oğul için) çıkarılır. Böylece ona (mirastan kendisine düşen dokuzda iki) payı ile (ortanca kardeşin) kabul ettiği (dokuzda üç) pay vardır!" Hammâd şöyle de dedi:

"Bu (babanın vasiyet ettiği) pay, onların (yani kardeşlerin) hepsinin aleyhine olarak verilir!" Amir ise;

"(Böyle bir vasiyeti kabul edip pay) veren, sadece kendi aleyhine olarak verir!" demiştir.[294]

 

Açıklama

 

Bu haberde sözkonusu edilen meselede baba, malının üçte birinin, oğullarından birine ait olduğunu söylemektedir. Ölümcül bir has­talığa yakalanmış bir kimsenin varislerinden birine mal ("ayn") veya borç ikrarı hususunda farklı görüşler vardır. Malikilere göre bu ikrar geçersizdir. Şafiilerin asıl görüşlerine göre ise, diğer mirasçılar kabul etmese de, böyle bir kimsenin mirasçısına borç veya mal ikrarı sahihtir. Yukarıdaki haberde Hammâd'ın da bu görüşte olduğu gö­rülmektedir. Bunun için malın üçte biri çıkarıldıktan sonra taksim yapılmıştır:

3/3-1/3 = 2/3. Malın üçte ikisi oğullara eşit olarak bö­lüştürülecektir:

2/3:3/1 = 2/9. Her oğulun payı dokuzda ikidir. Kendisine ikrarda bulunulan oğul, ilave olarak mirasın üçte birini de alacaktır:

1/3 + 2/9 = 3+2/9 = 5/9.

Hanefîlerle Hanbeliler ise ölümcül hastanın bir varisine mal ik­rarının, diğer varislerin kabulüne bağlı olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda varislerden bir kısmı ikrarı kabul edip diğerleri kabul et­mezse, ikrar sadece bunu kabul edenlerin paylarını etkiler. Yu­karıdaki haberden, Amir'in de bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır.

İkrarı varislerden sadece bir kısmının kabul etmesi hallerinde, miras taksimi iki işlem sonucu yapılır. Şöyle ki, önce ikrarı hiçbir va­risin kabul etmemesine göre bir işlem, sonra ikrarı bütün varislerin kabul etmesine göre ikinci bir işlem yapılır. İki işlemde ikrarı kabul edenin payları arasındaki tek fark, kendisine ikrar yapılmış olanın payına eklenerek ikrar yerine getirilir. Buna göre, yukarıdaki me­selenin çözümü şöyledir:

1)  İkrarın kabul edilmemesine göre: Üç oğuldan her biri eşit ola­rak mirasın üçte birini alacaktır.

2) İkrarın kabul edilmesine göre:

3/3-1/3 = 2/3:3/1 2/9. Bu durumda üç oğuldan her biri mirastan dokuzda iki pay alacaktır. Birinci işlemde ise üçte bir pay ala­caklardı. Bu, iki işlemin paydalarını eşitlemek için üçte biri üç ile ge­nişlettiğimizde, dokuzda üç olur. Şu halde ikrarı kabul etme ile et­meme (3/9-2/9 = 1/9) dokuzda bir pay farkettirmektedir. Bu, kendisine mal ikrarı yapılan (mukarrûn-leh) oğula verilir. Böylece onun payı (3/9 + 1/9 = 4/9) olur. İkrarı kabul eden oğulun payı 2/9 olarak kalır. İkrarı kabul etmeyen oğul ise, bundan hiç et­kilenmeyerek miras payım tam olarak, yani 3/9 olarak alır: 479 + 2/9 + 3/9 = 9/9.[295]

 

3072. Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet edip (dedi ki), bize Yahya b. Adem, Serik'ten, (O) Halid'den, (O) İbn Şîrînden, (O da) Şureyh'ten (naklen) rivayet etti ki;”

O, (bir şahsın kendi) kar­deşi olduğunu ikrar eden bir adanı hakkında;

"Onun kardeşi ol­duğuna dair delili (nerede)?" dedi.[296]

 

Açıklama

 

Bir kimsenin, nesebi bilinmeyen ("meçhûlu'n-neseb") bir şahsın nesebinin, "bu benim oğlumdur" gibi sözcüklerle kendisine ait olduğu yönündeki iddiası kabul edilir. Bu şekildeki neseb iddiası, ölümcül hastalık halinde yapılsa da makbul olur ve nesebi ikrar olunan şahıs (mukarrûn-leh), bunu ikrar edene mirasçı olur.

Fakat bir kimsenin, bir şahsın nesebinin, kendisi dışındaki birine veya kendisiyle birlikte başka birine ait olduğu yönündeki iddiası, sadece mal konusunda kendisini bağlar. Meselâ bir kimse, "falan şahıs benim kardeşimdir" dese, bu şahsın nesebi o kimsenin babası hakkında sabit olmaz; yani o şahsın o kimsenin babasının oğlu ol­duğu söylenemez. Ama bu ikrar eden kimseye kalacak bir mirasta, kardeşi olduğunu iddia ettiği şahıs ona ortak olur. Ayrıca bu ikrar eden kimse ölür ve mirasçıların ilk altı sınıfından[297] hiçbir mirasçısı bulunmazsa, onun mirası bu, kardeşi olduğunu iddia ettiği şahsa kalır. Bu kimse sadece karısını -veya, kadınsa kocasını- mirasçı bırakmışsa, o belirli payını aldıktan sonra geri kalan mirası bu şahıs alır.

Bu şekilde başkasına neseb ikrar eden kimseyle beraber başka mi­rasçılar da bulunur ve onların bir kısmı veya tamamı bu ikrarı kabul etmezlerse, Hanefi âlimelere göre, miras önce onların arasında pay­laştırılır. Sonra neseb ikrar eden kimseye düşen pay, onunla baş­kasına ait nesebim ikrar ettiği kimse arasında, belirli paylarına göre bölüştürülür. Şafiilere göre ise, bu durumda, yani başkasına neseb ikrarını mirasçılardan bir kısmının kabul etmemesi halinde, nesebi ikrar olunana miras payı düşmez. Maliki ve Hanbeliler ise, "bu du­rumda nesebi ikrar olununa, nesebi ikrar edenin ikrar etmesi haliyle etmemesi hali arasındaki fark kadar pay verilir" demişlerdir. Buna şöyle bir misal verebiliriz:

Bir adam, geriye karısı ile üç oğlunu ve bir kızını bırakmış olsun. Sonra iki oğul, bir kadının daha kendi kızkardeşleri olduğunu iddia etsin ve bunu diğer kardeş kabul etmesin. Bu durumda Şafiilere göre, kızkardeş   olduğu iddia edilen kadın pay alamaz. Hanefilere göre ise, iki oğula düşen paya, bu nesebi iddia olunan kadın ikili-birli ortak olur. Maliki ve Hanbelilere göre ise, bu durumda nesebi iddia olunan kadına, nesebi ikrar eden oğulların paylarının, ikrarın kabul edilmesi ile edilmemesi arasındaki farkı kadar pay verilir. Şöyle ki; kadının payı sekizde bir olduğuna göre, geriye kalan sekizde yedi payı oğul ve kızlar ikili-birli bölüşeceklerdir. Bu durumda üç oğlana ikişer paydan altı pay, kıza da bir pay düşecektir. İki oğlan ikinci bir kızkardeşlerinin olduğunu iddia ettikleri için, kendilerine düşen dört payı onunla ikili-birli bölüşeceklerdir. Yani iki oğulun payı beşe bö­lünecektir:

4/8:5 = 4/40. Bu, nesebi ikrar olunan kızkardeşin payıdır, ikrar eden oğulların her birinin payı ise, 8/40 olacaktır. Hepsini bir­leştirecek olursak, şöyle bir hesap ortaya çıkar: Anne 1/8 + kız 1/8 + oğul 2/8 + ikrar eden oğul 8/40 + ikrar eden oğul 8/40 + nesebi ikrar olunan kız 4/40 = 5+5+10+8+8+4/40 = 40/40

Bu, meselenin Hanefilere göre çözümüdür. Malikilerle Hanbelilere göre ise, önce ikrarı hiç kimsenin kabul etmemesine, sonra herkesin kabul etmesine göre iki işlem yapıbr. Şöyle ki:

İkrarı hiç kimse kabul etmezse: 1/8 + 1/8 + 2/8 + 2/8 + 2/8 = 8/8 İkrarı herkes kabul ederse: 7/8:8 = 7/64. Bu, bir kızın payıdır. Bir oğulun payı bunun iki katı, yani 14/64 olacaktır. İkinci işlemle bi­rinci işlemin paydalarını eşitlemek için birinci işlemin pay ve paydalarını 8 ile çarpmak gerekir. O zaman birinci işlem şöyle olur:

8/64 + 8/64 + 16/64 + 16/64 + 16/64 = 64/64. Buna göre, neseb ikrar eden iki oğuldan her biri bunu ikrar etmediklerinde 16/64 pay, ikrar ettiklerinde 14/64 pay alacaklardır. Aradaki fark 2/64'dür. İki oğulun paylarının bu farkı, nesebi ikrar olunan kıza verilir ve o, 4/64 pay alır. Netice olarak miras payları şöyle olur: Ana 8/64 + kız 8/64 + oğul 16/64 + ikrar eden oğul 14/64 + ikrar eden oğul 14/64 + nesebi ikrar olunan kız 4/64 = 64/64

Malikilerin, "îstilhâk" dedikleri neseb ikrarında şöyle bir içtihadları da vardır: Bir kimse bir şahsın kardeşi olduğunu iddia et­tiğinde, bu iddia, eğer onun ölümünde mirasının tamamına hak sa­hibi olacak bir mirasçısı varsa, sahih olmaz. Böyle bir mirasçısı yoksa veya mirasının tamamına değil de bir kısmına hak kazanacak bir mirasçısı varsa, bir görüşe göre, bu iddia bu durumda da sahih olmaz. Yukarıdaki haberde Şureyh, başkasına neseb iddiasında bu­lunan bir adamın iddiasını kabul etmeyip ondan delil istediği için, belki o da, Malikilerin bu içtihadına benzer bir görüşe sahiptir.[298]

 

3073. “Bize Ebu'n-Nu'man haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Muğıre'den, (O da) el-Haris el-Ukli'den (naklen) ri­vayet etti ki;”

O, ölümü esnasında (bir kimseden) mudârebe (or­taklığı)[299] için bin dirhem aldığını, (başka bir kimseye de) bin dirhem borcu olduğunu ikrar eden, geriye ise sadece bin dirhem bırakan adam hakkında şöyle dedi:

"Önce borç ödenir. Sonra bir fazlalık artarsa, o mudârebe (şir­ketinin ana-para) sahibine ait olur."[300]

 3074. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Hasan, Mutarrif ten, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, ölen ve geriye üçyüz dirhem ile üç oğul bırakan, sonra da başka bir adamın gelip bu ölüden yüz dirhem alacağı olduğunu iddia ettiği, oğullardan birinin de bu (adamın iddiasını) kabul ettiği kimse hak­kında şöyle dedi: "Borç iddia eden kimse sadece bunu kabul edene) pay oranında ortak olur!"

Eş-Şa'bi daha sonra şöyle demiş:

"(Ölenin geriye bıraktığı şey­lerin), bu borç ödenmedikçe miras olacağı görüşünde değilim."[301]

3075. “Bize Ebû Hayseme Mus'ab b. Saîd el-Harrani rivayet edip (dedi ki), bize Muhammed b. Abdülah, el-Eş'as'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki;”

O, ölen ve geriye iki oğul ile ikibin dirhem bırakan, bu iki (oğulun) da bu ikibin dirhemi pay­laştığı, sonra oğullardan birinin ortalıktan yok olduğu, ardından biradamın gelip bu ölüdeki bin dirhem alacağı hakkını istediği kimse hakkında şöyle dedi:

"O, hazır bulunan (oğulun) elindeki şeylerin hepsini alır. Bu (oğula da);

"Kaybolan kardeşini ara bulda elindekilerinin yarısını al" denir."[302]

3076. “Bize Süleyman b. Harb, Hammâd b. Seleme'den, (O) Ziyad el-A'lem'den, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

“Mirasçılardan bazısı bir borcu kabul ettiğinde, bu borç, miras payı oranında onu kabul edene düşer.”[303]

3077. “Bize Süleyman b. Harb, Hammâd b. Seleme'den, (O) Ebu Hâşim'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Bir borca mirasçılardan iki kişi şahidlik ettiğinde, eğer onlar adil kimseler iseler, bu (borç miras) malının bütününden (öde­nir)."

Eş-Şa'bi; "(bu borç), miras payları oranında o ikisine düşer" dedi.[304]

 

40. Mürtedin (Dinden Çıkanın) Mirası Hakkında

 

3078. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Sabit İbnu'l-Velid b. Cemi' rivayet edip şöyle dedi: Bana babam, el-Kasım b. Abdirrahman'dan haber verdi ki,” O şöyle demiş:

“İbn Mes'ûd, mürted öldürüldüğünde yakınlarını (ona) mirasçı kılarmış.”[305]

3079. “Bize el-Haccac b. Minhâl rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Avâne, el-A'meş'ten, (O da) Ebû Amr eş-Şeybani'den (naklen) rivayet etti ki;”

Hz. Ali b. Ebi Talib, mürtedin mirasını müslüman mirasçılarına verdi.[306]

3080. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize el-Haccac, el-Hakem'den (naklen) rivayet etti ki;”

Hz. Ali, mürtedin mirasında onun müslüman yakınlarının lehine hüküm verdi.[307]

 

Açıklama

 

Müslüman iken dinden çıkan kimse demek olan "mürted"in, öl­dürülmesi veya ölmesi halinde mirasının ne olacağı hakkında farklı içtihadlar vardır. Ebû Hanife'ye (Rahmetullahi Aleyh) göre, mürtedin mi­rasından, müslüman iken kazanmış olduğu şeyler müslüman mi­rasçılarına, mürted iken kazanmış oldukları da devlet hazinesine kalır.

Ebû Yusuf (Rahmetullahi Aleyh) ile Muhammed (Rahmetullahi Aleyh) ise, mürtedin mirasının hepsinin müslüman mirasçılarına kalacağını söylemişlerdir. Malikiler, Şafiiler ve Hanbelilere göre ise, mürtedin bütün mirası devlet hazinesinindir.[308]

 

41. Katilin Mirası

 

3081. “Bize Zekeriyyâ b. Adiyy rivayet edip (dedi ki), bize Ubeydullah -ki O, İbn Ömer'dir-, Abdulkerim'den, (O da) el-Hakem'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Kişi kendi kar­deşini kasten öldürdüğünde, ne mirasına, ne de diyetine varis kılınır. Ama onu hatâen öldürdüğünde, mirasına varis kılınır, diyetine varis kılınmaz."[309]

(El-Hakem sözüne devamla) dedi ki: 

“Atâ da bu görüşü be­nimsiyordu.”[310]

3082. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) Saîd'den, (O) Katâde'den, (O) Hılâs'tan, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti. (Hılâs) dedi ki:”

Bir adam annesine taş attı ve onu öldürdü. Sonra da kardeşlerinden (annelerinin) mirasını istedi. Kardeşleri ona; "Sana hiç miras yoktur" dediler. Bunun üzerine Hz. Ali'ye davalaştılar da O, ona (annesinin) diyetini yükledi ve (üstelik) onu mirastan çıkardı.[311]

3083. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Züheyr, el-Hasan İbnu'l-Hurr'den, (O da) el-Hakem'den (naklen) ri­vayet etti ki,”

Adam karısını öldürdüğünde, onun (karısının) diyeti ile diğer şeylerinden (kendisine düşecek) mirasına engel olunur.[312]

3084. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Süfyân, Leys'ten, (O) Mücahid'den, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) ri­vayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Katil, maktulden hiçbir şeye mirasçı ola­maz!"[313]

3085. “Bize Saîd İbnu'l-Muğîre, İbnu'l-Mübarek'ten, (O) Malmer'den, (O da) Katâde'den (naklen) rivayet etti ki; O, karısı­nın zina ettiğini söyleyip şahidler getiren ve bunun üzerine (karısı) recmedilen adam hakkında;

"Ona (karısına) mirasçı olur" dedi.[314]

3086. “Bize Ebu'n-Nu'man rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Hammâd'dan rivayet etti ki;”

O, kendisine had (Şer'i ceza) olarak değnek vurulan -ve zannediyorum, ölen (bunda Ebu'n-Nu'man şüpheye düştü)- adam hakkında şöyle dedi:

"(Değnekleri vuran veya suçu bildiren kimse ile değnek vurulan kimse) birbirlerine mirasçı olurlar!"[315]

3087. “Bize Ebu'n-Nu'man rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Muhammed b. Sâlim'den, (O) Amir'den, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Katil (maktule) mi­rasçı da olamaz, "hacb" da edemez. (Yani başka bir mirasçıyı kısmen veya tamamen mirastan da düşüremez.)"[316]

3088. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Hasan, Leys'ten, (O) Ebû Amr el-Abdi'den, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Katil (maktule) mirasçı kılınmaz!"[317]

3089. “Bize Zekeriyya b. Adiyy rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Bekir, Mutarrif ten, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Hatâen öldüren de, kasten (öldüren) de (maktule) mirasçı olamaz."[318]

3090. “Bize Muhammed b. Yusuf, Süfyân'dan, (O) Leys'ten, (O) Tâvûs'tan, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) haber verdi ki;” O şöyle dedi:

"Katil (maktule) mirasçı olamaz."[319]

 

Açıklama

 

Mirasçı olmaya engel olan durumlardan biri de, öldürme ("katl") olayıdır. Bir kimse mirasçısı olacağı bir yakınını öldürürse, artık ona mirasçı olamaz. Öldürmenin kasıtlı olması halinde, öldürenin ölene mirasçı olamayacağı hususunda âlimlerin görüş birliği vardır. Alimlerin bu konudaki diğer içtihadları da, ana hatlarıyla şöyledir: Hanefi âlimlere göre; kaste benzer, hatâen ve hatâen gibi kabul edi­len öldürmelerde de katil maktule mirasçı olamaz. Ancak öldürme, ölüme sebebiyet verme şeklinde meydana gelirse, bu, mirasçı olmaya engel olmaz. Aynı şekilde meşru müdafaa ve öldürmeye zorlanma hallerinde meydana gelen öldürmeler de mirasçılığa engel de­ğildirler. İmam Malik'e (Rahmetullahi Aleyh) göre ise, mirasçılığa sadece kasıtlı öldürme engeldir. Diğer şekillerde katil maktule mirasçı olur. Fakat yine de katil maktulün diyetine mirasçı olamaz. Şafiiler ise, her türlü öldürmenin mirasçılığa engel olduğunu söylemişlerdir. Hanbelilere göre de, meşru bir hakkın kullanılması dışındaki öl­dürmeler mirasçılığa engeldir.[320]

 

42. (Müslüman Olan) Mecusilerin Miras Hükümleri

 

3091. “Bize Muhammed b. tsa haber verip (dedi ki), bize Abdula'lâ, Ma'mer'den, (O da) ez-Zühri'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"(Bir kişide) iki neseb birleştiğinde, o bunların en büyüğü sebebiyle mirasçı kılınır!" (Ez-Zühri bu sözünde) mecusileri kastediyordu.[321]

3092. “Bize Haccac b. Minhâl rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Hammâd b. Ebi Süleyman'dan rivayet etti ki;” O şöyle demiş:

"(Kendisinde iki neseb birleşen ve müslüman olan mecusi İslam'a göre evliliğe) uygun olan taraftan mirasçı olur. uygun olmayan taraftan mirasçı olmaz."[322]

3093. “Bize Haccac rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd, Süfyân es-Sevri'den, (O) bir adamdan, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Ali ile İbn Mes'ûd, müslüman olan mecusiler hakkında şöyle dediler:

"Onlar (kendilerinde birleşen) iki akrababğın hepsinden mirasçı olurlar!"[323]

 

Açıklama

 

Mecusilikte bir kimse mahremiyle evlenebilir. Bunun için, bir­birinin mahremi olan mecusi bir aile müslüman olunca, miras tak­simleri nasıl yapılacaktır? Bu hususta, bir kısmı yukarıda nak­ledilen, farklı içtihadlar vardır. Hanefi âlimler bu hususta Hz. Ali (Radıyallahu Anh) İle İbn Mes'ûd (Radıyallahu Anh) gibi içtihadda bulunmuşlar, yani mirasçıların her iki yönden de mirasçı olacaklarını söylemişlerdir. Buna göre, mesela, annesiyle evli bir mecûsinin bir kızı olur da sonra bu mecusi aile topluca müslüman olursa, kız, ana­sının hem kız, hem de oğul kızı olarak mirasçısı olur ve tek başına mirasın üçte ikisini alır. Diğer taraftan esasen müslüman olan kim­seler arasında da bir kimse iki yönden mirasçı olabilir. Mesela am­casının kızıyla evli bir kimse, karısının ölmesi halinde ona hem ko­cası, hem de amcaoğlu olarak iki yönden mirasçı olabilir. Böyle iki yönden mirasçılık durumlarında her iki yönden mi, yoksa bunlardan biri yönünden mi mirasçı olunacağı hususunda da farklı içtihadlar vardır. Şöyle ki, Hz. Ömer (Radıyallahu Anh), Hz. Ali (Radıyallahu Anh), İbn Mes'ûd (Radıyallahu Anh), İbn Abbas (Radıyallahu Anh), Ebû Hanife (Rahmetullahi Aleyh) ve Ahmed b. Hanbel'e (Rahmetullahi Aleyh) göre, iki yönden mirasçılık halinde her iki yönden de mirasçı olunur. Malik (Rahmetullahi Aleyh) ve Şafii (Rahmetullahi Aleyh) İse, bu durumda hangi yön daha kuvvetli ise, sadece o yönden mirasçı olunacağını söy­lemişlerdir.[324]

 

43. Esirin Mirası

 

3094. “Bize Yahya b. Hassan haber verip (dedi ki), bize İbn Ebi'z-Zinâd, babasından, (O da) Ömer b. Abdilaziz'den (nak­len) rivayet etti ki;”

O esirin karısı hakkında demiş ki:

“(Karısı) ona mirasçı olur, o da (karısına) mirasçı olur.”[325]

3095. “Bize Muhammed İbnu'1-Fadl rivayet edip (dedi ki), bize Abdullah İbnu'l-Mübarek rivayet edip (dedi ki), bana Ma'mer, İshak b. Raşid'den, (O da) Ömer b. Abdilaziz'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, vasiyette bulunan esir hakkında şöyle dedi:

"Ben, dinini değiştirmeyerek dininde kaldığı sürece onun va­siyetini geçerli kılarım!"[326]

3096. “Bize Muhammed rivayet edip (dedi ki), bize b. Yusuf haber verip (dedi ki), bize Süfyân, Davud'dan, (O) eş-Şa'bi'den, (O da) Şüreyh'ten (nak­len) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Esir, düşmanın elinde olduğu zaman mirasçı kılınır!"[327]

3097. “Bize Muhammed rivayet edip dedi ki, bize Süfyân ri­vayet edip (dedi ki) bana ibrahim'den işiten biri rivayet etti ki; “O şöyle diyormuş:

"Esir mirasçı kılınır."[328]

3098. “Bize el-Muallâ b. Esed rivayet edip (dedi ki), bize Vuheyb, Davud'dan, (O da) Saîd İbnu'l-Müseyyeb'den (naklen) ri­vayet etti ki;”

O, esiri mirasçı kılmazmış.[329]

 

Açıklama

 

Bu haberlerde düşmana esir düşen bir müslümanın İslam yur­dunda ölen yakınlarına mirasçı olup olamayacağı meselesi söz konusu edilmektedir, âlimlerin cumhuruna göre, esir bir müslüman, zorlanmaksızın dinden çıktığı bilinmediği sürece ölen yakınlarına mi­rasçı olur.[330]

 

44. "Hamil'in Mirası Hakkında

 

3099. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize el-Eş'as, eş-Şa'bi'den rivayet etti ki,” O şöyle demiş: Ömer İbnu'l-Hattab, Şureyh'e,

"Hamîn, (annesi olduğunu iddia eden kadın) onu kendi yarığı içinde getirse de, ancak bir delil ile mirasçı kılmasını yazmıştı.”[331]

3100. “Bize Ubeydullah haber verip (dedi ki), bize İsrail, Mansur'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi ki;” O,

"Hamîl mirasçı kılınmaz" dedi.[332]

3101. “Bize Ebû Saîd, Ebû Umeyye'den, (O) Ebû Bekir b. Abdillah b. Ebi Meryem'den, (O da) Damra, el-Fudayl b. Fedâle, İbn Ebi Avf, Raşid ve Atıyye'den (naklen) rivayet etti ki;” onlar,

"Hamiller mirasçı kılınmaz" dediler.[333]

3102. “Bize Saîd İbnu'l-Muğîre rivayet edip şöyle dedi: İbnu'l-Mübarek dedi ki, bize İbn Avn, Muhammed'den rivayet edip şöyle demiş:”

O'nun yanında hamîl hakkında (mirasçı ola­mayacağına dair) görüş beyan edenin görüşü zikredildi de O, bunu yadırgadı ve:

"Muhacirlerle ensar, cahiliye dönemindeki nesebleriyle birbirlerine mirasçı olmuşlardır" dedi.[334]

3103. “Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe, İbn İdris'ten, (O) Hişam'dan, (O da) el-Hasan ile İbn Sîrîn'den (naklen) rivayet etti ki; onlar,”

"Hamîl ancak bir delil ile mirasçı kılınır" dediler.[335]

3104. “Bize Ebû Bekir rivayet edip (dedi ki), bize Cerir, Leys'ten, (O) Hammâd'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) ri­vayet etti ki;” O şöyle dedi:

Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman hamili mirasçı kıl­mazlardı.[336]

3105. “Bize Ebû Bekir rivayet edip (dedi ki), bize Abdurrahim el-Muharibi, Zâide'den, (O da) Esas b. Ebiş-Şa'sa'dan (naklen) rivayet etti ki; O şöyle dedi: 

Muhariboğulları'ndan bir kadın (küfür diyarından) getirilen bir ak­rabasın) akrabalığını ikrar etti de, Abdullah b. Utbe, bu (akrabasını)   kızkardeşine (yani akrabalığı ikrar eden kadına) mirasçı kıldı.[337]

3106. “Bize Abdullah b. Salih rivayet edip (dedi ki), bana el-Leys rivayet edip (dedi ki), bana Yunus, İbn Şihâb'dan rivayet etti ki;”

O, dünyadan ayrılma esnasında,

"Ben falanın mevlâsıyım" diyen adam hakkında şöyle dedi: Onun mirası, dünyadan ayrılma esnasında mevlâsı diye ismini söylediği kimseye verilir. Ancak (il­gililerin) onun sözünü reddetmek üzere bunun aksine bir delil getirmeleri durumu hariç. O zaman mirası, (getirilen) delilin gösterdiği yere verilir.[338]

 

Açıklama

 

Kâfirlerden esir alınan bir kadının yanında olan ve bu kadın tarafından kendisinin olduğu iddia edilen çocuğa, "hamil" denilir. Bu çocukla anası olduğunu iddia eden kadın arasında mirasçılığın ce­reyan edip etmeyeceği konusunda, bir kısmı yukarıda nakledilmiş olan, farklı görüşler vardır. "Hamil" kelimesi, gayr-i nıüslim topluluk içindeki doğum yoluyla meydana gelen her türlü akrabalık için de kullanılır. Bu şekilde meydana gelen akrabalığa sahip kimseler sonra müslüman olduklarında, aralarında mirasçılığın carî olup ol­mayacağı da, gayr-i müslimler arasında zinanın yaygın oluşu sebepiyle, ihtilaflıdır. Hz. Osman'ın (Radıyallahu Anh), Arablar dışındaki gayr-i müslimler arasında doğum yoluyla akrabalığı mirasçılık se­bebi kılmadığı nakledilmektedir.[339]

 

45. Zina Çocuğunun Mirası Hakkında

 

3107. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Şerîk, Muhammed b. Salim'den, (O) eş-Şa'bi'den, (O da) Hz. Ali ve Ab­dullah'tan (naklen) rivayet etti ki;” onlar,

"Zina çocuğu, mulâane oğlu mertebesindedir" dediler.[340]

3108. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Zuheyr, el-Hasan İbnu'I-Hurr'den rivayet etti (ki, O şöyle demiş): Bana el-Hakem rivayet etti ki;”

Ne zina çocuğuna, onun kendisine ait olduğunu iddia eden erkek mirasçı olur, ne de çocuk ona (yani ba­bası olduğunu iddia eden erkeğe) mirasçı olur![341]

3109. “Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivayet edip (dedi ki), bize Ravh, Muhammed b. Ebi Hafsa'dan, (O) ez-Zühri'den, (O da) Ali b. Hüseyin'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, zina ço­cuğunu, erkek onun kendisine ait olduğunu iddia etse de, mirasçı kıl­mazdı.[342]

3110. “Bize Abdullah b. Salih rivayet edip (dedi ki), bana Bekir b. Mudar, Amr'dan -yani İbnu'l-Haris'ten-, (O) Bu-keyr'den, (O da) Süleyman b. Yesâr'dan (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Herhangi bir erkek, bir çocuğa gelir de onun kendi oğlu olduğunu ve annesiyle zina ettiğini söyler, hiç kimse de bu çocuğun kendisinin olduğunu iddia etmezse, bu (çocuk) ona mirasçı olur."

Bukeyr demiş ki:

“Ben bunu Urve’ye de sordum. O da Süleyman b. Yesar'ın görüşünün aynısını söyledi. Urve şöyle de söyledi: Bize ulaş­tı ki, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş: "

“Çocuk döşek (sahibine) aittir. Zina eden erkeğe ise (doğan çocuk üzerinde her türlü haktan) mahrumiyet vardır!"[343]

3111. “Bize İbrahim b. Musa, Hafs b. Gıyâs'tan, (O) Amr'dan, (O da) el-Hasan'dan  (naklen)  rivayet etti ki;”  O  şöyle dedi:

"Mulâane oğlu, zina çocuğu gibidir. Ona anası mirasçı olur. Onun mi­rasçıları da, anasının mirasçılarıdır."[344]

3112. “Bize Ebu'n-Nu'man rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Muğîre'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;” O,

"Zina çocuğu mirasçı kılınmaz" dedi.[345]

3113. “Bize Saîd İbnu'l-Muğîre, İbnul-Mübarek'ten, (O) Ma'mer'den -veya Yunûs'tan-, (O da) ez-Zühri'den

(naklen) ri­vayet etti ki; O, zina çocukları hakkında şöyle dedi:

"Onlar bir­birlerine analar tarafından mirasçı olurlar. Şayet (ana) birgün (bir zinadan iki çocuk) doğurur da sonra (bunlardan biri) ölürse, (diğeri ondan) altıda bir pay miras alır."[346]

3114. “Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivayet edip dedi ki, bize Huşeym, Muğîre'den, (O) Simâk'tan, (O da) İbrahim'den (nak­len) haber verdi ki;” O şöyle dedi:

"Zina çocuğu, (babası olduğunu iddia eden erkeğe) mirasçı olmaz. Ancak babasına "had" uy­gulanmamış olan veya annesine, evlenme yahut (anne köle ise) satın alma yoluyla sahip olunan (zina çocuğu) mirasçı olur."[347]

3115. “Bize İsmail b. Ebân, Musa b. Muhammed el-Ensari'den, (O) İsmail'den, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki;”

O, bir kadınla zina eden, sonra onunla evlenen erkek hakkında şöyle dedi:

"(Bu evlilikte) bir mahzur yoktur. Ancak (kadının) hamile olması durumu hariç! Çünkü o zaman çocuk (bu erkeğin nesebine) ka­tılmaz!"[348]

3116. “Bize Zeyd b. Yahya, Muhammed b. Râşid'den, (O) Sü­leyman b. Musa'dan, (O) Amr b. Şuayb'dan, (O) babasından, (O da) dedesinden (naklen) rivayet etti ki,”

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hükmetti ki; (hayattayken nesebi kendisine nisbet olu­nan ve bunu da inkar etmeyen) babasının (ölümünden) sonra, nesebi iddia olunan, yani bu (babanın ölümünden) sonra onun mirasçılarının, (nesebin bu babaya ait olduğunu) iddia ettikleri her çocuk, eğer bu (çocuk, babanın kendisiyle) cima ettiği gün sahibi ol­duğu bir cariyeden olmuşsa, o, nesebini iddia eden kimselerin ne­sebine katılır. Ancak ona, bundan önce taksin edilmiş olan mirastan hiçbir şey yoktur. Henüz taksim edilmemiş olan mirastan kavuştuğu şeylerde ise payı vardır. (Çocuğun nesebi) kendisine nisbet olunan kimse (hayattayken) bunu inkâr ettiğinde, (artık onun ölümünden sonra mirasçılarının, bu çocuğun nesebinin ona ait olduğunu iddia et­meleriyle çocuğun nesebi onun nesebine) katılamaz. Eğer   (nesebi iddia olunan çocuk, nesebi kendisine nisbet olunan kimsenin) sahip olmadığı bir cariyeden veya zina etmiş olduğu hür bir kadından ol­muşsa, o (nesebi) kendisine nisbet olunan kimsenin bizzat kendisi, onun (kendisine ait olduğunu) iddia etse de, ne (onun nesebine) ka­tılabilir, ne (ona) mirasçı olabilir! O, hür veya köle annesinin, kim olurlarsa olsunlar, yakınlarına nisbet olunan bir zina çocuğudur![349]

3117. “Bize Ebû Nuaym, el-Hasan'dan, (O da) Umeyr b. Yezid'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

Ben eş-Şa'bi'ye, zinadan doğmuş bir kölemin durumunu sordum da O;

"Onu satma, bedeleni yeme, ona işini gördür" karşılığını verdi.[350]

3118. “Bize Mervan b. Muhammed, Saîd'den, (O da) ez-Zühri'den (naklen) rivayet etti ki,”

O'na, ölen zina çocuğunun du­rumu soruldu da, O şöyle cevap verdi:

Eğer bir Arab kadının çocuğu ise, anasına üçte bir miras payı verilir, malının geri kalanı ise beytü'l-mal'e (devlet hazinesine) konulur. Eğer azadlı bir kadının ço­cuğu ise, annesine (yine) üçte bir miras payı verilir, (mirasın) geri kalanına ise (annesini) âzâd etmiş olan efendileri mirasçı kılınır.

Mervan sözüne şöyle devam etti:

“Ben, Malik'i, bu (görüşün ay­nısını) söylerken işittim.”[351]

3119. “Bize Mervan b. Muhammed rivayet edip (dedi ki), bize el-Heysem b. Humeyd, el-Alâ İbnul-Haris'ten rivayet etti (ki; O şöyle demiş): Bana Amr b. Şuayb, babasından, (O da) de­desinden (naklen) rivayet etti ki;”

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), mulâane çocuğunun mirasının hepsinin, uğrunda kar­şılaştığı güçlüklerden dolayı, annesine ait olduğuna hükmetti.[352]

3120. “Bize İsmail b. Ebân, Musa b. Muhammed el-Ensari'den rivayet etti ki, O şöyle demiş: Bana el-Hâris b. Hasıra, Zeyd b. Vehb'den, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, zina çocuğu hakkında onun annesinin yakınlarına (ve­lilerine) şöyle demiş:

"Onu alın! Şüphesiz siz ona mirasçı olursunuz, onun yerine diyet ödersiniz (onun "âkıle"si olursunuz); ama o size mi­rasçı olamaz!"[353]

 

Açıklama

 

Erkek ile kadın arasında nikâh gibi Şer'i bir bağ olmaksızın ya­pılan cinsi münasebetten doğan çocuğa "zina çocuğu" denir ki, bu ço­cuğun nesebi sadece annesinden sabit olur ve onun babası dinen meçhul kahr. Bu sebeple zina çocuğunun mirasçılığı sadece ana ta­rafında cereyan eder. Zira bir bakıma zahmetsiz mal sahibi olma demek olan mirasçılığa sebep, nesebin sabit olmasıdır. Bir kimsenin malı, nesebin sabit olmasıyla başkasına helâl olmaktadır. Zina ço­cuğunda ise neseb sadece anadan sabittir. Âlimlerin cumhuru, bir kimsenin, zina sonucu doğan bir çocuğun nesebinin, çocuğun zina mahsûlü olduğunu söyleyerek kendisine ait olduğunu iddia etmesiyle, nesebin sabit olmayacağı görüşündedirler. Hanefi âlimler bununla beraber, bir kimsenin evli olmayan bir kadınla zinası so­nucu doğan çocuğu, zina mahsûlü olduğunu söylemeyerek, "bu benim çocuğumdur" gibi bir sözle kendisine nisbet etmesiyle, çocuğun ne­sebinin ondan sabit olacağını söylemişlerdir. Bu durumda bu çocukla bu kimse arasında mirasçılık cereyan eder.

Fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerinde nesebin sabit olması ve neseb iddialarıyla ilgili birçok mesele bulunmaktadır.[354]

 

46. Saibenin Mirası

 

3121. “Bize Ebû Nııaym ile Abdullah b. Yezid haber verip şöyle dediler: Bize Şu'be, Seleme b. Küheyl'den, (O da) Ebû Amr eş-Şeybani'deıı (naklen) rivayet etti ki; O şöyle dedi: Ab­dullah demişti ki,”

"Sâibe, malını istediği yere kor (verir)."

Abdullah b. Yezid de rivayetinde dedi ki; Şu'be;

"Bunu Seleme'den, benden başka hiç kimse işitmedi" demişti.[355]

3122. “Bize el-Hakem İbnu'l-Mübarek haber verip (dedi ki), bize Hatim b. Verdân, Yunûs'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki,”

O'na şaibenin miras durumu sorulmuş da, O şöyle cevap vermiş:

"Kölelikten her kurtulan, saibedir!"[356]

 

Açıklama

 

"Sâibe", burada kendisini âzâd eden kimse dahil, hiç kimseyle ara­sında hükmi bir akrabalık bağı (velâ) kalmamak üzere kölelikten kurtulan kimse manasına gelmektedir. Bu şekilde olmak üzere hür­riyetine kavuşan kimse, hiçbir yakını olmayan, tamamen yabancı biri gibi olur. Bu durumda bu kimse Öldüğünde mirası kime dü­şecektir? Bu hususta farklı görüşler vardır: Malik'e (Rahmetullahi Aleyh) göre, "sâibe"nin mirası beytü'l-mal'e kalır. Hanefi, Şafii ve Hanbeli âlimlere göre ise, bir köle bu şekilde bir şart koşularak âzâd edilse de, onun "velâ"ı yeni âzâd edenine aittir. Binaenaleyh, onun mirası âzâd edenine kalır. Hasan Basri'nin (Rahmetullahi Aleyh) de bu görüşte olduğu nakledilmektedir.[357] Bunun için yukarıdaki haberi; "her azad-lı, malım, ölmeden önce istediği gibi kullanabilir" şeklinde anlamak mümkündür. Nitekim Beyhaki (Rahmetullahi Aleyh) de Abdullah b. Mes'ûd'un (Radıyallahu Anh) 3121. haberde geçen sözünden, muh­temelen, şaibenin malını hayatta iken istediği yere vermesinin kas­tedildiğini söylemiştir.[358] Zaten "sâibe" kelimesinin; "velâsız olarak malını istediği gibi kullanmak üzere salıverilen köle" manası da var­dır. Hasan Basri'nin (Rahmetullahi Aleyh) sözünü bu şekilde anlamak doğruysa, O bu sözüyle, dikkatleri ölümden önceki fiillere çekmeyi is­temiş olmalıdır.[359]

 

3123. “Bize Yezid b Hârûn haber verip (dedi ki), bize Sü­leyman, Ebû Osman'dan haber verdi ki;” O şöyle demiş: Hz. Ömer;

"Sadaka ile sâibe, (Rıyamet'te işe yarayacakları) günleri için­dir. (Binaenaleyh, sadaka verildikten, köle de sâibe olarak âzâd edil­dikten sonra, bu dünyada artık onlardan yararlanılamaz. Onlardan ele geçecek birşey yine hayır yoluna harcanır)" dedi.[360]

3124. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Zekeriyya, Âmir'den rivayet edip dedi ki, Âmire, sâibe olarak âzâd edilen kölenin velâ'sının kime ait olduğu soruldu da O;

"Onu âzâd edene aittir" cevabını verdi.[361]

3125. “Bize Ebû Hatim el-Basri -ki O, Ravh b. Eslem'dir-, ri­vayet edip (dedi ki), bize Bişr İbnu'l-Mufaddal rivayet edip (dedi ki), bize Abdurrahman b. İshak, babasından, (O da) Abdurrahman b. Amr'dan (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Azad edilmiş biri, Hz. Osman zamanında âzâd edeni ("mevlası") ol­madığı bir halde ölmüştü de, (Hz. Osman) emredip malı beytü'l-mal'e konulmuştu.[362]

3126. “Bize Ya'lâ rivayet edip (dedi ki), bize İsmail, Âmir'den, (O da) Mesrûk'tan (naklen) rivayet etti ki;”

O, azadlık mevlâsı olmadığı halde ölen (azadlı) bir adam hakkında şöyle dedi:

"Onun malı vasiyet ettiği yere verilir. Eğer vasiyet etmemişse, beytü'l-mal'e konulur!"[363]

3127. “Bize Ebû Saîd b. Amr, Ebû Bekir b. Ebi Meryem'den, (O da) Damra, Raşid b. Sa'd ve diğerlerinden (naklen) rivayet etti ki;” onlar, sâibe olarak âzâd edilen kimse hakkında şöyle dediler:

"Şüphesiz onun velâ'si, onu âzâd eden kimseye aittir. (Zira âzâd eden), onu sadece kölelikten salıvermiştir, azadlıktan salıvermemiştir! "[364]

3128. “Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Davud, Şu'be'den rivayet etti ki;” O şöyle demiş:

Bana Mansur, İbrahim ile eş-Şa'bi'den haber verdi ki, onlar;

"Saibenin velâ'sının satılması ve hibe edilmesinde hiçbir mahzur yok­tur" demişler.[365]

3129. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize el-Mes'ûdi, el-Kasım'dan rivayet etti ki;” O şöyle demiş:

Bir adam bir köleyi sâibe olarak âzâd etmiş ve Abdullah'a gelip;

"Doğrusu ben bir kölemi sâibe olarak âzâd etmiştim. İşte bunlar da onun geriye bı­raktıkları" dedi. (Abdullah da); "Onlar senindir" karşılığını verdi. (Adam);

"Benim onlara ihtiyacım yok" dedi. (O zaman Abdullah) şöyle dedi:

"Öyleyse onları şuraya koy. Çünkü burada (onları ve­rebileceğimiz) çok mirasçı (ihtiyaç sahibi pek çok kimse) vardır!"[366]

 

47. Bebeğin Mirası

 

3130. “Bize Yezid b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize el-Eş as, Ebu'z-Zübeyr'den, (O da) Câbir b. Abdillahtan (naklen) haber verdi ki;” O şöyle dedi:

"Bebek doğduğunda bağırır, ağlar (ve sonra da ölürse), mirasçı olur ve namazı kılınır."[367]

3131. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Şerîk, Ebû İshak'tan, (O) Atâ'dan, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) ri­vayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Bebek doğduğunda bağırır, ağlar (ve sonra da ölürse), mirasçı olur ve namazı kılınır."[368]

3132. “Bize Mâlik b. İsmail rivayet edip (dedi ki), bize İs­rail, Simâk'tan, (O) İkrime'den, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Meryem oğlu İsa (Aleyhisselam) dışında, doğan hiç kimse yoktur ki, doğduğunda bağırmış, ağlamış olmasın! (Doğan kimsenin) doğduğunda bağırması ve ağlaması, şeytanın onun karnını sıkmasından dolayıdır. Bu sebeple o bağırır!"[369]

3133. “Bize Yahya b. Hassan rivayet edip (dedi ki), bize Yahya -ki O, İbn Hamza'dır-, Zeyd b. Vâkıd'den, (O da) Mekhûl'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş:

"Doğan çocuk, canlı olarak doğsa da, (doğumundan sonra hemen ölmesi halinde), doğduğunda çığlıkla bağırmadıkça, ağlamadıkça mirasçı olamaz. "[370]

3134. “Bize Ya'lâ rivayet edip (dedi ki), bize Muhammed b. İshak, Atâ'dan, (O da) Câbir'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Doğan çocuk doğduğunda bağırır, ağlar (ve sonra da ölür­se), namazı kılınır ve mirasçı olur."[371]

3135. “Bize Abdullah b. Muhammed rivayet edip (dedi ki), bize Ma'n, İbn Ebi Zi'b'den, (O da) ez-Zühri'den (naklen) ri­vayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Ben, (çocuğun) doğduğunda ak­sırmasının, bağırma/ağlama (istihlâl) sayılacağı görüşündeyim."[372]

3136. “Bize Ebu'n-Nu'man rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Mupre'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Çocuk doğduğunda bağırmadıkça/ağlamadıkça mi­rasçı yapılmaz. Ona, doğduğunda bağırmadıkça/ağlamadıkça namaz da kılınmaz. Şu halde o doğduğunda bağırır, ağlar (ve sonra da ölür­se), namazı kılınır, mirasçı yapılır; (öldürülür ise) diyeti tam diyet yapılır."[373]

3137. “Bize Abdullah b. Salih rivayet edip (dedi ki), bana el-Leys rivayet edip (dedi ki), bana Yunus, İbn Şihâb'dan rivayet etti ki... Ve O'na düşük çocuğun durumunu sormuştuk da, O şöyle cevap vermişti:”

"Ona namaz kılınmaz. Doğan hiçbir çocuğa da, doğ­duğunda çığlıkla bağırmadıkça/ağlamadıkça namaz kılınmaz."[374]

 

Açıklama

 

Ana rahminde bulunan çocuk (cenin), takdiren hayatta sayıldığı için mirasçı olmaya elverişli bir varlıktır. Ancak, onun mirasçı ola­bilmesi için canlı olarak doğması gerekir. "Canlı" olarak doğan, sonra da ölen bir çocuğun mirasçı olacağı ve miras bırakacağı hususunda farklı görüşler vardır. Hanefî âlimlerle İmam Şafii (Rahmetullahi Aleyh), doğum ânında ağlayan, bağıran veya gülme, aksırma, bir uzvunu ha­reket ettirme gibi bir canlılık belirtisi gösteren çocuğun mirasçı ola­cağını ve miras bırakacağını söylemişlerdir. İmam Malik (Rahmetullahi Aleyh) ile İmam Ahmed'e (Rahmetullahi Aleyh) göre ise, doğup da hemen ölen çocuğun mirasçı olabilmesi için bağırması, ağlamış olması şart­tır. Hanefi âlimler, müessir bir fiil sonucu ölü olarak düşen çocuğun da mirasçı olacağı içtihadında bulunmuşlardır. Canlı olarak doğup da sonra ölen çocuğun cenaze namazının kılınacağı konusunda ise ihtilâf yoktur.[375]

 

48. Mükâteb'in Velâsı Hakkında

 

3138. Bize Hârûn b. Muaviye, Ebû Süfyân'dan, (O) Ma'mer'den, (O da) Ebû Katâde'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

İki mükâteb'den biri diğerini, bu (onu) efendisinden, o da (bunu) efendisinden satın aldığında; satış, ilk satın alanın hakkıdır. (Dolayısıyla, ikinci mükâteb bedelini ona ödeyip hür olacağından, onun velâ'sı da ilk satın alan mükâteb'e ait olur). Medine âlimleri ise; "(ikinci mükâteb'in) velâ'sı (onu) satın alan (birinci mükâteb'in) efendisine aittir" deyip, şu açıklamayı yaparlar:

"Bu (yani birinci mükâteb, ikinci) mükâteb'e düşen (borcu) satın almıştır. Bu sebeple velâ, efendinindir!"[376]

 

Açıklama

 

"Mükâteb", belirlenen bir bedeli kazanıp efendisine verince, hür olmak üzere efendisiyle andlaşma yapmış olan köle demektir. Kuran-ı Kerim'de, bu şekilde hürriyetlerine kavuşmak isteyen kölelere bu imkânın verilmesi emredilmiştir.[377] Mükâteb kimse, bedelini öde-yinceye kadar köle sayılırsa da, hür kimselerin sahip olduğu birçok hakları kazanmış olur. Bu meyanda onun satılması artık caiz de­ğildir. Hanefîlerle İmam Malik (Rahmetullahi Aleyh) ve İmam Şafii (Rahmetullahi Aleyh) bu görüştedirler. İmam Ahmed (Rahmetullahi Aleyh) ise, mükâteb'in satışının caiz olduğu içtihadında bulunmuştur.  Bazı âlimler ise, mükâteb'in, hizmetçi olarak kullanılmak üzere değil de âzâd edilmek üzere satışının caiz olduğunu söylemişlerdir. Yu­karıdaki haberden, Ebû Katâde'nin (veya Katâde'nin) de bu görüşte olduğu anlaşılabilir. Mükâteb'in velâ'sı, efendisine aittir. Velâ hu­susunda, azadlığın bir bedel karşılığında olmasıyla olmaması ara­sında bir fark yoktur. Bazı âlimlerin bir kısım azadlık durumları için farklı içtihadlan bulunmakla beraber, âlimelerin çoğuna göre velâ hakkı her durumda mevlânındır.[378]

 

49. Köle Kadınla Evlenen Hür Erkek Hakkında

 

3139. “Bize Yezid b. Hârûn rivayet edip (dedi ki), bize Yahya, Saîd'den (naklen) rivayet etti ki,” Hz. Ömer şöyle demiş:

"Hangi hür erkek, köle bir kadınla evlenirse, yarısını köle edinmiş olur. Hangi köle erkek de hür bir kadınla evlenirse, o da yarısını âzâd etmiş olur!"

Ebû Muhammed (ed-Dârimî) dedi ki: (Hz. Ömer, "yarı" ke­limesiyle) çocuğu kastediyor.[379]

 

Açıklama

 

Hür bir erkek kendi cariyesiyle, hür bir kadın da kendi kölesiyle evlenemez. Hür bir erkek başkasının cariyesiyle evlenebilir. Bu du­rumda bu cariyeden doğacak çocuğu, cariyenin efendisinin kölesi olur. Çünkü cariyeden doğan çocuklar, neseb hususunda babalarına, kölelik ve azadlık hususlarında annelerine tabi olurlar.

Binaenaleyh, hür bir kadınla evlenen kölenin bu kadından olacak çocuğu ise hür olacaktır. Burada ekleyelim ki, hür erkeğin kendi ca­riyesinden olacak çocuğu da hür olur.[380]

 

50. Vela'nın (Hükmi Akrabalığın) Mirası

 

3140. “Bize Ahmed b. Abdillah rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Şihâb, eş-Şeybani'den, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) ri­vayet etti ki;”

O, bir kadınla evlenen, sonra kendisinden bir çocuğu olduğu halde onu boşayan köle hakkında şöyle dedi:

"Eğer (çocuğun annesi) hür ise, (çocuğun) nafakası annesine düşer. Eğer o (yani bebek) köle ise, (nafakası) mevlâlarına düşer.[381]

3141. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Huşeym rivayet edip (dedi ki), bize Zekeriyya, Amir'den (nak­len) rivayet etti ki... (HA: (Dârimî dedi ki), bize Cerir de Muğîre'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki); onlar (yani Amir ile ibrahim) şöyle dediler:”

"(Birkaç kişinin ortak kölesi olup da bunlar tarafından âzâd edilen kimsenin) velâ'sı ilk önce âzâd edene aittir."[382]

 

51. İki Kişi Arasında Ortak Olup da Bunlardan Birinin, Payını Âzâd Ettiği Köle Hakkında

 

3142. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Huşeym rivayet edip (dedi ki), bize Yunus, el-Hasan'dan (naklen) haber verdi ki... (HA: (Dârimî dedi ki), bize Cerir Ebân b. Teğlib'den, (O da) el-Hakem'den (naklen) ve Ebû Nuaym da ri­vayet ettiler ki), onlar (yani el-Hasan ile el-Hakem) şöyle dediler:”

"(İki kişinin ortak bir kölesi olur da bunlardan biri payını âzâd et­tiğinde, payını âzâd eden efendi, ortağının payını ödemeyi de) üst­lenirse, velâ ona ait olur. Eğer, (diğer efendinin payını ödemek için) kölenin çalışıp kazanç sağlaması istenirse, velâ (efendiler) arasında ortak olur."[383]

3143. “Bize Ya'lâ ve ibrahim rivayet edip şöyle dediler: Bize Zekeriyya, Amir'den rivayet etti ki;”

O, iki kişi arasında ortak olup da bunlardan birinin payını âzâd etmiş olduğu köle hakkında şöyle demiş:

"(Payını âzâd eden, ortağının payının bedelini de öde­yerek kölenin) azadlığını tamamlar. Şayet (payını âzâd edenin, or­tağının payını ödeyecek) malı yoksa âdil bir fiyatla (ortağın) yarı pa­yını ödemesi için kölenin çalışıp kazanç sağlaması istenir. Velâ da âzâd edene ait olur!"[384]

3144. “Bize Hârûn b. Muaviye, Ebû Süfyân el-Ma'meri'den, (O) Ma'mer'den, (O) İbn Tâvûs'tan, (O da) babasından (nak­len) rivayet etti ki;”

O, iki kişi arasında ortak olup da bunlardan bi­rinin payını âzâd ettiği, diğerinin (âzâd etmeyip) tuttuğu köle hakkında şöyle dedi:

"Mirası ikisinin arasında ortaktır!"[385]

3145. “Bize Hârûn, Ebû Süfyân'dan, (O) Ma'mer'den, (O da) ez-Zühri'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi: "(Bir önceki haberde sözü geçen kölenin) mirası (ondaki payım âzâd etmeyip) tutan (ortağa) aittir!" Katâde ise şöyle demiştir:

"Onun (mirası) ta­mamını âzâd edene aittir. (Diğer ortağının payının) bedeleni (öde­mek) de ona düşer. Kûfeli âlimler de bu görüşü benimsiyorlar!"[386]

 

52. Velâ'dan Kadınlara Ait Olanlar

 

3146. “Bize Ya'lâ b. Ubeyd rivayet edip (dedi ki), bize Abdulmelik, Atâ'dan rivayet etti ki,”

O'na, ölen ve geriye, oğulları ve kızları bulunan mükâteb bir köle bırakan adam hakkında; (bu mükâtebin) velasından (ölenin) hanımlarına birşey var mıdır? Diye sorulmuş da, O şöyle cevap vermiş:

"Hanımları, (bu mükâtebin) üze­rine mükâteblikten dolayı düşen borca mirasçı olurlar. Vela, ka­dınların mükâteblik anlaşması yaptılan veya âzâd ettikleri şeyler dı­şında, kadınlara değil, erkeklere ait olur!"[387]

 3147. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Şerîk, Leys'ten, (O da) Tâvûs'tan (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Kadınlar veladan sadece âzâd ettikleri şeye veya âzâd ettikleri kim­selerin âzâd ettiği şeye mirasçı olurlar!"[388]

3148. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Süfyân, Ma'mer'den, (O da) Yahya b. Ebi Kesir'den (naklen) ri­vayet etti ki;” O şöyle dedi:

Bir adam ölmüş ve geriye mükâteb bir köle bırakmış. Sonra bu mükâteb de ölmüş ve geriye bir miktar mal bırakmış. O zaman İbnu'l-Müseyyeb ile Ebû Seleme b. Abdirrahman, bu (kölenin) mükâtebliğinden geriye kalan miktarı efendisinin erkek ve kız çocuklarına mirastaki paylarına göre taksim etmiş. Mükâteblik (bedelinin ödenmesinden sonra) artan malı ise, efen­disinin kız çocuklarına değil, sadece erkek çocuklarına ait kılmış![389]

3149. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Abdüsselam b. Harb, el-A'meş'ten, (O) İbrahim'den, (O da) Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Zeyd'den (naklen) rivayet etti ki,” onlar;

"Velâ hakkı en yakınındır" dediler. Onlar kadınları velâ'dan da sa­dece âzâd ettikleri veya mükâteblik andlaşması yaptıkları şeye mi­rasçı kılarlardı.[390]

3150. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize İs­mail b. ibrahim, Halid'den, (O da) Ebû Kılâbe'den (naklen) rivayet etti ki.... (HA: (Dârimî dedi ki); bize İbn Vehb Yunûs'tan, (O) ez-Zühri'den, (O da) Saîd İbnu'l-Müseyyeb'den (naklen) ri­vayet etti ki...)[391] (HA: (Dârimî dedi ki); bize İbn Ebi'z-Zinâd babasından, (O da) Süleyman b. Yesâr'dan (naklen) rivayet etti ki); onlar (yani Ebû Kılâbe, Saîd ve Süleyman) şöyle dediler: "Kadınlar velâ'dan sadece âzâd ettileri veya mükâteblik andlaşması yaptıkları şeye mirasçı olurlar!"[392]

3151. “Bize Muhammed b. İsa, Muaz'dan, (O) el-Eş'as'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Kadınlar velâ'dan sadece âzâd ettikleri veya âzâd ettikleri kimselerin âzâd et­tiği şeye mirasçı olurlar; fakat lânetleşen kadın hariç! Çünkü o, ba­basının kendisine ait olmadığını söylediği çocuğunun âzâd ettiği kim­seye mirasçı olur."[393]

3152. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize İbn Vehb, Yunûs'tan, (O) ez-Zühri'den, (O) Salim'den, (O da) ba­basından (naklen) rivayet etti ki;”

Hz. Ömer'in azadlılarına, Hz. Ömer'in kızları değil, sadece o (yani Salim'in babası İbn Ömer) mi­rasçı olurdu.[394]

3153. “Bize Amr b. Avn, Halid b. Abdillah'tan, (O)   Halid el-Hazza'dan, (O da) Ebû Kılâbe'den (naklen) haber verdi ki;”

O, ölen ve geriye oğullarını bırakan, onların da malını ve azadlılarını miras aldıkları, sonra da oğullarının öldüğü kadın hakkında şöyle dedi:

"Velâ hakkı, kadının asabesine döner!"[395]

3154. “Bize Ubeydullah, İsrail'den, (O da) Mansur'dan (nak­len) rivayet etti ki;” O şöyle demiş:

Ben İbrahim'e; bir kölesiyle mükâtebe sözleşmesi yapan, sonra ölen ve geriye erkek, kız çocuklar bırakan bir adamın durumunu sordum da, O şöyle cevap verdi:

"(Velâ hakkı) kızlara değil, sadece erkeklere aittir!"[396]

3155. “Bize Ebu'n-Nu'man rivayet edip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize Yunus, el-Hasan'dan rivayet etti ki;”

 O, ölen ve geriye azadlı bırakan kadın hakkında şöyle derdi:

"Velâ hakkı oğullarına aittir. Onlar ölünce (velâ), kadının asa­besine döner."[397]

3156. “Bize Saîd b. Âmir rivayet edip (dedi ki), bize Şu'be, Muğîre'den, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi ki;” O şöyle dedi:

"Kendilerinin bizzat âzâd ettiklerinin dışında, veladan kadınlara hiçbir şey yoktur."[398]

3157. “Bize Saîd b. Âmir, İbn Avn'dan, (O da) Muhammed'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi: Ömer'in bir azadlısı ölmüştü de Ömer'in oğlu (Abdullah), Zeyd b. Sabit'e sorup;

"Bu (azadlının) mirasından Ömer'in kızlarına birşey var mı?" demişti. O da şöyle cevap vermişti:

"Onlar için birşey olacağı görüşünde değilim. (Ama) onlara (birşey) vermeyi dilersen, verebilirsin!"[399]

3158. “Bize Abdullah b. Saîd rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Usâme, Hişam'dan, (O da) basından (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Velâ'yı, mirası elde eden kimse elde eder!"[400]

 

Açıklama

 

Bir köleyi âzâd eden kimsenin, kadın olsun erkek olsun, o azadlının velâ hakkına sahip olacağı hususunda ihtilaf yoktur.

Velâ hakkına sahip olan kimsenin ölmesi halinde velâ hakkının ("mevlâlık"ın) kime geçeceği meselesine gelince, bu hususta âlimlerin cumhuru, velâ hakkının, ölen mevlânm sadece "binefsihi asabe"sinden olan kimselerin en yakınma geçeceği görüşündedirler. Binaenaleyh, ölen mevlânm kadın akrabaları velâ'dan birşey ala­mazlar. Çünkü velâ'da (hükmi akrabalıkta) yardımlaşma manası vardır.

Bazı durumlarda azadlıya yardıma ise ölen mevlânın baba ta­rafından erkek akrabaları katılırlar: Nitekim azadh hatâen bir ci­nayet işlediğinde, gereken diyeti, kendi "âkılesi" (yani baba ta­rafından erkek akrabaları, aşireti ve saire) ile birlikte mevlâsı öder.

Bu durumda yukarıdaki sözü, Beyhaki'nin dediği gibi,[401] "Velâ'yı, farz sahipleri paylarını aldıktan sonra veya farz sahibi bu­lunmadığında mirasın tamamını alan kimse, yani asabe alır" şek­linde anlamak mümkündür.[402]

 

3159. “Bize Abdullah b. Saîd rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Halid rivayet edip (dedi ki), bize Yahya, Ebû Bekir b. Amr b. Hazm'dan (naklen) rivayet etti ki,”

Muharib kabilesinden bir kadın, kölesinin velâ'ını Abdurrahman b. Amr b. Hazm'a bağışlamış. Derken (kadın) ölmüş. Bunun üzerine (kadının akrabası olan) mevlâlar Hz. Osman'a dava etmişler. Hz. Osman da, (azadlı köleden) söylemiş olduğu şeye dair delil istemiş. (Ravi sözüne devamla) dedi ki: O da delil getirmiş. O zaman Hz. Osman ona; "git de dilediğin kimse ile mevlâlık (hükmi akrabalık) bağı kur" demiş.

(Bu olayı nakleden) Ebû Bekir dedi ki:

"O da Abdurrahman b. Amr b. Hazm ile mevlâlık bağı kurmuş."[403]

 

53. Velâ'nın Satılması

 

3160. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize Süfyân, Abdullah b. Dinar'dan, (O da) İbn Ömer'den (naklen) rivayet etti ki,” O şöyle dedi:

"Rasulullah (Saüaüahu Aleyhi ve Sellem), velâ'nın satılmasını ve bağışlanmasını yasakladı."[404]

3161. “Bize Müslim rivayet edip (dedi ki), bize Şu'be rivayet edip (dedi ki), bize Abdullah b. Dinar, İbn Ömer'den (naklen) rivayet etti ki,”

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), velâ'nın sa­tılmasını ve bağışlanmasını yasaklamıştı.[405]

3162. “Bize Ya'lâ rivayet edip (dedi ki), bize Abdulmelik, Atadan rivayet etti ki;” O şöyle demiş:

Ben İbn Abbas'ı şöyle der­ken işittim:

"Velâ ne satılır, ne bağışlanır. Velâ, âzâd eden kimseye aittir!"[406]

3163. “Bize Ca'fer b. Avn, Saîd'den, (O) Ebû Ma'şer'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi: Abdullah dedi ki;

"Velâ, neseb akrabalığı gibi bir akrabalıktır. O ne satılır, ne bağışlanır!"[407]

3164. “Bize Müslim rivayet edip (dedi ki), bize Hemmâm ri­vayet edip (dedi ki), bize Katâde, el-Hasan ile Saîd İbnu'l-Müseyyeb'den rivayet etti ki;”

Onlar, velâ'nın satılmasını mekruh görmüşlerdi.[408]

3165. “Bize Abdullah b. Saîd rivayet edip (dedi ki), bize İbn İdris, İbn Cüreyc'den, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi: İbn Abbas dedi ki:

"Velâ satılmaz. Bir adamın boy­nundan iki defa kazanç sağlanır mı?"[409]

 

Açıklama

 

Bu hadis ve haberler, velâ'nm satılmasının veya hibe edilmesinin caiz olmadığını göstermektedir. Çünkü velâ (hükmi akrabalık), neseb akrabalığı gibidir. Akrabalık bağı satılamayacağı veya hibe edi­lemeyeceği gibi, velâ da satılamaz, hibe edilemez. Alimlerin cumhuru da bu görüştedir. Ancak, Hz. Osman'ın (Radıyallahu Anh), velâ'nın sa­tışının; Hz. Meymûne (Radıyallahu Anha) İle İbn Abbas'ın (Radıyallahu Anh) da velanın hibesinin caiz olduğu içtihadında bulundukları nak­ledilmektedir Bu durumda onlar Hz. Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Selem) ilgili hadisini ya duymamışlardı, veya duymuşlar da, "bazı velaların satış ve hibesi yasaklanmıştır", "velâ'nın satış ve hibesi bazı durumlarda yasaklanmıştır" gibi bir manada anlamışlardı.[410]

 

54. Miras Paylarının Ortak Paydadan Fazla Olması (Avl) Hakkında

 

3166. “Bize Muhammed b. Yunus rivayet edip (dedi ki), bize Süfyân, İbn Cüreyc'den, (O) Atâ'dan, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"(Kur'an'da belirlenmiş) miras payları altıdan ibarettir. Biz onları "avl" ettirmeyiz (art­tırmayız)!"[411]

 

Açıklama

 

Kur'an-ı Kerim'de belirlenmiş miras payları; “nısf” (yarım), "rub1" (dörtte bir), "sülüs" (üçte bir), "sülüsân" (üçte iki), "südüs" (altıda bir), ve "sümün" (sekizde bir) olmak üzere altı çeşittir. Bu "muayyen payları" kimin, hangi durumlarda alacağı Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Şerife'de ayrıca tesbit edilmiştir. Diğer taraftan, miras taksimlerinde bazan payların toplamı ortak paydadan fazla çıkabilmektedir. "Avl" denilen böyle durumlarda mirasın taksimi, âlimlerin cumhuruna göre, ortak paydaya göre değil, paylara göre yapılır. Çünkü muayyen pay sahibi mirasçılar (ashab-ı ferâiz) arasında bir tercih yapma imkânı yoktur. Taksimin bu şekilde yapılması halinde ise, ashab-ı ferâizin nassla belirlenmiş payları belli oranlarda azalır ve böylece yeni pay miktarları ortaya çıkar. İbn Abbas (Radıyallahu Anh) bu hu­susta farklı bir ictihadda bulunmuş ve yukarıdaki sözünden de an­laşıldığı gibi, avl durumunda taksimin paylara göre yapılması usûlünü benimsememiştir. Ona göre böyle bir durumda ashab-ı ferâizden yakınlığı daha kuvvetli olanlar tercih edilmeli ve noksan kalan kısım, her zaman muayyen pay sahibi olmayan, bazan gayr-i muayyen pay sahibi olabilen, yani bazı durumlarda ashab-ı feraizden, bazı durumlarda da asabelerden olabilen mirasçılara tahsis edilmelidir. Ancak İbn Abbas'm (Radıyallahu Anh) bu içtihadı kabul görmemiştir.[412]

 

3167. “Bize Muhammed b. İmran, Muâviye b. Meysere'den, (O) Şureyh'ten, (O da) Eyyub İbnu'l-Hâris'ten (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

(Kadı) Şureyh'e iki kız ile ana-baba ve kocanın miras meselesi hakkında dava götürülmüş, O da bu hususta hüküm vermişti. Sonra bu koca, camide (Şureyh'ten) şikayetlenmeye baş­lamıştı. Bunun üzerine Abdullah b. Rabah adam gönderip onu ya­kalatmış, Şureyh'e de (gelmesi için) haber salmıştı. (Şureyh gelince);

"Bu (adam hakkında) ne dersin?" demiş, O da şöyle cevap vermişti:

"Bu beni zalim bir kişi zannediyor. Ben de onu, şikayetini açığa vuran ve yaygın bir hükmü gizleyen günahkâr biri sanıyorum!" O zaman adam (yani şikâyetçi koca) O'na;

"İki kız, ana-baba ve kocanın (miras payları) hakkında ne dersin?" diye sormuş, O da;

"Malın hep­sinin dörtte biri kocanındır. Ana-babaya altıda iki pay vardır. Kalan ise kızındır" karşılığını vermişti. (Bunun üzerine adam);

"Öyleyse bana neden noksan verdin?" demiş, (Kadı Şureyh de) şöyle cevap ver­mişti:

"Sana ben noksan vermedin. Sana Allah noksan verdi: Üçte iki pay iki kızın, altıda iki pay ana-babanın, dörtte bir pay kocanındır. Böylece (bu mesele) yedi buçuk paydan ibaret olur. Yani senin miras meselen, artıktır (yani payları ortak paydadan çoktur)."[413]

 

Açıklama

 

Bu miras meselesinde koca, kendisine dörtte birden az pay ve­rildiği için şikayetçi olmuştur. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de, çocuğu olan kadınların mirasının dörtte birinin kocalarına ait olacağı açık­lanmaktadır.[414] Ancak burada kocanın payının azalması -ki, diğer paylar da belli oranlarda azalmıştır-; mirasın, paylarının ortak paydadan, ("mahreç"den) fazla olması ("avl") sebebiyle,  paylara göre taksim edilmesinden ortaya çıkmaktadır. Daha önce de işaret edil­diği gibi, "avl" durumlarında mirasın taksimi âlimlerin cumhuruna göre böyle yapılır. Çünkü ashab-ı ferâiz arasında tercih yapıp mi­rastan bir kısmına pay verme, diğerlerine vermeme imkânı yoktur. Yukarıdaki meselenin matematik izahı şöyledir:

2/3 + 2/6 + 1/4 = 8+4+3/12 = 15/12 = 7,5/6. [415]

 

55. Vela'yı (Kendi Tarafına) Çekme ('Cerru'l-Vela') Hakkı

 

3168. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) Eş'as'tan, (O) eş-Şa'bi'den, (O da) Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Zeyd'den (naklen) rivayet etti ki,” onlar şöyle dediler:

"Baba, ço­cuğunun velâ'sını (kendi tarafına) çeker."[416]

3169. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) Eş'as'tan, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Dede (torununun) velâ'sını (kendi tarafına) çeker."[417]

3170. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) Eş'as'tan, (O) İbn Sîrîn'den, (O da) Şureyh'ten (naklen) ri­vayet etti ki;” O şöyle dedi:

"Baba çocuğunun velâ'sını (kendi tarafına) çeker."[418]

3171. “Bize Ebû Nuaym. rivayet edip (dedi ki), bize Zekeriyya, Amir'den (naklen) rivayet etti ki,”

Ona; hür babası ve hür bir kadından oğulları var iken ölen bir kölenin çocuklarının velâ'sının kime ait olduğu (sorulmuş), O da;

"Dedenin mevlâlarına aittir" cevabını vermiştir.[419]

3172. “Bize Ebû Nuaym rivayet edip (dedi ki), bize İsrail, Muğîre'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;”

O, mükâteblik bedelinin yansını ödemiş ve hür bir kadından bir çocuğa sahip iken ölen mükâteb köle hakkında şöyle dedi:

"Ben onun mut­laka çocuğunun velâ'sını (kendi tarafına) çektiği görüşündeyim!"[420]

3173. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Şu'be, el-Hakem'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Şureyh, vermiş olduğu bir hükümden geri dönmezdi. Derken el-Esved O'na nakletmişti ki, Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) şöyle demiş:

"Köle erkek, hür kadınla evlenip de (bu kadın ondan) hür ço­cuklar doğurduğunda, daha sonra da (baba olan bu köle) âzâd ol­duğunda, (çocukların) velâ'sı babalarının mevlâlanna döner!" Bunun üzerine Şureyh (bu meselede daha önce vermiş olduğu hükümden dönüp) bu hükmü kabul etmişti.[421]

3174. “Bize Ya'lâ, el-A'meş'ten, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Hz. Ömer demiş ki;

"Nikâhı altında hür bir kadın bulunan kölenin (bu kadından olacak) çocuğu, annesinin azadlığı sebebiyle âzâd olur. Sonra baba âzâd olunca, (bu çocuğun) velâ'sını (kendi tarafina) çeker."[422]

3175. “Bize Müslim rivayet edip (dedi ki), bize Abdulvaris, Kesir b. Şmzır'den, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti ki;”

O, kölenin nikahında bulunan hür kadın hakkında şöyle dedi:

"(Bu ka­dının) ondan, köle iken doğurduğu çocuklara gelince, onların velâ'sı kadının nimet sahiplerine aittir", ondan, hür iken doğurduklarına gelince, onların velâ'sı ise kocanın nimet sahiplerine (yani mevlalarına) aittir.[423]

3176. “Bize Ca'fer b. Avn, el-A'meş'ten, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Hz. Ömer demiş ki: Hür kadın, kölenin nikâhı altında olup da ondan bir oğlan doğurduğunda, bu (oğlan), annesinin azadhğı sebebiyle âzâd olur; velâ'sı da an­nesinin mevlalarına ait olur. Daha sonra (baba olan) köle âzâd edil­diğinde, (çocuğun) velâ'sı babasının mevlalarına çekilir!"[424]

3177. “Bize el-Hakem İbnu'l-Mübarek rivayet edip (dedi ki), bize Muhammed b. Seleme, İbn İshak'tan, (O) el-Alâ b. Abdirrahman'dan, (O da) babasından (naklen) rivayet etti ki;” O şöyle dedi:

Annem, Hurka kabilesinin bir azadlısı idi. Babam Yakûb ise Malik b. Evs İbni'l-Hadesan'ın mükâteb bir kölesi idi. Sonra babam mükâteblik bedelini ödeyip (âzâd olmuştu). Derken birgün (annemin mevlâsı olan) Hurka'lı, Hz. Osman'ın huzuruna girip benim için hak -yani maaş- istemişti. Hz. Osman'ın yanında da Malik b. Evs vardı. O zaman (Malik);

"Bu benim azadlımdır" demiş ve ikisi Hz. Osman'a davalaşmışlardı. O da onu (yani azadlı için ve­rilecek maaşı) Hurka'hya hükmetmişti.[425]

 

Açıklama

 

Bir mevlâya ait olan velâ hakkını ortaya çıkan bir durumdan do­layı başka bir mevlâya çekmeye/nakletmeye "cerru'1-velâ" denir. Azadlık velâ'sı ("velâu'l-ataka", "velâu'n-ni'met"), bu şekilde bir kim­seden başkasına geçebilir. Şöyle ki; bir köle ile evli olan bir cariye, mevlâsı tarafından âzâd edilse, çocukları da âzâd olmuş olur. Bu azadlı anne ile onun hem köle iken, hem de âzâd olduktan sonra doğan çocuklarının velâ'sı ise annenin mevlâsına ait olur. Daha sonra köle olan baba da âzâd edilse, o zaman, azadlı hanımının kö­lelikten kurtulduktan sonra doğurduğu çocuklarının velâ'sı annenin mevlâsından babanın mevlâsına geçer. Çünkü velâ, neseb gibidir. Nesebde ise baba tarafi asıldır. Bu sebeple çocuklar velâ hususunda, bir engel bulunmadığı sürece, babalarına tabi olurlar.

Annenin köle iken doğurduğu çocukların velâ'sı ise, baba âzâd edildiğinde de yine annenin mevlâsında kalır. Çünkü onların velâ'sı, azadlı annenin mevlâsı için sabit olmuş bulunmaktadır. Artık baş­kasına geçemez. Yukarıdaki haberde böyle bir durum söz konusudur.[426]

 

56. Hiçbir Mirasçı Bırakmayarak Ölen Adam

 

3178. “Bize Abdullah b. Yezid rivayet edip (dedi ki), bize Hayve rivayet edip (dedi ki),”

Bana Sehm b. Yezid el-Hamravi haber verdi ki, bir adam hiçbir mirasçı bırakmayarak ölmüştü de, kendisi onun hakkında, Halife olan Ömer b. Abdilaziz'e mektup yaz­mıştı. O da;

"Mirasını, maaşı kendileriyle birlikte almış olduğu kim­selere bölüştürün" diye cevap yazmıştı. Bunun üzerine kendisi de onun mirasını, kâhyalığında maaşı kendileriyle birlikte almış olduğu kimselere dağıtmıştı.[427]

 

Açıklama

 

Hiçbir mirasçısı bulunmayan kimsenin mirası, âlimlerin cum­huruna göre, beytü'l-mal'e kalır. Şevkâni (Rahmetullahi Aleyh), ilgili bazı hadislerden, bir mirasçısı bulunmayan kimsenin mirasının, hemşehrilerinden birine verilebileceği neticesini çıkarmıştır.[428]

Yukarıdaki haberde Halife Ömer b. Abdilaziz'in (Rahmetullahi Aleyh) de buna benzer bir tassarrufta bulunduğu görülmektedir.[429]

 

 



[1] İbn Ebi Şeybe, 11/236; Sunenu Saîd, 1/25, Beyhaki, 6/209; Kenzu'l-Ummâl, 10/252., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/128

[2] İbn Ebı Şeybe, 10/459,11/234; Sünenu Saîd, 1/28; Beyhaki, 6/209; Kenzu'l-Ummâl, 11/24., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/128

[3] Beyhaki, 6/211: Kenzul-Ummâl, 13/33-34., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/129

[4] Bkz. İbn Mace, Ferâiz, 1(2/908); Dârekutnî, 4/67; Müstedrek, 4/332.

[5] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/129

[6] İbn Ebi Şeybe, 11/235; Mecmâu'z-Zevâid, 4/224 (Taberani'den, Senedi muhkatı'dır). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/130

[7] ibn Ebi Şeybe, 11/234., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/130

[8] İbn Ebi Şeybe, 11/236; Beyhaki, 6/209., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/130

[9] Beyhaki, 6/209., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/131

[10] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/131

[11] İbn Ebi Şeybe, 11/233; Sunenu Saîd, 1/28, Beyhaki, 6/209; Bu haberin senedi, Ebu Ubeyde’nin, babası Abdullah'tan sema'ı (Hadis Öğrenimi) olmadığı için munkatı'dır. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/131-132

[12] İbn Ebi Şeybe, 11/234; Sünenu Saîd, 1/96., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/128-132

[13] Bkz. 2533. Hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/133

[14] Kenzu'l-Ummâl, 6/207. Bkz. 2866. Hadis.

[15] Bu haberi başka bir kitapta bulamadık. Kenzu'1-Ummâl'de (bkz. 6/195) buna benzer bir haber Darimi'ye, Amr b. Şuayb'ın merfu' rivayeti olarak nisbet edilmektedir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/134

[16] Mecmâu'z-Zevâid, 1/97 (Taberani ve Bezzar'dan); Kenzu'l-Ummâl, 6/191, 195, 196., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/134

[17] îbn Mace, Hudûd, 36(2/870); Müsned, 1/318, 328., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/132-135

[18] Bkz. 2875. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/135

[19] Miras meselelerini topluca ve ayrıntılı olarak görmek için bkz. Istılahat-ı Fıkhıyye Ka­musu, 5/207; İslam Hukukunda Ferâiz ve İntikal, Ali Himmet Berki, sadeleştiren: irfan Yücel, Ankara, 1986, s. 218; Mukayeseli İslam Miras Hukuku, Prof. Dr. Hamza Aktan, İstanbul 1991-

[20] Bkz. Nisa: 4/12.

[21] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/135-137

[22] Beyhaki, 6/228. Bkz. 2870. ve 2873. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/137

[23] İbn Ebi Şeybe 11/238; Sünenu Saîd, 1/38; Beyhaki, 6/228; Musannaf, 10/252., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/138

[24] Bir önceki habere bakınız. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/138

[25] Sünenu Saîd, 1/39., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/138

[26] İbn Ebi Şeybe, 11/238; Musannaf, 10/254. Bkz. 2869. ve 2876. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/139

[27] İbn Ebi Şeybe, 11/238; Sünenu Saîd, 1/39. Bkz. 2880. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/139

[28] İbn Ebi Şeybe, 11/239, 241; Sünenu Saîd, 1/37, 38; Musannaf, 10/253; Beyhaki, 6/228. Bkz. 2868. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/139

[29] Sünenu Saîd, 1/38; Musannaf, 10/253. Bkz. 2869. ve 2873. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/140

[30] İbn Ebi Şeybe, 11/241; Musannaf, 10/253., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/140

[31] İbn Ebi Şeybe, 11/243; Musannaf, 10/254; Beyhaki, 6/228., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/140

[32] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/141

[33] Îbn Abbas'ın görüşü için 2881. habere bakınız. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/141

[34] Sünenu Saîd, 1/39; Beyhaki, 6/228; Muhallâ, 10/326. Hz. Ali'nin bu meselede alimlerin çoğunluğu ile aynı görüşte olduğunu belirten haberler de vardır. (Bkz. 2874 haber) İbn Hazm bu haberlerin sahih olmadığını söylemektedir. Bkz. Muhallâ, 10/326., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/142

[35] ibn Ebi Şeybe, 11/240; Musannaf, 10/253; Beyhaki, 6/228. Bkz. 2879 haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/135142

[36] İbn Ebi Şeybe, 11/243; Musannaf, 10/255; Buhari, Ferâiz, 6(8/6); Beyhaki, 6/233; Saîd, 1/42., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/143

[37] İbn Ebi Şeybe, 11/243-244; Sünenu Saîd, 1/43; Beyhaki, 6/233., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/143

[38] Bkz. el-Muhallâ, 10/319., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/143-144

[39] Nisa: 4/11.

[40] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/142-144

[41] İbn Ebi Şeybe, 11/255-256; Musannaf, 10/251; Sunenu Saîd, 1/40; Beyhaki, 6/256., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/145

[42] İbn Ebi Şeybe, 11/258; Musannaf, 10/251; Beyhaki, 6/257., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/145

[43] İbn Ebi Şeybe, 11/256; Sunenu Saîd, 1/40-41; Musannaf, 10/251; Beyhaki, 6/255., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/145

[44] Şahidleri için bkz. Sünenu Saîd, 1/41; Beyhaki, 6/256., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/146

[45] Şahidleri için bkz. İbn Ebi Şeybe, 11/257; Sünenu Saîd 1/41., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/146

[46] Bkz. 651. ve 2885. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/146

[47] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/144-147

[48] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/148

[49] İbn Ebi Şeybe, 11/250; Sünenu Saîd, 1/63; Musannaf,   10/287; Beyhaki, 6/240; Dârekutnî, 4/87., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/148-149

[50] Bkz. İbn Ebi Şeybe, 11/251; Sünenu Saîd, 1/64; Beyhaki 6/239; Buhari, Ferâiz, 15(8/8).

[51] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/147/149-150

[52] Buhari, Ferâiz, 8(8/6); Ebu Davud, Ferâiz, 4(3/120); Tirmizi, Ferâiz, 4(4/415); İbn Mace, Ferâiz, 2(2/909); Müsned, 1/389, 440; İbn Ebi Şeybe, 11/246, Musannaf, 10/257; Beyhaki, 6/229, 230., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/150-151

[53] İbn Ebi Şeybe, 11/247-248; Sünenu Saîd, 1/39.

[54] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/151-152

[55] İbn Ebi Şeybe, 11/247., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/152

[56] Nisa: 4/176.

[57] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/152-153

[58] İbn Ebi Şeybe, 11/246-247; Musannaf, 10/251-252; Beyhaki, 6/230., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/153

[59] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/154

[60] İbn Ebi Şeybe, 117249; Musannaf, 10/258 (Maktu' olarak). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/154

[61] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/154-155

[62] İbn Ebi Şeybe, 11/248; Musannaf, 10/252. Bkz. 2894. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/155

[63] Bkz. Musannaf, 10/258-259; İbn Ebi Şeybe, 11/283.

[64] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/156

[65] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/151-156

[66] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/157

[67] Beyhaki. 6/223, Hz. Ali ve Zeyd ile Abdullah'ın haberlerinin ayrı ayrı rivayetleri için bakınız. İbni Ebi Şeybe11/270-272; Sunenu Saîd, 1/67; Musannaf, 10/279-280., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/157

[68] Bkz. 2991. ve sonraki haberler.

[69] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/157-158

[70] Beyhaki, 6/245, İbn Ebi Şeybe, 11/320., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/159

[71] Musannaf, 10/262; İbn Ebi Şeybe, 11/318; Beyhaki, 6/245., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/159

[72] İbn Ebi Şeybe, 11/319., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/160

[73] İbn Ebi Şeybe, 11/319; Sünenu Saîd, 1/48; Musannaf, 10/263; Beyhaki, 6/245-246., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/160

[74] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/159/160-161

[75] Sadece Ebu Saîd'in rivayeti için bkz. İbn Ebi Şeybe, 11/288; Sünenu Saîd, 1/45; Bey­haki, 6/246. İkrime'nin rivayeti için 2912. ve 2913. haberlere bakınız. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/161

[76] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/162

[77] İbn Ebi Şeybe, 11/288., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/162

[78] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/162

[79] Sünenu Saîd, 1/45; Beyhaki, 6/246; Darekunti, 4/92., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/163

[80] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/163

[81] Sünenu Saîd, 1/45., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/163-164

[82] Buharı, Ferâiz, 9(8/7); Beyhaki, 6/246., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/164

[83] Ibn Ebi Şeybe, 11/288-289; Sünenu Saîd, 1/46; Musannaf, 10/263; Beyhaki, 6/246., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/164

[84] Sünenu Saîd, 1/46., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/161-165

[85] Musannaf, 10/261., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/165

[86] Beyhaki, 6/247., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/165-166

[87] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/166

[88] Musannaf, 10/266-267., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/166

[89] Musannaf, 10/263; Beyhaki, 6/246., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/165-167

[90] Bkz. İbn Ebi Şeybe, 11/293; Beyhaki, 6/249., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/167-168

[91] İbn Ebi Şeybe, 11/293., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/168

[92] İbn Ebi Şeybe, 11/293; Beyhaki, 6/249. Bkz. 2924. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/168

[93] Bkz. 2925. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/169

[94] Bkz. 2922. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/169

[95] Bkz. 2923. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/169

[96] İbn Ebi Şeybe, 11/298-299; Musannaf, 10/268; Beyhaki, 6/249., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/170

[97] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/167170

[98] Bkz. A'raf: 7/26- 27-31- 35.

[99] İbn Ebi Şeybe, 11/289; Beyhaki, 6/246., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/171

[100] Bkz. Sünenu Saîd, 1/47., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/171

[101] İbn Ebi Şeybe, 11/289-290; Musannaf, 10/264; Sünenu Saîd, 1/46; Beyhaki, 6/246., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/171-172

[102] İbn Ebi Şeybe, 11/308; Musannaf, 10/270.

[103] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/172-173

[104] İbn Ebi Şeybe, 11/294-295; Beyhaki, 6050-260- İbn Ebi Şeybe, 11/294., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/174

[105] İbn Ebi Şeybe, 11/294., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/174

[106] İbn Ebi Şeybe, 11/319-320; Musannaf, 10/261., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/173/174-175

[107] İbn Ebi Şeybe, 11/301., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/175

[108] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/175-176

[109] Sünemi Saîd, 1/57, 59; İbn Ebi Şeybe, 11/331; Musannaf, 10/277; Merâsil, s. 261., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/176-177

[110] İbn Ebi Şeybe, 11/321; İbn Mace, Ferâiz, 4(2/910); Beyhaki, 6/234. Seneddeki Leys, zayıf ve mudellistir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/177

[111] İbn Ebi Şeybe, 11/331; Sünenu Saîd, 1/56., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/177

[112] İbn Ebi Şeybe, 11/322; Sünenu Saîd, 1/54; Musannaf, 10/273; Beyhaki, 6/236. Bu Hadis mürseldir. Bkz. Merasil, s. 260., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/178

[113] Bkz. Sünenu Saîd, 1/57; İbn Ebi Şeybe, 11/332., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/178

[114] Sünenu Saîd, 1/56; Beyhaki, 6/236., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/178

[115] İbn Ebi Şeybe, 11/331; Sünenu Saîd, 1/58; Beyhaki, 6/226., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/179

[116] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/176-179

[117] Ebu Davud, Ferâiz, 5(3/121); Tirmizi, Ferâiz, 10(4/419-420); İbn Mace, Ferâiz, 4(2/ t 910); Muvatta, Ferâiz, 4(2/513); Müsned, 4/225; Müstedrek, 4/338; Dârekutnî, 4/94; Munteka, 3/223; Sünemi Saîd, 1/54-55; Musannaf, 10/274; İbn Ebi Şeybe, 11/320-321; Beyhaki, 6/234. Bu Hadisin bütün senedleri munkatı'dır. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/180-181

[118] İbn Ebi Şeybe, 11/329; Sünenu Saîd, 1/55-56; Musannaf, 10/277; Beyhaki, 6/237., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/181

[119] İbn Ebi Şeybe, 117335; Sünenu Saîd, 1/58; Musannaf, 10/276; Beyhaki, 6/225., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/182

[120] Musannaf, 10/277; Beyhaki, 6/226., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/181-182

[121] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/182

[122] Beyhaki, 6/236

[123] Bkz. İbn Ebi Şeybe, 11/326. Musannafî, 10/276.

[124] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/183

[125] İbn Ebi Şeybe, 11/331. Bkz. Beyhaki, 6/226., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/182-183

[126] İbn Ebi Şeybe, 11/326-327: Sünenu Saîd, 1/56; Musannaf, 10/274; Beyhaki, 6/236. Bu yerlerde mirastan çıkarılan nenenin, "annenin babasının annesi" olduğu zikredilmektedir. Doğ­rusu böyle olmalıdır. Nitekim Darimi'nin rivayetinde mirasçı kılınanlar arasında "babanın babasının annesi" de vardır. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/183-184

[127] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/184

[128] Bkz. İbn Ebi Şeybe, 11/276-277. Ayrıca 2952. habere bakınız.

[129] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/185

[130] Bkz. İbn Ebi Şeybe, 11/274-275. Sünenu Saîd, 1/61., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/185

[131] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/186

[132] Beyhaki, 6/244., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/186

[133] Beyhaki, 6/244., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/184187

[134] İbn Ebi Şeybe, 11/337; Musaniiaf, 7/124; Beyhaki, 67/258., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/187

[135] Bkz. Nûr: 4/6-9 ve 2235-2238. Hadisler.

[136] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/187-188

[137] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/188

[138] İbn Ebi Şeybe, 11/341; Sünenu Saîd, 1/61; Beyhaki, 6/258., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/188-189

[139] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/189

[140] İbn Ebi Şeybe, 11)337; Musannaf, 7/125; Beyhaki, 6/258,259., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/189

[141] İbn Ebi Şeybe, 11/336., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/190

[142] Beyhaki, 6/258., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/190

[143] Bkz. 2964. ve 2967. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/190

[144] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/191

[145] İbn Ebi Şeybe, 11/339; Musannaf, 7/124; Beyhaki, 6/259. Bkz. Merâsil, s. 265., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/191

[146] Bkz. 2961. ve 2966. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/192

[147] İbn Ebi Şeybe, 11/339; Musannaf, 7/125; Sünenu Saîd, 1/61; Beyhaki 6/258., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/192

[148] İbn Ebi Şeybe, 11/335; Beyhaki, 6/258., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/192

[149] İbn Ebi Şeybe, 11/337; Musannaf, 7/125., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/193

[150] İbn Ebi Şeybe, 11/339-340; Musannaf, 7/124., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/193

[151] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/193

[152] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/194

[153] Bkz. 3119. Hadis.

[154] Bkz. Beyhaki, 6/259., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/194-195

[155] Beyhaki, 6/258., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/187-195

[156] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/196

[157] İbn Ebi Şeybe, 11/349; Sünemi Saîd, 1/63; Musannaf, 10/308., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/196

[158] İbn Ebi Şeybe, 11/350., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/196-197

[159] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/195-197

[160] Musannaf, 10/304; Beyhaki, 6/224; İbn Ebi Şeybe, 11/415-416., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/198

[161] İbn Ebi Şeybe, 11/416., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/199

[162] İbn Ebi Şeybe, 11/416; Musannaf, 10/303; Beyhaki, 6/224-225., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/199

[163] Nisa: 4/12.

[164] İbn Ebi Şeybe, 11/416-417., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/199

[165] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/198-200

[166] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/200-201

[167] Musannaf, 10/285; Beyhaki, 6/215. Bu haberin merfu rivayeti için bkz. Tirmizi, Feraiz, 12(4/421). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/201

[168] İbn Ebi Şeybe, 11/260; Sünenu Said, 1/68; Beyhaki, 6/216-217., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/201

[169] İbn Ebi Şeybe, 11/260-261; Sünenu Saîd, 1/68; Musannaf, 10/282. Bkz 3053 haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/202

[170] Musannaf, 10/282., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/202

[171] Musannaf, 10/283; Sünenu Saîd, 1/69; Beyhaki, 6/217. Zevi'l-Erham hakkındaki diğer haberler için 3053. ve devamındaki haberlere bakınız. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/202-203

[172] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/200/203-204

[173] Amvâs, Kudüs'e yakın bir yerdir. Hz Ömer’in Halifeliği zamanında hicri 18.yılda orada başlayan veba salgını Şam bölgesine yayılmış ve bir rivayete göre, 25 bin Müslüman ölmüştü.

[174] Musannaf, 10/260, 288; Beyhaki, 6/239., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/204-205

[175] Yemame Mekke ile Medine’nin doğusunda orta kesimde bulunan yüksek bir yerleşim alanıdır. Burada hicri 11. yılda mülümanlarla Museylimutu’l-Kezzab’ın taraftarları arasında çok kanlı bir savaş olmuş, birçok Sahabi şehid düşmüştü.

[176] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/205

[177] Tirmizi, Feraiz, 5(4/416); İbn Mace, Feraiz, 10(2/915); Müsned, 1/144; Tayâlisî, s.25; Müstedrek, 4/336; İbn Ebi Şeybe, 11/402; Musannaf, 10/249; Beyhaki, 6/232, 267., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/205-206

[178] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/206

[179] Sünenu Saîd, 1/61. Bkz. 2950. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/206

[180] Bkz. 2949. haberin "Açıklaması

[181] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/206-207

[182] Buhari Feraiz 7(8/6); Müslim, Feraiz, 2-4 (3/1233-1234); Ebû Davud, Feraiz,7(3/122), Tirmizi Feraiz! 8(4/418); İbn Mace, Feraiz, 10(2/915); Müsned, 1/325; Tayâlisî, s.340; Musannaf, 10/249; ibn Ebi Şeybe, 11/265-266; Beyhaki, 6/238., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/204-207

[183] İbn Ebi Şeybe, 11/372; Musannaf, 6/17,10/342; Beyhaki, 6/218., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/208

[184] İbn Ebi Şeybe, 11/370; Musannaf, 6/17; Beyhaki, 6/219., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/208

[185] İbn Ebi Şeybe, 11/373; Sünenu Saîd, 1/66; Musannaf, 6/16., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/209

[186] Sadece merfû' kısmı için bkz. Musannaf, 6/19., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/209

[187] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/209

[188] Darekutni, 4/74, 75; Beyhaki, 6/218. Bu hadis Cabir’den mevkuf olarak da gelmiştir ki, mahfuz olanı da budur. Mevkuf rivayeti için bkz. Musannaf, 6/18, 10/343; Darekutni, 4/75; Beyhaki, 6/218., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/209-210  

[189] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/210

[190] Musannaf, 10/343, dipnotu: 5., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/210

[191] Sünenu Saîd, 1/66.

[192] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/211

[193] Bu isim başka şekillerde de okunabilir. Ayrıca bu isim Darimi'nin bazı nüshalarında el-Muğire şeklindedir.

[194] Sünenu Saîd, 1/66; Kenzu'l-Ummâl, 11/74., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/211

[195] Sünemi Saîd, 1/65. Ayrıca 2901. haberin "Açıklama"sına bakınız. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/212

[196] Buhari, Meğazi, 48(5/92); Tirmizi, Feraiz, 15(4/424); Müsned, 5/201, 202, 209; Musannaf, 6/14, 10/341; Dârekutnî, 4/69; Beyhaki, 6/218. Bkz. 3004. ve 3005. Hadisler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/212

[197] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/212

[198] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/212-213

[199] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/213

[200] Müslim, Feraiz, 1(3/1233); Ebû Dayud, Feraiz, 10(3/125); Tirmizi, Feraiz, 15(4/423); Ibn Mace, Feraiz 6(2/911); Sünemi Saîd, 1/65; İbn Ebi Şeybe, 11/370; Beyhaki, 6/218. Bkz. 3002. ve 3004. Hadisler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/213

[201] Yunus: 10/32.

[202] Enfal: 8/73.

[203] Maide: 5/48.

[204] Ebu Davud, Feraiz, 10(3/126); Bkz. 2995 Hadis.

[205] Bakara: 2/221.

[206] Al-i İmran: 3/28; Maide: 5/51; Tevbe: 9/23., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/208/213-214

[207] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/215

[208] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/215

[209] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/215-216

[210] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/216

[211] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/216

[212] Sünenu Saîd, 1/94; Beyhaki, 10/304; Kenzu'l-Ummâl, 10/325-326. Bu Hadis mürseldir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/217

[213] İbn Ebi Şeybe, 11/394; Sünenu Saîd, 1/92., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/217

[214] Bkz. Musannaf, 9/36., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/217-218

[215] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/218

[216] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/218-219

[217] İbn Ebi Şeybe, 11/393; Sünenu Saîd, 1/91; Musannaf, 9/35 45., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/219-220

[218] İbn Ebi Şeybe, 11/394; Musannaf, 9/36., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/220

[219] Musannaf, 9/23; Beyhaki, 6/240. Bu Hadis mürseldir. Azadlının iyilik bilmesinin ken­disi için iyi olması, bu durumda nankörlük yapmamış olacağından dolayıdır. Bunun mevlası için kötü olması ise onun, köle azad etmesinin karşılığının bir kısmını bu dünyada görmüş, böy­lece bu kısmın ebedi olan Ahirete kalmamış olması sebebiyledir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/220-221

[220] İbn Mace, Feraiz,   7(2/913/;  Sünenu Saîd, 1/72-73;  Beyhaki,  6/241, 10/302.  Bkz. Dârekutnî, 4/83-84., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/221

[221] Sünenu Said, 1/73. Bkz. 3021. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/221-222

[222] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/222

[223] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/222

[224] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/223

[225] İbn Ebi Şeybe, 11/390., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/223

[226] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/215/223-224

[227] Beyhaki, 6/242., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/224

[228] Bkz. Musannaf, 9/18; Beyhaki, 6/242.

[229] Bkz. 3014.-3017. haberler ve Beyhaki, 6/241., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/224-225

[230] Şahidi için bkz. Sünenu Said, 1/74; Musannaf, 9/18., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/224-225

[231] İbn Ebi Şeybe, 11/403-404; Sünenu Saîd, 1/93; Musannaf, 9/34; Beyhaki, 10/303. Bkz. 3031.-3033. ve 3149. haberler.

[232] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/226

[233] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/226

[234] Sünenu Saîd, 1/92., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/226

[235] Bkz. 3029. ve 3032. haberler.

[236] Bkz. Istılahat-ı Fıkhıyye, 4/66., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/227

[237] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/227

[238] Bkz. 3027. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/227-228

[239] İbn Ebi Şeybe, 11/404; Sünenu Saîd, 1/92; Musannaf, 9/30; Beyhaki, 10/303 Bkz 3026 haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/228

[240] Beyhaki, 10/303. Benzeri bir meselenin iki farklı içtihada göre çözümü için bkz Istılahat-ı Fıkhıyye, 4/66., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/228

[241] Bkz. 3026. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/229

[242] Tâvâs'un haberi için bkz. İbn Ebi Şeybe, 11/405., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/229

[243] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/225-229

[244] İbn Ebi Şeybe, 11/411; Musannaf, 6/20, 9/39. Buralarda bir şahsın elinde müslüman olan birinin o şahısla "velâ"sı sözkonusu edilmektedir. Ayrıca bkz. Buhari, Feraiz, 22(8/10).

[245] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/230

[246] Nisa: 4/33.

[247] Enfal: 8/75.

[248] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/230-231

[249] Buharı, Feraiz, 22(8/10, muallak olarak); Ebû Davud, Feraiz, 13(3/127); Tirmizi, Feraiz, 20(4/427); İbn Mace, Feraiz, 18(2/919); Müsned, 4/102, 103; İbn Ebi Şeybe, 11/408; Musannaf, 6/20; Sünenu Saîd, 1/78; Beyhaki, 10/296-297., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/231

[250] Sünenu Saîd, 1/78-79, 80; Musannaf.9/7., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/231-232

[251] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/229-232

[252] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/232-233

[253] Sünenu Saîd, 1/99., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/233

[254] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/233

[255] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/233

[256] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/234

[257] Sünenu Saîd, 1/99; Musannaf,9/399; Beyhaki, 8/58., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/234

[258] Bkz. Sünenu Saîd, 1/99. Sadece Hz. Ali'nin haberi için de bkz. Sünenu Saîd 1/100- Beyhaki, 8/58., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/234

[259] Ebû Davud, Feraiz, 18(3/129); Tirmizi, Diyât, 19(4/27); İbn Mace, Diyât, 12(2/883); Müsned, 3/452.

[260] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/232-235

[261] Sünenu Saîd, 1/99-100. Bkz. 3044. ve 3045. haberler.

[262] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/236

[263] Bkz. Sünenu Saîd, 1/100., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/235-236

[264] Sünenu Said, 1/87; Musannaf, 10/297-298; Beyhaki, 6/222., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/237

[265] İbn Ebi Şeybe, 11/345; Sünenu Saîd, 1/87; Musannaf, 10/297., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/237

[266] Hicri 63 yılında Yezid’in askerlerinin Medine'ye yaptıkları baskın ve yağmalama olayına işaret ediliyor.

[267] Sıffîn savaş, hicri 36 yılında Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında meydana gelmişti

[268] Sünenu Saîd, 1/86; Beyhaki, 6/222., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/238

[269] İbn Ebi Şeybe, 11/343; Sünenu Said; 1/84- Musannaf, 10/295; Beyhaki, 6/222., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/238

[270] İbn Ebi Şeybe, 11/343-344; Musannaf, 10/295; Beyhaki 6/222., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/238

[271] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/236-239

[272] Bkz. 2983. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/239

[273] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/240

[274] Bkz. 3054., 3060. ve 3061. haberler. Dârekutnî, 4/86. Şahidleri için bkz. 2981. haber ve İbn Ebi Şeybe, 11/264; Sünenu Saîd, 1/72., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/240

[275] Sünenu Saîd, 1/69., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/240

[276] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/241

[277] Sünenu Saîd, 1/70; Musannaf, 10/286. Bkz. 3055. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/241

[278] İbn Ebi Şeybe, 11/278., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/241

[279] Bkz. 2985. haberin "Açıklama"sı.

[280] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/241-242

[281] Bkz. 3058. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/242

[282] İbn Ebi Şeybe, 11/278. Bkz. 3055. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/242

[283] İbn Ebi Şeybe, 11/264-265.

[284] İbn Ebi Şeybe, 11/261; Musannaf, 10/283; Sünenu Saîd, 1/69., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/243

[285] İbn Ebi Şeybe, 11/265; Sünemi Saîd, 1/70-71; Musannaf, 10/284; Beyhaki, 6/215. Bkz. 2980. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/243-244

[286] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/244

[287] Bkz. 2985. Haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/239-244

[288] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/245

[289] Bkz. Istılahat-ı Fıkhıyye, 7/313. Borç ikrarı şeklinde yapılan vasiyetlerin hükümleri için ise bkz. Istılahat-ı Fıkhıyye, 5/172.

[290] Bu konunun teferruatı için bkz. Istılahat-ı Fıkhıyye, 7/295., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/245-246

[291] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/246

[292] İbn Ebi Şeybe, 11/385., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/247

[293] İbn Ebi Şeybe, 11/386-387. Bkz. Musannaf, 10/290., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/247-248

[294] İbn Ebi Şeybe, 11/230., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/248

[295] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/248-249

[296] İbn Eb' Şeybe, 11/386., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/250

[297] Bkz. 2868. haberin "Açıklama"sı.

[298] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/250-252

[299] Mudabere ortaklığı, bir taraftan anapara, diğer taraftan çalışma olmak üzere yapılan ortaklıktır.

[300] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/252

[301] Sünenu Saîd, 1/101. Bu habere göre Şa'bi, söz konusu meselede sonradan görüş de­ğiştirmiş ve ölünün borcunu bir mirasçının kabul etmesi halinde onun, mirasın tamamından öncelikle ödenmesi gerektiği görüşünü beyan etmiştir. Amir eş-Şa'bi'nin, ölünün bir varisinin lehine mal ikrarı hakkındaki görüşü ile borç ikrarı hakkındaki görüşü için 3071. ve 3077. ha­berlere bakınız. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/253

[302] Sünemi Saîd, 1/102. Bkz. 3076. ve 3225. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/253-254

[303] Sünenu Saîd, 1/102. Bkz. 3075. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/254

[304] Musannaf, 10/292. Bkz. 3225. ve 3226. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/245-254

[305] İbn Ebi Şeybe, 11/354; Musannaf, 10/340; Beyhaki, 6/255., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/255

[306] İbn Ebi Şeybe, 11/355; Sünenu Saîd, 1/100-101; Mueannaf, 10/339; Beyhaki, 6/254., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/255

[307] İbn Ebi Şeybe, 11/355; Musannaf, 6/106,10/340; Beyhaki, 6/254., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/255-256

[308] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/255-256

[309] İbn Ebi Şeybe, 11/361-362.

[310] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/256-257

[311] Musannaf, 9/405; Beyhaki, 6/220., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/257

[312] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/257

[313] İbn Ebi Şeybe, 11/359; Musannaf, 9/404. Bkz. 3090. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/258

[314] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/258

[315] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/258

[316] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/259

[317] İbn Ebi Şeybe, 11/360., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/258

[318] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/25 Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/259

[319] Bkz. 3084. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/260

[320] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/256-260

[321] İbn Ebi Şeybe, 11/365; Beyhaki, 6/260; Musannaf, 6/31; 10/352., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/261

[322] İbn Ebi Şeybe, 11/366; Beyhaki, 6/260., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/261

[323] İbn Ebi Şeybe, 11/366; Musannaf, 6/31; 10/351-352; Beyhaki, 6/260 (Beyhaki burada bu konuda Sahabeden gelen rivayetlerin kuvvetli olmadığını kaydediyor). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/261

[324] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/260-262

[325] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/263

[326] Buhari, Feraiz, 25(8/11, muallak olarak); Musannaf, 6/108., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/263

[327] Buhari, Feraiz, 25(8/11, muallak olarak); İbn Ebi Şeybe, 11/380; Musannaf, 10/308., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/263

[328] İbn Ebi Şeybe, 11/381. (Burada haber, esirin mirasçısı olamayacağı şeklindedir); Musannaf, 11/381., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/264

[329] İbn Ebi Şeybe, 11/381. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/264

[330] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/262-264

[331] Musannaf, 10/300. Bkz. Sünenu Saîd, 1/90; İbn Ebi Şeybe, 11/352., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/265

[332] Sünenu Saîd, 1/90., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/265

[333] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/265

[334] İbn Ebi Şeybe, 11/352., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/266

[335] İbn Ebi Şeybe, 11/351; Musannaf, 10/300; Sünemi Saîd, 1/90., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/266

[336] İbn Ebi Şeybe, 11/351., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/266

[337] İbn Ebi Şeybe, 11/354., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/267

[338] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/267

[339] Musannaf, 10/300., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/264-268

[340] İbn Ebi Şeybe, 11,348; Beyhaki, 6/258. Mulâane çocuğu hakkmda 2954. Hadise bakınız. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/268

[341] İbn Ebi Şeybe, 11/349, 365., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/269

[342] İbn Ebi Şeybe, 11/363-364., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/269

[343] Bu Hadisin muttasıl bir rivayeti için bkz. 2242. Hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/270

[344] İbn Ebi Şeybe, 1/349., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/270

[345] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/270

[346] İbn Ebi Şeybe, 1/348; Musannaf, 7/126-127., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/270-271

[347] İbn Ebi Şeybe, 11/365., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/271

[348] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/271

[349] Ebû Davud, Talak, 29(2/80); İbn Mace, Feraiz, 14(2/917); Müsned, 2/181, 219; Beyhaki, 6/260., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/272

[350] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/273

[351] Bkz. Muvatta, Feraiz, 15(2/522). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/273

[352] Beyhaki, 6/259. Bkz. 2971. Hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/274

[353] İbn Ebi Şeybe, 11/347-348 Hz. Ali bu sözü, zina çocuğunun annesini recnıettirdikten sonra, annenin yakınlarına söylemiş. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/274

[354] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/268/274-275

[355] İbn Ebi Şeybe, 11/369; Beyhaki, 10/302; el-Cami’li-Ahlakı'r-Râvi, 2/141., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/275

[356] İbn Ebi Şeybe, 11/368-369., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/276

[357] Fethul-Bâri, 25/169.

[358] Bkz. Beyhaki, 10/302.

[359] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/276

[360] İbn Ebi Şeybe, 11/368; Musannaf, 9/28,118; Beyhaki, 10/301. Bu sözün manası için bkz. en-Nihaye, İbnu'1-Esir, "SYB" maddesi (2/431). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/277

[361] İbn Ebi Şeybe, 11/368; Musannaf,9/26., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/277

[362] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/277-278

[363] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/278

[364] Sünenu Saîd, 1/84., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/278

[365] İbn Ebi Şeybe, 6/124; 11/421., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/279

[366] İbn Ebi Şeybe, 11/367-368; Sünenu Saîd, 1/83; Musannaf, 9/25., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/275-279

[367] İbn Ebi Şeybe, 11/382; Musannaf, 3/533; Beyhaki, 4/8. Bu haberin merfû' rivayeti için bkz. Tirmizi, Cenâiz, 43(3/350-351); İbn Mace, Cenâiz, 26(1/483), Feraiz, 17 (2/919). Tirmizi bu haberin mevkuf rivayetinin daha sahih olduğunu söyler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/280

[368] İbn Ebi Şeybe, 11/384., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/280

[369] Bu haberin merfu ve mevkuf şahidleri için bkz. Müslim, Fedâil, 146(4/1838); Müsned, 2/233; İbn Ebi Şeybe, 11/384, 385., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/280

[370] Bu Hadis mürseldir. Mekhûl Tabiûndandır. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/281

[371] Tirmizi, Cenâiz, 43(3/351). Bkz. 3130. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/281

[372] İbn Ebi Şeybe, 11/385; Musannaf, 10/58, 63., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/281

[373] İbn Ebi Şeybe, 11/383; Musannaf, 3/530., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/282

[374] İbn Ebi Şeybe, 11/383; Musannaf, 3/529-530,10/63., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/282

[375] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/279/282-283

[376] Musannaf, 8/431 (Burada söz, Katâde'ye nisbet edilir). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/283-384

[377] Nûr: 24/33.

[378] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/283-284

[379] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/285

[380] Bkz. Musannaf, 9/153,157; Muhallâ, 10/209-210., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/284-285

[381] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/286

[382] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/285-286

[383] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/287

[384] İbn Ebi Şeybe, 6/485-486., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/287

[385] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/288

[386] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/286-288

[387] Beyhaki, 10/341., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/289

[388] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/289

[389] İbn Ebi Şeybe, 11/389-390; Beyhaki, 10/341; Sünemi Saîd, 1/135., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/289-290

[390] İbn Ebi Şeybe, 11/388; Beyhaki, 10/306. Bkz. 3031. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/290

[391] İbn Ebi Şeybe, 11/389

[392] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/290-291

[393] İbn Ebi Şeybe, 11/388., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/291

[394] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/291

[395] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/292

[396] İbn Ebi Şeybe, 11/389., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/292

[397] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/292-293

[398] Sünemi Saîd, 1/135-136; İbn Ebi Şeybe, 11/422., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/293

[399] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/293

[400] Hişam’ın babası Urve bu sözün benzerini kendi babası ez-Zübeyr İbnu’l-Avvam’a nisbet eder. Bkz. Beyhaki, 10/305. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/294

[401] Bkz. Beyhaki, 10/305.

[402] Bu konuda bkz. Fethu'1-Bâri, 25/177; Istılahat-ı Fıkhiyye, 4/64-66., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/294

[403] İbn Ebi Şeybe, 6/124,11/420-421; Sünenu Saîd, 1/83-84., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/288-295

[404] Buhari, Feraiz, 21(8/10); Müslim, Itk, 16(2/1145); Tirmizi, Buyu'; 20(3/537), Velâ; 2(4/ 437); İbn Mace, Feraiz, 15(2/918); Müsned, 2/9; Musannaf, 9/3; Humeydî, 2/285; İbn Ebi Şeybe, 6/121; 11/418; Sünemi Saîd, 1/95. Bkz. 2575. Hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/295-296

[405] Buhari, Itk, 10(3/120); Müslim, Itk, 16(2/1145); Ebu Davud, Feraiz, 14(3/127); Tirmizi, Buyu', 20(3/537) İbn Mace, Feraiz, 15(2/918); Müsned, 2/79, 104; Tayâlisî, s.256. Bkz. 2575. Hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/296

[406] Musannaf, 9/4-5; İbn Ebi Şeybe, 6/122; 11/418; Beyhaki, 10/294., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/296

[407] Şahidi için bkz. İbn Ebi Şeybe, 11/418; Musannaf, 9/4., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/296-297

[408] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/297

[409] Şahidi için bkz. Musannaf, 9/4., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/297

[410] Bkz. Fethu'1-Bâri, 25/171,173., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/295/297-298

[411] Musannaf, 10/258. Bkz. İbn Ebi Şeybe, 11/282; Sünenu Saîd, V44., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/298

[412] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/298-299

[413] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/299-300

[414] Bkz. Nisa: 4/12.

[415] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/298-300

[416] İbn Ebi Şeybe, 11/397-398., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/301

[417] İbn Ebi Şeybe, 11/398, 400; Musannaf, 9/42-43., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/301

[418] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/301-302

[419] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/302

[420] Musannaf, 9/43., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/302

[421] Beyhaki, 10/307. Ayrıca bkz. İbn Ebi Şeybe, 11/399; Musannaf, 9/40., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/303

[422] İbn Ebi Şeybe, 11/397; Musannaf, 9/40; Beyhaki, 10/306. Bkz. 3176. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/303

[423] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/303-304

[424] Bkz. 3174. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/304

[425] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/304-305

[426] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/301-305

[427] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/306

[428] Bkz. Neynu'l-Evtar, 6/74.

[429] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es-Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, Madve Ofset, İstanbul, 1996: 6/305-306