42. Ezandan Sonra Mescidden Çıkıp
Gitmek
45. İmam Gelmeden Kamet Getirilmiş De
Olsa, Cemaat Oturarak İmamı Bekler
46. Cemaati Terk Etmenin Vebali
47. Cemaatle Namaz Kılmanın Fazileti
48. Namaza Yürüyerek Gitmenin
Fazileti
49. Karanlıkta Namaza Gitmenin
Fazileti
50. Namaza Gidiş İle İlgili Hadisler
51. (Cemaatle) Namaza Gitmek
Maksadıyla Çıktığı Halde (Cemaate) Yetişemeyenin Durumu 24
52. Kadınların Mescide (Gitmek Üzere)
Çıkmaları İle İlgili Hadisler
53. Kadınların Camiye Çıkmalarını
Yasaklayan Hadisler
55. Bir Mescidde İki Defa Cemaat
Yapılması
56. Namazını Evinde Kılıp Sonra Bir
Cemaate Rastlayan Kişi Onlarla Birlikte Namaz Kılmalıdır 29
57. Cemaatla Namaz Kıldıktan Sonra
Başka Bîr Cemaata Yetişen Kişi Yeniden Kılar Mı?
59. İmam Olmakta Münazaanın Keraheti
60. İmamlığa Kim Daha Lâyıktır
62
Kendini İstemeyen Topluluğa
Kişinin İmam Olması
63. Salih Ve Fâcir Kişilerin İmamlığı
65. Bir Topluluğu Ziyaret Edenin
İmamlık Yapması
66. Îmamın Cemaatten Daha Yüksek Bir
Yerde Durması
67. Kıldığı Namazı Bir De Cemaate
Kıldıran Kimse
68. İmamın Oturarak Namaz Kıldırması
69. Birbirine İmam Olan İki Kişinin
Namazda Nasıl Duracakları
Kadın Ve
Erkeklerin Aynı Safta Namaza Durmaları
70.
Cemaat Üç Kişi Olduğu Zaman Nasıl Saf Tutarlar?. 52
71. İmam Selam Verdikten Sonra
(Sağına Veya Soluna) Döner
72. İmamın (Namaz Kıldırdığı) Yerde
Nafile Kılması
73. İmamın Son Rekatte (Secdeden)
Başını Kaldırdıktan Sonra Abdestinin Bozulması
Son Rekâtın
Sonunda Teşehhüd Miktarı Oturmak Ve Hükümleri
74. Cemaatın İmama Uyması Gereken
Yerler
75. İmamdan Evvel Başını Kaldıran
Veya İndirenleri Tehdid
76.
İmamdan Önce Namazdan
Çıkan Kimsenin Durumu
77. İçinde Namaz Kılınan Elbiselerin
Sayısı İle İlgili Hadisler
78. İzarını Boynuna Bağlayarak Namaz
Kılan Kimsenin Durumu
79. Elbisenin Bir Ucu Başkasının
Üzerinde İken Namaz Kılanın Durumu
80. Bir Tek Gömlekle Namaz Kılan
Kimsenin Durumu
81. Elbise Dar İse (Elbiseyi) Nasıl
Bürünür
82. (Elbisesi) Dar Olursa Ona Bürünür
Diyenler
Namazda Yere
Sürünecek Kadar Elbiseyi Sarkıtmak
83. Kadın Kaç (Parça) Elbise İle
Namaz Kılar?
84. Kadınların Başörtüsüz Namaz
Kılmaları
85. Namazda Elbiseyi Yerde Sürünecek
Kadar Sarkıtmak
86. Erkeğin, Kadının İç Çamaşırıyla
Namaz Kılması
87. Erkeğin Saçlarını Topuz Yaparak
Namaz Kılması
89. Namaz Kılan Kimse Ayakkabılarını
Çıkardığı Zaman Nereye Koyar?
91. Hasır Üstünde Namaz Kılmak
92. Kişi Elbisenin Üzerine Secde
Edebilir
Saflarla İlgili
Çeşitli Bablar
94. Direkler Arasında Saf Tutmak
95. İmamın Arkasına Durması Müstehab
Olan Kimseler Ve Bundan Kaçınmanın Keraheti
97. Kadın Safları Ve Birinci Saftan
Geri Durmanın Keraheti
99. Safların Arkasında Tek Başına
Namaz Kılan Kimse(nin Durumu)
100.
Safların Arkasında (Yalnız
Başına) Ruku'a Varan Kimse(Nin
Durumu)
Sütre Île İlgili
Basların Ayrıntıları
101. Namaz Kılanın Önüne Koyması
Gereken Sürte
102. (Sütre İçin) Sopa Bulunamadığı
Zaman Çizgi Çizilir
103. Bînek Hayvanına Doğru (Onu Sütre
Vaparak) Namaz Kılmak
104. Kişi Direğe Veya Benzeri Şeylere
Doğru Namaz Kıldığında Onu Hangi Tarafına Almalıdır?
105.
Konuşmakta Olanlara Ve Uyuyanlara Karşı Namaz Kılmak
106. Namaz Kılan Kimsenin Sütreye
Yakınlığı
107. Namaz Kılan Kimsenin Önünden
Geçilmesine Mani Olma Yetkisi
108. Namaz Kılanın Önünden Geçmenin
Yasak Oluşu
109. (Namaz Kılanın Önünden) Geçişi Namazı
Bozan Şeyler
110. İmamın Sütresi Cemaatin De
Sütresîdir
111. "Kadın, Önünden Geçtiği
Kimsenin Namazını Bozmaz" Diyenler(İn Delilleri)
112. "Namaz Kılanın Önünden Eşek
Geçerse Namaz Bozulmaz" Diyenler
113. “Önünden Köpek Geçmesi İle Namaz
Bozulmaz” Diyenlertfn Delili Olan Hadisler)
114. "Namaz Kılanın Önünden
Geçen Hiçbir Şey Namazı Bozmaz'* Diyenler(İn Delili Olan Hadisler)
535.
...Âişe(r.anha)dan rivayet edildiğine göre; "İbn Umra-i Mektum â'mâ olduğu
halde Resûlullah (s.a.)'e müezzinlik yapardı.”[1]
Bu hadis-i şerif "â'mâmn ezanı caizdir"
diyenler için bir de İmam Nevevî'nin beyânına göre Şafiî âlimleri, beraberinde
gözü gören bir müezzin bulunduğu vakit, âmânın müezzinliğini caiz görürler.
Bunu, yanında Hz. Bilâl varken İbn Ümm-i Mektûm'un müezzinlik yapmasına benzetirler.
Fakat âmânın yalnız başına müezzinlik yapmasını mekruh görürler.
Beraberinde gözü gören bir müezzin bulunduğu zaman
âmânın ezan okumasının caiz olduğunda imamlar arasında görüş birliği varsa da,
bazı Hanefî imamları da âmânın yalnız başına müezzinlik yapmasının mekruh
olduğu görüşündedirler. Bu âlimlerce kerahet â'mâmn namaz vakitlerini
bilemeyişinden ileri gelir. Çünkü müezzinlik yapabilmek namaz vakitlerini
bilmeye bağlıdır. Yanında gözü gören birisi bulununca bu kerahet ortadan
kalkar. Hatta cemaat içerisinde imamlığa a'mâdan daha lâyıkı bulunmadığı vakit
a'mânın imamlık yapması tercih bile edilir. Çünkü Peygamber (Sallellahü aleyhi
ye sellem) Tebûk gazasına gittiği vakit Medine'de kendi yerine â'mâ birisi olan
İbn Ümm-i Mektûm'u bırakmıştı.[2]
536.
...Ebu'ş-Şa'sâ'dan; demiştir ki;
Biz Ebû Hureyre ile beraber mescidde idik. İkindi
ezanı okunduktan sonra birisi mescidden çıktı (gitti). Bunun üzerine Ebû Hureyre
(r.a.); "Bu adam Ebu'l-Kâsım (s.a.)'e isyan etti" dedi.[3]
Her ne kadar bu söz Hz. Ebû Hureyre'ye ait ise de Hz.
Peygamber (s.a.)'in sözü hükmündedir. Çünkü böyle ibâdetle ilgili meselelerde
şahsî görüşlerin hiçbir değeri olamaz. Ancak Allah (c.c.) *ın veya Resulünün
haber vermesiyle sabit olur ve hükme bağlanır. Sahâbe-i Kiram bu meselelerde
son derece titiz olduklarından onların ibâdet ve i'tikad ile ilgili
mevzulardaki şahsî gibi görünen fikir ve sözleri aslında kendilerine ait
değildir. Ancak Allah'ın veya Resûlü'nün hükümlerine ait bir beyândan
ibarettir.
Bu hadis-i şerifin beyânına göre ezan okunduktan sonra
namazı kılmadan mescitten çıkıp gitmek haramdır. Nitekim Hanbelî âlimleri de
bu görüştedirler. Mâliki âlimlerine göre ise, ezandan sonra, ikâmetten önce
mescidden çıkıp gitmek mekruh, ikâmetten sonra çıkıp gitmekse haramdır.
Hanefî ve Şafiî ulemâsına göre ise, ezan okunduktan
sonra namazı kılmadan mescidden ç\kıp gitmek mekruhtur.
Hanefî ulemâsından İbn Hümam Fethiı'l-Kadîr isimli
eserinde "ezandan sonra mescitten çıkıp gitmenin mekruh oluşu bir takım
şartlara bağlıdır" diyor. Ancak bu şartlar gerçekleşirse o zaman mescidi
terketmek mekruh olur. Bu şartlar şunlardır:
1. Namazı
kılmadan çıkıp giderse,
2. Başka bir
cemaate yetişmek niyyeti olmadan giderse,
3. Terkettiği
mescit kendi mahallesinin mescidi olursa,
4. Kendi
mahallesinin mescidinde namaz kılındığı halde içinde bulunduğu mescidi terk
ederse.Ama henüz mahallesinin mescidinde namaz kıhnmanıışsa o zaman bulunduğu
mescidi terk ederek mahallesinin mescidine gitmesi caizdir, gitmemesi ise daha
evlâdır.
Bütün bunlar mazereti olmayan kimseler içindir. Fakat
abdest almak gibi bir mazeretle ve tekrar dönmek niyyetiyle veya daha önce
namazını kıldığı için mescidi terk eden kimse hakkında kerahet söz konusu
değildir. Yolcu olup cemaati bekleyememe, hasta bakıcı olup acil durumda
olanların da namazı kılıp çıkmalarında mahzur yoktur.[4]
537. ...Câbir b.
Semure demiştir ki; "Bilâl (r.a.) ezanı okur, sonra (Peygamberin gelmesini)
beklerdi. Nebi (s.a.)ın (evinden) çıktığını görünce de namaz için ikâmet
getirmeye başlardı."[5]
Bu kacu's-i şerife göre vakit müsait olduğu takdirde
müezzin, ikâmet getirmek için imamın gelmesini beklemekle mükelleftir.
Bu mevzuda Tirmîzi şunları söylemektedir: "îlim
adamlarından bazılarına göre müezzin ezana, imam ise kamete daha
müstehaktır." Yani ezan vaktinin tâyini müezzine, kaamet vaktinin tâyini
ise imama bırakılmıştır.
Beyhâkî'nin Musa b. Akabe vasıtasıyla rivayet ettiği
hadisi şerif de şöyledir: "Nebî'Cs.a.) ezan okunduktan sonra evinden
çıkar mescide gelirdi. Mescide gelen cemaatin az olduğunu görünce, halk
mescidde tamamen top-lanıncaya kadar oturur, sonra da namazı kıldırırdı.
Üzerinde durduğumuz Ebû Dâvûd hadîsiyle Beyhâkî'nin
rivayeti arasında bir fark yoktur. Çünkü Rasûlullah bazan öyle bazan da böyle
yapardı.
Bu hadis-i şerif ezandan sonra hemen ikâmet
edilmeyerek bir müddet beklemenin meşru oluşuna delildir. Beklenilmediği takdirde
ise bilhassa evi uzak olan kimselerin cemaat sevabından mahrum olmaları söz
konusudur. İkâmeti biraz geciktirmekle müslümanların cemaate yetişmelerine
yardım edilmiş olur ki, bu iyilikte ve takvada yardımlaşmak kâbilindendir.Ancak
cemaati beklerken, camideki mazeretlilerin ve ihtiyarların da durumunu göz
önünde bulundurmak gerekir.[6]
538.
...Mucâhid'den;demiştir ki;
İbn Ömer ile beraberdim. Öğle veya[7] ikindi
namazında bir adam tesvib yapınca; diye nida edince, İbn Ömer; "haydi
(buradan) çıkalım, çünkü bu bid'attir" dedi.[8]
Tesvîb ezandan sonra farza durmadan önce ikine i bir
nidadır.gu jânın yapılıp yapılmayacağı, yapıldığı takdirde ne zaman ve hangi
lâfızlarla yapılacağı hususlarında ilim adamlarının görüşleri farklıdır. İbn
Mübarek ve îmam-ı Ahmed'e göre tesvîb sabah ezanında demektir.
İshâk'a göre tesvîb'in anlamı, müezzinin ezandan sonra
cemaati bekleterek diye nida etmesidir. Gerek İshâk, gerekse diğer ilim
adamları ezandan sonraki tesvîbi mekruh görmektedirler. Bu anlamdaki tesvîb Hz.
Peygamber (s.a.)'in vefatından sonra ortaya çıktığı için Hz. Abdullah b. Ömer
hadis-i şerifte beyân edildiği gibi onu bid'at saymıştır.Tesvîb Mnsabah
ezanında demek anlamında tefsir edilmesi ise, ilim adamlarının büyük çoğunluğu
tarafından tasdik ve tasvib edilmiştir.
Tesvib'in sözlükteki mânâsı, duaya dönmek demektir.
Müezzin nidalarıyla halkı ezana çağırdıktan sonra dönüp bir daha dediği için bu
cümlelere tesvib denilmiştir. 504 no'-lu hadis-i şerifte bu mevzuda yeterli bilgi
verilmiş bu'Cümlelerin sabah ezanına mahsus olduğu görülmüştü. Ancak her sözün
ve her hareketin kendine mahsus bir zamanı ve mekânı vardır. Bunlar sünnetle
tayin ve tesbit edilmiştir. Bu inceliklere riâyet edilmediği zaman bu
davranışlar sünnet veya farz olmaktan çıkar, bid'ate dönüşür. İşte bu yüzdendir
ki, öğle veya ikindi ezanında müezzin, tesvîbin yerini değiştirdiği için Hz.
Abdullah b. Ömer, "haydi buradan çıkalım bu adamın yaptığı iş bir
bid'attir" diyerek mescidi terk etmiş ve bu hareketiyle bid'atin
işlendiği yerde dahi durmanın caiz olmadığını anlatmak istemiştir. Hz.
Abdullah'ın "haydi buradan çıkalım" sözünden, gözlerinin görmediği
anlaşılıyor. Gerçekten de Abdullah hayatının son zamanlarında gözlerim
kaybetmişti.
Nitekim babası Hz. Ömer de ezandan sonra kapısının
önüne gelerek, "Namaza ey emire'1-mü'minin namaza" diyen müezzin Ebû
Mahzûre'yi azarlamıştı. Yatsı namazında diyen bir müezzin hakkında da Hz. Ali
"Şu bid'atçiyi mescidden çıkarınız" buyurmuştur. Bu mevzu-daki Hz.
Peygamber'den rivayet edilen bir hadis-i şerif de şu mealdedir:
"Yüce Allah bid'atçinin ne orucunu kabul eder, ne
namazım, ne sadakasını, ne haccını, ne umresini, ne cihadını, ne tevbesini ne
de fidyesini. Ondan hiç bir şey kabul etmez. Çünkü o kılın hamurdan çıktığı gibi
İslâmdan çıkmıştır:”[9]
Bütün bunlardan sonra şunu bilmek gerekir ki, ne Hz.
Ömer, ne Ali ne de Abdullah İbn Ömer tesvîb'in bizatihi yapılmasına karşı
değildirler. Onlar tesvîb'in zaman ve zeminine riâyet edilmediğinden meydana
gelen bid'ate karşı çıkmışlardır. Aksini düşünme imkânımız yoktur. Çünkü
tesvîb'in kaynağı Hz. Peygamber (s.a.) Efendimizdir. Hz. BilâPin sabah
ezanından sonra Peygamber aleyhisselama uğrayıp "Namaz uykudan hayırlıdır"
sözlerini söylemesine karşılık Peygamber sallellahü aleyhi vesellem:
"Ne güzel söyledin, ne güzel söz,onu ezanına ekle
ya Bilâl" demesi tesvîb'in sünnetteki yerini tescil eder.
Münakaşa ve münazara tesvîbin, zaman ve zeminindeki
ayarlamayı yapamamaktan doğmaktadır. Peygamber (Sallellahü aleyhi ve sellem)in
yapmadığını yapmış göstermek veya kendi zannınca iyi olur kasdi ile ilâve
etmek bid'attir. Münakaşalar buralardan kaynaklanmaktadır.
Nitekim Hanefî fukahâsı tesvîbin varlığını kabul
ederek, zamanın müş-killerini, insanların gafletim cemaatin tenbellîğini
düşünerek ezandan sonra bizatihi cemaate davet etmeyi bunun bölgenin örfüne
göre yapılmasında mahzur görmedikleri gibi alı sendir demişlerdir.[10]
539.
...Abdullah b. Ebî Katâde'nin babası (Ebû Katâde) vasıtasıyla Nebî (s.a.)den
rivayet ettiğine göre, (Resûlullah sallellahü aleyhi vesellem) şöyle
buyurmuştur : "Namaz için ikamet edildiğinde beni görünceye kadar (ayağa)
kalkmayınız"[11]
Ebû Dâvud dedi ki: Bu
hadis-i şerifi aynı şekilde Eyyûb ile Haccacu's-Savvâf da,Yahyâ'dan rivayet
etmişlerdir.Hişam ed-Destevâî dedi ki: "(Bu hadisi) bana Yahya
(mektubunda) yazdı. " Bu hadisi bir de Muâviye b. Sellâm ve Ali b.
El-Mübârek Yahya'dan rivayet etmişler ve rivayetlerinde (fazla olarak şunu)
nakletmişlerdir: "Beni görünceye kadar (kalkmayınız ve) acele
etmeyiniz"[12]
Her ne kadar
ta'likteki rivayetler aynen Ebân'ın Yahya'dan rivayetine benziyorsa da Hişâm
bizzat Yahya'yı dinleyerek rivayette bulunmamıştır, mektubla rivayet etmiştir.
Yani Hişâm'ın rivayeti sadece bu bakımdan farklıdır. Muâviye b. Sellâm ile Ali
b. el-Mubârek'in Yahya'dan yaptıkları nakillerinde ise, "acele
etmeyiniz" ziyâdesi vardır.
Sahih-i Müslim'de
rivayet edilen "Bilâl, Resul-ii Ekrem'in hücresinden çıktığını görmedikçe kaamet
getirmezdi" manasındaki hadisle Ebû Dâvûd'-un rivayet ettiği bu hadis-i
şerif arasında bir tearuz yoktur. Hafız İbn Hacer bu iki hadisin arasını şöyle
birleştirmektedir: Hz. Peygamberdin hücresinden çıktığını gören Bilâl (r.a.)
hemen kaamete başlardı. Cemaat de ondan sonra Hz. Peygamberin gelmekte olduğunu
görür ve saf tutmaya başlardı. Binaenaleyh netice itibariyle bu iki hadis
arasında bir fark yoktur. Yine bu hadis-i şerifle "Namaza kamet getirildi,
biz de Resûlüllah (s.a.) yanımıza çıkmadan önce kalkarak saf olduk"[13] ile
"Namaz için kamet getirildi. Cemaat saflarını düzenlediler. Sonra Hz.
Peygamber hücresinden çıktı"[14]
mealindeki hadisler arasında da bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü bu
hadis-i şerifler, Hz.Peygamber'in odasından çıkacağı tecrübe ile bilinen saatte
kamet edip saf tutmanın caiz olduğuna delâlet ederken; mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifleri Hz. Peygamberin odasından çıktığı görülünceye kadar kamet
getirmemenin ihtiyata daha uygun olduğuna, çünkü Hz. Peygamberin aniden çıkan
bir mazereti sebebiyle odasından çıkmakta gecikmesi halinde cemaatin uzun süre
ayakta beklemesi icab edeceğine, bunun da bıkkınlığa sebeb olacağına delâlet
etmekte ve bu şekilde acele davranmaktan nehy etmektedir. Binaenaleyh bu iki husus arasında bir çelişkiden söz
edilemez.
Kamet getirilirken
cemaatin hangi cümlelerde ayağa kalkacağı meselesi de fıkıh imamları arasında
ihtiltaf konusu olmuştur. Ulemânın bu mevzu-daki görüşlerini şu şekilde
özetleyebiliriz:
M âl i kilere göre:
Cemaatin namaza kalkması için belli bir vakit yoktur. İsterse ikâmet edilirken
isterse ikâmet bittikten sonra namaza kalkabilir.
Şafiîlere göre :se,
müezzin ikâmeti bitirdikten sonra ayağa kalkılır.
Hanbelîlere göre,
Müezzin derken ayağa kalkılır, fakat imam ayağa kalkmamışsa, müezzin demiş
olsa bile yine de kalkılamaz.
Hane filere göre;
Müezzin derken ayağa kalkılır.[15]
denildiği anda imam namaza başlar, imam olan zat bu hareketiyle müezzini tasdik
etmiş olur. Bununla beraber ikamet bittikten sonra da tekbir almasında bir beis
yoktur. Hatta İmam Ebû Yûsuf'la diğer üç mezheb imamına göre uygun olan da
budur.[16]
540. ...(Bir
evvelki) hadis-i şerifi (bir de) İbrahim b. Mûsâ, ayni senedle İsa ve Ma'mer
kanalıyla Yahya'dan rivayet etmiştir. (Ma'mer, Yahya'dan bu hadisi şöyle)
rivayet ediyor: "Benîm çıktığımı görünceye kadar kalkmayın''
Ebû Dâvûddedi ki:
"Benim çıktığımı" ifadesini Ma'mer'den başka kimse rivayet etmedi.
Aynı hadisi Ma'mer'den îbn Uyeyne de rivayet etti. Ama bu rivayetinde
"benim çıktığımı" ifâdesini kullanmadı.[17]
541. ...Ebû
Hureyre'den, (şöyle dediği rivayet edilmiştir);
Resûlullah (sallellahü
aleyhi vesellem, evinden çıkınca) namaz için kamet getirilmeye başlanırdı.
Cemaat da Peygamberden önce yerlerini alırlardı.[18]
Bu hadis-i şerifle 539
no'lu "namaz için kamet edildiğinde beni görünceye kadar ayağa
kalkmayınız" mealindeki hadis-i şerif arasında herhangi bir tearuz yoktur.
Bu mevzu ile ilgili açıklama bahis konusu hadis-i şerifin şerhinde geçmiştir.
Oraya müraccat edilmelidir.[19]
542.
...Humeyd'den, demiştir ki;
Ben Sabit el-Bunânî'ye
namaz için ikâmet getirildikten sonra konuşan kimsenin (halini) sordum. O da
bana Enes b. Mâlik'in (şöyle) dediğini söyledi: "Namaza ikâmet
getirilmişti. Bir adam Resûlullah (s.a.)'ın önüne gerildi, ikâmetten sonra onu
(namaza durmaktan) alıkoydu."[20]
Hafız İbn Hacer
Fethu'1-Bârî isimli eserinde bu hadis-i seri açıklarken "Bu hadis-i
şeriften ihtiyaç duyulduğu zaman ikamet bittikten sonra hemen namaza durmayıp,
gecikmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu; ihtiyaç olmadan namaza
durmayı geciktirmekse, mekruhtur. Yine bu hadis müezzin "kad
kameti's-salah" dediği anda imamın tekbir alması gerekir, diyen Hanefî
âlimlerinin aleyhine birr delildir" demektedir.
Hanefi âlimlerinden
Buhâri Şârihi Aynî merhum ise, bu hadis-i şerifin şerhinde "Hanefi
âlimleri, ikâmetten sonra namaza durmayı özürsüz geciktirmenin mekruh olduğunu
söylemişlerdir. Fakat dinî bir sebeble meydana gelen bir gecikme içinse,
herhangi bir kerahet söz konusu değildir" diyerek Hanefi imamlarına göre
ikâmetten sonra hemen namaza başlamanın farz olmadığını ifâde etmiş ve bu
"bu hadis, ikâmet biter bitmez namaza durmanın müstehab olduğuna
delildir" demiştir.
Merakı'l-felâh isimli
eserde hanefî âlimlerinin görüşleri şöyle ifâde edil-, mektedir: "İmamın,
kad kaametissalah denince tekbir alması, Ebû Hanife ve Muhammed'e göre namazın
edeblerindendir. Ebû Yûsuf ve diğer üç mez-heb imamına göre ise namaza
başlamayı ikâmetin sonuna kadar geciktirmekte bir sakınca yoktur."[21]
Ni'met-i İslâm
müellifi merhum M.Zihnî Efendi ise, sözü geçen kıymetli eserlerinde bu mevzuyu
şöyle ifâde ediyor: "Demek ki imam namaza başlamayı ikâmenin sonuna kadar
geciktirirse bunda bütün imamlarca herhangi bir sakınca yoktur. Ancak imamlar
arasındaki ihtilâf, Kad kaameti's-salâh dendiği zaman namaza başlamanın
müstehab olup olmadığı konusundadır". Burada açıklanması gereken husus,
müezzinin kamet getirmesi anındaki mecburiyetlerin bütün görüşleri ortadan
kaldırdığıdır. Günümüz cemaatinin câhil olması İslâm'daki saf ve intizamı
bilmemeleri neticesinde imam cemaata kamet getirirken müdâhale etmek
mecburiyetinde kalmaktadır ki, bu şarttır. "Ön safta boş yer varken arka
saflarda namaz olmaz" diyen görüşlere hürmeten cemaatin durumu ile
ilgilenmesi de imamın vazifelerinden-dir. (Daha geniş bilgi için bk. 661. hadis
4.)[22]
543.
...Kehmes (b. el-Hasen)'den; demiştir ki;
Mina'da, henüz imam
yokken namaz kılmak için ayağa kalktık (sonra) bir kısmımız oturdu. Bunun
üzerine Kûfeli bir ihtiyar bana, "niçin oturuyorsun?" dedi. Ben de
"oturmanın sebebi İbn Büreyde'nin (ayakta imamı bekleme hali için)
"bu tekebbürdür" sözüdür" dedim. Bunun üzerine yaşlı adam dedi
ki: "Abdurrahman b. Avsece el-Berâ b. Azib'den onun şöyle dediğim bana
nakletti: "Biz Resûlul-lah (s.a.)ın zamanında namaza başlamadan önce uzun
süre ayakta saf olarak beklerdik". el-Berâ demiş ki; "Resûlullah
şöyle buyurdu: Allah azze ve celle ve melekleri ilk saflara ulaşanlara
rahmetle duâ ederler. Kişiyi bir saf ileri götüren adımdan, Allah katında daha
sevimli hiç bir adım yoktur."[23]
Her ne kadar bu
hadiste, kimliği bilinmeyen ihtiyar, el-Berâ'dan naklen Resûlullah (s.a.)
zamanında saflarda ayakta beklediklerini söyleyerek, imamı oturarak bekleyen
kimseleri tenkid etmişse de bu ihtiyarın kimliği kesin olarak bilinmediğinden
bu hadis zayıftır. Bu bakımdan 539 numarada geçen "namaz için ikâmet
edildiğinde beni görünceye kadar (ayağa) kalkmayınız" hadis-i şerifine
muarız sayılabilecek kuvvette değildir. Kaldı ki, saflarda ayakta
beklemelerinin imam gelmeden vuku bulduğuna dâir kesin bir ifâde de yoktur.
Belki de bu bekleme Resûl-i Ekrem (s.a.) cemaatin önüne geçtikten sonra
olmuştur.
Hadis-i şerifte geçen
"Salât" kelimesi lûgatçıların bir çoğuna göre , duâ, tebrîk, temcîd
ve ta'zim manalarına gelir. C enabı Hakk'ın müslümanlar hakkında salât etmesi
onları günahlardan arındırması ve ilâhi rahmetine eriştir-mesidir. Meleklerin
salat etmesi ise, mü'minlere dua etmeleri ve onların affedilmelerini Allah'dan
istemeleridir. Namaza salât denmesi aslının duâ olmasındandır.
Seyyid Şerife göre
ise, Allah'dan salat, "rahmet" anlamına geldiği gibi meleklerden
"salat" "istiğfar" anlamına, müzminlerden salat ise,
"hayırlı dua" anlamına gelir.[24]
1. İmam
tekbir almadan önce cemaatin imamı ayakta bek)emeleri câizdir.
2. İkâmetten
sonra hemen namaza başlamayarak bir müddet gecikmek câizdir. (Bu mevzuda geniş
bilgi için bir evvelki hadisin açıklamasına bakılmalıdır.)
3. İlk
saflar diğerlerinden daha faziletlidir.
4. Ön
saflardaki açıkları kapatmak teşvik edilmiştir.[25]
544.
...Enes'ten; demiştir ki;
Namaz için kamet
getirilmişti. Resûlullah (sallellahü aleyhi ve sellem) ise mescidin bir
kenarında (birisiyle) fısıldaşıyordu. Cemaat uyuklamaya başlayıncaya kadar da
namaza durmadı.[26]
Müslim'in rivayetinde
"sonra kalktı ve namaz kıidırdf'ilavesi vardır.539. ve 541. hadis-i
şeriflerin şerhinde açıklandığı gibi, namaz için ikâmet edildikten sonra dini
bir meselenin çözümü için bir müddet beklemek caiz ise de keyfi oyalanarak
beklemek mekruhtur. Muhakkak ki Rasûl-i Ekrem (s.a.)'in mescidin bir kenarında
gizlice konuştuğu mesele mühim bir meseleydi. Bazıları Resul-i Ekrem'in
konuştuğu bu zatın bir kabile reisi olduğunu, onunla reisi olduğu kabilenin
dini ihtiyaçlarını konuştuğunu söylemişlerdir. Hadisten cemaat hazır olduğu
halde bir kimsenin dini bir meseleyi diğer bir kimseyle hatta imamla
konuşmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır.[27]
545.
...Salim Ebu'n-Nadr demiştir ki;
Resûlullah (s.a.)
mescidde namaz için ikemet edildiği zaman cemaati az görürse namaza durmaz,
otururdu, Cemaati (tamamen) toplanmış görünce de namaza dururdu.[28]
Hadis-i Şerifte geçen
"namaz için İkâmet edildiği zaman" sözündeki ikâmet kelimesinden
maksad namaza başlarken okunan ve içinde cümlesi bulunan malum ikâmet olabileceği
gibi, bu kelimeyle ezan da kast edilmiş olabilir. Bu kelime ile "namazı
edâ etme vaktinin girmesi" de kasd edilmiş olabilir. Hadis sarihleri bu üç
ihtimal üzerinde durmuşlardır. Binaenaleyh sözü geçen cümleyi bu üç ihtimâle
göre de terceme etmek mümkündür ki, bu üç şekilde hareket etmenin hükümleri
kısmen bir evvelki hadisin izahında ve tafsilatlı olarak da 539. hadisteki
açıklamada geçmiştir.[29]
1. İmamın
namaza durmayarak cemaatin çoğalmasını beklemesi caizdir.
2. Cemaat çoğaldığı
zaman imam namaza başlamakta gecikmemelidir. Bu husus bilhassa çarşı
camilerinde ve bu özelliği taşıyan mescidlerde daha büyük önem kazanır.[30]
546. ...(Bir
evvelki) hadisin aynısı (bir de) Hz. Ali (r.a.)'den rivayet edilmiştir.[31]
547.
...Ebû'd-Derdâ'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)'i
şöyle buyururken işittim:
"Köyde ve kırda
üç kişi bir arada olur da, namazı cemaatle kılmazlarsa şeytan mutlaka onlara
gâlib gelir, (musallat olur ve onları Allah'ın zikrinden alıkoyar). Aman,
cemaate sarri, çünkü kurt, sürüden ayrılan koyunu kapar".[32]
Zaide dedi ki; Sâib cemaatten muradın, "cemaatle namaz" olduğunu
söyledi.[33]
ifâdesi cemaatle namaz
kılmanın, konaklama halinde, yolcular için de sünnet olduğuna işaret eder ki,
Hanefî mezhebinin goriışu de bu şekildedir.
Hadis-i şerifte geçen
"üç kişi yoktur ki" sözünden murad erkeklerdir. Çünkü kadınların
cemaat yapmaları ve onlardan birinin imam olması hususu ihtilaflıdır. Hatta
Bezlu'l-mechûd'taki ifâdeye göre mekruhtur. Buradaki (üç kişi) ifâdesi, üç
kişiden fazla olduklarından cemaat-yapmanın evleviyetle gerekli olduğuna
delâlet eder. "Üç kişi" olarak kaydedilmesinin sebebi köy ve sahra
ahalisinin genellikle üç kişiden az olmadığındandır.
İki kişi ile cemaat
yapılarak namaz kılındığında yine cemaat sevabı alınır.
Hadisteki
"Cemaate sanı " lâfzında muhatab tek gibi görünmekte ise de hitab
umûmidir. Çünkü Nebî (s.a.)'in, "kurd sürüden ayrılan koyunu kapar"
ifâdeleri ile beyân buyurduğu gibi, şeytan cemaatten uzaklaşır, kaçar ve
cemaatten ayrılan kişiye musallat olur. Şeytan cemaate zarar veremeyeceğine
göre, muslüman cemaatinin arasını ayırmaya, onlar arasına fikir ayrılıkları
sokarak müslümanları tevhid nurundan ayırarak onları ifsâd etmeye çalışır.
Nitekim Hind nüshasının
hâmişindeki ifâdeden bu anlaşılmaktadır. Görülüyor ki, üç erkeğin yolcu veya
mukîm olmaları halinde farz olan namazın cemaatle edâ edilmesine teşvik
vardır. Mukim olan üç kişinin ikâmet ettikleri yerde cemaatle namaz
kılabilecekleri bir mescidin yapılmasına da işaret edilmektedir ki, günümüz koy
ve köy hükmündeki yaylalarda bu vazifeyi yapabilecekleri bir mescid tesbit
etmeleri de onlar üzerine bir vazifedir.[34]
1. İster
şehirli, ister köylü olsun cemaat yapacak kadar msan aracıa bulunurlarsa namazlarını mutlaka
cemaatle kılmalıdırlar.
2. Cemaat
yapma imkânı olduğu halde cemaati terk edenlere şeytan musallat olur.Şeytanın
tasalutundan korunmak için İslâm birliği sağlanmalı, cemaatle namaz ihmâl
edilmemelidir.
3. Bir fikrin
açıklanması için muhatabların anhyabileceği cevaplar verilebilir.[35]
548. ...Ebû
Hüreyre'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
şöyle buyurdu: "And olsun ki, namazın kılınması, (ikâmetin yapılması) ve
birinin geçip onlara namaz kıldırması için emir vermeyi, sonra da
beraberlerinde odun bulunan bir kısım insanlarla gidip (cemaatle) namaza
iştirak etmeyenlerin evlerini cayır cayır yakmayı arzu ettim"[36]
Müslim'in rivayetinden
anlaşıldığı gibi bu hadisin vürûduna seteb, Resûlullah (s.a.)'ın bazı sahâbileri
bazı namazlarda Cemaat içinde görememesidir.
Beyhakî'deki rivayete
göre ise, hadis sabah veya yatsı namazlarına devam etmeyen münafıklar
hakkındadır. Hadisin Beyhakî'deki zabtı şu şekildedir:
' Muhakkak münafıklara
en ağır gelen namazlar yatsı ve sabah namazlarıdır. Bu namazlarda olan sevabı
bilselerdi, emekleyerek de olsa gelirlerdi..."sonra bu hadis, metindeki
şekli ile devam ediyor.
Ebû Davud'un
rivâyetindeki namaz kelimesi umûm ifâde eder. Bütün namazlara şâmildir. Fakat
bazı rivayetlerden anlaşıldığına göre sadece yatsı namazının kast edilmesi
muhtemeldir. Nitekim Ahmed b. Han-bel, İbn Huzeyme ve Hâkim'in İbn Ümmi
Mektûm'dan, Ahmed b. Hanbel'in ayrıca Ebû Hüreyre'den yaptığı rivayette bu
namazın yatsı namazı olduğu anlaşılır. Yukarıda tercemesi ile beraber
verdiğimiz Beyhakî'-nin rivayetinden ise, sabah ve yatsı namazları olduğu
anlaşılır. Müslim ve Nesâî'nin rivayetleri de aynı şekildedir. Müslim'in İbn
Mes'ûd'dan yaptığı başka bir rivayete göre ise Wnamazınlcuma namazı olması
muhtemeldir.
Hadis-i şerifteki
tehdid ve teşdîdin zahirinden bütün namazlarda cemaatin farz-ı ayn olduğu
anlaşılır. Çünkü farz-ı kil ay c olsaydı, Resûlullah ve onunla beraber olan
sahâbilerin cemaat yapması ile bu farz düşerdi. Eğer sünnet olsa idi Resûlullah
cemaati terk edenleri bu şekilde tehdid etmezdi. Çünkü sünneti terk etmek böyle
bir cezayı gerektirmez. Öyleyse cemaatin farz-ı ayn olduğu meydana çıkar. Bu
görüş, Atâ, Evzâî, İshâk, Ebû Sevr, İbn Huzeyme, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân,
Zahirî ve Hanbelî mezhebleri-nin görüşüdür. Bunların istinad ettiği başka
hadisler de vardır.
Ayrıca cemaatin farz-ı
ayn olduğunu söyleyenler, onun namazın sıhhati için şart olup olmadığında
ihtilâf etmişlerdir. Zahirîlere göre cemaat, namazın sıhhati için şarttır.
Binaenaleyh bu görüşe göre bir kimse ezanı işitir, özürsüz cemaate gelmez de
evinde namazı kılarsa, namazı bâtıldır. Eğer ezanı duymazsa, namazını evinde,
bir veya daha fazla kişi ile birlikte kılmalıdır. Eğer bir özrü varsa veya
ezanı işitemeyecek yerde olur ve beraber namaz kılacak kimse bulamazsa ancak o
zaman tek başına namaz kılabilir.
Şâfıî ve Mâlikîlerin
bazılarına göre cemaat farz-i kifâyedir. Hanefîler-den Tahâvî ve Kerhî de aynı
görüştedir. Ancak Şâfülerden bu görüşte olanlar, cemaatin farz-ı kifâye
oluşunu, kaza namazlarına değil, sadece edâ edilen namazlara mahsus olduğunu
söylerler. Bunların delilleri de aynen cemaatin farz-ı ayn olduğunu
söyleyenlerin delilleridir.
Yalnız "Cemaatle
kıla-nan namaz tek başına kılınan namazdan yirmi beş derece daha efdaldir"
hadisi ile bu farzın farz-ı kifâye olduğuna kail olmuşlardır. Çünkü bu
hadisten, tek başına kılınan namazın sahih olduğu anlaşılır. Öyleyse diğer
delillerden çıkarılan farziyyet, kifâye olmuş olur.
Hanefî, Malikî ve
Şafiîlerin cumhuruna göre cemaat sünnet-i müekke-dedir. Delilleri az önce
zikredilen hadisle, Şeyhân (Buharı ve Müslim)'in müştereken rivayet ettikleri
şu hadistir:
"Ibn Ömer'den
mervîdir ki; Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kişinin cemaatle
kıldığı namaz tek başına kıldığı namazdan yirmi yedi derece daha ef
daldır."
Cumhur, bu hadis-i
şeriflerden, cemaatle namaz kılmanın sünnej-i mü-ekkede oluşuna şöyle istidlâi
ederler: Bir şeyin başka birşeyden efdal olması ancak o iki şeyin de caiz ve
faziletli olması halinde mümkündür.
Aşağıda meallerini
vereceğimiz hadisler de cumhurun görüşüne delil teşkil etmektedirler: Buhârî ve
Müslim, Ebû Musa'dan rivayet etmişlerdir ki, Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurmuşdur: "Muhakkak, namaz hususunda insanların sevab alma yönünden en
üstünü namaza (camiye) yolu en uzak olanıdır. Ondan sonra uzaklığına göre
sevablar ölçülür. Namazı imamla beraber kılmak için bekleyen kişinin sevabı,
tek başına kılıp da yatmağa gidenin sevabından daha fazladır."
Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin
Yezîd b. Esved'den rivayetinde de, Resûlullah (s.a.) kendisiyle birlikte namaz
kılmayıp (bir kenarda) oturan iki adama; "Sizi bizimle namaz kılmaktan
men'eden şey nedir?” diye sordu. Adamlar : "Ya Resûlullah biz evimizde
namazımızı kıldık" dediler. Buna karşılık Resûlullah (s.a.) onlara,
"Evinizde namazınızı kılıp da mescidde cemaatle namaz kılınırken
gelirseniz onlarla yine kılınız. O namaz (ikincisi) sizin için nafile
olur" buyurdular.
Cumhur, Ebû Davud'un
bu hadisini delil olarak, cemaatle namaz kılmanın farz olduğuna hükmedenlere
şu şekilde cevab vermiştir:
1. Bu hadis,
cemaate gelmeyip namazı evde de kılmayan münafıklar hakkında vârid olmuştur.
2.
Resûlullah (s.a.) camiye gelmeyenlerin evlerini yaktırmamıştır. Eğer cemaat
farz olsaydı bunu yapardı.
3. Kadı
Iyaz'm ifâdesine göre namaz için cemaatin farz oluşu, İslâm'ın ilk zamanlarında
münafıkların namazı terk etmelerine mâni olmak içindi. Sonra farziyyet nesh
edildi.
4. Şevkânî,
cumhurun, bu hadisin cemaate gelmeyenleri zecr için vârid olduğuna kail
olduklarını söyler.[37]
1. Hadis istenilmeden
yemin etmenin cevazına işaret eder.
2. Ceza
vermeden evvel tehdid ve korkutma
caizdir.
3. Yapılacak
işlerde yardım istemek, caizdir.
4. Zahire
göre mal ile ceza vermenin caiz olduğu anlaşılmaktadır.Mâlikîler bu.
görüştedir. Cumhura göre İslâm'ın başlangıcında durum bu iken, bilâhere nesh
edilmiştir.
5.
Kendisinden hak istenen kişi evine gizlenmiş ise, onun evinden çıkartılması
caizdir.
6. Suçlu ve
isyankârların yakalanması caizdir.
7. Cemaatle
namaz kılmanın önemine işaret vardır.[38]
549. ...Ebû
Hüreyre (r.a.)'den, Resûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"İçimden öyle geldi ki gençlerime odun demetleri toplamalarını emredeyim,
sonra da özürsüz olarak (cemaata gelmeyip) namazı evlerinde kılanlara gideyim
ve evlerini yakayım"[39]
(Râvilerden Yezîd b.
Yezîd diyor ki): Yezîd b. el-Esamm'a; Ya Ebâ Avf! (Resûlullah) Cum'a namazım mı
yoksa başka bir namazı mı kast etti? diye sordum. Yezid b. el-Esam şu karşılığı
verdi: "Eğer ben bunu, Ebû Hüreyre'yi Resûlullah (s.a.)'dan (böylece)
rivayet ederken işitmemişsem kulaklarım sağır olsun. (Ebû Hüreyre) bunun cuma
namazı mı, yoksa başka bir namaz mı olduğunu söylemedi."[40]
Hadis-i Şerifte
"Namazını evlerinde kılanlara" ifâdesinden hadisin münafıklar hakkında değil, mü'miner
hakkında vâ-rid olduğuna işaret etmektedir. İbn Reslân, burada mevzuu bahs
edilen kişilerin amelde münafıklar olduğunu söyler. Çünkü itikadda münafıklar
gösteriş için namazı camide kılarlar evlerinde kılmazlardı.
Bu hadis-i şerif,
bundan evvelki 548. hadis ile mânâ itibariyle hemen aynıdır. O hadisin şerhinde
verilen bilgilerden burada tekrarına lüzum yoktur.[41]
550.
...Abdullah İbn Mes'ûd (r.a.) şöyle demiştir:
Şu beş vakit namazı
(şart ve rükünlerine riâyet ederek) nida edildikleri yerde (ezan okunan
mescidlerde cemaatle) edâ ediniz. Muhakkak bunlar Hüdâ sünnetlerindendir.
Allah (c.c.) Resulüne Hüdâ sünnetlerini beyân edip göstermiştir. Vallahi ben,
apaçık münâfıklar-hariç , sahabîlerin beş vakit namazı cemaatle kılmayı hiç bir
zaman terk etmediklerini gördüm. Vallahi ben, iki kişinin koltuğuna girip safa
kadar götürülen sahabilerden adamlar gördüm. Sizden evinde mescid (namaz
kılacak bir yer) olmayan hiç bir kimse yoktur. Eğer mescidle-ri terk eder de
(farz) namazlarınızı evlerinizde kılarsanız, Peygamberinizin sünnetini terk
etmiş olursunuz. Peygamberinizin sünnetini terk ederseniz, (adım adım küfre
yaklaşır) kâfir olursunuz.[42]
Hattâbî,'
'peygamberinizin sünnetini yavaş yavaş terk etmek sızı küfre goturur” der.
Hadis-i şerifte geçen
tercemeye Hüdâ sünnetleri olarak geçirilmiştir. Bunlar Resûlullah'ın ibâdet
maksadıyla farz ve vâcib dışında yaptığı ve edası dinin kemâlinden olan
sünnetlerdir. Özürsüz olarak ısrarla bu sünnetleri terk eden ayıplanır. Bunlar
Resûlullah'ın uyuması, oturması vs..gibi olan zevâid sünnetlerinin aksine
ibâdet cinsinden amellerdir.
İbn Âbidin
Dürrû'l-Muhtâr Haşiyesi'nde şu malûmatı verir: "Yapılması meşru olan
şeyler dört kısımdır. Bunlar farz, vâcib, sünnet ve nafiledir.
"Kat'î delille
sabit olup terki men edilen ve yapılması füzumlu olan amel farz, aynı şekilde
olup da zannî delille sabit olanlar vâcib; terk edilmesi ya-saklanmamakla
birlikte Resûlullah veya Hulefâ-i Râşidin'in devam edip yaptıkları ameller
sünnet, devam etmedikleri de mendûb ve nafiledir.
Sünnet iki çeşittir:
1.Sünnet-i Hüdâ: Terk edilmeleri hoş karşılanmayan yani mekruh olanlardır.Cemaat, ezan,
ikâmet bu tür sünnetlerdendir.
2.Sünnet-i Zevâid: Terki ayıplanmayan, kerih görülmeyen amellerdir. Resûlullah'ın (s.a.)
giymesi, ayakta durma ve oturmasındaki sîreti gibi..
İbn Mes'ud'un
sözünden, cemaatin sünnet-i hudâ'dan olduğu ve ashâb-i Kiram devrinde cemaati
münafıklardan başkasının terk etmediği anlaşılmaktadır.
Münafık : Küfrünü
içinde gizleyip dışta mü'min görünen kişidir.[43]
1. Hadiste
beş vakit namazı cemaatle kılmaya teşvik vardır.
2. Hasta
olan kişi, kendisine yardım edecek bir kimse bulursa cemaatten geri
kalmamalıdır.[44]
551. ...İbn
Âbbâs (r.a.) Resûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Müezzinin ezanını duyup da namaza gitmesine mâni bir özrü olmayan
kimsenin...”;
(Bu arada sahâbîler
Rasûlullah'a) "özür nedir?" diye sordular. (Resûlullah) "Korku
veya hastalıktır" karşılığını verdi. "(Evinde) kıldığı namaz kabul
olunmaz."[45]
Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu
hadisiMbû İshâk, Mağrâ'dan rivayet etmiştir.)[46]
Özrün ne olduğu
sorusunun, dinleyenler tarafından İbn Abbâs'a sorulmuş olması ve cevabı İbn
Abbâs'ın vermiş olması da muhtemeldir. Nitekim Ebû Dâvûd şerhlerinden
el-Menhel, bunu ikinci görüş olarak, Bezlu'l-mechûd'da yegâne ihtimal olarak
kaydetmiştir. Tercüme Menhel'in, açıklamasına göre yapılmıştır.
Belirtildiğine göre
cemaate gitmeye mâni özürler şunlardır:
1. Cana,
mala veya ırza arız olmasından korkulan bir tehlike,
2. Camiye
gidip gelmesine mâni olan veya meşakkat veren hastalık.Bu iki özür hadis-i
şerifin zahirinden anlaşılmaktadır.
3. Yağmur ve
şiddetli soğuk, Buhârî ve Müslim'in İbn Ömer'den rivayetinde, Resûlullah
(s.a.) seferde iken soğuk ve yağmurlu gecelerde, müezzine ezan okumasını,
sonra da "namazınızı odalarını/ (çadırlarınız) da kılın" demesini
emrederdi.
4. Kişinin
canının çektiği bir yemek hazır olduğu takdirde cemaate gitmeyebilir.
5. İnsanı
büyük veya küçük abdestin sıkıştırması cemaate gitmemesi için özürdür.
Hadisi şerifteki
"özürsüz olarak camiye gelmeyenin namazının kabul edilmeyeceği"nden
maksat, kılınan namazın sevabının olmamasıdır. Nevevî buna işaret etmiş ve bu
gasbedilen evde namaz kılmaya benzer. Namaz borcu, kılanın uhdesinden düşer
fakat sevâb alamaz demiştir.
Buhârî sârini Aynî de
"hadisin hükmü zecr ve tehdittir" der.
Netice şudur ki bu
ifâde namazın fazilet ve kemâlinin olmayacağına işarettir.
Yine hadis-i şerifteki
"ezanı duyan..." lâfzı galibe İşaret olarak vârid olmuştur. Çünkü insanlar
ekseriyetle ezanı işitirler. Bunun mânâsı ezam duymayan camiye gelmeyebilir
demek değildir. Çünkü ezanı duymamak mazeret değildir.
Menhel senetteki Ebu
Cenâb ve Mağrâ'ın bazı yönlerden tenkid edildiklerine işaretle hadisin zayıf
olduğunu söyler. [47]
1. Çemaat
teşvik edilmektedir.
2. Öürsüz
oıarak cemaate devam etmeyen çok büyük sevabtan mahrum kalır.
3. Özrü olan
kişi cemaate devam etmeyebilir.[48]
552. ...İbn-i
ÜmmiMektûm (r.a.)'denrivayet edilmiştir ki; Resûlullah (s.a.)'a; "Ya Resûlullah,
ben gözü görmeyen ve evi mescide uzak olan bir adamım. Bana kılavuzluk etmeyen
bir hizmetçim var. Benim namazımı evimde kılmama ruhsat var mı?" diye
sormuştur. Resûlul-lah'ın, "Ezanı duyuyor musun?" sualine de
"Evet" cevabım vermiştir. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) "sana
ruhsat bulamıyorum" buyurmuşlardır.[49]
Metindeki kelimesi bazı nüshalarda şeklindedir. Hattâbî doğru olanın, yardım
etme, muvafakat etme mânâsına gelen olduğunu söyler.
Bu hadis-i şerifin
zahirî cemaate devamın arz-ı ayn olduğunu iddia edenlerin görüşünü
desteklemektedir. Sübülü's-Selâm'da cemaati farz-ı ayn kabul edenlerin
delillerinin yukarıda geçen "ev yakma..." hadisi ile bu hadis olduğu
söylenir. Hattâbî de bu hadisin, cemaatin vücûbuna delâlet ettiğini söyler ve
şunları nakleder: Atâ b. Ebî Rebâh "Şehirde v e köyde ezanı işiten hiç
kimsenin cemaati terk etmesine ruhsat yoktur" demiştir. Evzâî de ebeveynin
evlâdım cemaate gitmekten men etmesi hâlinde, ebeveyne itaatin gerekli
olmadığını söyler.
Cemaatin sünnet-i
müekkede olduğuna kail olanlar, Resûlullah'ın son ifâdesine "sana cemaat
sevabı getirecek bir ruhsat bulamıyorum" şeklinde mânâ vermişlerdir.
Ayrıca hanefî mezhebi
imamları başka birinin yardımı ile muktedir hale gelen kişiye cuma ve cemaat
namazlarının gerekli olup olmadığında değişik ictihadlara sahiptirler.
İmam-ı A'zam'a göre,
kudretin bizatihi kendisinde bulunması gerektiğini, başkasının kudreti ile
muktedir olamayacağını, dolayısıyla âmâ üzerine cuma'nın farz olmadığın
söylerken, talebeleri Ebu Yusuf ve îmam Muhammed, insanın başkasından alacağı
güçle güçlü sayılacağından cuma namazının âmâ üzerine farz olacağına zâhib
olmuşlardır. Bu ihtilâf cemaat namazında da aynen vâriddir.
Yardımcı bulamamasına
rağmen âmâ olan İbn Ümmü Mektûm'a ruhsat tanınmaması o günkü zemin şartları
ile mütenâsib olabilir. Günümüzde, özellikle trafik akımının yoğun olduğu
yerlerde, âmânın, sakatın cemaate gitmemesi içhr mazeret daha da açıktır
kanaatindeyiz.
Cemâatle namazın hükmü
hakında bu babın ikinci hadisinin şerhinde geniş malumat verilmiştir.[50]
1. Dini
konulardan herhangi bir meselede tereddüdü olan kışı bir ehline sormalıdır.
2. Bazı
hallerde körlük bile cemaate gitmemek için özür değildir.[51]
553. ...İbn
Ebi Leylâ İbn Umm-i Mektûm'dan, şöyle dediğini nakletmiştir: (Bir gün):
Ya Resûlallah, Medine,
(yırtıcı) hayvanları, zehirli haşereleri çok olan bir şehirdir. (Ben bu
hayvanların zarar vermesinden korkarım, benim cemaate çıkmayıp evde namaz
kılmama ruhsat var mı?) dedi. Resûlullah;
"Hayye ale's-salah,
hayye ale'l-felâh (sözlerini) işitiyorsan cemaate koş" buyurdu.
Ebû Dâvûd aynı hadisi
Kasım el-Cirmî'nin Süfyân 'dan rivayet ettiğini söylemiştir. Bu rivayette
kelimesi yoktur.[52]
kelimesi,
Mirkâtü's-Su'ûd ve Şerhu'I-Mufassafdaki ifadelere göre ve
kelimelerinden teşekkül eden teşvik ve rağbet için kullanılan bir isim-füldir.
İbn Ümmi Mektûm'un; yırtıcı hayvan ve zehirli haşerelerden korktuğunu
söyleyerek cemaate katılmamak için izin istemesine Resûlullah (s.a.) ruhsat
vermemiştir. Herhalde Resûlullah (s.a.) tbn Ümmi Mektûm'a herhangi bir zararın
gelmeyeceğini bildiği için bunu özür saymamış ve ruhsat vermemiştir. Yoksa
nefse bir zarar gelmesinden korkulması halinde cemaate gitmemeye ruhsat
vardır.[53]
554. ...Ubey
b. Kâ'b'dan-.demiştir ki;
Birgün
Resûlullah(s.a.) bize sabah namazını kıldırdı ve "filan burada mı?"
dedi. (Ashab) "hayır" dediler. Resûlullah tekrar "peki ya, filan
burada mı?" diye sordu, oradakiler yine "Hayır" karşılığını verdiler.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.); "Bu iki namaz (yatsı ve sabah namazları)
münafıklara en ağır gelen namazlardır. Eğer siz bu namaz-lardaki (sabah ve
yatsı) sevabı bilseydiniz dizler üzerinde emekleyerek de olsa (bunları cemaatle
kılmak için camiye) gelirdiniz. Birinci saf (Allah'a yakınlık, şeytandan
uzaklık, ecir ve sevab yönünden) meleklerin saffı gibidir. Siz birinci saftaki
fazileti bilseydiniz, ona koşar (onun için yarışıldınız. Muhakkak bir adamın
başka bir adamla (cemaat yaparak) namaz kılması tek başına namaz kılmasından,
iki kişi ile birlikte kılması da, bir kişi ile birlikte kılmasından daha çok
sevablıdir. (Cemaat) ne kadar çok olursa Allah'a o kadar sevimli olur" buyurdular.[54]
1. İmamın, cemaatin durumu ile ilgilenmesi cemaata
gelmeyenlerin gelmeyiş sebeblerını araştırması gerekir.
2. İmam,
cemaatın sabah ve yatsı namazı için camiye gelmesini teşvik etmelidir.
3. Birinci
saf yarışmaya değecek kadar faziletlidir.
4. İmamdan
başka bir tek kişi de olsa cemaat yapmak caizdir.
5. Cemaatle
namazın sevabı cemaatin azlığı ve çokluğuna göre değişir.[55]
555.
...Osman b. Affân (r.a.)den; demiştir ki;
Resûlullah (s.a.)
şöyle buyurdu: "Yatsı namazını cemaatle kılan kimse o gecenin yarısını
namaz kılmakla geçirmiş gibidir. Yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan
kimse o gecenin tamamını namaz kılmakla geçirmiş gibi sevab alır"[56]
Bu hadis-i şerif mânâ
itibariyle"Kadir gecesi (içerisinde kadir gecesi bulunmayan) bin aydan
daha hayırlıdır" âyet-i kerimesine benzer. Hadisten anlaşılacak mana
şudur: Yatsı namazını cemaatle kılan kimse (içerisinde yatsı namazıplmayan)
bir gecenin yarısını ihya etmiş, yatsı ve sabah namazlarını cemaatie kılan
kişi de (içerisinde sabah ve yatsı namazı olmayan) bir gecenin tümünü ihya
etmiş gibi sevab alır.
Bu hadis-i şerifi :
Müslim yine Hz. Osman'dan, "Resulüllah (a.s.)'ın şöyle buyurduğunu
işittim: "Bir kimse yatısı namazını cemaatle kılarsa sanki gecenin
yarısını , bir kimse de sabah namazım cemaatle kılarsa sanki gecenin tümünü
namaz kılmakla geçirmiş gibidir" şeklinde rivayet eder.
Müslim'deki bu
rivayette sabah namazı ile birlikte yatsı namazı zikredilmemiştir.
İmam Mâlik de
Muvatta'ında hadisi, Abdurrahman bin Ebi Amre tarikiyle Hz. Osman'dan,
Müslim'in rivayetine benzer bir şekilde fakat mevkuf olarak rivayet etmiştir.
Zürkânî Mâlik'in rivayeti için: "Her ne kadar bu mevkuf ise de, merfu
hükmündedir. Çünkü bu söz, rey'le söylenemez" der.
Müslim ve Muvatta'daki
bu rivayetlerden, sadece sabah namazını cemaatle kılanın da, bütün geceyi ihya
etmiş gibi sevab kazanacağı anlaşılmaktadır. Bu rivayetlerle Ebû Dâvûd'taki
rivayet arasındaki farklılığı "Muhtemeldir ki Müslim ve Muvatta'daki
rivayetlerde bir hazf vardır ve kelimesi
hazfedilmiştir" şeklinde te'lif etmişlerdir.[57]
Yatsı ve sabah
namazını cemaatle kılmak diğer namazlari cemaatle kılrıaya msbetle daha
üstündür.[58]
556. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'nin rivayet ettiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Sevabı en çok olan, mescide en uzak yerden gelendir"[59]
Aynı mevzuda Müslim'in
Ebü Musa'dan yaptığı rivayet de; "Namazda insanlann sevabca en üstün
olanları, yolu namaza (mescidden) en uzak olanlardır" şeklindedir.
Gerek Ebû Davud'un
hadisi, gerekse Müslim'in rivayeti evi mescide uzak olanlar için bir
tesellidir. Zira evi mescide yakın olanın cemaate devamı daha kolay olur.
Namazlarını ekseriyetle cemaatle kılacağı için sevabı da fazla olur. Ama evi
mescide uzak olan bundan mahrum olabilir. İşte Resûlullah (s.a.) evi uzak olanın
mescide gelmek için katlandığı meşakkatleri ve attığı adımları onun namazı
menzilesinde tutmuştur. Nitekim 559. hadis-i şerifte geleceği üzere cemaate
gitmek için yola çıkan kişinin ayağını her kaldırışta derecesi yükselecek ve
her yere basışta bir günahı silinecektir.
Müslim, Tirmizî ve
Nesâî'nin Ebû Hureyre'den yaptıkları bir rivayette Resûlullah (s.a.) tam olarak
abdest alıp mescide giderken adımların çok olmasının ve bir namazdan sonra
diğer namazı beklemenin hataları mahvedip dereceleri yükselttiğini haber
vermektedir.
Açıktır ki, hadisi
şerif, çok sevab almak için evleri mescîdden uzak yapmaya teşvik etmemektedir.
Zira Resûlullah (s.a.)'ın evi mescidin hemen bitişiğindedir.
Bu, "Muhakkak
oruçlunun ağzının kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir"
hadis-i şerifine benzer. Resûlullah burada insanları ağız temizliğini, terk
ederek ağızlarının tiksindirici bir şekilde kokutmaya teşvik etmemiştir. Maksat
oruçlu için çok büyük sevab olacağını müjdelemektir.[60]
Mescide gitmek için
atılan adımların çok olması, sevabın o nısbette çok olmasını gerektirir.[61]
557. ...Übey
İbn Ka'b'dan; demiştir ki:
Bir adam vardı;
Medinelilerin içinde müslümanlardan evi mescide onunkinden daha uzak olan bir
kimseyi tanımıyorum. Bu adam cemaatle namazı katiyyen kaçırmazdı. (Bir gün)
kendisine "bir eşek satın alsan da karanlıkta ve şiddetli sıcaklarda
binsen" dedim. "Evimin mescidin yanında olmasını istemiyorum (bu
benî sevindirmez)" karşılığını verdi. Hâdise Resûlullah(s.a.)a
ulaştırıldı. Resûlullah o za-tadurumu sordu. Adam şu cevabı verdi: "Ya
Resûlullah ben mescide gidişimin ve ailemin yanına dönüşümün benim lehime
(sevab olarak) yazılmasını istedim. Resûlullah (s.a.) da ona; "Allah bütün
bunları sana verdi, Allah senin istediğin şeylerin hepsini sana verdi"
buyurdular.[62]
Hadiste zikri geçen
zâtın evinin mescide yakın olmasını iste meyip bilakis onu kerih görmesi ilk
anda müslümanın haline ve takınması gereken tavrına aykırı görünmektedir.
Sahih-i Müslim'in rivâyetindeki "Evimin Muhammed (s.a.)'in evine çadır
ipleriyle bağlanmış kadar yakın olmasını istemem" ifadeleri bu kuşkuyu
kuvvetlendirir. Ancak mesele Resûlullah'a arz edildikten sonra bu sahâbinin
verdiği cevâblar bu kuşkulan izâle etmektedir.[63]
1. Sahâbiler
birbirlerine merhametlidirler.
2. Bir
kimsede hata olduğu zannedilen bir şey duyulursa hatânın düzeltilmesi
maksadıyla o kişinin uyarılması için bir bilene durumunu iletmek caizdir.
3. İslâm
toplumunun lideri, kendisine bir şey arz edilince ceza vermede acele etmemeli,
meseleyi araştırmalı ve şikâyet edileni dinlemelidir.
4. Mescide
gitmek için atılan adımların çokluğu sevabın da çok olmasına vesiledir.
5. Amelde
ihlâs aranır.[64]
558. ...Ebû
Ümâme[65]
(r.a.)'den rivayet edilmiştir ki: Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurmuştur;
"Evinden abdest alarak farz bir namaza çıkan kişinin sevabı, ihrama girip
hac edenin sevabı gibidir. Bir kimse kuşluk namazı için bulunduğu yerden çıkar
da bu çıkışındaki yorulmanın sebebi yalnız kuşluk namazı olursa o kişinin
sevabı Umre yapanın sevabı gibidir. Aralarında boş ve bâtıl söz olmaksızın bir
namazın peşinden kılınan bir namaz illiyînde[66]
yazılır."[67]
Hadis-i şerifteki,
"Evinden çıkan" ifâdesi galiba işarettir.Çünkü insanlar camiye
ekseriyetle evlerinden giderler. Yoksa, mezkûr sevaba nail olmak için mutlaka
evden çıkmak diye bir kayıt yoktur. İş yerinden, dükkânından, bahçe ve
tarlasından camiye giden bir müslüman da aynı sevabı kazanır. Bu şekilde namaza
çıkan kişiye verilecek ol#n sevabın bir haccın tüm sevabına eşit bir sevab mı,
yoksa mânânın hacca giderken atılan her adıma sevab verildiği gibi, namaza
giderken atılan her adıma da sevab verileceği şeklinde mi olduğu hususunda iki
görüş vardır:
Hadis-i şerifte,
kuşluk namazını camide kılmak için camiye çıkmanın bir umre sevabına eşit
olduğu anlaşılmaktadır. İbn Hacer el-Mekkî "İmamlarımız kuşluk namazının
mescidde kılınmasının sünnet olduğunu bundan almışlardır, bu "farz
namazlar dışında kişinin kıldığı namazın efdali evinde kıldığıdır"
haberinin müstesnâlarındandır" demiştir.
Mirkât'ta şöyle
denilmektedir: Bu hadî^ nafile namazı camide kılmanın faziletli olduğuna değil
caiz olduğuna delâlet edt.. yahutta maksat evi olmayan ya da evinde
meşguliyeti olan kişinin kuşluk kılmak için evinden çıkmasıdır. Nitekim hadisin
metninde, mescid sözü zikr edilmemiş, mücerred evden çıkmak söz konusu
edilmiştir. O zaman mânâ "evini, dükkânını, veya işini kuşluk namazı
kılmak için bırakıp çıkan" demek olur.
İbn Reslân da "Bu
hadisle sadece cuma günü kuşluk namazının kast edilmiş olması muhtemeldir.
Çünkü bununla ilgili başka deliller de varid olmuştur" der.
Bu te'villerden de
anlaşılmaktadır ki mutlak olarak bütün nafile namazların evlerde kılınması,
camide kılınmasından efdâldir.[68]
1. Namaz
kılmak için yürümekte büyük sevab vardır.
2. Kuşluk
namazı kılmak meşru ve sünnettir.
3.
Aralarında boş ve bâtıl söz olmayan iki namazın büyük fazileti vardır.[69]
559. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'den; demiştir ki;
Resûlullah (s.a.)
buyurdu ki;"Kişinin cemaatle kıldığı namazın sevabı evinde ve dükkânında
kıldığı namazın sevabından yirmi beş derece daha fazladır. Bu fazlalık, sizden
birinin abdest aldığı zaman (sünnet ve farzlarına riayet ederek) abdestini
güzel yapması, namazdan başka bir şey kast etmeyerek mescide gelmesi ve onu
evinden namazdan başka bir şeyin çıkarmaması sebebiyledir. O mescide gelinceye
kadar hiç bir adım atmaz ki o adım sebebiyle derecesi yükseltilmiş veya ondan
bir günah silinmiş olmasın. Mescide girdiği zaman, namaz omı habsettiği
(dışarıya çıkmaktan men ettiği) müddetçe sanki o namazdadır. Sizden biriniz,
namaz kıldığı yerde durduğu, (veya namazı beklediği) müslümanlardan kimseye
eziyet etmediği ve abdestini bozmadığı müddetçe melekler onun için
"Allah'ım onu bağışla, Allah'ım ona rahmet et ve Allah'ım onun tevbesini
kabu! tt" diye dua ederler"[70]
Hadisin zahirinden
camide cemaatle kılınan namazın, ev ve dükkânda cemaatle kılınan namazdan daha
efdal olduğu anlaşılmaktadır. Ancak maksat bu değildir. Bilakis maksat mescitte
cemaatle kılınan namazın ev ve dükkânda tek olarak kılınan namaza üstün oluşudur.
Çünkü hadisin içinde bulunduğu konu, mescitte cemaatle kılınan namazın mescid
dışında tek başına kılınan namaza olan üstünlüğünün be-yân'ıdır. Ancak bu camice
cemaatle namaz kılmanın ev veya dükkânda cemaatle namaz kılmaktan daha efdal
olduğunu söylemeye mâni değidir. Camide cemaatle kılınan namaz evde cemaatle
kılınandan daha efdaldir. Ayrıca ev'veya çarşıda cemaatle kılınan namaz
buralarda tek olarak kılınan namazdan 25 derece daha efdaldir.
Ebû Davud'un bu
rivayeti, cemaatle namazın efdaliyetini 25 derece olarak gösteriyor. Buhârî'nin
İbn Ömer'den rivayetinde ise bu efdaliyet 27 derece olarak geçmektedir.
Tirmizî, İbn Ömer
hâriç râvilerin tamamının bu üstünlüğü 25 derece olarak haber verdiklerini
söyler.
Hafız İbn Hacer
el-Askalanî, hangisinin daha tercihe şayan olduğunda ihtilâf edilmiştir.
Rivayetlerin çokluğundan dolayı 25'i tercihe şayan bulanlar olduğu gibi, 27'yi
de fazlalık olduğu için tercih edenlerin bulunduğunu söyler. Ancak şu vecihler
nazar-i itibara alındığında iki rivayet arasında zıddiyet olmadığı meydana
çıkar.
1. Azın
zikredilmesi çoğun zikredilmesine aykırı değildir.
2. ResüluHah
evvela azmi haber vermiş sonra Allah (c.c.) çoğunu bildirmiştir.
3. Efdaliyet
namaz kılanların hallerine göre değişebilir. Çünkü herkesin namazın erkânına
riâyeti, huşuu bir değildir.
4.
Üstünlüğün 27 derece oluşu sabah ve yatsı veya sabah ve ikindi namazlarına
mahsustur.
5. 27 derece
üstünlük cehri namazlara, 25 derece ise, gizli namazlara mahsustur. Hafız,
"Bence en uygun vecih budur" demektedir.
Hadis-i şerifte,
Resûlullah (s.a.) mescide gitmekteki bu üstünlüğün sebeblerini, abdesti tam
olarak almak, camiye gitmek, namazı beklemek, meleklerin duâ etmesi şeklinde
belirtmişlerdir. Namazı evde cemaatle kılmakta bu dereceler yoktur. Mescid
kelimesi zikredilmeden mutlak olarak yapılan rivayetler, mescid lafzı,
zikredilen mukayyed rivayete hami olunur. Hâftz, Zeyn İbnu'l-Münîr'den bu
üstünlüğe sebeb olan şeylerin bazılarını şöylece nakletmektedir:
1. Cemaatle
namaz niyeti ile müezzine icabet
2. Vaktin
evvelinde namaza durmak,
3. Vakarla
mescide kadar yürümek,
4. Duâ
ederek mescide girmek,
5. Mescide
girdiğinde tahiyyet'ül-mescid namazı kılmak ve cemaati beklemek.
6.
Meleklerin ona duâ, istiğfar ve onun için şahitlik etmeleri,
7. Kamete
icabet,
8. Şeytan
kametten kaçtığında şeytandan kurtulmak,
9. İftitâh
tekbirini idrâk,
10. Safların
düzeltilmesi ve aradaki boşlukların doldurulması,
11.
İmam"Semi Allahu limen hamideh"dediğinde buna cevap vermesi,
12. Çok kere
hatadan salim olması,
13. İslâm'ın
şiarından olan cemaat namazına icâb etmesi,
14. Namazdan
geri kalan tenbelleri teşvik etmesi,
15. Ameldeki
münafık sıfatından arınması,
16. Hakkında
yapılacak suizandan kurtulması,
17. İmamın
selâmına cevab vermesi,
18. Duâ ve
zikirde birleşmenin faydalarından istifade etmesi,
19. Komşular
arası ülfetin devamını sağlaması,
20.
Komşularım beş vakit arayıp sorması,
21. İbâdet
üzere birleşme ile şeytânı kovması,
22. Taat ve
ibâdet konusunda yardımlaşmada bulunması,
23. Sesli
okunan namazlarda tilâvet ahkâmına alışma ve öğrenme,
24. Namazın
kâmil bir şekilde edasını sağlaması,
25.Ferden
kılınan namaza nisbetle huzurlu bir namaz kılması, Fakat Tıybî'nin dediği gibi,
bunlar re'y ve fahminle bilinecek şeyler değildir.
Hadiste bahse konu
edilen dereceden maksat, bir sonraki hadisten anlaşıldığına göre yirmibeş veya
yirmi yedi kere namaz kılmış gibi sevab almaktır.[71]
1. Cemaatle
namaz tek olarak kılınan namazdan daha faziletlidir.
2. Farz
namazların ev ve dükkanlarda kılınması caizdir.
3. Namaz
kılan meleklerin duasını ihtiva ettiği için namaz diğer amellerden daha
efdaldır..
4. Namazı
bekleyen kişiye sanki namaz kılıyormuş gibi sevab vardır.
5. Namaz bittikten
sonra mescidde oturmak teşvik edilmiştir.
6. Mescidde
oturan kimsenin başkalarına ezâ vermeden, taharet üzere olması gerekmektedir.
7. Mescidde
abdestsiz oturmak hali, meleklerin onun için istiğfar etmelerine mânidir.[72]
560. ...Ebû Said
el-Hudrî (r.a.) den; demiştir ki; "Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"cemaatle kılınan namaz, (ce-maatsiz kılınan) yirmi beş namaza
eşittir. Kişi namazını rükû' ve secdelerini
tam yaparak (erkânına, tam riâyetle)
kırda kılarsa (sevabı) elli namaz sevabına ulaşır."[73]
Ebû Dâvûd dedi ki;
Abdulvâhid b. Ziyâd bu hadis hakkında, "Kişinin kırda kıldığı namaz,
cemaatle kıldığı namaz üzerine (......) katlanır" dedi ve hadisin tamamını
zikretti.[74]
Neylü'l-evtâr'da
"Kırda kılınıp da 50 namaza denk olan bu namaz, cemaatle kılınan namaz
değil, münferid namazdır"denilmektedir. Bu mütalaasında Şevkânî'nin
delili, hadisin rivayet edildiği babın, cemaatle mukayyet olmayıp mutlak oluşu
ve (hadisin sonunda terce-mesini verdiğimiz) Ebû Davud'un Abdullah b. Ziyad'dan
yaptığı rivayettir. Buna göre kırda tek olarak kılınan namaz köyde veya şehirde
cematle kılınan namazdan d.°ha faziletlidir.
İbn Reslân'ın dediğine
göre ise, kırda cemaatle kılınan namaz kır haricinde tek başına kılınan
namazdan 50 namaz sevabı daha üstündür.
Kırda kılınan namazın
fazileti hakkında Ebû Ya'lâ'mn Enes'den; Ab-durrezzak'ın, Selman-ı Fârisi'den;
Nesâî'nin Ukbe b. Âmir'den rivayetleri vardır.
Kırda kılınan namazın
bu şekilde efdal oluşundaki hikmetler şunlardır:
1. Çok kere
kırlarda namaz kılan yolcudur, seferde de meşakkat eksik olmaz, kişinin
meşakkatlere katlanarak namaz kılması fazilete sebebtir.
2. Kırlar
ıssız ve bazan da korkunç olur. Böyle bir halde, ancak takva sahibleri namaza
meyi eder.
3. Böyle
yerlerde pek başkaları bulunmayacağı için kılınan namazda gösteriş bulunmaz.
Nitekim kişinin karanlık gecede, evinde Allah'tan başka kimse görmeden kıldığı
nafile namaz, dışarda kıldığı namazdan daha efdaldir. Buna sebeb tenhada
kılanan namazın riyadan uzak oluşundan başka bir şey değildir.[75]
1. Cemaatle
namaz kılmak faziletlidir.
2. Sahrada
kılınan namazın sevabı çoktur.
3. Namazın
sevabı ancak erkânına riâyetle hâsıl olur.[76]
561. ...Büreyde'den
rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Karanlıklarda mescidlere çokça yürüyenleri, kıyamet gününde tam (bir) nûr ile müjdele"[77]
Hadis-i şerifte geçen
karanlık, gece karanlığına şâmil olduğu gibi havanın bulanık veya sisli
olmasına da şâmildir. Böyle durumlarda namaza gitmeyi ihmal etmeyip cemaate
devam edenleri Resû-lullah kıyamet gününde nurla müjdelemiştir.
Metinde geçen kelimesi, sevindirici haber mânâsına gelen
kökünden müjdele mânâsına gelen emirdir. Bu emir, Resülullah'tan belirli
olmayan ve müjdeleme vasfı bulunan bir müslümana, özellikle âlimlere tevcih
edilmiş bir emirdir.kelimesi yürümek mânasına gelen kökünden mübalağalı ism-i
failin çoğuludur. Bu şekildeki ifâdeler, belirli bir işi birden fazla yapanlar
için kullanılır. Buradaki manası ise, "çokça gidenler" demektir.
Bundan da anlaşılıyor ki tesadüfen gidenlerle seyrek gidenlere bu müjde vârid
değildir.
"eksik olmayan
tam nur" demektir ki, mü'minler için Cennete girinceye kadar devam edecek
nurdur. Münafıklar içinse dilleri ile de olsa kelime-i tevhid ve kelime-i
şehâdeti telâffuz ettikleri için başlangıçta bir an görülecek sonra sönecektir.
Karanlıkta kalan bu münafıklar mü'minlere, "ne olur bize bakın da
nurunuzdan faydalanalım" diyeceklerdir. Onlara alaylı bir ifâde ile
"arkanıza dönün nuru orada arayınız" denecek, döndüklerinde de
onlarla mü'minler arasına bir sûr çekilecek mü'minler tarafından olan iç bölümü
rahmet, münafıklar tarafında kalan dış bölümde ise, azab c!a-çaktır. (Bk.
el-Hadîd (57), 14).
Gece karanlıkları
tepeleyerek camiye gidenleri nurla müjdeleyen hadis-i şerifler pek çoktur.
Nitekim Taberâni'nin Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği hadis-i şerifte Resülullah
(s.a.) şöyle buyurur:
"Karanlıklar
arasında mescitlere gidenleri muhakkak ki Cenab-ı Hak kıyamet günü parlak bir
nurla aydınlatacaktır."
Yine Taberânî
Ebu'd-Derdâ'dan, Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Gecenin
karanlığında mescide giden kıyamet günü nur içinde Allah'ın huzuruna
varacaktır."
Taberânî, Ebû Umâme'den
de Resûlullah'ın şöyle buyurduğu rivayet etmiştir:
"Karanlıklar
içerisinde geceleyin camiye gidenleri kıyamet gününde nurdan minberlerle
müjdele ki insanların korktuğu o günde onlar korkmayacaklardır."
Ayrıca îbn Hibbân'ın
Sahîh'înde rivayet etmiş olduğu:
"Gece
karanlığında camiye gidenlere Allah (c.c.) kıyamet günü nûr verecektir."
İbn Mâce, Hâkim, İbn
Hüzeyme'de nakledilen Sehl b. Sa'd hadisinde Resûlullah, "Karanlıklarda camiye gidenler kıyamet
günü tam nûf ile müjdelensinler" buyurmaktadır. (İbn Huzeyme, Sahih, II,
377).
Hatta karanlıklarda
devamlı gidip gelmeye gonul verenlerin dünyada da bu nurdan nasiblendiklerine
dâir rivayetler vardır. Nitekim Buharı Enes b. Mâlik (radiyellahü anh)ın şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Nebi (s.a.)'in
ashabından iki zat[78]
karanlık bir günde Nebi (s.a.)'nin nezdinden önlerinde parlayan çıraya benzer
iki şey olduğu halde çıktılar. Birbirlerinden ayrıldıktan sonra o çıralar da
onlarla beraber ayrıldılar, her birinin evine varıncaya kadar (yollarını
aydınlattılar)”[79]
1.
Hayır yaPan ki§ileri müjdelemek riya
değil, aksine meşru ve mendub olan bir teşviktir.
2.
Karanlıklarda mescide gitmek için atılan adımların çokluğu uhrevî saadete
vesiledir.
3. Sabah ve
yatsı namazlarının mescitte kılınması teşvik edilmiştir.
4. Karanlık
gecelerde namaza devam edenlerin hüsn-i hatime ile âhirete gideceklerine işaret
edilmektedir.[80]
562. ...Ebû
Sumâme el-Hannât[81] , mescide giderken, Ka'b
İbn Ucre'nin[82] arkadan gelip kendisine yetiştiğini,
(daha doğrusu) birbirlerine rastladıklarını haber verdi. Dedi ki: "Ka'b,
beni parmaklarımı birbirine geçirmiş olduğum bir vaziyette buldu. Beni bundan
nehy etti
ve;
Muhakkak,
Resûlüllah,"Biriniz abdestini tam oarak (farz ve sünnetlerine riâyet
ederek) alıp, mescidi kast ederek (yola) çıktığı zaman, el parmaklarını
biribirine geçirmesin. Çünkü o namazdadır, (namazda sayılır) buyurmuştur,
dedi.[83]
İbn Hıbbân ve Hâkim'in
tahrîc ettikleri başka rivayetlerde de parmakların biribirine geçirilmesi men
edilmiştir. Çünkü bu hareket,
1. Huşua
aykırıdır. Halbuki insan namaza giderken, (hükmen namazda olduğu için) huşu'
içerisinde olmalıdır.
2. Parmaklan
biribirine geçirmek şeytan işidir. İmam Ahmed'in Ebû Sa'id el-Hudrî'den rivayet
ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.); "Sizden
biriniz mescidde olduğu zaman parmaklarını biribirine geçirmesin. Çünkü
parmakları biri birine geçirme şeytandandır" buyurmuşlardır. (Ahmed b. Hanbel,
III, 43, 54).
3. Bu halin
abdest bozmaya sebeb olacak olan uykuyu celb ettiği söylenmektedir.
Parmakların biribirine
geçirilmesini nehyeden bu hadisin ve yukarıda zikredilen rivayetlerin,
Buhârî'nin ve Ebu Davud'un sehv secdesi babında 1008. hadis olarak tahric
ettiği Zü'I-yedeyn kıssası hakkındaki hadise muarız olduğu zannedilmektedir.
Nitekim bu hadisin Buhârî'deki rivayetinde :"...Resûlullah sağ elini sol
eli üzerine koydu ve parmaklarını biri biri arasına geçirdi" denilmektedir,
(bk. Buhârî, salât, 88; mezâlim 5; edeb 36).
Ancak Resûlullah
(s.a.), bunu kendi zannınca namazdan ayrıldıktan sonra yapmıştır. Sonra
parmaklan biri birine geçirmekten nehy, ümmete mahsus lâfızlarla vârid
olmuştur. Resûlullah (s. a.)'in yaptığı işler ümmete mahsus olan sözlere muarız
sayılmaz. Onun için, bu babın hadisi ile Buhârî hadisi arasında bir tezâd
yoktur.[84]
1. Namazdf
aza giderken parmaklan biribirine geçirmek nehyedılmıştır. Bu nehy kerahete
hamledilmiştir. Hanefi'lerde bu, tahrimen mekruhtur. Hanbeliler kerahetin namazda
daha şiddetli olduğunu söylerler. Ibn Abbâs, Atâ, Neha'î, Mücâhid, Said b.
Cübeyr teşbîkin sadece namazda mekruh olduğunu söylerler. Şafiî ve Mâlikîler de
bu görüştedirler.
2. Hadisten
namazı kasteden kişiye namaz kılanın ecrinin verileceği de anlaşılmaktadır.
Namazdan dönüşün de aynı hükümde olduğuna dâir hadisler vardır. Meselâ
Hâkim'in Ebû Hureyre'den rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur:
"Sizden biri
evinde abdest alıp sonra da mescide gelse, (evine) dönünceye kadar namazda
sayılır” (el-Müstedrek, I, 206).[85]
563. ...Saîd
b. el-Müseyyeb'den:demiştir ki; "Ensârdan bir.adam ölüm döşeğinde
yatıyordu. O zat dedi ki:
Size bir hadis haber
vereceğim ki onu sadece Allah'ın rızasını umarak söylüyorum. ResûluIIah (s.a.)ı
şöyle buyururken duydum:
"Sizden birisi
(farz ve sünnetlerine riâyetle) tam olarak abdest alıp, sonra mescide çıktığı
zaman, sağ ayağını her kaldırdığında Allah ona bir hasene yazdırır. Sol ayağını
her yere bastığında ondan bir günah sildirir. Artık o kişi isterse (ayaklarını
biribirine veya evini mescide) yaklaştırsın, isterse uzaklaşırsın. Eğer mescide
gelir de namazı cemaatle kılarsa bağışlanır. Cemaat, namazın bir kışımı m
kalmış, bir kısmı kalmış bir halde iken mescide vanrsa, yetişebildiğim
(cemaatle) kılar, kalanlarını da (kendi kendine) tamamlarsa, durum yine
aynıdır. (Namazın tamamım cemaatle kılmış gibi, bağışlanır). Cemaat namazi(n
tamamını) kılmışken mescide gelir de (kendi başına) namazını kılarsa yine aynı
şekilde (cemaate yetişmiş gibi bağışlanır).[86]
1. Namaz
kılmak için mescide gitmenin fazileti büyüktür.
2. Camide
cemaatle namaz kılmak maksadıyla çıkan kimse, ister namazın tamamında ister
bir kısmında cemaate yetişsin, isterse hiç cemaate yetişemeyip tek başına kılsın,
bağışlanır.
3. Cemaate
gitmek için uzun yol yürümek teşvik edilmiştir.[87]
564. ...Ebû
Hüreyre (r.a.)'den;demiştir ki;Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Bir
kimse tam olarak abdest alıp (mescide) gitse, fakat insanları namazlarım kılmış
bulsa, Allah ona, cemaate hazır olup da namazını cemaatle kılanın sevabı gibi
sevab verir. Bu, o cemaatin sevabından hiç bir şey eksiltmez."[88]
1. Namazım cemaatle
kılmak niyetiyle evinden çıkan, fakat cemaate yetışemeyen kişiye, namazı
cemaatle kılmış gibi sevab verilir.
2. Bu sevab,
cemaate hazır olanların sevabından bir şey eksiltmez.[89]
565. ...Ebû
Hureyre (r.a.)den Resûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah'ın kadın kullarım Allah'ın mesidlerin-den men'etmeyiniz. Ancak
onlar süslenmemiş ve koku sürünmemiş olarak camiye gelsinler."[90]
Hadis-i şerifteki
nehy, 567 numarada gelecek olan İbn Ömer hadisinden anlaşıldığı üzere kerahete
delâlet etmektedir. Çünkü İbn Ömer'den rivayet edilen bu hadisteki " Onların evleri kendileri için daha
hayırlıdır" ifâdesinden kadınları mescide çıkmaktan men'etmenin haram
olmadığı anlaşılmaktadır.
Nevevî, "Hadisin
zahirinden anlaşıldığına göre kadınlar mescide çıkmaktan men edilmezler, ancak
bunun bazı şartları vardır" der. Nevevî'nin zikrettiği ve hadislerden
çıkartılan şartlar şunlardır:
1. Kadın,
süslenmemiş olmalıdır.
2. Kadın
koku sürünmemiş olmalıdır.
3. Sesi
duyulacak şekilde ziynet eşyası (bilezik,
halhal) takmamış olmalıdır.
4.
Erkeklerle karışık olmamalıdır.
5. Genç
olmamalıdır.
6. Fahr
alâmeti olan bir elbise giymiş olmamalıdır.
7. Yolda
korkulacak bir fitne bulunmamalıdır.
Yine Nevevî'nin
bildirdiğine göre kadın evli ise ve bu şartlar bulunursa, onu camiden men'temek
tenzihen mekruh, evli değilse haramdır. Bu Şafiî, Malikî ve Hanbelîlerin
görüşüdür.
Hanefî mezhebinde
mesele ihtilaflıdır: İmam-ı Azam'a göre sadece ihtiyarlar, öğlen ve ikindi
dışındaki namazlara çıkabilirler. Çünkü bu vakitler fasıkların yaygın olduğu
vakitlerdir, bu vakitlerde fitne ihtimali daha fazladır. Akşam, yemek zamanı,
yatsı ve sabah da uyku zamanı olduğu için fitne yönünden daha emniyetli
vakitlerdir, denmekte ise de günümüzde bu fitnenin ekseriyetle akşam, yatsı ve
sabah namazları zamanında olması sebebiyle emniyette olunmadıkça gidilmemesi
gerekir. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ihtiyar kadınlar bütün vakitlerde mescide
gidebilirler. Buhârî şârihi Aynî, "Fesadın yayıldığından dolayı bu zamanda
fetva, kadınların hiç bir vakitte mescide çıkmaması şeklindedir" der.
Zaten gençlerin mescide gitmelerinin kerahetinde Hanefî imamları arasında
ihtilâf yoktur. Hidâye'de, Mutlak olarak "Kadınların cemaate gitmeleri
mekruhtur" denilir. Sarihler bu sözlerden maksadın gençler olduğunu
söylerler. Aynî'nin yaşadığı zamanla bu günü mukayese edersek, bu günün fitne
yönünden o devirleri fersah fersah geçtiğini görürüz. Öyleyse günümüzde, ister
genç olsun ister ihtiyar olsun kadınların namaz kılmak, vaaz dinlemek, hele
hele mevlid dinlemek için mescide gitmeleri mekrûtur. Bezlu'I-Mechûd sahibi de
aynı şeyi söylemektedir.
Hattâbî'nin
bildirdiğine göre bazı âlimler (îbn Reslan,' bunların Mâliki-Ierle Şâfiîlerin
bazıları olduğunu söyler) bu hadise istinad ederek, erkeğin karısını hac için
yola çıkmaktan men'edemeyeceği görüşüne varmışlardır. Ancak bu istidlal
cumhura göre sıhhatli değildir. Çünkü kadınların sefer mesafesi kadar bir yere
tek başlarına çıkmaları caiz değildir. Bu, hadisle sabittir. Ancak kadın
Mescid-i Haram'a, sefer mesafesinden daha yakın bir yerde ise, veya kadının
yanında beraber gideceği mahremi bulunursa kocası onu farz olan hacdan men
edemez. Bu hanefî mezhebinin görüşüdür.[91]
1. Kadınların
mescide çıkmaları (fitneden korkulmuyorsa) caizdir.
2. Erkekler
kadınları mescide gitmekten men'edemezler.
3. Kadınların
mescide, pazar ve çarşıya giderken, zinet ve koku sürünmesi caiz değildir.[92]
566. ...İbn
Ömer(r.a.)den; demiştir ki;
Resûlüllah (s.a.)
şöyle buyurdu: "Allah'ın cariyelerini (kadın kullarını) Allah'ın
mescidlerinden men etmeyiniz"[93]
Hadisi, Buhari, Müslim
ve Malik de rivayet etmişlerdir.[94]
567. ...İbn
Ömer (r.a.)'den; demiştir ki:Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Kadınlarınızı
mescidlerden men etmeyiniz. Bununla birlikte ev-Ieri(nde namaz) kendileri için
daha hayırlıdır."[95]
Hadis-i Şerif bir
tayftan erkeklere kadınları mescidlerden men etmemelerini tenbih ederken, diğer
taraftan kadınlar için evlerinde namaz kılmanın daha hayırlı olduğuna işaret
etmektedir.
Taberânî kadınların
namazlarım evlerinde kılmalarının daha efdal olduğuna dâir başka hadisler de
rivayet etmiştir.[96]
568. ..Abdullah
b.ömer(r.a.) dedi ki; "Resûlüllah (s.a.), "Kadınlara geceleyin
mescidlere gitmek için izin veriniz" buyurdular. Bu rivayeti duyan İbn
Ömer'in oğlu (Bilâl veya Vâkid), "Vallahi onlara izin vermeyiz. Çünkü
onlar bunu bir fitne ve fesad vesilesi yaparlar. Vallahi onlara izin
vermeyiz" dedi. (Mücâhid) dedi ki; (İbn Ömer) oğluna kızıp azarladı ve
"Ben Resûlüllah, "onlara izin veriniz" buyurdu, diyorum, sen
"Onlara izin vermeyiz" deyip duruyorsun" dedi.[97]
Hadis-i şerifte geçen
"küfretti" sözü, azarladı şeklinde terceme ediımjştir. Abdullah İbn
Hubeyre, Taberânî'deki rivayette geçen sözünü, üç defa "lanet etti"
diye açıklamıştır.
Görüldüğü üzere
Abdullah b. Ömer, oğlu kadınların fitneye düşeceğinden korktuğu için, kendi
içtihadı ile yemin ederek "biz onlara izin vermeyiz" dediği için onu
azarlamış ve "ben kesin nassı haber veriyorum, sen kendi görüşünü
söylüyorsun" demiştir. Şüphesiz İbn Ömer'in oğlu Bilâl'in bu sözü, hadise
karşı çıkmak maksadıyla değil, fitne kapısını kapamak gayesiyle söylenmiştir.
Yalnız sözü söyleme
şekli hoş olmamış, bu yüzden babası onu azarlamıştır. Böyle değil de
"zaman değişti, insanlar arasında fâsıklar çoğaldı, onun için bu devirde
kadınları mescide salmayız" gibi ifâdeler kullansaydı herhalde babasının
gazabına maruz kalmazdı. Nitekim bundan sonraki hadiste Hz. Âişe buna benzer
ifâdeler kullanarak kadınların mescide çıkmasını tasvib etmemiştir.
Buna benzer bir olay
da Ebû Yûsuf'un başına gelmiştir. Şöyle ki; Ebû Yûsuf, Resûlullah (s.a.)'ın
kabağı sevdiğini rivayet etmiş, oradaki bir adam da "ben onu sevmem"
demiş. Bunun üzerine Ebû Yusuf kılınanı sıyırmış ve "imanını tazele, yoksa
seni öldürürüm" demiştir.
İbn Hacer, bu hadisten
hareketle sünnete kendi görüşü ile karşı çıkanın te'dib edilmesinin ve babanın
büyük de olsa oğlunun suçunu bulduğunda azarlamasının caiz olduğunu
söylemiştir.[98]
1.
Kadınların mescide çıkmalarına izin vermek caizdir.
2. Hadise
reyle karşı çıkmak doğru değildir.[99]
569.
...Resûlullah (s.a.)'ın zevcesi âişe (r.anhâ) şöyle demiştir: Eğer Resûlullah (s.a.)
kadınların (süslenme, giyinme ve koku sürünmeden yana) ihdas ettiklerini
görseydi, İsrail oğullarının kadınlarının men edildiği gibi onları mescide
çıkmaktan men ederdi.
(Senedde adı geçen)
Yahya, Amrâ'ya; "İsrail oğullarının kadınları men edildiler mi idi?"
dedim,O da "evet" cevabını verdi, demiştir.[100]
Şarih Aynî' özellikle
Mısır kadınlarının ihdas ettikleri birçok bid'at ve munkerâtı sayarak
"Eğer Hz.Âişe(r.anha) buzamanın kadınlarının yaptıkları bid'at ve
münkerâtı görseydi, onların çıkmasını daha şiddetli bir şekilde red
ederdi" demektedir.
Hafız İbn Hâcer
el-Askalanî, bazı kişilerin Hz. Âişe'nin sözüne dayanarak kadınlarının mescide
çıkmalarını kayıtsız şartsız men etmeyi caiz gördüklerini, fakat bunun doğru
olmadığını söyler. Çünkü Askalânî'nin ifâdesine göre, Hz. Âişe hükmü bir şarta
bağlamıştır. Yani "Eğer Resûlullah kadınların bu yaptıklarını görseydi
men ederdi" demiştir. Demek ki Resûlullah (s.a.) bunları görmemiş ve
onları mescide çıkmaktan men etmemiştir. Öyleyse Re-sûlullah'ın koyduğu hüküm
devam etmektedir. Ayrıca Cenab-i Allah ileride olacak olan hadiseleri bildiği
halde Peygamberine kadınları mescidden men etmesini emretmemiştir. Eğer onların
yaptıkları şeyler men'e sebeb olabilecek nitelikte şeyler olsaydı men ederdi.
Askalânî'nin ifâdesi kadınları mescidden men etmenin caiz olmadığını isbatlar
mahiyette devam etmektedir. Bu meselede bazı bilgiler ve mezheblerin görüşü
565. hadisin şerhinde verilmiştir.
Hz. Âişe'nin bu sözü,
mücerred re'ye dayanarak söylenmiş bir söz değildir. Resûlullah (s.a.)'ın
kadınları, fesada meydan vermemek için bazı dini kaidelerden men'etmesi, 565.
hadisde "Onlar zinetsiz, koku sürünmemiş oldukları halde çıksınlar"
buyurması Hz. Âişe'nin bu sözü söylemesine âmil olmuştur.[101]
570.
...Abdullah (İbn Mes'ud)'dan Resûlullah (s.a.)'m şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: "Kadının özel odasında kıldığı namaz (evin) salonunda kıldığı
namazından, (eşyalarının gizlendiği) daha özel odada kıldığı namaz da Özel
odasında kıldığı namazdan daha efdaldir."[102]
Kadın işlerinde esas,
mümkün olduğu kadar tesettüre riayet
olduğu için Resühiiiah (s.a.) kadının daha çok gizlenme imkânı bulduğu
yerde kıldığı namazın daha sevab olduğunu haber vermiştir.
Bu rivayetten
anlaşıldığına göre, kadının evinde ve evinin gizli köşelerinde namaz kılması,
mescidde hatta Mescid-i Nebevî'de bile namaz kılmasından daha efdaldır. Ahmed
b. Hanbel ve İbn Hibbân'ın Ümmü Humeyd'den rivayet ettikleri hadis de bu
mânâyı te'yid etmektedir.[103]
1.
Kadınların namazlarını evlerinde kılmaları teşvik edilmektedir.
2. Kadının
namazının, fazilet yönünden en üstünü setre en müsait olan yerde kıldığıdır.
Bunu yaparken eğitme durumunda olan kadınların, eğitici vasfını nazar-ı dikkate
alması teşvik noktasındaki vazifesini unutmaması gerekir.[104]
571. ...îbn
Ömer'den; demiştir ki; Resûlullah (s.a.) "Şu kapıyı kadınlara
bıraksak" buyurdu. NafT dedi ki; "İbn Ömer ölünceye kadar bu kapıdan
bir daha girmedi."
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadîsi
İsmail b. İbrahim, Eyyûb'dan o da Nâfi'den (mevkuf olarak) "Ömer
dedi" şeklinde rivayet etmiştir. Doğrusu da budur.[105]
Hadis"i Şerifte
adı geçen kapı, bugün “kadınlar kapısı" denilen kapıdır. Bu hadis 17.
babda 462. hadis olarak daha evvel de geçmiştir. Hadisle ilgili detaylı
açıklama aradadır.[106]
572. ...Ebû
Hureyre (r.a.) dedi ki;
Resûlullah (s.a.)ı
şöyle buyururken işittim: "Namaz için ikamet edildiğinde ona koşarak
gelmeyiniz, sükûnet ve vakarla yürüyerek geliniz, Yetişebildiğinizi (imamla
beraber) kılınız, yetişemediğinizi tamamlayınız"[107]
Ebu Dâvûd dedi ki:
Zebidî, İbn Ebi Zi% İbrahim b. Sa'd, Ma'mer ve Şuayb b. EbîHamze, ZührVden yetişemediğini
tamamlayınız" şeklinde sadece, îbn Uyeyne ZührVden"kaza ediniz"
şeklinde rivayet etmiştir.
Muhammed b. Amr, Ebû
Seleme'den; o da Ebû Hureyre'den ve Ca'fer b. Rebia, el-A'rac tarikiyle Ebû
Hureyre'den "tamamlayınız" şeklinde; İbn Mes'ûd Resûlullah (s.a.)'dan
ve Ebû Katâde ile Enes (r. a.) da yine Resûlullah 'tan şeklinde rivayet
etmişlerdir.[108]
Hadis-i şerifte
Resûlullah (s.a.); "Kamet getirilince namaza gelmeyiniz" buyurmuştur.
Burada kamet lâfzının zikri hüküm kamete bağlı olduğu için değildir. Kamet
edilmesi farza başlanılacağına delildir .Kamet işitildiği halde cemaate
yetişmek için koşmaktan menedilmesi, kamet getirilmeden evvel koşmaktan
öncelikle men edilmeyi gerektirir. Gerçi bazıları nehyin kamete başlandığı âna
mahsus olduğunu söylüyor ise de, Nevevî'nin de ifâde ettiği gibi önceki
anlayış daha uygundur. Hadisin Müslim'deki rivayetinde "Sizden biriniz
namazı kastettiği zaman o namazdadır" ziyâdesi ile üzerinde durduğumuz
hadis-i şerifin devamındaki "yetişebildiğiniz! cemaatle kılarsınız,
yetişemediğinizi tamamlarsınız" ifâdeleri de yukarıdaki birinci manayı
te'yid etmektedirler. Camiye koşarak girmekten men ifâde eden bu nehy, bütün
vakitler için geçerlidir.
Bu hadis-i şerifin
"Allah'ın zikrine koşunuz" âyet-i kerimesine zıt olduğu
samlmamalıdır. Çünkü âyet-i kerimedeki sa'y (koşmak) kelimesinden murad,
kasttır. Âyetin devamındaki "alış-verişi bırakınız" ifâdesi de buna
delâlet etmektedir. Buna göre âyet-i kerimeden anlaşılacak
mânâ,"Alış-veriş işlerini bırakıp Allah'm zikri ile meşgul olunuz"
şeklindedir.
Hadisin zahirine göre
koşularak gidilmesinden men edilen namaz mutlaktır. Cuma namazı veya başka bir
namaz arasında fark olmadığı gibi, iftitah tekbirine yetişememe korkusu
olup-olmaması arasında da fark yoktur. Zeyd b. Sabit, Enes, Ahmed, Ebû Sevr ve
İbnu'l-Munzir bu görüştedirler. "Sekinet ve vakarı elden
bırakmayınız" ifâdesi namaza giderken sağa-sola fazla bakılmaması,
gözlerin haramdan korunması, sessizlik içinde yürünmesini gerektirir. Zira
Müslim'in rivayetinde "namaza giden kişi sanki namazdadır"
denmektedir. Özellikle mescid içerisinde acele etmemek gerekir. Çünkü acele
eden kişi iktidâ esnasında tekbir getirmeden ellerini kaldırarak namaza
girmektedir ki, bu giriş sahih değildir. Namaza giriş için kişinin en azından
"Allahu ekber" lâfzını kendisi duyabileceği şekilde sesli tekbir
getirmesi gerekir. Kalben getirilen tekbirler hükümsüzdür. Bununla namaza
girilmiş olmaz. Namazdaki kıraatin de aynı hükümde olduğunun bilinmesi ve
dikkat edilmesi gereken hususlardandır.
İbn Mes'ûd, İbn
Ömer,Esved b.Yezid, Abdurrahman b. Yezid ve İs-hâk b. Râhûye'ye göre iftitah
tekbirine yetişememekten korkulursa koşula-bilir. Nitekim Ömer (r.a.) birgün
Bakî'de iken kameti duymuş ve mescide koşmuştur.
Bu hadis-i şerifte
mevzu bahs edilen hususlardan birisi de şudur:
Namazın tamamında
cemaate yetişemeyen kişinin, yetişebildiği bölüm namazının başı mıdır, sonu
mudur? Bu mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Cumhura göre bu
durumda kişinin imamla birlikte kıldığı kısmı namazının başıdır. Hz. Ali, Said
b. Müseyyeb, Hasan el-Basrî, Mekhûl, Atâ, Zührî, Evzaî, İshak ve Şafii bu
görüştedirler.
Süfyan es-Sevrî, Ebû
Hanife, Ahmed, Mücâhid ve İbn Sîrîn'e göre bu durumda kişinin imamla kıldığı
kısım, namazının sonudur. Ferden kaza ettiği bölüm ise, namazın evvelidir.
Şöyle ki, Ramazanda cemaatle kılınan vitre ikinci veya üçüncü rekâtta uyan
kişi imamla birlikte kunût yapar, daha sonra kunûtunu tekrarlamaz. Buna delil
olarak da, Hadis-i şerifte "geçeni ise kaza ediniz" emridir. Zira
imamla kılamadığı ve kaza etmesi gerekli bölüm namazın evvelidir. Ancak hadis-i
şerifin "geçeni tamamlayınız" rivayetinden, kılınan kısmın, namazın
evveli olduğu anlaşılıyor gibi ise de, geçeni tamamlamak olduğundan ilk rivayetle
arasında bir fark bulunmamaktadır.
Bu iki rivayetten
sonuncusu daha meşhur olanıdır. Bu konudaki görüşler şöyledir:
1. Kişinin
imama yetiştiği kısım namazın evvelidir. Kalan kısım söz ve fiillerde (okuma ve
hareket) onun üstüne bina edilir. Şafiî, İshak ve Evzâî'-nin görüşü budur.
2. Ef'âle
nisbetle namazın evveli, akvâle nisbetle sonudur. Yani hareket bakımından ilk
duruşu namazın evveli, okunacak kıraat ve dualar bakımından ise, sonudur. Bu
Malikî'nin görüşüdür.
3. Namazının
evvelidir. Ancak bu durumdaki kişi imamla birlikte fatiha ve sûre okur
sonradan kalanı kazaya kalktığında sadece fatiha okur. Çünkü namazın son bölümündedir.
Bu, Müzem, İshak ye Zahirîlerin görüşüdür.
4. Namazının
sonudur. Hem fiillerin hem sözlerin kaza edilmesi gerekir. Bu, Ebû Hanife,
Ahmed, Süfyan, Mücâhid ve İbn Sîrîn'in görüşüdür.[109]
1. Namaza
koşarak gitmek men edilmiştir.
2. Yürümede
vakar ve teenniye dikkat edilmelidir.
3. Namazın
bir bölümünde cemaate yetişen kişi, cemaat sevabı alır.
4. Namaza
gelen kişi imamı hangi halde bulursa, hemen cemaate o halde dâhil olur.[110]
573. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'den, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Namaza, sükûnet
ve vakarla geliniz, yetiştiğinizi kılınız, geçeni kaza ediniz"[111]
Ebû Dâvûd, dedi ki:
İbn Şirin ve Ebû Raf i' hadisi Ebû Hüreyre'den "kaza etsin" lâfzı ile
rivayet etmişlerdir. Ebû Zer'den
şekillerinde ihtilaflı olarak rivayet edilmiştir.[112]
Bu hadis yukarıdaki
hadisin hemen hemen aynısıdır.Yalnız araıarıncıa çok ufak rivayet farklılığı
bulunmaktadır.[113]
574. ...Ebû
Saîd el-Hudrî'den; rivayet edilmiştir; Resulüllah (s.a.) tek başına namaz kılan
bir adam gördü ve şöyle buyurdu: "Şu adama onunla beraber namaz kılarak
tasaddukta bulunacak (iyilik edecek) kimse yok mu?"[114]
Hadis-i şerifte
zikredilen adamın kim olduğu belli değildir.Bu sahâbînin kıldığı namaz, Ahmed
b. Hanbel ve Darakutnî'nin rivayetlerinden anlaşıldığına göre öğle namazıdır.
Resûlullah (s.a.) tek
başına namaz kılan bu sahâbî ile beraber namaz kılmayı "sadaka"
olarak isimlendirmiştir. Çünkü onunla namaz kılan kişi >bir iyilik yapmış
olacaktır. Buhârî'nin Câbir'den, Müslim'in de Huzeyfe' den yaptıkları bir
rivayette Resûlullah (s.a.) "Her iyilik sadakadır" buyurmuştur.
Bu bâb, adından da
anlaşılacağı gibi bir mescidde aynı vakitte birden fazla cemaatin yapılması ile
ilgilidir. Mesele, mezhebler arasında oldukça ihtilaflı ve üzerinde çok
konuşulan bir meseledir. Hulasası şudur:
Tirmizî bu hadis-i
şerifi verdikten sonra şöyle der: "Cemaatle namaz kılınan bir camide
tekrar cemaat yapılmasında beis yoktur, ki bu sahabî ve tabiî âlimlerinin bir
çoklarının da görüşüdür."
Nitekim bu hadisin
zahiri de buna delâlet etmektedir. İbn Mes'ud, Enes, İshak, İbnü'l-Munzir,
Dâvûd, Ahmed b. Hanbel ve İbn Hazm bu görüştedir. Ancak Hanbelîlere göre
sadece Mescid-i Haram'la, Mescid-i Nebevî'de aynı vakitte cemaatin tekrarı mekruh,
diğer mescidlerde mubahtır.
M âl i kilere göre
camide muayen bir imam varsa bu imamın namazı kıldırmasından sonra ikinci bir
cemaat yapılması mekruhtur. Çünkü bu ilk cemaatin azalmasına sebeb olur.
Şâfıîlere göre caminin
muayyen bir imamı yoksa, cami ister iki tarafında kapı olup insanların içinden
gelip geçtiği bir cami olsun, ister böyle olmasın, cemaatin tekrar edilmesi
mekruh değildir. Caminin tayin edilmiş bir îmamı varsa ve cami insanların
içinden gelip geçtiği cinsten bir cami değilse, o zaman aynı vakit için
cemaatin tekrarı mekruhtur.
Nevevî'nin beyânına
göre caminin muayyen bir imamı varsa ve cami, içinden herkesin gelip geçtiği
bir cami ise, imamın gelme vakti geçmediği müddetçe, bir başkasının cemaatin
önüne geçerek namaz kıldırması da mekruhtur.
Bu konuda Hanefî
mezhebi ulemâsının görüşlerini de şu şekilde özetleyebiliriz: Buharı şârihi
Aynî şöyle der: Bir mescidde o mahalle halkından başkaları (caminin devamlı
cemaati dışındakiler) ezan okuyup kamet getirerek namazı cemaatle kılsalar, o
mahalle halkı (caminin devamlı cemaati)nin tekrar cemaat yaparak namaz
kılmalarında beis yoktur. Bir camide o caminin devamlı cemaati veya bu
cemaatten bazıları ezan okuyup kamet ederek namazı cemaatle kılsalar sonradan
gelenlerin tekrar cemaat yapmaları mekruhtur."
DürrıTl-Muhtâr'da,
yukarıda Aynî'den nakledilen hususlara ilâve olarak, cami, içinden herkesin
gelip geçtiği biçimde bir cami olursa veya muayyen bir imamı ve müezzini yoksa
aynı vakit için cemaatin tekrarının bu kerahetin dışında olduğu
kaydedilmektedir. Kâfî'deki "caiz değildir", Mecma'daki "mubah
olmaz" ve Camiü's-Sağîr Şerh'indeki "o bidattir" ifadelerine
istinad ederek tahrimen mekruh olduğu da söylenir.
Münye'de ise, caminin
vasfı ayırd edilmeden "Camide tayin edilmiş bir imam ve müezzin varsa,
cemaatin tekrarı mekruh, yoksa mekruh değildir" denilmektedir.
Eğer mahalle
mescidinde cemaatle kılınan namaz ezansız olarak kılınmışsa cemaatin tekrarı
ittifakla mekruh değildir.
İkinci defa cemaat
yapılmasının mekruh görülüşünün hikmeti yukarıda işaret edildiği gibi cemaatin
azalmasına meydan vermemektir.
Ebû Yusuf dan, ikinci
cemaat çoksa mekruh, ama üç dört kişi gibi az olduğunda mekruh değildir,
şeklinde bir rivayet vardır.
Camide cemaatle namaz
kılınırken o cemaata dahil olmayıp ikinci bir cemaat kurma bütün ulemânın
ittifakıyla caiz değildir.
Eğer ikinci cemaat
birinci cemaat şeklinde olmazsa mekruh değildir. Aksi takdirde mekruhtur. Sahih
olan da budur. İkinci imamın mihrabdan uzak bir yerde durmasiyla birinci
cemaatin duruş şeklinden farklılık meydana gelmiş olur. Tatarhâni'ye de
Velvaliciye'den naklen; "Biz de bununla amel ederiz" denmektedir.[115]
1.Bir camide
aynı vakitte (hepsi aynı anda olmamak kaydıyla) birden fazla cemaat yapmak
caizdir. Bu mesele ile ilgili tafsilat verilmiştir.
2. Tek
başına namaza duran bir kişiyi imam ittihaz ederek ona uymak caizdir.
3.
Resûlullah (s.a.) ümmetine karşı şefkatli ve merhametlidir.
4.
Müslümanların hayır üzerinde yardımlaşmaları teşvik edilmektedir.[116]
575.
...Yezid b.el-Esved'den; rivayet edilmiştir ki; o gençken Resûlullah (s.a.)'la
beraber namaz kıldı. Resûlullah (s.a.) namazını bitirince bir de ne görsün,
iki kişi mescidin bir köşesinde namaz kümayıp oturuyorlar. Bunun üzerine Onları
çağırt(t)dı, onlar titreyerek Resûlullah'a getirildiler. Hz. Peygamber (s.a.):
"Sizi bizimle beraber namaz kılmaktan men eden şey nedir?" buyurdu.
Adamlar, "Biz evimizde kıldık" dediler. Bunun üzerine Resûlullah
(s.a.) "Böyle yapmayınız. Sizden biri evinde namazı kılıp sonra da imamı
namaz kılmamış bir halde bulursa onunla birlikte yine kılsın. Çünkü o (imamla
beraber kılacağı namaz) kendisi için nafile olur" buyurdu.[117]
Şevkânî
Neylü'l-Evtâr'da bu iki namazdan hangisinin farz hangisinin nafile olduğu
hususunda ihtilâf bulunduğunu söyleyerek bu ihtilafları şu şekilde sıralar:
Haris, Evzâî,
Şâfiîlerden bazılarına göre birincisi tek olarak, ikincisi cemaatle kılınmışsa,
farz sonradan kılınandır. Hanefî, Şafiilerin cumhuru ve (Mugnî'nin ifadesine
göre) Hanbelîlere göre önce kılınan, farz yerine geçer. Şâfiîlerden bazıları,
bu iki namazdan hangisi daha kâmil ise farzdır, derken, bazıları da farzın
hangisi olduğu belli değildir, Allah dilediğini farz, dilediğini nafile sayar,
görüşündedirler.
Bu hadisin zahirinden
anlaşılmaktadır ki, kişi hangi namaz olursa olsun, bir namazı tek başına kılar
da sonradan cemaate tesadüf ederse, o cemaate iştirak eder. Zira Hadis
mutlaktır, herhangi bir namaza işaret edilmediği gibi, hiç bir namaz istisna da
edilmemiştir. Hattâbî'nin bildirdiğine göre Hasan, Zührî, Ahmed, İshak ve
Şafiî'nin görüşleri bu merkezdedir. Neha'î ve Evzâî'ye göre akşam ve sabah
namazları kılınmışsa sonraki cemaate iştirak edilmez, diğerlerinde iştirak
edilir. Mâlik ve Sevrî ise, akşam namazından sonra, tekrar cemaate uymanın
mekruh olduğunu söylerler.
Hanefîlere göre sabah,
ikindi ve akşam namazlarından birini tek olarak kılan bir kimse, sonra bir
cemaate tesadüf ederse o cemaate iştirak edemez, diğer namazlarda nafile
olarak iştirak edebilir. Dârekutî'nin İbn Ömer'den rivayet ettiği bir hadiste
Resûlullah (s.a.) "Evinde namaz kıldığın zaman cemaate rastlarsan, akşam
ve sabahın dışındakileri tekrar kıl" buyurur. Bu hadis-i şerif ile
Peygamber (s.a.)'in sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar, ikindiden
sonra da güneş batıncaya kadar nafile, kılmaktan men etmesi Hanefîlerİn
görüşünü te'yid etmektedir. Hattâbî'nin bildirdiğine göre kılman hiçbir namazın
iadesinin mekruh olmadığını söyleyenler bu hadisleri şu şekilde te'vil
etmişlerdir:
a. Bu
vakitlerde namaz kılmanın nehyedilmesinden maksat, sebebsiz yere, yeni bir
cemaat fiilen söz konusu olmadan nafile kılmaktır.
b. Adı geçen
hadisler, bu babın hadisi ile nesh edilmiştir. Yezid b. Câ-bir'in hadisi daha
sonra vârid olmuştur. Çünkü o Veda Haccına iştirak etmiştir.
Bezlü'I-Mechûd sahibi,
sabah ve ikindiden sonra namaz kılmayı nehyeden hadislerin Yezid b. Câbir
hadisi ile neshedildiğini kabul etmemektedir. Neshe delâlet eden bir delil
olmadığını, Yezid b. Câbir'in veda haccında bulunmasının bu hadisin sonradan
vârid olduğuna delâlet edemeyeceğini söyler.[118]
1 Resulullah
(s.a.) Sünnetine muhalif birşey görürse bunu yapana muhalefetinin sebebini
sorardı.
2. İmam olan
kişi cemaatini kontrol etmeli, yanlış bir hareket görürse hemen o yanlışı
düzeltme cihetine gitmelidir.
3. Farz
namazların camiler dışında edası caizdir,
4. Cami
dışında namazını kılan bir kişi cemaate rastlarsa, cemaatle birlikte tekrar
kılmalıdır. Mâlike göre önce kılınan namaz cemaatle kılınmış ise tekrar
kılınamaz. İbn Abdi'I-Ber cumhuru ulemânın görüşünün böyle olduğunu söyler.
5. Evvel
kılınan namaz farz, sonradan kılınan nafiledir.[119]
576.
...Yezid b. el-Esved'den; demiştir ki; "ResûluHah (s.a.)'la beraber
Minâ'da sabah namazım kıldım" (daha sonra) bundan evvelki hadisi (mana
olarak) zikretti.[120]
577.
...Yezid b. Âmir[121]
'den; demiştir ki;
Peygamber (s.a.)
namazda iken geldim. Onlarla birlikte namaza durmayıp oturdum. ResûluHah (s.a.)
beni oturur görünce:
"Sen müslüman
değil misin (olmadın mı) ya Yezid?" buyurdu. Ben de:
Evet ya Resulellah,
müslüman oldum" dedim. ResûluHah (s.a.): "Öyleyse niçin
insanlarla beraber namaza
durmuyorsun?"
buyurdu.
Sizin namazı
kıldığınızı zannederek ben evde kılmıştım, karşılığım verdim. Bunun üzerine
ResûluHah (s.a.); "Mescide geldiğin zaman insanları (namazda) bulursan
namazını kılmış da olsan onlarla birlikte namaza dur. (İnsanlarla beraber
kıldığın sonraki) o namaz senin için nafile, öteki (evvelki) de farz
olur" buyurdu.[122]
Hadis-i şerifin son
kısmını "Evinde kıldığın senin için nafile, insanlarla birlikte kıldığın
da farz olur" şeklinde anlayanlar da bulunmaktadır. Ancak Hadisin
tercemesinde verdiğimiz mana diğer hadislerle tearuz etmemesi bakımından daha
muvafıktır.
Bu hadis bir evvelki
hadisin mana yönünden aşağı yukarı aynısıdır. Evvelki hadisten çıkartılan
hükümleri bu hadisten de anlamak mümkündür.[123]
578. ...Esed
b. Huzeyme oğullarından bir adam; Ebû Uyyûb el-Ensârî'ye: "(kendisini
kastederek) birimiz evinde namazı kılıp mescide geliyor. (O anda) namaz
kılınmakta oluyor. Ben de onlarla birlikte namaza duruyorum, fakat bundan
dolayiiçimhiç de rahat değil, (bunun hükmü nedir?)" diye sordu. Ebû Eyyûb
şu cevâbı verdi:
Aynı şeyi biz de
Resûlullah (s.a.)'a sorduk. Resûlullah (s.a.) "Bu onun için cemaat
sevabından bir nasibtir" buyurdu.[124]
1. Bir kimse
dinî bir meselede şüpheye düşerse bir bilene sormalıdır.
2. Sorulan
soruya cevaben fetva veren kişi biliyorsa verdiği fetvanın delilini söylemelidir.
3. Tek
başına namazım kılıp da sonra aynı namazı cemaatle kılan kişiye cemaat sevabı
verilir.[125]
579.
...Meymûne'ninmevlâsı Süleymanb. Yesâr'dan; demiştir ki;
Belât'a İbn Ömer'in
yanına geldim. Onlar (Belathlar) namaz kılıyorlardı. İbn Ömer'e:
Onlarla birlikte namaz
kılmıyor musun?" dedim.
Ben namazımı kıldım.
Resûlullah (s.a.)'ı;
"Bir namazı bir
günde iki defa kılmayınız" buyururken işittim, dedi.[126]
Belât: Medine'de bir
yerin ismidir. Mescidle çarşının arasına düşer. Bu kelime aslında yere döşenen
bir çeşit taşın adıdır.
Anlaşıldığı üzere
Süleyman b. Yesâr, Belât denilen yere vardığında, o muhitin ahâlisi namaz
kılmakta oldukları halde İbn Ömer (r.a.) namaza iştirak etmeyip bir kenarda
oturmakta imiş. Süleyman b. Yesâr bu durumu yadırgayıp niçin onlarla namaza
durmadığını sormuş; o da soruyu Hz. Peygamber (s.a.)'den "Bir günde bîr
namazı iki kere kılmayınız" hadisiyle cevaplandırmıştır.
İlk bakışta bu
hadisle, bir önceki babta geçen hadisler arasında bir çelişki varlığı
zannedilmektedir. Çünkü o bâbtaki hadislerde, evinde namazını kılan kişi bir
cemaata eriştiği takdirde, cemaatle birlikte namaz kılmaya teşvik
ecUlmektedir. Bu hadis ise, bir namazın aynı günde iki defa kılınamayacağını
ifâde etmektedir. Varlığı zannedilen bu çelişki şu şekilde izâle edilebilir:
Önceki hadislerdeki;
cemaata erişildiği zaman kılınacak olan ikinci namaz, kılınmış olan farz namaz
değil, nafiledir. Gelen kişi, insanlar namaz kılarken oturmamak ve elde
edemediği cemaat sevabına nail olmak için namaza durur. Bu kıldığı ikinci
namazı nafile olur. Bu hadiste men edilen ise, aynı farz namazı, farz niyetiyle
iki defa kılmakdır.
Üzerinde durduğumuz
hadisdeki ikinci namazı, farz niyetiyle İcayıtlamadan mutlak olarak anlamak da
mümkündür. O zaman, bu hadisin, önceki babta geçen ve evinde namazını kıldığı
halde, yetiştiği cemaata uymaya teşvik eden hadislerle tahsis edildiğini
söylemek gerekir. O zaman nehiy başka birşey için olur ki o da; önceden kılmış
olduğu bir namazı münferid olarak iade etmektir.
İbn Hacer şöyle der:
"Namazını kılıp da, münferiden onu iade etmek isteyenin namazı bize göre
caiz olmaz. Çünkü aslolan; iadenin caiz olmayışıdır. Ancak hakkında delil olan
yerlerde iade caizdir. Delil de, sadece cemaatle iade konusunda varid
olmuştur."
Namazım kılan kişinin;
rastladığı bir cemaata tekrar katılıp onlarla namaz kılması mes'elesinde iki
hal sözkonusudur. Bunlar:
1. Namazını
daha önce tek başına kılmış olabilir. Bu konudaki ahkâm önceki bâbda geçmiştir.
2. Namazını
daha önce cemaatla kılmış olabilir.
Farz namazını cemaatle
kılan kişinin, ikinci bir cemaate rastladığı zaman onlarla birlikte namaza
durup duramayacağı konusunda mezhepler farklı görüştedirler.
Mâlikilere göre;
Namazım cemaatle kılmış olan kimse, aynı vakitte başka bir cemaata uyamaz.
Bunlar; önceki babda geçen: "Mescide gelip de insanları namaz kılar
gördüğünde, namazını kılmış da olsan onlarla birlikte kıl!" manasındaki
hadisi, vakit namazını tek başına kılmış olması haline hamletmişlerdir.
Hanbelîler; vakit
namazını ister cemaatle, ister tek başına kılmış olsun yetiştiği cemaatle
tekrar namaz kılmanın cevazına kaildirler.
Şafiîlere göre de; her
hâlü kârda ikince cemaata uyup namaz kılmak müstehaptır.
Hanefîlere göre;
evinde tek başına namazım kılan kişi öğle ve yatsı namazım bilâhere rastladığı
cemaatle birlikte kılar. Diğerlerini kılmaz. Bu namazları cemaatle kılmrş olan
kişinin daha sonra ikinci bir cemaata yetişmesi halinde onlarla birlikte bir
daha kılıp kılmayacağı konusunda Hanelilerin görüşünü tesbit edemedik.[127]
580. ...Ukbe
b. âmir[128] (r.a.) demiştir ki;
Ben, Peygamber (s.a.)i
şöyle buyururken duydum: "Bir kimse insanlara İmam olur ve vakte isabet
ederse (sevabı) ona ve cemaatadır. Bundan bir şeyi eksiltenin (vakitte kusur
edenin) günâhı ise, kendisinedir, cemaata değil."[129]
Ukbe b. Âmir'in bu
hadisi rivayet etmesinin sebebi İbn Mâce ve Beyhakfnin rivayetinde Ebû Aii
Hemedânî'den'şöyle anlatılmaktadır: İçerisinde Ukbe b. âmir el-Cühenî'nin de
bulunduğu bir gemiyle yolculuğa çıktım. Namazlardan birisinin vakti geldi. Ukbe'den,
bize imam olmasını istedik ve kendisine; "buna en lâyık sensin. Sen
Rasûlullah (s.a.)'in sahabisisin" dedik. İmam olmaktan kaçındı ve,
"Ben Rasûlullah (s.a.)'in; Bir kimse insanlara imam olur ve vakte isabet
ederse..." buyurduğunu işittim" dedi.
Bu hadisin manası
şudur: Bir kimse insanlara imam olur ve onlara vaktinde namaz kıldınrsa, bu
namazın sevabı hem imama hem de cemaatadır. Namazı, vaktinden çıkarmak
suretiyle bir kusur ederse günahı sadece imamadır, cemaatin bunda bir günahı
yoktur.Anlaşılan, Ukbe hadisi, umûmuna hamletmiş ve onlara namaz kıldırmaktan
geri durmuştur. Ancak hadis idarecilere hamledilir. Nesâi'nin İbn Mes'ud'dan
rivayet ettiği şu hadis de buna delâlet etmektedir: "Herhalde siz namazı
vakti hâricinde kılan milletlere yetişeceksiniz. Eğer onlara yetişirseniz
namazınızı vakti içinde evlerinizde kılın, sonra onlarla birlikte tekrar kılıp
bunu nafile sayın."
Hadisin zahiri, isabet
ve kusurun vakte mahsus olduğuna delâlet etmektedir. Ahmed b. Hanbel'in bir
rivayetine göre ise, isabet ve kusur daha geneldir. O rivayette, "Namazı
vaktinde kılarlar, rüku ve sucûdu tam yaparlarsa onun sevabı size ve
onlaradır" buyurulmaktadır. İbn Mâce'nin aynı konu ile ilgili olarak
rivayet ettiği hadis de şöyledir; "İmam kefildir. Namazı doğru olarak
kıldırırsa sevabı ona ve cemaatadır. Kusur işlerse, günahı onadır, cemaate
değil."
Bu rivayetler
gösteriyor ki; hadiste anılan isabet ve kusur sadece vakitle ilgili değil daha
geneldir.
Hadis-i şeriften
anlaşılıyor ki; imam cemaatin namazından mes'uldür. Şayet namazı âdâb ve
erkânına uygun bir şekilde ve vakti içinde kıldınrsa bunun sevabını hem kendisi
hem de cemaat alır. Ama eğer namazda kusur ederse bunun vebali sadece imamadır.
Cemaata bir mes'uliyet yoktur.[130]
İmam olan kişi
namazları vaktinde kıldırmaya, âdâb ve erkanına dikkat etmelidir. Namazında
edeceği hatanın günahı sadece kendisinedir.[131]
581.
...Haraşeb. el-Hurri'I-Fezârî'nin kız kardeşi Sellâme binti'l-Hurr dedi ki;
Resûhıllah (s.a.)'ı şöyle
buyururken dinledim: "Kendilerine namaz kıldıracak imam bulamayarak,
cemaatın biri birlerini öne itmeleri kıyametin alâmetlerindendir"[132]
Hadisin İbn Mâce'deki
rivayeti şu şekildedir: "İnsanlar üzerinde bîr zaman gelecek, bir müddet duracaklar
da kendilerine namaz kıldıracak birisini bulamıyacaklar."
Hadisin isnadında hâli
bilinmeyen iki râvi vardır. Bu yüzden İmam Şafiî ve daha başka alimler hadisin
zayıf olduğunu söylemişlerdir.
Hadisi şeriften
anlaşıldığına göre bir zaman gelecek müslümanlar: ya cehaletin
yaygınlaşmasından ya da aralarındaki ihtilâflardan dolayı kendilerine namaz
kıldıracak imam bulamayacaklar ve imam olması için biribir-lerini öne geçirmeye
çalışacaklardır. Bu hal, kıyametin küçük alâmetlerindendir.
Hadisin manasını;
cemaatten herbirinin kendisi imam olmak isteyeceği, başkalarını imametten
menedeceği, bu yüzden namaz kıldırmak içinkim-senin bulunamayacağı şeklinde
anlamak da mümkündür.[133]
Dünyevi bir maksada
binaen, İmanı oîma veya olmama konusunda mücadele etmek doğru değildir. Bu kıyametin
alâmetlerindendir. Ama mücâdele en fakih veya en iyi okuyanı imamete geçirmek
gibi dinî bir maksada dayanırsa bunda hiç bir mahzur yoktur. Nitekim gelecek
babtaki hadisler buna delâlet etmektedir.[134]
582. ...Ebû
Mes'ûd el-Bedrî (r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlüîiah (s.a.)
şöyle buyurdu: "Cemaate Allaiı'm Kitabını en iyi uksıyafiları ve okumada
esi kıdemlileri imam olur. Eğer okumada müsavi iseeer, hicret b&kamındsîii
en kıdemlileri, eğer hicrette de eşitseler, yaşça en büyükleri onlara imam
olsun. Kişiye evinde ve idaresi Şu'be dedi ki: Ben İsmaile "kişinin
tekrimesi nedir?" diye sordum. O da, "yatağıdır” dedi.[135]
Açıklama
Bu hadis-i şerifte
imamlığa lâyık olmanın en ba^ta gelen ölçüsü olarak belirtilen "Allah'ın
Kitabım ea iyi okumak" cümlesinin mânâsı, Kur'an-ı Kerimî tecvid
kaidelerine göre en güzel okumak demekti;. "Okumada en kıdemli olmak'*
cümlesinin mânâsı ise, "Kur'an-ı Kerimi daha çok ezberlemiş olmak"
demektir. Bu hadis-i şerifi Buhâri'den başka bütün Kütüb-ü Şilte sahihleri,
"İmamet" bahsinde rivayet etmişlerdir. Nesâî'de "hicrette
eşitseler, sünneti en iyi bilenler..." kaydı bulunmaktadır. Hâkim ise
eî-Müstedrek'te, "Sünneti en iyi bilenler" yerine "en fakih
ofcmlar" cümlesini rivayet etmiştir.
"Hicret
bakımından en kıdemli GÜmîsk" cümlesinin mânâsı, Mekke fethedilmeden
önceki zamanlarda Mekke'den Medine'ye daha önce göç etmiş olmakta. Bu
dönemlerde Mekke küfr diyân olduğundan bir an önce, İslâm diyarı olan Medine'ye
göç edenler ilim ve irfan bakımından daha gelişmiş olduklarından göç
etmeyenlere nisbetSe imamlığa daha lâyık görülmüşlerdir. Ancak Mekke
fethedildiktene sonra orası da İslâm diyarı olduğtmdan Resûî4 Ekrem Efendimiz;
Artık Mekke de Medine gibi şereflidir. Bundan sonra Medine'ye göç etmeye gerek
yoktur, anlamında ''Fetihten sonra hicret yoktur" buyurmuşlardır.[136]
Yine bu hadis Mekke'den Medine'ye hicretin sona erdiğini haber vermektedir.
Küfür diyarından isisin diyarına olan hicretler ist, kıyamete kadaı devam
pdeceUir. Bu balımdan küftü" diyarından İslâm diyarına daha önce göç
edenler, daha sonra goç edenlere nısbetie imamlığa daha lâyık sayılacaklardır.
İslâm âlimlerinin i?,uyük çoğunluğu bu görüşledir.
ıbn Melek ise
Mekke'nfn fethinden sonra encak günahları terk anlamına gelen manevi hicretin
söz konusu olabileceği, u,yoksa bir diyar; terk ederek başka bir diyara
yerilmenin söz konusu olamayacağını savunmuştur.
Netice o'arak bu
mevzuda nıe?beb imamlar nın görüşleri şöyledir:
HantJ.Herr ginvt
Bifctoplum İçerisinde imamlığa en lâyık oianlar sünneti en K; bilenleridir.
Eğer bu noktada müsavi olurlarsa, AÎIahV- Kitabını en iyi okuvaulan, bunda da
müsavi oluılarsa, en zij âde veri ve takva sahibi olanlan, bunda da müsavi
omılarsa en yaşlı olanları imam olur.
ile* ne kadar hadi-sle
ilk aranacak vastfm Kur'ân-i Kerim'i en iyi okumak olduğuna işaret
buyurulmuşsa da ashâta-ı kiı.ım zamanında en iyi Kur'ân okuyanlar aynı zamanda
dinîn ahkâmım en iyi belenlerdi. Somaları hai değişmiştir. Onun için Hanefîyye
ulemâsı sünneu yaı i ahkâmı en iyi bilenin imamlığa en lâyık olduğunu sdj
kinişlerdir.[137]
Bununla berabcı imanı
Ebû YüsufMan bir rivâvete göre eti iyi Kuran okuyan imamlığa en lâyık olan
kimsedir.
Ş&fitlerle MîsISkîîere
göre, hükümdar veya onun vekili olan vali ve benzeri kimselerin, kendilerinden
daha lâyığı bulunduğu halde imam olmaları bendublısr. O yoksa ev sahibine
gelir, o da lây*k değUse cemaat alalarından en fakib olanım seçerler. Çünkü
namazda lâzım oiaît kıraat nektarı malum ve mahduttur. Onu herkes biliv. Fıkıh
meseleleri ise, Herkesin biieaği şekilde mahdud değildir. Bazan namazda Öyle
hal arız olur ki onun hal? yolunu anc?k fıklıî mese^eSeıi iyi bilen kimse
bulabilir. Bandan dolayıdır ki Peygamber (s.a.) namazda imam olmak üzere ashate
arasından Ebu Bekr (i .a.)'ı seçmiştir.
Halbuki ashab
içerisinde Uz. Ebû 3ekr{r.a.Vdesi Jaha güzel Kur'ân-ı Kerim okuyansar
bulunduğunu öi/.zat Resûlüüah (s.a., be>ân etmiştir.
Nevevî'nin beyânına
göre, Şaf'îlerüen bazı'ars vera* sahibin'* fakib ve en iyi K.uı'ân okuyana
tercih etmişlerdir. Çünkü imamlıkta
gözetilen gaye herkesten ziyâde vara ve takva sahibi kimselerle
gerçekleşebilir.
Vera' ile takva
arasında fark vardır. Takva: Haram olan şeylerden sakınmaktır. Vera ise,
haramın da ötesinde şüpheli olan şeylerden bile sakınmaktır.
Hanbelîlere göre: İmamlığa en lâyık olan, fıkhı en iyi bilen sonra Kur'ân'ı en iyi
okuyandır. Bu hususta müsâvî olurlarsa, hicret bakımından kıdemli olan tercih
edilir.
"Bir kimseye
evinde ve idaresi altında bulunan yerde imam olunamayacağı" cümlesi
üzerinde ulemâ şu görüşleri ileri sürmüşlerdir: "Ev sahibi, bir meclisin
hakimi ve mescidin imamı, imamlık hususunda başkalarına tercih edilir. İsterse
başkaları fıkıh kıraat, verâ vs. bakımlardan ondan daha üstün olsunlar. Ev
sahibi dilerse imam olur, dilerse imamlığa başkasını geçirir. Bu hususta yetki
kendisinindir.
Ancak bu meselede her
mezhebin kendilerine göre ayrıntılı görüşleri vardır. Bunları fıkıh
kitablanndan öğrenmek mümkündür.[138]
1. Namaz
kıldırmak, dini işlerin en mühimlerindendır. Bu bakımdan Resulü Ekrem (s.a.)
imamlığa layık olmanın şartlarını beyan etmiş ve bu şartları en çok taşıyan
kimseyi diğerlerine tercih etmiştir.
2. Ev
sahibinin izni olmadan evinde ve bir idarecinin izni olmadan idaresi altında
bulunan yerde önüne geçilerek kendisine imam olmak uygun değildir.
3. îzni
olmadan bir kimsenin yatağı üzerine oturmak da caiz değildir.[139]
583. ...İbn
Muâz babası vasıtasıyla Şu'be'den bu (bir önceki) ha-disi(n aynısını) rivayet
etmiştir. (Ancak Muâz el-Anberî) bu rivayette (şöyle) demiştir: "İdaresi
altındaki yerde bulunan kimseye her hangi bir kimse imam olamaz".
Ebû Dâvûd dedi ki;
Yahya el-Kattân da (Ebû'l-Velîd'in Şu'be'den) rivayet ettiği gibi "Okumada
en kıdemlileri (imam olur)" ziyadesiyle rivayet etmiştir.[140]
584.
...el-A'meş'in, İsmail b. Recâ'dan, onun da Evs b. Dam'ac'dan naklettiğine göre
Evs. b. Dam'ac şöyle demiştir:
Ben İbn Mes'ûd'u,
Peygamber (sallalellahü aleyhi ve sellem)in (bir önceki) hadisini naklederken
işittim. (Ancak A'meş bu rivayetinde) "Eğer okuyuşta eşitseler sünneti en
iyi bilenleri; eğer sünneti bilmede eşitseler; daha önce hicret edenleri (imam
olur)" demiş; "okumada en kıdemlileri" (sözünü) söylememiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu
hadisi İsmail'den bir de Haccâc b. Ertât; "Bir kimsenin yatağına izni
olmadan oturma" şeklinde rivayet etmiştir.[141]
1. Yukarıda
geçen iki rivayetin neticesi şudur: Şu'be, İsmail rivâyetinde (582
hadiste)İmamlığa tercih mevzuunda önce okumayı, sonra hicreti, sonra da yaşı
zikretmiş fakat sünnetten hiç bahsetmemiştir.
el-A'meş ise,
İsmail'den aynı hadisi (584. hadisi) naklederken, önce okumayı, sonra sünneti
ve daha sonra da hicreti zikredip, okumada en kıdemli olma şartından hiç
bahsetmeyerek Şu'be'ye muhalefet etmiştir.
Bu hadis-i şerifin
ifade ettiği hükme göre, okuyuşu daha iyi olan kimse imamlığa, namaz
meselelerinin fıkhi hükümlerini daha iyi bilen kimseden daha lâyıktır. Nitekim,
Ahnef b. Kays İbn Şîrîn, es-Sevrî, Ebû Yûsuf ve İrnam Ahmed b. Hanbei (r.a.) bu
görüştedirler.
İmam Mâlik, Şafiî,
Evzâî, Ata, Hanefîlerin büyük çoğunluğuna göre ise, namaz meselelerinin fıkhî
hükümlerini daha iyi bilen, okuyuşta daha üstün olana tercih edilir. Çünkü
namaz meseleleri pek çoktur. Namazda okunacak miktar ise, sınırlıdır. Bu
mevzuda 582. hadisin açıklama kısmında yeterli bilgi verilmiştir. Oraya
müracaat edilebilir.[142]
585. ..lAmr
b. Selime dedi ki, Biz halkın Peygamber (s.a.)'i (ziyarete) gidip geldikleri (yol
üzerinde bulunan) bir yerleşim bölgesinde idik. (İnsanlar ziyaretten)
dönerlerken bize uğrarlar ve "Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu." diye
konuşuyorlardı. Ben zeki bir çocuktum. Bu sebeble Kur'ân-ı Kerim'den pekçok
(âyetler) ezberledim. Babam (bir defa) kabilesinden bir heyet içerisinde
Peygamber (s.a.)'e elçi olarak gitmişti.(Resûlullah -s.a.-)onlara namazı
öğretip;"(Kur'ân-ı Kerimi)” en çok bileniniz size imam olsun"
buyurdu. (İçlerinde) ezberinde en çok Kur'an-ı Kerim bulunan kimse olduğum
için, Kur'ân-ı Kerimi en çok bilenleri ben idim. Beni öne geçirdiler, onlara
üzerimde sarı küçük bir hırkam olduğu halde imamlık yapıyordum. Secdeye
vardığım zaman hırka vücudumdan sıyrılıp kasılıyordu. Kadınlardan biri
"İmamınızın avret mahallini bizden gizîeyiniz"dedive bana Umman kumaşından
bir gömlek satın aîıverdiier, Müslümanlıktan sonra onun kadar hiç bir şeye
sevinmiş değilim. Onlara yedi, yahut sekiz yaşında iken imamlık yapıyordum.
"[143]
1. Bu
hadis-i şerif farz ve nafile bütün namazlarda baliğ olmamış bir çocuğun baliğ
olmuş kimselere imamlık yapmasının caiz olduğunu ifâde ediyor. Nitekim
el-Hasen, Ebû Sevr5 tshâk ve Şafiî (r.a.) bu görüştedirler, Delilleri de bu
hadis-i şeriftir.
2. el-Hâdî,
en-Nâsır, eî-Müeyyedbillah, eş-Şa'bî, Mücâhide Amr b. Ab-dilaziz ve Ata gibi
âlimler de "Bu hadis Resûl-ü Ekrem'in çocuğun imamlığının caiz olduğunu
ifâde eden bir emri ve takdirî niteliğinde değildir" diyerek mutlak
surette sabinin imamlığının caiz olmadığını söylemişlerdir.
îbn Hazm ise, ne farz
namazlarda ne de nafilelerde sabînin imambk yapamayacağına şöyle hükmetmiştir:
'Biz bir meselede ihtilâfa düşersek bu meselemizi Kitaba ve Sünnete havale
ederiz. Sünnete baktığımız zaman Re&ul-i Ekrem (a.s.)'in "Namaz vakti
gelince biriniz e/an ©taun ve Kssr*aıs-ı Kerimi en iyi okuyanınız da itamaz
kıSdarsm" buyurmuş olduğunu görüyoruz. Bunun anlamı şudur: îmam namaz
kıldırmakla mükelleftir ve ondan sorumludur. Müezzin de ezan okumakla
mükelleftir ve ondan sorumludur." Halbuki ResûSullah (s.a.) Efendimiz
"Üç kişiden sorumlsıluk kaldırılmıştır:
(1) Kâliğ
oluncaya kadar çocuk, (2) uyanıncaya
kadar uyuyan ve (3) Zorlanan kimse
(nıükreh)" buyurmuştur.[144]
"İmamlık gibi
mühim dinî bir görev hususunda ise, bu mesele daha çok ehemmiyet kazanır.
"Kim böyle bir
çocuğun arkasında çocuk olduğunu bile bile namaz kılarsa namazı câîz değildir.
Fakat baliğ bir kimse olduğunu zannederek arkasından namaz kılarsa namazı
sahihdir. Bilmeden cünüb ve kâfirin arkasında namaz kılan kimsenin durumuna
düşer.”
Netice olarak bu
konuda mezbeb imamlarının görüşü şöyledir:
Baliğ bir kimsenin bir
mümeyyiz çocuk arkasında farz namazı kılması üç imama göre de caiz değildir.
Ancak Şâfiîler "Cuma namazının dışında bütün farz namazları bir mümeyyiz
çocuk arkasında kılmak caizdir. Ancak cuma namazının çocuk arkasında caiz
olabilmesi için imam olan çocuktan başka baliğ 40 kişinin bulunması gerekir.
Eğer imamlık yapacak çocukla 40 kişi tamamlanıyorsa o zaman caiz değildir.
2. Hanefî
mezhebi imamlarının dışında bütün imamlarca çocuk arkasında nafile namaz
kılmak caizdir. Hanefilerce sahih olan görüşe göre ise, ne farz namazlarda ne
de nafile namazlarda kesinlikle çocuk arkasında kılınamaz.[145]
Yine bu hadis-i
şeriften namazda avret mahallini örtmenin farziyyeti anlaşılmaktadır. Amr b.
Seleme'nin "İslâmiyeti kabul ettikten sonra bir kere daha böylesine
sevindiğimi hatırlamam" diyerek derecesinin büyüklüğünü ifade ettiği
sevinci çok küçük yaşta olduğu içni çocukluğuna bağlanabileceği gibi, avret
mahallinin bir daha açılmasına engel olacak bir elbiseye kavuşmasıyla da izah
edilebilir.[146]
1. Atılan
her adım hayır kazanmak için atılmalıdır.
2. Bi[en
biMiğini biimeyerıe öğretmelidir.
3. Kur'an-ı
Kerimi daha iyi okuyan imamlığa daha lâyıktır.
4. Çocuğun
imamlığı caizdir.[147]
586. ...Amr b.
Seleme'den yine aynı hadis rivayet edilmiş, (ancak o, bu rivayette, ilâve
olarak) şunları da söylemiştir: "Ben yamalı veya yırtık bir elbise ile
onlara imamlık yapıyordum. Secde ettiğim zaman makatım (elbisenin yırtığından
dışarı) çıkıyordu.[148]
Bundan evvelki
Eyyüb'un Amr b. Seleme'den rivayet ettiği hadis-i şerifte Amr b. Seleıne'nin
üzerinde küçük bir hırka bulunduğu, kısalığından dolayı her secdeye varışında
avret mahallinin meydana çıkarak görüldüğü ifâde edilirken, Âsım'ın yine Amr
b. Seleme'den rivayet ettiği bu hadiste ise biraz daha farklı olarak
"Amr'in üzerinde yamalı ve yırtı; uii elbise olduğu bu yüzden her secdeye
varışında makadının meydana çıkarak göründüğü ifadesi vardır ki, görünüşte
birbirinden farklı olan bu iki ifâdenin arasını şu şekilde birleştirmek
mümkündür:
1. Amr'ın
hadis-i şeriflerde belirtildiği gibi biri yırtık, diğeri yamalı olmak üzere
iki elbisesi bulunduğu, bazan birini bazan da diğerini giyindiği ve hadis-i
şeriflerde nakledilen olayların birinde Amr'ın üzerinde bu elbiselerden biri,
diğerinde de Öbürü bulunduğu ve rivayetler arasındaki farkın buradan
kaynaklandığı düşünülebilir.
2. Yahutta
üzerinde hem dar hem de yamalı ve yırtık bir elbise bulunduğundan, bir
taraftan elbise,secdeye varırken kasıldığı için avret mahallinin bir kısmı
görülürken, yırtık yerinden de oturağının meydana çıkmış olması ihtimali
üzerinde durulabilir.
Fıkıh âlimleri mahrem
yerleri örtmenin farz olduğunda görüş birliğine varmışlarsa da, avret yerlerini
örtmenin namazın sıhhati için şart olup olmadığında ayrı ayrı görüşlere
sahiptirler.
Malikî mezhebinin
söylediklerinden, mahrem yerleri Örtmenin namazın sünnetlerinden olduğu
anlaşılmaktadır. İmam Ebu Hanife ile imam Şafiî ise namazın farzlarından olduğu
görüşündedirler."
Bu ihtilâfın sebebi:
"Ey insan oğullan, mescidlere güzel elbiselerinizi giyerek gidin"[149]
âyet-i kerimesindeki emrin vücûb için mi, yoksa nedb için mi olduğunda ihtilâf
edilmiştir. Bu emri vücûbe hamledenler "Bu emirden m ura d, mahrem
yerlerin örtülmesidir." Peygamber Efendimiz (s,a.) bu âyet nazil olunca,
O; "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik Ka'be'yi çıplak olarak tavaf etmesin
diye emir vermiştir" diyorlar.
Âyetin emrini nedb'e
hamledenler de "Bu emirden murad, güzel ve temiz giyinin demektir”[150]
derler.[151]
587. ...Amr
b. Seleme babasından nakletmiştir.(Seleme, kavminden bir grabla beraber)
Peygamber (s.a.)'e elçi olarak, gitmiştir.(Memleketlerine) dönmek isteyince;
"Ya Resûlallah, bize kim imam olacak?” diye sormuşlar, Resûlullab (s.a.)
de; "Kur'ân-ı Kerim en çok (ezberine) alanmiz" diye cevap vermiştir.
(Seleme) dedi ki: "Omaat içeri çirdiler.(Bundan sonra) Cirm kabilesinden
içinde buîunduğum her cemaatte imam oldum ve b^s^nc kt'tdar da ceiîâze
nama/İarını küdudım. Ebü Dâvâd dedi ti: Bu hadisi bir de Yezîd h. JHârûn, Mis
''ar b.
HabibıH-Cırmiy
vasıtasıyla Amr b. Sekmemden nakletmiştir. (Bu rivayette ibn Seleme) “Kavmim,
Nebiyy-i Ekrem (s.a.)’e elçi olarak gitmişlerdi.” Demiş (fakat) babasından söz
etmemiştir.[152]
Müeîîif Ebu Dâvûd’iîn
(r.a.) sözünden anla.şüan şudnr: Bu hadis-i şerifi hem Veks hem de Yezîd b,
Hârûs rivayet etmiştir. Ancak bunlasın rivayetleri biri birinden farklıdır.
Veki'in rivayetine göre Amr hâdiseyi Resûlullah'a elçi olarak giden babası
SdemeMen cak-letnektedir ve Amr, bizzat elcilik görevi ile giden heyetin içinde
bulunraaim$> hâdiseyi babasından veya bu heyetin üyelerime birinden dinlemiş
ir.
Yezid b. Harun’un
naklettiğine göre ise, Seleme'nin sözü geçmediğine göre ya Amr bizzat heyetin
içinde elçi oiarak bulunmuş, imamlıkla ilgili sözleri bizzat Resûl-ü Ekrem
(s.a.)'den işitmiştir, vfya kendisi elçi olarsk bulunmamıştır, fakat bu
sözleri eiçilikle gorevîi heyetin üyelerinden işitaiştis:.
Bu hadis~i şerifte
Gyen ifadelerle iSgüs fihbî hükümler 582 ve 584. hadis-i şeriflerin
açıklamasında geçmiştir. Oraya müracaat edilmelidir.[153]
588.
...Abdullah ibn Ömer (şöyle) demiştir: "İlk muhacirler Resü-lullah (s.a.)
(Medine'ye) gelmeden Önce Asba'da konaklamışlardı ve kendilerine Ebû
Huzeyfe'nin hürriyetine kavuşturduğu Salim, Kur'ân-ı Kerim ençok ezberinde
bulunan bir kişi olarak (onlara) imamlık ediyordu." (Râvi) el-Heysem
(rivayetine şunları da) ilâve etti: Onların içinde Ömer b. Eî-Hattâb ve Seleme
b. Abdi'1-Esed de vardı.[154]
Bu hadis-i şerif iki
ayrı senetle rivayet edilmiştir: Birincisi;
el-Ka'nebî, Enes, İbn Nüraeyr, Übeydullah, Nâfi, İbn Ömer.İkincisi; İse, el-Heysem, ibn Numeyr, Übeydullah, Nâfi, ibn
Ömer'dir. Her iki rivayet, her ne kadar mânâ bakımından aynı ise de
el-Heysern'in rivayetinde fazla olarak "Sâlim'iıı, kendilerine imamlık
ettiği ilk muhacirler arasında Hz. Ömer b. Hattab'Ia Ebû Seleme b.
Abdi'l-Esed'in de bulunduğu" ifâdesi vardır.
Salim (r.a.)'in
imamlığa tercihi edilişi, hadis-i şerifte ezberinde daha çok Kur'an-i Kerim
bulunmasıyla izah edilmiştir. Bu mevzuda 582.hadis-i şerifin açıklamasında
mezheb imamlarının görüşü nakledilmişse de burada şunları da anlatmakta fayda
vardır. Asr-ı Saadette Kur'ân-i Kerimi'tamamıyle ezberlemiş olanlar pek azdır.
Fakat herkes ne ezberlemişse, ezberlemiş olduğu âyet-i kerimelerin mânâlarını»
özelliklerini, fıkhı hükümlerini de beraber öğrenirdi. İbn Ömer (r.a.) bu
şekilde Bakara Sûresi'ni 12 senede ezberlemişti.
İbn Ömer (r.a.)
buyurmuştur ki, "Resülullah (s.a.)'e ne zaman bir sûre nazil olsa ibiz
hemen o anda içindeki emri, nehyi, zecr ve terhîbi helal ve haramı öğrenirdik.
Şimdi ise, bir adam bir sure okuyor da ahkâmından bir şey bilmiyor.”[155]
İmamlığa lâyık olmanın
en önde gelen şartının fıkhı en iyi bilmek olduğu görüşünde olanlar,
"Kur'an-ı Kerimi en iyi okuyan ve ezberinde daha çok âyet olan"
cümlelerine böyle mana vererek, "Kur'an-ı Kerimi en iyi okuyanlardan
maksat onun fikhî hükümleri en iyi bilenlerdir" diyorlar.
Kur'an-ı Kerimi daha
güzel okuyan kimsenin, imamlık için fıkhî hükümlerini daha iyi bilene tercih
edileceği görüşünde olanlar da görüşlerinin doğruluğunu isbat için
"Kıraat hususunda denk iseler sünneti en iyi bilenleri imam olur"
mealindeki 584 numaralı hadisi delil getirirler.
İmamet hususunda
aranan sadece kıraat ile ilimden ibaret olmayıp, bu şartlarda eşitlik halinde
başka vasıflar aranır. Meselâ Hanefîlere göre; kıra-atta ve ilimde eşitlik
halinde günahtan sakınmakta daha titiz olan, günahtan sakınmada eşitlik halinde
daha yaşlı olan, yaşça da eşitlik halinde ahlâkı en güzel olan, tercih edilir.
Bütün bu sıfatlarda da eşitlik olursa ya kur'a çekilir veya cemaatin tercihi
ile birisi imamlığa seçilir. Bu tertib içinde sözü geçen daha yaşlı olan
kimseden maksat, müslüman olarak yaşanan yaş kast edilir. Binaenaleyh yeni
müslüman olmuş bir ihtiyar daha önce müslüman olan bir gence tercih edilemez.
Bu mevzuda İmam
Şafiî'den de iki görüş rivayet edilmiştir: En kuvvetli ve eski olan birinci
görüşüne göre sırasıyla, 1. En
şerefli olan, 2. İslâm diyarına
daha evvel hicret eden, 3. Daha
yaşlı olan kişiler tercih edilir.
İkinci görüşüne göre
ise; önce en yaşlı olan, sonra en şerefli olan, sonra daha önce İslam ülkesine
hicret etmiş olan sonra daha temiz giyinen ve en sonra da sesi en güzel olan
tercih edilir.[156]
589.
...Mâlik b. Hüveyris'ten (rivayet edildiğine göre) Pe>gam-ber (s.a.) Mâlik'e
veya arkadışına (şöyle) buyurmuştur: "Namaz vakti gelince ezan okuyunuz
ve sonra kamet ediniz, sonra yaşça büyük olanınız size imam olsun."
Mesleme'nin (rivayet ettiği) hadisinde (Mâlik b. Huveyris şöyle) demektedir:
"Biz o gün (ilimce) biri birinize yakındık,," (Müsedded) İsmail'in
(rivayet ettiği) hadisinde de Hâlid'in (şöyle) dediğini nakl ediyor: "Ben
Ebû Kılâbe'ye» Kur'ân kıraatinin tercih edilmesi) nerede (kaldı ya)? dedim. O
da, "'Onlar (Malik'le arkadaşı Kur'ân okumakta) biribirlerine
yakındılar" diye cevab verdi."[157]
Bu hadis-i şerifin
çeşitli rivayetleri vardır. Bu rivayetlerin çeşitliliğine bakarak Kurtûbî,
"Bu sözlerin ayrı ayrı cemaatler arasında söylenmiş olması veya aynı
cemaat içinde söylendiği halde hadisin değişik kişiler tarafından farklı
şekillerde rivayet edilmiş olması mümkündür"demiştir.
Bu hadis-i şerifte
geçen "namaz vakti gelince ezan okuyunuz" cümlesi, diğer bir
rivayette şöyledir; "Ailelerinize dönünüz onların arasında kalın, namazı
kılın, hem onlara öğretin ve emredin namaz vakti gelince size içinizden birini
müezzinlik yapsın." Bu, Eyyûb'un Ebu Kılâbe'den rivayetidir.
Fakat Hâlid'in, Ebû
Kılâbe'den yaptığı rivayette ise, Efendimizin şöyle dediği naklediliyor,
"Siz şimdi yola çıktığınız zaman ezan okuyunuz ve ikâmet ediniz."
Bu iki farklı rivayet
görünüşte iki ayrı hüküm ifâde etmektedir:
1. a)
Birinci rivayete göre ailelerinin yanına varıp onlara namazı emrettikten sonra
ezan okumaları emredilmiştir, b)
îkinci hadis-i şerifte ise, hemen Medine'den çıkar çıkmaz daha ailelerinin
yanına varmadan, yolculuk hâlinde iken ezan okumaları emredilmektedir.
2. Bu iki
rivayet arasındaki bir başka farklılık da şöyledir:
a) Birinci
rivayette ezanın içlerinden biri tarafından okunması emredilmektedir.
b) îkinci
rivayette ise, ikisine birden ezan okumaları emredilmektedir.
Her ne kadar görünüşte
bu rivayetler arasında fark varsa da gerçekte en küçük bir ayrılık dahi yoktur.
Çünkü birinci hadiste, evlerine vardıkları-zaman ezan okumalarının emredilmesi,
yolculuk esnasında ezan okumalarına mâni değildir. Aynı şekilde ikinci hadis-i
şerifte yolculuk, esnasında ezan okumalarının emredilmesi yolculuk bittikten
sonra evlerinde ezan okumalarına mâni değildir. İkisine birden ezan
okumalarının emredilmesinin hikmeti ise, ikisinin de ezan okumaya liyâkat
bakımından eşit olmalarıdır. Yâni her ikisinin de ezan okumaya yetkili
olduklarını ve hangisinin içinden gelirse onun okumasının caiz olacağı ifâde
edilmiştir. Çünkü ezanda yaşlı olmak gibi namazda aranan bazı şartlar aranmaz.
Nitekim bu husus Eyyûb'un rivâyetindeki hadis-i şerifin şu cümlelerinden
anlaşılmaktadır: "Size biriniz ezan okusun, en yaşlınız da imamhk
yapsın"
"Sizin ikiniz de
ezan okuyunuz." cümlesinden (biriniz ezan okusun diğeri de içinden
okuyarak ezana icabet etsin) mânâsını anlamak da mümkündür. Kirmanı de bu
konuda "arab dilinde fiili tesniye veya çoğul siğasiyle kullanıp da müfred
bir fiil kast etmek caizdir" demektedir.
Tercernesi üzerinde
durduğumuz bu hadisdeki "sonra ikâmet ediniz" cümlesinin mânâsı da
"sizden biriniz ikâmet etsin" demektir. Bunun izahı da ezanın izahı
gibidir. Ezanı kim okumuşsa kameti de onun okuması daha uygun olur. İmamlık
için aranan tercih' sebebleri bir evvelki hadisin şerhinde geçmiştir.
Mâlik b. Huveyris'in;
"biz o zaman ilimce biri birimize çok yakındık" sözlerinden imamlık
için ilimde eşitlik olunca yaşça büyük olanın tercih edileceği
anlaşılmaktadır. Zira Hz. Peygamber onlara "Yaşça büyük olanınız imamınız
olsun" buyurmuştur.[158]
1. Cemaatla
namaz kılmak için ezan okumak meşru kılınmıştır.
2. Hadis-i
şerif "tmamlık müezzinlikten daha faziletlidir" diyen Hanefîlerin
delilierindendir. Çünkü Resûlullah (s.a.) imamlığa yaşça büyük olanı tercih
buyurmuştur.
3.Cemaat bir
kişiden ibaret olsa bile namazı cemaatle kılmak emredilmiştir. İmamdan başka
bir kişi ile cemaat olup namaz kılmanın câizliğine dair icma vardır.
4. Hazarda
ve seferde ezan okumak teşvik edilmiştir.
5. Ezan
okumak ve cemaatla namaz yolculara da emredilmiştir.[159]
590. ...îbn Abbâs
(r.a.) Resûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "En
hayırlınız, size müezzinlik yapsın; Kur'an'ı en iyi okuyanınız da imam
olsun."[160]
Hadis-i şerifte geçen
hayırlı kimselerden maksat, haramdan korunan, namaz vakitlerini çok iyi bilen
ve titizlikle gözetleyen kimsedir.
Kur'ân Okuyanlardan
maksatsa, namazın fıkhı meselelerini bilmekle beraber, Kur'ân-ı Kerimi tecvid
kaidelerine göre en güzel şekilde okuyan ve ezberinde daha çok Kur'ân-ı Kerim
bulunan kimselerdir.
Aynı zamanda bu
cümlelerde Kur'ân okumaya ve ezberlemeye teşvik vardır. Kur'ânı en güzel
okuyanın tercih edilmesi için namaz ahkâmını bilmiş olması gerekir.[161]
591.
...Abdurrahman b. Hallâd el-Ensârî, Ummü-Veraka bint NevfeFden rivayet
etmiştir:
Resûlullah (s.a.) Bedr
savaşına çıkacağı zaman kendisine dedim ki: "Ya Resûlullah seninle beraber
savaşa çıkmama izin ver de hastaları tedavi edeyim. Belki yüce Allah (bu
sayede) bana şehidlik nasib eder."Resûlullah (s.a. da şöyle) cevap
verdi:"Evinde kal,muhakkak Allah (c.c.) sana şehitliği nasib
edecektir"
(Vekî' b. Cerrah) der
ki; Ona "şehide" denirdi. (el-Velîd) der ki: (Ümmü Veraka) Kur'ân
okurdu, evinde özel müezzin bulundurmak için Peygamber (s.a.) den izin istemiş,
(Hz. peygamber) O'na izin vermişti. (Veki') der ki; Ümmü Veraka'ya ait bir
köle ile câriye vardı. Ölümünden sonra onların hür olacaklarını ifâde etmişti.
Bu köle ile câriye bir gece kalktılar, onu bir kadife ile boğup öldürdüler.
Sonra da kaçıp gittiler. Hz. Ömer (r.a.) sabahleyin bunu duydu ve halka hitaben
bir konuşma yaparak; "Kim bunları bilir" veya "görürse, yakalayıp
getirsin" dedi. Nihayet Ömer (r.a.) onların (asılmasını) emretti de
asıldılar ve Medine'de ilk asılan kimseler oldular."[162]
Bu hadis-i §erifte geçen
Bedr savaşı, İslâm tarihinde iki defa vuku bulmuştur. Aslında Bedr -ismini bir-
kuyudan alan- Mekke ile Medine arasında bir yerdir. Bu kuyu Bedr b. Kureyş'e
ait olduğu için bu ismi almıştır. Birinci Bedr savaşı hicretin ikinci yılı
Rabiülevvelinde (Milâdî 623) vuku bulmuştur. Kureyş kabilesinden bir çete
Medine otlaklarına kadar sokulup halkın hayvanlarını alıp götürmüşlerdi. Hz.
Peygamber bir gurub muhaciri Hz. Ali'nin sancaktarlığında çeteyi takibe memur
etti. Bunlar Bedr'e kadar gittilerse de Kureyşli çeteyi yakalayamayarak geri
döndüler. İkinci Bedr Savaşı: Aynı yılın Ramazan'ında (Mart 624) vuku bulmuştur.
Buna Büyük Bedr de denir. Peygamber (s.a.) Mekkeli müşriklerin ticâret
kervanlarının geliş-gidişlerini engellemek için tedbirler alıyor, bunun için
komşu kabilelerle ittifaklar kuruyordu. Yine Hz. Peygamber Suriye'den dönmekte
olan bir ticâret kervanını üçyüzü aşkın bir kuvvetle ele geçirmek istemişti.
Ancak ashâbıyla müşavereden sonra kervanı tâkib etmeyip savaşmaya karar verdi.
Bunun üzerine İslâm kuvvetleri, Bedr'e gelmiş ve Hz. Peygamber harekat için en
uygun yeri seçerek müşriklerin su ile alâkasını kesmiş oldu. O gece Peygamber
(s.a.) Allah'a şciyle duâ etmiştir: "Ya Rabbi! Bana va'd ettiğin yardımı
bugün lütfet ya Rabbi. Bu İslâm cemaati bugün telef olursa yeryüzünde sana
ibadet edecek kimse kalmayacaktır."
Kur'ân-ı Kerim'de de
"Karşı karşıya gelen ve biri Allah yolunda döğüşen, diğeri kâfir olan iki
kimsenin halinde herkese ibret vardır" (Ali İmran (3, 13) âyetiyle savaşın
kaçınılmazlığı ve yine "Bütün bu toplananlar hezimete uğrayıp
dağılacaklar ve kaçacaklardır" (Kamer 54, 45) müjdesi ile de müslümanların
gâlib gelecekleri bildirilmekteydi. Nitekim bu savaşta melekler müslümanlara
yardım ettiler, düşman ağır bir yenilgiye uğradı. 70 ölü ve bir o kadar da esir
bırakarak kaçtılar. Müslümanların şehid sayısı ise 14 idi.
Hadis-i şerifte geçen
köle, bütün varlığıyla bir başkasının malı olan kimse demektir. Bu, kadın ise
câriye ismini alır, kölelik özellikle harplerin ortaya çıkardığı içtimaî bir
kurumdur. Bugün bu kurum İslâmiyetin tâkibettiği ciddi ve psikolojik usullerce
ortadan kalkmıştır.
Köleler beş kısma
ayrılır:
1. Azad
edilmesi söz konusu olmayanlar. Bunlara
kınn denir.
2. Belli bir
para karşılığında âzâd edilmek üzere efendisiyle anlaşan ve sözleşme yapan
köle. Bunlara mükâteb köle denir.
3. Kısmen
âzâd olup hürriyetim tamamen elde edebilmesi için çalıştırılan köle. Bunlara
müstes'î denir.
4.
Efendisinden çocuk doğuran cariyeye de Ümmü Veled denir.
5. Âzâdı
Efendisinin ölümüne bağlı olanlara Müdebber denir.
İşte hadis-i şerifte
söz konusu olan bu iki köle beşinci maddede zikredilen müdebber sınıfından
idiler. Hemen hürriyetlerine kavuşabilmek için efendileri Ümm-ü Veraka'yı
boğarak şehid ettiler. Bu hareketlerinin cezasını da asılarak, hayatlarıyla
Ödediler. Her ne kadar bu hadis-i şerif görünüşte "kısas ancak kılıçla
yapılır" (İbn Mâce, diyât 25) hadis-i şerifine muhalif görünüyorsa da Hz.
Ömer'in onları önce kılıçla öldürdükten sonra ibret olsun diye astırmış olması
mümkündür.
Ümmü Veraka (r.anhâ)
Kur'an-ı Kerim'i tamamen ezberlemiş bir kimseydi. ResuM Ekrem (s.a.) kendisine
şehitliğin nasib olacağını müjdelediği için de halk kendisine
"şehîde" ismini vermiştir. Nitekim gerçekten de zulme uğrayarak
hunharca şehid edildi.
Kur'an-ı Kerim'i hıfz
ettiği için evinde mahalle kadınlarına imamlık yapmak gayesiyle evinde özel bir
müezzin görevlendirmek istedi. Resûl-i Ekrem de sadece kendi ev halkına
imamlık etmek üzere isteğini kabul etti. Bu husus bir sonraki hadisten (no 592)
anlaşılmaktadır. Tafsilât için oraya müracaat edilmelidir.[163]
1. Kadınların
evlerinde oturmaları cihada çıkmalarından daha faziletlidir.
2.
Kadınların ezan okumak üzere evlerinde özel müezzin bulundurmalan caizdir.
Nitekim İbn Müseyyeb Zührî, Dehhâk bu görüşdedirler. Bazıları da İbn Şîrîn ve
Hasan el-Basrî'den gelen rivayete bakarak kadın için ezan ve ikâmete lüzum
yoktur, demişlerdir.
3. Kölenin
efendisinin ölümünden sonra hürriyetine kavuşmak üzere anlaşma yapması
caizdir.
4. Katilin
asılarak idam edilmesi caizdir.[164]
592. ...Bir
evvelki (591 nolu) hadis birbaşka senedledeÜmmü Veraka bint Abdillah'dan
rivayet edilmiştir. (Veki'den gelen) Önceki rivayet daha tamdır.
(Muhammed b. Fazl)
dedi ki: Peygamber (s.a.) Ümmü Veraka'-yı evinde ziyaret ederdi ve ona bir
müezzin tayin edip, kendisinin de ev halkına imam olmasını emretmişti.
Abdurrahman b. Hallâd "Ümm-ü Veraka'nın müezzinini yaşlı bir kimse olarak
gördüm" dedi.[165]
Hâkim'in rivayetine
göre[166] Hz.
Peygamber Ümm-ü Veraka hakkında "geliniz şehideyi ziyaret edelim*' derdi
ve onu daima evinde ziyaret ederdi. Ümmü Veraka'nın ricası üzerine Efendimiz
özel olarak kendisine bir müezzin tayin etmiş ve hadîs-i şerifte izah edildiği
şekilde kendisinin de ev halkına farz namazlarda imamlık yapmasını emretmişti.
Bu hadis-i şeriften içlerinde erkek bulunsa bile, bir kadının ev halkına
imamlık yapmasının caiz olduğu anlaşılmaktadir.Zira Ümmü Veraka'nın evine özel
olarak tayin edilen müezzin yaşlı bir erkekti. Ayrıca evinde bir de kölesi
vardı. İşte bu hadisin zahirine bakarak Dâvûd, Ebû Sevr, Müzenî, Taberî gibi
âlimler kadının erkeklere imamlığının caiz olduğu kanaatine varmışlardır. Fakat
âlimlerin büyük çoğunluğu İbn Mâce'nin merfu olarak rivayet ettiği şu hadis-İ
şerife bakarak kadının erkeğe imamlık yapmasının caiz olmadığı görüşünü
benimsemişlerdir: "Kadın erkeklere kesinlikle imamlık yapmasın, çünkü
kadın erkeklere ne müezzin olabilir, ne de imam."[167]
Kadının erkeklere imam
olabileceğini ifâde eden hadis-i şerif, "'Belki de bu müezzin ezan okuduktan
sonra namazı başka bir mescitte kılmıştır. Kölenin de aynı şekilde başka bir
mescitte namaz kıldığı düşünülebilir" şeklinde te'vil edilmiştir.
Darâkutnî'nin Amr b. Şeybe'den rivayet ettiği şu hadis-i şerif, böyle bir
te'viîi desteklemektedir: "Resûlullah (s.a.) Ümmiı Veraka'-ya hem ezan
okuması, hem de ikâmet etmesi için özel olarak bir müezzin tâyin etmişti. Ümm-ü
Veraka da kadınlara imamlık yapardı."[168]
Kadının kadınlara
imamlık yapması konusunda imamlar arasında ihtilâf vardır. Bu mevzudaki
görüşleri kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Şafiî
imamları, Hanbelîler ve bir rivayete göre İmam Mâlik, yukarıda geçen hadis-i
şeriflere dayanarak kadının kadınlara imamlık etmesinin caiz olduğunu
söylemişlerdir.
Ayrıca yine
Darâkutnî'nin Râytatu'l-Hanefiyye'den rivayet ettiği şu, "Hz. Âişe
validemiz farz namazlarda aramıza dururdu"[169]
hadis-i şerifini delil getirirler.
İbn Münzir, H7. Âişe,
Seleme, Atâ, Sevrî, Evzâî, İshâk ve Ebû Sevr hazretlerinin de kadınların
kadınlara imam olabileceği görüşünde olduklarını rivayet etmektedir.
2. Hasan
el-Basrî, Süleyman b. Yesâr, Maliki imamları ise, kadının kadınlara imamlık
etmesinin kesinlikle caiz olmadığı görüşündedirler. Bu mevzuda farzlar ile
nafileler arasında bir fark görmezler. Bir rivayete göre İmam Mâlik de bu
görüştedir.
3. Hanefi ulemâsına göre ise, kadın'ın kadınlara imamlık
etmesi caizdir. Fakat mekruhtur.
Bu mevzuda İmam
Kâsânî, Bedâyi' isimli eserinde şöyle demektedir: "Hanefî imamlarınca
kadının kadınlara imamlık etmesi caizdir. Ancak imamlık ederken kadınların
önüne geçmeyip, ortalarında bulunması gerekir. Nitekim Hz. Âişe (r.anha)'dan
gelen bir rivayete göre,
O, kadınlara ikindi
namazını kıldırmış fakat namaz esnasında onların ortalarına durmuştur. Ümmü
Seleme (r.anha) da öyle yapmıştı. Çünkü bu hal, onların daima tesettürü esas
almalarını gerekli gören hükümlere daha uygundur. Ancak bize göre, kadının
imametinde kerahet vardır. Şâfiîlerde ise, kadınların cemaatle namaz kılmaları
müstehabdır. Kadınların imamlık yapmalarının caiz olduğunu ifâde eden hadis-i
şerifler varsa da bunlar nesh edilmiştir."[170]
İbn Hümâm ise bu mevzu
üzerinde uzun uzudıya durarak şöyle der: "Bu mevzuda nesh kesin değildir.
Bu mevzuda neshin varlığı kabul edilse bile, nesh kadının imamlığının sünnet
olması ile ilgili olduğundan kadının imam-hkyapmasının hükmü tahrimen mekruh
değil, tenzihen mekruh olur."[171]
Yine Hanefi mezhebinden Aliyyü'l-Kaari ise Nukâye şerhi'nde şunları söylemektedir:
"Her ne kadar Şerhü'l-Mecma'da, Hz. Âişe ve Ümm-ü Seîeme'nin imamlık
yaptıkları ve bunun İslâmın ilk devirlerinde müstehab olduğu fakat sonraları
buımüstehabhğıntneshedildiği söyleniyorsa da, ben derim ki; mekruh olan
kadının dışarı çıkmasıdır. Ama örtünerek evinde imamlık yapmasında herhangi
bir sakınca yoktur."[172]
593. ...Abdullah
b. Ömer (r.a.)'in rivayet ettiğine göre Resûlül-lah (s.a.) (şöyle) buyurmuştur:
"Üç kişi vardır ki, AIlah(ü Teâla) onların namazlarını kabul etmez:
Kendisini istemeyen bir topluluğa imamlık eden kimse, namazı jsonra (yani vakti
geçtikten sonra) kılan kimse, hürriyetine kavuşturduğu köleyi (tekrar) köle
edinen kimse"[173]
Hadis-i şerifte geçen,
na mazi an kabul olunmaz" sözünden, "namazları caiz değildir"
mânâsı anlaşılabildiği gibi, "namazlarının sevabı yoktur, bu bakımdan
noksandır" mânâsı da anlaşılabilir.
Bu sebeble hadis-i
şerif, cemaat tarafından istenmeyen bir imamın imamlık yapmasının tahrimen
mekruh olduğunu söyleyenler için bir delildir. Lâkin cemaatin imamı
istemeyişinin dinî bir sebebe bağlı olması lâzımdır. Yoksa dinî sebeblerin
dışında şahsî ve hissî düşüncelerin mahsûlü olan nefretlere itibar edilemez.
Yine nefret eden kimselerin cemaatin çoğunluğunu teşkil etmesi lâzımdır.
Cemaat içinde azınlıkta kalan kimselerin nefterinin de ehemmiyeti yoktur.
İslâmî bir toplumda devlet reisine karşı ehl-i dinin dışında kalan kimselerin
nefret duygularının da bir değeri yoktur. Bu hususta da itibâr ehl-i dinin
duygu ve düşüncelerinedir.
Râvileri içinde
Abdurrahmen b. Ziyâd bulunduğu için her ne kadar bu hadis-i şerifi
"zayıf" sayanlar varsa da, gerçekte bu hadisi destekleyen ve takviye
eden pek çok hadis-i şerifler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır;
1. "Üç
kişi vardır ki, namazları kulaklarım aşmaz: Firar eden köle (dönünceye kadar),
Kocasını gücendirmiş olarak geceyi geçiren kadın, Kendisini istemeyen cemaata
imam olan kişi."[174]
2.
"Resûlullah (s.a.) üç kişiye lanet etti: Kendisini istemeyen cemaata
imam olan kişiye, kocasını gücendirmiş olarak geceyi geçiren
kadına, "Haydin felaha" davetini işitip de icabet etmeyen kişiye”[175]
3.
Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Üç kişi vardır ki bunların namazları
başlarının üstüne bir kanş bile yükselmez (kabul olmaz): Kendisim istemeyen bir
topluma imam olan kimse, kocasını gücendirmiş olarak geceleyen kadın, bir
biriyle çekişen kardeşler.”[176]
Hadis-i şerifte geçen
"Vakti çıktıktan sonra namazı kılan kişi" sözüyle, namazın vaktini
her zaman geçiren ve herkes namazını kıldıktan sonra kılmayı âdet edinen kimse
kasdedilmiştir. Ancak bu söz râvînin hadisi açıklayıcı mâhiyette yaptığı bir
ilâvedir. Ravilerin her ne maksatla olursa olsun, yaptığı bu şekildeki
ilâvelere "idrâc"; İlâve ettikleri sözlere de "müdrec"
denir. Ki bunlar hadisin aslından sayılmazlar. Ibn Melek merhum, "hadisteki
bu tehdid, namazın vaktini tamamen geçirmeyi ve geciktirmeyi alışkanlık hâline
getirenler içindir" demektedir.
"Hürriyetine
kavuşturduğu köleyi tekrar köle edinen kimse" âzad ettiği köleyi tekrar
köle gibi istihdam eden veya âzâd etmesine rağmen bunu gizleyen veya inkâr
eden kimsedir.
Meşhur hanefî âlimi
Aynî (öl 855/1451) şunları söylemiştir: "Günümüzdeki bazı krallar ve
hakanların yaptığı işler bu hadisin şümulüne girmektedir. Onlar kölelerini
önce hürriyete kavuşturuyorlar, sonra da bunu inkâr ederek yine köle olarak kullanmaya
devam ediyorlar. Onlardan bir kısmı da kölesini hürriyetine kavuşturduğunu
açıkladığı halde yine onu zorla işinde kullanıyor. Bir kısmı da hür olduklarını
bildikleri halde bazı çocukları köle diye satın alıp onları
köleleştiriyorlar."[177]
1. Kişinin
kendisim (dini bir gerekçeden dolayı) istemeyen bir cemaata imamlık yapması
mekruhtur.
2. Namazı
vakti çıkıncaya kadar geciktirmek haramdır.
3. Hür bir
kimseyi köleleştirmek haramdır.[178]
594. ...Ebû Hüreyre
(r.a)'den; demiştir ki; Resülullah (sallellahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Salih olsun,,
fâcir olsun hatta büyük günah işlemiş de olsa her müslümamn arkasında farz
namazı (cemaatle kılmak) vaciptir."[179]
Bu hadis-i Şerif
"Günahkâr kimselerin arkasında namaz kılmanın caiz olduğunu ve imamlık
için adaletin şart olmadığını ifâde etmektedir. Ulemânın ekserisi de imamlıkta
adaletin şart olmadığı görüşünde olmakla beraber, fâsık (günahkâr) kimselerin
arkasında namaz kılmanın mekruh olduğunu söylemektedirler.[180]
Cafer b. Mübeşşir,
Ca'fer b. Harb ve bir rivayette tmam Malik, imamlık için adaletin şart olduğu
görüşündedirler. Çünkü İbn Mâce'nin Câbir'-den (r.a.) rivayet ettiği hadis-i
şerifte; "Sakın bir kadın bir erkeğe ve bir a'rabî (bedevi) bir muhacire
(şehire yerleşen kimseye) bir fâcir (günaha dadanan) bir mü'mine imam
olmasın."[181] buyurulmaktadır. Bu âlimler tercemesini
sunduğumuz hadis-i şerifte sözü geçen ve arkalarında namazın kılınabileceği
ifâde edilen fâsık kişilerden maksadın idareciler olduğunu, idarecilerin dışında
fasıkların arkasına namaz kılmanın caiz olmadığı görüşündedirler. Hanbelî
âlimleri de aynı görüştedirler.
Hanefilerle Şâfiîlere
göre fâsıkın imamlığı kerahetle caizdir. Bunlar her ne kadar görüşlerinin
doğruluğu için pek çok hadisleri delil getirirlerse de bu hadisler zayıftır.
Ve; "Size dininde cür'etkâr olan imam olmasın" hadisine ve
benzerlerine zıttır. Lâkin bu zıt olan hadisler de de zayıflık vardır.Bu
sebeble Hanefiler ve Şâfiiler asla müracaat ederek,fâsığın imamlığı caizdir,
derler. Asi olan kimin namazı sahih olursa imamlığının da sahih olmasıdır. Bunu
ashab-ı Kiramın uygulaması da doğrulamaktadır. Nitekim Bahân (256/870) nin
Abdulkerim'den şöyle bir rivayeti vardır: "Muhammed (s.a.)'in ashabından
fâsık imamlar arkasında namaz kılan on kişiye yetiştim" demiştir. Nitekim
"Sen namazı vaktinde kıl eğer ona emirlerle birlikte yetişirsen tekrar
kıl, çünkü bu senin için nafile olur"[182]
mealindeki hadis-i şerif de bu görüşü te'yid etmektedir.[183]
595.
...Enes'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) âmâ olduğu halde,
İbn Ümmü Mektûm'u halka namaz kıldırmak üzere vekîl bırakmıştır.[184]
Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in İbn Ummü Mektûb'u vekil bırakması pek çok defalar olmuştur. Bunlardan
bazıları şu savaşlarda vuku bulmuştur. Ebva Gazvesi, Sevîk Gazvesi, Gatafan,
Uhud, Hamrâü'l-Esed, Necrân, Zâtü'r-Rika ve Bedr savaşları ve Veda Haccı.
Bu hadis-i şerifin
zahiri, âmânın imamlık yapmasının caiz olduğunu ifâde etmektedir. İshak
el-Mervezî ile İmam Gâzâlî (r.a.) "Namaza kendini daha çok verebileceği
için âmânın imamlığı gözü gören kimsenin imamlığından daha faziletlidir"
derler.
Şafiî âlimleri ise,
âmâ ile gören kimse arasında imamlık konusunda bir fark görmezler. Onlara göre
ama kalbi meşgul edecek şeyleri görmediği için namaza bütün varlığıyla kendini
verebilir. Bu onun için bir fazilettir. Buna karşılık gören kimse de pislikten
sakınmakta âmâdan daha üstündür. Bu bakımdan her ikisinin de kendine göre
fazileti vardır. Şafiî âlimlerinden İmam Nevevî ise, "gözü gören kimse
imamlığa âmâdan daha lâyıktır. Âmâ pislikten kaçınamaz. Pislikse namazı bozar.
Bazı kalbi meşgul eden şeyleri gör-mekse, namazı bozmaz" demiştir. Mâliki,
Hanbelî ve Hanefîlere göre ise, necasetten sakınması ve kıbleye karşı tam
yönelmesi bakımından gözü gören kimsenin imamlığı, âmânın imamlığına tercih
edilir. Gören kiihse varken âmânın imamlığı mekruhtur. Cenâb-ı Peygamber
(s.a.)'in İbn Ümmü Mektûm'u imamlık için vekil olarak bırakıp gitmesi Medine'de
o zaman ondan başka namaz kıldıracak bir kimsenin bulunmayışmdandır.[185]
596.
...(Ukeyl oğullarının) hürriyete kavuşturduğu Ebû Atiyye dedi ki:
“Mâlik b. Huveyris,
bizim şu mescidimize gelirdi. Biz O'na; "Öne geç de namaz kıldır"
deyince, bize (şöyle) cevap ver(ir)di: "Sizden birini öne geçirin de
namazı o kıldırsın. Ve ben de size niçin namaz kıldırmadığımı haber
vereyim" dedi (ve şöyle devam etti): "Resûlullah (s.a.)'i:
Her kim bir topluluğu
ziyaret ederse, onlara imam olmasın. Onlara kendilerinden biri imam olsun;
derken işittim."[186]
Hadis-i şerifte beyân
edildiğine göre Mâlik b. Huveyris (r.a.), ziyaretine gittiği kimseler izin
verdiği halde namaz kıldırmak için öne geçmemiştir. Çünkü Resûl-i Ekrem'den
işitmiş olduğu hadis-i şerifin zahirine göre ziyaret edilen kimse, imamlığa
ziyaret eden kimseden daha lâyıktır. Ziyaret edilen kimse izin verse bile,
ziyaretçinin öne geçmemesi daha uygundur.
Bazı ilim adamları bu
hadisin zahirî mânâsına sarılarak onlarla amel ederler. Nitekim İshâk bunlardan
biridir.
Ulemânın çoğunluğu
ise, ziyaret edilen kimse izin verdiği takdirde ziyaretçinin öne geçerek imam
olabileceği görüşündedir. Hanefî uleması bu görüştedir. Bu görüş "kişiye
evinde ve idaresi altında bulunan yerde imam olunamaz, evinde sergisi üzerinde
oturulamaz, izni olursa başka" mealindeki 91 ve 582 no'lu hadis-İ
şerifler ile bu hadisin arasını uzlaştırıcı bir görüştür.
Belki de Mâlik b.
Huveyris (r.a.), bu (582.) hadis-i şerif kendisine ulaşmadığı için böyle hareket
etmiştir. Şayet bu hadis-i şerif kendisine ulaşmış olsaydı. Ziyaret ettiği
kimseler imamlığa geçmesi için izin verdiklerinde hiç tereddüd etmeden Öne
geçip namazı kıldıracaktı.
Şu kadar var ki; ev
sahibi câhil ve imamete ehil değilse, o zaman imamlığa hakkı yoktur. Ehil olan
ziyaretçinin imamlığa geçmesi gerekir.[187]
597.
...Hemmâm (b. el-Hâris)'in rivayetine göre, Huzeyfe (b. el-Yemân) (r.a.)
Medâyin'de bir sedir üzerinde halka imam olmuştu. Ebû Mes'ûd, O'nu gömleğinden
tutup çekti (ve oradan indirdi). Namazı kıldıktan sonra, (Ebû Mes'ud ona)
"Sahabîlerin böyle yüksek yerde namaz kıldırmaktan nehyedildiklerini
bilmiyor muydun?" dedi. O da "evet biliyorum. (Ama unutmuşum). Sen
beni çekince hatırladım." (diye cevap verdi.)[188]
Bu mevzuyu açıklarken,
merhum Ömer Nasuhî Bilmen Efendi, Büyük İslâm İlmihâli isimli eserinin 146.
sahifesinde şöyle diyor:
"İmamın cemaatten
en az bir arşın (68 cm) miktarı yüksek veya alçak bir yerde durup namaz kıldırması
mekruhtur. Meğer ki kendisiyle beraber cemaatten bir kaç kişi bulunsun.”
Bu hadis-i şerifte
geçen kelimesi, bazı nüshalarda mechûl sigasiyle ( ojiî ) şeklinde
harekelenmiştir ki, biz de tercememize bunu esas aldık. Bu mevzudaki imamların
görüşü için aşağıda gelen 598 no'lu hadis-i şerifin şerhine müracaat
edilmelidir.[189]
598.
...Adiyy b. Sabit el-Ensârî, "biri bana dedi ki" diyerek şunları
nakletmiştir:
Ammâr b. Yâsir,
Medâyin'de iken kamet edildiği zaman, namaz kıldırmak üzere öne geçip yüksekçe
bir yere durdu. Halk ise ondan daha aşağı bir seviyede (bulunuyordu). Huzeyfe,
hemen ilerleyip onun ellerinden tutup çekti. O da o'na tabî oldu. Nihayet
Huzeyfe o'nu (oradan aşağıya) indirdi. Ammâr namazını bitirince Huzeyfe O'na;
(Sen Resûlullah
(s.a.)'ın; "Bir kimse bir cemaata imam olduğu zaman cemaatin durduğu
yerden daha yüksek bir yerde durmasın" buyurduğunu -veya bu manada bir söz söylediğini- duymadın
mı? dedi. Ammâr da;
Elimi tuttuğunda ben
de sana zaten bunun için itaat ettim karşılığını verdi.[190]
Her ne kadar bu
hadis-i şerifte imamlık edenin Ammâr b.Yâsir olduğu, onu bulunduğu yüksek
yerden çekip indirenin de Huzeyfe olduğu kaydedilmekte ise de, bundan evvelki
hadis-i şerifte, imamlık yapanın Huzeyfe ve O'nun gömleğinden tutup indirenin de
Ebû Mes'ûd olduğu zikredildiği için iki hadis-i şerif arasında bir uyuşmazlık
var gibi görünmektedir. Ama gerçekte böyle bir uyuşmazlık yoktur. Çünkü bu iki
hadis-i şerifte beyân edilen hadislerin ayrı ayrı zamanlarda adı geçen kişiler
arasında meydana gelmiş iki ayrı hâdise olması mümkündür. Ancak bu ikinci
hadis-i şerifin râvileri arasında ismi kesinlikle bilinemeyen meçhul bir kimse
bulunduğundan, bir evvelki hadis-i şerif daha kuvvetli ve tercihe daha
lâyıktır. Çünkü bir evvelki hadis-i şerifi aynı zamanda İbn Huzeyme, İbn
Hibbân ve el-Hâkim' de rivayet etmişlerdir. Ayrıca Hâkim'in rivayetinde
hadisinmerfu' olduğuna dair sarahat vardır.
Bu hadis-i şerif
imamın cemaatten yüksek bir yerde bulunmasını mutlak surette yasaklamaktadır.
Nitekim Hanbelîler bu görüştedir. Bunlara göre mekruh olan yükseklik bir arşın
kadar olan yüksekliktir. Daha azı zarar vermez. Bu hadis-i şerifle, Buhârî ve
Müslim'in Sehl (r.a.)'den rivayet ettikleri: "Resûlullah (s.a.) minber
üzerinde namaz kıldı. Sonra geri geri gelerek minberden inip secde etti.
Cemaatde onunla beraber secdeye vardı. Sonra tekrar yerine döndü. Namazı
bitirince bu kıldığım namazı öğrenesiniz ve bana uyasımz diye böyle
yaptım" buyurdu.[191]
Mealindeki hadis-i şerifin arasını uzlaştırmak için minber basamağı
yüksekliğinin namaza zarar vermeyeceğini söylerler. Demek ki; Resûlullah, en
alt basamakta bulunuyormuşki, namaz esnasında minberden ameli kesiri
gerektirmeden inip çıkmış ve namazına bir zarar gelmemiş.
Hanefîler ise, sadece
imamın yüksek bir yerde bulunup da cemaatin aşağıda bulunmasını Ehl-i Kitabın
papazlarına ve hahamlarına yüksekçe bir yer ayırarak ibâdetlerini o şekilde edâ
etmelerine benzeterek bunun mekruh olduğunu fakat imamın yanında cemaatten bir
kişi daha bulunsa bu kerahetin kalkacağını söylerler.[192]
İbn Hümâm'ın beyânına
göre keraheti gerektiren bu yükseklik hakkında çeşitli görüşler ileri
sürülmüşse de tercih edilen görüşe göre, bu yüksekliğin miktarı bir arşındır.
Bir arşın, 68 cm. bir uzunluğa tekabül etmektedir.
Şâfiîlere göre de herhangi
bir zaruret olmaksızın imamın böyle yüksek bir yerde namaz kıldırması
mekruhtur. Ancak öğretmek gibi bir maksatla böyle yüksekçe bir yerde namaz
kıldırmak zorunluluğu doğarsa kerahet yoktur.
Mâlikîler de bu
görüştedirler. Onlara göre "İmamın yanında cemaatten biri bulunursa bu
kerahet kalkar" diye görüş var ise de sarih olan kavle göre yine
mekruhtur. Ancak İmamın yüksekte bulunuşu imama bir kibir ve böbürlenme hissi
veriyorsa, namazı bâtıl olur. Bir arşından aşağı yüksekliklerin namaza zararı
yoktur.
İbn.Dakiki'l-îyd
ise.öğretmek gayesinin dışında imamın yüksekte bulunmasının kesinlikle mekruh
olduğu kanaatindedir.
Şevkânî'nin Neyi'de
naklettiğine göre; cemaatin imamdan yüksekte bulunması Hanefilerle Şâfiîlere göre,
mekruhsa da Malikîlere ve Hanbelîlere göre mekruh değildir. Ancak Malikîlere
göre imama uyanın yüksekte duruşu kibir sebebiyle ise, namazı bâtıldır.[193]
599.
...Câbir b. Abdullah'dan (rivayet edildiğine göre) Mu'âz b. Cebel (r.a.) önce
Resûlullah (s.a.) ile yatsıyı kılar, sonra kavmine gelip bu namazı (bir de)
onlara kıldmrdı. [194]
Bu hadis-i Şerifin
sahihliğinde şüphe yoksa da yorumunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu
konuda merhum Aynî şunları söylemektedir: "İmam Şafiî (r.a.) Hz. Muâz'ın
Resûlullah (s.a.) ile kıldığı birinci namazda farza niyet ettiği, kavmine
kıldırdığı ikinci namazda ise nafileye niyet ettiği görüşünden hareketle nafile
namaz kılan kimsenin arkasında farz namazın kılınabileceğini söylemiştir. Bîr
rivayete göre İmam Ahmed de bu görüştedir. İbn Münzir, Atâ, Tâvûs, Süleyman b.
Harb ve Dâ-vud (Zahirî) de aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Hanefi âlimleri ise,
farz kılmakta olan kimsenin nafile kılacak kimse arkasında namaza duramayacağını
söylerler. İmam Mâlik ve bir rivayete göre Ahmed b. Hanbel'in görüşü de
böyledir."
İbn Arabî der ki;
"Bu Hadis-i şerifin değerlendirilmesinde beş farklı izah tarzı ortaya
çıkmıştır:
1. Farz
kılacak olan nafile kılana uyabilir. İmam Şafiî bu görüştedir. İmam Mâlik ve
Ebu Hanîfe bu görüşe katılmamışlardır.
2. Muaz
(r.a.) Resul-i Ekrem'le namazı gündüz kılmıştır. Kavmiyle de gece namazı
kılmıştır. Yani Hz. Muâz'la kavminin kıldığı namaz ayrı namazdır.
3. Câbir
hadisi keyfiyeti iyice anlaşılmayan bir hâdiseyi anlatmaktadır. Bu bakımdan bu
hadisle amel edilemez.
4. Bu
hadis-i şerif "İmam ancak kendisine uyulması için vardır" mealindeki
601 nolu hadis-i şerife aykırı düşmektedir. Çünkü namazın her cüz'-ünde
cemaatin imama uyması gerekirken, nasıl olur da cemaat imama niyyet bakımından
muhalefet edebilir? İmam nafile namaza niyyet ederken, cemaat nasıl olur da
farza niyet edebilir? Bu caiz değildir.
5. Bu
hadis-i şerif yine "İmam cemaatin namazına kefildir" mealindeki 517
no'lu hadise aykırıdır."
İşte yukarıda İbn
Arabi'nin belirttiği sebeblerle Mâliki, Hanbelî ve Hanefi âlimleri bu hadis-i
şerifle amel etmemişler ve farz kılan kimsenin nafile kılanın arkasında namaz
küamayacağım söylemişlerdir. İbn Hacer'e göre bu" hadis-i şerif "Bir
namazı bir günde iki defa kılmayın" hadisiyle nesh edilmiştir.[195]
600.
...Câbir b. Abdillah (r.a.) şöyle demiştir: "Muâz (r.a.) namazı Peygamber
(s.a.) ile kılar, sonra da döner kavmine imam olurdu."[196]
Bu hadis-i şerifle
ilgili açıklamalar bir evvelki hadis-i şerifte geçmiştir. Oraya müracaat
edilebilir. Bu hadıs-ı şerifi Beybakî, Câbir b. Abdillah'dan şöyle rivayet
etmiştir:
Cabir b. Abdillah der
ki "Muâz İbn Cebel, yatsı namazını Resûlullah'-la birlikte kılar, daha
sonra kavmi Beni Seleme'ye dönerdi ve onlara yatsı namazını kıldırırdı. Bir gün
Resûlullah (s.a.) yatsı namazını geciktirmişti. Muâz (r.a.) Resûlullah (s.a.)
ile yatsı namazını kıldıktan sonra kavmine dönüp imam oldu. Namazda (en uzun
sûre olan) Bakara sûresini okumaya başlayınca arkasından biri ayrılarak tek
başına namaz kıldı. Namaz bitince, "arabozanlık yaptın, münafıklık
yaptın" dediler. O da "hayır münafıklık yapmadım, Rasûlullah (s.a.)'a
gideceğim ve bu durumu haber vereceğim" dedi ve Resûlullah'a giderek,
"Ya Resûlallah, dün yatsı namazını geciktirmiştiniz. Muâz (r.a.) da
sizinle birlikte kılmıştı. Döndüğünde bize imam olup Bakara Suresini okumaya
başladı. Ben de ondan ayrıldım, namazımı tek başıma kıldım. Bizler
bahçelerinde bedenen çalışan kişileriz (bu kadarına tahammül edemeyiz)"
deyince.. Resûlullah (s.a.) Muâz'a dönerek "Ya Muâz! Sen insanları
namazından mı edeceksin?" diye iki defa tekrarladı ve; "Şu, şu
sûreleri oku!" diyerek Muâz'a emir verdi. Bu sûreler (Tarık, Burûç sûreleri
gibi kısa surelerdi).[197]
601. ...Enes
b. Mâlik (r.a.) demiştir ki;
Resûl-i Ekrem (s.a.)
bir ata binmişti. Attan düştü de sağ tarafı berelendi. Namazlardan birini
oturarak kıldı. Biz de arkasında oturarak namazımızı kıldık. Namaz bitince;
"İmam ancak kendisine uyulmak içindir. O namazı ayakta kılınca, siz de
ayakta kılınız. O rukû'a vardığı zaman siz de rukû'a varınız. O başım kaldırdı
mı siz de kaldırınız. "Semiallahü limen-hamideh" deyince siz de
"Rabbanâ ve leke'l-hamd" deyiniz. Namazı oturarak kıldığı zaman siz
de hep beraber oturarak kılınız" buyurdu.[198]
İbn Hibbân'ın
rivayetinden anlaşıldığına göre, hadis-i şerif anlatılan olay, hicretin beşinci
yılında olmuştur. Çeşitli rivayetlerin ifâdesinden anlaşıldığına göre ise, Resûlullah
(s.a.) attan düşerek bir hurma kütüğüne çarpmış ve ayağı çıkmıştır. Bunun
üzerine ashâb-ı kiram onu ziyarete koşmuşlar. Namaz vakti gelince Resûlullah
(s.a.) oturduğu yerden imam olarak kendilerine namaz kıldırmış. Ashabın namazı
ayakta kıldıklarını görünce oturmalarını işaret buyurmuştur. Onlar da oturarak
kılmışlardır. Muhtelif rivayetlerin ifâdelerindeki farklılıklar, olayların
ayrı ayrı zamanlarda meydana gelmiş olması ihtimalim mümkün kılmaktadır.
Oturarak kılınan bu namazın farz veya nafile olduğu hususu da ilim adamları
arasında ihtilaflıdır Kurtubî sahâbe-i kiramın ancak farz namazlar için mescide
gittiklerine bakarak bu namazın farz namaz olduğunu söylerken, Kadı îyaz ise, o
gün kılınan namazın nafile namaz olduğunu İbn Kasını Man nakletmiştir.
"İmam ancak
kendisine uyulmak için imam olmuştur" cümlesinin anlamı şudur: İmama
namazın bütün cüzlerinde uymak lâzımdır. O ayakta ise, cemaat da ayakta durur;
o oturuyorsa cemaat da oturur, hareketlerinde ne ondan önce davranabilir, ne de
onunla beraber hareket edebilir. Sadece onun hareketlerini takibetmekle ve ona
uymakla mükelleftir. Bu bakımdan imam ayakta namaz kılıyorsa cemaatin de ayakta
kılması, bilakis oturarak kılıyorsa, cemaatin de oturarak kılması gerekir.
"İmam
"semi'allahü limen hamiden" dediği zaman siz de "Rabbanâ ve
leke'1-hamd"deyiniz"sözlerinden; imam, birinci cümleyi söyleyince cemaatin
sadece aynı cümleyi tekrarlaması gerektiği anlaşılıyor. İmam Ebû Hâ-nife (r.a.)
işte bu hadisle amel ederek, cemaatin sadece bu cümle ile yetinmesi gerektiğini
söylemiştir. Mâlikîler de bu görüştedirler. Ancak Şâfiîlerle Han-belîlere göre
cemaatin her iki cümleyi birleştirerek (xJ-i dJ l^ »^ J- *& ç? )
"Allah kendine hamdenin hamdini işitir. Yani kabul eder, Ey Rabbimiz
(sadece sana itaat eder, ve) sadece sana hamd ederiz" der. Dâvud-i Zahirî
der kî: "Bu hadis-i şerife göre, imam gücü yeterken bile oturarak namaz
kıldırıyorsa cemaatin de namazlarını oturarak kılması gerekir" İshâk,
İb-nu'1-Münzir veEvzâî de bu görüştedirler.
îbn Hazm der ki;
"Biz bu hadisle amel ederiz. Ancak imamın yanına duran ve halka imamın
tekbirini duyurmakla görevli olan kimse bu hükmün dışındadır. Bir kimse,
isterse imama uyarak, oturduğu yerden kılar, isterse ayakta kılar. Bu hususta
selefin icmâı vardır. Yine İbn Hıbbân da aynı görüşe katılarak bu konuda
sahabenin icmâı olduğunu söylemiştir. Esasen bize göre makbul olan icmâ,
sadece sahabenin icmaldir. Yine tabiilerin de bu konuda icmaları vardır.
Sahâbe-i Kiramdan bu görüşün aksini iddia eden hiç bîr kişi de duyulmamış ve
görülmemiştir. Bu ümmet içinde imam oturarak namaz kılarken, cemaatin ayakta
kılabileceği fikrini ilk defaortaya atarak bu gerçeğe aykırı hareket eden
kimse el-Muğire b. Mıksem'dir. Onun bu hatalı fikrim ilk defa kabul eden de
Hammad b. Ebû Süleyman olmuş, ondan da bu fikri Ebû Hanife almış; ondan sonra
gelenler de bu mevzuda kendisine uymuşlardır."
Hanbelîler ayakta
namaz kılmaya gücü yeten kimselerin, ayağa kalkmaktan âciz olan kimse
arkasında oturarak kılmasının caiz olduğunu kabul ediyorlarsa da bu namazın
sahih olabilmesi için imamın görevli mahalle imamı veya devlet reisi olmasını
şart koşmuşlar ve bunların dışındaki imamların arkasında bu şekilde kılınacak
namazın caiz olmadığını söylemişler ye; "Diğer imamların arkasında
oturarak kılınan namazın sahih olabilmesi için cemaatin de imam gibi ayağa
kalkmaktan âciz olması lâzımdır" demişlerdir.
Şâfiîler, Ebu Sevr,
es-Sevrî, El-Humeydî ve Hanefilere göre ayağa kalkmayan kimsenin arkasında
namaz kılmak caizdir. Ancak cemaatin namazı ayakta kılması şarttır. Bu konuda
Buharı ve Müslim'in Hz. Âişe'den rivayet ettikleri Peygamber (s.a.)'in son
hastalığında namaz kıldırmakta olan Hz. Ebû Bekr'in soluna gelip oturarak,
oturduğu yerden namaz kıldırdığına dair olan hadis-i şerifi[199]
delil getirirler. Sözü geçen ulemâya göre Hz. Ebû Bekr Cenâb-i Peygamber
(s.a.)'in sağında kaldığına göre imam değil artık cemaat olmuşlar ve Hz.
Peygamber'in arkasında cemaat olarak namazı ayakta kılmıştır. Hz. Ebû Bekr'in
eski yerinde durması ise, oturarak namaz kıldıran Resul-i Ekrem'in
tekbirlerini Cemaate iletmek içindir. Çünkü Hz. Ebû Bekr imamlık görevine devam
edecek olsaydı Resûlullah (s.a.) onun soluna değil, sağ tarafına dururdu. İşte
Hz. Âişe hadisi mevzumuzu teşkil eden 601 no'lu hadisi neshetmiştir. Ahmed b.
Hanbel ise neshi kabul etmeyerek bu iki hadisin arasını te'Iif cihetine
gitmiştir. Malikîlere göre ise, hiç birzaman oturarak namaz kılan kimsenin
arkasında namaz kılmak caiz değildir. Bu hususta cemaatin ayakta ve oturmakta
olması neticeyi değiştirmez. (601 no'lu) Er es hadisi mensûhtur. Hz. Âişe
hadisi de Peygamberin şahsına ait özel bir durumdur.[200]
1.
İnsanların başına gelen hastalık ve benzeri arızalar bir insan olarak
Resûlullah in başına da gelebilir.Bu onun Peygamberlik makamına bir noksanlık
getirmez. Bilakis mânevi derecesinin yükselmesini sağlar.
2. Cemaat
namaz içerisinde bütün hareketlerinde imama uymalıdır.
3. İmam
"Semi A İlah u limen hamiden" dediği zaman, cemaat sadece
"Rabbena ve leke'1-hamd" demelidir.
4. İmam
herhangi bir özründen dolayı namazı oturarak kılarsa cemaat da oturarak
kılmalıdır.[201]
602.
...Câbir (r.a.)'den; demiştir ki;
Resûlullah (sallellahü
aleyhi ve sellem) Medine'de bir ata bindi de at onu bir hurma kökünün üzerine
düşürdü, (bu sebeble) bir ayağı çıktı. Biz kendisini ziyarete geldik, O'nu Hz.
Âişe'nin odasında oturmuş namaz kılarken bulduk. Biz de arkasında ayakta o'na
uyduk. Resül-i Ekrem bize ses çıkarmadı. Başka bir defa ziyaretine gittiğimizde
oturduğu yerden farz namazı kılmaktaydı. Biz de arkasında ayakta (farz namazı
kılmakta) ona uyduk. Bu defa bize (oturmamızı) işaret buyurdu. Biz de oturduk.
Namazı bitirince: "İmam oturarak kıldığı zaman siz de oturarak kılın, o
ayakta kılarsa, sîz de ayakta kılın, Acemlerin büyüklerine karşı davrandıklan
gibi hareket etmeyin" buyurdu.[202]
Bu hadis-i şerifi aynı
zamanda İbn Hıbban da Sahîh'inde rivâyet etmiştir. Bu haberler, gösteriyor ki,
Resûl-i Ekrem'in oturduğu yerden ayakta bulunan ashabına namaz kıldırdığına
dâir olan Enes hadisindeki namaz, nafile imiş. Farz kıldırdığı zaman ashaba
oturmalarını emretmiş, onlar da oturmuşlardır. Buna göre buradaki emre uymak
farzdır. Çünkü bu emir fazilet değil, farz ifâde eder. Bilindiği gibi farz
namazlarda caiz olmayan bazı şeyler nafile namazlarda caiz olur. Nitekim bu husus
Hz. Enes'ten rivayet edilen şu hadis-i şeriften de anlaşılmaktadır. Enes
(r.a.); "Re-sûlüEkrem(s.a.)bana:"Sakınnamazda sağına soluna bakınma,
helak olursun. Eğer bakınmak zorunda kalırsan, hiç olmassa farzda değil,
nafile namazda yap" buyurdu" demiştir.[203]
1. Hasta
ziyâreti teşvik edilmiştir.
2. Nafile
namazları cemaatle kılmak caizdir.
(Belirli şartlar
içerisinde) Malikîlere göre teravih bayram namazlarının dışında farz olmayan namazlar
cemaatle kılınamazlar. Ancak narnaz kılınan yer meşhur olmayan bir yer olur,
cemaatte iki veya üçü geçmeyecek kadar az olursa o şartla caiz olur.
Şafiî ve Hanbelilere
göre İse, nafile namazları cemaatle kılmak mutlaka caizdir. Ancak Şâfiîler
"Teravih dışında cemaatle kılınacak nafile namazların sahih olabilmesi
için herhangi bir farz namaza bağlı olmadan müstakil bir nâfüe namaz olarak
kılınması lâzımdır." derler.
Hanefilere göre ise,
Ramazandaki teravih namazı dışında nafile namazların cemaatle kılınması
mekruhtur. Ancak bir birini namaz kılmak gayesiyle davet edilmeksizin
tesadüfen toplanan bir cemaatin cemaatle nafile kılmasında cemaatin sayısı üçü
geçmemek şartıyla bir sakıncası yoktur.
3. Ayakta olan cemaatin oturmakta olan imamın arkasında
nafile namaz kılması caizse de farz namazı ayakta kılmaları caiz değildir.
Cemaatin de oturması gerekir.
4. Müslümanlar kâfirlere benzemekten nehyedilmişlerdir.[204]
603. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'den; "Resûlullah -sallellahü aleyhi vesellem- (şöyle)
buyurmuştur; "İmam ancak kendisine uyulmak için (imamlığa geçirilmiş) dir.
Bu sebeple imam tekbir alınca siz de tekbir alınız. O tekbir alıncaya kadar
(sakın) siz tekbir almayınız. O rukû'a varınca, siz de rükûa varınız. O rükû'a
varıncaya kadar sakın siz rii-kû'a varmayınız. İmam "Allah kendine hamd
edenin hamdini işitti (kabul etti)" dediği zaman, siz de "Ey Rabbimiz
bütün hamd ve sena senin içindir" deyiniz. [(Kavi) Müslim (b. İbrahim) bu
cümleyi şeklinde rivayet etti.] Secde ettiği zaman, secde ediniz, o secde
edinceye kadar (sakın) secde etmeyiniz. Ve o namazı ayakta kıldığı zaman siz
de ayakta kılınız, oturarak kılarsa siz de hepberaber oturarak kılınız"
Ebû Dâvûd dedi ki:
cümlesini arkadaşlarımdan biri Süleyman (b. Harb) den naklen bana bildirmiştir.[205]
"İmam tekbir
alınca siz de tekbir alınız" cümlesindeki tekbîrden maksat, iftitah
(başlama) tekbiridir. Bu ifâdeden cemaatin iftitah tekbirini imamın tekbirinden
sonra alması gerektiği anlaşılıyor. Mâlik , Şafiî ve Hanbelî âlimleri ile Ebû
Yusuf ve Muhammed bu hadis-i şerifi delil getirerek, "İmam tekbir alıncaya
kadar cemaatin tekbiri geciktirmesi farzdır. Eğer cemaat imamdan evvel veya
imamla beraber tekbir alırsa namazları fasit olur" derler. Bunlara
göre"İmam tekbir alınca siz de tekbir alınız" cümlesindeki
kelimesinin başında bulunanfâ-i ta'kibiyyedir. Ve bu cümle "imamın tekbiri
biter bitmez tekbir alınız" anlamına gelir.
İmam Ebû Hanife'ye
göre ise, cemaatin tekbirleri imamın tekbirine mukârin olmalı. Yani imamın
tekbiri ile cemaatin tekbiri aynı zamanda alınmış olmalıdır. Çünkü bunda,
ibâdette acele etme fazileti fardır. Geciktirilirse bu faziletten mahrum
kalınır. Ancak imamdan evvel tekbiri bitirmemesi gerekir.
"İmam rukıVa
varıncaya kadar, sakın rükû'a varmayınız" cümlesine bakarak bazı âlimler;
"imamla beraber veya imamdan önce rükû'a varmak haramdır. İmam rükûa
varıncaya kadar rükû'u geciktirmek farzdır" denıiş-Ierse de Şafiî, Mâlikî
ve Hanbelî âlimlerine göre, imamla rükû'a varmak mekruhtur.
Ulemânın büyük
ekseriyetine göre imamdan önce rükûa varmak men'-
edilmiş olmakla
beraber namazı bozmaz. İbn Ömer (r.a.)'e ve bir rivayette Ahmed b. Hanbel'e
göre namaz esnasında imamdan önce hareket eden kimsenin namazı fasit olur.
Zâhiriye'nin görüşü de budur.
Bu hadis-i şerifte
selâm verirken imama uymaktan söz edilmemiştir. Mâlikî ve Hanbelî mezhebine
göre selâmda imama uymanın rüknü aynen iftitah tekbirinde imama uymanın hükmü
gibidir. Eğer cemaat imamla beraber veya imamdan önce kasden selâm verirse,
namazı fasit olur. Eğer yamlarak selâm verirse, imam selâm verdikten sonra bir
kere daha selâm vermesi gerekir. Yoksa namazı fasit olur. Şâfiîlere göre ise,
eğer cemaat imamdan evvel selâm verirse, namazı fasit olur. İmamla beraber
(aynı anda) selâm verirse bu hususta iki görüş vardır. Birinci ve sahih olan
görüşe göre, namaz mekruh olur. İkinci görüşe göre ise, namazı fasit olur.
Hanefi âlimlerine göre
de imamla selâm verme konusunda iki görüş vardır: 1) Cemaat imamla beraber aynı anda selâm verir. Bu görüş imam Ebû
Hanife (r.a.)'nin görüşüdür. 2)
Cemaat imamdan sonra selâm verir. Bu görüş imam Ebû Yusuf ve Muhammed'e
aittir. Hanefî mezhebinde mu'teber olan görüş budur.
Hanefi mezhebinde
cemaatin imama uymasıyla ilgili ayrıntılar Nimet-i İslâm isimli eserde şöyle
ifâde edilir: "Cemaat rükû ve sücutta, imamdan önce başını kaldırırsa,
geriye dönüp tekrar rükûa ve sucuda varması gerekir.[206]
Bu mevzuda İbn Âbidîn
(r.a.) şöyle diyor; "Tatarhâniye'de bu mesele beş vecihle zikredilmiştir:
1. Rükû ve
secdeyi imamdan önce yapan kimse bir rekat kaza eder.
2. Rükû ve
sücûdu imamdan sonra yapan kimsenin namazı tamdır.
3. Cemaatin
imamla birlikte rükû' edip secdeyi ondan önce yapması halinde iki rekât kaza
eder.Çünkü ikinci rekâttaki secdeleri ilk rekâttaki rükûna karışır. Bu sebeble
ilk rekâttaki rükûu muteber idi. İkincideki rükûu hükümsüz kalır. Zira ilk
rükûundan sonra secdesiz olarak vuku bulmuştur. Üzerinde bir rekat kalır. Sonra
üçüncü rekâtta imamla birlikte yaptığı rükûu muteberdir. İmamla birlikte
dördüncü rekatindeki secdesi buna katılır. Böylece ikinci ve dördüncü
rekâtların secdeleri boynuna borç kalır. Bunları iki rekât olarak İcaza eder.
Zira birinci rekâttaki secdesi hükümsüzdür. Binaenaleyh ikincisinin secdesi
birinci rekâta intikal eder ve ikinci rekât secdesiz kalarak bâtıl olur. Çünkü
bir kıyamla bir rükûdan ibaret kalmıştır. Secdesi yoktur. Sonra üçüncü rekâtla
imamla beraber rükû edip secdeye ondan önce varınca secde de hükümsüz kalır.
Dördüncü rekâtta da böyle yapınca secdesi üçüncü rekâta intikal eder ve
dördüncü rekât bâtıl olur. İki rekat kılmıştı;iki rekat da kıraatsız olarak
kaza eder.
4. Cemaatin
imamdan evvel rükû ederek imamla birlikte secdeye varmasıdır. Böyle kıraatsiz
olarak dört rekât kaza eder. Çünkü imamla birlikte yapılan secdeden önce imamla
birlikte rükûtı yapılmadıkça secde muteber değildir.
5. Cemaatin
rükû ve secdeyi imamdan önce yapması ve imamın bunda kendisine yetişmesidir. Bu
caiz fakat mekruhtur. Kısaltılarak alınmıştır.
Ben derim ki; üçüncü surette
üçüncü rekâtın secdesinin ikinci rekata intikal etmeyip bâtıl olması,o rekâtta
birinci rekât tamam olmazdan evvel yapılan bir kıyamla bir rükuu'dan başka bir
şey kalmadığı içindir. Bunun için secde bâtıl olmuş, üçüncünün secdesi ile
ikmal edilememiştir. Nitekim Tatarhâniye'nin Huccet'ten naklettiği şu fer'î
meseleden de ayni hüküm alınabilir: "İmamla birlikte rükû eder de secdeyi
yapamadan imam kalkar ve onunla ikinci rekâtı kılarak dört secde yaparsa bu
secdelerin ikisi birinci rekatın olur. İkinci rekatı kaza eder. Zira ikinci
kıyamla rükû namazdan hesab edilmezler: Bunlar ilk rekat tamam olmadan
yapılmışlardır."[207]
Müellif Ebu Dâvûd
hadis-i şerifin sonunda, cümlesini arkadaşlarımdan biri bana Süleyman'dan
naklederek anlattı" sözüyle, "Her ne kadar bu hadis-i şerifi
bütünüyle bana Süleyman b. Harb nakl etmişse de, bu hadis-i şerif içerisinde
bulunan cümlesini iyi anlayamadım. Ancak bu cümleyi bana benimle beraber
Süleyman'dan hadis dinleyen arkadaşlarımdan biri anlattı" demek istiyor.[208]
604. ...Ebû
Hureyre'den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem (şöyle) buyurmuştur:
"İmam ancak kendisine uyulmak için (imamlığa geçirilmiş)dir. (Ebû Halid)
bu habere şu cümleyi ilâve etmiştir; "(İmam) okuduğu zaman susunuz.”
Ebû Dâvûd, dedi ki;
'Hmam okuduğu zaman susunuz" ilâvesi, (sağlam râvilerden) zobdedilmiş
değildir. Bize göre (bu ilâve) Ebû Halid'e ait bir vehimdir.”[209]
Açıklama
Her ne kadar müellif
Ebû Dâvûd "imam okuduğu zaman susunuz" cümlesinin, hadisin aslında
olmadığını, bilakis bu sözün Ebû Hâlid'in vehminin bir neticesi olarak hadise
karıştığım söylüyorsa da el-Münzirî, Ebû Davud'un bu kanaatine katılmamakta ve
şöyle demektedir: "Ebû Hâlid, Buhârî ve Müslim'in itimad ettiği Süleyman
b. Habbân el-Ahmer isimli sağlam bir kişidir. Hem de bu ilâveyi yapan sadece
kendisi değildir."
Gerçekten
el-Münzirî'nin sözlerinin doğruluğuna birçok delil vardır. Nitekim aynı
cümlenin on üç güvenilir senetle ayrı ayrı yollardan rivayet edildiği
es-Sehârenfûrî tarafından Bezlu'l-Mechûd isimli şerh'de kaydedilmiştir.[210]
Netice olarak
Bezlu'l-Mechûd sahibi adı geçen oniki değişik rivayetleri açıkladıktan sonra
şöyle demektedir: "İmam okuduğu zaman susuruz" rivayetini
muhaddisler değişik râvilerden rivayetle desteklemişîerse de bu ziyâdenin
za'fı veya sıhhati konusunda ihtilâf etmişlerdir. Ebü Dâvûd, ı Dârekutnî,
Beyhakî, Ebü Hatim er-Râzî ve diğer bazı muhaddisler zayıf olduğunu
söylemişler ve bu ifadeleriyle de hadis âlimlerinin cumhuruna göre kabul edilen
kaideye ters düşmüşlerdir. Zira sika (güvenilir) olan herhangi bir râvinin
ziyadesi daha kuvvetli birinin rivayetine ters düşmedikçe kabul edilir. Hadiste
adı geçen ziyâdeyi Ebû Hâlid eklemiştir.
Ebû Hâlid iddia
edildiği gibi bu ziyâdede yalnız kalmamış, Nesâî'nin tahricinde Ebû Said
Muhammedü'bnü Sa'd el-Ensârî'nin İbn Aclân'dan ri-vâyetiyle Ebû Hâlid'i
desteklediğini beyân etmiştir.
Bu ziyâde için,
-Müslim'in Sahih'inde "şahindir" demesine rağmen- Bey-hakî'nin,
"bunun zayıf olduğunda ittifak vardır" demesine ve Buharî'nin
"Ebu Halid'in bu ziyâdesine mutabaat edilmemiştir" sözüne şaşmamak
mümkün değildir.
Bu hadis-i şerif,
'imamın arkasında namaz kılan kimsenin gizli ve açık namazlarda okuması
tahrimen mekruhtur" diyen Hanefîlerin delilidir.
İleride açıklanacağı
üzere Şafiî mezhebinde imama uyan kimsenin bütün namazlarda Fatiha okuması
farzdır. Mâlikîlere göre, imama uyan kimsenin gizli namazlarda kıraat etmesi
mendûb, cehri namazlarda mekruhtur. Haııbelilere göre ise, cemaatin gizli
namazlarda kıraat etmesi müstehabtır. Cehri namazlarda imamın sektelerinde
okuması yine müstehabdır. Fakat cehri namazlarda imam kıraat ederken cemaatin
okuması mekruhtur.[211]
605.
...Peygamber (s.a.)'in eşi Âişe'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) evinde
oturarak namaz kılıyordu. Bir topluluk da arkasında ayakta namaza durdu. Onlara
oturmalarım işaret etti. Namazı bitirince de (şöyle) buyurdu: "İmam ancak
kendisine uyulsun diye imam olmuştur. Rükû'a vardığı zaman, siz de rükû a varınız.
Başını kaldırdığı zaman siz de (başınızı) kaldırınız. O oturarak kıldığında siz
de oturarak kılınız"[212]
Ehl-i Sünnet
âlimlerinin çoğunluğu, arkasındaki cemaat ister kendi gibi özründen dolayı
oturarak kılsınlar, ister ayakta kılsınlar, imamın oturarak namaz kıldırmasının
caiz olduğuna hükmetmişlerdir.
Meşhur olan görüşüne
göre İmam Mâlik (r.a.) bu hükme katılmamıştır. Ona göre bu izin sadece Resûl-i
Ekrem (s.a.)'e aittir. Hanefî âlimlerinden Muhammed b. el-Hasen Şeybânî de
İmam Mâlik hazretlerinin bu görüşünü tercih etmekte ve fazla olarak Câbir-i
Cufî'nin rivayet ettiği şu hadis-i şerifi de delil getirmektedir:"Sakın
hiç kimse benden sonra oturarak imamlık yapmasın!" Ancak Cabir-i Cu'fî
zaif ve rivayet ettiği bu hadis-i şerif de mürsel olduğu için sağlam hadisler
karşısında delil olma niteliği taşımamaktadır. Şayet bu hadisin sağlamlığı
kabul edilse bile, yine de imamın oturarak namaz kıldırmasının caiz
olmayacağına delâlet etmez. Bazı âlimlere göre de Bu hadisin anlamı,
"Sakın bundan sonra hiç kimse oturmuş olana imamlık etmesin"
demektir ki, imam Mâlik ve Muhammed'in hadisten çıkarmak istedikleri mânâdan
tamamen farklıdır.
Ebû Hanife, Ebû Yûsuf,
Şafiî, Evzâî diğer bir rivayete göre de İmam Mâlik (r.a.) hep ayakta namaz
kılanın, oturarak namaz kılan kimse arkasında namaz kılmasını uygun
görmüşlerdir. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.) son hastalıklarında kendileri
oturarak, ayakta namaz kılan cemaate imamlık etmiş ve onlara oturmalarını
emretmemiştir.[213]
Ancak gerek Enes b.
Mâlik'in rivayet ettiği 601 no'lu hadis ve gerekse üzerinde durduğumuz şu Hz.
Âişe hadisinden anlaşılıyor ki, Resûlullah (s.a.) bu mevzuda farz ile nafileyi
birbirinden ayırmış, farz namazlarda imam özründen dolayı oturarak namaz
kılarken bile cemaatin ayakta kılması gerektiğine işaret buyurmuştur. Nafile
namazlarda ise, cemaat oturarak namaz kılan bir imama uydukları zaman, imama uyarak
onların da oturmalarını emretmiştir.
Bu hadis-i şerifin
hükmüyle ilgili açıklamalar 601-604 no'lu hadis-i şeriflerin şerhlerinde
geçmiştir.[214]
606. ...Câbir
(r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) hastalandı,
biz de o, oturduğu halde arkasında namaza durduk. Ebû Bekr (r.a.) Resul-i Ekrem
(s.a.)'in tekbirini cemaate duyurmak için tekbir getiriyordu." Sonra bir
evvelki hadisi aynen nakletti.[215]
Bu hadis-i
şerifle ilgili hükümlere ve
kaynaklara bir evvdki hadis_i şerjfte işaret edilmiştir.
Hadisin devamı Sahih-i
Müslim'de şöyledir: "Resûlullah (s.a.) (bir ara) bize bakarak (namazı)
ayakta kıldığımızı gördü, hemen bize işaret etti. Biz de oturduk ve namazımızı
ona uyarak oturduğumuz yerden kıldık. .Selâm verince şöyle buyurdular:
"Demin nerdeyse İranlılarla, Romalıların yaptığını yapıyordunuz. Onlar
kırallan otururken ayakta dururlar. Siz öyle yapmayın, imamlarınıza uyun,
şayet imam ayakta kılarsa siz de ayakta kılın, oturarak kılarsa siz de oturarak
kılın."[216]
Yukarıdaki hadislerden
çıkarılan fıkhî hükümlere ek olarak; bu hadisten; müezzinin veya herhangi
birinin, imamın sesini iletmek için tekbir almasının caiz olduğu anlaşılır.[217]
607.
...Üseyd b. Hudayr'dan; (rivayet edildiğine göre); Kendisi kavmine imamlık
edermiş. (Bir gün hastalanmış) ve Resûlullah (s.a.) onu ziyarete gelmiş. (O
sırada kavmi) Resûl-i Ekrem'e; "Ya Resûlallah imamımız hastalandı... (Ne
yapacağız?) diye sormuşlar. Resûl-i Ekrem (s.a.) de; "O namazı oturarak
kılarsa, siz de oturarak kılınız" buyurmuştur.
Ebû Dâvûd der ki; Bu
hadis muttasıl bir hadis değildir.[218]
Müellif Ebû Davud'un
ifâdesine göre, bu hadisin senedinde kopukluk vardır. Yani râviler zinciri
arasında bulunması gereken bağ Husayn'dan sonra kopmuştur. Çünkü Husayn tebe-i
tabiinden-dir. Bu bakımdan sahabelerle görüşmesi söz konusu değildir. Bilindiği
gibi Useyd b. Hudayr büyük bir sahâbidir. Demek ki; Husayn ile Useyd (r.a.)
arasında bir veya birkaç râvinin bulunması gerekir. İşte bu sebeple merhum
müellif haklı olarak bu hadis için "muttasıl değildir" ta'birini
kullanmıştır. Sonuç olarak, hasta veya halsiz olan birinin imamlığı caizdir.
Ancak buna iktida edenlerin özellikle farz namazlarda muktedir oldukları takdirde
ayakta uymaları gerekir. Zira mazereti olan imamdan farz olan kıyamın düşmesi
mazeretine binâendir. Muktedîlerin mazeretleri olmadığına göre, farz olan
kıyamın onlardan düşmemesi ve ayakta imama uymaları gerekir. 2ira farzlarda
oturarak namaz kılana ayakta uyulması, nafilelerde ise oturarak iktidâ
edilebileceğine yukarıda işaret edilmiştir.[219]
608.
...Enes b. Mâlik'den; demiştir ki;
Resûlullah
(s.a.>(bir defa) Ümmü Haram'a geldi. (Ev halkı) Resûlullah(s.a,)'a yağ ve
hurma ikram ettiler. Hz. Peygamber de; "Şunu (yağ) tulumuna, şunu
(hurmayı) da kabına geri götürünüz. (Çünkü) ben oruçluyum" buyurdu. Sonra
kalktı, bize iki rekât nafile namaz kıldırdı. Ümmü Süleym ile Ümmü Haram da
arkamızda namaza durdular.
Sabit dedi ki: Ben,
Enes'in -sadece- "Resûlullah (s.a.) beni sağına, sergi üzerine
durdurdu" dediğim biliyorum (o kadar)"[220]
Resul-i Ekrem'in Ümmü
Haram (r.anhâ)'mn evine böyle rahatça girip-çıkması üzerinde ilim adamları uzun
uzadiya durmuşlar ve neticede bizzat bu büyük İslâm hanımının Resûlullah'ın süt
annesi ve süt teyzesi olduğunda birleşmişlerdir.
Hadis-i şerifte geçen
"bize iki rekât nafile namaz kıldırdı" cümlesinden, cemaatle nafile
namaz kılmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır.
Nafile namazları
cemaatle kılmanın hükmü mezheblere göre şöyledir:
1. Mâli
kilere göre: Küsûf, istiskâ ve bayram namazlarından sevab hâsıl olması için bu
namazların cemaatle kılınması şarttır. Bu namazları sünnet üzere kılmak ancak cemaatle
kılmakla gerçekleşir. Teravihi cemaatle kılmak ise müstehabtır. Bunların
dışında kalan nafile namazlar, çokça girilip çıkılmayan bir evde (sayıları iki
veya üçü geçmeyen) az bir cemaatle kihnırsa mekruh değildir; yoksa mekruhtur.
2. Hanbelîlere
göre; bütün nafile namazları cemaatle kılmak sünnettir.
3. Şâfiîlere
göre; bayram, teravih ve ramazanda vitr namazlarının cemaatle kılınması
mendubdur.[221]
4. Birbirini
davet etmeksizin üç kişiyi geçmeyen kişilerin cemaatle namaz kılmaları Hanefî
mezhebine göre de caizdir.
Ayrıca bu mevzu için
603. hadisin şerhine de bakılabilir.
Yine bu hadis-i
şerifte Hazret-i Enes'in Resul-i Ekrem'in sağ tarafına durduğu ve onun
gerisinde de kadınların durduğu ifâde ediliyor ki, Hanefî mezhebinin görüşü de
budur.Cemaat içerisinde bir erkekle birkaç kadın bulunduğu zaman bu şekilde
durulur. Erkeğin imamla aynı hizada bulunması da zarar vermez. Ancak diğer üç
mezhebe göre erkeğin, imamın sağına durması mendûb ise de, imamla aynı hizada
bulunması mekruhtur. Kadınlar ise, bütün mezheblere göre, çocukların gerisinde
bulunurlar. Bu hadis-i şerifte olduğu gibi eğer çocuk yoksa, erkeklerin
gerisine dururlar.[222]
1.
Toplumda lider durumunda olan
kişilerin halkın seviyesine inerek onları evlerinde ziyaret etmesi meşru
kılınmıştır.
2. Resûl-i
Ekrem Efendimiz son derece alçakgönüllü idi.
3. Ev
sahibinin misafire yemek ikram etmesi mendûbtur.
4. Nafile
oruç tutan kişi kendisine yapılan ikram karşısında orucunu bozmayabilir.
5. Nafile
namazları belirli şartlarla cemaatle kılınabilir.
6. Erkek ve
kadınlara imam olan kimse kadınları erkeklerin arkaa durdurmalıdır.
7. Misafir
olarak gelen salih kişilerin misafir oldukları evde kıldıkları namaza iktida
etmek caizdir.[223]
609. ...Enes
(r.a.)'den (rivayet edildiğine göre); Resülullah (s.a.) Hazret-i Enes'le
onlardan bir| kadına imam olmuş; Enes'i sağına kadını da onun arkasına
durdurmuştur.[224]
Hadis-i şerifte ismi
açıklanmayan kadının Mûsâ b. Enes'in ninesi, Müleyke (r.anhâ) olduğunu
söyleyenler bulunduğu gibi, Musa'nın annesi Ünımü Hayr olduğunu söyleyenler de
vardır. Hadis-i şerif bir erkekle bir kadının imam arkasında namaz kılmak
istedikleri zaman nasıl saf teşkil edeceklerini beyân etmektedir. Buna göre
erkek, imamın sağına, kadın da erkeğin gerisine durmalıdır. Kadınla erkeğin
aynı safta durması fitneyi mûcib olduğundan Resûl-i Ekrem (s.a.) ilk safa
erkekleri erkeklerin arkasına çocukları, çocukların arkasına da kadınları
durdurmuştur.[225]
Şayet kadınla erkek
yan yana namaza dururlarsa ulemanın büyük ekseriyetine göre, namaz sahih
olursa da Hanefî âlimlerine göre erkeğin namazı fasittir, kadının namazı ise
fasit olmaz.
Ancak kadınla yanyana
namaz kılan erkeğin namazının bozulması için Hanefî âlimleri on şartın bulunması
lâzımdır demişlerdir. Bu on şart fıkıh kitablannda yazılıdır. Şayet bu on şart
gerçekleşirse erkeklerin namazı bozulur. Şöyle ki, imama uyan kadınlar
erkeklerin saffı önünde bir saf teşkil etseler, bütün erkeklerin namazları
fasit olur. Erkeklerin arasında üç kadın bulunsa, bunların hem sağ ve hem sol
yanlarındaki birer erkeğin hem de arka cihetlerindeki her saftan üç erkeğin
namazı fasit olur.
Şayet erkeklerin
arasına iki kadın durursa, yanlarındaki bir erkek ile arka cihetlerindeki yalnız
iki erkeğin namazı bozulur. Daha arkada bulunanların namazına bir zarar gelmez.
Aradaki kadın bir tane
olunca, sağ ve sol tarafındaki birer erkek ile arka tarafındaki saftan bir
erkeğin namazı fasit olur. Başkalarının namazları ise fasit olmaz.[226]
610. ...İbn
Abbâs (r.a.)'den; demiştir ki; Teyzem Meymûne'nin evinde gecelemiştim.
Resûlullah (s.a.) geceleyin kalktı, su tulumunun ağzım çözüp abdest aldı, sonra
da tulumun ağzım bağladı ve namaza durdu. Hemen ardından ben de kalkıp onun
aldığı gibi abdest alarak gelip sol tarafına durdum. Beni sağ eliyle tutarak
arkasından dolandırıp sağ yanma durdurdu ve namazı onunla beraber kıldım.[227]
Müslim'in rivayetinden
anlaşıldığına göre Resûl-i Ekrem (s.a.)
su tulumunun ağzını açtıktan sonra suyu önce bir taşa veya çanağa dökmüş
ve abdesti o kaptan almıştır. Hz. tbn Abbâs daha bulûğ çağına ermediği için
teyzesi Meymûne'nin odasında gecelemesinde Resul-i Ekrem (s.a.) dinen bir
sakınca görmemiştir.[228]
1. Mümeyyiz
çocuk (yedi yaşındaki çocuk) kendisine nikah düşmeyen bir kadının yanında
kocasıyla beraber bir odada geceleyebilir.
2. Gece
namazı kılmak müstehabür.
3. Erkeklere
imam olan kişinin imamete niyet etmese de kendisine iktidâ caizdir.
4. Cemaat
bir kişi olunca imamın sağına durur.
5. Namaz
içerisinde amel-i kalîl (az meşguliyet) namazı bozmaz.
6. Cemaatin,
imâmın önüne geçmesi caiz değildir.(Hadis-i şerifte geçen "beni
arkasından dolandırıp sağına durdurdu" cümlesinden bu mânâ
anlaşılmaktadır. Üç mezheb imamına göre cemaatin, imamın önünç geçmesi
namazını bozarsa da İmam-i Malik'e göre bozmaz.
Meşhur Hanefî fıkıh
kitablarından Hidâye'de şöyle deniliyor: "Eğer cemaat bir kişi olursa,
imamın arkasına veya soluna durarak kıldığı namazı caizdir. Ancak, "evlâ
olanı" terk etmiş olur.
Hidâye şârihi îbn
Humam ise Hidâye'nin bu beyânını tasdik ederek "Evet, bu görüş Hanefi
mezhebinin görüşüdür" dedikten sonra, nafile namazının cemaatle kılınması
meselesi üzerinde şunları söylüyor: Cemaatle nafile namazının caiz olması,
ezansız ve ikâmetsiz olarak iki kişiyi geçmeyen az sayıda bir cemaatle
kılanmasına bağlıdır. Nitekim Hz. İbn Abbâs'ın Nebiyy-i Ekrem(s.a.)'in
arkasında kıldığı namaz bu şartlarda bir namazdır.
Kaldı ki, Resûl-i
Ekrem (s.a.)'e gece teheccüd namazı kılmak farzdır. Buna göre nafile kılan bir
kimse, farz kılana uymuş oluyor ki, bunda bir kerahet yoktur.
7. İmama
birvçocuğun uymasıyla cemaat teşekkül etmiş oluyor. Çocuklarla cemaat teşkil
ederek namazı kılma Şâfülerle Hanefilere göre caizse de Maliki ve Hanbelilere göre
caiz değildir.[229]
611. ...Said
b. Cübeyr'den; demiştir ki: İbn Abbas (önceki olayı anlatırken);
"Resûlullah (s.a.) başımdan yahut saçımdan tuttu, beni sağına
durdurdu" dedi. [230]
Bu hadis-i şerifte
geçen "başımdan yahut saçımdan tuttu" cümlesindeki şüphe, İbn Abbâs
(r.a.)'a değil, ondan nakleden râviye aittir. Bu hadiste Efendimiz'in İbn Abbâs
(r.a.)'in saçından tuttuğu ifâde edildiği halde, bundan evvelki hadiste sağ
tarafından tuttuğunun ifâde edilmiş olması, iki hadis arasında bir çelişki bulunduğunu
göstermez.Çünkü İbn Abbâs'ın her iki hadiseyi de yaşamış olması mümkündür. Bu
hadisle ilgili hükümler bir evvelki hadiste geçmiştir.[231]
612. ...Enes
b. Mâlik'den; demiştir ki:
(Enes'in) ninesi
Müleyke, Resûl-i Ekrem (s.a.)'i hazırladığı bir yemeğe çağırdı. Resûl-i Ekrem
yemekten yedi ve sonra; "kalkın size namaz kıldırayım" buyurdu. Enes
dedi ki; uzun müddet kullanılmaktan kararmış bir hasınmız(ı sermek) için
kalktım ve üzerine su serp(erek onu sil)dim. Resûl-i Ekrem (s.a.) kalktı, ben
ve bir yetim çocuk onun arkasında saf olduk, yaşlı kadın da bizim arkamıza
durdu ve Resûlullah (s.a.) bize iki rekât namaz kıldırdıktan sonra ayrılıp
gitti.[232]
Hadis"i Serifte
sözu geçen yetimden maksat Damîre b. Sa'd el-Himyerî, yaşlı kadından maksat da
Hz. Enes (r.a.)'in ninesi Müleyke'dir. Hadis-i şerifte geçen "size namaz
kıldırayım" sözünün anlamı, "cemaat içerisinde kadınlar da bulunduğu
zaman, nasıl saf teşkil edilerek namaz kılınacağını öğretmek için size namaz
kıldırayım" demektir. Resul-i Ekrem evlerde bu şekilde cemaat teşkil
ederek namaz kıldırmakla camiye gelemeyen kadınlara da cemaatle namazın nasıl
kılınacağını öğretmiş olurdu. Hasırın üzerine Hz. Enes'in su serpmesi onu
yumuşatmak ve tozunu almak için olabildiği gibi, uzun müddet kullanılması
sebebiyle bir pisliğin isabet etmiş olması ihtimalinden dolayı da olabilir.
Nitekim Kadı îyaz'a göre, "Hz. Enes hasırın üstüne suyu bu maksatla
serpmiştir. Çünkü pislik isabet etmiş olma ihtimali bulunan bir şeyin üzerine
sadece su serpmekle o şey temizlenmiş olur". Burada geçen kelimesi, su
serpmek anlamına geldiği gibi, yıkamak anlamına da geldiğinden Hz. Enes'in
hasırı yıkamış olması da mümkündür. Ancak birinci ihtimal daha kuvvetlidir.[233]
1. Resûl-i
Ekrem çok mütevâzi idi. Uygun sebepler dışında bile her davet eden kimsenin
evine gider, yemeğini yerdi. Hatta çağıran kadın bile olsa yine giderdi. Ancak
kadının davetine icabet ederken fitne korkusundan emin olmak lâzımdır.
2. Nafile
namazı cemaatle kılmak caizdir.
3. Davete
gidilen yerde öğretmek maksadıyla veya berekete nail olmak gayesiyle nafile
namaz kılmak müstehabtır.
4. Çocuklarla
beraber erkeklerin bir safta namaz kılmaları caizdir.
5. Kadınlar
cema'atle kılınan namazda safların gerisinde ayrıca saf teşkil ederler.
6. Başka
kadın bulunduğu zaman bir kadının tek başına bir saf teşkil etmesi caizdir.
7. Gündüzün
nafile namazı iki rekât olarak kılmak caizdir.
8. Hasır
üzerinde namaz kılmak kerâhetsiz olarak caizdir.
Bu hadisle ilgili
olarak merhum Hattâbî şunları söylemektedir: "Bu hadis-i şerif ifâde
edildiği şekilde safların yerlerinin belirlenmesinin müstehab oluşuna bir
delildir. Buna göre faziletçe üstün olanlar diğerlerinin önüne geçmelidirler.
Nitekim Resül-i Ekrem bu gerçeği şöyle ifâde buyurmuştur: "Benim arkama
sizden âkil ve baliğ olanlar dursunlar."[234]
Buna kıyas edilerek şu hükme varılabilir: Çok sayıda cenaze üzerine namaz
kılmak gerektiği zaman imamın önüne önce erkekler, sonra çocuklar, sonra
hünsâlar (yani kadın veya erkek olduğuna kesinlikle hükmedilemeyenler) sonra da
kadınlar konulurlar. Eğer hepsi bir kabre konulmak istenirse kıbleye yakınlık
dereceleri de bu şekilde sıralanır.[235]
613.
...Abdurrahmân b. el-Esved'in, babası Esved'den rivayet ettiğine göre (Esved
şöyle) demiştir:
Alkame ve ben (Esved)
Abdullah (b. Mes'ûd)'un huzuruna girmek için izin istedik. Kapısında uzun
müddet oturduk. (Nihayet) cariyesi çıktı(ve dönüp Abdullah'dan) bizim (içeriye
girmemiz) için izin istedi. O da girmemize müsaade etti (girdik). Sonra
(Abdullah) kalktı ikimizin arasına durup namaz kıldı (ve şöyle) dedi:
"Resûlullah (s.a.)ı işte böyle yaparken gördüm."[236]
Bu hadis-i şerifte
el-Esved kendisinden Esved diye bahsetmekte, "biz izin istedik"
diyecek yerde "Alkame ile Esved izin istediler" demektedir. Biz
tercümemizde kavis içinde Ou noktaya işaret ettik. Ancak Abdullah (r.a.) ile
namaz kılışlarını anlatırken ise kendisiyle arkadaşından "biz"
kelimesiyle bahsetmektedir.
Hadis-i şerifin
zahirine göre imamla beraber iki kişi daha olduğu zaman, imamı aralarında
almak şartıyle hepsi aynı safta ve hizada bulunarak namazlarını cemaatle
kılarlar. Nehaî, Ebû Yûsuf, ve bazı Kûfeli âlimler bu görüşü benimsemişlerdir.
Delilleri de, bu hadisle bareber "İmamı ortanıza durdunuzu ve saftaki
boşlukları doldurunuz" mealindeki 681 no'lu hadisi şeriftir. Ulemanın
büyük ekseriyetine göre cemaat iki kişi olduğu zaman imam öne durur, iki
kişilik cemaat de imamın arkasına durur. Delilleri ise daha önce geçen (612)
no'lu Enes b. Mâlik hadisiyle Müslim'in Câbir'den rivayet ettiği, "Resûl-i
Ekrem namaz kılmak için kalktı, ben de gelip sol tarafına durdum. Bunun üzerine
elimden tutarak beni çevirdi ve sağ tarafına durdurdu. Sonra Cubar b. Sahr
geldi o da Resul-ü Ekrem'in (s.a.) soluna durdu. Bunun üzerine ikimizin de
elinden tutarak arkasına durdurdu"[237]
mealindeki hadis~i şerif ve Tirmizî'nin Semure b. Cundub'den rivayet ettiği
"Resûl-i Ekrem (s.a.) üç kişi olduğumuz zaman namazda birimizin öne geçmesini
emretti”[238] mealindeki hadis-i şeriftir.
Bu görüşte olan fıkıh âlimleri mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi üzerinde
şu görüşleri ileri sürerler: Resûl-i Ekrem (s.a.)'in iki kişiyle beraber aynı
safta ve aynı hizada, namaz kılması namaz kıldıkları yerin çok dar oluşundan
ileri gelmiş olabileceği gibi, bu şekilde namaz kılmanın caiz olduğunu
göstermek maksadıyla da olabilir. Nitekim Beyhakî'nin Abdulvehhab b. Atâ'dan
rivayet ettiğine göre İbn Şîrîn, Resûl-i Ekrem (s.a.)'in namazı bu şekilde saf
teşkil ederek kıldırmasını mescidin darlığına bağlamıştır. Şevkânî ise,
Neylu*l-Evtâr isimli eserinde şunları söyler: "Ebû Ömer bu İbn Mes'ûd
hadisinin mevkuf olduğunu söylerken bir çok ilim adamı da bu hadis-i şerifin
mensûh olduğunu söylemektedirler. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.) Medine'ye geldiği
zaman bu uygulamayı terk etmiştir. Nitekim Hanefi âlimlerinden İbn Hümâm da bu
hadis-i şerifin mensûh olduğunu söylemektedir, ileride gelecek olan 681 no'lu
Ebû Hüreyre hadisi üzerinde de şu görüşleri ileri sürüyorlar: İmamın safın ortasında
bulunmasından maksat, saffın ortasında bulunan kişinin önünde durması
demektir. Ayrıca Arapçada "falan ortada bir kişidir" demek "kavminin
en hayırlısı" demektir. Buna göre "imamı ortanıza durdurunuz" sözünün
anlamı, "en hayırlınızı imam tayin ediniz" demektir."[239]
İmamla beraber sadece
iki kişi bulunursa imam ortalarında bulunmak şartıyla hep aynı hizada ve bir
safta namaz kılarlar. İmam önlerine geçmez.[240]
614. ...Câbir
b. Yezid b. El-Esved'in babası Yezîd'den naklettiğine göre (Yezîd şöyle)
demiştir: "Rasûlullah (s.a.)'ın arkasında namaz kıldım. Selâmı verince
(kıbleden sağma veya soluna) dönerdi."[241]
Tirmizî'nin bu mevzuda
rivayet ettiği hadis-i şerifte ise, ifâde şöyledir; Resulullah (s.a.) bize imam
olur ve namazdan sonra (kıbleden) her iki yanına da dönerdi." TirmizîTıin
rivayet ettiği bu hadis hasendir. İlim adamları bu hadis-i şerifle amel
etmektedirler. İmam iki yanının herhangi birine dönebilir. Dilerse sağma,
dilerse oluna her ikisi de Resûl-i Ekrem'den rivayet edilmiştir.
İmam Begavî bu hususta
şunları söylemiştir: "Efdal olan (kıbleden dönerken) sağ tarafa
dönmektir. Bununla beraber dönmek iki şekilde olabilir:
a. Sağına
kıbleyi, Soluna da cemaati alarak.
Nitekim Ebü Hanife bu görüştedir.
b. Soluna
kıbleyi sağına da cemaati alarak. Kıbleden sağa veya sola dönmenin hikmeti
ise, namaz kılındıktan sonra camiye gelen kimsenin, namazın kılındığının
anlamasını te'min etmek ve yanlışlıkla cemaatin araşma katılarak imama uymasını
önlemektir.[242]
615.
...el-Berâ b. Âzib (r.a.)'den; demiştir ki;
Biz Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in arkasında namaz kıldığımız zaman (namazın sonunda) yüzünü bize
(doğru) dönmesi için sağ tarafında olmayı tercih ederdik.[243]
Bu hadis-i şeriften Hz.
Fahr-i âlem Efendimizin namaz bittikten sonra sağ tarafa dönerek sağ tarafta
bulunan cemaate yöneldiği, bu sebeble cemaatin, onun teveccühüne mazhar olmak
ümidiyle sağ tarafta bulunmaya evkalâde rağbet gösterdikleri anlaşılmaktadır.
Ancak Buhârî'de Semure'nin
rivayet ettiği "Peygamber (s.a.) namazı kılınca, yüzünü (arkasında cemaat
teşkil etmiş olan) bize dönerdi."[244] mealindeki
hadis-i şerif ile bu hadis-i şerif arasında bir çelişki yoktur. Çünkü
Buhârî'nin hadisi, Resül-i Ekrem'in bazan arkasındaki cemaate doğru dönerek
bunun da caiz olduğunu gösterdiğine delâlet eder.
Resûl-İ Zişân
Efendimizin bu uygulamalarına bakarak Mâlikîlerle Şâfi-îler ve Hanbelîler
imamın namazı kıldırdıktan sonra yönünü sağ tarafına dönmesinin müstehab
olduğu kanaatine varmışlardır.[245]
Hanefflere göre ise,
"imam selâm verince bakınır. Eğer cemaatın namazı bitmişse muhayyerdir;
dilerse sağ tarafına, dilerse sol tarafına döner. Kıbleyi sağ veya sol tarafına
alır, o veçhile oturur, dilerse xle çıkıp işine gidebilir ve dilerse cemaate
istikbal eder."[246]
616.
...el-Muğîre b. Şu'be (r.a.)'den; demiştir ki; Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"İmam, yerini değiştirmedikçe (farz) namaz kıldığı yerde (nafile) namaz
kılamaz"[247]
Ebû Dâvüd dedi ki; (Bu
hadisin râvilerinden) Ata el-Horasanit el-Muğire b. Şu'beye erişmemiştir.[248]
Bu hadis-i şerif farzı
kılan imâmın nafile namaz kılmak için farzı kılmış olduğu yeri terk etmesinin
mustehab olduğuna delildir. Bu konuda fakihler arasında görüş ayrılıkları
vardır. Ebû Hanife'ye göre imam, peşinden sünnet kılınacak her farz namazdan
sonra yerini değiştirir. Fakat ikindi ve sabah namazı gibi arkasında sünnet
kılınmayacak olan farzlardan sonra yerini değiştirmesine lüzum yoktur. İmam
Muhammed ise, "arkasında sünnet bulunsun veya bulunmasın her farz namazdan
sonra imam bulunduğu yeri terk etmelidir ki, cemaat bu sayede imamın sehv
secdesi yapmak durumunda olmadığını anlayabilsin" demiştir. Bedayi isimli
meşhur fıkıh kitabında şöyle deniyor: "Rivayet edildiğine göre Hz. Ebû
Bekr ve Ömer farz namazı kılar kılmaz sanki kızgm bir taşın üzerindeymiş-ler
gibi bulundukları yeri hemen terk ederlermiş." Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Efendimizin şöyle buyurduğu ifâde ediliyor:
"Biriniz namazım kıldığı zaman önüne, ardına, sağına veya soluna çekilmekten
aciz mi de böyle yapmıyor?"[249]
Mâliki, Şâfıî ve
Hanbelî âlimlerine göre imamın farz namazı kıldığı yerde nafile namaz kılması
mekruhtur. Ancak mescidin darlığı gibi bir mazeret varsa, o zaman bu kerahet
de ortadan kalkar.
Bu şekilde yer
değiştirmenin mustehab oluşunun hikmeti, Buhârî ve Be-gâvî'nin de İfâde
ettikleri gibi üzerinde namaz kılınan ve secde edilen yerlerin adedini
arttırmaktır. Çünkü bu yerler kıyamet günü secde eden kişinin ibâdet ve
secdesine şahitlik edeceklerdir. Cenâb-ı vâcibü'l-Vücûd, Kur'an-ı Kerim'inde bu
gerçeği şu âyet-i kerime ile ifâde buyurmuştur : "Arz kıyamet günü
(üzerinde yapılan amellere
ait) haberlerini
verecektir"[250] Şu
âyet-i kerime de bu gerçeği dile getirmektedir: "Gök ve yer onların
(helaki) üzerine ağlamadı."[251]
Rivayet edildiğine
göre her mü'min kul için semâda iki kapı vardır. Birinden rızkı iner,
diğerinden ameli yükselip çıkar. Mü'min vefat ettiği zaman namaz kıldığı ve
amellerinin semâya yükseldiği yer onun vefatına ağlayacaktır. Bu sebeble kişi
her namazı ayrı bir yerde kılarak lehinde şahitlik yapacak ve ölümüne
ağlayacak olan mekânların sayısını artırmalıdır.
Ancak müellif Ebû
Davud'un kanaatine göre, bu hadisin râvilerinden Atâ el-Horasânî'nin
el-Muğîre'yle bizzat görüşüp ondan hadis aldığı sabit olmadığından ikisinin
arasında bir râvinin bulunması gerekir. İşte bu râvinin ismi zikredilmediği
için kim olduğu bilinmemektedir. Bu sebeble de hadis sıhhatini kaybederek
"munkatî" denilen zayıf hadisler araşma girmektedir.
İmamın yer
değiştirmesi yalnız imama mahsus olmayıp cemaatle veya tek başına namaz
kılanlar için de geçerlidir. Zira belirtildiği gibi bunun hikmeti yer
değiştirerek namaz kıldığına dâir şahitlerin arttırılmasıdır.
İkinci bir husus da
gerek farz öncesi ve gerekse farz sonrası kılınan sünnetlerin mescidde mi,
yoksa evde veya mümkünse iş yerinde mi kılınmasının daha uygun olduğudur.
Bu konuda Hanefî
âlimleri şu noktalara dikkat çekmektedirler:
1. Sünnetlerin
evde kılınması daha faziletlidir. Zira Hz. Peygamber (s.a.) bu konuda kendisine
tevcih edilen bir soruya cevaben, "Evimin mescide ne kadar yakın olduğunu
biliyorsunuz. Ben buna rağmen sünnetleri evimde kılarım" buyurmuşlardır.
Başka bir hadisinde Hz. Peygamber: "Evlerinizi içinde namaz kılarak nurian
d iriniz" buyurmaları, farz namazlar cemaatle mescidde kılınacağına göre,
buradaki namazdan maksat nafile namazlar olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Her ne
kadar bunun tetavvu' namazlarla yapılması mümkün ise de yukarıdaki hadisin de
te'yidiyle revâtib dediğimiz farz öncesi ve sonrası kılınan namazlar kast
edilse gerektir. Ayrıca "Farzlar müstesna,kişinin kıldığı namazlann en
efdali evinde kaldığı namazdır" buyuruiması da bu hususu desteklemektedir.
2.
Meşguliyetinden dolayı sünnetleri evde veya iş yerinde kılamayacak kimselerin
mescidde kılmaları daha uygundur. Günümüz insanlarının işlerinin fazla olması,
sünnetle farz arasında işleri ile meşgul olmaları, sünnet olan namazlann
terk edilmesine yol açacağından ya da
sünnet kılmaktan maksat, farz
namazları huzur ve huşu' içinde kılmaları hikmetine aykırı olacağından
mescidde kılınması ve her namaz için yer değiştirilmesi daha güzel, ibâdet
maksadına daha uygun olur. Bütün bu ruhsatlar karşısında sünneti evinde kılma
alışkanlığı olan kişiler hakkında, "sünnet kılmıyor" diye, su-i zan
edilmesi doğru değildir. Ama böyle bir töhmetle karşı karşıya kalmak-tansa
sünnetleri mescidde kılmak -bilhassa memleketimizde- uygun olur. Bununla
beraber, bu konuda müslümanları mümkün mertebe sünnete uygu amel etmeye teşvik
de ihmal edilmemelidir.[252]
617.
...Abdullah b. Amr'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur: "İmam namazı ktfar ve (teşehhüd miktarı) oturur da selâmdan
önce abdesti bozuluverirse, namazı tamamdır. Arkasında (cemaat olarak) bulunan
kimsenin de namazı tamdır."[253]
Bu hadis-i §ertften
imamın son rekâtta teşehhüd miktarı oturduktan sonra konuşmadan (yani selâm
vermeden) önce abdestinin bozulması halinde hem kendi namazının hem de
arkasında bulunan cemaatin namazının sahih ve tamam olacağı anlaşılmaktadır.
Tirmizî'nin
rivayetinde ise, "konuşmadan önce*' ifâdesi yerinde "selâm vermeden
önce" ifâdesi geçmektedir. Buna göre hadis-i şerife böyle mana vermek
gerekir. Biz de öylece mânâlandırdık.
İşte bu hadis-i şerife
dayanarak, Ebu Hanife (r.a.) ile taraftarları ve Atâ b. Ebî Rebâh, Saîd b.
Müseyyeb ve İshâk b. Râhüye, son rekâtta teşehhüd miktarı oturan
kimsenin abdesti bozulsa bile namazının
sahih olduğu kanaatine varmışlardır.[254]
Bu ve benzeri
meseleler Hanefî mezhebinde on iki mesele diye bilinen meselelerden biridir.
Özeti şöyledir;
Herhangi bir namazdan
soma son rekâtında teşehhüd miktarı oturmakla namazın farzları bitmiş olur mu?
Yoksa namaz kılanın namazdan kendi sun'u olan bir fiilde namazdan çıkması farz
mıdır? Ebû Hanife'ye göre farzdır.Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre farz
değildir. Yalnız namazdan selâm ile çıkmak ittifakla vâcibtir. Vacibi sehven
terk eden kişi, sehiv secdesi yapmalıdır; aksı halde o namazı vakit varsa iade
etmesi de vâcibtir. Çünkü Hanefi mezhebindeki kaideye göre "Vacibi terk
edilen namaz, keraheti tah-rimiyye ile sahihtir. Kerâhet-i tahrimiyye ile
kılmanher namazın vakit içinde iadesi vâcibtir." Durum böyle olunca,
selâmı terk ederek namazdan çıkma her ne kadar zimmetten namaz borcunu
düşürüyor ise de, namazın kemâli için vakit içerisinde iadesi gerekir. Hadis
sarihlerinin Hanefilere mutlak olarak nisbet ettikleri hüküm, namazın
farzlarının tamam olup olmaması bakımındandır. Yoksa namaz eksiksiz, kusursuz
olarak tamdır, demek değildir. İshâk b. İbrahim de, "kişinin teşehhüd
miktarı oturduktan sonra selâm vermeden namazdan çıkmasıyla namazı tamamlanmış
olur" demektedir. Sözü geçen bu âlimler görüşlerinin doğruluğuna
"Resûluiiah (s.a.) İbn Mes'ûd (r.a.)'in elini tutarak şöyle buyurmuştur:
"İşte teşehhüdü bu şekilde edâ ettin mi, namazın tamdır. Kalkıp gitmek
istersen, kalkıp gidebilirsin, oturmak istersen oturabilirsin" mealindeki
ileride gelecek 970 no'lu hadis-i şerifi
delil getirirler. İşte İbn Mes'ûd (r.a.)'in bu hadis-i şerifi mezkûr âlim-lerce
iki yönden delil getirilmek istenmiştir:
1. Bu hadis-i
şerifte teşehhüdden sonra selâm vermeden namazdan çıkan kimsenin namazının edâ
edilmiş olduğu ifade ediliyor. Eğer selâm farz olsaydı bu kimsenin namazı edâ
edilmiş sayılmazdı.
2. Eğer
selâm vermek farz olsaydı, Resul-i Ekrem İbn Mes'ûd (r.a.)'u teşehhüd miktarı
oturduktan sonra namaza devam etmekle, kalkıp gitmek arasında muhayyer
bırakmazdı. Rükün (farz) namazın kendisiyle edâ edildiği şeydir. Selâm ise,
namazdan çıkış ve namazı terk etmektir. Zira selâm başkasına yöneltilen bir
hitab olması sebebiyle namaza aykırı bir davranıştır. Bu itibarla namaza
aykırı bir davranışın rükün sayılması imkânsızdır.
Ashâb-ı Ivirâmın ve
tabiîlerin büyük çoğunluğu ile onlardan sonra gelen âlimlerin ekseriyeti ise,
bir sonra gelecek olan "namazın anahtarı taharettir, Ia lirimi tekbirdir
ve tahlili selâm vermektir" mealindeki 618 no'lu hadis-i şerifi delil
getirerek selâm vermenin farz olduğunu söylerler. (Şafiî, Hanbelî ve Mâlikî
âlimleri de bu görüştedirler). Ayrıca "Beni namaz kılarken gördüğünüz
gibi namaz kılınız"[255]
hadisini de delil getirerek, "Resul-i Ekrem (s.a.)'in selâm vermeden
namazdan çıktığı görülmemiştir" derler. Mevzuu teşkil eden hadis-i şerifin
de râvilerini tenkid ederek zayıf olduğunu söylerler. Şayet bu hadisin
sahihliği kabul edilse bile rriensuhtûr, derler. Selâmın farz olmadığı görüşünü
savunanların ikinci delili olan İbn Mes'ûd hadisindeki:
"İşte teşehhüdü
bu şekilde edâ ettin mi namazın tamdır" cümlesinin Cenab-ı Peygamber
(s.a.)'e değil, İbn Mes'ûd'a ait bir söz olduğunu iddia ederler.
İmam Nevevî de bu
cümlenin hadis-i şerifin aslından olmadığı halde, hadisin cümleleri arasına
sıkıştırılmış (müdrec) bir söz olduğunda hadis nafızları ittifak etmişlerdir
demektedir.[256]
618. ...Ali
(k.v.)'den; demiştir ki;
Resûlullah (s.a.)
şöyle buyurdu: "Namazın anahtarı taharettir, tahrîmi (girişi) tekbîrdir,
tahlili (çıkışı) selâm vermektir."[257]
Bu hadis-i şerifin
genişçe izahı abdestin farzları bölümünde (61 no'lu) hadiste geçmiştir. Esasen
hadisin yeri de orası olduğu halde, namazdan selâmla çıkmanın lüzumunu isbat
maksadıyla münâsebet düştüğü için müellif burada ikinci defa tekrar etmiştir.[258]
619.
...Muâviye b. Ebî Süfyân (r.a.)'den; demiştir ki;
Resûlullah (s.a.)
şöyle buyurdu: "Rükû ve secdeye benden önce varmayınız. Çünkü ben rükû'a
vardığım zaman sizden Önce (rükû ve sücûdda) edâ etmiş olduğum kısmı siz
(başımı) kaldırdığım zaman telâfi etmiş olursunuz. Çünkü ben yaşlandım."[259]
Resûl-i Zişân Efendimiz
cemaatin rükû'a ve sücüda kendisinden sonra varılmasını emretmiştir. Çünkü her
ne kadar rükû'a ve sücûda geç varılmakla imam ile beraber rükû' ve sucuda
varılmadığı için cemaat rükû ve sücûdda imamın kaldığı kadar kalamamış
oluyorsa da bu kaybedilen zamanı imam başım rükû ve secdeden kaldırırken telâfi
etmiş oluyor. İşte Peygamber (s.a.) bu gerçeğe işaret ederek cemaatin rükû ve
secdelere varırken imamdan sonraya kalmasını tavsiye etmiş ve imamdan sonraya
kalmadan dolayı herhangi bir kaybın söz konusu olmadığını ifâde buyurmuştur.
Bu konuda mezheblerin
görüşünü öğrenmek için 603 no'lu hadisle ilgili açıklamalara bakılmalıdır.
Hadis-i şerifin son
bölümündeki "Çünkü ben yaşlandım" ifâdesi cümlesinin tercemesidir.
Buna göre dal'ın şeddeli okunması gerekir. Ekseri hadis âlimleri de bu
görüştedirler. Ebû Ubeyd dal'i şed-desiz okuyorak veya şeklindedir, demiş ise
de İbn Düreyd bunu kabul etmemiş; zira bu, vakıaya aykırıdır, demiştir. Çünkü
şed-desiz okunduğu zaman tercemesi "ben şişmanladım, kilo aldım" demek
olur. Bu da Resûluüah'ın beyân edilen vasfına aykırıdır. Gerçi genellikle yaşlanan
kişiler eskiye nisbetle biraz daha kilo alırlar.Nitekim İbn Reslân; Hz.
Âişe'den rivayet edilen bir hadisde "Resûlullah (s.a.) yaşlanıp biraz kilo
alınca" ifâdesi yer aldığına göre, her iki şekilde de hadisin
okunabileceğini ifâde etmiştir.Biz tercemeyi cumhurun tesbitine göre yaptık.[260]
620. ...Ebû
tshak'dan; demiştir ki;
Ben, Abdullah İbn
Yezîdi'l-Hatmı'yi halka hitab ederken dinledim. Şöyle diyordu: "Bize asla
yalancı olmayan el-Bera'(nın) haber verdi(ğine göre); kendileri (Hz.Peygamberle
namaz kılarlarken) rukû' dan başlarını Resulullah (s.a.)'le beraber
kaldırdıkları zaman ayakta beklerlermiş.O'nun secdeye vardığı zaman secdeye
varırlarmış."[261]
621.
...el-Berâ (r.a.)'den; demiştir ki: "Biz Peygamber (s.a.) ile birlikte
namaz kılardık da (Hz. Peygamberin alnım yere) koyduğu görülünceye kadar bizden
hiç bir kimse belini eğmezdi."[262]
Bu hadis-i şerif
cemaatin rükû* ve secdelere imamdan önce varmasının caiz olmadığına delâlet
etmektedir.
Cemaatin namazda
imamdan önce hareket etmesi mevzusunda ilim adamları üç ana mesele üzerinde
ihtilâf etmişlerdir:
1. İftitâh
(başlama) tekbirinde imamdan önce hareket etmek: Şafiî'nin dışında kalan bütün
mezheb imamlarınca iftitah tekbirlerini imamdan önce alan kişinin iftitah
tekbiri ve namazı sahih değildir.[263]
Ancak İmam Şafi-î'(r.a.)'den bu konuda iki görüş rivayet edilmiştir. Meşhur
olan rivayette, imamdan önce tekbir alırsa kâfi gelmez, ikinci rivayette ise,
"imama uyan kimse imamdan önce de tekbir alsa, kâfidir" demiştir.
Abdullah b. Yezid,
yaşça küçük olan sahâbilerdendir. Kûfe'de îbnü'z-Zübeyr'in valisi iken irâd
ettiği bir hutbesinde büyük sahâbi el-Berâ' b. Âzib'-den naklen bu hadisi
zikretmiş, bunu yaparken de Hz. Bera' için "sâdıktır" diyerek sözünü
takviye etmek istemiştir. Halbuki sahâbilerin hepsi kendisi de dâhil, âdil ve
sâdık oldukları kesindir. Bu hadisi nakletmesinin sebebi de oradaki cemaatin
çoğu kez yaptıkları bir hareketin sahâbilerin Resûlullah'la kıldıkları namaza
aykırı olduğunu belirtmek ve onları muhalefetten men'etmek içindir. Bu da imam
ve hatiplerin, sünnete muhalif veya eksik bir hareketlerini gördüğünde uyarıcı
ve aydınlatıcı bilgi veren vaaz ve konuşma yapmalarının gereğini ortaya
koymaktadır.[264]
Ancak Şafii âlimlerine
göre yalnız başına namaz kılmakta olan bir kimseye, namazın ortasında imama
uymak isterse daha önce imamdan evvel almış olduğu iftitah tekbiri yeter.
Hanbelîlere göre de
imamdan Önce unutularak alınan iftitah tekbiri kifayet eder.
2. İftitah
tekbirinin imamla beraber alınması Ebû Hanife'ye göre caiz ise de imam Muhammed
ve İmâm Yûsuf'a göre caiz değildir.
3. Selâma
gelince; cemaatin imamla beraber selâm vermesi ulemânın büyük çoğunluğuna göre
caizdir. Ulemânın çoğunluğuna göre namazın geriye kalan rükünlerinde imamdan
önce veya imamla davranmak caizdir. Ancak îmam Ahmed'den gelen bir rivayete
göre imamdan evvel davranmak caiz değildir.[265]
Hanefi mezhebinin bu
konudaki görüşlerinin tafsilatı için 603 no'lu hadisin açıklamasına bakılmalıdır.[266]
622.
...Muhârib b. Disâr (şöyle) demiştir:
Abdullah b. Yezîd'i
minber üzerinde şöyle konuşurken dinledim: "Bana el-Berâ rivayet etti ki,
kendileri Resül-i Ekrem (s.a.)'Ie birlikte namaz kılarlarmış. O rükû etti mi
onlar da rükû' ederlermiş. (Berâ sözlerine şöyle devam etmiştir:)
"Semiallahü limen hamideh" dediği vakit, Resûlullah (s.a.)'ın alnını
yere koyduğunu görünceye kadar ayakta dikilirdik. Sonra (bütün cemaat secdeye
vararak) Peygamber (s.a.)'e uyardık.[267]
Aliyyü'1-Kâri rükû'a
varmak için Resûl-i Ekrem (s.a.)'in rükû'a vardığını görünceye kadar beklemenin
hikmetini şöyle açıklıyor: Kıyam ile rüku'un arasındaki mesafe kısa olduğu için
imamdan önce rükû'a varma tehlikesi yoksa da kıyamla secde arasındaki mesafe
uzun olduğundan, imamla beraber secdeye giden kimsenin imamdan önce secde
mahalline erişmesi, dolayısıyla imamın önüne geçmiş olması tehlikesi söz konusudur.
Bu sebeble ashâb-ı kiram, Nebiyy-i Ekrem'in talimatı üzere imam secdeye
varmadığı müddetçe secdeye gitmezlerdi.
Bu babta geçen bütün
hadis-i şerifler cemaatin, namazın bütün cüzlerinde imama uymaları gerektiğini
ifâde etmektedir. Hülâsa olarak şunu söylemek mümkündür: Hanefîlere göre imama
tâbi olmak üç şekilde mümkündür:
1. Cemaatin fiilinin
imamın fiiliyle aynı anda olmasıdır. Yani imamla beraber cemaatin aynı anda
niyet etmesi ve rükû'a gitmesi gibi.
2. Cemaatin
hemen imamdan sonra hareket etmesi.
3. Cemaatin
imamdan oldukça geç davranması fakat edâ etmekte olduğu rüknü bitirmeden imama
yetişmesi.
İşte bu suretlerin
üçüne de "imama uyma" denilir. Buna göre imamdan önce hareket
etmemek veya* tamamen geri kalmamak şartıyla imamla beraber rükû'a varan yahut
imam rükû'dan doğrulduktan sonra imamla birlikte secde eden cemaat imama uymuş
sayılır. Namazın farzlarından bu manada imama uymak farz, vâciblerinde uymak
vâcib, sünnetlerinde uymaksa sünnettir.[268]
Şâfiîlere göre de
imama uymak şu şekilde olur:
1. Cemaatin
iftitah tekbiri mutlaka imamın tekbirinden sonraya kalmalıdır. İmamdan önce
veya onunla beraber tekbir alacak olursa, namaz bâtıl olur. Bir harfi dahi
imamla beraber telaffuz etse durum aynıdır.
2. Cemaatin
selâmı imamdan sonra olmalıdır. İmamla beraber selâm vermek mekruhtur. İmamdan
önce selâm vermekse namazı bozar.
3. Birbiri ardınca
gelen iki fiilî rüknü cemaat Özürsüz olarak imamdan önce veya sonra
yapmamalıdır.
Mâlikî ve Hanbelîlere
göre imama uymak bütün fiillerde imamdan sonraya kalmakla olur. Ancak imama
yetişemeyecek derecede gecikmemek lâzımdır. 603. hadisin şerhine bakılmalıdır.[269]
623. ...Ebû Hüreyre (r.a.)'den; dedi ki:
Resûlullah (s.a.)
şöyle buyurdu: "Sizden biriniz başını, imam secdede iken kaldırınca
Allah'ın onun başını eşek başına, yahud da[270]
suretini eşek suretine çevireceğinden korkmaz mı?"[271]
Bu hadis-i şerif daha
imam secdeden kalkmadan önce, secdeden başım kaldıran kimseler için büyük bir
tehdid mânâsı taşıdığı gibi, imamdan önce secdeye veya rükü'a varanlar için de
aynı şekilde bir tehdiddir. Çünkü secdeye eğilmek secdeye varabilmek için bir
vesile olduğundan secdenin hükmünü taşır. Usul-î fıkıhta malum olduğu üzere, vesileler
gayelerinin hükümlerine tabidirler.
İbn Hacer Buharı
Şerhi'nde bu hadis-i şerifi açıklarken şunları söylemektedir: Bu hadis-i
şerifi et-Tayalisî, Hammad b. Seleme'den; İbn Hüzeyme de Hammad b. Zeyd'den
rivayet etmiştir. Müslim'in rivayetleri de Yunus ve er-Rabi'a dayanmaktadır.
Gerek Tayâlisî'nin gerekse İbn Hüzeyme'nin Hammâd'dan gelen rivayetlerinde
"baş" tabiri geçtiği halde, Yunus'un rivâyetinde "suret",
Rabî'in rivayetinde ise, "yüz" tâbiri geçmektedir.
Hadis-i şerifin
muhtelif rivayetlerinde görülen bu zahirî ve küçük farklılıklar râvilerin
dikkat derecesindeki farklılıktan ileri gelmektedir. Kadı Iyaz bu küçük
farklılıklara bakarak "aslında bu tabirler arasında esaslı bir fark
yoktur. Çünkü yüz baştadır. İnsanın suretinin ancak tecelli ettiği organ da
yüzdür..." demiştir.
Hadis-i şerifte geçen
suret değişikliğinin hakiki mânâda olacağını söyleyen âlimlerin başında İbn
Hacer ve Bedrüddin Aynî gelmektedir.
Kadı Ebû Bekr
İbnü'l-Arabi'nin, "Allah'ın eşek başına çevirdiği bir kimse bu ümmette
mevcut değildir. Çünkü bu ümmet meshden emindir. Bu cümleden murad, olsa olsa,
eşeğin huyu olan ahmaklık ve inatçılıktır" şeklindeki sözlerini
Bedrüddin-i Aynî "âhir zamanda meshin (şekil ve şemail değişmesi) vuku
bulacağını sahabeden bir cemaat haber vermiştir" diyerek reddettiği gibi,
şimdiye kadar böyle bir değişikliğin vuku bulmadığını ileri sürenlerin
sözlerini de "bu sözün doğru olduğunu kabul etsek bile cezanın Allah
Teaala'nın dilediği bir zamana kadar geciktirilmesi mümkündür. Nitekim ashâb-ı
kirama dil uzatan bazı sapıkların ölürken eşek ve domuz şekline girdiğini bazı
kitaplardan okuyoruz" diyerek reddetmiştir. Nitekim îbn Mâce'nin Hz.
Âişe'den rivayet ettiği şu hadis-i şerif de bu görüşü te'yid etmektedir:
"Bu ümmetin en
son gelenlerinde hasf da mesh de kazf de olacaktır"[272] Bu
hadis-i şerif Resûl-i Ekrem (s.a.)'in ümmetine karşı beslediği hudutsuz
şefkatini, bu sebeble de insanlığın iki cihanda saadetinin te'minâtı olan dinî
ahkâmın bütün inceliklerini ve bu ahkâma bağlı olarak doğacak bütün mükâfat ve
mücazatı beyân ediyor. Ayrıca bu hadis imama uymayan kişilere karşı büyük bir
tehdidi de dile getiriyor.
tbn Mes'üd (r.a.)
imamdan önce başını kaldıran bir zata bakmış da; "Sen ne yalnız kaldın, ne
de imama uydun" demiştir, tbn Ömer'den de buna benzer bir söz rivayet
edilir. Hatta îbn Ömer (r.a.), imamdan evvel başını kaldıran kimseye namazı
yeniden kılmasını emretmiştir. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre başını imamdan
önce kaldırmak haram ise de bundan dolayı namazın iadesi gerekmez.[273]
624. ...Enes
(r.a.)den, rivayet edildiğine göre "Peygamber (s.a.) kendilerini namaza
teşvik edermiş ve imamdan önce namazdan çıkıp gitmeyi de yasaklanmış. "[274]
Hadis-i şerifte
nehyedilen "kişinin imamdan önce namazdan çıkması" iki manaya
gelebilir:
1. İmamdan
önce selâm vermek.Peygamber (s.a.) zaten kişinin imamdan önce selâm vererek
namazdan çıkmasını yasaklamıştır.
2. İmam o
mescitten çıkmak üzere yerinden kalkmadığı halde mescidden çıkıp gitmek.
Nitekim Buhârî'nin rivayeti bu ikinci ihtimali kuvvetlendirmektedir.
Resûlullah (s.a.)ın sağlığında cemaatle namaz kılındıktan sonra kadınlar
(mescidden çıkmak üzere) ayağa kalkınca Allah Resulü (s.a.) ve beraberindeki
erkekler mescidde bir müddet otururlardı.[275]
Demek ki ashâb-ı kiram
hemen selâmı verir-vermez mescidi terk etmezlerdi. Çünkü o anda arka saflarda
bulunan kadınlar mescidi terketmek üzere bulunduklarından, erkekler de mescidi
terk etmek üzere ayağa kalkacak olurlarsa kadınlarla erkeklerin
karışacaklarından, Efendimiz (s.a.) erkeklerin selâmdan sonra bir müddet
yerlerinde beklemelerini emretmiş ve hemen mescidi terketmelerini
yasaklamıştır.[276]
625. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'den, rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.)'a bir tek elbise
içinde namaz kılmanın hükmü sorulmuş da: " Herbirinizin ikişer elbisesi
var mı ki?" cevabım vermiş.[277]
Hadis-i şerifte,
Resûl-i Ekrem'e soru soran kimsenin ismi açıklanmamıştır. Ancak İbn Hacer,
"ben bütün araştırmalarıma rağmen bu kişinin adına rastlayamadım ama
Serahsî Mebsût'da bu kişinin Sevbân olduğunu söylemektedir” diyor.
Resûl-i Ekrem'in;
"her birinizin ikişer elbisesi var mı ki?" sözünü Hat-tâbî şöyle
açıklamaktadır: "Bu hadisin lâfzı soru manası taşıyorsa da gerçekte
ashâb-ı kiramın içinde bulundukları fakr-ü zarureti dile getirmekte ve bu
şartlar içerisinde bulunan kişilerin bir tek elbise içerisinde namaz kılmalarının
caiz olacağını beyân etmektedir."
Gerçekten bu hadis-i
şerif bir tek elbise içerisinde namaz kumanın caiz olacağına bir delildir.
Nevevî merhum bu hadisle ilgili görüşlerini açıklarken şunları söylemektedir:
"Bir tek elbise ile namazın caiz olmayacağına dair İbn Mes'ûd'un
rivayetinden başka bir rivayete rastlamadım ki, o rivayetin de sahih olduğunu
zannetmiyorum. îki elbise içerisinde namazın daha faziletli olduğuna dair ilim
adamları arasında görüş birliği vardır. Ancak Resûl-i Ekrem'in ve sahâbe-i
Kiramın fazla elbiseleri bulunduğu halde bile bazan bir tek elbise içerisinde
namaz kılmaları, bir tek elbise içerisinde de namazın kılınabileceğini
göstermek içindir."
Nitekim Buhârî'nin
Câbir b. Abdillah'dan rivayet ettiği şu hadis-i şerif de bu meseleye ışık
tutmaktadır.
"Ya Eba Abdillah
üzerinden cübbeni çıkardığın halde namaz kıldın ha? diye sorulunca Câbir (r.a.)
şöyle cevap vermiştir: "sizin1 gibi (bu meseleyi) bilmeyenlerin beni (bu
şekilde) görüp örnek almalarını arzu ettim de onun için böyle yaptım.'* ibn Ebi
Şeybe'nin Ebû Hureyre'den bu Ehl-i Suffe'den yetmiş kadar sahabinin tek elbise
içinde namaz kıldıklarım, bazılarının ancak diz kapaklarına kadar, bazılarının
da biraz daha uzunca elbiseler içinde namaz kıldıklarını ve ruku'a varırken de
avret yerleri açılmasın diye dizle-riyle elbiselerini sıkıştırdıklarım gördüm,
dediğini nakletmektedir."[278]
Abdurrezak'ın rivayetine
göre Ubeyy b. Ka'b (r.a.) ile İbn Mes'ûd (r.a.) bu konuda tartışmışlardı. Ubey
(r.a.) kişinin her zaman bir tek elbise içerisinde namazı kılınabileceğini
savunurken İbn Mes'ûd (r.a.) da bunun ancak iki elbise bulamayan kişilere ait
bir izin olduğunu, imkânı olan kişilerin iki elbise içinde namaz kılmaları
gerektiğini savunuyordu. Bunu öğrenen Hz. Ömer minbere çıkarak Hz. Übeyy'in
sözlerinin isabetli olduğunu belirtti. Bu mevzuda ayrıntılı açıklama için 626
no'Iu hadis-i şerifin açıklamasına bakılmalıdır.[279]
626. ...Ebü
Hüreyre (r.a.)den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
şöyle buyurdu: "Sizden biriniz bir tek elbise içinde omuzlarında o
elbisenin bir kısmı bulunmadan namaz kılmasın.”[280]
Hadis-i şerifte
"sevb" elbise demektir. Kelimenin asıl manası dokunmuş bez, keten,
ipek ve yün gibi kumaşlardır.O zamanın tam takım elbisesi biri izâr» diğeri
ridâ olmak üzere iki ayrı kumaştan meydana gelirdi, tzâr, futa gibi bele
bağlanır, ridâ da ihram gibiomuza atılır, ikisi bir elbise teşkil ederdi.
Buradaki "bir tek elbise" sözünden kast edilen omuza atılan ridâdır
ki, bir ucu sol omuzun üzerinden diğer ucu da sağ omuzun altından geçirilerek
ya göğüs tarafından, ya da arkadan bağlamak suretiyle bürünülen elbisedir.
Böyle çapraz bir şekilde bürünmeye te-veşşuh, iltihaf veya istimal denir,
kumaşın iki ucunu bağlamaktaki hikmet rükû esnasında örtünün düşmemesini ve
namaz kılan kimsenin kendi avret yerlerini görmemesini sağlamaktır. Ancak bu
örtünün bütün avret yerlerini örtecek kadar geniş ve uzun olması şarttır. Yoksa
beline bağlar.
Netice olarak, önemli
olan, elbisenin sayısı ve cinsi değil, avret yerlerinin örtülmesidir. Yalnız
İbn Cerîr, Tâvûs, İbrahim, Nehâi, AbduIIah b. Vehb ve bir rivayette Ahmed b.
Hanbel bu görüşe katılmayarak bir tek elbise içinde namaz kılmanın mekruh
olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre bir tek elbiseden başka giyecek bulamayan
kimsenin o elbiseye sarılarak namaz kılması yine mekruhtur. Sünnet üzere
kılmış olmak için onu giymiş olması icâ-beder. Delilleri Tahâvî'nin rivayet
ettiği İbn Ömer hadisidir. Mezkûr hadiste Resûlullah (s.a.t; "Biriniz
namaz kıldığı vakit, iki elbisesini de giysin, zira huzuruna ziynetti çıkmaya
en lâyık zât AHah'dır. İki elbisesi olmayan kimse namaz kılarken elbisesini giysin.
Yahudiler gibi ona sarınmasın'1 buyurmuşlardır. Ashâb-ı Kiram ile tabiîn
ulemâsı bir elbise içinde namaz kılmanın caiz olduğu kanaatindedirler.
İmam Mâlik, İmam
Şafiî, İmam Ebû Yusuf, Muhammed, Ebû Hanife ve bir rivayette Ahmed b. Hanbel de
tek elbise içinde namazın caiz olduğunu kabul edenler arasındadır. Hatta
Hanefî imamlarından Tahâvr "Başka elbise bulunduğu halde bir tek elbiseye
sarılarak namaz kılmanın caiz olduğunu bildiren hadisler tevatür derecesine
ulaşmıştır" demiştir.
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifte bir ucu omuzda olmayan tek elbise ile namaz kılmanın
yasaklanmasının hükmü, ulemânın büyük çoğunluğuna göre tenzihen mekruhtur.
Tahâvî mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifle diğer hadislerin arasım şu
şekilde uzlaştırmaktadır: Asıl olan elbiseyi omuzdan aşağıya doğru sarkıtarak
örtünmektir. Fakat bu şekilde örtülen elbise avret mahallini kapamaya
yetmiyorsa o zaman bele bağlayarak örtünmek lâzımdır.[281] Tek
elbise içinde namaz kılmayı caiz gören ulemâ iki elbise giymeyi emreden İbn Ömer
hadisini efdaliyyetle tefsir etmişlerdir.
Bu hususun erkekler
için olduğu malumdur. Çünkü erkeklerin avreti göbek ile diz kapağı arası
olmasına mukabil, kadınların el ve yüzün dışındaki topuklara kadar bütün
vücutları avrettir.[282]
627. ...Ebû
Hüreyre (r.a.)den; demiştir ki: -Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Sizden
biriniz bir tek elbise içinde namaz kıldığı zaman, elbisenin iki ucunu (sağ
omuzunun altından sol omuzunun da üstünden geçirerek) çapraz bir şekilde
boynuna bağlasın."[283]
Bu hadis-i şerifin
izahıyla ilgili malumat bir evvelki hadisin açıklamasında geçtiğinden oraya
müracaat edilmelidir.[284]
628. ...Ömer
b.EbîSeleme[285] demiştir ki:
"Peygamber (s.a.)'i (bir defa) iki ucunu omuzları üzerine çapraz bir
şekilde bağladığı bir tek elbise içinde namaz kılarken gördüm".[286]
Bu hadisle ilgili
geniş bilgi almak için 626 nolu hadisin açıklamasına müracaat edilmelidir.[287]
629. ...Kays
b. Talk'ın babası Talk'dan rivayet ettiğine göre Talk şöyle demiştir:
Biz Resûlullah
(s.a.)'in huzuruna vardığımızda bir adam gelerek; "Ya Resûlullah bîr tek
elbise içinde (kılınan) namaz hakkında ne dersin?" dedi.
(Hadisin ravisi Talk
rivayetine devamla) dedi ki: Resûlullah (s.a.) de (o anda belinde bağlı olan)
peştemalini çözerek (omuzundaki) ri-dâsının üstüne koydu. (İkisini bir elbise
haline getirerek) ikisini birden uçlarını sol omuzun üstünden ve sağ omuzun
altından geçirdi ve bize namaz kıldırdı. Namazı bitirince de, "Sizin her
biriniz iki elbise bulabilir mi ki?" buyurdu.[288]
Fahr-i Kâinat (s.a.) kendisinden
bir tek elbise içinde kılınan namazın hükmünü soran kimseye böyle kılınan bir
namazın sahih olduğunu ifâde etmek maksadıyla izâr ve ridâdan ibaret olan
elbisesinin iki parçasını da üst üste koyarak bir tek elbise haline getirip
onunla namaz kıldırıyor.
Resûl-i Ekrem (s.a.)
böyle yapmakla soru soran kişiye bir tek elbise içinde kılman namazın caiz
olduğunu bilfiil ve açık bir şekilde göstermiştir. Çünkü böyle uygulamalı
öğretim daha verimli ve te'sirlidir. Hadisle ilgili ayrıntılı açıklama 626 numaralı
hadisin şerhinde geçmiştir.[289]
630. ...Sehl
b. Sa'd (r.a.)den; demiştir ki:
Ben bazı kimseleri
yetersizliğinden dolayı izarlarını çocuklar gibi boyunlarına asmış oldukları halde
Resûlullah (s.a.)'ın arkasında (namaz kılarken) gördüm. Bir sözcü (kadınlara
hitaben):
Ey kadınlar cemaati,
erkeklerden önce başınızı (secdeden) kaldırmayın" dedi.[290]
Erkeklerin bir
parçadan ibaret olan elbiselerini çocuklar gibi boyunlarına asmaları
elbiselerinin yetersizliğindendir.Bu durum İslâmiyetin ilk devirlerinde
müslümanların ne kadar büyük bir sıkıntı ve imkânsızlık içinde olduklarını
gösterir. Başka bir giyecekleri de olmadığından tek parçadan ibaret olan
elbiselerini namaz içerisinde açılır korkusuyla boyunlarına bağlamak
mecburiyetinde kalmışlardır.
Ancak böyle bir
durumda cemaate gelen kadınların erkeklerden önce secdeden başlarını
kaldırmaları halinde erkeklerin avret mahallini görme ihtimali bulunduğundan
hadis-i şerifte belirtildiği gibi, bir sözcü bu duruma dikkatleri çekerek
kadınlara hitaben bir konuşma yapmış ve erkeklerden önce başlarını secdeden
kaldırmamalarını söylemiştir.
Hafız İbn Hacer
el-Askalânî bu sözcünün Bilâl-i Habeşî olmasının kuvvetle muhtemel bulunduğunu
söylüyorsa da Ebû Davûd ile Beyhakî'nin Esma bint Ebî Bekr (r.anhâ)den gelen
rivayetlerinden bu sözcünün bizzat Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem)
olduğu anlaşılıyor..[291]
631. ...Âişe
(r.anhâ)nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Nebî (s.a.) (bir defa)
elbisesinin bir ucu benim üzerimde bulunduğu halde namaz kılmıştır."[292]
Bu konuda 369 no'lu
hadis-i şerifin açıklamasına da bakılabilir.Oradan da anlaşılacağı üzere Resûl-i
Ekrem hayızlı olan zevcesinin elbisesi kendi üzerine temas eder olduğu halde
namaz kılmıştır. Yine Müslim'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. meymûne
validemiz şöyle buyurmuştur: "Peygamber (s.a.) namaz kılar, ben de
hayızlı olduğum halde onun hizasında bulunurdum. Çok defa secde ettiğinde
elbisesi bana dokunurdu"[293]
Gerek bu hadis-i şeriflerden ve gerekse mevzumuzu teşkil eden hadis-i şeriften
namaz kılan bir kimsenin elbisesinin bir başkasına -hayızlı bir kadın bile
olsa- temas etmesinin namaza herhangi bir zarar vermediği anlaşılmaktadır.
Hatta namaz kılan kimsenin tenine hayızlı bir kadının elbisesi temas etse bile
durum aynıdır.[294]
632.
...Seleme b. el-Ekva'dan; demiştir ki:
Ya Resûlullah, ben avcılık
yapan bir adamım. Bir tek gömlek içinde namaz kılabilir miyim? dedim. (Bana);
“Evet (kılabilirsin)
ve (lâkin) bir dikenle bile olsa onun uçlarını (birbirine) iljştir"
cevabını verdi.[295]
Seleme b. el-Ekvâ' (r.a.)
avcılık yapan bir kimse olduğundan bacaklarına dolaşarak avı yakalamasına mani
olur düşüncesiyle peştemal kullanmıyor, sadece bütün avret yerlerini örten bir
gömlek giyiniyor ve namazını da onunla kılıyordu. Birgün böyle bir gömlek
içinde namaz kılmanın hükmünü Resûl-i Ekrem (s.a.)'e arzedince, Efendimiz bunda
bir sakınca olmadığını beyân etmiş, fakat gömlek olarak kullandığı bu uzunca
kumaşın iki yakasını mutlaka bir dikenle bile olsa birbirine iliştirerek hem
kendinin avret yerlerini görmesini hem de namaz esnasında acıtarak avret
yerlerinin görülmesini önlemesini tenbih etmiştir.[296]
633.
...(Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Bekr) babası (Ab-durrahman'ın şöyle)
dedi(ğini rivayet etmiştir):
Câbir b. Abdillah
(r.a.) (bir defa) bize (sadece) bir gömlek içerisinde olduğu halde imamlık
yaptı. Üzerinde herhangi bir peştemal da yoktu. (Namazdan) çıkınca, "Ben
Resûlullah (s.a.)i bir tek gömlek içerisinde namaz kılarken gördüm" dedi.[297]
Câbir b. Abdillah'ın
namazdan sonra, "Resûlullah'ı bir tek gömlek içerisinde namaz kılarken
gördüm."demesine sebeb, Buhârî'nin Muhammed b. el-Münkedir'den rivayet
ettiği bir hadis-i şerifte açıklandığına göre, "kendisine namazı niçin
böyle abasız veya cübbesiz olarak kılıyorsun?" diye bir sorunun
yöneltilmesidir. Bu soru karşısında Câbir (r.a.) Hazretleri, de hareketinin
manasını Resûl-i Ekrem (s.a.)'in uygulamasından delil getirerek açıklama
lüzumunu hissetmiştir.[298] Her
ne kadar bu hadis-i şerifte Hz. Câbir'in üzerinde izar (eteklik) bulunup
bulunmadığı üzerinde durulmamışsa da Avnu'l-ma'bud sahibi, Hz. Câbir'in
üzerinde o anda izarın da bulunmadığını ifade etmektedir.
Bu hadis-i şerif,
imamın cübbesiz olarak namaz kıldırmasının caiz olduğunu ifâde ediyorsa da
cübbeli olarak kıldırması daha faziletlidir. Ancak Mâliki âlimleri, mescidde
görevli imamın ve bir de herhangi bir kabilenin namaz kıldırmakla
görevlendirdikleri imamın cübbesiz olarak namaz kıldırmasını mekruh görürler.
Bu iki imamın dışında kalan imamların cübbesiz olarak kıldırdıkları namazda
herhangi bir sakınca görmezler. Müdevvene'-de beyân edildiğine göre görevli
olan imamın seferde cübbesiz olarak namaz kıldırmasında da herhangi bir sakınca
yoktur.[299]
634. ...Ubâde
b. el-Velid b. Ubâde b. Es-Sâmit'den; demiştir ki:
Biz Câbir'in yani İbn
Abdillah'ın yanına varmıştık. (Bize şunları) söyledi: "Bir gece
Resûlullah(s.a.)'la beraber düşmanı takibe çıkmıştım. Resûlullah (s.a.) namaza
kalktı. Benim üzerimde de bir örtü vardı. Bir ucunu sağ omuzuma, öbür ucunu da
sol omuzuma atmaya uğraştimsa da yetişmedi (dar geldi). Aynı zamanda saçakları
vardı. (Bir de) altını üstüne getirdikten sonra her iki ucundan birini sağ,
öbürünü de sol omuzuma aldım, sonra da düşmemesi için üzerine eğildim (ve
çenemle tuttum). Gelip Resûlullah(s.a.)'ın soluna durdum. Resûl-i Ekrem de
(hemen) elimi tutup (arkasından) dolandırarak beni sağına durdurdu. (Çok
geçmeden) İbn Sahr geldi, o da soluna durdu. (Hz. Peygamber) her ikimizi de
elleriyle tutup beraberce arkasına durdurdu. (Câbir) dedi ki: Resûlullah
(s.a.) gözlerini bana dikmişti. Bense hissetmiyordum. Sonra bunun farkına
vardım. Bana bu Örtüyü belime bağlamamı işaret etti. Resûl-i Ekrem (s.a.)
namazı bitirince bana (hitab ederek);
"Ey Câbir"
dedi, ben de:
"Buyur, ey
Allah'ın Resulü" dedim.
"Elbise bol
olunca iki uçlarını omuzlarına at. Dar olunca da beline bağla"
buyurdu."[300]
1. Cemaat
sadece bir kişi olunca imamın sağına durur. şayet soluna duracak olursa, imam
onu arkasından dolaştırarak sağ tarafına durdurur.
2. Cemaat iki
veya daha fazla olunca imamın arkasında yer alır.
3. İmamın
sağında bir kişi varken bir kişi daha gelip o da imamın soluna duracak olursa
imamın sağ eliyle sağdakinin sol eliyle de soldakinin kolundan tutup çekmek
suretiyle ikisini de arkasına durdurması lâzımdır.
4. İhtiyaç
anında namaz içerisinde yapılan amel-i kalilde herhangi bir sakınca yoktur.
5. Namaz
içerisinde ihtiyaç duyulunca etrafa bakınmak namazı bozmaz.
6. Kişinin genişçe
bir'peştemal içerisinde namaz kılması halinde gömleğinin uçlannın'sol omuzunu
da kapatacak şekilde çaprazlama örtülmesi lâzımdır. Çaprazlamadan maksat
gömleğin bir ucunu sağ omuzun altından, diğer ucunu sol omuzun üstünden geçirip
iki ucunu göğsün üstünde veya arka tarafta bağlamaktır. Dar bir peştemal
içerisinde namaz kılıyorsa onu beline bağlaması gerekir .Aksi takdirde çözülüp
avret mahallinin açılmasına sebeb olabilir. Bu mesele bir sonra gelecek olan
hadis-i şerifte tekrar ele alınacaktır, inşaallah.[301]
635. ...İbn
Ömer (r.a.) Resûl-i Ekrem (s.a.)'in yahutta Ömer(r.a.)'in (şöyle) dediğini
haber vermiştir: "Birinizin iki elbisesi bulunursa, namazı onlarla kılsın.
Yok eğer bir elbisesi varsa onu beline bağlasın (eteklik yapsın), onu yahudiler gibi (eller de içeride kalacak
şekilde) bürünmesin."[302]
Dar bir ihramı hatalı
bürünmek iki şekilde olur:
1. İhramı
eller ve kollar da dahil olmak üzere bütün vücudu kapatacak şekilde bürünmek,
bu türlü bürünmek namaz esnasında ellerin ve kolların rahatça hareket etmesine
engel teşkil edeceğinden ve daha başka zararlara da sebeb olabileceğinden
sakıncalıdır.
2. İhramın
avret yerleri açık kalacak şekilde omuza atılmasıdır. Her ne kadar bu ikinci
şekilde örtünmede kolun birisi dışarıda bırakılarak hareket etmesine imkân
verilmişse de avret yerleri dışarıda bırakıldığı için bu tür örtünmeler
haramdır. Namazın sıhhatine mânidir. Hadis-i şerifte "Yahudilere mahsus
bir örtünme" diye nitelendirilen bürünme şekli birinci tür örtünmedir.
İkinci tür örtünmeye ise fıkıhçılar "istimal-i sam ma" derler ki, her
iki örtünme şekli de sakıncalı olduğu için Rçsûl-i Ekrem (s.a.) tarafından
nehyedilmiştir. Böyle dar peştemallerin sadece eteklik olarak bele bağlanması
emredilmiştir.[303]
1. İki
elbise içerisinde namaz kılmak bir elbiseyle na-maz kılmaktan daha
faziletlidir. Ikı elbisenin birisi eteklik, diğeri aba olabileceği gibi eteklik
ve gömlek veya pantolon ile gömlek veya pantolon ile aba da olabilir.
2. Kişinin
dar bir ihramı olduğu zaman onu onıuzuna değil de eteklik olarak beline
bağlaması gerekir.
3. Kılık ve
kıyafetlerimizde kâfirlere benzemekten sakınmamız gerekir.[304]
636.
...Abdullah b. Büreyde'den; babası Büreyde'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resûlullah (s.a.) (iki
şeyden) nehyetti: (Birincisi) elbisenin bir ucunu sağ kolun altından diğer
ucunu da sol omuzun üzerinden geçirerek göğsün üstünde veya arkada bağlamaksızm
namaz kılmak; Öbürü de üzerinde aba olmaksızın sadece pantolonla namaz
kılmak."[305]
Hadis-i şerifte geçen
teveşşüh kelimesini Ahmed Naim Efendi Tecrid Tercemesi'nde 229 numaralı hadis-i
şerifi şerhederken şöyle açıklamıştır: "Sağ ucunu omuzundan geçirip ve sol
ucunu sağ kolunun altından çıkarıp iki ucunu ya göğsü tarafından, ya arkadan
bağlamak suretiyle tesettür (örtünme) ederek namaz kılmanın cevazı bununla
sabit olur. Bu türlü telebbüse (giyinmeye) teveşşüh, iltihâf ve istimal da
denir. Kumaşın iki ucunu bağlamaktaki hikmet esna-yi rükü'da libasın düşmemesi
ve mu-sallînin kendi avretine nazarı isabet edememesidir."
İbn Abdİlberr'in
Ahfeş'den nakline ve Hattâbi'ye göre teveşşüh: Kumaşın bir ucunu sağ omuzun
üstünden sol kolun altından diğer ucunu da sağ kolun altından sol omuzun
üstünden geçirerek iki ucu göğüs üzerinde-bağlamaktır.
Şunu da belirtelim ki
mevzumuzu teşkil eden bu Ebû Dâvüd hadisinin râvilerinden Ebû Turneyle ve
Ebu'I-Münib aleyhinde bazı söylentiler vardır.[306]
637. ...İbn Mes'ûd
(r.a.)den; demiştir ki; Resûlullah (s.a.)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Büyüklenerek namazda elbisesini yere sarkıtan kişinin Allah katında hiç
bir değeri yoktur. (Yahut: Onu ne kötülük işlemekten korur ne de
bağışlar.)"[308]
Ebû Dâvûd dedi ki: bu
hadisi içlerinde Hammâd b. Seleme ve Hammâd b. Zeyd, Ebu'l-Ehvas ve Ebû
Muâviye'nin de bulunduğu bir cemaat, İbn Mes'ûd'a (ulaşan) mevkuf bir hadis
olarak nakletmiştir.[309]
Hadis-i Şerifte geçen
cümlesine İbn Reslân, “O kimse Allah
katmda harama ve helâle iman etmemiş sayılır" diye mânâ vermiştir.
"Allah onun kusurlarını affetmediği gibi, Allah katında bir değeri
olmadığından Allah onu kötülüklerden korumaz" şeklinde mânâ verenler de
vardır.
Nevevî merhum ise
"Allah'dan uzaklaşmış ve dinini terketmiş olur" diye mana vermiştir.[310]
Bazıları da Allah
(c.c.) Onun haram fiillerine de helal dairesinde işlediği fiillere de değer
vermez[311] şeklinde anlamışlardır.
"O kimse helal
dairesinde bulunmadığı gibi Allah katında kıymetli bir kişi de değildir"
şeklinde mana verenler de vardır.
Bezlu'l-Mechûd
müellifi ise şöyle mânâ vermiştir: "Kibrinden dolayı böyle davranan
kimse, kibir ve gururu helâl saymış olacağından din dairesinden çıkmış demektir
ki bu kişiye helal ve haram hükümleri teallük etmez."[312]
Bu hadis-i şerif eskiden
arablar arasında giyilmesi adet olan uzun etekli veya uzun paçalı elbiseleri
giymek suretiyle kibir ve gurur duyarak namaz kılmaktan sakındırmak için
gelmiştir. Bu mevzuda 643 no'lu hadisin açıklama kısmına da müracaat
edilmelidir.[313]
1.
Büyüklenme hissiyle elbiseyi topuktan aşağıya sarkıtarak namaz kılmak haramdır.
2. Şâfiilerle
Hanbelîler bu hadise göre hüküm vermişlerdir. Ancak Şâfiîler kibir
hissetmeksizin namazda elbisenin paçalarını veya eteğini böylesine uzatmanın
mekruh olduğunu söylerler. Hanbelilere
göre ise, kibir hissedilmiyorsa bunda herhangi bir sakınca yoktur.
3. Hanefî
ulemasına göre ise, kibir duygusuyla namaz kılacağı elbiselerin eteğini veya
paçasını uzatmak mekruhsa da kibir duygusu olmaksızın paçaları veya eteği
uzatmakta sakınca yoktur.[314]
638. ...Ebû
Hureyre (r.a.)den; demiştir ki:
Elbisesini (yere)
sarkıtarak namaz kılmakta olan bir adama Re-sûlullah (s.a.), "Git abdest
al" dedi. O da gitti abdest aldı ve biraz sonrar geldi. Resûlullah (s.a.)
(tekrar); "Git abdest al" dedi. (O adam da tekrar) gitti abdest alıp
geldi. (Bunu gören başka) bir adam:
Ya Resûlallah, o adama
(abdestli olduğu halde) niçin abdest almasını emrettin? dedi. (Resul-ü Ekrem
de)
"O etekliğini
(yere) sarkıtarak namaz kılıyordu. Şam yüce olan Allah elbisesini (yerde)
sürünecek kadar sarkıtan kimsenin namazını kabul etmez" buyurdu.[315]
Resûl-i Ekrem'in bu
ismi açıklanmayan sahabiye abdestli olduğu halde abdestini yenilemesini emretmesinin
sebebi hadis-i şerifte açıklandığı üzere, haddinden fazla uzun elbise
içerisinde namaz kılmak istemesidir. Etekliğin veya benzeri giyeceklerin aşağı
sarkan kısımlarının dinen tecviz ve tesbit edilen Ölçü ve sınırı topuklara
kadardır. Bu sınırı aşmak ise, kibir alâmeti sayılmıştır.
Kibir ise, ibâdet ve
itaata aykırı olduğundan Cenab-ı Hak böylesine uzun elbiseler içerisinde namaz
kılan kimselerin namazını kâmil bir namaz olarak kabul etmemektedir. Bu
bakımdan böyle namaz kılan bir kimse sanki ab-destsiz namaz kılan bir kimse
durumuna düşmüş olur.
İşte Resûl-i Ekrem bu
sebeble hadis-i şerifte ismi açıklanmayan kimseye haddinden fazla uzun bir
elbise içerisinde namaz kılmak isteyince abdestini yenilemesini emretmiştir.
Resul-i Ekrem'in bu
sahâbîye abdestli olduğu halde abdestini yenilemesini emretmesindeki hikmeti
şöyle açıklayanlar da vardır:
1. Resûl-i
Ekrem abdestli olan bu kimseye abdestini yenilemesini emretmekle bu kimseyi
ister istemez hatası üzerine düşünmeye zorlamıştır. Aslında bu kimsenin
abdesti vardır ve uzun etekle namaza durduğu için de bozulmuş değildir.
2. Belki de
Resûl-i Ekrem'in emrinde Cenab-ı Hak (c.c.) bir bereket yaratmıştır da bu emre
uyarak abdest alan mezkûr sahâbinin içindeki kibir ve benzeri manevî kirler bu
abdestlerle yıkanmıştır.
Ayrıca maddi
temizliğin iç temizliğine te'sir ettiği de bir gerçektir, tkin-ci abdest
sayesinde kibrin de dahil olduğu manevî kirler dökülmüştür.
Resul-i Ekrim'in
birinci emrine uyarak abdest alan sahâbî Efendimizin emrindeki hikmeti ve kendi
hatasını anlayamadığı için ikinci defa tekrar abdestini yenilemesi
emredilmiştir.[316]
1. Uzun
eteklikle bir elbise içerisinde namaz kılan kimsenin namazının kabul
edilmeyeceğini ifade eden bu hadis zayıftır. Çünkü senedinde Ebu Ca'fer vardır.
Bu râvinin kimliği meçhuldür.
2. Şayet bu
hadis-i şerifin sahihliği farz edilse bile, mensûh olduğunu söylemek icâbeder.
Çünkü uzun eteklik içinde namaz kılan kimsenin namazının sahih olduğunda icma
vardır.
3. Uzun
etekle namaz kılmakla ilgili yasak, esasen sadece erkeklere aittir. Kadınlarla
ilgisi yoktur. Bu mevzuda mezheblerin görüşünü öğrenmek için bir Önceki hadisin
şerhine de müracaat edilmelidir.[317]
639. ...Muhammed
b. Zeyd'in annesinden rivayet edildiğine göre; Ümmü Seleme (r.anha)'ya;
"Kadın hangi elbise ile namaz
kılmalıdır?" diye sormuş. O da:
"Baş örtüsü ve
ayaklarının üstünü de örten uzunca bir fistanla kılar" cevâbını vermiştir.[318]
Erkek karşısında
kadının avret mahalli mezheb âlimlerine göre şöyledir;
Hanbelîler ise
Şâfiılere göre kadının el ve ayakları da dahil bütün vücûdu avrettir. Kur'an-ı
Kerim'den delilleri: "Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan
sakınsınlar, namuslarını korusunlar, zinetlerini açmasınlar, bunlardan görünen
kısımlar müstesna"[319]
âyetidir.
Bu âlimlere göre
ayet-i kerimedeki "görünen kisımlar"dan maksat, elde olmadan ve
istenmeden yürürken ve rüzgâr gibi herhangi bir dış tesirle kendiliğinden
açılan kısımlardır. Yüz ve elin de tabii bir ziynet olmaları bakımından kasden
açılmaları haramdır.
Hadisten delilleri
ise, "Resûl-i Ekrem'e (bir kadına) aniden gözün isâbet etmesinin hükmünü
sordum, "derhal gözünü çek" buyurdular" mealindeki (2148)
numaralı hadis-i şeriftir.[320]
Ancak namaz içerisinde
Hanbelilere göre hür kadının yüzünden başka her tarafı, Şafiî ve Mâlikilere
göre ise, elleri ve yüzlerinden başka bütün vücûdu avrettir.[321]
Hanefî ulemâsına göre
namazda avret mahallini Örtmenin farziyv etinin delili ''Ey Ademoğullan her mesciddc
(her namaz ve tavaf esnasında) zinetinizi alın"[322]
âyet-i kerimesidir. Namaz kılmakta olan hür bir kadının ancak yüzleri, elleri
ve ayaklarının dışında bütün vücudu avrettir. Bu bakımdan Hanefi mezhebinde namazda
hür bir kadının ellerini, yüzünü ve ayaklarını açık bulundurmasında herhangi
bir sakınca yoktur. Lâkin el başka, kol başkadır. Hür kadının kollan kuvvetli
olan rivayete göre Hanefi mezhebinde avret sayılır. Bacak da ayaktan tamamen
farklı olduğu için namazda bacağın dörtte biri kadarının bir rüknü edâ edecek
kadar açık kalması namazı bozar.[323]
Bilindiği gibi namazı
bozacak olan, açık avret mahallinin açılan organın dörtte biri miktarında
olması ve bir rüknü sünnet üzere ifa edecek sürece devam etmesi lâzımdır ki,
bunun da ölçüsü üç kere "sübhanellah" diyecek kadar bir
zamandır.Ancak galiz avret sayılan ön ve arka bunun dışındadır. Çünkü bunların
dirhem miktarının açılması namazı bozar.[324]
Hattabî'nin ve ona
tabi olarak Şemsu'1-hak Azimâbâdî'nin bu hadis-i şerif üzerine yaptıkları
şerhlerde, "namaz esnasında kadının avrel olan organlarından birinin
açılmasıyla namazının bozulması için dörtte bir gibi bir ölçü söz konusu
değildir. Bu hususta herhangi bir ölçü tanımıyoruz. Herhangi bir miktarının
açılmasıyla namaz bozulur" demeleri doğru değildir.[325]
Çünkü bir bütünün
dörtte biri bazı yerlerde Kitap ve Sünnetle bütünün tümü gibi kabul edilmiştir.
İhramdan çıkmak için başın dörtte birini traş etmenin kâfi gelmesi gibi.[326]
640. ...Ümmü
Seleme'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.)'e; kadın yalnız
baş örtüsü ve gömleği ile eteklik olmadan namaz kılabilir mi? diye sordum da,
"Gömlek ayaklarının üstünü örtecek şekilde uzun olursa kılabilir"
buyurdular.[327]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Mâlik b. Enes, bekr b. Mudar, Hafs b. Gıyas, İsmail b. Ca'fer, tbn Ebî
Zi'b ve İbn İshak (gibi kimseler) Muhammed b. Zeyd ve annesi vasıtasıyla Ümmü
Seleme'den rivayet etmişler ve bunlardan hiç biri de rivayetlerinde Hz.
Peygamber (s. a.) 'den bahsetmeyip Ümmü Seleme'ye ait bir söz olarak zikretmişlerdir.[328]
Müellif Ebû Dâvûd bu
hadis-i şerifin Ümmü Seleme'ye kadar ulaşan mevkuf bir hadis olduğunu,
senedinin Resul-i Ekrem'e ulaşmadığım söyler.
Her ne kadar bu hadisi
Beyhakî ve Hâkim de rivayet etmişlerse de senedinde Abdurrahman b. Abdillah b.
Dinar bulunduğundan hadisin senedi ten-kid edilmiştir. Çünkü Abdurrahman
aleyhinde söylentiler vardır.
Hadis-i şerifle ilgili
hükümler bir önceki hadiste geçmiştir.[329]
641. ...Âişe
(r.anhâ)den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) kşöyle buyurmuştur:
"Allah, aybaşı olan (baliğa kadın)ın namazım ancak başörtüsü ile
kabul,eder"[330]
Ebû Dâvud dedi ki; Bu
hadisi aynı zamanda Said, yâni İbn Ebî Arûbe, Katade el-Hasen senediyle Peygamber
(s. a.) 'den rivayet etmiştir.[331]
Bu hadis-i şerifte
"aybaşı olan kadın" cümlesi ile aybaşı görecek çağa erişmiş bâliğa
kız ya da kadın kasdedilmiştir.Yoksa hayızlı bir kadının namaz kılamayacağı,
kılsa bile bu namazın sahih olamayacağını söylemeye lüzum yoktur.
Hadis-i şerif, başını
ve yakasını örten bir başörtü olmaksızın namaz kılan kadının diğer tarafları
kapalı bile olsa, namazının caiz olmadığını ifâde etmektedir.
Hanbelî âlimlerinden
İbn Kudâme başı açık olarak namaz kılan kadının namazının iadesi lâzım
geldiğine dâir icmâ' bulunduğunu söylemiştir.
Zahirî âlimleri bu
hadisin genel ifâdesine bakarak köle kadını da bu hükme dahil etmişlerdir.
Ama ulemânın büyük
çoğunluğu ise, bu husustaki diğer delilleri de göz-önünde bulundurarak köle kadının
avret yerlerinin erkeğinki gibi diz kapak-Iarıyla göbek arasında kalan kısım
olduğuna hükmetmişlerdir. Delilleri de Beyhakî'nin rivayet ettiği şu hadis-i
şeriftir: "Sizden birinizin câriye satınaimak istediği zaman onu gözden
geçirmesinde, avret mahallinin dışında kalan yerlerine bakmasında herhangi bir
sakınca yoktur. Onun avret yeri diz kapağı ile belinin arasında kalan
yerdir."
Bu hadis Müellif Ebû
Davud'a iki yoldan erişmiştir:
1.
Yukarıdaki şekliyle ulaşmıştır ki; Katâde'den Hammad rivayet etmiş ve sened Hz.
Âişe validemizin vasıtasıyla
Peygamberimize ulaşmıştır.
2.
Katâde'den îbn Ebî Arûbe rivayet etmiş, Katâde de Hasan el-Basrî vasıtasıyla
Nebiyy-i Ekrem (s.a.)'den rivayet etmiştir.
Halbuki Hasan el-Basrî
Peygamberimize yetişmemiştir. Buna göre Hasan el-Basrî'nin bu hadisi bir
sahâbiden duymuş olması gerekir. Birinci senedden anlaşıldığına göre bu
sahâbinin Hz. Âişe olduğu anlaşılmaktadır. Böyle sahabînin atlandığı hadislere
mürsel hadisler denir. Her ne kadar zayıf hadislerden sayılsa bile, İmam Ebû
Hanife'ye göre bu hadislerle amel etmek caizdir.[332]
1. Namaz
esnasında kadının başını örtmesi farzdır.
2. Balığa
olmamış kız çocuğunun başı açık olarak kıldığı namaz sahihtir.[333]
642.
...Muhammed (b. Sîrîn)'den (rivayet edildiğine göre) Âişe (r.anhâ) Safiyye'ye
(yani) Ummü Talhati't-Talahat'a misafir olmuştu. Safiyye'nin kızlarını görünce
(şöyle) dedi:
Resûl-i Ekrem (s.a.)
(bir gün odama) girmişti. (Odamda da) rîir câriye vardı: (Resûl-i Ekrem) bana
izarını atarak; "Şunu ikiye böl bir yarısını şuna diğer bir yansını da
Ümnıü Seleme'nin yanındaki genç kıza ver. Çünkü bu kızın âdet görme çağına
geldiğini, veya;[334] bu
kızların adet görme çağma geldiklerini görüyorum" buyurdu.[335]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadîsi Hişâm da tbn Şîrîn 'den böylece rivayet etmiştir.[336]
İbn Mâce'deki bir
rivayet ise şöyledir: "Peygamber (s.a.) bir gün Hz. Âişe'nin yanına
gelince, Hz. Âişe'nin cariyesi gizlenmiş. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.)
de bu cariyenin ergenlik çağına gelip gelmediğini sormuş. Hz. Âişe (r.a.);
"evet (ergenlik çağına geldi)" demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber
sarığını yırtarak cariyeye hitaben: "Bunu (başına) ört" buyurmuştur.
Bu hadisten anlaşılıyor ki, Resûl-i Ekrem bu örtüyü Hz. Âîşe'ye, cariyenin
başına dolaması için vermiştir. Yoksa "başıyla beraber yakalarını da
örtün" diye vermemiştir. Çünkü ikiye bölünen sarık, yakaları da örtmeye
kâfi değildir. Ancak bu emir sadece Hz. Âişe'nin cariyesine ait istisnaî bir
durumdur. Yoksa cariyeler için başın avret olmadığı diğer hadis-i şeriflerden
açıkça anlaşılmaktadır. Ebû Davud'un rivayet ettiği, üzerinde durduğumuz bu
hadisle îbn Mâce'nin rivayet ettiği hadis arasında bir tenakuz yoktur. Her iki
hâdise de ayrı ayrı zamanlarda meydana gelmiştir.[337] Ve
İbn Mâce hadisinin râvileri zayıftır.
Ulemanın büyük
çoğunluğuna göre cariyenin avret yerleri erkeğinki gibi diz kapaklarıyle
göbeğinin arasıdır. Nitekim Ebû Dâvûd, Hâkim ve Bez-zâr'in rivayet ettikleri şu
hadis-i şerif bunu ifâde etmektedir: "Sizden biriniz hizmetçisi olan kadın
köleyi kendi kölesi veya ücretle çalıştırdığı başka biriyle evlendirdikten
sonra onun göbeği ile diz kapaklan arasında kalan yere bakmasın."[338]
Buradaki emir haram
ifade eder. Bakılması haram olunca dokunulması da açılması da haramdır. Ancak
Mâlikîler câriye ile hürre kadın arasında bu hususta bir fark görmezler.
Cariyenin hürre kadından farklı olarak sadece saçlarının avret olmadığını
söylerler.
Hadisin sonundaki
ta'likten müellif Ebû Davud'un maksadı, bu hadis-i şerifin mevkuf olduğunu
ifâde etmektir. Çünkü tbn Şîrîn Resûl-i Ekrem (s.a.)'i görmemiştir.
Tabiindendir. Bu bakımdan bu hadisi bir sahâbîden duymuş olması gerekir. Ancak
sahâbînin bilinmemiş olması hadisin sıhhatine bir sarar vermez.[339]
643. ...Ebû
Hureyre'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) namazda elbisenin yere
sarkıtılması ve erkeğin ağzını örtmesini yasaklamıştır.[340]
Ebû Dâvud dedi ki: Bu
hadisi bir de İsi, Ata yoluyla Ebû Hurey-reden "Nebîfs.a.) namazda
elbiseyi yere sarkıtmaktan nehyetmiştir" şeklinde rivayet etmiştir.[341]
"Sedl;
sarkıtmak" kelimesi üzerinde lügat ve hadis âlimleri çeşitli görüşler ortaya atmışlardır.
Bunlardan Hattabî
"sedl", elbiseyi yere değecek şekilde salıvermektir, demiştir.
Hattabî bu sözüyle sedl ile isbfil arasında bir fark görmediğini ifâde
etmiştir.
Ebu Ubeyde'ye göre
ise, bu kelimenin mânâsı, Önü açık kalacak şekilde elbiseyi iki tarafa salıvermektir.
Eğer öndeki açıklığı
kapatacak şekilde elbisenin yanlarını önünde kavuşturacak olursa sedl
sayılmaz.
Hanefî âlimlerinden
İbn Hümâm da sedPi şöyle tarif etmiştir: "sed! insanın pek çok kişilerin
yaptığı ve âdet hâline getirdiği gibi peştemal veya benzeri elbiseleri
(üzerine giymeden veya usûlüne göre düğmelemeden) ozumuna atıvermektir.
Elbiseyi böyle omuzuna alan kimsenin namaz esnasında bu elbiseyi çıkarması
gerekir."
İbn Hümâm'ın bu
sözlerinden ''sedl" kelimesiyle, günümüzde bazı kimselerin yaptığı gibi
ceket veya pardüsülerin giyilmeden omuzlarına atılmasının kasd edildiği
anlaşılıyor.
îbn Esîr bu kelime
üzerinde en-Nihâye'de iki görüş ileri sürmüştür:
1. Kişinin
bir elbiseye bürünmesi ve kollarını içeride bırakarak rükû ve secdeye o şekilde
varmasıdır.
2. Peştamalın
ortasını başın üzerine koyup (iki ucunu omuzlarda birleştirmeksizin) sağından
ve solundan aşağı sarkıtmaktır.
Nitekim Süyütî,
Beyhakî, el-Herevî, Ebû Ishâk, îbn Kudâme, Hanefî âlimlerinden el-Merginânî ve
ez-Zeylâî de îbnu'I-Esîr'in birinci görüşünü tercih etmişlerdir.
Hattâbî'nin beyânına
göre, bazı âlimler namaz esnasında "sedl" de bir sakınca
görmemişlerdir. Atâ, Mekhûl, Zührî, el-Hasen ve. ibn Şîrîn bunlardandır.
Aynı şekilde îmam
Mâlik de bunda bir sakmca görmemektedir.
Bu alimlerin bu
kıyafette namaz kılmanın caiz olduğunu söyledikleri halde namaz dışında böyle
kıyafetle gezmenin doğru olmadığını söylemelerine sebep şudur: Namaz esnasında
insan bir noktada sabit kaldığından bu kıyafet namaz içerisinde insana bir
böbürlenme duygusu vermez. Namaz dışında ise, bu kıyafet sahibine büyüklenme
duygusu vereceğinden nehyedilmiştir.
Süfyan es-Sevrî bu
kıyafetle namaz kılmayı mekruh görürdü, imam Şafiî ise, namaz içinde ve dışında
bu kıyafetin mekruh olduğunu söylerdi.
Ahmed b. Hanbel'e göre
ise, Sedl'in namazda mekruh oluşu, bu sarkıtılan elbisenin altında başka
elbise olmamasına bağlıdır. Şayet elbisenin altında, ikinci bir elbise varsa
mekruh değildir. Bezlu'I-Mechûd sahibi,
Bedâyi' -den naklen şunları söylüyor: "Hanefî mezhebinde ise bu
kıyafetle namaz kılmak mekruhtur.”[342]
Şevkânî ise, Neyl'de
şunları söylüyor: "Hadis-i şerifi sedl kelimesinin bütün bu mânâlarıyla
tefsir etmek mümkündür. En sağlam olan yol da budur."
Hadis-i şerifte geçen
"ağzı kapamak"tan maksat, eski Arapların yaptığı gibi ağzı yaşmakla
sararak kapatmaktır. Bu hâl mecûsîlerin ateşe tapınma anındaki hallerine
benzediğinden yasaklanmıştır.
Bezi sahibinin
beyânına göre, ağzı bu şekilde kapamak, okumaya engel olacağı için de
sakıncalıdır. Reddü'l-Muhtâr'dan ve TahâvFde hanefî imamlarının bu konudaki
görüşleri nakledilirken namazı böyle ağzı kapalı kılmanın mekruh olduğu ifâde
edilmiştir. Esnemeden dolayı ağzı elle kapatmakta ise, bir sakınca yoktur.
Bu konuda fazla bilgi
için 637. hadisin şerhine de bakılabilir.[343]
644. ...Muhammed
b. îsa b. Et-Tabbâ'in Haccâc'dan rivayet ettiğine göre İbn Cüreyc şöyle
demiştir: "Ata'yı çoğu kere elbisesini sarkıtarak namaz kılarken
görmüşümdür."
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadis (bir önceki) hadisin zayıflığını ortaya koymaktadır.[344]
Her ne kadar bu hadis-i şerif bir önceki hadise ters
dü- şüyor ve onu zayıflatıyorsa da aslında bir önceki hadis merfû' bir
hadistir. Ayrıca bir önceki hadisi Hâkim de Müstedrek'inde rivayet etmiş ve
Buhârî ile Müslim'in şartlarına göre sahih bir hadis olduğunu söylemiştir.
Tirmizî'nin "biz bu hadisin 'İsi tarikiyle gelen şeklinden başkasını
bilmiyoruz" sözü bu hadisin zayıflığını değil de bu hadisin Hasen b.
Zekvân yoluyla rivayet edilen şeklinin Tirmizî'nin eline geçmediğini gösterir.
Ebû Davud'un bu
ta'liki irad etmesinden maksadı, Atâ'mn bir önceki (643 no'Iu) hadisle amel
etmediğini söylemektir. Bilindiği gibi bir önceki hadisi de Atâ rivayet
etmişti. Kişi rivayet ettiği hadisle amel etmiyorsa bu durum o hadisin
sıhhatine zarar getirir. İşte Ebû Dâvûd açıkça bunu söylüyor. Ancak burada sözü
geçen Atâ, sahabeden Atâ b. Rebâh'dır. Bir önceki rivayet ettiği hadisle amel
etmeyişinin sebebini Bezi sahibi şöyle açıklamaktadır: "Atâ'ya göre sedl
(sarkıtma) sarkıtılan elbisenin altında başka bir elbise bulunmadığı zaman
sakıncalıdır. Altında ikinci bir elbise bulunduğu zaman sakıncalı değildir. Bu
bakımdan Ata'nın ekseriyetle elbisesini sarkıtarak namaz kıldığına dâir olan
rivayeti böyle anlamak lâzımdır. Yani Ata yere kadar sarkan elbise içerisinde
namazkılarken altında ikinci bir elbisesi daha vardı."[345]
Beyhakî ise bunu şöyle
açıklamaktadır: "Atâ'nın yerlere kadar sarkan elbise içerisinde namaz
kılmanın sakıncasını kibir ve gurur vermesine bağlayıp böyle bir duygu,hissedilmediği
zaman yere kadar sarkan elbise içerisinde namaz kılmakta bir sakınca görmemiş
olduğunu söylemek mümkündür."
Netice olarak Atâ
(r.a.)'ın bu hareketi bir önceki hadisin ruhuna aykırı değildir. Dolayısıyla
onun sıhhatine herhangi bir zarar vermez.[346]
645. ...Âişe
(r.anhâ)dan; demiştir ki:
Resûlüllah (s.a.)
bizim (iç) elbiselerimizle veya çarşaflarımızla namaz kılmazdı."
Râvî Ubeydullah dedi ki:
(iç çamaşır mı, yoksa çarşaf mı olduğu noktasında) şekkeden babamdır."[347]
Bu hadis daha önce
367-368 numaralarda geçmişti. Gerekli açıklamalar için oraya müracaat
edilmelidir.[348]
646. ...Saîd
b. Ebî Sa'id el-Mekburî, babasının (aşağıdaki hâdiseyi) müşahede ettiğini
haber vermiştir: Hz.Peygamber'in azatlı kölesi Ebû Râfi' (bir gün), saçlarını
örgü yapıp ensesine toplayarak namaz kılmakta olan Hasen b. Ali'ye uğramış ve
onun saçlarım çözmüş, (bunun üzerine) kendisine öfkeli bir halde bakan Hasan
(r.a.)’a;
Namazına dönüp devam
et ve kızma, çünkü Peygamber (s.a.)'in; "bunlar (yani saç topuzu) şeytanın
oturak yeridir" buyurduğunu duydum; demiştir.[349]
Bu hadis-i şerifte
Resûl-i Ekrem (s.a.) saçların baş üzerinde toplanarak sarkmalarına engel
olunmasını yasaklamıştır.Çünkü namaz esnasında secdeye varırken bu saçların
yere dökülmeleri onların secdeleridir ve ibâdetleridir. Bu bakımdan saçları
topuz yaparak secdeden nasiblerini almalarına engel olmak doğru değildir.
Nitekim İbn Ebî
Şeybe'nin Mu sannef inde sahih bir senetle rivayet ettiğine göre bir gün
Abdullah b. Mes'ud mescidde saçlarını topuz yaparak ensesinde toplayıp namaz
kılmakta olan birkimseye namazını bitirdikten sonra, "namaz kılarken
saçlarını böyle arkana toplama, çünkü onlar da seninle beraber secde ederler.
Bu secdeden dolayı her tel için sana sevab vardır" dedi. Bunun, üzerine o
adam; "Ben onların tozlanmalarından korkuyorum" deyince, Abdullah
(r.a.) da; "onların tozlanması senin için daha hayırlıdır" buyurdu.[350]
1.
Erkeklerin saçlarını topuz yaparak namaz kılmalan verilmiştir.
2. Şâfiîler,
Hanbelîler ile Hanefîlere göre namaz içinde veya namaz dışında erkeklerin saç
örgülerini arkaya topuz yapmaları mekruhtur.
3. Mâlikîlere göre ise, saçları böyle toplamak
namaz içinde mekrûhsa da namaz dışında mekruh değildir.
Ancak bu hükümlerin sadece
erkekler için olduğunu unutmamak lzımdır.Yoksa 639 ve 641 no'lu hadis-i
şeriflerin açıklamalarında geçtiği üzere kadının saçlarının açılması ve namaz
esnasında görünecek şekilde yerlere dökülmesi haramdır ve namaza mânidir.[351]
647. ...tbn
Abbâs (r.a.)'ın azatlı kölesi Kureyb'in rivayet ettiğine göre, Abdullah b.
Abbâs, Abdullah b. El-Hâris'i saçını arkasına toplanmış olduğu halde namaz
kılarken görünce arkasına durup başını çözmeye
başlamış öbürü de (saçlarının çözülmesine müsaade ederek) ona karşı
çıkmamıştır. Abdullah b. el-Hâris namazını bitirince îbn Ab-bâs'a dönerek;
"Benim başımdan sana ne?" demiş (o da) şöyle cevap vermiştir:
Ben Resulüllah
(s.a.)'i; "Bu şekilde (saçlar arkada toplu olarak) namaz kılan, elleri
arkada bağlı olarak namaz kılan kimse gibidir" buyururken işittim.[352]
Bu hadis-i şerifte
saçların da eller gibi secdeye vararak secdeden nasibini alması edebî bir
üslûbla ifâde edilmiştir.Saçları enseye topuz yaparak namazda onları secdeden
alıkoyan kimsenin hâli elleri arkada bağlı olarak ellerinin secdeden nasîb
almasına İmkân vermeyen kimsenin hâline benzetilmiştir. Bir önceki hadis-i
şerifte de açıklandığı gibi, bu kimse saçlarının secde hâlinde yere
dökülmesini önlemekle saçlann her telinin secdeye varmakla kazanacağı sevâbdan
mahrum kalacaktır.
Hadis-i şerifte bu
kadar saç telinin sahibine kazandıracağı sevab ellerin secdeye varmakla
kazanacağı sevaba denk tutulmuştur.
Nitekim Resûl-i Ekrem
(s.a.); "ben yedi organ üzerinde secdeye varmakla emrolundum. Eğer böyle
emrolunmasaydım saçlann secdeye varmasına engel olurdum"[353]
buyurmuştur.
Hanefî fıkhına göre
Bedâyiü '-sanayi isimli meşhur eserde saçları arkaya toplayarak namaz kılmanın
mekruh olduğu ifâde edilirken Hidâye isimli eserde de aynı şekilde şu ifâde
geçmiştir: "Kişi saçını arkasında toplayamaz. Zira Resûl-İ Ekrem (s.a.)
saçlarını arkaya topuz yaparak namaz kılmakta olan bir kimseyi böyle namaz
kılmaktan nehyetmiştir."
Netice olarak bütün
âlimler kişinin elbisesinin eteklerini ve yenlerini toplayarak namaz kılmaktan
nehyedildiğinde görüş birliğine varmışlardır. Şafiî âlimlerinden İmam Nevevî;
"Bu şekilde namaz kılmak kerahet-i tenzihiyye ile mekruhtur"
demiştir.[354]
Bu mevzuda mezheb
imamlarının görüşünü öğrenmek için bir evvelki hadisin açıklama kısmına
müracaat edilebilir.[355]
648. ...Abdullah b. es-Sâib'den; demiştir ki: "Ben (Mekke'nin) fethi
günü Peygamber (s.a.)'i ayakkabılarını (çıkararak) sol tarafına koymuş olduğu
halde namaz kılarken gördüm"[356]
Bu
hadis-i şerif namaz kılan bir kimsenin sol tarafında bir kimse bulunmadığı
zaman o tarafına ayakkabılar ını koymasında bir sakınca bulunmadığını ifâde
etmektedir. Ancak 654 no'lu hadis-i şerifte geleceği üzere sol tarafta bir kişi
bulunacak olursa, o zaman, o kimseyi rahatsız edeceği için ayakkabıyı sol
tarafa koymak da caiz değildir. Çünkü hem mü'mine eziyet vermenin haram oluşu
bakımından, hem de mü'minin nefsi için istemediği bir işi mü'min kardeşi için
de istememekle mükellef oluşu bakımından sakıncalıdır. Sağ tarafa koymaya ise,
zâten izin yoktur. Bu bakımdan sol tarafı ayakkabı koymaya müsait olmayan bir
kimse ayakkabılarını sağına zaten koyamayacağı için sadece ayaklarının arasına
koyabilir. Fakat ayakkabıların temiz olması hâlinde sağa veya sola koymakta
herhangi bir sakınca yoktur.[357]
1. Kişinin sağ tarafını pisliklerden koruması, namazın edeblerındendır.
2. Kişinin sol tarafında kimsenin bulunmaması hâlinde ayakkabılarını sol
tarafa koyması ela namazın edeblerindendir.
3. Camilerde ayakkabılar, ayakkabılıklara konulmalıdır.[358]
649. ...Abdullah b. es-Sâib'den; demiştir ki: "Peygamber (s.a.)
Mekke'de bize sabah namazı kıldırdı. (Bu namazda fatihamdan sonra) Mü'minûn
Sûresini okumağa başladı. Mûsâ ile Harun'un, yahut tsâ ile Musa'nın zikirleri
geçen yere gelince burada râvi İbn Abbâd şübhe etmiştir yahutta (şüphe edenin o
olup olmadığında) ihtilâf edilmiştir. Hazret-i Peygamberi öksürük tuttu da
hemen (okumayı) keserek rükû etti. Abdullah b. es-Sâib de bu namazda
bulunuyordu."[359]
Bu
hadis-i şerif aslında bir Önceki hadîs-i şerifin devamı ve tamamlayıcısıdır. Bu
bakımdan Ahmed b. Hanbel Müsned'inde her iki hadisi birleştirerek rivayet
etmiştir. Bilindiği gibi bir önceki hadiste Resul-i Ekrem (s.a.)'in Feth günü
Ka'be'nin önünde namaz kıldığı ve ayakkabılarım çıkararak sol tarafına koyduğu
ifâde edilirken burada da namaz esnasında öksürük tuttuğu için okumayı keserek
rukû'a vardığı ifade edilmektedir.
Hadiste
Mûsâ (a.s.) ile Hârûn (a.s.)'in zikrinden maksad, "Daha sonra Musa'yı ve
biraderi Harun'u bunca mucizelerimizle ve apaçık hüccetlerimizle Finıvn'e ve
onun ileri gelenlerine gönderdik de (iman etmeyi bir türlü) kibirlerine
yediremediler. Onlar miitekebbir ve müstebid adamlardı."[360]
âyet-i
kerimesidir. MÛsâ ile İsa'nın zikrinden maksad da şu âyet-i Kerimedir:
"Biz Meryem'in oğlunu da anasını da (kudretimizle) bir âyet (ibret) kıldık."[361]
Hattâbî'ye göre Resûl-i Ekremi namazda öksürük tutmasına sebeb, âyet-i kerimeyi
okurken hikmet ve marifet hazinesi olan kalbinin cûş-ü huruşa gelerek kendini
tutamayıp ağlaması olmuştur. Artık daha fazla okumaya kendisinde güç
bulamadığını anlayınca da derhal rükû'a varmıştır.[362]
Ancak
hadisteki tereddütten dolayı Resül-i Ekrem'in ağlamasına ve kendisini Öksürük
tutmasına sebeb olan âyet-i kerimenin hangisi olduğunda ihtilâf edilmiştir. Bu
hadisin râvîlerinden tbn Cü reye'in, "Burada rftvi İbn Abbâd şüphe
etmiştir. Yahutta sübhe edenin o olup olmadığında ihtilaf edilmiştir"
şeklindeki ifâdesinden anlaşılıyor ki, Resûl-i Ekrem'in bu iki âyetten
hangisini okuduğu hususundaki tereddüt tbn Abbâd'a ait olabileceği gibi, îbn
Abbâd'ın şeyhleri olan Ebü Seleme'ye, Abdullah b. el-Müseyyeb'e veya Abdullah
b. Amre'ye de ait olabilir.[363]
1. Sabah namazında uzun sûreler okumak müstehabdır.
2. imamın kendisini âciz bırakacak herhangi bir sıkıntıdan dolayı okumakta
olduğu sûreyi keserek rükû'a varması caizdir.
3. Sûrenin bir kısmını okuyup da bir kısmını bırakmak bir ihtiyaca mebni
ise, bütün âlimlerce kerâhetsiz olarak caizdir, ihtiyaç olmaksızın kesmek İmam
Malik'in meşhur olan görüşüne göre mekruh ise de ulemânın çoğunluğuna göre
mekruh değildir. Ancak surenin tümünü okumak daha faziletlidir. Sûrenin tümü
okunmamakla daha faziletli olan bir amel terk edilmiş olur.[364]
650. ...Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlullah
(s.a.) ashabına namaz kıldırırken ayakkabılarım çıkarıverdi ve sol tarafına
koydu. Bunu gören cemaat de ayakkabılarını çıkardılar. Resûlullah (s.a.) namazı
bitirince:
"Ayakkabılarınızı
niçin çıkardınız?” diye sordu, (Onlar da:)
Senin
çıkardığım gördük de (onun için) çıkardık, dediler. Bunun üzerine Resûlullah
(s.a.);
"Bana
Cebrail gelip papuçlanmda pislik olduğunu haber verdi." dedi (ve
sözlerine devam ederek:)
"Sizden
bir kimse mescide geldiği zaman, baksın, ayakkabılarında pislik varsa silsin
ve onlarla namaz kılsın" buyurdu.[365]
Hadis-i
şerif, üzerinde pislik bulunan ayakkabılarla, ancak toprakla sürtülerek veya
suyla yıkanarak temizlendikten sonra namaz kılınabileceğini ifâde etmektedir.
"Temizlesin
ve onlarla namaz kılsın" cümlesi emir değil, ruhsattır. Bu bakımdan fıkıh
âlimleri, "ayağında böyle bir ayakkabı bulunan kimse onu yıkadıktan veya
toprakla sildikten sonra isterse namazını bu ayakkabıyla kılar, isterse onu çıkarır,
yalın ayak kılar" demişlerdir.
Nitekim
ileride gelecek olan 653 no'lu hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in bazan
ayakkabıyla bazan da ayakkabısız olarak yalın ayak namaz kıldığı beyân
edilmektedir.
İbn
Ebî Şeybe'nin Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan rivayet ettiği şu hadis-i şerifde bu
gerçeği dile getirmektedir:"Resûlullah(s.a.) ayağında ayakkabı olduğu
halde namaz kıldırıyordu. Arkasında bulunan cemaat de ayakkabıları \ la namaza
durdular. Bir ara Peygamber (s.a.) ayakkabılarını çıkarınca onlar da çıkardılar.
Nihayet Nebî (s.a.) namazı bitirince; "İsteyen namazını ayakkabıyla
kılar, ayakkabısını çıkararak yalın ayak namaz kılmak isteyen de ayakkabılarını
çıkarır, öyle namaz kılar" buyurdu."
Netice
olarak şunu söylemek mümkündür: Ayakkabısına pislik bulaşan kimse şu iki işten
birini yapmakta serbesttir. Ya o ayakkabıyı usûlüne göre temizledikten sonra o
ayakkabıyla namazını kılar ve yahutta ayakkabıyı çıkararak yalın ayak namazını
kılar.[366]
1. Namaz kılmakta olan bir kimse ayakkabısında namaza mani bir pislik
bulunduğunun farkına varmasıyla namazı bozulmaz. Nitekim Hanbelîler'in,meşhur
olan görüşlerine göre de kişi namaz esnasında ayakkabısında namaza mâni bir
pisliğin bulunduğunu anlar anlamaz hemen o ayakkabıyı amel-i kalîl ile çıkarıp
atarsa, namazı bozulmaz. Fakat o ayakkabıyı hemen o anda çıkarmasa veya amel-i
kesir ile çıkarırsa namazı bozulur.
İmam
Şafiî'nin eski mezhebi de böyle idi. Fakat Şafiî'nin daha sonraki benimsediği
görüşe göre ise, namaz esnasında ayakkabısında veya elbisesinde namaza manî
bir pisliğin bulunduğunu anlar-anlamaz namazı bozulur. Fakat bu pislikten
haberi olmazsa namazı sahilidir, tmam Ahmed ve Ebû Hanife'nin görüşü de
Şafiî'nin bu ikinci görüşü gibidir.
Mâlikî
mezhebine göre ise, eğer bu pislik ayakkabının üstünde idiyse namaz mutlaka
bozulur. Fakat ayakkabının altında bulunur ve sahibi de pisliğin farkına vanr
varmaz ayakkabıyı hemen çıkarır atarsa, namazı bozulmaz.
2. Ayakkabı yere sürtmekle temizlenir.
3. Ayakkabılar temiz olursa ayakkabıyla namaz kıhnabilir.
4. Amel-i kalîl namazı bozmaz. (651 no'lu hadisin izahına da bakılmalıdır.)
651. ...Bekr İbn Abdillah Peygamber (s.a.)'den (bir önceki) hadisi
nakletmiştir. Ancak (râvî Ebân bir önceki hadiste geçen) yerine ifadesini
nakletmiş ve kelime sinin geçtiği her iki yerde de kelimesini rivayet etmiştir.[367]
Bir
evvelki hadis-i şerifte kelimesi iki kere geç-mistir. Şafîîler bunların
birincisine hakiki manada pislik, ikincisine de insan tabiatının iğrendiği
örfî pislik mânâsı vermişler. "Yere sürterek temizlenmesi emredilen ikinci
pislik örfî pisliktir, yoksa birinci mânâdaki pislik değildir. Zira birinci
mânâdaki pislik yere sürtmekle temizlenmez" demişlerdir. Hanefîlere ve
onların görüşünde olanlara göre ise "kazer" kelimesinin bu iki
mânâya da ihtimali vardır. Şayet hadisteki birinci kelimesinin hakiki pislik
anlamında kullanıldığı düşünülürse, o zaman namaza manî olmayacak kadar az,
-diğer bir tabirle-affedilecek kadar az bir pislik olduğu kabul edilir. Eğer
tükrük gibi örfî mânâdaki pislik anlamında kullanıldığı düşünülürse, zaten
namaza mâni değildir.
Ancak,
konumuz olan bu hadis-i şerifte geçen "habes" kelimesi ise, hakiki
pislik anlamına gelir. Bu bakımdan Hanefîler, enson görüşüne göre tmam Şafiî,
halef ve selef uleması bu pisliğin namazda affedilen az miktarda pislik
olduğunu kabul ederler. Çünkü namaza engel teşkil edecek kadar çok olan
pisliğin namazdan önce ve usûlüne göre temizlenmesinin şart olduğunda ittifak
vardır.[368]
652. ...Şeddâd b. Evs babasından (Evs'ten); demiştir ki: Resülullah (s.a.)
şöyle buyurdu: "Yahudilere muhalefet ediniz. Çünkü onlar ayakkabılanyla ve
mestleriyle namaz kılmıyorlar (siz kılınız)!”[369]
Yahudiler
"Ey Mûsâ, şübhesiz benim ben senin Rabbin, Haydi pabuçlarını çıkar. Çünkü
sen mukaddes vadide "Tuva" dasın"[370]
emrine uyarak ibâdetlerini yaparken ayakkabılarını çıkarırlardı. Ayakkabı ile
ibâdet etmek onlarca makbul değildi.
Müslümanlar
ise, bu hadis-i şerifte namazlarını ayakkabı ile kılarak Yahudilere muhalefet
etmekle emrolunmuştur. Ancak buradaki emir farziyet değil, mubahlık ifâde eder.
Nitekim bir Önceki hadisin açıklanmasında, tercemesini sunduğumuz îbn Ebî
Şeybe'nin Abdurrahman b. Ebi Leylâ'dan naklettiği "isteyen namazını
ayakkabıyla kılar, yalınayak namaz kılmak isteyen de ayakkabılarını çıkarır öyle
kılar"[371] mealindeki hadis-i şerif
de buradaki emrin mubahhk ifâde ettiğine delâlet eder.
Hatta
bazı âlimler, "Ey Adem oğullan, her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek
gidin"[372] âyetine bakarak
ayakkabılı kılınan namazın daha faziletli olduğu hükmüne varmışlardır.[373] 653
numara ile terceme edeceğimiz hadis de buna delâlet eder.
ed-Dürru'I-Muhtâr’da
bu mevzuda şöyle denilmektedir; "Ayakkabı ile namaz kılmak çıplak namaz
kılmaktan daha faziletlidir." İbn Âbidîn de ona yazdığı haşiyesi Reddu'l-Muhtâr'da
şöyle diyor; "temiz mest ve ayakkabılarla namaz kılmak, Yahudilere
muhalefet için çıplak ayakla namaz kılmaktan daha faziletlidir."
Tatarbâniye'de ise, şöyle denilmektedir; "Ayakkabılar temiz bile olsa,
mescidi kirletmek tehlikesi varsa, çıplak ayakla namaz kılmak daha
faziletlidir. Mescid-i Nebevi, Resûl-i Ekrem'in sağlığında kumlarla kaplı idi.
Zamanımızda içine halılar serilmiştir."
Umdetü'l-Müftf
isimli eserde de şöyle deniliyor; "Mescide ayakkabı İle girmek edebe
uymaz."
Bütün
bu fetvaları Bezlü'l-Mechûd isimli eserinde nakleden merhum es-Sehârenfûrî, bu
mevzudaki kendi görüşlerini de şöyle ifâde ediyor; "Günümüzde
ayakkabılarla ibâdet eden Hıristiyanlara bakarak namazın çıplak ayakla
kılınması gerektiği kanaatindeyim."[374]
Bütün
bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, tslâmiyette ayakkabı ile de, çıplak ayakla
da namaz-kılmak caizdir. Ancak bazı hallerde biri diğerine tercih edilebilir.
(653 no'lu hadis-i şerifin şerhindeki izahata müracaat edilebilir.)[375]
653. ...Amr b. Şuayb'in babasından rivayet ettiğine göre dedesi (şöyle)
demiştir: "Ben peygamber (s.a.)'i ayakkabılı da ayakkabısız da namaz
kılarken gördüm."[376]
Bu
hadis-i şerif gerek ayakkabılı, gerekse ayakkabısız olarak namaz kılmanın caiz
olduğunu ifâde etmektedir. Aynı zamanda namazı ayakkabı ile kılmayı ifâde eden
bir önceki hadis-i şerifteki emrin hükmünü farz olmaktan çıkarıp mübahlık ifade
ettiğini bildiren de bu hadis-i şeriftir. Çünkü emr kayıtsız ve şartsız olduğu
zaman, farziyet ifâde eder. Ancak onun farziyyet için olmadığını ortaya koyan
diğer bir delil bulunursa, o zaman o emr farziyet ifâde etmekten çıkmış olur.
îşte
bu hadis-i şerif Resûl-i Ekrem'in bazan ayakkabılarla bazan da ayakkabısız olarak namaz kıldıklarını ifâde ederek
ayakkabı ile namaz kılmanın caiz olduğunu, farz olmadığını açıklamıştır. Bir
önceki hadiste de açıkladığımız gibi bazı fıkıh âlimlerinin ayakkabı ile
kılınan namazın daha faziletli olduğuna dair hükümlerinin delili ise, A'raf
Sûresinin 31. âyetidir.
Kadı
Iyaz, bu mevzuda şunları söylemektedir; "Eğer ayakkabıda pislik ol madiği
biliniyorsa,o ayakkabı ile namaz kılmakta herhangi bir sakınca yoktur.”
"Fakat
üzerinde, pislik olduğunda bütün ulemânın birleştiği cinsten bir pislik bulunan
ayakkabı, su ile iyice temizlenmedikçe o ayakkabı ile namaz kılınamaz.
"Ulemânın
pis olup olmadığında kesinlikle görüş birliğine varmadığı hafif necaset
cinsinden bir pislik bulaşan aVakkâbının toprağa sürtülerek temizlenip
temizlenmeyeceği hususunda biz Mâlikîlere göre iki görüş vardır, Evzaî ve
Sevrî'ye göre böyle hayvan tersi gibi hafif necaset cinsinden pislik bulaşan
ayakkabı toprağa sürtünce kesinlikle temizlenir.
"Hanefilere
göre, ayakkabıya bulaşan idrar ise, veya yaş pislik ise, yıkanmadıkça ayakkabı
temizlenmiş olmaz ve o ayakkabıyla namaz kılınmaz.
"Şâfiîlere
göre, ağır pisliği ancak su temizleyebilir. Bu mevzuda îmam Şafiî şöyle
demiştir; "Pisliğinde ihtilâf edilen hafif pisliğin toprağa sürtmekle
temizlenip temizlenmeyeceği hususu bize göre ihtilaflıdır."
Netice:
Bu hususta iki noktayı belirtmekte fayda mülahaza edilir:
1. Hz. Peygamberin yaşadığı bölge ile içinde bulunduğumuz bölgenin
özelliğidir. Bilindiği gibi Medine-i Münevvere ve Arab yarımadasında bölgenin
sıcak ve kumluk olması, yolların kuru ve çoğu kez temiz olduğu gerçeğinden
hareket edersek ayakkabıların temiz olup olmaması konusunda hüküm vermek
kolaydır. Peygamber aleyhisselâm zamanında bugünkü tarzda tuvaletlerin
olmaması, kum üzerine ihtiyaç giderilmesi, sıçrama tehlikesinin
bulunmaması,kısa zamanda sıcağın harareti, pisliği izale etmesi, oradaki
temizliği kolaylaştırmaktadır.
Zamanımızda,
hayvancılığın çoğalması, pisliklerin sokaklarda belirmesi, yüznumaralara
ayakkabı ile girilmesi yanında bunların pisliğini giderecek kum ve toz teması
da olmaması ayakkabı ile namaz kılma hükmünü kaldırmaktadır. Çünkü hüküm
ayakkabıların temiz olması halinde ayakkabı ile namaz kılınabileceğidir.
2. Namazın sıhhatinin şartlarından biri de necâcetten taharet olduğuna
göre, ayakkabılarda buna mâni bir necasetin bulunmamasıdır ki, yukarıda
zikredilmiştir. Biz burada cenaze namazında kılınan namaz üzerinde duracağız
ki, günümüzde buna dikkat edilmemektedir. Namazın, cenazesi ve farzı yoktur.
Namaz namazdır. Camide kılınan namaz ile cenaze namazı arasında fark yoktur.
Günümüzde ise, camide kılınan namaza dikkat edilirken, cenaze namazına dikkat
edilmemektedir. Ayağındaki ayakkabılarla beş vakit namazdan birini
kılamayacaksa aynı ayakkabı ile cenaze namazını da kılamaz. Ancak,
ayakkabıların altı pis üstü temiz olacak olursa, ayakkabısını çıkararak ayakkabılarının
üstüne basarak namaz kılabilir. Aksi halde yerin temiz olması halinde yere
basılmalı veya temiz bir şey üzerinde namaza durmalıdır.[377]
654. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Peygamber
(sallellahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden bîriniz namaz
kılmak istediği zaman ayakkabılarını sağına veya soluna koymasın. Çünkü onun
solu başka bir kimsenin sağı olur. Ancak solunda hiç bir kimsenin bulunmaması
hâli müstesna (o zaman soluna koyabilir). (Şayet solunda da birisi varsa o
zaman onları) ayaklarının arasına koysun.[378]
Ayakkabılarda
pislik bulunma ihtimâli olduğundan namaz esnasında sağ tarafta ayakkabı
bulunması sakıncalıdır. Çünkü sağ taraf devamlı surette saygıya lâyık görülmüş
ve her türlü pisliklerden korunmuştur. Bu bakımdan sağ elin taharette ve
benzeri yerlerde kullanılması caiz değildir. Çünkü insan yemek yerken pislik
tuttuğu elle ağzına yemek götürdüğü sırada pisliği hatırlayarak iğrenebilir.
Aynı
şekilde insanın namaz kılmak istediği zaman ayakkabıları sağ tarafına koyması
sakıncalı görülmüş, burada da sağ taraf üzerinde pislik bulunması ihtimali
olan ayakkabılardan korunmuştur.
Bu
sebeble namaz kılmak isteyen kimse ayakkabılarını sol tarafında, bir
kimse,bulunmuyorsa soluna koymalıdır. Ancak sol tarafında da bir kişi varsa,
bu defa ayakkabılar o kişinin sağına konmuş olacağından yine caiz olmadığı
gibi, aynı zamanda o kişiyi rahatsız edeceğinden haram işlenmiş olur. Öyleyse
solunda namaz kılan bir kimse olduğu zaman ayakkabılarını ayaklarının arasında
kalan boşluğa veya secdede göğsünün altına gelecek şekilde önüne koyabilir.
Bunda bir sakınca yoktur. Nitekim bu konu 655 numaralı hadis-i şerifte de ifâde
edilmektedir.[379]
655. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz namaz
kılmak isteyip de ayakkabılarını (ayağından) çıkardığı zaman, onlarla kimseyi
rahatsız etmesin. (Ya) onları ayaklarının arasına koysun, yahutta namazı
onlarla kılsın."[380]
Bu
hadisle ilgili açıklamalar bundan önceki iki hadisin şerhinde geçmiştir. Oraya
müracaat edilmelidir. Şuna işaret edelim ki, bugün artık camilerdeki ayakkabılıklar
kullanmak, kesinlikle ayakkabıları, pencere kenarlarına veya duvar diplerine
koymamak gerekmektedir. Mescidlerin temizliği ve cemaatin rahatsız edilmemesi
buna bağlıdır.[381]
656. ...Meymûnebint el-Hâris demiştir ki: "Peygamber (s.a.) namaz
kılar ben de hayızh olduğum halde onun (yüzü) hizasında bulunurdum. Bazan
seccade üzerinde namaz kılarken secdeye vardığında elbisesi bana
dokunurdu."[382]
Hadis-i
şerifte geçen kelimesi hurma yaprakların-dan örülmüş seccade anlamına gelir.
Hıımre aslında örtmek demektir. Bazılarına göre bu seccade ipleri hurma
yapraklan ile örtülü olduğu için bu ismi almıştır. Taberî'ye göre ise, küçük
bir namazlık anlamına gelir. İnsanın elini ve yüzünü yerin soğuk veya
sıcağından Örterek koruduğu için bu ismi almıştır. Eğer büyük olursa
"hasır" ismini alır.[383]
Hattâbî
ise, yerin yüzünü örttüğü için bu ismi aldığını söyler.
İbn
Battal, seccade üzerinde namaz kılmanın caiz olduğuna dair ilim adamları
arasında görüş birliği bulunduğunu, ancak sadece Ömer b. Abdullaziz'in seccade
üzerine toprak dökerek secde ettiğini bunun da onun seccade üzerine secde
etmeyi caiz görmediğine değil de tevazu ve huşû'daki derecesine delâlet
ettiğini söylemiştir.
Merhum
Hattâbî bu hadis-i şerif üzerine yazdığı haşiyesinde şunları kaydetmiştir:
"Bu hadis hasır ve benzeri sergiler üzerinde namaz kılmanın caiz olduğuna
delâlet etmektedir. Seleften bazıları toprak üstünde kılınmayan namazın mekruh
olduğunu söylemişlerse de bazıları yerden biten her cins bitkiden yapılmış
sergi üzerinde namaz kılmak caizdir demişlerdir."[384]
1. Hayızlı kadınla bir arada bulunmak caizdir.
2. Hayızlı kadının bedeni temizdir.
3. Namaz kıtan bir kimsenin elbisesine kadının dokunması onun namazına zarar
vermez. Bu hususta kadının temiz veya hayızlı olması halidir.
4. Hasır ve seccade üzerinde namaz kılmak caizdir.
5. Hayızlı kadının elbisesi temizdir.
Ancak
Kirmanı, kadınla bir hizada namaz kılmak namazı bozmaz diyerek Hanefileri
tenkid etmek istemiştir. Ancak Aynî, bu mesele Kirmânî' nin zannettiği gibi
olmayıp bir takım kayıt ve şartlara bağlı olduğunu bu şartlar gerçekleşmedikçe
erkeğin kadınla yan yana durmasının Hanefîlere göre de namazı bozmadığını beyân
etmiştir.[385]
657. ...Enes b. Malik’den; demiştir ki:
“Ensar’dan
bir adam (Peygamberimize); “Ya Resulallah (s.a.), ben şişman bir adamım,
seninle beraber namaz kılamıyorum” dedi.(Gerçekten de) şişmandı.Peygamber için
bir yemek hazırlayıp onu evine çağırdı ve Peygamberimize, (haydi) bir
namaz kıl da nasıl namaz kıldığını
göreyim, böylece (bundan sonraki namazlarımda) seni örnek alayım” dedi.(Bunun
üzerine kalkıp) ellerindeki hasırın bir yanını ıslattılar.(Hz. Peygamber de)
kalktı iki rekat namaz kıldı.
İbn Carud, Enes b. Malik’e, “Peygamber (s.a.)
böyle devamlı kuşluk namazı kılar mıydı?” dedi.O da:
O
günden başka onu (kuşluk namazı ) kılarken görmedim cevabını verdi.[386]
Yemek
hazırlayarak Hz. Peygamberi evine çağıran sahâbî, Ibn Hacer el-Askalân’ye göre,
Atbân b. Mâlik'dir. Çok, şişman olduğu için cemaatle namaz kılamazdı. İmama
uyamadığı için geri kalır, namazını imamla beraber bitiremezdi. Resûlullah'ın
namaz kılışını yakından görmek ve onu örnek almak için evine yemeğe çağırmış ve
yukarıda geçtiği gibi ev halkı kendilerine ait bir hasırı yıkayarak sermişler,
Resûl-i Ekrem de kuşluk namazını hasırın üzerinde kılmıştır. Bu hasın
yıkamalarına sebeb, üzerinde pislik bulunduğunun kesinlikle bilinmesidir.
Enes
b. Mâlik'e; Resûl-i Ekrem'in her zaman böyle kuşluk namazı kılmak âdeti
miydi?" diye soru soran kimsenin ismi Abdulhamîd b. el-Münzir b.
el-Cârûd'dur.[387]
1. Yemek hazırlayarak fazilet sahibi kimselere ikram etmek mustehabtır.
2. Meşru bir engel olmadığı zaman, davete icabet etmek gereklidir.
3. Hasır ve benzeri sergiler üzerinde namaz kılmak caizdir.
4. Namaza gitmeyi güçleştirendir özür bulunduğu zaman cemaati terk etmek
caizdir.Hasır üzerinde namazın cevazı ile ilgili malumat için bir ön-çeki
hadisin izahına bakılmalıdır.
5. Fakir bir müslüman davet ettiği zaman tekebbüre kapılmadan davete
icabet etmek gerekir.[388]
658. ...Enes b. Mâlik (r.a.)'den şöyle cfediği rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.) Ümmü Süleym'i (zaman zaman) ziyaret ederdi, bazan (da bu
ziyaret esnasında) namaz (vakti) girerdi. Resûl-i Ekrem (s.a.) de bize ait ve suyla yıkanmış
hasırdan ibaret olan bir sergi üzerine namaz(ını) kılardı.[389]
608
numaralı hadis-i şerifi açıklarken belirttiğimiz gibi Enes b. Mâlik'in teyzesi
Ümmü Haram, Resûl-i Ekrem (s.a.)'in süt annesi idi. Enes (r.a.)'in annesi Ümmü
Süleym ile beraber otururdu. Bl bakımdan Resûl-i Zişân Efendimiz sık sık bu iki
kadını ziyaret ederdi. Bazan da bu ziyaret saatleri namaz vaktine isabet
ederdi. Bu sebeble de namazın ilk sünnetini orada kılardı. Bu namazın farz
namaz olduğunu kabul etmek imkânsızdır. Çünkü; "Resûl-i Ekrem, farz
namazları mutlaka mescidde cemaatle kılardı.[390]
Bu'bakımdanÜmmü Süleym'in (r.anhâ) evinde kılınan bu namazın farz namaza bağlı
olarak kılınan revâtib sünnetlerinden birinin olması ihtimali çok kuvvetlidir.
Çünkü Resûl-i Zişan Efendimizin mescidde nafile kılmak âdeti değildi.
Netice
olarak bu hadis-i şerif hasır, post ve benzeri sergiler üzerinde namaz
kılmanın caiz olduğunu beyân etmektedir. Bu sergilerin bitkilerden veya hayvan
derilerinden yapılmış olması da önemli değildir. Tirmizî'nin ifâdesine göre
gerek sahabeden ve gerekse sonraki nesillerden gelen ilim adamlarının büyük
çoğunluğu bu görüştedirler. Aynı zamanda İmam Ahmed, el-Evzaî, Şafiî ve fıkıh
âlimlerinin büyük çoğunluğu da bu görüştedirler.[391]
659. ...el-Muğîre b. Şu'be (r.a.)'den; demiştir ki: "Peygambs s.a.)
hasır ve debağatlanmış post üzerinde namaz kılardı.”[392]
Bu
hadis-i şerif hasır, post ve benzeri sergiler üzerinde namaz kılmanın caiz
olduğunu ifâde eden bir önceki hadis-i şerifi te'yid etmektedir.
Yine
bir önceki hadis-i şerifin izahında belirttiğimiz gibi ulemânın büyük
çoğunluğu da bu görüştedir.
Her
ne kadar bu hadisin râvîleri arasında kimliği iyice bilinmeyen Abdullah b.
Said bulunduğu için bu hadis zayıfsa da Resûî-i Ekrem'in hasır ve benzeri
sergiler üzerinde namaz kıldığı bir çok sahih senedle rivayet edilmiştir.
Ancak
tabiînden bazı kişiler, toprağın dışında herhangi bir sergi üzerinde namazı
mekruh sayarlardı. İbn Şîrîn ile Saîd b. el-Müseyyeb keçe üzerinde namaz
kılmanın mekruh olduğunu söylerlerdi. Câbir b. Zeyd ise, hayvan derisinden
yapılan her çeşit sergi üzerinde namaz kılmayı mekruh görürdü
Urve
b. Zübeyr de toprağın dışında herhangi bir sergi üzerinde namaz kılmayı mekruh
sayardı.
Mâlİkî
mezhebine göre, yumuşak sergi üzerinde secde etmek mekruhtur. Ancak hasır
üzerine secde etmekte bir sakınca yoktur. Müdevvene'de İmam Mâlik (r.a.)'in
keçe üzerine, kıldan yapılmış sergi üzerine, secde etmeyi mekruh gördüğü ancak
bu sergiler üzerinde oturup kalkmada ve rükû etmede bir sakınca görmediği
kaydedilmektedir. Yine İmam Mâlik, hasır ve otlardan örülen sergiler üzerine
secde etmekte bir sakınca görmediği gibi, toprağın soğuğundan veya sıcağından
korunmak maksadıyla ketenden veya pamuktan dokunmuş elbise üzerine secde
etmekte de bir sakınca görmezdi.[393]
660. ...Enes b. Mâlik (r.a.)',den; demiştir ki: "Biz Resûlullah (s.a.)
ile sıcağın şiddetli zamanlarında namaz kılardık. (İçimizden) birimiz (sıcağın
şiddetinden dolayı) yüzünü yere koyamazsa elbisesini sererek üzerine secde
ederdi."[394]
Bu
hadis-i şerif, sıcağın ve soğuğun şiddetli zamanlarında giyilen elbiseyi
namazda iken yayıp üzerine secde etmeyi caiz gören Ebû Hanife, Mâlik, Ahmed b.
Hanbel ve îshak b. Râhûye'nin delilidir. Bu imamların bu ictihadları aynı
zamanda Hz. Ömer'in görüşüne de uygundur.
İbrahim
en-Nehâî, Atâ, Mücâhid de bu görüşte oldukları gibi, Hasan el-Basri de
"Bunda bir sakınca yoktur" demiştir.
İmam
Şafiî ise, Hâkim ile Öeyhakî'nin[395] ,
Habbâb b. el-Eret (r.a.)'den rivayet ettikleri; "Nebiyy-i Ekrem (s.a.) 'e
taşların sıcaklığından dolayı alınlarımızda hissettiğimiz acıdan şikâyette
bulunduk da bize bu sıkıntımızı giderecek bir çâre söylemedi" mânâsındaki
hadisle ve "Ey Rabah, alnım toprağa bula" mealindeki hadis-i şerif
ile amel ederek bu âlimlere muhalefet etmiştir. Şafiî hazretlerine göre
mevzuumuzu teşkil eden hadis-i şerifin, üzerine secde etmeye izin verdiği
elbise, namaz kılan kimsenin üzerinde giyili olmakla beraber üzerinde olduğu
kimsenin hareketiyle hareket etmeyecek kadar uzun olan elbisedir. Şayet
sahibinin hareketiyle hareket ederse, o elbisenin üzerine secde edilerek
kılınan namaz fasit olur.[396]
1. Namaz esnasında namazın sıhhati veya kemâli ile olarak yapılan amel-j
kalîlde herhangi bir sakınca yoktur.
2. Namaz kılan kimsenin üzerine giymiş olduğu elbisenin bir ucuna secde
etmesi caizdir.
3. Namazda huşu duygusunu korumaya ve devam ettirmeye dikkat etmek
lâzımdır. Çünkü Sahâbe-i Kirâm'ın elbiselerinin üzerine secde etmekten
gayeleri sıcağın tesiriyle huşularının kaybolmasını önlemekti.[397]
661. ...Câbir b. Semure'den; dedi ki:
Peygamber
(Sallellahü aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Siz meleklerin Rabbleri
huzurunda saf bağladığı gibi saf teşkil etmez misiniz?"
Melekler
Rabbleri huzurunda nasıl saf bağlarlar? diye sorduk. Peygamber (s.a.):
"Öndeki
safları tamamlarlar ve saf da sıkışık dururlar" buyurdu.[398]
Cemaat
çoğalıp da saf teşkil etmek gerekince safların tertibi şöyle olur: Evvelâ
erkekler, sonra erkek çocuklar, daha sonra kadınlar saf olur. İşte bu hadis-i şerif
safların tertibine ve önemine dikkati çekmekte müslümanların saflarını düz ve
sık tutmalarını emretmektedir.
Nitekim
Resul-ü Ekrem Efendimiz : "Doğrulunuz ki ki kalpleriniz de doğrulsun.
Sıklasınız ki, birbirinize karşı merhamet ve şefkat hasdolsun."[399]
Yine
Resul-i Ekrem (s.a.) Efendijniz bu mevzunun önemini beyân etmek için şöyle
buyurmuşlardır: "Safları düzgün ve omuzlarınızı bir hizada tutunuz.
Aranızdaki açıklıkları kapatınız. Kardeşlerinizi ellerinizle yumuşatarak yani
omuzlarını okşayarak safa sokunuz. Şeytana (aranızda) açıklık bırakmayınız.
Saflara yaklaşan Cenab-ı Hakk'a da yaklaşmış olur. Safların arasını açanın
Cenab-ı Hakla da arası açılır"[400]
1. îmamın cemaate dikkat etmesi ve onları haklarmda en hayırlı olan
fullere teşvik ve davet etmesi lazımdır.
2. Öncelikle ilk safları tamamlamak ilk saflar tamamlanmadan ikinci saf fa
geçmemek müstehabdır.
3. Safların sık tutulması müstehabdır.
Fıkıh
âlimlerinin bu konudaki görüşleri için aşağıdaki hadisin izahına bakılmalıdır.[401]
662. ...Nu'mân b. Beşir şöyle demiştir:
(Birgün)
Resûlullah (s.a.) cemaate yönelerek üç defa "saflarınızı düzeltiniz-'
buyurdu (ve sonra şöyle devam etti): "Vallahi ya saflarınızı
düzeltirsiniz, yabutta Allah kalblerinizi başka başka taraflara çevirir."
(Râvi Nu'man b. Beşîr) dedi ki: Ben (Resûl-i Ekrem'in bu sözünden) sonra gördüm
ki herkes omuzunu arkadaşının omuzuna, dizini arkadaşının dizine, topuğunu (da)
arkadaşının topuduna yapıştırıyordu.”[402]
Bu
hadis-i şerifin zahirine göre buradaki safların düz ve sık tutulmasına dair
emrin farziyet ifâde etmesi gerekir. Çünkü böyle yeminle birlikte şiddetli
tehdid bildiren emirlerin hükümleri farziyet ifâde eder. îbn Hazm bu hadis-i
şerifin zahirine sarılarak namazda safları düz tutmanın farz olduğuna
hükmetmiştir, tbn Hazm ayrıca Hz. Ömer'in, safların düz tutulması için Ebû
Osman en-Nehdî'nin ayağına vurduğuna dair rivayet edilen hadis ile ve bir de
Süveyd b.Ğafle'den rivayet edilen, "Bilâl bizim omuzlarımızı bir hizaya
getirir ve namazda ayaklarımıza vururdu" mealindeki hadis-i şerifle amel
etmiş ve Hz. Ömer ve Bilâl farzın dışında herhangi bir fiili terk etmekten
dolayı kimsenin ayaklarına vurmamışlardır, demiştir.
Ulemânın
büyük çoğunluğuna göre ise, namazda safları düzgün tutmanın hükmü sünnettir.
Hatta bazı kimseler safları namazda düz tutmanın hükmünün sünnet olduğuna dair
icma bulunduğunu iddia etmişlerdir. Bu hükmü benimseyen kimseler göre hadis-i
şerifteki yeminle te'kid edilmiş olan şiddetli tehditler farziyyet için değil,
safların düzgün tutulmasına teşvik ve buna uymayanları bu hareketlerinden
sakındırmak içindir.
Aynı
şekilde Hz. Bilâl ve Hz. Ömer'in, safların düzenini bozan kimselerin
ayaklarına vurmaları da safları düz tutmanın farz olduğunu ifâde etmez. Çünkü bu
zatların, sünnetin terkinden dolayı da ta'zir cezası gerektiği görüşünde
oldukları bilinmektedir.
Hadis-i
şerifte geçen "Allah'ın kalbleri başka başka tarafa çevirmesi*' sözüyle
kasd edilen mânâ ise kalblerin kin, düşmanlık ve öfke ile dolması, cemaatin
kalbine müslümanhğın ekmiş olduğu esvgi ve merhamet duygularının, yerlerini bu
süflî duygulara terk etmesi demektir. Çünkü dış organlarla yapılan fiillerin
kalbteki ve iç dünyamızdaki tesiri büyüktür. Dışarıdaki her hareketin içte
kendine göre bir tesiri vardır.[403]
1. Namazda safların sık ve düzgün tutulması teşvik edilmiştir.
2. Safların düzenini bozan kimseler Resûlullah'ın diliyle azarlanmıştır.[404]
663. ...Simâk b. Harb'den; demiştir ki:
Nu'man
b. Beşîr'i (şöyle) derken işittim: "Peygamber (s.a.) bizi saflarda ok
gibi düzene sokardı. Resûlullah (s.a.) bizim bunu öğrendiğimize (ve önemini)
anladığımıza kanaat getirinceye kadar (bu işe devam etti). Bir gün (yine) bize
yönelmişti. Bir de ne görsün, bir adam göğsünü (saftan) ileri çıkarmış (duruyor).
Bunun üzerine (şöyle); (Allah'a yemin olsun ki) Ya saflarınızı düzeltirsiniz,
yahutta Allah aranızı açar" diye buyurdu.[405]
Bu
hadis-i şerif safların düzeltilmesini emretmektedir. Safların düzeltilmesinden
maksat, bir safta bulunan kimselerin dümdüz bir hizada durmalarıdır. Safların
aralarındaki boşlukları doldurmaya tesviye denir. Bu bakımdan cemaatle namaz
kılacak olan kimse, hem safların sıklığına hem de düzgünlüğüne dikkat etmeli ve
bu düzeni bozmaktan son derece sakıncalıdır. Peygamber Efendimizin, "Ya
safları düzeltirsiniz, yahutta Allah yüzlerinizi başka başka kılıklara çevirir
(aranızı açar)" buyurması, safları düzgün tutmayanlar hakkında büyük bir
tehdiddir. Cemaat çeşitli yönlere dönerek safları bozunca, cezaları, suçları
cinsinden olmak üzere, yüzleri de başka kılıklara döndürülecektir. Bazıları bu
cümleye "Allah aranıza düşmanlık ve kin sokar, kainlerinizi değiştirir”
şeklinde mânâ vermişlerdir. Çünkü cemaatin safları bozması zahirî bir
muhalefettir. Zahirin muhalefeti ise, bâtının muhalefetine sebeb olur.
Ulemâdan
bazıları da hadiste zahirî mânâsının kasd edildiğini söyleyerek hadise şöyle
mânâ vermişlerdir: "Saflarınızı düzeltin! Düzeltmezseniz, Allah da sizin
yüzlerinizi asli yaratılışından çıkararak kafanız tarafına çevirir. Neticede
çirkin bir şekil alırsınız."
Namazda
safları düzeltmenin mezheb imamlarına göre hükmü bir önceki hadis-i şerifte
geçmiştir. Oraya müracaat edilebilir.
Rivayete
göre Hz. Ömer safları düzeltmek için özel adamlar görevlendirmişti. Kendisi
imam olduğu vakit bu görevliler safların düzeldiğini haber vermedikçe namaza
niyetlenmezdi. Hz. Osman ile Hz. Ali'nin bu cihete çok dikkat ettikleri rivayet
olunur. Hatta Hz. Ali namaza duracağı zaman, safları teftiş eder bir safta
eğrilik görürse: "Ey filan, sen biraz ileri çık; ey falan sen de biraz
geri çekil!.." dermiş. Hadis-i şerif safların düzeltilmesinden başka
ikâmet esnasında ve ikâmetle namaz arasında konuşmanın caiz olduğuna da
delildir.[406]
664. ...el-Berâ b. Âzib (r.a.)'den; demiştir ki:
Peygamber
(s.a.) bir ucdan bir uca safların arasına girer, göğüslerimize ve omuzlarımıza
dokunarak (bizi doğrultur) ve; "eğri büğrü olmayınız ki kalbleriniz
arasında ihtilaf olmasın, şüphesiz Allah ile melekler ilk saflara rahmet ve
istiğfar ederler" buyurdu.[407]
Hadisin
zahirine göre kalb, dış organların hareketlerinden müteessir olmakta ve hatta
tamamen onların hareketlerine bağlı olarak değişmektedir. Gerçekten de
fiillerimizle fikirlerimiz arasında karşılıklı te'sirler vardır. Toplumsal
davranışların ise, fikir ve hisler üzerindeki te'siri daha da büyüktür.
Ancak
bu hadis-i şerifin, "dikkat edin vücudda bir et parçası vardır; iyi olduğu
zaman vücudun tamamı iyidir, o bozulduğu zaman vücudun tamamı bozulur. Dikkat
edin o kalbdir."[408]
hadis-i şerifiyle tearuz ettiği zan-nedilmemelidir. Çünkü bu hadiste fert veya
toplum olarak kişilerin davranışlarının başkalarının kalbi, fikri ve hisleri
üzerindeki tesirleri ifade edilirken, ikinci hadis-i şerifte şahsın kalb
alemindeki kendi duygu, düşünce ve heyecanlarının yine kendi dış organları
üzerindeki tesiri ifâde edilmektedir. Bu mânâda kalb gerçekten vücud sarayının
hükümdarıdır. Vücudun bütün organları ona bağlıdır.
Bazan
kalb sevinçle dolar da gözler bu sevincin müjdesini pırıl pırıl parlayarak
verir, dudaklar memnuniyetle gülümser. Bazan sıkıntıdan patlayacak hâle gelen
kalbin bu dehşet verici hali yüzlerde en açık ifâdesini bulur. Bazan berrak bir
suyun şırıltısını hatırlatacak kadar şen ve tatlı, bazan bir kayanın uçurumlara
yuvarlanışındaki korkunç gürültüleri hatırlatacak derecede sert ve keskin
ifadeli sözler hep içteki kalbin dışta görülen eserleridir.
Ayrıca
bu hadis-i şerifte ilk safların fazileti beyân edilmiştir. Nitekim diğer bir
hadiste şöyle buyurulmuştur: "Erkek saflarının en hayırlısı birincisi ve
en hayırsızı sonuncusudur. Kadın saflarının en hayırlısı sonuncusu ve en
hayırsızı birincidir"[409]
Ayrıca,"Resûlullah birinci saf için üç kere ve ikinci saf için de iki kere
istiğfar etmiştir."[410]
Bu
bakımdan Allah'ın rahmeti en çok ilk safların üzerine iner.[411]
1. İmam safların tertib ve düzenine dikkat etmelidir.Gerektiği zaman
eliyle mudahelede bulunmalıdır.
2. Safların gerisinde kalarak veya ilerisine durarak düzenini bozmak yasaklanmıştır.
3. îlk saflara durmak teşvik edilmektedir.[412]
665. ...en-Nu'man b. Beşîr'den; demiştir ki: "Peygamber (s.a.) biz
namaza kalkınca saflarımızı düzeltirdi. Biz (saflarımızda iyice) düzelince de
tekbir alırdı."[413]
Bu
hadis-i şerif imamın gerek eliyle gerekse diliyle veya işâretleriyle safları
düzeltmesi ve ondan sonra namaza durması lâzım geldiğine delâlet etmektedir.
Ulemanın büyük çoğunluğu bu hadis-i şerifi delil getirerek, "îmam iftitah
(başlama) tekbirini, safları iyice düzelttikten sonra alır" demişler ve
safların tertibi de cemaat ayağa kalktıktan sonra olacağına göre, imamın ancak
ikâmet bittikten ve safları düzelttikten sonra namaza duracağı görüşünü kabul
etmişlerdir. Bazı âlimlerse imam, ikâmet getirilirken safları düzeltir, müezzin
"kad kametissalâtu" deyince de iftitah tekbirini alır demişlerdir.
Bilindiği gibi Hanefî ulemâsı da bu görüştedir.[414]
666. ...tbn Ömer (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallellahü
aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Saflarınızı düz tutunuz, omuzları(mzi)
bir hizaya getiriniz, boşluktan kapatınız, kardeşlerinize yumuşak
davranınız."
(Râvi)
Isa, "kardeşlerinize yumuşak davranınız" kelimelerini rivayet
etmemiştir.
"Şeytana
(aranızda) açıklık bırakmayınız. Saffı birleştiren kimseye Allah (rahmetini)
eriştirir. Birleştirmeyenden de (rahmetini) keser."[415]
Ebü
Dâvûd dedi ki: Ebû Şecere, Kesîr b. Mürre'dir.
YineEbû
Dâvûd dedi ki: "Kardeşlerinize yumuşak davranınız” cümlesinin anlamı; bir
kimse gelip de safa girmek istediği zaman, herkes ona karşı omuzlarını yumuşak
tutsun da, o da safa girebilsin, demektir.[416]
Hadis-i
şerifte geçen "kardeşlerinize yumuşak davranınız" sözüne hadis
âlimleri çeşitli mânâlar vermişlerdir. Merhum müellif Ebû Davud'un bu cümleden
aldığı mânâ tercümede sunulmuştur. Kıymetli âlimlerimizden Nimet-i İslâm
müellifi merhum M.Zihnî Efendi de bu cümlenin mânâsını şöyle açıklamıştır:
"Kardeşlerinizin omuzlarını ellerinizle okşayarak saflara sokulunuz. Ancak
bu cümleden bu mânânın çıkması kelimesinin şeklinde şeddeli okunmasına
bağlıdır. İmâm Ahmed'in ve Ebû Davud'un rivayetinde ise, şeklinde şeddesiz
olarak gelmiştir ki, saftakilere emirdir. "Kardeşlerinize size uzanan
elleri sebebiyle yumuşayın. Yani safa sokulmak için omzunuza el koyanlara
sertlik göstermeyiniz" demektedir.[417]
Netice
olarak kelimesi, şeddesiz okununca şu mânâ anlaşılıyor: "Safları
düzeltmek maksadıyla sizi elleriyle tutarak ileriye veya geriye çeken
kardeşlerinize itaat edin de iyilik ve takva hususunda yardımlaşmanın sevab ve
faziletine erişin."
Söz
konusu olan bu kelime şeddesiz okununca şu mânâya da gelir: "tek başına
bir safta namaz kılmak mecburiyetinde kalan bir kimse, sizi eliyle tutarak
yanma çektiği zaman, ona itaat ediniz de onun namazını fesada uğramaktan
kurtarınız."
Şeddeli
okununca, yukarıda da açıklandığı üzere bu "yumuşak davranınız”emri, safda
bulunanlara değil, safa girmek isteyenleredir.
Hadis-i
şerifte geçen "safı birleştiren" sözüyle, cemaate gelerek safta hazır
bulunan kimse kast edilmiş olabileceği gibi, safları sıklaştıran kimsenin kasd
edilmiş olması da mümkündür.
"Safları
birleştirmeyen kimse" sözüyle de safta bulunuyorken ihtiyaç olmaksızın,
kayfî olarak saftan çıkan kimse kast edilmiş olabileceği gibi, safa durduğu
zaman kendisiyle sağında veya solunda bulunan kimse arasında açıklık bırakanın
kasd edilmiş olması da mümkündür.
"Allah
rahmetini eriştirir" cümlesi aynı zamanda "Allah o kimseye rahmetini
eriştirsin"anlamındaCenab-ıPeygamber'indilinden bir dua da olabilir.
"Birleştirmeyeni
de rahmetinden keser" cümlesinde de "Allah ondan rahmetini
kessin" şeklinde beddua anlamı bulunduğu söylenebilir.[418]
1. Saflarda bulunan açığı kapatmak arkada bulunanlann üzerine vacıbdır.
2. Ön safta bulunan açıklığı kapatmakta büyük hayr ve sevab vardır.Bu
sevaba erişmeye mü.'minler teşvik edilmiştir.
3. Saflarda açıklık bırakan kimseler için şiddetli tehdidler vardır.
Hatta tbn Hacer bu tehdide bakarak saflarda açıklık bırakmayı büyük günahlardan
saymıştır.[419]
667. ...Enes b. Mâlik'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur: "Saflarınızı sıklaştırınız. Ve safları birbirine yaklaştırınız.
Boyunlarınız bir hizada olmasın. Nefsim kudret elinde olan (Allah) a yemin
ederim ki, şeytanların siyah ve küçük koyunlar gibi saf aralıklarına
girdiklerini görüyorum.”[420]
"Safları
sıklaştırmak "tan maksat saf teşkil eden fertler arasında açıklık
bırakmamaktır. "Safların biri birine yaklaştırılması"ndan maksat ise,
bazı imamların takdirine göre safların arasında üç zîra'dan fazla açıklık
bulunmamasıdır.[421]
Ni'met-i
İslâm müellifi iki saf arasındaki miktarın iki zira' olduğunu kaydetmektedir.[422]
Şeytanların
saflar arasından küçük ve siyah davarlar gibi koşuşmaları namaz kılanların
kalblerine vesvese vererek onların namazlarının sevabını düşürmek veya
namazlarını tamamen ifsad etmek içindir. Bu bakımdan saflar arasında açıklık
bırakmak tamamen şeytanların kalblere vesvese vermesine ve belki de namazı
tamamen ifsad etmelerine imkân vermek demektir.
Halbuki
saflar arasındaki yakınlık ve sıklık kalbler arasında da bir yakınlığa sebep
olacağından, şeytanın bu kalblere kin ve düşmanlık tohumlan atmasına da engel
olacaktır.
Hadis-i
şerifte şeytanların benzetildiği küçük ve kara koyunlar aslında Yemen'de
yetişir ve kuyruksuz olur.[423]
1. Safların sık ve düzgün oIması gerekir.
2. İki safın arasındaki mesafe de iki veya zira'(190-135 cm)'dan daha
fazla olmamalıdır.
3. Zorlayıcı bir sebeb olmaksızın yemin etmek caizdir.
4. Safların sık olmayışı, saflar arasına şeytanların girmesine sebeb
olur.[424]
668. ..Enes b. Mâlik (r.a.)'dan; demiştir ki:
Resûlullah
(s.a.) "Saflarınızı düzeltiniz. Çünkü safların düz olması namazın
kemâlindendir." buyurdu.[425]
Hadis-i
şerifte, safların sık ve düz tutulmasının namazın sıhhatinden değil de
tamamından sayılmasına bakarak, ibn Battal gibi alimler, safların sık ve düzgün
tutulmasının hükmü sünnettir demişlerdir. Çünkü bir amelin sıhhati; farzıyla,
tamamı, sünnetiyle, güzelliği ise, âdâb ve müstehablarıyladır.
Ancak
İbn Dakik'1-îd gibi bazı alimler de "tamam"kelimesinin örfte,
"güzellik" anlamında kullanıldığına bakarak, safları sık ve düzgün
tutmanın müstehab olduğunu söylemişlerdir. Fakat "şer'î mânânın yanında
örfî mânânın bir değeri yoktur" diye kendisine cevab verilmiştir.[426]
Bununla beraber, Müslim'in bir rivayetinde "tamam" kelimesi yerinde
"hüsn" (güzellik) kelimesi geçmektedir.[427]
îbn
Hazm ise, hadisin zahirî mânâsına bakarak safların sık ve düz tutulmasının
farz olduğunu söylemiştir. Biz bu mevzudaki mezheb imamlarının görüşlerim 662.
hadisin açıklamasında naklettik. Oraya müracaat edilebilir.[428]
669. .. .Muhammed b. Müslim b. es-Sâib demiştir ki: Bir gün Enes b.
Mâlik'in yanında namaz kıldım da (bana):
Bu
sırık niçin yapıldı biliyor musun? dedi. (Ben de:)
Hayır
Vallahi bilmiyorum dedim. O da (şöyle) dedi:
Peygamber
(s.a.) bunu eline alır ve "saflarınızı düzgün ve sık tutunuz"
buyurdu.[429]
Safların
düzeltilmesinden maksat, bir safta bulunan cemaatin tamamıyla bir hizaya
durmalarıdır.Safların aralarındaki boşlukları doldurmaya da "tesviye"
denir. Biz tercümemizde buradaki tesviyeye safları düz ve sık tutmak manası
verdik.
Resul-i
Ekrem'in mescide konulmasını emrettiği bu sırığı safları düzeltme esnasında
eline almasının hikmeti "Saflarınızı bu sırık gibi dümdüz yapınız"
demek istemesiyle açıklanabilir.[430]
670. ...Enes (r.a.)'den; demiştir ki:
Peygamber
(s.a.) namaz kılmaya kalktığı vakit sağ eline bir sopa alıp (sağ tarafına)
dönerek:
"Doğrulunuz,
saflarınızı düzeltiniz!" buyururdu. Sonra sopayı sol eline alıp (sol
tarafındakilere:)
“Doğrulunuz,
saflarınızı düzeltiniz!" buyurdu.[431]
Cenab-ı
Peygamber (s.a.) insanların dış dünyalarındaki düzensizlik ve kargaşalıkların
iç dünyalarını olumsuz yönde, dış dünyalarındaki nizam ve intizamın ise iç
dünyalarını olumlu yönde etkileyeceğini çok iyi bildiği için saflar arasındaki
nizam ve intizamın gerçekleşmesinde son derece titizlik göstermiş, safları
denetlerken önce deyneği sağ eline alarak safların sağ kanadını teşkil
edenlere, sonra da sol eline alarak sol kanadını teşkil edenlere gösterip
"işte saflarınızı bu değnek gibi dümdüz tutunuz da kalbleriniz de böyle
doğru ve birbirine bağlı olsun" buyurmak suretiyle çok veciz ve canlı bir
ifâde tarzı kullanmıştır.[432]
671. ...Enes b. Mâlik (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.);
"Önce birinci saffı, ondan sonra onu takib eden saffı tamamlayınız.
Eksiklik kalırsa son safta kalsın" buyurmuştur.[433]
Bu
hadis-i şerifin mânâsını "ilk saf tam olduktan sonra diğer safların
arasında açıklık bulunmasında sakınca yoktur" şeklinde anlamak yanlıştır.
Bu hadiste ifâde edilmek istenen şudur: Safları tamamlamaya birinci saftan
başlamalıdır. Ondan sonra ikinci saf ondan sonra da hiç atlamadan sırayla onu
takib ederek saflar tamamlanmalıdır. Şayet safların birisi eksik kalacaksa bu
eksik saf en arkadaki olmalıdır.
Bilindiği
gibi safların teşkiline imamın ardından başlanır. Önce imamın arkasına durulur.
Ondan sonra imamın arkasında bulunan kişinin sağma ve soluna durularak birinci
saf tamamlanır. Diğer safların teşkil edilmesine de aynı şekilde imamın
arkasından başlanır. Saffın sağ ve sol kanadında bulunan kimseler hizaya
girerlerken imamın arkasında bulunan ve
sabit nokta vazifesini gören kişiye göre kendilerini düzene sokarlar. Yoksa,
günümüzde cemaat içerisinde bulunan bazı kimselerin zannettiği gibi sağ başta
veya sol başta bulunanlara göre hizaya girmek yanlıştır. Her ne kadar İmam
Mâlik, "kişi saf teşkiline istediği yerden başlar "demişse de onun bu
sözü bu hadis-i şerife aykırıdır. 681.
hadisin izahında bu mevzu tekrar ele alınacaktır.[434]
672. ..İbn Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu
"Sizin en hayırlınız, namazda omuzu en yumuşak olanınızdır"[435]
Ebû
Dâvûd dedi ki: Ca'fer b. Yahya, Mekkelidir.[436]
Bu
hadisin mânâsı şudur: Sizin en hayırlınız saflar arasındaki açıklığı kapatmak
hususunda en çok gayret göstereniniz, bu konudaki emirlere en çabuk
uyanınızdır. Saffa girmek isteyen kimseye kibre düşmeden, hemen yanından yer
açarak onun arzusuna cevab vereninizdir.
Hattâbi'ye
göre, "omuzu yumuşak" olmaktan maksat yanmdakini rahatsız etmemek,
omuzuyla onu incitmemek, bir kimse safa girmek ve saftaki açığı kapatmak
istediği zaman, ona imkân vermektir. Bu sayede saflar sıklaşır safta bulunan
fertlerin kenetleşerek sayısı çoğalmış olur.[437]
673. ...Abdulhamîd b. Mahmûd demiştir ki: Bir cuma günü Enes b. Mâlik'le
namaz kılmıştım. (Kalabalıktan) direklerin arasına itildik. (Kimimiz) öne
geçtik (kimimiz de) geride kaldık. (Namazı kılınca) Enes; "Biz Peygamber
(s.a.) zamanında bundan sakınırdık" dedi.[438]
Hadis-i
şerifte geçen "bir kısmımız öne geçtik, bir kısmımız da geride kaIdık.”
sözünün anlamı,''Kalabalık bizi ister istemez iki direk arasına itince her ne
kadar içimizden bazıları direkler arasında saf olup namaz kılmaya
başlamışlarsa da bir kısmımız da direkler arasında bulunmaktan sakınarak geriye
çekildi" demektir.
Nesâî'nin
riyâyetinde geride kalan kimsenin Enes olduğu ifade ediliyor.
İbn
Arabî ve Aynî'nin ifâdesine göre, Hz. Enes'in beyân ettiği direkler arasında
namaz kılmaktaki sakıncanın sebebi, direklerin cemaat arasına girerek onlar
arasındaki irtibatı kesmesidir. Yahutta oraların müslüman cin-nîlerin namaz
kıldıkları yerler olmasıdır. Direkler arasındaki hattın saflara paralel
(müvâzi) olmaması "hâlinde safların düzenini bozacağı için de buralarda
namaz kılmayı sakıncalı görmüşlerdir diye düşünülebilir.[439]
Direkler
arası, ayakkabı koymaya mahsus yerler olduğu için buralarda namaz kılmak
sakıncalıdır diyenler olmuşsa da İbn Seyyidi'n-Nâs; "Direkler arasında
bulunan yerlere ayakabı koymak sonradan âdet olmuştur. Hz. Peygamber zamanında
böyle bir âdet yoktu, bu bakımdan Hz. Enes'in; "Biz Peygamber (s.a.)
zamanında bundan sakınırdık." sözü buna bağlanamaz" diyerek bu görüşe
itiraz etmiştir.[440]
Ancak
zaruret hâlinde direkler arasına saf teşkil ederek cemaatle namaz kılmakta bir
sakınca olmadığına dair ulema arasında görüş birliği vardır. Bu mevzuda
mezheblerin görüşü şöyledir:
1. Mâl ikilere göre, gerek cemaatle ve gerekse tek başına direkler arasında
mescitlerde namaz kılmak mekruhdur.
2. Hanbelîlere göre ise, eğer direkler cemaatin arasına girerek saffı kesiyorlarsa,
o zaman direkler arasında cemaatle namaz kılmak mekruh olur.
Yoksa
herhangi bir sakınca yoktur, yalnız başına namaz kılan için zaten kerahet söz
konusu değildir.
3. Şâfiîlere göre ise, cemaat için buralarda namaz kılmak mekruhsa da
yalnız kılanlar için kerahet yoktur.
4. Küfe ulemâsı ve Hanefîlerce direkler arasında namaz kılmak kayıtsız,
şartsız caizdir.
Direkler
arasında namaz kılmayı, bazı şartlarla veya kayıtsız şartsız caiz gören
âlimler, ResûM Ekrem'in buralarda namaz kılmayı yasakladığına dâir rivayet
edilen hadis-i şerifleri te'vil etmektedirler.[441]
674. ...Ebû Mes'ûd el-Ensarî (r.a.) demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurdu: "Benim arkama akıllı ve faziletli olanlarınız, sonra (bu
vasıflarda) onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenler
dursun."[442]
Metinde
geçen (el-ahlam) kelimesini hiüm mâ-nasına alırsak, hadisten; cemaatin en
faziletli ve aklı başında olanlarının derece derece imama en yakın durmaları
icab ettiği safların buna göre tertib edilmesi gerektiği anlaşılır. Zira
cemaatin içerisinde en faziletli olanlar en ziyâde ikrama lâyıktırlar. Bir de
bazan imam namazda iken burnu kanamak gibi bir mazeret sebebiyle namazdan
çıkmak ve cemaatten birini mihraba geçirmek mecburiyetinde kalabilir. Bazan da
âyet-i hatırla-yamayarak tıkanabilir. Bu gibi hallerde fazilet sahiblerinin
imama yakın bulunmaları ve mihraba geçmek, imam tıkandığı vakit âyeti
kendisine hatırlatmak hususlarında imama yardımcı olmaları gerekir. Hz. Ömer ön
saflarda bir çocuk görürse, saftan çıkarırmış. Bunu Zırr b. Hubeyş ile Ebû Vâil
de yaparlarmış. İlim ve fazilet sahiblerinin ön safa geçirilmesi yalnız namaza
mahsus değildir.
Onların
ilim, müşavere, hüküm, fetva ve saire meclislerinde de ön safta
bulundurulmaları sünnettir.[443]
Ancak bu tertibe riâyet etmek erkeklerle kadın safları için farz ise de erkek
ve çocuk safları için farz değildir.[444]
Hadis-i
şerifte geçen (el-ahlâm) kelimesini hulum'un çoğulu olarak alırsak -ki, Beyhakî
bu görüştedir-hadise şöyle mânâ verilir:
"Birinci
safta âkil baliğ olanlar, ikinci safta murahıklar, ondan sonra çocuklar, daha
sonra da hunsâlar ve kadınlar dururlar"
Sarihler
bu mânâyı verirken birinci saffın sevap derecesini göz önüne alarak orada
herkesin namaz kılmaya lâyık olduğu, önce gelenin yerini bir başkasına terke
mecbur olmadığı, imamın arkasında duranın haricinde herkesin ön safta namaz
kılmak hakkına hâiz olduğunu belirterek âkil, baliğ olan herkesin ön safta
namaz kılabileceklerini belirtirler. Ön, safın âlim ve fazılların yeri olması,
bütün müslümanların aynı duruma gelmeleri için bir teşvik, bu mertebeye
gelemeyenlerin de imamın arkasına yığılmamaları için bir ikazdır.[445]
675. ...Abdullah (b. Mes'ûd), Peygamber (s.a.)'den (bir önceki hadisin)
benzerini rivayet etmiş (ve şu sözleri de) ilâve etmiştir: "Karma karışık
durmayın ki, kaleleriniz ihtilâfa düşmesin. Pazar yerlerindeki
(gibi)gürültü-patırtı çıkarmaktan (veya pazar yerlerindeki karma karışıklığa
düşmekten) de sakınınız."[446]
Hadis-i
şerifte geçen "pazarlarda gürültü-patırtı, yüksek sesle konuşma"
mânâlarına geldiği gibi "karma karışıklık" anlamına da gelir. Biz
tercümemizde her iki mânâya da işaret ettik.
Buna
göre hadis-i şerifi şöyle açıklamak mümkündür. Camiler ve mescidler bir ibâdet
yeri, Allah'ın huzurunda bulunma mahalleridir. Bu bakımdan sakın pazar
yerlerindeki gibi yüksek sesle konuşarak huzuru bozmayın, birbirinizle münâkaşa
ederek cami âdabına aykırı davranışlarda bulunmayınız. Ayrıca kadın erkek
saflarda karma-karışık olup da fitne ve fesada sebeb olmayın.
Bir
de bu hadis-i şerifin'* mescidlerde pazar yerinde bulunuyormuşsunuz gibi
alışverişe dalmayınız. Çünkü insana Allah'ı unutturabilen bu gibi işler sizi
Allah'a yaklaşmaktan alıkoyar" anlamına gelmesi ihtimâli de vardır.[447]
1. Mescitode yüksek sesle konuşmak ve kadın erkek safları ayırımına
dikkat etmemek sakıncalıdır.
2. Mescitlerde konu edilmemesi gereken konulardan uzak durmalıdır.[448]
676. ...Âişe (r.anha)'dan; demiştir ki: Resûlullah (sallellahü aleyhi
vesellem); "Allah safların sağ tarafında bulunanlara rahmet eder,
melekler, de duâ ederler," buyurdu.[449]
Cenâb-ı
Vâcibu'l-Vücud Hazretleri rahmetini, safların sol tarafına indirmezden önce sağ
tarafına indirir. Yine aynı şekilde melâike-i kiram da önce sağ tarafta bulunanların
affedilmesi için duâ eder, sonra da sol tarafta bulunanların bağışlanması için
istiğfarda bulunurlar. Bu mevzuda Mehmed Zihnî Efendi şu bilgileri vermektedir:
"Rivayete
göre Allah'ın rahmeti önce imama sonra imamdan geçerek imamın arkasında durana,
sonra sağ tarafta bulunanlara, sonra sol tarafta bulunanlara iner. Birinci
saffa rahmet bu sıraya göre indikten sonra da aynı sıraya göre ikinci saffa
inmeye başlar. Bu şekilde dalga dalga bütün saflara yayılır. Ancak rahmetin
derecesi de yine fertlerin bulundukları yere göre değişir.
Peygamber
(s.a.)'den şu mânâda da bir hadis-i şerif rivayet edilmiştir: "İmamın
hemen arkasında bulunana yüz, sağ tarafında bulunana yetmiş-beş, sol
tarafindakine elli ve diğer saflarda bulunanlara yirmi beş namaz ecri yazılır."[450]
Yalnız
sağ taraftakilerin bu ecir ve sevaba erişmeleri sol tarafta her hangi bir
açıklığın bulunmayışına bağlıdır. Eğer sol tarafta bir açıklık bulunuyorsa o
zaman sol taraftaki boşluğu doldurmanın sevabı daha büyüktür. Nitekim 671.
hadis-i şerifte de geçtiği üzere, öndeki saf tamamlanmadan sağ tarafın
faziletine nail olmak gayesiyle arkada bulunan saffın doldurulmaması
dolmaması gerekmektedir.İbn Mâce'nin
rivayet ettiği şu hadis-i şerif de bu gerçeği te'yid etmektedir: "Nebiy-yi
Ekrem (s.a.)'e denildi ki: Ya Resûlullah (sağ tarafa rağbet edildiğinden
dolayı) safların sol tarafı ihmâle uğradı. Peygamber Efendimiz (s.a.) de
cevaben şöyle buyurdular:
"Kim
safların sol tarafındaki boşluğu doldurursa bu hareketinden dolayı kendisine
diğerlerine nisbetle iki kat ecir verilir."[451]
677. ...Abdurrahman b. Ganm'den; demiştir ki: Ebû Mâlik el-Eş'arî (şöyle)
dedi: "Size Peygamber (s.a.)'in namazım anlatayım mı? Namaz için kamet
ettirir ve önce erkekleri saf yapar, sonra çocukları onların arkasına sıraya
koyar ve onlar (in hepsine birden) namaz kıldırırdı." (Ebû Mâlik sözlerine
devamla Resûl-i Ekrem'in) namazını (şöyle) anlattı: (Resûl-i Ekrem safları bu
şekilde tertib ettikten) sonra:
"İşte
namaz böyledir" buyururdu. (Râvi) Abdü'1-A'Iâ dedi ki, öyle zannediyorum
ki, (Şeyhim Kurre b. Hâlid) Resûl-i Ekrem "Ümmetimin namazı böyledir”
buyurduğunu söyledi.[452]
Bu
hadis-i şerifin ön saflara erkeklerin sonraki saflara çocukların ve daha sonra
da kadınların durması lâzım geldiğini ifâde etmektedir. Hadisin tamamı Ahmed b.
Hanbel'in Müsned'inde daha genişçe ve şu anlamda geçmektedir: "Ebû Mâlik
el-Eş'arî'nin Eş'arîlere hitaben;
Ey
Eşariler topluluğu, bir araya toplanınız. Size Resûlullah (s.a.)'ın nasıl namaz
kıldığını göstereceğim, demesi üzerine Eş'arîler kadınlarım ve çocuklarını
topladılar. Önce abdest alıp Resûl-i Ekrem'in nasıl abdest aldığını
gösterdikten sonra, ilerleyerek evvelâ erkekleri en önde saf yaptı, çocukları
onların arkasında, kadınları da çocukların arkasında saf yaptı."
Bu
rivayetten anlaşılıyor ki, erkeklerin hemen arkasında çocuklar saf teşkil
etmelidirler. Ancak çocukların saf teşkil etmeleri için iki veya daha çok
sayıda olmaları gerekir. O mescidde bir çocuk bulunması halinde bu çocuğun
erkek saflarına katılması gerekir. Ayrıca bir saf teşkil etmesi uygun değildir.
Kadınların
durumu ise, çocuklarınkine benzemez. Mescidde bir kadın dahi bulunsa, ayrı bir
saf teşkil etmesi gerekir.
Ulemânın
büyük çoğunluğunun görüşü böyle olmakla beraber Şâfiîler, bazı Mâlikiler,
"Çocukların namazı güzelce öğrenmeleri bakımından her iki erkeğin arasına
bir çocuğun durması lâzımdır" demişlerse de, bu hadis-i şerif onların
aleyhine bir delildir.
Ahmed
b. Hanbel'e göre ise, on beş yaşına girmeden veya âkü-baliğ olmadan, çocuğun
erkek saflarına katılması tahrimen mekruhtur.[453]
678. ...EbûHureyre(r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah(s.a.)şöyle buyurdu:
"Erkek saflarının en hayırlısı ilkidir, hayrı en az olanı da sonuncusudur.
Kadın saflarının en hay iri; sı ise, sonuncusudur; hayrı en az olanı da
birincisidir."[454]
Bilindiği
gibi erkek saflarının birincisinin hayırlı oluşu sevabça daha üstün
oluşundandır. Çünkü Allah'ın rahmeti önce birinci saffa sonra diğer saflara iner.
Melâike-i kiram önce ilk saflar için istiğfarda bulunurlar, sonra da diğer
saflar için istiğfarda bulunurlar. Ayrıca 674. hadis-i şerifte beyân edildiği
gibi, birinci saffa aklı başında, faziletli kişilerin durması emredilmiştir.
Ayrıca birinci saffa duran kişiler, imamın okuduğunu rahatça işitip zabt
edebilmek imkânına sahiptirler. Peygamber (s.a.)'in birinci saffa üç defa
ikinci saffa bir defa duâ ettiği de rivayet edilmiştir. Allah birinci safları
dolduranlara rahmet eder, melekler de dua ederler ve safları doldurmak için
atılan adımdan Allah'a daha sevgili bir adım yoktur.[455]
Bütün bu hadis-i şerifler birinci saffın faziletini göstermektedir.
Birinci
saffın hangi saf olduğu meselesi söz konusu olmuş ve bu mevzuda çeşitli
fikirler ileri sürülmüşse de gerçekte birinci saf imamı takib eden ilk saftır.
Netice
olarak şunu söylemek mümkündür:
1. Sevabı en çok olan erkek saffı imamın arkasında bulunan ilk saftır.
2. Sevabı en az olan erkek saffı da en geridekidir.
3. Sevabı en az olan kadın saffı hemen erkeklerin arkasında bulunan ilk
saftır.
4. Sevabı en çok olan kadın saffı ise, kadın saflarının en gerisinde bulunan
saftır.
Kadın
saflarının en hayırlısının son saf olmasının hikmeti, erkeklerden uzak
bulundukları için onları görmemeleri ve hareketlerini görmedikleri, seslerini
işitmedikleri için de kalbleri bozulmadan huzur ve huşu’ içinde namaz
kılabilmeleridir. Ancak hadis-i şerifteki "kadın safları"ndan maksat
erkeklerle beraber namaz kılan kadınların teşkil ettiği saflardır.
Nevevî'nin
beyânına göre, kadınlar kendi aralarında cemaat teşkil ederlerse onların
safları da hüküm itibariyle erkek safları gibidir. Birinci safları aynen
erkeklerin birinci saffı gibi faziletçe ve sevabça üstündür.[456]
679. ...Âişe (r.a.)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Bir kavim birinci saftan geri durmaya devam ederse Allah da onları
ateşte(n çıkarmayı) geciktirir."[457]
Bir
önceki hadis-i şerifte beyân edilen birinci saftaki fazilet ve sevaba değer
vermeyerek devamlı geri saflarda namaz kılmayı âdet haline getirenler için bu
hadis-i şerifte şiddetli bir tehdit vardır. Bu tehditten anlaşılıyor ki,
birinci saflardan geri durmayı alışkanlık hâline getiren kimseler sonunda
Cehennemlik olur. Hem de mü'minlerin ilk Cehennemden çıkanlarından olamazlar
ve Cehennemden en son çıkacak kimseler zümresinden olurlar. Çünkü cezalar
ameller cinsindendir. Yahut da Allah bunları Cennetine en sonra koyacak veya
âsi mü'minlerin gireceği Cehennem'in en alt tabakasına atacaktır.
Nevevî'ye
göre bu cümlenin anlamı "Allah onları rahmetinden, o büyük fazl ü
kereminden, yüksek derecelerden ve ilimden mahrum eder" demektir.
Bazı
âlimler de bu cümleye şu isabetli manayı vermişlerdir: "Bu cümledeki
tehdid, birinci saflardan kaçma alışkanlığı, kendisini namazı tehir alışkanlığına
ve nihayet namazı terke götüren kişilere yöneliktir. Çünkü namazım cemaatle
kılan kimse arka saflarda bile kılsa, Cennete hak kazanacağından ateşe atmakla
ilgili tehdid ancak namazı terk eden kimseler için söz konusudur."[458]
Taberânî'nin
İbn Abbâs'dan rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Kim birisine eziyet etme korkusuyla ön safa geçmekten vazgeçerse, Allah ona birinci
saffın faziletini kat kat ihsan eder.''[459]
Nesâî ve İbn Mâce, ön safta namaz kılanlara Peygamber (s.a.)'in üç defa duâ
ettiğini, Buhârî ve Müslim de; "Eğer insanlar birinci saffın faziletini
bilselerdi, arkasından (birini saffa geçmek için) kur'a çekmekten başka bir yol
bulmasalar aralarında kur'a çekerlerdi" hadis-i şerifini zikretmektedirler.[460]
680. ...Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayet edildiğine göre, Resülullah (s.a.)
ashabında (birinci saftan) geri durma meyli görmüştü de onlara:
"İlerleyin
ve bana uyun! Sizden sonrakiler de size uysunlar. Bir kavim gerileye gerileye
nihayet Allah kendilerini geri bırakır" buyurmuştur.[461]
RasûI-i
Ekrem (s.a.) saflarda bazı açıklıklar gördüğü için sahabelere bu ihtarda
bulunmak lüzumunu hissetmiştir.
Sahâbe-i
Kirâm'dan bazı kimselerin ön saflardaki açıklığı kapatmadan arka saflara
durmalarının sebebi, "Benim arkama akıllı, uslu olanlarını dursun. Sonra
(bu vasıflarda) onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenler
(dursun)" anlamındaki 674 nolu hadisi duyup da bu vasıfları kendilerinde
görmemelerine bağlanabilir.
Gerçekten
de hiç bir sebeb yokken sahabenin birinci saftan uzak durmasını başka türlü
izaha imkân yoktur. Çünkü onların birinci safta namaz kılmak hususunda ne kadar
hırslı oldukları bilinen bir husustur.
"Sizden
sonrakiler de size uysunlar" cümlesinin mânâsını, "ön safta bulunanları
arka safta bulunanlar kendilerine imam kabul etsinler" şeklinde anlamak
yanlıştır. Bu cümlenin anlamı şudur; "ön saflara durun, hareketlerinizi
bana uydurun. Arkada bulunduğu için beni göremeyenler de sizin hareketlerinize
bakarak benim hareketlerimi anlamış olurlar. Dolayısıyla sizin hareketlerinize
uyarak bana uymuş olurlar."
Demek
ki, kişi önünde bulunan kimseyi kendisine imam etmiyor, sadece önündeki adamın
hareketlerinden imamın hareketlerini anlayarak imama uyma imkânı buluyor.
Bu
hadis-i şerif aynı zamanda imamın tekbirlerini yüksek sesle tekrarlayarak arka
saflara eriştiren mübelliğin sesine kulak vererek imama uyum sağlamanın da caiz
olduğuna delâlet etmektedir.[462]
1. İmam fazilet sahibi kimselere, hemen arkasına durmaları için tavsiyede
bulunmalıdır.
2. İmam cemaat için hayırlı olan her işi tavsiye etmelidir.[463]
681. ...EbuHureyre(r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah(s.a.) şöyle buyurdu:
"İmamı (birinci saffın önüne ve) ortaya durdurunuz, (safta bulunan)
boşlukları da doldurunuz."[464]
Bu
hadis-i şerif, imamın en önde, birinci saffın sağ ucu ile sol ucuna eşit
uzaklıkta bulunacak şekilde tam ortaya
durmasını emretmektedir.
Yoksa
imamın da birinci saffa katılarak cemaatle aynı hizada ve saffın ortasında
durması söz konusu değildir. Çünkü diğer pek çok hadis-i şeriflerde
belirtildiği üzere imamın yeri saffın önüdür. Bu durumda cemaat iki veya daha
fazla kişi olunca imamın arkasına ve imam tam ortalarına gelecek şekilde
dururlar. Ancak Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) cemaatin iki kişi olması halinde
birinin imamın sağına diğerinin de soluna durması gerektiği görüşündedir.
Bununla
beraber imamın hadiste tarif edildiği şekilde cemaatin önüne ve tam ortasına
durmasının hükmü mendubdur. Şayet cemaat buna uymazsa efdal olanı terk etmiş
olur.[465]
682. ...Vâbisa (b. Ma'bed) (r.a.)'den rivayet edildiğine göre "Peygamber
(s.a.) saffın arasında tek başına namaz kılan bir adam görmüş de kendisine
(namazı) iade etmesini emretmiştir."Süleyman b. Harb, "namazı iade
etmesini emretti" diye rivayet etmiştir."[466]
1. Bu hadis-i şerif safların arkasında tek başına namaz kılan kimsenin
namazının fasit olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim Nehaî, Veki'b. el-Cerrâh,
İbn Ebi Leylâ, el-Hasan b. Salih ve İbn Münzir bu görüştedirler.
Ahmed
b. Hanbel'in meşhur olan mezhebi şudur: Safların arkasına durarak cemaatle
namaz kılmakta olan kimse rükû'dan önce saffa girerse namazı sahihdir.[467] Tek
başına saf teşkil ederek imama uyan bir kimsenin rükû'a vardıktan sonra hem
kendi namazı hem de onun safına duracak olan kimselerin namazları fasit olur.
İsterse bu kimselerin sayısı yüz veya daha çok olsun.[468]
Tercemesini
sunduğumuz hadis-i şerif bu âlimlerin delilidir. Ayrıca İbn Mâce'nin de rivayet
ettiği "Resûl-i Ekrem (s.a.)'in safların arkasında tek başına saf teşkil
ederek namaz kılan bir kimseye hitaben dön namazını yeniden kıl"
buyurduğuna dair 1003 no'lu Ali b. Şeybân hadisi de bunların görüşünü
desteklemektedir.
2. Ancak İmam Mâlik Evzâî, Şafiî ve rey sahiplerine göre ise, safların
gerisinde tek başına saf teşkil ederek cemaate uyan kimsenin namazı caizdir.
Bunların delili de 683 no'lu hadisdir. Sözü geçen hadiste beyân edildiği üzere
Resûl-i Ekrem (s.a.) rükû'da iken mescide giren bir kimsenin saffa katılmadan
bulunduğu yerden imama uyarak namazını kılmış bunu gören Resûl-i Ekrem (s.a.)
de ona iltifat ederek: "Allah senin (cemaatle namaz kılmaktaki arzu ve)
hırsını artırsın. (Fakat) bunu bir daha yapma" buyurmuştur.
Bu
imamlara göre, şayet safların arkasında tek başına imama uyarak namaz kılan bu
kimsenin namazı fasit olsaydı, Resûlullah bu kimseye namazını iade etmesini
emrederdi. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte ifâde edilen, Resûl-i
Ekrem'in, böyle yalnız başına namaz kılan bir kimseye "dön namazım tekrar
et" buyurmasının gerçek sebebi ise, bu âlimlere göre o adamın safların
gerisinde yalnız başına namaz kılması değildir. Gerçek sebeb bu adamın namazın
kerahetini gerektiren başka bir davranışta bulunmuş olmasıdır, denebilir.
Yahutta
böyle namaz kılan bu kimse fazileti terk ettiğinden dolayı Peygamber (s.a.)
faziletten mahrum kalmaması için ona namazını yeniden kılmasını tavsiye
etmiştir.
Ancak
ön safta yer olmadığı için yalnız başına arkada namaz kılmak mecburiyetinde
kalan kimsenin durumunda ihtilâf edilmiştir.
a. İmam Şâfi'î'ye göre, bu kimse ön saftan birini yanına çekmeden tek
başına kılar. Çünkü eğer ön saftan birini yanına çekecek olursa evvelâ o kimseyi
ön safta bulunmanın faziletinden mahrum eder ve ayrıca o safta da bir gedik
açmış olur. Bu bakımdan yalnız başına kılar.
b. İmam Mâlik'e göre ise, safların arkasında namaz kılan kimsenin namazı
tamdır. Önden bir kimseyi yanına çekmesine lüzum yoktur. Şayet çekecek olursa, çekilen kimse o adama
itaat etmemelidir.
c. Bazı âlimler de ön safta bulunan bir kimseyi arka safa çekmenin o
kimseye zulüm olduğunu söylemişlerdir.
d. Hanefilere göre ise, o kimse imam rükû'a eğilmek isteyinceye kadar bir
kimsenin dışarıdan gelmesini bekler. Gelmeyeceğini anlayınca da imam rukû'a
varmadan ön safta bulunan birisini yanına çeker ve namazım öyle kılar. Bu
hareketiyle hadis-i şerifteki nehye muhâtab olmaktan kurtulur.
Şafiî
ulemâsının çoğunluğuna göre bu durumda kalan kimse namaza durduktan sonra ön
safta bulunan bir kimseyi çekerek yanına durdurur. O kimse de bu adamın
isteğine itaat etmekle büyük ecirlere nail olur.
Her
ne kadar hüküm bu ise de, zamanımız insanlarının bunu bilmemesi, tatbikinden
doğacak mahzurları da göz önüne alarak safta tek başına namazım kılabileceği
ifâde edilmiştir.
Nimet-i
İslâm müellifi merhum Mehmed Zihnî Efendi 'nin şu kıymetli mütaleasmı da
unutmamak lâzımdır:
"Yalınız
durmak zamanınızda evlâdır. Çünkü namaz meselelerini bilmemek halkın büyük
çoğunluğu arasında yaygın olduğundan çekilen kişinin namazının fasit olma
ihtimali vardır."[469]
683. ...Ebû Bekre (r.a.)'nin haber verdiğine göre kendisi (bir gün)
Peygamber (s.a.) rükû'da iken mescide girdiğini söylemiş ve (sözlerine devam
ederek şöyle) demiştir: "Hemen saffın gerisinde rükû'a vardım."
Bunun Üzerine Peygamber (s.a.); "Allah (cemaate iştirak etme arzu ve)
hırsım artırsın fakat bir daha (bunu) yapma!" buyurdu.[470]
Bu
babtaki hadis-i şerifler önceki bâblardaki hadis-i şerifleri tamamlayıcı
mâhiyettedirler. Ancak önceki bab, safların dolu olduğu bir anda bir kişinin
tek başına yeni bir saf teşkil edip edemiyeceği: ettiği takdirde namazının ve
iktidâsının sahih olup olmayacağı meselesiyle ilgilidir. Bu bab ise, birinci
safta boş yer olduğu halde imam rükû'da iken rekatı kaçırırım korkusuyla saf
gerisinde hemen imama uyarak ve namaz içinde yürüyerek saf fi doldurması ile
ilgilidir.
Bu
hadis-i şerif, safların gerisinde tek başına namaz kılan kimsenin namazı
sahihtir, diyenlerin delilidir. Çünkü bu hadis böyle namaz kılan bir kimsenin
namazının sahih olduğunu açıkça ifâde etmektedir.
Hadis-i
şerifteki "fakat bunu bir daha yapma" buyruğu, o kişiye sadece bir
tavsiye niteliğindedir.
Hadis-i
şerifin sonundaki cümlesi üzerinde sarihler değişik hususlar beyân
etmişlerdir. Avdet etmek, dönmek manasına gelen kökünden kabul edenler, (ki
cumhûr-ı ulemanın görüşü budur) "bir daha yapma" demektir. Buna göre
yapılmaması istenen safta boş yer varken rekata yetişeceğim diye saf gerisinde
namaza durmasıdır. Bu görüş imam Beyhakî'nin Ebû Bekre'den rivayet ettiği:
"Ebû Bekre (r.a.) cemaat rukû' da iken camiye geldiğini saffın gerisinde
rukû'a vardığını, sonra da yürüyerek saffa iltihak ettiğini, Resûlullah
(s.a.)'ın namazı bitirince cemaate dönüp:
"Saf
gerisinde rukû'a vararak sonra saffa İltihak edeniniz kimdi?" dediğini,
Ebu Bekre'nin
Bendim
(ya Resûlallah), demesi üzerine de;
"Allah
fazilete karşı hırsını artırsın, ama bir daha yapma" hadisi ile Erlikte
Tahâvî'nin, Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği "sizlerden biri namaza
geldiğinde saftaki yerini almadan saf gerisinde rüku'a varmasın" hadis-i
şerifini esas almışlar, görüşlerini bu rivayetlerle takviye etmişlerdir.
Bazı
âlimler de, bu kelimeyi "iade" kökünden, "namazını iade
etme" yani "iadeye gerek yok'* diyerek te'vil etmişler ve namazının
sahih olduğunu söyleyerek cumhurun görüşünü savunmuşlardır.
Diğer
bir gurup da "koşmak" mânâsına gelen kökündendir, diyerek "bir
daha namaza yetişeceğim diye koşma" şeklinde tefsir etmişler ve buna delil
olarak da Îbnu's-Seken'in Ebû Bekre'den bu rivayetini göstermişlerdir. Ebu
Bekre:"Kamet getirilmiş, herkes namaza durmuştu. Koşarak safa yetiştim.
Namaz bitince Resûlullah "Biraz önce koşarak namaza gelen kimdi?"
dedi. Ebû Bekre; "Bendim yâ Resülallah" dedim. Resûlullah da;
"Allah hırsım artırsın, bir daha koşma" veya "bir daha yapma!"
buyurdu. Görüldüğü gibi, birinci görüş ağırlık kazanmış, terceme de bu görüşe
göre yapılmıştır.
Yoksa
bu sözdeki emrin hükmü farz değildir. Sadece o kişiyi daha faziletli olan bir
amele teşviktir. Çünkü bilindiği gibi saffa girerek kılınan namaz, safların
arkasında imama uyarak tek başına kılınan namazdan daha faziletlidir.
Hattâbî'nin
beyânına göre, imama uyan kimsenin saffın arkasında durmayarak ilerleyip saffa
katılmasının hükmü müstehabtır.
Bu
hadisle ilgili mezheb imamlarının görüşleri bir önceki hadisin izahında
geçmiştir. Oraya bakılabilir.[471]
684. ...el-HasenMen rivayet edildiğine göre, (bir gün) Ebû Bekre (r.a.)
Resûl-i Ekrem (s.a.) rükû'da iken (mescide) gelmiş ve hemen safın gerisinde
rükû'a varmış,sonra dasaffa yürü(yerek gir)di.Peygamber (s.a.) namazı
bitirince:
"O
safın gerisinde rüku'a vardıktan sonra yürüyerek saffa giren hanginizdi?"
demiş. Ebû Bekre de "bendim" diye cevab vermiştir. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.) de şöyle buyurmuştur: "Allah senin (cemaatle namaz
kılmaktaki arzu ve) hırsını artırsın (fakat) bunu bir daha yapma"[472]
Bu
hadis-i şerif, insanın namazda iken namazın ıslâhı ile ilgili bir harekette
bulunması veya yürümesinin caiz olduğunu ifâde etmektedir. Bu yürümenin miktarı
hakkında çeşitli görüşler vardır:
1. Bazı Hanefî âlimleri namazın ıslahı ile ilgili olarak ancak bir adım
kadar yürümenin caiz olabileceğini söylerken, bazıları da ayaklarının bulunduğu
yerden alnın konduğu yere kadar yürünebileceğini söylemişlerdir.[473]
2. Şâfiîlere göre ise, üst üste ancak iki adım yürünebilir. Fakat
aralıklı olarak yüz adım bile yürünse herhangi bir sakınca yoktur.
3. Mâlikîlere göre ise, safta bulunan bir açıklığı kapatmak için iki veya
üç saf arasındaki mesafe kadar yürünebilir. Fakat bu yürüyüş yılan veya akrep
öldürmek gibi namazın dışında bir işle ilgili bulunursa, o zaman örfe müracaat
edilir. Örfçe yakın sayılan mesafede yürümenin bir sakıncası olmaz, örfçe uzak
sayılan mesafede yürumekse caiz olmaz. Bu mevzuya M. Zihni Efendinin kıymetli
eseri Ni'met-i İslam'dan aktaracağımız şu satırlarla son vermek istiyoruz:
"Bir
hadis-i şerifte "saftaki açığı kapayana on hasene yazılır ve kendisinden
on günah silinir. O kimse on derece yükseltilir" buyurmuştur. Tahâvî der
ki; "saftaki aralıktan maksat, bir adam sığacak kadar olan açıklık
demektir. Şayet açıklık bu kadar değilse açıklık yok demektir."
"Bir
de saflar arasında açıklık bulunmasındaki kerahet, cemaatle namaz kılan
kimseler için söz konusudur. İmama uyarak saf teşkil eden kimselerin arasında
açıklık bulunmasında kerahet yoktur."[474]
685. ...Talha b. Ubeydillah (r.a.)'den; demiştir ki: Peygamber (sallellahü
aleyhi vesellem bana hitaben) şöyle buyurdu:
"Önüne,
semerin arka kemerinin boyu kadar bir şey koyunca önünden geçen kimse sana
zarar vermez."[475]
Hadis-i
şerifte geçen kelimesinin anlamı, "semerin arka kısmını teşkil eden tahta
veya odun"dur. Deveye binen kimse bu tahtaya yaslanır. Bu ağacın Hz.
Peygamber devrindeki yüksekliğinin miktarı üzerinde ulemâ çeşitli görüşler
ileri sürmüşlerdir. Bazıları bu yüksekliğin bir arşın olduğunu söylerken,
bazıları da arşının üçte ikisine eşit olduğunu söylemişlerdir. Netice olarak
namaz kılan bir kimse bazılarına göre, bir arşın bazılarına göre de bir
arşının üçte ikisine eşit yükseklikte her hangi bir nesneyi önüne koyarsa bu
kimsenin önünden geçenler, namazına herhangi bir zarar vermezler. Namaz kılan
kimsenin önüne koyduğu bu nesneye sütre denilir.
1. Sütrenin boyu ve eni üzerinde fakihler farklı görüşlere sahihtirler
Nevevî merhum diyor ki biz (Şâfiîler)e göre» sütrenin inceliği veya kalınlığı
söz konusu değildir. Bu mevzuda bizim delilimiz Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet
edilen şu hadis-i şeriftir: Resûl-i Ekrem (s.a.) buyurmuştur ki: "Sütrenin
semerin arkasına konan tahta boyunda olması kâfidir. (Eni ise) isterse kıl kadar
ince olsun."[476]
Aynı
şekilde Sebre b. Ma'bed'den rivayet edilen şu merfu hadis de bizim bu
görüşümüzü te'yid etmektedir: "Nebiyyi Ekrem (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Namazınızı hiç değilse bir ok arkasına gizlenerek kılınız."[477]
2. Hanbelî âlimleri de aynı
görüştedirler.
3. Mâlikîlere göre ise, sütre en azından mızrak kalınlığında ve bir arşın
boyunda olmalıdır. Bundan daha kısa olursa, sütre ile ilgili mendub yerine
getirilmemiş olur.
4. Hanefîlere göre, sütrenin boyu bir arşın, kalınlığı parmak kadar olmalıdır.[478]
Sütre dikmekteki hikmet, önünden herhangi bir kimsenin geçmesine engel olmakla
birlikte gözün sütrenin gerisine kaymasına mani olarak namazdaki huşu ve
hudu'un kaybolmasını önlemektir. Zaten namaz kılan kimseye önünden geçen bir
kimsenin verebileceği zarar da huşu'u dağıtarak sevabın azalmasına sebep
olmaktır. Zira ileride geleceği gibi, "namaz kılanın önünden geçmedeki
günahın büyüklüğünü idrâk eden, kırk yıl bekler de yine geçmez" di.[479]
686. ...Atâ'dan; demiştir ki: "Semerin arka kemerinin boyu bir zira'
ve daha yukarısıdır."[480]
Bu
görüş aynı zamanda imam Sevrî'nin ve meşhur olan rivâyete göre İmam Ahmed
(r.a.)'in görüşüdür.[481]
687. ...İbn Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.)
bayram günü namaz kılmağa çıktığı zaman (önüne) bir kargı (dikilmesini)
emrederdi. Kargı dikildikten sonra insanlar da arkasında oldukları halde ona
doğru namaz kılardı. Seferde de böyle yapardı. Bu yüzden emirler de bunu âdet
edindiler.[482]
Hadis-i
şerifte geçen "bu yüzden emirler de bunu âdet edindiler” sözü, îbn
Mâce'nin rivayetinde yoktur. Ali b. Müshir bu hadisle ilgili açıklamasında, bu
sözün aslında Nâfi'e ait olduğunu ifâde etmiştir. Bu sözle ifade edilmek
istenen şudur: Resûl-i Ekrem (s.a.) bayram namazında musallada önüne bir harbe
(kargı) dikildiği için müslüman devlet adamları, bayram namazlarında
yanlarında harbe taşımayı âdet edinmişlerdir. Harbe kısa mızrak tarzında bir
silahtır.[483]
Resûl-i
Ekrem'in önüne dikilen bu harbenin Peygamber'e nereden ve kimden geldiği söz
konusu olmuş ve bu mevzuda çeşitli rivayetler ortaya atılmıştır. Bazılarına
göre bu harbeyi Habeş Kralı Necaşî hediye etmiştir. Ömer b. Şeybe'nin
Ahbâru'l-Medinc'de rivayet ettiği bir habere göre Necâşî, Resülullah'a bir
harbe hediye etmiş, Efendimiz de bunu bir hatıra olarak saklamıştı. İşte sözü
geçen harbe bu harbedir.
Bazıları
da "Bu harbe, Zübeyr b. el-Avvâm'ın Uhud'da öldürdüğü bir müşrikten
kalmıştır. Resûl-i Ekrem bunu yanında taşır ve namaz kılarken önüne
dikerdi" demişlerdir.
Bütün
bu rivayetlerin çeşitliliğine bakarak şunu söylemek mümkündür. Necâşî'nin
gönderdiği harbe gelmezden önce Efendimiz (s.a.) Uhud Harbinde ele geçen
harbeyi sütre olarak kullanmış, Necâşî'nin gönderdiği harbe eline geçtikten
sonra sütre olarak onu kullanmıştır. Sütrenin eni ve boyu hakkındaki görüşleri
bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
Sütrenin hükmü hakkında Merhum Ahmed Naim Efendi şöyle diyor:
"Aslında
duvarsız yerde namaz kılan kimsenin önünden geçilmesinden korkulması halinde,
orada namaz kıldığına alâmet olmak üzere bir sütre dikmesinin mendûb olduğunda
ittifak vardır. Kimsenin geçmeyeceğinden emin olunan yerde namaz kılan kimse de
imam Mâlik ile Şafiî'ye göre -bu mevzu-daki hadislerin çokluğundan dolayı- yine
sütre dikmekle mükelleftir. Bununla beraber Atâ, Salim b. Abdullah, Kasım b.
Muhammed, Şa'bî, Hasan el-Basrî gibi tâbiûnun ileri gelenlerinin kırda sütresiz
namaz kıldıkları rivayet olunuyor. İmamın sütresi cemaat için de geçerlidir.[484]
1. Namaz için bir sütre kullanmak mendubtur.
2. İnsanın karşılaşacağı tehlikelere karşı koymak için yanında mızrak ve
benzeri bir âlet taşıması caizdir. Bu çeşit aletleri taşımanın önemi yolculukta
daha da artar.
3. Hizmetçi edinmek caizdir.[485]
688. ...Avn b. Ebî Cuhayfe (r.a.), babası Ebû Cuhayfe'den rivayet ettiğine
göre; Nebî (s.a.) onlara Bathâ'da, önünde bir kargı dikilmiş olduğu halde öğle
ile ikindi namazlarını ikişer rekat kıldırmıştır. (Namaz esnasında) kargının
arkasından kadın da geçti eşek de.[486]
Ulemânın
büyük çoğunluğu namaz kılan kimse ile sütresi arasından geçmenin haram olduğunu
söylemişlerdir- Ancak bundan dolayı o kimsenin namazı bozulmaz. Nitekim ileride
gelecek olan "Namazı hiç bir şey bozamaz. Bununla beraber elinizden
geldiği kadar (önünüzden) geçeni men'etmeye çalışınız. Çünkü o şeytandan başka
bir şey değildir" anlamındaki 697 no'lu hadis-i şerif de bu görüşü
desteklemektedir. Fakat anılan hadis zayıftır. .
Her
ne kadar Müslim'deki; "Önünde deve semerinin arka kaşı boyunda bir
sütresi olmayan kimsenin namazını, kadın, eşek bir de kara köpek bozar"[487]
hadis-i şerifi bu görüşe ters düşmekte ise de, bu hadisin hükmü; îbn Abbâs'ın
rivayet ettiği; "Resûhıllah (s.a.) Mina'da sütresiz olarak namaz
kıldırdığı sırada dişi bir merkebe binerek karşıdan geldim. O zaman bulûğ
çağına yaklaşmıştım. Saflardan birinin önünden geçtim. Merkebi otlasın diye
salıverdim. Ondan sonra safa girdim. Bu yaptığıma kimse ses çıkarmadı"
mealindeki 715 numaralı hadis-i şerifle neshedilmiştir.
Çünkü
bu hâdise Veda haccında, Resûl-i Ekrem'in irtihâlinden seksen gün önce
olmuştur.
Müslim'in
bu hadisinin nesh edildiğini kabul etmesek bile, namazın bozulacağına dâir
olan ifâdelerim "Namazdaki huşu'un kaybolacağı" manasına almak ve
namaz kılan kimsenin önünden geçmenin haramlığını beyan için söylendiğini kabul
etmek yerinde ve isabetli olur.[488]
1. Namaz kılan kimse yolculuk esnasında, kırda, önünden geçilme tehlikesi
olmadığı zaman bile önüne sütre koymalıdır.
2. Sütrenin kargı kalınlığında olması yeterlidir.
3. Yolculukta dört rekâtli namazları ikişer rekât kılmak gereklidir.[489]
689. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.)
şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz namaz kıldığı zaman önüne bir şey
koysun, hiç bir şey bulamazsa bir sopa diksin, sopa da yoksa, önüne bir çizgi
çizsin, bundan sonra önünden ne geçerse geçsin ona-zarar vermez."[490]
Bu
hadis-i şerife göre namaz kılmak isteyen bir kimse önüne ya ağaç ve duvar gibi
bir engel olarak onun arkasına gizlenip, önünden başkalarının geçmesine mâni
olmalı veya bunları bulamadığı takdirde önüne bir sopa dikmelidir. Ancak
sopanın da bulunmaması halinde kıble tarafına çizeceği bir çizgi ile
yetinebilir.
Hadisin
zahirine bakılırsa sütrenin yüksek olup olmaması, kalın veya ince olması söz
konusu değildir. Nitekim Hâkim'in Sebre İbn Ma'bed'den rivayet ettiği
"Namazınızı hiç değilse bir ok arkasında gizlenerek kılınız.”[491]
anlamındaki hadis-i şerifle, Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayet ettiği; "sütre
için deve semerinin arka kayışı boyunda bir yükseklik yeter. Eni isterse kıl
kadar olsun"[492]
mealindeki hadis-i şerifte sütrenin eninin kalın veya ince olması arasında bir
fark gözetilmemiştir. Ancak sütrenin eni ve boyu mealini sunduğumuz
Kenzu'l-Ummal hadisi ile ileride mealini sunacağımız 691 numaralı hadis gibi
bazı hadis-i şeriflerle tayin ve tesbit edilmiştir. Biz bu mevzudaki mezheb
imamlarının görüşlerini 685 no'lu hadisin izahında açıkladığımızdan burada
tekrara lüzum görmüyoruz.
Yine
bu hadis-i şerifteki "sopası da yoksa önüne bîr çizgi çizsin" cümlesinden,
sopa bulamayan kimsenin önüne çizeceği bir çizgi ile yetinebileceği
anlaşılmaktadır. Ancak bu mevzuda da fıkıh âlimleri farklı görüştedirler. Çizgi
çizmeyi caiz görenler de bu çizginin hilâl şeklinde mi yoksa kıbleye doğru
önüne veya sağından soluna doğru mu çizileceğinde de ihtilâf etmişlerdir.
1. Çizginin sütre yerini tutacağı görüşünde olan âlimler şunlardır: imam
Ahmed, eski görüşüne göre Şafiî, Ebû îshâk eş-Şîrâzî, Ebû Hâmid, Şâfiîlerin
çoğunluğu ve bazı Hanefî âlimleri (r.a.).
2. Çizginin sütre yerini tutmayacağı görüşünde olan âlimler de şunlardır:
Mâlikîler, yeni görüşüne göre İmam-ı Şafiî ve Hanefîlerin çoğunluğu (r.a.).
Çizginin
sütre yerini tutmayacağını savunan bu ikinci gruptaki âlimlere göre mevzumuzu
teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi muzdaribtir. Yani zayıftır. Nitekim Ibn Uyeyne,
Begavî, Şafiî gibi daha başka âlimler de bu hadisin zayıf olduğunu
söylemişlerdir. Çizginin yeterli olmadığına, diğer bir sebeb olarak da çizginin
sütrenin gayesini gerçekleştirememesim" gösterirler ve "sütreden gaye
orada namaz kılınmakta olduğunu başkalarına bildirmektir. Çizgi ise, orada
namaz kılındığım gösterecek bir alâmet olmaktan uzaktır" derler.
Sopa
bulunmadığı zaman ne yapılacağı konusunda birinci görüşe sahib olan kimselerin
düşüncelerine tercüman olarak imam Nevevî şunları söylemektedir:
"Gerçekte
tercihe lâyık olan görüş şudur ki; sütre yerine çizgi çizmek müstehabdır. Sütre
olarak kullanmak için sopa bulunamadığı zaman kıble cihetine bir çizgi
çizilmesini emreden bu hadisin zayıflığı kabul edilse bile, amellerin
faziletiyle ilgili mevzularda zayıf hadisle amel edilebileceğine dâir âlimler
arasında tam bir görüş birliği vardır."[493]
1. Kırda namaz kılanın sütre edinmesine teşvik vardır.
2. Sutre için belli bir nesne tayın edilmiş değildir. Sutre özelliğini
taşıyan her şey sütre olarak kullanılabilir.
3. Sutre için hadis-i şerifte belirtilen sırayı takibetmek gerekir. Önce
duvar, ağaç ve benzeri tabii sutreler tercih edilir. Bunlardan biri
bulunanmazsa o zaman sütre olarak baston dikilir. Baston da bulunamazsa, o
zaman kıbleye doğru uzanan bir çizgi veya soldan sağa doğru mihrab gibi kavisli
bir çizgi çizilir.[494]
690. ...Bize Muhammed b. Yahya b. Fâris haber vermiştir.(Demistir ki;) Bize
Ali, yani İbn el-Medînî Süfyan'dan, (o da) İsmail b. Ümeyye'den, (o da) Ebû
Muhammed b. Amr b. Hureys'den, (o da) Benî Uzre'den bir kimse olan dedesinden o
da Ebû Hureyre'den, (o da) Ebu'l-Kasım (s.a.)'dan rivayet etti. (Ali Medinî)
dedi ki; (bir önceki sopa bulunmadığı zaman çizgi çizilmesini ifade eden)
çizgi hadisini (süfyan b. Uyeyne) rivayet etti.
Süfyan
(şöyle) dedi: "(Ancak) bu hadisi takviye edecek bir şey bulamadık. Bize şu
senedden başka (herhangi bir senedde) ulaşmadı." (Ali b. el-Medînî) dedi
ki: ((Ben Süfyan'a; "Muhaddisler onda (yani Muhammed b. Amr'm İsminde)
ihtilâf içindedirler" dedim de, bir süre düşündükten sonra şöyle dedi:
"Ben (onun ismini) ancak Muhammed b. Amr (diye) hatırlıyorum."
Süfyan
dedi ki: "Buraya İsmail b. Ümeyye vefat ettikten sonra-bir adam çıkageldi.
Bu adam Ebû Muhammed (adındaki) şeyhi arıyordu. Nihayet onu buldu ve ondan bu
hadisi (rivayet etmesini) istedi. (Fakat Ebû Muhammed) hadisi karıştırdı.
Ebû
Dâvûd dedi ki; ben bir çok defalar Ahmed b. Hanbel'e (bu) çizginin şeklinden
sorulduğunu ve onun da; "enine hilâl gibi (kavisli)" diye cevab
verdiğini işittim. (Yine) Ebû Dâvûd, Müsedded'den; "İbn Davud'un (bu)
çizgi uzunlamasına (çizilir) dediğininakletmiştir. [Yine dedi ki: defalarca bu
çizginin vasıflarını Ahmed b. HanbeVden duydum. Dedi ki: "Şöylece yani
enlemesine hilâl gibi kavistir.][495]
Râvi
Süfyan b. Uyeyne'nin "Bu hadisi takviye edecek, elimizdeki şu senedden
başka bir sened bulamadık." anlamındaki sözleri bu hadisin zayıf olduğunu
ifâde etmektedir.
İsminin
ihtilaflı olduğu söylenen kimse, İsmail b. Ümeyye veya Ebû Muhammed b.
Amr'dir. Bazılarına göre ise, Amr b. Muhammed b. Hureys'dir.
Çizginin
şekliyle ilgili ifâdelere bakarak fıkıh âlimleri çizginin hilâl şeklinde mi,
kıbleye doğru öne mi, yoksa sağdan sola doğru mu çizileceğinde ihtilâf
etmişlerdir. Çünkü, rivayetlerin birinde bu çizginin hilâl gibi kavisli ve
soldan sağa doğru olabileceği ifade edilirken, diğerinde kıbleye doğru uzanacağı
ifade edilmektedir.[496]
691. ...Süfyân b. Uyeyne demiştir ki: "Ben Şerîk'î cenaze (için
geldiğimiz bir toplumda) bize ikindi namazı kıldırırken gördüm, başlığım
(vakti) giren farz namazda, önüne (sütre olarak) koymuştu."[497]
Bu
başlığın yüksekliğinin 685. hadis-i şerifte açıklandığı gibi deve semerinin
arka kemeri kadar olduğu söylenebilir. Çünkü hadis-i şerifler bundan daha kısa
bir nesnenin sütre olamayacağını ifâde ederken Şerîk'in küçük bir fesi sütre
olarak önüne koyacağı düşünülemez. Sözü geçen hadis-i şerifte de açıkladığımız
gibi semerin arka kemerinin boyu bazılarına göre bir arşın, bazılarına göre de
arşının üçte ikisi kadardır.[498]
692. ...îbn Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) deveye
doğru namaz kılarmış.[499]
Bu
hadis-i şerif deveyi ve benzeri hayvanları sütre yaparak namaz kılmanın câiz
olduğuna delildir. Ancak bu hadis deve yataklarında namaz kılmayı nehyeden 493.
numaralı hadis-i şerife zıt değildir. Çünkü bu hadis-i şerifte söz konusu
edilen deveye karşı Efendimiz (s.a.)'in namaz kılması yolculuk esnasında vuku
bulmuştur. Yolculuk esnasında ise, deve hem bağlıdır, hem de sahibine karşı
daha çok itaatlidir. Deve yataklarında ise, develer bağsız olduğundan içlerinde
bulunan azgın develerin insana her an için saldırması mümkündür. Bu bakımdan
deve yataklarında namaz kılmak tehlikelidir, huzur ve huşu'u bozucudur. Ayrıca
araplar arasında deve yataklarına insanların da abdest bozdukları düşünülebilir
ki,. Efendimizin yolculukta deveyi sütre edinerek namaz kıldığı halde deve yataklarında
bulunan develere karşı namaz kılmaktan niçin nehyettiği daha iyi anlaşılmış
olur.
1. Hanbelî ve Hanefi â limleri, bu hadis-i şerifi delil getirerek yerinde
sabit olan hayvana ve arkası dönük olan insana doğru namaz kılmanın caiz
olduğunu söylemişlerdir.
2. Şâfiîlere göre ise, hayvana ve kadına doğru namaz kılınamaz, Şafiî
âlimlerinden merhum İmam Nevevî hazretleri bu mevzuda şunları söylemiştir:
"Kadını sütre edinerek ona doğru namaz kılmanın neden caiz olmadığı
açıktır. Çünkü kadın o anda erkeğin zihnini meşgul eder. Fakat Resûl-i Ekrem
(s.a.) deveyi sütre edinerek namaz kılmıştır. Buhârî ve Müslim'de İbn Ömer'den
gelen hadis-i şerif bunu açıkça beyân etmektedir. Durum böyleyken İmam Şafiî
(r.a.)nin deveye doğru namaz kılınamaz demesi, ancak bu hadis-i şerifin onun
eline geçmemesiyle izah edilebilir. Şurasını da hatırdan çıkarmamak lâzımdır
ki, İmam Şafiî (r,a.) sağlam hadis ele geçtiği zaman, kendi içtihadının
bırakılarak o hadisle amel edilmesini
vasiyyet etmiştir. Anılan Buhârî ve Müslim'deki İbn Ömer hadisi sağlam
olduğuna göre, deveyi sütre kabul ederek ona doğru namaz kılmanın caiz olduğunu
kabul etmek İmam Şafiî'nin vasiyyetini yerine getirmek demektir.
3. Mâlikîlere göre ise,eti yenmeyen hayvanları sütre edinerek onlara doğru
namaz kılmak mekruhtur. Eti yenenlerin ise, bağlı olanlarını sütre edinmekte
bir sakınca yoksa da bağsız olanlarını
sütre edinmek mekruhtur.
Yabancı
bir kadını sütre edinmek de aynı şekilde mekruhtur.
Kendisine
nikâhı düşmeyen bir kadının sütre edilip edilemeyeceği mevzuunda ise, Mâlikî
imamları arasında iki görüş vardır.
Yüzünü
namaz kılan kimseye dönmediği müddetçe bir erkek sütre edinilerek kendisine
doğru namaz kılınabilir.[500]
693. ...Mikdâd b. el-Esved (r.a.) şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.)'i
kaç kere bir ağaç parçası, bir direk veya bir ağaca (doğru) namaz kılarken
gördümse onu tam karşısına değil de ancak sağ kaşının (sağının) veya sol
kaşının (solunun) hizasına almış olduğunu gördüm."[501]
Bu
hadis-i şerif, sütre olarak kullanılacak ağaç ve benzeri şeylerin iki kaşın
arasına gelecek şekilde tam karşıya konularak onlara karşı namaz kılmaktan
nehyetmektedir. Namaz, kılan kişi sütreyi tam karşısına koymakla görünüşü
bakımından puta tapan kimselere benzeyeceği için bundan nehyedilmiştir.
Şurasını
unutmamak lâzımdır ki, sütreyi tam karşıya almanın sakıncası, sütre ağaç ve
benzeri bir nesne olduğu zaman ortaya çıkar. Sütre bir duvar veya bir bina
ise, o zaman herhangi bir sakınca sözkonusu değildir.
Bu
mevzuda M.Zihni Efendi Ni'meti'l-İslâm isimli kıymetli eserinde şunları
söylemektedir: "Sünnet olan sütreye yakın durmaktır ve tam karşısına'
durmayıp onu iki kaşlarından birinin (efdal olanı sağ kaşının) hizasına almaktır."[502]
694. ...İbn Abbâs (r.a.)'m rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.) şöyle
buyurmuştur: "Uyumakta olan ve konuşan kimseye doğru namaz
kılmayınız."[503]
Uyumakta
olan kimseye karşı namaz kılmanın sakıncası bellidir. Uyuyan kimse kendisini
murakabe edemediği için ondan her an için namaz kılan kimsenin zihnini meşgul
edecek haller zuhur edebilir. Bu da namaz kılan kişinin huzurunu bozar. Namaza
kendini iyice vermesini engeller ve hatta onu şaşırtabilir.
Bu
bakımdan İmam Mâlik, Tâvûs ve Mücâhid uyuyan kimseye doğru namaz kılmanın
mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Bunların
dışında kalan âlimler ise, ileride gelecek olan 810, 811 ve 812 numaralı
hadislerle Buhâri ile Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri Hz. Âişe'nin
naklettiği, "Resûl-i Ekrem (s.a.) namaz kılardı; ben de onun yatağının
üzerinde önüne uzanmış halde uyurdum.”[504]
anlamındaki hadis-i şerifi delil getirerek uyuyan kimseye karşı namaz kılmanın
herhangi bir sakıncası olmadığını söylemişler ve mevzumuzu teşkil eden hadisin
de zayıf olduğunu iddia etmişlerdir.Şafiî âlimlerinden Nevevî ve Hattâbî de bu
hadisin zayıf olduğu kanaatindedirler. Hattâbî bu mevzuda şunları
söylemektedir: Bu hadisin Peygamber (s.a.)'e ait olduğu kesin ve sağlam
değildir. Çünkü bu hadisin senedi zayıftır. Abdullah b. Ya'kub bu hadisi
kendisine Muhammed b. Ka'-b'dan kimin naklettiğini açıklamamıştır. Aslında
Abdullah'ın ismini açıklamadığı bu râviler, hadis âlimlerinin itimad etmediği
iki adamdır. Bunlardan biri Temmam b. Bezi', öbürü de İsa b. Meymûn'dur ki
Buhârî ve Yahya b. Maîn bu kimseleri tenkid etmişlerdir.
Hadis-i
şerifte ayrıca konuşmakta olan kimseye doğru namaz kılmak da yasaklanmıştır.
Çünkü konuşan kimse namaz kılanın zihnini meşgul eder ve huzurunu bozar.
Nitekim İbn Mes'ûd (r.a.) konuşmakta olan kimseye karşı namaz kılmanın mekruh
olduğu görüşündedir. Ancak bu kimseler zikir yapıyorlarsa, o zaman onları
sütre edinmekte herhangi bir sakınca yoktur.
imam
Ahmed ile imam Şafiî de konuşan kimseyi sutre edinmenin mekruh olduğu
kanaatindedirler. Nitekim mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif de bu görüşe
delâlet etmektedir.
Fakat
herhangi bir kimsenin yüzüne doğru namaz kılmak hiç bir zaman ve hiçbir kimse
tarafından uygun görülmemiştir.[505]
695. ...Sehl b. Ebi Hasme, Peygamber (sallellahüaleyhi vesellem)in şöyle
buyurduğunu haber vermiştir: "Sîzden biriniz sütreye doğru namaz kıldığı
zaman ona yaklaşsın ki, şeytan namazında ona vesvese vermesin."[506]
Ebû
Dâvûd dedi ki: Bu hadisi(aynı zamanda) Vâkid b. Muhammed, Safvân'dan (o da)
Muhammed b. Sehl'den (o da) babasından veya Muhammed b. Sehl (doğrudan doğruya)
Peygamber (s.a.)'den rivayet etmiştir. Bazıları da (bu hadisin) Nâfi' ö. Cübeyr
vasıtasıyla Sehl b. Sa'd'den (nakledildiğini) söylemiştir. Ve bu hadisin
senedinde ihtilâf edilmiştir.[507]
Hadis-i
şeriften namaz kılmak isteyen kimsenin önüne sütre dikmekle mükellef olduğu
anlaşılmaktadır. Sütre koymak kişinin istek ve arzusuna bırakılmış değildir.
Çünkü hadis-i şerifte geçen "her ne zaman” manasına gelen edatı, kişinin
her namaz kılışında önüm sütre ayması gerektiğini ifâde eder. Bu sayede namaza
şeytanın vesvesesinin karışması önlenmiş olur. Bir başka açıdan şeytanın bazı
kişileri aldatarak namaz kılan kimsenin önünden geçirtmesi engellenmiş olur.
Bilindiği
gibi namaz kılan kimsenin önünden geçilince eğer namaz kılan kişinin önünü
kesen, kadın, eşek veya köpekse bazı âlimlere göre bu kimsenin namazı
gerçekten bozulur. Bazılarına göre ise namazın özünü teşkil eden huzur ve huşu
bozulmuş olur.
Bazı
âlimler de buradaki şeytandan maksat namaz kılan kimsenin önünden geçen her
yaratıktır. Çünkü Peygamber (s.a.) namaz kılan kimsenin önünden geçen her
yaratık için şeytan tâbiri kullanmıştır, nitekim 697 numaralı hadis-i şerifte
gelecektir.
Sütreye
yakın durmanın hükmü mendubtur. Hanefi âlimlerinden M.Zihni Efendi Ni'met-î İslâm'ın
da, "Sünnet olan, sütreye yakın dumaktır" sözleriyle Hanefi
ulemasının bu mevzudaki görüşlerini dile getirmiştir.
Sütreye
yakınlığın ölçüsünü Atâ, İmam Şafiî ve İmam Ahmed (r.a.) üç zira' olarakk
tesbit etmişlerdir. İmam Mâlik hiç bir ölçü getirmemiştir. Bazılarına göre bir
karış bazılarına göre de altı zira'dır.[508]
Müellif
Ebû Dâvûd hadisin sonundaki mütaleasmda bu hadisin zayıf olduğunu ifâde
etmiştir.
Burada
kadının eşek ve köpekle bir tutulduğu zannedilmemelidir. Çünkü eşekle köpeğin
namaz kılan kimsenin huzurunu bozma sebebi ile kadının bozma sebebi tamamen
ayrı şeylerdir. Eşekle köpeğin huzuru bozması yaratı Iışlanndaki fevkalâde
dikkat çekici özelliklerle ilgili iken, kadının huzur bozması onun cinsî
cazibesi ve erkekler için zaaf kaynağı olmasıyla ilgilidir. Namaz kılan bir
erkeğin önünden geçen bir kadının, o erkeğin içinde ne gibi fırtınalar
doğuracağını kimse kestiremez. Namazda gaye, İbâdet olması, Allah'a bağlılık
ve Peygambere sadakatle tâbi olması hasebiyle, kadının geçmesi ile bütün bu
sevgiler kadın sevgi ve ilgisi ile karışırsa namazın hikmeti ortadan kalkacağı
malumdur. İşte bunda kadının zikredilmesi bundan başka bir şey ile tefsir
edemez. Nitekim 702 no'lu hadiste gelecektir.[509]
696. ...Sehl(r.a.)Men;demiştir ki: “Peygamber(s.a.)in namaz kıldığı yer
ile kıble (duvarı) arasındaki (mesafe) bir dişi keçinin geçebileceği
kadardı"[510]
Ebû
Dâvûd dedi ki; bu haber Nüfeylî'ye aittir.[511]
Resul-i
Ekrem (s.a.)'in "namaz kıldığı yer'den maksat, Kirmânî'ye göre, ayaklarının
bulunduğu yerdir. Ancak Aynî merhum, "ayaklarının bulunduğu yerden secde
ettiği yere kadar uzanan mesafe" olduğunu söylemiştir.[512] Buna göre, namaz kılan kimse secdeye varınca
secde halinde iken kıble duvarı ile arasında kalan mesafe bir keçinin
geçebileceği kadar olmalıdır.
Ancak
Ahmed b. Hanbel'in Hz. BilâTden rivayet ettiği; "Peygamber (s.a.) Kabe'ye
girip namaz kıldı. Kendisiyle duvar arasında üç zira' bir mesafe vardı"
hadis-i şerifi ise, Resûl-i Ekrem'in ayakta bulunduğu zaman duvarla kendisi
arasındaki mesafeyi belirlemektedir. Davudî, mevzumuzu teşkil eden hadis-i
şerifle Ahmed b. Hanbel hadisinin arasım şöyle uzlaştırmıştır: Namaz kılan
kimse ile duvar veya kıble arasındaki mesafe en az bir keçi geçebilecek kadar
olmalı, en çok ise, üç zira olmalıdır.[513]
697. ...Ebu Said eI-Hudrî(r.a.)den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem
(s.a.) şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz namaz kılarken hiç kimseyi önünden
geçirmesin, elinden geldiği kadar ona engel olsun. Eğer o kimse diretirse,
onunla doğuşsun. Çünkü o ancak şeytan(ın yapacağını yapmakta)dır."[514]
Bu
hadis-i şerifte namaz kılmakta olan bir kimsenin, önünden geçilmesine mâni
olması emredilmektedir. Ancak namaz esnasında önünden geçen kimseye müdâhele
etme hakkının doğması için daha önce geçen 689 ve ilerde gelecek olan 700
numaralı hadis-i şeriflerde beyân edildiği gibi sütre olma niteliği taşıyan bir
nesnenin önüne konulmuş olması lâzımdır.
Buhârî,
bu hadis-i şerifin sebeb-i vürûdu ile ilgili olarak şu hâdiseyi nakletmektedir:
"Ebû Salih es-Semmân dedi ki: Ebû Said el-H-udrîbir cuma günü insanlardan
korunmak için önüne koyduğu bir sütrenin arkasında namaz kılıyordu. Derken
Muayt oğullarından bir genç onun önünden geçmek istedi. Ebû Said de göğsünden
iterek o gence mâni oldu. Genç, başka geçilebilecek bir yer olmadığını görünce,
ikinci defa geçmeyi denedi. Ancak bu defasında da Ebû Said birincisinden daha
şiddetli olarak karşı koydu. Bunun üzerine delikanlı Mervân'ın yanına gidip Ebû
Said'i şikâyet etti. Hemen arkasından da Ebû Said, Mervân'ın yanına geldi. Ebû
Said'i karşısında gören Mervân kendisine şu soruyu yöneltti:
Ey
Ebû Said! Bu kardeşin oğluyla senin alıp veremediğin nedir? Ebû Said de şu
cevabı verdi:
Resûl-i
Ekrem (s.a.)'i şöyle büyürken işittim: "Sizden biriniz kendisini
insanlardan koruyacak bir sütreye doğru namaz kılarken, birisi önünden geçmek
isterse, ona mâni olsun. Eğer o kimse diretirse, onunla kavga etsin. Çünkü o
şeytandan başka bir şey değildir.”[515]
Kadı
lyaz silâhla veya1 Önden geçen kişinin ölümüne sebeb olacak bir âletle
müdâhelede bulunmanın caiz olmadığına ve tehlikeli olmayan bir müdâhale sonucu
ölen bir kimse için de kısas lâzım gelmediğine dâir ulemânın görüş birliğinde
olduğunu söylemiştir. Bu kişi için diyet lâzım gelip gelmediği konusunda ise
Malikîler arasında iki farklı görüş vardır. Bunlardan îbn Şa'ban'a göre bu kişi
için diyet lâzım gelir. İbnu't-Tîn'e göre ise, kanı heder olur, yani
karşılığında diyet ödenmez.
Ancak
hemen şunu söyleyelim ki; namaz kılanın önünü kesip geçen kimse ile nasıl
mücâdele edileceğine dair serdedilen bütün bu görüşler namaz kılarken önünde
sütre bulunan kimsenin önünü kesen kimse ile ilgilidir. Yoksa önünde sütre
bulundurmayan kimse için müdâhele veya mücâdele hakkı yoktur.
İbn
Ebî Hamza ise, hadis-i şerifteki şeytanla kavgadan maksat, gürültüsüz,
patırtısız olan ince ve mânevi bir müdâheledir. Yoksa gürültülü patırtılı,
kaba kuvvete dayalı bir mücâdele değildir. Bu manada bir mücâdele de ancak
istiâze (eûzu) ve besmele ile şeytandan korunmak ve sütre koymakla
gerçekleşebilir. Çünkü kaba kuvvete bağlı olarak yapılacak bir mücadelenin
namaza vereceği zarar, önden geçen kimsenin vereceği zarardan daha büyüktür,
demektedir.
Namaz
kılan kimsenin önünden geçen kimse ile mücâdele etmedeki sebebin ne olduğu
mevzuunda da iki görüş vardır:
a. Musallinin önünü kesen kişiyi günahtan alıkoymak,
b. Bu kişinin namaza zarar vermesini önlemek.
İbn
Hamza birinci görüşü benimsemiştir. Aslında ikinci görüş daha kuvvetli ve
isabetlidir. Nitekim İbn Ebî Şeybe'nin İbn Mes'ûd (r.a.)'den rivayet ettiği bir
hadis-i şerife göre, "bir kişinin namaz esnasında önünden geçilmesi o
namazın yarısını ifsâd eder". Yine Ebû Nuaym'in Ömer (r.a.)'den rivayet
ettiği bir hadisi şerifte ise, "namaz kılan kişi eğer önünden geçilmekle
namazım(n derecesini) ne kadar kaybettiğini bilseydi, sütresiz olarak asla namaz
kılmazdı" buyurulmaktadır. İşte bu hadis-i şerifler, namaz kılmakta olan
kimsenin önünden geçmek isteyen kimseye engel olmanın gerçek sebebinin namaza
zarar vermesi olduğunu ortaya koymaktadır.
Ayrıca,
"musallinin önünden geçeni günahtan alıkoymak için onunla mücâdele
edilir" diyenlere de, "şayet sizin görüşünüz isabetli olsaydı, o zaman
çocuğun namaz kılan bir kimsenin önünden geçmesinde bir sakınca olmaması
lâzımdı. Çünkü çocuk mükellef olmadığı için bu hareketiyle günahkâr olmaz"
diye cevap verilebilir.
Hanefî
âlimlerine göre ise, efdal olan namaz kılanın, Önünden geçene müdâhale
etmemesidir.
Buna
göre namaz kılan bir kimseye mevzumuzu teşkil eden hadiste tanınan müdâhale
hakkının doğması için namazdan önce önüne sütre niteliği taşıyan bir nesneyi
koymuş olması gerekmektedir. İşte o zaman o kimse, önünden geçen kimseye
gücünün yettiği kadar engel olmaya çalışır.
Zâhiriyye
mezhebi âlimlerine göre, hadisteki "ona engel olsun" emrinin hükmü
farzdır. Bu bakımdan namaz esnasında önünden geçen kimseye engel olmak o kimse
için kaçınılmaz bir görevdir.
Şafiî
âlimlerinden merhum Nevevî'ye göre ise, bu emrin hükmü kuvvetli bir mendubtur.
Özellikle Şafiî âlimlerinden hiç bir kimse farz olduğunu iddia etmemiştir.[516]
İleride
gelecek olan 700 numaralı hadis-i şerifte de temas edileceği gibi eğer önünden
geçmekte olan kimse yakınsa ona eliyle mâni olur, uzaksa işaretle veya
"sübhânellah" diyerek sesini yükseltmekle mâni olur.
Kadı
İyaz ise, namaz kılmakta olan kimse 'önündenj geçene bulunduğu yerden
müdâhalede bulunabileceğine, fakat bu maksatla yürümesinin asla caiz olmadığına
dair âlimlerin görüş birliğinde olduklarım söylemektedir. Çünkü namazda
yürümenin namaza vereceği zarar, önünden geçilmekle doğacak zarardan daha
büyüktür. Bu bakımdan kişinin bulunduğu yerden elle müdâhalede bulunmasına izin
verilmiştir. Önden geçen kimse uzakta bulunursa, o zaman da bulunduğu yeri
terketmeden sadece işaretle veya "sübhânellah" diyerek müdâhalede
bulunabilir.
Hadisin
zahirine bakılırsa namaz kılanın önünü kesmek isteyen kimseye çocuk bile olsa
engel olunur. Nitekim İbn Mâce'nin Ümmü Seleme'den rivayet ettiği,
"Peygamber (s.a.) bir gün Ümmü Seleme'nin odasında namaz kılarken Abdullah
yahut Ömer b. Ebi Seleme önünden geçmek istedi de, Peygamber (s.a.) ona eliyle
(geçmemesini) söyledi, o da vazgeçti, hemen sonra Zeyneb bint Ümmü Seleme gelip
önünden geçmek istedi. Resûl-i Ekrem (s.a.) ona da aynı şekilde eliyle
geçmemesini söylemişse de o (aldırış etmeden) geçip gitti. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.) namazı bitirir bitirmez (şöyle) buyurdu: "Kadınlar
(isyanda ve inatçılıkta) galibtirler."533 Bu hadisten anlaşılıyor ki önden
geçmek isteyen çocuk da olsa izin verilmemelidir.[517]
Hadis-i
şerifteki "Onunla doğuşsun" cümlesinin anlamı İmam Şafiî'ye ve Mâliki
âlimlerinden Kurtubî'ye göre, "eğer diretirse, birinci müdâhaleden daha
sert bir müdâhalede bulunulsun"-demekse de, bazı Şafiîlere göre
"gerçekten doğuşsun" demektir. Ancak bu ikinci görüş namazın özünü
teşkil eden huşu'a aykırı olduğu için ulemâ tarafından kabul edilmemiştir.
Kıymetli
âlim Kâsânî'nin el-Bedâyi' isimli meşhur eserinde bu mevzuda şu bilgiler
verilmektedir: "Bizim için meselede delil şu hadis-i şeriftir: "Muhakkak
ki namazda -ancak namazla ilgili
fiillerle- meşgul olunur". Kavga ve mücâdele namazla ilgili bir hareket
olmadığına göre bu fiillerle meşgul olmak doğru ve caiz değildir." Ancak
mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifi merhum Kâsânî şöyle te'vil etmektedir: Ebû
Said Hadisi ise, namazda her türlü hareketin mubah olduğu zamanlara aittir.
Sonradan namazla ilgisi olmayan davranışların mübahlığı neshedilmiştir.[518]
Hanefî
âlimlerinin bazıları da namaz kılanın önünden geçene engel olmak bir görev
değil, bilakis bir izindir. Engel olmamak daha faziletlidir. Çünkü engel olma
hareketi namazın dışında bir harekettir
demişlerdir.
Ancak
gerek mâni olma işinin namazın dışında bir hareket olduğu, görüşüne, gerekse
Ebû Said hadisinin neshedildiği görüşüne diğer mezheb âlimleri tarafından
itiraz edilmiştir.
"Çünkü
o, şeytandan başka bîr şey değildir" cümlesindeki "şeytan” kelimesi
bu kişinin yaptığı iş, şeytan işidir, anlamına gelebileceği gibi, gerçekten insan
ve cin şeytanı anlamına da gelebilir. Nitekim İbn Battal, "Şeytan"
sözünün dinde fitne çıkaran herkes için kullanılmasının caiz olduğunu söylemekte
ve kelimelerde mühim olan manadır, yoksa şekil değildir, demektedir.
Yine
İbn Battâl'a göre, cinnilere hakikaten şeytan denebildiği gibi insanlara da
mecazen şeytan demek caizdir.
Nitekim
Kur'an-ı Kerim'de de insanoğluna şeytan denildiği görülmektedir: "Biz
(sana yaptığımız gibi) her Peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece
düşman yaptık."[519]
1. Namaz kılmakta olan bir kimsenin, önünden geçmek isteyene mani olması
caizdir. Ancak namaz kılmakta olan kimsenin bu müdâhale etme hakkını
kazanabilmesi için namazdan önce önüne sütre niteliği taşıyan bir nesneyi
koymuş olması şarttır.
2. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek isteyen kimse en uygun
bir yolla engellenmeli, tehlikeli sonuçlar doğuracak müdahale yollarına
gidilmemelidir.
3. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek isteyen kişi, önünden
geçtiği kimsenin gönlünü meşgul edip namazdaki huşu'una mâni olduğu için
şeytana benzer.
4. Dinde fesat çıkaran kimselere şeytan denilmesi caizdir.[520]
698. ...Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.), Peygamber (s.a.)'îii; "Sîzden biriniz
namaz kıldığı zaman sütreye doğru kılsın ve ona yakın dursun.” buyurduğunu
söylemiş sonra da (bir önceki hadisin) mânâsını rivayet etmiştir.[521]
Muhammed
b. Aclân, Zeyd b. Eslem'den rivayet ettiği bu hadisin sonunda, bir önceki
hadisin mânâsını ifâde eden lâfızları nakletmiştir. İbn Hibbân'ın Sahîh'inde
rivayet ettiğine göre, bu lâfızlar şöyledir:
Yanı
"sizlerden biri namaz kıldığında sütreye karşı kılsın ve ona
yaklaşsın.Çünkü şeytan sütre ile onun arasından geçer. Önünden geçen kimseye
de fırsat vermesin."[522]
699. ...Süleyman (b. Abdilmelik)in hacibi Ebû Ubey.d şöyle demiştir: Ben
Atâ b. Yezîd el-Leysî'yi ayakta namaz kılarken gördüm ve önünden geçmek
istedim. O da beni geri çevirdi. (Namazını bitirdikten) sonra da (şöyle) dedi:
Ebû
Said el-Hudrî bana Resûlullah (s.a.)m şöyle buyurduğunu nakletti: "Sizden
bir kimse (namaz kılarken) kıblesi ile kendi arasına birinin girmesine mâni
olabilirse olsun."[523]
Bu
hadis-i şerifle ilgili açıklama 697. hadis-i şerifte geçmiştir. Oraya
bakılabilir.[524]
700. ...Ebû Said (r.a.)'den (rivayet edildiğine göre) Peygamber (s.a.)
(şöyle) buyurmuştur: "Sizden biriniz kendisine insanlardan süt-re olacak
bir şeye doğru namaz kılar da başka biri önünden geçmek isterse, ona göğsüne
dokunarak engel olsun. Diretirse, onunla dövüşsün. Çünkü o ancak
şeytan(dan)dır."
Ebû
Dâvûd, Süfyan-ı Sevrî'nin şöyle dediğini söylüyor: "Ben namaz kılarken
önümden böbürlenerek geçen adama mâni olurum. Zayıfa mani olmam.”[525]
Bu
hadisle ilgili açıkljama 697. hadis-i şerifin açıklama kısmında geçtiğinden
tekrara lüzum görmüyoruz. Oraya müracaat edilmelidir.[526]
701. ...Ebû Cüheym (r.a.), Peygamber (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu
bildirmiştir: "Namaz kılanın Önünden geçen kimse, ne kadar günah
işlediğini bilseydi kırk beklemeyi önünden geçmekten daha hayırlı
bulurdu."
Ebu'n-Nadr;
"Ravînin kırk gün mü, ay mı, sene mi? dediğini bilemiyorum" dedi.[527]
Zeyd
b. Halid el-Cühenî, namaz kılmakta olan bir kimsenin önünden geçmenin günâhını
öğrenmek üzere Büsr b. Saîd'i Ebû Cüheym'e göndermiş, Ebü Cüheym (r.a.)'de bu
hadis-i şerifi nakletmiştir. Buna göre namaz kılmakta olan kimsenin önünden
geçen kimse bu hareketinin vebalini bilmiş olsa uzun müddet beklemeyi tercih
edecek yine de namaz kılanın önünden geçmeyecektir.
Ebû
Davud'un bu rivayetinde "kırk beklemesi onun için daha hayırlı
olurdu" şeklindeki cümle, bazı hadis kitaplarında kırk yi], kırk ay, kırk
sabah, kırk saat, gibi farklı ifâdelerle nakledilmiştir. Bütün bunlardan şu anlaşılıyor
ki, bu cümlelerde geçen "kırk" kelimesiyle bizce bilinen kırk sayısı
değil de takdiri bizce mümkün olmaycak kadar uzun bir zaman kast edilmektedir.
İbn Mâce'nin Hz. Ebû Hüreyre'den tahric ettiği rivayette ise, Peygamber (s.a.)
"biriniz namaz kılarken din kardeşinin önünden geçmekte ne derece büyük
günah olduğunu bilse, yüz sene yerinde durması onun önünden bir adım atmaktan
kendisine daha hayırlı gelirdi" buyurdu denilmiştir.[528]
Taberânî'nin
rivayetinde; "Namaz kılanın önünden geçen kimse ne derece günah
işlediğini bilmiş olsaydı, uyluğunun kırılmasına razı olur da onun önünden
geçmezdi"[529]
denilmiştir. Ka'bü'l-Ahbâr; "namaz kılanın önünden geçen kimsenin yere
batması onun önünden geçmesinden daha hayırlıdır" demiştir.
Bütün
bunlar namaz kılanın önünden kasten geçmenin pek çirkin ve veballi bir hareket
olduğunu göstermektedir. Sütrenin ardından geçmekte ise, herhangi bir sakınca
yoktur.[530]
1. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek çok çirkin bir ıştır, bunu
yapan günahkar olur. Nitekim bu mevzu ile ilgili olarak Ka'bü'l-Ahbâr'ın ve
Taberânî'nin rivayet ettiği tehditkâr hadisler bulunmaktadır.
2. Namaz kılmakta olan kimse namazını ister tek başına, isterse imama
uyarak kılıyor olsun, önünden geçmek isteyen kişiye engel olmalıdır. Nitekim
bu mevzuda muktedinin durumu ileride tekrar ele alınacaktır.
3. Her ne kadar bu hadis-i şerifteki ve benzerlerindeki tehdid sadece namaz
kılmakta olan kimsenin önünden geçene aitmiş gibi görünüyor ve namaz kılmakta olan
kimsenin önünde duran veya oturan veya önünde uyuyan kimseler bu tehdidin
dışında kalıyor gibiyse de, aslında bu yasağın gerçek sebebinin namaz kılan
kimsenin zihnini bozmak ve huşu'unu ifsat etmek olduğu düşünülürse, bu
kimselerin de bu hadis-i şerifteki tehdidin kapsamı içine
girecekleri kolayca anlaşılır.[531]
702. ...Ebû Zer (r.a.)'den; demiştir ki: Peygamber (sallellahü aleyhi ve
sellem) şöyle buyurdu.[532]
"Erkeğin önünde eğerin arka kemeri kadar bir nesne bulunmazsa eşek, kara
köpek ve kadın(dan birinin geçmesi onun) namazi(m) bozar. (Râvi Abdullah b.
Sâmit dedi ki;) Ben: "Ey Ebâ Zer, siyah köpeğin kırmızı köpekten, san veya
beyaz köpekten farkı nedir ki?" dedim. (O da);
Ey
kardeşimin oğlu, senin bana sorduğun gibi ben de Resûlüllah (s.a.)'a sordum da,
"Kara köpek şeytandır" buyurdular, dedi.[533]
Hadis-i
şerifte sözü geçen üç şeyin namazı bozup bozmayacağı mevzuunda ilim adamları arasında
ihtilâf vardır. Bazı ilim adamlarına göre bunlar namazı hakikaten bozarsa da
imam Ahmed b. Hanbel'e göre sadece kara köpek namazı kesinlikle bozmakla
beraber, kadınla eşeğin namazı bozup bozmayacağı şüphelidir. Çünkü köpeğin
namazı bozmayacağına dair bu hadise aykırı düşen hiç bir haber yoktur. Bu bakımdan
köpeğin namazı bozacağı kesinlikle söylenebilir. Ancak eşek hakkındaki İbn
Abbas'dan rivayet edilen aşağıda tercemesini sunduğumuz şu hadis-i şerif eşeğin
namazı bozmayacağını ifâde ettiğinden İmam Ahmed, eşeğin namazı bozup
bozmayacağı mevzuunda şüphelenmektedir.
"İbn
Abbas haber vermiştir ki, kendisi Veda Haccında bir merkeb üzerinde Hz.
Peygamber'e gelmiş. Hz. Peygamber de Minâ'da cemaate namaz kıldırıyormuş.
Merkeb saflardan birinin arasına yürümüş, sonra İbn Abbâs ondan inerek cemaatle
birlikte saf olmuş.”[534]
Hz.
Âişenin rivayet ettiği 712 ve 716 numaralı gelecek olan hadis-i şerifler de
İmam-ı Ahmed'i kadının namazı bozup bozmayacağı mevzuunda şüpheye düşürmüştür.
Diğer
mezheb imamlarından İmam Mâlik, Şafiî ve Ebû Hanife hazretlerine ve halef ve
selefin cumhuruna göre namaz kılmakta olan kimsenin önünden köpek, kadın, eşek
ve daha başka bir şeyin geçmesi ile namaz bozulmaz. Bu görüşlerinin delili ise
720 Nolu, "kişinin namazını hiç bir şey bozmaz" hadis-i şerifidir. Bu
âlimler mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisindeki "namazı bozar"
cümlesini "namazdaki huşu ve huzuru bozar ve sevabını azaltır" diye
tefsir etmişlerdir. Bazıları bu hadisin 720 no'lu hadis-i şerifle
neshedildiğini söylemişlerse de muhakkik ve müdekkik âlimler bu iddiaya iltifat
etmemişlerdir. Çünkü zahiren birbirine aykırı gibi görünen hadis-i şeriflerin
aralarım te'lif imkânı mümkün olduğu müddetçe nesh cihetine gidilmez. Nitekim
beyân ettiğimiz şekilde ulemâ bu iki hadisin arasını te'lif etmişlerdir.
Hadiste
sözü geçen şeylerle namazın bozulduğunu iddia edenler, namazın bozulmasına
sebeb, bu üç şeyin şeytan manasında olmasını sebeb gösterirler ve
"köpeğin şeytan olduğu hadisle sabittir; kadının şeytanlığı da kurduğu tuzaklardadır.Eşeğin
şeytan olması ise, Nuh aleyhisselama gemide iken şeytanının eşek suretinde
gelmesindendir.” derler.
Mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifle buna benzer bazı hadislerde kadının namaz kılanın
önünden geçmesiyle o kimsenin namazını bozacağından bahdesilmesi, kadının
kadr-ü kıymetini düşüren bir şey olarak anlaşılmamalıdır. Zira
Hüccetü'Hahi'I-Baliğa'da bunun hikmetinden bahsedilirken, "namaz Allah'a
yalvarış ve yakarıştır. Bu yakarışın huzur ve huşu içerisinde olması
gerekir.Kadınlarla bir arada olmak ve onlara yaklaşmak, onlarla sohbet etmek ve
hatta onlara bakmak sağlanması gereken bu huzur ve huşua mânidir"
demektedir. Yoksa kadının kadr ve kıymetini düşürmek için değildir. Nitekim
İmam Nevevî Mecmu' isimli eserinde Mesrûk'tan rivayet etmiş olduğu bir hadis-i
şerifte şöyle demektedir: "Hz. Âişe'nin bulunduğu bir mecliste namaza
mani hallerden bahsedilirken köpeğin, merkebin ve kadının da bu haller arasında
zikredilmesine şaşarak; bizi merkeb ve köpeklere mi benzetiyorsunuz? Halbuki
Resûlullah (s.a.) namaz kılarken onunla kıblesi arasında karyolam üzerine
uzanır, yatardım."
Diğer
bir hadis-i şerifte Âişe (r.anhâ): "Ben hayızlı olduğum halde yatağımda
yatarken Resûlullah (s.a.) namaz kılardı. Secdeye vardığında yerin dar olması
sebebiyle ayaklarımı secdegâhından uzaklaştırır, sonra secde ederdi."
demiştir.
Bu
hadis-i şerifler gösteriyor ki, bundan maksat kendine mâlik olan bir kimsenin
önünde kadın olması veya önünden kadın geçmesi, onun namazına zarar vermez.[535]
1. Namaz kılmak isteyen kimse önüne mutlak sütre koymalıdır.
2. Namaz kılmakta olan bir kimsenin önünden, kadın eşek ve siyah köpek
geçecek olursa, namaz kılanın huzurunun bozulacağına işaret vardır.
3. Özellikle siyah köpekten kaçınılmasına delâlet vardır.[536]
703. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre (Katâde'nin râvisi)
Şu'be ref ederek: (Resûlullah sallaHahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Hayızh kadın ve köpek namazı bozar."[537]
Ehû
Dâvûd dedi ki: Sâid, Hişam ve Hemmam bu hadisi, Katâde, Câbir b. Zeyd senediyle
îbn Abbas (r.a.)'a ait, mevkuf bir hadis olarak rivayet etmişlerdir.[538]
Bu
hadis-i Şerifin zahirine göre hayızlı kadın ve köpek, sütresiz namaz kılmakta
olan bir kimsenin önünden geçecek olursa, bu kimsenin namazı bozulur. Nitekim İbn
Abbâs (r.a.) ve Atâ da bu görüştedirler. Ancak bunlara göre namazı bozan
köpekten maksat, kara köpektir. Nitekim İbn Abbâs (r.a.) ve Atâ da bu
görüştedirler. Nitekim İbn Abbâs (r.a.)'ın rivayet ettiği diğer bir hadis-i
şerifte "köpek" yerinde "kara köpek" tâbiri geçmektedir.[539]
Ancak
bir önceki hadis-i şerifte açıklandığı gibi, ulemânın büyük çoğunluğuna göre
kadının sütresiz namaz kılan bir kimsenin önünden geçmesiyle o kimsenin namazı
bozulmaz. Sadece namazının sevabını azaltır. Ayrıca bu mevzuda hayızlı kadınla
hayızlı olmayan arasında bir fark yoktur. Bu hadisteki "hayızlı kadından
maksat da "hayız görme çağına erişmiş baliğa kadın"dır.
Saîd
b. Ebî Urve, Hişâm b. Ebî Abdillah ed-Destuvâî ve Hemmâm b. Yahya, bunların her
biri bu hadisi Katâde'den rivayet etmişler, Katâde de, Câbir b. Zeyd'den o da
Abdullah b. Abbâs'dan rivayet etmiştir. Böylece bu hadis İbn Abbâs'a ait bir
söz olarak kalmış Hz. Peygamber'e isnat edilmemiştir.
Ancak
Şu'be yoluyla gelen rivayette bu hadis-i şerif Hz. Peygamber'e ulaşmakta ve
"merfû hadis" niteliği kazanmaktadır.
Netice
olarak şunu söylemek mümkündür; Bu hadis-i şerif, mahfuz olan rivayetine göre
mevkuftur. Şâz olan rivayetine göre ise, merfû'dur.[540]
704. ...İbn Abbâs'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (sallellahü aleyhi
vesellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz, sütresiz namaz kılarsa,
(önünden geçecek) köpek, eşek, domuz, yahudi, mecûsi ve kadın onun namazını
bozar, bir taş atma mesafesi uzaklıktan geçerlerse namazı tamdır."
Ebû
Dâvûd dedi ki: Bende bu hadise dair bir şüphe vardı. Bunu İbrahimle ve
başkalarıyla müzâkere ettim. (Fakat) hiç biri de bu hadisin Hişâm'dan (rivayet
tedildiğini) bilmiyordu. (Ve Muâz'dan başka) bu hadisi Hişâm'dan (nakleden) bir
kimse de görmedim. Öyle zannediyorum ki; vehm İbn Ebî Semine (yani Beni
Haşim'in azatlısı Muhammedb. İsmail el-Basri)dendir. Bunda münker olan,
"mecûsi" ve "bir taş atma mesafesi" sözleri ile
"domuz” kelimesinin zikredilmesidir.
(Yine)
Ebû Dâvûd dedi ki: Ben bu hadisi sadece Muhammed b. İsmail (b. Semine)'den
işittim. Zannımca bu onun vehmidir. Çünkü o bize ezberinde naklederdi.[541]
Her
ne kadar musannif, Ebu Dâvûd bu sözleriyle hadisteki domuzun, mecusımn,
sutresız namaz kılan kimsenin onunden geçmesiyle o kimsenin namazının
bozulacağına dâir olan sözlerin, zayıf olduğunu ve aynı şekilde bu mesafeyi
"bir taş, atımlık bir mesafe" olarak belirleyen cümlenin sağlam
rivayetlere ters düştüğünü söylüyor ve bu sözüne de bu hadisi Muâz'dan başka
bir kimsenin rivayet etmediğini delil getiriyorsa da bunlar hadisin zayıf
olması için yeterli bir delil teşkil etmemektedirler.
Ayrıca
Muhammed b. İsmail'e vehim, isnadı da mesnedsiz kalıyor. Çünkü Muhammed b.
İsmail'in sağlam, güvenilir sika bir kimse olduğunu bir çok hadis âlimleri itiraf
etmektedirler.
Şayet
hadis-i şerifin zayıf olduğu kabul edilse bile Tahâvî'nin aynı mânadaki
Meâni'l-Âsâr'daki hadisi, bu hadisi takviye ederek zayıflıktan kurtarmaktadır.
Hadis-i
şerifte zikredilen şeylerin, önünden geçtikleri kimsenin namazı bozup-bozmayacsğı
meselesi 702 numaralı hadisin izahında geçmiştir. Oraya müracaat edilebilir.[542]
705. ...Yezid b. Nimrân (şöyle) demiştir: Tebük'te kötürüm bir adam gördüm.
(Şunları) söylüyordu:
(Bir
gün) Peygamber (s.a.) namaz kılarken -Eşek üzerinde olduğum halde- önünden
geçtim. (Namazdan sonra) : "Ey Allahım! Onun (yeryüzünden ayak) izini
kes!" diye duâ etti. Artık bir daha onun üzerinde yürüyemedim.[543]
Râvi
Yezid b. Himân'ın sözlerinde anlaşılıyor ki, Yezid Tebûk'te gördüğü kötürüm
adama nasıl olup da bu hâle düştüğünü sormuş; o adam da, namaz kılarken Resûl-i
Ekrem (s.a.)'in önünden geçtiği için onun (s.a.) bedduasını alması neticesinde
bu duruma düştüğünü söylemiştir.
Bu
kimsenin "artık bir daha onun üzerinde yürüyemedim" sözlerine, hadis
sarihleri çeşitli mânâlar vermişlerdir. Netice olarak "Onun üzerinde
yürüyemedim" cümlesi, “O eşek üzerinde yürüyemedim" mânâsına gelebileceği
gibi bazı nüshalardaki rivayetlere bakarak "o ayaklar üzerinde
yürüyemedim" manası da verilebilir. Ayrıca "O" zamiri müennes
olduğu için "toprak üzerinde bir daha yürüyemedim" manası vermek de
mümkündür.[544]
Ancak
senedinde bulunan kölenin kimliği mechûl olduğu için bu hadis zayıftır.[545]
706. ...Saîd'den aynı sertedle, aynı manada yukarıdaki hadisi rivayet
etmiştir. Ancak o, rivayetinde (Hz. Peygamber'in) "O bizim namazımızı
kesti Allah da onun (yeryüzünden ayak) izini kessin" buyurduğunu ilâve
etmiştir.
Ebû
Dâvûd dedi ki: Bu hadisi (aynı zamanda) Said'den Ebû Mûshir de rivayet etmiştir
ve bu hadisinde Ebû Mûshir de "O bizim namazımızı kesti" (sözlerini)
nakletmiştir.[546]
Ebu
Hayve ile EbÛ Müshir rivayetlerinde 705 numaralı hadisin ravisi Yezid’den
farklı olarak “O birim namazımızı kesti.Allah da onun (yer yüzünden ayak)
İzlerini kessin" cümlesini ilâve etmekte ve bu cümlede birleşmektedirler.
Müellif Ebû Dâvûd bu taliki yapmakla, bu ziyâdenin hadisin aslında bulunma
ihtimalinin kuvvetti olduğuna dikkatleri çekmek istemiştir.[547]
1. Allah (c-c-)'m koymuş olduğu sınırlan tanımayan veya onlara tecâvüz eden
kimselere beddua etmek caizdir.
2. Peygamber (s.a.) Efendimizin duası Allah katında makbuldür. Geri
çevrilmez.[548]
707. ...Gazvân eş-Şâmî(r.a.)'den
rivayet edildiğine göre kendisi hac dönüşü Tebûk'e inmiş ve kötürüm bir adamla
karşılaş!vermiş. Adam bu durumu(n sebebini) sormuş, o da şöyle cevab vermiş:
Sana
bir hadis nakledeceğim, ancak benim sağ olduğumu işittiğin sürece onu kimseye
söylemeyeceksin. Peygamber sallellahü aleyhi vesellem (bir gün) Tebûk'te bir
hurma ağacının yanında konaklamış ve "bu (hurma ağacı) bizim kıble
(cihetindeki sütre)mizdir" buyurmuş sonra da (ona doğru) namaza durmuştu.
Ben de çocuk halimle koşarak geldim ve Peygamberle, hurma ağacının arasından
geçtim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.) de; "O bizim namazımızı kesti
Allah da onun izini kessin!" buyurdu. Ben de bugüne kadar (bir daha) ayağa
kalkamadım.[549]
Bu
hadisin ravilerinden Said ve babası Gazvân'ın kimlikleri kesinlikle
bilinmediğinden hadis âlimleri bu hadisin zayıf olduğuna hükmetmişlerdir.[550]
708. ...Amr b. Şuayb, büyük babası (Abdullah b. Amr b. As)'ın şöyle dediğini
rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.) ile birlikte (Mekke ile Medine arasındaki)
Ezâhir yolundan inmiştik. Namaz (vakti) giriverdi. Bunun üzerine Peygamber
(s.a.) duvarı kıblesine aldı, (onu sütre edinerek) namaza durdu. Biz de
arkasındaydık. Hemen bir kuzu gelerek Önünden geçmeye yeltendi. Peygamber
(s.a.) karnı duvara değinceye kadar ona engel olmaya çalıştı. Kuzu da
(mecburen) O(s.a.)nun arkasından (cemaatin önünden) geçti. (Ebû Dâvûd,hadisi)
yahutta Mü-sedded'in dediği gibidir (de ben iyi hıfz edememişimdir, dedi).[551]
Seniyye,
dağyolu, dağ başlarındaki sel yatağı manalarına geldiği gibi, aynı zamanda da Mekke
ile Medine arasındaki bir yerin ismidir. Hadis-i şerifte geçen
"kıble" kelimesi sütre manasında kullanılmıştır. Sütre namaz kılanın
kıblesinde bulunur. İşte bu alâkadan dolayı kıble kelimesi mecazen sütre
manasında kullanılmıştır.
Bu
hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, imamın sütresi cemaat için de geçerlidir.
Çünkü Resûl-i Ekrem, önünden geçmek isteyen kuzuya sadece kendisi müdâhale
etmiş, müdahalesiz kalan cemaati tenkid etmemiştir. Eğer onlar için de ayrı bir
sütrenin bulunması söz konusu olsaydı, onların da önlerinden geçmek isteyen
kuzuya müdâhale etmelerini emretmeyi görevi icabı ihmal etmezdi.
Ayrıca
bu hadis-i şerif, "sizden biriniz namaz kılmak istediği zaman karşısına
bir sütre koysun" mealindeki 689 numaralı Ebû Hureyre hadisi ile,
"sizden biriniz namaz kıldığı zaman namazını sütreye doğru kılsın"
mealindeki 698 numaralı Ebû Said el-Hudrî hadisini tahsis etmektedir. Çünkü bu
iki hadis-i şerifden yalnız başına veya cemaatle namaz kılmak isteyen her
ferdin ayrı ayrı önüne sütre koyması anlaşılmaktadır. Oysa açıklamaya çalıştığımız
hadis-i şerif, cemaatle kılınan namazda imamın sütresinin cemaat için de
geçerli olduğunu belirterek önceki hadislerin hükmünü tahsis etmektedir.
Hadisin
sonundaki "yahutta Müsedded'in dediği gibidir" sözü, müellif Ebû
Dâvûd tarafından ihtiyat için konmuş bir sözdür. Musannif Ebû Dâ-vûd bu sözüyle
"Her ne kadar biz bu hadisi Müsedded'den bize intikal eden lafızlarla
nakletmişsek de naklederken yanılmış olabiliriz. Asıl olan Müsedded'in
dediğidir" demek istiyor.
Netice
olarak şunu söyleyebiliriz: İmamın sütresi cemaat için de geçerlidir. Ancak bu
mevzuda Mâlikîlerin iki ayrı görüşü vardır:
1. İmamın kendisi, cemaat için sütre teşkil eder. İmamın sütresi de kendisi
içindir. Bu görüş Mâlikilerce itimad edilen görüştür.
2. îmamın sütresi aynı zamanda cemaat için de geçerlidir.[552]
1. Namaz kıIan kişinin sütresi ile kendisi arasından geçmek isteyen kimse
ile mücâdele etmesi caizdir.
2. ihtiyaç sebebiyle namaz içinde az bir yürüyüş namazı bozmaz.
3. imamın sütresi cemaat için de geçerlidir.[553]
709. ...îbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.) namaz
kılarken bir oğlak önünden geçmek istemiştir. Nebi (s.a.) de ona mâni olmuştur.[554]
Bir önceki
hadis-i şerifle bu hadis-i şerifte geçen olay netice itibariyle
birbirinin aynısı olduğundan oradaki yaptığımız açıklama bu hadis-i şerif için
de geçerlidir.[555]
710. ...Âişe (r.anha)'den; demiştir ki:
"Ben
bazan Peygamber (s.a.) ile kıble(si) arasında olurdum.”[556]
(Râvi) Şu'be dedi ki, "öyle zannediyorum (Hz. Âişe); "hayızlı olduğum
halde" demiştir."
Ebû
Dâvûd dedi ki: bu hadisi (aynı zamanda) ez-Zühri, Ata, Ebû Bekr b. Hafs, Hişâm
b. Urve, Irak b. Mâlik, Ebu'l-Esved ve Temîm b. Seleme de rivayet eîmişdir.
Bunların hepsi de Urve'den; o, Âişe (r.anhâj'den (rivayet etmişlerdir. Ayrıca)
ibrahim, el-Esved'den; o da, Âişe'den; Ebu'd-Duhâ, Mesrûk'dan; o da, Âişe'den
ve el-Kasım b. Muhammed ile Ebû Seleme de Âişe'den (rivayet etmişler) ve
"hayızhydım" sözünü nakletmemişlerdir.[557]
Musanmf
Ebû Davud'un bu sözlerden maksadı Sa'd b. îbrahim'in rivayetinde bulunan
"hayızlıydım" sözünün şâz olduğunu sağlam bir rivayet olmadığını
ifâde etmektir. Çünkü bu söz sağlam ve güvenilir râvilerin rivayetlerine
aykırıdır.[558]
711. ...Hz. Âişe'den (nakledildiğine göre) kendisi Hz. Peygamber (s.a.)'in
yatağında, Peygamber (s.a.)le kıble arasında enlemesine uzanıp uyurken ,
Peygamber (s.a.) gece (teheccüd) namazını kılarmış. (Sonra) vitri kılmak
isteyince,Âişe'yi de uyandırır, o da vitri kılarmış.[559]
Bu
hadis-i şerif, uyuyan kimseye doğru namaz kılmanın câiz olduğuna delâlet
etmektedir. İmam Mâlik, Mücâhid, Tâvûs
gibi âlimler ise, uyuyan kimseden, namaz kılanın zihnini ve gönlünü meşgul
edecek bir hâlin vukuunu düşünerek bu şekilde namaz kılmayı mekruh
görmüşlerdir. Her ne kadar daha önce terceme ettiğimiz,"ne uyuyanın arkasında
namaz kılınız, ne de konuşanın" mânâsındaki 694 no'lu hadis-i şerif,
bunun caiz olmadığım ifâde ediyorsa da, izahı esnasında da söylediğimiz gibi o
hadis zayıftır. Bu bakımdan ulemânın büyük ekseriyeti uyuyan kimseye doğru
kılınan namazı caiz görmüşlerdir.
Namazı
kılanın önünde kadının yatıp uyumasının namazı bozmadığına bakarak, namaz
kılanın önünden kadının geçmesinin de namazı bozmayacağını söylemek mümkündür.
Çünkü bu ikinci halde, birincisi kadar ifsat ihtimali yoktur.[560]
Hz.
Âişe'nin vitri kılmadan yatmasının hikmeti, Resûl-i Ekrem'in geceleyin
kendisini kaldıracağından emin olmasıdır. Bu bakımdan insan gece
kalkabileceğinden emin olduğu takdirde vitri geceye bırakabilir, hatta bu daha
faziletlidir.
Kadının,
namaz kılmakta olan bir kimsenin önünde yatmasıyla o kimsenin namazının
bozulacağı görüşünde olanlar, kendi görüşlerinin doğruluğunu isbat için
şunları söylemişlerdir:
1. Kadının, önünde bulunduğu kimsenin namazını bozmasının sebebi, namaz
kılan kimsenin o kadını görmesiyle kalbinde o kadına karşı bir meylin
doğmasıdır.
Hz.
Peygamber'in,'Hz. Âişe'ye doğru namaz kılması hâdisesinde ise, böyle bir meyil
söz konusu değildir.Çünkü Hz.Peygamber'in kalbine fevkalâde hâkimiyetinin
ötesinde, o günlerde lâmba olmadığı için Hz. Peygamber Hz. Âişe'yi görmüyordu
da. Nitekim Buhârî'nin Hz. Âişe'den rivayet ettiği, "O zamanlar evlerde
lâmba yoktu"[561]
hadisi bunu açıkça ifâde etmektedir. Öyleyse Hz. Peygamber önünde yatmakta
olan Hz. Âişe'yi görmüyordu. Bu yüzden de namazının bozulması için bir sebeb
bulunmuyordu.
2. Her ne kadar 711 no'lu hadis kadının, önünde bulunduğu kimsenin namazını
bozmadığını ifâde ediyorsa da burada Hz. Âişe (r.ahhâ)’nin Hz. Peygamber'in
zevcesi olduğunu unutmamak lâzımdır. îşte bu sebeble Hz. Peygamberin namazı
bozulmamıştır. Kadının önünden geçtiği kimsenin namazının, bozacağını ifade
eden 702 no'lu Ebü Zerr hadisinde kasd edilen kadın ise yabancı kadınlardır.
Netice olarak namaz kılan kimsenin önünden geçen kadın yabancı bir kadın
olursa, o kimsenin namazım bozar. Fakat yabancı bir kadın değilse bozmaz.
3. Kadının,namaz kılmakta olan kimsenin önünde yatmasıyla o kimsenin
namazının bozulmayacağını ifâde eden Hz. Âişe hadisinin Resûl-i Ekrem'e ait
özel bir durum olma ihtimali de vardır. Halbuki aksini ifâde eden 702 no'lu Ebü
Zerr hadisinin hükmü umûmidir; herkese şâmildir.
Aksi
görüşte olan âlimler de bu görüşleri sırasıyla şöyle tenkid etmişlerdir:
1. Her ne kadar bu âlimler, o günlerde evlerde lamba bulunmadığından Hz.
Peygamber önünde yatmakta olan zevcesini görmemiş ve bu sayede namazı
bozulmaktan kurtulmuştur diyorlarsa da, bu söz hakikati ifâde etmekten
uzaktır. Yine Hz. Âişe'nin 712 no'lu hadiste gelecek olan "Secdeye varmak
istediği zaman beni eliyle iterdi" sözleri, onların aleyhine bir delildir.
Çünkü kadına elle dokunmanın o kadına karşı kalbde, uyandıracağı meyi gözle
görmenin uyandıracağı mey İden daha kuvvetlidir.
2. 711 numaralı Âişe hadisindeki, Hz. Âişe'nin Cenab-ı
Peygamberin-namazını bozmamasını, zevcesi olmasına bağlamaları da isabetsizdir.
Çünkü insanın nefsi zevcesine karşı daha çok duyarlıdır.
3. Bu fiilin Hz. Peygambere ait özel bir durum olduğu iddiası da isabetsizdir.
Çünkü fiilin Resûl-i Ekrem'in şahsına ait bir özellik ifâde edebilmesi için
buna delâlet eden bir delilin bulunması gerekir. Gerçekte, asıl olan Resûl-i
Ekrem'in her fiilinin bütün müslümanlara şâmil bir hüküm ifâde etmesidir.
Resûl-i Ekrem'in bu fiilinin şahsıyla ilgili Özel bir durum ifâde ettiğine dâir
herhangi bir delil mevcud değildir.[562]
1. Kadın namaz kılmakta olan kişi ile sütresi arasına girdiği zaman o
kimsenin namazı bozulmaz.
2. Uyuyan kimseye doğru kılınan namaz kerahetsiz olarak caizdir.
3. Kişinin uyanabileceğinden emin olduğu takdirde vitir namazını gecenin
sonuna kadar te'hir etmesi müstehabtır.
4. Uyuyan kimseyi namaza kaldırmak müstehabdır.[563]
712. ...Hz.Âişe'den demiştir ki:"Bizi eşeklerle ve köpeklerle bir
tutmanız ne çirkindir!...Yemin ederim ki ben, önüne enlemesine uzanıp yatmış
olduğum halde Peygamber (s.a.)in namaz kıldığını gördüm. Secde etmek istediği
zaman ayağıma dürterdi. Ben de onları toplardım. Sonra secdeye varırdı."[564]
Bu
hadiseyi Müslim'de Urve şöyle anlatır: "Hz. Âişe bize namazı ne
bozar?...diye sordu. Biz de, "Kadınla eşek, (bozar)" deyince, Âişe
(r.anhâ) "hakikatte kadın (size göre) pek kötü bir hayvandır. Vallahi ben
kendimin Peygamber (s.a.) namaz kılarken cenaze gibi onun önüne aykırı
uzandığımı bilirim”[565]
cevabını verdi.
Urve
ve arkadaşlarının Hz. Âişe'nin bu sözleri karşısındaki sükûtları kendi
görüşlerinden dönerek Hz. Âişe'nin fikrine katıldıklarını, aralarında birlik
hasıl olduğunu ifâde eder. Âişe (r.a.)nin Peygamberin önünde aykırı olarak
uzanıp yatmasının anlamı,Peygamberin kıblesi istikâmetine dik, yani cenazenin
imamın Önüne yatışı gibi yatması demektir.
Bu
hadis-i şerif kadına, şehvetsiz olarak dokunmanın abdesti bozmayacağına
delâlet etmektedir. Çünkü namaz kılan kimse o anda şehvetten uzaktır, bu
bakımda. Resûl-i Ekrem'in namaz esnasında önünde yatmakta olan Hz. Âişe'ye
ayaklarını toplaması için eliyle dokunurken en küçük bir cinsel duygu
hissetmediği muhakkaktır.
Aksi
görüşte olanlar, "kadına dokunmakla abdestin bozulmaması Resûl-i Ekrem'e
ait özel bir durumdur. Hem de huzurunda uyumakta olan Hz. Âişe'nin üzerinde
bir örtünün bulunması ihtimali vardır" demişlerse de, bu mü-cerred bir
iddiadan ileri gidememiştir. Çünkü herhangi bir delile dayanmamaktadır. Bu
hadisle ilgili olarak şunu da söylemek mümkündür: Bir önceki hadisi açıklarken
de belirttiğimiz gibi namaz kılmakta olan bir kimsenin Önünden geçilmekle o
kimsenin namazı bozulmuş olur. Nitekim Müslim'in namaz bölümünde rivayet ettiği
şu hadis de bu gerçeği te'yid eder: Âişe (r.anha) şöyle demiştir; "Siz
bizi köpeklerle ve eşeklerle bir tuttunuz! Vallahi ben yatak üzerine uzanıp
yattığımı bilirim. ResûM Ekrem (s.a.) gelir de yatağın ortasına durarak namaz
kılardı. Ben onun karşısına gelmekten çekinir, yatağın ayaklan tarafından,
yorganımdan sıyrılırdım."[566]
Görülüyor
ki, bu hadis-i şerifte Hz. Âişe Resûl-i Ekrem'in önünde durmaktan çekindiği
için yataktan sıyrılıp çıktığını ifâde etmektedir. Bu ise Resûl-i Ekrem'in
önünden geçmek demektir.[567] Bu
mevzuda delillerin münakaşası için bir önceki hadis-i şerifin izahına
bakılabilir.[568]
713. ...Aişe (r.a.)den; demiştir ki: "Ben Peygamber (s.a.) geceleyin
namaz kılarken, ayaklarım onun önünde uzatılmış olarak uyurdum, secde etmek
istediği zaman ayaklarıma vururdu, ben (de) onları toplardım. O da secdeye
varırdı."[569]
Bu
hadis-i şerifle ilgili açıklama 711 - 713 numaralı hadis-i şeriflerin
açıklamalarında geçtiğinden burada tekrara lüzum görülmemiştir.[570]
714. ...Âişe (r.anhâ)'den; demiştir ki: Ben Resûlullah (s.a.)m kıblesi
cihetine enlemesine uzanmış bir halde uyurdum. Resûlullah (s.a.) ben önünde
iken namaz kılardı. Vitir namazı kılmak isteyince; (burada râvi) Osman,
"Bana dürterdi" (sözünü) ilâve etmiştir. "(Ey Âişe artık kalk),
bir kenara çekil (de vitir namazını kıl)" buyururdu.
Bu
son kısımda hadisin iki râvisi de müttefiktir.[571]
Bu
hadis-i şerif Ebû Davud'a iki râvi vasıtasıyla erişmiştir.Bunlardan birincisi
Osman b. Ebi Şeybe, ikincisi de el-Ka'nebî'dir. Bu iki râvi hadisi rivayet
ederken ikisi de aynı cümleleri naklederek birleşmişlerse de, Osman
"vitir namazı kılmak isteyince" cümlesinden sonra "bana
dürterdi" kelimelerini ilâve ederek rivayetinde el-Ka'nebfden ayrılmıştır.
Görülüyor
ki, Hz. Âişe bu hadis-i şerifte de namaz kılmakta olan bir kimsenin önünde bir
kadının bulunmasıyla o kimsenin namazının bozulmayacağı görüşünde olduğunu
ifâde etmiştir.
Her
ne kadar Şevkânî, Neylü'l-Evtâr isimli eserinde bu mevzu ile ilgili görüşünü
açıklarken "Kadın, önünde bulunduğu kimsenin namazını boz-masa da önünden
geçtiği kimsenin namazını bozar. Çünkü önde bulunmak başkadır, önden geçmek
başkadır" demişse de gerek 712. hadisin açıklamasında naklettiğimiz
Müslim hadisi ve gerekse Buhârî'nin namaz bölümünde 102. babında zikrettiği
hadis-i şerif bu görüşün isabetsizliğini ortaya koymaktadır.
Her
ne kadar Şevkânî sözü geçen eserinin 3. cildinin 12. sahifesinde Ahmed b.
Hanbel'den naklettiği "Müslümanın namazını eşek, kâfir köpek ve kadından
başka hiç bir şey bozamaz"[572]
manasındaki hadis-i şerifi kendi görüşüne delil olarak getiriyorsa da, bu
hadis-i şerif, kaynaklarını verdiğimiz Buhârî ve Müslim hadisleri karşısında
başlı başına bir hüküm ifâde edebilecek kadar sağlam değildir. Irakî bu
hadisin râvilerinin güvenilir kimseler olduğunu söylemişse de Buhârî ve Müslim
hadislerindeki incelikleri taşımadığı kesindir. Bu bakımdan buradaki
"kadın namazı bozar" sözünü namazın özü olan huşu' ve huzurunu bozar
diye te'vil ederek bu hadislerin arasını bulmak en isabetli yoldur.[573]
715. ...İbn Abbâs'dan: demiştir ki: Dişi bir merkebe binerek geldim. Ben o
zaman ergenlik çağına yaklaşmıştım. Peygamber (s.a.) Minâ'da cemaatle namaz
kılıyordu. Saffın birinin önünden (eşekle) geçtim ve indikten sonra otlasın
diye onu salıverdim. Kendim de safa girdim. Bunu kimse kötü karşılamadı.[574]
Ebû
Dâvûd dedi ki: Bu Ka'nebi'nin lafzıdır ve eksiksizdir. (Ravî) Mâlik dedi ki:
"Ben bu hadiste namaza durulduğu zaman (imamın önünden değil de) saflar
arasından geçilmesinde bir ruhsat görüyorum. "[575]
Buhârî'nin
rivayetinden anlaşıldığına göre, Resûl-i Ekrem burada namaz kıldırırken önünde
sütre yerini tutacak bir duvar bulunuyordu. İbn Abbâs (r.a.) bu hâdiseyi
anlatmakla, sütresiz olarak namaz kılan bir kimsenin önünden geçilmekle o
kimsenin namazının bozulmayacağını ifâde etmek istemiştir. Çünkü Hz. İbn
Abbâs'ın sütresiz olarak namaz kılan Resûlullah (s.a.)'ın arkasında bulunan
sahabenin teşkil ettiği bir saffın önünden eşekle geçtiği halde hiç bir itiraz
ile karşılaşmaması, ona göre bu fiilin onlarca caiz olduğuna delâlet eden bir
beyândır. Binaenaleyh namaz kılan bir kimsenin önünden bir adamın veya eşeğin
geçmesiyle namaz bozulmaz. Nitekim 711-714. numaralı hadis-i şeriflerin
izahında açıklandığı gibi, ulemânın büyük çoğunluğu da bu görüştedir.
Karşı
görüşte olanlar ise, "Resûl-i Ekrem'in önünde duvarın bulunmaması demek,
başka bir sütrenin de bulunmaması demek değildir. Belki önünde bir sütre
bulunduğu için İbn Abbâs'ın safların önünden geçmesi, o saflarda bulunan
kimselerin namazını bozmamıştır. Çünkü imamın sütresi cemaat için de
geçerlidir" diyerek kendi görüşlerini müdafaa etmişlerse de, Bezzâr'ın
sahih senedle İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet ettiği "el-Fadl ile beraber bir
eşek üzerinde gelerek Arafat'ta sütresiz olarak namaz kılmakta olan
Peygamberin önünden geçtik" hadisi bunların iddialarını çürütmektedir.
Çünkü bu hadis-i şerif, Hz. Peygamber'in namaz kılarken önünde bir sütre
bulunmadığını açıkça ifâde etmektedir.
Yine
bunların "belki saflar kalabalık olduğu için İbn Abbâs'ın safların önünden
geçtiğinden Resûlullah (s.a.)'in haberi olmamıştır" tarzındaki iddialarına
da ulemânın büyük çoğunluğu iltifat etmemiştir.
Çünkü
İbn Abbâs (r.a.)'ın; "benim bu hareketimi hiç bir kimse kötü
karşılamadı" sözüyle esas maksadı, bilhassa Hz. Peygamber'in itiraz etmediğini
söylemektedir. Yoksa delil olarak sadece Resûlullah (s.a.)ın içinde bulunduğu
bir hâdiseyi nakletmesinin bir kıymeti kalmazdı.[576]
1. Büyük bir maslahatı elde etmek için bazı küçük mefsedetlere tahammül
edilir.Çünkü namaz kılanların önünden geçmek bir mefsedet ise de bir namaz
safına girmek o mefsedetten daha üstün bir maslahattır.
2. Cemaata binit ile gitmek caizdir.
3. Namaz kılan kimsenin önünden merkebin geçmesiyle o kimsenin namazı
bozulmaz.
4. Bir kimse Hz. Peygamber'in huzurunda bir şey yapar da kendisini men
etmezse bu, o şeyin caiz olduğuna delildir.
5. Bir hayvanı başında muhafız bulunmadan meraya salmak caizdir.[577]
716. ...Ebu's-Sahbâ'dan; demiştir ki: Biz İbn Abbâs'ın yanında namazı bozan
şeylerden bahsediyorduk. îbn Abbâs (şöyle) dedi: "Ben ve Abdu'IMuttalib
oğullarından bir çocuk eşek üzerinde olduğumuz halde namaz kılmakta olan
Peygamber (s.a.)e (önünden geçerek) geldik. Sonra o da ben de eşekten inip
eşeği safların önüne salıverdik. (Bunu gören Peygamber) hiç aldırış etmedi. Ve
(yine) Abdulmuttalib oğullarından iki kız gelerek safların arasına girdiler.
Bunu da mühimsemedi.[578]
Nesâî'nin
rivayetinde açıklandığı üzere tbn Abbâs (r.a.)'la beraber eşek üzerinde
safların önünden geçip giden çocuk îbn Abbâs'ın kardeşi FadI (r.a.)'dir.
Ebu's-Sahbâ'nın
ifâdesinden anlaşıldığına göre, îbn Abbâs'ın da bulunduğu bir meclisde eşeğin
ve kadının önünden geçtiği kimsenin namazını bozup bozmayacağı müzâkere
edilirken îbn Abbâs eşeğin de kadının da namazı bozmayacağına bir delil olmak
üzere bu hâdiseyi anlatmıştır. Hz. îbn Abbâs bu sözüyle Hz. Peygamberin bu
hâdise karşısındaki sükûtunun eşek ve kadının namaz kılan bir kimsenin namazını
bozmayacağına dâir bir ikrar ve beyân manası taşıdığını ifâde etmektedir.
Nitekim ulemânın çoğunluğu da bu görüştedir.
"Sâkite
bir söz isnad olunmaz, lâkin ma'nz-i hacette sükût beyandır"[579]
kaidesi de cumhur-ı ulemânın bu mevzudaki ortak görüşünü ifâde etmektedir.
Netice
olarak mevzuyu şu şekilde özetleyebiliriz:
Cumhûr-i
fukahâ ile İmam Ebû Hanife, İmam Mâlik, îmam Şafiî kadının, namaz kılanın
önünden geçmesinin namazı bozmayacağına kaildirler. Çünkü Hz. Âişe'den mervi
hadis Resûlullah (s.a.) namaz kılarken, kendisinin Resûlullah'ın önünde yattığı
fakat Resûlullah (s.a.)'in yine de namaza devam ettiği zikrediliyor.
Bazıları
ise kadının, köpeğin ve eşeğin geçmesiyle namazın bozulacağını iddia
etmişlerdir. İmam Ahmed b. Hanbel de, "Kara köpek geçerse namazı bozar.
Ama eşek ve kadın hakkında içimde biraz şüphe var" demiştir.[580]
717. ...(Önceki) hadisi, Cerîr (b. Abdi'l-Hâmid), Mansûr'dan aynı senetle
nakletmiştir. (Ancak) Cerîr(in) dedi(kleri şöyledir): "Abdul-Muttalib
oğullarından iki genç kız gelerek (safların önünde) çekişmeye başladılar.
Bunun üzerine (Peygamber bunların ikisini de) tuttu" (Burada diğer râvi)
Osman (birinci râviden ayrılarak şöyle) dedi ki: "O iki kızın arasını
ayırdı." (Başka bir râvi olan) Dâvûd da (şöyle) dedi: Birini öbüründen
ayırdı. (Hz. Peygamber) buna da önem vermedi."[581]
Bu
hadis-i şerif, namaz kılmakta olan bir kişinin önünden eşek ve kadının
geçmesiyle o kimsenin namazı bozulmaz diyenler için bir delildir.[582]
Ayrıca
bu hadis-i şerif kadına dokunmakla abdestin bozulmayacağına da delâlet
etmektedir.[583]
718. ...Fazl İbn Abbas[584]
dan; demiştir ki:
Biz
kendimize ait olan bir arazide bulunduğumuz sırada Peygamber (s.a.) Abbâs'la
beraber yanımıza geldi. Önünde bize ait bir eşekle bir dişi köpek oynaşırken
sütresiz olarak kırda namaz kıldı da onlara aldırmadı.[585]
1. Bu hadis-i şerif insanın, önünden geçilmeyeceğinden emin olduğu bir yerde
namaz kılmak istediği zaman sütreyi terk etmesinin caiz olduğuna delâlet
etmektedir. Şehirden uzak kırlar ve insanların ancak aşağısından gelip geçtiği
yüksek yerler, bu bakımdan emin olunabilecek yerlerdir.
2. Mâlikîler bu hadis-i şerifi delil getirerek; "sütre koymayı
emreden hadisler herkesin uğrağı olan veya insanların uğraması ihtimali bulunan
yerlerde kılınan namazlarla ilgilidir. Bu ihtimalin bulunmadığı yerlerde
sütresiz olarak namaz kılmakta bir sakınca yoktur" demektedirler.
3. Şafiî, Hanbelî ve Hanefî uleması ise, sütre koymayı emreden hadis-i
şeriflerin zahirine sarılarak ve Hz. Peygamberin hazarda ve seferde önüne sütre
koyduğuna bakarak "namaz kılmak isteyen kişinin nerede namaz kılarsa
kılsın, önüne sütre koymasının sünnet olduğunu" söylemişler ve; "bu
hadis, sütrenin farz olmadığının delilidir" demişlerdir.
4. Burada şunu da unutmamak gerekir ki, Peygamber (s.a:) gözle görülen
yerlerde namaz kılarken önüne sütre koyduğu, sütre olmadığı zamanlarda önüne
çizgiler çizdiği geçen hadislerde verilmişti. Peygamberimizin önüne çizgi
çizdiğini Fazl b. Abbas'ın görmemiş olmasını da dikkatten uzak tutmamak
gerekir.
5. Ayrıca bu hadis, bir kimsenin önünden köpek ve eşeğin geçmesiyle o
kimsenin namazının bozulmayacağına delâlet etmektedir.[586]
719... .Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)den; demiştir ki: Resulullah (s.a.) şöyle
buyurdu: "Namazı (önden geçen) hiçbir şey bozamaz. (Bununla beraber, yine
de siz) gücünüz yettiğince (önünüzden geçene) mâni olmaya çalışınız. Çünkü o
şeytandan başka bir şey değildir."[587]
1. Bu hadis-i şerif, "namaz kılmakta olan bir kimsenin önünden
köpek, kadın, eşek veya başka bir şeyin geçmesiyle o kimsenin namazı
bozulmaz" diyen ve ulemânın büyük çoğunluğunu teşkil eden âlimlerin
delilidir.
2. Daha önce de ilgili hadis-i şeriflerin açıklamalarında ifâde ettiğimiz
gibi bu âlimler bazı yaratıkların, önünden geçtiği kimsenin namazım bozduğunu
bildiren hadis-i şeriflerdeki "namazı bozar" sözünü "namazın
özünü teşkil eden huzur ve huşuu bozar" diye tefsir etmişlerdir. Bu
mevzudaki münakaşalar için 702. hadisin izahına bakılabilir.
3. Bazı yaratıkların namaz kılmakta olan bir kimsenin önünden geçmesiyle
o kimsenin namazının bozulacağını iddia eden ilim adamlarına göre ise, bu
hadis-i şerif zayıftır. Çünkü bu hadisin râvileri arasında Mücâlid bulunmaktadır.
Pek çok hadis âlimi bu kimsenin güvenilir bir kimse olmadığını söylemektedir.
Her ne kadar bu sözde hakikat payı varsa da, gerçek olan şudur ki, Dârekutnî'
nin Ebû Umâme'den rivayet ettiği "namazı (önden geçen) hiçbir şey
bozmaz"[588] Hadis-i şerifi, bu
hadisi kuvvetlendirerek onların iddialarını çürütmektedir.
Yine
Dârekutnî' nin Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber
(s.a.) şöyle buyurmaktadır: "Kişinin namazını ne kadın, ne köpek ve ne de
eşek bozabilir. Bununla beraber sen gücünün yettiği kadar Önünden geçene engel
olmaya çalış."[589]
İmam
Mâlik'in Muvatta'ında Ali b. Ebi Tâlib'den rivayet ettiği bîr hadisin mânâsı
da şöyledir: "Namaz kılan kimsenin önünden geçen hiç bir şey, o kimsenin
namazını bozamaz."[590]
Bütün
bu hadis-i şeriflerle birlikte daha önce tercemesini sunduğumuz 703 no'Iu hadis
cumhur-ı ulemânın görüşünü desteklemekte ve onların görüşlerinin isabetli
olduğunu ortaya koymaktadır.[591]
1. Namaz kılmakta olan kimsenin namazı, önünden bir şeyin geçmesiyle
bozulmaz.
2. Namaz kılmakta olan kişinin, pnünden geçmek isteyene engel olması
gerekir.
3. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek çirkin bir harekettir.
Çünkü Hadis-i Şerifte bu fiili işleyen kimse için "şeytan" kelimesi
kullanılmıştır.[592]
720. ...Ebu'l-Veddâk demiştir ki: Kureyşli bir genç, namaz kılmakta olan
Ebû Said el-Hudrî'nin önünden geçmek istedi. O da engel oldu. (Genç) tekrar
geçmek isteyince (Ebû Said ona yine) engel oldu. (Bu durum peşi peşine) üç defa
(vuku buldu. Ebû Saîd) namazı bitirince şöyle konuştu:
Namazı
hiçbir şey bozamaz. Lâkin peygamber (s.a.); "gücünüz yettiği kadar
(önünüzden geçene) mâni olunuz. Çünkü o şeytandır" diye buyurmuştur.
Ebû
Dâvûd dedi ki: Resûlullah (s.a.)den (rivayet edilen) iki haber birbiriyle
çelişirse, ondan sonra sahabe-i kiram (r.a.)ın hangisiyle amel ettiğine bakılır
(ve o tercih edilir)[593]
Bu
hadis-i şerif, namaz esnasında bir kimsenin önünden insan veya herhangi bir
hayvanın geçmesiyle namazın bozulmayacağına ve iadesinin gerekmeyeceğine
delâlet etmektedir. Halbuki daha önce geçen hadis-i şeriflerin bazıları, bazı
yaratıkların önünden geçtiği kimsenin namazım bozacağını ifâde etmekteydi.
Bilindiği
gibi musannif Ebu Dâvûd aralarında tearuz görülen hadisleri ayrı ayrı bablarda
nakleder. Ebû Dâvûd bu babtaki hadislerle daha önce geçen hadisler arasında
görülen tearuzla ilgili olarak, "sahâbilerin bu hadislerden hangisiyle
amel ettiğine bakılır" demekte ve bu sözleriyle, "sahâbilerin
kendisiyle amel ettiği hadis tercih edilir" demek istemektedir.
Şu
da unutulmamalıdır ki, her zaman bir sahâbinin rivayet ettiği hadis, o
sahâbinin o mevzudaki görüşünü ortaya koymayabilir. Çünkü sahâbi o hadise başka
bir mana vermiş olabilir. Nitekim daha önce geçen kadının eşeğin, köpeğin vs.
geçmesiyle namazın bozulacağını ifâde eden 703, 704 numaralı hadisleri İbn
Abbas rivayet ettiği halde, eşeğin, önünden geçtiği kimsenin namazını
bozmayacağım ifade eden 715 no'lu hadisi de yine kendisi rivayet etmiştir.
703-704 no'lu hadis-i şeriflerdeki "namazı bozar" sözünü de sahabe-i
kiram ve" onları takib eden ulemâ "namazın özünü teşkil eden huşu'u
bozar" şeklinde anlamışlardır.
Beyhakî'nin
rivayetine göre, kadının, köpeğin ve eşeğin önünden geçtiği kimsenin namazını
bozup bozmayacağına ilişkin bir soruya Hz. İbn Abbas, "namaz bozulmaz
fakat mekruh olur" cevabım vermiştir. Bunun misalleri pek çoktur.[594]
[1] Müslim, salât 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/357-358.
[2] bk. 595 no'lu hadis.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/358.
[3] Müslim, mesâcid 258, 259; Tirmizî, mevakît 36; Nesâî,
saat 40; tbn Mâce, ezan 7; Dâ-rimî, salât 12; Ahmed b. Hanbel, 11,410, 416,
471, 506, 537.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/358-359.
[4] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/359-360.
[5] Müslim, mesâcid 160; Tirmizî, salât 29.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/360.
[6] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/360-361.
[7] Şekk râvilerden birine aittir.
[8] Tirmizî, salât 3; Ahmed b. Hanbel,VI, 14-15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/361.
[9] îbn Mâce, mukaddime 7.
[10] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/361-362.
[11] Buhârî, cuma 18, ezan 22, 23; Müslim, mesâcid 156-160;
Tirmizî, salât 29; cuma 21, 63; Nesâî, ımâme 12, ezan 42; Dânmî, salat 47; Ahmed
b. Hanbel, V, 304, 305, 307, 308, 310.
[12] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/363.
[13] Müslim, mesâcid 157.
[14] Buhârî, ezan 27.
[15] el-Cezîri.Kitabü'l-fıkh ale'l-mezâhib ile'erbaa, I,
323-324.
[16] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s.138.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/363-364.
[17] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/365.
[18] Buhârî, ezan 24, 25; Müslim, mesâcid 158; Nesâî,imâme,
24.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/365.
[19] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/365.
[20] Buhârî, ezan 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/366.
[21] Haşiye ala MerakFl-felâh, 225.
[22] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/366-367.
[23] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/367-368.
[24] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/368.
[25] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/368.
[26] Buhârî, ezan 27; Müslim, hayz 123-124; Nesâî imame 13;
Ahmed b. Hanbel, III-I01, 114, 182.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/368-369.
[27] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/369.
[28]Kütüb-ü Sitte'den sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/369.
[29] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/369-370.
[30] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/370.
[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/370.
[32] Nesaî, imame 4fi\ Ahmed b. Hanbel, V, 196; VI, 446.
[33] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/370-371.
[34] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/371.
[35] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/372.
[36] Müslim, mesâcıd 251, 252, 253; Tirmızî, salât 48; İbn
Mâce, mesâcid 17; Ahmed b. Hanbel, II, 244, 292, 314, 319, 424, 472, 531, 539.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/372.
[37] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/372-374.
[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/374-375.
[39] Tirmizî, mevâkît 48; İbn Mâce, mesacıd 17; Dârimî,
salât 54; Ahmed b. Hanbel, I, 450; II, 314, 376, 472; Ayrıca bk. Müslim,
mesacid 251.
[40] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/375.
[41] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/375-376.
[42] Müslim, mesacid 257; Nesâî, imame 50; İbn Mâce,
mesacid 14; ikâme 142- Ahmed b. Hanbel, I, 382, 415, 455.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/376.
[43] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/376-377.
[44] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/377.
[45] Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir. Biraz farklı bir
rivayet için bk. İbn Mâce, mesâcid 17.
[46] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/377-378.
[47] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/378.
[48] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/379.
[49] ibn Mâce,
mesâcid 17; Ahmed b. Hanbel III, 423; IV, 43: Ayrıca bk. Müslim, mesâcid 255;
Nesâî, imame
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/379.
[50] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/379-380.
[51] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/380.
[52] Nesâî, imame 50.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/380-381.
[53] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/381.
[54] Nesâî, imame 45; İbn Mâce, mesacid 18; Ahmed b.
Hanbel, V, 145.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/381-382.
[55] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/382.
[56] Tirmizî, salat 51; muvatta, cemaa 7; îbn Huzeyme,
sahîh II, 365. Müslim, mesâcid 260.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/382-383.
[57] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/383.
[58] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/384.
[59] Buhârî, ezan 31; Müslim, mesâcid 277; İbn Mace,
mesacid 15; Muvatta, tahâre 33; Ah-medb. Hanbel, II, 351, 428.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/384.
[60] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/384-385.
[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/385.
[62] Müslim, mesâcıd 278; lbn Mâce, mesacid 15; Dârimî,
salât 60; Ahmed b. Hanbel III, 226, 283; V, 133.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/385-386.
[63] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/386.
[64] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/386.
[65] Ebu Umâme cl-Bâhi1î,Suday b. Aclân;
Meşhur sahâbilerdendir,
Humus'a gidip yerleşmiştir. 150 kadar hadis rivayet etmiştir.Kutub-i Sitte'nin
hepsinde rivayetleri yer almıştır. Kendisi h. 86 yılıda Humus'ta vefat
etmiştir. (Bilgi için bk. ibn Sa'd, Tabakât, VII, 411; Buhârî,
el-Târihu'l-kebir, IV, 326; ibn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dil, IV, 454;
İbnu'l-Kayserânî, el-Cem' beyne ricâlFs-Sahîhayn, I, 226; İbnu'1-Esîr,
Üsdu'I-ğabe, III, 16; VI, 16; Zehebî, A'lâmıı'n-nubelâ, III, 359 - 363; İbn
Hacer, el-İsâbe, II, 182; Tehzibu't-Tehzîb, IV, 420; Ibnu'1-İmâd,
Şezerâtu'z-zcheb, I, 96.)
[66] İlliyyîn: iyi kulların amellerinin yazıldığı divanın
adıdır.
[67] Ebu Dâvûd, tatuvvu' 12; Ahmed b. Hanbel, V, 264, 268.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/386-387.
[68] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/387.
[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/388.
[70] Buhârî, buyu' 49; Müslim, tahâre 12; mesâcid 272;
Nesâî, mesâcid 6; İbn Mâce, tahâre 6; mesâcid 14; Ahmed b. Hanbel, II, 176,
252.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/388-389.
[71] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/389-390.
[72] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/390-391.
[73] Sadece Ebû Davud rivayet etmiştir.
[74] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/391.
[75] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/391-392.
[76] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/392.
[77] Tirmizî, salât 51; İbn Mâce, mesâcid 1 ; tbn Huzeyme,
sahih, II, 377.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/392.
[78] Ahbal b. Bişr el-Eşhelî ile Useyd b. Hudayr el-Eşhelî
(Uveym b. Saide e'-Eşhelî) bk. Tecrid Tere. II, 410.
[79] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/393-394.
[80] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/394.
[81] Ebû Sümâme el-Hannât: Ka'b b. Ucre'den Hadis rivayet
etmiştir. İbn Hıbbân onu sika bir ravî olarak zikretmiştir.
[82] Ka'b b. Ucre b. Adiy: Sahâbî'dir. Künyesi Ebû Muhammed
ve Ebû İshaktır. Biraz geç müslüman olmuş fakat Resulüllah'la birçok gazveye
iştirak etmiştir. Hudeybiye'de başındaki bir hastalıktan dolayı, onun için
ihramlıyken tıraş olup fidye vermesi hakkında ruhsat âyeti (el-Bakara (2), 196)
gelmiştir. H.52 senesinde vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Buhârî,
et-Târihu'1-kebir, VII, 220: İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dü, VII, 160;
îbnu'l-Kayserânî, el-Cem' beyne ricali's-sahihayn, II, 429; İbnu'1-Esir,
Üsdu'I-ğabe, IV, 243; Zehebî, AMamu'n-nubelâ, III, 52-54; İbn Hacer, el-İsâbe,
III, 297; Tehzibu'l-Tehzib, VIII, 435; İbnu'1-İmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 58).
[83] Tirmizî, mevâkıt 167; Dârimî, salât 21; Ahmed b.
Hanbel, III, 43, 54, IV, 241 - 244.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/394-395.
[84] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/395-396.
[85] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/396.
[86] Sadece Ebu
Davud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/396-397.
[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/397.
[88] Nesâî, tahâre 108, 110; Hâkim el-Müstedrek, I, 208 -
209.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/397-398.
[89] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/398.
[90] Dârimî, salât 57; Ahmed b. Hanbel, II, 438, 475, 528;
V, 192, 193; VI, 70.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/398.
[91] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/398-400.
[92] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/400.
[93] Buhârî, cum'a 13; Müslim, salât 136; Dârimî, salât 57;
Muvatta, kıble 12; Ahmed b. Hanbel, II, 16, 151, 438, 475, 528; V, 192, 193;
VI, 69.
[94] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/400.
[95] Müslim, salât 135, 138, 140; fbn Mâce, mukaddime 2;
Ahmed b. Hanbel, II, 43, 90,140.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/400.
[96] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/400-401.
[97] Müslim, salât 138, 139; Tirmizî, cum'a 48; Ahmed b.
Hanbel, II,
49, 127, 143, 145.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/401.
[98] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/401-402.
[99] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/402.
[100] Buhârî, ezan 163; Müslim, salât 144; Tirtnizî, cum'a
35; Mır ıtta, kıble 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/402.
[101] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/402-403.
[102] Kütüb-i sitte içinde sadece Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir. İbn Huzeyme, sahîh, III, 94-96.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/403.
[103] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/403-404.
[104] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/404.
[105] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/404.
[106] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/404.
[107] Buhârî, ezan 20, 21; cum'a 18; Müslim, mesâcid
151-153, 155; Tirmizî, salât 127; İbn Mâce, mesâcid 14; Dârimî, salât 59; Ahmed
b. Hanbel, II, 237, 239, 270, 387, 452, 460, 472, 529, 533; V, 306.
[108] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/404-405.
[109] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/406-407.
[110] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/407.
[111] Ahmed b. Hanbel, V, 306. Ayrıca bk. bir önceki hadisin
kaynakları.
[112] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/407-408.
[113] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/408.
[114] Tırmızî, mevâkît 58; Ahmed b. Hanbel, III, 45;
Dârakutnî, Sünen I, 276, Tirmızîdekı rivayet şeklindedir ve aynı manayadır.
Ayrıca Tirmizî'nin rivâyetınde "Bir adam kalktı ve onunla namaz
kıldı" Ahmed'ın rivayetinde "Oradakilerden bir adam kalktı ve onunla
beraber namaz kıldı" ziyâdeleri vardır. Şevkânî bu zâtın Hz. Ebû Bekr
olduğunu söyler.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/408.
[115] Ibn âbidin, Hâşiyetu Reddi'l-Muhtâr, (ist. 1984 tıpkı
baskısı) I, 553.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/409-410.
[116] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/410.
[117] Tirmizî, salât 49; Nesâî, imame 54; Dârimî, salât 97;
Ahmed b. Hanbel, IV, 161; ed-Dârekutnî, sünen, I, 413 - 414.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/410-411.
[118] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/411-412.
[119] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/412.
[120] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/412-413.
[121] Yezid b. âmir b.el-Esved b. Hubeyb Ebî Haciz es-Suvâî;
Huneyn gazvesine müşrik olarak iştirak etmiş, bilahere musluman olmuştur.
(Bilgi için bk. îbnu'I-Esir, Üsdu'l-ğâbe, V, 498; İbn Hacer, el-İsâbe, III,
659).
[122] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir; akutnî, sünen, I,
276.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/413-414.
[123] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/414.
[124] Muvatta', cema'a 11.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/414.
[125] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/414.
[126] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/415.
[127] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/415-416.
[128] Ukbe b. Âmir el-Cühenî, Ebû Amr, Ebû Amir ve Ebû
Hammâd gibi künyelerle anılan âlim, mukrî, güzel konuşan ve fakih bir
sahâbîdir. Şam'ın fethi haberini Hz. Ömer'e ulaştıran da odur. Kendisinden Said
b. el-Museyyeb, Ebû Idris el-Havlânî ve Said el-Makburî gibi zevat hadis
rivayet etmiştir: Kendisi Mısırın fethine iştirak etmiş, hatta Mısır'da uç yıl
kadar valilik yapmıştır. Baki b. Mahled'in Müsned'inde 55 hadisi var-. dır.
H.58 yılında vefat etmiştir, kabri el-Mukattam'dadır (Bilgi için bk. Ibn Sa'd,
laba-kat, IV, 343, 344; Buhârî et-Târihu'1-Kebir VI, 430; İbn Ebî Hatim,
el-Cerh ve't-ta'dîl, VI, 313; İbnu'1-Esîr, usdii'1-ğâbe, IV, 53; Zehebî,
A'lâmu'n-nubelâ, II, 467-469; İbn Hacer, el-isâbe, II, 489; Tehzibu't-Tehzib,
VII, 242-244; İbnu'1-İmâd, şezerâtu'z-zeheb I, 64).
[129] Ibn Mâce, ikâme 47; Ahmed b. Hanbel, [V, 145, 154,
156; Hâkim, el-Müstedrek, I, 210.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/417.
[130] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/417-418.
[131] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/418.
[132] İbn Mâce, ikâme 47; Ahmed b. Hanbel, VI, 281.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/418-419.
[133] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/419.
[134] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/419.
[135] Buhârî, ezan 54; Müslim, mesâcid 290, 291; Tinnızî,
salât 60, edeb 24, mevâkît 60; Ne-saî, imame 3, 56, II, 43; kıble 16; ibn Mâce,
ezan 55 ikâme46; Ahmed b. Haiîbel.HI, 48, 51, 84, 163, 475; IV, 118. 121. 122;
V, 71, 272; Hâkim el-Mastetfrek, I, 243.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/419-420.
[136] Buhârî, sayd 10; cıhâd i, 27, 194; menâkibül-^nsa; 45,
meğazî 5?; Müslim, hnâre 86;Tirmizî, siyer 3?; Nesâî, beyât 15; !bn Mâce,
keffârât 12; Dârimt. .yyer 69; Ahmed b.Hanbel, I, 226, 266, 316, 355; II, 2Î5;
III, 22, 4(M, 431. 46S, 4ö9; V, 81, İ87; VI, 466.
[137] Bu mevzuda bk. 588. hadis.
[138] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/420-422.
[139] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/422.
[140] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/422-423.
[141] Nesaî, imame 3; Tirmizî, mevâkît 60," İbn Mâce,
ikâme 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/423.
[142] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/423-424.
[143] Buhârî, ezan 54; Tirmizî, sala 60; Nesâi* imame 3, 5,
11, 43; kıble 16; îbn Mace, ezan 5; ikâme 46; Ahmed b. Hanbd, III, 84, 51, 48,
163, 475; IV/118, 121; V, 71, 272.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/424-425.
[144] bk. 4401. numaralı hadis. Buna göre çocuk mükellef
değildir.
[145] el-Cezirî, el-Fıkıh ale'l-Mezâhibi'l-Erba'a, I, 409.
[146] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/425-426.
[147] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/426.
[148] Ahmed b. Hanbel, V, 286.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/426.
[149] el-A'râf (7), 31.
[150] İbn Rüşd, Bidâye bi'1-muctehid ter. A.Maylânî, I, 169.
[151] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/426-427.
[152] Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, V, 29, 71.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/427-428.
[153] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/428.
[154] Buhârî, ezan 54; Ahmed b. Hanbel, V, 71
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/429.
[155] bk. A.Naim, Tecrid Tncemcsi, II, 528.
[156] Ahmed Naim, Tecrid Tercemesi; II, 528.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/429-430.
[157] Buhârî, ezan 18, 35; Tirmizî, salât 37; Nesâî, ezan 7,
8, 29; imame 4; îbn Mâce, ikâme 46, Ahmed b. Hanbel, V, 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/430-431.
[158] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/431-432.
[159] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/432.
[160] Ibn Mâce, ezan 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/432-433.
[161] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/433.
[162] Hadisi sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/433-434.
[163] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/434-435.
[164] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/435-436.
[165] Sadece, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/436.
[166] el-Müstedrek, I, 203.
[167] ibn Mâce, ikame 78.
[168] ed-Dârakutnî, sünen, I, 403.
[169] ed-Dârakutnî, sünen, I, 404.
[170] Kâsânî, bedâyi', I, 157.
[171] Fcthu'I-Kadîr, I, 251.
[172] Bezlu'I-mechâd, IV, 210.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/436-438.
[173] Tirmizî, mevâkît 149; Ibn Mâce, ikâme 431.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/438-439.
[174] Tirmizi, mevâkît 149; Ibn Mâce, ikâme 43; Ahmed b.
Hanbel II, 439, 480.
[175] Tirmizi, mevakit 149.
[176] Ibn Mâce, ikâme 43.
[177] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/439-440.
[178] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/440.
[179] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Ayrıca bk.
ed-Dârakutnî, sünen, II, 56.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/440.
[180] Menhel, IV, 316.
[181] tbn Mâce, ikâme 78.
[182] Müslim, mesâcid
238.
[183] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/440-441.
[184] Buhârî, ezan 40.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/441-442.
[185] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/442.
[186] Tirmizi, salât 147; Ahmed b. Hanbel, III, 34, 36; V, 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/442-443.
[187] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/443.
[188] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/443-444.
[189] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/444.
[190] KÜtüb-ü Sitte'den sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/444-445.
[191] bk. 1080 numaralı hadis, Buharî, cuma 26; Müslim,
mesâcid 45.
[192] bk. es-Subkî,
el-Menhel, IV,
322.
[193] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/445-446.
[194] Buhârî, ezan 60; Müslim, salât 178; Ebû Dâvûd, salât
124; Tirmizî, cum'a 57; Nesâi, imame 41; Ahmed b. Hanbel, I, 450; III, 376,
377.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/446-447.
[195] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/447-448.
[196] bk. Bir önceki hadisin kaynakları.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/448.
[197] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/448.
[198] Buhârî.salât 18; ezan 51, 74, 82, 128; taksîrü's-salât
17; sehv 9;Merzâ 12;Müslim, salâi 77, 82, 86; Tirmizî, salât 150; Nesâî, eimme
16, 38, 40; iftitâh 30; tatbik 22; Ibn Mâce, ikâme 13, 144; Dârimî, salât 44,
71; Muvattâ, nida 56; cemaa 16, 17; Ahmed b. Han-bel, II, 230, 314, 341, 376,
411, 420, 438, 440, 459, 467, 475; III, 110, 154, 162, 200, 217, 300, 334; IV,
401, 405; VI, 51, 58, 68, 148, 194.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/449.
[199] Buhârî, ezan 39,47, 51, 68; taksîrü's-salât 20;
Müslim.salât 90, 95, 97; Nesâi, imame 40; İbn Mâce, ikâme 146; Dârimi,salât44;
Ahmed b. Hanbel,I, 232, 356; II, 52; VI, 21, 224, 251.
[200] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/449-451.
[201] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/451.
[202] İbn Mâce, ikâme 144.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/452.
[203] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/452.
[204] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/453.
[205] Buhârî, salât 18; ezan 51, 74, 82, 128;
taksîrü's-salât 17; sehv 9, merza 12; Müslim, salât 77, 82, 86; Tirmizî, salât
150; Nesaî, eimme 16, 38, 40; iftitah 30; tatbîk 22; İbn Mâce, ikâme 13, 144;
Dârimî, salât 44, 71; Muvatta, nida 56; cemaa 16, 17; Ahmed b. HanbeUl, 230,
314, 341, 376, 411, 420, 438, 440, 459, 467, 475.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/453-454.
[206] s.237.
[207] Davudoğlu, Ahmed, İbn-i Âbidin Terceme ve Şerhi.
II, 475 - 476.
[208] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/454-456.
[209] Müslim, salât 63; Ebû Dâvûd, salât 178; Nesaî, iftitâh
30; İbn Mâce ikâme 13; Ahmed b. Hanbel, II, 376, 420; IV - 415.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/456-457.
[210] es-Sehârenfûrî, Bezlu'l-mechûd, IV, 245-247.
[211] el-Cezerî, Kitabu'1-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa, I,
229, 230.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/457-458.
[212] Buhari, salât 18; ezan 51, 74, 82, 128; taksim's-salât 17; sehv 9;
merzâ 12; Müslim, salât 77, 82, 86; Tirmizî, salât 150; Nesâî eimme 16, 33, 40;
iftîtah 30, tatbik 22; tbn Mâce, ikâme 13; 144; Dârimî, salât 44, 71; Muvatta;
nida 56; cemaat 16, 17, Ahmed b. Hanbel 11, 230, 314, 341, 376, 411, 420, 438,
440, 459, 467, 475; III, 110, 154, 162, 200, 217, 300, 334; IV, 401, 405; VI,
51, 58, 68, 148, 194.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/458.
[213] Ahmed Naim: Tecrîd Tercemesi,H, 537.
[214] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/458-459.
[215] Buhârî, salât 18; ezan 51, 74, 82, 128;
taksini's-salat 17; sehv 9; merza 12; Müslim, salât 77, 82, 86; Tirrnizi,salât
150; Nesâî,eimme 16, 38, 40; iftitâh 30; tatbik 22; İbn Mâce, ikame 13, 144;
Dârimî, salât 44, 71; Muvatta, nida 56; cemaa 16, 17; Ahmed b. Hanbel, II, 230,
314, 341, 376, 411, 420, 438, 440, 459, 467, 475; III, 110, 154, 162, 200, 217,
300, 334; IV, 401, 405; VI, 51, 38, 68, 148, 194.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/459.
[216] Müslim, salât 84.
[217] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/460.
[218] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/460.
[219] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/460-461.
[220] Buhârî, savm 61; Ahmed b. Hanbel, III, 108, 188, 348.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/461--462.
[221] el-Cezîri, Kitabu'1-Fıkh ale'l-Mezahibi'l-Erbaa, I,
407.
[222] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/462.
[223] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/462-463.
[224] Nesâî, imame 21; Ibn Mâce, ikâme 44.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/463.
[225] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/463.
[226] Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s.152.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/463-464.
[227] Müslim, salâtü'l-müsâfirîn 181, 187, 188,189; Buhârî,
davet 9; Tirmizî, esribe 18; daa-vât 30; Nesâî, imame 22; Ahmed b. Hanbel, I,
284, 343, 352, 373.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/464.
[228] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/464.
[229] el-Cezirî, K.Fıkh ale'l-mezâhibi'l-erba'a, I, 405.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/464-465.
[230] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/465.
[231] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/465-466.
[232] Buhârî, ezan 41, 161; salât 21; teheccüd 33; Müslim,
mesâcid 266; Tirmizî, salât 59; Nesâî, mesâcid 43; imame 19; İbn Mâce, mesâcid
8; muvatta', sefer 31; Dârimî, salât 61; Ahmed b. Hanbel, III, 131, 145, 149,
164, 179, 184, 190, 226, 291.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/466.
[233] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/466-467.
[234] bk. 674 no'lu hadis.
[235] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/467.
[236] Müslim, mesâcid 26, 238, 239, 244; irnâre 62, 63; Tirmizî,
fiten 72; Nesâî, imame 18; beya't 35, 36; Dârimî, salât 25; Ahmed b. Hanbel,
1,384, 409, 424, 428, 433, 456, 462; 11,95, III, 24, 28, 29, 92, 213, 321, 399,
445, 446; IV, 243, 267; V, 111, 169, 231, 314, 315, 329, 384; VI, 7, 295, 302,
305, 321, 395.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/467-468.
[237] bk. Müslim, müsafirîn 181, 185.
[238] bk. Tirmizî, salât 60.
[239] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/468-469.
[240] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/469.
[241] Tirmizî, salât 112; Nesaî, imame 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/469-470.
[242] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/470.
[243] Müslim, müsâfirîn 62; Nesaî, imame 34; îbn Mâce, ikâme
55.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/470.
[244] Buhârî, ezan 156; cenâiz 93; Nesaî, iftitâh 84; İbn
Mâce, salât 8; ikâme 68; Ahmed b. Hanbel V, 14. 141.
[245] bk. es-Subkî, el-Menhcl, IV, 347.
[246] Bilmen, Ö.Nasuhî, Büyük islâm ilmihali, s.148.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/470-471.
[247] Ibn Mâce, ikâme 203
[248] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/471.
[249] Kâsânî, Bedâyi'ü's-Sanâyi,I, 160.
[250] ez-Zilzâl (99), 4.
[251] ed-Duhân, (44), 29.
[252] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/472-473.
[253] Tirmizî, salât 183; bârimî, vudû' 114; Ahmed b.
Hanbel, VI, 272.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/474.
[254] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/474.
[255] Buhârî, ezan 18; edeb 27; ahâd I; Dârimî, salât 42;
Ahmed b. Hanbel, V, 53.
[256] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/474-476.
[257] Ebû Dâvûd, tahâre 31; Tirmizî, tahâre 3; mevâkit 62;
tbn Mâce, tahare 32; Dârimi, vudu 22; Ahmed b. Hanbel, I, 123.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/476.
[258] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/476.
[259] ibn Mâce, ikâme 41; Dârimî, salât 72; Ahmed b. Hanbel,
IV, 92, 98, 176; VI, 264.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/476-477.
[260] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/477.
[261] Buhari, ezan 191; Müslim, salat 200; Ahmed b. Hanbel,
IV, 284, 286.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/477-478.
[262] Buhâri, ezan 52, 133; Müslim, salat 197, 198, 200,
201; Tirmizi, salât 92; Ahmed b. Hanbel, IV, 300, 304.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/478.
[263] Bezlu'l-mechûd, IV, 273.
[264] îbn Rüşd, Bidâyetu'l-müctehid, (trc. Meylânî), I, 226.
[265] es-Sehârenfûrî
Bezlu'l-mechud, IV, 273.
[266] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/478-479.
[267] Müslim, salât 199; Nesâi, imame 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/479-480.
[268] Davudoğlu Ahmedjbn Abidin Teoreme ve Şerhi, II, 232.
[269] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/480-481.
[270] Buradaki şek râvidendir.
[271] Buhârî, ezan 53; Müslim, salât 115, 116, 119; Tirmizî,
cuma 56; Nesaî, İkâme 38; İbn Mâce, ikâme 41; Dârimi, salat 72; Ahmed b.
Hanbel, II, 260, 271,425,456, 469, 472, 504.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/481.
[272] İbn Mâce, fiten 29.
[273] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/481-482.
[274] Kütüb-i Sİtte'den sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/483.
[275] bk. Buhârî, ezan 157.
[276] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/483.
[277] Buhârî, salât 3, 4, 9; Müslim, salât 275, 276, 280,
283; İbn Mâce ikâme 69; Muvatta' cemaa 30; Ahmed b.Hanbel, II, 230, 239, 243,
255, 266, 285, 319, 345, 380, 427, 464, 475, 478, 491, 495, 498, 499, 501, 520;
IV, 22, 23.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/483-484.
[278] bk.Buhârî, salat II, Müslim, zuhd 74, Ebû Dâvûd,
menâsik 84, Dârimî, menâsik 34, Ahmed b. Hanbel, [II, 127, 128, 327, 375, 387.
[279] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/484-485.
[280] Buhârî, salât 5, Müslim, salat 277; Nesâî, kıble 18;
Ahmed b. Hanbel.II, 243.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/485.
[281] es-Sehârenfûrî, Bezlu'l-mechûd, IV, 285.
[282] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/485-486.
[283] Buhârî, salat 4, 5; Nesâî, kıble İ4; İbn Mâce, ikâme
69, muvatta, cemaa 29, Ahmed b. Hanbel,H, 255, 266, 319, 427, 491, 520; III, İ0,
İ5, 55; IV, 26, 27; VI, 342.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/486-487.
[284] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/487.
[285] Ömer b. Ebî Seleme b. Abdilesed: Hicretten iki yıl
kadar önce doğan Ömer b. Ebî Seleme; babasının vefatından sonra, annesinin Hz.
Peygamberle evlenmesi üzerine Hz. Peygamberin terbiyesi altında büyüdü. Nebî
(s.a.)'den ve annesi Ümmü Seleme'den hadis rivayet etti. Kendisinden de Said b.
el-Müseyyeb, Urve, Vehb b. Keysân, Kudâme b. ibrahim, Sabit el-Bunâni ve oğlu
Muhammed b. Ömer b. Ebî Seleme rivayet etmişlerdir. (Bilgi için bk. Buhârî,
et~Târihu'l-Kebîr, VI, 139; İbn-i Ebî Hatim, el-Cerhve't-ta'dîl, VI, 117; Hatib
, Tarihu Bağdad, I, 194; İbnu'1-Esîr, Usdul-Gâbe, IV, 183; Zehebi, A'lamu'n-Nubelâ,
III, 406, 408; İbni Hacer, el-İsâbe, II, 519; Tehzibu't-Tehzîb, VII, 455).
[286] Buhârî, salat 4,11, cizye 9, edeb 94; Müslim, salât
55, 279, müsâfirîn 72, Nesâî, Tahâ-re 142; İbn Mâce, tahâre 59; muvatta, cemaa
34; Ahmed b. Hanbel III, 127; 128, 328, 375, 387; IV, 27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/487.
[287] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/487.
[288] Buhârî, salat 3, 4, 9; Müslim, salat 275, 276,
280-283, Ibn Mâce, İkâme 69; muvatta, cemaa 30; Ahmed b. HanbeUI, 230, 239,
243, 255, 266, 285, 319, 345, 380, 427, 465, 475, 478, 491, 495, 498, 499, 501,
520, IV, 22, 23.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/487-488.
[289] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/488.
[290] Buhârî, salât, 3, 6; ezan 136; Müslim, salât 133;
Nesâî, kıble 16; Ahmed b. Hanbel, III, 33, V, 331.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/488-489.
[291] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/489.
[292] Buhârî, salât 107, 19; Hayız 30; Müslim, salât
513-514; Nesâî, kıble 17; İbn Mâce, ta-hâre 131.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/489-490.
[293] bk. Müslim, salât 273.
[294] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/490.
[295] Buhârî, salât Z;t Nesâi, kıble 15, Ahmed b. Hanbel,
IV, 49, 54.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/490-491.
[296] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/491.
[297] Müslim, salat 281; İbn Mâce, keffârât 12; Muvattâ,
cema'a 33.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/491.
[298] bk. Buhârî, salat 11.
[299] bk. el-Menhel, V, 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/492.
[300] Müslim, zuhd 74; Ahmed b. Hanbel, IH, 335.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/492-493.
[301] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/493-494.
[302] bk. Buhârî, saiât 6; Ebû Dâvûd, salât 82; Ahmed b.
Hanbel, II, 328.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/494.
[303] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/494-495.
[304] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/495.
[305] bk. Buhârî, salât 9 (Bab başlığında)
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/495.
[306] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/496.
[307] Concordance'de bu bâb'a numara verilmemiştir.
[308] Ebû Dâvûd, vitr 22; Beyhakî, es-Sünenu'1-kubrâ'
[309] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/496-497.
[310] es- Sehârenfûrî, Bezlu'l-mechiıd, IV, 297.
[311] es-Subkî, el-Menhel, V, 24.
[312] Bezlu'l
-mechûd, IV, 2907.
[313] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/496.
[314] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/497.
[315] Ebû Dâvûd, libâs 25; Ahmed b. Hanbel, IV, 67; V, 379.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/498.
[316] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/498-499.
[317] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/499.
[318] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/499-500.
[319] en-Nûr (24), 31.
[320] Sâbûnî, TefsinTl-Ayeti'l-Kur'ânü'l-Kerîm, II, 155.
[321] el-Fikh ale'l-Mezahibi'l-Erba'a, I, 189.
[322] el-A'raf (7), 31.
[323] Nimet-i İslâm, I, 120.
[324] Hattâbî, meâlimu's-sünen, I, 422.
[325] Bezlü'l-mechud, IV, 304.
[326] M.Zihnî Efendi, Ni'met-i tslâm, I, 116.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/500-501.
[327] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[328] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/501-502.
[329] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/502.
[330] Tirmizî, salât 160; tbn Mâce, tahâre 132; Ahmed b.
Hanbel, VI, 150, 218, 259.
[331] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/502.
[332] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/503.
[333] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/503.
[334] Buradaki şek râvilerden birine aittir.
[335] ibn Mâce tahâre 132; Ahmed b. Hanbel,VI, 96, 238.
[336] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/503-504.
[337] bk. el-Menhel, V, 32.
[338] bk. 4114 numaralı hadis.
[339] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/504-505.
[340] Tirmizî, salât 361; Ahmed b. Hanbel,II, 295, 341, 345,
348.
[341] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/505-506.
[342] bk.Bezhı'l-Mechûdl, IV, 309.
[343] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/506-507.
[344] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/507.
[345] Bezlu'l-mechûd, IV, 311.
[346] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/507-508.
[347] Tirmizî, cuma 67; Ahmed b. Hanbel, VI, 101.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/508-509.
[348] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/509.
[349] Tirmizî, salât 165; İbn Mâce, ikâme 67; Ahmed b.
Hanbel, I, 146.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/509.
[350] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/510.
[351] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/510.
[352] Müslim, salât 122, 123; Tirmizî, mevâkît 54; Nesâî
imame 23, 26; tbn Mâce, ikâme 45; Dârimî, salât 51; Ahmed b. Hanbel, I, 457,
IV, 122.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/510-511.
[353] Ek bilgi için bk. bir önceki hadisin açıklaması.
[354] Avnu'l-ma'bûd, II, 351.
[355] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/511.
[356] Nesâî, kıble 25; Ibn Mâce, ikâme 205.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/7.
[357] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/7.
[358] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/8.
[359] Buhârî, ezan 106; Müslim salât 163; Nesâî, iftitâh 76;
İbn Mâce, ikâme 5; Ahmed b.Hanbel, III, 411.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/8.
[360] el-Mü'minûn (23), 45.
[361] el-Mü'minun (23), 50.
[362] el-Menhel, V, 39-40.
[363] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/8-9.
[364] el-Menhel, V,
40.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/9.
[365] Ahmed b. Hanbel, III, 92; el-Hâkim, el-Müstedrek, I, 260.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/9-10.
[366] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/10-11.
[367] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/11.
[368] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/11-12.
[369] el-Hâkim, el-Müstedrek, I, 260.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/12.
[370] Taha(20), 11-12.
[371] bk. el-Menhel, V, 41.
[372] el-A'râf (7), 31.
[373] Tefsîru'l-Kurtûbî, XI, 174.
[374] Bezta'l-mechAd, IV, 320.
[375] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/12-13.
[376] İbn Mace, ikâme 66; Nesaî, sehv 100; Ahmed b. Hanbcl,
H, 174, 178,' 179, 190, 206, 215, 248.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/13.
[377] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/14-15.
[378] el-Hakim, el-Müstedrek, I, 259; el-Beyhakî,
es-Sünenu'I-kübrâ, II, 432.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/15.
[379] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/16.
[380] el-Hâkim, el-Mfistedrek, I, 259, 260; d-Beyhakf,
M-SüneniTl-kÜbra, II, 432.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/16.
[381] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/16.
[382] Buhârî, hayzç 30; salât 19, 21; Müslim, mesâcid 270;
Ebû Dâvûd edeb 416, 161; Tirmi-zî, salât 129; Nesaî, tahâre 173; hayz 19;
mesâcid 44; III, 103^ IV, 149, 179, 209, 248, 302, 330, 335. 336, 377.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/17.
[383] bk. Bezlu'l-mechûd, IV, 323.
[384] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/17.
[385] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/17-18.
[386] Buhari, salat 20; ezan 161; Müslim, mesacid 266;
Tirmizi, salat 59; Nesai, İmame 19; Darimi salat 61;Muvatta’ , sefer 31; Ahmed
b. Hanbel, III,131, 145,149, 164.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/18.
[387] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/19.
[388] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/19.
[389] Buhârî, salat 20, ezan 161; Müslim, mesâcid 266;
Tirmizî, salât 50; Nesâî, imame 19; Dârimî, salât Öl; Muvatta', sefer 31; Ahmed
b. Hanbel, III, 131, 145, 149, 164.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/19.
[390] bk. el-Menhel, V, 48.
[391] bk. el-Menhel, V, 49.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 3/19-20.
[392] Ahmed b. Hanbel, IV, 254.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 3/20.
[393] Menhel, V, 49.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 3/20-21.
[394] Buhâri, el-Amel fi's-salât 9; Ml slim, mesâcid 191;
tbn Mâce, ikame 64; Dârimî salât 82; Ahmet b. Hanbel, III, 100.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 3/21.
[395] bk .es-Sunenu'l-kubrâ, I, 438; II, 105-107.
[396] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/21-22.
[397] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/22.
[398] Müslim, salât 119; Nesâî, imame 28; tbn Mâce, ikâme
50; Ahmed b. Hanbel, V, 101.
Beyhakî es-Siinenu'1-kübrfi, III, 101.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/22-23.
[399] Suyutî, el-Camiü's-Sagir, I , 41.
[400] bk. 666. numaralı hadis.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/23.
[401] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/23.
[402] Müslim: salât 62; Tirmizi, mevâkît 53, Nesâî, tatbîk
24; 101; sehv 44; imame 28, 47; cenâiz 78; Ahmed b. Hanbel II, 98, 314; III,
103,182, 263; IV, 276; Beyhakî, es-Suneiıu'l-kübrâ, I, 76.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/24.
[403] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/24-25.
[404] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/25.
[405] Buhârî, ezan 71; Tirmizi, mevâkit 53; Nesâî, imame 25;
Ahmed b. Hanbel, IV, 271,272, 276, 277.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/25.
[406] A.Davudoğlu: Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, III,
197.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/26.
[407] Nesâî, imame 27; ezan 14; îbn Mâce, ikâme 50, 51;
Ahmed b. Hanbel, IV, 269, 284, 285, 296, 297, 298, 299, 304; V-262.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/26-27.
[408] Buhârî, iman 39; Müslim, müsâkat 107; Îbn Mâce, fiten
14; Dârimî, büyü' 1; Ahmed , b. Hanbel,
IV, 270, 274.
[409] bk. 678. hadis.
[410] Tirmizi, mevâkit 52; îbn Mace, ikâme 51; Dârimi, salat
50; Ahmed b. Hanbel IV, 126, 128.
[411] 678. hadis.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/27.
[412] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/28.
[413] Müslim, salât 128; Tirmizî, mevâkît 53; Ahmed b.
Hanbel, IV, 270, 272, 276.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/28.
[414] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/28.
[415] Nesâî, imame 31; Ahmed b. Hanbel II, 92. Ayrıca bk.
Hâkim, el-Müstedrek, I, 213.
[416] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/28-29.
[417] serdaroğlu, Ahmed, İslâm'da Helâller ve Haramlar, I,
404.
[418] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/29-30.
[419] Ni'met-i İslam, I, 234.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/30.
[420] Nesâî, imame 28; Ahmed b. Hanbel, III, 260; IV, 297;
V, 262.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/31.
[421] bk. el-Menhel, V, 57.
[422] Ni'met-i İslâm, I, 205.
[423] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/31.
[424] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/31-32.
[425] Buhârî, ezan 74; Müslim, salât 124-126; Dârimî, salât
48, 49; İbn Mâce, ikâme 50; Ahmed b. Hanbel, II, 234, 319, 505; III, 177, 254,
274, 279, 291; V, 262.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/32.
[426] Umdetii'l-Kaari, V, 255.
[427] bk. Müslim, salat 126.
[428] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/32.
[429] Buhârî, fedâilü ashabı'n-Nebİy 8; Müslim, salat 122;
imame 26, 27, Ahmed b. Hanbel III, 254, 268, 286.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/32-33.
[430] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/33.
[431] Buhârî, fedâilu ashâbi'n-Nebî 8, Müslim, salat 122;
Nesâî, imame 26, 27; Ahmed b. Hanbel III, 254, 268, 286.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/33-34.
[432] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/34.
[433] Nesâî, imame 30; Ahmed b. Hanbel, III, 132, 215, 233.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/34.
[434] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/34-35.
[435] Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, III, 101.
[436] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/35.
[437] bk. el-Menhel, V, 61.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/35.
[438] Tirmızî, mevâkît 55; Nesâî, imame 33; Ahmed b. Hanbel
III, 131.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/35-36.
[439] bk. Bezlu'l-mechud, IV, 339.
[440] bk. el-Menhel, V, 62.
[441] Geniş bilgi için bk. el-Menhel, V, 62-63.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/36-37.
[442] Müslim, salat 122, 123; Nesâî, ımâme 23, 26; Tırmızî, mevâkıt
54; İbn Mâce, ikâme 54, Dârımî, salat 51, Ahmed b. Hanbel, I, 457, IV, 122.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/37.
[443] bk. Davudoğlu, A., Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi,
III, 194.
[444] bk. Bezlu'l-Mechûd, IV, 342.
[445] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/37-38.
[446] Müslim, salât 123; Tirmizî, mevâkît 54; Dârimî, salât
51; Ahmed b. Hanbel, I, 457.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/38-39.
[447] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/39.
[448] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/39.
[449] İbn Mace, ikâme 55.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/39.
[450] Ni'met-i İslâm, I, 236.
[451] Ibn Mâce, ikâme 55.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 3/39-40.
[452] Ahmed b. Hanbel, V, 341, 342.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/40-41.
[453] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/41-42.
[454] Müslim, saİât
132; Tirmizî, mevakit 52; Nesâi, imame 32, tbn Mâce, ikâme 52; Dârimî, salat
52; Ahmed b. Hanbel, II, 485, 247, 336, 340, 353, 367, 380; III, 3, 16, 293,
398.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/42.
[455] Mansûr, Ali Nâsif, et-Tac (trc. B. Sadak), I, 455.
[456] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/42-43.
[457] Beyhakî, es-Sünenu'l-kubrâ, III, 103.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/43.
[458] bk. el-Menhel, V, 70.
[459] Heytemî, Mecmeüz-Zevâid, II, 95.
[460] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/43-44.
[461] Buhârî, ezan 68; Müslim, salat 130; Nesâî, imame 17;
ibn Mâce, ikâme 45; Ahmed b. Hanbd, IV, 19, 34, 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/44.
[462] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/45.
[463] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/45.
[464] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Kütüb-i Sitte'den.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/45-46.
[465] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/46.
[466] Tirmizî, mevâkît 56; tbn Mâce, ikâme 54; Dârimî, salat
61; Ahmed b. Hanbel, IV, 228.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/46.
[467] e1-Menhel, V, 73.
[468] Hattâbî, Meâlimu's-sünen, I, 440.
[469] Nimet-i İslâm, I, 235.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/47-48.
[470] Buhârî, ezan 114; Nesâî, imame 63; Ahmed b. Hanbel, V,
39, 42, 45, 46, 50.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/48-49.
[471] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/49-50.
[472] Buhârî, ezan 114; Nesâî, imame 63; Ahmed b. Hanbel, V,
39, 45, 46, 50.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/50-51.
[473] el-Menhel, V, 76.
[474] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/51.
[475] Müslim, salat 241 - 244, 265, 266; Ebu Dâvud, salat
109; Nesâî, kıble 4,7; İbn Mâce, ikâme 36, 48,- Dârimî, salat 128; Ahmed b.
Hanbel, I, 121, 162; II, 129; V, 149, 151, 155, 160, 161.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/51-52.
[476] el-Müttekî, Kenzu'l-Ummâl, VII, 352.
[477] A.A. el-Bennâ, eI-Fethu*r-rabbânî, IV, 128;
el-Muttakî, Kenzu'l-Ummâl, VII, 346.
[478] el-Menhel, V, 77.
[479] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/52-53.
[480] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/53.
[481] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/53.
[482] Buhârî, salât 90, 93, 94; Tirmizî,,mevâkitu's-salât,
30; Nesâî, salât 12'; tbn Mâce, ikâme 36.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/53.
[483] Mütercim Asım Efendi, Kamus Tercemesi, I, 106;
Pakalın, M.Z., Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, 737.
[484] Ahmed Naîm, Tecrid Tercemesi, II, 439.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/54.
[485] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/54-55.
[486] Buhârî, vudu 40; salat 90, 93; menâkıb 23; Müslim,
salat 252; Nesâî, salat 12; Dârimî, salat 124; Ahmed b. Hanbel, IV, 307, 309.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/55.
[487] bk. Müslim, salât. 260.
[488] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/55.
[489] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/56.
[490] İbn Mâce, ikâme 36; Ahmed b. Hanbel, II, 249, 255,
266.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/56.
[491] el-Muttekî, Kenzu'l-Ummâl, VII, 351.
[492] Kenzu'l-Ummâl, VII, 352.
[493] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/56-57.
[494] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/57-58.
[495] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/58-59.
[496] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/59.
[497] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/59-60.
[498] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/60.
[499] Buhârî, salat 50, 98; Ebû Dâvûd, cihâd 149; Müslim,
salat 248; Tirmizi, salaî 144; Ah-med b. Hanbel, II, 26, 106, 316, 326, 329,
330.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/60.
[500] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/60-61.
[501] Kutub-ı sıtte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/61-62.
[502] bk. Nimet-i İslâm I, 345.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/62.
[503] İbn Mace, ikâme 40; Beyhaki, es-Sünenü'1-kübrâ, II,
279.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/62-63.
[504] Buhârî, salât 103; vitir 3; Müslim, salât 267, 268;
Nesâî, kıble 10.
[505] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/63-64.
[506] Nesaî, kıble 5; İbn Mâce, ikâme 39; Ahmed b. Hanbel
IV, 2; Beyhakî, es-Sunenu'l-kubrâ, II, 272.
[507] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/64.
[508] el-Aynî, Umdetü'l-Kârî, IV, 280.
[509] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/65.
[510] Buhârî, salat 91; Müslim, salât 263; Ahmed b. Hanbel,
IV, 54.
[511] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/65-66.
[512] el-Aynî, Umdetu'l-Kaarî, IV, 279.
[513] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/66.
[514] Buhârî, salât 100, Müslim, salat 258; Nesâî, kasem 48;
İbn Mâce, ikâme 39; muvatta', sefer 33, Ahmed b. Hanbel, III, 34, 44.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/66-67.
[515] Buhârî, salât 100.
[516] bk. el-Menhel, V, 90.
[517] İbn Mâce, ikâme 38; Ahmed b. Hanbel, VI, 294.
[518] bk. Bedâyiu's-sanâyi, I, 217.
[519] el-En'âm, (6), 112.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/67-70.
[520] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/70.
[521] Beyhakî, es-SünenıTl-kübrâ, II, 267.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/71.
[522] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/71.
[523] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/71-72.
[524] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/72.
[525] Buhârî, salât 100; bedu'1-halk 11; Müslim, salat 258,
259,-selâm 139; Ebû Dâvûd, salat 114; Nesâî, kasâme 48; Ibn Mace, ikâme 39;
Dârİmî, salat 125; Muvatta, sefer 33; İstı'zân 33; Ahmed b. Hanbel, III, 39,
49, 57, 63.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/72.
[526] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/73.
[527] Buhârî, salât 101? Müslim, salât 261; Tirmizî, mevâkît
134; Nesâî, kıble 8; Dârimî, sa-lât 130; Muvatta, sefer 34, 35; Ahmed b.
Hanbel, IV, 169.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/73.
[528] ibn Mâce, ikâme 37; el-Muttekî, Kenzu'I-Ummal, VII,
355.
[529] el-Muttekî, Kenzu'I-Ummâl, VII, 355.
[530] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/73-74.
[531] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/74.
[532] Hadisin Hafs b. Ömer yoluyla gelen rivayetinde:
"Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: "Erkeğin önünde..." denilmekte
iken; Süleyman b. el-Muğire yoluyla gelen rivayette; "Ebû Zer dedi ki:
"Erkeğin önünde..." denilmektedir. Yani birincisinde rivayet Hz.
Peygambere ulaşmakta iken: ikincisinde Ebû Zer'de kalmaktadır. Buna göre ilk
rivayet merfû' iken ikincisi mevkuftur.
[533] Müslim, salat 265; Tirmizi, salat 136; jsayd 16;
Nesâî, kıble 7; İbn Mâce, ikâme 38; Ah-med b. Hanbel V, 149, 151, 156, 158,
160; VI, 157, 280.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/75.
[534] Müslim, salât 254 - 256.
[535] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/75-77.
[536] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/77.
[537] Nesâî, kıble 7.
[538] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/77-78.
[539] bk. ibn Mace, ikâme 38.
[540] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/78.
[541] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/78-79.
[542] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/79-80.
[543] Beyhakî, es-Sünenu'1-kübrâ, II, 275.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 3/80.
[544] Bezlu'l-mechûd, IV, 379.
[545] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/80-81.
[546] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/81.
[547] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/81.
[548] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/81.
[549] Beyhakî, es-Sünenu'1-kübrâ, II, 275.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/82.
[550] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/82.
[551] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/82-83.
[552] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/83-84.
[553] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/84.
[554] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/84.
[555] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/84.
[556] bk. Beyhakî, es-SünenıTl-kübrâ, II, 275.
[557] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/84-85.
[558] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/85.
[559]
Buhâri, salat 22, 103, 205, vitr 3; Müslim, salât
267; müsâfirîn 35; Nesâî, tahâre 119;kıble 10; İbn Mâce, ikâme 40; Ahmed b-.
Hanbel I, 99; VI, 37, 64, 95, 102, 134, 154,182, 199, 200, 254, 260, 275;
Dârimî, salât 175.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/85-86.
[560] el-Menhel, V, 107.
[561] bk. Buhârî, salât 22.
[562] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/86-87.
[563] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/87.
[564] Buhârî, salât 22, 104,108; Müslim, salât 272; Nesâî. tahâre
119; Muvatta, salâtu'1-Ieyl 2; Ahmed b. Han bel, VI, 44, 55, 148, 225, 255.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/88.
[565] bk. Müslim, salât 270.
[566] Müslim, salât 271.
[567] bk. BezIıTI-mechûd, IV, 386.
[568] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/88-89.
[569] Buhârî, salât 22, 104, 108; el-Amel fî'ssala 10;
Müslim, salat 272; Nesâî, tahâre 119; Muvatta, salâtü'Meyl 2; Ahmed.b. Hanbel
VI, 44, 55, 148, 225, 255.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/89.
[570] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/89.
[571] Buhârî, salât 103; Müslim, salat 268; Nesâî, tahâre
119; kıble 10; Ahmed b. Hanbel, VI, 260.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/89-90.
[572] Ahmed b. Hanbel, VI, 85.
[573] Bezlu'l-mechfıd, IV, 388.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/90-91.
[574] Buhârî, ilim 18; salât 90; ezan 161; sayd 25; Müslim,
salat 254, 255; Nesâî, kıble 7; İbn Mace, ikâme 38; Muvatta, sefer 38; Ahmed b.
Hanbel, I, 264 - 342; II, 149.
[575] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/91.
[576] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/92.
[577] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/92.
[578] Nesâî, kıble 7; Tirmizî, salât 135.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/93.
[579] Mecelle, Madde: 67. Bu kaide günümüz Türkçesine şöyle
aktarılabilir: "(Bİr olay karşısında) ses etmeyen bir kimseye "şöyle
dedi" diye isnadda bulunulamaz. Fakat ihtiyaç görüldüğünde sükût da (bir
çeşit görüş) açıklamak demektir."
[580] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/93-94.
[581] Nesâî, kıble 7; Tirmizi, salat 135.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/94.
[582] el-Menhel, V, 113.
[583] Bezlu'l-mecfıfid, IV, 391.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 3/94.
[584] Fazl b. Abbas b. Abdilmuttalip el-Kureşî: HZ.
peygamberin amcası Hz. Abbas'ın oğludur. Mekke Fethi, Huneyn ve Veda Haccı'nda
Hz. Peygamberin maiyyetinde bulundu. Huneyn savaşındaki bozgun sırasında
yerinde sebat edenlerdendi. Kendisinden kardeşi Abdullah b. Abbas, Rebia b.
el-Haris, Ebu Hureyre ve Süleyman b. Yesar hadis rivayet etmişlerdir. Yermuk
savaşında şehid düşmüştür. Rivayetleri hadis külliyatında yer almış
blunmaktadır. (Bilgi için bk. tbn Sa'd Tabakât, IV, 54; VII, 399; Buhârî,
et-Tarihu'l-Kebir, VII, 114; İbn Ebi Hatim, el-Cerh ve't-ta'dfl, VII, 63;
İbnu'I-Kayserânî, el-Cem' beyne ricâli's-sahiheyn, II, 411; İbnu'1-Esir,
Üsdu'l-ğâbe, IV, 366; Zehebî, A'Iâmu'n-nübclâ, III, 444; İbn hacer, el-İsâbe,
III, 208- Tehzibu't-Tehzib, VIII, 280.
[585] Nesâî, kıble 7; Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, II, 278.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/95.
[586] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/95-96.
[587] Buhârî, salât 100; bedu'1-halk 11; Müslim, salât 258,
259; selâm 139; Ebû Dâvûd, salat 107; Nesâî, kasâme 48; İbn Mâce, ikâme 39;
Dârimî, salat 125; Muvatta', sefer 33; istizan 33; Ahmed b. Hanbel IH, 39, 44,
49, 57, 63.
Sünen-i Ebu Davud Terceme
ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/96.
[588] el-Muttekî, Kenzü'l-Ummfil, VII, 354.
[589] Menhel, V, 116; el-Aynî Binâye, 2 , 429; eE-Zeylâî,
Nasburrâye, II, 2 , 76.
[590] Muvatta, sefer 33; istizan 33.
[591] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/96-97.
[592] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
3/97.
[593] bk. Beyhakî, es-Sünenu'l-kıibrâ, II, 278.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/97-98.
[594] Misaller için bk. Bezlü'l-Miichûd, IV, 394 - 395.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/98-99.